|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Dinde nakil esastır
|
Sual: Aklıma uymayan dini hükümlere uymam gerekir mi?
CEVAP
Dinde aklın yani şahsi görüşlerin yeri yoktur. Dinde nakil esastır. Akla göre din olmaz. İslamiyet, nakle dayanan, selim akıl dinidir. Selim akıl, yanılmayan akıldır. Birinin aklına uygun gelmeyen bir şey, selim akıl sahibi için uygun gelebilir. Akla göre din olsa, insan sayısı kadar din olur. İslamiyet’te aklın ermediği şey çoktur. Fakat, selim akla uymayan bir şey yoktur.
Sual: İslam artık toplumun gereklerine göre değişmelidir. Mesela teknoloji ilerledi, Avrupa uygarlığını benimsemek ve kadınların, tesettürü bırakarak daha özgür olması gerekmez mi?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Yapacakları değişiklikle, dini düzelteceğini sanıp dinin noksanlığını tamamladığını söyleyenler çıkıyor. Halbuki din noksan değildir. Kur’an-ı kerimde mealen, (Bugün sizin için dininizi ikmal eyledim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, size din olarak İslamiyet’i vermekle razı oldum) buyuruldu. Dini noksan sanıp, tamamlamaya [reform yapmaya] çalışmak, bu âyeti inkâr olur.) [m.260]
Dini insanlar çıkarmadı ki insanlar değiştirsin. Kadının nasıl giyineceğini insanlar tespit edemez ki. Allah’a inanan kimse, O ne demişse ona inanması gerekir, uyarsa daha büyük nimettir. (Ben hepsini uygulayamıyorsam da hepsine inandım) demelidir. Yoksa, günaha alışıp da bu günah mubah olmalıydı veya (bu asırda bu da günah olur mu) demek Allah’a inanmamak olur.
Böyle söyleyenler Allah’a inanmıyorlar, inansalar böyle demezler. Allah her şeyi bilmez mi, bugünkü toplumu bilmiyor muydu? İslam’da reform demek ben Allah’a inanmıyorum demektir, yahut Allah’ı basit bir varlık gibi görüp bu işi iyi yapmamış demektir.
Hâşâ Allah yirminci, otuzuncu asırlarda toplumların duyacakları ihtiyaçları bilememiş mi? Toplumun ihtiyacı var diye dini değiştirmek dini yıkmak olur. Birinin çıkıp açıktan açığa, (ben İslam dinini yıkacağım) dediğini gördünüz mü hiç. Elbette demez. Niye desin ki, o zaman onu herkes tanıyacak, gerçek suratını herkes görecektir. Ama dini kuralları bozarak bu çirkin emeline ulaşmaya çalışır.
Peygamber efendimiz, (Âlimler benim vârisimdir) buyuruyor. Mezhepsizler ise, düşünce özgürlüğü diyerek Ehl-i sünnet âlimlerine saldırıp, (Âlimlere göre değil, hakka göre ölç!) diyorlar. Hakkı biz biliyoruz da, âlimler bilmiyor mu? Hakkı, âlimler bilemezse biz nasıl bileceğiz? (Elimizde temel ölçü olarak Kur'an olduğuna göre hakkı bâtıldan ayırırız) diyorlar. Peki, âlimlerin ellerinde Kur'an-ı kerim yok muydu? Onlar yanılabiliyor da mezhepsizler niye yanılmıyor? Bütün maksatları âlimler köprüsünü yıkmaktır. Bunlar, fikir anarşisi çıkartmak, hak ile bâtılı karıştırmak ve hak yol üzerindeki köprüleri yıkmak istiyorlar. Ehl-i sünnet âlimlerinin kurduğu köprüleri yıkıp, bid'at denizinde insanları boğmak istiyorlar. Fakat, âlimlerimizin kurduğu bu köprüler, bid'at ehlinin üfürmesiyle yıkılacak kadar zayıf değildir. Ama, kime ve neye hizmet ettikleri malum olmayan bu mezhepsizlere inanan zavallılara yazık oluyor. Bunu bildiği halde susanlar da vebal altındadır. Çünkü bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Bid'atler yayılıp, bu ümmetin sonra gelenleri, öncekilere lanet edince, ilim sahipleri bunu herkese bildirsin! Bildirmeyip ilmini gizleyen, Kur'an-ı kerimi gizlemiş sayılır.) [İ.Asakir]
Her Müslüman gücü nispetinde Ehl-i sünnet âlimlerinin eserlerini yaymaya çalışarak bu vebalden kurtulmaya çalışmalıdır. Bozuk kitapların dağılmasına sebep olmak ayrıca vebaldir.
Yanlış vasıtaya binen istediği yere değil, vasıtanın gittiği yere gider. Mesela Paris’e giden uçağa binen, Kâbe’ye varamaz. Ehl-i sünnet yolu kurtuluş ve saadetin tek vasıtasıdır.
Dinimiz bir düşünce, görüş değildir
|
Sual: Özellikle Mısırlı, Suriyeli bazı yazarlar ile onların etkisinde kalan kimseler, İslam dini yerine, "İslam nazariyesi" "İslam düşüncesi", "İlahi şuur", “İlahi görüş birliği” tabirlerini çekinmeden kullanıyorlar. Acaba bunlar müsteşrikler gibi, İslamiyet’in semavi din olduğuna inanmıyorlar mı? Küfre düşürücü ifade kullananın imanının gideceğini bilmiyorlar mı? Yoksa, Ehl-i sünnet itikadına uygun inanmaya önem vermiyorlar mı?
CEVAP
Piyasada Allah’ı tanımakla ilgili ve Allah’ın varlığını ispat etmeye kalkışan kimisi tercüme birçok kitap vardır. Genelde bu kitaplar, akli ve felsefi görüşlerle doludur. Kaynakça olarak gösterilen kitapların çoğu da asrımızdaki sapık yazarların eserleridir.
İmam-ı Rabbani, imam-ı Gazali, Seyyid Abdülkadir-i Geylani gibi büyük İslam âlimlerinin kitaplarından nakil yoktur. Milyonlarca hadis-i şerif, âlimlerin ictihadları ve hikmetli sözleri varken, bunlardan nakil yapılmayıp, şahsi görüşe, şahsi yoruma yer verilmiş.
Anlaşılan bu tip yazarlar, küfre düşürücü sözleri bilmiyorlar. Zaten Allah’ın varlığını ispat ile uğraşanlar, genelde küfre düşürücü ifadeler kullanıyorlar.
İslam âlimleri, (Allah’ın yaratmak, vücud, muhalefetün-lil-havadis gibi sıfatlarını insanlar için kullanmak veya insanın, akıl, şuur, hafıza ve düşünce gibi yaratılmış olan sıfatlarını Allahü teâlâ için kullanmak küfürdür) buyuruyorlar. [Vücud, kendiliğinden var olmak;muhalefetün-lil havadis de, hiçbir mahlûka, hiçbir bakımdan benzememek demektir.]
Mesela bir kimse, (Allah akılsızdır) dese, bu bir hakaret olacağı için küfre düşer. (Allah akıllıdır) dese, bu sefer de, onu yaratık kabul ettiği için küfre düşer. (Allah iyi düşünür) dese yine kâfir olur. Çünkü akıl, şuur, hafıza, düşünme işi, görüş mahluktur, yani yaratıktır. Allah’ın böyle sıfatları yoktur. Bu Yazarlar ise bunun gibi büyük hatalara düşmüştür. (Yaratılmış olanın özelliklerine bakarak, yaratanın özelliklerini bulmaya çalışacağız) diyorlar. İslam âlimleri, (Bilinenle bilinmeyen mukayese edilmez) buyuruyor. Yani yaratıcı ile Onun yarattıkları mukayese edilemez.
Bu yazarlar işe yanlış başladığından yanlış sonuçlar çıkarıyorlar. İnsan vasfı sayar gibi, Allah’ın vasfını sayıyorlar. (Allah çok akıllıdır, hafızası çok geniştir, çok hızlı düşünür, çok çalışkandır) diyorlar. Senâüllah Pâni-püti hazretleri (Allahü teâlânın varlığı, sıfatları, razı olduğu şeyler, ancak Peygamberlerin bildirmesi ile anlaşılır. Akıl ile anlaşılamaz) buyuruyor.
Bu yazarlar kaderi de iyi bilmiyorlar, (İnsan, kendi kaderine tesir eder) diyor. Kader, değişmeyen son şekildir. Kaderi Allah da değiştirmez. Allah’ın vasıflarını bildirirken, âlimlerin kitaplarından alarak, sıfat-ı zatiyye ile sıfat-ı sübütiyyeyi yazsalar, büyük hizmet etmiş olurlar. Kendi görüşlerini, kendi akıllarını din gibi ortaya atıyorlar.
Düşünce, bir iş için düşünülen çare veya kıyaslanan neticedir. Görüşde düşünce demektir.
Nazariye de, akli, zihni esaslara dayanan görüş, teori demektir.
Allahü teâlânın bildirdiği hükümlere ilahi düşünce, ilahi görüş, ilahi nazariye, ilahi şuur denmez.
Kur'an-ı kerimdeki hükümlere bile "Kur'ani görüş" diyorlar. Yeni ifadeler kullanmayı marifet sanıyorlar. Bunları kullanmak küfürdür. Böyle küfür dolu yazılara itibar etmemelidir.
İman ne kadar kıymetli ise, zıddı olan küfür de o kadar kötüdür. İmanı kurtarmak için haramlardan kaçarak ibadetleri yapmak ve özellikle küfre düşürücü söz ve hareketlerden sakınmak gerekir. Sakınmayanın imanı gider de haberi olmaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Öyle bir zaman gelir ki, kişinin imanı gider de haberi olmaz. Ondan, gömleğin çıktığı gibi, iman çıkmış olur.) [Deylemi]
|
Alıştıra alıştıra dini bozmak
|
Gazetelerde çıkan habere göre, eski din görevlilerinden biri, ara sıra çıkışlar yaptığı gibi, yine (Kur’anda beş vakit namaz yok, üç vakit var. İslamiyet kolaylık dinidir. Hiç kılmamaktansa üç vakit kılmak daha hayırlıdır. Öğle ile ikindi akşam ile yatsı birleştirilmeli)diyor. Hem üç vakit var diyor, hem beş vakti üç vakitte kılalım diyor. Bunda bir tezat yok mu?
Bir de kolaylık dini demek, kolayına gelen yapmak değildir. 30 gün ramazan orucu çok diye üç gün oruç tutmak kolaydır ama, Allah’ın emri yerine gelmiş olmaz. Bir gün oruç tutmak daha kolaydır. En kolayı da hiç oruç tutmamak ve hiç namaz kılmamaktır. Yani bunu demek istiyor da, alıştıra alıştıra mı söylemek istiyor?
Bunun böyle desteksiz atışına, Abduhcu bir profesör karşı çıkarak diyor ki:
(Namaz beş değil üç vakit olsa alnım secdeden kalkmaz diyene hiç rastlamadım.)
Peki rastlasaydı, beş vakti üçe mi indireceklerdi acaba? Bu ne biçim mantık öyle? Şahsen ben bir benzerine rastladım. 40 sene önce beraber çalıştığımız bir arkadaş, (Günde beş vakit namaz çok. Hıristiyanların Pazar günü kiliseye gittikleri gibi haftada bir olsa, hemen herkes namaz kılar. Haftada bir Cuma namazı kılınsa, böylece Müslüman sayısı da artar) demişti. İnsanların demesinin ne önemi var ki? Dinimizde dört delil yok mu? Niye bu dört delilden vesika aranmıyor? Delilden biri de icma’dır. Resulullahla birlikte bütün Eshab-ı kiram, Tabiin ve bugüne kadar gelen bütün âlimler beş vakit kılmıştır. Bu büyük vesika değil midir? Ayrıca Kitap ve sünnetle de sabittir.
Abduhcu diyor ki: (Somut olarak Kur’anda beş vakit ifadesi geçmiyorsa da, Hazret-i Peygamber gibi bir örnek var. O hayatı boyunca namazı beş vakit kılmıştır.)
Kur’an-ı kerimde beş vakit namaz bildirilmemiş de, Resulullah efendimiz kendiliğinden mi beş vakit kılmıştır? Peygamber efendimiz, Bekara suresindeki, (Namazları ve vusta namazını kılın) mealindeki 238. âyetini açıklarken, (Vusta namazı ikindi namazıdır) buyurdu. (İ. Ahmed)
Orta namaz
Yukarıdaki âyette, (Namazları ve ikindi namazını kılın) buyuruluyor. Arabi gramere göre, namazlar [salevat] denince, ikiden fazla namaz anlaşılır. Çünkü iki namaz demek için, salevat [namazlar] değil,salateyn [iki namaz] denilir. İkindi namazı vusta [orta] namaz olduğuna göre, ikindi hariç, öteki namazların sayısı iki olamaz, ikiden fazla olması gerekir. Üç de olamaz. Çünkü 4,6 gibi çift sayılı olmalı ki, ikindi namazı tam ortada olabilsin. Yani ortadaki namaz ikindi olduğuna göre, ondan önce iki namaz, ondan sonra da iki namaz bulunduğu meydana çıkar.
İsra 78, Kaf 39,40, Rum 17,18 âyetlerdeki namaz vakitleri de dikkate alınınca, namaz vakitlerinin beş olduğunda hiç şüphe kalmaz. Allahü teâlâ Peygamber efendimize (Kur’anı insanlara açıkla) buyuruyor. (Nahl 44 )
Resulullah da açıklayarak buyuruyor ki:
(Beş vakit namaza devam edin!) [Taberani]
(Beş vakit namazla emrolundum.) [Buhari]
(Miraca çıktığım gece, beş vakit namazla emrolundum.) [Buhari, Müslim]
Din yeni gelmiş değildir
|
Osmanlıyı savaşlarda yenemeyen düşmanlar, taktik değiştirdiler, Müslümanların arasına girdiler, bazı grupları, bazı din adamlarını satın aldılar. Özel yetiştirilmiş oldukları için çabuk yükseldiler. Önemli yerleri tuttular. Bilim adamı âlim olarak çıktılar. Müctehid olarak lanse edildiler. Milleti cahil yapmak, dinlerinden uzaklaştırmak için akla hayale gelmeyecek hilelerle tahribat yaptılar. Oldukça başarı da elde ettiler. İmparatorluğu parçalayıp yıktıkları yetmiyormuş gibi hâlâ faaliyetlerine devam ediyorlar.
Bu düşmanların en önemli zararlarının başında, âlimlere itimadı sarsmak, müslümanlarla aralarındaki bağı koparmak oldu. (Dini yalnız Kur’andan öğren) gibi içi zehir dolu yaldızlı kelimelerle insanların itikatlarını bozdular. Milleti parçaladılar. Halkı birbirine düşürdüler. Vehhabiliği kurdular. İbni Sebecileri ve diğer mezhepsizleri desteklediler, Müslümanları birbirine düşman edip, aralarını açtılar. Kötü din adamlarını avlayıp, gruplar kurdurdular. Her gruba başkalarının sapık, hatta kâfir olduklarını aşıladılar.
Bunların oyununa gelen her grup, (bizim hocamız doğru, bizim kitaplar doğru, diğerleri yanlış, sapıklık) gibi sözlerle bir başka müslümanı beğenmiyor, kabul etmiyorlar. Onlardan önce İslamiyet yok muydu? Onların hocasından önce âlim yok muydu? Nedir bu hâlimiz? İnsan tuzağa düşebilir ama bu kadarına da ahmaklık denmez mi? Bu yanlışlık yetmezmiş gibi, kime ve neye hizmet ettiği malum olmayan din veya ilim adamı maskesi altında bazıları çıkıp, (Namaz 3 vakittir, hayzlı iken Kur’an okunur, namaz kılınır, oruç tutulur, balıktan kurban olur. Tesettür yoktur. Gayrimüslimlerle Amentü’de ittifakımız var) vs. gibi dine imana sığmayan yalanlarla milleti dinsizleştirmeye, bu güzide vatanı parçalayıp bölmeye ve yıkmaya çalışıyorlar.
Din yeni çıkmış gibi; insanlara göre değişirmiş gibi, her gün dinin bir meselesi sorgulanıyor. Mesela içkili namaz kılınır mı sorusuna herkes bir şey söylüyor. Kimisi, ben onaylamıyorum, kimisi, bir sakıncası yok diyor. Hiç biri kitaplardaki hükmü bildirmiyor. Halbuki fıkıh kitaplarında, (Sarhoş olarak kılınan namaz sahih olmaz. Az içkili olarak kılmak mekruhtur. Sallanacak kadar sarhoş olanın abdesti de bozulur) deniyor. Bu art niyetliler, yalnız Kur’an diyerek, Kur’an-ı kerimin açıklaması olan hadis-i şeriflere gölge düşürüp, Allah’ın resulünü [elçisini] İslamiyet’in sahibini devre dışı bırakmaya çalışıyorlar. İslam âlimlerini, mezhep imamlarını kabul etmiyorlar. İslamiyet bunlara mı geldi? Bu anarşi, bu fitne neyin nesi?
İslamiyet’te açıklanmamış ne var? Sadece imam-ı a’zam zamanında 600 binden fazla mesele açıklanmıştı. Şimdi kim neyi açıklayacak? Bir örnek vermeden yeni meselelere çözüm getirmek lazım diyorlar. Kendi anladıklarını Kur’an zannederek Kur’ana uyun diyor, ben Kur’andan söylüyorum diyor. Peki mezhep imamları, müctehidler Kur’andan ayrı mı söylüyorlar? Kimisi de, müctehidler arasındaki ictihadlardan birini aklına göre daha uygun olup onu seçiyor, “Bu Kur’anın ruhuna daha uygun” diyor. Sanki öteki müctehidlerin ictihadları Kur’andan, dinden ayrı!
Din yeni gelmedi. Hem de kâmil olarak geldi. Eksik olarak gelmedi. İslamiyet saf, berrak şekildedir. Zamanla din değişmez. Kıyamete kadar aynıdır. Zamanla değişen âdetlerdir, tıp, teknik, astronomi vs. gibi fen bilgileridir. Fende değişiklik olur, dinde değişiklik olmaz. Din düşmanlarının oyunlarını anlayalım, tuzaklarına düşmeyelim.
|
Müslüman için zor asırlar
|
Kıyamet yarın kopacak, öbür gün kopacak diye tarih verenlere itibar etmemelidir. Çünkü dünyada Müslüman bulunduğu müddetçe kıyamet kopmayacaktır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Allah diyen bir kimse kaldığı müddetçe kıyamet kopmaz.)[Müslim]
Ama kıyamet yaklaştıkça Müslümanlar çok garip olacak, çok zulüm görecek, çok sıkıntı çekecek, dinini rahatça yaşaması çok zor olacaktır. Bir hadis-i şerifte, (Bir zaman gelir, sünnet unutulur, bid'atler meydana çıkar. Sünnete uyanlar garip olur, yalnız kalır. Bid'atlere uyan ise, kendilerine çok arkadaş, yardımcı bulur)buyuruldu. O zamandaki Müslümanların nasıl yaşayacağı sorulduğunda, (Sudaki tuz, sirke içindeki kurt gibi) buyuruldu. Dinlerini nasıl koruyacağı sorulduğunda, (Avuçtaki ateş koru gibi. Bırakırsa söner, tutarsa elini yakar) buyuruldu. (Şir’a)
Bir hadis-i şerif de şöyledir:
(Öyle bir zaman gelir ki, sünnetime tutunmak, avucuna ateş almak gibi olur.) [Hakim]
Müslümanlar, bütün dünyada garip olacaktır. Bir hadis-i şerif şöyledir:
(İslam dini, garip olarak başladı, sonu da garip olacaktır.) [Müslim, Tirmizi]
Garip olmasının sebebi ise, insanlar gittikçe bozulmaktadır. Bir hadis-i şerif de şöyledir:
(En iyi, en hayırlı insanlar benim asrımda bulunan Müslümanlar[Eshab-ı kiram]dır. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler [Tabiin] dir. Onlardan sonra da en iyiler onlardan sonra gelenler [Tebe-i tabiin] dir. Onlardan sonra gelenlerde yalanlar yayılır. Bunların sözlerine, işlerine inanmayınız.) [Buhari]
Herbiri bir mucizeyi bildiren bu hadis-i şerifler gösteriyor ki, günümüzdeki insanların sözlerine ve işlerine ihtiyatla yaklaşmak lazımdır. Kendi sözlerine değil, eski âlimlerden bildirdiklerine itimat etmelidir. Şayet eski âlimler kötülenirse asla itibar etmemelidir. Yine bir mucizeyi bildiren hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Ahir zamanda sonra gelenler, önceki âlimleri cahillikle suçlayacaktır.) [İbni Asakir]
Peygamber efendimiz o zaman ne yapılacağını da bildirmiştir:
(Bu ümmetin son zamanlarında gelenler, önceki âlimleri kötülediği zaman, ilmini gizleyen, Allah’ın indirdiği Kur’anı gizlemiş olur.) [İbni Mace, İbni Adiy, İbni Asakir]
Kıyamet alametini bildiren hadis-i şeriflerden bazıları da şöyledir:
(Haine itimat edilir, emine ihanet edilir.) [Harâiti]
(Hadisi bırak, Kur’ana bak diyerek beni yalanlayanlar çıkar.) [Ebu Ya’la]
(Kur’andan başka delil kabul etmem diyenler çıkar.) [Ebu Davud]
(Doğru söyleyenler yalanlanır, yalancılar kabul görür.) [İ.Ahmed]
(Gençler, çocuklar âmir olur.) [Hakim]
(Camilerde binden fazla kişi namaz kılar, içlerinde bir mümin bulunmaz.) [Deylemi]
(Camiler ve hâfızlar çoğalır, ama, hakiki âlim hiç bulunmaz.) [Ebu Nuaym]
(İlmin azalması, âlimlerin azalması ile olur. Cahil din adamları, kendi görüşleri ile fetva verir, insanları doğru yoldan saptırırlar.)[Buhari]
(İşler ehli olmayana verildiği zaman, kıyameti bekleyin.) [Buhari]
(Kıyamet kopmadan önce deccal çıkar, deccaldan önce de 30 veya daha fazla yalancı deccallar gelir.) Bu yalancıların alametleri sorulduğunda buyuruldu ki: (Yeni âdetler çıkarıp dininizi değiştirenler çıkar, bunlardan sakının ve onlara düşman olun.)[Taberani]
(Hakkın peşinde olmak, garip ve yalnız kalmak demektir.) [İbni Asakir]
(Kötülerin arasında kalan salih kimse gariptir.) [Deylemi]
Yüz şehid sevabı için
Sual: Müslümanlar arasında çeşitli ayrılıkların çıkacağını Peygamberimiz bildirmiş midir?
CEVAP
Evet, bildirmiştir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ümmetim, 73 fırkaya ayrılacak; bunlardan 72’si, Cehenneme gidecek, yalnız bir fırka kurtulacaktır. Kurtulacak olan tek fırka, benim ve Eshabımın yolunda gidenlerdir.) [Tirmizi, İ. Mace]
İslamiyet’in dışına çıkıldığı zaman, Ehl-i sünnet âlimlerinin yolunda olanlara, kıyamette yüz şehid sevabı verilecektir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Fitne fesat yayıldığı zaman, sünnetime yapışana yüz şehid sevabı verilir!) [Hâkim]
Çünkü fitne zamanında İslamiyet’e uymak, kâfirlerle savaşmak gibi güç olur. Böyle güç bir zamanda sünnete yapışmak da, ancak Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına dört elle sarılmakla mümkün olur.http://www.hakikatkitabevi.com adresindeki kitaplar, bu kıymetli kitapların doğru tercümeleridir.
|
Din konusu dikkat ister
|
İslamiyet, nakle dayanan, selim akıl dinidir. Selim akıl, yanılmayan akıldır. Birinin aklına uygun gelmeyen bir şey, selim akıl sahibi için uygun gelebilir. Akla göre din olsa, insan sayısı kadar din olur. İslamiyet’te aklın ermediği şey çoktur. Fakat, selim akla uymayan bir şey yoktur. Ahiret bilgileri ve Allah’a ibadet şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsaydı ve akıl ile doğru olarak, bilinebilseydi, Peygamberlere lüzum kalmazdı. İnsanlar, dünya ve ahiret saadetini kendileri bulabilirdi ve Allah, hâşâ Peygamberleri boş yere göndermiş olurdu. Bunlar bilinemeyeceği için, Allahü teâlâ, her asırda, Peygamber göndermiş ve son olarak da bütün dünyaya, peygamber olarak Muhammed aleyhisselamı göndermiştir. Din yeni inmedi. Dinimizde eksiklik yoktur. Yeni bir şey ilave etmek veya çıkarmak dini bozmak olur. Sanki asırlardır gelen İslam âlimleri yanlış hüküm vermişler gibi, âyetler ve hadisler yeniden yorumlanmaya başlanmıştır. Bu çok kötü bir durumdur.
Milliyet Gazetesinden Doğan Heper bile, bu durumu beğenmemiş,TV’lerdeki din savaşları isimli yazısında diyor ki:
"Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder."
Bugün bu sözün anlamını daha iyi kavrıyoruz.
Birçok kişi gibi TV'leri yakından izlerim. Beğenelim, beğenmeyelim TV'ler güncel haber, bilgi kaynağımızdır. Ukalalık bilenin hakkıdır.
Temel bilgi eğitimdeyse, güncel bilgi medyada, yani TV ve gazetelerdedir. Hele bizim gibi işi gazetecilik, habercilik olanlar için TV izlemek bir lüks değil, görevdir. En basitinden; kameralar 24 saat, gece gündüz dünyanın her yerinde olayların peşindedir. Onlara takılırsanız siz de dünyadan haberdar olursunuz.
TV'lerde bir gecedeki 5-6 adet tartışma, haber programı, 18-20 uzmanın görüşü eder. O uzmanların güncel olaylar hakkındaki birbirine zıt veya paralel görüşlerini anında öğrenmek ancak TV'lerin bu programlarını izlemekle mümkündür.
Kur’anda; "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" diyor.
Din ve İslam konusu da TV'lerin tartışma konularının başında geliyor.
Önceki gün bıçaklanan Prof. Zekeriya Beyaz'ı da, daha İlahiyat Fakültesi Dekanı olmadan o programlarda aykırı fikirleriyle tanıdık.
Bilimsellik şüphe temeline oturur, bilimsel olan akıl yürütmeyle ilgilidir. Din; inanç meselesidir, fazla tartışma kaldırmaz.
Ama TV çıktı, din, İslam, itikat ve ibadet öyle tartışılır hale getirildi ki, bu tartışmaları izleyenler neredeyse dinden, imandan çıkar hale getirildi. Önüne gelen, uzman veya uzman zannedilen, kendine göre bir içtihat meydana çıkarır oldu. Birinin söylediğini öteki tekzip eder oldu.
Yalnız, "Kur’an" diyenler. "Kur’an ve hadis" diyenler. Sahih hadis ve uydurma hadis diyenler. Tarikatlara ve din ulemasına göre birbirine zıt çeşitli tefsir ve yorumları ortaya koyanlar. Konuşmacıların kendi farklı görüş ve yorumları, derken sade vatandaş şaşırdı, kör kuyuya atılmış gibi oldu, etrafını göremez oldu. Bazılarının inancı sarsıldı.
Zaman zaman bu tartışmalarda kavgalar da çıktı.
Konca Kuriş öldürüldü. Prof. Beyaz bıçaklandı.
Bu kadar nazik bir konuyu, inanç konusunu, bilenin bilmeyenin her gün tartıştığı bir sorun haline getirirseniz olacağı budur. (Doğan Heper, Milliyet 10 ocak 2001)
Nakli esas alan kitap
|
Sual: Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye kitabı neden kıymetlidir?
CEVAP
Nakli esas aldığı ve içinde şahsi düşünce olmadığı için kıymetlidir. Yüzlerce kıymetli eserden hazırlanmıştır. Her okuyucunun bu eserleri bulup faydalanması imkânsız denecek kadar zordur. Balın kıymetli bir gıda olması, birçok çiçekten toplanarak hazırlanmasından ileri gelmektedir. Seadet-i Ebediyye de buna benzer. Dinî kitap sorana, şu büyük kütüphanede var denilse, ona yalnız bir kitap değil, binlerce kitap tavsiye edilmiş olur. İşte S. Ebediyye de tek bir kitaptır; ama yüzlerce kitabın özetidir.
Piyasada bulunan bazı ilmihallerdeki bilgilerin hataları bir tarafa, doğru olan bir meselenin hangi kitabın hangi sayfasından alındığı da bilinmemektedir. Bunlardan bazıları muteber bir kitaptan naklederken hata etmektedir. Tamamen nakle dayanan bu eser, ufak bir yanlışlığa meydan vermemek için defalarca kontrolden geçmiş ve her meselenin hangi kitabın neresinden alındığı bildirilmiştir.
Redd-ül-Muhtar, Halebi, Hadika, Mektubat-ı Rabbani gibi birçok kıymetli kitaplardan meydana gelen bu eseri okuyan, bahsi geçen muteber kitaplardaki gereken bilgileri okuyup öğrenmiş olur. İmanın esasları, Ehl-i sünnet itikadı, çok geniş ve herkesin anlayabileceği şekilde açıklanmıştır. Batıl fırkalar ve dinler, inançlar bildirilerek, Müslümanlar bunların zararlarından korunmuştur. İtikadı meselelerden sonra, İslam’ın beş şartı çok geniş bir şekilde açıklanmıştır. Her konu Hanefi mezhebine göre hazırlanmış, zaman zaman diğer üç mezhebe göre de hükümler ayrıca bildirilmiştir. Hiç bir Türkçe ilmihalde olmayan, ihtiyaç halinde yapılan mezhep taklidi geniş olarak açıklanmıştır. Müslümanların herhangi bir özürle kendi mezhebine göre yapamadığı amelleri, hak olan dört mezhepten birini taklit ederek nasıl yapacağı anlatılmıştır.
Kırk yıldan fazla süren bir araştırmanın ürünü olan ve 103. baskısı yapılan bu eser, çeşitli ilim adamlarının tetkikinden de geçmiştir. Ruh çağırmak ve cin hakkında uzun açıklamalar yapılmıştır. Tefsir, meal hakkında yeterli bilgi verilmiştir. Hadis-i şerif çeşitleri de, geniş olarak açıklanmıştır. İslamiyet’te kadının yeri, kadının ve kocasının birbirlerine karşı hak ve görevleri ve evlilik hakkında geniş bilgi verilmiştir. Yemesi, içmesi haram ve helal olanlar bildirilmiştir.
Kısacası, bu kıymetli eserde, bir Müslümana gereken bütün dini bilgiler vardır. Hepsi de en kıymetli eserlerden derlenmiştir. İngilizceye de çevrilmiştir. Bu kitabı baştan sona dikkatlice okuyan kimse, dinimizin bütün emir ve yasaklarını öğrenir. Dinimiz hakkında yeterli bilgiye sahip olur. Din düşmanlarının hilelerine aldanmaz. Her Müslümanın, dinimizi çok iyi bilmesi şarttır. Dinini bilmeyenin dini yok demektir. 1248 sayfalık bu dev eseri, her Müslümanın okuyup, çoluk çocuğuna da okutması gerekir. En güzel hediye, en güzel mirastır. Bu kitap, www.hakikatkitabevi.com adresinden okunup temin edilebilir. Bu sitede, tamamını sesli dinleme imkânı da mevcuttur.
Tam İlmihal kitabı
Müjde verir millete,
Herkesedir hitabı,
Kavuşturur nimete,
Tam İlmihal kitabı.
Takip eder her çağı,
Gerçek ilmin kaynağı,
Doğru bilgi yumağı,
Tam İlmihal kitabı.
Atom, füze uzayı,
Güneş, Yıldız ve Ay’ı
Yazar fizik kimyayı,
Tam İlmihal kitabı.
Katıksız Ehl-i sünnet,
Âlimler verir kıymet,
Bilene büyük nimet,
Tam İlmihal kitabı.
Doğru tanıtır dini,
Bilir nefsin fendini,
Öğrenirsin kendini,
Tam İlmihal kitabı.
Suyu çölde buldurur,
Kalbe ilim doldurur,
Nice feyiz aldırır,
Tam İlmihal kitabı.
Yıkar kini garazı,
Söker kalbden marazı,
Rabbini eder razı,
Tam İlmihal kitabı.
Hor görme der kimseyi,
Över ilmi sevmeyi,
Aydınlatır çevreyi,
Tam İlmihal kitabı.
Emin mehaz yeridir,
Sanatının eridir,
Halis altın gibidir,
Tam İlmihal kitabı.
Hakka hak vermek için,
Bâtılı yermek için,
Gerçeği görmek için,
Tam İlmihal kitabı.
Düşürmez cehalete,
Sevk eder adalete,
Koşturur fazilete,
Tam İlmihal kitabı.
İlim istersen eğer,
Okunmalı beraber,
Nakle verir çok değer
Tam İlmihal kitabı.
Okuyan eder hayret,
Görülür onda gayret,
Ediyor hakka davet,
Tam İlmihal kitabı.
Dağıldı ilden ile,
Duyuldu dilden dile,
Dolaştı elden ele,
Tam İlmihal kitabı.
Yayılır güzel sözler,
Nurlanır bütün yüzler,
Ehl-i sünneti izler,
Tam İlmihal kitabı.
Basiretle baktırır,
Bid’atleri yıktırır,
Meşaleler yaktırır,
Tam İlmihal kitabı.
Her yerde, her devirde,
Deva olur her derde,
Kaldırır gözden perde,
Tam İlmihal kitabı.
Dini doğru bildirir,
Kalbden pası sildirir,
Son nefeste güldürür,
Tam İlmihal kitabı.
Gerçekleşsin hayâlim,
Okunmalı sağ sâlim,
Evimizde bir âlim,
Tam İlmihal kitabı.
Kötülenir ne diye,
Sapıklara reddiye,
En güzel bir hediye,
Tam İlmihal kitabı.
Ömrünü etme heder!
Bırakmaz kalbde keder,
Vesikayla nakleder,
Tam İlmihal kitabı.
Bir meltem gibi eser,
Sıkıntıları keser,
Bulunmaz bir şaheser,
Tam İlmihal kitabı.
Sefa Koyuncu
Şâfiî'ye uyuluyor iftirası
Sual: Bir hoca, (Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri Şâfiî olduğu için, Tam İlmihal kitabında Şâfiî'nin hükümleri esas alınıyor) diyor. Her konuda mı, yoksa bazı konularda mı Şâfiî mezhebi esas alınıyor?
CEVAP
Hiçbir konuda Şâfiî mezhebi esas alınmıyor. O kitap, Hanefî mezhebine göre yazılmıştır. Bu söylenti tamamen yanlıştır. O hoca, bizzat incelememiştir. Kendisine yanlış bilgi verildiği için öyle söylüyor. Eğer incelemiş olsaydı, bu kadar yanlış şey söyleyemezdi. Birkaç örnek verelim:
1- Şâfiî’de Ettehıyyatü okurken şehadet parmağını kaldırmak sünnet iken, Tam İlmihal’de, Hanefî’de parmak kaldırılmaması gerektiğine dair, fıkıh kitaplarından birçok delil bildirilmiştir. Şâfiî mezhebine uygun yazılsaydı, (Teşehhütte parmak kaldırmak sünnettir) denirdi. Denmediğine göre, hocanın söylediği tamamen yanlıştır.
2- Şâfiî'de çıplak ayakla namaz kılmak sünnettir. Tam İlmihal’de çıplak ayakla kılınmaması gerektiğini bildiren birçok delil zikredilmiştir. Şâfiî mezhebine uygun yazılsaydı, (Çıplak ayakla namaz kılmak sünnettir) denirdi.
3- Şâfiî'de, sünnetle farz ve farzla sünnet arasında bazı duaları okumak sünnettir. Tam İlmihal’de, (Farzla sünnet arasında Hanefî’de konuşmak ve dua okumak sünnete zarar verir) deniyor. Şâfiî mezhebi esas alınsaydı, dua okununca, (Sünneti iade etmek gerekir) denmezdi.
4- Şâfiî'de, namaz içindeki tekbirlerde elleri kulaklara kaldırmak sünnet, Hanefî’de ise mekruhtur. Şâfiî mezhebine göre yazılsaydı, Tam İlmihal’de, (Elleri kulaklara kaldırmak mekruhtur) denmezdi.
5- İmamın arkasında Fatiha okumak, Şâfiî’de farzdır. Şâfiî mezhebi esas alınsaydı (Hanefî’de, imam arkasında Fâtiha okumak tahrimen mekruhtur) denmezdi.
6- Gusülde ağzı yıkamak, Hanefî'de farzdır. Şâfiî'de farz değildir. Tam İlmihal’de, (Gusülde ağız yıkanmazsa, gusül sahih olmaz) deniyor ve bu husus delillerle ispat ediliyor. Şâfiî mezhebi esas alınsaydı, (Diş dolgusu gusle manidir) denmezdi. Hoca, dolduruluşa gelerek, (Şâfiî mezhebi esas alınıyor) diyor. Bunun ne kadar yanlış olduğu bu örneklerden rahatça anlaşılıyor.
7- Kaza namazı borcu olanın terk edilmiş sünnetleri kılması dört mezhepte de caiz değildir. Fevt edilen namaz borcu varken de, sünnet kılması üç mezhepte caiz değildir, Hanefî’de ise, sünnet kılması evladır. Evla olduğu Tam İlmihal’de de yazılıdır. Şâfiî mezhebi esas alınsaydı, (Fevt edilen yani bir özürle kazaya kalan namaz borcu varken, sünnetleri kılmayın) denirdi. Hâlbuki (Fevt edilen kaza namazı varken, sünnet kılmak evladır) deniyor.
Hanefî kitaplarında (Fevt edilen, yani bir mazeretle kaçırılan kaza namazı varken, sünnetleri kılmak evladır) denirken, piyasadaki bazı art niyetli kimseler, evla kelimesini değiştirip (Sünnet kılmak lazımdır) diyorlar. Hâlbuki lazım olduğunu söyleyen hiçbir Hanefî kitabı yoktur. Terk etmekle fevt etmek farklı iken ikisini aynı kefeye koyanlar az değildir. Muteber kitapları esas almayıp kendi görüşlerini söyleyen böyle cahillere itibar edilmemelidir.
Çok önemli bir kitap
Sual: Dinimiz hakkında alt yapı kazanmak için hangi konularda, hangi kitapları okumak gerekir?
CEVAP
Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye kitabında, kelam, fıkıh, tasavvuf, tefsir, hadis, siyer-i nebi, İslam medeniyeti gibi her konuda Ehl-i sünnete uygun yeterli bilgi vardır. İman, ibadet, ahlak gibi konular herkesin anlayacağı şekilde işlenmiştir. Çok kitap okuyan çok hata eder. Bu kitabı okuyan sadece alt yapı değil, üst yapı da kazanır. Çünkü merhum hocamız, (Bu kitabı okuyup anlayan âlim, tatbik eden evliya olur) buyurmuştur.
.
Hangi kitaba itibar edilir?
|
Sual: Bir din kitabına itibar edebilmek için, mutlaka önceki asırlarda yazılmış kitaplardan nakli esas alması mı gerekir? Bu kitaplarla günümüzde yazılanların farkı ne?
CEVAP
II. Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesiyle, din işlerine de fesat karıştı. İttihatçı olan din cahilleri ve masonlar, din işlerinde yüksek mevkilere getirildi. İlk iş olarak, Abdülhamid Han’ın son şeyhülislamıMuhammed Ziyaüddin efendi, vazifesinden alındı. Bu yüksek makama, 1910’da Musa Kazım getirildi. Bu zat, ittihatçı ve masondu. Bunun gibi, İslamiyet’e uymayan hareketlerinden ve dine aykırı yazılarından dolayı Abdülhamid Han tarafından uzaklaştırılmış olan bölücü kimseler, İstanbul’a getirilip, kendilerine din işlerinde vazifeler verildi. Bu cahil ve partizan kimseler, bozuk, sapık din kitaplarının yazılmasına, yayılmasına önayak oldular.
II. Abdülhamid Han zamanında yazılan din kitapları, bir ilim heyeti tarafından tetkik edilirdi. Tasdik edilip, izin verilenler bastırılırdı. Bunun için, o tarihlerde basılan din kitaplarına güvenilir. 1909’dan sonra din kitapları, yetkili âlimler tarafından kontrol edilmez oldu. İşte bunun için, bu kitaplardan, ancak vesika vererek, salih kimseler tarafından nakledilen bilgilere güvenilir. Mezhepsizlerin, kendi kafalarına göre yazdıkları, eksik ve yanlış naklettikleri yazıları ve bozuk kitapları okumak caiz olmaz.
İlk kıyas yapan
|
Sual: Dinî konuda yorum ve kıyas yapabilir miyiz? İlk kıyası kim yapmıştır?
CEVAP
Eskiden müctehid imamlar, usulüne uygun kıyas yapıyorlardı. Yani dinin emirlerini açıklıyorlardı. Günümüzde müctehid olmadığı için dinde yorum ve kıyas yapmak çok tehlikelidir. Bugünkü kıyaslar, dini değiştirmek olur. Binlerce farklı görüşlerin meydana çıkmasına yol açar. Dinde anarşi meydana gelir. Zaten günümüzde, eski âlimlerin hata ettiği söylenerek, her gün dinî bir mesele sorgulanarak bu anarşi körüklenmektedir. Piyasada birbirini tutmayan binlerce kitap vardır. Hepsi de, yanlış kıyas ve yorumlardan meydana çıkmıştır. İbni Abbas hazretleri, (İlk kıyas yapan İblis’tir. Kıyası da yanlıştır. Kendi görüşüyle dinde kıyas yapan, şeytanın dostu olur) buyuruyor. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ, İblis’e “[Âdem aleyhisselam istikametinde bana] secde et emrime, niçin uymadın?” buyurunca, İblis, “Ben, ondan hayırlıyım, çünkü beni ateşten, onu [Âdem aleyhisselamı]çamurdan yarattın” dedi.) [Araf 12]
İblis, ateşin, topraktan daha hayırlı olduğunu sanmış, yanlış kıyas yapmıştır. Hâlbuki Allahü teâlâ, toprağı ateşten üstün yaratmıştır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kendi görüşünüze göre dinde kıyas yapmayın! Çünkü din, kıyas kabul etmez. İlk kıyas yapan İblis’tir.) [Deylemi]
(Dini akılla ölçmek kadar zararlı şey yoktur. Böylece helâle haram, harama da helâl denmiş olur.) [Taberani]
İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
Dinin hükümlerini kendi aklıyla anlamak ve aklı ona rehber etmek isteyen, peygamberliğe inanmamış olur. Onunla konuşmak akıl işi değildir. (1/214)
İbadetlerde kıyas
Sual: Birbirine çok benzeyen iki dinî meseleyi birbirine kıyas edip, bir hükme varabilir miyiz?
CEVAP
İki mesele birbirine çok benzese de, biz kıyas edemeyiz. Kıyası ancak müctehid âlim yapar. Müctehid âlim de, nassa dayanır. Nassız kıyas olmaz. İmam-ı a’zam hazretleri, buna şu üç örneği veriyor:
1- Namaz, oruçtan daha önemli iken, hayzlı kadın kılmadığı namazları kaza etmez, fakat tutmadığı oruçları kaza eder. Kıyasla olsaydı, namazlar kaza edilir; oruçlar kaza edilmezdi.
2- İdrar, meniden daha pistir, idrar çıkınca abdest almak yeter, meni çıkınca gusül de gerekir. Kıyasla olsaydı, meni çıkınca değil, idrar çıkınca gusletmek gerekirdi.
3- Kadın, erkeğe göre daha zayıftır; ama dinimize göre mirasta kadın, erkeğin yarısını alır. Eğer kıyasla olsaydı, bunun tersi olurdu. Kadın zayıf olduğu için, ona iki, erkeğe bir hisse verilirdi.
Birkaç örnek daha:
1- İmamın okuduğu Fatiha’ya âmin demek namazı bozmazken, başkasının okuduğu Fatiha’ya âmin demek bozar.
2- Namazda birinin emriyle sağa sola gitmek namazı bozar, fakat biri, kıbleye tam duramamışsa, bunu gören birinin (Biraz sağa, biraz sola dön) sözüne uyarsa namazı bozulmaz.
3- Kıbleye doğru namaz kılmak farzdır, fakat bir kimse, gerekli araştırmayı yaparak tam ters yöne dursa, namazı sahih olur. Araştırmadan kıbleye doğru dönüp kılsa, namazı sahih olmaz.
4- Oruçlu biri, imsak vaktinden önce veya sonra ihtilam olsa, herhangi bir sebeple yıkanamasa, tuttuğu oruç sahih olur. Cünüp durma, namaz kılamama günahı ayrıdır. Böyle sebeplerle cünübün oruç tutması sahih olduğu hâlde, hayzlının oruç tutması haram olur.
5- Bir salih mümin deniz üstünde yürüse keramet ehli denir, fakat bunu fâsık veya kâfir yaparsa, onun yaptığına keramet denmez, istidraç veya sihir denir.
Hazret-i Ali de, (Din, nakle dayanır. Akılla, kıyasla olsaydı, mestin üstünü değil, altını mesh ederdim. Hâlbuki Resulullah mestin üstünü mesh ederdi) buyuruyor.
İslamiyet’te aklın ermediği şey çoktur, ama selim akla uymayan bir şey yoktur. Âhiret bilgileri, Allahü teâlânın beğenip beğenmediği şeyler ve Ona ibadet şekilleri, aklın çerçevesi içinde olsaydı ve akılla doğru olarak bilinebilseydi, peygamber gönderilmesine lüzum kalmazdı. İnsanlar, dünya ve âhiret saadetini kendileri bulabilir ve hâşâ, peygamberler lüzumsuz gönderilmiş olurdu. (S. Ebediyye)
|
Nakli esas almak
|
Sual: Dinde nakli esas almak ne demektir?
CEVAP
Nakli esas almak, hakiki İslam âlimlerinin kitaplarından, kendi yorumunu katmadan nakletmek demektir. Şu ayetten şöyle anlıyorum, şu hadisten şöyle anlıyorum diye kaynak göstermesi geçersiz olur. Buna, nakli değil kendi aklını, kendi bilgisini esas almak denir. Yani âyet ve hadisten kendi anladığını yazmak nakil değildir. Müctehid olmayanların âyet-i kerimeye mana vermesi doğru olmaz. Bir hadis-i şerif meali:
(Kur’an-ı kerimi kendi görüşüyle açıklayan, verdiği mâna doğru olsa bile mutlaka hata etmiştir.) [Nesai]
Berika’da bildiriliyor ki:
Bir kimse, kendi görüşüne göre Kur’an-ı kerime mânâ verse, verdiği mânâ doğru olsa da, meşru yoldan çıkarmadığı için, hata etmiş olur. Verdiği mânâ yanlış ise kâfir olur.
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Kur’an-ı kerimi kendi görüşüne göre tefsir eden kâfir olur.)[Mektubat-ı Rabbani]
İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
Kitaptan ve sünnetten bizim ve sizin anladıklarımızın hiç kıymeti yoktur. Ehl-i sünnet âlimlerinin anladıklarına uymak lazımdır. Bizim anladıklarımız, Ehl-i sünnet âlimlerinin anladıklarına uymuyorsa, hiç kıymeti olmaz; çünkü her bidat sahibi ve doğru yoldan kayarak dalalete düşenler, sapık bilgilerini ve bozuk işlerini, Kur’an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden anladıklarını ve bu iki kaynaktan çıkardıklarını söylemektedirler. Bu sözleri çok yanlış ve haksızdır. (1/157)
Dört mezhep imamından sonra, hiçbir âlim, mutlak müctehid olduğunu iddia etmedi. Müctehid âlimler, asr-ı saadette, Sahabe-i kiramın zamanında, Tâbiin ve Tebe-i tâbiin devrinde bulunuyor, sohbet bereketiyle yetişiyordu. Zaman ilerleyip, fikirler bozulup, bid’atler çoğalınca, böyle kıymetli zatlar azaldı, hicri dördüncü asırdan sonra, bu vasfa malik bir âlim ortada kalmadı. (Mizan-ül-kübra, Redd-ül-muhtar, Hadika)
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 12 ziyaretçi (37 klik) kişi burdaydı!
|
|
|
|
Bugün 672 ziyaretçi (1698 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|