|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
.
.
İlim öğrenmek istey talebelerin dikkat etmesi gereken bazı hususlar vardır.Bu ilim yolu çok dikkat isteyen yeri gelince zor, meşekkatli ama bir o kadarda mübarek bir yoldur.
Talebe şu sözü hiç unutmamalıdır:
-İlmin başı soğandan acı, sonu ise baldan tatlıdır-
İlim tahsil ederken Niyet
İlim öğrenmek isteyen kimse, tahsile başladığı zaman niyet etmesi lazımdır.Çünkü niyet bütün amellerde esastır.
Talebenin niyeti dünya ile ilgili bir menfaat elde etmek yahut devlet kadrolarında yer almak, devlet adamlarına yakın olmak düşüncesine dayalı olmamalıdır.İlim öğrenmekle insanların kendisine yönelmelerini, değer vermelerini, tazim etmelerini düşünmemelidir.
Talebenin maksadı; Allah rızasını kazanmak, ahiret yurdunu elde etmek, önce kendisinden-sonra başkalarından cahilliği gidermek, islam dinini yaşatmak ve kıyamete kadar devamını sağlamak olmalıdır.
İmamı Hammad b. İbrahim, talebesi olan İmamı Azam Ebu Hanife’ye öğretimin gayesi konusunda şu şiiri yazdırmıştır:
”Kim ilmi, ahireti kazanmak için öğrenirse doğru yolda kurtuluşa erer.
İnsanlar nazarında değer kazanmak için tahsil görenlere ise yazıklar olsun.”
İyiliği emretmek, kötülükten sakındırma, hakkı geçerli kılmak, kendi nefsani arzularını değilde, dini yüceltmek için bir makama talip olmakta sakınca yoktur.
Talebe bunu iyi düşünmelidir.Çünkü o ilimi çok meşakkat ile elde etmiştir.O ilmi değeri az olan, fani ve hakir olan dünya için sarfetmemelidir.
Eğer Mümkünse Hocasını Seçmelidir
Talebe ilme başlamadan, ilmi seviyesi yüksek olan bir hocayı seçmelidir.Seçeceği hoca, insanların Allah’tan en çok korkanı ve tecrübeli olanı olmalıdır.İlim öğrenmek en güç en önemli işlerdendir.Öğreneceği ilim onun hayatı boyunca sermayesi olacaktır.Bu sebeple çok dikkat etmelidir.
-Düşünmeden, araştırmadan yanlış bir alimin peşine takılırsan yanlış bilgiler alabileceğin gibi ömrünüde zayi etmiş olursun.-
Bir Hocada Sonuna Kadar Sabretmek
Hoca seçimi öyle olmalıdır ki hoca; vereceği ilimleri tam olarak tahsil etmiş ve mümkünse tecrübeli olmalıdır.Çünkü ilmin bereketi devamlılıktadır.Nakıs olan bir hocada devam edebilmek mümkün olamaycağından veya eksik olacağından her iki durumda da talebe zararlı çıkacaktır.
Sabır ve sebat bütün işlerin üzerine bina edildiği büyük bir temeldir fakat bulunması azdır.
Talebe bir hocanın ders halakasında sonuna kadar sabır ve sebat etmesi, bir kitabı sonuna kadar okuyup noksan bırakmaması, ilim dallarından birini iyi bir şekilde öğrenmeden, diğer bir ilmin öğrenimine geçmemesi, bir belde de ilim tahsilini bitirmeden başka bir beldeye gitmemesi gerekir.
Zira alıncak bilgileri tamamladan başka bir hocaya geçmek, bir kitabı bitirmeden başka bir kitaba geçmek, bir ilim dalını mükemmel bir şekilde bitirmeden başka bir ilim dalına geçmek öğrenmenin gayesini dağıtır, kalbi meşgul eder, vakitlerin zayi olmasına sebep olur.
Öğrenim Esnasında İyi Arkadaş Edinmek
Talebenin arkadaşlık edeceği kişide şu özellikler bulunmalıdr.
1-Çalışkan arkadaş
2-Takva sahibi, Allah’tan korkan arkadaş,
3-Güzel huylu arkadaş
4-Anlayışlı arkadaş
5-Tenbel olmayan ve zamanını boşa harcamayan arkadaş,
6-Çok konuşup gevezelik yapmayan arkadaş,
7-Fitne ve fesad olmayan arkadaş.
Bir kimsenin iyi veya kötü olduğunu sorma arkadaşına bak.Zira arkadaş arkadaşa uyar.
Tenbel kişiler ile arkadaş olma, nice iyi kimseler vardır ki arkadaşının kötülüğü ile bozulur.
Ahmak kimsenin ahmaklığı, zeki ve akıllı kimselere süratle geçer.
Ayrıca talebeler karşılıklı olarak birbirlerine saygı göstermelidirler.Birbirlerinin haklarını gözetmelidirler.Birbirlerine hoşgörülü olmalıdırlar.Hakka tecavüzden sakınmalıdırlar.
İlim ve İlim Ehline Saygı Göstermek
Şu bir gerçektir ki, talebe ilme ve ilim adamlarına ve hocalarına saygı göstermedikçe ilme ulaşamaz.Ulaşsada elde ettiği bilgiden faydalanamaz.
İlim taleb edip maksadına ulaşanlar ancak saygı ile ulaşmışlardır.
Talebenin Hocasına Saygı Adabı
Hocaya saygı ilme saygı göstermek demektir.Çünkü hocanın ilmi karşısında diz çökülür ve ondan ilmi taleb edilir.İmam Şirazi Hazretleri şöyle buyurdu;
”Hocalarımız buyurdular ki; oğlunun alim olmasını isteyen kimse, garip kalmış alimleri gözetmeli, onlara ikram etmeli, saygı gösterip malı ile desteklemelidir.Böyle yaparsa o kişinin oğlu veya torunu veya daha sonra gelecek olan nesli alim olur.”
Talebenin Hoca Karşısındaki Tavırları
1-Saygı gereği hocasının önünden yürümemelidir.
2-Hocasının yerine, makamına oturmamalıdır.
3-İzin verilmedikçe hocasının yanında konuşmamalıdır.
4-İzin verilince çok konuşup sözü uzatmamalıdır.
5-Bıkkınlık zamanlarında hocaya bir şey sormamalı, müsait bir zaman gözetmelidir.
6-Derse vaktinde girmelidir.
7-Hocanın gönlünü kazanmalıi hoşlanmadığı işlerden sakınmalıdır.
8-Allah’a isyanı gerektirmeyen işlerde, emirlerini yerine getirmelidir.Ancak Allah’a isyan söz konusu olduğu yerlerde kula itaat yoktur.
9-Hocasına saygısı nedeniyle hocanın akrabaların da iyi davranmalıdır.
Kadı İmam Fahrudiin Ersebendi Mevr şehrindeki alimlerin reisi idi.Devrinin sultanı kendisine son derece saygı gösterirdi.Kendisi bunun sebebini şöyle açıklıyordu:
”Bu şerefe hocama saygı göstermem sebebiyle ulaşım.Zira hocamın hizmetinde bulunur, yemeğini pişirir, fakat bu pişirdiğim yemekten yemezdim.Bunu sadece ona olan saygımdan ötürü yapardım.”
Hocasını gücendiren talebe öğrendiği ilmin bereketinden mahrum olur.Bu ilimden çok az faydalanır.
Talebenin Kitaba Karşı Olan Saygısı
Kitaba karşı saygılı olmakta ilme saygının gereğidir.Talebe abdestsz olarak kitaplarını eline almamalıdır.Çünkü ilim nurdur, abdest de nurdur.Abdest sebebiyle ilmin nuru daha da artar.
Talebe kitablara karşı ayak uzatmamalıdır.Tefsir kitablarını diğer kitabların üzerine koymalıdır.Kitap üzerine ise başka bir şey koymamalıdır.
Talebe kitaba ve mürekkebe karşı edep gözeterek notlarını güzel yazı ile almalıdır.İnce yazı yazmamalı, ince yazılar üzerine de not almamalıdır.Ayrıca notlarını biraz büyük harfler ile almalıdır ki yaşlanıp gözlerinin feri kaybolduğunda okuyabilsin…
İlim Öğrenmede ki Diğer Prensipler
*Yaltaklanmak kötü bir ahlaktır ancak talebe faydalanabilmek için hocasına yaltaklanmalı gerekirse ayaklarına kapanmalıdır.
*İlim ve hikmet öğrenecek talebe, bir meseleyi veya kelimeyi hocasından bin kere duysa bile yine onu saygı ile dinlemelidir.
*Talebe zaruret olmadıkça derste hocasına yakın oturmamalıdır.Bilakis hoca ile talebe arasında belli bir mesafe bulunmalıdır.Çünkü böyle bir mesafenin bulunması saygılı olmaya daha yakındır.
*Talebe dini yönden kötü sayılan huylardanve davranışlardan sakınmalıdır.
*İlim taleb eden kişi kibirden ve kendini beğenmekten uzak durmalıdır.
*Talebe gücünün yettiği ölçüde dünya işleri ile ilgisini azaltmalıdır.İlim adamları bu sebepten ötürü daima insanlardan ayrı bulunmayı tercih etmişlerdir.
*Talebe uykudan feragat etmelidir.Bu hususta şöyle denmiştir: Yüksek makamlar, çekilen sıkıntılar ölçüsünde elde edilir.Yükseklik isteyen kişi gece uykusuz kalmalıdır.Hem yücelik istiyorsun hem de gece uyuyorsun; İnci arayan denize dalmalıdır.
*Herkes nefsini hayırlı işler ile meşgul etmelidir ki nefsi kendi işleri meşgul olmasın!.
*Talebe kötü zandan da kaçınmalıdır.Zira bu düşmanlığın kaynağıdır.Ve helal değildir.
*İlim taleb eden bir kişi anne ve babasını razı etmeli, onların hayır dualarını almalıdır.
*Talebe dünyadaki en cahil kişinin kendisi olduğu hükmü ile hareket etmelidir.
*Talebe öğrendiği ilimler için Allah’a şükretmeli ve bu ilmin kendisine bir emanet olduğunun şuurunda olmalıdır.
Kürt olarak akşamladım, Arap olarak sabahladım
Ebu Abdullah el-Müştehir Hazretleri, Şirazlı bir kürt taifesindendir.Cenab-ı Allah ona ilmi ledun bahşetmek istemiş.
Bir gün Şiraz medreselerinden birine geldi.Medrese de talebeler ilim mevzuunda konuşmalar yapıyorlar, bazı hususlarda tartışıyorlardı.Talebelerin ilim öğrenmek için geyret etmeleri çok hoşuna gitti ve bir meseleyi öğrenmek için sordu.Onun bu safça yani basit bir şeyi sormasına talebeler gülüştüler.O da:
”Bende sizin öğrendiğiniz ilimlerden bir ilim öğrenmek isterim, bana bir yol gösterin” dedi.Talebeler alay edercesine on şöyle dediler:
”Eğer alim olmak istersen evinin tavanına bir ip bağla, ayağını ipe sıkıca bağlayıp kendini baş aşağı sallandır.Ve her sallanışta ‘sarı renkli demir’ veya ‘aslan yelesi’ de.Böylece ilim kapıları sana açılır.” dediler.
Ebu Abdullah Müştehir Hazretleri talebelerin kendisiyle alay ettiklerini hiç aklına bile getirmeden doğru eve gitti.Onların dediklerini aynen yaptı ve her sallanışta onların dedikleri şeyi söyledi.
İyi niyetle onun bu şekilde yapması Allah’ın hoşuna gitti ki, seher vakti olduğunda ilim kapıları kendisine açıldı.Zahir ve batın bütün ilimler ona malum oldu.Bir çok alimin halletmekte zorluk çektiği meselelerde o hiç zorlanmdan hüküm veriyordu.
İşte ”Emseytu kürdiyyen, esbahtu arabiyyen” Kürt olarak akşamladım, arap olarak sabahladım sözünü bu hadiseden sonra söylediği rivayet olunur.
Talebelerin hürmetine rızıklanıyoruz
Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:Resulullah Efendimizin zamanında iki kardeş vardı.Bunlardan birisi ailesinin geçimini temin ederdi, diğeri de Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in yanından ayrılmayarak bir şeyler öğrenmeye çalışırdı.Ailesinin geçimini temin eden, kerdeşini Rasulullah’a şikayet etti.Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ona:
”Ne malum onun yüzü suyu hürmeti
.
*Ey Yusuf, vilayetin valisine itaatli ve vakarlı davran.Hakimlerin yanına şanlarına yakışır şekilde saygı ile gidesin.Seni ilmi bir iş için çağırmadıkça her zaman ziyaret etmeyesin.Zira sen onların sohbetine gidersen kendi değerini onların yanında düşürürsün.
O halde hakimle, devlet adamları ileateş muamelesi yapasın.İşini bitirip uzaklaşasın.Zira onlar kendi nefisleri için düşündüklerini başkası için düşünmezler.
*Hükümdar kendi memurluklarından sana bir makam verirse senden ilim ve hükümde mezhebinden razı olmadıkça, (olduğunu bilmedikçe) onu kabul etmiyesin.
*sakın avamlarla ve zenginlerle, sorduklarına cevap vermekten ve din ilminden fazla bir şey konuşma, böylece mala sevgin ve rağbetin var sanmasın.
*Küçük çocuklara ve yetimlere tebessüm edip başlarını okşayasın.
*İnsanların gelip geçtikleri yere oturmayasın.
*Mescitlerde ve çarşılarda (açıkta) yemek yemeyesin.
*Önce ilim sonra helal para ve mal kazanıp sonra evlenesin, çünkü ilim tahsili zamanında kazanç için çalışırsan ilim öğrenemezsin.O halde ilk gençlik çağlarında ve çeşitli düşüncelerin kalbini meşgul etmediği çağda ilim öğrenmeğe çalışasın.
*İnsanların iyiliğini isteyen ol, onlara nasihat et.Halk hareketlerini beğenip seninle görüşmek istediklerinde, sohbete gidesin.Meclislerinde vakarlı bir şekilde müzakere edesin.böylece onların sevgisini kazanıp, hepsini ahırete meylettiresin.Sana gelip mesel sorana fetvasını verip başka şey ilave etmiyesin.
*Talebene iltifatın şevkati kalple olsun.Her taleben kendisini senin oğlun bilsin.İlme çalışma gayretleri hergün çoğalsın.
*Seni dinlemeyen avamla ve dünyaperestlerle sözün olmasın.Doğruyu söylemekten ise çekinmeyesin, sultan olsa bile korkmayasın.
*İbadetin avamdan çok olsun,az olmasın.Öyleki,senin ibadetini kendilerininkinden az görmekle, rağbetinin azlığına yorup, akideleri zayıflamasın.
*Zahirinle ALLAH İÇİN olduğun gibi, batınınlada O’ nun için olasın.Böylece içini dışını bir yapıp, kendini halis bir şekilde ALLAH’ ın kulu bulasın.
*Çok gülmeyesin, çok gülmek kalbi öldürür, muhabbeti giderir, maneviyatı yok eder.
*Yürürken vakarlı olasın, her işinde acele etmeyip teenni ile hareket edesin.
*Konuşunca çok yüksek sesle konuşmayasın, muhatabın işiteceği kadar ve ağır söyleyesin.
*İnsanlar arasında ALLAH’ı çok anki, O’nu senden öğrensinler.
*Beş vakit namazın arkasından öyle bir vird edinki, Kur’an’dan okuyup zikir ile şükrünü eda etmiş olasın.
*Nefsini murakebe edip,ilmini muhafazaya alasın.Böylece, amelinle iki dünyada menfaatlenesin.
*Elinde bulunan dünya devletine (ikbal devletine) ve bedenin sıhhatine çok fazla itibar ve itimad etmeyesin, güvenip aldanmayasın.
*Halkın hatasını örtüp, doğrularına bakasın.Kötü bildiğin kimseyi, kötülüğü ile anmayıp, bir iyiliğini bulup onunla söyleyesin, anasın.Fakat kötülüğü din hakkında ise onu insanlara söyleyesin ve onları ona uymaktan koruyasın.
*Sakın ölümü unutmayasın, üstadların için HAK TEALA’dan mağfiret ve rahmet dileyesin.
*Kur’an’ı Kerimi okumaya devam edesin.
*Küfür ve bid’at ehli ile konuşmayasın.Mümkün ise dine davet edip meclislerine gitmeyesin.
*Müezzin ezan okuyunca hazır olasın.Böylece avamdan önce mescide gelesin.
*Komşuda gördüğün ayıp sana emanettir.Saklayıp, kimsenin sırrını kimseye söylemeyesin.
*Bir iş için seninle meşvere edene doğru söyleyesin.Seni Mevla’ya yakın eden işleri ona öğretesin.
*Sakın bahil (cimri)olma, halin kötü olur.Tamah ve yalan ehli olmaki, mürüvvetsiz kalmayasın.Doğruyu yanlışa katmayasın ki, ihanet görmeyesin.Her işte mürüvveti gözetesin.
*Fakirsen kimseden birşey istemeyesin.Dünya ehline hırs ve rağbet etmeyesin.Himmetini yüksek yapıp alçakta kalmayasın.
*Yolda giderken sağına soluna bakmayıp önüne bakasın.
*Dünya işleri için sadık bir vekil bulasın.İşlerini o görüp sen ilim ve amele dönesin.İlim ehlinden huccet ve münazara bilmeyenlerle ve makam kazanmak için olan bahis ve konuşmalara katılmayasın.Zira onlar senden çekinmeyip seni mahcup etmeye çalışırlar.Senin haklı olduğunu bilselerde aykırı giderler.
*İlim meclisinde sakın kızmayasın.Halka inanılmaya yakın olan aslı, esası olmayan hikayeleri anlatmayasın.
BU NASİHATİMİZİ BİZDEN CAN’U GÖNÜLDEN KABUL EDESİN, ZİRA BUNU SENİN ve HERKESİN İYİLİĞİ İÇİN VASİYYET EYLEDİM.
BU YOLDA GİDESİN, HALKI DA HAK YOLA DAVET EDESİN…..
www.ismailaga.info
Paylaş:
.
Nazif Yılmaz
Kur’an-ı Kerim’i, bazı sûre ve ayetleri, hatta duaları kolayca ezberlemek ve ezberlediğimizde daha kalıcı olması için aşağıdaki yöntemleri adım adım uygulayınız :
-Yüce Rabbimizin sözlerini ezberlediğinizi düşünerek kalbî samimiyetinizi muhafaza ediniz.
-Ezbere başlamadan önce abdestli olunuz. Kur’an-ı Kerim’in başına gelip :“Ya Rabbi! Ben senin kitabının ayetlerini ezberlemek ve öğrenmek için geldim, bana ezberlemeyi ve öğrenmeyi kolaylaştır” deyip samimi kalple bir dua ediniz.
-Kendinizi toparlayıp ezbere yoğunlaşamıyorsanız iki rekat “Hâcet Namazı” kılıp dua ediniz ve istiğfar okuyunuz. Gönlünüzde bir ferahlamanın, zihninizde bir rahatlamanın ve hafızanızda bir hazırlığın olduğunu fark edeceksiniz.
-Mümkün olduğu kadar zihninizin saf ve duru olduğu anlarda ezber yapınız. Bir de zihninizi boş ve lüzumsuz şeylerden arındırdıktan sonra ezbere başlayınız. Dolu kap boşalmadan içine bir şey yerleştiremezsiniz.
-Ezberleriniz genellikle sabahın erken vakitlerinde saf ve duru zihinle yapmaya çalışınız. Eğer akşam uyumadan önce çalışıp ön hazırlık yaparsanız siz uykuda iken hafızanıza kaydedildiğini fark edersiniz.
-Şunu da unutmayın ki siz Kur’an-ı Kerim’in başına oturduğunuzda, şeytan bütün gücüyle size vesvese verecek ve ne kadar işiniz, probleminiz varsa aklınıza getirecek, sizi Kur’an’dan alıkoymaya çalışacaktır. Bu bir oyundur, sakın tuzağa düşmeyin! Kararlılık gösterin ve “Boşa uğraşma! Ne kadar işim olursa olsun bugün bu saatte benim en önemli işim Rabbimin ayetlerini ezberleyip anlamaya çalışmaktır.” deyin. Sizdeki bu kararlılığı görünce şeytan perişan olur. Bir de “Euzu- Besmele” çekip de ezberlemeye başladınız mı tamam artık, o zaman kaçacak delik arar…
-Rabbimizin bir Hadis-i Kudsi’de “Kur’an’la meşgul olup da dua etmeye, bir şeyler istemeye fırsat dahi bulamayanlara, dua edip isteklerde bulunanlardan daha çok vereceğini” bildirdiğini unutmayınız.
-Mümkün oldukça Mushaf-ı Şeriften veya Kur’an yazısına uygun yerlerden ezberleyiniz.
-Ezberlediğiniz bölümlerin yazı hattı hep aynı olsun. Çünkü gözlerinizle ezberlediğiniz bölümlerin fotoğrafını çekmektesiniz. Hafızanıza aynı hatla kaydettiğinizde hatırlamanız daha da kolay olur.
-Ezber yaptığınız mekan sade ve sessiz olsun. Sade bir mekanda gözlerinizi ve zihninizi meşgul edecek şeyler olmaz ve daha çabuk ezberinize yoğunlaşırsınız. Bir de mümkünse ezberlerinizi hep aynı yerde yapınız. Çünkü yeni şeyler görmek dikkatinizi dağıtır.
-Ezber yaparken mutlaka hafif sesli okuyun. Sesli çalıştığınızda kulaklarınız dan da yardım alırsınız ve daha çabuk ezberlersiniz.
-Harflerin mahreçlerini ve telaffuzlarını okuyuşunuzun düzgün olmasına dikkat ediniz. Çünkü yanlış ezberlediğinizde düzeltmek çok zor olur. Bunun için de hocanız ile çalışınız. Hoca imkanınız yoksa veya fazla çalışamıyorsanız ehil hocaların kaset ve CD lerinden Kur’an dinleyerek harflerin mahreç ve telaffuzlarını düzeltmeye çalışınız.
-Bir sayfayı veya sureyi ezberlemeye başlamadan önce mahreç, telaffuz ve tecvidine dikkat ederek en az on defa yüzüne okuyunuz. Dinleme imkanınız varsa üç dört defa dinleyiniz.
-Ezberleyeceğiniz bölümün mealini okuyunuz. Böylece ezberlediğiniz bölümlerin neleri anlattığını bilirsiniz. Rabbimizin ayetlerini anlarsınız, duygulanırsınız ve daha kolay ezberlersiniz.
-Ayetleri yüzüne okurken mümkünse sesinizi güzelleştirmeye çalışınız. Yani teganni yapınız fakat ağır değil normal hızda okuyunuz. Aşır okuyuşuyla (Çok ağır ve makamlı okuyuşla) ezber yapmak zor olur.
-Birinci ayeti ezberledikten sonra ezberinizden en az üç defa tekrar ediniz.
-İkinci ayeti ezberleyin ve onu da üç defa tekrar ediniz. Sonra da her iki ayeti üç defa tekrar ediniz.
-Daha sonra sıradaki ayeti ezberleyip ezberden üç defa tekrar ederiz. Bu defa, ezberlediğiniz bu üç ayeti üç defa tekrar ederiz. Sayfayı veya sureyi bitirinceye kadar aynı metodu uygulayınız.
-Sonunda da sayfayı ya da sureyi ezberden en az on defa tekrar ederek iyice pekiştiriniz.
-Bu pekiştirmeyi sakın ihmal etmeyin. “Demir tavında dövülür” atasözünü hatırlayın.
-Ezberlediğiniz yerleri namazlarınızda okuyunuz.
-Mübarek olsun. Artık ezberlediniz… Sıra, ayetlerdeki kurtuluş mesajlarına kulak vermeye, üzerinde düşünmeye ve hayatımıza taşımaya gelmiştir. Bir de insanlara tebliğ edip kurtuluşlara vesile olmaya…
Yetiştirdiği hafızların sayısı dört bine ulaşan, Kur’an hadimi Kayseri Taşcıoğlu Hafızlık Kursu Hocalarından Merhum Hasbekli Mü’min Hocaefendi’nin öğrencilerine devamlı söylediği şu güzel sözle bu öğütleri noktalayalım : ” Siz, Kur’an-ı Kerim’e küllünüzü vermezseniz o size bir cüz’ünü vermez” Yani Siz Kur’an’a her şeyinizi verin ki (Üzerinde kalbinizle ve zihninizle yoğunlaşın ki) O’ndan bir bölümü öğrenebilesiniz.”
www.ismailaga.info
.
Ömer İbni Abdülaziz’in, büyük fakihlerden ders alarak ulaştığı kendisine has bir üslubu vardı. İlme karşı olan bu sevgi ve merakı onun kendisine has bir fıkhı, fıkhı ekolü oluşmuştu.
Onun fıkhi görüşleri ve uygulamaları başlı başına bir fıkhi yol olduğu gibi, aynı zamanda kendinden sonra gelen mezhep imamları için de bir delil, bir kaynak oldu.
Meşhur alim Zehebi:
‘’Ömer İbni Abdülaziz ilimde Zühri’ye yakındı’’ derken Mücahid de:
‘’Bizler Ömer’e ilim öğretmeye gittik, fakat ondan çok şeyler öğrendik.’’ Demektedir.
Ondan hadis dersi alan birçok kimse vardır. Mezela Zühri, Ebu Bekir b. Hazım ve Ebu Seleme b. Abdurrahman, bizzat ondan hadis dersi alan meşhurlardandır.
Bu zatlar, Ömer’den konu açıldığı zaman şöyle derlerdi:
‘’Hakiki ilmi ve Peygamber’in sünnetini/hadislerini yaymaya çok düşkündü. Ancak halifeliğin ağır işleri ona imkân vermiyordu.’’
Kendisi, hadis ilminin yayılması ve genişlemesi için çok büyük çaba sarf etti.”Müsned’’ ismindeki hadis kitabı da bu alandaki yetkinliğinin bir delilidir.
Halifeliğin ilk zamanlarında, Adiy b. Adiy’e gönderdiği mektubunda şöyle diyordu:
‘’İmanın şartları, sınırları ve yolları vardır. Bunları tamamen yerine getirmeyen imanını tamamlamış olmaz. Yaşayacak olursam, onlarla amel etmeniz için, onları size açıklayacağım.’’
İbn-i Nadir el-Medeni de şunları anlatır:
Süleyman b. Yesar’ı bir gün yolda gördüm. Ömer İbn-i Abdülaziz’in yanından dönüyordu. Ona:
-Halifenin yanından mı geliyorsun?
Diye sordum. O da:
-Evet, dedi.
-Ona bir şeyler öğretmeye mi gitmiştin?
Dedim.
-Evet, dedi.
Bunun üzerine ben:
-Vallahi o hepimizden alimdir! Dedim.
Meymun İbn-i Mihran da der ki:
‘’Alimler Ömer İbni Abdülaziz’in yanında talebe gibi idiler.’’
Diğer bir rivayette de:’’Ömer İbni Abdülaziz, alimlerin hocaları idi.’’ Demiştir.(İbni Kesir 9/194)
Ömer İbni Abdülaziz devrinin el-Cezire valilerinden Amr İbni Abbas der ki:
‘’İhtiyacını duyduğumuz bir bilgi olmadı ki, onun aslını ve fer’ini Ömer b. Abdülaziz’in yanında bulunmuş olmayalım. Yani ihtiyaç duyduğumuz her hangi bir ilmi ona sorarak meselemizi hallederdik. Alimler onun yanında sanki öğrencisi gibi duruyorlardı.’’
Ahmed B. Hanbel de Abdülaziz’in ilmi derecesini şöyle teyit eder:
‘’Sahabi kavillerinden sonra en geçerli kavil tabiininkidir. Tabiinin kavilleri arasında en çok tercih ettiğim, Ömer İbni Abdülaziz’in görüşleridir.’’
www.ismailaga.info
.
Baki b. Mahled el- Endülüsi H.201 (M.817) senesinde doğmuştur. Hadis âlimlerinin büyüklerinden İmam Ahmed b. Hanbel (Rahmetullahi Aleyh) ile görüşüp ondan ilim almak gayesiyle Endülüs’ten Bağdat’a gitmiştir.
Diyor ki: Bağdat’a yaklaştığımda Ahmed b. Hanbel’in halkla görüşmesinin ve kendisinden ilim almanın yasaklandığını öğrendim. Evini sordum, gösterdiler. Kapsını vurdum, kapıyı açıp dışarı çıktı.
‘Ey imam! Ben bir yabancıyım. Bu memlekete ilk girişimdir. Hadis talebesiyim; sünneti topluyorum. Yolculuğum sadece senden ilim almak içindir.’’ Dedim.
‘Dikkat çekmeden içeri gir.’’ Dedi.
Girdikten sonra ‘nerelisin?’ diye sordu.
‘Mağripliyim’ dedim.
‘Afrikalı mı?’ dedi.
‘Endülüslüyüm, memleketimden Afrika’ya denizden geçiyorum’ dedim.
Bunun üzerine bana ‘yerin hakikaten uzak. Bana, senin gibilerin arzusunu yerine getirmekten daha hoş gelen bir şey yoktur. Ama senin de bildiğin bir sebepten dolayı sıkıntı içindeyim.’
‘Evet, sana doğru gelirken buraya yakın bir yerde öğrendim. Bu benim ilk gelişimdir. Ben buralarda tanınan birisi de değilim. Eğer izin verirsen dilenci kılığında gelir ve kapıda dilencilerin dediği gibi derim. Sende dışarı çıkarsın; her gün bir hadis bile rivayet etsen yeter.’ Dedim.
Bunun üzerine bana:‘Evet, ders halakalarına duyurmamak, hadis ehline bildirmemek şartıyla kabul’ dedi. Ben de ‘kabul ediyorum’ dedim.
Böylece elime bir değnek alıyor, başıma bir bez parçası sarıyor, kâğıdımı ve divitimi de yenime sokarak kapısına geldiğimde oradaki dilenciler gibi ‘Verin, Allah’u Teala size merhamet etsin!’ diye bağırıyordum.
O da dışarı çıkıp kapıyı kapatıyor ve bana iki, üç veya daha fazla hadis okuyordu. Bu şekilde ondan üç yüz kadar hadis yazdım.
.
İMAM-I AZAM EBU HANİFE
Küfe şehri âlimleri, Sabit’in oğlu Numan’ın zekâsına ve ezber gücüne hayran kalmışlardır. Numan, bir duyduğunu bir daha unutmuyordu. Hocalarından aldığı dersi gece evde tekrar ediyor, ertesi günü dersi hazmetmiş olarak hocalarının önüne diz çöküyordu.
Numan, çok küçük yaşta Kur’an-ı Kerim’i ezberlemişti. O yaştaki çocuğun hafız olması herkesi hayrette bırakmıştı. Merakını yenemeyenler soluğu Numan’ın annesinin yanında aldılar. Bunun nasıl olabildiğini öğrenmek istediler. Numan’ın annesi meraklılara şu cevabı verdi:
”Oğlu aslında daha önceden de hafız olabilirdi. Ancak babasının boğazından geçen bir lokma helal olmayan elma, onun hafızasını geciktirdi.”
Anlatılan meşhur kıssa da Sabit, dere üzerinden gelen elmadan yemek isterken bir parça aldığı sırada aklına ”Ben bunu yiyorum ama bu kim bilir kimin bahçesinden bu suya düşmüştür” diye geldi. Tükürdüyse de elmanın suyu boğazına kaçmasına engel olamadı. İşte annesi bu olaya işaret ediyordu.
Demek ki bizler babalarımızın ve evlatlarımız bizim yaptığımız yanlış işlerden etkilenebiliyor. O halde helal olandan ve kul hakkından ayrılmamamız gerekiyor.
Numan, Küfe’deki âlimlerden ders aldıktan sonra çok küçük yaşta ilim aramaya çıktı. Önemli İslam kültür merkezlerini gezdi. Büyük bilginlerin önünde diz çöktü. Çocukluk yaşında devrin meşhur âlimleri arasında yer aldı.
EBU YUSUF
İmam Ebu Yusuf çok küçük yaşta yetim kalmıştı. Annesiyle birlikte yapayalnızdı. Çok fakirlerdi.
Annesi, Ebu Yusuf’u bir çamaşırcının yanına çırak olarak verdi. Artık evin geçimini Ebu Yusuf sağlıyordu. Aldığı gündelik ile evi geçindiriyordu.
Ebu Yusuf çamaşırcının yanında çalışıyordu fakat aklı fikri okumakta, yeni yeni bilgiler öğrenmekteydi. Âlimleri ve ilim öğrenmeyi o kadar çok seviyordu ki, onların dersini ve sohbetini uzaktan bile olsa dinlemeye can atıyordu.
Övgüsünü işittiği İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin Küfe Mescidinde ders verdiğini öğrenmişti. Bir gün çamaşırcıdan kaçarak mescide gitti ve ders dinlemeye koyuldu. Büyük âlimin dersini dikkatle dinliyor, dinledikçe kendinden geçiyor ve zamanı unutuyordu. O gün bir daha çamaşırcının yanına gitmedi. Ertesi günde kaçarak mescide gitti ve ders dinledi.
Annesi durumu öğrenince çok kızmasına ve öğütlemesine rağmen Ebu Yusuf duramıyordu. Annesi her defasından mescide gidiyor ve kolundan tutarak çamaşırcının yanına getiriyordu.
Ebu Hanife bu hale seyirci kalmadı. Ebu Hanife’nin çamaşırcının vereceği parayı vereceğini söylemesi üzerine annesi razı oldu.
Ebu Yusuf geceli gündüzlü hocasının dersini dinlemeye başladı. Azmi ve gayreti, Allah’ın da lütfu ile genç yaşta devrin meşhur âlimleri arasında yer aldı.
ABDÜLKADİR GEYLANİ
Abdülkadir Geylani Hazretleri de küçük yaşta yetim kalmıştı. Eğitimini annesi Fatma Hanım veriyordu. Fatma Hanım çocuğuna helal lokma yedirmeye dikkat eden çok Saliha bir kadındı.
İlk Kur’an dersini annesinden alan geleceğin Gavsı daha sonra dedesinden dini bilgiler öğrendi.
Herkesçe malum olan kıssasında annesine söz verdiği için yalan söylememiş, haramilerin reisine, annesinin koltuğunun altına diktiği 40 altının yerini söylemiş ve nihayetinden bütün haramilerin Müslüman olmasına sebep olmuştu.
İMAM GAZALİ
Büyüklerin ortak yönleri babalarını erken yaşta kaybetmeleridir. Gazali de babasını erken kaybetmiş ve kardeşi ile yalnız kalmıştı. Babasının dostu olan bir hoca efendi bu iki yetim kardeşi babalarının vasiyeti üzerine yanına almıştı. Geçim sıkıntısı çeken hoca efendi bu iki yetimi hem himaye edilmeleri hemde okumaları için medreseye kaydettirdi.
İmam Gazali kısa zamanda Tüs’taki talebelerin en çalışkanı oldu. Hocalarının tavsiyesiyle diğer şehirlerdeki âlimlerden ders almak için yola düştü.
Bir defasında seyahatten Tüs’a dönerken yolda eşkıyalara rast geldi. Eşkıyalar kervandaki bütün eşyalarla birlikte, İmam-ı Gazali’nin ders notlarını ve kitaplarını da aldılar. Bunu gören Gazali, haydutların peşine düştü. Haydut başı, bir çocuğun kendilerini takip ettiğini görünce öfkelendi:
-Ölümüne mi susadın, ne diye bizi takip ediyorsun, dön geri!” dedi.
İmam gazali şu karşılığı verdi:
-Aldığınız eşyalar arasından sizin işinize yaramayacak kitaplar ve benim ders notlarım var. Onları geri verin. Onlar olmazsa bir şey yapamam. Bütün emeklerim boşa gider.”
İmam gazali’nin bu sözleri üzerine haydut kahkahalar atarak:
-Demek, bu ders notları ve kitaplar olmazsa bir şey yapamıyorsun ha! O halde öğrendiğin ne işe yarar? Bunlar olmayınca bütün sermayen gitmiş oluyor. Böyle ilim sahipliği olur mu?”
Haydut başının sözleri İmam Gazali’yi çok etkiledi. Ve bu hadiseden sonra bütün ilmini kâğıtlara değil beynine yazdı. İmam-ı Gazali’de genç yaşta İslam âlimleri arasındaki yerini aldı.
İMAM-I RABBANİ
Babası ve dedelerinin hepsi zamanlarının büyük âlimleri, salih ve faziletli kimselerdi. Babası Abdulehad Efendi, din ve fen ilimlerinde yetişmiş, tasavvufta da son mertebeye ulaşmıştı.
İmam-ı Rabbani çocukluğunda şiddetli bir hastalığa tutulmuştu. Evlerinde büyük bir üzüntü olup, vefat edeceği zannediliyordu. O zamanın meşhur vaizlerinden ve Abdülkadir Geylani yolunun büyüklerinden Şah Kemal Kihteli Kadiri’ye götürüp duasını istediler. Şah Kemal Kadiri, İmam-ı Rabbani’yi görünce büyük bir hayranlıkla bakarak babasına;
”Hiç üzülmeyiniz. Bu çocuk çok yaşayacak, ilmiyle amil, büyük bir âlim ve eşsiz bir veli olacak” demiş ve çocuğun elinden tutup, öpmüştü.
İmam-ı Rabbani Hazretleri ilk tahsiline babasından ders alarak başladı. Babasından okuyup Arapçayı öğrendi. Hafızlığını küçük yaşta tamamladı. Sesi çok güzeldi.
Babasından aldığı dersleri tamamlayınca, Silyakut şehrine gidip orada, Mevlana Kemaleddin Keşmiri’den ilim öğrendi.
17 yaşındayken tahsilini tamamlayıp bütün ilimlerden icazet aldı. Babası hayatta iken talebelere ilim öğretmeye başladı.
Bu sıralarda; Risalet-üt Tehliliyye, Reddi Revafid, İsbatun Nubuvve adlı eserlerini yazdı. Edebiyata çok meraklı olup, fesahatı ve belagatı, zekâsının şiddeti herkesi hayrette bırakıyordu.
İmam- Rabbani zamanında ifsat komitelerinin İslam’a hücumları artmıştı. Türlü desiselerle Müslümanların zihinlerini bulandırmaya çalışıyorlardı. İmam-ı Rabbani İslam’ın bu gizli ve aleni düşmanlarını bütün hile ve desiselerini bertaraf ediyor, İslam’a hücumlara cevap veriyordu.
Sünneti ihyası ve bidatler ile yaptığı mücadele ona Müceddid el-fi Sani yani ikinci bin yılın müceddidi denmesine neden oldu.
HACI BEKTAŞİ VELİ
Küçük yaşta gelen kerametler!
Anadolu’ya İslam güneşini yayan velilerden bir olan Hacı Bektaş-i Veli’nin çocukluğu dikkat çekicidir.
Asıl ismi Muhammed bin İbrahim Ata, lakabı Bektaş olan Hacı Bektaşi’nin soyu Hazreti Ali’ye dayanmaktadır. Yani seyittir. 1281 yılında Horosan’ın Nişabur kentinde dünyaya gelmiştir.
Bektaşi’nin ailesi çok dindar olduklarından İslamiyeti öğrenmesi ve Muhabbetullah yolunda ilerlemesi için onu çok küçük yaşta o bölgenin meşhur simalarından Şeyh Lokman-ı Perende’ye teslim etmişlerdi.
Ahmet Yesevi Hazretleri’nin talebelerinden olan Lokman-ı Perende kısa zamanda Bektaşi’nin çok farklı bir çocuk olduğunu gördü. Namazını huşu içerinde kılan, kendisine anlatılanları can kulağı ile dinleyen, şeri ilimleri öğrenmeye çok istekli olan bu yavrucak, o çocuk yaşında nice kerametler göstermeye başlamıştı.
Bir gün hocasından ders dinlerken namaz vakti girmişti. Hocası hizmetçisinden abdest almak için su getirmesini isteyince, Bektaşi Veli hocasına şöyle dedi:
”Benim kudretim bunu yapmaya yetmez.”
Bunun üzerine Bektaşi Veli, Allah Teala’ya niyazda bulundu, dua etti, hocası da ‘amin’ dedi. O anda medresenin ortasında latif bir su çıkıp kapıya doğru akmaya başladı.
Hacı Bektaşi Veli horasanda şer’i ilimleri öğrenip tahsilini tamamladıktan sonra Anadolu’ya geldi. Ahaliye ehlisünnet akidesi istikametinde İslamiyeti anlatmaya başladı.
Hacı Bektaşi Veli şeriat ve Resulullah’ın yolunda zerre miktarı taviz vermeyen bir İslam büyüğüdür.
MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ
Mevlana Celaleddin, çok küçük yaşlarda dikkat çekmeye başlamıştı. Her zaman ilim meclisinde bulunmak istiyordu. Arkadaşlarıyla oyun oynarken bile bunu düşünüyordu. Ve herkese, ilme yöneltici yaşından beklenmedik sözler söylüyordu.
Bir defasında Belh şehrinde mahalledeki çocuklarla oynuyordu. Evlerinin damına çıkmışlardı. Çocuklardan birisi henüz altı yaşındaki Celaleddin’ şu teklifi yaptı:
”Gel, bu damdan karşı dama sıçrayalım.” Celaleddin arkadaşına şu cevabı verdi:
”Bu işi kedi de, tilki de yapar. İnsanoğluna yarayacak iş değil. Eğer canınızda kuvvet varsa, gelin sizinle göklere doğru uçalım.”
Celaleddin, âlimlerin sultanı olarak bilinen babası Baha Velet’in önüne diz çökerek ondan dini ilimler öğrendi. Devrin büyük âlimlerinden de ders aldı. Yine çocuk yaşlarda Nişabur’da Şeyh Feridüddin Attar’ ziyaret etti. Sohbetlerini dinledi.
Celaleddin çok küçük yaşlarda bile namazını kılıyor ve sık sık oruç tutuyordu. Bu arda bütün zamanını ilim öğrenmek ve ibadet etmekle geçiriyordu. Bağdat, küfe, Mekke, Medine ve Şam’daki bilginlerden de dersler aldı. Bu şekilde, genç yaşta herklesin saygı gösterdiği bir âlim oldu.
BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ
Henüz 8 yaşındayken ona ”Molla Said” diyorlardı. İlim dünyasına ilk adım attığı günden itibaren zekâsıyla, çalışkanlığıyla, mertliğiyle dillere destan olmuştu.
Molla Said’in babası Mirza Efendi ve annesi Nuriye Hanım çok dindar kimselerdi. Nuriye Hanım, Said’e hamile kaldığı andan itibaren abdestsiz yere basmamış ve Said dünya geldikten sonra da yavrusunu abdestsiz emzirmemişti.
Böyle bir anneden dünyaya gelen Said, kısa zamanda hocaların hocası olacak seviyeye ulaştı. Daha 6 yaşındayken çevredeki ilim ocaklarına gitti. Okuduğu dersi derhal hafızasına alıyor, bir duyduğunu bir daha unutmuyordu. Doymak bilmeyen bir okuma ve öğrenme aşkı vardı.
İlk sıralar ağabeyi Molla Abdullah’tan ders alırken, kısa zamanda ilimde onu geçmiş ve ağabeyine ders vermeye başlamıştı. Medrese öğrencilerinin 20 senede okuduğu kitapları birkaç senede okuyup bitirdi. Çocukluk yıllarında yaklaşık 80 kitabı hafızasına kaydetmişti.
Kuran-ı Kerim’in hakikatlerini bu asrın anlayışına uygun şekilde anlatan eserler yazarak yüz binlerce insana ışık tuttu.
BAKİ
Şairlerin sultanı olarak bilinen Baki, fakir bir ailenin çocuğuydu. Babası küçük Baki’yi ailesinin geçimine yardımcı olsun diye saraç çıraklığına vermişti.
Baki, ilim öğrenmeye büyük bir arzu duyuyordu. Dükkânın önünden gelip geçen medrese talebelerine imrenerek bakmaktaydı. Bir gün dayanamayıp peşleri sıra gitti. Onlarla birlikte Fatih medresesine girerek anlatılan dersi dinledi. Dinledikçe ilme olan isteği artıyordu.
Baki, artık sık sık Fatih medresesine giderek ders dinlemeye başlamıştı. Durumu hocalarının dikkatini çekti. Sordukları sorulara güzel cevaplar alınca onu da devamlı talebeleri arasına kaydettiler. Baki, artık ailesinden habersiz, medreseye devam etmeye başlamıştı.
Baki’nin babası Mehmet Efendi, Fatih Camii müezzinlerindendi. O da Baki’nin çok övüldüğünü duydu. Önce şaşırdı. Nasıl olurdu? Küçük Baki, saraç çıraklığı yapmıyor muydu? Medreseye nasıl devam etmişti? Durumu oğlundan öğrenince kızmadı. Aksine sevindi. Ve ne yapıp edip Baki’yi okutmaya karar verdi. O günden itibaren Baki, medreseye kaçak öğrenci olarak değil, ailesinin izniyle devam etti ve genç yaşta âlim oldu. Sonrada edebiyat büyüklerimizin arasına girdi.
Şiirleri günümüze kadar dilden dile söylenerek yayılan Baki, işte bu şekilde yılmadan çalışan bir insandı. Gösterdiği çalışma ve gayret sonucunda unutulmayanlar arasında yer aldı.
HAFIZ MEHMET AKİF ERSOY
Mehmed Akif tahsil hayatına başladığında henüz 4 yaşındaydı. O vakte kadar annesi Emine Şerif Hanım ile babası Fatih dersiamlarından Mehmet Tahir Efendi’den ilk İslami bilgileri öğrenmişti.
Mehmet Tahir Efendi oğlunun Peygamber ahlakıyla ahlaklanmasını, İslam ilmini mükemmel bir şekilde elde etmesini arzuluyordu. Bu bakımdan çocuğuyla yakından meşgul oluyor, bizzat kendisi ona Kuran ve Arapça dersi veriyordu.
Dört yaşında başladığı mahalle mektebinden sonra Fatih semtindeki iptidai mektebe devam eden Akif, daha sonra rüştiyeye girdi. Bu esnada babasından Arapça dersi almaya devam ediyordu. Esat Dede isimli hocasından da Farsça dersleri alıyor, öte yandan Fransızcaya da çalışıyordu.
Bu sıralarda da güreş, yüzme, koşma, gülle atma, uzun atlama, ata binme gibi sporlarla da meşgul oluyor ve hayli başarılı neticeler alıyordu.
Mehmet Akif’in ailesi dar gelirli olmasına rağmen çocuklarını büyük fedakârlıklarla okutuyorlardı. Niyetleri çocuklarının mülkiyeyi bitirmesiydi. Ancak bu mümkün olmadı. On dört yaşındayken babasını kaybetti. Bundan ayrı olarak fatih’in Sarıgüzel semtindeki evleri de içindeki eşyalarla birlikte yandı. O sıralar Akif bir durum değerlendirmesi yaptı. Mülkiyeye devam edecek maddi imkânı yoktu. Halkalı’da baytar okulunun açıldığını, bu okulu bitirenlerin hemen memuriyete başlayacaklarını öğrenince arkadaşlarıyla bu okula kaydoldu. İki sene gündüz gidip gelerek, iki sene de yatılı olarak bu okula devam etti.
Akif’in trene binecek parası yoktu. Bu yüzden Fatih’ten Halkalı’ya kadar olan yaklaşık on yedi kilometrelik yolu yaya olarak gidip gelirdi.
Yokluk içerisinde tahsiline devam eden Fatih, okulu birinci olarak bitirdi. Babasından ve bilgi sahibi kimselerden ilim tahsil eden Mehmet Akif kuvvetli bir hafız idi.
Çileli bir çocukluk devresi geçiren, ancak o zorluklar içerisinde pişen Akif, kuvetli ilmiyle, azmiyle ve imanıyla ileride ”İstiklal Marşı”nın yazarı bilinecek ve her Türk tarafından rahmet ile yâd edilecekti.
SONUÇ
Dünyaca ünlü bu zatların ortak noktaları; çok çalışmak, küçükken dini ilimlere ve özellikle medrese eğitimine yönelmektir. Keskin zekalarının yanında ailelerinin desteğinide aldığını görüyoruz. O halde önce anne ve babanın gayret göstermesi gerekmektedir.
Büyük insanların örnek hyatlarından anlıyoruz ki, dünyamızı ve ahiretimizi mamur edebilmemiz için dini ilimlere yönelmemiz gerekiyor. Özellikle çocuklarımızı yaşının küçük olmasına bakmaksızın dini ilimlerde yetiştirmeye çalışmalıyız. Onlara Allah korkusunu, Peygamber aşkını ve ilim hevesini aşılamaya son derece gayret göstermeliyiz.
Sadece 10 tanesinin çocukluğundan alıntılar yaptığımız bu büyükler bize ve çocuklarımıza örnektir.
_________
Burhan Bozgeyik’in ”Onlarda çocuktu” adlı eserinden alıntılarla…
www.ismailaga.info
.
Bütün insanlığa rehber olan Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in hayatına bakıldığında O’nun öğretim adına kullandığı bazı metotları öğrenmek, bütün insanlar için iyi bir örnek oluşturacaktır. İşte onlardan bazıları:
1. Efendimiz, söylediği hakikatleri bizzat yaşayarak hayatıyla göstermiştir.
2. Dini yükümlülükleri tedrîcî (yavaş yavaş, basamak basamak) bir sistemle öğretmiştir.
3. Öğretmede orta yolda durmaya ve insanları bıktırmaktan uzak durmaya riayet etmiştir.
4. Öğrenenler arasındaki kişisel farklılıkları göz önünde bulundurmuştur.
5. Karşılıklı konuşma ve soru-cevap şeklini kullanmıştır.
6. Yanlış düşünceyi söküp atmak ve gerçek doğru bilgiyi net bir şekilde muhatabın kafasına yerleştirmek için akli ölçüleri kullanmıştır.
7. Muhataplarına soru yöneltmiş, böylece onların zeka ve bilgi seviyelerini ölçmüştür.
8. Mukayese ve örneklendirme metodunu kullanmıştır.
9. Benzetme ve halk arasında yaygın olarak kullanılan örnekleri kullanmıştır.
10. Anlattığı hususu, elinde herhangi bir şey ile yere ve toprağa çizerek bizzat göstermiştir.
11. Sözle beraber jest ve mimiklerini kullanmış ve el ile işaretlerde bulunmuştur.
12. Önemine binaen, halin mümkün kıldığı bir nesneyi bizzat eline almış, eliyle kaldırmış ve arkasından söyleyeceği hususu söylemiştir.
13. Muhataplarından bir soru gelmeden söze önce kendileri başlamazdı.
14. Muhatabının sorusuna eksik ve fazla olmadan cevap vermiştir.
15. Muhatabının sorusuna, onun ihtiyacına binaen, sorduğundan daha fazlasıyla cevap vermiştir.
16. Muhatabını, güzel bir hikmete binaen, sorduğu sorudan daha önemli bir hususa yönlendirdiği de olmuştur.
17. Soru soranın sorduğu soruyu tekrarlamasını istemiştir.
18. Muhatabın aldığı cevabı tekrar etmesini istemiştir. Böylece cevap unutulmayacaktır.
19. Bildiği bir husustan dolayı kişiyi imtihan etmiştir ki bununla doğru cevap vereceği için kişiyi sena etmek, övmek istemiştir.
20. Önünde olan bir olaya karşı susma yolunu tercih etmiştir.
21. Öğretme esnasında meydana gelebilecek imkan ve fırsatları değerlendirmiştir.
22. Latife ve şaka yoluyla (doğruyu söyleyerek latife yapmıştır) öğretmeyi tercih etmiştir.
23. Öğrettiği hususu yeminle tekit etmiş perçinlemiştir.
24. Öğretilen hususun önemine binaen sözü üç kere tekrar etmiştir.
25. Konunun önemini oturuşunu ve duruşunu değiştirerek ve sözü tekrar ederek göstermiştir.
26. Cevabı geciktirerek muhatabın sorusunu tekrar etmesini sağlayarak onu uyarmıştır.
27. Muhatabı intibaha sevk etmek için, onu omzundan veya elinden tutmuştur.
28. Muhatabı teşvik için veya onu sıkıntıya sokacak bir durumdan dolayı, bazı hususların gizli kalmasını yeğlemiştir.
29. Söyleyeceği hususun hafızalarda daha iyi yer etmesi veya ezberlenmesi için, sözü kısa ve öz bir şekilde ifade etmiş, daha sonra ise ayrıntılarına geçmiştir.
30. Cevabın birkaç madde ile verileceği durumlarda önce cevabın kaç maddeden oluştuğunu bildirmek için sayıyı söylemiş daha sonra saymıştır.
31. Va’z etme, nasihat etme ve öğüt verme metodunu kullanmıştır.
32. İnsanların şevklerini kamçılama veya neticesi elem verici hususlardan şiddetle uzaklaştırma (tergib ve terhib) metodunu kullanmıştır.
33. Kıssa ve geçmiş ümmetlere ve insanlara dair haberlerle öğretme metodunu uygulamıştır.
34. Sorunun cevabının muhatabı utandırma ihtimali olan hususlarda önce nazik bir hazırlık süreci hazırlamış ve soruyu öyle cevaplandırmıştır.
35. Sorunun cevabının muhatabı utandırma ihtimali olan hususlarda üstü kapalı olarak kinaye yoluyla ve işaret ederek yetinmiştir.
36. Kadınlara öğretmeyi ve nasihat etmeyi de asla ihmal etmemiştir.
37. Halin gerektirdiği durumlarda öğretme hususunda azarlayıp paylamayı (ta’nif) ve kızmayı (gadab) da ihmal etmemiştir. Ne var ki onun paylaması ve kızması da merhamet yörüngesinde ve ümmetinin selameti için olmuştur.
38. Talim ve tebliğde, kitabeti (yazma metodunu) da kullanmıştır.
39. Yabancı dilleri (mesela Süryaniceyi) öğrenmesi için bazı sahabeleri görevlendirmiştir ki bu husus da günümüzde dünyanın dört bir tarafında İslam’ın güzelliklerini öğrenmek isteyenlere karşı yapılacak vazifenin çok önemli bir basamağını teşkil etmektedir.
40. Bizzat kendi mübarek zatıyla talimde bulunmuştur
.
İnsanoğlu şu 4 şeyden hesaba çekilmeden asla yerinden ayrılmaz:
1- Ömrünü nerede nasıl tükettiğinden
2- İlimi ile nasıl amel ettiğinden
3- Malını nasıl kazanıp, nerede harcadığından
4- Gençliğini nerede harcadığından (Riyazüssalihin c1-s.441)
Asr Suresinde belirtilen Kurtuluşa eren 4 kişi
1- İman edenler
2- Salih amel işleyenler
3- Birbirine hakkı tavsiye edenler
4- Birbirine sabrı tavsiye edenler
Feyzul Kadir’de geçtiğine göre Sahabe-i Kiram şu 4 şeyden kaçınırlardı
1- İmamlıktan
2- Vasilikten
3- Emanetçilikten
4- Fetva vermekten
Cahilliğin alameti 4 tür
1- Ahmağa fikir danışmak
2- Cahile para vermek
3- Liyakatli dost öğüdünü dinlememek
4- Dünyadan ibret almamak (Feridüddin Attar)
Nisa suresi 69 da Allah’ın nimet verdiği belirtilen 4 sınıf insan
1- Peygamberler
2- Sıdıklar
3- Şehitler
4- Salihler
Kur’an-ı Kerimde cehennemliklerin 4 vasfı
-Sizi cehenneme sokan şeyler nelerdir? Cehennemlikler şöyle cevap verirler.
1- Biz namaz kılanlardan değildik
2- Yoksulu yedirip giydirmezdik
3- Bizde batıla dalanlarla beraber dalardık
4- Ceza ve hesap gününü (ahireti) yalan sayardık (Müddessir 42-42, Zümer 56, Kaf 24-25-26)
Ulema buyurdu ki, kalbin hasta olmasının alameti 4 tür
1- İbadetten lezzet almaz
2- Allah’tan korkmaz
3- Eşyaya mahlûkat gözü ile bakmaz
4- Dinlediği ilim ve nasihatten tesirlenmez
Bedri Dilşad şu 4 vasfı olan ile dostluğu tavsiye etmiştir
1- Akıllı olması
2- Güzel ahlaklı olması
3- Selamet ve insaflı olması
4- Islaha rağbet etmesi
Peygamberimiz buyurdular ki, kadın 4 şey için nikâhlanır
1- Malı
2- Güzelliği
3- Şerefi
4- Dindarlığı
Siz din güzelliğini seçin.(Buhari)
Bedbahtlığın alameti 4 tür
1- Gözün yaş dökmemesi
2- Kalp katılığı
3- Alçak gönüllü olma
4- Ebedi yaşam hırsı (Münavi Feyzül Kadir)
İlim öğrenmek için 4 hususa riayet şarttır
1- Sükût edip dinlemek
2- Ezber yapmak
3- Bildiğini tatbik etmek
4- Sonra başkalarına öğretmek (Yahya bin Muaz)
Ticaretçide şu 4 özellik bulunursa Allah onun kazancını halal ve bereketli kılar
1- Malı alırken kötülemezse
2- Malı satarken övmezse
3- Müşteriden malın kusurunu gizlemezse
4- Alışverişte yemin etmezse (Münziri a.g.e 2/586)
Peygamberimiz buyurdular ki, Allah şu 4 kişiye buğz eder, onları sevmez
1- Çok yemin eden satıcıya
2- Kibirli olan fakire
3- Zina eden ihtiyara
4- Zulüm eden idareciye
Bir hadisi şerifte, Allah kıyamet günü şu 4 insanı, şu 4 sınıfa delil gösterecektir
1- Hazreti Süleyman’ı zenginlere (Malı Allaha ibadete engel olmadı)
2- Hazreti Yusuf’u kölelere (Köle olması kulluğuna mani olamadı)
3- Hazreti İsa’yı fakirlere (Fakirdi ama Rabbine ibadetten geri durmadı)
4- Hazreti Eyyub’u bela ve sabır sahiplerine. (Belalar onu Rabbine daha çok yaklaştırdı)
Şah-ı Nakşibendî Hazretleri namazda huşu için 4 şey tavsiye ediyor
1- Helal lokma yemek
2- Abdest sırasında gafletten uzak olmak
3- İlk tekbiri alırken kendini huzurda bilmek
4- Namaz dışında da hakkı asla unutmamak
Peygamberimizin amcası Abbas (Radıyallahu anh) 4 tavsiyede bulunuyor
1- Devlet adamlarına asla sırrını açma
2- Onlara asla yalan söyleme
3- Onlara nasihat ederken yumuşak olma
4- Yanlarında kimsenin gıybetini yapma
Ebul Hasan El Hirevi buyurdu ki, hikmet şu 4 şeyden fışkırır
1-Günaha karşı pişmanlık
2- Ölüme hazırlanmak
3- Midenin tamamen doldurulmaması
4- Dünyaya kapılmayan zahitlerle sohbet
.
Özellikle dini ilimler ile meşgul olan kardeşlerimiz devamlı ve tempolu bir çalışmanın içersindedirler. Ders çalışmalar, sohbet dinlemeler, zikirler, tefekkürler, yapılan ezberler derken kalp ve zihin yorgunluğu hat safhaya ulaşır. Ve eğer dikkat edilmezse bir noktadan sonra bıkkınlık, nefret ve ardından gelen bir soğukluk olabilir.
Peki, kalbimizi ve zihnimizi dinlendirmek, dikkatimizi toplamak için ne yapmalıyız?
Hazreti Ali (Radıyallahu anh) şöyle buyuruyor:
”Kalplerinizi dinlendirin ve onları dinlendirmek için ince ve hoşa giden hikmetli sözleri talep edin. Çünkü bedenlerin bıktığı gibi kalplerde bıkar.”
Usame b. Zeyd (Radıyallahu Anh) da buyuruyor ki:
”Kalplerinizi dinlendirin ki zikri anlasın.”
Zühri şöyle rivayet ediyor:
Peygamber (Aleyhisselam) ashabıyla oturuyor ve sohbet ediyordu. Çok sohbet ettiklerinde ve konuşmaktan yorulduklarında, ”kulak aynı şeyi duymaktan bıkar ve kalp nefret eder; bildiğiniz şiirleri okuyun ve rahatlatıcı kıssalar anlatın” derdi.
Anlaşılıyor ki bir konu üzerine devamlı yoğunlaşmak insanı bıktırabiliyor. O halde birbirimizle helal dairesi içerisinde şakalaşmak, doğru olmak kaydıyla mizah değeri olan kıssalar anlatmak ve bilmece sormak bu sıkıntıyı çözecek alternatifler olabilir.
Muhammed b. İshak şöyle diyor:
”İbni Abbas (Radıyallahu anh) arkadaşlarıyla oturduğu zaman bir süre konuşur ve ”sohbeti değiştirin” diyerek Arapların hikâyelerini anlatırdı. Bunu tekrar tekrar yapardı.
Zühri’den arkadaşlarına şöyle dediği aktarılmıştır:
”Şiir okuyun ve kıssa anlatın. Çünkü kulak aynı şeyi duymaktan bıkar, kalp nefret eder.”
Asmai’den Harun Reşid’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
”Kıssalar zihni dinlendirir ve kulakları açar.”
Bazı alimlerin derslerden bıkmamak için ara verdikleri ve oyun oynadıkları da rivayet edilmiştir ancak bizim oyuna harcayacağımız zamanımız yoktur.
Bir şeyler anlatırken ve mizahi bir ortam kurmaya çalışırken de helal dairesinden çıkmamak gerekiyor. Çünkü insanları güldürmek için hikâyeler uydurmak ve yalan söylemek doğru değildir. Peygamberimiz de bunu yasaklamıştır.
Bu konuda Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:
”İnsanlarla konuşan ve onları güldürmek için yalan söyleyenlere yazıklar olsun.”
İnsanları güldürmenin bir mahsuru yoktur. Mekruh olan insanları güldürmeyi adet haline getirmektir. Çünkü gülmenin azı sakıncalı değildir. Peygamberimiz azı dişleri görününceye kadar gülerdi. Sakıncalı olan gülmenin aşırısıdır. Çünkü Peygamber Efendimiz: ”Çokça gülmek kalbi öldürür.” Buyurmuştur. Bazı vakitlerde gülmek ise yemeğin tuzu gibidir.
Bu vesile ile bir kaç tane kıssa yazmış olalım.
Çocuk :
Babacığım diyordu. Bana bir horoz alsan da, sabahları
ötüp beni namaza kaldırsa.
Adam :
Canım oğlum, diye cevap verdi. Senin içindeki horoz ötmedikten sonra dışarıdaki horozun fayda vereceğini mi sanıyorsun?
—
Meşhur Cimri Paşa, atlarının arpa yemesi gerektiğini söyleyen seyislerine kızar ve her seferinde “La havle” çekermiş.
Bir gün arabasının atları dermansızlıktan yıgılıp kalınca, hiddetle sormuş:
– ATLARIMA NE OLDU?!
Seyis cevap vermis:
– Ne olacak efendim, “La havle” yiye yiye “Ve la kuvvete” oldular.
—
Necip Fazıl’a sormuşlar:
Üstat, özel arabanız yok mu?’
Şair, anında cevap vermiş.
‘Ona en son bineceğiz.’
.
Âlim, halkın boş ve gereksiz sözlerine kulak asmamalıdır.
Halkın kendi arasında kullanılan çirkin sözleri duymazlıktan gelip, uyarabilirse uyarmalıdır.
Onlarla sık sık görüşmekten kaçınıp, meclislerinde çok oturmamalıdır.
Onlara muhtaç olmamaya ve kendilerinden bir şey istememeye dikkat etmelidir.
Herhangi bir sebepten dolayı halkın içine karışan bir âlim fazla konuşmamalı, vakarlı olmalı, ziyareti kısa kesmeli.
Bir mecliste veya toplantı anında başını açıp kaşımamalı, parmaklarını çıtırdatmamalı, sakal ve yüzüğüyle oynamamalıdır.
Dişlerini karıştırmayıp, tükürmek, gerinmek, başkasının yüzüne esneme gibi hareketlerden şiddetle sakınmalıdır.
Daima edepli olup, kendisiyle konuşanların yararlı sözlerinden ‘bir daha tekrar et’demeden istifade etmelidir.
Gülme ve şakalaşmayı Peygamber Efendimizin sünnet ölçüsünde yapmalı, küçük düşürücü hareketlerden kaçınmalıdır.
Yaptığı hayır işlerini, yazdığı kitapları, nefsini ıslah etme yolundaki gayretleri gibi şeyleri övünerek söylememeli.
Giyimde ve koku sürmede aşırıya kaçmayıp sadeliği seçmelidir.
Kendisine düşmanlık yapanlara çabuk öfkelenmemeli, öfkesi geçmeden konuşmamalıdır.
İnsanlarla alay etmemelidir. Zira bu vakarı düşürür.
Kimseye lanet etmemeli, gıybetten uzak durmalı, bir başkasının dedikodusunu yapmamalıdır.
Asla yapmayacağı bir şey için söz vermemeli, verdiyse mutlaka yerine getirmeli, yalan söylememelidir.
İnsanlarla mücadele ve münakaşa yoluna girmemelidir.
Sözü uzatmamalı, karşısındakini sıkıp usandırmamalıdır.
Kimseyi yüzüne karşı medh etmemelidir.
Kimsenin ayıbını araştırmamalı, bilinen ayıplar saklanmalıdır.
Kimsenin ayıbını yüzüne vurmamalıdır.
İnsanların gelip geçtiği yerlere oturmamalıdır.
.
Kuran’ı Kerimi ezberlemek süreklilik, istikrar ve disiplin gerektiren bir sistem ister. Kuran’ın ezberlenmesindeki usulü anlatmadan önce hafızlık kurslarındaki terimlerden bahsedelim.
HAFIZLIK TERİMLERİ
Yüzüne: Kuran’ı Kerimi sayfaya bakarak okumak
Kalet: Hata, yanlış
Ham (bazı kız kurslarında çiğ): Yeni yapılan sayfa
Has (bazı kız kurslarında pişmiş) : Önceden yapılmış, tekrar edilen sayfa
Haslama: Tekrar etme
Dönüş: Otuz cüzün geçilerek başa dönülmesi
Kuvvetli: İyi çalışılmış ve yapılmış ders ya da sayfa
Zayıf: İyi çalışılmamış ve yapılmamış ders ya da sayfa
Sayfa Açma: (Bazı kurslarda) karışık sorma
KURSLARDA İŞLEYEN SİSTEM
Hafızlık Kuran’ın başından başlayarak sonuna doğru sırayla, sayfa sayfa, cüz cüz ilerlemek ile olacak bir şey değildir. Kuran nazlıdır ilgi ister kaidesi gereğince ezberlenen sayfalarında muhafaza edilmesi gerekir. Bunu da düşünen âlimler hafızlık için günümüze kadar kullanılan bir sistem geliştirmişlerdir. O sistem şudur:
Öncelikle Kuran, bakarak seri bir şekilde okumaya çalışılır. Kurs tabiri ile ‘yüzüne’okuma şekli geliştirilir. Hafızlığın temeli olan yüzüne okuma çalışmaları çok önemlidir. Hedef hiç takılmadan, seri bir şekilde okumaktır. Bazı kurslarda ‘yüzüne’ talebeleri hızlı okumak için yarışırlar. Dakika tutularak en hızlı okuyan talebe birinci seçilir. Maksat bu yeteneğin gelişmesidir. Hoca talebesini veya talebe kendisini öyle yetiştirmelidir ki, hafızlık yaparken yeni ezberleyeceği sayfayı ilk bakışta çözmeli, adeta sayfaya hâkimiyet kurmalıdır.
Çünkü hafızlık yapanların çoğunda şöyle bir psikoloji vardır; yeni ezberlenecek sayfanın hat yazıları biraz kalınsa ve sayfa biraz karışık gözüküyorsa, Yusuf suresinde olduğu gibi günlük konuşmaların geçtiği değişik kelimeler de varsa bu sayfa talebeye biraz zor gözükür. Yani ilk başta sayfaya böyle baktığı için ona öyle gelir. Hâlbuki yüzünesi kuvvetli olsa böyle bir sıkıntıya düşmeyecektir.
Yüzünesi kuvvetsiz olan bir talebe ise ezberleyeceği sayfayı çözmek için uğraşır, çok sayıda ‘kalet’i çıkabilir ve en önemlisi de çok zaman harcayabilir. Bu nedenle özellikle ezber yeteneği zayıf olan talebelerin yüzünesi çok daha kuvvetli olmalıdır. İki yük birden daha ağır gelecek ve ileride sorunlar olacaktır.
Hafızlığa başlamadan önce yapılan yüzüne okuma alıştırmalarında talebeler küçük surelerden başlayarak son cüzü ve bazı önemli sureleri ezberlemelidir. Böylelikle ezber yetenekleri gelişecektir. Çünkü beyin çalıştıkça gelişen, güçlenen bir varlıktır. Hem de bu küçük ezberler ile talebenin derecesi ölçülebilir, ezberdeki yeterliliği belirlenebilir.
HER CÜZDEN BİR SAYFA
Kurslardaki ezber sistemi hem yeni sayfalar ezberlemeyi, hem de ezberlenen sayfaları tekrar etmeyi sağlayan çok akılcı bir yöntemdir.
Kuran’da 30 cüz, her cüzde 20 sayfa vardır. Hafızlık, her cüzün son sayfasını ezberlemek ile başlar. Yani hafızlık, Kuran’ı düz okuduğunuzda her cüzün 20. sayfasından başlar. Bu 20. sayfa hafız adayının 1. sayfasıdır.
Yani;
1. cüzün 20. sayfası
2. cüzün 20 sayfası
3. cüzün 20. sayfası ezberlenerek 30 cüzün son sayfaları tamamlanır. Böylelikle hafız adayı kendine göre ‘birleri’ bitirir.
Sonra,
1. cüzün 19. sayfası yani ikiler ezberlenir ve yanında 20. sayfası da ders olarak verilir. Yani ‘ham’ın yanında ‘has’ olan sayfada verilir. Hafız adayı hocasına iki sayfa okur.
2. cüz, 3. cüz….. Sırayla 30 cüzde böyle tamamlanınca hafız adayı ‘ikiler’i bitirmiş olur.
Böyle böyle her cüzün son sayfalarından sırayla ezber yapılarak ilerlenir.
Yukarıda da gördüğünüz gibi hem yeni bir sayfa ‘ham’ ezberlenmiş oluyor hem de önceden ezberlenen sayfa ‘haslanıyor’ yani tekrar ediliyor.
Mesela talebe, cüzün 15. sayfasını kendine göre altıları ezberleyip önceden yaptığı 5 sayfayı yani ‘has’ları da tekrar ederek hocaya ders olarak verir.
HAFIZLIK NE KADAR SÜRER
Bu sistemle her gün ders vermek sureti ile mütevazı bir hafızlık iki ya da iki buçuk senede tamamlanıyor.
Çok zeki ve ezber gücü yüksek olan talebeler bir yeni sayfa yani bir ‘ham’ ile yetinmeyip iki tane alabiliyor. Dolayısı ile hafızlık daha erken bitiyor. Ama burada önceki sayfaları yani hasları kuvvetli yapmak şartı vardır.
Bazen hocalar sayfalarını kuvvetsiz gördüğü talebeye haslatma yapar. Bu, yeni sayfa almadan ezberlediği sayfaları tekrar etmesi ile yapılan bir dönüş demektir. İşte buna‘haslama’ denir.
Buna göre sayfa ezberleyiş sırası şöyle olabiliyor:
Normal ezber: 1-2-3-4-5-6-7-8-9-10-10(Tekrar has)-11-12-13-14-15-16-17-18-19-20
Ezberi Kuvvetli olan:1-3-4-6-7-9-10-10(Tekrar has)-12-13-15-16-18-20
Ezberde sınır tanımayanlarda vardır. Onlar çok daha erken bitirirler.:
Bu ve benzerleri: 2-4-5-7-9-10-12-14-15-15(Tekrar Has)-17-19-20
Başka bir tanesi:1-3-5-7-9-10-12-14-15-15(Tekrar has)-20
Haslama çoğu kere hocanın talebeyi yetersiz görmesinden kaynaklanır. Temel çürük olduğu için yeni sayfalar ağırlık yapmış ve yük olarak gelmeye başlamış olabilir. Bu hali fark eden hoca, talebeden yeni sayfa yapmadan ezberindeki sayfaları tekrar etmesini ister. Bazen de bunu bizzat hisseden talebeler ister. Hafızlığı boyunca hiç haslama yapmamış süper zeki talebelerde vardır. Ama çabuk elde edilen şeyin kıymeti pek bilinmez.
Hafız ehline göre 10. sayfaya kadar olan kısım çıkış, 10. sayfadan sonraki bölüm ise iniş sayılır. Haslama da ekseri bu noktada yapılır.
Haslama, Kuran’ın tamamını ezberledikten sonra çok önemlidir. Hafızlığını yeni bitiren bir hafız gevşememeli, kendini salmamalı aksine daha çok gayret etmelidir.
Hafızlığını tekrar eden hafızlar, eğer gücü yetiyorsa her dönüşte okuduğu cüz sayısını arttırmalı, bir- iki ile yetinmemelidir. Çok emek harcayarak elde ettiği Allah’ın bu nimetini korumak için durmadan, dinlenmeden ömür boyunca tekrar etmelidir. Zaten ileride Kuran ile bütünleşecek ve Kuran adeta onun ruhu olacaktır.
Yatılı olarak hafızlık yapmanın dışında birde ‘evci’ dediğimiz Kursta yatmayıp, gündüzü kursta geçirip ekşam eve gidenler yani evde hafızlık yapanlar vardır. Bazı yeni başlayan hafız adayları bu konuda tereddüde düşüyorlar.
Bilinmesi gereken şudur ki ideal olan yatılı olarak hafızlık yapmaktır.
Gündüz eğitim alarak hafızlık yapmak isteyen öğrenciler, akşamları, ezberlediği sayfaları tekrar edebilecekleri bir ortama da sahip olmaları gerekir. Bu noktada anne ve babaya da önemli görev düşmektedir. Anne ve baba, hafızlık yapan çocukların yanında konsantrelerinin bozulmamasını sağlayacak ortamı hazırlamadır.
Evci olmanın hem pozitif hem de negatif yönleri vardır.
EVDE HAFIZLIK YAPMANIN OLUMSUZ YÖNLERİ
a. Evdeki etmenler öğrenciyi ders çalışmaktan uzaklaştırabilir. Örneğin Kuran kursunda canı ders çalışmak istemeyen öğrenci arkadaşlarına bakar ve onların ders çalıştığını gördüğünde ders çalışmadığı için rahatsız olabilir bir süre sonra arkadaşlarından geri kalacağını düşünerek ders çalışmaya başlar. Oysa evde öğrencinin kendini motive etmesi zordur. Hatta evde kendini uyaranlara tepki gösterme ihtimali de söz konusudur.
b. Evde özellikle de kalabalık evlerde ses, gürültü fazla olduğu için sakin, sessiz bir ortam bulmak zor olabilir. bu durum öğrencinin verimini düşürebilir.
c. Öğrenci eve geldiğinde, Kuran kursunda olduğu gibi ezberlediği sayfaları dinletecek, öğrenciyle ilgilenecek birisinin olması gerekmektedir. Her ne kadar olsa da bu durum Kuran kursundaki kadar sağlıklı olmamaktadır. Bundan dolayı evlerinde kalan öğrenciler yatılı okuyan öğrencilere oranla başarısız olma ihtimalleri daha fazladır.
d. Evde ders çalışırken davetsiz bir misafir bütün ders planını alt üst edebilir. Oysa Kuran kursunda belli bir program olduğundan evdeki sorunlarla karşılaşılmaz.
e. Evde sadece bir kişi hafızlık yapıyorsa ( ki böyledir ) evdeki diğer kişilerden olumsuz etkilenilme olasılığı vardır. Evdeki diğer bireylerin dinlenmeleri bile öğrencinin moraline etki edebilir. Kaldı ki televizyonun karşısında çay yudumladıklarını görmesi, öğrencinin ezberlemesini güçleştirebilir. Çünkü ders yapmak o andan itibaren öğrenciye sıkıcı gelmeye başlayacaktır. Bazı hafız adayları diyor: ”Ev ortamı beni daha da motive eder, hemen çarçabuk ezberimi yaparım, sonra da ailemle vakit geçiririm.” Atasözlerinden bu soruya çok güzel cevap vermektedir. Yani kazın ayağı görüldüğü gibi değildir. Bu istek birkaç gün sürecek daha sonraları ise ortam psikolojik sıkıntıya sebep olacaktır.
f. her ne kadar uzak durmaya çalışsa da bilgisayar, televizyon, radyo gibi eğlenceye yönelik cihazlar, dersleri mutlaka olumsuz yönde etkileyecektir. Öğrencinin aklını bu teknolojik cihazlar sürekli meşgul edecektir. Rahat bir ortam ister istemez bu rahatlığı daha da tetikleyecektir. Elini veren öğrenci bir süre sonra kolunu kaptıracaktır.
g. Hafızlığa başlamadan önce evde sakin, düzenli bir ders hayatı olmayan öğrencinin hafızlığa başlayınca da ev ortamında düzenli çalışması, ders programına bağlı kalması zor olacak, yeni bir düzene geçmek hayli zaman alacaktır. Alışana kadar geçen zaman öğrencinin hafızlıktan soğumasına bile neden olacaktır.
EVCİ OLMANIN OLUMLU YÖNLERİ
Evde hafızlık yapmanın faydalı yönleri de vardır ancak bu pozitif durum ister erkek olsun, ister kız olsun disiplinli hayatı olan, kendini kontrol edebilen öğrenciler için geçerlidir. Bayan öğrencilerdeki düzen, erkek öğrencilere göre fazladır. Bundan dolayı bu durum erkek öğrencilerden ziyade bayan öğrenciler için daha geçerli diyebiliriz.
a. Evde öğrenci ders saatlerini kendi psikolojisine göre ayarlayabilir. Kurstaki gibi kendisini belirlenmiş saatlerde ders çalışmaya zorlayan faktörler yoktur. Evde istediği saatlerde ders çalışıp, istediği saatlerde istirahat edebilir.
b. Öğrenci, canı sıkıldığında gidip dolaşabileceği, stres atabileceği, dejarz olabileceği mekanlara sahiptir. Kuran Kurslarında düzen, bu imkâna müsaade etmeyebilir.(Belirtmekte fayda vardır ki bu avantaj çoğu zaman dezavantaja dönüşebilmektedir.)
EVCİ Mİ YOKSA YATILI MI OLMAK İDEALDİR?
Öğrencilerin büyük çoğunluğu evci iken değil de yatılıyken başarılı olmuştur. Bundan dolayı hafız adayı kardeşlerimize hafızlıklarını daha rahat yapabilmeleri için yatılı kalmayı tavsiye etmekteyiz.
Yukarıda hafızlıkta evci olmanın olumsuz yönlerinden pek çok madde saydığımız halde, olumlu yönlerinden sadece iki madde saymamız aslında evci olmanın ne kadar az faydası olduğunu açıkça gösteriyor.
Ziya Salihoğlu Hocaefendi
.
Allah’ımız Cebrail Aleyhisselam’a Kuran’ı Kerimi öğretti. Oda peygamber Efendimiz’e öğretti. O’da Ashab-ı kirama öğretti. Onlarda kendilerinden sonrakilere öğrettiler ki bunlara, ashaba tabi oldukları için ‘tabiun’ denir.
İşte bunlardan Kuran-ı Kerim’i çeşitli lehçelerde okumayı öğrenen büyük imamlara da ‘Kıraat İmamları’ denir.
Kıraat imamları on tanedir. Her imamın ikişer tane de ravisi (rivayet edeni) vardır.
İsimleri Şunlardır:
1- Nafi
Ravisi: Kâlun, Verş
2- İbn-ü Kesir
Ravisi: Bezzi, Kundül
3- Ebu Amr
Ravisi: Durî, Susî
4- İbni Âmir:
Ravisi: Hişam, İbnü Zekvan
5- Asım:
Ravisi: Ebu Bekir Şu’be, Hafs
6- Hamza
Ravisi: Halef, Hallad
7- Kisai:
Ravisi: Ebul Haris, Durî
8- Ebu Cafer:
Ravisi: İsa b. Verdan, Süleyman b. Cemmaz
9- Halefül Aşır:
Ravisi: İshak el-Verrak, İdris el-Haddad
10- Şeyh Yakub:
Ravisi: Rüveys ve Ravih
Bu on tane imam içerisinden İmam-ı Asım, bizim okuduğumuz tarzın imamıdır. Biz İmam-ı Asım’ın kıraatini, Hafs’ın rivayetini takip ederiz.
İMAM-I ASIM HAZRETLERİ
Adı: Asım b. Behdele ebi’n-Necüd’dur.
Lakabı: Şeyhul Kura ve Efsahul Kurra’dır. Kuranı Kerimi çok güzel okuduğu için bu lakap kendisine verilmiştir.
Hocaları: Tabiundan Abdurrahman es-Sülemi ile Zirr b. Hubeyş’tir.
Kıraat imamlarının beşinci sırasındadır. Kufe’de doğ muştur. Doğum tarihi kesin şekilde bilinmemektedir.
Yaşadığı çağın en güzel okuyanlarındandır. Sesi gayet güzel, ahlakı ve bilgisi yüksek, Kuran okumadaki mahareti ise Allah’ın ona en büyük lütfudur.
İki tane ravisi vardır. Birisi Ebu Bekir Şube b. Ayyaş, diğeri Hafstır.
İMAM-I HAFS
İmam-ı Asım’ın ikinci ravisidir. Hicretin 90. yılında Kufe’de doğmuştur.
Adı: hafs b. Süleyman el-Muğıyre’dir. Asıl adı Hafistir. Ama Hafs şeklinde meşhur olmuştur. Babası Süleyman vefat edince annesi, Hazreti İmam-ı Asım’la evlenmiştir. Hafs hazretleri İmam-ı Asım’ın böylece üvey oğlu olmuştur.
Kuran-ı Kerimi ve kıraat ilmini bizzat kaynağından yani Asım Hazretlerinden öğrenmiştir. Uzun müddet Bağdat’ta kalmış, bir müddette Mekke’de bulunmuştur.
Hayatı müddetince Kuran’ı Kerimi hem okumuş hem de okutmuştur. Asım Hazretlerinin kıraatini bütün İslam diyarına o yaymış ve tanıtmıştır. Şimdi bizler dahi onun rivayet ettiği şekilde okuyoruz.
Hicretin 180. yılında vefat etmiş olup 90 sene yaşamıştır.
.
İLMİN FAZİLETİ
Bazen bir merkebe daha fazla değer verilebilirse de, hiçbir za man merkebin attan daha üstün olduğu söylenmez. Çünkü onun üstünlüğü cüsse itibariyledir. Oysa at, her zaman merkepten daha üstün vasıflara sahiptir. Bu hal her açıdan kemâl sayılmaz. Hayvan yetenekleri ve özellikleri bakımından aranılır ve kendisine bu nedenle sahip olunmaya çalışılır; yoksa sırf cüssesi için değil!
Bu örneği gerçekten anlamışsanız, fazilet kelimesinin anlamını artık biliyorsunuz demektir.
Diğer hayvanlara nisbetle at nasıl faziletli ise, ilim vasfı da diğer bütün vasıflara nisbetle hiç kuşkusuz daha faziletlidir.
Atta bulunan hızlı koşma yeteneğinin bir fazilet olduğunda şüphe yoksa da, bu mutlak bir fazilet sayılmaz. Ancak ilim böyle değildir. İlim, hiçbir şeyle mukayese edilemeyecek kadar büyük bir fazilet taşımaktadır. İlmi hiçbir şeyle kıyas edemeyiz; zira ilim, Allah Teâlâ’nın kemal sıfatıdır.
Peygamberlerin ve meleklerin bütün şerefi ilim’den gelmekte dir. Hatta atların bile zeki olanı, uyuşuk olanından daha üstündür. Bu nedenle ilim, hiçbir meziyete izafe edilmeksizin tek başına faziletin kendisidir.
Demek oluyor ki ilim, zâtından dolayı istenen bir nimettir! Yine bu şekilde ahiret âleminin nimetlerine götüren en önemli vesilenin de ilim olduğunu açıkça görebi lirsiniz; zira Allah Teâlâ’nın huzuruna ancak ilim ile gidilir.
İnsanoğlu hakkında en büyük makam, ebedî saadet olduğundan dolayıdır ki bu saadete ulaştıran vesilede en büyük fazilettir! Çünkü insan için ilim ve ilime bağlı amel olmadığı takdirde, bu nimetlerin hiçbirine ulaşmak imkânı yoktur!
AYET-İ KERİMELER
Her kabileden bir cemâatın dini iyice öğrenmeleri gerekmez miydi? (Tevbe/122)
Eğer bilmiyorsanız, ehl-i zikre sorunuz! (Nahl / 43)
HADİS-İ ŞERİFLER
İlim tahsil etmek maksadıyla yollara düşen kimseye Allah Teâlâ cennete giden yolu gösterir. 34
Melekler ilim yolcusunun hâlinden râzı oldukları için kanatlarını onun ayakları altına sererler. 35
İlimden bir bölüm öğrenmen, yüz rek’at namaz kılmandan daha hayırlıdır. 36
Kişinin ilimden öğrendiği bir bölüm, onun için dünya ve dünyadakilerin tümünden daha hayırlıdır. 37
İlim Çin’de de olsa bulup öğrenin! 38
İlim öğrenmek her müslümana farzdır. 39
İlim hazinedir. Bu hazinenin anahtarı soru sormaktır. Sormaktan çekinmeyin; zira ilmin sorulmasından dört kişi birden mükâfat kazanır: Soran, cevap veren, onları dinleyen, onları seven!40
Câhil, cehaletine razı olup durmasın. Âlim de ilmini susmak suretiyle saklamasın! 41
Bir âlimin (ilim okuttuğu) meclisinde, (ilim tahsil etmek veya dinlemek için) hazır bulunmak, bin rek’at namaz kılmaktan, bin hastayı ziyaret etmekten ve bin cenaze na mazında hazır bulunmaktan daha faziletlidir! 42
İslâm dinini ihyâ etmek maksadıyla ilimle uğraşırken ölen kimseyle peygamberler arasında, cennette sadece bir derecelik fark vardır. 44
Ashab’ın ve Âlimlerin Sözleri
İbn Abbas (Radıyallahu Anh) şöyle demiştir: İlim talep ederken büyük zorluklara göğüs gerdim, fakat ilmi elde ettikten sonra aziz oldum’. Gerçekten de İbn Ebî Müleyke şöyle der: ‘İbn Abbas’ı gördüğümde, ondan daha güzel yüzlü ve muntazam endamlı bir kimseyi gördüğümü ve görebileceğimi tasavvur edemedim.
Muhterem pederleri Hazreti Abbas (Radıyallahu Anh) gibi güzel bir insandı. Konuştuğu zaman herkesten daha açık ve daha beliğ konuşur, fetva verdiği zaman insanların en âlimi olduğunu gösterirdi’.
İbn Mübârek şöyle der: İlme talip olmadan bir kimsenin kendisinde azda olsa şeref aramasına ve kendisini şereflilerden saymasına şaşarım!’
Filozoflardan biri şöyle demiştir: ‘İlim öğrenmek istediği halde öğrenemeyen veya öğrenebileceği halde öğrenmeyen kimselere acıdığım kadar kimseye acımam’.
Ebu Derdâ der ki: İlimden küçük bir mesele öğrenmem, benim için bütün bir geceyi ibadetle ihya etmekten daha mühimdir’.
Yine Ebu Derdâ şöyle buyurur: ‘Hoca ile talebesi hayırda ortaktırlar. Onların dışındakilerin sivrisinek kanadı kadar hayırları yoktur. Yâ âlim, ya talebe, ya da dinleyici ol. Bunların dışında dördüncü bir sınıfa dahil olma; yoksa helâk olup gidersin’.
Atâ şöyle demiştir: ‘Bir kere ilim meclisinde hazır bulunmak, yetmiş lehviyat meclisinde bulunmanın kefareti olur.
İmam Şâfiî de şöyle demiştir: İlim tahsil etmek, bütün nafile ibadetlerden daha faziletlidir’.
Fakih Ebu Muhammed Abdullah b. Abdilhakem şöyle anlatır: Bir gün İmam Mâlik’in önünde ders okurken öğle ezanı okundu. Nafilelerimi kılmak üzere ders kitabımı kapattım. Hocam (İmam Mâlik) yüzüme bakarak şöyle haykırdı: ‘Ey genç! Burada okuduğun ders, kalkıp kılacağın nafile namazlardan fersah fersah daha hayırlıdır’.
Ebu Derdâ şöyle demiştir: ‘Sabahları kalkıp ilim tahsiline gitmeyi cihad olarak kabullenmeyen ve böyle olduğuna tüm samimiyetiyle inanmayan kimsenin ne aklı var, ne de bir fikri’.
Kaynak:
34) Ebu Dâvud,-Tirmizî, İbn Mâce ve İbn Hibban, (Ebu Derdâ ve EbuHüreyre’den)
35) Ahmed b. Hanbel, İbn Hibban ve Hâkim, (Saffan b. Assal’dan)
36) İbn Abdilberr, (Ebu Zer’den)
37) İbn Abdilberr, İlim; İbn Hibbaıı, Ravzat’ul Ukalâ, (Hasan’dan)
38) İbn Adiy ve Beyhakî (Enes’den); Taberânî, (İbn Mes’ud ve İbnAbbasdan)
39) İbn Adiy, Beyhakî ve İbn Abdilberr, (Enes’den)
40) Ebu nuaym, Hilye, (Hz. Ali’den)
41) Taberânî, (İbn Merduveyh’den)
42) ırâki bu hadîsin Ebu Zer’den değil, İbn Ömer’den rivayet edildiğini söylemiştir. İbn Cevzî ise bu hadîsi Mevzuat adlı eserinde zikretmiştir.
43) Ebu Nuaym, Herevi, (Hasan dan)
44) Ebu Nuaym, (İbn Mes’ud’dan)
AYET-İ KERİMELER
Dönüp kavimlerine geldiklerinde (Allah’ın yasak kıldığı şeylerden) kaçınmaları için onları uyarmaları gerekmez miydi? (Tevbe/122)
Bu ayette geçen inzar kavramından ilim öğretmenin ve irşadda bulunmanın vâcib olduğu anlaşılmaktadır. Allah, kendilerine kitab verilenlerden, onu mutlaka insan lara beyan edecekleri ve hiçbir şekilde gizlemeyecekleri hususunda söz almıştı. (Âlu îmran/187)
Bu ayette, ilim öğretmenin farz olduğu açıklanmaktadır.
Buna rağmen onlardan bir grup bildikleri halde hakikati gizlerler.(Bakara/146)
Bu ayette de hak ilmi saklayıp öğretmemenin haram olduğu beyan edilmektedir. Nitekim başka bir ayette, ilmin gizlenmemesi gerektiği gibi, şahidlikten de kaçınmamak gerektiği bildirilmiştir:
Şehadeti gizlemeyin. Kim onu gizlerse bilsin ki kalbi günah kârdır.(Bakara/283)
Peygamber Efendimiz’de şöyle buyurmuştur:
Allah Teâlâ peygamberlerden aldığı sözü (âlimlerden de) almadan herhangi bir âlime ilim vermez. Alman bu söz de ilmi halka açıklayıp gizlememeleridir. 45
Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve ‘Ben müslümanlar danım’ diyenden daha güzel sözlü kim vardır? (Fussilet/33)
Ey Râsûlüm! İnsanları Kur’anla, güzel söz ve nasihatla rabbinin yoluna (İslâm nizâmına) dâvet et. (Nahl/125)
Allah onlara Kitab’ı ve Hikmet’i öğretir. (Âlu İmran/48)
HADİS-İ ŞERİFLER
Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Hazreti Muaz’ı Yemene gönderirken kendi sine şöyle demiştir:
Allah’a yemin ederim ki, Allah’ın senin vasıtanla bir kişiyi doğru yola iletmesi, senin için dünya ve dünyanın içinde bu lunanların tümünden daha hayırlıdır.46
İlimden birşey öğrenip, öğrendiği şeyi halka öğreten bir âlime, yetmiş sıddık’ın sevabı verilir.47
Öğrenip amel eden ve öğrendiklerini öğreten bir kimse, gökler âleminde hayırla yâd edilir.48
Kıyamet günü geldiğinde Allah Teâlâ âbid ve mücahid kul larına ‘Cennete girin’deyince, âlimler Allah’a şöyle derler: ‘Ey âlemlerin rabbi! Âbidler ve mücahidler bizim kendile rine öğrettiğimiz ilim sayesinde ibadet edip cihad ettiler’. Bunun üzerine Allah Teâlâ âlimlere ‘Sizler benim nezdimde meleklerimden bazıları gibisiniz. İstediğiniz kimselere şefaat ediniz, şefaatiniz kabul olunacaktır’ der ve bu ilâhî müjde üzerine âlimler, istediklerine şefaat ettikten, sonra cennete girerler.49
Bu fazilet, sadece başkalarına ilim öğreten âlimlere mahsustur. İlmini başkalarına aktarmayan âlimin bu fazilete sahip ol ması sözkonusu değildir.
Hiç şüphesiz Allah Teâlâ verdiği ilmi insanların göğsünden söküp almaz. Ancak âlimlerin gitmesiyle (ölmesiyle) ilim gider. Çünkü her giden âlim, kendisiyle birlikte kendinde var olan ilmi de götürür. Bu öyle bir durum meydana getirir ki, halkın içinde sadece cahil kişiler öne geçerler. Bunlardan birine ilmî bir mesele sorulduğu zaman, ilimleri olmadığı halde fetva verirler. Kendileri dalâlette oldukları gibi, verdikleri fetva (cevap)larla halkı da dalâlete sevkeder
ler. 50
Bir ilmi öğrendiği halde, o ilmi ketmeden, (başkalarından esirgeyen) kimseyi, Allah Teâlâ kıyâmet gününde ateşten yapılmış bir gemle gemler.51
Hediyelerin en güzeli, ilmi dinleyip, anlayıp, bu ilmi olduğu gibi müslüman kardeşine öğretmendir. Bu, bir yıllık nafile ibadete denktir.52
Dünya lânetlenmiştir (kıymetsizdir), dünyanın içindekiler de lanetlenmiştir. Ancak Allahın zikri ile birlikte onu öğreten ve öğrenen bundan müstesnadır.53
Allah Teâlâ, melekler, göklerin ve yerin ehli, hatta yuvasında bulunan karıncalar, denizdeki balıklar; halka hayır yollarını gösteren kişi için rahmet dilerler.54
Bir müslümanın bir başka müslümana, dinlediği bir hadîsi olduğu gibi aktarmasından daha büyük bir yardımı olamaz.55
Mü’minin, dinlediği hayırlı bir kelimeyi başkasına öğretmesi ve onunla amel etmesi, bir senelik (nafile) ibadet ten daha hayırlıdır.56
Birgün Hazreti Peygamber (Aleyhisselam) evinden çıkıp mescide geldi. Mescide girdiği zaman, toplanmış iki grup gördü. Bu grup lardan biri dua ve zikir ile meşgul oluyordu. Öbürü ise, ilimden bahsediyor ve birbirlerine ilim öğretmeye çalışıyordu. Bunun üzerine Hazreti Peygamber zikir halinde olanlara işaret ederek şöyle buyurdu: ‘Bunlar Allah’tan isterler. Allah Teâlâ dilerse onlara verir, dilemezse vermez. (Sonra ilim üzerine konuşanlara işaret ederek şöyle bu yurdu): ‘Bunlar ise, halkı eğitip, ilim öğretmeye çalışıyorlar. Ben de sizlere bir muallim (öğretici) olarak gönderildim’ 57.
Daha sonra Hazreti Peygamber ilim öğretenlerin meclisine giderek onların aralarına oturdu.
Allahu Teâlâ’nın benim vasıtamla gönderdiği ilim ve hidayetin misali, bolca yağıp bir araziye isabet eden yağmurun misaline benzer. Yağmur alan arazinin bir kısmı suyu kabul eder, bol bol otlar yetiştirir. Arazinin diğer bir kısmı ise, yağan suyu biriktirir. Biriken o sudan Allah Teâlâ halkı yararlandırır. Halk ondan içer, (hayvanlarını ve) arazilerini sulayarak ekin eker. Aynı arazinin üçüncü bir kısmı da (taşlık ve kaygan bir zemine sahip olduğu için) ne suyu üstünde tutar, ne de (suyu emerek) mahsul verir.58
Hazreti Peygamber, birinci grubu ilimden menfaat sağlayanlara; ikincisini başkalarına menfaat sağlayanlara, üçüncüsünü de bu iki faziletten de mahrum kalanlara benzetmiştir.
Ademoğlu öldüğü zaman bütün amelleri kesilir (defteri dü rülür). Fakat ölüp de defteri dürüldükten sonra bile üç şey devam eder: Yararı olan ilim, sadaka-i câriye, salih evlât. Böyle bir evlât, babası öldükten sonra babası için bol bol hayır işler, dualar eder.59
Hayra delâlet eden (hayır yolunu gösteren), o hayrı bizzat işlemiş gibi sevabına nail olur.60
Hiçbir şeyde hased (imrenme) doğru değildir; ancak iki kişinin hâline imrenmek bu hükmün dışındadır: a) Allah Teâlâ’nın ilim ve hikmet öğrettiği kimsenin hali ki, bu kimse (aynı zamanda) öğrendiği ilmi halka öğretip müşkilleri hakkında bu ilimle hüküm verir; b) Allah Teâlâ’nın kendisine mal vermiş olduğu kimsenin hâli ki, Allah ona elindeki malı hayra sarfetmeyi nasip etmiştir.61
Allah’ın rahmeti benim halifelerimin üzerine olsun! ‘Senin halifelerin kimlerdir yâ Rasûlullah?’ diye sorulduğunda Hazreti Peygamber şöyle cevap vermiştir: ‘Benim sünnetimi ihya eden ve sünnetimi Allah’ın kullarına öğreten kimselerdir’.62
Ashab’ın ve Âlimlerin Sözleri
Hazreti Ömer şöyle buyurmuştur: ‘Bir hadîs rivayet eden ve rivayet ettiği bu hadîsle insanların ameline yardımcı olan kimseye, o hadîsi yaşamasından dolayı sevap verildiği gibi, başkalarının yaşamasından hasıl olacak sevap kadar daha verilir’.
İbn Abbas da şöyle demiştir: ‘Halka hayrı öğreten bir kimse için herşey af diler, hatta denizdeki balıklar bile…’
Atâ b. Ebi Rebah şöyle anlatır: Said b. Müseyyeb’in evine gittiğimde onu ağlar bir halde buldum. Kendisine niçin ağladığını sorduğumda, bana şöyle cevap verdi:‘Ağlayışımın sebebi şu: Hiç kimse gelip benden ilmî bir mesele sormuyor’.
Selef-i sâlihînden bir zât şöyle buyurmuştur: ‘Alimler kendi dönemlerinin ışıklarıdır. Her âlim kendi dönemini aydınlatır ve o devrin insanları ışıklarını ondan alırlar’.
Hasan Basrî der ki: ‘Şayet âlimler olmasaydı, insanlar hayvanların seviyesine inerlerdi! (İnsanları hayvanlık seviyesinden âlimler çekip çıkarırlar, onları lâyık oldukları insanlık mevkiine ancak onlar yükseltirler).
Yahya b. Muaz ‘Âlimler ümmete, onların analarından ve babalarından daha merhametlidir’ dediğinde, kendisine bunun nasıl olabileceği sorulur; o da şöyle der:‘Çünkü babalar ve anneler ço cuklarını ancak dünya ateşinden korurlar. Oysa âlimler ümmeti âhiretin şiddetli ateşinden korurlar’.
Denildi ki: ‘İlmin evveli sükût, sonrası dinlemek, daha sonrası hıfzetmek ve daha sonrası ise onunla amel etmektir. En sonu da onu insanlara öğretmektir’.
Yine şöyle denilmiştir: ‘İlmini, bilmeyenlere öğret; bilmediğin ilimleri de bilenlerden öğren. Sen böyle hareket ettiğin takdirde, bilmediklerini öğrenir, bildiklerini de mükemmel bir hâle getirir sin’.
45) Ebu Nuaym, (İbn Mes’ud’dan)
46) İmam Ahmed, Müsned
47) Nesâî, Kitab ‘ul-İlim
48) Deylemi, Müsned’ul-Firdevs, (Ebû Abdullah el-Hâkim’den)
49) Mu’ribî, (İbn Abbas’dan)
48) Deylemi, Müsned’ul-Firdevs, (Ebu Abdullah el-Hâkim’den)
49) Mu’ribî ibn Abbas’dan
50) Ebuta Dâvud dışındaki sünen sahipleri, (Abdullah b. Amr’dan)
51) Bu hadîs Ebu Hüreyre, Abdullah b. Amr, Ebu Said, Enes b. Mâlik, İbn Mes’ud, İbn Abbas, İbn Ömer vc Câbir’den rivayet edilmiştir.
52) Vbn Âdıy, ll>n ÂM)as dan)
53) Tirmizî, İbn Mâce, (Atâ b. Murre’den)
54) Tirmizî, (Ebu Derdâ’dan)
55) İbn Abdilberr, (Muhammed b. el-Münkedir’den mürsel olarak)
56) Deylemî, Müsned’ul Firdevs, (Muhammed b. Muhammed b. Ali b. As’dan)
57) Ebu Talib el-Mekkî, Kut’ul-Kulub
58) Buharî ve Müslim, (Büreyde b. Abdullah b. Ebu Bürde’den)
59) Müslim, Ebu Dâvud ve Tirmizî; hadîs hasendir.
60) Tirmizî, (Enes’den)
61) Buharî, Müslim, Nesâî ve İbn Mâce
62) İbn Abdilberr, İlim; Herevî, Zemm’ul-Kelam, (Amr b. Ebî Kesir yoluyla)
63) Ebu Nuaym, Hilye; Ebu Talib el-Mekkî, Kut’ul-Kulub
.
Arkadaşlar, Mevla Teala zenginliği istediğine, ilmi ise isteyene vereceğini vaad etti. Yani ilim istemek ve gayretle elde edilir. Bunun en temiz ve güzel örneklerinden biri de şudur:
Gayet meşhur bir söz olan “Kürt olarak akşamladım, Arap olarak sabahladım”sözünün niçin söylendiği ile alâkalı olarak şöyle bir kıssa nakledilir:
Ebû Abdullah el–Müştehir Hazretleri, aslen Şirazlı bir Kürt ailedendir. Şöhreti her tarafa yayılmış olan büyük bir âlimdir. Sahip olduğu bu ilmini, medreselerde hocalardan okuyarak, rahlelerde dirsek çürüterek elde etmemiş; ilim ehline olan büyük hürmeti ve ilim sahibi olma konusundaki fevkalade arzusu sebebiyle kendisine Allah tarafından ilm–i ledün olarak ihsan edilmiştir.
Ebû Abdullah el–Müştehir Hazretleri çok arzu etmesine rağmen maalesef okuyamamıştı; ama ilim ehlini çok seviyordu. Fırsat buldukça onların ders halkalarına katılır, onları dinler, gerekirse bazı meseleleri onlara sorar ve onlarla hemhâl olurdu.
Yine bir gün Şiraz medreselerinden birine geldi. O sıralar henüz kendisine Allah tarafından ilm–i ledün bahşedilmemişti. Her zamanki gibi medresede talebeler ilim mevzuunda konuşmalar yapıyorlardı. Bazı hususlarda ise hararetli münazaralar vuku buluyordu. Talebelerin ilim öğrenmek için böylesine gayret sarf etmeleri, birbirlerine karşı âdeta kıran kırana deliller öne sürmeleri onun çok hoşuna gidiyordu. Onların bu münazaralarına iştirak etmek için birden mevzuya girdi ve o da bir mesele sordu. Lâkin sorduğu sorunun ne tartışılan meseleyle alâkası vardı, ne de bir soru değeri taşıyordu. Tabiî gayet saf bir temenniyle aniden münazaranın ortasına dalınca, birden kısa bir sessizlik oldu ve ardından da gülüşmeler geldi… Tabiî hemen yaptığı hatanın farkına vardı; çok mahcup oldu ve:
“Ben de sizin gibi ilim sahibi olmak istiyorum. Ne olur bana bir yol gösterin!” dedi. Öylesine saf ve temiz bir kalple rica ediyordu ki, verilen tavsiyeye uyduğu takdirde bir gecede âlim olacağından şüphe etmiyordu. Bunun üzerine ona şaka yollu şöyle bir tavsiyede bulundular.
“Madem âlim olmak istiyorsun, öyleyse bu gece evinin tavanına bir ip bağla. Ayağını da bu ipe sıkıca bağlayıp, kendini baş aşağı sallandır ve her sallanışta “Aslan yelesi”de. Böylece ilim kapıları sana bir gecede açılır.” dediler.
Tabiî o, talebelerin kendisine şaka yapmış olabileceklerini hiç aklına bile getirmez. Bu sözü ciddiye alarak doğruca eve gider. Onların dedikleri gibi, evin tavanına bir ip bağlayıp, ayaklarını da bir ucuna bağlar ve baş aşağı sallanmaya başlar. Her sallanışta “aslan yelesi” der. Daralır, zorlanır; ama vazgeçmez. Sabaha kadar buna devam eder.
Hüsnü niyet ve sıdk–u sadakatle sırf âlim olabilmek için sabaha kadar bu sıkıntıya katlanması Mevlâ Teâlâ’nın hoşuna gider. Seher vakti olduğunda bütün ilim kapılarını ona açar. Artık zâhir ve bâtın pek çok ilim ona malûm olmuştu. Bu olayın ardından hemen o sabahtan itibaren, Şiraz camilerinin kürsülerinde vaaz etmeye başlar. İlk vaazını şu kelâmla açar:
“Emseytü kürdiyyen fe asbahtu arabiyyen” (Anlamı: Kürt olarak akşamladım, Arap olarak sabahladım.)
Artık bundan böyle birçok âlim, halletmekte güçlük çektiği meseleyi ona sorar oldu. Mevlâ Teâlâ’nın kendisine ilm–i ledün bahşetmesiyle zâhir ve bâtın bütün ilimlerin hâmili olan Ebû Abdullah Hazretleri, aynı zamanda yaşadığı asrın mânevî önderlerinden olur.
BENİM KAFAM BU KAYADAN DAHA SERT DEĞİL YA!
Yine ilim yolunda zahmet çekenlere en güzel örneklerden bir tanesi de İbn-i Hacer Hazretleridir. İbni Hacer Hazretleri ilim öğrenmek için bir medreseye girdi. Ancak kafası dersleri bir türlü almıyordu. Bütün arkadaşları onu geçtiler. Seneler geçmesine rağmen pek bir şey öğrenemedi.
En sonunda ilmi bırakıp memleketine dönmeye karar verdi. Hocasının nasihatleri de kar etmedi. Yola çıktı. Yolda dinlenmek için bir mağaraya girdi. Mağarada dinlenirken gözü yukarıdan damlayan damlalara takıldı.
Damlalar yavaş yava damlayıp damladığı yerdeki taşta büyük bir delik açmıştı.
İbni Hcer Hazretleri kendi kendine şöyle düşündü:
“Su gayet yumuşak, latif bir cisim olduğu halde sert kayayı nasıl deleiyor. Benim kafam bu kayadan daha da sert değildi ya, zamanla benim de kafama Allah’ın nuru olan bu ilim girer” deyip medreseye geri dönüyor. Ve kısa zamanda arkadaşlarını da geçiyor. Bu olay sebebiyle kendisine İbni Hacer (taşın oğlu) deniliyor.
Bu güzel misallerden anlaşılacağı üzere ilim öğrenmek sabır ve sebat isteyen bir iştir.İlmin başı soğan gibi acı, sonu ise baldan tatlıdır sözü medreselerde meşhurdur.
.
Zamanımızda birkaç ayetin manasını bilen insanların, Kur’an-ı Kerimi Türkçe malinden okuyarak “müfessir” kesildiğini ve ayetlere kendi yorumları ile mana verdiğini görüyoruz. Bu çok yanlış bir harekettir. Kur’an ayetlerinden mana çıkartmak yani tefsir ilmi herkesin yapacağı bir iş değildir. Tefsir âlimleri, bir insanın Kur’an’ı tefsir edebilmesi için o kişinin 15 ilim dalında ihtisas yapması gerektiğini vurgulamışlardır. İşte o 15 ilim dalı:
1- Lügat İlmi: Kur’an-ı Kerimdeki her kelimenin asıl manasını bilmeye yarayan ilimdir. Mücahid (Rahmetullahi Aleyh) diyor ki: “Allah’a ve kıyamet gününe iman eden kimsenin Arapça kelimelerin bütün manalarını iyice bilmeden Kur’an-ı Kerim hakkında ağzını açması caiz değildir.” Sadece bir kelimenin bir kaç manasını bilmek de yeterli değildir. Çünkü bir kelime birkaç manayı içine aldığı halde kişi bunlardan bir ikisini bilir. Halbuki orada gerçekten başka mana kastedilmiş olur. (Taha suresinde geçen “Allah arşı istiva etti” ayetinde istiva kelimesinin diğer ayetlerle çatışan “oturdu” manasını almak da böyle bir hatadır. Bu lügat ilmini iyi bilmemekten kaynaklanmaktadır.
2-Nahv (gramer ilmi): İrabın, yani harekelerin değişmesi ve başka şekle girmesiyle mana tamamen değişir. İrabı bilmek ise nahv ilmine bağlıdır.
3- Sarf İlmi: Bu ilmi bilmek gerekir. Çünkü kelimenin şekil ve binalarının değişmesi ile manaları tamamen değişir. İbni Faris (Rahmetullahi Aleyh) diyor ki: “Sarf ilmini kaybeden çok şeyi kaybetmiştir.”
4- İştikak (kelime türetme) İlmi: Bir kelime iki ayrı kökten meydana gelmiş ise onların manası da değişik olur. “Mesih” kelimesinin dokunmak manasına gelen “mesh” ve ölçek manasına gelen “mesahet” kökünden geldiği gibi.
5- Mania İlmi: Bu ilimle sözün manaya göre dizilişi bilinir.
6- Beyan İlmi: Bu ilimle sözün açık ve kapalı manaları, benzetme ve kinayeleri bilinir.
7- Bedi İlmi: Bu ilimle sözün ifade etme bakımından güzellikleri bilinir. Bu üç ilme“İlmi belagat” denir ki, Kur’an tefsir edenin bilmesi gereken önemli ilim dallarındandır. Zira Kur’an-ı Kerim başlı başına bir mucizedir. Belağatı ile onun benzeri getirmekten herkesi aciz bırakan hali bilinir.
8- Kıraat İlmi: Çeşitli okuyuşlar yüzünden farklı manalar anlaşılır. Böylece bir mananın diğeri üzerine tercihi bilinmiş olur.
9- Akaid İlmi: Kuran’ı Kerim’de bazı ayetler vardır ki, onların zahiri manalarını Allah’u Zülcelal için kullanmak doğru değildir. Bu bakımdan onlarda bir tevile ihtiyaç doğar. Mesela Fetih Suresi 10. Ayette geçen “Allah’ın eli” ifadesi gibi.
10- Usul-ü Fıkıh İlmi: Bununla bir delile dayanarak ve kaynağına inerek hüküm çıkarma yolları bilinir.
11- Sebeb-i Nuzül: Ayetlerin iniş sebebini de iyi bilmek gerekir. İniş sebebini bilmekle mana daha açığa çıkar. Bazen mananın kendisini anlamak bile iniş sebebine bağlı olur.
12- Nasih ve Mensuh İlmi: kur’an’da lafzı ve manası sonradan başka bir ayet ile kaldırılan ayetler bulunmaktadır. Bu ilim bilinmezse o ayetleri anlamak imkansızdır.
13- Fıkıh İlmi: Bir şeyin teferruatı tam olarak kavranırsa onun bütünü tanınmış olur.
14- Hadis İlmi: Kur’an-ı Kerimde tafsilatı zikredilmeyen ayetleri tefsir eden hadisleri de bilmek gerekir.
15- Vehbi İlim: Bunların hepsinden sonra “Vehbi İlim” gerekir ki, Cenab-ı hakk’ın özel ihsanıdır. Onun hususi kullarına lutfeder.
Halk hazreti Ali (Radıyallahu Anh)’a “Resul-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sana bazı özel ilimler öğretti mi veya başkalarına söylemediği, sana ait özel vasiyeti var mı?” diye sorduklarında bu konuyu işaret ederek şöyle buyurdu: “Cenneti yaratan ve Vücuda can veren (Allah)a yemin olsun ki, bu (bende olan şey) Allah’u Teâlâ’nın kendi kelamını anlamak bir kimseye lütfettiği anlayıştan başka bir şey değildir.”
İbni Ebiddünya (Rahmetullahi aleyh) diyor ki: “Kur’an ilimleri ve ondan hasıl olanlar sahili olmayan deniz gibidir.”
Yukarıda anlatılan bu ilimler Kur’anı tefsir edecek biri için vasıta yerindedirler. Eğer bir kişi bu ilimleri bilmeden Kur’an’ı tefsir ederse, o kendi görüşüne göre tefsir yapmış olur k, bu yasaktır ve bunu yapanlar için tehdit hadisleri vardır.
Kimya-i Saadet’te şöyle yazılmıştır: “Kuran’ı Kerim’in tefsiri üç kişinin kalbine açılmaz.
1- Arapça ilimlerini bilmeyene
2- Büyük günah işlemekte ısrar eden veya bid’at işleyene ki, onun işlediği günah ve bid’at yüzünden kalbi kararır. Bu yüzden Kur’anı anlamaktan aciz kalır.
3- İtikadi meselelerde zahiri manaya inanmış olup Kur’an-ı Kerimin herhangi bir cümlesi inancına ters düşünce bundan hoşlanmayan kişiye de Kur’an’ı anlamak nasip olmaz.
Allah bu üç kısımdan bizleri muhafaza eylesin.
Kur’an-ı Kerime mana vermeye kalkışan adama sorarlar: “Sen bunlardan hangisini biliyorsun” diye. Cevap veremez, tutulur. Çünkü ihtisas alanı başkadır. O fitneciliğin, bidatçiliğin tezini yapmıştır.
Kimisi de kız tavlama taktikleri alanında uzmandır ama bir bakarsınız Türkçe okuduğu mealden yola çıkarak ayeti tefsir etmeye kalkar.
Dolayısıyla hiç alakası olmadığı, bu ilimlerin onda birini bile bilmediği halde Kur’an’ı tefsir etmeye kalkışan insanların sapıtması normaldir. Çünkü tutunacağı dal, dayanacağı birşey yoktur.
BÜYÜK TEHLİKE
Bilerek saptıran ve ayetleri tahrif edenlerden başka cahil olup iki ayet bile okuyamayan insanlar da vardır. Cehalet mazeret kabul edilmeyeceğinden bu konudaki tehditleride sıralayalım:
Bir Hadis-i Şerifte buyruluyor ki:
“Kim, Kur’an’ın hükümleri ve anlamı hakkında bilgisiz olarak konuşursa, Cehennemdeki yerine hazırlansın.” (Tirmizi, Tefsir-i Kur’an 1)
İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
Kur’an-ı kerimin tefsiri, Resulullahtan işitildiği gibi yapılabilir. “Kur’an-ı kerimi, kendi görüşüne, anlayışına göre tefsir eden kâfir olur” hadis-i şerifi, bunu bildirmektedir. (1/234)
“Kur’an-ı kerimi, kendi görüşüyle açıklayan, doğru olsa dahi, mutlaka hata etmiştir“(Nesai)
Allah’u Teala böyle insanlara akıl fikir ihsan eylesin, şerlerinden Ümmeti Muhammed’i muhafaza eylesin.
www.ihvanlar.net
Kim, Kur’an’ın hükümleri ve anlamı hakkında bilgisiz olarak konuşursa, Cehennemdeki yerine hazırlansın.
Tirmizi, Tefsir-i Kur’an 1
İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
Kur’an-ı kerimin tefsiri, Resulullahtan işitildiği gibi yapılabilir. “Kur’an-ı kerimi, kendi görüşüne, anlayışına göre tefsir eden kâfir olur” hadis-i şerifi, bunu bildirmektedir. (1/234)
Kur’an-ı kerimi, kendi görüşüyle açıklayan, doğru olsa dahi, mutlaka hata etmiştir
(Nesai)
.
Mızraklı İlmihal’de Oruç bahsi, cahillerin ve alimlerin orucu, cahillerin ve alimlerin bayramı..
Ve dahi orucun farz olduğuna delil “Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç size de farz kılındı” (Bakara 2/183) âyet-i kelimesidir.
Ve orucun farzı üçtür:
1. Niyet etmek,
2. Niyetin evvel ve âhir (son) vaktini bilmek,
3. Şafak yeri ağarmazdan evvelce vaktinden tâ gün batıncaya kadar orucu bozan şeylerden kendini hıfz etmek (korumak).
Ve dahi kişinin üzerine oruc(un) farz olmasının şartı yedidir:
1. Müslüman ola,
2. Baliğ (ergin) ola,
3. Akıllı ola,
4. Sağ ola,
5. Mukîm ola (yolcu olmaya),
6. Hayız olmaya,
7. Nifas (lohusalık) üzere olmaya.
Ve dahi orucu altı şey bozar:
(1) Yemek yemek,
(2) Ve içecek şeylerden bir şey içmek,
(3) Cima (cinsi münasebet),
(4) Hayız,
(5) Ve Nifas,
(6) Ağızı dolusu kusmak.
Bu altı şey orucu an-asıl (esastan) giderir. Ve bir kaç şey dahi vardır ki an-asıl gidermez, üzerinden farz sakıt olur (düşer) amma fazla olan sevabını giderir, çektiği açlık ve susuzluk yanına kalır deyü haberde varit olmuştur. Ol sonraki şeyler kizb (yalan), gıybet, nemime (koğuculuk), yalan yere yemin etmek gibi.
Ve dahi yedi nefer kimse orucu şer’an yer:
1. Hasta,
2. Müsafir,
3. Hayız,
4. Nifas üzere olan hatun,
5. Gebe hatun -kudreti yetmezse-,
6. Emzikli hatun -çocuğuna zarar olursa-
7. Şeyh-i fâni (çok yaşlı kimse).
Ve dahi oruçta niyet iki nevidir:
1. Ramazan (orucu), nafile (oruç), nezr-i muayyen (belirli adak orucu). Bu üçünün niyeti birdir. Evvel vakti günün dolunması, âhır (son) vakti gün zevale{Zeval: Güneşin tam ortada olduğu farzedilen, dik duran bir cismin gölgesinin sıfir olduğu vakit. Güneşin hataya doğru geçmeye başlamasıyla öğlenin vakti de girmiş olur.} gelmeksizin yememiş içmemiş olsa niyet eder. Orucu tutarken gün zevale geldikten sonra niyet caiz olmaz.
2. Kaza (orucu), keffaret (orucu), nezr-i mutlak (mutlak adak orucu). Bu üçünün niyeti birdir. Evvel vakti günün dolunması, âhir vakti tan yeri ağarmazdan evvel niyet caizdir; tan yeri ağardıktan sonra üçüne dahi niyet caiz değildir.
Ve dahi oruç tutanlar üç nevidir:
Cahiller(in) orucu,
Alimler(in) orucu,
Enbiyaların orucu.
Cahiller orucu; yemezler, içmezler, cima etmezler, gayrı masiyeti (diğer günahları) işlerler.
Âlimler orucu; yemezler, içmezler, cima etmezler, gayrı masiyeti de işlemezler.
Enbiya orucu; onlar şüpheli olan şeylerden kaçarlar.
Oruç tutanların bayramı üç nevidir:
Cahiller(in) bayramı,
Alimlerin bayramı,
Enbiya ve evliya(nın) bayramı.
Ve cahiller bayramı; akşam oldukta iftar ederler, istediklerini yerler ve içerler, “bizim bayramımız budur” derler.
Âlimler bayramı; akşam oldukta iftar ederler, “eğer Âllahu azimü’ş-şan tuttuğumuz oruçtan razı oldu ise bizim bayramımız budur, eğer razı olmadı ise bizim halimiz nice olur?” deyü tefekkür ederler.
Amma enbiya ve evliya bayramı rü’yetullahtır (Allah’ı görmektir), onlar Allahu azimü’ş-şan’ın rızasına müştakdırlar.
Ve dahi cümle müminlerin bayramı beş nevidir:
1. Oldur ki kaçan bir müminin sol yanındaki melek kötü amel olarak yazmağa bir şey bulamaz ise,
2. Sekerâtu’l-mevtte (ölüm sırasında) müjdeci melekleri gelip “merhaba ya mümin sen Cennetliksin” deyü müjde ederler ise,
3. Kabre vardıkta kabrini Cennet bahçelerinden bir bahçe bulur ise,
4. Arşu’r-Rahman (Allah’ın Arşı) altında enbiya ve evliya ve ulema ve suleha (salih kişiler) ile gölgelenir ise,
5. Kıldan ince ve kılıçtan keskince ve gecenin karanlığından karanlık, bin yıl eniş ve bin yıl yokuş, bin yıl düz olan Sırat Köprüsü üzerinde yedi yerde olan suale cevap verip geçerse. Eğer veremez ise her birinde bin yıl azap olunsa gerektir. Ol yedi sual:
1. İmandan,
2. Namazdan,
3. Oruçtan,
4. Hacdan,
5. Zekâttan,
6. Kul hakkından,
7. Gusülden ve istinca{İstinca: Dışarı çıktıktan sonra su ile temizlenmek.} dan ve abdestten.
Ve dahi bir kimse Ramazan-ı şerifte kast ile bir gün oruç yese keffaret ve kaza lazım gelir. Keffaret; bir kul (köle) azat eder, ona gücü yetmezse Ramazan ve oruç tutmak haram olan günlerden mâda günlerde arasını kesmeden altmış gün oruç tutar, ona da gücü yetmezse altmış fukarayı doyurur, Bir gün kaza; ol günün yerine bir gün oruç tutar.
Altı kimseye keffaret lazım gelmez:
1. Marîz (hasta),
2. Misafir,
3. Emzikli hatun -çocuğuna zarar olup tutmadı ise
4. Şeyh-i fâni (çok yaşlı kimse),
5. Açlıktan yahut susuzluktan helak olmaktan havf eden (korkan) kimse.
Bu altı kimseye keffaret lazım gelmez, özrü gittikten sonra ancak gününe gün olarak kaza lazım gelir.
Ve dahi yevm-i şek{Yevm-i şek: Şüphe ve tereddüt günü; Ramazan olması muhtemel olan fakat Ramazan hilâlinin görülmediği, Şabanın son günü mü yoksa Ramazanın ilk günü mü olduğu tam kestirilemeyen gün.}te niyet bir kaç nevidir: Bir nevi kerahetle caizdir; yevmi-i şekte Ramazana niyet etmek yahut vâcip-i âhara (başka bir vacip oruca) niyet etmek yahut Ramazan ise Ramazan, değil ise nafileye veya gayrı vacibe niyet etmek. Bunlar kerahetle caizdir. Bir nevi dahi kerahetsiz caizdir; ol mutlak oruca niyet etmiş yahut Şabana yani nafileye deyü niyet etmiş. Bunlar kerahetsiz caizdir. Bir nevi dahi hiç caiz olmaz; ol “Ramazan ise niyet ettim, değil ise niyetsizim” dese hiç caiz değildir.
Ve dahi bir kimse Ramazanda savma (oruca) niyet etmese, geru öğleden (öğleden önce) yese İmam-ı Azam’a göre keffaret lazım değil, İmameyn katında keffaret lazım gelir. Ve eğer öğleden sonra yese bi’l-ittifak (ittifakla) keffaret lazım gelir -kütüb-i fikhıyede mesturdur-.
Ve dahi bir kimse iki (ve)ya üç Ramazandan birer gün oruç yese, her birinden ötürü birer keffaret mi eder yoksa üçüne bir keffaret mi eder, ihtilaflıdır. Ehvat (en ihtiyatlı) olan her birinden ötürü birer keffaret eder.
Ve dahi bir adamın Ramazandan borcu olsa, ol adam tutmasa, üzerinden yıl geçse bazı ulemanın beyanına göre ol adam günahkâr olur.
Ve dahi bir kimse keffaret tutar iken Ramazan-ı şerif gelse Ramazandan sonra tekrar tutmak lazımdır, evvelkiler sayılmaz.
Ve dahi bir kimse müddet-i sefere (yolculuk müddetine){Bir kişinin -oruç tutma, Cuma namazı kılma mecburiyetlerinin kalkması, namazların kısa kılınması gibi-yolculuk (sefer) kolaylıklarından faydalanabilmesi, yani şer’an yolcu sayılabilmesi için normal araçlarla en az 18 saatlik bir yolculuğa çıkmış olması gerekir. Gidilen yer vatan veya oturulan yer değilse ve 15 günden az kalınacaksa seferîlik (yolculuk) hükümleri devam eder.} niyet etmeksizin orucun(u) yese, badehu (sonra) sefere niyet etse, gitse hem kaza ve hem keffaret lazım gelir.
Ve dahi bir kimse Ramazanda sefere niyet etse, orucun(u) yese, badehu sefere gitmese kaza lazım olur, keffaret lazım olmaz. Velâkin akşama kadar yemek haramdır, sonra gününe gün olarak kaza tutar.
Ve dahi bir kimse sefere niyet etmeksizin orucun(u) yese, badehu cebren sefere sürseler ihtilaflıdır; esah (en doğru) olan hem kaza ve hem keffaret lazım olur.
Ve dahi bir kimse Ramazanda yirmi altı gün yahut eksik yahut ziyade; el-hâsıl bütün Ramazan olmaksızın mecnun (akıl hastası) olsa badehu ifakat bulsa (ayılsa, iyileşse) ol günleri kaza eder. Eğer Ramazanın evvelinden âhirine kadar hiç ifakat bulmayıp cünunu (akıl hastalığı) müstemir (devamlı) olur ise ol Ramazanın orucu sakıt olur (düşer).
Ve dahi bir kimse sehven (unutarak) yese yahut sehven cima etse savmı (orucu) fasıt olmaz. Eğer savmı fasıt olur zan edip yese kaza lazım olur, keffaret lazım olmaz. Eğer savmı(nın) bozulmadığını bilip yese hem kaza ve hem keffaret lazım olur.
Ve dahi bir kimse deriyi yutsa yahut bir kimse boyalı ipliği çiğnese, boyasını yutsa yahut bir âher (başka) kimsenin tükrüğünü yutsa yahut kendi tükrüğünü taşra (dışarıya) çıkarıp yutsa yahut dişinin arasında olan taamı (yemek parçasını) yutsa, nohuttan ziyade olduğu takdirde bu suretlerin cümlesinde kaza lazım olur, sûret-i ahîrede ihtilaflıdır, esah olan bozar.
Ve dahi bir kimse avuç miktarı tuz yese, savmı bozar lakin yalnız kâza lazım olur, amma azacık yese orucu fasit olur -Eşbah’da mezkûrdur- Bir kimse hizmeti işlemek ile bunalsa, ikindiden sonra savmı yese hem kaza ve hem keffaret lazım olur; amma bir avret (kadın) ya cariye bunalsa, yese ancak kaza lazım olur -eğer hizmet işlemese erkeği yahut mevlâsı döğecek ise-.
Ve dahi bir kimse susam tanesini yalnız çiğnese savmı fasit olmaz, amma yutsa-çiğnesin çiğnemesin- her halde savmı fasit olur, kaza lazım olur.
Ve dahi oruç on beş nevidir: Üçü farz, üçü vacip, beşi haram, dördü sünnet. Farz olan; Ramazan, kaza, keffaret, bu üçü farzdır. Vacip olan; nezr-i muayyen, nezr-i mutlak (adak oruçları) ve nafileyi geri çevirmek (başlanıp bozulan nafile bir orucu kaza etmek), bu üçü vacip. Haram olan; Ramazan bayramında bir gün, kurban bayramında dört gün, yılda beş gün oruç tutmak haram. Sünnet olan; eyyâm-ı beyiz{Eyyâm-ı bîz (veya beyiz): Ay takvimine göre her ayın 13, 14 ve 15. günleri.}, ve savm-ı Davud (gün aşın oruç) ve düşenbe (pazartesi) ve perşembe ve yevm-i aşura ve yevm-i arefe emsali eyyâm-ı mübarekede oruç tutmak sünnet.
Ve dahi oruç tutmanın on bir faidesi vardır:
1. Cehennem’e kalkan olur,
2. Sâir ibadeti kabul olur,
3. Bedeninin zikri olur,
4. Kibri kırar,
5. Ucbu (kendini beğenmişliği) kırar,
6. Huşûu ziyade eder,
7. Sevabı, mizanı (tartıyı) doldurur,
8. Allah Taâlâ ol kulundan razı olur,
9. İman ile vefat ederse Cennet’e erken dahil olur,
10. Kalbi nurlanır,
11. Aklı nurlanır.
.
Hân-ı Hânân ismi ile meşhûr Abdürrahîm’e yazdığı, çok dikkatli okumamız gereken 23 numaralı mektubunda İmam-ı Rabbani Hazretleri, dîni, câhillerden öğrenmeyi ve kafirlerin isimleri ile isimlenmeyi men ederken gençlere din taliminni uslubunu anlatıyor.
Allahü teâlâ hepimizi lâftan kurtarıp, iş yapmak nasip buyursun. İnsanların en iyisi ve hepsinin Peygamberinin hâtırı için, amelsiz ilimden, işe yaramıyan bilgilerden korusun!
Arabî mısra’ tercümesi:
Bir kimse ki, bu duâya âmîn diye,
Hak teâlâ, o kula rahmet eyleye!
Ey, yüksek yaratılışlı kardeşim! Allahü teâlâ, sizin yaratılışınızda bulunan kemâlâtın meydana çıkmasını ihsân eylesin! Bu dünya âhıretin tarlasıdır. Burada tohum ekmeyip, yaratılışta bulunan, toprak gibi yetiştirici kuvvetini işletmeyenlere, bundan faydalanmayanlara ve amel, ibâdet tohumlarını elden kaçıranlara yazıklar olsun!
Toprak gibi yetiştirici kuvveti işletmemek, oraya birşey ekmemekle veya zararlı, zehirli tohum ekmekle olur. Bu ikincisinin zararı, bozukluğu, birincisinden kat kat daha çoktur. Zehirli bozuk tohum ekmek, dîni, din derslerini, dinden haberi olmayanlardan öğrenmek ve din düşmanlarının kitaplarından [mecmû’alarından] okumaktır. Çünkü, din câhilleri, nefsine uyar, keyfi peşinde koşar. Dîni, işine geldiği gibi söyler. Karşısındakinin de nefsini azdırır ve kalbini karartır. Çünkü, din câhilleri, din dersi verirken [din kitabı yazarken], islâmiyete uygun olmıyanı uygun olandan ayıramaz. Gençlere neleri ve nasıl anlatmak lâzım geldiğini bilemez. Kendi gibi, talebesini de câhil yetiştirir. Birçok şeyler okuyup ezberlemekle, [başka ilim kollarında söz sahibi olmakla, fen ve sanat şu’belerinde ihtisas kazanmakla] insan din adamı olamaz, [din kitabı yazamaz] ve din bilgisi veremez.
Bir din âlimi, gençlere din öğreteceği zaman, bunlara önce, dinsizler, islâm düşmanları [ve câhil din adamları] tarafından şırınga edilen, yanlış propagandaları, iftirâları anlayıp, onların temiz ve körpe kafalarını bu zehirlerden temizler. Zehirlenen ruhlarını tedâvî eder. Sonra, yaşlarına, anlayışlarına göre, islâmiyeti ve meziyyetlerini, faydalarını, emirlerindeki ve men lerindeki hikmetleri, incelikleri ve insanlığı saadete ulaştırdığını, onlara yerleştirir. Böylece gençlerin ruh bahçelerinde derdlere devâ, ruhlara gıdâ olan nefis çiçekler yetişir. Böyle bir din âlimini ele geçirmek, en büyük kazancdır. Onun bakışları, ruhlara işler. Sözleri, kalblere te’sîr eder. Dîn-i islâmı, hazır lokum gibi yutmak, susuz kalmış iken, soğuk şerbet içip ciğerlerine kadar serinliyebilmek, ancak böyle bir Allah adamının sunması ile mümkindir. Allahü teâlâ, hepimizi Muhammed aleyhisselâmın doğru yolundan ayırmasın! Âmîn. Çünkü, insanları dünya ve âhıret rahatına kavuşturan, ancak bu yoldur. Şu fârisî beyt ne güzel söylenmiştir. Beytin tercümesi:
Arabistândan doğan, Muhammed “aleyhisselâm”
İki cihânda, üstün Odur, hemân!
Kara toprak altında kalsın, her an,
Onun kapısında, toprak olmıyan!
Peygamberlerin en yükseğine, en üstününe bizden selâmlar olsun!
www.ismailaga.info
Paylaş:
.
Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:
Allah, hakkında hayır dilediği (sevdiği) kimseyi, dinde fakih (fıkıh bilgini) kılar. (Buhârî – Müslim)
Fıkıh, dînî emirleri ve yasakları derinlemesine kavrayıp bilmek ve anlamak demektir. Fıkıh bilginlerine fakih denir, çoğulu fukâhadır ve fukâhaların en üstünü müctehidlerdir. Fıkıh ilminin kaynağı “Edille-i Şeriyye” yani Kur’an, sünnet, icmâ-i ümmet ve kıyas-ı fukâhadır. Fıkıh ilmi genelde dört ana bölümden oluşur;
1.Bölüm: Namaz, oruç, zekat, hac ve cihad gibi ibâdetlerle ilgili konuları
içerir.
2.Bölüm: Evlenme, boşanma, mehir, nafaka, iddet, süt kardeşliği ve mahremler gibi aile hukuku ile ilgili konuları içerir.
3.Bölüm: Alış-veriş, borçlanma, fâiz, kira, ortaklık (şirket) ve miras gibi müslümanların ekonomik ve sosyal yaşantıları ile ilgili konuları içerir.
4.Bölüm: Yüce dinimizde yasaklanan, içki, kumar, zina, hırsızlık, yol kesicilik, iffetli kadınlara iftira, yaralama, adam öldürme ve dinden dönme gibi suçların cezaları ile ilgili konuları içerir. Müslümanların, haramlardan titizlikle sakınıp ibâdetlerini bilinçli bir şekilde yapabilmeleri ve her konuda İlâhi emirler doğrultusunda yaşayabilmeleri için öncelikle fıkıh ilmini öğrenmeleri şarttır. Aksi halde sevap işleyeyim derken günaha girebilir ve emekleri boşa gidebilir.
Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:
Bir kimse Allah’ın dininde tefekkuh eder (fıkıh ilmini derinlemesine öğrenir) se, Allah o kimsenin her işine yeter (kolaylaştırır) ve onu ümit etmediği yerden rızıklandırır. (Râmûz’ül-Ehâdis) Allah’ın dininde tefekkur eden yani fıkıh ilminde uzmanlaşan âlimler yedi tabakadır;
1-Mutlak müctehidler: Bunlar koymuş oldukları usül ve kurallar doğrultusunda Edille-i Erbaa (Kitab, sünnet, icmâ-ı ümmet ve kıyası fukâha) dan hüküm çıkaran ve başkasına bağımlı olmayan, İmâm-ı Ebû Hanîfe, İmâm-ı Mâlik, İmâm-ı Şâfî ve İmâm-ı Ahmed İbni Hanbel gibi müctehidler.
İmâm-ı Ebû Hanîfe, hicrî 80 yılında Kûfe’de doğdu ve 150 yılında Bağdat’ta öldü. İmâm-ı Mâlik hicrî 93 yılında Medine’de doğdu ve 179 yılında Medine’de öldü. İmâm-ı Şâfî hicrî 150 yılında Gazze’de doğdu ve 204 yılında Mısır’da öldü. İmâm-ı Ahmed İbni Hanbel hicrî 164 yılında Bağdat’da doğdu ve 241 yılında Bağdat’da öldü. Rahmetullahi aleyhim ecmâîn.
2-Mezhepte müctehidler: Bunlar mezheb imamının koymuş olduğu
usül ve kurallara bağlı kalarak “Edille-i Erbaa” dan hüküm çıkaran, İmâm-ı
Ebû Yûsuf ve İmâm-ı Muhammed gibi müctehidlerdir.
3-Mes’elelerde müctehidler: Bunlarda mezheb imamına bağlı kalarak
sınırlı ve kısıtlı ictihad yapabilen,
Tahâvî, Şems-el-Eimme ve Kâdıhan
gibi müctehidler.
4-Eshâb-ı tahric: Bunlar ictihad derecesinde olmayıp, müctehidlerin üstü kapalı hükümlerini açıklayan Hüsâmeddin Râzî gibi fıkıh âlimleridir.
5-Erbâb-ı tercih: Müctehidlerin farklı rivâyetlerinden birini tercih etme yeteneğine sahip olan, Ebû’l-Hasan-ı Kudûrî ve Ali Mergenânî gibi fıkıh âlimleridir.
6-Eshâb-ı temyiz: Bir mesele hakkında gelen çeşitli haberleri, kuvvetlerine göre sıralayıp yazabilen, Kenz-üd-Dekâik sahibi Ebulberekât ve Vikâye sahibi Burhânüşşeri’a gibi fıkıh âlimleridir.
7-Önceki âlimlerin kitaplarından doğru olarak nakil yapabilen İbni Âbidin gibi fıkıh âlimleri: Fıkıh âlimlerinin son halkası olan İbni Âbidin, hicrî 1198 (m.1784) yılında Şam’da doğdu ve hicrî 1252 (m.1836) yılında Şam’da öldü.
Yüce Allah buyuruyor:
Mü’minlerin hepsinin birden (cihad için) sefere çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminden bir grup, dinde tefakkuh etmek (fıkıh ilmini derinlemesine öğrenmek) ve kavimleri kendilerine döndüğünde onları uyarmak için geride kalmalıdır. (Tevbe – 122)
Fıkıh bilgisi olmadan cihad dâhil her çeşit ibâdetler eksik, hatalı olacağından ve zamanla dînî bilgiler unutulup yerine bid’atler ve hurâfeler çıkacağından, Yüce Allah, mü’minlerin hepsinin birden cihad için bile sefere çıkmalarının doğru olmadığını ve her kesimden bir grup müslümanın geride kalıp fıkıh ilmini güzelce öğrenmelerini emrediyor.
Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:
Bir fıkıh âlimi, şeytana karşı bin cahil âbid (bilinçsizce ibâdet eden) den daha çetin (dirençli) dir. (Tirmizî – İbni Mâce)
Cin ve insan şeytanlarının çarpıtıcı sözlerine aldanmamak ve ibâdetlerimizi bilinçli bir şekilde yapabilmek için gereksiz bilgilerle oyalanmayalım ve üzerimize farz olan fıkıh ilmine çalışalım.
Fıkıh ilmi nasıl öğrenilir?
Günümüzde mikrofonu eline alan ve ekrana çıkan herkes sorumsuzca din adına konuştuğu için tabii olarak müslümanların kafası karışmakta ve inançları sarsılmaktadır. Çünkü ekrana çıkıp din adına konuşanlar arasında yetkisiz ve yeteneksiz kimseler olduğu gibi, akademik ünvanın arkasına sığınan art niyetli sapıklar da olduğundan, ülkemizde gerçekten bir fetva kargaşası yaşanmaktadır.
Fetva kargaşasından kurtulmak ve gerçek fıkıh ilmini öğrenmek için
özellikle yaşantısı ile sözüne güvenilir gerçek din âlimlerinin sohbetlerinden yararlanalım, ayrıca güvenilir fıkıh kitaplarını (İslâm ilmihallerini) yavaş yavaş ve içimize sindire sindire okuyup anlamaya çalışalım.
Dinin temel ilkeleri olan farzları, vâcibleri ve sünnetleri bilmeyenlerin ve bu nedenle ibâdetleri eksik, hatalı ve hatta geçersiz olanların, Nefeslerini tutarak ekran başında saatlerce maç izlemeleri ve sonra günlerce bunları tartışmaları korkunç bir gaflet, hatta dalâlettir.
www.ihvanlar.net – Ahmet Tomor Hoca
.
Medreselerle alakalı bu yazımızda müstakbel hocalarımız olan talebelerden bahsetmek istiyoruz. Şunu da yanlış anlaşılmalara mahal vermemek için belirtmek isteriz ki, aşağıda yazacağımız hususlardan bir çoğu medreselerde düzelmiştir ve güzel gelişmeler olmuştur. Hatta bir çok medreselerde hiç biri yoktur. Lakin yine de dikkat edilmesi gerekir.
Daha önce de dediğimiz gibi hocalar ehil olursa talebelerde de nitelik ve kalite artacaktır. Bunun yanında talebelerin üzerine düşen büyük vazifeler de vardır.
Evvela talebelerin mutlaka bir hedefi, ideali olmalıdır. İdeali olmayan bir talebe belki ileride bir yol bulacaktır ancak gayreti olmayacaktır. Efendi Hazretlerimizin de buyerduğu gibi hep âli himmet olmak ve büyük düşünmek gerekir.
Talebelerin en büyük zaafları asıl düşmanlarını unutmaktır. Asıl düşmanımız nefis, şeytan ve kafirlerdir. Ayetlerde, hadislerde, Risale-i Kudsiyyelerde, Mektubatlarda bunu okur bunu dinler talebeler. Gelin görün ki, medrese içinde haller bir başka olur.
Çoğu zaman talebeler birbirleriyle uğraşıp durur.
Birbirlerinin şalvar pilesine, sarığının büyüklüğüne, saçının uzunluğuna, cebindeki misavağa takılıp bundan takvalık ölçer biçerler.
Elbette kursun bir düzeni var ise ona uyulacaktır lakin böyle konuların talebeler arasında gündem olması talebeleri birbirine düşürür, asıl düşmanları unutturur, şeytana geniş kapılar aralar.
Talebeler ulvi şeylerle uğraşıp ufuklara göz dikeceğine birbirleriyle vakit kaybeder ve yıpranırlar.
Kimse kimsenin takvasını ölçmekle memur değildir. Şayet talebede bir eksiklik varsa hocalar usulünce uyarmasını bilir. Talebeler durumdan vazife çıkarmamalı, takvalık taslamamalıdır.
Özellikle medreseye yeni gelen talebeler bu sebeplerle medreseden soğuyabiliyor. Dolayısıyla çok dikkatli olmak gerekiyor. Yeni başlayan talebeler “ham sofilik” gibi durumlarla karşılaşırsa aldırış etmemeli kendi yoluna bakmalıdır.
Talebe kendini geliştirme gayretinde olmalıdır. Medresede İslami ilimlerde zirve olsa da bir insan tarihini, genel kültürünü geliştirmemişse, İslam alemini, küfür alemini, dünyayı tanımamışsa toplum içinde çok faydalı olamayacaktır. Talebeler fırsat buldukça bu konularda kendisini donanımlı hale getirmeye çalışmalıdır.
Talebe farklı Ehli Sünnet eserlerden faydalanmasını bilmeli, işlediği konuyu Ali Kara hocamız gibi hocalardan tekrar izlemeli ve tekrar etmelidir.
Talebeler hocaya karşı edepsizlikten kaçınmalı lakin soru sormaktan kaçmamalıdır. Çünkü soru hem talebeyi hem hocayı geliştirir.
TALEBELERE ÖNCE ŞUUR
Özellikle hafızlık medreselerinde talebelerimize belli şeylerin şuuru verilmeden dayatma yapıldığı için sonradan talebelerde büyük sapmalar görülmektedir.
Mesela Kur’an-ı Kerim ezberletilir ama şuuru verilmemişse talebe Kur’an okunurken ayağını da uzatır, keyfini de bozmaz, hiç umurunda olmaz, ezan okunurken hiç duymaz. Hatta beli bir zaman sonra dini değerlere karşı laubalilik zuhur eder. Mesela namaz kılmayı bir zorunluluk gibi gördüğünden abdestsiz namaz bile kılabilecektir.
Dolayısıyla talebeye önce şuur verilmelidir.
Yukarıdaki bir çok husus da işte bu şuurun verilmesi veya verilmemesiyle de alakalıdır.
ŞUURLU DONANIMLI TALEBE YETİŞTİRİLSİN
Medresenin içinde bulunan talebeler ve hocalar işin içinde oldğundan dolayı hataları göremeyebiliyorlar. Bizim bütün derdimiz dışarıdan bir bakışla içerinden görülmeyen bu hataları gösterebilmektir.
İstiyoruz ki medreselerden donanımlı, nitelikli şuurlu hocalar yetişsin ve dahi kimse zayi olmasın. Kimse medreseye girdiği için pişmanlık duymasın. Kimse çocuğunu medreseye gönderdiği için ah vah etmesin. Tam aksine “ne iyi oldu da girdim” ve “ne iyi ettik de gönderdik” derecesinde mutluluk yaşansın ve en önemlisi verilen emekle birlikte hiç bir talebe zayi olmasın…
.
|
Bugün 577 ziyaretçi (1490 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|