5023553cankiri_tas_mescid

ONUR AKDOĞAN*

 

 

2.1. EFSANELER

Efsane Farsça kökenli bir kelimedir ve Türkçe’ye de Farsça’dan aktarılmıştır. Farsça’da efsane ile beraber “fesane” ifadesi de kullanılmaktadır. Arapça’da ise efsane, “ustûre” kelimesinde kullanım alanı bulmaktadır. Batı dillerinde ise, Latince’ “legendus”, İngilizce’de “legend”, Yunanca’da “mitos-mit” kelimeleri ile efsane kelimesi karşılanmaktadır. [1]

Türk Dil Kurumu tarafından yayımlanan Türkçe Sözlük baskısında efsane şöyle tarif edilmektedir: “Eski çağlardan beri söylenegelen, olağanüstü varlıkları, olayları konu edinen hayalî hikâye, söylence.” Saim Sakaoğlu, DİA, Halk Edebiyatı maddesinde efsaneyi şöyle tanımlamaktadır: “Bir olay, yer veya adla ilgili inanışı dile getiren veya bunların ortaya çıkış sebebini açıklayan olağanüstü özelliklere sahip kısa anlatmalardır.” Anonim Türk Halk Edebiyatı Nesri kitabında Erman Artun, “Efsane, gerçek veya hayalî belli kişi, olay veya yer hakkında anlatılan bir hikâyedir”demektedir. İsmail Görkem, Elazığ Efsaneleri İnceleme-Metinler adlı basılmış yüksek lisans tezinde efsane için şu tanımı yapmaktadır: “Şahıs, yer ve hadiselerle ilgili olarak anlatılan, esas vasfı inandırıcılık olup, belirli bir üslubu ve şekli olmayan; şahıs ve hadiselerle ilgili olanlarında olağanüstü vasıflar görülebilen, bazılarının kaynakları çok eskilere dayanan anonim halk edebiyatının bir türü.”[2]

Halk edebiyatının anlatmaya dayanan türleri arasında yer alan efsaneler, “dinî, inandırıcı ve olağanüstü” özelliklere sahip kısa hikâyelerdir. Daha çok, “muayyen varlık (canlı-cansız), olay veya yer” hakkında anlatılan efsanelerin, ister gerçek isterse hayalî olsun, inandırıcılık yanı mutlaka vardır ve bununla dinleyicilere bir mesaj iletme veya hisse çıkarma amacı güdülür. Böylece efsanelerde, gerçek hayatla hayal dünyamızın iç içe girdiği görülür.[3]

Bu başlık altında Çankırı şehri için öne çıkan efsaneler aşağıda verilmeye çalışılacaktır.

2.1.1. Kadit Olun

Halk arasındaki bir anlatıya göre Emir Karatekin Bey Çankırı’yı fethederken düşman, ordularını sıkıştırmış. Bunun üzerine Taşmescit’te bulunan dervişlerden yardım istemiş. Ancak dervişler: “Biz şimdi helva yapıyoruz, gelemeyiz” demişler. Emir Karatekin Bey de beddua ederek: “İlahi, kadit olun!” demiş. Emir Karatekin’in bedduasıyla hepsi oracıkta ölmüş ve o gün bu gündür toprağa gömülmemişler. Bu kaditlerin olduğu yerde helva kazanları ve kepçeler de bulunmaktadır.[4]

2.1.2. Yaralı Asker Balıklarıfft16_mf3591292 (1)

Atkaracalar’ın Ilıpınar Köyü’nde asker balıkları bulunmaktadır. Balıkların bulunduğu havuz iki kısımdan oluşmakta ve bu havuzda iki çeşit balık bulunmaktadır. Bunların bir kısmı siyah, bir kısmı da yeşil renktedir. Yeşil renktekiler daha diptedir ve bunlar asla birbirine karışmaz. Balıkların nerden geldiği bilinmemektedir. Ancak 600- 700 sene öncesine dayandığı tahmin ediliyor. Su ürünleri mühendisleri yaptıkları araştırmalar sonunda 400 m derinlikten gelip, çeşitli topraklara karışarak buraya geldiğini söylemektedirler. Bu havuzun suyu özeldir. Sedef ve mantar hastalığına, el ve kol ağrılarına iyi gelmekte, saçlara parlaklık kazandırmaktadır. [5]

Atkaracalar’a tayini çıkan bir memur altı aylık balıkları tutmak istemiş. Ona balıkların kutsal olduğu ve tutulmaması gerektiği söylenmesine rağmen o dinlememiş. Birkaç balık tutarak evine gitmiş. Anlatılanlara göre akşama eşi balıkları kızartmaya çalışmış, ancak balıklar tavadan kaybolmuş. Balıkları tutan kişi aynı gece vefat etmiş. Eşinin vefatından sonra hanımı yirmi sene boyunca Atkaracalar’a gelip kurban kesmiş. Köylülerin anlattığına göre buradaki balıklar ne çoğalır ne de azalır. Yıl içerisinde bir iki tane balık ölümü gerçekleşir. Ölen balıkları kedi ve köpekler asla yemezler. Bu balıklar gölün yakınlarında bir yere gömülür.[6]

Hocahasan Köyü Kalkındırma ve Yardımlaşma Derneği web sitesinde şu bilgilere yer verilmektedir.

Köylülerden 50 yaşındaki Ahmet Öztürk, köylerinin bilinen tarihinin 400 yıl kadar olduğunu belirtti. O tarihten bu yana bu balıkların kutsallığına inanıldığını ifade eden Öztürk, özellikle Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarında buradaki balıkların sayısında önemli oranda düşüş olduğunu, savaş bittiğinde ise tekrar aynı sayıya geldiklerini ifade etti. Balıkların tekrar çoğaldıklarında vücutlarının çeşitli yerlerinde yaralar meydana gelmesi nedeniyle o günden bu yana savaşa gidip geldiğinin söylendiğini bildiren Öztürk, aynı olayın Kıbrıs çıkartmasında da yaşandığını savundu.

Ahmet Öztürk’ün babası 70 yaşındaki Recep Öztürk ise riyayetlerle ilgili şöyle konuştu: “Ben çocukken Atkaracalar’da nahiye müdürü olarak görev yapan biri balıkların kutsallığına inanmayarak buradan 5-6 adet balık tutup, eve pişirmek için götürdü. Balıklar ortadan kayboldu ve nahiye müdürü birkaç gün içinde öldü. Müdürün eşi ise kocasının ölümünün bu balıklardan kaynaklandığına inanarak her yıl bu köye gelerek balıkları ziyaret etti.” Öztürk, asker balıkların cinsinin sazan ve alabalığa benzemesine rağmen bunlardan farklı olduğunu, araştırmalarla bu balıkların Hazreti İbrahim’in ateşe atıldığı yer olarak bilinen olan Balıklı Göl’deki balıklarla benzer özellik taşıdığını öğrendiklerini kaydetti.

Asker balıkların sayısının sürekli aynı kalmasının dikkati çektiğini söyleyen Öztürk, uzun süredir havuzda 600 dolayında balığın olduğunu ve dengenin bozulmadığını bildirdi. Öztürk, ölen balıkları kedi veya köpeklerin yemediğini, bu nedenle ölenleri yakın bir yerde gömdüklerini ifade etti. [7]

2.1.3. Kara Dede ve Tahta Kılıç

Kullar Köyü Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği web sitesinde şu bilgilere yer verilmektedir.

“Türbe, Kullar Köyü’nde, Dedeyakası mevkiindedir. Bu türbenin Kara Dede namında bir zata ait olduğu söyleniyor. Yanında iki mezar daha vardır. Fakat kimlikleri bilinmemektedir. Köylülerle sık sık görüşerek yaptığım sohbetlerin birinde, köye bir ailenin Bağdat’tan geldiği söylenmiştir. Efsanede adı geçen Kara Dede’nin ve Tahta Kılıç’ın esrarı, zannederim bu aile ile yakından ilgilidir. Kullar Köyü’nde Kara Dede Mescidi adıyla yeni bir mescit yapılmış. Köye gelenler mutlaka bu mescidi ziyaret ederler. Bu mescidin bir özelliği de “Tahta Kılıç”ın bulunmasıdır. Tahta Kılıç’ın Kara Dede’nin kılıcı olduğu söylenmektedir. Köylüler, Kara Dede ve bu kılıç hakkında sınırlı bilgiler vermektedir. Kılıcın nasıl Kara Dede’ye geldiği ya da kendi yapmış ise bu konudaki bilgilere ulaşılamamaktadır. Ayrıca eskiden Kayabaşı Çeşmesi’nde, suyun içinde ıslatılmış olarak beklemekte olan Tahta kılıç, daha sonra çeşmemin köye taşınmasıyla, mescide konulmuştur.

Köyde kuraklık olup yağmur yağmadığı zamanlar, Tahta Kılıç suya konularak ıslatılır. Daha sonra Dedeyakası’nda bulunan Kara Dede Türbesi’ne çıkılır. Yağmur duası yapılır. Tahta Kılıç ıslatılıp da yağmur duasına çıkılırsa, mutlaka yağmur yağacağına inanılır. Bu durumda kesin olarak yağmur yağdığı köylülerce söylenmektedir.

Memlekette bir savaş felaketi çıktığında, Tahta Kılıç’ın da bu savaşlara katıldığına inanılmaktadır. Halk içinde kulaktan kulağa anlatıla gelen bir rivayete göre Birinci Dünya Savaşı’nda Tahta Kılıç ve Kara Dede’nin savaştığı söylenmektedir. Bu konuda anlatılanlara bakılırsa, Kullar Deresi’nde köyün altında bulunan Kuru Dere’de- tam savaş anında Kara Dede, Tahta Kılıç’ı eline almış; bir ata binerek derede bir o yana, bir bu yana atı sürmüş ve bir yandan da kılıç sallıyormuş. Daha sonra kılıçta kanlar belirmiş. Bir müddet böyle devam ettikten sonra Kara Dede köye dönmüş. Tahta Kılıç ise kanlar içindeymiş.” [8] 

2.1.4. Eldivan’da Gelin Kayası Efsanesi

Çankırı Araştırmaları sitesinde şu bilgilere yer verilmektedir.

“Savaş zamanı yapılan bir düğünde gelin alayını oluşturan seymenler ve bu alayın önünde giden evliya bir zat, Çankırı istikametine doğru gelini götürüyorlarmış. Düşman istilası karşısında zor durumda kalmışlar. Gelin alayının önündeki evliya ellerini açıp dua etmiş “Allah’ım bizi düşman eline verme de ya taş et ya da kuş” diye. O sırada gelin alayı tamamen taş kesilmiş. 

Kayalar zamanla aşınmış, ancak dikkatli bakılacak olursa taşların yönü hep bir tarafa, Çankırı istikametine doğru bakıyor. İlginç olan bir şey de bölgede her yerin toprak yalnız buranın kayalık olmasıdır. Büyük kaya ve küçük kaya olmak üzere kayalar iki gruptan oluşur. Gelin alayının devamı olan kısma halk küçük kaya ismini vermiştir. 

Bu kayaların üzerinde bir tekke bulunur ve bu tekkeye her yıl kurban kesilir. Köy halkı evliyaya yatır ismiyle hitap etmektedir. Ayrıca bu tekkeden asla taş alınmaz. Ali Gümüş’ün anlattığına göre halası yıllar önce bu tekkeden kırmızı bir taş almış ve o anda ayağına yılan dolanmış. Taşı bıraktığı anda yılan da onun ayağını bırakmış.

Köy halkı gelin kayasına çok önem vermektedir. Yağmur duası için evliyanın bulunduğu tepeye çıkılır ve burada kurbanlar kesilir. Yolu izi olmadığı için gelin alayı buraya gelmez, yani düğünlerde buraya çıkılmaz.

Kayaların önünde ağıllar vardır ve burada hayvancılık yapılır. Halk buradaki evliyanın hayvanları koruduğuna inanır. Ağıllara koyunlarını bırakır ve gönül rahatlığı ile köydeki yaren eğlencelerine katılır. “Allah ile dedeye emanet hayvanlarımız” derler ve onlara göre dede hayvanları korur. Ancak buraların temiz tutulması gerekir. Köy halkına göre burası temiz tutulmadığı zaman bazı esrarengiz olaylarla karşılaşılır. Mesela burada yalnız kalan insanların peri kızları gördüğü söylenir.”[9]

2.1.5. Paşa Sultan Efsanesi

Çankırı’nın Orta ilçesi halkı ve civar köy halkları arasında yaygın olarak anlatıla gelen rivayetlere göre; Osmanlı Devleti Padişahı Yıldırım Beyazıt ile Timur İmparatorluğu arasında yapılan Ankara savaşında ve savaşın olduğu Çubuk ovasında, Osmanlı ordusundan yaralı olarak bu bölgeye kadar erişebilen ve bu yüksek tepede şehit düşen bir Osmanlı Paşası olduğu anlatılmaktadır. Yine aynı rivayetlerde, türbenin bulunduğu tepenin eteğindeki dere kenarında Ağlar Kaya denilen yerde, kayalar arasından çıkan suyun, bu Osmanlı paşasının kızının ağlaya ağlaya akıttığı gözyaşları olduğu söylenmektedir. Türbe, üstü kapalı(çatılı) olmakla birlikte etrafında çakıl taşlarından gelişigüzel örülmüş bir duvar bulunmaktadır. Bu duvarın etrafında koyun ve sığır sürüleri üç kez dolaştırılır. Türbenin yanı başında bulunan kuyu suyundan da üzerlerine serpilirse, hayvanların salgın hastalıklardan kurtulacaklarına ve korunacaklarına ait yaygın bir inanç vardır.[10]

2.1.6. Çam Sultan

Çankırı’da Aşağı Yanlar Köyü’nü biraz geçtikten sonra, eski değirmenin tam üzerinde bir su çıkar ve bu suyun başında büyük bir çam ağacı vardır. Büyüklerimiz Çam Dede isminde bir mübarek zatın orada yattığını bize söylerlerdi. Bir gün o civardan birkaç kişi kendilerine kışlık odun sağlamak amacıyla çamı kesmeye niyetlenip çam ağacının yanına gelmişler. Bu kişiler çama birkaç defa balta vurmuş ama her vurdukları baltanın kendilerine döndüğünü görmüşler. Bunun üzerine korku ve acı içinde çam ağacının yanından uzaklaşmışlar.[11]

2.1.7. Sallocu Amca

Bu olayı babam bize anlatırdı. Dedemin zamanında, Sallocu isminde bir amca varmış. Bu Sallocu amca, Cuma günleri sela ile Cuma ezanı arasında sallo sallo diye asasını vura vura Çankırı’nın eski ticaret merkezi olan yukarı pazarda gezermiş. Bu şekilde insanların Cuma namazına hazırlanması için uyarıda bulunurmuş. Yukarı pazar dediğimiz yer o zamanlar kale altı idi. Özellikle demirci arastasındaki insanlarla muhabbet edermiş. Dedem Demirci Ömer ustada Sallocu amca ile çok samimiymiş. Sallocu amca elinde gaz lambası ile gelir kendine yetecek kadar gazı doldurur gidermiş. Sene 1949 civarında Sallocu amca, dedemin yanına geliyor. Ve dedeme “Ömer usta bugün sana kahve ısmarlamak istiyorum, her zaman sen ısmarlıyorsun bugün de ben sana kahve ısmarlamak istiyorum” diyor. Dedem ise, “bugün çocuklara haftalık dağıtacağım ve yetişmesi gereken işler var” diyormuş. Sallocu amca ise ısrarla bugün seni götüreceğim ve çocuklara da izin ver diyor. Ve dedemle beraber Asmalı isminde bir kahveye gidiyorlar. Kahveler gelip bir yudum aldıktan sonra, zelzele başlıyor. Dedem biranda kalkıyor ve evine bakmak için gitmek istiyor. Sallocu amca ise oturmasını ve evine bir şeyin olmadığını söylüyor. Önce kahvelerimizi içelim daha sonra beraber gider bakarız diyor ve dedemi zorla oturtuyor. Kahveler bitince önce dükkana gidiyorlar ve bakıyorlar ki baca komple ocağın üstüne düşmüş.[12]

2.2. MENKIBELER

Menkıbe (Menkabe), “Çoğu tanınmış veya tarihe geçmiş kimselerin ahvaline ait hikayeler”“Din büyüklerinin veya tarihe geçmiş ünlü kimselerin yaşamları ve olağanüstü davranışlarıyla ilgili hikaye” anlamlarına gelir. Ahmet Yasar Ocak, menkıbelerin ortaya çıkışı ve içerikleri hakkında şu bilgileri vermektedir: “İslam dünyasında IX. yüzyıldan itibaren tasavvuf cereyanının görülmeye başladığı, XI. yüzyıldan beri de tarikatların teşekkül ettiği malumdur. Bu gelişmeye paralel olarak, bir velinin kerametlerini anlatan kısa hikayeler demek olan menkabeler yavaş yavaş ortaya çıkmıştır. Bunlar ilk önce tasavvufi tabakat kitaplarında ve evliya tezkirelerinde yer almıştır. Muhtemelen XIII. Yüzyıldan başlayarak tek bir veli hakkındaki menkabeleri toplayan ve kendilerine “Menakıb, Menakıbname” veya bazen de “Vilayetname” denilen müstakil eserler doğmuş, “Arapça, Farsça veya Türkçe gibi çeşitli dillerde yazılıp İslam aleminin her tarafında okunur olmuşlardır” XIII. yüzyıllarda Anadolu’da faaliyet gösteren Mevlevilik, Kadirilik, Rifailik, Vefailik vb. tarikat çevrelerinde ün salmış büyük pirlerin ve şeyhlerin adına birtakım menakıbnameler tertip edilmiştir. Bu eserler, dönemlerindeki Anadolu’nun iç durumunu, şehir hayat ve teşkilatını, farklı sosyal tabakaları ve bunlar arasındaki ilişkileri, ekonomik hayatı, dini faaliyetleri, adet ve gelenekleri mükemmel şekilde aksettiren eserlerdir. Ülkemizde efsane terimleriyle birlikte “menkabe”, “menkıbe” terimleri de kullanılmaktadır. Fakat, araştırmacılarımız bu terimi daha ziyade din büyüklerinin maceraları, kerametleri etrafında oluşan anlatmalara karşılık olarak kullanmaktadır.[13]

Bu açıklamalardan sonra, Çankırı şehri için öne çıkan menkıbeler aşağıda verilmeye çalışılacaktır.

2.2.1. Çare Baba

Çare Baba, Çankırı halkı arasında daha çok türbesi ile bilinen ve ziyaret edilen, şehrin manevi kıymetlerinden biridir. Türbesi, Çankırı Merkez’de İmraniye Camii karşısında açık bir alanda bulunmaktadır. Biri büyük boyutta, ikisi küçük boyutta mermerden yapılmış üç mezar vardır. Bu kabirlerde Çare Baba ve ailesinin yattığına inanılmaktadır. Çankırı halkı arasındaki inanca göre Çare Baba, Amme Suresi’ni çok severmiş. Çeşitli dilekleri olanlar Amme Suresi’ni otuz dokuz kere evde, kırkıncısını da türbede okurlar. Bu sayede dileklerin kabul olacağına inanılır. Eskiden dilekleri olanlar türbenin yanında mum yakarlarmış. Günümüzde bu uygulama yapılmamaktadır.[14]

Ayrıca halk arasında, Çare Baba’nın müzik ile uğraştığı ve nota bilgisinin çok iyi olduğu da söylenilmektedir.

2.2.2. İki Derviş   

Ilgaz ilçesinde bulunan Kayı Camii’nin inşası ile ilgili bir anlatıya göre Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) “İstanbul’u fetheden asker ne güzel askerdir” diyerek İstanbul’un fethini vasiyet edince Arap hükümdarları her yıl İstanbul’a bilgi toplamak için adam gönderirlermiş. Bu kişiler de genellikle dervişler olurmuş. Bu dervişler aylar süren yolculuklarında Ilgaz güzergâhını kullanırlarmış. Yine bir yıl İstanbul’a giden Şeyh Muharrem ve Şeyh Mahmut isimli iki dervişin yolu Kayı Köyüne uğramış. Kayı köyü o zamanlar Oğuz Türklerinin Kayı boyundan göç edenlerin oturduğu beş-altı haneli küçük bir köymüş ve camisi yokmuş. Dervişler köylülere niçin camilerinin olmadığını sorunca, “Beş-altı haneyiz şu sıralar ihtiyaç az, imkânımız da yok” demişler. Dervişler ne olursa olsun Müslüman bir köyde cami olması gerektiğini söyleyince köylüler yakında yaparız diyerek dervişleri uğurlamışlar. Dervişler, olayı takip için dönüşte yine köye uğramışlar. Caminin yapılmadığını görünce köylüleri ikna etmeye çalışmışlar. Köylüler yakında başlarız diyerek dervişlerin gitmesini beklemişler. Durumu anlayan dervişler topladıkları bilgileri memleketlerine arkadaşları ile göndererek köyde kalmışlar. Ancak bütün çalışmalarına rağmen köylüyü cami yapımına ikna edememişler. Köy halkı bir gün sabaha karşı Ilgaz dağlarından gelen kağnı gıcırtıları ile uyanmış. Pencerelerinden bakınca gördükleri manzara karşısında şaşırmışlar. Şeyh Muharrem’le Şeyh Mahmut kağnı arabalarına geyikleri koşmuş tomruk ve taş çektiriyorlarmış. Sadece ikisi çalışarak ve yardım istemeden camiyi bitirmişler. Köylüler olaylar karşısında dervişlerden utanarak onları memleketlerine göndermemişler. Şeyh Muharrem’in türbesi caminin yanında yapılmış. Şeyh Mahmut ise köylüye kızdığından ölünce Kayı köyünde defnedilmemeyi vasiyet etmiş. Kayı köyünün girişindeki türbede ise Şeyh Davut’un oğlunun ve kızının mezarları olduğuna inanılmaktadır.[15]

Şeyh Mahmut ile ilgili bir anlatıya göre; Şeyh Mahmut, anlatıya göre vefat etmeden önce öldüğü zaman Atkaracalar’dan üç kişinin geleceğini ve naaşını bu kişilere vermelerini köy halkına vasiyet etmiş. Şeyh Mahmut öldüğü zaman Atkaracalar’dan üç kişi gelmiş ve cenazeyi götüreceklerini söylemişler. Yöre halkı gelenlere cenazeyi teslim etmiş; ancak bir müddet sonra yaptıklarından pişman olup cenazeyi götürenlerin peşine düşmüşler. Onlara yetişince: “Bu cenaze bizimdir, cenazemizi geri verin” demişler. Ancak onlar da cenazeyi vermek istemeyince aralarında münakaşa çıkmış. Tam bu sırada Şeyh Mahmut, çıkan münakaşadan rahatsız olmuş ve canlanıp tabutundan kalkmış, bir kayayı kucaklamış. Bu durumdan korkan köylüler, Şeyh Mahmut’un kendilerine sinirlendiğini anlamışlar ve cenazeyi vermeye razı olmuşlar. Şeyh Mahmut’un kucakladığına inanılan kayaya günümüzde “kucaklama taşı” denmektedir. [16]

2.2.3. Savaşa Giden Esrarengiz Taşlar

Hacı Murad-ı Veli türbesinin başucunda 2 tane siyah, iki insan kafası büyüklükteki, dörtgen şeklindeki taşlar hakkında önemli bilgi veriliyor. Bu taşlar önceleri 3 tane imiş. Savaşta bunlardan birisi şehit olmuş. İstiklal Savaşına katılan Hacı Murad-ı Veli bu taşlarla çarpışmaya girişiyor, fakat birisi savaş sırasında şehit oluyor. İkisi tekrar savaştan dönüyor. Bu taşlarda bir keramet olduğuna inananlar vardır.[17]

2.2.4. Akkız Sultan

Akkız Çalısı Sokağı ile Mezarlık Caddesi’nin kesiştiği yerdedir. Çevresi Mezarlık Caddesinden 3 metre yükseklikte, kuzey ve batı yönlerde ise 30 cm yükseklikte duvarla çevrilidir. Girişi Akkız Çalısı Sokağı tarafından, demirden yapılmış avlu kapısı ile sağlanmaktadır. İçinde beş adet mezar bulunmaktadır. Mezar taşlarından ikisi kavuk şeklinde sona ermektedir. Bu mezarlardan birinde H.1290 (M.1873) tarihi okunmaktadır. Akkız Sultan’ın mezarı mozaik beton ile yeniden yapılmıştır. İki adet mezar taşı toprak içinde kaybolmak üzeredir. Halk arasında Akkız Sultan’ın keramet sahibi büyük bir kadın olduğuna inanılır. Türbeye ziyaretçiler, siğil hastalığına çare bulmak için gelirler. Ellerinde siğil olan hastalar abdestli olarak türbeye girerler. Türbenin yanında bulunan çalılardan küçük bir dalı hafifçe kırıp üç kere İhlâs, bir kere Fatiha surelerini okurlar. Dal kuruyup düşünce siğilinde yok olacağına inanılır.[18]

Oldukça gösterişsiz mezarıyla eski sivil mimari örnekleriyle dolu eski Çankırı’ya sıkışmış olmasına rağmen bambaşka bir meltem esiyordu orada. Mezarının hiçbir mimari ve dini özelliği olmamasına rağmen diğer örneklerin aksine bilinen bir kadın kişiydi. Çankırı öğretmenevinin görevli hanımı bildiğini, büyük bir ermiş kadın olduğunu söyledi. Çalıya dönüşmek için dua ettiği için mezarının bulunduğu yer akkız çalısı olarak bilinmekte. Akkız Sultan, kerâmet sahibi büyük bir kadındır. Üzüldüğünde dua edip bir çalıya dönüşmek istemiş.[19]

2.2.5. Müslüman Olan Papaz

Anlatıldığına göre keramet sahiplerinden olan Şeyh İsmail Rumi, evliyaullah ehlidir. Bir rivayete göre, İstanbul’da kaldığı süre içinde, yolu üzerinde bir kiliseden diğerine şarap taşıyan müslüman gençleri gören Şeyh İsmail Rumi “Ne taşıyorsunuz?” diye sorar. Gençler, şarap demeye çekinerek “Pekmez taşıyoruz” diye cevaplar. Şeyh İsmail Rumi, “Haydi pekmez olsun” karşılığını verir. Kiliseye getirilen şarabın tadına bakan papaz, fıçıda şarap yerine pekmez olduğunu görünce, “Bunu nereden aldınız?” diye sorar. Gençler, “Her zamanki yerden” cevabını verirler. Bunun üzerine yolda meydana gelen olayları Öğrenen papaz müslüman olur ve İslamiyeti seçer.[20]

2.2.6. Asa Suyu

Seydiköy’de “Asa Suyu” adı verilen kaynak suyunun Hacı Murad-ı Velî tarafından çıkarıldığına inanılmaktadır. Anlatıya göre Hacı Murad-ı Velî, bir gün gezerken abdest almak istemiş, çevresinde su göremeyince asasını yere vurmuş ve: “Ya mübarek çık, ben abdest alacağım” demiş. Bunun üzerine asasını vurduğu yerden su çıkmış. Günümüzde bu kaynak suyu çeşitli hastalıklara şifa bulmak için içilmektedir.[21]

2.2.7. Yoldaki Kavuk

Bu olay tahminim 50’li yıllarda yaşanmış. O zamanlar babam un fabrikasında çalışırken, beraber çalıştığı yerde çok saf ve temiz Mustafa isminde bir arkadaşı varmış. Aynı zamanda babamla Karaköprü’de bahçe komşularıydı. Bir gün beraber işe gelirken Hasan Abi ben bir rüya gördüm diyor. Babamda hayrolsun inşallah ne gördün Mustafa diye soruyor. Mustafa Abi; “Toprak Baba’yı gördüm rüyamda” bana, “Mustafa oğlum kavuğum düştü, kavuğumu yerine koy” diye söylediğini anlatmış babama. O gün Mustafa Abi kavuğu yerine koymayı unutmuş ve işe gitmiş. İkinci gün ise, yine aynı rüyayı görmüş. O gün de yine kavuğu yerine koymayı unutmuş. Üçüncü gün aynı rüyayı yine görmüş ve bu sefer rüyasında Toprak Baba “Mustafa oğlum senden kavuğumu koymanı istedim neden yapmadın oğlum” demiş. Bu konuşmadan sonrada Mustafa Abiye sert bir tokat vurmuş. Bu tokatın acısı ile Mustafa abi birden uyanmış ve hemen eşini de uyandırıp doğru Toprak Baba’nın mezarının yanına gitmişler. Yolun oraya düşmüş olan kavuğu alıp mezarın başına koymuşlar.[22]

2.2.8. Erkeğe de Kıza da Benzemeyen Yaratık

Anlatıya göre şeyhinin isteği üzerine Horasan’dan gelip bu yöreye yerleşmiştir. O zamanlar bu bölgeye Küpeli Bey adında bir Hıristiyan sahipmiş. Küpeli Bey’in hizmetkârları, Şeyh Mehmet’i görünce ona kim olduğunu sormuşlar. Şeyh Mehmet de keramet sahibi bir insan olduğunu, şeyhinin emri üzere bu bölgeye geldiğini anlatmış. Hizmetkârlar, durumu Küpeli Bey’e bildirmişler. Küpeli bey, bir at gönderip Şeyh Mehmet’i evine davet etmiş. O sıralarda Küpeli Bey’in hanımı erkeğe de kıza da benzemeyen bir yaratık doğurmuş. Küpeli Bey, Şeyh Mehmet’e: “Eğer sen keramet ehli biriysen bu doğanı düzelt; kız olursa senin, erkek olursa benim olsun” demiş. Şeyh Mehmet keramet gösterip doğan yaratığı, kız çocuğuna çevirmiş. Minnettar olan Küpeli Bey, Şeyh Mehmet’e Zeyve yöresini vakfetmiş. Yıllar sonra Şeyh Mehmet, Küpeli Bey’in kızıyla evlenmiş.[23]

2.2.9. Çatışmada Askere Yardım Eden Evliya

Şeyh Ömer’le ilgili diğer bir anlatıya göre Şeyh Ömer’in yaşadığı zamanlarda köyde “Abdullah” adında bir kişi askere gidecekmiş; ancak askerliğin sıkıntılarından korkuyormuş. Şeyh Ömer: “Oğlum, üzülme. Sıkılınca, darda kalınca beni düşün” demiş. Abdullah adındaki kişi, askerde düşmanlarla bir çatışmaya girmiş. Bir tarafında Yunan askerleri diğer tarafında koskoca bir ırmak varmış. Bu durumdan nasıl kurtulacağını düşünürken aklına Şeyh Ömer gelmiş ve ona rabıta yapmaya başlamış. Gözlerini açınca karşısında Şeyh Ömer’i görmüş, Şeyh Ömer, onu alıp ırmağın karşı kıyısına geçirmiş. Askerden dönünce hemen Şeyh Ömer’in evine gidip ona teşekkür etmiş. Şeyh Ömer de: “Oğlum benden bilme; Allah’tan bil!” demiş.[24]

2.2.10. Taş Olan İnsanlar

Köyün girişinde yöre halkının “gelin alayı” dedikleri sıra sıra kayalar bulunmaktadır. Anlatıya göre bir gelin alayı içki içerek ve davul, zurna çalarak köye doğru ilerliyormuş; bu durumdan rahatsız olan Şeyh Ahmet, kabrinden çıkıp gelin alayının önünü kesmiş ve durmalarını söylemiş. Ancak gelin alayındakiler aldırmayıp yollarına devam etmişler. Bunun üzerine Şeyh Ahmet’in elini kaldırmasıyla hepsi taş olmuş. Bu anlatıya dayanarak köyde düğünlerde davul, zurna çalınmadığını söylemektedir.[25]

2.2.11. Bitmeyen Şeker

Astarlızâde Mehmed Hilmi Efendi’nin gelini Hacı Sabiha Hanım, halkın sahiplenerek nitelediği Sabiha Anne’ye atfedilen bir hadise şu şekildedir.

Eyüp Gani’nin (35) anlattığına göre; Bir defasında biz çocuklarla beraber dergâha (Hilmi Efendi’nin evi) gitmiştik. Çocuklara şeker ikram edildi. O hane zaten hiç ikramsız olmazdı. Bizim Ahmet Efendi bir şeker aldı tabaktan. Oğlum Enes’te bende isterim o şekerden diye tutturdu. Hacı annem Zümriye ablaya “git o şekerden al getir”dedi. Zümriye ablada, “o şekerden kalmadı, hem çocuk ağlar ağlar susar” diye yanıt verdi. Hacı anne, “kızım git getir çocuk onu istiyor” deyince Zümriye abla poşeti Hacı anneye getirdi ve Hacı anne “Bismillah” deyip elini poşetin içine soktu ve o şekerden çıkardı.[26]

2.2.12. Şeyh Hilmi Astarlı Hakkında Anlatılan Bazı Menkıbeler

Şeyh Hilmi Astarlı ile ilgili bazı kerametler anlatılmaktadır. Bu kerametlerden bazıları şunlardır:

İsmail Astarlı’nın (61) anlattığına göre; Biz yazları çiftlikte kalırdık, gelenimiz gidenimiz eksik olmazdı. O zamanlar tabi Çankırı’da otomobil yok, at arabalarıyla seyahat ediliyor. Birçok kez aynı hadise ile karşılaştım. Arabaların zincirleri kopardı, eve buyur edilirler yemek verilirdi. Çıktıklarında ise arabalar sapasağlam olurdu.[27]

Kıbrıs Savaşı sırasında Hilmi Efendiyi savaşırken görenler var. Fakat dedem resmi olarak hiçbir savaşa katılmadı, manevi olarak savaşta yer almış, düşmanla mücadele etmişti. Nitekim Kıbrıs Savaşı sırasında Çankırı’dan dedemi görenler anlatırdı bunu.[28]

İsmail Çamahmetoğlu’nun (83) anlattığına göre; Hilmi Efendiyi çok severdim, sık sık görmek için yanına giderdim. Adnan Menderes döneminde Kore Savaşı için Türkiye’den de asker gitti. Düşmanlar tüm Türk askerlerini bir çember altına almış. Resmi olarak savaşa gitmeyen Hilmi Efendi, o çemberi yararak tüm Türk askerlerini kurtarmış. Kore Savaşı subaylarından Tahsin Yazıcı da savaş sırasında bizzat Hilmi Efendiyi gördüğünü söyler ve ziyaretlerine gelirdi. Çankırı’dan yine birçok kişi Hilmi Efendiyi savaşta görmüştür, hatta kanlı kaftanı hâlâ durmaktadır.[29]

2.2.13. Hacı Ali Turab-ı Veli Hakkında Anlatılan Menkıbeler

Hacı Ali Turab-ı Veli ile ilgili bir anlatıya göre; Türkistan Pîri Şeyh Hoca Ahmet Yesevî, oğlu Kutbettin Haydar komutasında Anadolu’ya gönderdiği beş bin kişilik ordunun sancaktarı olarak Hacı Ali Turab-ı Veli’yi görevlendirir. Ordu, Keskin Tekfuru’na yenilir, bunun üzerine Hacı Ali Turab-ı Veli, 1205 yılında soğuk bir kış günü Kengiri’ye (Çankırı) gelerek sabahın erken saatinde ezan okur. Uykusundan uyunan Kengirililer, Hacı Ali Turab-ı Veli’yi kilisenin beyaz mermerinde yakalayarak kilisenin avlusundaki bir kuyunun içine atıp üzerine taşlar bırakırlar. Kısa bir süre sonra üzerindeki taşları kerametiyle kaldıran Hacı Ali Turab-ı Veli, tekrar ezan okumaya başlar. Kengiri halkı, onu yakalayarak tekrar kuyuya atar ve çıkmasın diye üzerine daha büyük taşlar atar. Kuyunun üzerindeki taşları yine kerametiyle kaldırarak kuyudan çıkan Hacı Ali Turab-ı Veli, tekrar ezan okur ve halka bir nutuk çekerek şunları söyler: “Ey Kengirihalkı gelin Müslüman olun, kurtuluşa erin ve kıyamet gününde helak olmayın.” Bunun üzerine Kengiri halkı, O’nu yakalayarak kuyuya tekrar atar ve bu defa üzerine daha fazla sayıda taş koyar. Yine kerametiyle kuyudan çıktığını gören Kengiri Tekfuru ile Maruf Tekfuru, adamlarını toplar ve Hacı Ali Turab-ı Veli’yi yakalayarak zincire vururlar. Kengiri’ye gelmesin diye Eldivan Dağı’na götürüp (bugün Uluçam diye bilinen) bir ağaca sıkıca bağlarlar ve yanına bir nöbetçi bırakırlar. Hacı Ali Turab-ı Veli, zinciri kırarak, bugünkü Şabanözü ilçesi Mart köyüne gelir ve “burası mart gibi soğukmuş” diyerek yerleşir ve köyü kurar. Böylece köye adı da verilmiş olur.[30]

Hacı Ali Turab-ı Veli’yle ilgili diğer bir anlatıya göre “Bugün Eldivan ilçesine bağlı Küçük Hacı Bey köyünün kurucusu İsmail ile Büyük Hacı Bey köyünün kurucusu İbrahim adlı iki kardeş hacca gitmeye niyet ederler. Her ikisi de rüyalarında Hz. Muhammed’i görürler. Peygamberimiz, onlara hacca gitmeden önce Hacı Ali Turab-ı Veli’yi ziyaret etmelerini söyler. Ertesi gün her ikisi de Mart köyüne gelerek Hacı Ali Turab-ı Veli’yi ziyaret ederler. O da rüyasında Hz. Muhammed’i görmüş ve Peygamberimiz hac maksadıyla iki kardeşin O’nun yanına geldiklerini haber vermiştir. Bu yüzden Hacı Ali Turab-ı Veli misafirleri beklemektedir. Bir müddet sonra misafirler gelir. Büyük kardeş İbrahim: “Bak Hacı Ali, biz hacca ikinci defa gidiyoruz. Hâlbuki senin maddi durumun bizden iyidir, niçin hacca gitmiyorsun, yoksa canın istemiyor mu?” der. Bunun üzerine Hacı Ali Turab-ı Veli: “Nasip olursa Mekke ve Medine’ye gider, ceddime yüz sürer ve hac farizasını yerine getiririm” der ve misafirlerini yolcu eder. İki kardeş hac için kutsal topraklara giderler ve arife günü hacı adaylarının Vakfe’de saf olduklarını ve onlara Hacı Ali Turab-ı Veli’nin imamlık yaptığını görürler. Namazdan sonra Hacı Ali’yi sürekli aramalarına rağmen bir türlü bulamazlar ve dönüşte kendisinden özür dilerler.”[31]

2.2.14. Pir-i Sani Hazretleri Hakkında Anlatılan Menkıbeler

Pir-i Sani Hazretleri hakkında çeşitli kerametler anlatılmaktadır. Bunlardan bazıları şöyledir;

Çerkeş Vuslat Haber web sitesinde şu bilgiler aktarılmaktadır; “Pir-i Sani Hazretleri’nin Mahmut isminde bir hizmetçisi varmış. Bir gün Pir-i Sani Hazretleri Çerkeş yakınlarındaki değirmenine giderken yolda rast geldikleri, köstebeklerin çıkardıkları topraklara asalarını dürterlermiş, bu topraklar altın olur, Mahmut’da arkalarından gizlice bu altınlardan alarak ceplerine doldururmuş. Dönerlerken Hazret, Mahmut’a hitaben : “Altını ne de çok seviyorsun? Toprakları altın diye ceplerine doldurdun, bak ceplerinde ne var?” demişler. Mahmut ceplerine bakınca, topraklarla dolu olduğunu görmüş ve boşaltmaya başlamış. Bunun üzerine: “Oğlum! Dünyalık isteyenlere altınlar toprak olur. Dünyalık istemeyenlere de topraklar altın olur.” buyururlar.

Şeyh Mustafa Çerkeş-i Efendi Hazretlerinin Mahmut adındaki müridi şeyhine: “Efendim, Hızır (as)’ı bir de ben görebilsem!” diye arada bir şeyhine yalvarır durur. Hazret de pek oralı olmaz görünür. Nihayet bir gün Hazret sabah namazını kıldırdıktan sonra cemaat içerisindeki misafir bir kimseyi önce hoşlar ve sonra da ona; “Ey mübarek! Yatsı namazını nerede kıldın?” der. O kimse de cevaben; “Bağdat’ta kıldım. Cuma nazmını da, Kabe’de kılacağım İnşallah!” der ve bu konuşmaları da burada biter. Misafir kimse konuşmaları bittikten sonra gitmek için izin istediğinde Şeyh Mustafa Efendi Hazretleri müridi Mahmut Efendi’yi çağırarak ona: “Evladım, misafirimizi yolcu et.” Buyurur. Bu emri alan müridi Mahmut Efendi de en sonunda yolcu etmekte olduğu yabancı misafire; “Efendimize bir diyeceğiniz var mı efendim?” diye sorar. Yabancı biri kılığındaki kimse de Derviş Mahmut Efendi’ye, “Şeyhine selam söyle, daha bahçesinin meyveleri olgunlaşmamış.” der. Derviş Mahmut Efendi de misafirin söylediklerini şeyhine iletmek üzere huzuruna girdiğinde misafirin söylediğini kendisine ileteceği esnada Hazretleri ona; “Oğlum, misafirimiz sana ne dedi?” der. O da efendim “Şeyhine selam söyle daha bahçesinin meyveleri olgunlaşmamış” dedi. Deyince Mustafa Efendi (KS) Hazretler de ona; “Evladım, o kimse Hızır (as) idi. Olgunlaşmamış meyveler de sizlersiniz” buyurur.

Pir-i Sani Hazretleri, sabah vakitlerinden önce evden çıkıp kaybolur; sabah namazında ise câmide hazır bulunurmuş. Ayakkabılarının içinde her gün çöl kumu olur, hanımı da bu kumları bir torbaya saklarmış. Ömürlerinin sonuna doğru bur gün pir-i Sani Hazretleri eşini yanına çağırarak “Şimdiye kadar bizim ne gibi hallerimizden ve sırlarımızdan haberdar oldun?” buyurmuş. Eşi de, gizlice torbalarda biriktirip sakladığı kumları getirmiş.”Bu kumlar, sabahları Mekke seferinizde ayakkabılarınıza dolan kumlardır” demiş. O’nun güzel bir inanç ve anlayışı olduğunu göstermesinden dolayı, Pir-i Sani Hazretleri de eşine memnuniyetini bildirmiş, çok dua etmiştir.”[32]

2.2.15. Türbelere İlişkin Menkıbeler

2.2.15.1. Türbeye Yapılan Saygısızlığın Cezası

Şeyh Ahmet’in kendisine saygısız davrananlara türlü cezalar verdiğine dair pek çok anlatı vardır: Bir zamanlar bir bölük komutanı, yöre halkının karşı çıkmasına rağmen türbeyi mühürlemek istemiş, türbeyi ziyaret ettikleri için köy halkına hakaret etmiş. Bunun üzerine köylüler, Şeyh Ahmet’in bu kişiyi cezalandırması için dua etmişler. Bölük komutanı köyden ayrılmadan birden bire rahatsızlanmış ve yüz felci geçirmiş, tedavi olmak için Kurşunlu’ya gitmiş, ancak hiçbir doktor derdine derman olamamış. Bir gün Kurşunlu’da gezerken karşısında eli asalı kişiler belirmiş ve hastalıktan kurtulması için Çırdak Türbesi’ne gidip tövbe etmesi gerektiğini söylemişler. Bunun üzerine bölük komutanı Çırdak Türbesi’ni ziyaret etmiş, yaptıklarından ötürü pişmanlık duyup tövbe etmiş ve kurban kesmiş. Bu sayede hastalıktan kurtulmuş. Başka bir anlatıya göre köyden birkaç kişi, tuvalet ihtiyaçlarını türbenin yakınlarında karşılamaları üzerine hepsinin bacakları eğilmiştir.[33]

2.2.15.2. Türbenin İnşaatı İçin Gelen Yardım

Toprak Baba türbesiyle ilgili bir anlatıya göre Toprak Baba’nın türbesini yaptırmaya niyetlenen bir adam maddî imkânsızlıklara rağmen türbenin inşaatına başlamış. Bütün parasını harcayan adamdan türbeyi yapan usta altı torba alçı gerektiğini söylemiş. Ne yapacağını şaşıran adamcağız kabrin yanına gelerek: “Ya mübarek altı torba alçıyı da mı bulamıyorsun ben bu kadar yapabildim” demiş ve yanından ayrılmış. Yolda bir arabacı adama seslenerek: “Sana alçı gönderdiler, yardım et de arabadan indirelim”demiş. Adam, alçıları kimin gönderdiğini sorunca arabacı bir isim söylemiş; ama söylediği kişi bulunamamış.[34]

2.2.15.3. Kapatılamayan Türbe

Halk arasında şöyle bir anlatı yaygındır. Tekke ve zaviyelerin kapatılma olayında, Emir Karatekin’in de türbesini kapatma kararı alınmış. Türbenin giriş kapısını birkaç defa kapatmalarına rağmen, sabah geldiklerinde kapı sonuna kadar açık bulunmuş. Türbenin kiremitlerinin çıkartılması için 2-3 tane işçi tutulmuş. Bu işçiler kiremitleri çıkartırken birden bire yere düşmüşler. Ve bu olaylardan sonra kapatma kararından vaz geçilmiş.

2.2.15.4. Yıkılmayan Türbe

Toprak Baba Türbesi’yle ilgili bir anlatıya göre tekke ve zaviyelerin kapatıldığı dönemlerde belediye, Toprak Baba’nın türbesinin bulunduğu yerden yol geçirmek için yıkım çalışmalarına başlamış. Ancak yıkım sırasında işçilerin başına türlü kazalar gelince türbenin yıkımı durdurulmuş.[35]

2.2.15.5. Yeşil Türbe

Yeşil Türbe Çankırı Merkez’de Mimar Sinan Mahallesi’nde bulunmaktadır. Tarihi hakkında çok fazla bilgi bulunmaktadır.

Türbede üç kabir vardır. Türbe de bulunan, “Karataş” adı verilen bir taş, gelen ziyaretçiler tarafından şifa kaynağı olduğuna inanılır.

2.2.15.6. Hatçe Sultan Türbesi

Hatçe Sultan Türbesi Çankırı’nın merkez köylerinden Handırı (Dereçatı) köyünde bulunmaktadır. Yöredeki inanışa göre Hatçe Sultan, Hacı Murad-ı Velî’nin annesidir. Çeşitli sıkıntılardan kurtulmak ve çeşitli dileklerde bulunmak için yöre halkı tarafından ziyaret edilen türbede aynı zamanda yağmur duaları da yapılmaktadır.[36]

SONUÇ

Çankırı’nın tarih ve kültür dünyasını şekillendiren aktörler ile sözlü tarihinde yer alan efsane ve menkıbelerin incelendiği bu çalışmada; literatürden, Çankırı üzerine araştırma yapan çeşitli web sayfalarından, olayların kişi ve tanıkları ile yapılan görüşme kayıtlarından yararlanılmıştır. Çalışma iki bölüme ayrılarak tasnif edilmiştir. Birinci bölümde Çankırı’nın tarih ve kültür dünyasını şekillendiren yirmi sekiz aktöre yer verilmiştir. İkinci bölümde ise, bir kısmı sözlü bir kısmı yazılı olan efsane ve menkıbeler aktarılmıştır.

Çalışmada yer alan ve şehrin sosyokültürel yapısına yön veren aktörlerin çoğunluğu manevi kişilikleri ile ön plana çıkan ve şehrin hafızasında yer bulan isimlerdir. Bu da bize, Çankırı halkının inançları, gelenekleri, sosyal ve kültürel özellikleri hakkında bilgiler vermektedir.

Çalışmada yer alan metinlerin büyük bir kısmının dini nitelikli olduğu görülmektedir. Velilerin kerametleriyle ilgili olan bu metinlerde halk keramet sahibi velilerin öldükten sonra da bu özelliğini sürdürdüğünü düşünmektedir. Birçoğu yüzyıllar önce yaşamış olan kişilere ait olan efsane ve menkıbelerin, günümüzde dahi canlılığını koruması, bu efsane ve menkıbelerin toplum üzerinde ne denli etkisi olduğunun en önemli göstergesidir.

Bu çalışmada açıkça görülmüştür ki, Emir Karatekin ve şehrin fethinde rol alan diğer komutanlar Çankırı’nın yaşayan hafızasında önemli bir yer teşkil etmektedir. Hem tarihi hem de manevi kişiliği öne çıkan Karatekin Hazretleri, şehir sakinleri nezdinde Çankırı’nın fatihi olması yanında aynı zamanda şehri koruyan bir misyona sahiptir. Halkın manevi birer kimlik atfettiği Billur Bey, Sarı Baba ve Toprak Baba gibi isimler, hem şehrin fethinde önemli görevler yüklenmiş hem de şehrin kültüründe tarihi kişilikleri manevi makamlara dönüşerek yaşamaya devam etmiş birer merkez haline gelmiştir.

Çankırı halkının, şehrin türbe ve yatırlarına hususi önem gösterdiği bu çalışmanın verilerinden net olarak anlaşılmaktadır. Anlatılan menkıbelerde, türbe sakinlerinin rahatsız edilmemesine ve bu makamların muhtelif dertlere şifa kaynağı olduğu inancına sıklıkla yer verilmektedir.

Bu çalışmanın, bundan sonra yapılacak olan bu konu ile ilgili çalışmalara, metodolojik bakımdan bir rehber olması temennisi ile genişletileceği kanaatindeyiz.

KAYNAKÇA

*Çankırı Karatekin Üniversitesi Tarih Bölümü Öğrencisi

AKTAŞ Cahit, “Çankırı Tasavvuf Tarihine Genel Bir Bakış”, Çankırı Araştırmaları Dergisi, S.8, 2011, ss.45-52.

ATA Bahri, “Çankırı Bir Tarihçi: Mustafa Çağatay Uluçay ve Tarih Eğitimine Katkıları”,Çankırı Araştırmaları Dergisi, S.2, 2007, ss.35-42.

CAN Turan, “Afganistan Yaşam ile Savaş Arasındaki Ülke -2”, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, S.15, 2012, s.50.

İNCE Gül, Hatay’da Bulunan Ziyaret-Yatır Yerleri ile İlgili İnanışlar ve Bu Ziyaretler Etrafında Oluşan Efsaneler, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Sakarya, 2009.

KALAFAT Yaşar, “Diyanet İşleri Başkanlığı Arşivlerine Göre Horasan Eri Olarak Bilinen Anadolu yatırları I” Prof. Dr. Necati Öner Armağanı, 1999, ss. 511-535.

KOLCU Bengisu, Çankırı Türbeleri, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2007.

ÖZEN Merve, ARSLANHAN Leyla, “Çankırı’nın Manevi Kişilikleri Astarlızade Şeyh Hilmi Efendi ve Gelini Hacı Sabiha Hanım”, Şehir ve Tarih Çankırı Karatekin Üniversitesi Tarih Topluluğu Dergisi, cilt: 1, Özel  Sayı, 2014, ss.95-122.

PINARBAŞI Gülenay, Anadolu Efsanelerinde Dindar Kadın ve Ermiş Kadın, Marmara Üniversitesi  Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2010.

TANYU Hikmet, Türklerde Taşla İlgili İnançlar, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 1968.

UÇMAN Abdullah, “Ali Suavi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı, 1989, cilt: 2, ss.445-448

Görüşme Yapılan Kişiler

ERGEL, Şefik, 65, Çankırı, 1949

Web Kaynakları

http://www.cankiri.bel.tr/

http://www.cansaati.org/

http://www.cerkesvuslathaber.com

http://www.hocahasan.com

http://www.ilgazkayi.com

http://www.kullar18.com

http://www.kulturturizm.gov.tr

http://www.orta.org.tr

http://www.sorularlarisale.com

http://www.turkocagi.org.tr

[1] Gülenay Pınarbaşı, Anadolu Efsanelerinde Dindar Kadın ve Ermiş Kadın, İstanbul, 2010, s.24.

[2] Pınarbaşı, a.g.e., s.24.

[3] Pınarbaşı, a.g.e., s.24.

[4] Kolcu, a.g.e., s.31.

[5] Çankırı Araştırmaları Sitesi, (2009), Erişim: 28.04.2014, http://www.cansaati.org/topluluk/forum _posts.asp?TID=2917&title=yaral-asker-balklar

[6] Çankırı Araştırmaları Sitesi, (2009), Erişim: 28.04.2014, http://www.cansaati.org/topluluk/forum _posts.asp?TID=2917&title=yaral-asker-balklar

[7] Hocahasan Köyü Kalkındırma ve Yardımlaşma Derneği, (t.y), Erişim: 01.05.2014,  http://www. hocahasan.com/Pages.asp?cat_id=4&cat2_id=4&wid=250

[8] Kullar Köyü Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, (t.y.), Erişim: 29.04.2014, http://www.kullar18.com/default.asp?Sayfa=karadede

[9] Çankırı Araştırmaları Sitesi, (2009), Erişim : 28.04.2014, http://www.cansaati.org/topluluk/forum_ posts.asp?TID=2741&title=eldivanda-gelin-kayas-efsanesi

[10] Ortalılar Derneği, (t.y), Erişim: 04.05.2014,  http://orta.org.tr/saife.asp?saifegetir=bolumdetay& safha=2&deste=564&l=tr

[11] Şefik Ergel (65), 10 Mayıs 2014 tarihinde gerçekleştirilmiş ses kayıtları, Onur Akdoğan arşivi.

[12] Şefik Ergel (65), 11 Mayıs 2014 tarihinde gerçekleştirilmiş ses kayıtları, Onur Akdoğan arşivi.

[13] Gül İnce, Hatay’da Bulunan Ziyaret-Yatır Yerleri ile İlgili İnanışlar ve Bu Ziyaretler Etrafında Oluşan Efsaneler, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2009, s.27-28.

[14] Kolcu, a.g.e., s.98.

[15] Kayı Köyü Kültür Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, (t.y.), Erişim: 29.04.2014, http://www. ilgazkayi.com/index.php?option=com_phocagallery&view=category&id=17:cami&Itemid=19

[16] Kolcu, a.g.e., s.42-43.

[17] Hikmet Tanyu, Türklerde Taşla İlgili İnançlar, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1968,  s.116.

[18] Türkiye Kültür Portalı, (t.y.), Erişim: 01.05.2014, http://kurumsal.kulturturizm.gov.tr/turkiye/genel/ kulturenvanteri/akkiz-calisi-mezarligi

[19] Pınarbaşı, a.g.e., s.91.

[20] Çankırı Araştırmaları Sitesi, (2005), Erişim: 29.04.2014, http://www.cansaati.org/cansaatiorgarsiv 2002-2005/article_read.asp?id=3204

[21] Kolcu, a.g.e., s.38.

[22] Şefik Ergel (65), 22 Mart 2014 tarihinde gerçekleştirilmiş ses kayıtları, Onur Akdoğan arşivi.

[23] Kolcu, a.g.e., s.45.

[24] Kolcu, a.g.e., s.40.

[25] Kolcu, a.g.e., s.52-53.

[26] Merve Özen-Leyla Arslanhan, “Çankırı’nın Manevi Kişilikleri Astarlızade Şeyh Hilmi Efendi ve Gelini Hacı Sabiha Hanım”, Şehir ve Tarih Çankırı Karatekin Üniversitesi Tarih Topluluğu Dergisi, cilt: 1, Özel Sayı, Güz, 2014, s.105.

[27] Özen, Arslanhan, a.g.m., s.100.

[28] Özen, Arslanhan, a.g.m., s.100.

[29] Özen, Arslanhan, a.g.m., s.100.

[30] Kolcu, a.g.e., s.36.

[31] Kolcu, a.g.e., s.40-41.

[32] Çerkeş Vuslat Haber, (t.y), Erişim: 05.05.2014, http://www.cerkesvuslathaber.com/pages/pir-i-sani-hazretleri.html

[33] Kolcu, a.g.e., s.52-53.

[34] Kolcu, a.g.e., s.54.

[35] Kolcu, a.g.e., s.51.

[36] Kolcu, a.g.e., s.99.