|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
19’cular bâtıl dini nedir?
|
Resul = Elçi olduğunu iddia eden Mısırlı Reşat Halife denilen bir sapığın kurduğu, İslam düşmanlarının destekleyip yaymaya çalıştığı bir dindir. İslamiyet ile alakaları yoktur. Reşat halifeye resuldemeyenlere kâfir diyorlar.
Şefaat için diyorlar ki:
(O gün ne Ali ne Veli, ne İsa ne Musa, ne Ahmed ne de Muhammed, 19 mesajını inkâr eden suçluları kurtaramaz.)
Reşat Halife onlara göre Muhammed aleyhisselamla ve İbrahim aleyhisselamla bir hatta daha üstün! Diyorlar ki:
(İbrahim namaz, zekat, oruç ve hac pratiklerini öğretti. İbrahim’in izleyicisi Muhammed son Mesaj'ı iletti. Reşat ise dinin evrensel kanıtını bildirdi.)
Kıyamet 2280 yılında kopacakmış. Tanrı, bütün dinlerde reform ve rönesansı 1974 yılında Reşat Halife ile başlatmış. Bu 2280 yılına kadar sürecek bir kurtuluş şansı imiş. Yani bunlara iman etmek için bir fırsat imiş.
Tek tanrıya inanan herkes, kim olursa olsun hatta dinsiz bile olsa, müslümanmış. Diyorlar ki:
(Adem'den günümüze dek, sadece Tanrı'ya kul olup erdemli bir hayat süren herkes, dinsel pratikleri ne olursa olsun, müslümandır.)
Muhammed aleyhisselamın getirdiği İslam dini için diyorlar ki:
(Bizler, Khrishna-İsa-Muhammed merkezli dinler yerine özgün merkeze, Tanrı merkezli modele dönmeliyiz.)
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Muhammed aleyhisselam için diyorlar ki:
(Muhammed’in her davranışı örnek olamaz.)
(Muhammed bir ümmiydi. ”Bu sözcüğün anlamı, Muhammed’in vefatından sonra yalan üretme yarışına giren hadisçiler tarafından "okuma-yazma bilmeyen" olarak kaydırıldı. Oysa Muhammed, okuma-yazma bilen bir ümmiydi.”)
(Muhammed isminden sonra salevat getirmek bid’attir.)
Kelime-i şehadetin ikinci kısmını, yani Eşhedü enne Muhammeden abdühu ve resuluhü kısmını kabul etmezler. Bunu, La ilahe illallahile beraber söylemek müşriklikmiş, puta tapmakmış. Diyorlar ki:
(İslam dininin ilk şartı [Kelime-i şehadet], ne yazık ki hadis ve sünnetin tuzağına düşen müslümanlarca tahrif edilmiştir. Milyonlarca müslüman, şeytanın politeist bakış açısının etkisine girerek, Allah’ın isminin yanında Muhammed’in de ismini koyuyorlar. Muhammed’in vefatından kısa bir süre sonra, ismi Allah’ın isminin ayrılmaz bir parçası haline sokulmuş ve İslamın ilk şartı tahrif edilmiştir. İsminin ezana eklenmesiyle bu putperestlik günde beş vakit yüksek sesle ilan edilmiştir.)
19’culara göre, hadis ve sünnete inanmak, bunları Kur’ana eş koşmak olup, Allah’ın dini olan İslamı ilkel bir Arap dini haline dönüştürmekmiş... Hadis-i şerifleri, peygamberi putlaştıran müşriklerin ve münafıkların uyduruk rivayetleri diye adlandırırlar.
Nisa suresinin (Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygambere ve sizden olan ülülemre (idarecilere) de itaat edin) mealindeki 59.âyet-i kerimesine saldırıp şöyle diyorlar:
(İslam, Tanrı artı peygamber artı iş başındaki görevlilerin oluşturduğu bir şirket dini midir?)
Hazret-i Mehdinin ve İsa aleyhisselamın kıyamete yakın geleceğine de inanmazlar.
Kâfir filozofları peygamber bilip ve en büyük 4 peygamberle bir tutarak diyorlar ki:
(Sokrat, Buda, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed gibi nice elçilerin mesajı sözde izleyicileri ve din adamları tarafından zamanla tahrif edilmiş ve tanınmaz hale getirilmiştir.)
Resul dedikleri Sokrat, Buda, Krişna ve Reşat Halife’nin, âlemlere rahmet olduğu Kur’anda belirtilen Muhammed aleyhisselamlaaralarında fark yoktur derler. Çinlilerin, Japonların taptığı Buda’ya, Hinduların taptığı Krişna’ya “resullük” payesi vererek, dünya nüfusunun büyük bir kısmını oluşturan bu insanlara da ulaşmayı hedef edindikleri görülüyor. Ayrıca “resul” yolunu açık tutarak, çeşitli ülkelerden meşhur ilim adamlarına, yeni bir şey keşfeden insanlara hemen “Resul = elçi” payesini vererek bu sapıklıklarını yaymaya, gündemde tutmaya çalışacakları anlaşılıyor.
Peygamber efendimizin İslamiyet’i tebliğ ederken çektiği sıkıntıları, uğradığı hakaretleri, Ona iman etmeyen puta tapanlar, müşrikler yani kâfirler için gelmiş âyet-i kerimeleri delil göstererek, Reşat halifeyi ve buna inananları, Muhammed aleyhisselama ve Ona iman edenlere benzetiyorlar.
Peygamber efendimizin isminin yanına aleyhisselam gibi, evliyanın, âlimlerin isimlerinin yanına rahmetullahi aleyh gibi saygı kelimesi koymak, onları putlaştırmak, saygı ifadesini eklemek de puta saygı imiş. Böyle yapılan şahıs put, böyle yapanlar da putperest imiş. Yani,Muhammed aleyhisselam diyenler putperest imiş, Peygamber efendimiz de put imiş. Böyle yapmayana çok kızarmışız. Aynen şöyle diyorlar:
(Putlaştırdıkları insanların isimlerini birkaç övgü kelimesiyle birlikte zikretmeyen muhlisleri de putlarına saygısızlıkla suçlarlar.)
Namaz ve abdest için diyorlar ki:
Namaz sadece Allah’ı anmak için kılınır. Abdesti sadece cinsel ilişkide bulunmak ve tuvalet ihtiyacını gidermek bozar; gaz kaçırmak, kanamak, kadının âdet görmesi abdesti bozmaz ve namaza engel olmaz.
Namaz için örtünme diye bir koşul yoktur. Odasında kendi başına veya eşiyle birlikte namaz kılan biri dilerse çırılçıplak namaz kılabilir. Tanrı bizi elbiselerimize göre değerlendirmez ve bizim saklamaya çalıştığımız organları yaratan ve çalıştıran da kendisi olduğundan onları görmekten mahcup olmaz.
Cuma günü öğle namazını erkek veya kadın bir müslümanın önderliğinde [imamlığında] topluca kılarlar.
Kaçırılmış namazları kaza etmek, sünnet ve nafile namazlar eklemek, namaz kıldırma memurluğu (imamlık) diye bir meslek icat etmek, kadınların namazda önderlik [imamlık] etmesini yasaklamak, otururken Ettahiyyatü okumak ve bu duada peygambere ikinci şahıs olarak seslenmek, şehadette Muhammedin ismini Allah’ın yanına eklemek, Fatihadan sonra zammı sure okumak gibi nice kurallar ve inançlar bid’attir.
Diğer inançlarından bazıları şöyledir:
Kur’an değişmiştir.
Mezhepler ve tasavvuf Putçuluktur.
Tesettür yoktur.
Namaz, 3 vakittir.
Karı koca isterlerse çırılçıplak namaz kılabilirler.
Evrim teorisi vardır.
Erkeklere altın ve ipek haram değildir.
Resim, heykel, müzik, satranc helaldir, haram diyenler putperesttir.
Domuz yağı helaldir.
Hayzlı iken kadınlar namaz kılabilir, Kur’an okuyabilir.
Kur’ana dokunmak için abdest almaya gerek yok.
Fikir özgürlüğü Allah’a sövmek dahil hiçbir vakit engellenmemeli.
Cennet ve Cehennem, Tanrı'ya yakın veya uzak olmanın kişi üzerinde ifade için kullanılan bir mecazdan ibarettir, [yani Cennet ve Cehennem yoktur.]
Mucize diye bir şey yoktur. Peygamberlerin mucizeleri saçmalıktır.
Peygamberin ve diğer evliyanın âlimlerin şefaat edeceklerine inanmak, onları putlaştırmaktır.
Sünnet olmak yanlıştır.
Peygamberler masum değildir.
Kur'anı tefsir etmek, Allah’a şirk koşmaktır.
*****
19 Kur'an'ın Sırrı mı Yoksa?..
Mevlana Abdulkuddüs
1996 - Eylul, Sayı: 127, Sayfa: 042
Çev: Erdoğan BAŞ
Son iki yıldan beri, bana, Kur'an'daki 19 rakamının merkezî bir vazife gördüğünü ifade eden küçük-büyük bir çok broşür ve risale gönderildi. (Bu broşürlere göre) Kur'an'daki çeşitli kelimeler (in harfleri) bilgisayar vasıtasıyla toplanarak ve çarpılarak, bütün bu kelimelerin 19 sayısı etrafında döndüğü ve bu sayının Kur'an'ın matematiksel temeli olduğu ispatlanmıştır. (Onlara göre) Bu matematiksel temel, Yüce Kur'an'ın bir mucizesi, bir delili veya onun ilahî orijinli olduğunun bir ispatıdır. Aynı zamanda, bu konuda USA'da bilgisayar yardımıyla bir araştırma yapılıp oradan da her yere yayıldığı ortaya çıkmıştır. (Yine onlara göre) Kur'an'ın bu mucizesi ancak son bir kaç yılda bilinmeye başlanmıştır. Bundan önce ise kimse tarafından bilinmiyordu.
Bu araştırma şu teze dayanmaktadır: Yüce Allah Kitab'ının 30. sûresi olan Müddessir'de 19 tane meleğin cehennemde vazifeli olduğuna işaret etmiştir. Besmelenin harflerinin sayısı 19'dur. Daha sonra çeşitli kelimelerin harf sayılarını veya onların 19 ile çarpımlarını vererek şu imaj ortaya konmuştur. Yüce Kur'an 19 sayısı etrafında merkezîleşen bir matematiksel sistem üzerine dayanmaktadır.
Bu bağlamda, ben, yanımda mevcut olan büyük-küçük broşür ve risalelerden uzun zaman harcayarak geniş bir inceleme yaptım ve sonunda aklımda iki soru belirdi:
Birinci olarak, Kur'an'da 1, 2, 3, 4, 5,6,7,8,9, 10, 11, 12, 19,20,30,40, 100, 1000 gibi daha başka bir çok sayı ve rakamlar da vardır. Hakka sûresi 17. ayette arşı taşıyan meleklerin sayısı 8 olarak verilmiştir. Öyleyse Kur'an'ın matematiksel temelini ispat etmek için neden yalnız 19 rakamı ileri sürülmektedir? Bazıları için 19 rakamının kutsallık anlamına gelip gelmediğini incelemek gerekir. İkinci olarak, bu fikri USA'dan aşıran insanlar kimlerdir?
Bu problemi aklî ve pratik bakış açısından incelemeden önce, bu iki soruyu cevaplamak daha yerinde olacaktır.
Rakamların, dünyanın değişik mitolojilerinde büyük önemi vardır. Günümüzde bile Chearoetc'in eserleri, rakam bilimi (Numerology)'in etkilerini anlatır. Suriye ve İskenderiye'den yayılmış olan İslam öncesi bu putperestvari hurafeler, İslam toplumuna da yavaş yavaş girmiştir. Hatta o dereceye kadar ki, 786 (ebced hesabı olarak) sayısı yazıda besmelenin harfleri yerine kullanılmaya başlanmıştır. Bu hurafeler yavaş yavaş ve tedricen öyle derin kök salmışlardır ki, bütün süre ve ayetlerin rakamları (bu esasa göre) hazırlanmıştır, bugün bile bu rakamlar muskalarda kullanılmaktadır. 19 sayısı en büyük birim olan 9 ile, en küçük birim olan 1 sayısından mürekkep bir sayıdır. Bazı insanlar bu sayılara bir çok mucize atfederler, gerçi müslümanlar bunu asla kabul etmezler, fakat bir gurup cahil kitle, bazı (sözde) müslüman kurnaz kişiler tarafından tuzağa düşürülüyor, hatta bugün bile çoğu insan buna inanıyor.
Bugün, Kur'an metinlerindeki 19 sayısına atfedilen önem, Bahaîlerin misyonervarî gayretlerinin bir ürünüdür. USA'da yaşayan yüz binlerce Bahaî vardır. Onların inançlarına göre 19 sayısı, evrenin ve onun bütün sistemlerinin merkezî çekirdeğini oluşturur. Onlar Kur'an hakkında matematiksel bir hile üreterek müslümanları etkilemek istiyorlar. Bu konu, dünyanın en önde gelen dillerinde yayımlanmaya devam ediyor.
19 sayısının üstünlüğüne olan inanç, aşağıdaki gibi tesis edilmeye devam ediyor: Bahaî dininin kurucusu Ali Muhammed Bab, 1819'da Şiraz'da bir şia ailesi içerisinde doğmuştu. O, 1850'de bir isyanda asılmıştı. Onun yolunda olanlar o ölünce üç mezhebe ayrıldılar: 1. Bab'ı doğrudan takip edenler, 2. Bahalîler denilen Bahaullah Mirza Hüseyin Ali Nuri'yi takip edenler, 3. Onun büyük kardeşi Yahya Nuri Ezelî'yi (ki ona Ezelî denir) takip edenler. Ali Muhammed Bab, Kur'an'a rakip olarak EL-BEYAN adlı bir eser yazmıştır. Bahaullah da EL-AKDES adlı bir kitap telif etmiştir. Bu kitap Bahaîler tarafından Kur'an gibi ilahî bir kitap olarak (Divine Book) kabul edilir. Bahaîlerin inancına göre, Ali Muhammed Bab, insan şekline bürünmüş bir ilahtır (God İncarnated). Onun doğum yılının 1819 olduğu söylenir. Bu tarihin rakamları toplanırsa 19 elde edilir: 9 + 1 + 8 + 1 = 19. Bu inançtan sonra, bütün evrenin matematiksel temeli 19 olarak kabul edilir. Bahaîlerin dini takvimlerinde herbiri 19 günden ibaret olan 19 ay vardır, 19 x 19 = 361'dir. Şemsî yılın kalan dört günü çalınmış günler (cribben days) olarak deklare edilir. Böylece 365 gün tamamlanır. Ezelî mezhebi, Yahya Nur Ezeilî'nin erken ölümünden dolayı muvaffak olamadı. Fakat Bahaî dini çok iyi muvaffak oldu. Bahaullah, sonra Abdülbaha, daha sonra Abbas Efendi, en sonra da Şevki birbiri peşine Mehdî ve Mülhem oldular. Bugün İsrail hükümeti onları himaye etmektedir. İşgal altındaki Filistin'in Akka şehri de onların merkezidir. Onlar misyonerlik merkezlerini Bahaî Okulu (Bahai Hail) denebilecek bir isim altında tesis etmişlerdir, propagandalarını da gizlice yürütürler. Onların Agra ve Delhi'de merkezleri vardır. Karaçi'de Business Recorder, Road'da bir Bahaî okulu vardır. Bütün duvarlarda 19 sayısı yazılmıştır. Onlar yazılarına 19 sayısı ile başlarlar ve bütün oturma yerlerine (bank vs.) görünür bir şekilde 19 sayısı yazılmıştır.
Geride geçen ifade ve analizlerden iki sorumuza da cevap bulabiliriz: Niçin 19 rakamı seçilmiştir ve bu kampanyayı icra edenler kimlerdir? Bu sorunun pratik içerikleri göz önüne alınırsa, o zaman bu konuyu uzun uzadıya yazmaya gerek yoktur. Dikkatlice düşünülürse, sorunun arkasındaki gizli oyun gün yüzüne çıkacaktır.
Herhangi bir kitapta herhangi bir rakam, herhangi bir kelime ve herhangi bir bölüm normal olarak ele alınmışsa, bu onun ilahî orijinli olduğunu göstermez. Eğer pirincin rengi beyaz ise, bu, yeryüzünün tuzlu olduğuna delil teşkil etmez. Bir kimse normal olarak, bu ölçüyü kim koymuştur ve bu iddia ile delil arasındaki mantıkî ilişki nedir? diye sorabilir.
Besmelenin harfleri özel bir hatta göre 19'dur. Diğer hat şekline göre ise 21'dir. Besmeledeki isim kelimesinin "elif'i yazılmamıştır. Rahman kelimesi ise (fa'lan kalıbında) sa'dan, gufran ve hayran kelimeleri gibi, uzun ünlü (sesli) ile yazılmıştır (elifi yazılmamıştır.) İlk vahiy olan İkra bismi rabbike ayetinde ise isim kelimesinin (elif)i yazılmıştır. Yine sebbih isme rabbike ayetinde elif yazılmıştır. Bütün bu yerlerde elif yazılmıştır.
Kur'an Allah tarafından yazılı olarak vahy edilmemiştir. Bundan dolayı onun hattından bir dedüksiyon (tümden gelim) doğru olmayabilir.
Bakara ve A'raf sûresinde geçen bestaten kelimesinde "sin" harfi Adnan kabilelerine mensup olanların seslerini ayırdetmek için araya sıkıştırılmıştır. Aksi takdirde arap dilinde hiçbir şekilde be-sa-te (şad ile) köküne rastlanmaz. O zaman bu tür dedüksiyonlar yalnızca cehalet ve ahmaklığa işaret eder.
Aynı şekilde toplama, çıkarma, çarpma ve bölme yoluyla sadece Kur'an'da değil, insanlar tarafından yazılan eserlerde de bir çok sayısal tuhaflıklar yaratılabilir. Mesela "ha mîm"in (ebced) numarası 48'dir. Bu rakam Hakka sûresinde geçen 8 sayısına bölünecek olursa, 6 rakamı elde edilir. "Elif lam mîm" de ilk altı süre içerisinde gelmektedir. Yine Kur'an'da 29 süre mukattaa (sessiz) denilen 14 harfle başlamaktadır ve bunlar 14 gruptur: 14x14 = 196. Elde edilen bu rakam Ashabı Kehf'in sayısı olan 7 rakamına bölünecek olursa, ayın kaşaneleri (Mansion) olan 28 sayısı elde edilir. Bu tarzda, bir kimse, istediği gibi, herhangi bir kitaptan sayısal gariplikler çıkarabilir. Yanlış anlama ve yanlış kavrama o kadar büyüktür ki, bu tür matematiksel ve sayısal özellikler, Kur'an'ın ilahî orijinli olduğu delilini ispat etmek için hayli ileri gidebilmiştir. İnsanlar, tabiatı icabı, acayipliklere ve tuhaf şeylere çok düşkündür. Bundan dolayı eğitilmiş ve oldukça akıllı insanlar (bile), kelime ve sayıların hokkabazlığı ile cezb edilmiş ve çoğu defa yanlış yönlendirilmişlerdir. Kudreti sonsuz olan Allah, bize bu gibi hurafelerden kurtulmada yardım etsin ve Bahaîler tarafından kurulan tuzaktan kurtarsın.
"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir milletin babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa Allah'a Rasûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsin. Allah onların kalplerine iman yazmış ve onları kendinden bir ruh ile (iman nuru veya Kur'an ile) desteklemiştir. Onları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar Allah'ın hizbi (partisi) dir. Muhakkak başarıya ulaşacak (felah bulacak) olanlar, Allah'ın hizbidir" (Mücadele, 58/22).
(*) Haşimi İslamic Studies, 1981/3,
Farkli bir acidan edip yüksel & 19'culuk
1. kuran'dan baska kac kitap okuyorsunuz demek icin kitap yazanlar kervanin saygideger isimlerinden..
2. sadece kuran'i kabul ediyoruz deyip, hadis sünneti inkar eden ve sonra da "üzerinde 19 var" kitabini yazarak, burada iddia ettigi "19 girdabina" girmeyenleri cehennemin dumanli atesine yollayan bicare.. halbuki kuranda acik sekilde ne 19 vardir ne de böyle bir girdaba girmeyenleri cehennemle tehdit eden ayet vardir. o akil edip anlayabiliyor ya.. bize de taklit etmek düser.. yoksa cehennem dumanlarinda siz de boglursunuz ona göre
3. müslümanlara siz taklitcisiniz deyip, hz. muhammed'e degil, gelin benim taklit ettigim allahin peygamberi(!) misirli resad'a diye cagrida bulunmakta. kendisine uyanlar sanki bir düzüneden cikmis gibi ortak kelimeleri kullanarak ve bu kullandiklari kelimelerin hepsini de ben düsünerek kesfettim diyebilen topluluk..
4. kurani kerimi yasama sanati olmaktan cikartip, matematik ve kehanetler kitabi haline getirtmekte israr etmekte.
5. kendisinin ya da kurani okuyan diger insanlarin yetersiz olabilecegini akil erdirmemekte israr eden, bu gercegi anlatmaya calisanlara da "sen kuran'i yetersiz mi demek istiyorsun" demeyi aliskanlik hale getirmis.
6. kendisi akil sahibi ve müslüman(!) olarak kitap yazabilir ve kurandan anladigini yaziya dökmeyi özgürken ve bu yazdigi kitaplarin okunmasina tesvik ederken, kendisi gibi düsünmeyen ve kurani kendisi gibi anlamayan herkesi kuran katili ilan eden, onlarin kitaplarini okuyanlari da taklitci ilan etmekte israr eden isim..
7. kendisi icin ünvanlar kullanmakta israr ederken, hz. muhammed s.a.v. icin hz. demeyi sirk sayan zihniyet.. ve sevmeyi, tapmak ile bir tutup bütün aşıklari müsrik ilan edebilen kisi.
8. bilgisayarlarin henüz yeni yeni yesermeye basladigi. onlara sahip olabilmek icin büyük sevetlerin ödendigi. bir coklarininda bugunki hesap makinalari kadar beyne sahip olmadigi bir dönemde. misirli resad amcanin nasil olupta arapca kuran harflerini bilgisayara yükleyebildigini, o bilgisayarlara nasil ulasabildigini ya da kimlerin araci oldugunu.. hadi bilgisayari bulduysa nasil kullanmasini ögrenebildi 1 0 1 0 1 0 larla karmasik programlama dilini nasil kesfedebildigi ya da beyne alinmis kurandan hangi formullere göre sifre arayabilmis oldugunu yazacak programla bilgisini ne kadar zamanda ve nasil ulastigini bir türlü akilam ermez zaten..
9. misirli resad amcamiz peygamberse ve peygamberlik devam ediyorsa neden allah 1300 yildir bir peygamber yollamamis? bu kadar zaman -hasa- müslümanlari unuttumuydu ki bir den aklina gelip hemen resadi yollayiverdi. nerede bu peygamberler?
10. allah kurani (hicr:9) biz indirdik biz koruyacagiz derken 1300 yil boyunca icinde fazladan ayet eklediler diyememiste birden edip yüksel+resad ikilisi sayesinde mi söylemeyi karar kildi. buna ragmen inkar edilen 2 ayet ve bu inkar ile kafir olan edip yüksel ile ona birerbir taklit eden müridleri..
Kur’an Müslümanlığı, müsteşrikler, mezhepsizler
İnsanı yeryüzünde halîfe olarak yaratan Hz. Allah, lûtuf ve kerem hazînesinden, beşere dünya ve ukbâ saâdetini kazandıracak ilâhi mesajlarını ve bu mesajları; sözleri, fiileri, hal ve hareketleriyle, kısacası hayatıyla tefsîr eden peygamberleri göndermiştir. Kur’ân-ı Kerim ve Resûlüllah (s.a.v.) ile bu ilâhi tenezzülât kemâl noktasına ulaşmıştır. En son ve en mükemmel din olan İslâm, kıyâmete kadar aslî hüviyetini muhafaza edecektir. Bunu Rabbimiz (c.c.) kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de taahhüt etmektedir. Son birkaç asırdır elde ettiği teknolojik muvaffakiyetlerle sarhoş olan Batı insanı, huzuru dinden ve fıtratten alabildiğine kaçışta bulacağını sanıyordu. Fakat aradığı huzuru bulamadı. Batı’nın teknolojik başarısı karşısında âdeta şok olan İslâm âlemi, onun bu huzursuzluğunu görmekte ve yavaş-yavaş kendine gelerek ilâhi menbaa/kaynağa doğru koşmaktadır. Haddizatında dünyanın her tarafında islâm’a koşan insanlar, gün geçtikçe artmaktadır.
Müslümanları dinlerinden uzaklaştırmakta onlara hâkim olan Batı dünyası, oryantalistler (müsteşrikler)le İslâmiyeti aslî hüviyetinden saptırmak, bu ilâhî kaynağı bulandırmak için her geçen gün artan bir tempoyla çalışmaktadır. Maalesef memleketimizde de onların bu oyununa gelenler vardır. Müsteşriklerin İslâmiyeti tahrip etmek için neşrettikleri zehirlerin pazarlayıcılığını yapmaktadırlar. Bilerek veya bilmeyerek bir takım Müslümanlar da bunların tesirinde kalmaktadır. Müdâfaasını yaptıkları temel düşünce şudur: “Size düşen Kur’an’a sarılmaktır. Onun helâl dediğini helâl, haram dediğini haram saydığınızda kurtuluşa erersiniz. Zaten hadislerin çoğu uydurmadır.”
“Kur’ân’a sarılalım” mâsum kılıfıyla sünneti, dolayısiyle Peygamberimizi (s.a.v.) devreden çıkarmak istemekte ve bunu da Kur’an adına yaptıklarını iddia etmektedirler. Halbuki Kur’an, onların bu hezeyanını yüzlerine çarparak Resûle ittibâyı emretmektedir:
“(Habîbim), de ki:Allah’ı seviyorsanız bana ittibâ edin ki, Allah da sizi sevsin; günahlarınızı mağfiret etsin. Şüphesiz ki Allah, Gafûr ve Rahîm’dir.”(1)
“Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerle seni hakem tayin edip sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duyladan tamamen kabul etmedikçe, iman etmiş olamazlar.”(2)
“Peygambere itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.”(3)
Görüldüğü üzere Allah Teala peygambere itaatı kendisine itaat olarak kabul etmiştir. Peygambere itaat de ancak onun sünnetini yaşamakla mümkündür. Peygamberimizin (s.a.v.) sünnetinden yüz çevirenlere Kur’an, “Onun (peygamberin) emrine muhalefet edenler, başlarnına bir belânın gelmesinde veya can yakıcı bir azâba uğramaktan sakınsınlar.”(4) diye ikaz ve ihtarda bulunmaktadır.
***
YAKIN BİR GELECEKTE NELER OLACAK?
Kıyâmete kadar olacak şeyleri ümmetine haber veren Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.), bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:
“Biliniz ki bana Kur’ân ve beraberinde bir misli daha verilmiştir. Haberiniz olsun ki yakın bir gelecekte mal ve mülk ile mağrûr olan bir kimse çıkıp koltuğuna yaslanarak şöyle diyecek: ‘Size düşen Kur’an’a sarılmaktır. Onun helâl dediğini helâl, haram dediğini de haram sayınız.’ Bilin ki; ehl-î merkeplerin etleri, azı dişli vahşi hayvanların etleri, kendi rızâsıyla bıraktığı dışında zimmînin kaybettiği mal da helâl değildir.”(5)
“Yakında koltuğuna yaslanmış benim hadîsim okunduğunda, ‘Bizimle sizin aranızda sadece Allah’ın kitabı vardır. Onda bulduğumuz helâli helâl, haramı da haram kabul ederiz’ diyen bir kimse çıkacak. Dikkat edin! Şüphesiz ki Resûlüllah’ın haram ettiği, Allah’ın haram kıldığı gibidir.”(6)
Resûl-i Ekrem (s.a.v.) bu hadîsleriyle sünnetin şerîatteki yerini istikbâle ait bir mu’cize olarak beyan etmiştir. Bu mu’cize daha ilk devirlerde tahakkuk etmiştir. Hâricîler Kur’an’ın zâhirine yapışıp sünneti kabul etmemişlerdir.
Hattâbi, “Bana kitap ve beraberinde bir misil verilmiştir” ifadesinin iki manaya geldiğini söyler.
Birincisi, zâhirî metlüv ile birlikte gayr-i metlüv olan bir bâtınî vahiy de verilmiştir.
İkincisi, Kur’an Resûlüllah’a (s.a.v.) okunan bir vahiy olarak verilmiş, ounun açıklaması olarak da bir misil daha verilmiştir. Yani Resûlüllah Efendimiz’e Kitâb’ı açıklama salâhiyeti verilmiştir. Buna binâen has ifâdeleri tamîm, umumî olanları tahsis, mücmel olanları tavzîh ederek zâid hükümler getirmiştir. Böylece sünnetin kabûlü ve kendisiyle amel etmemiz mecbûriyeti, aynen tilâvet edilen Kur’an gibi olmaktadır.(7)
Allah Teala, “Biz sana Kur’an’ı indirdik. Ta ki insanlara ne indirildiğini anlatasın ve onlar da düşünüp anlasınlar.”(8) buyurmaktadır.
***
KUR’AN SÜNNETLE TEFSİR OLUNMUŞTUR
Resûl-İ Ekrem (s.a.v.) Efendimiz Kur’ân ayetlerini bazan sözleriyle, bazan davranışlarıyla, bazan da her ikisiyle beraber îzah ederdi. Mesela Kur’ân-ı Kerim’de bir çok yerde namaz kılınması emredilmektedir... Ancak namazın mâhiyeti, nasıl kılınacağı, rek’ât sayıları, kimlere farz olduğu gibi hususlar açıklanmamıştır. Bunları sünnet îzah etmiştir. Aynı şekilde Kur’ân’da zekât verilmesi emredilmekle birlikte zekâtın mâhiyeti, hangi mallardan ne miktarda verilmesi gerektiği, farziyet şartlarının neler olduğu belirtilmemiş... Bütün bunlar Resûlüllah Efendimiz’in sünnetiyle tespit edilmiştir.Kezâ, “Ey insanlar! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz, şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan kaçının ki felah bulasınız.”(9) ayetiyle içki haram kılınmış, fakat içene verilecek ceza İslâm hukukunda sünnetle tespit edilmiştir. Ayet-i Kerîmede, “Erkek hırsız ve kadın hırsızın yaptıklarından dolayı ibret verici bir cezâ olarak ellerini kesin. Allah Âzîzdir, Hâkim’dir.”(10) buyrulmaktadır. Fakat cezayı gerektirecek hırsızlığın ne olduğu, ellerin nereden nereye kadar kesileceği müphem bırakılmış, bütün bunları sünnet açığa kavuşturmuştur.
Yine Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “İman edip imanlarına zulüm karıştırmayanlar, işte onlar hidayete ermiş gerçek emniyete nâil olmuş kimselerdir.”(11) Cenâb-ı Hakk’ın, hidayet ve emniyete nâil olmak için ‘îmâna karıştırılmamasını’ şart koştuğu zulümden murâd nedir? Zulmün bütün çeşitleri midir? Yoksa herhangi bir zulüm müdür? Ayet-i kerîmede bu soruların cevabı olmadığı için ashâb-ı kirâma çok ağır geldi. “Hangimiz var ki, nefsine zulmetmemiş olsun?” diyorlardı. Allah Resûlü( s.a.v.) onlara, “Sizin zannettiğiniz gibi değil. Buradaki zulümden maksat, Lokman’ın dediğidir. O “Ey oğulcuğum, Allah’a şirk koşma. Muhakkak ki şirk en büyük zulümdür(12)diyerek, zulümden maksadın şirk olduğunu bildirmiştir.”(13)
Bütün misâllerde görüldüğü üzere, Resûlüllah’ın sünneti olmadan Kur’ân’ı anlamak mümkün değildir.
***
SÜNNETTE OLAN KUR’AN’DA DA VARDIR
İmam Şâfiî hazretleri bir gün Mescid-i Haram’da oturmuş sohbet ediyordu. “Bana soracağınız her şeyin cevabını Kur’an’dan verebilirim” dedi. Orada bulunanlardan birisi, “İhramda iken eşek arısı öldürmenin hükmü nedir?” diye sordu. Hz. İmam, “Bir şey gerekmez” diye cevap verince, soruyu soran, “Bu Allah’ın kitabının neresinde var?” dedi. İmam Şâfiî, “Resûl size ne getirmişse onu alın. Neden de yasakladıysa, ondan sakının” ayetini, peşinden de mevzu ile alâkalı hadis-i şerifi senediyle birlikte okuyarak mes’eleyi çok güzel bir şekilde açıkladı.(14)
Sünnet-i seniyyenin tesbitinde kılı kırk yaran bir hassâsiyetle hareket edilmiş, hadis diye uydurulmak istenenler ortaya çıkarılmıştır. Sırf bu hususla alâkalı müstakil eserler yazılmıştır. Bu itibarla endişeye, kafaları ve gönülleri bulandırmaya mahal yoktur.
Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) bizzat kendileri sünnet-i seniyyelerine ittibâ edilmesinin üzerinde durarak şöyle buyurmuşlardır:
“Size iki şey bırakıyorum. Onlara sıkı sıkıya sarıldıkça dalâlete düşmezsiniz. Bunlar, Allah’ın kitabı ve sünnetimdir.”(15) “Benim sünnetime, Râşid Halifelerim’in sünnetine temessük edin (tutunup sarılın), azı dişlerinizle sımsıkı yapışın.”(16)
Rabbimiz celle şânühû, âlemlere rahmet olarak gönderdiği Resûl-i Kibriyâsı’nın ve onun Râşid Halifeler’inin sünnetine sımsıkı yapışıp yaşamaya ve yaşatmaya bizleri muvaffak kılsın.
Halis ECE
DİPNOTLAR
1 Kur’ân-ı Kerim, Âl-i İmrân, 3/31.
2 Kur’ân-ı Kerim, Nisâ, 65.
3 Kur’ân-ı Kerim, Nisâ, 63.
4 Kur’ân-ı Kerim, Nûr, 63.
5 Ebû Dâvud, Sünen, Sünnet, 5.
6 İbn Mâce, Mukaddime 2.
7 Sünnet Müdâfaası, Muhammed Ebû Şerbe (Terc.), 1, 54.
8 Kur’ân-ı Kerim, Nahl, 44.
9 Kur’ân-ı Kerim, Mâide, 90.
10 Kur’ân-ı Kerim, Mâide, 28.
11 Kur’ân-ı Kerim, En’âm, 82.
12 Kur’ân-ı Kerim, Lokman, 13.
13 Buhârî, Sahîh, Tefsîr 60-71.
14 Sünnet Müdâfaası, 1, 51.
15 Feyzu’l-Kadîr, 3, 240.
16 Sünenü Ebî Dâvud, Sünnet.
Üzerinde 19 girdabı varmış!
Ne hikmete bazi insanlar hapishaneye yahut hastaneye girip ciktiktan sonra savunduklari fikirlerden ciyak edip kendilerine yeni bir rota cizmeye basliyorlar. Degismekle kalmiyor kisa süre sonrada atilimlar yapip ayakbakan, basbakan, reformis vs. Olup boy göstermege basliyorlar.
Sahte mehdi harun yahya söylesisi ile gecmis dönemdeki dostu adnan oktari desifre etmeye calisan edip yüksel’i düsününce hatira hz. Ali’nin „arkadasini söyle senin kim oldugunu söylim“ sözü geliveriyor.. Sahtekarlik ve palavralar diz boyu.
Edip yüksel cark edip misirli resadin pesine takildiktan sonra üzerinde 19 var diye bir kitap cikartip. Kendi akli kararinca 19 girdabini anlatmaya basladi. Bu calismalarinda cok hassas ve ince bir konuyu buradan tekrar deginmeyi uygun bulduk.
Edip yüksel ve avanesi her zaman hadisi seriflerin rivayet olundugu hadis kitaplari ve islami eserleri kast ederek, kuran disinda kac kitap okuyorsunuz diye soru sorarken, kendisi kuranda bulduguna iddia ettikleri bir girdabi aciklamak icin kitap hazirliyordu. Saflarina katilmak isteyen saf köylüleri ise kuran ayetleri ile degil de yine kendi kitaplarinda yazdigi fikirleri sunarak kandirmaya calisiyordu.
Hadisi serifler vardir. Bunlar haktir dedigimizde ise kurani kerimi eksik mi demek istiyorsun diye hemen atiliyorlardi. Sizin uydurdugunuz din diyerek konusmlarina devam ediyorlardi..
En can alici nokta ise ben 19 girdabini inanmiyorum. Bahsi gecen ayette bir mucize degil melekler geciyor dendiginde oyuncagini kaybetmis cocuklar gibi aglamaya basliyurdu edip yüksel bey. Kafalari cehennem dumanlari ile bulanmis kisiler diye deyimler kullanarak kurani kerimi okuyup onun anladigi 19 dan kasit meleklerdir denmesine kaldiramiyordu bir türlü..
Ve iste dananin kuyrugu yer
Be hey Edip Yüksel, siz degilmiydiniz kurandan baska kac kitap okuyorsunuz diyen. Peki simdi senin üzerinde 19 var dedigin kitabinda yazdigin var diye ispatlamak icin bir taraflarini yirtmaya calistigin girdabina girmedik diye nedir bu feryad?
Sen ki, bana taklitci oldugumu söyleyen ve elestiren yerden yere vuran kisi iken, senin fikrine taklit edip 19 girdabinin kuranda olmadigini söyleyip senin bu iddiana taklit etmedigim icin neden kiyameti kopariyorsun?
Sen ki, bizleri taklitcilikle suclayip altin takmayi, ipek giymegi yahut heykelcilik yapmadigimiz icin taklitcilikle suclarken senin gibi bunlara cevaz vermedigimiz icin kiyameti kopariyorsun?
Iste dananin kuyrugu burada kopuyor. Edip yüksel böyle birisi iste. Onun yazdigi üzerinde 19 var kitabindaki matematiksel formülcükler mantikligi gelmediginden böyle bir seyi sacmalik olarak gördügümüz icin beynimiz cehennem dumani ile doluvermis oluyor. Onun 19 sorum var dedigi kitabinda (19’culugun doktrinleri) sözde o sorularinda düsündügü gibi düsünmedigimiz icin kisaca onun ortaya attigi doktrinleri kabul etmedigimiz icin kendi kurdugu dinden olmamis oluyoruz.
Evet. 19 rakamini kuranin üzerinde görmedigim icin. 19’u kurandan üstün tutmadigim icin Allahu tealanin bir ayeti celilesinde verdigi 19 melek sayisina bakarak bu ayetlerde acaba Allah ne dedi demeye calisan ve bunu ispatlamaya calisan kalpleri hastalikli ve inkarci edip yüksel ve taifesinin kurduklari dine göre kafirim..
Onlar bu 19 rakamindan dolayi fitneye düstüler. Allahu tealanin Kurani Kerimin ayetlerini bir araya getirip bir kitap haline getirebilmeleri icin kutsal görev yükledigi Ashabi kiram hakkinda ileri geriye konusmaya basladilar. Dil uzattilar. Ve ilahi imtihani kaybettiler.
Hiç bir şey asla Kuranı Kerimin Üzerinde olamaz..
Selam sevgi ve dua ile
www.zehirli.org
.
************
Reformcular ve Yenilikçiler Neler Yaptılar?
Yayınlanma Manşet
Reformcular, dinde yenilikçiler, dinde değişimciler, mezhepsizler, telfik-i mezâhib taraftarları, çeşit çeşit İslamcılar, Kemalist İslamcılar, Feminist İslamcılar, Aktivist İslamcılar hangi niyetlere sahipler, şimdiye kadar ne gibi tahribat yapmışlardır, yanlış ve bozuk tarafları ve fikirleri nelerdir, amaçları nedir?.. Çok açık ve seçik olması için maddeler halinde yazıyorum.
1. Bütün reformcuların ana amacı Ehl-i Sünnet İslamlığını yıkmaktır.
2. Onların çok büyük kısmı, farkında olarak veya olmayarak laiklik taraftarıdır, Müslümanların sekülerleşmesini, dünya işlerinde dinden kopmasını isterler, bazısı açıkça mezhep fıkıh Şeriat düşmanlığı yapar.
3. Münzel (İndirilmiş) gerçek İslam'ın yerine uydurulmuş türeme bir din çıkartmak isterler. Dini bir hümanizmaya veya bir ideolojiye yahut da aktivist bir harekete dönüştürmeye çalışırlar.
4. Onların bir kısmı Resulullah Efendimizin (Salat ve selam olsun ona) Sünnetinin, İslam'ın ikinci ana kaynağı olduğunu inkâr eder, tek kaynak Kur'andır der.
5. Sünneti yüzde yüz inkâr etmeyenler, onu hafife alır, Müslümanların kafalarına şeytani şüpheler ve tereddütler sokar, mütevâtir ve sahih hadislere gölge düşürür.
6. Onlar her Müslüman'ın Kur'an'dan, (kabul ediyorlarsa) Sünnetten kendi kafasına, re'yine, anlayışına göre hüküm çıkartmasını ister.
7. Reformcuların bir kısmı Kemalisttir. Birbirleri ile uzlaşmaları ve bağdaşmaları mümkün olmayan iki zıddı, İslam ile Kemalizm'i bağdaştırmaya uğraşırlar.
8. Reformcuların ve İslamcıların bir kısmı Tevhid ve Tenzih akidesine çok zıt olan, inananı küfre götüren, son derece bozuk inançlara ve zındıklıklara hoşgörü ile bakar. Mesela: Ali Şeriatî'nin 'Allah gerçek bir Janustur = Hoda Janus-i hakiki est' (Janus iki çehreli bir Roma putudur) cümlesinden hiç rahatsız olmazlar, Şeriatî'yi baş tacı ederler, öve öve bitiremezler, onu Müslüman gençliğe, peşinden gidilecek bir önder olarak tanıtırlar.
9. Bir kısım reformcular Ehli Sünnet Müslümanlığını aşağılamak, hafife almak için alaycı bir ifade ile ona İlmihal Müslümanlığı derler.
10. Onlar, Müslümanların dinlerini, güvenilir ve muteber ilmihal, akaid, fıkıh ve ahlak kitaplarından öğrenmelerini istemezler.
11. Reformcuların bir kısmı Kur'anda, Sünnette, Şeriatta kesin haram olan faize cevaz vermişler; Kitab ile, Sünnet ile, icmâ-i ümmet ile kesin haram olan bir günah ve isyanı helalleştirmişlerdir.
12. Onlar, binlerce ve binlerce Ehl-i Sünnet imamını, müctehidlerini, ulema, fukaha ve mürşitlerini saf dışı bırakarak; farmason Afgani'yi, farmason Muhammed Abduh'u, onun talebesi telfikçi ve Menarcı Reşid Rıza'yı, birkaç aşırıyı hidayet rehberi olarak gösterirler.
13. Reformcuların büyük ekseriyeti tasavvufa, tarikatlar, sufîlere karşıdır.
14. Reformcuların bir kısmı Tevhidi, İslam'ı, Kur'anı, Resulullah'ı yalanlayan Teslisçi Ehl-i Kitab'ın da cennetlik olduğunu iddia eder.
15. Reformcuların bir kısmı fanatik feministtir. Feminizm bozuk ideolojisine uymayan ayetleri te'vil ederler. İşlerine gelmeyen hadisleri de yok sayarlar.
16. İşlerine gelmediği için din ilimlerinde icazeti kabul etmezler.
17. Reformcular takiye yaparlar, Müslüman halkı aldatırlar.
18. Bir kısım reformcular Pakistan'dan kovulmuş, Kur'andaki 300 küsur kesin hükümlü ayetin bugün geçerli olmadığını iddia eden Fazurrahmanı imam kabul ederler.
19. Reformcular mucizeleri inkâr eder.
20. Onlar İslam Şeriatında recm cezası olduğunu inkar ederler. Hâlbuki Resulullah Efendimiz recm cezasını uygulamıştı.
21. Reformcular Kur'an-ı Kerim'in abdestsiz tutulabileceğini iddia ederler.
22. Onlar özürlü kadınların yapamayacakları şeylerin yapılabileceğine, bir takım şazz rivayetlere dayanarak fetva verirler, cumhur-i ulemaya muhalefet ederler.
23. Bazı reformcular haccın kesin tarihi değişebilir, başka zamanlarda da hacc edilebilir diyerek son derece bozuk ve bâtıl ictihadlar yumurtlamıştır.
24. Bazı reformcular tesettürü inkâr eder.
25.Bir kısım reformcular Derin Devletle, vesayet rejimi ile, resmî ideoloji ve faşist sistemle işbirliği yapmışlar ve karşılığında yüklü telif ücretleri almışlardır.
26.Hiçbir reformcunun 'Müslümanlar birleşsin, tek bir İmama biat ve itaat etsin, Ümmet haline gelsin' dediği görülmemiştir.
27. Onlar, ehliyet ve liyakatleri olmadığı halde bol bol bozuk ictihadlar yapar.
28. Onlar Kur'ana, Sünnete, icmaya aykırı saçma sapan fetvalar ve ruhsatlar verirler.
29. Onlar, din ile dünyayı ayırırlar, dinin hüküm dairesini daraltırlar.
30. Onlar, Ehl-i Sünneti herhangi bir fırka, hizip ve parça gibi görürler; onun İslam'ın gerçek yorumu olduğunu kabul etmezler.
31. Reformcuların hemen hemen ekseriyeti Osmanlı Devlet-i İslamiyesine ve Hilafetine karşıdır.
32. Reformcular Türkiye'nin Sünnî Müslüman çoğunluğunu, birbirinden kopuk, bazısı bazısıyla çarpışan, başlarındaki zevat yılda bir kez bile bir iftar sofrasında toplanamayan yüzlerce hattâ binlerce cemaate, gruba ayırmışlar, dehşet verici bir anarşi ve kaosa sebep olmuşlardır.
33. Reformcular âhir zamanda çıkacağı mânevî tevâtürle bildirilmiş olan Hz. Mehdi'nin zuhurunu ve yine mânevî tevâtürle haber verilmiş olan nüzul-i İsa aleyhisselamı inkar ederler.
34. Bazı reformcular imanın temel şartlarından kaderi inkar eder.
35. Bazısı Allahın izniyle yapılacak olan ve Kur'anla, Sünnetle, icmâ ile sabit bulunan şefaati ve kabir ahvalini inkar eder.
Bu çeşit çeşit, renk renk, kendi aralarında bir yığın meşrebe ayrılmış reformcular camiası Ehl-i Sünneti, Ümmet birliğini yıkmak konusunda ittifak ve ittihad etmiştir. Müslüman halkı bunlara karşı uyarmak gerekir. Bu hizmet benim yazılarımla olmaz, Türkiye Ehl-i Sünnet Müslümanları tez elden bir 'Ehli Sünnet Müslümanları Şûrası' toplamalı, neler yapılması gerekiyorsa o hizmet ve vazifeleri yerine getirmelidir. Bu dediğim yapılmazsa din konusundaki kaosun, anarşinin, çekişme ve tepişmenin, cahilliğin önüne geçilemez.
Dinin kesin inançları, helaller, haramlar, had cezaları, Allahın kemal sıfatlarla sıfatlı ve noksan sıfatlardan münezzeh olduğu, müminlerin tek bir ümmet olması gerektiği, iman edenlerin Allah'a, Resul'üne ve kendilerinden olan emir sahiplerine itaatlerinin farz olduğu gibi temel din hükümlerinde çekişen, tartışan, doğru yoldan çıkan Müslümanlar iflah olmaz. İslam dünyasında tek bir ümmet olmaması, bir yığın birbirinden kopuk cemaat, fırka ve hizip bulunması büyük değil çok büyük bir felakettir. Kur'an-ı Kerim açıkça beyan ediyor: Allah katında geçerli, muteber, kabul edilen tek hak din İslam'dır. Reformcular bir bu temel inanca karşı çıkmıştır; onların uyarılması, aydınlatılması, bilgilendirilmesi Kuran ve Sünnet yolunda olan âlim ve muktedir Müslümanlara farzdır.
Reformcuların saçtıkları mikroplar, ortaya attıkları sapık yorumlar yüzünden Türkiye'de din, iman tehlikededir. Şeriat çoktan elden gitmiştir.
Reformculuk, dinde yenilik, dinde değişim, mezhepsizlik, Fazlurrahmancılık, Kemalizm'e uygun İslam, AB ve Feminizm normlarına ayarlanmış, ayıklanmış yeni bir İslam türetme gibi helâk edici yangınlar söndürülmezse, büsbütün söndürülemediği takdirde kontrol altına alınıp tecrid edilemezse Türkiye Müslümanları kurtulamaz. Ehl-i Sünnet elden giderse Kur'ana, Sünnete, icmâya uygun din de gider; bid'atler ortalığı istila eder, fitne fesat, nifak şikak, isyan tuğyan yaygın hale gelir, korkunç bir kaos ve anarşi oluşur.
14.12.2012
Mehmet Şevket Eygi
"KURÂN-I KERİM'İN ŞİFRESİ"(*)
TALHA HAKAN ALP
Bir genç tarafından ortaya atılan ve son günlerde ülkemizin gün-demini işgal eden “Kuran’ı Kerim’in şifresi” tezinin ve bu tez üzerine oluşan merak ve tartışmaların kamu vicdanı üzerinde ciddi bir tesir uyandırdığını hepimiz gözlemlemekteyiz.
Kuran şifresi söylemiyle yankı uyandıran bu tezin değerlendirmesine geçmeden önce tezin mahiyetini incelememiz yerinde olur.
Tezin Mahiyeti
Ömer Çelakıl imzasıyla yayımlanan “Kuran-ı Kerim’in Şifresi” adlı çalışmaya göre tez, Hurûfîlik türü ezoterik (Batınî) çalışmalar zincirinin son halkasını teşkil etmektedir. Nitekim kitaba geleneksel ezoterik kehanet örnekleriyle başlanması da bu izlenimi desteklemektedir. Bir farkla ki kullandığı “Simetrik Sayı Dizisi” sebebiyle Çelakıl’ın tezi geleneksel ezoterik örneklerinden kısmen farklılık arz eder. (s.62)
Çelakıl’ın şifresi genelde iki kademeli bir çıkarıma dayanmaktadır. Birinci kademede simetrik orantılara dayalı olarak birbirleriyle ilintili bulunan ayet ve sure numaraları üzerinden önce merkez sayısı sonra eksik sayı (veya sayılar) çıkartılır. İkinci kademede tespit edilen eksik sayı (veya sayılar)ın birler basamağını teşkil eden rakamlar bir araya getirilerek elde edilen toplam rakam, kehanet konusu olayın tarihi, yaşandığı bölgenin enlem ve boylamı gibi sayısal yönüne tatbik edilir. (s.63, 64)
Çelakıl, ayetlerden çıkardığı rakamları olaylara uyarlarken hicrî ve miladî tarihlerden hangisini esas kabul edeceği konusunda sıkıntı yaşadığını kendisi de itiraf eder. Çelakıl bu sıkıntıyı, hicrî tarihler için geliştirdiği ek bir yöntemle aşmaya çalışır. Bu yönteme göre ayetlerden elde edilen rakamlar miladî bir tarihe değil de hicrî bir tarihe denk gelirse, iki basamaklı sayıların değerlerini toplamdan çıkartmak gerekecektir. (s.66)
Çelakıl’ın şifresini ayetlere uyarlarken karşılaştığı bir diğer güçlük Kuran-ı Kerim’de geçen mukattaa harfleridir. Alışılagelmiş Kuran üslubunun dışında bir görünüm arz eden bu gibi ayetlerde Çelakıl, –kendi ifadesiyle– kuralında bir değişikliğe gider ve bir veya birkaç harften oluşan bu gibi ayetlerden çıkan rakamların başına kendiliğinden “1” rakamını ekleyerek güçlüğü aşmaya çalışır. Ayrıca Çelakıl, hicri tarihlerle ilgili geliştirdiği ek yöntemi de mukattaa harflerinde uygulayamadığını; bu sebeple mukattaa harflerinin şifre kuralları açısından bir istisna teşkil ettiğini kabullenmek zorunda kalır. (s.67, 68)
Çelakıl, ayet seçiminde genelde ayetin sure içinde tekrarlanmış ol-masına veya kehanet için münasip bulunan olayla anlam ilişkisinin bulunmasına dikkat eder. Örneğin I. Dünya savaşının bitiş tarihine denk düşürüp kehanetini keşf ettiği Enfal suresi için, bu surede altı yerde tekrarlanan “Ey iman edenler..” ayetini esas kabul eder. Bu ayetlerin numaralarını tespit eden Çelakıl yukarıda belirttiğimiz kademeleri takip ederek 1337 sayısını çıkartır. Bu sayı I. Dünya savaşının bittiği hicri 1337 tarihine denk düşmektedir. Çelakıl, surenin adını teşkil eden Enfal kelimesinin “savaş sonunda elde edilenler” olduğuna dikkat çekmek suretiyle bunun bir tesadüf olamayacağının altını çizer. (s.80, 81)
Bir başka örnekte Çelakıl, ampülle arz ettiği yakınlıktan yola çıkarak ampülün keşf edildiği tarihi haber vermiş olabileceği yönündeki ön sezisine binaen “Nur” (ışık) suresini ele alır. Anılan surede, içinde “misbah” (lamba) kelimesi geçen ayeti olayla ilişkisine dayanarak “anahtar ayet” kabul eder ve içinde bu ayet numarasının da yer aldığı sayı kümeleri üzerindeki hesapları sonucu Edison’un ampulü keşfettiği 1878 tarihiyle denk düşen sayıyı “Nur” suresinden çıkartır. (s.260, 261) Fakat yazar bu hesabında bir önceki hesapta olduğu gibi sure içinde tekrarlanan ayet numaralarını esas almamıştır. Bilakis yazar burada hesabını, “Nur” suresinin numarası, yukarıda belirtilen anahtar ayetin numarası, surenin toplam ayet sayısı ve surenin iniş sırası üzerinden yapar.
Verdiği ön bilgilerle şifresini tanıtan Çelakıl daha sonra şifresini bazı Kuran ayetleri üzerinde uygulayarak ulaştığı ezoterik sonuçları okurlarıyla paylaşır. Genelde bu sonuçlar; I. Dünya savaşının bitişi, II. Dünya savaşının başlangıç ve süresi, helikopter, telgraf, telefon ve otomobil..v.s. bazı araçların icatları gibi önemli olayların tarihlerine denk düşen rakamların, bazı Kuran ayetleri tarafından önceden haber verilmiş olmaları yönündedir.
Şifre çözme sisteminin objektiflik değerine temas eden Çelakıl, söz konusu sistemin, hemen hemen hiç yorum içermediğini aksine büyük oranda sayısal ve mantıksal çıkarıma dayandığını söyler. (s.69)
Çelakıl, Kuran-ı Kerim’in şifrelerinin çözümünde bir ilk adım ol-duğunu söylediği bu tezin, diğer araştırmacılar tarafından geliştirile-bileceğini ve daha ilginç kehanetlerle karşılaşılabileceğini ifade ederek “Kuran-ı Kerim’in Gerçekleşen Kehanetleri” başlığıyla kitabında yeni bir bölüme geçer. (s.70) Yazar bu bölümde de, yukarıda örneklerine değindiğimiz yaşanmış bazı önemli gelişmelerin önceden Kuran’da haber verildiğini gösteren bulgulara yer verir. Çelakıl son olarak iki binli yıllarda gerçekleşmesini beklediği diğer gelişmeleri de ayrı bir bölümde sıralayarak kitabını tamamlar.
Tezin Değerlendirilmesi
Tezin mahiyeti hakkında kısaca bilgi verdikten sonra artık tezin de-ğeri üzerine konuşabiliriz. İfade ettiği değeri takdir edebilmemiz için tezi iki aşamalı olarak ele almayı düşünüyoruz. Birinci aşamada tezin kendi içindeki tutarlılığını, ikinci aşamada tezin ortaya çıkardığı sonuçların Kuran’a aidiyetini irdelemeye çalışacağız. Daha sonra bu iki aşamada elde ettiğimiz neticelere bağlı olarak tezle ilgili kanaatimizi arz edeceğiz.
1. Tez kendi içinde ne ölçüde tutarlıdır?
Çelakıl’ın çalışması gözden geçirildiğinde, tezinin kendi içinde tutarsızlıklar taşıdığını gösteren bol miktarda bulguyla karşılaşmak son derece kolaydır. Şimdi yazarın bu noktadaki çelişki ve tutarsızlıklarını maddeler halinde görelim:
Öncelikle ifade edelim ki Çelakıl’ın şifre çözme sistemini ve bu sisteme dayanarak keşfettiği hususları güvenilmez kılan en önemli sorun, Çelakıl’ın araştırma sırasında taşıdığı ruh halinde gizlidir. Zira Çelakıl bulgularını, ön yargısız ve duru bir zihinle gerçekleştirdiği Kuran okumalarına borçlu değildir. Aksine onun Kuran okumaları genellikle hayalini gördüğü kehanetlere ait ön kabullerle karışıktır. Mesela Çelakıl’ın şu ifadeleri bunun açık bir örneğidir: “İlk adımı Kamer Suresi’yle attım diyebilirim. Çünkü “Kamer suresinde Ay’a çıkış tarihinin olabileceğini düşünüyordum.” Ama bu sadece bir histi ve hissetmem yeterli değildi. Eğer bu hissim doğruysa acaba bunu ortaya çıkartabilir miyim diye, kim bilir kaç kez Kamer suresini okumuştum.” (s.52)
Çelakıl’ın araştırmalarına bu halet-i ruhiye ile başlaması tezinin objektifliğine de gölge düşürmektedir. Zira ön kabullerin, araştırmacıyı, Kuran’ın ne söylediğini anlamaya değil, ona bir şeyler söyletmeye zorlaması tabiidir.
Kitabını okurken sık sık hissedildiği gibi Çelakıl, zihninde kurguladığı olay-ayet/sure ilişkisini ispatlamak amacıyla araştırmalarına başlar. Bulduğu en ufak bir münasebet üzerine ilgili olayı bir sure veya ayetle ilişkilendirmeye çalışır. Daha sonra ilgili olayın başlangıç ya da bitiş tarihi, süresi, olayın yaşandığı bölgenin enlem ve boylamı gibi bol seçenekli sayısal verileri zihninin bir köşesinde saklı tutar. Çelakıl, söz konusu sureden bu ta-rihlerden birinin mutlaka çıkacağı umuduyla sure ve ayetleri çok farklı yönleriyle –ve çoğu defa Kuran’ın aslına taalluk etmeyen beşeri ta-sarruflara bağımlı bir şekilde– inceleyerek nihayet beklediği sonuca ulaşır.
İlk paragraflarda da ifade ettiğimiz gibi, belli kurallar çerçevesinde oluşturulduğu söylenmiş olsa da, aslında Çelakıl’ın çalışmasında bütünlük arz eden bir sistem yoktur. Nitekim yazarın sıkıştığı yerlerde sisteminden ödün vermek zorunda kalarak ek yöntemlerle problemi çözme yoluna gittiği gözden kaçmamaktadır. Mesela hicri tarihler için geliştirdiği ek bir yöntemle genel kurallara aykırı bir yol izlediğini (s.66), “mukattaa harfleri”nde de sistem yetersiz kalınca, bu defa ne hicri ne de miladi tarihlerde izlediği kuralları dikkate almadığını; aksine çok daha farklı bir yol tutarak “mukattaa harfleri” için de ayrı ve istisnai bir yöntem ihdasına gittiği dikkat çekmektedir. (s.67)
Ayrıca Çelakıl araştırmalarında yeterince objektif olamamaktadır. Nitekim şu ifadeler onun zaman zaman –arzuladığı sonuca ulaşmak uğruna– sistemin işleyişine müdahale ettiğini göstermektedir: “burada saklanan tarihin, merkez sayısının birler basamağında olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle genel kuralımıza uymamakla birlikte merkez sayısının birler basamağını da elde ettiğimiz sayıya dahil ediyoruz.” (s.298)
Çelakıl tekrarlanan ayetleri tesbit ederken de oldukça seçici davranmaktadır. Çıkarımlarında daima hesaplarına uyum arz eden ayetleri cımbızlamakta, takip ettiği usule göre hesaba katması gereken bazı ayetleri ise maalesef dikkate almamaktadır. Örneğin sistemine uygulamak üzere “Sebe’” suresini incelerken, içinde “andolsun” ve “şüphesiz” kelimeleri geçen ayetleri tekrarlanmış ayet kabul etmekte ve bu mahiyetteki 9, 15 ve 19. ayetleri almaktadır. Oysa Çelakıl’ın bizzat kitabına aldığı sure mealinde “andolsun” kelimesi 10. ayette de bulunduğu halde Çelakıl bunu görmezlikten gelmektedir. (s.153-158)
2. Tezin ortaya çıkardığı bulguların Kuran’la alakası var mıdır?
Çelakıl’ın keşf ettiği bulguların Kuran’la alakası var mıdır, suali, Çelakıl’ın ortaya koyduğu ilginç bulguları Kuran’a atfetmemizin ne derece mümkün olabileceğine ilişkindir. Konuya bu zaviyeden baktığımızda öncelikle şunu belirtmemiz gerekir ki; Çelakıl çıkarımlarını tamamen Kuran meallerinden yapmıştır. Kuran meallerinin orijinal Kuran kabul edilemeyeceğini düşünürsek bulguların Kuran’a isnadının daha işin başında şüphe uyandırdığını söyleyebiliriz. Çıkarımların Kuran tercümelerinden yapılmış olmasının tez bakımından ne tür problemler arz ettiği konusuna geçmeden önce çıkarımların diğer dayanaklarına bir göz atalım.
Çelakıl’ın bulguları mevcut Kuran nüshalarının tertibine göre ayet ve sure numaraları, surelerin ayet sayısı, iniş sıralamasına göre sure numaraları ve ayetlerin sözcük sayımı üzerine kuruludur.
Kuran tarihine aşinalığı olanların da takdir edeceği gibi bugün elimizde bulunan Mushafların ayet ve sure dizimi konusunda farklı kanaatler vardır. İslam alimlerinin çoğunluğunun benimsediği görüşe göre –ki bu görüş dayandığı deliller bakımından daha güçlüdür– ayet dizimi Hz. Peygamber (s.a.v.)’in talimatıyla olmuştur. Diğer bir görüşe göre ayetlerin sure içindeki dizimi sahabenin kendi görüşlerine göre yapılmıştır.[1]
Surelerin Mushaf içindeki dizimi konusunda da tartışmalar yaşanmış, fakat İslam alimlerinin geneli tarafından benimsenen görüşe göre surelerin dizimi vahiyle olmamış, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in vefatından sonra sahabenin kendi görüşleri doğrultusunda gerçekleştirilmiştir.[2]
Ayetlerin bitiş yerleri ve buna bağlı olarak sure içindeki ayetlerin sayısının tesbiti de İslam alimleri arasında tartışmalıdır. Bu sebeple birçok surenin ayet sayısı tartışıldığı gibi Kuran ayetlerinin toplam sayısı da tartışılmıştır. Bu durum ayetlerin bitiş yerlerinin ilahi talimatlar eşliğinde bizzat Hazreti Peygamber (s.a.v.) tarafından net olarak tespit edilmemiş olmasından kaynaklanmaktadır.[3] Binaenaleyh bu durum mevcut numaralandırma esas alınarak yapılan bir çalışmanın Kuran’a mal edilemeyeceğini gösterir.
Ömer Çelakıl’ın tezinin ağırlıklı olarak mevcut ayet ve sure numaralarına dayanmış olması[4], bulguların Kuran’a aidiyeti hususunda ciddi şüpheler uyandırmaktadır. Zira bu durum bulguların, vahiy mahsulü metne değil, ayet ve surelerin numaralandırılması gibi beşer kaynaklı bir tasarrufa dayandığı kanaatini vermektedir. Bu bakımdan Çelakıl’ın keşf ettiği bulguları, Kuran mucizeleri olarak kabul etmemiz doğru bir tutum değildir.
Bulguların Kuran’a isnadı hususunda görülen bir diğer problem de şifrenin Kuran’ın kendisi değil de tercümelerinde uygulanmış olmasıdır. Şifrenin tercümeler üzerine uygulanmış olması, bulguların Kuran’a isnadının yanında, tezin kendi içinde tutarlılığı açısından da ciddi çelişkilere yol açmaktadır. Mesela Çelakıl “Sebe’” suresi üzerinde çıkarım yaparken surede manaları birbirine yakın olan tekrarlanmış sözcükler olarak “andolsun” ve “şüphesiz” kelimelerini seçmiştir. Çelakıl, esas kabul ettiği mealden hareketle bu manayı içeren sözcüklerin 9, 15 ve 19. ayetler olmak üzere surede üç defa tekrarlandığını tespit eder. Daha sonra Çelakıl, zikredilen ayet numaraları üzerine yaptığı hesap sonucu çıkan rakamın otomobilin icad edildiği tarihe denk düştüğünü ileri sürerek kehanetini tamamlar. (s.158, 159) Oysa Kuran-ı Kerim’e baktığımızda[5] aynı surede yukarıda sözü edilen ayetlerin dışında bu manaya gelen üç değil 7, 10, 11, 20, 24, 36, 39, 48, 54 de dahil toplam on iki ayet vardır. Bu ayetlerin rakamlarını hesabın içine dahil edecek olursak Çelakıl’ın çıkarımı anlamını yitirecektir.
Çelakıl’ın bulgularının Kuran’a atfını imkansız kılan bir diğer husus, tez sahibi tarafından bulguların birer kehanet olarak görülmesidir. (Bkz., s.66, 69, 70, 71) Bilindiği gibi Kuran gelecekten haber vermek anlamına gelen kehaneti reddetmiş, kendisinin bir kahin sözü olduğu yönündeki asılsız iddiaları şiddetle yalanlamıştır. Nitekim “Bakın, bu [Kuran] gerçekten şerefli bir elçi’nin [vahy edilmiş] sözüdür. Ve o, inanmaya ne kadar az [eğilimli] olsanız da, bir şair sözü değildir. Ve ders almaya ne kadar az eğilimli olsanız da bir kahin sözü de değildir. O alemlerin rabbinden bir vahiydir.” (Hakka, 40, 41, 42, 43) ayetlerinde de açıkça ifade edildiği gibi Kuran bir kehanet değildir. Kuran ayetleri insanlara asla birer kehanet olarak sunulamaz. Bu her şeyden önce Kuran’ın doğasıyla çelişen bir iddiadır. Zira kehanet esrarengiz varlıklarla ilişkisi olduğu sanılan kimseler tarafından ileri sürülen ve çoğu gerçek dışı olan beşer sözleridir. Oysa Kuran baştan sona evrenin yaratıcısı olan Allah’ın sözlerinden oluşmaktadır. Üstelik Çelakıl’ın, keşfettiği şifre çözme sistemine dayanarak gelecekten haber verdiği hususlarda yer yer kesin ifadeler kullanması sorunu daha da çözümlenemez hale getirmektedir. (s. 308)
Çelakıl’ın bulgularının Kuran’a isnadını şaibeli kılan bir diğer sorun da Çelakıl’ın Kuran’a ve Kuran’ın orijinal dili olan Arapça’ya yabancı olmasıdır. Küçük bir örnek olması için Çelakıl’ın bir tesbitini buraya aktarmak istiyoruz: “Sad, Arap alfabesinin 14. harfidir ve “sada” sözcüğünden gelmektedir.(!) Sada’nın Türkçe karşılığı “verilen sese karşılık alınan, yankılanan ses”tir. (s.114) Görüldüğü gibi Sayın Çelakıl Arap alfabesinden bir harf olduğunu söylediği “sad” harfini, bir kelimenin türevi kılmakta, daha sonra bu surenin telefonla irtibatından söz etmektedir. Harfin kelimeden türediği/geldiği yönünde bir iddianın anlamsızlığını/saçmalığını düşünecek olursak Çelakıl’ın bulgularının Kuran’a isnadının ne denli şaibeli olduğunu anlamamız daha kolay olacaktır.
Sonuç olarak tezin değerlendirmesinden anlaşıldığı üzere tez gerek tutarlılığı gerekse Kuran’a aidiyeti açısından ciddi sorunlar içermektedir. Üstelik içerdiği bu iki sorun tezi, kendi içinde tutarlı olduğunu kabul etsek bile Kuran’a atfı imkansız olduğu için açık bir paradoksla karşı karşıya getirmektedir. Bu bakımdan Ömer Çelakıl’ın “Kuran’ın şifresi”ni çözme ve “Kuranî kehanetleri” keşfetme iddiasıyla kaleme aldığı çalışmanın “Kuran’ın şifresi” olarak takdim edilmesinin mümkün olmadığı kanaatindeyiz.
[1] es-Suyuti, el-İtkan, c.1, s.63.
[2] es-Suyuti, el-İtkan, c.1, s.63.
[3] es-Suyuti, el-İtkan, c.1, s.68.
[4] Bu durum Çelakıl’ın tezinde o kadar belirgindir ki, tezin bir bölümünün başlığı “Kuran-ı Kerim’in sure numaralarından çıkan sayısal mesajlar” şeklindedir. (s.251)
[5] Çelakıl’ın kitabına bakıldığında bu husus açıkça görülecektir. Kitabta yer alan meale göre surede iki adet “andolsun” ifadesi yer alırken kendisi bunlardan sadece bir tanesini hesaba katmıştır. (s.153-158)
[*] Ömer Çelakıl, Kur’an-ı Kerim’in Şifresi, Sınırötesi Yayınları, İstanbul, 2002, 341 sahife.
MAKALELER
Tarih: Aug 03 2012
Sadrettin Yüksel: Aslen Bitlisli olan Sadrettin Yüksel, 1920 yılında Konya’da dünyaya geldi. 11 yaşında medresede eğitime başlayan Yüksel, memuriyet hayatına Siirt’in Baykan ilçesinde müftü olarak başladı. Yüksel, müftülüğü sırasında Said Nursi’nin talimatıyla, İşaratu’l-İ’caz tefsirini yayına hazırlayıp bir takriz ile birlikte Ankara’da yayınlattı. Yüksel, daha sonra müftülük görevinden istifa edip Norşin’e dönüp ders vermeye devam eder. 1964 yılında Diyanet tarafından Kur’an-ı Kerim meâl ve tefsiri hazırlamakla görevlendirilir. Fakat bu proje sonradan yarım kalır. 1966 yılı sonunda ise ailesiyle birlikte İstanbul’a taşınır. Sultanahmet Camii imamı merhum Gönenli Mehmed Efendi’nin kurslarında ve İsmail Ağa Kur’an Kursu’nda talebelere Arapça İslâmî ilimler okutur. 1968 yılında ise Diyanet tarafından İstanbul merkez vaizliğine atanır. 1972 yılında, evinde Risale-i Nur Külliyatı bulundurmaktan takibata uğrar. 1975 yılında İstanbul merkez vaizliğinden istifa etmek zorunda kalır. 7 çocuk babası olan Yüksel, Arapça ve Farsça biliyordu. 25 Aralık 2004 tarihinde 84 yaşında vefat eden Yüksel’in medrese eğitiminde önemli bir yeri vardı. Uzun süredir evinde hasta yatan Yüksel’in cenazesi, Fatih camii’nden kaldırıldı.
İslama ve Nurlara hizmet etmiş bir din adamı Sadrettin Yüksel (1920 – 2004)
Metin Yüksel: Muhammed-i Devrimci ve İslami Akıncılar grubu ve öğrenci lideridir. 17 Temmuz 1958’de Bitlis’e bağlı Kolongo’da doğan Yüksel, Ünlü İslam alimi Sadrettin Yüksel’ in oğludur. Dokuz yaşında ailesiyle İstanbul’un Fatih ilçesine yerleşen Yüksel, eğitim hayatı boyunca öğrenci olaylarında ön saflarda rol aldı ve Akıncılar adı verilen paramiliter milis bir öğrenci grubunun liderliğine yükseldi. İran tipi İslami görüşleri ve karşı görüşlü kişi ve örgütlerle mücadeleleriyle bilinmektedir. Dönemin sağ-sol çatışmalarında Selametçi kanatın lideri haline gelen Yüksel 26 Ekim 1977 günü Darüşşafaka Lisesi’nin önünde 3 arkadaşı ile birlikte, 8 sol görüşlü ile çatışır. Metin Yüksel ikisi midesine, biri de dizine olmak üzere 3 kurşun yarası alır. Ancak saldırıdan sağ kurtulmayı başarır. Sonrasında da ara 23 Şubat 1979 tarihinde Fatih Camii’nin avlusunda namaz çıkışında vurularak hayatını kaybeder.
İslamcılar tarafından şehid kabul edilen Metin Yüksel,
1979 yılında namaz çıkışında bir grup ülkücü tarafından öldürüldü.
Metin Yüksel, 12 Eylül öncesinde ‘Akıncı Gençlik’ liderlerinden biridir. İslama büyük hizmeti geçen, tanıyan herkes tarafından sevilen, sayılan ve hürmet gören bir din adamı olan Sadettin Yüksel’in oğludur. Aynı zamanda Amerika’da programlanan bir şarlatanın arkasına düşüp, çıktığı televizyon programlarında kendisini ‘peygamberin halifesi’ ilan eden, “Ben çıplak bile namaz kılarım” diyen Edip Yüksel isimli zatın da kardeşidir. Her gittiği yerde “Yaradılanı sev, Yaradan’dan ötürü’ düsturunu beyinlere nakşeden bir babanın oğlu olmasına rağmen Metin Yüksel, belki de zamanın şartları yüzünden ‘İran devriminin’ rüzgarına kapılıp, oldukça hırçın ve militanca bir duruş ortaya koyuyordu. Kader bir gün, Fatih bölgesinde giderek etkin olmaya başlayan ülkücüler ile, kurmuş oldukları hakimiyetlerini kaybetmek istemeyen akıncıları karşı karşıya getirdi. Fatih Camii’nde kılınan bir Cuma namazı esnasında içeride yaşanan tatsızlık, namaz sonrasında avluya yansıdı. Çıkan kavgada Metin Yüksel hayatını kaybetti.
Edip Yüksel: Molla Sadrettin Yüksel’in oğlu ve şehid Metin Yüksel’in kardeşidir. İstanbul Akıncılar Derneği bünyesinde etkinliklerde bulundu. 12 Eylül’den sonra yargılandı. Düşünceleri nedeniyle dini kesim tarafından mürted yani dinden dönen ilan edilince, bu ilanın ölüm fetvası anlamına geldiğini bildiği için ülkesini terk etti, ABD’ye göçtü. Reşad Halife‘nin öğrencisi oldu. Bazı sitelerini oluşturdu. Reformist görüşleri üzerine birçok kitap yazdı. Türkiye’de çeşitli tartışma programlarına katıldı. Hukuk alanında doktorası olan Yüksel evli ve iki erkek çocuğu babasıdır. Kitap ve makale yazmaya ek olarak Arizona’da bir yüksek öğrenim kurumunda felsefe profesörlüğü yapmaktadır.
Babası tarafından evlatlıktan reddedilen Edip Yüksel, çok okuyarak kafayı bozan, Kuranı Kerim’in yanlış olduğunu savunan, hadislere küfreden ve onları alaya alan, sahte peygamberlere inanan, Kuranı sayısal mucizelerle tefsir etmeye çalışan, kendini beğenen dinden çıkmış bir sapıktır.
Reşad Halife: Kur’an’da 19 Mucizesi olarak bilinen ve İslam dünyasında tartışmalara yola açan matematiksel sistemi 1974 yılında keşfeden bilim ve reformist din adamı. 1935 yılında Mısır’da doğdu. ABD’de biyokimya dalında doktora yaptı. Bir süre Birleşmiş Milletler’de bilim danışmanı olarak çalıştı. Uluslararası bilimsel dergilerde yayımlanmış iki düzine makalesi bulunmaktadır. 1974 yılında Kur’an’da 19 sayısı ve katları üzerine kurulu bir matematiksel sistemin mevcut olduğunu ve 9:128-129 ayetlerinin bu matematiksel sistemi bozduğunu iddia ederek bu ayetlerin Tanrı’ya ait olmadığını öne sürdü ve bu ayetleri içermeyen Kur’an nüshasını çevirisi ile beraber 1989 yılında Amerika’da yayımladı. Allah’ın ayetlerinde haber verilen elçisi olduğunu iddia etmesi ile İslam dünyasının tüm tepkilerini üzerine çekti. Reşad Halife, hadis ve sünnetin “Şeytani öğretiler” olduğunu, hadislerin Peygamber adına uydurulmuş ve kitleleri dinden ve Tanrı’dan uzaklaştıran palavralar olduğunu ve sadece Kur’an’nın dini kaynak alınması gerektiğini savundu. Kendisi hakkındaki ölüm fetvası ve tehditlerine rağmen hergün sabah gün doğmadan önce Tucson Camisine gitmeyi rutin haline getiren Halife, bu davranışnın bedelini hayatı ile ödedi. Camiye saklanan iki kişininin saldırısına uğrayan Halife, yirminin üzerinde yerinden bıçaklanarak 31 Ocak 1990 tarihinde öldürüldü.
Kendisini peygamber ilan eden, Kuranı Kerim’i kendi fikirlerine göre tekrar yazmaya çalışan, hadisleri inkar eden ve Amerika’da bir camii çıkışında öldürülen sapıkların babası Mısır doğumlu Reşad Halife.
Tarih: Jul 23 2012
İslamcılık, İslam’ın ana referans kaynaklarından hareketle “yeni” bir insan, toplum, siyaset/devlet ve dünya tasavvurunu, buna bağlı yeni bir sosyal örgütlenme modelini ve evrensel anlamda İslam Birliği’ni hedefleyen entelektüel, ahlaki, toplumsal, ekonomik, politik ve devletler arası harekettir. Başka bir deyişle İslam’ın hayat bulması, hükümlerinin uygulanması, dünyanın her tarihsel ve toplumsal durumunda İslam’a göre yeniden kurulması ideali ve çabasıdır.
19. yüzyılın ikinci yarısından önce İslamcılık yoktu. Olmaması doğaldı, çünkü zaten Osmanlı Devleti, kurucu ideolojisi ve iyi-kötü meşruiyet çerçevesi İslam olan bir devletti; zaaflarına rağmen Osmanlı Daru’l İslam’dı. Var olan şey istenmez. Osmanlı’nın Batı karşısında askeri, ekonomik ve politik yenilgilere uğraması, iktidar seçkinlerini yeni arayışlara sevk edince Batıcılığa paralel olarak İslam’ın ana kaynaklarına dönerek yeni düzenleme yapma ihtiyacı ortaya çıkmış oldu.
İslamcıların üç ana dönemde üç nesil olarak birbirlerini takip ettiklerini düşünüyorum: Birinci nesil İslamcılar 1850-1924; ikinci nesil İslamcılar 1950-2000 yılları arasında rol oynadılar. 21. yüzyılın ilk yıllarından başlamak üzere üçüncü nesil İslamcılar yakın tarih sahnesine çıkmış bulunuyorlar. Söz konusu kronolojinin kendine özgü bir mantığı var, uzun uzadıya anlatmanın yeri burası değil. Yakında yayınlanacak “İslamcıların Üç Nesli” adlı kitapta bunu anlatmaya çalışacağım, inşallah.
Anlaşılır olması bakımından her neslin diğeriyle ilişkisini ve kendi içindeki fikri ve politik konumunu ortaya koyabilmek için bazı kriterlere ihtiyacımız var. Ben söz konusu kriterleri “referans çerçevesi; politik tema-yönelim; önderlik profili” şeklinde belirleyebileceğimizi düşünüyorum. Buna göre:
1850-1924 yılları arasında rol oynamış bulunan birinci nesil İslamcıların referans çerçevesi“Kur’an ve Sünnet’e dönüş“tür. Bununla bağlantılı olarak ilk nesil İslamcılar “içtihad kapısının açılması” ve “cihad ruhunun uyandırılması” hedeflerini öne çıkarıyorlardı. Onların bakış açısından içinde bulunduğu zayıf durumdan kurtulması için Osmanlı devleti reform yapacaksa ulemanın Kur’an ve Sünnet’e dönüp “içtihat yapma” zarureti var. İçtihat yapılmadığı zaman Batı’dan gelen reformlar olduğu gibi kabul edilecek, bu da laikliğe zihni ve hukuki müsait zemin hazırlayacaktır ki, aynen böyle olmuştur. “Cihad ruhunun uyandırılması”ndan anladıkları şey sömürgeciliğe karşı fiili savaş ve sosyo-ekonomik kalkınma hamlesinin manevi motivasyonu idi.
Birinci nesil İslamcıların politik tema ve yönelimleri “devletin kurtarılması” idi ki, söz konusu olan devlet kurucu ideolojisi ve meşruiyet çerçevesi İslam olan ve başında Müslümanların halifesi bulunan Osmanlı devleti idi. Devlet zaafa uğramıştı, onu Batı’yı olduğu gibi taklit ederek kurtarmak mümkün olamazdı, kurtuluş İslam’ın asli kaynaklarına dönmekte yatıyordu.
İlk nesil İslamcıların entelektüelleri, kanaat önderleri ve politik sözcüleri “ulema-aydın profili”ne sahipti. Hemen hemen hepsi İslami ilimlere, İslam tefekkürüne ve İslam tarihine vâkıf kimselerdi. Bunun yanında Batılı eğitimden geçmişlerdi. Her iki dünyayı az çok tanıyan bu insanlar hem Emevi-Abbasi uleması gibi kamusal alanda mücadele ediyor hem de Osmanlı resmi ulemasından farklı olarak “sivil karakterleri”ni koruyabiliyorlardı. Bu yüzden Osmanlı devlet yöneticileri ve resmi uleması onlardan hazzetmiyordu.
İlk nesil İslamcılar Çanakkale savaşının mağduru oldular, 1925 Takrir-i Sükun ve tek parti diktasıyla tasfiye edildiler. Söz konusu radikal tasfiyeden sonra İslamcılık 1950′ye kadar derin bir uykuya yattı.
1950-2000 yılları arasında sahneye çıkan ikinci nesil İslamcıların referans çerçevesi “modern-ulus devlet” oldu. İnsiyaki olarak meşruiyet krizini aşma kaygısıyla Batılı sosyo-politik yapıları İslamileştirme çabasına büyük önem verdiler. Bu dönem İslamcılarının zihin evreninde bilgi, eğitim, toplumsal kurumlar, siyaset ve ekonomik gündem esas itibarıyla Batılı karakterde teşekkül etti. Ancak bu ya “İslami renge büründürüldü” ya da yan tarafa “icad edilmiş ahlaki-manevi/imani-metafizik özerk alanlar” ilave edildi.
İkinci nesil İslamcılarda ana politik tema ve yönelim “İslam devleti ve İslam toplumu”dur. Bu dönemde Türkiye, İran ve Afganistan’da totaliter-baskıcı rejimler İslam’a karşı tasfiye politikalarını “devlet merkezli” yürüttüler. Bu üç ülkenin dışındaki Arap ve İslam coğrafyası ise sömürgeciliğe karşı fiili mücadele vermekle meşguldür, sömürgecilikten kurtuluşun arkasından gelecek olan “yeni ulus devlet”ten başkası olmayacaktır. Bu zihni ve pratik konjonktürde hem hilafet ilga edilmiş hem baskı ve sömürgecilik altında inleyen Müslümanlar, ilk Hıristiyanların Roma’yı zihinlerinde yüceltip onu “dini Vatikan’da tecessüm ettirmeleri” gibi, modern ulus devleti İslamileştirme sürecine girmişlerdir. Bu nesil İslamcılarının önder profili İslami ilimlerden habersiz, İslam tefekkürünü bilmeyen, İslam tarihiyle teması zayıf; ancak Batılı eğitimden geçmiş bilim adamı, mühendis, doktor, hukukçu, gazeteci gibi mesleklerden gelme “aydınlar, akademisyenler ve modern iktidarı hedeflemiş siyasetçiler”dir.
İslamcılığın Seyri
1850′li yıllarda tarih sahnesine çıkan İslamcılık üçüncü neslin tecrübesiyle yürüyüşüne devam ediyor. Benim kronolojik tasnifime göre birinci nesil İslamcılık 1850-1924; ikinci nesil İslamcılık 1950-2000; üçüncü nesil İslamcılık 21. yüzyılın ilk yıllarıyla başlayıp halen sürüyor.
Modern İslamcılık’ta Osmanlı-Türkiye, Mısır, İran ve Hind yarımkıtası havzaları belirleyici konumda rol oynamışlardır. En derin etkiyi Pakistan İslam Cumhuriyeti’nin kuruluşu yapmış; bu Mısır, Türkiye ve İran İslamcılarının politik tasavvur ve projelerini dönüştüren “ilk modern olay”dır. Ancak politik tasavvurda meydana getirdiği köklü değişimin ötesinde Pakistan’ın ulusal politik bir coğrafya (ulusal varlık-aygıt) olarak şekillenmesi Hind yarımkıtası İslamcılığını diğer havza İslamcılığından bir ölçüde koparmaya sebep olmuştur. Zaman içinde “azınlık” konuma düşmeleri dolayısıyla Hind Müslümanları kendi içlerine çekilip bir tür bağımsız veya özerk politik iddialarından vazgeçmek durumunda kalırken, Pakistan bütün İslam hareketleri derinden etkileyen kurucu ideolojisi yüzünden asla altından kalkması mümkün olmayan sorunlar girdabına girmiş, derin bir kaosun içine sürüklenmiştir. Halen Pakistan’da kurucu ideolojisi İslam olan ulus devlet formu, can yakıcı sorunlarla çaresiz ve umutsuz olarak boğuşmaya devam etmektedir. Bunun kritiğini ayrıca yapmak gerekir. Bizim şimdilik üzerinde durmamız gereken Türkiye, Mısır ve İran tecrübesi ile bunca zaman yaşananlardan sonra geldiğimiz nokta ve bundan sonrası ise gelecek kestirimi olmalıdır.
İran İslamcılığı, “mezhep ve ulusal çıkar” handikabıyla karşı karşıya bulunuyor; gelecekte İslam devrimini, devrimin ilham kaynağı ve referans çerçevesini oluşturan İslamcılık, bu iki negatif faktörle daha çok yüzleşecek, gerilim yaşayacak gibi görünüyor. Türkiye İslamcılığı entelektüel hayatiyetini ve iddiasını kaybetmemekle beraber aktif politik formu “muhafazakârlık”a dönüşüyor, “liberal felsefe ve dini hayatın bireyselleştirilmesi, cinsiyetçiliğe prim vermesi dolayısıyla kendi içinde sekülerleşme ve Protestanlaşma” eğilimi içine giriyor. Müslüman Kardeşler’in seçimleri kazanması Mısır’ı yeniden tarih sahnesine çıkartıyor. Mısır’da İhvan’ın üzerine oturacağı eksen, bütün Arap âlemini ve İslam dünyasını ciddi manada etkileyecek, dönüştürecektir. Zira hemen hemen her Arap ülkesinde ve Müslüman bölgede İhvan’ın uzantısı partiler, aktif akımlar ve hareketler var. Bu açıdan eğer İslam, modern dünyada ontolojik, epistemolojik ve ahlaki çerçevede sosyo-politik referans olma iddiasını devam ettirme başarısını gösterebilirse, yeni bir bölgesel entegrasyonun birleştirici gücü ve ilham kaynağı da olacaktır. Ama İran Şiiliğe, Mısır Sünniliğe ve Türkiye Laik muhafazakârlığa evrilirse; İran, Türkiye ve Mısır ekseninde şekillenecek olan ulusal politikalar ve ulusal çıkar hesapları bölgeyi yeni bir çatışma sürecine sokacaktır.
Üçüncü nesil İslamcılar pek de erken bir zamanda üç gerilim alanı içinde ciddi bir sınavla karşı karşıya gelmiş bulunuyorlar:
- Hiç kuşkusuz küresel hegemonik güçler ve onların açık ya da örtülü desteğine sahip politik-askeri rejimlere karşı mücadele verip lojistik destek arayışına çıkarken, söz konusu desteğin onları düşman oldukları rejimleri devirdikten sonra hangi sosyo-kültürel ve politik-askeri angajmanlara sokacağı konusu. Suriye örneği bunun en somut ve can yakıcı örneği olmaya aday görünmektedir. Suriye’de ister Esed’i destekleyen İran’ın bölgesel ve küresel olarak Rusya ve Çin’le birlikte hareket etmesinin kendisine getireceği maliyet ile muhaliflerin karşıt konumda küresel ve bölgesel ABD, İngiltere, S. Arabistan, Katar ve Türkiye angajmanlarının onlara getireceği maliyet.
- İslamcılar içeride ittifak arayışına çıkarken liberal, sol ve kısmen milliyetçi aydın ve güçlerle kurdukları politik ittifakın onların paradigmalarını, akaidlerini, toplum ve siyaset tasavvurlarını hangi yönde ve hangi derinlikte dönüştürdüğü konusu. Türkiye bu tecrübenin en somut -ve yer yer en trajik- örneğidir. Mısır’ı da bu sorun beklemektedir.
- Ve elbette Müslümanların kendi aralarındaki ilişkileri hangi politik ve toplum tasavvuruna göre belirleyecekleri konusu.
(Ali Bulaç, Temmuz 2012)
|
********************
Edip Yüksel'in darmadağın olduğu tartışma
Halis Aydemir VS Edip Yüksel
Halis Aydemir , Edip Yüksel'in 19 Mucizesini (?) anlattığı kitabında 3 tane yeri tespit edip (tüm hesapları kontrol etme zor ve vakit alacağı için) onların doğruluğuna baktığında üçünde de yanlış olduğunu gördüğünü söylüyor. (1)
Ah bu RŞD yok mu? Her şey onun şapkasından çıktı.
Videonun 1:44:35 . dakikasında Halis Aydemir: Kur'an-ı Kerim'de RŞD kelimesi 19 kere geçer. (Edip'in Allah'ın elçisi Reşad Halife'ye ne derece bağlı olduğunun bir örneğidir bu RŞD kelimesinin Kuranda geçiş sayılarını aramak) Veri tabanında taratıyorum 13 yerde geçiyor ardışık . Herhalde dedim fiilleri de eklediler.Ne buldumsa ekledim ancak o zaman 19 'a çıktı..
Tahlil: 19'cular önce ulaşmak istedikleri sayıyı belirliyor ve o sayıyı tutturmak için çalıntı minarenin kılıfı misali , kuralını sadece kendilerinin bilebilecekleri sayım usulleri geliştiriyorlar..Böyle bir sayım kendi içinde bir karışıklık içerdiği için hiç kimsenin aklına bunu kontrol etmek gelmiyor..Ama bir de kontrol edilince tüm fiyasko, matematik kadar gerçek bir şekilde gözler önüne seriliyor..
Halis Aydemir: Sonra dedim ki Edip Abi'nin kitabında bir kelimeyi Kur'an'da yoklamanın yöntemi şu: o kelimenin bütün kök , türevlerini taramak. Yani bütün versiyonlar..Öyle kırılmalara uğruyor ki. Araya "vav" giriyor , "ye" giriyor , çoğul oluyor , her şey oluyor..Yani RŞD her türlü şeye geçiyor..Bu zatın ismi Muhammed Reşad iken ismini sadece Reşad diye alıp tarama yapıyorsunuz..Demek ki dedim Kur'an-ı Kerim'den ayet attıkları gibi Mucizeyi tamamlamak için isimden de atmışlar. Bu sefer isim kelimesini tarıyoruz..RŞD'deki gibi tüm köklerini tarasak 19 mu çıkıyor? Hayır , felaket büyük bir sayı..
Tahlil: Bu 19'cular RŞD'de sayıyı tutturmak için tüm kökleri , "isim" kelimesinde de ise yine sadece kendilerinin vakıf olduğu usul ile Kur'an'da pek çok yerde geçen isim kelimesinin sadece hesaplarına gelenlerini alıyorlar..Matematiğe biraz olsun saygısı olan herhangi bir şahıs bu saçmalığa pirim vermez..
Halis Aydemir : (1:45:50) bütün kökleriyle "ism"i tararsak Kur'an-ı Kerim'de 381 yerde çıkıyor. Halbuki 19 yerde geçecek. O zaman farklı bir tarama yapılmış..Bu kez kelimeyi önünden arkasından ekleriyle taradım bu kez 24 tane çıktı..Bu 24 tanesinden de dedim "demek ki eliminasyon yapılmış." Şimdi siz bana burada neyi saydığınızı neyi saymadığınızı söyleyin , ben kelimeyi böyle tarıyorlar diyeyim. İsmihu'yu sayacak mıyız ? 19'un içinde mi bu ? Edip: Bekliyorum kitabı (gelsin ki oradan bakıp söyleyeceğim)
Tahlil-1: Edip sağlam bir kroşe yemiş boksör gibi rakibine sarılıp vakit kazanmak ve gong çalınıp köşesine nakavt olmadan çekilebilmek için oyalama taktiği yapıyor..
2- Yahu Edip! , adam sana "sayacak mıyız saymayacak mıyız ?" diyor ; sen "bekliyorum kitabı" diyorsun..Kitaba bakmadan konuşamıyor musun ? Mucize ezberinde değil mi? Senin standart bir sayım tekniğin yok mu? Bende Edip'in ismihu'nun sayılıp sayılmayacağına ilişkin herhangi bir fikri olmadığı izlenimi oluştu. Tartışmaların büyük şampiyonu Edip Yüksel'den eskiv hareketi: "Bekliyorum kitabı orada gözünle göreceksin "
H. A. : (1:47:17) Niye RŞD'yi sayarken tüm türevleri aldık ta ism kelimesinde seçici davrandık ?Edip 'te cevap yok.
*
Tarafların iddiaları:
Edip : İsm kelimesi Kur'an'da 19 defa geçer.
Halis Aydemir ise bir sayıma göre 381 , bir sayıma göre 24 , ama 19 hiç bir sayıma göre tutmaz..Ayrıca RŞD kelimesi sayımında tüm kökler alınırken "ism" sayımında alınmıyor..
Her iki kelimenin sayımından farklı bir usul ve formül uygulanıyor..Mucizenin genelini tanımlayan ve diziyi, örüntüyü ifade eden bir usul ve tarz yok. Ayrıca sayımlar yanlış..
19'cular milleti yanıltıyorlar. Sayımlar kontrol edildiğinde rakamlar tutmuyor..
Tahlil : Edip , RŞD'de neden tüm köklerin ism'de ise neden bazı köklerin sayıma tabi tutulduğunu açıklayamıyor..Unutmayalım ki bu tartışma Halis Aydemir'in rastgele seçtiği 3 örnek üzerinden yapılan tartışma. Yoksa kitabın gerisi doğruda tek yanlış yerler buralar değil. Rastgele bir seçimle 3 tane kelimenin sayımını kontrol eden H. A. , üçünün de yanlış sayıldığını ve kitapta verilen sayıların tutmadığını tespit ediyor..
*
İkisi beraber sayıma başlar:
H. A.: (1:48:25) "İsmihu"yu sayıyor musunuz ? E.Y. : Hayır. H.A.: Bu kural mı ? Yani sondan ek alırsa [isim + sonunda gelen ek hu] sayılmıyor mu? H. A. :Abi not eder misiniz ? Sondan ek alırsa saymadık . Edip: Tabi. Bu kural mı ? Edip : Efendim ? H. A. : Kural mı? Edip: Kural , Evet.
Tahlil -1: Edip çok sağlam bir darbe aldı ve ringe serildi..Halis Aydemir'in çok net bir şekilde sorduğu bu kural mı ? sorusuna Efendim ? diye ne diyeceğini bilemez bir tereddütle cevap vermesi ilk devrilişinin habercisiydi.
2- Bismihi de sayıyorsunuz ama ismihu'da saymıyorsunuz sorusuna Edip'ten anlaşılır bir cevap gelmiyor. 2 kelime de ek almış , ama biri sayılıyor diğeri sayılmıyor..Biri mucizenin bir parçası diğeri ise değil..Neye göre? Hangi matematiksel örüntüye , kurala ve formüle göre? Belli değil..Temiz kalple bakarsan ancak anlaşılabilecek bir yöntemle öyle olduğu söyleniyor. O temiz kalpte bilim bakalım kimde var: Edip ve Allah'ın Elçisi! Reşad'da .
3- Öyleyse mucizenin ismini şöyle düzeltmek gerekir: "Temiz kalple bakılınca görülen Kurandaki 19 Mucizesi.." Eğer bu yapılan işlem "Matematik mucizesiyse" onun temiz veya kirli kalp ayrımı yoktur , rakamlar da temiz kalbe göre konuşmaz. "Mucizenin matematiği" uydurulmuş ama matematiksel mucize yok..
H.A.: (1:50:47) "bi’sel ismul fusûku" bunu alacak mıyım abi? Edip: İsim, tabi.
H.A.: Peki, burada daha özel bir şey soracağım..Eğer burada anlam olarak önemsiyorsak buradaki kelime Allah'ın ismi şeklinde bir terkibin parçası. Buradaki isim kelimesi ise "el ismi el füsuku" fasıklık ismi diye Allah'ın ismiyle falan hiç alakası yok. Tam bu noktada eğer bunu al diyorsanız ki Allah'ın ismiyle hiç alakası yok , o zaman niye Kur'an kelimelerini sayarken falanca yerdeki Kur'an'ı almayacağız çünkü o kuran , Kur'an değil diye hariç tutuyorsunuz.
Kaldı ki o dediğiniz haliyle de gittim ama hesap yine tutmadı .
Tahlil-1: 1:51:30 Kur'an kelimesinin hesabında kelimenin anlamı üzerinden giden 19'cu isim kelimesine gelince anlam üzerinden sayımı bir kenara bırakıp fasıklık ismini bile Allah'ın ismi sayımında sayıma tabi tutmuştur..Neyi nerede ve nasıl saydığını çözebilmek için matematikçiden ziyade müneccim olmak lazım , ama ne yazık ki müneccimlik işlerini de dinimiz yasaklıyor..
2- 1:51:53 Edip karşılık vermeye çalışır: Nerede , nerde nerde , nerde , nerde , Kuran kelimesi nerde ?( Edip, tek nerede neyine yetmiyor?) H. A. : Kuranda 57 kez Kuran kelimesi geçer. Yanlış . Ben göremedim , gösterebilirim size. Edip: Tamam , tamam. H. A: Parantez içinde 10:15 Ayetinde geçen sayılmamıştır. Zira burada başka bir Kurandan bahsedilmektedir. [Bahsi geçen ayet ve meali : 10/Yunus 15: Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ beyyinâtin kâlellezîne lâ yercûne likâena'ti bi kur'ânin gayri hâzâ ev beddilh(beddilhu), kul mâ yekûnu lî en ubeddilehû min tilkâi nefsî, in ettebiu illâ mâ yûhâ ileyy(ileyye), innî ehâfu in asaytu rabbî azâbe yevmin azîm (azîmin). Böyle iken ayetlerimiz birer açık delil olarak karşılarında okunduğu zaman Bize kavuşmayı arzu etmeyenler: «Bundan başka bir Kur'angetir veya bunu değiştir!» dediler. De ki: «Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir! Ben ancak bana vahyolunana uyarım. Rabbime isyan edersem şüphesiz büyük bir günün azabından korkarım.»]
H. A.: (1:52:04) Bu şunu öğretiyor bana: Demek ki kelimenin anlamıyla da ilgiliyim sayımlarda. Madem öyle burada neden fasıklık ismini sayıyorum bu bir. Sondan ek alırsa neden saymıyorum ?
Edip: Ben bunu zaten çoktan çıkardım , o bir yanlış sayım.
H. A.: Buradaki sayımlar emin olmadığınız , elinize birilerinin tutuşturduğu (sayımlar mı?). Buna dayanarak siz Kur'an'dan ayet atıyorsunuz?
Tahlil: 1974 ortaya atılan bu Matematik Mucizesinin (?) yanlış sayımları 201'te bile tespit edip düzeltiliyorsa bu Mucizenin de kendi içinde yanlışlarını temizlemeye çalıştığı anlamını veriyor..Bu demektir ki bazı sayımlar yanlış olduğu için iptal edilmiş..Soru şu : Yarın bir gün farklı bir sayım yaparak Tevbe'nin son iki ayetinden başka ayet de atmak gerekecek mi?
Edip: Dinle..Bu kitapta yüzde yüz hata yoktur demiyorum bak. [sonradan işi ironi yaptıma döküyor]
Tahlil : İlerleyen vakitlerde Edip bu sözünü geri alıp kitabın hatasız olduğunu savunacak.
H.A.: (1:54:43) Bizim bir sayma standardımız var mı yok mu ?
Edip: Var .
Tahlil: Yok.
H.A.: Niye bunu ifade etmezseniz ?...Yoksa bu sizin için opsiyonel bölge mi (yani kelime sayımını nasıl yaptıklarını net bir şekilde ortaya koymayıp her bir kelime için ayrı bir usul uygulamaları )..Sizin kitapta tarihin en büyük Matematiksel kitabı diyorsunuz 19 sayısının kimliği yok orada..
Edip: (1:57:30) Bismide Kur'an eliyor. Kur'an zaten öyle diyor. Bu sistem öyle bir şey ki ilk başta eğer yamuk yaklaşmak istiyorsan iki yol görüyorsun .
Tahlil: Edip ve Reşad doğru yaklaşanlar , Reşad'ın Elçiliğini , uyduruk Matematiksel Mucizeyi , Tevbe suresinin son iki ayetini atmayı reddedenler ise Edip'e göre yamuk yaklaşımlar cümlesinden oluyor..Bu durum bana şu fıkrayı hatırlattı:
Temel otoyolda ters yöne girer.. Bunu gören trafik polisi, sürücüleri uyarmak için radyodan anons yaptırır. Bu arada ters yolda ilerleyen Temel de radyo dinlemektedir..
Polis radyodan: Lütfen dikkat, ters yönde ilerleyen bir araç var!
Temel bağırır, "ne bir tanesi hepsi hepsi"..
H.A.: Ben bu sayımlarda bir kural arıyorum , kuralınız ne?
Edip: (1:59:50) Eğer bir robot matematikçi bile şey edersen bunu göremeyeceksin kesinlikle. Manipülasyon değil hayır burada çok güzel bir örnek. Allah ona 2 yol gösterdi , burada sana bana yol gösterdi. Bir bakalım bir sürü yollar mı çıkacak ilk başta yoksa senin niyetini şey ediyor...
Tahlil: Edip'in elinde tek silahı var : niyet sorgulaması..Halis Aydemir'in ısrarlı bir şekilde kural nedir sorgulamasına niyet bozuk olursa göremezsin diye bir cevap veriyor..
Edip: Ona göre sen 19'u görmeyeceksin zaten..Bak oraya listeyi koymuşum o listenin yanlış olduğunu göster. H.A.: İsm kelimesi Kuranda 19 kere geçtiğine inanıyor musun? Edip: Geçer tabi. H.A.: O zaman bana yerlerini gösterin..Edip: Burada bütün ayetlerin listesi burada. O zaman buyur:
Kuranda ism kelimesinin sayımına geçilir.Edip'in iddiasına göre çıkacak sayı 19'dur
1) 5. sure 4. ayet, (H.A. Tarafından da Onaylanır)
2) 6. sure 118. (H.A. Tarafından da Onaylanır)
3) 6. sure 119. (H.A. Tarafından da Onaylanır)
4) 6. sure 121. (H.A. Tarafından da Onaylanır)
5) 6. sure 138. (H.A. Tarafından da Onaylanır) Hepsinde de isim kelimesi yalın olarak var olduğu onaylanır..
6) 22. sure 28. ayet. (H.A. Tarafından da Onaylanır) isim kelimesi yalın olarak var.
7) 22. sure 34. ayet. (H.A. Tarafından da Onaylanır) isim kelimesi yalın olarak var.
8) 22. sure 36. ayet. (H.A. Tarafından da Onaylanır) isim kelimesi yalın olarak var.
9) 22. sure 40. ayet. (H.A. Tarafından da Onaylanır)
10)49. sure 11. ayet. H.A. İtiraz eder.
H.A.: Bunu sayacak mıyız? Edip : İsim , hiçbir şey değişmiyor gramatik bir şey.
H.A.: Sadece gramatik değil ismin resmi de değişti. El takısı aldı. Edip : Alınır.
H.A.: O zaman sondan he takısı alanı niye almıyoruz ..Edip: Ayrı bir şeydir..
Tahlil: 1- Edip cevap veremiyor..Sondan takı alıp yalın halinden takılı hale geçen ismuhu'yu almıyor ama el ismul füsuku şeklindeki baştan takılı olanları alıyor..
2- Baştan takıntılı olunmayınca baştan takılı olanların alınıp sondan takılı olanların alınmayacağını bilinemiyormuş demek ki.
3- Bakınız temiz kalp , niyet , yamuk yaklaşanlar ve yaklaşmayanlar ayrımı , ayrımın kriteri için bkz : "ne biri ne, biri hepsi , hepsi"
H.A. : Burası seçicilik. Şurada "başka Kur'an diyor" derken ki mantığınız neydi?
Edip: Onu ben kendim fark ettim , çoktan eledim onu.
H.A.: Anlamsal fark gözettiğinizi başka yerde de gördüm. Edip: anlamsal fark var, eğer bir özel isimse orada şey..ama isim kelimesi ister kötülüğün kelimesi olsun yani gramatik bir kelime. Falanca ismin anlamında hiçbir değişiklik yok. Ama bir kelime Allah için, insan için kullanılınca o kelimenin mefhumu birisinde sonsuzluk ifade eder , diğerinde farklıdır. Fakat isim kelimesi gramatik bir ifade yani içeriği yok , sadece bir etikettir. Özel isim için kullanılıyorsa kesin şeye bakacaksın özel isim yani Allah için kullanılıyor mesela Salih peygamber için özel isim olabilir bir de salih bir kul; arada bir fark var birisini özel bir isim
olarak kullanıyor diğeri de her hangi bir salih. H.A.:Ama burada anlamına dikkat ettiniz.
Edip: Tabi. Ama sadece orada salih derken iyi kişiden öte bir kişi. H.A.: Anlama geçiyorsunuz ama. Edip : Gayet tabi
Tahlil: Bu gayet tabinin ömrü 3 saniye oluyor.
H.A.: Burada geçmiyorsunuz ama.
Edip: Hayır anlam yok, isim yine değişmedi anlamı değişmedi. İstersen Allah’ın bir ismi olsun isim kelimesinin özelliği isim kelimesi sıfat değil isim kelimesi salih gibi yani şeyiyle nedir mevsufundan dolayı..Biraz felsefi bir şey..
Tahlil: Matematik mucizesi mi felsefi mucizemi tartışılıyor? Eğer Matematik ise felsefi düşünmenin matematiğin içinde ne işi var ?
Öğretmen sorar : Oğlum 2+2 kaç eder.
Öğrenci cevaplar: 5 eder örtmenim.
Öğretmen sorar : Oğlum emin misin , iyi düşün ?
Öğrenci cevaplar: Örtmenim biraz felsefi bir mesele!
Halis: Yalın isimlerin sayısı 19 değil..Eğer 19 bu el-ism'siz sayı tutmuş olsaydı bu el-ism alınmayacaktı. Denecekti ki bu zaten Allah için kullanılmış değil [Nasıl ki Kur'an kelimesi sayımında aynısını yaptılar burada da aynı taktik işleyecekti ]
3. kişi: (2:09:36) Şuna ihtiyaç var Edip Abi. Giriş kısmında şu şu şu durumlara göre yaptık bu hesapları..
Edip: Bunu millet kendisinden çıkarır.
H.A.: (Bunun neden yapılmadığını ben çözdüm..Çünkü bu ayağınıza dolaşacak..Bir yerde sayacağım dediğin kuralla diğer yerde saymayacağım diyebiliyorsun)
İsim kelimesini saymaya devam ediyoruz:
11) 55. sure 78. ayet. (H.A. Tarafından da Onaylanır)
12) 56. sure 74. ayet. (H.A. Tarafından da İtiraz eder)
H.A.: Bu isim yalın değil sayacak mıyız? Hani isim di ?Bak be harfi var orada..
Edip :(2:11:20) Demek ki bu adam da bizim gibi yanlış yapmış.
Tahlil: Edip ilk önce pes eder gibi oluyor.Yanlışı kabul ediyor.
Edip : (20 saniye önce yanlış yapmış dediği adam için ) Bu adamın doğru olduğuna inanıyorum diyor ve sonradan bu ağız değişikliğini ironi yaptım diye izaha kavuşturuyor.
Tahlil: Yersen!
H.A.: Anlam ile mi gidiyoruz , resim ile mi? Yoksa amacımız 19'u tutturma mı bilmiyorum.
*
SONUÇ: 3-4 farklı örnek için kuralın nasıl işlediği Edip tarafından izah edilemedi :
1. Örnek (5:4) : Edip ve Halis Aydemir ittifakla kabul ettiği örnek: İsm , yalın..
عَلَيْكُمْ وَاذْكُرُواْ اسْمَ اللّهِ
2. Örnek (49:11) :H. A. neden kabul edildiğini soruyor cevap alamıyor , anlam uyumsuzluğu var . Allah için kullanılmıyor:
بِئْسَ الاِسْمُ الْفُسُوقُ : bi’sel ismul fusûku (fasık isimler ne kötü)
3. Örnek (56:74) H. A. neden kabul edildiğini soruyor cevap alamıyor , isim yalın olması gerekirken başa bi eki alıyor :
فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ : Fe sebbih bismi rabbikel azîm(azîmi).
4. Örnek : H. A. 3.'deki kurala göre bunu da almalısınız. Madem sadece yalın olanları almıyor baştan takı alanları da alıyorsunuz , sondan takı alanları neden almıyorsunuz ?
diyor , cevap alamıyor: ismihu
5. Örnek : Resmin değiştiği ; ismin başında elif olan örnek.
Baştan be geliyor elif geliyor sayılıyor da sondan gelen zamir neden sayılmıyor diye defalarca sorulan soruya doyurucu bir cevap gelmiyor.
*
H.A.: (2:13:20) Demek ki seçici davranıyoruz. Eğer böyle davranacaksak bu ismin 200 bilmem kaç versiyonu var ben oradan size istediğiniz sayıyı tuttururum..29'u isteyin 29'u çıkarayım. 35'i isteyin 35'i çıkarayım..
Edip: Doğrudur , doğrudur..
H.A.: İsim kelimesi sizin iddianızın en temel noktası ve benim açımdan çökmüştür.
(2:17:10) (Kitaptan göstererek) Bu kitapta ism kelimesi yalın olarak koyulmuş buraya ve 19 defa geçer deniliyor halbuki doğru değil.
*
Özet ve tartışmanın Sonucu:
1. Edip, kelimelerin anlama göre mi, resme göre mi, yalın haline göre mi , baştan ek almasına veya sondan ek almamasına göre mi sayım yapılacağına dair bir kural ortaya koyamıyor..
Nasıl sayım yaptıklarını izah edemiyor..Felsefe yapıyor ve felsefi derinliğe dikkat çekiyor ama bir türlü matematik yapamıyor. Sayımlarda standart yok :RŞD kelimesi sayımında tüm kökler alınırken "ism" sayımında alınmıyor..Mucizenin genelini tanımlayan ve diziyi, örüntüyü ifade eden bir usul ve tarz yok. Ayrıca sayımlar yanlış..19'cular milleti yanıltıyorlar. Sayımlar kontrol edildiğinde rakamlar tutmuyor. Edip , RŞD'de neden tüm köklerin ism'de ise neden bazı köklerin sayıma tabi tutulduğunu açıklayamıyor. Bismihi de sayıyorsunuz ama ismihu'da saymıyorsunuz sorusuna Edip'ten anlaşılır bir cevap gelmiyor. Neyi nerede ve nasıl saydığını çözebilmek için matematikçiden ziyade müneccim olmak lazım , ama ne yazık ki müneccimlik işlerini de dinimiz yasaklıyor..
2. Örnek alınan isim kelimesinin yalın haliyle 19 defa geçeceği söylenmesine rağmen baştan elif ve bi eklentisi alanı kabul etmesine rağmen sondan hu takısı alanı kabul etmiyor ve bu kabulün ve reddin kuralını koyamıyor. Bunun yerine niyet düzgün olmalı , yamuk gelmemeli gibi matematiksel dilin dışında bir dil ile karşılık veriyor..Oysa yamuk ta gelsen , niyet sağlam olmasa da matematik yine matematiktir , kural aynıdır , sağlam niyete göre sağlamlaşmaz, pis kalbe göre de kural geçerliliğini yitirmez..
3. Halis Aydemir kitaptan rastlantısal olarak seçtiği 3 örneğin 3'ününde yanlış olduğunu ortaya örnekleriyle ve akli mantıki , şekilsel izahlarla ortaya koymasına rağmen 19'cu Edip Mucizesini savunamıyor..Bunun yerine sen benden eminsin sen efendisin diye övdüğü şahsı tartışmadan daha sonra doldurduğu başka bir videoda hakaret yağmuruna tutuyor .(2)
Ahlaksızlık yaptı, namussuzluk yaptı v.s. gibi..Yazık. Adamla 3 saat tartışmaya tutuş..Adamın bir çok sorusuna cevap vereme. Ondan sonra arkadan böyle hakaretler et.
4. Edip , olayı tamamen niyete dökmüş..Onun yaklaşımına göre ;bu ümmet içinde 14 asırdır gelip geçen milyarlarca müslümandan o ve onun gibi bir kaçı hariç bu kalbi selimliği yakalayan olmamış. Ne tevazu ama! Şu kıkırdamaktan konuşamayan adam mı doğru yolu bulmuş ?
5. Edip , Halis Ayemir'e çok bozulmuş olacak ki yaşına yakışmayacak basitlikte , çocuksu bir şekilde öfkesini sergilemek istemiş : Videonun 51.30. dakikası:http://www.youtube.com/watch?v=xEarbut1C7o Buradan Edip'in Espri anlayışının da din anlayışı kadar gelişmemiş olduğunu söyleyebiliriz..
*
Netice: Mucize hikaye , hakaretler şahane! İslam sapık mezhepler tarihinde bu ölçekte düşünce kaymaları nadirattandır. "Ahir zamanda yaşça küçük, akılca kıt birtakım gençlerçıkacak. Yaratılmışın en hayırlısının sözünü söylerler, Kur'ân'ı okurlar. İmanları gırtlaklarından öteye geçmez. Okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkarlar... "(Buhari, Fezailu'l-Kur'ân 36, Menakıb 25, İstitâbe 6; Müslim, Zekat 154 ) Bu hadislerde işaret edilenler direkt bunlar olmasa da haber verilen taifenin külli manasından bunların da bir hisseleri var.."Ümmetimde ihtilaf ve ayrılıklar meydana gelecek, (Onlardan) bir gruplafıyla güzel, ameliyle kötü olacak. Bunlar Kur'ân'ı okuyacaklar, ancak köprücük kemiklerinden aşağı geçmeyecek." (Ebu Davud, Sünnet 31, (4765)). "...Kur'ân'ı okurlar, onu lehlerine zannederler. Halbuki o aleyhlerinedir...." Müslim, Zekat 156, (1066).
Yorum: Hariciler de sünnete karşı durmuşlar ve Sadece Kuranı esas almışlardır.. Ancak onların şimdikilerden farkı onlar sünneti ret etse bile namaz , oruç , hac v.s. gibi ibadetlerin Efendimizle beraber toplumun her kesiminde uygulanıyor ve biliniyor olması ve onların ibadetlerinde çok ileri olmalarıdır..Efendimiz bu grupların hepsini Haricileri anlattığı hadislerinde birleştirerek anlatmış..O nedenle birinde öyle namaz kılarlar ki sizin namazınız onların yanında sönük kalır derken diğerinde ise tam tersine lafları güzel amelleri kötü olacaklarını beyan ediyor..
*
(1) http://www.youtube.com/watch?v=8HGzjG4Jy5Y (videonun 1:42:40. dakikası)
(2) http://www.youtube.com/watch?v=xEarbut1C7o
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Halis Aydemir VS Edip Yüksel
Halis Aydemir , Edip Yüksel'in 19 Mucizesini (?) anlattığı kitabında 3 tane yeri tespit edip (tüm hesapları kontrol etme zor ve vakit alacağı için) onların doğruluğuna baktığında üçünde de yanlış olduğunu gördüğünü söylüyor. (1)
Ah bu RŞD yok mu? Her şey onun şapkasından çıktı.
Videonun 1:44:35 . dakikasında Halis Aydemir: Kur'an-ı Kerim'de RŞD kelimesi 19 kere geçer. (Edip'in Allah'ın elçisi Reşad Halife'ye ne derece bağlı olduğunun bir örneğidir bu RŞD kelimesinin Kuranda geçiş sayılarını aramak) Veri tabanında taratıyorum 13 yerde geçiyor ardışık . Herhalde dedim fiilleri de eklediler.Ne buldumsa ekledim ancak o zaman 19 'a çıktı..
Tahlil: 19'cular önce ulaşmak istedikleri sayıyı belirliyor ve o sayıyı tutturmak için çalıntı minarenin kılıfı misali , kuralını sadece kendilerinin bilebilecekleri sayım usulleri geliştiriyorlar..Böyle bir sayım kendi içinde bir karışıklık içerdiği için hiç kimsenin aklına bunu kontrol etmek gelmiyor..Ama bir de kontrol edilince tüm fiyasko, matematik kadar gerçek bir şekilde gözler önüne seriliyor..
Oturuşlarda Ettehiyyâtü'yü okumak
(Mealcinin namazı-6)
Edip Yüksel: "Otururken “tahiyyat” denilen duayı okumamalı; zira bu dua Muhammed peygamber sanki her şey nazır ve hazır bir tanrıymış gibi bir hitap içermekte ve Allah’tan başkalarını anmaktadır. İlla bir şey okunmak dilenirse, Allah’ın birliğine şahadet getirilebilir veya herhangi bir dua yapılabilir."(1) Bunun gibi , Edip Yüksel pek çok yerde , tahiyyat duasını okumayı şirk saymaktadır..(2) Bu konularda o , Resulü olan Reşad Halife'nin fikirlerinin devam ettiricisi konumundadır..Edip Yüksel'in bu batıl iddiası Tahiyyat duasında iltifat sanatı yapıldığını hesaba katmadığı için geçersizdir.
Kardeşi Nedim'e göre Edip (k.s.) , Allah'ın Elçisi olarak kabul ettiği Reşad Halife'nin en az 25 tane Kuran ayetini çarpıtarak kendine işaret ettiğini söylemesi ve özellikle de Yasin Suresinin 3. ayetindeki Resulün kendisi olduğunu ilan etmesinden (1) sonra onun adımlarını takip ederek 19 Mucizesi denilen Şeytan iğvasında payına düşen ganimetleri toplamaya girişmiştir..Bu fikirden hareketle şeytanın gösterdiği 19 istidracında özel olarak şahsını işaretleyen meseleleri tespit etmeye çalışmış. Bu konuları ele alan ve Molla Sadrettin'in mahdumları olan iki kardeşi karşı karşıya getiren Kanal 6'daki tartışma şöyle devam ediyor (2) :
İddialar ve Şüphelere Cevaplar :
1. Hz. Ömer'den gelen Hadisi yazmayı ve çok rivayeti yasaklayan rivayetleri Sünnetin hüccet olmadığı , Şeriatın tek kaynağının Kuran olduğu sapık fikrini yaymak ve Sünnetin farziyyetini inkar noktasında kullanmak
Bir önceki başlığımızda bunun böyle olmadığını delilleriyle anlatmıştık (1)
Hz. Ömer'e ve Hz. Ebu Bekir'e ve Ashabın hepsine göre (r.anhüm) sünnetin fonksiyonu şöyledir :
Sünnetin Mertebesi ve Görevi:
a: Mertebesi Kur’andan sonra gelir.
b: Kur’anı açıklamada sünnetin geliş yolları şunlardır:
1.Kur’an hükümlerinin tekid ve takrir şekliyle gelmesi.
2. Ayetlerin mücmel olanı açıklama, geneline tahsis etme, mutlakını kayıtlandırma, müşkilini izah etme, muhtasar olanını tafsilat verme, sabit olan bir hükmü neshetme ve Kur’andaki bir prensibin detayına inmesi.
3. Kur’anda olmayan bazı hükümler hakkında yeni hükümler getirmesi.
Bunların aleyhinde konuşan delilini kendi getirmelidir..
Reşid Rıza ve Mahmut Ebu Reyye'nin ümmet ile ters düşen görüşleri
Hz. Peygamber'in yirmi üç yıllık risalet döneminde bir taraftan yeni dinin tebliği, bir taraftan da bu tebliğe ilk muhatap olan sahabenin onu iyi anlayıp içlerine sindirmesi için, onları daima ilme teşvik etmesi, sahabeyi Kur'an ve bunun yanında Sünneti öğrenmeye karşı büyük bir istek ve arzuya sevk etmişti. Sahabe arasında okuma yazma oranının çok düşük olması nedeniyle, çoğunlukla ezberleme yoluna gidiliyordu. Yazı bilenler ise -ki bu sayı çok azdır. Muhammed Hamidullah, bunun on yedi kişi civarında olduğunu nakletmektedir.[141] Fakat Muhammed el-Hatib Accâc, Usûlü'l-Hadis Ulûmunu ve Mustalahuhû isimli eserinde[142] bu sayının daha fazla olduğunu belirtmektedir- kendileri özel notlar tutmak şeklinde bir gayret içindeydiler.
Hadis kaynakları sünnetin yazılması ile ilgili olarak bize iki farklı rivayet nakletmektedirler. Bu rivayetlerden biri hadislerin yazılmasını yasaklayan hadisler, diğeri de hadislerin yazılmasına cevaz veren hadisler. Hadisler arasındaki bu tearuz, sünnetin yazıyla tespiti konusundaki tartışmaların da odak noktasını teşkil etmektedir. Bu hadisler şunlardır:
'Hadisler gerekli olsaydı , Peygamber tarafından yazılması emredilirdi' şüphesine cevap-5
Hz. Ömer ve Ebubekir'in Sünnete verdiği önem ve Bektaşi mantığıyla ele alınan bazı rivayetler
Bektaşi mantığını aratmayacak şekilde bazı mezhepsizler ve sünnet firarileri , özellikle de ilk iki Halifeden hadis yazımı , rivayeti hususlarında gelen tahdit edici , yasaklayıcı bazı zayıf rivayetleri alarak bu rivayetleri Kur'an'ın Şeriatın yegane kaynağı olduğu ,Sünnete ittibanın gereksizliği hatta şirk olduğu , Kur'an dışında başka kaynak aramanın putperestlik olduğu v.s gibi şeytanın aklına bile ancak 13 asırdan sonra ; bir önceki asırda gelen fikirlere kaynaklık etmesi açısından delil mahiyetinde kullanmak istiyorlar.. Aşağıda bu şekil bir bilinçsizliğe kurban edilerek alıntılanmış ve batıl fikirleri payanda olması için bağlamı dışında kullanılmış bir kaç rivayet örneği veriyorum:
Hz. Ömer ve Hadis-Sünnet-1
Kur'ân ve Sünnet Karşısında Ömer Bin Hattab (r.a.)
Kur'an ve sünnetin İslâm ümmeti için anayasa olduğunu daha önce belirtmiştik. Dolayısıyla içtihadın bu sınırlar içinde olması gerekmektedir. Daha önce de gördüğümüz gibi, çağdaş anayasaların çoğu yazılı anayasalardır. Müslümanlar Kur'an'ı yazılı metotla, hadisi ise sözlü metotla aldılar. Bu konuda Ömer b. Hattab, farklı bir özelliğe sahipti.
Hadis Yazma Yasağının Mahiyeti:
İslâm âlimleri, hadislerin yazılmasını yasaklayan ve tecviz eden rivayetleri değerlendirerek şu durumları tespit ederler:
1- Yasak ilk yıllara aittir. İlk yıllarda henüz Kur'ân ve hadisleri tefrik edecek derecede dinî kültür seviyesi gelişmemişti. Üstelik okuma-yazma bilenler sayıca azdı. Bunların hadis yazmaya da tevessül etmeleri, hem Kur'ân'a gösterilmesi gereken alakayı azaltacak hem de bir kısım iltibaslara yol açabilecekti. Halbuki asıl olan, Kur'ân'ın muhafazası ve neşri idi. Onu her çeşit şüphe tevlid edecek durumlardan, iltibaslardan uzak tutmak gerekiyordu. Binaenaleyh müslümanlar, Kur'ân'a olan marifet ve aşinalıklarını artırdıkça, okuma-yazma bilenlerin sayısı arttıkça bu yasak kaldırılmış, ruhsat gelmiştir. Bu nokta-i nazardan, yasakla ilgili rivayetlerin kahir ekseriyetle, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in "Vahiy kâtipleri" meyanında zikri geçen sahabelerden gelmiş olması mânidârdır.
2- Yasak, hafızası kuvvetli olanlara hastır. Maksat da, onların yazıya güvenerek, hadisleri hıfza alma işini ihmal etmelerini önlemektir. Hafızası zayıf olanlar yazma hususunda izin istediler ve kendilerine izin verildi.
Edip Yüksel : Hadisler gerekli olsaydı , Peygamber tarafından yazılması emredilirdi .(1)
Giriş: Bu şüpheye daha evvel yine güzel bir yazıyla cevap vermiştik (2)..Şimdi argümanları daha da çoğaltarak bu bahtsız şüpheyi Bedevice dolaştığı bu bilginin yeryüzündeki en büyük çölünden kurtarıp delil denizinde boğmak istiyoruz..Çünkü endamından asit yağmuru gibi şağnak sağnak cehalet yağan bu şüphe çok yerde karşımıza çıkmaktadır..Her zaman olduğu gibi bu konu için de bir yetiyorsa 10 kat cevap vermeye çalışacağız ki kör gözlere , işitmeyen kulaklara ve önünde algılama adına ön yargı , ilimden nasipsizlik , araştırma tembelliği , beyin uyuşması , akıl tutulması gibi setler , envai çeşit bariyerler olanlara , hayatını muhakeme adına hep loş ışıkta geçiren ; ilmin nurani parıltısıyla şerefyap olamamış , hidayetin kaynağından bir yudum olsun hikmet içememiş , dalalet ve sapıklık vadilerinde yolunu kaybedip , nankörlük ve küfran çöllerinde tefekkür dili cehl-i mürekkep damağına yapışmış olanlara elimizden geldiğince bu ilimden bir kaç harf göstermeye vesile olabilelim. Belki nakaratlarını değiştirmek istemeyenler olacak ; onlara bizim değil kimsenin faydası dokunamaz. Sürü psikolojisi içinde edindikleri ezberleri muhafaza etmek isteyenler de çıkacaktır elbet. Onların da durumunu çok vahşim görüyorum..Aşağıda Hadislerin yazımını ve hatta bazen de çok rivayet edilmesini yasaklayan rivayetlerin pek çoğunu sıralıyorum..Önce genel manada bir kaç yazıyı ardı ardına kopyalayacağım ve sonra çok ayrıntılı olarak maddeli haliyle tüm şüpheleri cevaplayacağım 5-6 başlıklı çok geniş kapsamlı alıntılama , akli , nakli , polemik , cerbeze , tartışma , analiz, sentez...hangi delil veya anlatım tarzı gerekliyse hepsini kullanmaya çalışacağız. Tohumu ekmek bizden yeşertip yedi veya yedi yüz başak verdirmek Allah'tan..
Edip Yüksel Hulki Cevizoğlu'nun Kanal 6 , [Bölüm 9 , (Toplam 12 ) ] Ağustos 1996 programında diyor ki (1)
Hulki Cevizoğlu: Notlar adlı kitabınızın 26. sayfasında son peygamberin Reşad Halife olduğunu ve Ona iman ettiğinizi söylüyor musunuz? (1.50. dakikadan itibaren)
Edip: Kesinlikle .
Hulki: Söylemiyorsunuz ?
Edip: Kesinlikle yanlıştır [videonun devamından anlaşılan , "böyle söyledim ama yanlıştır" şeklinde , zaten Hulki de kitap ve sayfa ismi veriyor ; belli ki bir araştırma yapmış ]
Hulki : Kitabınızın yine başka sayfasında Reşad Halife'nin 21 Aralık 1971 yılında salı günü , güneş doğmadan önce Mekke'de , Hacc ziyareti sırasında , BEDENİNDEN SIYRILMIŞ BİR RUH HALİNDE EVRENİN BİR KÖŞESİNDE DOLAŞTIĞINI ve BÜTÜN PEYGAMBERLERİN RUHLARIYLA GÖRÜŞTÜĞÜNÜ iddia ediyor musunuz?
Edip: Bu bir hadistir [Hadis genelde Peygamberlerden dinlenilen sözdür. Reşad'dan duyduğu söz için Hadis demesi Reşad'ı Resul olarak kabul ettiğine işarettir] benden Rivayet edilen Hadistir. Çöp tenekesine atınız bunu.
Görünen o ki sünnete ve rivayetlere bakmadan da kolay anlaşılır(?) olan Kuranın her kesin bildiği en kolay anlaşılır bilgi üslubuyla bahsettiği Haram aylar'ın tespitinde Hakkı Yılmaz ve Edip Yüksel ihtilafa düşmüşlerdir . Genelde bu mealciler çok nadiren rivayete başvurur , buna mukabil bilgiyi Kuran'dan çıkarmaya çalışırlar..Bu çıkarımı yaparken de "buluş" yapmak zorunda kalırlar. Genelde buluşları kelimelerin sözlük manası üzerinden yaparlar ve o kelimelerin ıstılahi manalarını reddederler..Hacc ibadeti , Haram aylar kavramı Ceziret-ül Arap'ta binlerce yıldır bilinen ve uygulanan kavramlardır. Ve tam da şimdi birileri çıkıp bu binlerce yıldan süzüle süzüle , aheste aheste, biline biline gelen en bilinen (Kuranda bilinen demiyor mu zaten) bilgileri kendi buluşlarıyla değiştirip bilinmez hale dönüştürmeye çalışıyorlar. Haram aylar konusunda buluş yapma sırası Edip'teydi ; Hakkı ona tevatürü hatırlatan taraf..Hacc için Mekke'de gidileceği noktasında ise Edip tevatür yolundan ilerleyen Hakkı ise buluş yapan taraf ..
Skor eşitlendi ve dostluk kazandı: 1-1
Sadece Kur'an esas alınırsa Hac ibadeti nasıl yerine getirilir ve ne zaman yerine getirilmelidir ?
Örneğin bu sene için hangi aylarda veya günlerde yapılmalıydı ? diye bir soruyu (1) mealciye sorarsanız alacağınız cevap muhtemelen Haram aylarda hac yapılabilir.. Bu ayların her hagi bir gününde yapılabilir ..olacaktır.
Haram aylarda yapılabileceğine delilin nedir? diye sorunca da
2/197 : Hac, bilinen aylardadır. Her kim o aylarda hacca başlayıp kendisine farz ederse;artık hacda kadına yaklaşmak, günah işlemek ve kavga etmek yoktur. Siz hayırdan ne işlerseniz, Allah onu bilir. Kendinize azık edinin.Şüphesiz ki azıkların en hayırlısı Allah korkusudur. Ey akıl sahipleri! Benden korkun!
Ayet mealini delil getireceklerdir.
Mealcinin Namazı-5
Reşad'ın namazı Edip'i yalanlar Edip'in namazı da Reşad'ı..
Reşad Halife'nin namaz anlatımında (1) niyet , iftitah tekbiri , 5 vakit namaz , ellerin kıyamda iken bağlanması , kıbleye dönme , namazdan her iki tarafa selam vererek çıkma gibi geleneğin izleri vardır..Bu yönüyle Reşad Halife verilen videonun en az yarısında Edip gibilere klasik bakışı öğretmeye çalışan bir gelenekçi gibidir .Bu açıdan Reşad , Edibi yalanlar; Edip te Reşad'ı..Namazları birbirlerinden 180 olmasa da 170 derece farklıdır..Tabi bu yalancının tahiyyat duasının reddi , zammı surenin reddi , gaz çıkarmanın abdesti bozmayacağı , adet kanamasının namaza zarar vermeyeceği gibi fitili ateşleyen ve dalalete kapı aralayan önemli çarpıtmaları olduğunu da unutmamak lazım. Yine şunu hatırda tutmak gerekir ki ; ilk hamleyi yapmak her zaman zordur , kalenin herhangi bir burcundaki savunma hattını etkisiz hale getiren kişi kalenin fethinde en büyük pay sahibidir.
Reşad bu deklarasyonda neleri iddia ediyor ?
1. "MESSAGE SENT TO PRESIDENTS KINGS IN MUSLIM WORLD
Re: GREAT NEWS AND AN URGENT ALERT FOR THE MUSLIMS.
I am enclosing enough physical, irrefutable evidence to prove that God has sent a messenger to: save the Muslims, remove all innovations, traditions, and superstitions, and restore Islam to its original pristine purity. God wishes to save the Muslim Ummah from humiliation and defeat, and to provide the true Muslims with great dignity, prosperity and prominence among the nations of the world. Please review the enclosed summary of evidence, then contact me for the following purposes: to witness God's great miracle to our generation; a miracle that is far greater than the miracles of Moses, Jesus, and all the previous messengers combined (see Qur'an 34:45 ; 74:35), and to work out the details of restoring the Muslims’ prosperity, happiness, and victory." P.S.: Please do not be deceived by Satan's claim that Muhammad was the last messenger; he was the last "Nabi" because he brought the last scripture (see Qur'an 33:40 and 40:34).
İslam dünyasının başbakanlarına krallarına gönderilen mesaj. Müslümanlar için çok önemli haberler ve uyarılar. Allah'ın , müslümanları kurtarmak, tüm bidatleri , gelenekleri ve batıl inançları yok etmek ve islamı orijinal bozulmamış saflığı üzerinde yeniden kurmak için bir elçi gönderdiğini ispatlayan kafi miktarda maddi ve çürütülemez delili sunuyorum.
Allah , ümmetin bu onur kırıcı pozisyonundan ve mağlubiyet halinden kurtulmasını ve
dünya milletleri içerisinde , müslümanların büyük bir saygınlık , üstünlük ve refaha kavuşmasını ister. Allah'ın bizim jenerasyonumuza verdiği , Hz. Musa , Hz. İsa ve onlardan önceki tüm elçilerin mucizelerinden çok daha büyük bu mucizeye tanıklık etmek ve müslümanların mutluluğu , üstünlüğü ve zaferi için çalışmak için üzerimize düşeni yapma adına gösterdiğim delilerin özetini gözden geçirin ve benimle yukarıdaki amaçlar için irtibata geçin .
Kendisini tüm dünyaya Allah'ın elçisi (1) olarak tanıtan Reşad Halife'nin destekçilerinden (2) biri de Edip Yüksel'dir. Reşad Halife Müslüman ülke yöneticilerine hitaben kaleme aldığı bildirisini ,
Rashad Kahlifa, Ph.D.
Messenger of God
yani Allah'ın elçisi unvanıyla imzalamaktadır.
Aşağıdaki deklarasyon bir yalancı peygamberin şeytanın elçiliğini üstlenmesini belgelemektedir :
Mealcinin Namazı-4
Edip Yüksel'in sitesinde şu an Kurana göre namaz diye , bir makale var. (1)
Kurana göre namazın "Edipcesini" izah eden bu makaledeki yargılar -örneğin alınan maillerle (2)- değişebileceği için buna Kurana göre namazın Edipcesi , en son versiyon [Aslında doğrusu Kurana göre namazın Edipcesi-Versiyon/Revizyon No 13.11.2013] ismini verelim. Bu son versiyonun bir de evvelki versiyonu var ..Bir evvelki versiyon ile son versiyona gelene kadar hangi mailler alınmış , Edip bu maillerle unuttuğu hangi ayetleri hatırlamış bilinmez (2)- önemli bazı değişikliklerin olduğu göze çarpıyor..
Mealcinin Namazı-3
Edip Yüksel’in namazı net, sabit olmadığı , soru işaretleri ile beraber gelişime tabi olduğu , daha evvel kabul ettiği bazı şeyleri reddettiği ve namaz anlayışını belli aralıklarla güncellediği görülmektedir.
Şimdi kendi dilinden namaz anlayışına bakalım :
Öncelikle Edip Yüksel Reşat Halife'nin Resul olduğunu ve Allah'tan vahiy aldığını inkar etmediğini belirterek başlayalım:
SEDA: Sizin iddianıza göre bildiğim kadarıyla Reşat Halife Resul’dür? Öyle ise Allah tarafından mı görevlendirilmiştir? Vahiy almış mıdır. Vahiy almışsa Nebi olmalıdır almamış ise Resulluk görevini ona kim nasıl vermiştir?
Hakkı Yılmaz Örneği:
Mealcilerin Piri Hakkı Yılmaz'a göre Namaz yardım demektir , fiziksel şekil ve hareketlerin kıraat ve zikrin bir bütünü olan klasik tasavvur yanlıştır.:
GİRİŞ:
Çoğu zaman kendini Ehl-i Sünnet karşısında kendilerine sapık ve fırka-i dalle muamelesi yapıldığı gerekçesiyle mazlum , mağdur rolünde taktim eden Mealcilerden bazıları videolardan da dolaylı ve direkt olarak rastlanacağı gibi- tek suçu Resul size ne vermişse onu alın (Haşr 7) ve Beni nasıl namaz kılıyor görüyorsanız siz de öyle namaz kılınız ( Buhari, K. Ezan, 595 ) emirlerine uymak olan Ehl-i Sünneti müşrik , putperest , sapık , sarhoş namazı kılan kişiler , akılsız mukallitler , menfaatperestler , atalar dinine uyanlar v.s. gibi çirkin vasıflarla vasıflandırmaktadır..Mealciler ise aşağıda kaynağı verilen görüşler çerçevesinde ve Şeriatın , ilahi emrin tamamını Kuran içine hapsederek tek şeri delil mahiyetinde anlamış bu doğrultuda aynı Kuran içinde gelen Resule uyma , onunla birliktelik , Resulü örnek alma, Allah'ın razı olması için Resulün sünnetine ittiba ,ihtilafa düşülen konularda Resulü hakem olarak kabul etme emirlerini ya tevil etmiş veya Ehl-i sünnet gibi anlamayarak yok saymıştır:
Misyonerler diyor ki: (Avrupa'nın kalkınması Hıristiyan olduğu içindir. Hıristiyanlık hak din olduğu için, daha çok rağbet görüyor ve dünyada Yahudilerden ve Müslümanlardan daha çok Hıristiyan vardır. İnsanların çoğu neye rağbet ediyorsa, o en doğrusudur.) Bu iki iddia da demagojiden ileriye gidemez. Çünkü Hıristiyanlığın hüküm sürdüğü Ortaçağda, Avrupa geri idi. Hıristiyanların fende ilerlemesine, dört incil değil, inanmadıkları Kur'an-ı kerimin gösterdiği yola uygun çalışmaları sebep olmuştur. Müslümanların geri kalmalarının sebebi de, Hıristiyan olmadıklarından değil, Müslümanlığın emri olan çalışmaya, doğruluğa önem vermedikleri içindir. Japonlar Hıristiyan olmadıkları hâlde, Kur'an-ı kerimin emrettiği gayret ve dürüstlükle çalıştılar, optikte Almanları; otomobil sanayiinde Amerikalıları geçtiler. 1985'te, Japonya'da 5.5 milyon otomobil yapıldı ve bütün dünya buna hayret etti. Japon halkı, refah içindedir. Elektronik sanayiinde de dünyayı geçmiştir. Japon hesap makineleri, Japon bilgisayarları, mikroskopları, teleskopları ve fotoğraf makineleri dünyayı kaplamıştır. "Hıristiyanlar biz nüfusça daha çoğuz, çoğunluğun olduğu taraf doğrudur" sözü de yanlıştır. Çünkü Çin'in, Japonya'nın nüfusu Hıristiyanlardan daha çoktur. Dinleri Budizm'dir. O halde, bu söze göre insanların çoğu Budisttir. Budizm hak din, Hıristiyanlık batıl dindir. Kimisi, "Çok kimse, bir dine inanmadığı için, ben de inanmıyorum." diyor. Kimisi de, (Çok kimse namaz kılmadığı için ben de kılmıyorum; hemen herkes açık gezdiği için ben de açık geziyorum.) diyor. Genel olarak çoğunluk örnek gösteriliyor. (Herkes böyle yapıyor, ben de yapsam ne çıkar?) deniyor. Babam öyle diyo misali, "Herkes öyle diyor" demek, çoğunluğa gözü kapalı uymak çok yanlıştır. Bunun bir istisnası vardır. Tirmizi'nin bildirdiği bir hadis-i şerifte, bu ümmetin 73 fırkaya bölüneceği, ancak bunlardan birisinin kurtulacağı, o fırkanın da, Ehl-i sünnet vel-cemaat fırkası olduğu, Ehl-i sünnet âlimlerinin sözbirliği ile bildirilmiştir. İslâm âlimlerinin ittifak ettiği bu yola sivad-i a'zam denir. Sivad-i a'zam, cumhuru ulema, âlimlerin çoğunluğu demektir. [İbni Mace'nin bildirdiği, (Ümmetim [âlimler] dalalet üzerinde ittifak etmez. İhtilaf olunca sivad-i a'zam tarafını tutun!) hadis-i şerifi ise, insanların değil, âlimlerin çoğunluğuna uyanın kurtulacağını bildirmektedir. İnsanların çoğuna uyan sapıtır. Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki: (İnsanların çoğuna uyarsan, seni Allah yolundan saptırırlar.) [Enam 116] Ekseriya kıymetli şey az olur. Kur'an-ı kerimde (Doğruyu bilenler azdır), (Salihler azdır) gibi ifadeler vardır. Genel olarak kıymetli olan şeyler azdır. Meselâ şükretmek çok faziletlidir; Kur'an-ı kerimde, (Şükreden azdır.) buyuruluyor. Buyuruldu ki: 1- Halk çok amelle uğraşırken, sen az da olsa iyi, güzel amelle meşgul ol! 2- Halk nafile ibâdetlerle vakit geçirirken sen farzları tam yapmaya çalış! 3- Herkes görünüşünü, dışını süslerken sen, içini süslemeye çalış! 4- Herkes onun bunun ayıbını araştırırken, sen kendi ayıplarınla meşgul ol! 5- Herkes dünyadaki faydasız şeyleri imar ederken, sen ahireti imar ile meşgul ol! 6- Herkes ona buna yaranırken, sen Allahın rızasını kazanmaya çalış!
Hayvan ve insan kesenler
Amerika'daki olayları bahane ederek Müslümanlığa saldıran bir yazar diyor ki: "Bak, en büyük ibadetin, bir hayvanı yatırıp boğazlamak olduğunu kabul eden bir kültürün [bir dinin], bugün yeryüzünün en acımasız, en vahşi, en kanlı, en bıçaklı-satırlı terörü ile suçlanması, bence rastlantı değil. Bahçelerinde besledikleri kuzuları gözlerinin önünde kesile kesile büyüyen ve böylece cennete gideceklerine inandırılan çocuklar, belli şartlarda kan akıtmaktan, kesmekten, öldürmekten kaçınmıyorlar." Müslümanlık yeni mi geldi? 1400 yıldan beri yok mu? Bu zamana kadar kurban kesen müslümanlar, eli satırlı anarşist mi oldu, hep insan mı kestiler? Bu cehalet mi, yoksa dine saldırmak için bir bahane mi? Kurban kesmek en büyük ibadet sözü de yanlıştır. Kurban kesmek, zengin olan kimseye sadece Hanefi mezhebinde vacip, diğer üç mezhepte ise sünnettir. Yani kurban kesmeyen günaha girmez. Müslümanlıktaki en büyük ibadetin ne olduğunu, farz, vacib, sünnet, mekruh gibi terimlerin neyi ifade ettiğini, din cahili yazar, nereden bilsin ki? O, sadece bahaneler bulup Müslümanlara çamur atmayı bilir. Kurban kesme sünneti sadece Müslümanlıkta değil, Yahudilerin de, Hıristiyanların da Peygamber olarak kabul ettikleri İbrahim aleyhisselamın sünnetidir. İbrahim aleyhisselam oğlunu kesmeyip, bir koçu kestiği için, bu sünnet asırlardan beri devam etmektedir. Çocukların sünnet olmaları da İbrahim aleyhisselamdan kalmıştır. Müslüman kültüründe yetişen kimse, vahşi bir terörist oluyorsa, bu yazar, dağda yetişmedi ya... O da Müslümanların arasında büyüdü. Kurban kesiminden hiç mi etkilenmedi? Demek ki kurban kesmenin terörle bir ilgisi yok. Ama Müslümanlara saldırmak için yazar, kurban kesmeyi bahane ederek Müslümanları potansiyel terörist olarak göstermeye çalışmaktadır. Hıristiyan Avrupa gibi, yerli ateistler de, hayvan kesmeye değil, kurban kesmeye karşıdır. Fakat bunu hayvan hakları adı altında yapıyorlar. Avrupalılar, hayvan kesip hiç et yemiyorlar mı? Yahut zevk için boğa güreşleri düzenleyip, sonunda boğayı şişleyip öldürmüyorlar mı? Vahşi hayvanları öldürüp kürklerini giymiyorlar mı? Çinliler, Japonlar kedi köpek kesip yemiyorlar mı? Bunların maksadı hayvan korumak değil, Müslümanlığa saldırmak için bahane aramaktır. Gazetelerde okuyanlar görmüştür. Bir kış günü hayvanları koruma derneğinin bir toplantısına gelen bayanların hemen hepsinde astragan denilen kuzu postu, Samur veya vizon kürkler vardı. Bunların maksadı, hayvanları korumak değil, edebiyatını yaparak Müslümanlığa çatmaktır. Terörü, "müslümanım" diyenler yapınca, en acımasız, en vahşi, en kanlı, en bıçaklı-satırlı terör oluyor da, gayri müslimler terör yapınca, sevecen, uygar ve kansız bıçaksız mı oluyor? Bosna-Hersek, Kosova, Türkistan, Cezayir, Çeçenistan, Karabağ, Filistin ve daha başka ülkelerde yıllarca yaptıkları zulüm insancıl mıydı? PKK'lılar arasında Hıristiyan Ermenilerin bulunması, yapılan katliamları sevecen hale mi getiriyor? Bu ne sakat görüş böyle? Hıristiyan Sırpların yaptığı zulümlere, biz Hıristiyan terörü mü dedik? Herkes Sırp zulmü dedi, Sırp terörü dedi. Dinini karıştırmanın âlemi nedir? Bu yazarın, varsa eğer, Müslümanların suçlarını Müslümanlığa yamamak istemesi, Müslümanlığı terör dini gibi göstermeye çalışması, onun kötü maksatlı olduğunun açık delilidir.
07.10.2001
Gazetelerdeki haber şöyle idi: Kuracağı örgüte finansman sağlamak için banka soyan Dr. Hakan İnce, 'Her şeyi göze almıştım, karşı koyanı vuracaktım' dedi. Yaptığı banka soygunlarından sonra yakalanınca, "Seyyit Kutub'un felsefesini Türkiye'ye yerleştirmek istiyoruz" dedi. (Milliyet 3.4.2002) Din ve toplum üzerinde araştırmalar yapan Fransız Prof. Jacques Rollet diyor ki: İslamiyette şiddet yok. Teröristler, İbni Teymiyye'nin fikirlerini referans alıp, yörüngelerini buna göre çizen Hasan El-Benna, S. Kutub, Mevdudi gibi insanların fikirlerini pratiğe döktüler ve bugünkü radikal gruplar oluştu. (28.9.2001 tarihli Gazeteler) Yine İbni Teymiyye'nin fikirlerini pratiğe döken Muhammed bin Abdülvehhab, İngiliz casusu Hempher'in tavsiyelerine uyarak, kanlı çatışmalar neticesinde Suudi Arabistan'da Vehhabiliği kurdu. Çeşitli fitnelere sebep olan Usame bin Ladin de Suudi Arabistan'da yetişmiş İbni Teymiyyeci bir mezhepsizdir. 1906'da Mısır'da doğan Seyyit Kutub, makaleleri ve kitaplarıyla kendilerine "İslamcı" diyen fitnecilerin manevi liderlerinden biri oldu. 1954'te Mısır lideri Abdunnasır'a suikast girişiminde bulunmaktan tutuklandı. Serbest kaldıktan sonra yazdığı "Yoldaki İşaretler" adlı kitabıyla Mısır devletine darbe girişiminde bulunduğu gerekçesiyle 1967'de idam edildi. Dinimizde fitne çıkarmak haramdır. Fitne, Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara, günaha sokmak, insanları isyana kışkırtmak demektir. (Hadika) Ehli sünnetin dört hak mezhebinin dışında kalan mezhepsizler tarih boyunca fitne kaynakları olmuşlar, Müslümanları birbirlerine düşürmüşlerdir. Fransız profesörün de tespit ettiği gibi bunların manevi liderleri İbni Teymiyye'dir. Sonra bunu takip eden mason Efgani, mason Abduh ve birer mezhepsiz olan Reşit Rıza, Seyyit Kutub, Hasan El Benna, Mevdudi, Hamidullah ve bunların yolunda giden fitnecilerdir. İsmi "seyyid" fakat kendisi "fellah" olan S. Kutub'un masonlara nasıl maşalık yaptığını, başta Eshabı kiram olmak üzere ehli sünnet büyüklerine nasıl dil uzattığını, Kur'an-ı kerimi kendi kafasına göre nasıl tefsir ettiğini, İbni Teymiyyeci ve mason Abduhcu mezhepsiz bir sosyalist olduğunu Mezhepsizler isimli kitabımda açıkladım. S. Kutub'un kitapları, Türkçe'ye tercüme edilirken galiz hatalar çıkarılmıştır. Türkçe tercümelerinde bile ne zehirler kusmuştur. S. Kutub önceleri sosyalist idi. Ancak bir kimsenin öncelerinin sosyalist olması onu kınamayı gerektirmez. Fakat, dinimizi sosyalist açıdan anlatmakla, Marksistliğin tesirinden kurtulamadığı ve hâlâ sosyalistliğinin devam ettiği görülmektedir. Zekat konusunda ise Marksistliğini gizlememektedir. Üstad Necip Fazıl der ki: S. Kutub bir İbni Teymiyye meddahıdır. Ve kellesini kaptırdığı sosyalizm yularının zoruyla Hz. Osman'a adaletsizlik isnat eden ve dil uzatan bir bedbahttır. M. Şevket Eygi de diyor ki: "S. Kutub selefi ve mezhepsiz bir zihniyete sahiptir." Zümer suresinin 3. ayetinin tefsirinde, (Bugün İslam ülkelerinde Evliyaya ibadet ediliyor, onlardan şefaat isteniyor) diyerek Vehhabi olduğunu gizlemiyor.
05.05.2002
.
Din yeni gelmiş değildir
Osmanlıyı savaşlarda yenemeyen düşmanlar, taktik değiştirdiler, Müslümanların arasına girdiler, bazı grupları, bazı din adamlarını satın aldılar. Özel yetiştirilmiş oldukları için çabuk yükseldiler. Önemli yerleri tuttular. Bilim adamı âlim olarak çıktılar. Müctehid olarak lanse edildiler. Milleti cahil yapmak, dinlerinden uzaklaştırmak için akla hayale gelmeyecek hilelerle tahribat yaptılar. Oldukça başarı da elde ettiler. İmparatorluğu parçalayıp yıktıkları yetmiyormuş gibi hâlâ faaliyetlerine devam ediyorlar. Bu düşmanların en önemli zararlarının başında, âlimlere itimadı sarsmak, müslümanlarla aralarındaki bağı koparmak oldu. (Dini yalnız Kur'andan öğren) gibi içi zehir dolu yaldızlı kelimelerle insanların itikatlarını bozdular. Milleti parçaladılar. Halkı birbirine düşürdüler. Vehhabiliği kurdular. İbni Sebecileri ve diğer mezhepsizleri desteklediler, Müslümanları birbirine düşman edip, aralarını açtılar. Kötü din adamlarını avlayıp, gruplar kurdurdular. Her gruba başkalarının sapık, hatta kâfir olduklarını aşıladılar. Bunların oyununa gelen her grup, (bizim hocamız doğru, bizim kitaplar doğru, diğerleri yanlış, sapıklık) gibi sözlerle bir başka müslümanı beğenmiyor, kabul etmiyorlar. Onlardan önce İslamiyet yok muydu? Onların hocasından önce âlim yok muydu? Nedir bu halimiz? İnsan tuzağa düşebilir ama bu kadarına da ahmaklık denmez mi? Bu yanlışlık yetmezmiş gibi, kime ve neye hizmet ettiği malum olmayan din veya ilim adamı maskesi altında bazıları çıkıp, (Namaz 3 vakittir, hayzlı iken Kur'an okunur, namaz kılınır, oruç tutulur, balıktan kurban olur. Tesettür yoktur. Gayri müslimlerle 'Amentü'de ittifakımız var) vs. gibi dine imana sığmayan yalanlarla milleti dinsizleştirmeye, bu güzide vatanı parçalayıp bölmeye ve yıkmaya çalışıyorlar. Din yeni çıkmış gibi; insanlara göre değişirmiş gibi, her gün dinin bir meselesi sorgulanıyor. Mesela içkili namaz kılınır mı sorusuna herkes bir şey söylüyor. Kimisi, ben onaylamıyorum, kimisi, bir sakıncası yok diyor. Hiç birisi kitaplardaki hükmü bildirmiyor. Halbuki fıkıh kitaplarında, (Sarhoş olarak kılınan namaz sahih olmaz. Az içkili olarak kılmak mekruhtur. Sallanacak kadar sarhoş olanın abdesti de bozulur) deniyor. Bu art niyetliler, yalnız Kur'an diyerek, Kur'anı kerimin açıklaması olan hadis-i şeriflere gölge düşürüp, Allahın resulünü [elçisini] İslamiyetin sahibini devre dışı bırakmaya çalışıyorlar. İslam âlimlerini, mezhep imamlarını kabul etmiyorlar. İslamiyet bunlara mı geldi? Bu anarşi, bu fitne neyin nesi? İslamiyet'te açıklanmamış ne var? Sadece İmam-ı azam zamanında 600 binden fazla mesele açıklanmıştı. Şimdi kim neyi açıklayacak? Bir örnek vermeden yeni meselelere çözüm getirmek lazım diyorlar. Kendi anladıklarını Kur'an zannederek Kur'ana uyun diyor, ben Kur'andan söylüyorum diyor. Peki mezhep imamları, müctehidler Kur'andan ayrı mı söylüyorlar? Kimisi de, müctehidler arasındaki ictihadlardan birini aklına göre daha uygun olup onu seçiyor, "Bu Kur'anın ruhuna daha uygun" diyor. Sanki öteki müctehidlerin ictihadları Kur'andan, dinden ayrı! Din yeni gelmedi. Hem de kâmil olarak geldi. Eksik olarak gelmedi. İslamiyet saf, berrak şekildedir. Zamanla din değişmez. Kıyamete kadar aynıdır. Zamanla değişen adetlerdir, tıp, teknik, astronomi vs. gibi fen bilgileridir. Fende değişiklik olur, dinde değişiklik olmaz. Din düşmanlarının oyunlarını anlayalım, tuzaklarına düşmeyelim.
Doğruyu bulup kurtulmanın çaresi
.Birçok kültür dalında bilgisi olan aydın kimseye entelektüel denir. Bir yabancı yazar ise, entelektüeli, ihtisas alanına girmeyen her konuda konuşan ve sözlerinde hiç mesuliyet hissi duymayan sorumsuz kişi olarak tarif ediyor. Böyle kimselere, entelektüel bozuntusu veya ukala da diyorlar. Kimi de yarım aydın, çeyrek aydın diyor. Herkes, bildiği işte, ihtisas alanına giren konuda fikir yürütür. Bu normaldir. Ama dini konu olunca, bilsin bilmesin herkes, ulu orta konuşur, müctehid kesilir. Dini bir şahsın fikri gibi tenkide tabi tutuyorlar. Mesela şöyle diyorlar: (Tek kaynak Kur'andır, herkes Kur'andan anladığı ile amel etmeli.), (Namaz Türkçe kılınmalı.), (Tesettür teferruattır, ilim öğrenmek için, saçları açmalı), (Ehli kitapla iman birliğimiz var, onlara yaklaşmalıyız.), (Horozdan, balıktan kurban olur.) Herkes ancak ihtisas alanında konuşmalı, her işe burnunu sokmamalı. Maalesef bu fikirleri söyleyenler arasında ilahiyatçı olanlar da vardır. Onlar da, (Biz Kur'ana göre konuşuyoruz) diyorlar. Her grup, (Bizim yolumuz doğru) diyor. Kur'an-ı kerimde de, (Her fırka, her grup doğru yolda olduğunu sanarak, sevinmektedir) buyuruluyor. Hadis-i şerifte de, bu ümmetin 73 fırkaya ayrılacağı, sadece içlerinden bir fırkanın doğru olduğu bildiriliyor. Bunların arasında kurtuluş fırkasının alameti de bildirilmiş, (Bu fırkada olanlar, benim ve Eshabımın gittiği yolda bulunanlardır) buyurulmuştur. Peygamber efendimizin, kendini söyledikten sonra, Eshabını da, söylemesi gerekmezken, bunları söylemesi; (Benim yolum, Eshabımın yoludur. Kurtuluş yolu, yalnız Eshabımın gittiği yoldur) demektir. Akla uyarsak doğruyu bulmak çok güç olur. Her fırkadaki insan, "Bu fırka doğru yolda" diyor. Bu işte selim olmayan akıl ölçü olmaz. Ölçü olsaydı, 72 sapık fırka meydana çıkmazdı. Her fırkaya girenler de, aklına göre bu fırkaları tercih etmiştir. Akla uyulursa, insan sayısı kadar fırka meydana çıkar. O hâlde ne yapmalı? Cenab-ı Hak, anlaşamadığımız bir işte, âlim olanların, Kur'an-ı kerime ve hadis-i şeriflere uymasını emrediyor. Âlim olmayanların ise, âlimlere uymasını emrediyor, (Bilmiyorsanız, âlimlere sorun) buyuruyor. Âlim geçinenler de, Kur'an-ı kerime yanlış mana vererek, insanları çeşitli fırkalara ayırıyorlar. Soracak âlim yoksa veya bir kimsenin gerçek âlim olup olmadığını bilmiyorsak ne yapacağız? Dinimiz, bunun da yolunu bildirmiştir. Allahü teâlâ, İslâmiyeti doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip edeceğine söz vermiştir. Rabbimiz sözünden dönmez. Bunun için (Ya Rabbi! Sana inanıyor, seni ve Peygamberlerini seviyorum. İslâm bilgilerini doğru olarak öğrenmek istiyorum. Bunu bana nasip et ve beni, din düşmanlarına aldanmaktan koru) diye duâ etmeli, istihare yapmalıdır. Cenab-ı Hak ona doğru yolu gösterir. Duâ ederken, duânın şartlarını da gözetmeli. Şartlarına uygun duâ edilince, duâ kabul olur. Duâ kabul olunca da, doğru olan, hak olan bulunmuş olur. Bütün kerametler bize verilse, fakat itikadımız düzgün değilse, hâlimiz haraptır. Eğer bütün dertler bize verilse, itikadımız doğru ise, üzülmek gerekmez. Doğru itikat, ehli sünnet itikadıdır. Felaketten kurtulmanın tek çaresi, kurtulanlarla beraber olmaktır. Kıtmir, köpek iken, Eshabı kehf [kurtulanlar] ile beraber olduğu için cennete girdi. O halde kim olduğumuz değil, kimlerle bulunduğumuz önemlidir.
Güncel dini meseleler istişare toplantısı sonuç bildirgesi yayınlandı. Malum basının; tesettür kalkıyor, ezan Türkçe okunacak gibi çıkardığı yaygaraların yalan olduğu meydana çıktı. Alınan kararlara bakalım: 4. maddenin c bendinde, (İslamın temel kaynağının sadece Kur'an olduğu, Sünnet'in kaynak değeri taşımadığı izlenimine yol açacak üsluptan kaçınılması) tavsiye ediliyor. Her ne kadar dinimizdeki dört delilden bahsedilmemişse de, yine de ılımlı sayılır. 5. maddede, (Klasik dini kaynakların günümüz dini problemlerinin çözümünde tek belirleyici kaynak olarak görülmesinin yetersiz olabileceği gibi, bunlar göz ardı edilerek doğrudan Kur'andan ve hadislerden çözüm üretilmesi de bazı olumsuzluklar taşıyacaktır) deniyor. Klasik kaynak dedikleri, Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas'tır. Burada Kur'an ve Sünnet göz ardı edilmiyor ki. Dört delil klasik olunca, ilk ikisi nasıl modern oluyor? 12. maddede, (Dine göre kadın erkek eşittir) deniyor. Kadın ile erkek iki ayrı cinstir. Vasıfları eşit olmayan iki şey arasında mukayese yapılması ilmi değildir. Meselâ vapur, uçak ve otobüs gibi araçların, birinin diğerine üstünlüğü söylenemez. Uçak, denizde yüzemediği için vapurdan aşağı sayılmaz. Vapur, karada gitmediği için bisikletten aşağıdır denmez. Vapur başka bir vapurla, uçak başka bir uçakla mukayese edilebilir. İkisi de kara vâsıtası olduğu hâlde, bir tankla bir taksi mukayese edilemez. Her birinin vazîfesi ayrıdır. Araç olarak eşittir ama yaptıkları görev bakımından farklıdır. Tank için hızlı gidememek, taksi için de, ezip geçememek bir kusur değildir. Onun için kadın erkek eşittir sözü dini değil, politik olup, her alanda kadını sömürmek isteyen yabancıların tuzağıdır. 20. maddede, (Kadın özel halinde, Kur'an okuyabilir, mescide girebilir ve bazı bilginlerce de tavaf da yapabilir) deniyor. Klasik kaynağın dördü de buna yanlış diyor. Tirmizi'deki hadis-i şerifte, (Hayzlı ve cünüp, Kur'an okuyamaz) buyuruldu. Peygamberimiz, (Kur'ana temiz olanlardan başkası dokunamaz) âyetini (Kur'ana ancak temiz olan dokunabilir) diye açıklamıştır. (Nesâî) Klasik kaynaklara göre, Maliki'de hayzlının Kur'an-ı kerim okuması caiz ise de, zaruret olmadıkça, Maliki taklit edilerek Kur'an okunamaz. Çünkü başka bir mezhebi taklit etmek, ancak bir farzı yapmak için, kendi mezhebinde imkan bulunmadığı veya güç olduğu zaman caiz olur. Hayzlı bir kıza Kur'an okumak farz olmadığı için başka bir mezhebi taklit edemez. İbni Mace'de ki hadis-i şerifte, (Hayzlıya mescide girmek helal olmaz) ve Tirmizi'deki hadis-i şerifte, (Beytullahı tavaf etmek, namaz kılmak gibidir, temiz ve abdestli olmak lazımdır) buyuruldu. 21. maddede, (Cuma ve bayram namazlarının kadın için özendirilmesi gerekir) deniyor. Kadın, kılmaya mecbur olmadığı Cuma ve bayram namazına gelmese kime ne zararı olur ki? 35. maddede, (Unutulmamalı ki, hiçbir tercüme, aslının yerini tutamaz, çevrisine Kur'an denilemez ve o çeviri Kur'an hükmünde olamaz) ve 38. maddede, (Kurban kesmek yerine bedelinin tasadduk, bu ibadetin yerine geçmez) deniyor. Bunlar, klasik kaynaklara da uygundur. 37. maddede, namazların beş vakit olduğu ancak, alışkanlık haline getirmemek kaydıyla iki namaz cem edilebilir deniyor. Halbuki hangi mezhep, hangi şartlarda ceme ruhsat veriyorsa, ihtiyaç halinde, telfık yapmamak şartı ile o mezhep taklit edilerek cem yapılabilir. Klasik kaynaklara göre, hiçbir mezhebe uymadan cem yapılamaz.
Bugün 1 ziyaretçi (1 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 61 ziyaretçi (148 klik) kişi burdaydı!
|
|
|
|
|
Bugün 171 ziyaretçi (212 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|