Muhammed Yazıcı hoca ile kapak konusu
Soru ve düzenleme: Adem Özçelik
İlim Dergisi 7.sayısı Aralık-Mayıs 2014
1. Söyleşinin bütünlüğü açısından kavramın tarifi ve ehemmiyetiyle başlayalım üstadım. Sarf ilmi nedir ve önemi nereden geliyor?
Evet, sözlük bize sarfın çevirmek, dönüşmek manasına geldiğini söyler. Aynı kökten tasrif kelimesi için misal “تصريف الرياح ” denir. Rüzgarın güneyden kuzeye, hafiften serte doğru değişmesi anlamında.. (Lisânü’l-Arab, İbni Menzûr) Istılahî olarak ise sarf ve nahivciler ihtilaf halinde. Herhalde sarf hakkında bizde kanaat oluşturan en erken ifade Sibeveyh’e ait. el-Kitâb’ın ikinci cildinde bir bap başlığı şudur: “Bu, Arapların isim ve sıfatlardan, illetli veya illetsiz fiilerden; hakkında konuşulmamış ve fakat benzerine kıyas ederek kalıplaştırageldikleri kelimeler konusudur. İşte nahivciler buna tasrif ve fiil adını verirler.” (el-Kitâb, Sibeveyh) Üstadın tasrif kaydını şarihlerden Rummanî kelimenin asıl sigasından başka kalıba dönüşmesi olarak açıklar. Yani ziyade, ilal, ibdal ve idğam gibi kelimeye terettüp eden değişimdir tasrif. (Şerhu Kitâbi Sibeveyh, Ebu’l Hasen er-Rummanî) Başlıktaki fiil kaydını ise bir diğer şarih olan Seyrafî, mizân-i sarfî şeklinde izah eder. Bir kelimeyi başka kelime kalıbına dahil etmek.. Misal olarak ضرب kökünü جُلْجُلٌ kalıbına sokarak ضُرْبُبٌ denilmesini verir. (Şerhu Kitâbi Sibeveyh, Ebu Saîd es-Seyrafî)
Buradan anlıyoruz ki sarf, Arapça kelimelerin durumlarından bahseden ilimdir. Bu kelimeler isimler, sıfatlar, mutel ve gayri mutel fiilerden ve tabi yerleşik kalıplara kıyas edilenlerden oluşuyor. Yine de aristotal bir tarif değil Sibeveyh’in söylediği. Bunun için az önce “sarf hakkında kanaat oluşturan” dedik, tarif eden demedik. Üstad sarfî mesâili ve kavâidi beyan etse de sarfa bir tarif getirmiyor. Erken dönem müelliflerin tarif değil de tasvir odaklı menheciyle alakalı bu. Hadden çok resim yaparlar, başlıktan çok içeriği verirler. Bugün için alışık olduğumuz şekliyle ilmî ve aristotal tarifi İbni Hacib’te bulabiliriz: “Kelimelerin irap dışı hallerini anlatan kurallardır tasrif.” (Şerhu’r-Razî li Kâfiyeti İbni’l Hacib) İbni Malik’in tarifi nisbeten daha açık: “علمٌ يتعلق ببنية الكلمة وما لحروفها من أصالةٍ وزيادة وصحّة وإعلالٍ وشبه ذلك” (Teshîlü’l Fevâid ve Tekmîlü’l Mekâsıd, İbni Mâlik)
Sarf ilminin önemi nereden geliyor sorusuna gelelim.. Filhakika bu sarfın faidesiyle açığa kavuşacak bir şey. İbni Cinnî “Arapçanın iki kolundan en önemlisi ve giriftidir” der sarf için. Arapçanın denge noktası, temel kriteri odur. Lügatın büyük yekününün bağlı olduğu kıyas, ancak tasrif yoluyla bilinebilir. Bir kural: اَفْعَلَ mazi kalıbından gelen masdarlar مُفْعَلٌ vezninde olur. Bunu bildiğimizde اكرم veya ادخل fiilerinden masdar getirmek istediğimiz zaman Araplardan duymaya gerek olmaksızın مُكْرَمٌ ve مُدْخَلٌ deriz. Bu sarfla kazanılan bir kolaylık. (el-Müsannef, İbni Cinnî) İtikadi noktada Allah Teâlâyı tesmiye veya tavsif edemeyeceğimiz kelimeler de sarf yoluyla bilinir. Sarf terkip halde değil, müfred haldeki kelimeyle doğrudan ilgilenmesi hasebiyle lügat ilimlerinin temelidir ve dolayısıyla dilin önemi adına gündeme gelen her şey, sarf için de geçerlidir.
Fiil ve isim kalıplarından, kıyasî, semaî ve şaz cemilerden biraz genele gittiğimizde diyebiliriz ki dil ve bilgi ilişkisi vasıtasıyla sarf ilmi, ümmetin ilmî ve irfanî kalkınmasında önemli rol oynar. Dili lahndan korurken aslında dini tahriften korur. Lügatta hatanın bir adım sonrası yazım ve okunuşta hata, bunun bir adım sonrası Kuran-ı Kerim’i anlamada tahrife varan hatadır. Usülî ihtilafların ciddi oranda lügavî farklılığa irca edildiğine dair müstakil kitaplar yazılmıştır. Daha da vahimi, füsha üzerinden yürütülen oryantalist stratejilerdir. Ortadoğu ülkelerinde uluslararası destekle ammicenin teşviki, Latin harflerinin kullanılması, Arapçanın ıslahı (!) çağrısı sinsi emperyal tuzağın adımlarıdır. Bu meyanda İbrahim bin Sad el-Hakîl’in الهَجْمةُ على اللُّغةِ العربيّةِ makalesi okunmalı.
2. Teşekkür ediyorum, ilk fırsatta okuyacağım. Ben tekrar başa döneyim. Tabi değindiğiniz bu sarf mevzuları yekten sistematize edilmiş değil. Sarf ilmi arabiyyâtın içinde mütalaa ediliyordu. Müstakil bir ilim halini alması nasıl oldu? Benim ulaşabildiğim Sibeveyh öncesi ve sonrası dönemden bahsediliyor. Siz sarfın doğuşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Önce şunu bilmek lazım: Nahiv -ve başlarda onun içinde yer alan sarf- Irak’ta belli zaruretler sonucu doğdu. Ebu’t Tîb el-Lüğavî der ki: “Arap dilinde ilk bozulan ve dolayısıyla öğrenimine ihtiyaç duyulan iraptır. Dil hataları Peygamber Efendimiz’den itibaren sonradan Arapçayı öğrenenler arasında yaşanmıştır. Bir keresinde O’nun huzurunda dil hatası yapan şahısa ‘kardeşiniz yanıldı, ona doğrusunu öğretin’ demiştir.” (Merâtibu’n-Nahviyyîn, Ebu’t Tîb el-Lüğavî) Temelde irap hatası demek olan ve mevâli-mütearrap kesim arasında görülen lahnın önünü almak için sahabelerin gayret ve uyarıları malum. Bu minvalde Basra’da başladı nahiv ve sarf çalışmaları. İkinci asrın ortasında Sibeveyh’ten itibaren nahve dair telifler sarfı da barındırıyordu evet. Dediğiniz gibi Sibeveyh bir ayrım noktasını oluşturuyor. Ondan öncesine dair rivayetlerin ekserisi, kelime kullanımlarındaki hataları ilk defa fark edip sarf fikrini gündeme getirenin Ali kerremallahü vecheh olduğunu gösterir. Ardından Ebü’l Esved ed-Düelî onun izini biraz daha genişletmiş; onun peşine ikinci asrın ortalarında Muaz bin Müslim nahiv çalışmalarını deruhte etmiştir. Kaynaklar geriye bir telif bırakmasa da sarfın kurucusu olarak Küfe’nin meşhur dilcisi Muaz bin Müslim’i verir. (Buğyetü’l-Vuât; Miftâhu’s-Saâdeh)
Sibeveyh öncesi bir isimden daha bahsedilebilir belki: Ebu Cafer er-Ruâsî.. Basra’da nahiv ekolünün doğuşundan yaklaşık bir asır sonra gelen Küfeli dilcilerin öncü ismidir Rüâsî. Ebu amr el-Alâ’dan edindiği dil muhassalasını amcası Muaz bin Müslim ile geliştirmiş ve “el-Faysal” kitabını telif etmiştir. Teracim ve tabakat kitapları el-Faysal dışında et-Tasğîr, el-Vakfü ve’l İbtidâül Kebîr-Sağîr ve el-İfrâd ve’l Cem’ eserlerinden de bahseder. Maalesef bunlardan hiçbiri elimize ulaşmadı. Hülasa, Sibeveyh’in kitabı elimize ulaşan ve sarf meselelerine etraflıca değinen ilk Arap grameri eseridir. Talebesi Ahfeş-i Evsat tarafından aktarılan eser dört cilt halinde matbu. Şerhli baskıları da mevcut. Daha sonra et-Tasrîf kitabıyla Ebu Osman el-Mazinî gelir. Kitaba doğrudan isim ve fiillerle başlar. Ne sarfa tarif ne de izlediği metoda dair bir açıklama getirmez. Hicri üçüncü asrın tam ortasında vefat eden Mazinî, sarfa dair müstakil eser yazan ilk alim olma özelliğini taşır. Ardından İbni Cinnî sarf sancağını devralır. Mazinî’ye yazdığı el-Musannef fi Şerhi’t-Tasrîf şerhiyle farklı görüşler arasında ceme gider. Ve tabii et-Tasrifu’l Mülûkî kitabı sarfta yeni dönemin habercisidir. Çünkü kendinden önceki iki isimden daha dakik bir tertip izler. İbni Cinnî bunlarla yetinmez; el-Hasâis kitabıyla bayrağı biraz daha ileriye taşır ve burada iştikaktan, kalb-i mekanîden ve önemli sigalardan bahseder. İşte böyle devam eden süreçte Zemahşerî, ama özellikle İbni Hacib ve İbni Mâlik takrirî sarf metodunun gelişmesinde önemli rol oynarlar.
3. Tam burada bir parantez açayım üstadım, çok uzamasın, yeterli cevap oldu. Malum, acem alimlerin telifleri özellikle dil sahasında yoğun. Hatta İbni Haldun, acemlerin Arap alimlerden ilimlere daha fazla hizmet ettiğini söyler. Siz sarf ilmi müelliflerinde bu kanaate katılır mısınız?
Az önceki cevabın girizgahı bunu yanıtlıyor aslında. Arap dili çalışmaları Irak’ta, sonradan Araplaşanlar arasında doğup gelişti. Ebu Amr bin el-Alâ, İsa bin Amr, İmam Halil ve Sibeveyh gibi kurucular Basralı; diğer taraftan Muaz bin Müslim, Kisâî, Ferrâ ve Hişam bin Darîr gibiler Küfeli düşünün. Çünkü arî lehçelerin konuşulduğu Hicaz, Kays, Temim ve Esed gibi kırsal bölgelerden uzaklaşıldıkça artan dil yanlışları muttarit bir dil sistematiğinin oluşmasını gerektiriyordu. Bu sadette özellikle şehirlileşen Araplardan yani hazarîlerden dile dair bilgilerin alınmadığı hususu müsellemdir. Ayrıca yabancılarla temas halinde olanlar da uzak tutulmuş; Arap dilinin ana malzemeleri badiyelerden, çöl halklarından toplanmıştır. Meşhur lügatçımız Ezherî’nin çöldeki esaretinde Hevazin Araplarının hiç bozulmamış saf Arap lehçesine hayran kalışı bilinir. Onlardan işittikleriyle Tezhîbu’l-Luğa’sına veri sağlamıştır.
Tabloya biraz geriden baktığımızda yalnızca nahiv için değil, bütün ilimlerin sistemleştirilmesi harici tesirlerle ve ciddi manada acemler tarafından gerçekleştirilmiştir. Kuran’ın istinsahı ve teşkili, noktalanması aynı gayeye müncer değil midir? İlk kelami tartışmalar da, bu tartışmaların ivme kazandırdığı kelamî telif ve meseleler de Basra ve Küfe’de gündeme geldi unutmayalım. Kelamî süreci bizde fırkaların omuzladığını biliyoruz. Peki ya fırkalaşma? Bu da üç bidat söylemle başlar: Ümmet içinde hakem meselesi yani Hariciler; insanın cebr ve ihtiyar arasındaki durumu yani Kaderiye ve imamet düşüncesi yani Şia.. Başlarda nasslardaki veciz imani esaslar, vuku bulan münakaşalarla itikâd-ı diniyyeden ilm-i tevhide dönüşüyor, oradan kelama, hatta felsefiyata.. Fıkha gelelim: Selef kabülünde ahlak ve ahkam birliği olan fıkıh, akaidi ve hatta tüm ilimler hülasasını ifade ediyorken hangi bölgelerde ve hangi şartlar muktezasınca fetvalar ilmine, kazuistik mesâile dönüştü? Tefsir ilminin tedvininde de aynı şey geçerli. et-Tefsîrü’l-Kebîr ile ilk Kuran tefsirinin Horasanlı Mukatil bin Süleyman’a ait oluşu önemlidir. Biliyorsunuz, ikinci asrın başlarındaki Horasan, Şia ve Mürcie’nin etkin olduğu, dolayısıyla siyasi ve fikri çatışmaların yoğun yaşandığı bir bölge. Hadis usûlünün doğuşu benzerdir. Hicri ikinci asrın ikinci yarısından itibaren cerh ve tadil sistematiğe bağlanıyor. Sebebi özellikle Rafizilerin ve zındıkların hadis uydurmalarını önlemek. Bakın, yine yalan ve fitnenin doğurduğu bir metodoloji vazetme ihtiyacı.. İbni Sîrin’in sözü manidardır: “Önceleri isnattan sormazlardı. Ne zaman ki fitne baş gösterdi, ‘ravilerinizi söyleyin bakalım’ demeye başladılar. Artık ravi incelemesi sonucu ehli sünnet olanın hadisi alınıyor, ehli bidat olanın reddolunuyordu.” (Sahih-i Müslim’in mukaddimesi) Daha fazla tafsilatlandırmaya ihtiyaç yok zannediyorum.
4. Tafsilat değil, ama sanki daha önemli bir sorunun eşiğine geldik. Sizin çizdiğiniz geniş açıda ben de açıkçası yolumu kaybettim ve o derindeki soruyu kestiremiyorum. Şöyle yapalım, son soruyu ben geri alıp size o halde asıl sorulması gereken nedir diye sorayım. Garip oldu gerçi, bağışlayın. Bir de sarf özeline değinmeyi unutmayalım ayrıca.
Evet, burada daha önemli soru şudur belki de: Peki bir sistem olarak ilimlerin gelişmesi bizi aynı seviyede malûm u maksûda yani hakikata yaklaştırmış mıdır? Çünkü bir bakıma teknik bilgiyi övmek, ona sebep olan sorunları görmezden gelmek demek. Daha basit söylemek gerekirse, eskilerimiz hastalık, ilaç ve doktor nedir pek bilmezlerdi. Köylerimizdeki bu vakıayı pakala bir tıbbî gerilik olarak da bir sağlık gelişimi olarak da okuyabiliriz. Onlar nasıl bir açıdan sıhhatlı oldukları için tedaviye ihtiyaç duymuyorsa, tedvin öncesi alimler de bir metodoloijye, ayrı ilim kaidelerine luzüm hissetmiyordu denebilir. Öyle değil mi? Yoksa ilimler selefin sadrında mündemiç. Hıfz ve rivayet yoluyla hakikat bilgisi benzeri görülmemiş şekilde nesilden nesile aktarılıyor. Belkide ilimlerin tedvin ve tasnifiyle terakki zannettiğimiz, aslında ilmin ve alimlerin ziyanına bir tesellidir. İlk hadis tedvini için Ebubekir İbni Hazm’ı yetkilendiren Ömer bin Abdulaziz’in söylediklerini bu açıdan yeniden düşünelim: “انظر ما كان من حديث رسول الله صلى الله عليه وسلم فاكتبه فإني خفت دروس العلم وذهاب العلماء ” (Buhari, Kitabetü’l ilim) Bu sözden anlıyoruz ki alimlerle ilim devam etse, tedvin ve tasnif sözkonusu olmayacaktı.
Sarf ilmi için ayrıca şunu eklemeliyiz: Acemlerin deruhte ettiği arabiyyat tasnifleri sarf ve nahvin teorik kısmına ağırlık verip pratiği ihmal etmekle malüldür. Sarf ve nahivde özellikle Osmanlının müfradatına aldığı acem ulemasının metin ve şerhleri, yoğun illetlendirmelerle zevk-i selîkayı gölgelemiştir. Verilen misaller ضرب زيد عمراً minvalinde kurmacalardır. Arabın istimalleri, şiirler ihmal edilmiştir. Böylelikle o kitaplarla yetişenler harfe neden harf, isime neden isim dendiğine varana kadar kaide bilirler, lakin kelime dağarcığı sıkıntısından bir divan okuyamazlar. Arap müelliflerin eserleri bu noktada şiirden daha yoğun örnekler. Ki İbni Abbas radiyallahü anhın fasih cahiliyye şiirine atfettiği kaynaklık değeri meşhurdur: “اذا سالتموني عن غريب القرآن، فالتمسوه في الشعر، فان الشعر ديوان العرب” (el-Câmiu li Ahlâgı’r-Râvi ve Âdâbi’s-Sâmi’, Hatib el-Bağdadî)
5. Şimdi tam istediğim yere geldik. Son sorum zaten iki sistemi karşılaştırmaktı. Sizin rahle-i tedrisiniz üzerinden Darul İlim Akademisi’nde bugün verilen sarf ve nahiv eğitimini görelim istiyorum. Talebeliğinizde nasıl bir sarf ve nahiv eğitiminden geçtiniz ve bugün Darul İlim’de hoca olarak nasıl bir müfredat ve usül takip ediyorsunuz?
Talebeliğimizde medresedeki âlet ilimleri eğitimimiz, büyük ölçüde Osmanlı müfredatına dayanıyordu. Buna metin ve şerh ağırlıklı, takrir ezberine bağlı doğu usûlü karşısında nisbeten cem menhecini benimseyen karadeniz usûlü denir. Emsile, Bina, Maksud ve İzzi.. Nahiv ilminde ise Avâmil, İzhar, Kâfiye ve Molla Camii.. Kavâidü’l Îrab’ın sırasını ve bitirip bitirmediğimizi hatırlamıyorum. Medresede bir ilahiyat talebesine göre daha derin bir sarf eğitimi aldık kuşkusuz. Daha klasik ve metin-şerh geleneğine bağlı kitaplar size o ilme ait iyi bir kıyas mantığı sağlar. Bu önemli bir avantaj. Ne var ki sarfta sözcük dağırcığı, fiil çekimleri ve özellikle isim kalıpları noktasında zayıf kaldık. Aslında bunlar bir kitabın kazandırabileceği formasyondan öte, ayrı bir alıştırma konusu, hususi bir ders olmalı.
Darul İlim İslami İlimler Akademisi’nde, medrese geleneğimizin Arapça dil eğitimindeki bu üç nâkısasını izale etmeye gayret ediyoruz. İlk olarak kelime fişleri uygulamasını başlattık. Buna göre ufak karton kağıtlara -bir yüzüne Arapça, bir yüzüne Türkçe olarak- ayrı köklerden yüzlerce fiil ve isim yazılıyor. Bu da öğrenciler tarafından yapılır. Hoca müzakere vakitlerinde her gün öğrencilere Türkçe ve Arapça karışık şekilde fiiller ve isimler verir. Kelimeler eğer Arapça ise Türkçesi, Türkçe ise Arapçası talebe tarafından çözülerek kartonlara geçirilir ve hoca masasında duran bir kutuya konur. Sınıf her gün bu kutudan fiş çekerken Türkçe tarafı karşısına çıkarsa Arapçasını ve eğer Arapça tarafı çıkarsa Türkçesini bilmeye çalışır. Bir meleke haline gelinceye kadar bu fişlerle devam eder. Daha sonraki aylarda aynı işlem mükaleme dersinde çıkan yeni kelimeleri hıfzetme amaçlı da uygulanır.
Sözkonusu üç eksikliği diğer taraftan, Arapların şiirden yoğun istişhad ve ihticac ederek yazdığı kitapları müfredata alarak aştık. Bu sadette Evdahu’l-Mesâlik’in özeti mahiyetindeki Şeze’l-Arf’ın sistemleştirilmiş hali olan Tatbîk-i Sarfî okutuyoruz. Bu arada nahivde İzhar okutulurken “İzhar Dersleri” isimli kitaptaki Alıştırmalar ve Testler bölümü alınan derse göre öğrenci tarafından günübirlik yapılıyor. Hoca bu ödevlerin yapılıp yapılmadığını kontrol ediyor. Bu dönemde ayrıca Kur’an meal okumalarında ayetlerin kelime ve cümle yapısını inceliyoruz. Böylelikle bilginin pratiği öğrenciye gösterilmiş oluyor.
Sonraki dönemde İbn-i Hişâm’ın Şuzûru’z-Zeheb isimli eseri okutuluyor Darul İlim’de. Bu eseri tercih etmemizin sebebi İbn-i Hişam merhumun kaidelere mümkün olduğunca ayet-i kerimelerden örnekler getirmesi. Öğrencilerin ekseriyetle hafız olması nedeniyle kitabın verdiği örnekleri daha baştan biliyor olmasıdır. Ayrıca bu kitabın -hocanın uygun gördüğü yerden itibaren- ibare çözümünü talebeler üstlenir. Böylelikle klasik metin okumalarında öğrenci ilk adımlarını hoca gözetiminde atmaya başlar. Bu dönemde ayrıca hoca her öğrenciye seviyelerine göre kendilerinin çözebilecekleri ayrı ayrı ufak Arapça hikâye kitapları dağıtır ve her öğrenciden günübirlik bu hikâyeleri dinler. Dönem sonuna kadar yoğun bir biçimde sürecek olan bu hikâye okumaları içerisinde çıkan kelimeler öğrenci tarafından fişlenir ve ezberlenmesi sağlanır. Bu sayede öğrencinin kelime hazinesi genişler. Üçüncü senemizde İbni Mâlik’in bin beyitlik meşhur menzum eserinin İbn-i Akîl tarafından yapılan şerhi ders kitabı olarak takip ediliyor. Bu şerh ibaresinin ve konu anlatımının kolaylığı, sarfı ve nahvi cami bir eser oluşu hasebiyle çok faydalı. İki ciltlik büyük bir eser olan bu kitap bir sene zarfında tamamen bitirilir. Öncelikle birinci cilt hoca tarafından tüm nazım ve şerhin metni okunarak bitirilir. Bu dönemde talebeler aynı zamanda bir gün öncesinden o derse hazırlanır. İkinci cilt ise tamamen talebeler tarafından okutulur.
Kısaca kendi tecrübelerimizden hareketle sarf ve nahiv tedrisatında yaşanan boşluğu, bir yandan kelime fişleri ve hikaye kitapları çözümüyle, diğer taraftan Kuran-ı Kerim meali üzerinden tahlil çalışmaları ve Kuran’dan, Arap şiirinden örnek ağırlıklı eserlerle dolduruyoruz. Darulilim.com üzerinden dileyenler müfradatımızın tafsilatına ulaşabilirler.
Revisions: (Show)