Takvâ, kalbi mâsivâdan, yâni Allâh’tan uzaklaştıran her şeyden korumak sûretiyle cemâlî tecellîlerin mâkesi hâline gelmektir. Takvâ, mü’minin, Allâh’ın hıfz u emânına sığınarak, âhirette kendisine zarar ve elem verecek şeylerden titizlikle korunması ve günahlardan sakınarak sâlih amellere sarılmasıdır.

ÜSTÜNLÜK TAKVÂDADIR

Fahr-i Kâinât Efendimiz, takvânın Hak katındaki yegâne kıymet ve makbûliyet miyârı olduğunu Ebû Zer -radıyallâhu anh-’a hitâben şöyle ifâde buyurmuştur:

Bak! Sen ne kırmızıdan ne de siyahtan üstün değilsin. Onlara karşı ancak takvâ ile üstün olabilirsin.” (Ahmed, V, 158)

Yine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

Sizin en müttakî olanınız benim.” (Buhârî, Îmân, 13; Müslim, Sıyâm, 74) buyurmuş ve hayâtının her safhasında takvâ ölçüleriyle hareket etmiştir. İşte bu sebeple müttakî bir mü’min olabilmek için, Allâh Rasûlü’nün sünnet-i seniyyesine riâyet şarttır.

Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm-, takvâyı ne güzel târif eder:

ALLAH’A KARŞI NASIL TAKVÂ SAHİBİ OLUNUR?

Bir kimse Îsâ -aleyhisselâm-’a gelerek:

–Ey hayır ve iyiliklerin muallimi! Bir kul, Allâh Teâlâ’ya karşı nasıl takvâ sahibi olur?” diye sordu.

Îsâ -aleyhisselâm-:

–Bu kolay bir iştir: Allâh Teâlâ’yı cân u gönülden hakkıyla seversin, O’nun rızâsı için gücün yettiğince sâlih amellerde bulunursun, bütün Âdemoğullarına da, kendine acır gibi şefkat ve merhamet gösterirsin!” cevâbını verdi. Sonra da şöyle buyurdu:

–Sana yapılmasını istemediğin bir şeyi sen de başkasına yapma! O zaman Allâh’a karşı hakkıyla takvâ sâhibi olursun!” (Ahmed, ez-Zühd, s. 59)

TAKVÂ NEDİR?

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- da, bir gün Übey bin Kâ’b -radıyallâhu anh-’a takvânın ne olduğunu sorar. Übey -radıyallâhu anh- da ona:

–Sen hiç dikenli bir yolda yürüdün mü ey Ömer?” der. Hazret-i Ömer:

–Evet, yürüdüm.” karşılığını verince bu sefer:

–Peki, ne yaptın?” diye sorar.

Hazret-i Ömer:

–Elbisemi topladım ve dikenlerin bana zarar vermemesi için bütün dikkatimi sarf ettim.” cevâbını verir. Bunun üzerine Übey bin Kâ’b -radıyallâhu anh-:

–İşte takvâ budur.” der.( İbn-i Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Beyrut 1988, I, 42)

Takvânın başı, küfür ve şirkten, ateşe düşmekten kaçar gibi kaçmaktır. Bunun tezâhürü de farzları hakkıyla edâ etmek ve bütün günahlardan sakınmaktır.

TAKVÂ’NIN ZİRVE HÂLİ

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

Her nerede olursan ol Allâh’tan ittikâ et ve kötülüğün arkasından hemen bir iyilik yap ki, bu onu yok etsin. İnsanlara da güzel ahlâk ile muâmele et!” (Tirmizî, Birr, 55/1987)

Takvânın zirve hâli; kulun, kalbini Allâh’tan gâfil kılacak her şeyden uzaklaşarak bütün varlığıyla Allâh Teâlâ’ya yönelmesidir ki, bu mertebenin nihâyeti yoktur. İşte bu son merhale:

Ey îmân edenler! Allâh’tan, nasıl korkmak gerekiyorsa öyle korkup gerektiği gibi sakının ve ancak müslümanlar olarak can verin!” (Âl-i İmrân, 102) âyetinde emredilen hakîkî takvâdır.

Takvâda kemâle erebilmek için şüpheli şeylerden de şiddetle kaçınmak gerekmektedir. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

Kul, mahzurlu şeylere düşme endişesiyle mahzûru olmayan bâzı şeyleri de terk etmedikçe gerçek müttakîlerin derecesine ulaşamaz.” buyurur. (Tirmizî, Kıyâme, 19/2451; İbn-i Mâce, Zühd, 24)

TAKVÂ MAKAMINA NASIL ULAŞABİLİRİZ?

Abdullâh bin Ömer -radıyallâhu anh- da şu îkazda bulunur:

Kişi, kalbini tırmalayan, kendisini huzursuz eden şeyleri terk etmedikçe takvâ makâmına ulaşamaz.” (Buhârî, Îmân, 1)

Kul, takvâ sâhibi olabilmek için nefsini dâimâ hesâba çekmelidir. Zîrâ, kalbin en büyük düşmanı olan nefs-i emmârenin şiddetli arzularına direnebilmek ve âfetlerinden korunabilmek, ancak takvâ duygusunun kuvvetlenmesiyle mümkündür.

Yûsuf -aleyhisselâm-, önüne serilen onca dehşetli câzibelerin aldatmalarına kanmamak için “maâzallâh” diyerek, yegâne çârenin yüksek bir takvâ ile “Allâh’a sığınmak” olduğunu ortaya koymuştu.

Bu da ilâhî yardımın tahakkuk safhasına girmesi için, takvânın bir zarûret olduğunu göstermektedir. Fahr-i Kâinât Efendimiz de, duâlarında Cenâb-ı Hak’tan kendisine takvâ bahşetmesini şöyle niyâz ederdi:

Allâh’ım! Nefsime takvâsını ver ve onu tezkiye et! Sen onu en iyi tezkiye edensin. Sen onun velîsi ve Mevlâ’sısın.” (Müslim, Zikir, 73)

Allâh’ım! Sen’den hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği istiyorum.” (Müslim, Zikir, 72)

HAK KATINDA İNSANLARIN EN ÜSTÜNÜ

Hak katında insanların en üstünü, en çok takvâ sâhibi olanlardır.( el-Hucurât, 13.) Allâh Teâlâ müttakî kullarını sever(Âl-i İmrân, 76.) ve dâimâ onlarla beraberdir. (en-Nahl, 128.) Müttakîlere genişliği gökler ve yer kadar olan cennetler va’detmiştir. (Âl-i İmrân, 133.) Yine Hak Teâlâ Hazretleri, takvâ sâhibi kuluna iyi ile kötüyü ayırmaya yarayan bir anlayış bahşeder ve onun günahlarını bağışlar. (el-Enfâl, 29.) Sıkıntı ânında ona bir çıkış yolu gösterir ve umulmadık yerdenrızık lutfeder. İşlerine kolaylık verir, kötülüklerini affeder ve büyük ecirler bahşeder.( et-Talâk, 2-5.)

Nitekim Ebû Zer -radıyallâhu anh-’ın rivâyetine göre Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün:

–Ben bir âyet biliyorum. Şâyet insanları onu tutsalardı hepsine de kâfî gelirdi.” buyurmuştu.

Ashâb-ı kirâm:

–Ey Allâh’ın Rasûlü, bu hangi ayettir?” dediler. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

…Kim Allâh’a karşı takvâ sâhibi olursa, Allâh Teâlâ ona bir çıkış yolu ihsân eder.” (et-Talâk, 2) âyetini tilâvet buyurdu. (İbn-i Mâce, Zühd, 24)

PEYGAMBER EFENDİMİZ’E EN YAKIN KİMSELER KİMLERDİR?

Peygamber Efendimiz’e mânen en yakın kimseler müttâkîlerdir. Muâz bin Cebel -radıyallâhu anh- der ki:

“Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- beni Yemen’e vâli olarak gönderirken, uğurlamak için Medîne’nin dışına kadar teşrîf etti. Ben binek üzerindeydim, O ise yürüyordu. Bana bâzı tavsiyelerde bulunduktan sonra:

–Ey Muâz! Belki bu seneden sonra beni bir daha göremezsin! İhtimal ki şu mescidimle kabrime uğrarsın!” buyurdu.

Bu sözleri duyunca, dosttan yâni Allâh Rasûlü’nden ayrılmanın verdiği hüzünle ağlamaya başladım. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

–Ağlama ey Muâz!” buyurdu ve sonra yüzünü Medîne’ye doğru çevirerek:

–İnsanlardan bana en yakın olanlar, kim ve nerede olursa olsun Allâh’a karşı takvâ sâhibi olan müttakîlerdir.” buyurdu.( Ahmed, V, 235; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Beyrut 1988, IX, 22.) Yine Fahr-i Kâinât Efendimiz:

Şüphesiz benim dostlarım müttakîlerdir.” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Fiten, 1/4242)

Takvâda kemâle eren bir kalb, artık nazargâh-ı ilâhî olma şerefine erişir, ilâhî hikmet ve esrârın tecellî mekânı olur.

HAYATI BOYUNCA SU YERİNE ZEMZEM İÇTİ

Takvâ, harâma düşme endişesiyle şüpheli şeyleri, hattâ birtakım mübahları dahî terk etmeyi îcâb ettirir. Bunun bir misâli şöyledir:

Ordu ve donanmasını göz kamaştıracak bir seviyeye getiren, iç karışıklıkları mâhirâne bir siyâsetle bertarâf eden ve böylece devleti, eski îtibarlı mevkiine doğru yükseltmeye başlayan Sultan Abdülazîz Hân, bütün dünyânın alâkasını celbetmişti. Bundan dolayı Sultan, Fransa ve İngiltere’ye dâvet edildi.

Son derece dindar bir pâdişâh olan Abdülazîz Hân, Avrupalılar’ın yemeklerinin şer’an mahzurlu olabileceğini düşünerek beraberinde Bolulu aşçılar götürdü.

Abdülazîz Hân, gâyet dindarâne ve intizamlı bir hayat süren sâlih bir insandı. Hayâtı boyunca su yerine zemzem içecek kadar takvâ sâhibi idi. Hattâ Avrupa’ya seyahate gittiği zaman, abdest suyunu beraberinde götürdüğü rivâyet edilir. Namazını muntazam bir sûrette kılar ve çokça Kur’ân-ı Kerîm okurdu. Hunharca şehîd edildiği zaman odası ndaki küçük masanın üzerinde “Sûre-i Yûsuf” açık olduğu hâlde bir Kur’ân-ı Kerîm bulunmuştu. Onun mübârek kanlarına boyanan bu Kur’ân-ı Kerîm, şimdi Topkapı Sarayı’nda muhâfaza edilmektedir. Hadîs-i şerîfte buyrulur:

TAKVÂ’NIN ÖZÜ NEDİR?

Kişi yaşadığı hâl üzere ölür ve öldüğü hâl üzere haşrolunur.” (Müslim, Cennet, 83; Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, Beyrut 1994, V, 663)

Takvâ, dînin özü ve mânevî hayâtı güzelleştiren hasletlerin başıdır. Âhiret saâdetinin en büyük sermâyesi takvâdır. Takvâsız bir hayat muhâtaralarla doludur. Takvâ üzere yaşanmayan bir hayat;

Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz.” (Münâvî, V, 663) hadîs-i şerîfi muktezâsınca -Allâh muhâfaza buyursun- son nefes bedbahtlığına ve netîcede de ebedî hüsrâna sebep olur. Bu fânî dünyâda, nefsânî arzuların şerrinden korunmamız için, mayınlı bir arâzîde yürür gibi titiz ve dikkatli bir hayat sürmek zarûrîdir.

Harpler, belli zaman ve mekânlarda yapılır ve biter. Nefse karşı girişilen takvâ mücâhedesinin ise bir ömür boyu inkıtâsız devâm ettirilmesi gerekir. Âyet-i kerîmede:

…Sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabbine kulluğa devâm et!” (el-Hicr, 99) buyrulmuştur. Cenâb-ı Hak, nefislerimizin hîle ve desîselerine kapı aralayan “gaşet”e karşı dâimî bir teyakkuz hâlinde bulunup takvâ üzere kulluğa devâm edebilmemizi lutfeylesin!..

Âmîn!..

KAYNAK: Osman Nuri TOPBAŞ, Asr-ı Saâdet’ten Günümüze FÂZİLETLER  MEDENİYETİ, Erkam Yayınları, 2011, İstanbul



.

 

MEHMET DERİ

 

İSLAM TERMİNOLOJİSİNDE TAKVA KAVRAMI

 

Kur'an-ı Kerim’de üzerinde önemle durulan kavramların başında takva kavramı gelmektedir. Takva, Kur'an’da 258 defa kullanılmıştır.

 

Takva; “vikaye” kökünden türemiş olup sözlükte bir şeyi muhafaza etmek, korunmak, sakınmak, himaye etmek, bir şeyi ıslah edip düzene koymak gibi anlamlara gelir. Takva sahibi kimseye “muttaki” denir.

 

İslam terminolojisinde ise takva; kişinin kendisini Allah’ın korumasına, himayesine alarak ahirette azab ve cezaya neden olabilecek her türlü şeyden kendisini titizlikle koruması, günahlardan kaçınıp iyi ve faydalı iş/ eylemleri yapmasıdır.

 

Takva kavramı cahiliye döneminde, herhangi bir varlığın dışarıdan gelecek yıkıcı kuvvetlerine karşı kişinin kendisini savunması/koruması anlamlarına geliyordu. Bu daha çok maddî bir  tehlikeden korunmak manasındaydı. Takva, Kur'an-ı Kerim’de sözlük anlamının yitirmemekle birlikte, daha çok manevî anlamda kullanılır olmuştur. Ki bu, Allah korkusudur. Sadece takva kavramı değil daha bir çok kavram cahiliye dönemindeki anlamını yitirmiş, Kur'an bu kavramlara yepyeni ve çok zengin anlamlar yükleyerek, kıyamete  kadar gelecek olan insanlığa mesajını taptaze ve dinamik bir şekilde sunmuştur, sunmaya da devam etmektedir.

 

Takva, sadece psikolojik anlamda bir korku(havf) olmayıp; Allah’a karşı derin bir şekilde saygı duymak, her türlü tutum ve davranışlarda Allah’ın rızasını herşeyin üstünde tutmak, irademizi O’nun iradesine dolayısıyla O’nun hükümlerine bağlı tutmak, O’nun razı olacağı salih amelleri/davranışları yapmaktır. Bu suretle ayet ve hadislere baktığımızda takva kavramı “korku” yerine “saygı” kelimesiyle ifade edilmesinin daha doğru ve yerinde olduğu görülür. Çünkü takva sahibi kimse, İslam’da sadece ideal bir mü’min değil aynı zamanda ideal bir “ahlakî kişilik”’tir. Nitekim Bakara suresinin 177. ayetinde bu husus apaçık görülür. Başlıca dînî ve ahlakî görevlerini yerine getiren kimseler için “İşte doğru kimseler bunlardır,” “işte takva sahipleri bunlardır.” buyurulur.

 

Kur’an-ı Kerim’de takva kavramı üç mertebede zikredilmiştir.

 

1) Ebedî olarak cehennem azabından korunmak için Allah’a ortak koşmaktan, küfür ve nifaktan korunarak kâmil bir imana sahip olmak:

 

Bu hususla ilgili olarak Fetih suresi 26. ayetinde:

 

“İnkarcıların kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu ve tarafgirliğini yerleştirdikleri sırada Allah da Rasulü’nün ve mü’minlerin gönüllerine huzur ve güven duygusu verdi. Onların takva sözünü tutmalarını sağladı. Zaten onlar bu söze layık ve ehildirler. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” buyurulmuştur.

 

2) Kişinin iman sahibi olduktan sonra büyük günahları işlemekten, küçük günahlarda ısrar etmekten kendisini alıkoyarak emredilen farzları ve diğer dînî vecibelerini yerine getirmesi, günahlardan/haramlardan ve diğer yasaklardan kaçınması:

 

Bu hususla ilgili olarak A’raf suresi 96. ayetinde:

 

“Kendilerine peygamberler gönderdiğimiz memleketlerin halkı iman etseler ve takva sahibi olsalardı elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık. Fakat onlar peygamberlerimizi ve ayetlerimizi yalanladılar. Biz de onları kazandıkları günahlar sebebiyle cezalandırdık.” buyuruluyor. (Ayrıca bakınız, Bakara 103 ve Al-i İmran 179)

 

3)    Bütün her şeyi ile Allah’a yönelmek, kişiyi Allah’tan alıkoyacak her şeyden uzak durmak:

 

Bu hususla ilgili olarak Âl-i İmran suresi 102. ayetinde:

 

“Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır bir şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.” buyurulmaktadır. (Ayrıca bakınız, Teğabün 16)

 

Takva Sahiplerinin Özellikleri

 

Muttakiler;

- Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe inanırlar (Bakara 4 ve 177),

-  gaybe iman ederler (Bakara 3, Fatır 18, Yasin 11),

-  namazı kılarlar (Bakara 3 ve 177, Enfal 3),

-  Zekatlarını verirler (Bakara  177),

-  Allah yolunda infak ederler (Bakara  3, Âl-i İmran 134, Teğabün  16),

-  yakın akrabaya, fakirlere, yetimlere, yolda kalmışlara yardım yaparlar (Bakara   177),

-  insanlara iyilik yaparlar (Âl-i İmran 134, Maide  93, Yusuf  90),

-  mallarından isteyenlere ve yoksullara verirler (Zariyat  19),

-  Allah için mallarıyla ve canlarıyla cihad ederler (Tevbe 44),

-  Geceleri az uyuyup, seher vakitlerinde Allah’tan bağışlanma dilerler (Zariyat 17 ve 18),

-  öfkelerine hakim olurlar (Âl-i İmran 134),

-  affedicidirler (Âl-i İmran  134, Nisa  149, Şura  37, 40 ve 43),

-  Verdikleri sözü yerine getirirler (Bakara 177),

-  Yapacakları işleri aralarında istişare ederler (Şura  38),

-  Sabır sahibidirler (Bakara 45 ve 177, Âl-i İmran  17-20-186, Hud   115, Kehf  28),

-  Kötülük yaptıkları veya nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlayarak tevbe ederler ve günahlarının bağışlanmasını dilerler, kötülükte ısrar etmezler (Âl-i İmran 134),

-  doğru söz söylerler (Ahzab 70),

-  dosdoğru olurlar (Tevbe 7),

-  Rablerinin davetine icabet ederler (Şura 38),

-  hesap gününden korkarlar (Ra’d  21, Mearic 26-27, İnsan 7). Irzlarını korurlar (Mü’minun  5-7),

-  boş şeylerden yüz çevirirler (Furkan  72, Lokman  5, Mü’minun 3),

-  İyilikte yardımlaşırlar (Maide  2),

-  Kötülüğü iyilikle savarlar (Ra’d 22),

-  İyilik etmeleri nedeniyle Allah’ın sevgisini kazanırlar (Al-i İmran  134),

-  zulme uğradıklarında -haddi aşmadan- yardımlaşarak haklarını alırlar (Şura  39). Muhsin kimselerdir (Hud  90, Zümer  33-34). Salih amel sahibi kimselerdir (Meryem   60-63),

-  Hidayet üzeredirler (Bakara  5).

 

Yukarıda bulunan ve takva sahiplerinin vasıflarını anlatan ayetleri incelediğimizde takvanın  İslam’ı bütünüyle yaşamanın bir simgesi ve alameti olduğunu görürüz. Takvanın bu kadar geniş bir alanda kullanılmasını göz önünde bulundurursak Allah Teâlå’nın sağlıklı, huzurlu ve güvenli bir İslam toplumunun bekasına yönelik ilahî emirlerinin ve bu alandaki kurallara yönelik ilahî tekliflerinin, takva kavramının zengin ve geniş muhtevası içinde yer aldığını söyleyebiliriz. Bununla ilgili olarak da şu sonuca ulaşabiliriz: Takva ile ilgili ilâhî emirler; büyük ölçüde beraber ve birlikte yaşamayı, güvenli, huzurlu bir sosyal yaşamı ve toplumsal düzeni öngörmektedir. İslam toplumunda,  toplumsal düzene dikkat etmeyerek fitne ve fesadın yayılmasına, sosyal dayanışma, huzur ve istikrarın bozulmasına neden olan kişiler genellikle takvadan nasibi olmayan veya çok az olan kişilerdir. Gerçek takva sahibi kimseler ise; Allah Teâlâ’nın, insanların bir arada yaşamaları için koymuş olduğu emir ve yasakları eksiksiz yerine getirmeye çalışırlar. Bu durumla ilgili ilahî esas ve prensiplere titizlikle riayet ederler.

 

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi  ve sellem dualarında Yüce Rabbimizden çeşitli nimetleri talep ederken takvayı da istemiştir. Böylece takvanın önemine işaret etmiştir. Konuyla ilgili hadis-i şerifler şunlardır:

 

- “Arab’ın, Arab olmayana üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir.”

 

- “Size Allah’a karşı takva sahibi olmanızı tavsiye ederim.”

 

- “İnsanın cennete girmesine sebep olan en büyük şey, kulun Allah’a olan takvasıdır.”

 

- “Ey Allah’ın kulları! Birbirinizle kardeş olunuz. Müslüman, müslümanın kardeşidir. Müslüman, müslümana zulmetmez. Yardıma muhtaç olduğu zaman da onu yalnız ve yardımsız bırakmaz. Onu hor ve hakir görmez. Takva işte buradadır.” Rasulullah sallallahu aleyhi  ve sellem “Takva işte buradadır.” sözünü üç defa tekrarlamış ve her defasında elini göğsüne işaret etmiştir.

 

 Hz. Peygamber burada takvanın çok geniş bir mânâ ifade ettiğini ve bunun da kalbe dayanan manevî bir duygu ile olduğunu ifade etmiştir.

 

 Takva ile ilgili bilinmesi gereken diğer bir husus ise İslam’da üstünlük ölçüsü dil, ırk, renk, kavim, soy- sop, yaşanılan coğrafî mekan değil sadece ve sadece “takva”dır.(Hucurat 13)

 

Sonuç olarak; takva, Kur'an-ı Kerim’in üzerinde önemle durduğu kavramların başında gelmektedir. Takva, mü’minlerin temel vasıflarından biri olup Allah Teâlâ birçok ayet-i kerimesinde takva sahibi kullarını övmekte, kurtuluş ve huzurun ancak takva ile olduğunu bildirmektedir.

 

 

 

BİBLİYOGRAFYA

 

- Akay, Hasan(1995), İslamî Terimler Sözlüğü, İşaret Yay. İstanbul

 

- Behiy, Muhammed(1988), İnançta ve Amelde Kur'anî Kavramlar (Çeviren: Ali Turgut), Yöneliş Yay. İstanbul

 

- Çelik, Ahmet(2002), Kur'an Semantiği Üzerine, EKEV Yay. Erzurum

 

- Çiçek, Halil(1998), Farklı Kültürlerin Birlikte Yaşama Formülü, Nesil Yay. İst.

 

- Demirci, Muhsin(2000), Kur'an’ın Temel Konuları, İFAV Yay. İst.

 

- Ece, Hüseyin(2000), Takva Bilinci, Denge Yay. 5. Basım, İst.

 

- Karagöz, İsmail(1995), Kur'an’da Takva Kavramı ve Muttaki İnsanın Özellikleri, Diyanet dergisi, C.XXXI, s. 4, Ankara

 

- Soysaldı, Mehmet(1998), Kur'an’da Kavram Araştırmaları, Yılmaz Ofset Matbaa, Elazığ

 

- Turgay, Nurettin(2000), Takva, Şamil İ. A. , Dergah Ofset, İst.

*************

takva fecir.net

 

Kaynak: Ilkadim  dergisi, 04/2005