Noel Baba olarak bilinen Aziz Nikolas Antalya’nın Kaş ilçesindeki antik Patara kentinde doğdu. Babasından kalan mirası fakirlere yardım için kullandı. Zaman içinde ünü tüm dünyaya yayılınca Noel Baba figürü oluştu. İtalyanlar 11. yüzyılda Aziz Nikolas’ın kemiklerini mezarından çıkartıp Bari’ye kaçırmışlardı
Noel Baba diye bilinen Demreli Aziz Nikolas, Patara'da 260 veya 270 yılında doğdu. Bir tüccarın oğluydu. Babasının ölümünden sonra bıraktığı mirası fakirlere yardım etmek için kullandı. İyilikleriyle kısa sürede tanındı. Bu yüzden herkesin saygı duyduğu bir insan haline geldi.
Seyahatler yaparak insanları Hıristiyanlığa davet etti. Bu gezileri Aziz Nikolas'ın ününü her tarafa yaydı. Noel Baba'nın hikâyesini ve yılbaşı geleneğini Mustafa Daş bir makalesinde teferruatlı olarak anlatır.
DENİZCİLERİN KORUYUCU AZİZİ
Aziz Nikolas'ın ününün yayılması ve tek Tanrı inancı Roma İmparatoru Diocletianus'u rahatsız etti. Roma İmparatorluğu'nda hâlâ putperestlik ve çok Tanrılı olma inancı kuvvetliydi.
İmparator, Noel Baba'yı tutuklatıp zindana attırdı. Aziz Nikolas zindanda kaldığı süre içinde hapiste kalan diğer mahkûmlara da yardımcı oldu. Demreliler de Noel Baba'nın tutuklanmasına karşı çıktı. Halkın tepkisi üzerine Aziz Nikolas serbest bırakıldı.
Aziz Nikolas, kendisiyle birlikte diğer mahkûmları da kurtardı. Mahkûmlar özgürlüklerine kavuşunca, Aziz Nikolas'ı mahkûmların koruyucusu olarak kabul etti.
Aziz Nikolas, fırtınada zor durumda kalan bir gemiyi batmaktan kurtarınca ruhban olmamasına karşın Denizcilerin Koruyucu Azizi, yani "Saint Nikolas" olarak ilan edildi.
Demre'ye yerleşmesini müteakiben, Kilise Aziz Nikolas'ı piskopos yaptı. Böylece Hıristiyan âleminde önemli bir şahsiyet durumuna geldi. Hıristiyanlık inancıyla ilgili en önemli düzenlemelerin yapıldığı 325 yılındaki İznik Konsili'ne katıldığı tahmin ediliyor. Aziz Nikolas'ın 340'larda öldüğü düşünülmesine rağmen tam ölüm yılı bilinmiyor.
Ancak öldüğü gün 6 Aralık kabul ediliyor.
Aziz Nikolas'ın öldükten sonra da ünü yayılmaya devam etti.
İTALYA'YA GÖTÜRDÜLER
Hıristiyanlar, kendi şehirlerine koruyucu bir aziz seçerlerdi.
Ancak bu azizlerin çoğu Hıristiyanlığın ilk yıllarında faaliyet gösteren din adamlarıydı ve Doğu'da vefat etmişlerdi. Bu yüzden mezarları Müslümanlar'ın hâkim oldukları topraklardaydı. Batılı Hıristiyanlar şehirlerinin koruyucusu olarak seçtikleri azizlerin mezarlarını açarak gizlice kemiklerini çıkarıp, ülkelerine kaçırdı. Bu faaliyetleri sırasında Müslümanlar'a yakalanmamak için kemikleri genelde domuz etlerinin altına saklarlardı.
Aziz Nikolas da ölümünden sonra mezarında rahat bırakılmadı.
11'inci yüzyılda İtalya'dan gelen Latinler, Noel Baba'nın mezarını açarak kemiklerini İtalya'ya götürdüler ve Bari'de yaptırılan bir kiliseye yerleştirdiler. Dünyanın her köşesinden kiliseye gelen ziyaretçiler Aziz Nikolas'la ilgili efsaneleri kendi ülkelerine taşımaya başladı. Birçok Hıristiyan hacı olmak için Bari'deki San Nikola Basilicası'nı ziyaret etti.
EFSANE AMERİKA'DAN YAYILDI
Almanya başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde 6 Aralık, "Saint Nikolas" hayırseverlik ve armağan verme günü olarak kutlanmaya başladı. Aziz Nikolas'ın efsaneleri ve ismi zamanla ülkelere göre yeniden uyarlandı. Evlere bacadan girerek hediyeleri kimi yerde çoraplara, kimi yerde de çocukların tahta ayakkabılarına bıraktığına inanıldı. Sonunda 17'nci asırda Hollandalılar'da Sinterklaus'a dönüşen Aziz Nikolas efsaneleri, göçmenler tarafından Amerika'ya taşındı.
Bir müddet sonra Amerika'da Aziz Nikolas'ın efsanevi hayatıyla, Kuzey Avrupa ülkelerinin Hıristiyanlık öncesi dönemlerine ait mitolojik kahramanı birleştirilerek, Noel Baba figürü doğdu.
.
Onlarca ülkenin tarihini barındıran Başbakanlık Devlet Arşivleri, Türkiye'nin en iyi çalışan araştırma kurumlarından biridir. Arşiv, araştırmacılara sağladığı imkânların yanısıra, zaman zaman önemli konularda değişik eserler yayınlar. Devlet Arşivleri'nin son yayınlarından birisi "Arşiv Belgelerine Göre Osmanlı Kaleleri" isimli eser. Osmanlı Kaleleri kitabında Osmanlı Arşivi'nde bulunan 66 kalenin 19. yüzyılda yapılmış renkli planları yer alıyor. Planları yayınlanan kaleler hakkında kısa bir bilgi verildikten sonra kalenin planının resmi verilmiş ve resmin üzerindeki Osmanlı Türçesi açıklamalar yeni harflere çevrilmiş.
Yer yer Osmanlı Arşivi'nde kaleler hakkındaki belgeler de kullanılmış.
Planları yayınlanan kalelerin birçoğu bugün Türkiye'nin sınırlarının dışında kalmış durumda.
Adakale, Avlonya, İbrail, Kaçanik, Özi, Parga, Niğbolu, Limni gibi birçok kalenin planını bu kitapta bulabilirsiniz. 2002 yılında Suudiler tarafından yıktırılan Ecyad Kalesi'nin 1883'te yaptırılan planını da bu eserde görebilirsiniz.
Türkiye sınırları içerisinde bulunan Erzurum, Kilitbahir, Kumkale gibi birkaç kalenin planı da eserde yayınlanmış. Genel müdür Uğur Demir nezdinde "Arşiv Belgelerine Göre Osmanlı Kaleleri" isimli eseri yayınlayan Başbakanlık Devlet Arşivleri yöneticilerini, Mümin Yıldıztaş nezdinde ise kitabı hazırlayanları tebrik ediyoruz.
.
1863'de karikatürist-yazar Thomas Nast, Santa Claus'u kırmızı yanaklı ve göbekli olarak çizdi ve Santa Claus, uzun süre Harper Weekly Dergisi'nin sevimli ve yardımsever kahramanı oldu.
Thomas Nast, Noel Baba karakterini çizmesinin yanısıra bir de efsane meydana getirdi. Norveçli mitolojik Tanrı Vodan'a ait hikâyeler Noel Baba'ya mal edildi.
Efsaneye göre, Kuzey Kutbu'nda yaşayan Noel Baba, hediyeleri çocuklara geyiklerin çektiği kızakla dağıtırdı.
Noel Baba 1900'lerde reklâm dünyasının aranan sevimli kahramanıydı. Özellikle uluslararası bir içecek firmasının reklâmlarında boy gösterdi. Firma için çalışan bir ressam Noel Baba'ya bugünkü görünümünü kazandırdı. Böylece Noel Baba tüketim toplumuna hitap eden ticari bir unsur hâline geldi. Firma reklamla satışlarını katlarken Noel Baba da şöhreti yakaladı.
.
Cuma günü İstanbul’u etkisi altına alan kar yağışı ve soğuk, “rekor” ya da “görülmemiş” gibi ifadelerle anıldı. Oysa İstanbul’da eskiden Boğaz’ı ve Haliç’i bile donduran soğuklar yaşanırdı
İstanbul'a biraz kar yağınca hayat duruyor ve ne yapacağımızı bilemez hale geliyoruz. Ancak bu yaşadığımız da kış filan değil. Cumhuriyetin ilk yıllarında ve Osmanlı döneminde kar, bir yağdı mı, 'pir' yağardı. Haliç'in ve Boğaz'ın bile şiddetli kıştan dolayı donduğu olmuştu. Zeynep Dramalı, "Tarihi Tersten Okumak" isimli kitabında İstanbul'un şiddetli kışlarını şöyle anlatır:
1911 kışında karlar altında Sultanahmed Camisi.
Boğaz Dondu
Osmanlı döneminde en şiddetli kışlardan biri talihsiz hükümdar Genç Osman zamanında meydana geldi. 24 Ocak 1621'den 8 Şubat 1621'e kadar hiç durmadan yoğun bir biçimde kar yağdı. Kışın şiddetinden İstanbul Boğazı'nda deniz buz tuttu, sadece ortasında bir nehir büyüklüğünde bir yer akmaya devam etti. 9 Şubat'ta ise İstanbullular gözlerine inanamadılar. İstanbul Boğazı tamamen dondu ve şehir halkı Eminönü'nden Üsküdar'a yürüyerek gidip, gelebildiler. Haliç de donduğu için Eminönü'nden Galata'ya aynı şekilde geçilebilmişti.
1954'teki kışta donan Boğaz'la ilgili Hürriyet gazetesinin haberi.
Tarihçi Tuği, "Musibetnâme" isimli eserinde bu hadise ile ilgili olarak, "1621 senesinde Boğaziçi dondu. Üsküdar ve Beşiktaş arası kara olup, üzerinde adamlar gezip, Üsküdar'dan İstanbul'a yürüyerek gidip, gelirlerdi" demişti. Boğaz'ın donması İstanbul için bir felaketti, gıda ihtiyacının çoğunu dışarıdan temin eden şehre gemi gelemediği için yiyecek fiyatları arttı. Ekmek ve et fiyatları birkaç misline çıktı ve büyük bir kıtlık yaşandı. Mart ayının başlarında havanın yumuşaması ile Boğaz'da ulaşım tekrar başlamasaydı, İstanbul'da büyük bir halk isyanı yaşanacaktı. Osmanlı tarihçileri Boğaz'ın donmasını İkinci Osman döneminde meydana gelen diğer ilginç hadiselerle birleştirerek, Genç Osman'ın tahttan indirilmesine işaret olarak gösterirler.
Haliç Dondu
İstanbullular, 48 yıl sonra 1669'da şiddetli bir kış geçirdiler. Boğaz'da yer yer donmalar meydana geldi. Üçüncü Osman'ın hükümdarlığı zamanında 1755 kışı ise oldukça şiddetliydi. 11 Ocak 1755'te Haliç'in tamamı, İstanbul Boğazı'nın da önemli bir bölümü dondu. İstanbullular, Haliç'te karşıdan karşıya denizi yürüyerek geçtiler. Dönemin Vekayinüvisi, yani resmi devlet tarihçisi Ahmed Vasıf Efendi, tarihinde bu hadiseyi anlatırken şöyle bir tarih beyti zikreder:
"Buz üstünden geçen geldi, bana yaz dedi tarihin
Deniz altmış sekizde dondu, buzdan bendeniz geçdim."
Birinci Abdülhamid'in 1774 ile 1789 yılları arasındaki hükümdarlık döneminde şiddetli kışlar yaşandı.
Özellikle 1778, 1779 ve 1782 yıllarındaki kışlar çok şiddetliydi. 1770 ile 1780 arasındaki dönemde Doğu Akdeniz'i "Maksimum Alp Soğuğu" denen aşırı bir soğuk hava dalgası kaplamıştı. Dördüncü Mustafa döneminde, 1808 Şubat'ındaki kar yağışı sonucunda mahalle aralarında bir buçuk adam boyu kar birikmişti.
İstanbul'da denizin donma olayı bir kez de İkinci Mahmud döneminde gerçekleşti. 1823'te İkinci Mahmud'un hükümdarlığında denizin bir kısmı ve musluklardan akan su donmuştu.
.
İSTANBUL'A kar yağdı mı, kar yağışını zaman zaman bazı gazete ve televizyonlar "Beyaz kâbus", "Beyaz işkence", "Beyaz afet" gibi başlıklarla olumsuz bir haber gibi verirler. Kar yağışı olmamasının neler kaybettireceği hiç düşünülmez. Ancak İstanbul'daki barajlarda su kalmayınca da eyvah çığlıklarıyla manşetler atılır. Osmanlı döneminde kış şimdikinden kat ve kat daha şiddetli yaşanmasına rağmen kar yağışına çok farklı bakılırdı. Tarihçi Taylesanizâde Hafız Abdullah Efendi, 29 Ocak 1787'de İstanbul'a çok kar yağdığını, Anadolu ve Rumeli'den gelen haberler de durumun orada da öyle olduğunu söyler ve bu durumla ilgili olarak şu yorumu yapar: "Bu berekettir".
1954'teki kışta donan Boğaz'da fotoğraf çektirenler-Hürriyet.
.
TÜRK boyları içerisinde Selçuklu ve Osmanlı devletlerini kuran Oğuzlar'ın yeri ayrıdır. Bugün Anadolu, Azerbaycan, İran, Suriye ve Irak'taki Türkler'in çoğu Oğuz Türk'üdür. Oğuzlar'ın atası ise Oğuz Han'dır. Oğuz Han'ın efsanevi hayatı ise "Oğuzname"de anlatılır. Bu eser Tarihçi Reşidüddin'in Farsça "Camiüt-tevarih" isimli kitabında yer almaktadır. Oğuzname'nin daha önce tercümesini rahmetli Zeki Velidi Togan yapmıştı.
Türk tarihçiliğine önemli eserler kazandıran çalışkan tarihçilerimizden Tufan Gündüz, "Camiüt-Tevarih"in yeni neşirlerine dayanarak Oğuzname'yi, giriş, not ve izahlarla yeniden tercüme etti. Oğuz Kağan Destanı Türk tarihinin özeti gibidir. Türk tarihinin manevi yükünü üzerinde taşıyan Oğuz Kağan'ın şahsında Çin, Hindistan, İran, Mısır, Anadolu ve Deşt-i Kıpçak fatihleri birleşmiştir.
Bütün Oğuzların (Türkmenlerin) atası alan Oğuz Kağan'ı öğrenmek isteyenlerin Türk tarihinin en önemli eserlerinden biri olan Oğuz Kağan Destanı'nı okuması gerekir. Eseri yayınlayan Tufan Gündüz'ü tebrik ediyor, yeni çalışmalarını heyecanla bekliyoruz.
Türk tarihinin en önemli eserlerinden biri olan Oğuz Kağan Destanı'nın "100 Temel Eser" arasında olmamasını büyük bir eksiklik olarak görüyor ve Milli Eğitim Bakanlığı'nın Oğuzname'yi liselerde okunması gereken eserler arasına alması gerekir diye düşünüyorum
.
Cumhuriyet döneminde İstanbul’da ilk şiddetli kış 1929’da yaşandı. 1929 kışı gerçekten çok şiddetli olmuş ve İstanbulluları canından bezdirmişti
2 ŞUBAT 1929'DA İstanbullular ani ve şiddetli bir kar yağışı ile karşı karşıya kaldılar. Tipi yüzünden vapurlar işleyemedi, tramvaylar çalışamadı. Şehrin çevre ile bağlantısı kesildi. Sıcaklık eksi 12 dereceye kadar düştü. Evlerin çatılarında bir metreden fazla buzlar oluştu. İstinye önlerinde Boğaz buz tuttu. Eyüp civarında Haliç dondu. Ayrıca Kâğıthane Deresi, Göksu, Kurbağalıdere ve Terkos gölü tamamen buz tuttu.
Ara sıra güneş çıkar gibi olduysa da kış bir türlü gitmiyordu. 1 Mart 1929 günü İstanbul Boğazı Karadeniz'den gelen buzların istilasına uğradı ve Boğaz dondu. Boğaz bir anda buz istilasına uğrayınca vapurlar işleyemedi. Martın ikinci haftasında havalar biraz ısındı ve buzlar da eridi.
1929 kışını aratmayan bir başka kış 1954'te yaşandı. 23 Şubat 1954'te İstanbul'da görülmedik şiddette bir kar fırtınası meydana geldi. Saatte 100 kilometre süratle esen rüzgâr İstanbul'da hayatı felç etti. Vapur seferleri yapılamazken, uçak seferleri iptal edildi. Kara ulaşımı aksadı. Tuna'dan kopup Karadeniz'e yayılan büyük buz kitleleri Boğaz'ın Karadeniz çıkışını kapattı. Buzlar yüzünden gemilerin İstanbul Boğazı'na geçişleri durdu.
25 Şubat'ta ise İstanbul'un tarihi kışlarından birisi meydana geldi. Boğaz baştan sona tamamen dondu. İstanbullular, Boğaz'ın bir sahilinden diğer sahiline yürüyerek geçtiler. İnsanlar donan Boğaz üzerinde resim çektirerek, tarihe geçtiler.
15 yıl sonra İstanbullular 1969'da şiddetli bir kış daha yaşadılar. 1969 kışında Büyükçekmece Gölü, Küçüksu, Kağıthâne dereleri ve Elmalı barajı tamamen donmuştu.
.
“Osmanlı tüfek bile imal edemedi” diye iddialar var. Osmanlı, geliştirdiği tüfekleri ve toplarıyla birçok savaşta düşmanlarına üstünlük kurmuştu. 16. yüzyılda Osmanlı, Afrika’dan Endonezya’ya, Hindistan’dan Çin’e kadar birçok ülkeye askeri teknoloji satışı yapmıştı
Osmanlı ile Cumhuriyet birbirinin alternatifi gibi sunuluyor. Hâlbuki Osmanlı Devleti de Türkiye Cumhuriyeti de bizim tarihimiz. Fatih de, Atatürk de milletimize büyük hizmetler etmiş bizim devlet başkanlarımız. Sayın Kılıçdaroğlu, "Koca Osmanlı diyorlar. Bir kilo şeker üretemeyen Osmanlı ile övünüyorlar. O bir kilo şekeri 1926'da Uşak üretti. Koca Osmanlı bir tüfek üretemedi. Osmanlı ile övünelim mi elbette övünelim ama tarihini bilmeyen geleceğini şekillendiremez" şeklinde bir iddia da bulundu.
10 milyon kilometrekarelik bir coğrafyada büyük bir imparatorluk kuran Osmanlılar'ınharp sanayii olmadan altı asır var olabilir miydi? Bir devletin tarih sahnesinde hem var olabilmesi, hem de önemli rol oynayabilmesi için en başta gelen şart kendi silah sanayiini oluşturmasıdır. Osmanlılar, bunu başardıkları için tarihe damgalarınıvurmuşlardı. Gabor Agoston'un "Barut, Top ve Tüfek" isimli kitabında bu konuda teferruatlıbilgi bulunabilir.
OSMANLI TÜFEĞİNİN ÜSTÜNLÜĞÜ
Osmanlılar top ve tüfeği icat etmediler ama ateşli silahları geliştirip, öncü rol oynayarak Doğu ve Batı ordularına karşı büyük bir üstünlük kurdular. Fatih Sultan Mehmed döneminden itibaren ateşli silahlar Osmanlı ordusunun vazgeçilmez silahları oldular. Osmanlılar ateşli silahları sadece ithal etmiyor, üretimini de gerçekleştiriyorlardı.
XVI. yüzyılın başlarında Avrupa'da tüfekler ağır ve kullanışsızken, Osmanlı tüfeği kendisine has bir şekil kazanarak, savaşlarda sonucu belirleyen bir silah haline gelmişti. 1526'da Mohaç Savaşı'nın kazanılmasında tüfeğin rolü büyüktü.
İkinci Bâyezid döneminden itibaren Osmanlı askeri tarafından kullanılan tüfekler, özellikle fitilli tüfek mekanizmalarında Avrupa ülkelerinden daha gelişmiş bir teknolojiye sahipti. Osmanlı tüfekleri, hafifliği kadar pratik tetik tertibatıyla da savaşlarda etkiliydi. Tetik mekanizmasının geliştirilmesi Osmanlılar'ın silah sanayiine bir armağanıydı.
Türk tüfeklerinin metalinin kalitesi Avrupalılar tarafından da övülmüştür. Tüfeklerde kullanılan çelik levhalar, barutun yanması esnasında ortaya çıkan basınca namlunun yüksek mukavemet göstermesini sağlamaktaydı.
Osmanlılar, tüfeği İstanbul'un yanısıra Şam, Cezayir, Kahire gibi imparatorluğun birçok yerinde üretiyorlardı. Osmanlı saray teşkilatında ehlihiref cemaati içinde tüfekçi ustaları vardı. Osmanlı teknik sınıfları içinde Müslüman olsun olmasın işini bilen herkes yer bulabilirdi.
ÇİN'DE OSMANLI TÜFEĞİ
Osmanlı İmparatorluğu, 16. yüzyılda tüfek üretiminde dünyanın önde gelen güçlerinden biriydi. Osmanlı tüfekleri her yerde aranır hâle gelmişti. İran'daki Safevî Devleti, Hindistan ve Endonezya'daki Müslüman emirlikler, hatta Çin bile Osmanlı tüfeğinin peşine düşmüştü. Osmanlı İmparatorluğu, Afrika, Hindistan ve Endonezya'daki Müslüman emirliklere silah ve o bölgelerde Rumî adıyla anılan askeri uzmanlar göndererek, Portekiz ve İspanyollar'a karşı mücadelelerine destek olmuştur. Osmanlı silah ustalarının Çin'deki bilinmeyen ilginç macerasını ise Giray Fidan, Çince kaynaklara dayanarak "Çin'de Osmanlı Tüfeği ve Osmanlılar" isimli eserinde anlatır.
Kanunî döneminde Osmanlı adına Çin'e giden Duo Si Ma ve kardeşi Ba Bu Li'nin içinde bulunduğu elçilik heyeti, yanlarında bir de Osmanlı tüfeği götürmüşlerdi. Giray Fidan, Osmanlı ateşli silahlar uzmanı olarak anılan Duo Si Ma isminin Dursun isminin Çinceleştirilmiş hali olabileceğini söyler. Duo Si Ma, elçilik görevinden sonra Çin imparatorunun yakın muhafız ve İstihbarat teşkilatı olan Jin Yi Wei'ye komutan olarak alındı. Burada Osmanlı kıyafetleriyle görev yaptı ve 40 yıl boyunca üç imparatora hizmet etti.
16. yüzyılın sonlarında Çin'in başı Japon korsanlarla dertteydi. Çin devlet adamlarından Zhao Shi Zhen, Duo Si Ma'dan Osmanlı tüfeğinin inceliklerini kendisine öğretmesini istedi. Duo Si Ma, Osmanlı tüfeğinin inceliklerini Zhao Shi Zhen'e öğretti. Daha sonra birlikte Çin'de Osmanlı tüfeği ürettiler. Zhao Shi Zhen de 1598'de Osmanlı tüfeğinin nasıl kullanıldığını anlattığı resimli Shen Qi Pu'yu (Olağanüstü (Ateşli) silahlar Klavuzu) yazıp, imparatora sundu.
.
Osmanlı İmparatorluğu, silah ve ateşli silahlarda kullanılan hammadedelerin üretiminde kendine yeten bir imparatorluktu. Barutun hammaddesi olan güherçileyi (potasyum nitrat) kendi topraklarında Selanik, Yenice Vardar, Vodena, Avrathisar, Florina, Nevrekop, Manastır, Drama, Filibe, Üsküp, Köprülü, Kumanova, Tımışvar, Budin, Çanad, Güzelhisar, Afyonkarahisar, Denizli, Karaman, Akşehir, Konya, Aksaray, Maraş, Erzurum, Diyarbakır, Malatya, Van, Halep, Bilecik ve Antakya gibi imparatorluğun çok değişik bölgelerinde imal ediyordu. Güherçile üretiminde kendi kendine yeten bir devlet olduğu için düşmanlarına karşı en büyük üstünlüklerinden biri de buydu.
Uzun süren savaşlar sırasında Avrupa ülkelerinden silah satın almasına rağmen, çoğunlukla kendine gereken silahı imparatorluk içinde üretirdi. Macar Tarihçi Gabor Agoston, 19. yüzyıla kadar Osmanlı silah sanayiinin Avrupa devletleriyle boy ölçüşebilecek derecede üretken ve faal olduğunu söyler. 18. yüzyılın sonlarında Osmanlı İmparatorluğu'nda silah ve barut üretilmeye devam etmekle birlikte, silahların ve barutun kalitesi Avrupa'da üretilenlerin gerisinde kaldı. Avrupa'da gittikçe modernleşen silah sanayii arayı açınca, Osmanlı İmparatorluğu 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Avrupa ve Amerika'dan büyük miktarda silah ithal etmeye başladı.
.
Uşak Şeker Fabrikası'ndan önce Osmanlı bir kilo bile şeker üretemiyordu iddiaları ortaya atıldı. Osmanlı döneminde değil bir kilo tonlarca şeker üretildiği gibi şeker ihraç da edilirdi. Mısır'da üretilen şeker Bursa'daki İranlı tüccarlar tarafından alınarak ülkelerine götürülürdü. Mısır ve Kıbrıs'ta üretilen şeker ise Ankara üzerinden Rusya'ya ihraç edilirdi. Bu konuda Zafer Karademir ve Akif Erdoğru'nun makalelerinden teferruatlı bilgi öğrenilebilir.
Mısır, Suriye, Lübnan'daki çeşitli bölgelerin yanısıra Kıbrıs, Girit, Adana, Antakya, Alanya, Tarsus, Silifke, Alanya gibi yerlerde üretilen şeker kamışları şeker imalathanelerinde (şekerhane) işleniyordu. Hem devletin hem de halkın şekerhaneleri vardı.
.
Top dökümhanelerinin en büyüğü İstanbul'da olmakla beraber, Samakov'da, Banyaluka'da, Pravişte'de ve Bilecik'te dökümhaneler vardı. Kuşatma için muhasara altına alınan kalenin çevresinde geçici olarak top dökümhaneleri de kurulmaktaydı.
Barut, İstanbul içinde Bakırköy, Atmeydanı, Şehremini ve Kâğıthane'deki baruthanelerde üretildiği gibi, Budin, Tımışvar Belgrad, Selanik, Gelibolu, Halep ve Kahire gibi birçok şehirde de baruthane vardı.
.