|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
Osmanlıca
14 Ağustos 1974'ten bu yana 41 yıllık yazarlık hayatımda "Osmanlıca"nın liselerde mecburi ders olarak yer almasını her fırsatta savundum. "Eğitim Şûrası"nın Osmanlıca ile ilgili kararı cumhuriyet tarihinde eğitim sahasında en hayırlı ve ülkeye yapılan en güzel hizmettir.
Bu kararı alanlar milli kahramandır. Harf Devrimi yalnız "Türk İslam Medeniyeti"ni değil Türk milletini de yıkma operasyonudur. İtalyan Profesör Rossi'nin görüşü şöyledir: "Yazının en güzeli olan yazınızı niye attınız. O güzel kolay yazılan çiçek gibi bir yazı atılır mıydı? Garbın (Batının) seçkin otoriteleri, ilim adamları kolay güzel yazılır yazı arıyorlar. Hendesî ve çirkin 'Latin harfleri'ni niye kabul ettiniz? Ben Latinim. Latin harfleri de bizim milli harflerimizdir. Fakat onunla köklü bir ilim yapılamaz..."
Lozan'da gizli bir anlaşma ile İngilizlerin isteği ve baskısı ile bu şerefli harfler atıldı. Lisanen Kur'an-ı kerimi alan "Osmanlıca"nın harf olarak da Kur'an-ı kerim harflerine benzemesi mühim bir hususiyettir. Değiştirilen harfler Arap harfleri ya da eski harfler değil "İslam harfleri"dir. Cemil Meriç'in dediği gibi: "Tarihinden kopan bir ülke her maceraya sürüklenebilir."
Peyami Safa da der ki: "Yeryüzünde bir tek memleket gösterilemez ki, orada gençler kazara milli kütüphanelerine girsinler, bir tek eser okuyamadan çıkıp gitsinler. Böyle bir katliam hiçbir memlekette ve hiçbir memleketin tarihinde yoktur."
Almanya'da okullarda Latin harfleri yanında Alman milli "Gotik" harfleri de öğretilir ve bu asla gericilik sayılmaz. Ama Türkiye'de bir asra yakındır Osmanlıca yasaklanmıştır. Osmanlıca eserler imha edilmiş ve Osmanlıca basıma mani olunmuştur.
Harf Devrimi ile 1000 yıllık "Türk İslam Medeniyeti" yıkılmıştır. Türk milletine tamamen zıt milli ve manevi değerlerine, örf ve âdetlerine ve mazisine aykırı olan "Hıristiyan Batı Medeniyeti"nin potasında eritilmek bugünkü bütün felaketlerin sebebi olmuştur.
CHP'nin "İdeolojik beyni" olan Tekin Alp, "Kahrolsun Şeriat" diye kitap yazmıştır. Tekin Alp aslında Yahudi "Moiz Kohen"dir. 2500 yıllık Türk tarihinde, Türk milletine ve 1436 yıllık İslam tarihinde CHP kadar Türk milletine ve İslamiyete bu derece hiçbir fert ve iktidar zarar vermemiştir.
Harf Devriminin "Okuma-yazma" miktarını artırmak için yapıldığı, son derece yalandır. İngiliz tarihçi Arnold Toynbee'nin görüşüne göre: "Yeryüzünde hiçbir devrim, Kemalist Türk devrimi kadar dünyada şaşkınlık meydana getirmedi..."
08.12.2014
Osmanlıca milletin şah damarıdır
CHP iktidarı 1923'ten sonra tek parti dikta rejiminde "Batılılaşmak" adına Türk bayrağı hariç her şeyi değiştirdi. Kazım Karabekir Paşa'nın İstiklal Harbi ile ilgili ve Mustafa Kemal ve İnönü devrinde yasaklanan ve İstanbul surlarında kamyonlar dolusu yakıldığı kitabında, Ankara Garı salonundaki toplantıya tesadüfen gittiğini ve toplantıda Mustafa Kemal, bakanlar ve üst düzey bürokratların o tarihte "Teşkilatı Esasiye" yani Anayasada Türkiye Cumhuriyetinin dini İslamdır maddesi yerine "Türkiye Cumhuriyetinin dini Hıristiyandır" konulması lehinde görüş birliği yaptıklarını söylemektedir.
Kazım Karabekir son derece ilmi, tarihi ve dini bir konuşma ile böyle bir şeyin kabulü ile Türkiye'nin yıkılacağını ve isyan çıkacağını söylemiştir. Son asra kadar Osmanlı ulu bir çınar idi. Tanzimatçılar, Jön Türkler, İttihat Terakki ve bunların varisi olan CHP bu ulu çınarı budaya budaya salonlardaki Japon süs ağacına çevirdiler. Mason devlet adamları da sulama maskesi ile bu ulu çınarın köklerine zehir döktüler.
Türkiye'nin yeniden ulu bir çınar olmaması için Türk- İslam medeniyetini yıktılar. Devrim adı altında milli ve manevi değerlerimizi imha ettiler. Ve (İstisnalar hariç) Türk aydınlarını milli ve manevi değerlere, maziye, dinine, diline, örf ve adetlerine, maddi nimetlerine düşman yetiştirdiler.
Hıristiyan Batı ülkelerinde kiliseler boştur. Ateist sayısı son derece fazladır. Ama bunlar Hıristiyanlığa, mazisine, milletin değerlerine saygılıdır. Biz de istisnalar hariç aydınlar dine, dile, maziye, milli ve manevi değerlere düşmandırlar. Yeryüzünde hiçbir ülkenin aydını Türkiye'deki aydınlar gibi değildir.
Benim çocukluğumda namaz kılmak şöyle dursun, oruç tutan ve dine saygılı bir ilim adamı adeta zamanın evliyası gibi sayılırdı. Ben bu acı günleri yaşadım.
Ak Parti iktidarı ulu çınarın tohumlarını ekmeye çalıştığı için emperyalist güçler, küresel sermaye ve bunların uzantısı olan faiz lobisi, vesayet rejimi taraftarları, bazı anayasal kuruluşları ve paralel yapı düşmandır.
Türkiye'nin meşhur sosyologlarından Profesör Orhan Türkdoğa'nın okullarda okutulan 4 ciltlik "Medeni Bilgiler" kitabında "Kemalist düşünce sisteminde, millet yapısında dinin yeri yoktur" yazmaktadır.
Şair Yahya Kemal'in bir yazısına göre Büyükada'da yaşayan İngiliz diplomat Yahya Kemal'e şöyle demiştir: "Dünyada milletine yabancı tek devlet Türkiye'dir."
11.12.2014
Osmanlıca unutturuldu
"Dinini ve dilini unutan milletler yok olmaya mahkûmdur..." CHP, niyeti ne olursa olsun neticede milleti uçurumun kenarına getirmiştir. Meşhur İngiliz tarihçi Arnold J. Toynbee, A. Standy of History adlı eserinde diyor ki:
"Türkler harf inkılabıyla kendi kaynaklarına el atmak hususunda yabancılardan farksız oldular... Günümüzde Hitler kendi düşüncelerine karşı olan ilmi hazineleri kökten yok etmesini matbaanın keşfi ile bir nevi imkânsız hâle gelmiştir...
Hitler'in çağdaşı olan Mustafa Kemal, hedefini gerçekleştirmek için kendisine göre en başarılı yolu seçmiştir. Türkiye'nin başkanı, vatandaşlarının eskiden miras aldıkları kültür ve medeniyetin havasından kafalarını kurtarıp çok kuvvetli bir şekilde Batı medeniyetinin potası içinde şekil almalarını istemiştir.
Böylece alfabenin değişimi kütüphanelerin yakılması yerine geçmiştir. Bundan sonra Türk kütüphanelerini yıkmaya lüzum kalmamıştır. Çünkü harf inkılabıyla bu hazineler örümceklerin yuva yaptığı raflarda kalacaklardır. Başka bir işe yaramayacaktır. Ancak çok yaşlı hocalar ve ihtiyarlar onları okumak lüzumunu hissedecektir."
Osmanlıcanın liselerde mecburi olması, yakılmış ve yıkılmış durumda olan kütüphaneleri yeniden hazine hâline getirecektir. Bu kütüphanelerde sadece "Astronomi" ile ilgili yüzlerce ciltlik eserler vardır. Türk milleti son 90 yıllık değildir. En az 1000 yıllıktır.
Pilot kurmay bir subayın bana naklettiğine göre: 1950'li yılların başında öğretim görevlisi bir Amerikalı subay Harp Akademilerinde okuyan subaylara şu soruyu sorar; "İçinizde Osmanlıca bilen parmak kaldırsın!" Bir tane bile parmak kalkmaz. Bunun üzerine Amerikalı subay kendi parmağını kaldırır ve ben biliyorum der...
İsrail'de Osmanlıcayı bilenlerin sayısı Türkiye'de bilenlerden fazladır. İsrail, Latin alfabesini terk etti. Binlerce yıl önceki unutulmuş alfabelerini kabul etti. Türkiye'de ise CHP iktidarı bin yıllık alfabeyi atıp Latin alfabesini kabul etti.
CHP Osmanlıcayı unutturarak bu şerefli milletin "şahdamarı"nı kopardı. Ve mazisinden, dininden, dilinden, kültüründen ve tarihinden kopardı. Tarihte hiçbir zaman bu millete CHP kadar zarar veren olmamıştır.
19.12.2014
Osmanlıca zengin bir dildir
Çince çok zor bir dildir. Harf yoktur. Karakter vardır. Çinli bir insan 3 bin karakteri bilmeden okur-yazar olamaz. Yine Çinli bir insanın ilmi bir kitabı okuyabilmesi için 5 bin karakter bilmesi gerekir.
Alfabe dinler, milletler, ırklar ve medeniyetler arasında en büyük bağdır. Rusya kendi alfabesini, Ermeni ve Gürcülerin alfabesini değiştirmedi. Türk devlet ve topluluklarının alfabesini Latin harfleri yaptı. Türkiye Latinceyi kabul edince Rus Kiril alfabesine mecbur etti.
Türk asıllı her devlet ve topluluğun alfabesi ayrı idi. Osmanlıca yabancı dil değildir. Türkçenin zirvesidir. Osmanlıcaya karşı olanlar bu milletin mazisine, tarihine, kültürüne ve edebiyatına karşıdırlar.
Osmanlıcaya karşı olmak aslında İslamiyete karşı olmaktır. İslam tarihinde İslamiyete hizmeti Eshab-ı kiramdan (Rıdvanullahi teala ecmain) sonra gelir. Makamları ise Tabiinden (Kuddise sirrihüma) sonra gelir. Osmanlıca üniversitelerin bazı fakültelerinde derstir. Ayrıca Sosyal Bilimler Lisesinde mecburi derstir. Anadolu İmam Hatip Liselerinde mecburi, diğer liselerde ise seçmeli ders olması kararlaştırılmıştır. Eğitim Şûrası kararları tavsiye mahiyetindedir. Karar Milli Eğitim Bakanlığına aittir. Kütüphanelerimizde sadece astronomi ile ilgili yüz cilt eser vardır. Bir İngiliz genci atalarından kalan bir eseri okuyabilmektedir. Ama bir Türk genci atalarından kalan bir eseri okuyamamaktadır. İşte mazisine yabancı ve mazisinden kopuk olması için harfler değiştirildi. Ve Osmanlıca Türkçenin zirvesi ve bir ilim dili olmasına rağmen kabile dili haline getirildi. Yazık. Hem de binlerce yazık...
Bu ise CHP'nin ülkemize verdiği en büyük zarardır. CHP hemen hemen her konuda bu millete zarar verdi. Milli ve dini kimliğimizi devrim maskesi altında imha etti. Harf devrimi ile bir gecede Türk milleti cahil bırakıldı. (Gayrimüslimler hariç. Onlar Latin alfabesini biliyorlardı)
125 yıl önce Jahmes Redhouse'nin bastırdığı Türkçe-İngilizce sözlükte Türkçe kelimeler İngilizceden fazla idi. Harf devrimi aynı zamanda manevi soykırımdır. Fatih Sultan Mehmed Han'a kadar İslam alfabesi yanında Uygur alfabesini kullananlar da vardı.
Türk Dil Kurumunun hazırladığı sözlükte kelime sayısı 15 bindir. 20. Asırda Şemsendin Sami'nin hazırladığı "Kamus-u Türki'de" kelime sayısı 30 bindir...
20.12.2014
Osmanlıcanın tahribatı
İstanbul Üniversitesindeki Osmanlıca yazılı eserler, Beyazıt Meydanına yığıldı. Temizlik işçileri üzerine gaz dökerek yaktılar. (Bu yangın esnasında kurtulan bir eseri gördüm.) Kuleli Askeri Lisesi'nde Osmanlıca eserler ve devlet büyüklerinin hediye ettiği kitaplar bahçede gaz dökülerek yakıldı ve bir tutanak yazılarak "Devrimlere aykırı olduğu için aşağıdaki kitap ve ciltler yakıldı" yazdırıldı. Bu tutanağı o dönemin okul komutanı ve üç yetkili subay imzalamıştır.
Bunun yanında paha biçilemez onbinlerce el yazma eser de yakılmıştır. Harf devrimi Kur'an-ı kerim düşmanlığına dönüştürüldü. Kur'an-ı kerim eğitimi yasaklandı. Ben bu yasaklanmış zamanları yaşadım.
Yasağa direnenlerin bazısı asılarak, bazısı kurşuna dizilerek öldürüldü. İslam eğitimi sona erdi. Ve bunun neticesinde ateist, komünist, faşist, ahlaksız, hırsız, fuhuş ve her türlü kötülük arttı. Bütün bu kötülüklerin anası CHP'dir. Ateist Aziz Nesin bile yazılarını İslam harfleri ile yazıyordu.
Bazı belgelere göre İslam harflerine düşman olan Mustafa Kemal ve İsmet İnönü notlarını İslam harfleri ile yazıp; katipleri Latin harflerine çeviriyordu. 1927'de yazılan "Nutuk" ilk olarak İslam harfleri ile yazılmıştır. 1930 yılında Latin harflerine çevrilmiştir. İkisi arasında fark vardır. Çevrilen aslına uygun değildir.
Ancak güzel Türkçemizi hiçbir güç yıkamadı. Ama Latin harfleri ile yıkıldı. Türkolog Rosso'nun Viyana Konferansında dediği gibi: "Bu Latin harfleri, Türklerin geçmişiyle ve inançlarıyla alakasını koparacaktır."
Sevgili ve Şerefli Hazreti Ali (radıyallahü anh) (656-661) gelecekte, bir İslam ülkesinin İslam harflerini kaldırarak Frenklerin alfabesini alacağını söylemiştir. (Sözlerinin gerisini yazamıyorum.)
Latin medeniyetinin temeli Katolik Hıristiyanlıktır. Latin alfabesi ise Katolik menşelidir. Ve İnciller Latin alfabesi ile yazılıdır. Varsayalım Türkiye işgal edilmiş olsaydı bütün işgalci güçler CHP'nin yaptığı kadar dilde, kültürde ve inançta böylesi bir tahribat yapamazdı. Ve bu güçler dikta CHP iktidarı ile hedeflerine ulaştılar.
"Rika yazısı" tamamen ve sadece Türk hattatlarının buluşudur. "Sülüs, Nesih ve Divanî" Türk hattatların kalemlerinin ucundan bir güzellik ve estetik anlayışına kavuşmuştur.
Rika, Sülüs, Nesih ve Divanî yazıları Arap Dünyasında "Hatt-ı Türk" olarak meşhurdur. Bugün bütün Arap Dünyasında resmî ya da gayriresmî yazışmalarda Türklerin geliştirdiği yazı kullanılır. Arap ülkelerindeki matbaalarda basılan gazete ve kitaplar "Hatt-ı İstanbul" dedikleri "Nesih" yazı ile yazılır. Türk hattatlar, 30 çeşit İslam harfleri ile yazı geliştirmiştir.
"Kur'an-ı kerim Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere'de indi. Mısır'da okundu. İstanbul'da yazıldı."
27.12.2014
Osmanlıca yakın tarih demek
İbni Makle İslam yazısını "Kufi"den "Nesih"e çevirdi. Türk hattatları bunu geliştirdi. Osmanlı devrinde en üstün seviyeye geldi. İslam harfleri kaldırılınca dinî eserler ve bilhassa "ilmihaller" okunamaz oldu. Genç nesiller iman, ibadet ve İslami bilgilerden mahrum kaldı. Daha doğrusu genç nesiller cahil oldu. "Cahilin dini yoktur" sözündeki gibi varılmak istenen hedef buydu.
Daha önce de ifade ettim. Önemine binaen tekrar etmekte fayda görüyorum. Türkiye harf devrimi değil harf ve kültür darbesi ile 1000 yıllık İslam harflerinin yerine Katolik menşeli Latin harflerini kabul ederken; İsrail Latin harflerini terk ederek 2000 yıllık ve unutulmuş İbraniceyi kabul etti.
Osmanlıyı yıkan Hıristiyan Batı'nın dili mecburi ders olarak okutulurken, Osmanlıcanın yasaklanması kültüre ihanettir. Uzaya neden gidemiyoruz? Çünkü 1000 yıllık geçmişimize yabancıyız. Yalnız Baki'nin Divanında değil en az 100 cilt astronomi ile ilgili eserlere hem alfabe hem de lisanen yabancıyız.
Sebeb ile netice arasında "illiyet" rabıtası vardır. Genç nesiller dinî bilgiden mahrum olunca: Cinayetler, tecavüzler, şiddet, hırsızlık, fuhuş, kumar, gasp, kötü alışkanlıklar, cinsel tacizler, cinsel sapıklıklar, yağmalar (banka-market-kuyumcu soygunları) dünya sevgisi arttı, ahireti unutma, Allah sevgisi ve korkusu azaldı. Hatta çok kişi de yok oldu. Bunların elbette bir suçlusu vardır.
Bana göre suçlu CHP dikta iktidarı ve ona destek verenlerdir. Yalnız unuttukları bir şey var; mahşerde her helalin hesabı ve her haramın azabı vardır. Orada herkes dünyada sevdikleri ile beraber olacaktır. Her yapılan işte Allahü tealanın rızası olmalıdır. Rıza-i ilahi olmayan her şey mel'undur. (lanetlidir) "Her hikmetin başı Allah korkusudur."
Tanzimattan bu yana bizim yakın tarihimiz yalanlarla örtülüdür. Bilhassa 1919'dan 1950'ye kadarki tarihimiz son derece yalanlarla doludur. "Tarih yalan söylemez ama tarihe yalan söyletirler!"
Bir asra yakındır Osmanlıca genç nesillere neden yasaktır? Sorusunun cevabı gayet basittir: Çünkü Osmanlıca serbest olursa, yakın tarihin yalanları ortaya çıkar.
24 Temmuz 1930 tarihli bakanlar kurulunun Mustafa Kemal ve bütün bakanların imzası ile çıkan kararnamede "Osmanlıca kitapları, dergileri, risaleleri yakın ya da yurt dışına satın" yazılıdır.
30.12.2014
Osmanlıca Öztürkçedir
Batılı bir dil bilgininin dediği gibi; "Yeryüzünde hiçbir dil Türkçenin 20. Yüzyılda yaşadığı türden bir katliama maruz kalmadı." "Dil ve harf devrimi sadece binlerce yıllık bir kültürü harflerinden, kelimelerinden, kitaplarından ve seslerinden mahrum etmedi. Bir toplumun ifade imkânlarını ve özgürlüğünü kısıtlayarak ruh ve anlam dünyasını bozdu."
Dil ve harf devrimi bu ülkenin yeniden "Cihan Devleti" yani yeniden dünya sahnesine süper güç olarak çıkmasını önledi. Ve İslam Dünyasından (emperyalist güçler ve başta İngilizler adına) tecrit etmek için yapıldı.
Uydurma (sentetik) Türkçe, zihnî işlerimizi sekteye uğratarak düşünce yeteneğimizi, akıl yürütme gücümüzü zayıflattı. Sonuçta derinliksiz ifade imkânları fevkalade kısıtlı bir dile mahkûm edildik.
Osmanlı Şam'da Türkçe eğitim yapan "Tıp fakültesi" açmış idi. Şu anda yabancı dillerle eğitim yapan üniversiteler var. Nereden nereye geldik. Devrimlere tepkiyi önlemek için bu tahribatlar, katliamlar, çağdaşlaşmak ve muasır medeniyet ve batılılaşmak maskesi altında yapıldı.
Dil, harf, millî ve dinî değerlerimiz katliama seyirci kalan ilim adamları "Dilsiz Şeytan"dır.
Katledilen dilimiz için Nihat Sami Banarlı şöyle diyor:
"Bu dil bir imparatorluk merkezinde, bir imparatorluk coğrafyasında akıp gelen seslerle ve çok zengin dil değerleriyle meydana gelmiş muhteşem bir dil ve musiki sentezidir."
Prof. Dr. Orhan Akay harf devrimini şöyle anlatıyor:
"Dil ve harf devriminin amaçlarından biri gelenek ile bağları koparmak olduğundan özleştirme hareketinin hedefinde sadece Arapça ve Farsça kelimeler vardır. Batı dillerinden dilimize geçen kelimelere Türkçe'de karşılıkları olduğu hâlde müdahale edilmedi."
"Öztürkçe ya da Arıtürkçe" Türk dilinin temeline konmuş dinamit ya da bombadır. Atatürk Türkçe'deki bütün Arapça ve Farsça kelimeleri ayıklayınca ortaya (Öztürkçe) diye bir dil çıkacak sanıyordu. Hiç kimse ona (Paşam) sen bir dil âlimi değilsin. Dünyada öz dil diye bir şey yoktur. Her millet, beraber yaşadıkları milletlerin dillerinden kelimeler almıştır diyemedi. (Yavuz Bülent Bakiler)"
06.01.2015
XXXXXXXXXXXXX
Geçmişini arayan adam
Osmanlıca okullarda öğretilsin öğretilmesin tartışması bizim, millet olarak, geçmişimizden ne kadar kopuk olduğumuzu, dünle ilgili hemen hemen hiç bir şey bilmediğimizi bir kez daha gündeme getirdi. Aslında bütün devrimler böyledir. Yani miletlerle geçmişleri ve inançları arasındaki bağları bir darbede keserek işe başlarlar. Fransa’da da böyle olmuştur 1789 devriminden sonra. Robespierre 1794’de yeni bir din icat etti, Hıristiyanlığı alaşağı ederek. “Dinin yerine aklı ve mantığı geçiriyoruz” diyen Robespierre bir de Ulu Varlık olarak adlandırdığı Akıl Tanrıçasınımillete zorla yutturmaya kalkışmıştı. Kiliselere, Notre Dame Katedraline bile bu tanrıçanın heykellerini dikildi zorla da olsa. Kiliseyle, Hıristiyanlıkla, Hz İsa’yla ilgili her şey silinmek istenmiş, toplumsal bir beyin yıkama uygulanmıştı. Fransızların inançlarıyla ilgili her şey, başta İncil olmak üzere hurafe olarak ilan edilmiş, din adamları sokaklarda tartaklanmış, ırz düşmanı, ahlaksız, hırsız olarak nitelendirilmişti. Robespierre’in sonu da giyotine gönderdiği binlerce insandan farklı olmamış, kellesini koparıp almıştı Fransız halkı!
Sovyet devrimi de pek farklı değildir, hele Stalin’in 20 milyon insanı öldürdüğünü, Troçki’nin “bana Tanrı’ya değil devrime inanan lazım” diyerek önüne çıkan bütün papazları kurşuna dizdiğini hatırlarsak. Sovyet devrimi tıpkı daha sonraları Nazi’lerin yapacağı gibi, Rus edebiyatını, sanatını yerle bir etmiş, devrimci yazar ve sanatçılar yetiştirmeye soyunmuş. Bununla da kalmayarak Çarların hemen hepsiniş hain ya da ahmak ilan etmekten çekinmemişti.
Türkiye’de toplu katliamlar olmamış, din adamlarına saldırılar düzenlenip kurşuna dizilmemiş ancak bazı devrimlere karşı çıkanlar bunun bedelini çok ağır ödemiştir. Örneğin İskilipli Mehmed Atıf Hoca, şapka devriminden önce şapka giymeyi eleştirdiği gerekçesiyle, devrimden sonra idam edilmişti. Harf devrimi doğru olabilir eğer bunun tek amacı teknolojiyi, sanayileşmeyi, kalkınmayı batıyla özdeşleştirerek ve de batı dillerini daha kolay öğrenebilmek amacıyla yapılmışsa. Ama burada asıl amaç yeni kuşaklarla geçmişleri arasındaki bağları kopartmak, tarihleri ve inançları arasında kurulacak köprüleri yıkmak olduğunu anlamamak biraz saflık olur. Yeni harflerle yazılan resmi tarihin geçmişle ilgisi hemen hemen yoktur. Osmanlı İmparatorluğu gibi altı yüz yıl ayakta kalmış bir devleti salt “bunak, softa, sarhoş, şehvet düşkünü aymazların” yönettiğini kitaplara doldurmak, geri kalmışlığın tek nedenini “İslam” olarak ilan etmek hangi akıl ve mantıkla bağdaşır ki? Hele de ağzımızın suyu akarak izlediğimiz batı ülkelerinde dinin ne kadar önemli olduğunu, yıllar yılı en büyük dost ve müttefikimiz olduğunu ilan ettiğimiz Amerika’da milletin oylarıyla seçilmiş başkanların göreve başlamadan Kutsal Kitaba el basarak yemin etiklerini, mahkemelerde tanıklık yapacakların da inançlarına göre İncil, Tevrat ya da Kuran üzerine and içtiklerini görmezden gelen devrimcilerin “biz İslam yüzünden bir arpa boyu yol alamadık” nutukları atmalarını nasıl açıklayabiliriz ki? Bunun tek açıklaması, inançlarından ve geçmişlerinden koparılmış milletlerin daha kolay yönetilebildikleri gerçeğidir.
Bu gün artık geçmişimizle ilgili araştırıyoruz, doğruyu da okuyoruz yanlışı da; tezi, de anti tezi de. Ve kendi sentemizi yaparak doğrulara yaklaşabiliyoruz. Geçmişimizi ne kadar iyi anlayabilirsek, atalarımızla ne kadar bütünleşirsek, bize belletildiği gibi geçmişimizden utanmamıza hiç bir neden olmadığını, tam tersine, övünmemizi gerektiren çok şey bulabileceğimiz anlıyoruz...Bizimle bu kadar uğraşılmasının nedeni de zaten kış uykusundan uyanmış olmamız, atalarımızın mirasına sahip çıkmaya hazırlanmamız değil midir?
.Osmanlıca’dan korkmak!
İnsan niçin dedelerinin dilini öğrenmekten korkar? Dünyayla bütünleşmek adına İngilizceden Çinceye kadar onlarca dili öğrenmek için çaba harcarken dedelerinin dilini öğretmek isteyenlere karşı çıkar?
Atatürk’cülük adına mı?
Atatürk’ün TBMM arşivlerinde duran konuşmalarını bir okuyun hele. Anlayabilecek misiniz neler söylediğini? Hayır.
Peki bu ülkede yazılan ilk roman Taaşşuk-u Talat ve Fitnat’ı okumak iter miydiniz? Okuyamazsınız! Çünkü hiç bir şey anlayamazsınız. Ben de anlayamam. Dedem okumuştu. Hiç unutmam benim Türkçe Edebiyat kitabımı karıştırıp ,”Neden Taaşşuk’u Talat ve Fitnat yok bu kitapta? Ne biçim edebiyat bu?” demişti. Ben söylediklerinden hiç bir şey anlamamıştım. Ancak söylediği kitabın adını yalan yanlış da olsa bir kağıda yazdım ve ertesi gün sınıfta edebiyat öğretmenimiz Türkan Hanıma sordum. Türkan Hanım yüzüme baktı sonra da beni doğru muavin Seydi Bey’e yolladı. Seydi Bey’se sırf bu soruyu sorduğum için kulak mememi un-ufak etti bir de tokat patlattı enseme! Neden hem Türkan Hanım hem de Seydi Bey böylesine tepki göstermişlerdi benim basit soruma? Çünkü onlar, Osmanlıca’yla aramızda oluşma ihtimali bulunan her türlü bağı koparmakla görevlendirilmişti Milli Eğitim Bakanlığınca. Herhalde böyle bir uygulamayı yapan ender ülkelerden biriydik dünyada.
Shakespeare’i anlamak istiyorsanız eski İngilizce bileceksiniz. Başka türlü çözemezsiniz Macbeth’i, Hamlet’i. Eski İngilizceyle günümüz İngilizcesi arasında büyük fark vardır hem cümle yapısında hem de kullanılan kelimelerde. Örneğin you (sen) yerine Shakespeare’in döneminde thou ya da thee kullanılırdı. Bunu bilmezseniz yazılandan bir şey anlamazsınız. Eski İngilizce (Old English) seçmeli ders olarak verilir okullarda. Ancak edebiyattan geçmek için Shakespeare’i neredeyse ezberlemeniz gerekir ki, eski İnglizceyi bilmiyorsanız bu mümkün değildir. Onun için de bütün İngiliz çocuklar bu seçmeli dersi alırlar. İngiltere’de geçmişle bağlar bir çırpıda kopartılmadığından bir kaç yüz yıl önce konuşulan dili bilen ve de öğretebilecek bir çok öğretmen vardır. Ancak günümüz Türkiye’sinde Osmanlıcayı öğretebilecek yeterli sayıda öğretmen bulmak herhalde imkansızdır. Bu nedenle Osmanlıca’nın seçmeli diller arasında yerini alması en doğrusu olabilir.
Rahmetli Kemal Tahir Osmanlıca’nın yassah kapsamına alınmasının ardında yeni yetişecek kuşakların salt resmi tarihi öğrenmeleri dayatmasının yatığını söylerdi. Haklıdır da. Çünkü gerçek tarihimizle resmi tarih arasında çok büyük farklar olduğunu artık biliyoruz. Örneğin ders kitaplarında baskıcı, kan içici, acımasız Kızıl Sultan diye öğretilen II. Abdülhamid Han’ın, Fatih ve Kanuni’yle birlikte Osmanlı’nın en büyük padişahlarından biri olduğunu yeni yeni anlamaya başlıyoruz. Geçmişle aramızdaki bağlar bir darbede koparılmasaydı tarihimizle ilgili gerçekleri öğrenmek için bunca yıl beklememiz gerekmeyecekti. Kahramanları da Hollywood filmlerinde değil kendi geçmişimizde bulacaktık.
Geçmişinden, inançlarından, geleneklerinden böylesine koparılan bir toplum önünde sonunda atalarıyla yeniden kucaklaşmak isyecektir. Buna engel olmak için ortaya atılan safsatalarınsa hiç bir geçerliliği yoktur, olamaz da. Geçmişini yadsıyan toplumların, sadece yalan yanlış bir geçmişle beslenerek büyüyüp gelişmeleri, dünle ilgili zorla şırınga edilen aşağılık duygularından kurtulmaları mümkün değildir. Onun için, isteyenlerin, Osmanlıca’yı öğrenmeleri, çok ama çok önemlidir.
.
Bugün 2 ziyaretçi (13 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
Bugün 532 ziyaretçi (714 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|