|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
Ehl-i sünnet yolu, İslam’ın ana caddesidir
2016-11-23 02:00:00
Ehl-i sünnet yolu nedir? -1-
"Ehl-i sünnet yolu" İslam’ın ana caddesidir. Peygamber efendimizin “aleyhissalâtü vesselâm” ve Eshab-ı kiramın “aleyhimürrıdvân” gösterdiği doğru yoldur. Peygamber efendimiz hicretin on birinci senesinde, âhireti teşrif buyurduktan sonra, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” halife oldu. Hicretin on üçüncü senesinde, altmış üç yaşında vefat etti. Bundan sonra Ömer-ül-Fârûk “radıyallahü anh” halife oldu. Yirmi üçüncü senede, altmış üç yaşında şehid edildi. Bundan sonra, Osmân Zinnûreyn “radıyallahü teâlâ anh” halife oldu. Otuz beş senesinde, seksen iki yaşında şehîd edildi. Sonra Ali “radıyallahü anh” halife oldu. Hicretin kırkıncı senesinde altmış üç yaşında şehîd edildi. Bu dört halifeye, (Hulefâ-i râşidîn) denir. Zamân-ı saâdette, (Ahkâm-ı İslâmiyye) tamam icra edilip, her taraf, hak, adâlet ve hürriyet ile nurlandığı gibi, bunların zamanında da öyle idi. Ahkâm-ı islâmiyye kusursuz olarak yapılıyordu. Bu dört halîfe, Eshâb-ı kirâmın hepsinden üstündür. Kendi aralarındaki üstünlükleri, hilâfetleri sırasına göredir.
Hazreti Ebû Bekr zamanında, Müslümanlar, Arabistan yarımadasından dışarı çıktı. Resûl-i ekrem efendimiz âhireti teşrif buyurunca, yarımadada karışıklıklar çıktı. Hazreti Ebû Bekr yarımadada hâsıl olan bu karışıklıkları düzeltti. Mürtedlerin terbiyesi ile uğraştı. Vakt-i saâdette olduğu gibi, birliği temin etti.
Hazreti Ömer halîfe olunca, bir hutbe okuyup; "Ey Resûlün Eshâbı! Arabistan, ancak sizin atlarınıza arpa yetiştirebilir. Hâlbuki Allahü teâlâ, Muhammed aleyhisselâmın ümmetine, yeryüzünün her tarafında, yer, memleket vereceğini, Habîbine vadetmiştir. Hani, bu vadedilen memleketleri zapt ederek, dünyada ganimete, âhirette gazâ ve şehitlik rütbesine nâil olmak isteyen erler nerede? Din uğruna can ve baş fedâ ederek, vatanlarını bırakıp, Allahü teâlânın kullarını zalimlerin pençelerinden kurtaracak gâziler nerede?" diyerek Eshâb-ı kirâmı cihâda ve gazâya teşvik buyurdu. İşte İslâm memleketlerinin, üç kıta boyunca, hızla genişlemesine, milyonlarca insanın küfürden kurtulmalarına sebep, Hazreti Ömer’in bu nutkudur...
Osmân ve Ali “radıyallahü anhümâ” zamanlarında da böyle gazâ ile uğraşıldı. Fakat Hazreti Osmân zamanında, halifeye karşı gelenler türedi ve şehit ettiler. Hazreti Ali zamanında, "hâricî kavgaları" baş gösterdi. Ehl-i islâm arasında ayrılık başladı. Fetih ve zaferin en büyük sebebi ise, ittifak ve birliktir.
Bu dört halifeden sonra, Ehl-i islâm arasında, bid’atler ve yanlış yollar meydana çıkarak, nice kimseler doğru yoldan ayrıldı. Yalnız, Eshâb-ı kirâm gibi iman edenler ve ahkâm-ı islâmiyeye onlar gibi tâbi olanlar kurtuldu ki, bunların yoluna "Ehl-i sünnet vel-cemâ’at" fırkası denir.
.İman, Ehl-i sünnet itikadına uygun olmalı
2016-11-30 02:00:00
Akıllı olan ve bülûğ çağına giren her erkeğin ve kadının birinci vazifesi, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri iman bilgilerini öğrenmek ve bunlara uygun olarak inanmaktır.
Ehl-i sünnet yolu nedir? -2-
Müslüman olmanın ilk şartı, iman etmektir. Akıllı olan ve bülûğ çağına giren her erkeğin ve kadının birinci vazifesi, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazdıkları iman bilgilerini öğrenmek ve bunlara uygun olarak inanmaktır. Kıyâmette Cehennem azabından kurtulmak, onların bildirdiklerine inanmaya bağlıdır. Cehennemden kurtulacak olanlar, yalnız bunların yolunda gidenlerdir. Onların yolunda gidenlere (Sünnî) veya (Ehl-i sünnet) denir. Doğru iman ise, Ehl-i sünnet itikâdına uygun olarak inanmaya bağlıdır.
Hadîs-i şerîfte, (Benim ümmetim yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan yalnız bir fırka Cehennem azâbından kurtulacak, diğerleri ise helâk olacaklar, Cehenneme gideceklerdir) buyuruldu. Bu yetmişüç fırkadan her biri, İslâmiyete uyduğunu iddia etmekte ve Cehennemden kurtulacağı bildirilen bir fırkanın, kendi fırkası olduğunu söylemektedir. Müminûn sûresi 54. ve Rûm sûresi 32. âyet-i kerîmelerinde meâlen; (Her fırka, doğru yolda olduğunu sanarak sevinmektedir) buyuruldu. Hâlbuki, bu çeşitli fırkalar arasında, kurtulacak olan birinin alâmetini, işâretini, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” şöyle bildirmektedir: (Bu fırkada olanlar, benim ve Eshâbımın gittiği yolda bulunanlardır.) Eshâb-ı kirâmdan birini dahi sevmeyen, Ehl-i sünnetten ayrılmış olur. Ehl-i sünnet itikâdında olmayan da, kâfir veya (Bid’at ehli) sapık olur.
İslâm âlimlerinden Cüneyd-i Bağdâdî “kuddise sirruh” buyurdu ki: (İnsanı saadet-i ebediyyeye kavuşturacak tek bir yol vardır. O da, Resûlullahın izinde bulunmaktır.) Yine buyurdu ki: (Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdığı tefsîr kitâplarını okumayan ve hadîs-i şerîflerin gösterdiği yolda olmayan din adamına uymayınız! Çünkü, İslâm âlimi, Kur’ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin gösterdiği yolda olur.) Yine buyurdu ki: (Selef-i sâlihîn, doğru yolda idiler. Sâdık idiler. Allahü teâlânın sevgisine, rızâsına kavuşmuşlardı. Onların yolu, Kur’ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin gösterdiği yol idi. Bu doğru yola sımsıkı sarılmışlardı.) [Bundan anlaşılıyor ki, Resûlullahın yolu, Selef-i sâlihînin yoludur. Selef-i sâlihîn, ilk iki asrın Müslümanlarıdır. Yani, Selef-i sâlihîn deyince, Eshâb-ı kirâmın hepsi ile Tâbi’înin ve Tebe’i tâbi’înin büyükleri anlaşılıyor. Dört mezhep imâmı, bu büyüklerdendir.]
O hâlde, Resûlullahın yolu, dört mezhebin fıkıh, akâid ve tasavvuf kitâplarında bildirilmiş olan (Ahkâm-ı İslâmiye bilgileri)dir. Bu yola (Ehl-i Sünnet Yolu) denir. Dört hak mezhepten herhangi birisinin âlimlerine (Ehl-i sünnet âlimi) denir. Ehl-i sünnet âlimlerinin reîsi, İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfedir...
.Ehl-i sünnet yolundan niçin ayrıldılar?..
2016-12-07 02:00:00
Kendilerine Şîa, Hâricî, Mu’tezile, Cebriye, Mürcie, Müşebbihe, Mücessime... gibi isimler verilen fırkalar, İslâmın ana caddesinden ayrılan yanlış yollardır.
Ehl-i sünnet yolu nedir? -3-
Ehl-i sünnet yolundan ayrılan ve kendilerine Şîa, Hâricî, Mu’tezile, Cebriye, Mürcie, Müşebbihe, Mücessime... gibi isimler verilen fırkalar, İslâmın ana caddesinden ayrılan yanlış yollardır. Bunlar, zamanla kendi aralarında da birçok kollara ayrılmışlar ve zamanla (Ehl-i Bid’at) yolu denilen yetmiş iki çeşit bozuk fırkanın ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır. İslâmın ana caddesinden ayrılarak yanlış ve bozuk yollara sapmışlardır. Sevgili Peygamberimizin, (Benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır) hadîs-i şerifi ile haber verdiği bozuk çığırın başlamasına ve Müslümanların birbirinden ayrılmalarına yol açmışlardır. İslamın ana caddesinden ayrılan ilk fırka, Şiîler ve Haricîler olmuştur. Bunlar, düşmanlık üzere kurulmuş bozuk yollardır. Her ikisi de, Peygamber Efendimizin sohbetinde yetişen ve O’nun gösterdiği doğru yolu yaymak için can ve mallarını feda eden Eshâb-ı kirâmın en üstünü hazret-i Ebû Bekir, hazret-i Ömer ve hazret-i Ali’ye düşmandırlar.
Bugün bu fırkaların birçoğu unutulmuş olup şimdi, dünyada bulunan Müslümanlar, üç fırkaya ayrılmış bulunmaktadır. Birinci fırka, Eshâb-ı kirâmın yolunda olan, hakîki Müslümanlardır. Bunlara (Ehl-i sünnet) ve (Sünnî) ve (Fırka-i nâciye), Cehennemden kurtulan fırka denir. İkinci fırka, Eshâb-ı kirâma düşman olanlardır. Bunlara (Şiî) ve (Fırka-i dâlle) denir. Üçüncüsü, Sünnîlere ve Şiilere düşman olanlardır. Bunlara (Vehhâbî) ve (Necdî) denir. Çünkü bunlar, ilk olarak, Arabistan’ın Necd şehrinde meydana çıkmıştır. Bunlara (Fırka-i mel’ûne) de denir. Çünkü, bunların Müslümanlara kâfir dedikleri, (Se’âdet-i Ebediyye) ve (Kıyâmet ve Âhıret) kitaplarında yazılıdır. Peygamberimiz böyle söyleyenlere lânet etmiştir. Müslümanları bu üç fırkaya parçalayan, İslamın en büyük düşmanı olan Yahudiler ile İngilizlerdir.
Abdülgani Nablusî hazretleri (Hadika) kitabında şöyle buyuruyor:
“İcma ile ve zaruri olarak bildirilmiş olan inanılacak ve yapılacak din bilgilerinde ictihad yapmak caiz değildir. Çünkü, bunlara inanmayan kâfir olur. Bu ümmetten bazıları itikatta, iman edilecek şeylerde ictihad yaparak 73 fırkaya ayrıldı. Kur'an-ı kerimde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş olan ve açık olanların da manaları icma ile ve zaruri olarak anlaşılmamış olan yapılacak işlerde ictihad etmek caizdir. İnanılacak olan bilgilerde ictihad hiç caiz değildir. Böyle bilgilerde ictihad ederken yanılmak, küfür olmaz ise de, büyük günah olur. Müslümanların 73 fırkasından 72 fırkası böyle yanılmış, doğru yoldan ayrılmış, (Bid’at ehli) olmuştur. Bunlar, Cehenneme gireceklerdir, ama Müslüman oldukları için, Cehennemde sonsuz kalmayacaklar, azap gördükten sonra, çıkarılacaklardır.”
.Hazret-i Ali’yi sevmeyen Ehl-i sünnet değildir!..
2016-12-21 02:00:00
Hazret-i Ali’yi “radıyallahü anh” sevmek, Ehl-i sünnet olmak için şarttır. Hazret-i Ali’yi sevmeyen, Ehl-i sünnet değildir. Buna "Hâricî" denir ve bunlar hazret-i Ali’ye düşmandır...
Ehl-i sünnet yolu nedir? -5-
Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” iki dâmâdının, yani hazret-i Osman ile hazret-i Ali'nin halîfe oldukları zamanda fitneler çıktığı ve Müslümanların işlerinde karışıklık çoğaldığı için, insanların kalbinde kırıklık, soğukluk hâsıl olmuştu. Aralarına düşmanlık ve geçimsizlik girmişti. Bunun için, Ehl-i sünnet ve cemâat âlimleri, "Hateneyn"i yani iki dâmâdı sevmek lâzım geldiğini bildirmişlerdir. Böylece, bir câhilin çıkıp da, Resûlullahın Eshâb-ı kirâmına dil uzatmasını önlemişlerdir. Resûlullahın halîfelerinden, vekillerinden birine düşmanlık edilmesine fırsat bırakmamışlardır. Görülüyor ki, hazret-i Ali’yi “radıyallahü anh” sevmek, Ehl-i sünnet olmak için şarttır.
Hazret-i Ali’yi sevmeyen, Ehl-i sünnet değildir. Buna (Hâricî) denir. Hazret-i Ali’yi sevmekte taşkınlık eden, sevmekte aşırı yol tutan, onu sevmek için, Resûlullahın Eshâbına sövmek lâzımdır diyen, bunun için Eshâb-ı kirâma “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmain” dil uzatarak, Eshâb-ı kirâmın ve Tâbi’în-i izâmın ve Selef-i sâlihînin yollarından sapan kimseye (Sapık) denir. Görülüyor ki, hazret-i Ali’yi sevmekte, bunlar aşırı gitmekte, taşkınlık yapmaktadır. Hâricîler ise, hazret-i Ali’ye düşman olmakta, o, Allahın arslanının kıymetini anlamamaktadır. (Ehl-i sünnet) ise, her iki tarafa sapmamış, orta yoldan gitmiştir. Hak da, aşırı sağa ve sola sapanda değil, elbette doğru yolda gidendedir. Sağa, sola taşmak, elbette çirkin ve tehlikelidir. Ahmed ibni Hanbel “rahime-hullahü teâlâ” haber veriyor ki, hazret-i Ali buyurdu ki:
“Resûlullah efendimiz bana dedi ki: (Yâ Alî! Sen İsâ aleyhisselâma benzeyeceksin. Yahudiler ona düşman oldular. Annesi hazret-i Meryem’e iftira ettiler. Hıristiyanlar ise, onu aşırı severek, olmayacak dereceye yükselttiler. Yani, ‘Allahın oğlu’ dediler.)
Hazret-i Ali, bundan sonra buyurdu ki: "Benim yüzümden iki çeşit kimseler helâk olacaklardır. Birisi, beni sevmekte taşkınlık yapanlar ve bende olmayan şeyleri bana söyleyerek, aşırı övenlerdir. İkincisi, bana düşman olanlar ve düşmanlık ederek iftira yapanlardır…"
Görülüyor ki, Hâricîler, Yahudilere benzetilmektedir. Sevmekte taşkınlık yapanlar da, Hıristiyanlar gibi olmaktadır. Bunların ikisi de, doğru yoldan ayrılmıştır. Ehl-i sünnet için "hazret-i Ali’yi sevmezler" demek, "onu Şiiler sever" sanmak büyük, çok çirkin bir cahilliktir.
Şunu iyi anlamalıdır ki, sapık demek, hazret-i Ali’yi sevmek demek değildir. Resûlullahın üç halîfesine düşman olmak demektir. Eshâb-ı kirâmı kötülemek, onlara dil uzatmak kötüdür...
.Son nefeste imanla gitmek için...
2016-12-28 02:00:00
Ehl-i beyti sevmek, Ehl-i sünnetin sermayesidir. Ehl-i sünnet âlimleri, son nefeste imanla gitmek için, Ehl-i beyti çok sevmek lâzımdır demişlerdir.
Ehl-i sünnet yolu nedir? -6-
Ehl-i sünnet yolunda olmanın alâmeti, Peygamberimizin Eshâbının hepsi ile birlikte Ehl-i beyti sevmektir. Hazret-i Ali ile Fâtıma'ya ve çocuklarına “radıyallahü teâlâ anhüm ecmaîn” (Âl-i Resûl) veyâ (Ehl-i Beyt) denir). Şîiler, Şîiliğin, Muhammed aleyhisselâmın Âlini, yani Ehl-i beytini sevmek olduğunu söylüyorlar. Eğer Şîilik, onları sevmek ise, Şîiler başımızın tâcı olur. Fakat, Ehl-i beytten başkasına düşmanlık etmek doğru değildir. Resûlullahın Ehl-i beytini doğru ve uygun olarak sevenler, elbette Ehl-i sünnettir. Ehl-i beytin yolunda olan, elbette bunlardır. Ehl-i beyti seviyoruz ve onların yolunda gidiyoruz diyen, eğer diğer Eshâba düşmanlık etmese ve Eshâb-ı kirâmın hepsine saygı ve sevgi gösterse ve Eshâb-ı kirâm arasındaki muharebelerin iyi sebeplerden meydana geldiğine inansa (Ehl-i sünnet) olur. Sapık yolda olmaktan kurtulur. Çünkü, Ehl-i beyti sevmemek, (Hâricî) olmaktır. Hem Ehl-i beyti sevmek, hem de Eshâb-ı kirâma saygı göstermek, hepsini sevmek, Ehl-i sünnet olmaktır. Görülüyor ki, mezhebsizlik, Resûlullahın Eshâb-ı kirâmına düşmanlık etmekten doğmaktadır. Çünkü, Ehl-i beyt de, Eshâb-ı kirâmdandır. (Sünnîlik) ise, Eshâb-ı kirâmın hepsini sevmektir...
Aklı olan, insaflı olan bir kimse, Eshâb-ı kirâma düşmanlık etmeyi, onları sevmekten daha üstün tutmaz. Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” sevdiği için, Onun Eshâbının hepsini sever. Bazıları, Ehl-i sünnetin Ehl-i beyte düşman olduklarını söylüyor. Bu çok yanlış ve pek çirkin sözlerine ne kadar şaşılsa yeridir. Çünkü, Ehl-i beyti sevmek, Ehl-i sünnetin imanla gitmesine alâmettir. Ehl-i sünnet âlimleri, son nefeste imanla gitmek için, Ehl-i beyti çok sevmek lâzımdır demişlerdir. Ehl-i beytin sevgisini herkese aşılamak için “Onları sevmek, son nefeste imanla gitmeye yardım eder” buyurmuşlardır.
Ehl-i beyti sevmek, Ehl-i sünnetin sermayesidir. Şîiler bunu anlayamıyorlar. Ehl-i sünnetin doğru ve yerinde olan sevgisini bırakarak, taşkın, aşırı bir yola sapıyorlar. Aşırı ve taşkın olmayan sevginin kıymeti olmaz sanarak, Ehl-i sünnete Hâricî/Ehl-i beyt düşmanı damgasını vuruyorlar. Ehl-i sünneti beğenmemelerinin, çok çirkin sözlerle kötülemelerinin biricik sebebi, Ehl-i sünnetin, Ehl-i beyt sevgisine Eshâb-ı kirâmın hepsinin sevgisini de katmasıdır. Aşırı gitmek ile aşağı kalmak arasında doğru ve uygun bir yol bulunduğunu, hak ve doğru yolun, böyle olduğunu anlayamıyorlar. Aşırı yüksek ile pek alçak iki bozuk yol arasındaki hak ve doğru olan orta yolu bulmak şerefi, Ehl-i sünnet âlimlerine nasip olmuştur. Ehl-i sünnet âlimlerinin bu doğru yolu bulmak için, durmadan, usanmadan yaptıkları çalışmalara, Allahü teâlâ bol bol mükâfat versin! Âmin...
.Müslümanlara düşmanlık üzerine kurulan fırkalar!..
2017-01-04 02:00:00
İslâmiyette, Müslümanlara düşmanlık üzerine kurulan iki fırkadan birisi Hariciler, diğeri de Şîilerdir. Ehl-i sünnet yolundan ayrılan ilk iki fırka bunlardır.
Ehl-i sünnet yolu nedir? -7-
Şîiler ve Hâricîler Müslümanlara düşmanlık üzerine kurulan iki fırkadır... Şîiler, Hazret-i Ali'ye “radıyallahü anh” olan muhabbetin aşırı ve taşkın olmasından dolayı, Hazret-i Ali'yi sevmek için, üç halîfeye ve Eshâb-ı kirâmdan çoğuna düşman olmak lâzımdır, diyorlar. İnsaf etsinler, böyle muhabbet olur mu? Resûlullahın halîfelerine düşman olmak ve Onun Eshâb-ı kirâmına sövmek ve kötülemenin şart tutulduğu bir çılgınlığa, muhabbet ismi verilebilir mi?
Ehl-i sünneti beğenmemelerinin, çok çirkin sözlerle kötülemelerinin biricik sebebi, Ehl-i sünnetin, Ehl-i beyt sevgisine Eshâb-ı kirâmın hepsinin sevgisini de katmasıdır. Eshâb-ı kirâm arasındaki ayrılıkları, muhârebeleri bildiği hâlde, onların hiçbirini kötülememesidir. Ehl-i sünnet, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” sohbetinin kıymetini ve şerefini anlayarak, Eshâb-ı kirâmın kötü düşünüşten, inattan, birbirini çekememekten kurtulduklarını, tertemiz olduklarını bildirmekte, herbirinin üstün, kıymetli olduğunu söylemektedir. Bununla berâber, bu muhârebelerde, haklı olana haklı, yanlış olana hatâlı demiştir. Fakat, bu hatâların, nefsin isteklerinden, kötü arzularından hâsıl olmadığını, rey ve ictihâd ayrılığı olduğunu beyân eylemişlerdir. Ehl-i sünnet de, Eshâb-ı kirâmın çoğuna düşmanlık etse idi ve bu din büyüklerini kötüleseydi, hoşlarına giderdi. O zamân, Ehl-i sünnete dil uzatmazlardı. Bunun gibi Hâricîlerin de, Ehl-i sünneti sevmeleri için, Ehl-i sünnetin de, Ehl-i beyte düşman olması lâzımdır. Şîiler de biliyor ki, Hâricîlerle, yani Hazret-i Ali'nin ve evlâtlarının düşmanları ile, Ehl-i sünnet dövüştü. Ehl-i beytin düşmanlarının cezâlarını verenler, Ehl-i sünnet idi. O vakit Şîiler yoktu. Olsa da, yok denecek kadar azdı. Yoksa bunlar, Ehl-i sünnete, Ehl-i beyti sevdikleri için Şîi mi diyorlar? Bunun için, Hâricîleri dağıtanları, kaçıranları Şîi mi sanıyorlar? Çok şaşılır ki; Ehl-i sünnete bazen Hâricî diyorlar. Muhabbetlerinin aşırı, taşkın olmadığını görünce Hâricî sanıyorlar. Ehl-i beyte olan, o büyüklere uygun, yakışan sevgiyi gördükleri zaman da, Ehl-i sünneti Şîi sanıyorlar. Bunun içindir ki, çok câhil olduklarından, Ehl-i sünnet âlimlerinden Ehl-i beytin muhabbetini işitince, bunları kendilerinden sanıyorlar.
Muhabbette taşkınlık yapılmamasını söyleyen ve üç halîfeyi de sevdirmeye çalışan Ehl-i sünnet âlimlerine de, Hâricî diyorlar. Bunların, Ehl-i sünnet âlimlerine olan haksız ve yersiz sözlerine yazıklar olsun!..
Yâ Rabbî! Sen bize doğru yolu gösterdikten sonra, kalplerimizi kaydırma! Sonsuz rahmet hazînelerinden bizlere de ihsân et! İyilikleri veren ancak sensin!
.Eshâbı kötülemek, nasıl mezhep olur?
2017-01-11 02:00:00
Yetmişiki fırkanın en aşağısı, en bozuğu, Eshâb-ı kirâma düşmanlık yapanlardır. Yetmişüçüncü kurtuluş fırkası olan Ehl-i sünnetten en çok uzaklaşan, en fazla sapıtan, bunlardır.
Ehl-i sünnet yolu nedir? -8-
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyuruyor ki: (Eshâbımın hakkını gözetmekte, Allahü teâlâdan korkunuz! Benden sonra, onlara dil uzatmayınız!)
Bu emrin ehemmiyetini göstermek için iki kere tekrâr buyuruyor. Bir hadîs-i şerîfte de, (Eshâbımın hepsi gökteki yıldızlar gibidir. Hangi birisine uyarsanız, hidâyete, saâdete kavuşursunuz!) buyuruldu. Eshâb-ı kirâmın her birini büyük bilmek, hepsine saygı göstermek lâzım geldiğini gösteren, başka çok hadîs-i şerîfler de vardır. Bunun için, hepsini kıymetli, üstün tutmamız lâzımdır. Onların ufak tefek hatalarının da, iyi niyetlerle yapıldığını düşünmeliyiz. Ehl-i sünnet mezhebi böyledir.
Bazıları, burada taşkınlık gösteriyor. Hazret-i Ali ile harp edenlere kâfir diyorlar ve söylenemeyecek çirkin kelimeleri ve iğrenç, bayağı sözleri ağızlarına alıyorlar. Dillerini kirletiyorlar. Böyle davranışları ile, eğer hazret-i Ali'nin haklı olduğunu ve onunla harp edenlerin yanıldıklarını anlatmak istiyorlarsa, bunu bildirmek için, Ehl-i sünnet gibi söylemeleri yetişir. Adâlete, insâfa yakışan yol da öylece anlatmaktır. Bu din büyüklerini kötülemek ve onlara sövmek, din ve mezhep olmaz. Bunlar, bu kötü yolu kendilerine din ve mezhep ediniyor. Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbına düşmanlık etmeyi, sövmeyi, din ve imân sanıyorlar. Bu nasıl dindir ve nasıl mezheptir ki, imânlarının temeli, Resûlullahın Eshâbına “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” sövmek olmaktadır.
Bir hadîs-i şerîfte, (Müslümanlar yetmişüç fırkaya ayrılacaklardır. Bunlardan yetmişikisi, bozuk inanışlarından dolayı, Cehenneme gidecektir. Yalnız birisi kurtulacaktır) buyuruldu. Bu yetmişiki bid’at fırkasından her biri, çeşitli bid’atler meydâna çıkararak, Ehl-i sünnetten ayrıldılar. Bu yetmişiki fırkanın en aşağısı, en bozuğu, Eshâb-ı kirâma düşmanlık yapanlar oldu. Yetmişüçüncü kurtuluş fırkası olan Ehl-i sünnetten en çok uzaklaşan, en fazla sapıtan, bunlar oldu. Din büyüklerine sövmeyi, bunlara lânet etmeyi, imânlarının, mezheplerinin temeli sanan kimselerin haklı olmakla, doğrulukla ne bağlılığı olabilir. Bunlar, zamanla on iki fırkaya ayrıldı. Hepsi birbirini beğenmiyor ise de, hepsi de Eshâb-ı kirâma kâfir demekten çekinmemektedir. Hulefâ-i râşidîne/dört büyük halifeye sövmek ibâdet olur, diyorlar. Bununla berâber, kendilerine Râfızî dedirtmekten kaçınıyorlar. Râfızîler bizden başkalarıdır, diyorlar. Çünkü Râfızîlerin kıyâmette azâp göreceklerini bildiren hadîs-i şerîfler olduğunu kendileri de bilmektedir. Râfızî isminden kaçındıkları gibi, keşke bu kelimenin manâsından da sakınsalardı ve Resûlullahın Eshâb-ı kirâmına düşmanlık etmeselerdi çok iyi olurdu.
Eshâbın hepsine saygı göstermelidir
2017-01-18 02:00:00
Eshâb-ı kirâmın her birini büyük bilmek, hepsine saygı göstermek lâzım geldiğini gösteren, çok hadîs-i şerîf vardır. Bunun için, hepsini kıymetli, üstün tutmamız lâzımdır.
Ehl-i sünnet yolu nedir? -9-
Ehl-i sünnet âlimlerinin büyükleri buyuruyor ki: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin Eshâb-ı kirâmı, hazret-i Osman'ın kâtilinin bulunup cezalandırılması konusunda ihtilafa düşüp birbirleri ile muhârebe ederken üç fırkaya ayrılmışlardı. Bu üç fırkada bulunan Eshâb-ı kirâmın hiçbirine haklı idi, yanıldı gibi söylememiz doğru değildir. Hepsi için de, yalnız iyi olduklarını söylememiz lâzımdır. Hadîs-i şerîfte de böyle buyuruldu. (Eshâbım anıldığı zaman, dilinizi koruyunuz) hadîs-i şerîfi gösteriyor ki, Eshâbım anıldığı zaman, birbirleri ile olan muhârebeleri söylenildiği zaman kendinizi koruyunuz. Bir kısmını beğenip, ötekilerini kötülemekten sakınınız! Bu emre uymak lâzımdır. Bununla beraber, Ehl-i sünnet âlimlerinin çoğunun anladığına göre, hazret-i Ali ile birlikte olanlar, haklı idi. Karşı tarafta bulunanlar hatâya düşmüştü. Fakat bu hatâları, ictihâd hatâsı olduğu için bir şey denemez. O büyüklere dil uzatmamıza sebep olamaz. Hatâ edenler de, haklı olanlar gibi, kötülenemez ve aşağılanamaz. O muhârebeler yapılırken, hazret-i Ali'nin “radıyallahü anh” (Kardeşlerimiz bize uymadı. Onlar kâfir değildirler. Fâsık da olmadılar. Çünkü, anladıklarına göre ictihâd eylediler. Kâfir ve fâsık olmazlar) buyurduğu haber verilmektedir.
Görülüyor ki, Ehl-i sünnet de ve Şîiler de, hazret-i Ali ile harp edenlerin hatâ ettiklerini, hazret-i Ali'nin haklı olduğunu söylemektedir. Lâkin, Ehl-i sünnet âlimleri, bu hatânın, görüş, anlayış hatâsı olduğunu, bundan başka bir şey söylenemeyeceğini bildiriyor. O büyüklere dil uzatmaktan, onları kötülemekten kaçınmak lâzımdır diyorlar ve insanların en hayırlısının sohbetinin şerefini, hakkını gözetmeliyiz buyuruyorlar. Çünkü Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyuruyor ki: (Eshâbımın hakkını gözetmekte, Allahü teâlâdan korkunuz! Benden sonra, onlara dil uzatmayınız!) Bu emrin ehemmiyetini göstermek için iki kere tekrâr buyuruyor. Bir hadîs-i şerîfte de, (Eshâbımın hepsi gökteki yıldızlar gibidir. Hangi birisine uyarsanız, hidâyete, saâdete kavuşursunuz!) buyuruldu.
Eshâb-ı kirâmın her birini büyük bilmek, hepsine saygı göstermek lâzım geldiğini gösteren, başka çok hadîs-i şerîfler de vardır. Bunun için, hepsini kıymetli, üstün tutmamız lâzımdır. Onların ufak tefek hatalarının da, iyi niyetlerle yapıldığını düşünmeliyiz. Ehl-i sünnet mezhebi böyledir.
Bu din büyüklerini kötülemek ve onlara sövmek, din ve mezhep olabilir mi?
.Eshâb-ı kirâma düşmanlık yapanlar
2017-01-25 02:00:00
Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: "Müslümânlar yetmiş üç fırkaya ayrılacaklardır. Bunlardan yetmiş ikisi, bozuk inanışlarından dolayı, Cehenneme gidecekdir. Yalnız birisi kurtulacakdır."
Ehl-i sünnet yolu nedir? -10-
Yetmişiki bid’at fırkasından her biri, çeşitli bid’atler meydana çıkararak, Ehl-i sünnetten ayrıldılar. Bu yetmişiki fırkanın en aşağısı, en bozuğu, Eshâb-ı kirâma düşmanlık yapanlar oldu. Yetmiş üçüncü kurtuluş fırkası olan Ehl-i sünnetten en çok uzaklaşan bunlar oldu. Din büyüklerine sövmeyi, bunlara lânet etmeyi, imanlarının, mezheplerinin temeli sanan kimselerin haklı olmakla, doğrulukla ne bağlılığı olabilir! Bunlar, zamanla on iki fırkaya ayrıldı. Hepsi birbirini beğenmiyor ise de, hepsi de Eshâb-ı kirâma kâfir demekten çekinmemektedir. "Hulefâ-i râşidîne/dört büyük Halifeye sövmek ibâdet olur" diyorlar! Bununla beraber, kendilerine Râfızî dedirtmekten kaçınıyorlar. "Râfızîler bizden başkalarıdır" diyorlar. Çünkü Râfızîlerin kıyâmette azâp göreceklerini bildiren hadîs-i şerîfler olduğunu kendileri de bilmektedir. Râfızî isminden kaçındıkları gibi, keşke bu kelimenin manasından da sakınsalardı ve Resûlullahın Eshâb-ı kirâmına düşmanlık etmeselerdi çok iyi olurdu.
Bunlar, acabâ Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Ehl-i beytini de kendileri gibi mi sanıyorlar? Onları da, Ebû Bekir ile Ömer'e “radıyallahü anhümâ” düşman mı biliyorlar? Böyle sanmaları, Ehl-i beytin büyüklerini münâfık, ikiyüzlü bilmek olur. Hazret-i Ali'nin “radıyallahü anh” diğer üç halîfe ile tam otuz sene idâre yollu görüştüğünü, onlara olan düşmanlığını sakladığını ve hakları olmadığı hâlde, onları üstün tuttuğunu, onlara saygı gösterdiğini söylüyorlar. Bu sözlerine ne kadar şaşılsa yeridir.
Bunlar, Ehl-i beyti, Resûlullahı sevdikleri için seviyor iseler, Resûlullahın düşmanlarını da düşman bilmeleri lâzım gelirdi ve Resûlullahın düşmanlarına, Ehl-i beytin düşmanlarından daha çok sövmeleri ve lanet etmeleri icap ederdi. Hâlbuki bunların, Resûlullahın en büyük düşmanı olan ve onu çok inciten ve sayısız sıkıntılar yapan Ebû Cehil'e sövdükleri ve lânet ettikleri, onun kötülüğünü anlattıkları, hiç görülmemiş ve işitilmemiştir. Resûlullahın en çok sevdiği hazret-i Ebû Bekir'i, kendi bozuk görüşleri ile Ehl-i beytin düşmanı sanıyorlar. Bu yüzden ona sövüyor ve kötülemek için ağızlarına geleni söylüyorlar. Şânına yakışmayacak şeyleri iftira ediyorlar. Bu nasıl dindir ve mezheptir? Allah göstermesin! Hazret-i Ebû Bekir'in ve hazret-i Ömer'in ve bütün Eshâb-ı kirâmın “rıdvânullahi aleyhim ecmaîn”, Resûlullahın Ehl-i beytine “radıyallahü anhüm” düşman olacakları, hiç düşünülebilir mi?
Allahü teâlâ, bu zavallıların doğru yola gelmelerini, bu yanlış, bozuk yoldan kurtulmalarını nasip eylesin! Âmin.
.Dört halîfenin de hilâfetleri haktır...
2017-02-01 02:00:00
Ehl-i sünnet olmayanlardan bir kısmı, üç halîfenin haksız olarak halîfe olduklarını söylüyorlar. Hilâfeti, güç kullanarak, zorla aldıklarını zannediyorlar.
Ehl-i sünnet yolu nedir? -11-
Ehl-i sünnet âlimlerine göre, dört halîfenin de hilâfetleri haktır, doğrudur. Çünkü, gaybdan haber veren hadîs-i şerîflerden birisinde, (Benden sonra hilâfet otuz senedir) buyuruldu. Yani tam, kâmil hilâfet otuz senedir. Bu otuz sene hazret-i Ali'nin hilâfeti ile tamam oldu. Bu hadîs-i şerîf, dört halîfenin de haklı olarak halîfe olduklarını göstermektedir ve halîfelik sıraları da haklıdır.
Ehl-i sünnet olmayanlardan bir kısmı, üç halîfenin haksız olarak halîfe olduklarını söylüyorlar. Hilâfeti, güç kullanarak, zorla aldıklarını zannediyorlar. Yalnız, hazret-i Ali haklı olarak halîfe olmuştu, diyorlar. Hazret-i Ali'nin diğer üç halîfe zamanında ses çıkarmaması, onlara itâat etmesi, ortalığı idâre etmek, fitne çıkarmamak içindi diyorlar. Peygamber efendimizin Eshâb-ı kirâmının, birbirleriyle yalandan ahbaplık ettiklerini, ikiyüzlü olduklarını sanıyorlar. Geçinmek için birbirlerine dost göründüklerine inanıyorlar. Çünkü, bunların söylediğine göre, hazret-i Ali'nin halîfe olmasını isteyenler, üç halîfenin adamları ile istemeyerek arkadaşlık etmiş ve olduğu gibi görünmemişlerdir. Onlar da, hazret-i Ali'yi sevmedikleri hâlde, güleryüz göstermişler, düşmanlıklarını gizlemiş, dost olarak görünmüşlerdir. Bunların söylediğine göre, Eshâb-ı kirâmın hepsi ikiyüzlü ve yalancı olmaktadır. İçlerinde olanın aksini göstermişlerdir. Bunlara göre, Muhammed aleyhisselâmın Ümmetinin en kötüleri, Eshâb-ı kirâm olmaktadır.
Sohbetlerin, toplantıların en kötüsü de, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” sohbeti olmaktadır. Çünkü, bu kötü huylar, onlara, Onun sohbetinden, Onun nasîhatlerinden gelmiş oluyor. Dünyânın en kötü zamanı Eshâb-ı kirâmın zamanı olmaktadır. Çünkü; ikiyüzlülük, düşmanlık, birbirini çekememek, kin tutmak ile yaşamış oluyorlar. Hâlbuki, Kur’ân-ı kerîmde, Feth sûresinin son âyetinde meâlen (Onlar birbirlerine karşı çok merhametlidirler) buyuruldu. Böyle kötü inanışlardan Allahü teâlâya sığınırız.
Bu ümmetin önde gelenleri, en üstünleri böyle kötü huylu olurlarsa, sonra gelenlerde hiç iyilik bulunabilir mi? Acabâ, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” sohbetinin üstünlüğünü ve ümmetin iyiliğini bildiren âyet-i kerîmeleri ve hadîs-i şerîfleri işitmemişler mi? Yoksa bunlara inanmıyorlar mı? Kur’ân-ı kerîmi ve hadîs-i şerîfleri bizlere Eshâb-ı kirâm ulaştırdı. Eshâb-ı kirâm kötülenirse, onların bizlere bildirdiği din de kötülenmiş olur. Allahü teâlâ, böyle bozuk sözlerden, çirkin inanışlardan bizleri korusun! Böyle sözlerle, İslâmiyeti yıkmaya uğraştıkları anlaşılıyo
.Müslümanların en üstünleri...
2017-02-08 02:00:00
Hazret-i Ebû Bekir ile hazret-i Ömer'in Müslümanların en üstünü olduklarını bildirmek, ikiyüzlülük olmayıp, bir hakîkati ortaya koymaktır.
Ehl-i sünnet yolu nedir? -12-
Eshâb-ı kirâma düşman olanların taşkınlıkları, hep aşırı sevmekten ileri gelmektedir. Nerede ise imanları gidecek. Onların zannettiği gibi hazret-i Ali'nin üç halîfeye istemeyerek itâat ettiğini, ikiyüzlü olarak geçindiğini düşünsek bile, onun iki halîfeyi öven sözleri her tarafa yayılmış bulunmaktadır. Bu sözlerine ne diyecekler? Meselâ, hazret-i Ali'nin “radıyallahü anh” halîfe iken ve memleket idaresi elinde iken, üç halîfenin haklı ve doğru olarak halîfe olduklarını bildirdiğini bütün kitaplar yazmaktadır. Buna ne cevap verecekler? Çünkü ikiyüzlülük, nihâyet kendi hakkı bildiği hilâfeti istememek ve üç halîfenin haksız olarak halîfe olduklarını söylememektir...
Üç halîfenin hilâfetlerinin doğru olduğunu söylemek ve hazret-i Ebû Bekir ile hazret-i Ömer'in Müslümanların en üstünü olduklarını bildirmek, hiç de ikiyüzlülük olmayıp, bir hakîkati ortaya koymaktır. Bundan başka, üç halîfenin ve daha birçok Sahâbînin üstünlüklerini bildiren ve dünyânın her tarafına yayılmış olan sahih ve sağlam hadîs-i şerîfler vardır. Eshâb-ı kirâmdan birçoğunun Cennete gideceği, hadîs-i şerîflerde isimleri ile müjdelenmiştir. Bu hadîs-i şerîflere ne diyecekler? Çünkü, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” ikiyüzlülük yapacağını söylemek hiç câiz değildir. Eshâb-ı kirâmı öven âyet-i kerîmelere acaba ne diyecekler?
Aklı olan herkes bilir ki, ikiyüzlülük çok kötü bir huydur. Hâinliktir. Allahın arslanı olan hazret-i Ali'de bu kötülüğün bulunacağını söylemek, çok yersizdir. İnsanlık icâbı bir iki saat veya bir iki gün böyle olacağı düşünülse bile, Allahın arslanının tam otuz sene, hep bu kötü huyla yaşadığını söylemek, çok çirkin bir iftirâdır. Küçük günâha devam etmenin büyük günah olduğu bildirilmiştir. Hâinlerin, münâfıkların alâmeti olan bu kötü sıfata senelerce devam edenin hâli acaba neye varır! Bu sözlerinin kötülüğünü keşke anlasalardı da, hazret-i Ali'yi kötü duruma düşürmemek için, iki halîfenin üstünlüğünü inkârdan vazgeçseler idi, ne iyi olurdu. Münâfıkların alâmeti olan ikiyüzlülüğün kötülüğünü anlasalardı, hazret-i Ali'yi böylece lekelemek belâsından kurtulurlardı. İki belâdan hafîfini kabul ederek, ikincisinden kurtulmuş olurlardı.
Şunu da söyleyelim ki, iki halîfenin daha üstün olduğuna inanmaları, hiç de belâ değildir. Yani hazret-i Ali'yi küçültmez. Hazret-i Ali'nin halîfeliğe hakkı olduğunu ortadan kaldırmaz. Onun, halîfeliğe hakkı ve vilâyet derecesinin yüksekliği ve hidâyet, irşâd mertebesinin kuvveti, yine olduğu gibi kalır. Hâlbuki, birinci olarak halîfe olmak hakkı idi, bu hakkını elinden alanlara istemeyerek dost göründü demek, o "Büyük İmâm"ı küçültmek, kötülemek olur...
Müslümanların en
üstünleri...
.
XXX
Müminlerin annesi: Hazret-i Âişe
2017-02-15 02:00:00
Âişe-i Sıddıka hazretleri, Resûlullah efendimizin en sevgili hanımıdır. Peygamberlerden sonra insanların en üstünü olan Hazret-i Ebu Bekir’in kızıdır.
Hazret-i Âişe-i Sıddîka’yı sevmek, Ehl-i sünnetin şiarıdır -1-
İslamın ana caddesi olan Ehl-i sünnet yolu sevgi üzerine kurulmuştur. Allahü teâlâyı ve Resûlü Muhammed aleyhisselâmı sevmek iman etmenin temel şartıdır. Bu sevginin tam olması için mümin; Eshab-ı kiram ve Ehl-i beyt hepsiyle beraber Resûlüllahın mübarek hanımları Ezvac-ı tâhirâtın hepsini de sevmelidir.
Ehl-i sünnet yolundan ayrılan Şîiler, ictihadı Hazret-i Ali’ye uymadığı için, Hazret-i Âişe’ye çok iftira ediyor, Hazret-i Ali’yi sevmezdi diyorlar. Halbuki (Ali’yi sevmek imandandır) hadis-i şerifini, Hazret-i Âişe haber verdi. Böylece, onu sevdiğini ve herkesin de sevmesi lazım geldiğini bildirdi. Müminlerin annesi olan Hazret-i Âişe validemize, Onun şan ve şerefini lekelemek için, hiçbir Müslümana yakışmayacak şekilde, Eshab-ı kiram arasındaki münafıkların, Onun için -haşa- zina etti diye söyledikleri iftirayı, mezheplerinin temeli kabul ediyorlar.
Hazret-i Âişe “radıyallahü teâlâ anha” Resûlullah efendimizin en sevgili hanımıdır. Peygamberlerden sonra insanların en üstünü olan Hazret-i Ebu Bekir’in kızıdır. Nikâhı, Allahü teâlânın emri ile yapıldı. Âyetlerle de övüldü. Peygamber efendimiz de Onun hakkında (Erkeklerden üstün çok kişi vardır. Fakat kadınlardan Firavunun ailesi Âsiye, İmran kızı Meryem ve Âişe’den başka üstün kadın yoktur. Âişe’nin diğer kadınlara üstünlüğü, 'tirid’in diğer yemeklere üstünlüğü gibidir) buyurdu. (Tirid, en kıymetli et yemeğidir) [Buhari, İbni Mace].
Resûlullah efendimiz, (Allahü teâlâ beni kendi nurundan yarattı. Benim nurumdan da Ebû Bekr'i, onunkinden de, Ömer ile Âişe’yi yarattı. Ömer’in nurundan, mümin erkekleri, Âişe’ninkinden de mümin kadınları yarattı) buyurdu. Hazret-i Âişe, Peygamber efendimizin hanımı olmakla ve müminlerin annesi olmakla şereflendi.
Resulullah ile akraba olmak şerefi çok büyüktür. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Kızlarımı evlendireceğim kimselerle, evleneceğim kadınların Cennetlik olmasını Rabbimden istedim. Rabbim de kabul etti.)
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: “Ehl-i sünnet âlimleri buyurdu ki; ilimde ve ictihadda Hazret-i Âişe, Hazret-i Fatıma’dan üstündür. Zühd ve dünyadan kesilmekte ise, Hazret-i Fatıma daha ileridir. Bunun içindir ki, Hazret-i Fatıma’ya 'Betül' yani çok temiz demişlerdir.” (2/67. Mektup)
Hadis âlimlerinden Abdulhak-ı Dehlevi hazretleri, (Medaric-ün-nübüvve) kitabında buyuruyor ki: “Âişe-i Sıddıka hazretlerinin faziletleri, üstünlükleri, sayılamayacak kadar çoktur. Eshab-ı kiramın fıkıh âlimlerindendi. Çok fasih ve beliğ konuşurdu. Eshab-ı kirama fetva verirdi. Fıkıh bilgilerinin dörtte birini Hazret-i Âişe haber vermiştir."
.Hazret-i Âişe’nin üstün vasıfları...
2017-02-22 02:00:00
Allahü teâlâ, Hazret-i Âişe’ye iftira edenlerin Cehenneme gideceklerini bildirdi. Âişe validemiz, kendisinin, ezvac-ı tahiratın hepsinden daha üstün olduğunu söylerdi...
Hazret-i Âişe-i Sıddîka’yı sevmek, Ehl-i sünnetin şiarıdır -2-
Hazret-i Âişe validemiz şöyle anlatıyor:
“Bir gün Resulullah mübarek nalınlarının kayışlarını çakıyordu. Ben de iplik eğiriyordum. Mübarek yüzüne baktım. Parlak alnından ter damlıyordu. Ter damlası, her tarafa nur saçıyordu. Gözlerimi kamaştırıyordu. Şaşakaldım. Bana doğru baktı. (Sana ne oldu ki, böyle dalgın duruyorsun?) buyurdu. 'Ya Resulallah! Mübarek yüzünüzdeki nurların parlaklığına ve mübarek alnınızdaki ter tanelerinin saçtıkları ışıklara bakarak kendimden geçtim' dedim. Resulullah kalkıp yanıma geldi. Gözlerimin arasını öptü ve (Ya Âişe! Allahü teâlâ sana iyilikler versin! Beni sevindirdiğin kadar, ben seni sevindiremedim) buyurdu.”
Hazret-i Âişe’nin mübarek gözlerinin arasını öpmesi, Resulullahı severek, Onun cemalini anlayarak gördüğü için 'aferin' ve 'takdir' olmaktadır.
Hazret-i Âişe, kendisinin, ezvac-ı tahiratın hepsinden daha üstün olduğunu söyler, Allahü teâlânın nimetlerini sayar, "Resulullah benimle evlenmeden önce, Cebrail aleyhisselam, benim resmimi Resulullaha gösterip 'Bu senin zevcendir' demişti" derdi. [O zaman canlı resmi yapmak haram olmamıştı ve resmi, insan da yapmamıştı.]
Resulullah, Âişe validemize buyurdu ki: (Seni üç gece rüyada gördüm. Melek, beyaz ipek üzerindeki resmini bana gösterdi. Bu senin zevcendir, dedi. Rüyada, meleğin gösterdiği resmini unutmadım.) [Buhari ve Müslim]
Hazret-i Âişe, “Bana karşı yapılan iftiranın yalan olduğu Allahü teâlâ tarafından bildirildi” diyerek övünürdü. Allahü teâlâ, Nur suresindeki 17 âyeti göndererek, Hazret-i Âişe’ye iftira edenlerin Cehenneme gideceklerini bildirdi. Hazret-i Âişe’nin izzeti ve şerefinin yüksekliği bu âyet-i kerimelerle de anlaşıldı. Münafıkların iftirası hususunda (Medaric-ün-nübüvve) kitabında diyor ki:
Münafıklar Hazret-i Âişe validemize iftira edince, Resulullah, arkadaşlarından bazılarını çağırdı. Bunlardan Hazret-i Ömer’e ne düşündüğünü sordu. O da dedi ki: "Ya Resulallah! İyi biliyorum ki, münafıklar yalan söylüyorlar. Allahü teâlâ, senin üzerine sinek kondurmuyor. Bir murdar yere konup da, sonra senin üstünü kirletmesin diye muhafaza ediyor. Seni az bir pislikten saklayan Allah, pisliklerin en kötüsünden elbet saklar."
Sonra, Hazret-i Osman’ı çağırdı. O da, dedi ki: "Bu sözü münafıkların yaydığı ve yalan olduğunda şüphem yoktur. Hepsi iftiradır. Allahü teâlâ, senin gölgeni yere düşürmüyor. Mübarek gölgenin bile pis bir yere düşmesini, yahut habis bir kişinin, O gölgeye basmasını önlüyor. Mübarek evine pislik sokmasını hoş görür mü?"
Sonra Hazret-i Ali’yi çağırdı. O da dedi ki: "Bu sözler yalandır, iftiradır. Münafıkların uydurmasıdır." (Haftaya devam edeceğiz inşallah)
.Allah, senin temiz olduğunu bildirdi!"
2017-03-01 02:00:00
Hazret-i Âişe diyor ki: "O gün ben durmadan ağlıyordum. Ansızın Resulullah gelip selam verdi. Yanımda oturdu. (Ey Âişe! Senin için bazı şeyler söylediler) buyurdu.
Hazret-i Âişe-i Sıddıka’yı sevmek, Ehl-i sünnetin şiarıdır -3-
Resulullah efendimiz, Hazret-i Âişe'ye yapılan iftiradan dolayı çok üzüntülüydü. Hazret-i Ali’yi çağırdı. O da dedi ki: (Bu sözler yalandır, iftiradır. Münafıkların uydurmasıdır. Sizinle namaz kılarken mübarek nalınınızı çıkardınız. Size uyarak biz de çıkardık. “Nalınlarınızı niçin çıkardınız?” dediniz. “Size uymak için” dedik. Siz de, “Cebrail aleyhisselam geldi. Nalında necaset bulaşığı olduğunu bana haber verdi. Onun için çıkardım” buyurmuştunuz. Namaz içinde bile vahiy ederek seni pislikten koruyan Allahü teâlâ, mübarek zevcelerine böyle pislik yapılmasına izin verir mi? Böyle bir şey olsaydı, bunu da hemen haber verirdi. Mübarek kalbin üzülmesin. Allahü teâlâ, vahiy edip, mübarek zevcenizin pak olduğunu elbette size bildirir.)
Hazret-i Ali, (Onu cariyesi olan Büreyde’den de sorun!) dedi. Ona soruldu. O da, (Allah’a yemin ederim ki, çok zaman Onun yanında bulundum. Onda hiçbir ayıp görmedim. Ağızlarda dolaşanlar doğru olsaydı, Allahü teâlâ, Onu sana bildirirdi) dedi. Hazret-i Üsame de, (Ya Resulallah, biz senin zevceni iffetli biliriz) dedi. Bu sözlerin hepsine sevinen Resulullah, Ebu Bekir’in evine teşrif buyurdu.
Hazret-i Âişe diyor ki:
O gün ben durmadan ağlıyordum. Ansızın Resulullah gelip selam verdi. Yanımda oturdu. Bana dönüp, (Ey Âişe! Senin için bazı şeyler söylediler. Eğer sen, dedikleri gibi değil isen, Allahü teâlâ, yakında senin doğru olduğunu bildirir. Eğer bir günah hasıl oldu ise, tövbe istiğfar eyle! Allahü teâlâ, günahına tövbe edenlerin tövbesini kabul eder) buyurdu. Babama dönüp, cevap vermesini söyledim. “Vallahi bilmem ki, Resulullaha ne cevap vereyim. Cahiliyet zamanında bile hiç kimse bizim kadınlarımıza böyle bir şey söyleyemezdi” dedi. Sonra anneme döndüm. O da, “Ben ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Sen söyle” dedi. Sonra ben, “Allahü teâlâya yemin ederim ki, bu lafların hepsi yalandır. Yapmadığım bir şeye evet dersem, kendime iftira etmiş olurum” dedim. Rabbim temiz olduğumu bildirir diyordum. Çünkü, suçum yoktu. Fakat, benim için âyet-i kerime göndereceğini, kıyamete kadar her yerde, benim için âyet-i kerime okunacağını sanmıyordum. Peygamberine rüyada veya kalbine ilham eder, diyordum. Resulullah, henüz oturduğu yerden kalkmamıştı ki mübarek yüzünde vahiy alametleri göründü. Vahiy bitince, bana gülümseyerek, (Müjde ya Âişe, Allah, senin temiz olduğunu bildirdi) buyurdu. Babam hemen, “Haydi kızım, Resulullaha teşekkür et!” dedi. Ben de, “Vallahi Allah’tan başkasına şükretmem! Çünkü, Rabbim benim için âyet-i kerime indirdi” dedim. Sonra Resulullah, (Nûr) suresinin 11. âyetinden başlayarak, on âyet-i kerime okudu. Babam hemen kalkıp başımı öptü... [Haftaya devam edecek]
.Hazret-i Âişe-i Sıddîka’ya iftira edenlerin akıbeti
2017-03-08 02:00:00
Âyet-i kerimede buyuruldu ki: "Bu iftirayı işitince, mümin erkek ve kadınlar, kendi ailelerine iyi gözle bakmalı. Bu, meydanda bir yalan ve iftiradır, demelidirler."
Hazret-i Âişe-i Sıddıka’yı sevmek, Ehl-i sünnetin şiarıdır -4-
Hazret-i Âişe’nin şân ve şereflerinden biri de Resulullah efendimizin, onu çok sevmesidir. Resulullaha, “en çok kimi seviyorsun?” denilince, (Âişe’yi) buyurdu. “Erkeklerden kimi?” diye sorulunca, (Âişe’nin babasını) buyurdu. Allahü teala, (Nûr) suresinin 11. âyetinden başlayan (17) âyet-i kerîme ile Hazret-i Âişe’ye iftira edenlerin yalanlarını bildirdi. Gelen bu âyet-i kerimelerden birincisinin tefsirini, (Mevakib tefsiri) şöyle bildiriyor:
(Âişe’ye iftira edenler, sizden birkaç kişidir. Siz bu iftirayı kendiniz için kötülük sanmayın! Bu sizin için hayırlıdır. [Bu iftira sebebi ile çok sevap kazandınız. Onların yalanı meydana çıktığından, sizin şanınız, şerefiniz arttı. Âyet-i kerime, sizin temiz olduğunuzu bildirdi.] O iftira edenlerden her biri için kazandıkları günah kadar cezaları vardır. Büyük iftira yaparak, çok çirkin şeyi söyleyenlere dünyada ve ahirette büyük azap vardır.)
İftira edenlere had cezaları vurulduktan sonra, Abdullah bin Ebi, hakir, zelil oldu. Hassan’ın gözleri kör, Mistah’ın eli çolak oldu. 12. âyet-i kerimede, (Bu iftirayı işitince, mümin erkek ve kadınlar, kendi ailelerine iyi gözle bakmalı. Bu, meydanda bir yalan ve iftiradır, demelidirler) ve 19. âyet-i kerimede, (Müminlerin kötü olarak anılmasını sevenlere, dünyada ve ahirette acı azaplar vardır) ve 26. âyet-i kerimede (Habis söz söylemek, habis adamlara layıktır. Habis adamlara, habis kelam yakışır) buyurulmuştur.
(Hasais-ul-habib) kitabında diyor ki: Resulullahın mübarek zevcelerinden birini kötüleyenin kâfir olduğuna Abdullah ibni Abbas hazretleri fetva vermiştir. Hele, Hazret-i Âişe’yi kötülemek, Kur’an-ı kerimi inkâr etmek olur. Bunun küfür olduğu icma ile sabittir. (Mirat-i kâinat)
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Hazret-i Âişe-i Sıddîka, Allahü teâlânın sevgilisinin sevgilisi idi. Peygamberimiz vefat edinceye kadar, onu çok sever ve yanından ayırmazdı. Onun odasında can vermiş ve onun misk kokulu odasına defnedilmiştir. Bütün bu üstünlüklerden ve kıymetlerden ayrı olarak kendisi büyük âlim ve müctehid idi. Peygamber efendimiz, dinin yarısının bildirilmesini ona bırakmıştı. Eshab-ı kiram sıkıştıkları zaman, ona gelip, ona sorup öğrenirlerdi. Müctehid olan böyle bir Sıddîka’ya, Hazret-i Ali’ye uymadı diye, dil uzatıp, ona yakışmayan çirkin iftiraları söylemek Müslüman olana yakışmaz. [Eshab-ı Kiram Risalesi]
Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde, (Erkeklerden vezirim Zübeyr bin Avvam, kadınlardan ise Âişe’dir) buyurdular. [Deylemi]
.
|
Bugün 85 ziyaretçi (255 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|