Rasulullah Efendimizin İbn-i Mesud Hadisinde “iyi olan anne karnında iken iyi, kötü olan anne karnında iken kötüdür” şeklindeki hadisine karşı Anne – Baba Biz Suçluyuz kitabında “O Peygamberin karınsal dünya görüşü” diyecek kadar sapıklaşan biridir dersek herhalde başdan kim olduğunu anlatmış oluruz..

Aslen şiî olup şiîlerin bile tasvip etmediği Ali Şeriatî diye biri var. Birileri, Peygamberimiz örnek olarak yetmezmiş gibi onu örnek bir şahsiyet gibi göstererek, müslüman gençlerin zihinlerini onun bozuk fikirleriyle doldurmak peşinde. Bu gayretkeşlerden biri de malesef ŞİA Mustafa İslamoğlu

Allayıp pullayarak gençlere sundukları Ali Şeriatî’nin Peygamberimiz’e bile hakaret eden bir zındık. Bu yazımızda, onu kendi sözleriyle daha yakından tanıtacağız. Tanınmalı ve hangi derekelerde olduğu bilinmeli ki, onu yüceltenler de tanınmış ve bilinmiş olsun.

Şeriatî’nin MUHAMMED KİMDİR isimli kitabına bakıyoruz. Görelim bakalım, Mustafa İslamoğlu’nun öve öve bitiremediği bu mahlûk, İslâm büyükleri hakkında neler yazmış. Başlıyoruz. Bismillah:

1- Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in diliyle övülen ve ashabın en büyüğü olan Hazreti Ebûbekir, Hazreti Ömer ve Hazreti Osman (Radıyallahü anhüm) hakkındaki iftiraları şöyle:
“Ebûbekir… ihtiyar, yumuşak, her işi basite alan birisidir. Tehlike dolu toplumsal, siyasal mesuliyet, böyle bir ruhsal yapıyla bağdaşmaktan daha ciddi ve önemlidir.”

“Ömer… yenilikçilik özelliği yoktu… düşünce açısından zayıftı… itikadî ve fikrî bir mevzu sözkonusu olduğunda çok güçsüz görülüyordu. Kendisi de devamlı düşünsel alandaki hatalarını itiraf ediyordu.” (s: 317)

Osman… görüş açısı dünya görüşü dar ve zayıf birisidir. Peygamberle yaptığı işbirliği sırasında kimse onun en ufak bir üstün ve fevkalâde iş yaptığını görmemiştir. İslâm’ın öz ruhunu, derinliğini, sınıfsal yönelimini hissedememiştir. İslâm’ı, “şiarlar” ve İslâm rehberini “şiarları yücelten”den başka bir şey olarak niteleyemiyordu. Servet ve süse, kavmine ve kendine düşkünlüğü, büyüklere ve altına, güç ve kan sahiplerine saygıda bulunma, onun ruhunda o kadar güçlüdür ki, onun ahlâkî bağı, İslâm’dan daha çok cahiliyeye yakın ve iç içedir. En büyük tehlike, tehlikeli ve güçlü Beni Ümeyye hanedanına mensup oluşudur. Kuşkusuz O’nun böyle bir ruhsal yapı ve görüş açısıyla, bu uyanık, layık İslâm maskesi takmış güçlü düşmanların elinde bir “sadık uygulayıcı”dan başka bir konumu olmayacaktır. (s: 318)

2- Bir gurup ashabı Hazreti Ali (Radıyallahü anh) aleyhinde olmakla suçlayıp sonra Hazreti Ebûbekir (Radıyallahü anh) Efendimiz’e şöyle dil uzatıyor:
“…bu grupla Ebu Bekir’in cahiliyedeki özel ilişkisi tamamen belirgindir.”
“… Ebu Bekir bu gizli grubun seçkin şahsiyetidir.”

Hz. Ebûbekir (Radıyallahü anh) güya arap köleleri serbest bırakmak için şöyle bir tavsiyede bulunmuş:
“Allah bize bir çok acem köle bağışladığı için, arabı köle olarak kullanmak gerekmez.”
Bu iftiradan sonra lafı dolandırarak, Hazreti Ebûbekir Efendimiz’i câhiliyenin eksik terbiyesiyle suçluyor:
“…bunlar gibi düşünce ve duygusundaki birçok zaaf noktaları, İslâm’dan öğrendiği üstün faziletlere karşılık, geçmişteki terbiye etkilerini hatırlatıyor.” (s: 321)

3- Hazreti Ali (Radıyallahü anh)’a karşı gizli bir grup oluşturulduğunu anlattıktan sonra, bu hareket içinde olanları –ki bunlar başta Hz. Ebûbekir (Radıyallahü anh) olmak üzere Aşere-i Mübeşşere’den olan zatlar oluyor- bu grubun tavrını şöyle ifade ediyor:
“Ali’ye karşı beslenen kinler.”

4- Sıra geliyor Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’e dil uzatmaya. Güya Peygamberimiz Hazreti Ali (Radıyallahü anh)’ın üstünlüğünü açıklamayıp susmuş:
“Muhammed’in Ali hakkındaki sükutu, onu tarihte savunmasız bırakacaktır.”
Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’i suçlamaya devam ediyor:
“Acaba Muhammed, ….Ali’yi kollamayacak mıdır? …sükutuyla …o acımasız tarihin eliyle paymal etmiyecek midir?”

“…nitekim öyle de oldu. Onu tarihte en kötü adam olarak tanıttılar.” (s: 322)
Bu da tarihe iftira. Tarihte Hz. Ali Efendimiz en kötü adam olarak mı tanıtıldı?

5- Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) cennetlik olduğunu müjdelediği zat hakkında kullandığı ifadeye bakın:
Abdürrahman bin Avf …mal severliği süse düşkünlük huylarını, câhiliyeden kendisiyle birlikte taşımaktadır. “Menfaat” ile “hakikat” onun gözünde ayrılmaz bileşik ve birbirinden ayırt edilmez bir olgudur. (s: 323)
6- Meşhur Gadir Hum hadisesini anlatırken, tarihe iftira ediyor: “ashab Ali’ye biat etti” diyor. (s: 323)
Bu yalanı söylemekle farkında olmadan öyle bir açık veriyor ki, demeyin gitsin. Bi kere Gadir Hum hadisesi Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) zamanında olmuştur. Peygamberimiz hayattayken Hz. Ali’ye biat edilmesi bahis mevzuu olur mu hiç!
7- Resulüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in hastalığı anında sefere çıkmak üzere olan Üsâme ordusundan bahsederken şöyle diyor:
“Ebûbekir ile Ömer sıradan asker idi. Bu mesele onların ağrına gidip, açıkça Üsame’nin komutanlığına itirazda bulundular.” (s: 324)

Bu söz bir acem yalanı olup gerçek tamamen tersidir. Üsâme Hazretleri genç ve tecrübesiz olduğu için başka bir kumandan tayininin daha uygun olacağını söyleyenlere Hz. Ebûbekir (Radıyallahü anh); “Ben, Resûlüllah’ın tayin ettiği kişiyi kumandanlıktan alamam” diye cevap vermiştir. Hatta Hz. Üsâme at üzerinde olduğu halde kendisi yaya olarak onu Hazreti Resûlüllah’in tayin ettiği kumandan olarak uğurlamış, Üsâme (Radıyallahü anh) bundan sıkılıp ata onun binmesini isteyince de; “Allah yolunda birazcık da bizim ayağımız tozlansa ne olur” diye cevap vermiştir.

8- Vefatından önce herkese hakkını vermek isteyen Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in şöyle söylediğini yazıyor:
“Ey halk, kimin sırtına kırbaç vurmuşsam… kime küfür etmişsem…” (s: 329)

Hâşâ, Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’i başkalarına küfür eden biri olarak gösteriyor.

9- Hazreti Ömer’in, Ashâb-ı kiramın diğerleri gibi Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in yolunda canını feda etmekten çekinmeyeceğini bütün müslümanlar bilir. Ama Ali Şeriatî, Peygamberimiz’in ömrünün son saatlerinde bir şeyler yazmak istemesi üzerine, Hz. Ömer’in Peygamberimiz hakkında şöyle söylediği iftirasını yapıyor: “Bu adam savsaklıyor.” (s: 333)
10- Bütün tarihlerin yazdıklarına göre, Peygamberimiz, başı Hz. Aişe validemiz’in göğsüne yaslanmış olduğu halde vefat etmiştir. Şeriatî ise tarihe yalan bir not düşerek bu son hali şöyle anlatıyor:

“Ali, Muhammed’in başını göğsü üzerine aldı.” (s: 336)

Görüldüğü gibi, kitap boyunca Hazret kelimesini kullanmamakta ısrar ediyor.


Değerli okuyucular! Ali Şeriatî’nin bir de Hac isimli kitabı var. Bir de ona göz atalım.
Kitap, Ejder Okumuş tarafından tercüme edilmiş. Elimizdeki 2. baskı Şûrâ Yayınları’na ait. Nisan 2001…
4. sahifede “Yayıncının Notu” olarak şu cümleler göze çarpıyor:
“Bu kitap, Şehid Ali Şeriatî’nin bizzat gözden geçirip ilâveler yaptığı ve “Öğretmen Şehid Dr. Ali Şeriatî’nin Eserlerini Derleme Bürosu”nun külliyat arasında yayımladığı Farsça son Hacc baskısının tam çevirisidir.”
Demek ki neymiş? Ali Şeriatî bu kitabı bizzat kendisi gözden geçirmiş. Aşağıda madde madde verilecek bilgileri lütfen bunu bilerek değerlendiriniz.
1- Daha başta zehirini kusuyor. Diyor ki: “Ve yine biz, aynı yöntemle, İslâm mezhepleri arasında bir mukayese yapsak, İslâm dâhilinde bulunan Şia’yı, dinler arasında İslâm’ı nasıl görüyorsak öyle görürüz.” (s: 8)
2- Şeriatî’nin, Hac hakkındaki şu ifadesine bilhassa dikkat: “Ve Hacc: Müslümanlar arasında her yıl tekrar edilen en çirkin, en mantıksız eylem!” (s: 9)
Bu söz üzerine biz de diyoruz ki, bu sözün sahibi en alçak en rezil insan…

3- Müslümanları şöyle suçluyor: “Kur’an’ı yok edememiş kapatmışlardır. “Kitab”ı “teberrük edici şey” haline getirmişlerdir.” (s:11)
Açıkça, müslümanları Kur’an’ı yok etmek için uğraşmakla suçluyor. Teberrük/bereketlenmek kötü bir şeymiş gibi, Kur’an’ı teberrük edilen şey haline getirmekle suçluyor.
4- Bakın hacda tavaf eden Müslümanlara nasıl hakaret ediyor:

“Yemenliler, saçları perişan ve pis, gözleri çökmüş, bellerine ip bağlamışlar, her biri mezardan çıkmış tıpkı bir hortlak gibi. Ve siyahlar; iri, uzun boylu ve kazık gibi, dudaklarını köpük bürümüş…” (s: 71)

Bu sözler, bir Müslümanın din kardeşleri hakkında söyleyeceği sözler olamaz. Onların görüntüleri böyle olsa bile bu ifadeler kullanılamaz. Öbür taraftan hacda, kötülükler görülmez, gizlenir, iyilikler anlatılır.

5- İmanî bakımdan uygun olmayan öyle benzetmeleri var ki, aşağıda da göreceğiniz gibi, bu teşbihlerin her biri en hafifinden insanın imanını sarsar. Yazının fazla uzamaması için bunları kısa değerlendirmelerle verelim:
a- Hacer Vâlidemiz’den câriye diye bahsederek şöyle diyor: “Allah, Afrikalı siyah bir câriyenin evinde.” (s:49) Allah, -hâşâ- Hz. Hacer’in evindeymiş.
b) “Allah, dünyanın kalbi, varlığın mihveridir.” (s:50) Allah –hâşâ- dünyanın kalbiymiş.
c) “Allah ve insanlar/topluluk bir cihette, bir saftalar.” (s:50) Allah –hâşâ- insanlarla aynı saftaymış.
d) “Allah’ın çevresinde tavaf yapıyorsun.” (s: 54) Kâbe’ye Allah diyor. Hâşâ! Tavaf Allah’ın çevresinde yapılıyormuş.
e) “Vay be! Bu tevhid …seni Allah’la diz dize oturtuyor. …Allah’ın benzeri olarak görüyor. “ (s:56) Allah’la diz dize oturmak, Allah’ın benzeri olmak… Bu benzetmelerin insanı ne hale getireceği ehlince malum.

f) “İlâhî özün, içinde, Allah’ın ruhu girdaptan doğup başını kaldırıyor. Nereden? Allah’ın elinin sağ elinin altından.” (s: 59)
Altı çizili yerlere dikkat. g) “.. sa’y et. Fakat çember çizerek değil, çembersel çaba, değirmen eşeğinin sa’yi gibidir, kısır döngüdür, sonuçta başa dönersin. Böyle bir şey, “abes”, “anlamsız”, içi boş daire, içeriksiz, hedefsiz: Tıpkı sıfır gibi.” (s: 67)

Sa’y ile tavafı karıştırıyor. Sa’y istense de zaten çembersel yapılamaz. Değirmen eşeğinin sa’yi gibi diye bir benzetme yapanın kendisi eşekten aşağı olmaz mı!
Kâbe’nin etrafında yapılan tavafı da sıfır olarak görüyor.

h) “Ey insan! “Allah’ın ruhu”! (s:80) Burada insana, “Allah’ın ruhu!” diye hitap ediyor.
i) “Ey hacı, yolun sonunda Allah seni beklemekte…” (s: 91) Bu söz de sâfî küfrî bir benzetme…
j) Müzdelife’den Mina’ya hareket edecek hacıları, yıkılmaz bir duvara benzettikten sonra şöyle diyor: “Bu çelik duvarı dünyada yıkabilecek hiçbir güç yoktur. İbrahim ve Muhammed dahi yıkamaz.” (s: 106)

Görüyor musunuz hâinliği!.. Böyle bir duvarı yıkmayı hedeflese hedeflese ancak kâfirler hedefler. İbrahim (Aleyhisselâm) ile Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’i bu çelik duvarı yıkmak istiyor gibi gösteriyor. Bu çelik duvarı yıkma cürmünü Hz. İbrahim’e ve Peygamberimiz’e yüklemek ise, olsa olsa imansızlık alâmetidir.

k) “Ki sen, tek bir “varlık”sın: Kendi “mahiyet”ini kendin yaratmalısın.” (s: 112) Allah’a ait olan yaratmak kelimesini insana izafe ediyor.
l) “Savaş İbrahim’in içinde, Allah’la İsmail arasında savaş.” (s: 119) Eh, bu artık sapıklığın dik âlâsıdır.
m) “Hâtemül Enbiya dahi kendini korumasaydı sarsılabilir düşebilir, yaptıklarını heba edebilirdi. O bile şirkten masum değildir!” (s: 129)
Değerli okuyucular. Peygamberler hakkında bu ifade kullanılamaz. Çünkü peygamberler Allah tarafından korunmakta olup şirke düşmek şöyle dursun sıradan günah işlemekten bile uzaktırlar. Böyle sözler, ancak imansız ağızlardan çıkar.

6- Ali Şeriatî’nin cahilliklerine gelince:

a) Haccın başlangıcını zilhiccenin 9. günü olarak anlatıyor. (s: 79)
Halbuki hac, Zilhiccenin 8. günü başlar.

b) “Âdem doğduğu zaman” (s: 84) diyor
Hazreti Âdem doğmamış, topraktan yaratılmıştır… c) “Hacta ilk hareket Arafat’tan başlar” (s: 86) diyor.
Yanlıştır. Hac Mina’dan başlar.

d) Şeytan taşlamak için toplanacak taşları şöyle tarif ediyor: “Cevizden daha küçük, fıstıktan daha büyük” (s: 101)
Yanlıştır. Doğrusu şöyle: Nohuttan büyük, fındıktan küçük.

Milyonlarca hacı cevizden küçük taşlar toplasa Mina’da taş dağı meydana gelir.

f) “Demek Allah için insan kurban etmek yasak oluyordu. Oysa geçmişte bu, yaygın bir dinî gelenek ve ibadetti.” (s: 135)
Dinî gelenek derken hak dini kastetmektedir. Oysa hak dinde insan kurban etmek gibi bir gelenek ve ibadet yoktur.
g) “Şimdi her şey sona erdi. Nerede? Mina’da!” (s: 146)

Yanlış. Hac Mina’da bitmez. Çünkü daha ziyaret tavafı yapılacaktır.

h) “Bugün Zilhiccenin onu. Kurban Bayramı, Hacc sona erdi.” (s: 146)
Yanlıştır. Taşlama devam etmektedir.

i) “Bu üç günde (bayramın üç günü) Mina bölgesinden dışarı çıkmak yasak! Ka’be’yi tavaf için bile geceleyin dışarı çıkmaya hakkın yok.” (s: 147)
Bu da ancak zır câhillerin düşeceği bir yanlış. Böyle bir yasak yok.

7- Şeriatî’nin Hac kitabında bazı mübârek isimler geçiyor.
Meselâ: Harun kelimesi 1 defa,

Peygamber kelimesi (Peygamberimiz kastedilerek) 3 defa,
Musa kelimesi 4 defa,
Ali kelimesi 5 defa,
Hüseyin kelimesi 6,
Hacer kelimesi 9 defa,
Muhammed kelimesi 10 defa,
Âdem kelimesi 21 defa,
İsmail kelimesi 90 defa,
İbrahim kelimesi 131 defa geçmektedir.
Buna rağmen hiç birini “Hazret” kelimesiyle anmıyor. Hiç birinde “Hazret” kelimesi veya “Aleyhisselâm” da yok…

 

En Üstte bahsettiğim Hadisin kaynağı ve aslı
KADERLE MÜSLİM’İN AMEL BABINDA

ـ4835 ـ5ـ وعن عامر بْنِ واثلة قال: ]سَمِعْتُ عَبْدَاللَّهِ بْنِ مَسْعُودٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ يَقُولُ: الشَّقِىُّ في بَطْنِ أُمِّهِ، وَالسَّعِيدُ مَنْ وُعِظَ بِغَيْرِهِ. فَأتَى رَجًُ مِنْ أصْحَابِ النَّبِىِّ # يُقَالُ لَهُ حُذَيْفَةُ: فَحَدَّثَهُ بِقَوْلِ ابْنِ مَسْعُودٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ. فقَالَ: كَيْفَ شَقِىَ رَجُلٌ بِغَيْرِ عَمَلٍ؟ قَالَ: أتَعْجَبُ مِنْ ذلِكَ؟ فإنِّى سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ # يَقُولُ: إذَا مَرَّ بِالنُّطْفَةِ ثِنْتَانِ وَأرْبَعُونَ لَيْلَةً بَعَثَ اللَّهُ إلَيْهَا مَلَكاً فَصَوَّرَهَا وَخَلَقَ سَمْعَهَا وَبَصَرَهَا وجِلْدَهَا وَلَحْمَهَا وَعِظَامَهَا. ثُمَّ قَالَ: يَا رَبِّ أذَكَرٌ أمْ أُنْثىَ؟ فَيَقْضِى رَبُّكَ مَا شَاءَ، وَيَكْتُبُ الْمَلَكُ. ثُمَّ يَقُولُ: يَا رَبِّ أجَلُهُ فَيَقْضِي رَبُّكَ مَا شَاءَ، وَيَكْتُبُ الْمَلَكُ ثُمَّ يَقُولُ: يَا رَبِّ رِزْقُهُ فَيَقْضِي رَبُّكَ مَا شاءَ، وَيَكْتُبُ الْمَلَكُ. ثُمَّ يَخْرُجُ الْمَلَكُ بِالصَّحِيفَةِ في يَدِهِ فََ يَزِيدُ عَلى ذلِكَ شَيْئاً وََ يَنْقُصُ[. أخرجه مسلم

.5. (4835)- Amr İbnu Vasıla anlatıyor: "Abdullah İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'u dinledim. Demişti ki: "Şakî, annesinin karnında iken şakî olandır. Said de başkasından ibret alandır." (Bunu işittikten sonra) Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashabından Huzeyfe denen zata uğradı ve İbnu Mes'ud'un söylediğini anlattı ve sordu:

"Kişi amelsiz nasıl şakî olur?" Huzeyfe (radıyallahu anh):

"Buna hayret mi ediyorsun? Ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle söylediğini işittim:

"Nutfenin (rahme düşmesinden sonra) kırk iki gece geçti mi, Allah ona bir melek gönderir (ve onun vasıtasıyla) nutfeyi şekillendirir; işitmesini, görmesini, derisini, etini, kemiğini yaratır. Sonra melek sorar:

"Ey Rabim! Bu erkek mi, dişi mi?" Rabbin dilediğini hükmeder, melek de yazar. Sonra sorar:

"Ey Rabbim! Eceli nedir?" Rabbin dilediğini hükmeder, melek de yazar. Tekrar sorar:

"Ey Rabbim! Rızkı nedir?" Rabbin dilediğini hükmeder, melek de yazar. Sonra melek elinde sahife olduğu halde çıkar. Artık buna ne bir şey ilave eder ne de eksiltir."

[Müslim, Kader 3, (2645).]

 

_________________________

Dr. Ali Eren Hocaefendi


.

Ülkemizde Artan Sahte Dinler

Tarih07 Ekim 2011, 10:20Editör

Ülkemizde artan sapkın grupların kısaca ele alındığı bir yazı..

Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ali Rafet Özkan, yeryüzündeki yeni dini akım ve tarikatlarda birbirinden ilginç bilgilerin bulunduğu “Kıyamet Tarikatları ve Yeni Dini Hareketler” isimli kitabını anlattı.

Yeni dini hareketlerin genellikle 20. Yüzyılda ortaya çıktığına dikkati çeken Özkan, bu hareketlerin bir çoğunun Hıristiyan dünyasında özellikle de ABD’de filizlendiğini söyledi. ABD’nin günümüzde “din panayırı”na döndüğü değerlendirmesini yapan Özkan, birçok dini hareket ve tarikatın Türkiye’de de faaliyetleri bulunduğunu vurguladı.

Kıyamet öncesi uzaylılar bizi kurtaracak” şeklinde garip birçok inanışın bulunduğu yeni dini hareketlerin büyük paralar kazandığına da dikkati çeken Özkan, şunları söyledi:

“Özellikle gençleri hedef kitle seçen bu tür dini hareketler sınırsız zevk, ölümsüzlük gibi saçma vaatlerde bulunarak insanları kandırıyor. 19. Yüzyılın sonu ve 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde dünyada yaşanan değişim ve gerilimler, bilhassa da savaşlar, insanları yeni arayışlara itmiştir. Sıkıntı ve bunalımlarını, icat ettikleri yeni yöntemlerle atmaya çalışan bu insanlar, ait oldukları önceki dini inançlardan tatmin olamadıkları için arayışa girmekte ve bu arayış onları çoğu zaman geri dönüşü olmayan girdaba sürüklemektedir.”

KÖLE HALİNE GETİRİYORLAR

Yeni dini hareketler taraftarlarını kendilerine bağımlı hatta köle haline getirebilmek için çeşitli yöntemlere başvurduklarını savunan Özkan,“Taraftarlarını bağımlı yapmak için beyin yıkama, ferdi ve grup terapileri, psikoterapileri, uyuşturucu bağımlılığını yaygınlaştırma, gençliğin cinselliğe olan zaafından yararlanma ve eğlenceye teşvik etme gibi yöntemlere başvuruyorlar” diye konuştu.

KIYAMET TARİKATLARI VE YENİ DİNİ HAREKETLER

Özkan, dünyanın önemli bölgelerinde faal olan ve kıyametin kısa zamanda kopacağı dini hareketler ve özelliklerini, şöyle anlattı:

OSHO HAREKETİ: Rajneesh Chandra Mohan tarafından kurulan bu dini hareketin mensupları turuncu renkli elbiseler giymektedir. Büyük ekonomik kazançlar elde eden Mohan’ın, ABD’den sürüldüğünde geride doksanı aşkın Rolls- Royce marka arabası kaldığı biliniyor. Osho hareketine katılan eşlerini Mohan’a sunmalarının yanı sıra para ve emeklerini de vermeleri gerekmektedir. Bu harekatta, komin bir hayat vardır ve her şey ortaktır.

FIAT LUX TARİKATI: Avrupa’da 20. Yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan dini harekette inanlar, kıyametin kopacağı beklentisi içindeler. Tarikatın kurucusu İsviçreli Erika Bertschinger, Hazreti İsa ve Hazreti Meryem’in özel kabiliyetlerinin kendisine geçtiğini iddia ederek, 1977’de Zürih’te mabet açtı. Bunlara göre, yeryüzü tabiî afetlerle yanacaktır. Bütün dünyayı kaplamış minyatür odalı gemicikler ise, bu tarikat mensuplarını uzaya götürecekler, dünya yanarak temizlenme işlemi sonrası da geri getireceklerdir. Bayan üyeleri saçları uzatmak zorunda olan bu tarikat mensupları, gazete, televizyon gibi kitle iletişim araçları reddetmek zorundalar. Kahve, çay, kola içmedikleri gibi çiğ gıdalarla beslenmek zorunda olan tarikat mensupları, bir süre doktora bile gitmemişler fakat birçoğunun ölümü üzerine doktora gitmelerine izin verilmiştir.

HARE KRİŞNA HAREKETİ: Bangladeşli Bhaktivedanta Swami Prabhupada tarafından 1966’da ABD’de kuruldu. Grup üyeleri renkli elbiseler giymekte ve kafalarını arkasında bir örgü bırakarak, kazıtmaktadırlar. Etli gıdalar, sarhoşluk veren maddeler ile evlilik dışı cinsel ilişki yasaktır. Hindistan, ABD ve Batı Avrupa’da yayılan dini akım, son yıllarda özellikle Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri’nde bu dini akımı yaymaktadır. Üyeleri Krishna Mantra olarak isimlendirilen beyti günde bin 728 defa zikretmek zorundalar.

MOONCULUK: 1954 yılında Kuzey Koreli San Myung Moon tarafından kurulan dini akım, antikomünist bir eğilime sahip. Özellikle ABD’de gençliği hedef almış ve bu ülkede zararlı dini hareketler içerisinde gösterilmiştir. 2 milyona yakın taraftarıyla büyük bir güç ve başarı elde etmiştir. Tanrıyla bizzat görüştüğünü ileri süren Moon, ABD’nin ağır silah sanayiinin yüzde 16’si, gemi ve balık ticaretinin yüzde 70’ini elde bulundurmakta ve çok önemli medya gücüne sahiptir. Moon kendini üçüncü Adem olarak gösterir. Moonculuğun en dikkati çeken ve önemli uygulamalarından biri şüphesiz toplu nikah törenleridir. 20 Mart 2002 Ankara’da lüks bir otelde yaptıkları toplantıyla dikkati çektiler.

NEW AGA HAREKETİ: 1960’larda ABD doğmuş, oradan da Avrupa’ya yayılmıştır. Bu dini akımın inancına göre Yeni Çağ’ın girmesiyle birlikte bu dünya hayatı değişmeksizin kıyamet kopacak ve bütün evren Yeni Çağ’a göre yeniden dizayn edilecektir. Her şeyin yenilendiği bu hayatta insan tanrısal güç elde edecektir. Türkiye’de de günümüzde bu hareket ile bağlantılı müzik, çevreci ve feminist grupların olduğu ifade ediliyor.

SATANİZİM: İngiliz Aleister Crowley 1904 yılında Manga Charta adıyla kurduğu modern satanizme göre; insanın tabi faaliyetlerini temel alan bir dine ihtiyaç vardır ve bu dinin ismi Satanizm’dir. Satanizmde düşmanlardan nefret etmeyi ve onların yok edilmesi ile seksin yüceltilmesi emredilmiştir. ABD ve Avrupa’daki satanist davalarının önemli bölümünü çocuk tecavüzleri ve cinayetleri oluşturmaktadır.

SCİENTOLOJİ HAREKETİ: Lafeyette Ronald Hubbard tarafından 1950’de geliştirilmiş dini akımdır. İlk kiliseleri ABD’de açılmıştır. Hubbard’a göre evren madde, enerji, uzay ve zamandan kelimelerinin İngilizce baş harfleri olan MEST’ten oluşmuştur. Bu inanca göre OT olarak isimlendirdikleri kademelerinin 8’incisine ulaşan maddeye, zamana, mekana ve enerjiye hükmedileceğine inanılıyor. 8. kademeye ulaşan insan tanrılık makamına ulaşmakta ve tanrı olmaktadır. Ama bu kademeye ulaşmak için yüz binlerce dolar veya avro gerekmektedir. Bu dini akımın en basit kursları birkaç yüz avrodan başlamakta, 4 bin 400 avroya kadar çıkmaktadır. Kendi rakamlarına göre 8 milyon taraftarı ve 3 bin 100 kiliseleri bulunmaktadır. Dualarında Kuran-ı Kerim, İncil ve Tevrat’tan bölümler bulunmaktadır.

TEOSOFİ: Doğu-batı sentezi bir dini akımdır. Rus Halena Petrowna Blavatsky tarafından kurulmuştur. Dünya çapında gelişme sağlamıştır. Evrensel kardeşliği kurmak gibi üç ana hedefleri vardır.

ANANDA MARGA: Sonsuz saadet yolu anlamına gelmektedir. 1955 yılında Hindistan’da ortaya çıkmıştır. Her üyenin günde bir defa Mantra banyosu olarak dini banyoyu yapması gereklidir. Et, balık, alkol yasaktır. Ayrıca yumurta, tütün ve belirli baharatlarda kullanılamaz. 1980’li yıllardan sonra Türkiye’de de faaliyet gösteren dini akımın 2.5 milyonu aşkın taraftarı olduğu biliniyor.

ANTROPOSOFİ: 1913’de Rudolf Steiner tarafından kurulan dini akım, 1967 yılında hediye ve borç için cemaat bankası kurmuş ve bu diğer bankaları takip etmiştir. Almanya’nın ilk özel üniversitesini kuran dini akıma inanlar, ilaç ve giyim sanayiinde el atmışlardır. Antroposofi, bütün dünyadaki ruhlar için insan varlığındaki ruhu yönetebilme yoludur.

BRAHMA KUMARİS: Lekhraj Kripalani tarafından kurulan bu akımın inancına göre, Vişnu ve Şiva adlı tanrıların Kripalani’ye görünmüştür. Kadın hakimiyetinde, kadınlar tarafından yürütülen ve kıyamet beklentisi içinde olan bir Hindi reform hareketidir. Bu akımı yaymak için İstanbul’da ücretsiz yoga kursları verdiği biliniyor.

EVRENSEL HAYAT: Gabriele Wittek tarafından 1977’de kuruldu. Hıristiyan akidelerinin yanı sıra diğer dinlerinde alıntılar, inanç sistemini taşımaktadır. İnançlarına göre Wittek ile Tanrı bir medyum kadın aracılığıyla görüşmüştür. Bir kadın peygamber konumundaki Wittek taraftarlarınca “tanrının borazanı” olarak isimlendirilmiştir. Marketler zinciri, sağlıklı hayat kuruluşları ve gıda üretimi yapan tesislere sahiplerdir. Bunlara göre, kıyamet kopacak, fakat bu akımının taraftarları hayatta kalacaklar, tekrar yeryüzüne gelen İsa’nın ruhuyla bağlantı kurulacak, böylece bin yıllık barış hükümdarlığı kurulacaktır.

REAL HAREKETİ: İstanbul’da 2005 yılında yapılan toplantıya kamuoyunun tanıdığı hareketinin kurucusu Fransız asıllı Claude Vorilhon tarafından 1973’de kurulmuş ve UFO inancına dayalıdır. Bu inanca göre klonlamayla ölümsüzlüğün yolu açılacaktır. Bu gruba üye olmak için binlerce avro ödenmek zorunluluğu vardır. Hedonizm inançlarının gereği aşırı eğlence ve toplu seks ayini yadırganmamaktadır.

SAHAJA YOGA: Bu akımın tanrıçası olarak kabul edilen lideri Shri Mataja’dır ve ayaklarını yıkadıkları su şifa niyetine içilmektedir. Bu inanca göre tanrılar, bireysel yaratıklardır ve biyolojik görüntüler bu kanallar vasıtasıyla düzenlenmektedir.

TANRININ ÇOCUKLARI: 1968’de ABD’de David Berg tarafından kurulan dini akıma göre, kurucu Berg ahir zaman peygamberidir. Bergi, bayan taraftarlarını Tanrının sevgisini yeryüzüne yaymaları için pek çok erkekle cinsel ilişkiye girmek üzere görevlendirilmiştir. Bayanların bir erkeği reddetmesi yasaktır. Bu akımın inancına göre kıyamet yakında kopacak, ama kendileri sayesinde dünya yeniden yaratılacaktır.

TRANSANDANTAL MEDİTASYON: 1958’de Hindistan’da Mararishi Mahesh Yogi tarafından kurulan bu akıma ünlü müzik grubu Beatles’in bağlanmasıyla ABD ve Almanya’da gelişti. Türkiye’ye 1968 yılında gelen Yogi’nin taraftarları Ankara, İzmir, Bursa ve Eskişehir’de merkezler açtıkları biliniyor. ABD’de Hint temeline dayalı bir din olarak hükmedilen akımın meditasyon tekniklerinin okullarda yapılması yasaklanmıştır.

DİĞER DİNİ HAREKETLER VE TÜRKİYE’NİN DURUMU

Gül Haçı, Neo-Tantrizm, Reiki gibi yeni dini hareketlerin de bulunduğunu anlatan Özkan, Teosofi, Antroposofi ve Fiat Lux hareketlerinin dışındaki bütün grupların İstanbul başta olmak üzere, ülkenin çeşitli şehirlerinde şubeleri açtıklarına dikkati çekerek, “Sahaja Yoga isimli grubun Türkiye’de 34 şubesi bulunmaktadır. Mardin, Diyarbakır, Batman gibi illerde hatta Hacıbektaş, Fethiye ve Kemer gibi ilçelerde bile şube açmışlardır”diye konuştu.

(Selçuk Karagöz)


.

İnternetten İlmi Ledün Satanlar ve Sahte Alimler

Tarih19 Mayıs 2011, 23:48Editör

İnternetten İlmi Ledün Satanlar ve Sahte Alimler konusunu baz alan açıklayıcı bir makale. Birçok sahte mehdinin de ilmi ledün sahibi olduğunu iddia etmelerinide ele alırsak günümüz dünyası için önemli bir konu..

 

Gerçek âlimler ve aldatanlar



  
    
    
  
 
    
      
        
      
   

   


‘Ledün’den pay sahibiyim’ edebiyatı

“Modern çağın en büyük eksiği nedir?” denilse bu fakirin cevabı ilk olarak 
“âlim” olacaktır. Çünkü Tabakat kitaplarında gördüğümüz âlim portreleri ile 
bugünküleri kıyasladığımızda, bariz farklar var. Geçmiş ulemamız ile portresi 
çakışanlar ise zaten kibrit-i ahmer hükmünde; azın da azı. 

Âlim dediğimiz zaman; varis olduğu Peygamber mirası “ilmi hakiki”nin gerçekten 
kıymetini bilen, temsil ettiği ve mensup olduğu hakikatlerin şuurunda yaşayan ve
bu şuuru insanlara saçan kâmil zatlardan bahsediyoruz. 

Âlim pozu takınanlar ise hemen fark ediliyor. Efendimiz sallallahu aleyhi 
vesellemin; “Allah ilmi (verdikten sonra), insanların (kalbinden) zorla söküp 
almaz. Fakat ilmi, ulemayı kabz etmek suretiyle alır. Ulema kabzedilir, öyle ki 
tek bir âlim kalmaz. Halk da cahilleri kendine reis yapar. Bunlara meseleler 
sorulur, onlar da ilme dayanmaksızın (kendi reyleriyle) fetva verirler, böylece 
hem kendilerini hem de başkalarını dalâlete atarlar." (1) hadisi de bu 
kanaatimizi doğrulamaktadır. 

Kanaatimiz odur ki hadisin bahsettiği devre bugünleri yansıtmaktadır. En basit 
şekilde ifade edersek; ilm’ü ledün okyanusuna dalan ve bir kâmil şeyhten 
icazetli Hoca efendiler ve şeyh efendiler, selefleri gibi ilm-i batına yönelik 
konuşmamayı tercih ederken, hatta konuşulmasını ayıp sayarken; maalesef ilimden 
nasipsiz olanlar, ipe sapa gelmez cümleleri, ‘sohbet’ diye muhibbanın 
(sevenlerinin) önüne saçmakta, hem kendileri hem de etrafındakileri ateşe 
sürüklemektedir. 

En çetrefilli meseleler, geçmiş âlimlerimiz tarafından çözülmüş ve 
kütüphanelerin tozlu sayfalarında yok olmaya terk edilmişken, bugün bizler, 
maalesef meselelerin en sahih çözümlerini oradan alıp günümüze nakledecek 
âlimlerden yoksunuz. Hiç mi yok? Elbette var ama yeterli sayıda değil!

Kalplerinde eğrilik olan fitnebâzlar

Günümüzde hadisin de işaret ettiği gibi pek çok ilmi mesele -hatta Kuran’ın 
müteşabih ayetleri dahi- fütursuzca televizyon ekranlarında tartışılmakta. 
Hâlbuki ne müzakere edenlerin ne de bu tartışmayı seyredenlerin ilmi seviyeleri, 
bu meseleleri idrak edebilmeye yeterlidir. Hele de müteşabih (manası bilinmeyen) 
ayetler konusunda…(!)

“O mabûd-i kadimdir ki, senin üzerine Kur'an'ı indirdi. Ondan bir kısmı muhkem 
ayetlerdir ki onlar o kitabın aslıdır. Diğer bir kısmı da müteşâbih ayetlerdir. 
Artık kalplerinde eğrilik bulunan kimseler, fitne aramak ve onu te'vil arzusunda 
bulunmak için o kitaptan müteşâbih olanına ittiba ederler. Hâlbuki onun 
te'vilini Allah Teâlâ'dan başkası bilemez. İlimde rüsuh sahibi olanlar ise ‘Biz 
ona iman ettik, hepsi de Rabbimizin cânibindendir’ derler. (Bunları) Tam akıllı 
zatlardan başkası tezekkür edemez.” (Ali İmran, 7 )

Kur’an’ın manası ve mefhumu açık ayetlerine ‘muhkem ayetler’ denilir. Muhkem 
ayetlerin mefhumlarına ve anlamlarına da iman etmek zaruridir. Muhkem ayetlerin 
tevil edilecek bir yönü yoktur. Muhkem ayetlerine herkesin anlayacağı bir misal 
verecek olursak; İhlâs suresi yeterli olacaktır. İhlâs suresinin anlamında, 
mefhumunda müzakereye, tevile açık bir yön yoktur. 

Elmalılı Hamdi Yazır Efendi’nin beyan buyurduğu üzere, müteşabih ayetler ise 
çeşitli manalara, mefhumlara ihtimali olan ayetler. Ayette işaret edilen mefhum 
ve mananın hangisi olduğu, hatta manaların tamamının mı yoksa bir tanesinin mi 
murad edildiği seçilemez. 

Elmalılı Hamdi Efendi’ye göre müteşabih ayetlerin çerçevesine; Kur’an’ın ahkâmı, 
fasılaları, güzelliği, dokusu gibi pek çok mesele dâhil edilir. Allah-u 
Teâlâ’nın da beyan buyurduğu üzere, bu tür müteşabih ayetlerin tevili, ancak 
O’na mahsustur ve maksadı fitne çıkarmak, İslam Ümmetini paramparça etmek 
niyetinde olanlar, bu ayetlerin tevili ile uğraşırlar. 

Amacı fitne olanların kalp âlemi ise acınacak bir durumdadır. Ayetin de izhar 
ettiği gibi müteşabih ayetlerin üzerinde ileri geri konuşanların kalplerinde 
eğrilik vardır. Kendi fikirleri oturmamıştır. Hâlbuki kalp ikliminin sultanı 
Mevlana Celaleddin-i Rumi, insanın bir ayağını pergelin sabit bacağı gibi Ehl-i 
Sünnet’te karar kıldıktan sonra, diğer ayağının pergelin daire çizen bacağı gibi 
yetmiş iki milleti kucaklamasını, kapsamasını ister. 

Ayet bize bir prototip çizmektedir. Prototipimize uyan şahıslar, kalpleri 
vesvese ve evham girdaplarından kurtulamamış, şeytanın desise ve hile 
anaforlarında boğulan insanlardır. Fetih Suresi’nde beyan edildiği üzere, 
ruhları; imanlarının artması için Rahman’ın indirdiği ‘sekine’den mahrum; 
dünyevi endişeler ve gaileler okyanusunda fırtınaya tutulmuş küçücük bir kayık 
hükmündedir.



  
    
    
  

    
      
        
      
   

   
 


Öyleyse bizler; kendi kalbi âleminde İslam ahkâmını hâkim kılamamış bu zevattan 
uzak durmak zorundayız. Kendi kalplerindeki pisliği bizlere bulaştırma ihtimali 
var ve bu ihtimal pek de uzak değil!


‘Rasihun âlimler’ kimlerdir?


İmam-ı Nevevi’nin naklettiği üzere, “Kişi arkadaşının dini üzeredir.” (Hadisi 
şerif)


Peki, takip edeceğimiz âlimler kimlerdir? Kimlerle beraber olacağız?

Kur’an-ı Kerim’in, burada bize verdiği çok önemli bir ölçü var: “Rasih Âlimler.” 
Ehl-i Sünnet’in kimin âlim olduğu kiminse sadece bilgi/malumat sahibi olduğu 
noktasındaki mihenk noktalarından birisi amel, yani takvadır. 

“Kendilerine Tevrat yükletilipte sonra onu taşımayan (amel etmeyen) kişilerin 
meseli, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin haline benzer.” (Cuma, 5) ayetinde 
de belirtildiği üzere, bildiği ile amel etmeyenler; kitap yüklü merkeplere 
benzetilmişlerdir ki “rasihun âlimler”den kasıt, sadece bilenler değil; 
bildiklerini hayata geçiren âlimlerdir. 

Biz âlim dediğimiz zaman; kalbini, dimağını, gönlünü İslam rüzgârına açmış, 
kalbinden çıkan rahmet esintileri düşmanlarına dahi ulaşan, alnı secdeli, eli 
tespihli, ağzı dualı zatları kastediyoruz. 

“Kulları içinden ancak âlimler, Allah'tan (gereğince) korkar (Fatır; 28)” 
ayeti de meselenin bir diğer boyutunu özetlemektedir. 

Allah’tan korkmayı sadece kendi ferdi hayatlarında ikame etmekten bahsetmiyoruz. 
İnsanlara verdikleri tavsiye ve nasihatlerde, verdikleri fetvalarda; yazdıkları 
eserlerde de Allah korkusunun hâkim olması gereklidir. Çünkü bile bile hakkı 
saklayanlar, gizleyenler hakkında varid olmuş muazzam tehditler, bir insanı 
korkutmuyorsa akıbet endişesine sevk etmiyorsa o şahsın âlim sınıfına girmeye 
hakkı yoktur. Bunu en başta kendisinin hayal bile etmemesi gereklidir. 

Ancak Rasih âlimler, hem ferdi hem de içtimai hayatlarında hakkın hatırını âli 
tutmuş, her hakikati söndürülemez bir volkan gibi muhataplarına haykırmışlardır.


Hakikatin nakli esnasında muhataplarının tavrını, durumunu ve halet-i ruhiyesini 
esas almışlar; gâh Said Nursi merhum gibi “Bu sarık ancak bu başla çıkar” 
şeklinde eşi menendi olmayan bir duruş sergilemişler gâh Ahıskalı Ali Haydar 
Efendi merhum gibi “Ben namaz kılmayana dua etmem” diyerek; muhataplarının 
ahiretlerini karartmasına engel olma gayreti içinde olmuşlardır. 


Rasih âlimler ilimde derinleşmiş, eğilmez, eğrilikten hoşlanmayan, bildiğini 
bilmediğini birbirinden ayırt edebilen, bildiklerini esas alarak, bilmediklerini 
mümkün mertebe çözebilen, ince kavrayışlı ilim erbabı olarak da tavsif 
edilmiştir.(2) İmam-ı Taberi ise rasihun âlimleri; kalpleri hak yol üzere 
bulunan, harama el uzatmayan âlimler olarak anlatmaktadır.(3)


İkinci bin yılın müceddidi, Nakşî Tarikatının güneşi İmam-ı Rabbani Hazretleri 
ise ‘rasihun ulema’dan kastın, nefsin mutmainne mertebesine erdikten sonra, 
Kemalat-ı Nübüvvet dairesinden hisse almak olduğunu zikreder.(4) 


Kemalat-ı Nübüvvet dairesi, İmam-ı Rabbani’nin ifadesiyle, ötelerin ötesinde 
olan ve pek az kimsenin pay sahibi olduğu bir kemalat dairesidir. Peygamber 
varisi olmaları hasebiyle de bu âlimlerin şer-i şerifin hakikatiyle 
bezendiklerini vurgulayan İmam-ı Rabbani’nin tefsiri, ayetin de ruhunu 
yansıtmaktadır. Çünkü kalbinde eğrilik olmayan rasihun ulema, müteşabih 
ayetlerin teviline gitmez. Yine belirtmeden geçmeyelim ki İmam-ı Rabbani aynı 
mektubunda, her âlimin rasihun ulemadan sayılmadığını özellikle ifade 
etmektedir.



  
    
    
  
 
    
      
        
      
   

   


Âlimler akıbetlerinden korkarlar!

“Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize 
tarafından rahmet bağışla. Lütfu en bol olan sensin. Rabbimiz! Gelmesinde şüphe
edilmeyen bir günde, insanları mutlaka toplayacak olan sensin. Allah asla 
sözünden dönmez.” (Al-î İmrân; 8-9) 

Elmalılı Hamdi Efendi merhum; bu ayetlerdeki dua sahiplerinin “ulema-i rasihun” 
olduğunu belirtir. İsmail Hakkı Bursevi Hazretleri ise “Ruhul Beyan” tefsirinde, 
Allah’ın rahmetini istemenin âlimler yanında en değerli şey olduğunu nakleder.

İlim de derinleşmiş âlimler, son nefeslerinde imansız gitmekten bunca 
korkuyorlarsa bizim nasıl endişe etmemiz gereklidir?... 

“Hiçbir kalp yoktur ki Rahman’ın iki parmağının arasında olmasın. Onu 
doğrultmayı dilerse doğrultur ve isterse de saptırır.” (5) “Allahumme ya 
musebbitel kulûb, sebbit kulubena ala dînike” (Allah’ım! Ey kalpleri evirip 
çeviren, kalplerimizi dininde sabit kıl.)(6) duasını Efendimiz sallallahu 
aleyhi vesellemin de yaptığını düşünürsek, acaba bizim ne yapmamız 
gereklidir?... 

“Âlimler peygamberlerin varisleridir, peygamberler geriye ne dinar ne de dirhem 
bırakırlar. Onlar geriye ancak ilim bırakırlar. Kim bu ilmi alırsa büyük bir pay 
almış olur.”(7) Efendimizin âlimlere yüklediği mesuliyetin ciddiyetini 
anlatmak için daha başka bir söze hacet yoktur. 

Âlim; Peygamber varisi olması hasebiyle; sadece Efendimizin şerh ettiği zahiri 
ilimlerde değil, batini âlemlerde de varis-i Nebi olmak zorundadır. Çünkü 
Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bize sadece fıkhı, hadisi değil kalbimizi 
mamur, ruhumuzu mesrur etmemize yarayan tasavvuf ilmini de bırakmıştır. 

İster adına Selef-i Salihin devrinde olduğu gibi “fıkh-ı batın” deyin, ister 
“zühd” isterse “irfan mektebi” deyin; âlim, tasavvuf berzahından veya diğer bir 
ifade ile nefis terbiyesinden geçmek zorundadır. Çünkü İmam-ı Gazali 
rahimehullahın da işaret buyurdukları üzere, kalp ikliminde Şer-i Şerif’i hâkim 
kılmak çok zor iştir. 

Evet, bunca kafa karıştırıcı görüşün rağbet gördüğü günümüzde, dikkate almamız 
gereken, tasavvuf ehlinin tavrı olmalıdır. Her nefeslerinde “İlahi ente maksudi 
ve ridake matlubi” düsturu ile hareket eden mutasavvıflar; azimet ile amel edip 
ruhsatlardan kaçınmayı; takvayı hayatın merkezine yerleştirip fetvayı avama 
bırakmayı tercih etmekle en doğru hükmü vermişlerdir.

Zülcenaheyn âlimler

Varis-i Nebi olmak sadece bilmekle değil, kalbini, ahlakını her yönüyle 
Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme benzetmek demektir ki mutasavvıflar bu 
hali, Efendimizin ‘hem zahirine hem de batınına mirasçı olmak’la anlatırlar. 
Onların dilinde böyle âlimlere “Zülcenaheyn” ismi verilir. Mevlana Halidi 
Bağdadi Hazretleri, Efendimiz (sav)’in hem zahiri ilmine hem de batınına 
mirasçı olmuş alimlerimizden birisidir ve künyesi Zülcenaheyn (iki kanatlı)’dır.

Zülcenaheyn sıfatına haiz âlimlerimizin ortak özelliklerinden birisi de 
müteşabihat meselelerden uzak durmalarıdır. İmam-ı Azam’dan İmam-ı Ahmed bin 
Hanbel’e, İmam-ı Rabbani’den Mevlana Halid-i Bağdadi’ye kadar hemen hepsi 
tartışmalı meselelere, ancak lüzumu kadar girmiş; Sünnet-i Seniyye’ye sıkı 
sıkıya bağlı kalmışlardır.

Mesela; bu âlimlerimizin hiçbirisi kendi kerametlerini kendi ağızlarından 
anlatmamışlardır. Hatta Seyyid Abdulhakim Arvasi’nin ifadesi ile keramet 
göstermekten, bakire kızın hayız kanını göstermesi kadar imtina etmişler, hayâ 
etmişlerdir. 

Günümüzde ise kendini rasihun ulemadan sayan, ‘şeyh taslakları’ bizzat kendi 
kerametlerini kendileri anlatmaktadır. Bu tür bir tavır ise tekâmülün değil, 
hamlığın alametidir. Çünkü Ehl-i Sünnet’e göre evliyaullahın kerameti, bağlı 
bulunduğu Nebinin mucizesidir. 

Meseleyi biraz daha açarsak; Velinin gösterdiği keramet; bağlı olduğu Nebi’ye 
müntesipliğindendir. Rasih âlimlerimiz kerametlerini kendilerinden, kendi 
nefislerinden bilmemişler; bunu ikram-ı ilahi ve Efendimiz sallallahu aleyhi 
vesellemin apaçık bir mucizesi olarak telakki etmişlerdir. Kendilerine 
verdikleri bu acziyyet ve mahviyet ile daha da yükselmişlerdir. 


Onlar böyle iken, günümüzde, TV ekranlarında ve internet sitelerinde, keramet ve 
ilmi ledün satanların kıymetini varın siz ölçün…


Dipnotlar:
 1- Buhari, İlim. 34. 2- Elmalılı Hamdi Yazır, 
Hak Dini Kur'an Dili, c. 2, 1044. 3- Taberî, Câmiul-Beyan, c. 3, 184. 
4- 
Mektubat, İmam-ı Rabbani, c. 2, 54. Mektub. 5- İbn-i Mace, 195. 
6- 
Tirmizi 3750; İbni Mace 195. 7- Ebu Davûd, 3641.

AHMET HALİLOĞLU

.