 |
|
|
 |
|
| ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
 |
GEÇMİŞİN DERİNLİKLERİNDEN GÜNÜMÜZE YANSIYAN DOĞRULAR…
Günümüz dünyasında var olan, kendi içinde tutarlı görünen ve bir doğruluk payının bulunma ihtimalini bünyesinde barındırsa da evrene ilişkin en temel fikriyatın oluşturduğu düşünce ufku çerçevesinde ya varlığı itibariyle ya da ortaya koymuş olduğu öngörülerin sonuçları itibariyle gerçeklikten ve doğruluktan uzak fikir akımlarının ve bu fikir akımlarından doğarak sınırlı bir konuya taalluk eden düşünce biçimlerinin, yaşamımızın her yönünü sardığını ve bizleri doğrulardan uzaklaştırdığını görmekteyiz...
İşte bu nedenle EVRENE VE İNSANA İLİŞKİN TEMEL FİKRİYATI İYİ KAVRAYAMAMIŞ İNSANLARIN ; yaşamlarının her alanını kuşatmış bulunan temelsiz, tutarsız ve gerçeklikten uzak fikir akımlarının ve algıların oluşturduğu bir bataklıkta boğulmamaları ise neredeyse imkansız bir duruma tekabül etmektedir. BU İMKANSIZLIK İSE ; dini açıdan imansızlığa , milli açıdan milli birlikten uzaklaşmaya, insani açıdan ise ahlaksızlaşmaya ve hatta insanlık vasıflarını kaybetmeye değin uzanan doğal bir sonuca varlık kazandırmaktadır...
İNSAN ; evrenin ve yaratılmış her şeyin yüce Allah’ın iradesinin bir sonucu olduğunu bilmeli ; kendisinin bu evrene Allah’ın irade ettiği kurallara uygun olarak yaşayarak tekamül etmek için geldiğini ; ortaya koyduğu ve sahip olduğu tüm inanç değerleri, fiilleri, ihmalleri ve hülasa yaptıkları ve yapmadıkları ile mükafat ve ceza ile karşılaşacağını ; dünya üzerinde kadim bir geçmişten bu tarafa Allah’ın insanları bir imtihan sürecinden geçirdiğini ; bu dünyanın da bu evrenin de bir yokoluş sürecine doğru gittiğini ; insanın ve insan dışı tüm akıllı ve akılsız varlıkların Allah’ın yaratılış iradesine ve hükmüne tabi olduğunu ; insan dışı hiçbir varlığın ( Siriuslular- Anunnakiler vs. ) insan ırkının yaratıcısı olmadığını ; Allah’ın insanlar arasından seçtiği peygamberlerin tamamının , insanlığın gelişim sürecine yönelik olarak içeriği değişse de temelde aynı ilkeleri esas alan ilahi verileri ortaya koyduğunu ; ölüm sonrası yeni bir yaratılmanın//bedenlenmenin söz konusu olacağını ; son peygamberin gelmiş olduğunu ; insanlığın kıyamet öncesi son demleri { (+) (-) 200 } yaşadığını, ancak insanlığın büyük bölümünün gerçek anlamda Allah inancından ve yukarıda kabaca belirtmiş olduğum düşünce dünyasından uzak olduğunu idrak etmelidir.
İşte bu gerçekliği kavrayamamış, çeşitli sığ fikir akımlarına saplanmış, sahip olduğu bilgi ve algı düzeyi ile içine düştüğü girdaplardan çıkmayı başaramamış, ilkel ve hayvani güdüleri dayanak olarak kabul eden yaşam biçimleri çerçevesinde kendisine bir hayat şekli kurmuş olan insanların ; ulvi hedeflere yönelebilmesi, sabırlı olabilmesi, memnuniyet duygusunu tadabilmesi, vefa ve fedakarlık gibi kavramların hakkını verebilmesi, millet-devlet ve ümmet gibi kavramlarla varlığı ve istekleri arasında bir denge kurabilmesi, şeytani vasıflar üzerine bina edilmiş küreselcilikten kendisini kurtarıp farklı olmayı başarabilmesi, bu farklılığı sağlamak üzere geliştirilen siyasi yaklaşımlara ve politikalara destek vermeyi sağlayabilmesi mümkün değildir…
Ve herkes bilmelidir ki HAK İLE BATILI AYIRAN ÇİZGİ, tam da bu noktada ortaya çıkmaktadır. Bu çizginin mahiyetini kavrayamamış olan bir bireyin ; müslüman kalabilmesi, milliyetini ve milli değerlerini koruyabilmesi, milli politikacıları destekleyebilmesi, güçlü gördüklerinin manda ve himayeciliğini arzu etmekten kurtulabilmesi, büyük hedefler ve politikaların peşinden gidebilmesi, ahlaklı kalabilmesi, aşağılık kompleksinden kurtulabilmesi, toplum düzenini ifsad eden zina- alkol- kumar- uyuşturucu- sapkınlık- dedikodu- rüşvet- kamu malına tasallut- faizcilik- haksız kazanç gibi hususlardan uzak kalabilmesi de istisnai bilinç durumları bir tarafa bırakılacak olursa olanaklı değildir. İŞTE BU NEDENLE KÜFÜR, TEK MİLLETTİR. Bu bağlamda BİRLİKTE YAŞADIĞIMIZ AYNI MAHALLENİN İNSANI - KARDEŞİMİZ YA DA ARKADAŞIMIZ ; İsrail’i savunabilmekte, ABD şakşakçılığı yapabilmekte, kendisine hiçbir hizmeti olmasa ve olmayacağını kesin olarak bilse de zibidinin birini siyaseten inatla destekleyebilmekte, ülkesinde üretilen silahlara ahlaksızca kulp takabilmekte, okunması için atalarımızın uğruna can verdiği ezanımızdan rahatsız olabilmekte, müslüman gibi yaşayan insanlara Arabistan’a gitme teklifinde bulunabilmekte, ahlaksızlık ve sapkınlık içinde yüzerken ahlak dersi vermeye yeltenebilmekte , kendi zibidisini göklere çıkarabilmekte, ülkesinin yönetimine darbe vurmak için boykotlara destek verebilmekte , ülke yönetimini ele geçirebilmek için yabancı güç merkezleriyle işbirliği içinde hareket etmekten ziyadesiyle mutluluk duyabilmekte ve hülasa tam anlamıyla imansız bir vatan haini gibi hareket edebilmektedir.
İşte temelde Allah’ı bilmemekle yani İslam inancından beri olmakla başlayan bir süreç ; bireyselciliğe, ilkesizliğe , idealsizliğe, ahlaksızlığa, milliyetsizliğe ve vatan hainliğine değin uzanan bir profili ortaya çıkarmaktadır.
Kıymetli Dostlarım ! Uzun bir süreden beri yazdığım makalelerde belirtmiş olduğum üzere, dünya yeni bir değişim sürecinin içinden geçmektedir ve bu süreçte Müslüman Türk Milletinin büyük bir güç merkezi olarak yeniden ortaya çıkacağı bir dönüşüm yaşanacaktır. Bu dönüşüm elbetteki çok kolay olmayacaktır ve bizlerin çok büyük mücadelelerin içinden galibiyetle çıkması gereken bir süreç, önümüzde durmaktadır. Hızla akan zaman içinde sahip olmamız gereken şeyler ; birliğimizi, mücadele irademizi ve yüksek bilincimizi kaybetmemek ve düşmanlarımıza diz çöktürecek düzeyde nitelikli silahlara sahip olmak için yapacağımız çalışmanın en önemli mevzumuz olduğu gerçeğini hiçbir zaman gözden kaçırmamaktır. Şuan için küresel etkiye sahip bölgesel bir güç merkezi konumunda bulunsak da bir süre sonra Japonya’dan - Yakutistan’dan Afrika kıtasının batısına, Endonezya’dan Avrupa içlerine değin uzanan coğrafyaları etkisi altına alan büyük ve küresel bir güç merkezine dönüşmemiz mutlaka gerçekleşecektir. Olayların gelişim yönünün belirleyen ilahi irade görmezden gelinirse ; tarih, zaman ve ortaya koyacağımız mücadele, arzuladığımız büyük dönüşüme varlık kazandıran en önemli faktörler olarak karşımızda durmaktadır.
Önemli olan bizim bu görevi ; severek ve isteyerek mi yoksa direnerek ve zorla mı kabul edeceğimiz noktasında yatmaktadır.
Bu sürece hayatını vakfetmiş birileri tarafından büyük bir mücadele verilirken, küresel güç merkezlerinin aksi yöndeki iradesine rağmen, tam bağımsızlık düşüncesiyle ; gece gündüz demeden silah üretimi için, yeni enerji kaynaklarının tespiti için , ülkemizin her yönüyle gelişmesinin sağlanması ve prangalarından kurtulması için çalışılırken ; niteliksiz , bireysel çıkarı esas alan düşüncelerle kazan kaldırılıp, içimizdeki algı merkezlerinin ara vermeden ürettiği propagandaya destek olacak şekilde hareket edilirse, ulaşacağımız yer ; izbe ve pislik içindeki bir köy konumundaki İzmir’in yaşanacak bir savaşta enkaza çevrilmiş halinden ve ineğe tapanların boka bulanmış haldeki ülkelerinden farklı olmayacaktır…
Ve o gün, günümüzde rakı – şarap- heykel- deniz- kum- çıplaklık- ahlaksızlık peşinde koşup, yunan bozması ne idüğü belirsiz tipleri desteklemeyi marifet sayanların kendilerine katılan çıkarcı yandaşlarıyla birlikte yaşayacağı şey ; hayvan pisliği – müsilaj- kanalizasyon – yosun-bit ve pire içinde zıkkımlanmak, çöp içindeki mahalle, park ve yollarda insanlıktan çıkmış şekilde sabahlamak ve imansızlığın verdiği sıkıntı içinde kıvranmak olacaktır.
Şuan Aziz ve Muktedir olan Yüce Allah’ın lütfuyla hak ettiğimizin çok çok üstünde bir yönetime sahip olsak da ilmi gerçek, insanların ancak ve ancak hak ettiği gibi yönetilmesidir…
14.06.2025 // 17.09
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN, ULAŞMASI GEREKEN ASKERİ
ALTYAPI...
Geleneksel altyapıya göre şekillenmiş orduların, günümüz dünyasının savaş koşullarında askeri olarak başarılı olamayacakları hususu, yaşanan her çatışma ile günyüzüne çıkmaktadır. Bu bağlamda Türk Cumhuriyeti Devleti ordusunun da hem temel savunma ve saldırı yeterlilikleri hem de stratejik oluşumlar açısından değişimini tamamlaması gereği bulunmaktadır.
Öncelikle ordumuzun DENİZ KUVVETLERİ'ni ele aldığımızda ;
1. Asgari düzeyde 4 temel kuvvet organizasyonu üzerine bina edilmesi gerektiğini söyleyebilmek ve bunları ; Karadeniz görev gücü – Adalar Denizi görev gücü – Akdeniz görev gücü – Uçak gemisi görev gücü ve nihayeten de ihtiyat görev gücü olarak ifade edebilmek mümkündür. Ancak belirtmek isterim ki bu görev güçlerinin her birinin ; bulundukları bölgede mutlak anlamda hakimiyetimizi tesis edecek şekilde yeterli sayıda hücumbot- karakol gemisi- korvet – fırkateyn- hava savunma muhribi - denizaltı – insansız su altı ve suüstü araçları – deniz helikopteri - çıkarma ve destek gemileri gibi savaş araçlarından teşekkül ettirilmesi gereği bulunmaktadır.
Deniz kuvvetlerimizin gelişimi noktasında önemli seviyelere ulaşmış olsak da imalat noktasında henüz yeterli hıza ulaşamamış olduğumuzu ve istenilen güç seviyesine gelmemizin asgari 15 + yıl gibi bir süre alacağı da görmemiz gerekmektedir. Bu bağlamda finansman sağlama açısından yabancı ülkelere gemi satma olayını biraz erteleyerek, bütçemizden acil finansman kaynakları oluşturarak öncelikle KENDİ DONANMAMIZIN İHTİYACI İÇİN çalışmamız gerektiğini de ifade etmek isterim. Zira etrafımızı saran düşmanlarımızın, ihtiyacımız olan 15 + yıllık bir süreyi, ülkemize tanıyacaklarından emin olamayacağımızı ilkesel olarak kabullenmemiz ; sorunun büyüklüğünü ve aciliyetini de idrak etmemiz gerekmektedir.
Bu arada karadan deniz savunmasına büyük önem vermemiz, gemisavar füzemizin karaya uyarlanmış şekli olan kara atmacanın, radar ve menzil kapasitesini optimize ederek ve sayılarını önemli ölçüde arttırarak, deniz sathına yapılacak saldırılar için büyük bir etkinlik alanı oluşturmamız gerektiğini de önemle ifade etmek isterim.
Yine bu noktada deniz platformlarına yönelik savaş yönetim sistemimiz olan ADVENT’i tüm yönleriyle optimize ederek, tüm savaş araçlarımızın birbiriyle bağlantılı şekilde savaşmasını da en etkili konuma ulaştırmalı ve bu uygulamayı, savaş uçakları- insansız hava araçları ve hava soj gibi platformlarla bağlantılı kılmayı da başarmalıyız.
Ayrıca KIBRIS adası üzerinde özel bir askeri konuşlanma gerçekleştirerek, adayı MOBİL YAPILARLA adeta bir uçak gemisi gibi kullanır hale gelmeliyiz.
Bu arada maliyeti çok düşük olacak şekilde insansız denizaltı üretimine, dost// düşman tanıma özelliğine sahip hareketli deniz mayını imalatına ve büyük deniz platformlarına saldırı yapabilme kabiliyetine sahip insansız deniz aracı üretimine özel bir önem vermemiz ve bunlardan yeterli miktardaki ürünü envantere kazandırmamız gerektiğini de belirtmek isterim.
2. HAVA KUVVETLERİ açısından olaya baktığımızda ise F- 35 meselesini tamamen geride bırakmalı ve artık bu uçağın satın alınmasıyla ilgili tek bir sözcük dahi kullanmamalı, bu uçak nedeniyle içimizdeki işbirlikçilerin gündemi kaşımasına ve ülkemiz açısından uluslararası handikap oluşturulmasına azla izin vermemeliyiz.
Ayrıca F- 16 platformu açısından da tüm yükseltme ve modernizasyon çalışmalarını ÖZGÜR PROJESİ çerçevesinde kendimiz yapmalı ve bu mesele üzerinden de ABD’ye yönelik bir istemde bulunmayı derhal terk etmeliyiz.
Bu arada Kaan uçağımızdan önce HÜRJET’in değerini anlamalı ; Hürjet’i biraz daha modifiye ederek, boyutunu büyüterek, taşıma kapasitesini arttırarak, hafifleterek, radar soğurucu boya ile boyayarak, daha güçlü bir motor ve bir AESA radarıyla donatarak ve de uzun menzilli hava - hava füzeleri takarak çok etkili ve düşük maliyetli bir savaş uçağına ulaşabileceğimizi ve bu uçakla büyük bir pazara hitap edebileceğimizi fark etmeliyiz. Bu noktada YAPMAMIZ GEREKEN TEK ŞEY ; Hürjet’de kullanılmakta olan ve General Elektrik’in F 404- GE- 102 motorunun artyakıcıyla birlikte ürettiği 17.600 libreden daha fazla itkiye sahip bir motoru üretmek olarak karşımızda durmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu yönde çalışma başlatan başta BAYKAR olmak üzere tüm şirketlerimize gerekli desteği ve korumayı sağlamayı büyük bir görev addetmelidir. BU MOTOR , Kızılelma- Hürjet – Anka- 3 gibi stratejik öneme sahip tüm platformlarımız için büyük öneme sahip olan bir motordur ve savunma sanayimizin gelişimi ve etkisi açısından da tartışmasız bir değere sahip olacaktır...
Yine Türkiye, SAVAŞ UÇAĞI KONUSUNDA DA KENDİSİNİ SINIRLANDIRMAYI BIRAKMALI , SİHA olarak adlandırılan savaş araçlarımız haricinde ; Kaan savaş uçağımızdan asgari 500 - Hürjet’in hafif taarruz uçağı olarak adlandırılacak versiyonundan 300, Kızılelma ve Anka-3 gibi insansız savaş uçaklarından da asgari 200 adetlik filolar kurmayı başarmalıdır. Zira birgün bu uçakların bile yetersiz kalacağı bir HAVA GÜCÜ İTTİFAKIYLA KARŞI KARŞIYA KALMAMIZIN hiç de uzak olmadığını bilmemiz ve bu gerçeklik doğrultusunda hazırlanmamız gerektiğini asla unutmamalıyız.
Yine hava savunma sistemlerimizi ; tüm Türkiye sathını ve etki alanlarımızı etkili düzeyde kapatacak şekilde genişletmeyi, hava savunma füzelerinin menzillerini arttırmamızı, vuruş etkinliğini geliştirmemizi ve muhtemel bir savaşta uğranılacak kayıpları//hasarları da dikkate alarak yeterli sayıda üretmeyi ve bunu en hızlı şekilde yapmayı da başarmalıyız.
Kaan savaş uçağımız için geliştirilmekte olan jet motorunun en hızlı şekilde tamamlanması ve seri üretimi için tüm tedbirleri almalı ve Kaan’ın üretimi için kullanılacak imalat bantlarının sayısının arttırılması için gerekli yatırımlara şimdiden başlamayı da ihmal etmemeliyiz. Zira bu uçağa bizim ihtiyacımız olduğu gibi binlercesini satın alacak KARDEŞLERİMİZİN VE DOSTLARIMIZIN SIRADA BEKLEDİĞİNİ de göz önünde bulundurmalıyız…
Ayrıca Kızılelma ve Anka- 3 gibi insansız savaş aracı platformlarını AESA radarına kavuşturmalı ve bu platformları, yapay zeka kullanımında hava- hava savaşı da yapan muhteşem savaş araçlarına dönüştürerek, 6. NESİL SAVAŞ UÇAĞI TEKNOLOJİSİNİN ÖNCÜLÜĞÜNE SOYUNMAYI DA BAŞARMALI ve bu teknolojiyi 5.nesil insanlı savaş uçaklarıyla birleştirerek, dünyanın en etkili insanlı ve insansız savaş uçaklarının sahibi olmayı mümkün kılmalıyız.
3. KARA KUVVETLERİMİZ açısından bir değerlendirme yapacak olursak, kuvvetlerimizin teşkilat yapısına bakış açımızı değiştirmemiz gerektiğini önemle belirtmek isterim. Bu bağlamda kara kuvvetlerinin ANA BİRLİK YAPILARININ DIŞINDA kendi kendine yeten, önemli bir desteğe ihtiyaç duymadan savaşma ve beka kabiliyetini önemli ölçüde tesis etme yeterliliğine sahip MUHARİP BİRLİKLER oluşturmamız gerektiğini, bu birliklerde ; tabanca- tüfek – bombatar – makineli tüfek- makineli top- havan- uçak savar- hava savunma sistemi- silahlı //silahsız drone kullanımı- silahlı zırhlı personel taşıyıcı - tanksavar- uçaksavar- zırhlı muharebe aracı- tank- top- her türlü obüs- istihkam aracı- helikopter gibi her çeşit savaş aracının yeterli sayıda bulunması gerektiğini ifade etmek isterim.
Diğer taraftan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, genel ve profesyonel ordu yapısının dışında acilen, SEFERBERLİK SİSTEMİNDEN BAĞIMSIZ OLARAK gönüllük esasına dayalı BİR MİLİS ORDUSUNU KURMALI ve teşkilatlanmasını da sağlamalıdır.
Ayrıca günümüz savaşlarında artan basit insansız hava araçlarıyla çok değerli tank gibi araçların ya da ZPT ya ada ZMA gibi araçların savaş dışı kalmasını engellemek için çok etkili ve kullanımı basit aktif koruma sistemleri geliştirmeye büyük önem vermeli ve tüm araçlarını bu sistemlerle donatmalıdır.
Yine lazer silahlarının menzillerini arttıracak, birçok savunma ve saldırının, lazer silahları ile yapılabilmesini mümkün kılan bir Araştırma// Geliştirme programı da itinayla yürütülmelidir.
Pakistan ile işbirliği yapılarak, gerekirse ÜRETİLMİŞ NÜKLEER BAŞLIK TEDARİK ETMEK başta olmak üzere nükleer silaha veya nükleer silah teknolojisine acilen ulaşacak bir programı yürütmeyi , milli güvenlik stratejimizin gündemine almalıyız.
Yapay zekaya sahip sürü Drone teknolojisine- elektronik harp kabiliyetimizin çok yönlü ve daha da yüksek bir seviyeye çıkarılmasına de özel bir önem vermeli, envanterimizi bir savaşı bu teknolojiler üzerine dizayn edebilecek kadar yeterli kılmalıyız...
Ve tüm kara araçlarımızı, obüslerimizi, tanklarımızı, zırhlı personel taşıyıcılarımızı, zırhlı muharebe araçlarımızı, tanksavar silahlarımızı, topçu destek sistemlerimizi, füze ve roketlerimizi hülasa tüm kara kuvvetleri envanterimizi, birleşik düşmanlardan oluşan bir ittifakı yenilgiye uğratacak seviyeye getirmeyi , ülke güvenliğimize ilişkin en önemli mesele ve temel ihtiyacımız olarak belirlemeliyiz. İçimizdeki işbirlikçi ve aymazlar takımının, bu silahlara ihtiyaç duyacağımız zamana kadar ÜLKE YÖNETİMİNİ UYUTMAYI ÇOK İYİ BAŞARDIKLARINI da hiçbir zaman dikkatimizden kaçırmamalıyız.
Bilinmelidir ki her üretim programımız, düşmanlarımız tarafından özel olarak incelenmektedir ve bu programlarımızın akamete uğratılması, devletimiz ve milletimiz için mücadele edenlerin ortadan kaldırılması ya da etkisiz kılınması için de ciddi çalışmalar yapılmaktadır.
Biz onlara karşı hodri meydan diyor ve bizce kutlu olan bu mücadeleye her daim hazır olduğumuzu, yolumuzdan hiçbir koşul altında dönmeyeceğimizi ve eninde sonunda tüm düşmanlarımızı perişan edip, onlara diz çöktüreceğimizi de açıkça ilan ediyoruz…
12.05.2025 // 17.32
SEDAT ÇETİNKAYA -M
.
TEKNOLOJİK GELİŞMELER KARŞISINDA, TÜRK HAVA KUVVETLERİNDEKİ ARAYIŞLARI ŞEKİLLENDİRMESİ GEREKEN STRATEJİ…
Türk Hava Kuvvetleri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin NATO yapılanması içine girdiği tarihten itibaren, ordumuzun genelinde olduğu gibi Amerika Birleşik Devletleri’nin kontrolünde şekillenen bir kuvvet yapısına sahip olmuştur.
Ordumuzun hemen hemen her faaliyeti, büyük ölçüde ABD’nin kontrolünde bulunduğundan, Türk siyaseti ABD güdümünde şekillendiğinden, ordumuz İsrail açısından bir koruma kalkanı teşkil ettiğinden ve uçaklarımızda kullanılan mühimmat hususunda da tam bir bağımlılık söz konusu olduğundan, ABD üretimi savaş uçaklarının Türkiye’ye satılması konusunda yakın geçmişe kadar bir engel oluşturulmamış bulunulmaktadır. Bu noktada Türkiye’nin ; etkili, uzun menzilli ve yüksek irtifa hava savunma sistemine sahip olmaktan yoksun bırakılmış olmasının, savaş uçağı tedariğini kolaylaştırıcı bir faktör olduğunu söyleyebilmek de mümkündür.
Ancak Sayın Erdoğan liderliğinde, tarihi misyonuna doğru hızla yol alan Türkiye’nin, ABD’nin kontrolünden çıkarak, ABD’nin çıkarları aleyhine bağımsız politikalar geliştirmeye başlaması, ordumuzun milletimizin kontrolüne girerek her biri yüksek savaş kapasitesinin bir parçası olan modern silahlarla teçhiz edilmesi, Türkiye’nin İsrail açısından koruma kalkanı olmak bir tarafa en büyük riski teşkil etmeye başlaması, Türkiye’nin % 100 yerli mühimmat kullanma kapasitesine ulaşması ve modern bir hava savunma altyapısına ulaşmanın eşiğine gelmesi ; ABD’yi yöneten güç merkezinin, ABD üretimi savaş uçakları ve silahlar ile Türkiye arasına engel koyma , Yunanistan’ı Türkiye aleyhine silahlandırma ve Proxy bir devlet olarak konumlandırma stratejisini gündeme getirmiş bulunmaktadır.
Günümüzde birçok sözde uzmanın, Türk Hava Kuvvetleriyle ilgili olarak papağan gibi tekrarladığı ve ülkemizi, ABD hegemonyasına tabi olmaya davet anlamı taşıyan ya da ülkemizi ABD’ye mahkum kılan bazı negatif yaklaşımları da ziyadesiyle dikkati çekmektedir.
Bu noktada belirtmek isterim ki ulaşılan teknolojik gelişmeler, insansız savaş uçaklarına geçişi fikren zorunlu kılan bir aşamaya ulaşmış olsa da hem var olan üretim altyapısı hem de insansız savaş uçaklarına geçiş noktasında yapılması gereken çalışmaların zorluğu ve maliyetler, geçiş süreciyle ilgili frenleme görevi ifa etmektedir.
Türkiye’mizin, TFX ( Milli Muharip Uçak) projesine başlarken var olan ufkumuz, birkaç versiyon sonrasında beşinci nesil savaş uçağı kapasitesine ulaşacak bir savaş uçağı üretimini gerçekleştirmekten ibaretti. Ancak bu uçağın geliştirme aşamasında yaşanan teknolojik gelişmeler ve ulaştığımız kapasite ; TFX savaş uçağının, hızla 6. nesil insansız savaş uçağına dönüşümünü zorlamakta ve hatta zorunlu kılmaktadır. Kanaatimce TFX savaş uçağından maksimum 50 kadar savaş uçağı ürettikten sonra bu savaş uçağının, 6. Nesil İnsansız Savaş uçağına doğru evrilmesini izleyeceğimiz yönündedir.
Diğer taraftan BAYKAR şirketi, yürüttüğü Kızılelma ( MİUS) projesi ile 6.nesil insansız savaş uçağına doğrudan bir adım atmış ve oluşturmuş olduğu üretim hızıyla da tüm dünyayı geride bırakmış bulunmaktadır. Birkaç yıl sonra bu insansız savaş uçağının seri üretimine geçildiğinde ve özellikle de çift motorlu versiyonlarıyla birlikte hem daha yüksek bir hız hem de daha yüksek bir taşıma kapasitesi oluşturulduğunda, dünya havacılık tarihinde ve savaş stratejisinin geleceğinde bir devrim meydana gelecektir. Ve herkes bilmelidir ki boğazına kadar aşağılık kompleksine batmış şekilde ya da işbirlikçi bir hain olarak yaşarken, Kızılelma İnsansız Savaş Uçağı’na kulp takmaktan geri durmayanların varlığına rağmen, biz bu devrimin sadece ama sadece bir adım gerisinde bulunmaktayız.
Bu bağlamda ifade etmek isterim ki ülkemizin artık ne ara çözüm olarak ne de ABD veya başka bir ülkeden savaş uçağı alımı şeklinde bir ihtiyacı bulunmamaktadır. Özellikle, taleplerimizi geri çekmek suretiyle ABD’nin elinden F 16 kozunu mutlaka almamız gerekmektedir. İngiltere ile Eurofighter Typhoon savaş uçağının alımı noktasında yaptığımız görüşmelerin, ABD ile F 16 alımı konusunda yaptığımız görüşmelerden çok da farklı bir yönü bulunmamaktadır. ABD istemediği takdirde İngiltere de bu savaş uçaklarını bize veremeyecek, bu süreç iyi polis- kötü polis tiyatrosuna geçmedikleri sürece onlar için de bir oyalama taktiğine dönüşecek ve satın alınacak uçakların idamesi ile ilgili gelecek riski de devam edecektir.
Artık batı dünyasından alacağımız her hava aracı, üzerimizdeki baskıyı arttırmak için kendi elimizle ihdas edeceğimiz bir bağımlılık prangasından başka bir anlam ifade etmeyeceği gibi satın alacağımız savaş uçakları da kısa süre içinde elimize geçmeyeceğinden, kısa vadeli bir ihtiyacımıza da çare oluşturmayacaktır.
Yapmamız gereken şey, tüm dünyaya çeşitli modellerde SİHA satarken ; kendimiz ve dostlarımız için ;
• Radar kesit alanı küçük,
• Hızlı,
• Düşük maliyetli,
• Yapay zeka ile desteklenmiş,
• Otonom hareket etme kabiliyetine sahip,
• Yüksek manevra ve savaş kabiliyeti bulunan,
• Yüksek kapasiteli radarıyla kitleneceği hedeflere uzun menzilli süpersonik//hipersonik hava- hava füzeleri ile saldırı yaparak düşman hava kuvvetlerini yok etme kapasitesine sahip,
• Harekat yarı çapı ve havada kalma süresi geliştirilmiş,
• Havada yakıt ikmali yapılabilen,
• Ve her çeşit uçak mühimmatını kullanabilen Kızılelma’ya sahip olmak için çalışmaktan ibarettir.
Elimizi biraz çabuk tutar ; kaynaklarımızı ve enerjimizi, Baykar’ın insansız savaş uçağı için seferber edersek, ülke olarak en büyük kazanımı elde etmiş olacağımızı önemle ve özellikle ifade etmek isterim.
Unutmayalım ki gelecek, onu şimdiden görerek şekillendirenlerindir…
İnsanlık, kıyamet öncesi dönemde kutlu bir Türk yüzyılına şahitlik edecek, hak yolunda hak için mücadelemiz, kıyamete değin kesintisiz sürecektir…
08.10.2022 // 16.28
SEDAT ÇETİNKAYA
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN, ULAŞMASI GEREKEN ASKERİ
ALTYAPI...
Geleneksel altyapıya göre şekillenmiş orduların, günümüz dünyasının savaş koşullarında askeri olarak başarılı olamayacakları hususu, yaşanan her çatışma ile günyüzüne çıkmaktadır. Bu bağlamda Türk Cumhuriyeti Devleti ordusunun da hem temel savunma ve saldırı yeterlilikleri hem de stratejik oluşumlar açısından değişimini tamamlaması gereği bulunmaktadır.
Öncelikle ordumuzun DENİZ KUVVETLERİ'ni ele aldığımızda ;
1. Asgari düzeyde 4 temel kuvvet organizasyonu üzerine bina edilmesi gerektiğini söyleyebilmek ve bunları ; Karadeniz görev gücü – Adalar Denizi görev gücü – Akdeniz görev gücü – Uçak gemisi görev gücü ve nihayeten de ihtiyat görev gücü olarak ifade edebilmek mümkündür. Ancak belirtmek isterim ki bu görev güçlerinin her birinin ; bulundukları bölgede mutlak anlamda hakimiyetimizi tesis edecek şekilde yeterli sayıda hücumbot- karakol gemisi- korvet – fırkateyn- hava savunma muhribi - denizaltı – insansız su altı ve suüstü araçları – deniz helikopteri - çıkarma ve destek gemileri gibi savaş araçlarından teşekkül ettirilmesi gereği bulunmaktadır.
Deniz kuvvetlerimizin gelişimi noktasında önemli seviyelere ulaşmış olsak da imalat noktasında henüz yeterli hıza ulaşamamış olduğumuzu ve istenilen güç seviyesine gelmemizin asgari 15 + yıl gibi bir süre alacağı da görmemiz gerekmektedir. Bu bağlamda finansman sağlama açısından yabancı ülkelere gemi satma olayını biraz erteleyerek, bütçemizden acil finansman kaynakları oluşturarak öncelikle KENDİ DONANMAMIZIN İHTİYACI İÇİN çalışmamız gerektiğini de ifade etmek isterim. Zira etrafımızı saran düşmanlarımızın, ihtiyacımız olan 15 + yıllık bir süreyi, ülkemize tanıyacaklarından emin olamayacağımızı ilkesel olarak kabullenmemiz ; sorunun büyüklüğünü ve aciliyetini de idrak etmemiz gerekmektedir.
Bu arada karadan deniz savunmasına büyük önem vermemiz, gemisavar füzemizin karaya uyarlanmış şekli olan kara atmacanın, radar ve menzil kapasitesini optimize ederek ve sayılarını önemli ölçüde arttırarak, deniz sathına yapılacak saldırılar için büyük bir etkinlik alanı oluşturmamız gerektiğini de önemle ifade etmek isterim.
Yine bu noktada deniz platformlarına yönelik savaş yönetim sistemimiz olan ADVENT’i tüm yönleriyle optimize ederek, tüm savaş araçlarımızın birbiriyle bağlantılı şekilde savaşmasını da en etkili konuma ulaştırmalı ve bu uygulamayı, savaş uçakları- insansız hava araçları ve hava soj gibi platformlarla bağlantılı kılmayı da başarmalıyız.
Ayrıca KIBRIS adası üzerinde özel bir askeri konuşlanma gerçekleştirerek, adayı MOBİL YAPILARLA adeta bir uçak gemisi gibi kullanır hale gelmeliyiz.
Bu arada maliyeti çok düşük olacak şekilde insansız denizaltı üretimine, dost// düşman tanıma özelliğine sahip hareketli deniz mayını imalatına ve büyük deniz platformlarına saldırı yapabilme kabiliyetine sahip insansız deniz aracı üretimine özel bir önem vermemiz ve bunlardan yeterli miktardaki ürünü envantere kazandırmamız gerektiğini de belirtmek isterim.
2. HAVA KUVVETLERİ açısından olaya baktığımızda ise F- 35 meselesini tamamen geride bırakmalı ve artık bu uçağın satın alınmasıyla ilgili tek bir sözcük dahi kullanmamalı, bu uçak nedeniyle içimizdeki işbirlikçilerin gündemi kaşımasına ve ülkemiz açısından uluslararası handikap oluşturulmasına azla izin vermemeliyiz.
Ayrıca F- 16 platformu açısından da tüm yükseltme ve modernizasyon çalışmalarını ÖZGÜR PROJESİ çerçevesinde kendimiz yapmalı ve bu mesele üzerinden de ABD’ye yönelik bir istemde bulunmayı derhal terk etmeliyiz.
Bu arada Kaan uçağımızdan önce HÜRJET’in değerini anlamalı ; Hürjet’i biraz daha modifiye ederek, boyutunu büyüterek, taşıma kapasitesini arttırarak, hafifleterek, radar soğurucu boya ile boyayarak, daha güçlü bir motor ve bir AESA radarıyla donatarak ve de uzun menzilli hava - hava füzeleri takarak çok etkili ve düşük maliyetli bir savaş uçağına ulaşabileceğimizi ve bu uçakla büyük bir pazara hitap edebileceğimizi fark etmeliyiz. Bu noktada YAPMAMIZ GEREKEN TEK ŞEY ; Hürjet’de kullanılmakta olan ve General Elektrik’in F 404- GE- 102 motorunun artyakıcıyla birlikte ürettiği 17.600 libreden daha fazla itkiye sahip bir motoru üretmek olarak karşımızda durmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu yönde çalışma başlatan başta BAYKAR olmak üzere tüm şirketlerimize gerekli desteği ve korumayı sağlamayı büyük bir görev addetmelidir. BU MOTOR , Kızılelma- Hürjet – Anka- 3 gibi stratejik öneme sahip tüm platformlarımız için büyük öneme sahip olan bir motordur ve savunma sanayimizin gelişimi ve etkisi açısından da tartışmasız bir değere sahip olacaktır...
Yine Türkiye, SAVAŞ UÇAĞI KONUSUNDA DA KENDİSİNİ SINIRLANDIRMAYI BIRAKMALI , SİHA olarak adlandırılan savaş araçlarımız haricinde ; Kaan savaş uçağımızdan asgari 500 - Hürjet’in hafif taarruz uçağı olarak adlandırılacak versiyonundan 300, Kızılelma ve Hürjet gibi insansız savaş uçaklarından da asgari 200 adetlik filolar kurmayı başarmalıdır. Zira birgün bu uçakların bile yetersiz kalacağı bir HAVA GÜCÜ İTTİFAKIYLA KARŞI KARŞIYA KALMAMIZIN hiç de uzak olmadığını bilmemiz ve bu gerçeklik doğrultusunda hazırlanmamız gerektiğini asla unutmamalıyız.
Yine hava savunma sistemlerimizi ; tüm Türkiye sathını ve etki alanlarımızı etkili düzeyde kapatacak şekilde genişletmeyi, hava savunma füzelerinin menzillerini arttırmamızı, vuruş etkinliğini geliştirmemizi ve muhtemel bir savaşta uğranılacak kayıpları//hasarları da dikkate alarak yeterli sayıda üretmeyi ve bunu en hızlı şekilde yapmayı da başarmalıyız.
Kaan savaş uçağımız için geliştirilmekte olan jet motorunun en hızlı şekilde tamamlanması ve seri üretimi için tüm tedbirleri almalı ve Kaan’ın üretimi için kullanılacak imalat bantlarının sayısının arttırılması için gerekli yatırımlara şimdiden başlamayı da ihmal etmemeliyiz. Zira bu uçağa bizim ihtiyacımız olduğu gibi binlercesini satın alacak KARDEŞLERİMİZİN VE DOSTLARIMIZIN SIRADA BEKLEDİĞİNİ de göz önünde bulundurmalıyız…
Ayrıca Kızılelma ve Anka- 3 gibi insansız savaş aracı platformlarını AESA radarına kavuşturmalı ve bu platformları, yapay zeka kullanımında hava- hava savaşı da yapan muhteşem savaş araçlarına dönüştürerek, 6. NESİL SAVAŞ UÇAĞI TEKNOLOJİSİNİN ÖNCÜLÜĞÜNE SOYUNMAYI DA BAŞARMALI ve bu teknolojiyi 5.nesil insanlı savaş uçaklarıyla birleştirerek, dünyanın en etkili insanlı ve insansız savaş uçaklarının sahibi olmayı mümkün kılmalıyız.
3. KARA KUVVETLERİMİZ açısından bir değerlendirme yapacak olursak, kuvvetlerimizin teşkilat yapısına bakış açımızı değiştirmemiz gerektiğini önemle belirtmek isterim. Bu bağlamda kara kuvvetlerinin ANA BİRLİK YAPILARININ DIŞINDA kendi kendine yeten, önemli bir desteğe ihtiyaç duymadan savaşma ve beka kabiliyetini önemli ölçüde tesis etme yeterliliğine sahip MUHARİP BİRLİKLER oluşturmamız gerektiğini, bu birliklerde ; tabanca- tüfek – bombatar – makineli tüfek- makineli top- havan- uçak savar- hava savunma sistemi- silahlı //silahsız drone kullanımı- silahlı zırhlı personel taşıyıcı - tanksavar- uçaksavar- zırhlı muharebe aracı- tank- top- her türlü obüs- istihkam aracı- helikopter gibi her çeşit savaş aracının yeterli sayıda bulunması gerektiğini ifade etmek isterim.
Diğer taraftan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, genel ve profesyonel ordu yapısının dışında acilen, SEFERBERLİK SİSTEMİNDEN BAĞIMSIZ OLARAK gönüllük esasına dayalı BİR MİLİS ORDUSUNU KURMALI ve teşkilatlanmasını da sağlamalıdır.
Ayrıca günümüz savaşlarında artan basit insansız hava araçlarıyla çok değerli tank gibi araçların ya da ZPT ya ada ZMA gibi araçların savaş dışı kalmasını engellemek için çok etkili ve kullanımı basit aktif koruma sistemleri geliştirmeye büyük önem vermeli ve tüm araçlarını bu sistemlerle donatmalıdır.
Yine lazer silahlarının menzillerini arttıracak, birçok savunma ve saldırının, lazer silahları ile yapılabilmesini mümkün kılan bir Araştırma// Geliştirme programı da itinayla yürütülmelidir.
Pakistan ile işbirliği yapılarak, gerekirse ÜRETİLMİŞ NÜKLEER BAŞLIK TEDARİK ETMEK başta olmak üzere nükleer silaha veya nükleer silah teknolojisine acilen ulaşacak bir programı yürütmeyi , milli güvenlik stratejimizin gündemine almalıyız.
Yapay zekaya sahip sürü Drone teknolojisine- elektronik harp kabiliyetimizin çok yönlü ve daha da yüksek bir seviyeye çıkarılmasına de özel bir önem vermeli, envanterimizi bir savaşı bu teknolojiler üzerine dizayn edebilecek kadar yeterli kılmalıyız...
Ve tüm kara araçlarımızı, obüslerimizi, tanklarımızı, zırhlı personel taşıyıcılarımızı, zırhlı muharebe araçlarımızı, tanksavar silahlarımızı, topçu destek sistemlerimizi, füze ve roketlerimizi hülasa tüm kara kuvvetleri envanterimizi, birleşik düşmanlardan oluşan bir ittifakı yenilgiye uğratacak seviyeye getirmeyi , ülke güvenliğimize ilişkin en önemli mesele ve temel ihtiyacımız olarak belirlemeliyiz. İçimizdeki işbirlikçi ve aymazlar takımının, bu silahlara ihtiyaç duyacağımız zamana kadar ÜLKE YÖNETİMİNİ UYUTMAYI ÇOK İYİ BAŞARDIKLARINI da hiçbir zaman dikkatimizden kaçırmamalıyız.
Bilinmelidir ki her üretim programımız, düşmanlarımız tarafından özel olarak incelenmektedir ve bu programlarımızın akamete uğratılması, devletimiz ve milletimiz için mücadele edenlerin ortadan kaldırılması ya da etkisiz kılınması için de ciddi çalışmalar yapılmaktadır.
Biz onlara karşı hodri meydan diyor ve bizce kutlu olan bu mücadeleye her daim hazır olduğumuzu, yolumuzdan hiçbir koşul altında dönmeyeceğimizi ve eninde sonunda tüm düşmanlarımızı perişan edip, onlara diz çöktüreceğimizi de açıkça ilan ediyoruz…
12.05.2025 // 17.32
SEDAT ÇETİNKAYA -M
.KÜRESEL STRATEJİ DÜNYASI VE İÇİMİZDEKİ İŞBİRLİKÇİ AYMAZLAR…
Amerika Birleşik Devletleri’nin, Donald Trump yönetiminin uygulamalarıyla, küreselcilerin etkisi altında şekillenen dünya düzeninden uzaklaşarak ; Avrupa’yı yalnız bırakan, askeri ve ekonomik açıdan sıkıştıran ve Rusya tehdidi ile karşı karşıya bırakan bir siyasi strateji içine girmesi, siyasi ve askeri açıdan güdük kalmış olan Avrupa’yı, BOYUNDAN BÜYÜK ARAYIŞLARA itmiş gibi görünmektedir...
ABD’nin koruma şemsiyesinden stratejik olarak yoksun kaldığının farkına varan Avrupa Birliği ; Avrupa Birliği ordusu kurmak, askeri altyapısını geliştirmek ve bu arada Rusya’ya karşı zaman kazanmak için doğrudan doğruya TÜRKİSTAN COĞRAFYASINA YÖNELEREK, hem Rusya’yı hem de yeni bir güç merkezi olarak ortaya çıkan Türkiye’yi dengelemek için bir politik açılım ortaya koymuş ve Çin ile yakınlaşmak olarak tanımlanabilecek bir stratejiyi geliştirmek istediğini de ilan etmiş bulunmaktadır.
Avrupa Birliği’nin paranın gücüne dayanarak geliştirmeye çalıştığı Türk devletleri açılımı, Çin’in kuşak yol projesini arzuladığını ve bu projeye yatırım yaptıklarını ortaya koyan ekonomi temelli bir politika gibi görünmekle birlikte birçok siyasi boyutu olan bir stratejiyi de ortaya koymaktadır. Bu stratejiyle AVRUPA BİRLİĞİ ; Rusya ve ABD’ye , siz adı konulmamış bir ortaklık dahilinde hareket etmek üzere biraraya gelirseniz, biz de Çin ile bir işbirliği stratejisi içine gireriz demektedir. Ayrıca Avrupa Birliği TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ'ne ; “ bu süreç dahilinde biz, senden daha önemli bir aktörüz ve sen Kıbrıs konusunda bizim istediğimiz çizgiye gelmeden seninle daha etkin bir ilişki formu geliştirmeyeceğiz ve biz, hedeflemekte olduğunuz Türk Birliği’nin altını oyabilecek bir kabiliyete sahibiz ve ancak bizim istediğimiz şartlar dahilinde bizimle birlikte olmanız sizin lehinedir şeklindeki bir politikayı lanse etmeye çalışmaktadır... Ancak belirtmek isterim ki Avrupa Birliği’nin bu politikası, orta ve uzun vadede gerek Türkiye ve gerekse Rusya tarafından boşa çıkarılacak BOŞ BİR POLİTİKADAN ve BİR BLÖFTEN ibarettir.
Türk Devletleri Teşkilatı’nın Azerbaycan dışındaki üyeleri ve Tacikistan, çok yakında Avrupa Birliği’nin, BOŞ VE NİTELİKSİZ bir teşkilat olduğunun yakından farkına varacaklar ve Türkiye’nin büyüklüğünü bir kez daha anlayacaklardır. Ayrıca bu noktada Türk Dünyası üzerinden, Avrupa’ya ve Çin’e yönelik olarak kurduğumuz bir TUZAK olduğunu da geleceğe izafen önemle belirtmek isterim.
Avrupa Birliği, Türkiye’nin Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya ile yakınlaşmasından büyük endişe duymakta ; Çin ise Doğu Türkistan Türkleri ile ilgili problem, Türkiye’nin ABD ve Rusya ile olan ilişkisi ve Türkiye’nin küresel bir güç merkezi olarak yükselmekte olması nedeniyle Türkiye’nin etkin olacağı bir ilişkiyi tercih etmemekte ve Türk Devletleri Teşkilatı ile ilgili rahatsızlığını, Avrupa Birliği ile Türk Devletleri arasındaki tesis edilecek bir bağlantı üzerinden aşmayı hedeflemektedir. Herkesin gözden kaçırmaması gereken husus, küreselci para baronlarıyla Çin arasındaki ilişkinin boyutudur ki bu ilişkinin merkezi, ABD üzerinden küreselcilerin ana vatanı olan İngiltere ve Avrupa’ya kaymış bulunmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri’nin Suriye sathındaki askeri güçlerini çekme yönünde kararlar almasından ve Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanması nezdindeki desteğini azaltmasından endişe duyan İsrail ise ; Kıbrıs Rum Kesimi – İngiltere - Yunanistan ve Avrupa Birliği üzerinden bir gerilim oluşturmaya çalışmakla birlikte Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti içindeki işbirlikçi hainleri kullanarak da Kıbrıs’daki iktidarın değişmesini sağlamaya ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti içinde Türkiye karşıtlığını yükseltmeye çalışmaktadır. GENEL AMAÇLARI ; Türkiye’yi zayıf düşürmek, Kıbrıs’ın tamamını ele geçirmek, Türkiye’deki iktidarı değiştirmek, bu değişim üzerinden Mavi vatanımızın Yunanistan’a peşkeş çekilmesini sağlamak, Türkiye’deki değişen iktidar üzerinden Türk Cumhuriyetleri’nin iktidarına sirayet etmek, Türk Devletler Teşkilatı içine fitne unsurları sokmak, Büyük İsrail projesinin önündeki engelleri kaldırmak, Türkiye’yi iç karışıklıklar ile oyalayarak sindirmek ve İsrail’in bölge hakimiyetini ve güvenliğini tesis etmektir...
Çin, Abd’nin kendisiyle karşı karşıya gelmek istemediğinin ve fakat bunu Japonya- Güney Kore- Hindistan – Avustralya gibi devletleri kendisiyle karşı karşıya getirmek ve bir çatışmaya çekmek istediğinin ve bu arada dünya ticaretinin önemli güzergahlarını Rusya ile birlikte kontrol altına almayı hedeflediğinin ve Türkiye ile de bir yakınlaşma sağlayarak bu etkiyi Moğolistan’dan Afrika içlerine değin yaymak istediğinin farkına varmış bulunmaktadır. Bu nedenle Japonya- Güney Kore- Avustralya ve Hindistan gibi ülkelere güvence verme stratejisi ile hareket etmeye başladığı gibi Türkiye’nin etkisini de Avrupa Birliği’ni kullanarak ortadan kaldırma hedefine yönelmiştir. Oysa Çin, köprünün ayağından çok sular aktığının ; Türkiye’nin Avrupa Birliği kapısında bekleyen değil, Avrupa Birliği’nin kendisine muhtaç olduğu bir ülke konumuna geldiğinin farkında bile değildir. Bu sürecin sonuna ulaştığımızda, komünist Çin rejiminin çökeceğini, Çin’in parçalanacağını ve kadim Türk yurtlarının bağımsızlığa kavuşacağını da hep birlikte göreceğiz…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bekasını ilgilendiren yaşamsal meselelerle ilgili olarak büyük bir çaba sarfederken ; içimizdeki hainler ve gafiller takımından olan zillet güruhu ; ülkemizdeki tüm büyük projelere, madencilik faaliyetine ve özellikle doğalgaz- petrol ve altın aranmasına, nükleer santral kurulması çalışmalarına, baraj yatırımlarına, savunma sanayi yatırımlarına karşı çıkıp kulp takmakta ; ülkeyi soyup soğana çevirenlere, hizmeti değil zilleti yaşatanlara alkış tutmakta, üç kuruş çıkarı için vatanı satan politikalara alkış tutmakta, Kıbrıs halkının canını- malını ve namusunu kurtaran Türk askerine defol diyebilmekte, Türk ordusunu işgalci addedebilmekte, İngiltere- ABD gibi devletlerin mandasından medet umabilmekte, Laiklik // batıcılık gibi söylemlerin arkasına gizlenerek İslam düşmanlığı ile vatana ihanet bileşkesini Erdoğan karşıtlığı ile birleştirebilmekte, dünyadan habersiz bir meta gibi olsalar da varlık aleminde caka satabilmektedir.
İşte bu iç ve dış koşullar altında dengeleri bozacak önemli değişiklikler olarak ; Suriye –İran ve Kıbrıs’ta yaşanabilecek olayları gösterebilmenin mümkün olduğunu da belirtmek isterim. İsrail, sırf kendi hegemonyasını tesis edebilmek ve Amerika Birleşik Devletleri’ni elinde tutabilmek için Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri’nin ilişkisinin gelişmesine izin vermemeyi hedefleyecek gibi durmaktadır ve bu bağlamda ya Suriye içinde önemli bir kaosa sebebiyet verecek ya Amerika Birleşik Devletleri’nin İran’a saldırmasını sağlayarak, İran’da yerleşik Türk nüfus nedeniyle Türkiye’nin de içine çekileceği bir provokasyon geliştirecek ya da Kıbrıs//Doğu Akdeniz//Münhasır Ekonomik Bölge anlaşmazlığı üzerinden bir Türk- Yunan savaşına sebebiyet verebilecektir diyebiliriz.
Ancak kaderin hükmünü elinde tutan Aziz ve Muktedir olan Yüce Allah’ın takdiri ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin büyük çabası, bu mücadeleden galibiyetle ayrılmamızı sağlayacaktır.
Hedef belirli, yol ortada, sonuç da kesindir… Geride kalanlar, hedeften şaşanlar ve yoldan çıkanlar ; bu kutlu mücadeleden nasip alamayıp, zillete ve azaba düçar olanlar olacaktır…
ULU BİR KURT ulumakta , yaklaşan bir varlık yokluk mücadelesine çağırmaktadır… Boş işlerle uğraşmanın, üçbeş zibidinin peşine takılmanın, ekonomik sıkıntılardan dem vurarak yoldan çıkmanın, ahlaksızlığın dibine vurarak sapıtmanın, gaflet ve dalalet içinde yaşamanın, avam söylemlerin ardına takılmanın, binbir bahane ile kahpelik yapmanın ve çıkar uğruna vatan hainliğine soyunmanın zamanı değildir… Bize lazım olan şeyler ; SİLAH- STRATEJİ , millete ve orduya hükmeden bir liderdir…
19.04.2025 // 13.19
SEDAT ÇETİNKAYA
.YAKLAŞAN ÇATIŞMALARIN SİYASİ STRATEJİSİ VE KÜRESEL SİYASETİN TÜRKİYE ODAĞINDA GELİŞİM YÖNÜ…
Amerika Birleşik Devletleri’nin küreselci paganların hakimiyetinden, Amerika merkezli bir bakış açısına sahip ; siyonist //ırkçı //hristiyan beyazların hakimiyetine geçmesi, geride bıraktığımız yüzyıllık dönem içinde Amerika Birleşik Devletleri hegemonyasında şekillenen yapıyı dağıtmaya ve Amerika Birleşik Devletleri’ni büyük ölçüde içine kapanma süreci içine çekmeye başlamış bulunmaktadır. Ancak bu durumun TEK İSTİSNASININ ; İsrail’in varlığı- korunması ve geleceği ile ilgili olarak mevcudiyetini sürdürmeye devam ettiğini ifade edebilmek de mümkün bulunmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri, ekonomisini korumak adına eski müttefiklerine sırtını dönecek yaklaşımlar ortaya koyarak ; Avrupa ülkeleri – Japonya - Güney Kore – Avustralya – Hindistan gibi müttefiklerinin farklı askeri ve ekonomik arayışlara girmesinin önünü açmakta ve bu bağlamda oluşan konjonktür de bir daha geri dönülebilmesi mümkün olmayacak şekilde bölgesel güçlerin ortaya çıkmasını tetikleyerek, içine Rusya – Çin- Türkiye- Almanya- İngiltere- Fransa – İtalya- İspanya – İran- Azerbaycan- Suudi Arabistan- Mısır – İsrail – Endonezya- Filipinler- Vietnam- Pakistan (+) gibi ülkelerin katılımını da öngören bir gerilim sürecini ön plana çıkarmaktadır.
Yine Amerika Birleşik Devletleri’nin dünya üzerindeki askeri güçlerini Amerika kıtasına çekme yönünde ortaya koyduğu strateji de bölgesel güçlerin varlık kazanmasını hızlandırırken, Amerika Birleşik Devletleri’nin Dolar’a bağlı olarak dizayn etmiş olduğu hakimiyeti de zayıflatmaktadır. Bu noktada oluşan boşluğun ; boşluğun oluşma hızıyla orantılı olarak doldurulamaması ancak bazı güç merkezlerinin diğerlerine nazaran gelişen duruma daha hazırlıklı olması ya da zamanlama //ekonomik güç//enerji-hammadde imkanı// savaşma kapasitesi// silah üretim gücü gibi başka bazı avantajlara sahip olması nedeniyle çeşitli ani çatışma riskleri oluşturduğunu da önemle belirtmek isterim.
RUSYA ; Avrupa’nın kendini savunamayacak düzeyde güçsüz olduğunu görmekte ancak Amerika Birleşik Devletleri’nin Avrupa’ya yönelik olarak geliştirdiği sırt çevirme durumunun derinleşmesini daha yüksek veri düzeyinde test etmek ve Türkiye ile Avrupa ilişkilerinin gelişim yönünü de görmek istemektedir.
AVRUPA ise içinde bulunduğu noktadan sonra Amerika Birleşik Devletleri’ne güvenemeyeceğini görmüş olduğundan, Rusya’nın oluşturduğu tehditten mütevellit büyük bir panik içinde kendi birlik ordusunu kurmayı düşünmekte ancak bunun için büyük bir formalite yığınını aşmak, siyasi sorunları göğüslemek, silah sanayi üretimini arttırmak, asker olacak insan bulmak dışında asgari 30 yıllık bir sürece ihtiyacı olduğunu da bilmektedir. Elbette bu arada Avrupa Birliği, ırkçı ve hristiyanlığı esas teolojik yapısı nedeniyle Türkiye’nin koruma desteğine ihtiyacı olduğunu göstermemeyi tercih edecek şekilde hareket etmeyi ancak Türkiye’yi yanında tutmayı esas alacak bir denge politikası geliştirmeyi de temel strateji olarak benimsemektedir. Daha net bir şekilde ifade edecek olursam Avrupa Birliği ; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, Amerika Birleşik Devletleri müttefikliğine ya da Rus yakınlaşmasına bırakmak istememekte ancak kendi içinde bulunmasını da arzu etmemekte ve fakat bir nevi müttefiklik ilişkisi dahilinde kendisiyle bağlantılı bir pozisyonda bulunmasını hedeflemektedir. Ancak bu yaklaşım biçimi, zayıf Avrupa Birliği devletlerini daha da zayıf düşürecek ve dünya siyaset ve ekonomi sahnesinden silinip gitmelerine neden olacaktır ve ABD’den kaçarak Avrupa’ya sığınacak küreselci paganların ekonomik gücünün, bu çöküşü durdurabilmek için yeterli olmayacağını da görmek gerekmektedir. Bu noktada Avrupa’da yükselen ırkçılığın, İslam düşmanlığı’nın ve yaşlı nüfusun, çöküş sürecine ekstra bir katkı sunacağını söyleyebilmek de mümkündür.
RUSYA ise Avrupa’nın büyük bir askeri yetersizlik içinde bulunmasından ve enerji açığı ile karşı karşıya olmasından haz duymakta ve bu bağlamda Ukrayna savaşı üzerinden yakaladığı baskıyı büyüterek ; gücünü, etkisini ve birliğini perçinlemeyi esas almaktadır. Bu noktada Rusya ; Türkiye’nin, Amerika ve Avrupa ile yakınlaşmasının da önüne geçecek şekilde hareket etmeyi hedeflemekte ve Türkiye ile karşı karşıya gelecek bir siyasi//askeri konum içinde bulunmaktan da uzak durmaktadır. Rusya ; Türkiye ile karşı karşıya geldiğinde, batının bu durumu kullanacağını ve Rusya’nın parçalanması noktasında açılan büyük bir yara ile oynama imkanına sahip olacağını çok iyi bilmekte ve bu nedenle Türk Devletler Birliği ile ilgili gelişmelere yönelik olarak açık bir karşıtlık politikası içine girmek için cesaret de bulamamaktadır. Zira Rusya ; odak noktası olarak Avrupa’yı terk ederek, Türk dünyasına yönelik politikaları ön plana çıkardığında, Avrupa’nın ; Türkiye – Türk Dünyası , Rusya içindeki müslümanlar ve özerk Türk Cumhuriyetleri üzerinden , Rusya’nın dağılmasını hedef alan bir politik sürecin üzerine oynayacağının farkındadır. Bu arada Rusya, Amerika Birleşik Devletleri’nin içinde bulunduğu geri çekilme durumunu da çok iyi okumakta ve bu durumdan faydalanacak şekilde kendisini konumlandırmayı da hedeflemektedir. Rusya özellikle Çin ile Amerika Birleşik Devletleri – Japonya – Hindistan gibi ülkeler arasındaki ilişkilerin gelişim yönünü görmeyi ve bunların askeri//ekonomik anlamda çatışma içine girmesini arzu etmekte ve bu süreç üzerinden, dünyanın en büyük küresel güç merkezi konumuna yükselmeyi planlamaktadır. Ve Rusya bunu yaparken, Amerika Birleşik Devletleri’nin Çin’i tek başına bırakma politikasını çok iyi kullanmakta ve Amerika’ya yakın durarak, tek başına kalan Çin’e karşı Amerika Birleşik Devletlerini saldırganca davranmaya teşvik etmekte, bu stratejinin bir sonucu olarak Çin üzerinde de “seni tek başına bırakırsam ABD karşısında zor durumda kalırsın ve bu nedenle benim istediğim şekilde hareket etmelisin” şeklinde tanımlanabilecek bir baskı unsuru oluşturmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri’nin ekonomik- askeri ve siyasi olarak güç kaybetmesinden ve müttefikleriyle ilişkilerinin zayıflamasından faydalanmak isteyen ÇİN ise ; kuşak- yol hedefini gerçekleştirmek, Dolar’ın küresel rezerv para olmasını ortadan kaldırmak ve nüfus gücünün de etkisiyle dünyanın en büyük güç merkezi olarak varlık kazanmak isterken, ABD’ye meydan okumak için büyük askeri yatırımlar yapmayı geleneksel Çin devlet yaklaşımı dahilinde sinsice ve ısrarla sürdürmektedir. Ancak bu süreçte ABD kışkırtması nedeniyle Hindistan- Japonya gibi ülkelerle karşı karşıya gelmekten, olası bir ABD savaşında tek başına bırakılma riskiyle yüzleşmekten ve bu bağlamda tüm kazanımlarını kaybederek dağılma sürecine girmekten de korkmaktadır. Lakin ABD’nin kendisine karşı uzun soluklu savaş yürütemeyeceği bir zamanın gelmesini planlı olarak beklemekte ve adeta fırsat kollamaktadır. Çin de tıpkı Türkiye gibi askeri açıdan yüksek bir hazırlığı hızlı bir şekilde yetiştirmeye çalışmaktadır. Büyük ihtimalle ABD, geri çekilme politikasının devamı olarak, Çin ile kazanamayacağı bir savaşa girmeyecek ancak bölgesel güçlerle Çin arasında gerilimlerin ortaya çıkmasını sağlayarak, Çin’i ; Japonya – Güney Kore- Hindistan ( + ) gibi güçlerle karşı karşıya bırakma yolunu seçecektir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ise ; karşılaştığı ekonomik ve siyasi saldırılara rağmen, yükselen bir ivme ile büyümesini devam ettirirken, kısa bir süre içinde askeri açıdan da sıçrama yaparak bir süper güç halini alacaktır.
Türkiye bir süre daha ABD müttefikliği- Avrupa Birliği- Avrupa Ordusu’na destek verme -Nato üyeliği gibi kavramlarla batıya karşı bir oyalama, Rusya’ya karşı da denge politikası yürüttükten sonra Avrupa – Ortadoğu- Kafkaslar- Türkistan – Afrika ve Güneydoğu Asya’yı etkisi altına alan ; Türk Devletleri Teşkilatı ile birlikte küresel bir güç merkezi olarak yükselen ; Rusya’yı siyasi -askeri ve ekonomik olarak sınırlayan, Çin’in kuşak- yol projesini hükmettiği coğrafya itibariyle kontrol altında tutarak kendisine mahkum eden ; İsrail’i her yönüyle tehdit edebilecek hatta yok edebilecek bir kapasiteye ulaşmış olan, Amerika Birleşik Devletleri’nin büyümesini ve güçlenmesini engelleyemediği bir ülke haline gelecektir.
Geride kalan hergün etkisini genişleten ve yükselten Türkiye, İsrail'i adım adım hedefine doğru yaklaştırırken, İsrail kendisi için oluşan tehlikeyi farkederek can havliyle etrafına saldırmakta, Hazar Türklüğü'nün bakiyesi Azerbaycan ile oluşan ilişkilerini kullanarak Türkiye'yi yumuşatmak istemekte ve Türkiye'nin dikkatini başka bir yöne çekmek için kadim dostu İran'ı feda etmeye ve parçalanma sürecine sokmaya da hazırlanmaktadır. Suriye hakimiyet stratejisini kaybeden ABD'nin , Türkiye'ye karşı ihtiyatlı bir denge politikası uygulamasının gerçek nedeni, İsrail ile Türkiye'nin karşı karşıya gelmesini engellemektir ki buradan büyük bir savaşın çıkma ihtimalinin %100 olduğunu söyleyebilmek de olanaklıdır ki şahsi kanaatim, Türkiye'nin daha büyük bir sorunu olmadığı ve ülkemizde işbirlikçi bir yönetim başa gelmediği müddetçe bu savaşın önlenemez olduğu yönündedir...
Tarihin nice varlık yokluk mücadelesinden şan ve şerefle çıkarak, varlığını günümüze değin sürdürmüş ve İslam diniyle müşerref olarak Allah'ın yeryüzündeki kılıcı vasfını kazanmış olan asil Türk milleti, karşılaştığı bu mücadeleden başarıyla çıkmasını da bilecektir...
Tek eksiğimiz ; yerel ve küresel gerçekleri görmekten uzak ; mankurt zihniyetiyle, İslam düşmanlığıyla ve Erdoğan karşıtlığıyla yaşama bakan, vatan hainliğine ve işbirlikçiliğe daima hazır, emperyalizmin ve siyonizmin hizmetine amede olmuş bir güruhun varlığıdır… ONLAR ; papaza imam diyebilecek kadar beyin fukarası bir güruhtur ki onlara hizmet, refah , milli güvenlik, dev projeler, büyük Türkiye , artan ihracat gibi hususlar hiçbir anlam da ifade etmemektedir. ONLAR ; ne kadar güzel ve gerçek olursa olsun İslam düşmanı, ne kadar iyi olursa olsun hizmet muhalifi , alkolik, sapkınlık sevici, ahlak karşıtı, batı aşığı, milli bir değeri bulunmayan, sözde milli müdafaacı, lafta demokrat, hayali insan hakları savunucusu, ülkeyi batılı güç merkezlerine peşkeş çekmeye, devrimci yandaşlarına parçalatmaya hazır, bu ülke için tek bir çivi dahi çakmadığı halde ağız dolusu eleştiri yapmaya nazır, lafla peynir gemisi yürütmeye çalışan, soyguncu ve en önemlisi de tam anlamıyla cahil bir zihniyetin zillete bulanmış temsilcileridir...
İşte biz de bu ruhsuz sürüyü yok sayarak ; din-i mübin-i İslam’ı kılavuz , kadim Türk varlığını kalkan kılarak kutlu hedefimize doğru sarsılmaz bir iman, bilinç ve kararlılıkla yürüyecek ve ebediyete nakşonulanacak bir galibiyetin mümessilleri olarak yükselmeyi başaracağız…
03.04.2025 / 15.03
SEDAT ÇETİNKAYA
.ŞEYTAN’I KENDİ SİLAHIYLA YENMEK…
İçinde bulunduğumuz ve dünya sathında büyük bir stratejik ve politik kırılmanın hazırlık aşamasının teşekkül ettiği bir süreçte, bizleri yeniden buluşturan yüce Allah’a sonsuz bir hamd ile yönelirken, tüm dostlarımın ve müslüman kardeşlerimin RAMAZAN BAYRAMI'nı gönülden kutladığımı da öncelikle ifade etmek isterim...
İçinde bulunduğumuz süreçte her zaman dış politikadan hareketle iç politik gelişmelere yönelik bir bakış atarken ; bu sefer, iç politikadan ve yaşam gerçeklerimizden hareketle bir değerlendirmede bulunacağımı da belirtmek isterim.
İçinden geçtiğimiz döneme sorgulayıcı ve eleştirel bir zihni tutumla baktığımızda, İNSANLARIN ÖNEMLİ BİR BÖLÜMÜNÜN ; akıldan, bilgiden, idrakten, muhakemeden, değerlendirme gücünden uzak ve adeta sarhoş gibi hareket eden varlıklar haline geldiğini ; anlamsız bir boşlukta, sürüngen gibi , ahlaksızca, ilkesizce, etrafına hakaret ederek, hayvandan aşağı vahşi bir mahluk gibi , saldırganca ve saygısızca bir yaşam sürdüklerini görmekte ve izlemekteyiz. Bu gerçeklik karşısında, insanlığın geçmişinde yaşıyor olsaydık, ilahi bir takdirle ve tarifi imkansız bir azapla yok edileceğimizi söyleyebilmek de mümkün bulunmaktadır.
MÜSLÜMANLAR ; uyurken, gaflete dalmış bir halde kendisini zulme açık hale getirecek siyasi yaklaşımların kuyruğuna takılırken, dış mihrakların dümen suyunda ülke siyasetine yön vermeye çalışan algı merkezlerinin davulunu çalarken, paradan-olanaktan- çıkardan-makam ve mevkiden ve dünyevi hazlardan başka bir gerçeği bulunmaz halde yaşam sürerken ; yedi düvele hükmeden Devlet-i Aliyye’mizin yıkılmasına sebep olan alçakların, vatan hainlerinin genetik devamı mahiyetinde olan köçekler takımının temsilcileri ; ülkede ne kadar zübük- dönme- İslam düşmanı, Türk düşmanı, siyonist, vatan haini , terörist, hırsız, dolandırıcı, fırıldak, işbilmez varsa onların fütursuzca ve ahlaksızca savunuculuğuna soyunmuş olduklarını ve bunların ellerine olanak geçse Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni paramparça etmekte hiçbir beis görmeyeceklerini, vatanımızı tıpkı yakın geçmişte Abdülhamed Han’ı tahtan indirdikten sonraki dönemde olduğu gibi yabancı güçlerin işgaline açacaklarını ve bizlerin ailelerimizle birlikte eziyet ve işkenceler altında gerçekleşecek ölümünü zevkle izleyecekleri , bunu yaparken de tüm kutsallarımızı ayaklar altına alacaklarını bir türlü algılayamıyoruz.
Bu devletin , müslüman Türk milletinin ve İslam ümmetinin makus talihini değiştirmek için büyük bir yol açan ve ülkemizi her zaman söylediğim gibi "küresel etkiye sahip bölgesel bir güç" haline getiren Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’ı eleştirmek için sıraya girmiş olan bu zillet takımına sempati beslemek düzeyinde de olsa tavır geliştiren birinin ; bu devletin gerçek bir vatandaşı olabilmesi, Türk milletinin devamını teşkil eden bir insan olarak tanımlanabilmesi ve bence müslüman kalabilmesi de mümkün değildir. Devletimizin bekası ve milletimizin varlığı için farklı zeminlerden hareketle politika üretmek başka bir şey, kendi şahsi çıkarları –düşünceleri- dünya görüşü ve intikam hisleriyle küresel güçlerin çıkarlarını birleştirerek politika üretmek ve bunu yaparken de dinsiz//ateist//İslam düşmanı fikirlerini beş para etmez bir laiklik kavramının altına saklamak ; bölücü – Türk düşmanı- siyonist sevici yönünü milliyetçilik kavramı ile gölgelemek ; bilumum terörist ve beşinci kol faaliyeti mahiyetindeki yaklaşımlarına da insan hakları – hukuk – adalet gibi kavramları maşa yapmak başka bir şeydir. Yaşadığımız şey, küresel güçlerin içimize ektiği ayrık otlarının meydana getirdiği bozulmanın sosyal yansımaları ile bu ayrık otları temizlenirken, çıkarılan sesten başka bir şey değildir. BİZLER ; güçlü, birlik içinde ve karşılaşacağımız zulmün farkına vararak hedefine kitlenmiş bir şekilde hareket edersek ; büyük bir ufka, kutlu bir geleceğe ve güzel günlere doğru yürüyebilme olanağına sahip olacağımızı, bu yolda çekeceğimiz sıkıntıların şeref nişanelerimiz olacağını ve yaşamımızın sadece bu dünyadan ibaret olmadığını asla unutmamalıyız.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ'nin ; İsrail’in güvenliği ve vaat edilmiş topraklar hedefi için Suriye ve Irak sathında mutlak bir egemenlik kurmasını istemeyen küreselci paganlar, Amerika Birleşik Devletleri nezdinde beyaz ırkçı – Hristiyan- Katolik ve Evangelistlerin bileşkesinden yemiş oldukları darbe nedeniyle dünya sathında iktidarlarını kaybetmeye başlamış olsalar da halen varlıklarını korumayı sürdürmektedir ancak bunların etkileri , devletlerin ortaya koyduğu destekten bağımsız olarak iç siyasetimizi dizayn etmek için yeterli gücü üretebilmekten de uzak bulunmaktadır. Elbette bu noktada Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin adım adım sahaya sürdüğü BOZUCU ETKİNİN oluşturduğu siyasi ve stratejik kırılmaların da dikkate alınması gereğinin bulunduğunu söyleyebilmek de mümkündür. Zaten hukümetle hiçbir ilgisi bulunmayan adli bir olay karşısında, sınır tanımaz bir yaklaşım ve üslupla devlete karşı tavır alarak, işi sokak hareketlerine çekmeye kadar uzanan düzeyde KARŞIT TEPKİ GELİŞTİRMENİN ANLAMI ; güç artık bende değil ama sana da bu gücü kolay kolay vermem, bunun bir bedeli olacak demekten başka bir şey değildir ki devletimiz de bu devlete yön veren güçler de bunun temelsiz bir blöften ibaret olduğunu görmektedir. İşte görüldüğü şekliyle ortaya koyabilecekleri etki de üçbeş çapulcunun, zibidinin, marjinal örgüt militanının yapabildiklerinden ibarettir ve bunların bu süreç sonrasında karşılaşacakları akıbet de kendileri için çok iyi olmayacaktır.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ ; dünyanın tüm küresel güç merkezleri istemese de İsrail aleyhine olan her politikayı sahaya sürecek, 1.Dünya Savaşı'nın açık bir intikamını alacak, İran’ı ve siyonizmin güdümünde yeşeren İslam dışı Şia rejimini yıkacak, Abdülhamid Han’ı deviren zihniyeti tarihin tozlu sayfalarına gömecek, Türk Birliği’ni büyük bir dünya gücü olarak tarihin en büyük sahnesine çıkaracak, dünya silah ticaretini kontrol eder hale gelecek, büyük bir ekonomik güç merkezi olarak yükselecek, güç kaybetmekte olan batıyı bir süre daha Avrupa Birliği katılım arzusu – Nato üyeliği – müttefiklik - Avrupa Ordusu’na destek gibi kavramlarla uyuttuktan sonra batının yerine cihana hükmedecek ve yön verecek bir birlik ve medeniyet inşa edecektir…
Küresel güç merkezlerinin tamamı ve insanlık da yukarıda belirttiğim gerçeği görmekte ve fakat şartlar tam anlamıyla uygun olmadığı için kimse tam anlamıyla harekete geçememektedir. Biz de ; bunu görüyor, inanıyor ve hedef vasfını taşıyan bu gerçeklik doğrultusunda gerekli çalışmaları da yürütüyoruz. Bu bağlamda en önemli handikapımız ise insan kalitemizdir ve bu kalite, hem iktidarın yanlış ellere geçmesi hem de tüm safiyane niyetimize rağmen yönetim zafiyetlerinin ortaya çıkması noktasında en önemli riski teşkil etmektedir. Zira tüm siyasi gerçeklere, yaşananlara, ayan beyan ortada olan durum ve ilişkilere rağmen, ülkemizde yapılan seçimlerde son yıllarda yaşanan neticeler, bu riski açıkça ortaya koymaktadır. Bu durum karşısında önemli olan şey, bu riskin iyi yönetilebilmesi için insan faktörüne etki eden algıyı iyi yönetebilmek ve muhalif cephe tarafından oluşturulmaya çalışan algıyı da bozmak olarak karşımıza çıkmaktadır. Herkes önce kendi bilincini, iradesini ve hedefini kontrol etmeli ; sağlam olduğuna kanaat getirdikten sonra da korkmadan çevresine etki etmeye başlamalıdır. Bu noktada iktidarı bir faydalanma mercii olarak görmekten ; iktidar bana şunu az verdi , benim şu isteğimi yapmadı, beni dinlemedi, dışladı vb. şeklindeki bahanelerin ardına sığınmaktan vazgeçerek ; teröristler, dönmeler ve zillet takımı kadar irade ve hedef sahibi olmayı başarmalı, onları dinlememeli, bilakis onlara kendimizi dinletmeliyiz.
Şeytan’ı kendi silahıyla vurmalı ancak Şeytan’ın haberinin olmadığı bir silahı yani turpun ( turpların) büyüğünü yeri geldiğinde kullanmayı da ihmal etmemeliyiz…
Ramazan Bayramı’nız mübarek olsun...
29/03/2025- 16.36
SEDAT ÇETİNKAYA
.DÜNYANIN VE TÜRKİYE’NİN GERÇEKLERİ…
Dünyanın , Amerika Birleşik Devletleri üzerinden okunan jeopolitik çerçevesinde ve tek merkezli olarak yönetilmesi sürecinde büyük bir etkinlik icra eden küreselci paganlar, bu durumu ; Çin - ABD ekseninde gelişen yeni bir boyuta taşımak ve sonrasında tek dünya devleti düzenine geçişi sağlamak ve insanlığı seçkinlerin kölesi haline getirip, Allah inancından uzaklaştırıp, sapkın bir toplum haline getirmek için büyük bir çaba sarfetmişlerdir.
İşte bu çabanın bir gereği olarak, önce Çin’e büyük yatırımlar yapmışlar, İpek yolu projesini geliştirmişler, Amerika Birleşik Devletleri’nin küresel gücünün zayıflamasına neden olacak adımları atmışlar ve yine bu durumla eşgüdümlü olacak şekilde dünya sağlık örgütü çalışmaları, yeşil enerji, karbon ayak izi, gıdaların genetik yapılarının kasıtlı olarak bozulması, hayvan nesillerinin yok edilmesi, LGBT propagandası ve teşviki, nüfus planlaması, kadın hakları, sivil toplum, insan yaşamının çok yönlü kontrol altına alınması, ailenin yokedilmesi ve kendi güdümlerinde şekillenen sosyal medya gibi konu ve uygulamaların ardına sığınarak, arzuladıkları dünyayı geliştirmek istemişlerdir.
Elbette bu yönde büyük bir proje yürütenlerin en büyük düşmanları da milliyetçi- muhafazakar olarak tanımlanabilecek bir çerçevede yaşamlarını yürütmek isteyen devletler ve kişiler olarak kendiliğinden varlık kazanmış bulunmaktadır.
Ve bu noktada kölelik düzenine ve bu düzenin oluşmasına yönelik stratejiye, bozma- geciktirme veya zarar verme cihetinde potansiyel barındıran devletler ve kişiler de tüm dünyayı saran bir mücadele ağı, yerel işbirlikçiler ve paranın gücü sayesinde hedefe konulmuştur.
Ancak küreselci paganlara karşı ABD içinde gelişen ABD merkezli politika yürütmek isteyen ırkçı, siyonist küreselciler ile küreselci paganlar arasında çıkan güç çatışması ve Çin derin devletinin küreselci paganları diskalifiye etme yönünde ortaya koyduğu klasik Çin entrikaları, Türkiye ve Rusya ekseninde gelişen bölgesel dirençler, küreselci paganların belki 50 yıldır uğraştıkları planların bozulmasına neden olmuş bulunmaktadır.
Bu durumun farkında olan küreselci paganlar, Çin’i kontrol altına alacak ve kendilerine tabi olmaya zorlayacak Covid 19 suçlaması başta olmak üzere çeşitli baskı unsurlarını devreye alırken, Rusya ve Türkiye’de oluşan direnci yıkmak için de özel çalışmalar ortaya koymuşlardır. Bu bağlamda Rusya – Ukrayna savaşı çıkarılmış ve Türkiye’deki yönetimin değiştirilmesi temelinde onlarca etki unsuru da devreye sokulmuş bulunulmaktadır.
İşte bu büyük resmin ve önermenin bir sonucu olarak Sayın Erdoğan’ı mücadele dışına itmeyi hedefleyen şekilde ortaya konan ;
• Başkanlık sistemine geçişe karşı çıkılması,
• Gezi parkı ayaklanması,
• İçimizden ve dışarıdan olmak üzere Dolar üzerinden yapılan operasyonlar,
• Türk silah sanayisi aleyhine üretilen olumsuz propaganda faaliyetleri,
• Türkiye’ye yönelik olarak oluşturulan ve önemli bir bölümü askeri içeriğe sahip gizli ve açık ambargolar,
• Türkiye’de maden , petrol ve doğalgaz çıkarılması faaliyetlerine yönelik bozucu ve yıkıcı mahiyeti haiz algı operasyonları,
• Türkiye’de yol, liman, köprü, baraj, nükleer santral, Hes, sanayi tesisi, havalimanı gibi yapıların inşa edilmesine yönelik olarak kasıtlı biçimde oluşturulan söylemler,
• Kadın ve hayvanlar üzerinden geliştirilecek yıkıcı politikalara zemin hazırlanabilmesi için medya üzerinden gerçekleştirilen algı operasyonları,
• Türkiye’ye gelecek yabancı yatırımları engellemek için geliştirilen yabancı düşmanlığı söylemleri ile Türkiye’de can ve mal güvenliğinin bulunmadığı imajını doğuracak beyanlar,
• Darbe girişimleri,
• Bürokratik direnç,
• Terör faaliyetleri,
• İç barışı sağlamaya yönelik faaliyetlerin karşısında oluşturulan bozucu mahiyetteki yaklaşımlar,
• Her meseleyi , hükümet aleyhine kullanmayı hedefleyen beşinci kol faaliyetleri,
• Sanat ve medya üzerinden geliştirilen olumsuz propaganda ve trol ağı,
• Türkiye’nin yurtdışı askeri girişimlerini ve siyasi stratejisini baltalamak için ortaya konan ve içimizde gedik olduğu izlenimini vermeyi hedefleyen strateji,
• Büyük bölümü, milli güvenlik sorunu haline dönüştürülmüş zaman zaman birleşme eğilimi içine sokulan siyasi muhalefet,
• Ve oluşturulan ekonomik olumsuzluklardan mütevellit hoşnutsuzluğun kullanılması suretiyle hükümeti yıkmaya yönelik siyasi faaliyetler bütünü DİKKATE ALINDIĞINDA, MESELEYİ DAHA İYİ İDRAK EDEBİLMEMİZ MÜMKÜN BULUNMAKTADIR.
Küreselci paganların istediği ; Türkiye’yi tek bir kurşun atmadan teslim alacakları, Türkiye’yi perişan edecek, Türkiye’nin parçalanmasını sağlayacak bir yönetimin, tıpkı Ukrayna örneğinde olduğu gibi iktidara gelmesini sağlamaktır. Ülkesini seven herkesin anlaması gereken husus işte tam da bu gerçekliktir. Bizim en büyük sorunumuz, farklı görüşte de olsa milli temelden yükselen bir muhalefetin bulunmaması ; muhalefetimizin mayasında laiklik ardına gizlenen bir İslam düşmanlığı ile bu düşmanlık zemininde yükselen bir batı hayranlığı ve teslimiyetçiliği ve üstü kapalı bir Siyonizm hizmetkarlığının bulunmasıdır…
Görmek istememiz durumunda İstanbul örneği bize verilen çok iyi ve acı bir delildir. Her yönüyle perişan olmuş bir İstanbul’dan ya da daha açık şekliyle bir üçüncü dünya şehri konumundaki İzmir’den ya da bunların yöneticilerinin durumundan örnek almayanların sonu, emin olunuz ki Ukrayna’dan bile kötü duruma düşmek olacaktır.
Bizler, küresel güç olmayı hedefleyerek ilerleyen bir Türkiye hayalini gerçekleştirmek için uğraşırken, büyük bir mücadelenin içinde olduğumuzu fark etmeyerek ya da bireysel çıkarların ve bir takım eleştirilerin peşine düşerek öncelikleri belirleyemeyen, taktik durumları stratejik önceliklerin üstüne koyan aymaz konumuna düşenlerin ayağımıza sıktığı kurşunların etki üretmesi durumunda, her biri altın değerindeki yılları kaybedeceğimiz ve sonucunda telafisi imkansız zararların ve durumların muhatabı konumunda kalacağımız gerçeği ; acilen , tereddütsüz biçimde idrak edilmeli ve hiçbir zaman da gözden kaçırılmamalıdır.
Şuan ABD nezdindeki yönetim ; siyonizmin hizmetindeki ırkçı beyaz para baronlarıdır ve ülkemizin bu yönetimle eninde sonunda karşı karşıya gelmesi de muhakkaktır. Türkiye, ABD yönetimi ile karşı karşıya geldiğinde, bize hançerini çekerek açıkça ya da sinsice yaklaşacak küresel güç vasfındaki ülke ise tarihi çizgisini devam ettirmesi ve üzerindeki sıkıntılardan kurtulması durumunda Rusya’dan başkası değildir. Bu bağlamda Türk Devletler Teşkilatı ile acil bir strateji oluşturmak, en önemli önceliklerimiz arasında yer almalıdır. Bu arada belirtmeliyim ki Türkiye , Suriye üzerinde bir operasyona giriştiğinde, İsrail ve ABD’nin İran’a yönelik bir operasyonu gündeme getireceğini ya da Zengezur koridorunun açılması yönündeki girişimlerimiz hız kazandığında, İran ile Azerbaycan arasında tetiklenecek bir sorun üzerinden, Türkiye’nin kayıtsız kalamayacağı bir savaşın ve İran içinde bağımsızlık hareketlerinin istemimiz ve öngördüğümüz zaman sürecinin dışında oluşturulmak isteneceği de açıktır.
Yine bu noktada Türkiye’nin, Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanması tasfiye edilmeden, Sdg çatısı altındaki silahlı yapıların doğrudan doğruya Suriye Milli Ordusu içine alınmasını mutlak surette önlemesi gereğinin bulunduğunu da büyük bir önemle ifade etmek isterim. Suriye yönetiminin, içinde bulunduğu zayıflık, baskılar ya da dönemsel çıkarlar nedeniyle böyle bir aptallık yapması durumunda, bir sonraki adımda Şam yönetiminin, ABD ve destekçileri tarafından Şam'ın işgal edilmesine hazırlanması gerektiğini de belirtmek isterim. Türkiye zaman kaybetmeden ve hiçbir gücün varlığını da önemsemeden, bu oyunu büyük ve karşı konulamaz bir askeri harekatla bozmalı, gücünü ; hem Irak hem de Suriye yönetimi üzerinde de hissettirerek İsrail’i tehdit pozisyonunu güçlendirmelidir.
Baskın, basanındır ve basmayını da basarlar demiş atalarımız…
22.02.2025 // 15.15
SEDAT ÇETİNKAYA
.BÜYÜK VE GÜÇLÜ TÜRKİYE’YE ULAŞMAK İÇİN UYGULAMAMIZ GEREKEN STRATEJİ…
Liberal yaklaşımlı bir piyasanın ve örgütlenmenin, maliyet - rekabet – yatırım - vergi geliri - istihdam gibi ekonomi içerikli etkiler açısından ve özellikle geleceğe yönelik olarak birçok avantajının olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Ancak günümüz dünyasının ortaya çıkardığı riskler dikkate alınarak yeni bir değerlendirme yapıldığında, bazı hususlarda liberal piyasa yaklaşımlarından ve örgütlenme biçimlerinden uzaklaşılması gerektiği gerçeği de sosyal devleti ortaya çıkaran bakış açısının da üzerinde teşekkül eden bir ihtiyaçla ve yeni bir silüetle varlık kazanmış bulunmaktadır. İşte bu yaklaşım biçimini kaybetmeden büyük ve güçlü bir Türkiye’ye ulaşmak, iktidarı muhafaza etmek ve dış şoklara karşı güçlü kalabilmek için ulaşılması gereken yeni bir altyapı olduğunu şimdiden görmek ve gereğini de yapmak gerekmektedir. Bu bağlamda ;
1. Devlet, ülkesindeki her vatandaşına en kısa zamanda ve hızlı ilerleyen bir program çerçevesinde konut sağlamayı başarmalıdır. Zira yaşamının başında konutu olan insanlar ; kendilerini güvenlik içinde hissedecek, erken yaşlarda aile kurmaya yönelerek nüfus artış hızını destekleyecek, kira ödeme gibi bir sorun yaşamadığı için elde ettiği gelirle daha iyi şartlarda yaşamını sürdürebilecek, sokakta kalmak gibi bir riski asla taşımayacak, kazancından birikim yapabilecek ve en önemlisi de zor koşullarda varlığını koruyabilmeyi başarabilecektir.
2. Yine devlet, temel gıda fiyatlarını, tarladan//ahırdan satış aşamasına kadar kontrol altına almalı ; bu hususta hiçbir suistimal ihtimaline yer bırakmayacak bir sistem kurarak, kişilerin hem sağlıklı hem de ucuz şekilde beslenmelerini garanti altına almalıdır. Aksi takdirde kriz oluşturan herhangi bir durumda, aç kalacak ya da yüksek fiyattan dolayı gıdaya ulaşma sorunu yaşayacak olan insanların tepkisinin oluşturacağı kontrolsüz durumlarla karşılaşılacağı ve bu hususun, beşinci kol faaliyetleriyle biraz da kaşınması durumunda, devletin yıkılmasına kadar ilerleyebilecek büyük sorunlara neden olabileceği asla unutulmamalıdır.
3. Devlet, her vatandaşını yaş sınırı ve prim ödeme gibi saçmalıklarla ve sigorta yapılanmalarıyla uğraştırmaksızın, doğumdan ölüme sağlık hizmetinden yararlanma hakkına tabi kılmalı, bunun için kamu ve özel tüm sağlık yatırımlarından faydalanmalı, vergi gelirlerinin bir kısmını bu konuya yönlendirmek suretiyle sağlık bütçesini oluşturmalı, ilaç üretimi ve patentlerini yerlileştirmeyi de başarmalıdır. Bilinmelidir ki vergi adaleti ve hakça bölüşüm sağlandığında, ülkemizin kaynakları herkese ve her işe yeter durumdadır.
4. Devlet , eğitimi aile ve topluma bırakarak, öğrenim sistemini özel durumlar ve dersler dışında tamamen dijital hale getirmeli, okul- kantin- servis, öğretmen istihdamı gibi geleneksel yönelimleri içeren kısır döngüden kurtularak, herkesin yaş önemli olmaksızın eşit şekilde yararlanabildiği, ölçme ve değerlendirmede adaletin esas olduğu bir öğrenim sistemine geçmeyi başarmalıdır. Bu noktada, yapay zekanın esas olacağı bir çağda , öğrenimde klasik yaklaşımı savunanların gösterdiği direnç aşılmalıdır.
5. İslam dini adına kamuya açıklama yapmak, cahil din tüccarlarının ve İslam dinini bozmak için içimize yerleştirilmiş bir kısım öğretim görevlisi zındıkların elinden alınmalı ve yetkin kişi ve makamların uhdesine bırakılmalıdır.
6. Ekonomi ; kağıt değişimi ve faiz üzerinden tanımlanan bir modelden, yatırım- üretim ve satış temelli bir model üzerine oturtulmalı, zorunlu bütçe denkliği üzerine kurulan bir kamu maliyesi modeline geçilmesi için gerekli olan tüm faaliyetler yüksek bir disiplin dahilinde icra edilmelidir.
7. Ekonomik rantı, maksimum faydayı, yüksek tasarrufu , en yüksek verimi , en büyük kazancı esas alan değil ; insanın mutluluğunu ve huzurunu esas alan bir yaşam modeline geçiş teşvik edilip hızla geliştirilmelidir.
8. Silah üretimine hız verilmeli, önümüzdeki sürecin büyük küresel çatışmaların ve bizzat merkezinde olacağımız büyük bir savaşın bizi beklediği unutulmadan, üstün bir akıl ve icraya yönelik etkin bir takiple süreç yönetilmelidir. Önemli bir askeri güce sahip olsak da karşımıza çıkacak birleşik ittifakı açık bir yenilgiye uğratmak için alacağımız önemli bir yol olduğunu ve bu yolu da en fazla 15 yıl içinde almamız gerektiği gerçeğini hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız.
9. Türkiye’mizin büyük bir hızla geliştiğini görenlerin içimizdeki işbirlikçi ve hainler tayfasını birgün mutlaka sahaya süreceklerini şimdiden görerek ön almayı ve vatan hainleri takımının sistematik düzenini bozmayı başarmalıyız. Artık herkes ; milli bir kimlik taşımayı öğrenmeli, yarın kendi varlığına saldıracak olan batının şakşakçılığını yapmaktan vazgeçmeli ; kendisinin, batının insanlık deneyinin mankurtlaşmış bir ürünü olduğunun idrakine erişmeli, Erdoğan düşmanlığı ve laiklik kisvesi altına yerleşmiş İslam düşmanlığı ile hareket etme zihniyetini terk etmeyi de mümkün kılmalıdır.
10. Türk Devletler Teşkilatı ile birliğimizin her alanda büyük bir hızla gelişmesi sağlanırken, stratejik planımız ; bütünleşmiş yüksek askeri ittifak seviyesine ulaştırılmalı , İslam dünyası ve insanlık üzerindeki yumuşak gücümüz de ziyadesiyle geliştirilmelidir. Bu noktada herşeyin para, çıkar ve ekonomik yardım olmadığı, inanç ve kültürel değerlerin paradan çok daha büyük güçler olduğu önemle hatırlanmalıdır.
11. Rusya’nın barışa ve huzura ereceği, Avrupa’nın korkudan kurtulacağı , ABD’nin etkinliğini sürdüreceği, Çin’in sınırsızca büyüyüp güçleneceği, İsrail’in varlığını koruyacağı bir düzenin bizim çıkarımıza olmadığı gerçeği üzerine bina edilecek bir uluslararası strateji her daim perspektifimizi belirlemeli ve Türkiye’yi yeni bir küresel güç merkezi kılacak adımları ısrarla takip etmek en büyük vazifemiz olmalıdır.
Kıymetli Dostlarım ! Önümüzdeki süreç ; İran’ın karışıp parçalanacağı, Türkiye’nin Suriye ve Irak’a bir daha çıkmamak üzere askeri olarak müdahale edeceği, Mısır’ın ve Suriye’nin bir bölümünün batılı güçlerin askeri müdahalelerine maruz kalacağı ; Türkiye ile batılı güçlerin bir bölümü arasında Irak- Suriye- Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Adalar Denizi ve Trakya bölgesini kapsayacak şekilde büyük çatışmaların yaşanacağı, Rusya’nın zayıflayıp dağılacağı ; ABD’nin iflas edip , Dolar’ın küresel rezerv para vasfını yitireceği , Türkiye’nin büyük bir küresel güç merkezi olarak yükseleceği ve İsrail’in, Türkiye tarafından fethedileceği bir dönemi işaret etmektedir. Herkes ama herkes, adımlarını bu gerçeği görerek atmalı ; oy verdiği , destek olduğu kişi- parti ve durumları çok iyi analiz etmeli, küresel yalanlara ve etki ajanlarının yönlendirmelerine inanmaktan vazgeçmeli ; dönemsel sorunları, bireylerin ortaya çıkardığı olumsuzlukları ve yaşanılan mücadelenin , oluşturulan direncin bir sonucu olarak varlık kazanan ekonomik sıkıntıları gündeminin baş köşesine oturtmayı bırakmalı, bu kutlu mücadeleye ve gerçek kurtuluş savaşına bir yerinden destek olmayı başarmalıdır…
Bu dünyada herkes ; inancı, hedefleri, mücadelesi ve geleceğe bıraktıkları ile vardır…
Bizler ; aptallıktan, avamlıktan, basiretsizlikten, idraksizlikten, bilgisizlikten, zayıflıktan ve edilgenlikten uzak durma mecburiyetinde olan insanlarız. Bizim, CHP ve avanesinin ; kokuşmuş, geri kalmış, zillete batmış, batı emperyalizmine-haçlı ittifakına köle olmuş zihniyetinden ve etrafına İzmir körfezini saran müsilaj gibi musallat olan , Covid 19 gibi bulaşan etkisinden uzak durmamız ve çevremizi de beri tutabilmemiz en büyük vazifemizdir…
Gün bizim, gelecek bizim, gelecek bittiğinde Aziz ve Muktedir olan Yüce Allah’ın lütfuyla özlenen Cennet de bizimdir…
14.02.2025 // 22.04
SEDAT CETİNKAYA
.GELECEK UFKU...
Bilindiği üzere Suriye sathında çok hızlı gelişen bir süreç çerçevesinde, tam anlamıyla Allah tanımaz bir zulüm rejimi olan Esed rejimi çökertilmiş bulunulmaktadır. Bu sürece Suriye sathında liderlik eden Heyet Tahrirüş Şam yapılanmasının, Türkiye dışında herhangi bir gücün ve istihbarat yapılanmasının güdümünde hareket etmediği de şahsi kanaatimce ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Bu arada içimizdeki işbirlikçi hainler takımı da ortaya binbir çeşit fitne ürünü fikir atmaya devam ettiği gibi Esed rejiminin arkasından adeta ağıtlar yakmakta ; İran, Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanması, ABD, İsrail ve bilumum Türkiye Cumhuriyeti düşmanlarıyla aynı safta ciyaklamaktan dolayı herhangi bir utanç duygusu yaşamaları da söz konusu olmamaktadır.
Pkk güdümündeki terör yapılanmaları ve yabancı etki ajanları ile işbirliği halinde Sayın Erdoğan’ı seçim dahil her zeminde devirmeye çalışanlar, devletimizin ; önümüzdeki süreçte yaşanması muhtemel bölgesel çatışmalara karşı geliştirdiği ön alma ve iç cepheyi kuvvetlendirme olarak tanımlanabilecek stratejisini, yaptıkları hainlikleri hatırlayıp utanmadan ve milletimiz aleyhine olmasını da umursamadan siyasi polemik malzemesi yapmakta bir beis görmemektedir.
Geride bıraktığımız Cumhurbaşkanlığı seçiminde Kemal Kılıçdaroğlu bu ülkede başkan seçilmiş olsaydı ;
1. Suriye’de Esed rejimi varlığını koruduğu gibi , Türkiye çoktan Suriye’den çekilmiş ve Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanması da bir devlet olarak ortaya çıkmış,
2. Suriye’de yeni bir göç dalgası meydana gelmiş ,
3. Türkiye’nin Irak coğrafyasında elde ettiği kazanımlar tamamen terkedilmiş,
4. İsrail’i- Ermenistan’ı ve mezhepsel temelde İran’ı destekleyen bir Türkiye yönetimi peydah olmuş,
5. Kıbrıs’ın, küresel güçlere peşkeş çekilmesi için gerekli adımlar atılmış,
6. Mavi vatan doktrininden vazgeçilerek, münhasır ekonomik bölgelerimiz, tıpkı Ege adalarının fütursuzca verilmesi gibi Yunanistan’a peşkeş çekilmiş,
7. IMF’den kredi kullanılmış ve bu kullanımın faturası da Sayın Erdoğan’a çıkarılmış,
8. Türkiye, tüm etki alanlarından geri hareketle ve Libya- Katar- Somali- Arnavutluk gibi ülkelerden uzaklaştırılarak kabuğuna çekilmiş,
9. Türk Devletler Teşkilatı ülkeleri küstürülmüş,
10. Azerbaycan ve İran Türklüğü yüzüstü bırakılmış,
11. Savunma sanayinde yaşanan tüm gelişmeler ve projeler kadük kalmış,
12. Daha yeni imalatına başlanan Milli Uçak gemisi- Milli Denizaltı- TF- 2000 Hava Savunma Muhribi projelerin adı bile ortadan kaldırılmış,
13. Baykar şirketi ; TB-3 SİHA’nın, Anadolu gemisine inip kalkması için izin bile alamamış,
14. Kısaca Türkiye , İstanbul – İzmir ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlıklarında olduğu gibi boş laf ve propaganda hariç olmak üzere hiçbir hizmet almaksızın zilleti yaşayan bir sürece ve iç çatışmaları tetikleyip destekleyen bir sosyolojik döneme girmiş ve küreselci paganların hizmetine amade kılınmış olurdu…
Oysa şuan Türkiye’miz, silah endüstrisinde atmış olduğu büyük adımlarla kendisini ve dostlarını hızla donatmaya devam ettiği gibi tüm açık yaralarını kapatarak ekonomik olarak büyümeye , siyasi – ekonomik- askeri ve sosyal açıdan bir çekim merkezi oluşturmaya , Türk Devletler Teşkilatı- İslam alemi ve Türkiye’yi sevenler grubuyla birlikte küresel bir güç merkezi olarak yükselmeye de devam etmektedir. Elbette ruhunu batıya satanlar ve inançsızlar takımı, bu gelişmeleri göremeyecek ve hatta tam aksini de iddia edebilecektir.
Ancak bilinmelidir ki Türkiye’nin yükselişi bir noktadan sonra daha büyük ve cesur adımlar atmamızı da mecbur kılacaktır ki bu mecburiyetin sonucunda atacağımız adımlar da küresel güçlerle askeri – siyasi ve ekonomik olarak karşı karşıya gelmemiz gibi doğal bir sonucun varlık kazanmasına neden olacaktır. İşte önemli olan husus, bu süreçte güçlü kalmamızı mümkün kılacak bir stratejiyi oluşturmak ve bu stratejinin uygulanmasını olanaklı kılacak hazırlığı da şimdiden yapmaktır.
Önümüzdeki süreçte İran- Irak – Suriye - Doğu Akdeniz – Kıbrıs ve Yunanistan cephesi bağlamında çok önemli sınavlar vereceğimiz gelişmeler bizi beklemektedir. Ancak ülke yönetimimizi ; günümüzün ittihatçılarına, Türkiye’nin Baas zihniyetine, avarel takımına, batı emperyalizminin ve siyonizmin uşaklarına ve işbirlikçi hainlere bırakmadığımız müddetçe, Türkiye’mizin bu sınavların hepsinden başarıyla çıkacağı hususunda hiçbir kuşkum bulunmamaktadır. Suriye- Lübnan- Irak himayemiz altına girecek, Kıbrıs’ın bağımsızlığı tanınacak, Yunanistan bir daha belini doğrultamayacağı büyük bir darbe yiyecek, Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanması askeri güç kullanılarak tamamen yok edilecek, ABD ve müttefikleri emsalsiz bir askeri yenilgiye uğratılacak, Türkiye’nin etki alanı ise cihanı kuşatır hale gelecektir…
Günümüzden 15 yıl kadar sonra dünyanın en büyük güçlerinin birlikte hareket etseler de yenilgiye uğratamayacakları bir siyasi- askeri ve ekonomik güce ulaşacağımızı yaşayan herkes görecektir. Bu süreçte iç barışımızı temin etmek, içimizdeki hainleri temizlemek ve birlik içinde hareket etmek esas olmalıdır. Kimse içinde bulunduğumuz savaşın ekonomik etkileri nedeniyle geçici ve kısa bir süre için yaşayacağımız sıkıntıları bahane ederek bu savaşta yerini terk etmemeli, safını değiştirmemeli, mücadeleden uzak kalmamalı, ortaya cehalet ve azgınlıktan mütevellit fitne ürünü görüşler boca etmemeli, sabırla-metanetle ve gayretle kendi savaşını vermeyi hedeflemelidir. Yüce Allah’ın imtihan bilincine sahip olmayanların , bu söylediklerimi anlamayacağını da çok iyi bilmekteyim ki adama dinden imandan bahsetsen ekmek 15 lira , devletten siyasetten bahsetsen ekmek 15 lira diye cevap vermektedir ancak o 15 liralık ekmek için her şeyini satılığa çıkardığını göremeyecek kadar zillet çukuruna düşmüş olduğunun da farkında değildir.
Karşımızdaki düşman cephesi ; Rusya’ya ne yapıyor, Çin’e ne yapıyor ise bize de benzer şekilde davranmakta ancak henüz bizi tam anlamıyla karşısına almayı akılcı bulmadığından, gözümüzün içine baka baka sinsi bir düşmanlık sergilemektedir. Emin olunuz ki karşılıklı olarak eteklerimizdeki taşları atacağımız günler çok uzak değildir. İşte o gün geldiğinde büyük bir savaş vereceğimiz de tartışmasız bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. Bu mücadele, Birinci dünya savaşının hesaplaşması ve açık dosyaların kapatılması biçiminde olacak ve batılı küresel güç merkezleri ile avanelerinin yenilgiye uğratılıp İsrail’in tarih sahnesinden kaldırılması şeklinde bir neticeye de ulaşacaktır. Beyinleri iğdiş edilmiş mankurt zihniyetliler bu gerçeği ve neticeyi asla idrak edemeyecek olsa da tüm kutsallarım üzerine yemin edebilirim ki süreç bu şekilde gelişecek ve neticelenecektir. Bize düşen ; devletimizin, milletimizin , İslam ümmetinin ve insanlığın geleceği için ısrarla ve dirayetle mücadele etmektir.
Zafer, Allah yolunda mücadele edenlerin ; çakal hüviyetindeki düşmanlarla bahane üretmeden Bozkurt gibi savaşanların olacaktır…
Zaman geçmişte olduğu gibi gelecekte de bizim haklı olduğumuzu gösterecektir…
14.01.2025 / 17.01
SEDAT ÇETİNKAYA
.XXXXXXXXXXXX 2024 XXXXXXXXXXX
SURİYE SAVAŞINDA TURNOSOL KAĞITLARI…
Yaşanan bir durumun lehimize seyretmesini yüksek olasılıklı bir durum haline getirmek için öncelikle yaşanan durumu iyi analiz etmek, sonrasında ise bu durumun geleceğe nasıl etki edebileceğini çok iyi öngörmek gerekmektedir.
Ancak bu öngörüyü gerçekleştirirken, herhangi bir sonucun ; insan iradesi ile şekillenen neticeler bütünün bir parçası olarak tarif edilemeyeceğini de KADER İNANCI bağlamında ve meselenin başında idrak etmemiz gerekmektedir. Yani insanların her duruma ilişkin olarak planları ve iradeleri olsa da gerçekleşen sonuç, Allah’ın izin verdikleri ve arzu ettiklerinden başka bir şey değildir ve hiçbir oluşun, bu gerçekliğin dışında değerlendirilebilmesi de mümkün değildir...
İsrail , Gazze’ye saldırırken bir planı olsa da karşılaştığı sonuç, öngördüğü sonuç olmadığı gibi ABD ; Pkk/Pyd/Ypg//Sdg yapılanması ile bir yola çıkmış olsa da elde ettiği sonucun, arzuladığı sonuç olmadığı da ortadadır. Ancak bu amansız mücadele daha bitmemiştir ve "batıl"ı temsil edenlerin ortaya koyduğu etki de tıpkı "hak" için yapılan mücadele gibi kıyamet gününe değin varlığını sürdürecektir… Bu bağlamda Heyet Tahrirüş Şam örgütlenmesinin, Suriye muhalefetinin önemli bir bölümünü peşine takarak Esed rejimini düşürmek için giriştiği mücadele, ülkemiz tarafından da mesele bizim kontrolümüzde olmasa da arzu edilen sonuç bizim de istediğimiz sonuçtur denilerek kabul edilmek durumunda kalınmış ve hatta Suriye Milli ordusu kontrolündeki bazı grupların, HTŞ ile birlikte hareket etmeleri de VAZİYET İCABI gözardı edilmiştir. Hatta bu noktada MÜNBİÇ'E YAPILACAK OPERASYON , zafere giden bir sürecin enerjisini akamete uğratmamak adına da ertelenmiştir.
SÜRECE İLİŞKİN SORUN ; rejim muhaliflerinin gerçekleştirdiği operasyonlar neticelendiğinde, Heyet Tahrirüş Şam ( HTŞ ) yapılanmasının, GÜCÜ VE YETKİYİ ; Suriye Milli Ordusu’na ve Suriye Geçici Hükümeti’ne bırakıp bırakmayacağı ve bu hususta göstereceği icraatlar bütünü ile ortaya çıkacaktır. Şayet bu yapılanma, temsil yetkisini Türkiye’nin desteklediği Geçici Suriye Hükümeti’ne bırakmaz, Milli Suriye Ordusu’nun karşısında konuşlanmaya çalışır ya da mesafeli bir tutum sergilemeye çalışırsa ; bu yapının iplerinin, batılı istihbarat örgütlerinin elinde olduğunu kesin bir şekilde anlayabiliriz. Bu durumda ; HTŞ liderinin, Halep’teki Hristiyanların durumuna değin uzanan yumuşak mesajlar vermesinin, CNN gibi CIA güdümündeki bir medya şirketine demeç vermesinin sağlanmasının ardındaki gerçek de ortaya çıkacaktır.
ŞAYET HTŞ ; Suriye Milli Ordusu’na , Suriye Geçici Hükümeti’ne ve dolayısıyla Türkiye’ye yakın bir tutuma sahipse, Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasına da karşı duracak ve onları silah bırakmaya çağıracaktır. Ancak bu durumun olmaması ve hatta Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanması ile iyi ilişkiler kurarken, Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu’na karşı mesafeli bir tutum takınılması durumunda, karşımızda sinsice de olsa CIA güdümünde bir yapılanmanın olduğu bir başka turnosol kağıdı uygulamasıyla da açığa çıkmış olacaktır.
Yine BİR BAŞKA TEST NOKTASI da Türkiye yönlendirmesindeki Suriye Milli Ordusu’nun, Münbiç’e ve sonrasında Fırat’ın doğusuna yapacağı operasyonlara karşı HTŞ yapılanmasının nasıl bir tavır takınacağı konusunda ortaya çıkacaktır. Şayet HTŞ, bu operasyonu sözle de olsa desteklemez ve yuvarlak laflarla barıştan ve Suriye’nin toprak bütünlüğünden bahsedecek olursa ; karşımızda Esed rejiminin, İran ve Rusya etkisinden kurtulmuş ancak ABD’nin kucağına düşmüş versiyonunun olduğunu tereddütsüz bir şekilde anlamamız gerekmektedir...
Yine bu noktada HTŞ’nin, Lazkiye ve Tartus bölgesine yönelik bir harekat yapmaya yönelip yönelmeyeceği de durumun anlaşılması noktasında büyük önem taşımaktadır. Şayet HTŞ, Lazkiye ve Tartus bölgesine yönelik olarak bir operasyona girişmezse, ABD ve İsrail ile Rusya’nın anlaştığı ve bu bölgenin geçici de olsa Rusya’nın kontrolüne terk edildiği, gören gözler ufkunda ortaya çıkmış olacaktır. AYRICA bu noktada Humus’un ele geçirilmesini müteakip Şam’a bir operasyon yapılıp yapılmayacağı da dikkatle izlenmesi gereken bir durum olarak karşımızda durmaktadır ki operasyonun Şam’a yönelmemesi durumunda verilen iznin Şam hattına kadar olduğu ve birilerinin Esed’e halen ihtiyaç duyduğu ve Şam rejimini yıkmanın HTŞ’ye değil belki de Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasına sunulmak istendiği biçiminde anlaşılması ihtimali doğacaktır…
Bütün bu durumlar ise bizim için tehlikeli bir sürecin varlığını ortaya koymaktadır. Türkiye olarak biz, kendi göbeğimizi kendimiz kesmeli ve Suriye’nin toprak bütünlüğü safsatasını aleme karşı söyleye dursak da gerçekte Misak- Milli olarak adlandırdığımız çıkarlarımızı gerçekleştirmenin peşine düşmeli, bu hedefi biran olsun bile kaybetmemeliyiz.
Ben, gelecek ufkunda Milli Suriye Ordusu haricinde Suriye’de hiçbir oluşumla kadim ilişkiler kurulamayacağı fikrini ve kanaatini taşımakta olduğumu önemle ve özellikle belirtmek isterim. Kimse, ileride oluşacak SAHTE BARIŞ ORTAMLARINA da aldanmamalıdır. SURİYE TOPRAKLARI ENİNDE SONUNDA , sinsice kurulan ve karşımızda parlayacak olan büyük bir düşman cephesi ile Türkiye ve dostları arasında yaşanacak ve cihanın gördüğü en büyük mücadelelerden birisi olacak olan tarihi ve kutlu bir mücadeleye sahne olacaktır. İŞTE BİZ O ZAMAN ; Şam - Lazkiye –Tartus - Haseke - Ayn el Arab – Rakka - Deyr - ez Zor – Musul - Kerkük – Erbil nasıl ele geçiriliyormuş, kurulan oyunlar nasıl tek kalemde bozuluyormuş içimizdeki hainler topluluğuna da tüm cihana da göstereceğiz…
Birileri bitmek tükenmek bilmeyecek şekilde oyun kuruyor olsa da sonuç ; Yüce Allah’ın ve müslüman- Türk Milleti’nin istediği şekilde olacaktır…
BİZE DÜŞEN ; tüm yönlendirmelerin ve algı operasyonlarının etkisinden sıyrılarak birliğimize sahip çıkmak, içimizdeki işbirlikçileri Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yönetiminden uzak tutmayı başarmak ve Sayın R.Tayyip Erdoğan’a olan desteğimizi südürmektir... Fitne odaklarının söylemlerine asla itibar etmemeli, bizim üzerimizde de ekonomi üzerinden oluşturulan hoşnutsuzluk dahilinde bir savaş yürütüldüğü bilincini asla gözden kaçırmamalıyız. Suriyeli’leri ülkelerindeki savaştan kaçmakla suçlayanların, basit bir ekonomik savaşta ülke başkanını nasıl sattıklarını görmeyi de ihmal etmemeli, savaşın her mecrada cereyan ettiğini , bu savaştan ancak ve ancak sabır- dirayet – metanet- basiret ve feraset sahibi olanların zaferle çıkacağını tüm varlığımızla anlamayı başarmalıyız…
Görelim mevlam neyler, neylerse güzel eyler…
07.12.2024 // 13.29
SEDAT ÇETİNKAYA
.OYUN İÇİNDE OYUN
Türkiye ile Suriye rejimi arasında yakınlaşma ihtimalinin sadece bir olasılık olarak ortaya çıkmasının, Esed rejiminin sonunu getireceğini daha önceki yazılarımda belirtmiştim.
İsrail ile Lübnan arasındaki çatışmanın geçici bir süre için rafa kaldırılmasını müteakip, DEAŞ’ın bir seviye altında olsa da CIA yönlendirmesine açık bir örgüt olan Heyet Tahrirüş Şam örgütlenmesinin, Suriye rejimine karşı harekete geçmesinin, bölgesel – taktik askeri dinamiklerle açıklanabilecek bir yanı bulunsa da bu harekete geçişin ; farklı amaçlarının, ABD- İsrail ve yandaşları açısından farklı hedeflerinin olduğunu da düşünce ufkunda görmek gerekmektedir.
Bu cümleden olarak belirtmek isterim ki ABD – İsrail’in asıl hedefi, Türkiye’nin dikkatini Fırat’ın batısına çekerek, Türkiye’yi olması gereken gerçek hareket alanı olan Fırat’ın doğusundan uzak tutmaktır. Dikkat edilecek olursa Fırat’ın batısında Münbiç ve Tel Rıfat dışında Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasının etkin olduğu bir alan bulunmamaktadır. Bu alanlar da Suriye rejimine yönelik stratejik yönleri bir tarafa bırakılacak olursa, ülkemize yönelik tampon bölge ve taktik anlamda bir tahrik noktası olarak kullanılmasının dışında bir anlam ifade etmemektedir. Genel planları dikkate alınacak olursa, bu bölgelerin geçici bir süre için kaybedilmesinin, Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanması ve arkasındaki güçler açısından büyük bir önemi de yoktur. Onlar için asıl önemli olan husus, Suriye ile Irak arasındaki bağlantının kopması, Kobani’nin kaybedilmesi ; Cezire Kantonunu’nun Rasulayn’dan Musul hattına uzanan çizgide Türkiye’nin kontrolüne girmesi ve yine Türkiye’nin Deyr-ez Zor ve Rakka hattını ele geçirmeye yönelik bir askeri strateji içine girmesidir. Onlar bunu asla dillendirmese de korktukları ve çıyaklarak bağıracakları husus, Türkiye’nin Fırat’ın doğusunu hedef almaya başlayacağı andır...
Türkiye’nin, Fırat’ın doğusuna yönelik olarak gerçekleştireceği bir harekat neticesinde ; ABD ve İsrail’in, Türkiye ile Büyük İsrail projesi arasına çekmek istedikleri tampon terör devletinin köküne kibrit suyu dökülecektir. Buna izin vermemek, Esed rejimini kendilerine ses çıkaramayacağı şekilde edilgen kılmak, Fırat’ın batısını çeşitli uluslararası müdahalelere açık hale getirmek ve Rusya’yı başarısız konuma düşürüp Ukrayna cephesinde sıkıştırmak ya da bazı tavizlerle Rusya'yı da içine alan için özel bir program uygulanıyor gibi görünmektedir.
Burada dikkat edilmesi gereken bir başka noktanın da Türkiye’nin, Suriye Milli Ordusuna vermiş olduğu destekten hareketle Heyet Tahrirüş Şam örgütlenmesinin giriştiği operasyon ile Türkiye arasında , Türkiye'yi suçlayan bir bağlantı teşkil ederek ; Türkiye ile İran, Rusya ve Esed rejimi arasındaki ilişkilerin düşmanlık boyutunda tanımlanabilecek bir noktaya evrilmesini sağlamak ve Türkiye aleyhine uluslararası propaganda malzemesi oluşturmak olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
Ancak Türkiye’nin ortaya çıkan gelişmeler karşısındaki akılcıl ve dengeli tutumu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine şekillenebilecek birçok olumsuzluğu şuana kadar önlediği gibi karşımızdaki cephenin taktik hamlesinin boşa düşmesine de neden olmuş bulunmaktadır. Esed rejiminin, Rusya’nın ve hatta Şii milislerin, yıllardır ellerinde tutukları ve büyük zorluklarla ele geçirdikleri bölgeleri , çok rahat ve neredeyse hiçbir direnç ortaya koyamadan terk etmeleri de içinde Türkiye’nin olmadığı başka bir pazarlığın varlığını da mümkün kılmakta, şahsım nezdinde büyük şüphelerin doğmasına sebebiyet vermektedir.
Belki de ABD, Pkk//Pyd//Ypg yapılanması ile yapamadığını, -Rusya’ya ; Laskiye ve Tartus çevresinin güvenliği ve aidiyeti ile ilgili bir garanti vererek- Heyet Tahrirüş Şam yapılanması ile gerçekleştirmeyi hedeflemektedir. Böylece Türkiye’nin daha ileri hatlara ilerlemesi engelleneceği gibi Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasının dışında bir de karşımıza bu yapılanma ile birlikte hareket edebilecek nitelikte bir başka yerel kimlikli örgüt olan Heyet Tahrirüş Şam çıkarılmak istenmektedir. Bu örgütlenmenin gelişip etkinlik kazanması durumunda ise muzaffer bir örgütlenme karşısında Suriye Milli Ordusu’nun da zayıflama içine ve baskı altına gireceği de dikkat edilmesi gereken bir unsur olarak karşımızda durmaktadır. Bu durumun önüne geçilmesi için ise Suriye Milli Ordusu’nun da hedefe konan Tel Rıfat'ın yanında Münbiç'i de zaman kaybetmeden ele geçirmesi ve etkinliğini yükseltmesi gereği bulunmaktadır.
Ancak belirtmek isterim ki süreç bu şekilde gelişecek olursa, gerek Türkiye’mizin ve gerekse Suriye Milli Ordusu’nun, Heyet Tahrirüş Şam yapılanması ve arkasındaki güçlerle karşı karşıya gelmesinin önümüzdeki süreçte mutlak hale geleceğini ve bu örgütün Türkiye aleyhine çeşitli zorlamalara ve düşmanlık politikalarına girmesinin mümkün olduğunu da şimdiden görmeliyiz. Bunu engelleyecek tek şey, Müslümanların gerçekleri görmesi ve kendi yöneticilerinin, işbirlikçilik hususundaki durumlarını sorgular hale gelmesidir.
Bizim hedefimiz kısa vadede mutlaka ama mutlaka Fırat’ın doğusu ve bu hattın derinlikleri olmalıdır. Halep oradaysa Arşın’ın bizim elimizde olduğunu nasıl olsa biliyoruz ve bir gün onların alayının boylarını da ölçeceğiz ki işte o zaman Kurt ile Çakalların farkı da tarihin sayfalarına bir kez daha “BOZKURT’UN ZAFERİ” ve KIZILELMA’NIN YÜKSELİŞİ olarak saygıyla yazılacaktır…
Tarihleri boyunca , cihana hükmeden Türk Devletleri bir tarafa bir Türk boyunun sadece 1 yıl boyunca giriştiği kadar bile gerçek bir savaş görmemiş olduğu halde ; Tanrının vaat ettiği topraklar- Büyük İsrail devleti, Süleyman Krallığı gibi safsatalara bel bağlayan zavallılar ve onların arkasında takılan malaklar yığını, Müslüman- Türk milletinin çelik pençesi altında eninde sonunda ezilecekler ve bu toprakların gerçekte kime vaat edildiğini de yaşayacakları zilletle anlayacaklardır…
Aslan ve Bozkurt bileşkesinden oluşan bir ordu- millet ; ileri atılmak için bilenmekte, gücünü toplamakta ve adeta kendisini tam anlamıyla harekete geçirecek büyük bir düşmanlığın tecelli etmesini beklemektedir.
Tarihi boyunca yüzlerce varlık yokluk şavaşından geçerek bu günlere ulaşmış olan müslüman- Türk milleti ; cihana, varlık alemine ve insanlık tarihine altın harflerle yazılacak bir galibiyet için yıl saymaya başlamış bulunmaktadır…
Ne mutlu Sayın R.Tayyip ERDOĞAN ile yol yürüyüp, o kutlu galibiyetin bir temsilcisi ve o kutlu ordunun bir askeri olmayı başarabilenlere…
Kudret ve zafer, bizlere mirastır dedemizden...
01.12.2024 // 16.05
SEDAT ÇETİNKAYA
.GÖLGELERDEN GERÇEKLERE ULAŞMAK…
Dünyamız, yeni bir küresel değişimin öncesinde, hazırlık aşaması olarak tanımlanabilecek bir sürecin içinde bulunmaktadır.
Küresel düzen önümüzdeki 30 yıllık süreçte ; askeri, ekonomik ve siyasi olarak çok yönlü olarak değişecektir ve bu değişimin, herhangi bir savaş olmadan yumuşak bir geçişle sağlanabilmesi ise tarafların davranış modelleri ve koşulların gerekleri nedeniyle mümkün değil gibi görünmektedir.
Küresel müesses nizamın öncüsü konumundaki Amerika Birleşik Devletleri, nüfus açısından etkisini yitirmeye başlamış ; üretimin ve dolayısıyla paranın gücü farklı coğrafyalara kaymış ; yeni ve gözardı edilemez nitelikte askeri güçler ortaya çıkmış ; ortaya çıkan ekonomik güç merkezleri Dolar üzerine kurulu uluslararası sisteminin alternatif mekanizmalarını aramaya ya da daha doğrusu Dolar’a bağlı olarak şekillenen sistemi yıkmaya yönelmiş, 20. yüzyılın büyük güçleri olarak tanımlanan batılı güç merkezlerinin siyasi gücünü temellendiren faktörler etkisini yitirmiş ; dünyamız, insanın gerçek çatışma kökeni olan hak ve batıl ilişkisi bağlamında yeniden çatışmaya ve kamplaşmaya başlamıştır. İşte bu yeni denklemin tarihi başaktörü olan büyük Türk milletinin, koşulların da zorlamasıyla yeni bir liderlik rolüyle ortaya çıkması ise kaçınılmaz bir hal almıştır…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, büyük bir silah üretim merkezi olarak yükselerek kendisini ve dostlarını çevresinde toplamaya başlamış ve henüz adı konulmamış olsa da büyük bir siyasi değişimi de başlatmıştır. Batılı güç merkezlerinin ve küreselci paganların müesses nizamına karşı büyük ve adı konulmamış bir savaş yürüten Türkiye Cumhuriyeti Devleti hükümeti, kendini çıkarları için geleceğini ve siyasi desteğini satmakta hiçbir beis görmeyen ve muhalif tavrıyla böbürlenmekten zevk alan içimizdeki aymazların ortaya koymuş olduğu tutum nedeniyle politik tavrını “gizlice ve kontrollü ilerleme” olarak belirlemiş olsa da ekonomik, askeri ve siyasi olarak güçlenmeyi sürdürmekte ve Türk Devletleri Teşkilatı, BRICS gibi oluşumlarla da yeni vizyonunu tepkileri bloke ederek ilan etmektedir.
Bağnaz, ırkçı ve teolojik saplantı içeren bir yaklaşımla Türkiye’yi içine kabul edemeyen Avrupa Birliği ; enerji tedariği ve güvenliği, küresel ekonomik ilişkiler, lojistik, göç politikalarından doğan güvenlik, askeri ve siyasi güvenlik ihtiyacı gibi onlarca sebepten dolayı Türkiye’ye büyük ihtiyaç duymakta ancak küreselci paganların etkisinden kurtulamadığı için kendi çıkarına uygun bir politika da belirleyememektedir.
Küreselci paganların İsrail’e olan koşulsuz destekleri ve dünyayı, güncel koşullar dahilinde yeniden kontrollerine alma çabaları, insanlığı temsil eden milliyet bilinci yüksek devletlerin ve yerel güçlerin direnişi ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çekim alanına giren Müslümanların direnci ile karşılaşmakta ve bu çerçevede oluşan gerilim ise dünyanın çeşitli noktalarında kendisini açıkça göstermektedir.
Herkes bilmelidir ki aktif gerilim ve çatışma noktalarının yükselteceği cepheleşme neticesinde ortaya çıkacak bir savaşın dünyanın stratejik öneme sahip her bölgesini ve devletini etkisi altına alacağı ve yaşanacak durumun uzun yıllar boyunca önünün alınamayacağı hususu, gören gözler nezdinde tartışmasız bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır.
Başlangıç noktasında ve kısmen de içinde bulunduğumuz bu süreçte çok yönlü hazırlık içinde olmamızın, bizleri bu süreçten güçlenerek çıkaracağını da görmemiz gerekmektedir. Bu bağlamda ;
Türk Devletler Teşkilatı ile olan ilişkilerimizi zirve noktasına çıkaracak tüm adımları hızlıca atmanın, büyük ve stratejik anlamda birleşik bir ordu yapılanması oluşturmamızın, güvenlik stratejimizi savaş tehlikesini esas alarak değiştirmemizin zamanı da gelmiş bulunmaktadır. Dünya üzerindeki hiçbir güç merkezi, Büyük Turan Orduları’na ve Türk Devletleri’ne saldırmayı göze alamamalı, yapılacak bir saldırı ise düşmanlarımıza karşı mutlak bir galibiyetle sonuçlanmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, tüm Türk Devletleri’nin askeri ihtiyacını karşılayacak olan stratejik üretimleri gerçekleştirmeli, çevresinde büyük bir güvenlik ağı oluşturmalı ve orta vadede çıkacak bir savaşın çok yönlü taktik hazırlığını da zaman geçirmeden gerçekleştirmelidir.
Bu arada karşımızdaki şeytani cephenin, bizi içimizden vurmak için çalıştığını, bunu yaparken de içimizdeki gönüllü işbirlikçilerden oluşan birleşik çeteyi kullandığını gözardı etmemiz , bunların ülke yönetimini ele geçirmesi durumunda tıpkı İttihat ve Terakki’nin Devlet-i Aliyye’nin yönetimini ele geçirmesi örneğinde olduğu gibi bizi büyük bir kaosun beklediğini unutmamamız gerekmektedir.
Irak- Suriye – Kıbrıs ve Yunanistan bileşkesinde oluşan sorunlar başta olmak üzere bozmamız gereken çok fazla küresel plan bulunmaktadır. Önemli olan Suriye ve Irak bağlamında sınırımızdan 30-40 km derinlikte bir güvenlik bölgesi oluşturmak değil, bu güvenli bölgenin de ardında varlık kazanan ve siyonizmin maşası olarak ABD’nin güdümünde oluşturulan Pkk//Pyd//Ypg//Sdg isimli yapılanmayı tamamen yok etmektir. Yıllardan bu tarafa ifade ettiğim üzere ilk ve etkili operasyon, Suriye’nin doğusundaki Cezire Kantonu’na olmalı, Irak ile Suriye arasındaki bağlantı büyük ölçüde kopartılarak kontrol altına alınmalı ; hayaller kaynağında bertaraf edilmelidir...
Herkes ; çevremizdeki ABD askeri konuşlanmasının Türkiye için olduğunun farkına varmalı ; kendisinin, ailesinin ve ülkesinin geleceği için hareket etme basiretine ulaşmayı başarmalıdır.
Büyük bir savaş adım adım yaklaşmakta olsa da bu savaşın bizim yeniden büyük bir küresel güç olarak doğmamızı sağlayacak en önemli kırılma noktasını teşkil ettiği bilincinden hareketle, bize bu yolda çelme takmaya çalışanların kimler olduğunu ve bunların söylem ve stratejilerini şimdiden tespit etmeliyiz. Bu cümleden olarak kim ;
• Silah üretimimize çamur atmaya çalışıyor, silah üretimimizi baltalamaya çalışıyorsa,
• Kim Türk Devletler Birliği Teşkilatı ile ilgili politikalarımızı eleştiriyorsa,
• Kim Libya’da – Somali’de – Arnavutluk’da vs. ne işimiz var diye ortaya çıkıyorsa,
• Kim Kıbrıs’da çözüm arayışı içinde bulunuyorsa,
• Kim Mavi Vatan stratejimizi ve savunmamızı kıracak argümanlar ortaya koyuyorsa,
• Kim hükümete olan desteği azaltmak için ülke içinde yürütülen tamamı yalan ve dolandan ibaret beşinci kol faaliyetlerine sinsice destek oluyorsa,
• Kim Irak ve Suriye’ye yaptığımız ve yapacağımız operasyonlardan rahatsız oluyorsa,
• Kim, İsrail’i destekliyor ; dünya üzerindeki müslüman kardeşlerimiz ve onların devletleriyle kurduğumuz ilişkilerden tarifsiz bir rahatsızlık duyuyorsa,
• Kim ülkemizdeki iç barışı bozacak söylemleri, Türkiye’nin askeri ve siyasi kararlarını etkilemek için bir tehdit unsuru olarak ortaya koyuyorsa,
• Kim Pkk//Fetö benzeri örgütler ile Avrupa Birliği, ABD gibi batılı güç merkezlerinin ağzıyla siyaset yapıyor ve bunlarla açık ve gizli işbirlikleri içinde bulunuyorsa, kendilerini hangi maskenin arkasına gizlerse gizlesin, onların asla destek vermemiz gereken kişiler ve yapılar olduğunu artık idrak etmeliyiz… Onların ağzına pelesenk ettiği ; Cumhuriyet- Modernizm- Laik- Sosyal Hukuk Devleti- Halkların kardeşliği – Adalet- İnsan hakları –Kent uzlaşısı gibi kavramların tamamının, sadece ama sadece bir maske olduğunu, gerçek niyetlerinin Türk- İslam düşmanlığı çizgisinin kapsadığı herşey ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin varlığı olduğunu da hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız…
Büyük bir devletin ufkunda ve kutlu günlerde buluşmak dileğimle…
Sevgi ve saygılarımla….
23.11.2024 / 18.01
SEDAT ÇETİNKAYA
.DOĞRU DÜŞÜNMEK VE DOĞRU SONUCA ULAŞMAK İÇİN, ÖNCE DOĞRULARI İDRAK ETMEK GEREKİR…
Ülkemizde, BRICS üzerinden Türkiye Cumhuriyeti’nin yönelimi bağlamında gelişen tartışmaları değerlendirdiğimde, meselenin gerçek boyutuyla anlaşılamadığını ; Türkiye’nin BRICS üyeliği başvurusunun, Avrupa Birliği’ne alternatif teşkil edip etmediği bağlamında oluşan hatalı ve sığ bir zeminde tartışılmakta olduğunu öncelikle belirtmek isterim…
Dünya üzerinde kurulmuş bulunan kapitalist nizamı değerlendirdiğimizde ; bu nizamın, Amerika Birleşik Devletleri’nin karşılıksız olarak basılan Dolar hakimiyetine dayalı olarak tesis edildiğini öncelikle idrak etmemiz gerekmektedir. Uluslararası ticaret Dolar üzerinden şekillendiğinde, enerji ve madenler Dolar kullanılarak alınıp satıldığında, uluslararası alacak – borç ilişkileri Dolar üzerinden kurulduğunda ve Merkez Bankaları Dolar ağırlıklı bir rezerv üzerine şekillendirildiğinde, bankalar Dolar hakimiyetini esas alan bir sistem üzerine yapılandırıldığında ; Dolar’ın sahiplerine ve dolayısıyla Amerika Birleşik Devletleri’ne büyük bir güç bahşedilmiş olmaktadır. Zira Amerika Birleşik Devletleri, Dolar üzerinden elde ettiği bu güç ve döngü ile fakir ülkeleri ezmeye devam ettiği gibi gelişmekte olan ülkeleri de kendi hedefleri doğrultusunda idare etme hatta tüm yönleriyle ele geçirme imkanına da kavuşmaktadır. Dolar hakimiyetine dayalı sisteme entegre edilen Dünya Bankası, IMF , Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararası Finans Kurumları, Kredi Derecelendirme Kuruluşları gibi yapılar da bu hakimiyeti güçlendirmekte ve zemine yaymaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri’nin elinde bir silaha dönüşen bu Dolar hakimiyeti ve bu hakimiyet üzerine bina edilen bankacılık sisteminin temelini teşkil eden para aktarım sistemi swift, Amerika Birleşik Devletleri açısından, kendisine rakip olarak ortaya çıkan ya da ABD politikalarına uygun hareket etmeyen ülkeleri zor duruma düşürüp, ABD politikalarına ve hegemonyasına biat ettirmek için kullanılan bir silaha dönüşmüş bulunmaktadır.
Herkes bilmelidir ki geçtiğimiz dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devleti ekonomisinde yaşanan gelişmelerin de bu silahın kullanılmasının sonuçları şeklinde tanımlanması gereği bulunmaktadır.
İşte BRICS, Dolar hegemonyasından zarar gören ve bu hegemonyaya karşı başkaldıran ülkelerin geleceğe yönelik olarak oluşturdukları ve adı şuan itibariyle tam anlamıyla konulmamış bilinçli bir arayıştan ibarettir.
BRICS ülkeleri, önümüzdeki süreçte teşkilatlanmasını tamamlayıp, uluslararası ticarette kullanılabilecek ve yeni bir hegemonyaya sebebiyet vermeyecek bir para birimi oluşturabilir ve buna ilişkin bir bankacılık sistemi - havale//fon transferi sistemi de geliştirebilirse, siyonist/ / küreselci//pagan ABD hegemonyasını da kırabileceklerdir. Bu durumda ; zenginliğin, daha hakça paylaşıldığı bir sistemin varlık kazanmasının mümkün hale geleceğini de söyleyebilirim.
Elbette bu süreç çok kısa bir zamanda gerçekleşmeyecektir ancak eninde sonunda gerçekleşecektir. Bu sürecin gerçekleşmesi için hem BRICS ülkelerinin daha kararlı hale gelmesi hem teşkilatlanmasını tamamlaması hem de ABD’nin siyasi - askeri ve ekonomik üstünlüğünün bariz bir şekilde gerilemesi gereği bulunmaktadır. Yerel para birimleri üzerinden ticaret artıp, Dolar kullanımı azaldıkça ; uluslararası ticaretin döndüğü deniz ve kara yolları ABD kontrolünden uzaklaştıkça ve ABD her sahada kendi kabuğuna çekilmek zorunda kaldıkça ; uluslararası sistemin işleyişi özelinde kurulmuş bulunan ve ABD hegemonyası biçiminde dünyaya servis edilen küreselci //siyonist hegemonya da kırılacak ve yerine dünya üzerindeki zenginliğin, adil paylaşımını esas alan bir sistem kurulacaktır.
ABD’nin güdümünde şekillenen ve NATO korumasından yararlanarak oluşan Avrupa Birliği ise temelinde ırkçı- faşist ve İslam düşmanı zihniyetin bulunduğu bir birliktir ve bu birlik ; Türkiye’nin düzenini bozmak, ahlakını ve geleneklerini ifsat etmek, inancını ve millet bilincini yok etmek biçiminde tanımlanabilecek bir yaklaşıma sahiptir. Bu birliğin ve üyelerinin, Türkiye’de gerçekleştireceği olumlu hiçbir faaliyet de bulunmamaktadır.
Batı ittifakı, Türkiye’yi düşman olarak görmekte ve bu düşmanlığı hiçbir zaman da unutmamaktadır. Ülkemize karşı sergiledikleri ambargolar, gizli ve açık siyasi tavırlar, gören gözler nezdinde bu düşmanlığı da ilan etmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Büyük Türk Birliği’nin tüm yönleriyle oluşturulması noktasında emin ve kararlı adımlarla ilerlerken, batı ile ilişkilerini, “idare etmek” olarak tabir edilen bir çerçeve içinde tutmaya çalışmakta ve fakat, gelecekte yaşanacak mutlak kırılmayı dikkate alarak, siyasi- askeri ve ekonomik hazırlığını kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmekten de geri durmamaktadır. Elbette bu durum karşımızdaki cephe tarafından da açık bir şekilde görülmekte ve onlar da düşmanlıklarını daha kararlı hale getirmektedir.
Küreselcilerin güdümündeki batı ittifakının temel hedefi, İsrail’i korumak//büyütmek ve dünya üzerindeki hakimiyetlerinin daim olmasını sağlamaktır. Bu bağlamda herkes bilmelidir ki küreselcilerin dünya hakimiyeti yakın bir tehlike altına girdiğinde ve bu tehlikeyi bertaraf etme imkanlarının olmadığına da kani olduklarında, dünya üzerindeki savaş dönemi başlayacaktır. Ancak içinde bulunduğumuz gerilim döneminde alınacak yol, küreselci paganların hakimiyetindeki batı ittifakının bu süreçte başarılı olma imkanını da ortadan kaldıracaktır ki ABD’nin ticaret yolları üzerindeki hakimiyeti şimdiden büyük ölçüde kalkmış durumdadır. Bu nedenle dünya üzerinde varolan en büyük tehlike ise ; bizim olmayan kimsenin olmasın yaklaşımıyla bir nükleer savaşa sebebiyet verilmesi olarak karşımızda durmaktadır.
Türkiye ve Türk dünyası acilen çok daha güçlü bağlarla birbirine bağlanmalı ve Türkiye, askeri gücünü ve hinterlandını, batı ittifakının tamamını yenilgiye uğratacak bir şekilde geliştirmeli ve güçlendirmelidir. Zira küresel mücadelenin şiddetini arttıracağı günlerin sonrasında varlığını koruyacak ve hakimiyet tesis edecek olan devletler, güçlü bağlarla birbirine bağlı olup askeri gücünü sahada ortaya koyabilen devletler olacaktır…
Batı ittifakının ve arkasındaki küreselci siyonist ve paganların Türkiye’ye yönelik amaçlarını, perspektifimiz doğrultusunda kabaca değerlendirdiğimizde bunları ;
1. Türkiye’yi , Irak ve Suriye coğrafyasından uzaklaştırmak,
2. Türkiye’nin, İsrail’e payanda tesis etmek için oluşturulmaya çalışılan Kürt Devleti’ne engel olacak faaliyetler içine girmesini engellemek,
3. Türkiye’nin, Kıbrıs adasındaki varlığına son vermek,
4. Türkiye’yi , Doğu Akdeniz’den ve genişleyen etki alanlarından uzak tutmak,
5. Avrupa Birliği tarafından desteklenen Yunanistan politikaları üzerinden Türkiye’yi kendi kıyılarına hapsetmek,
6. Bir savaş durumunda Türkiye’yi Yunanistan üzerinden baskı altına almak,
7. Türkiye’yi , Avrupa kapısında ve Nato içinde kontrol altında tutmak,
8. Türkiye’deki muhalefeti, iletişim araçlarını ve beşinci kol faaliyetlerini kullanarak, Türkiye’nin savunma ve gelişme sistematiğini kesintiye uğratmak,
9. Türkiye’nin ABD karşıtı politikalar üreten ülkelerle yakın ilişki içine girmesini engellemek ve hatta bu ülkelerle düşmanlık içine çekmek,
10. Türk Birliği’nin oluşmasını engellemek,
11. Türk ekonomisinin büyümesine ve gelişmesine müsaade etmemek,
12. Türkiye’nin silah üretimine ilişkin programlarını geciktirmek ve ortadan kaldırmak,
13. Türkiye’nin cari dengesini kurmasına, enerji üretimini arttırmasına , ithalatını azaltıp ihracatını geliştirmesine yönelik faaliyetlerini bloke etmek,
14. Türkiye’nin içine düşürüldüğü geçici ekonomik sıkıntıyı körükleyip büyüterek, toplumsal hoşnutsuzluğu arttırmak suretiyle işbirlikçi bir iktidar değişikliğine imkan sağlamak,
15. Hükümetin başarılı olmasını engellemek için en alt düzey politikalara değin sirayet edecek şekilde sistematik direnç oluşturmak biçiminde ortaya koyabilmek mümkündür.
İşte kıymetli dostlarım, ülkemizde kim batı ittifakının bu politikalarına ve bunların alt başlıklarına karşı yandaşlık ve şakşakçılık yapıyorsa, kim hangi isim ve gerekçe ile olursa olsun hükümetimizin yıpranması ve düşürülmesi için mücadele ediyorsa, kim hukuk tanımaz bir söylemle çıyak çıyak bağırarak Erdoğan düşmanlığı yapıyorsa, kim bu ülkede gerçekleştirilen çalışmalara ve yapılan küresel mücadeleye fütursuzca laf ediyorsa, onlar ; Türk düşmanlarının, Türk Birliği karşıtlarının, İslam-Kuran ve Müslüman düşmanlarının, vatan hainlerinin ve günümüzdeki ittihatçı fitnekarların ta kendileridir…
21.09.2024 // 17.25
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE’NİN NATO ÜYELİĞİ DE AVRUPA BİRLİĞİ HEDEFİ DE ÇOKTAN SONA ERMİŞTİR… YAŞANAN DURUM, UZATMALARIN OYNANMASI HÜKMÜNDEDİR... BEKLENEN ŞEY İSE KOŞULLARIN ELVERİŞLİLİĞİ VE ZAMANIN UYGUNLUĞUDUR…
Birçok makalemde belirtmiş olduğum üzere Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik süreci ve Türkiye’nin NATO üyeliği aslında çoktan bitmiş olup ; uzatmaların oynandığı, yumuşak bir geçiş için uygun şartların ve zamanın kollandığı bir sürecin içinden geçmekte olduğumuzu da ifade etmek isterim.
Günümüze ilişkin planlar yapan küreselci paganlar ; Türkiye’yi askeri olarak kendilerine bağımlı kılmak, Türkiye’nin sahip olmak istediği silahlara ulaşmasını engellemek, askeri gelişimini ve düzenini bozmak ; NATO tedrisatından geçirerek devşirdiği işbirlikçi askerler üzerinden Türkiye’de siyasi hakimiyet kurmak ve Türkiye’yi, Avrupa Birliği kapısında tutarak siyasi yönelimini belirleyip kontrol altında tutmak için büyük uğraşlar vermişlerdir.
TÜRKİYE'DE ; Deniz kuvvetlerimizi yok etmeyi hedefleyen faaliyetlerin, CIA güdümünde gerçekleşen FETÖ darbe girişiminin , ülkemizin F-35 projesinden çıkarılarak adi bir düşünce tarzıyla bir nevi pişman edilmeye çalışılmasının, ülkemizi rahatça hedef alabilmeleri için oluşturulan S-400 hava savunma sistemi karşıtlığının, SİHA’lar ve silah üretimimiz konusunda üretilen kasıtlı haber ve propagandaların, Reis sınıfı denizaltıların üretilmesi aşamasında Almanya tarafından çıkarılan zorlukların, ülkemize ve silah sanayimize yönelik olarak tesis edilen açık ve gizli ambargoların, Deaş-Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasının Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik etkisini bloke etmek için ortaya çıkarılmasının, Yunanistan’ın bir ABD üssü haline getirilmesinin, Kıbrıs’ın elimizden alınmaya ve Avrupa Birliği’ne bağlanmaya çalışılmasının ve benzeri mahiyette onlarca meselenin temelinde, Türkiye’ye yönelik olarak varlığını koruyan bir düşmanlık politikası bulunmaktadır. BURADA DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUS , söylem geliştirip aval aval bakmak değil, bu gelişmelerin ülkemizdeki yansımaları üzerinden içimizdeki işbirlikçi hainleri tanımayı ve bunları susturmayı başarabilmektir.
Yine aynı güç merkezi ; Türkiye’nin ekonomik gelişimini kontrol altında tutmak için Dünya Bankası – IMF - Uluslararası Kredi Derecelendirme Kuruluşları- Merkez Bankası Özerkliği- Bankacılık sistemimiz, Uluslararası finans kuruluşları gibi yapıları ve küresel rezerv paralar üzerindeki hakimiyetini kullanmaktan da geri durmamıştır…
ANCAK , SAYIN RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİ ADIM ADIM DÖNÜŞTÜRMEK VE MÜSLÜMAN- TÜRK MİLLETİ’NİN HAKİMİYETİNİ YENİDEN TESİS ETMEK İÇİN UYGULAMAYA ÇALIŞTIĞI SİYASİ STRATEJİ ; KÜRESELCİ PAGANLARIN , SİYONİSTLERİN VE BATILI EMPERYALİSTLERİN ÜLKEMİZ ÜZERİNDEKİ TÜM PLANLARINI BOZMUŞ VE TÜRKİYENİN GELİŞEN DÜNYA KONJONKTÜRÜYLE BİRLEŞEN ADIMLARI NEDENİYLE BÜYÜK BİR ÇIKMAZA GİRMELERİNE DE NEDEN OLMUŞ BULUNMAKTADIR.
İşte bu noktada bir ara değerlendirme olarak belirtmek isterim ki EN BÜYÜK SORUNUMUZ , bizim bu gerçeği görmekten ve yaşanan büyük mücadeleye, içinde bulunduğumuz sıkıntıları bir tarafa bırakmak suretiyle taraf olup destek verme yeterliliğinden uzak oluşumuzdur. Herkesin bilmesi gereken husus, Allah’ın bu mücadeleye hazır olmayanları, hazır olmalarını sağlayacak bir kader tedrisatından geçirerek hazır hale getireceği gerçeğidir ki kaderin akışını gören gözler, içinde bulunduğumuz dönemde bu kader eğitiminin yaşanmakta olduğunu da rahatlıkla idrak edebilecektir. YURDUMUZDAN BİR ŞAHIS ; ülkemizde ekonomik kriz çıkartılmak için Dolar üzerinden operasyon çekilirken, Dolar almaya koşuyor ve Dolar üzerinden elde ettiği değeri kendisi için kazanç olarak görüyor ise mal ve hizmet fiyatlarında oluşacak enflasyonu, devletin faiz yükünü, merkez bankası rezervlerinde oluşacak erimeyi , ücretlerde oluşacak gerilemeyi ve devletin sıkı para politikasına geçecek olmasından doğacak sıkıntıları da kabulleniyor demektir. Bu süreçte mal ve hizmet fiyatlarını alabildiğine yükselten tefeciler ve tefeci zihniyetliler ve örneğin kiralar üzerine zam üzerine zam yapan mülk sahipleri ise yarın mallarını satacak ya da kiralayacak alıcı//kiracı bulamayacaklarını, alacaklarının ödenmemesi suretiyle zarara uğrayacaklarını da kabullenmiş demektir. Elbette bu sıkıntıların sorumlusu olarak, millet adına büyük bir mücadele veren Sayın Erdoğan’ı görüp, güya ders veriyoruz zihniyetiyle yerel yönetimleri, bu ülkenin köküne kibrit suyu dökmüş zihniyetlerin eline teslim edenler ise elbette bu yaptıklarının bir hatta birkaç bedeli olduğunu da öğreneceklerdir…
Konumuza dönecek olursam, küresel güçlerin planlarına rağmen Türkiye Cumhuriyeti Devleti, tüm silahlarını kendisi üretmeye başladığı gibi dünya silah ticaretini domine etmenin eşiğine gelmiş, askeri kapasitesini yenileyerek ve geliştirerek arttırmış, deniz kuvvetleri başta olmak üzere küresel güç merkezlerinin bozmaya çalıştıkları ordu düzenini tesis etmiş, NATO üyeliği devam ediyor olsa da Türk ordusunu NATO kontrolünde bir ordu olmaktan kurtarmıştır. Ancak son kılıç çekmeli gayr-ı nizami yemin olayında olduğu gibi bazı silah artıklarının etkisiyle provokasyon mahiyetindeki gösterilerin de zaman zaman ortaya çıkabildiğini ve gündem teşkil ettiğini de görmek gerekmektedir. Bilinmelidir ki bunlar içimizdeki işbirlikçilerin son çırpınışlarının bir ürünüdür ve bunlar hakkında gereği de yapılacaktır. Bu ülkenin ordusu ve devlet teşkilatı ; içimize sinsice sızan, ittihatçı bozması bir zihniyetin ardına sığınarak çığlık atan azınlıkların, İslam düşmanlarının ve siyonist odakların etkisinden tam anlamıyla kurtarılacaktır.
İşte Türkiye, NATO üyeliğinin fiili olarak son bulmuş olmasından doğan boşluğu, ordu gücünü kendi teşkilatına ve silah üretimine dayandırmak ve Türk Cumhuriyetleriyle bir birlik tesis etmeye çalışmak suretiyle ortadan kaldırma yolunda hızla ilerlerken ; ekonomik yönden yaşayacağı sıkıntıları, Avrupa Birliği ile ticaretini stratejik üstünlük kendisinde olmak üzere Gümrük Birliği dahilinde devam ettirmeyi ve aynı zamanda BRICS üyeliği ile de Dolar hakimiyetine ve Swift sistemine dayalı bankacılığın tekeline son verecek küresel bir süreci desteklemeyi de hedeflemiş bulunmaktadır.
Bilinmelidir ki birgün batı dünyası ile karşı karşıya geldiğimizde ki bu süreç Irak’tan Bulgaristan sınırımıza değin var olan coğrafya dahilinde ve çok da uzak olmayan bir süreçte mutlaka yaşanacaktır, BATININ ÜLKEMİZE YÖNELİK OLARAK YAPACAĞI İLK ŞEY ; Türkiye’nin ve Türk vatandaşlarının uluslararası bankalardaki paralarına el koymak, Türkiye'nin bankacılık sistemine erişimini bloke etmek, ithalat ve ihracatını engellemek, küresel rezerv paralara ulaşamamasını temin etmek ve nihayetinde ekonomi açısından Dolar ve Euro’yu bize karşı bir silah gibi kullanmaktır. İşte bizim bu sıkıntıyı aşmak için yapacağımız şey ise Dünya üzerinde kurulacak ve ULUSLARARASI TİCARETTE KULLANILACAK YENİ BİR KÜRESEL PARANIN ve bankacılık sisteminin içinde etkin olarak bulunmak, geçiş döneminde ise ithalat ve ihracatımızı hem çok yönlü pazarlara yöneltmek hem yerel para birimleriyle ticareti geliştirmek hem de ithalat – ihracat dengesinde cari fazla vermeyi en kısa sürede temin etmektir.
Dikkat etmemiz gereken ikinci nokta ise Avrupa Birliği ve yandaşlarının bize ambargolar tesis etmesini imkansız kılacak şekilde ; enerji kaynaklarını elde tutma, enerji aktarım noktası haline gelme , lojistik üs olma, ticaret yollarını kontrol etme, Avrupa’daki Türk ve Müslüman nüfusu yönlendirme gücüne ulaşma gibi stratejik üstünlük noktalarını ele geçirmek ve geliştirmektir. Yani kısaca sen bana darbe vurmaya kalkarsan ben sana daha büyük darbe vururum noktasına ulaşmayı temin etmektir...
ZAFER YA DA BAŞARI ; gafillerin, aymazların ve dalalet içinde bulunanların değil, yüksek nitelikli , çok yönlü ve esnek planlar kurup , bu planları gelişen dengeler ışığında icra edebilenlerin olacaktır.
Kimse siyonizmin tasmalısı Sisi’yi dost addettiğimizi ve Komünist Arap Milliyetçiliği ile Şia’nın kırması zihniyete sahip olan bir katil ile işbirliği yaptığımızı da düşünmesin… Mısır yaşayacağı sancılı bir değişimin, Suriye ise kanlı bir sürecin hemen önünde durmakta, Türkiye ise tüm engellemelere rağmen ve tıpkı geçmişteki gibi hak bir davanın bayraktarlığını yapmaya soyunmaktadır...
ONLAR BİR PLAN KURUYORSA, Türk Devleti ve yöneticileri ; avarelikte zirveye oynayan, amaçsız, batının dümen suyunda yüzen biz zavallılara rağmen daha büyük bir plan kurmaktadır. Ancak meselelere televole haberleri üzerinden ve günlük bakanlar, bu perspektifi asla anlayamayacaklardır...
Adeta foseptik çukurunda yaşayan bir şehrin mensupları kadar istikrarlı olmayı, hedef sahibi olmayı , kimi, neyi ve neden desteklediğimizi bilmeli ; yürüttüğümüz mücadelenin büyüklüğünü ve önemini idrak edebilmeliyiz…
08.09.2024 // 18.11
SEDAT ÇETİNKAYA
.YAŞAYACAĞIMIZ GELECEK VE YAPMAMIZ GEREKENLER…
Zaman ilerledikçe, kıyamet saatine doğru yaklaşmakta ve aynı zamanda cahillikte, ahlaksızlıkta çığır açan ; bilinçsiz ve hudutsuzca söz sarfeden, saygısız-inançsız ve amaçsız nesillerin ekseriyeti teşkil ettiği bir dünyada , stratejik bir yönelimi ve başarıyı sağlamaya çalışmaktayız.
Bilmeliyiz ki dünya, kendi dinamikleri çerçevesinde değişen, gelişen ve dönüşen bir yapı arzetmemektedir. Bu dünyada belirli güç merkezleri, dünyayı kendi arzuları dahilinde şekillendirmek için her türlü imkanı kullanmakta ve oluşturmaktadır. Bunun için insanın ; gıdası, yaşamı, sağlığı, genetiği, ilaçları, öğrenimi, iletişimi, ailesi, milleti, devleti, düşünce biçimi, inancı gibi her alana sistematik saldırılar düzenlenmektedir. Bu sistematik saldırıların amacı ; insanın varlığını değiştirmek, insanı köle haline getirmek, insanı kontrol etmek ve insanın, kurulacak sisteme karşıt tepki geliştirmesine olanak sağlayabilecek aile- millet- devlet- dini inanç gibi yapılara dahil olmasını engellemektir.
İnsanın apaçık düşmanı olan Şeytan ve onunla işbirliği içindeki insansıların oluşturmuş olduğu fitne merkezini temsil edenler, büyük bir güçle ve İsrail’in merkezde olduğu yeni bir dünya düzeni inşa etmeye çalışmaktadır. Onlar, Allah’a savaş açmış olan ve Allah’ı yenilgiye uğratıp, arzularını gerçekleştirmeye mecbur bırakabileceğini düşünen gafillerdir.
Şuan dünya üzerinde kurulmuş bulunan bankacılık sistemi, finans sistemi, medya, internet altyapısı, küresel yazılım ve işletim sistemleri, sosyal medya olarak tanımlanan yapılanmalar, Dolar odaklı hareket eden merkez bankaları, silah endüstrisi, ilaç sanayi gibi onlarca stratejik öneme sahip olan yapılar ve tüm küresel organizasyonlar karşımızdaki bu şeytani yapının kontrolünde ve güdümünde bulunmaktadır.
İşin kötüsü, dünya üzerinde bu yapının varlığını gerçek mahiyetiyle bilen ve bu yapıya karşı zorda olsa adım adım da olsa organizasyon geliştiren tek ülke ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Bu yapının varlığını idrak edebilmek için ise derin bir tarih bilincinden ve İslam inancından doğan bir düşünce ile dünya düzenini ve gelişim yönünü okumak gerekmektedir.
İşte bu düşünce altyapısından ve Türkiye’miz açısından meseleye baktığımızda ; İsrail’in Ortadoğu coğrafyasında genişlemesini esas alan bir harekete başlanmış olduğunu, bu yapılırken de bu coğrafyadaki Şia//Pers temelli yapıların, danışıklı dövüş mahiyetindeki uygulamalar ile figüran olarak öne sürülmüş olduğunu görmek gerekmektedir.
Uygulanan stratejinin ana temeli ; İsrail’i büyütmek ve etki alanını genişletmek, bunu yapmak için her devleti- milleti ve gücü kullanmak ancak Türkleri ve kısmen de Rusları, İsrail için öngörülen bu genişleme ve etki alanından uzak tutmayı başarmaktır.
Herkes bilmelidir ki Pkk //Pyd//Ypg//Sdg olarak isimlendirilen yapıların tamamının amacı ; Türkiye’yi Ortadoğu coğrafyasından uzak tutmak , Türkiye’yi oyalamak, Türkiye’deki iç barışı tehdit etmek ve gerektiğinde Türkiye’ye karşı savaştırmaktır. Rusya – Ukrayna savaşının amacı da Rusya’yı Ortadoğu coğrafyasında oluşacak gelişmeler karşı etkisiz kılmak, oyalamak ve kurulacak yeni dünya düzeni açısından etkisiz kalmaya mecbur etmektir.
Onlar , bu planı yaptıklarında Türkiye ; siyonizmin kontrolünde, aciz, hiçbir silahını kendisi üretemeyen, ordusu ABD’nin küresel yapılanmasının güdümünde hareket eden, her yönüyle bağımlı, IMF kapısında dilenen, parlamenter sistemle yönetilen daha doğrusu yönetilemeyen, arzu edilmeyen hükümetlerin darbe ve ekonomik krizlerle tarihin siyasi çöplüğüne gönderilebildiği, toplumun tek taraflı medya ile yönlendirilebildiği, aşağılık kompleksinde debelenen, ne öldürülen ne de yeşermesine izin verilen, Avrupa Birliği kapısında süründürülen bir ülkeydi…
Ancak şimdi ise ; onların asla öngöremediği bir şekilde gelişen, siyonizmin kontrolünden çıkmış, kendi silahlarını büyük ölçüde kendisi üreten ve bu yolda yükselen bir ivmeyle gelişimini sürdüren, ordusunu ABD kontrolünden çıkarmış, bağımlılıklarını olabildiğince ve şartlar dahilinde azaltmış, IMF kapısında dilenmeyen, kendine özgü bir başkanlık sistemine geçiş yaparak milli egemenliği hakim kılmış, darbe ve ekonomik krizlerle hakimiyet altına alınamayan, medya ile kontrol altına alınıp yönlendirilemeyen, tarihi ve geçmişini hatırlamış, sorgulamaya başlamış, tüm engellere rağmen gelişmesini sürdüren, stratejik üstünlüklerini kullanmaya başlamış, kendi başına küresel etkiye sahip bölgesel bir güç merkezi olarak ortaya çıkmış, küresel güç merkezlerinin oyunlarını bozan ve kendi oyununu sahada icra eden bir ülke konumuna yükselmiş bulunmaktadır. Herkes bilmelidir ki çizgimizi kaybetmeden ilerlemeye devam etmemiz durumunda ve ortalama 20 yıl sonra, çok daha büyük bir güç haline geleceğiz…
İşte bu güce ulaşmak için yüzlerce madde altında sayabileceğimiz işler olsa da bunlardan bazıları ;
• “Askeri gelişimimize çok büyük önem vermeli ve rahat zamanların üretim mantığını terk ederek, hızlı ve çok yönlü bir askeri üretim sürecine girmeyi başarmalıyız.
• Kıbrıs’ı , düşmanlarımız için Doğu Akdeniz noktasında bir Cehenneme dönüştürecek şekilde silahlandırmayı sağlamalı ; Libya’da ayağımızı yere sağlam basarak, konumumuzu güçlendirmeliyiz…
• Irak ve Suriye’de, Misak- Milli hattına hiçbir tehdit ve baskıyı dikkate almaksızın yerleşmeli ve bunu yaparken, karşılaşacağımız tehditleri tereddütsüzce bertaraf etmeyi mümkün kılmalıyız…
• Yunanistan ve Trakya için özel önlemler almayı ve biz güneyde bir çatışmaya girdiğimizde bizi arkadan vurmak için açılacak Yunan cephesi için özel savaş taktikleri geliştirmeyi unutmamalıyız.
• Tüm hedefimizin ; İsrail’i ve arkasındaki küresel güçleri, zamanı geldiğinde yenilgiye uğratmak ve oluşacak siyasi//askeri ve ekonomik gerilimin yükünü taşımayı mümkün kılacak bir strateji uygulamak olduğunu acilen idrak etmeliyiz…
• Önümüzdeki süreçte enerji başta olmak üzere küresel bağımlılıklarımızı ortadan kaldırmayı ve küresel güç merkezlerine karşı stratejik üstünlükler elde etmeyi olanaklı hale getirmeliyiz.
• İstihbarat ağımızı genişletmeli, içimizdeki istihbarat odağı aparatları ise susturmalı ve etkisiz kılmalıyız…
• İç barışımızı tehdit eden uygulamaların ve figüranların önünü şimdiden kesmeliyiz.
• Ülkelimizin ekonomi üzerinden darbe almaması için yerli üretimin ithalat kalemlerini karşılayacak şekilde yönlendirilmesine ve ihracat için de çok yönlü pazarlar oluşturulmasına özel bir önem vermeliyiz…
• Gıda üretimi ( Tarım ve Hayvancılık ) - İlaç üretimi – Sağlık hizmetleri – Konut geliştirilmesi gibi alanlarda serbest piyasa uygulamalarından tamamen uzaklaşmalı ve milli güvenliği esas alan bir yaklaşımla çok hızlı politikalar geliştirmeliyiz.
• Dolarizasyon sürecinden çıkmak için her türlü yolu ve yöntemi kullanmalı, Türkiye’yi dünyanın önemli bir bölümünün finans merkezi haline getirmeliyiz…
• Kendimizi şimdiden büyük bir savaşın içinde addederek, müttefikler oluşturmalı ve ilişkilerimizi bu gerçeklik doğrultusunda şekillendirmeliyiz.” ŞEKLİNDE ORTAYA KONULABİLECEKTİR…
Yine herkes bilmelidir ki kim bu ülkede ; silah üretimini engelleyecek ya da sekteye uğratacak söylemler geliştiriyorsa, hükümetin ABD’ye ve İsrail’e yönelik tavrını eleştiriyorsa, Suriye ve Irak’ta yaptığımız operasyonlara laf ediyorsa, Türkiye’nin yurtdışı askeri planlarını ve üslerini engellemek için çığırtkanlık yapıyorsa, binbir çeşit fitne ile ülke ekonomisini baltalamak için mücadele ediyorsa, Kıbrıs’ta çözüm arayışı fikrini körüklüyorsa, Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasına güzellemeler diziyorsa, Türk dünyası ile Türkiye’nin arasını bozmak , Türk Birliği’ni sekteye uğratmak için çaba sarfediyorsa, Türk- Rus ilişkilerini baltalamak için özel bir uğraş veriyorsa, Türkler ile Araplar ve Afrikalılar arasına düşmanlık fitnesi sokmak için uğraşıyorsa, şevkle Avrupa Birliği destanını okuyor, NATO şakşakçılığı yapıyorsa ve her sıkıntıdan bir fitne çıkarmak için özel bir gayret sarfediyorsa işte onlar ; içimizdeki işbirlikçilerin, aymazların , gafillerin ve hainlerin ta kendileridir…
Herkes bu ülkede kimi desteklediğini, desteklediklerinin nereye hizmet ettiğini, kimlerle ittifak içinde olduğunu çok iyi idrak etmeli ve safını ona göre belirlemelidir. Kişinin içinde iman ve Türk’lük olmadı mı , kıvırmak için bahanesi de çok olacak yoksa da uyduracaktır… Kısaca belirtmek gerekirse ; ortada bir kıvıran ve kıvranan varsa, onda bir eksiklik de var demektir…
Bu nedenle kıvıranları, kıvrananları ve ciyaklayarak gezenleri de gözden kaçırmamalıyız…
Bu devirde Şeytan bile müslüman gömleği giyecek kadar münafıklaşmıştır… Çevremiz gayrı milliler ve münafıklarla doludur ve bizler neyi başaracaksak bunların varlığına rağmen başaracağız…
Bu noktada üstadın ; “ Er kişiysen görevin neyse başar - Zevke eğlenceye hayvan da koşar” düsturunu esas alacağız…
Herkes, büyük bir mücadelenin öncesi ve hazırlığı içinde olduğumuzu şimdiden benimsemeli ve hayatını tüm yönleriyle bu bilinç dahilinde şekillendirmeyi başarmalıdır…
Fitneye destek verip, barış taraftarı , Şeytani güçlere destek verip müslüman ve küresel güçlere destek verip milli olunamayacağını herkes anlamalıdır…
Anlayana sivrisinek saz, anlamayana ise davul zurna az gelirmiş…
27.08.2024 – 15.27
SEDAT ÇETİNKAYA
.TERÖRİST DEVLET İSRAİL’İN VE YARDAKÇISI İRAN’IN İŞBİRLİĞİ, BİR KEZ DAHA İFŞA OLMUŞTUR…
Hamas’ın , Gazze şeridinde yapmış olduğu ve İsrail’in ordusunun korkaklığını ve vasıfsızlığını açığa çıkaran büyük direnişin siyasi temsilcisi İsmail Haniye, İran’ın yeni Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın yemin törenine katılmak için bulunduğu Tahran’da uğradığı güdümlü füze saldırısında şehit edilmiş bulunmaktadır.
Herkes bilmelidir ki bu saldırının arkasında Mossad ile İran derin devletinin işbirliği mevcuttur.
İsmail Haniye, İran’ın yönlendirmesiyle hareket etmeyi reddeden ve Türkiye’nin siyasi ve askeri etkisine yakın bir politika dahilinde hareket etmeyi seçmiş olan, Arafat ve Mahmut Abbas gibi işbirlikçi hain konumunda olmayan bir kişidir.
İsrail ise ilk aşamada ; Hamas’ı ve Gazze şeridindeki tüm insanları yok etmeyi hedefleyen, vekil güçleri kullanarak Lübnan ve Suriye topraklarını ele geçirmeyi planlayan, ABD’nin büyük bir siyasi ve askeri destek vererek büyüttüğü Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasıyla, birleştirilecek sınırlar çerçevesinde, fiilen biraraya gelmeyi amaçlayan bir devlettir. Bu noktada İran devletine düşen görev ise İsrail’e istediği olanağı sağlamak ve sahayı İsrail adına karıştırmak ve elde tutmaktır. Zamanı geldiğinde herkesin göreceği üzere İran ve mangalda kül bırakmayan milisleri bir anda sahadan silinecek ve saha ; tıpkı Irak ordusunun DEAŞ’a teslim edildiği gibi İsrail ve yandaşlarına teslim edilecektir. Elbette bu süreçte Suriye rejimi çökertilecek, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin de bu süreç içine dahli sağlanacaktır. Yine bu noktada parçalanması sağlanacak olan İran’dan da elde edilmesi hedeflenen topraklar, İsrail hegemonyasına teslim edilecektir…
Ancak plan böyle olsa da Türkiye’nin ;
• Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi tarafından idare edilen toprakların önemli bir bölümünü fiilen kontrol altına almış olması,
• Suriye’de düzenlediği operasyonlarla alana yayılarak Pkk//Pyd//Ypg yapılanmasını ilk fırsatta sahadan silmeye ahdetmiş olması,
• Irak ile ilişkilerini geliştirmeyi hedefleyen bir perspektif ortaya koyması,
• Esed rejimine yok olmak istemiyorsan bize tabi ol sinyalini vermiş olması,
• Ve Hamas’ı destekleyerek Filistinli mücahitlerin yanında yer alma arzusunu kademe kademe yükseltmesi, İsrail’i ve arkasındaki güçleri zora sokmuş , tedirgin etmiş ve korkutmuştur.
İşte bu şartlar dahilinde yapmak istedikleri ilk şey Suriye’de Pkk//Pyd//Ypg bölgesinde seçim düzenletmek ve Türkiye’de karışıklık çıkarmaya çalışmak olsa da yaptıkları ilk şey, Hamas liderini öldürmek olmuştur. Olayın olduğu yerin İran, İran’ın başkenti Tahran ve İran Devrim Muhafızlarının kalbi olarak nitelendirilebilecek bir yer olması, olayın arkasındaki kirli ilişkiyi, gören gözler nezdinde tereddüte dahi yer bırakmayacak şekilde ifşa etmektedir.
İran, tam anlamıyla sinsi ve kuduz bir köpek, Haşhaşi torunu bir devlet olduğunu bir kez daha ilan etmiştir. Şimdi ortaya koyacağı tavır ise tam anlamıyla bir timsah gözyaşından ve laf ebeliğinden başka birşey olmayacaktır... İsrail'e ve ABD'ye göstermelik olarak saldırı yaparken bile haber veren bir ülkeden başkaca bir şey beklenemeyeceğini tüm İslam alemi acilen görmelidir... Bunların müslümanlığı, FETÖ'nün müslümanlığı gibidir...
Bu vesile ile İsmail Haniye’ye ve sevenlerine Aziz ve Metin olan Allah’tan rahmet dilerken ; bu şehadetin büyük bir uyanışa vesile olmasını da yine her şeye Muktedir olan Yüce Rabbimden can-ı gönülden niyaz ederim…
Tüm mazlumların hakkını alacak olan bir ordu vardır ve bu ordu, Aziz ve Hakim olan Allah’ın Türk isimli ordusudur…
31.07.2024 – 11.40
SEDAT ÇETİNKAYA
.İTLAF EDİLECEK MAHLUKLAR, CAMİ DUVARINI PİSLETİYOR…
Tek yapabildikleri şey ; silahsız insanların evlerini ve şehirlerini bombalamak, işgal etmek, el koymak, tank ve buldozerlerle yıkmak, zindanlarda ölüme terk etmek, tecavüz etmek ve kısaca insanlık dışı yöntemlerle soykırım işlemek olan İsrailoğulları’nın dandik devletinin, Adolf Hitler’in yaptıklarını haklı çıkaran lideri Netanyuhu’nun yardakçısı bir sözde Dışişleri Bakanı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Cumhurbaşkanı’nı, Büyük Türk Dünyası’nın Başbuğunu, Saddam Hüseyin’e yaşatılan zilleti örnek göstererek tehdit etmektedir.
Bu tehdit, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a değil ; tarihin en kadim, en güçlü, en şerefli, en asil milleti olan Büyük Türk Milleti’ne ve onun şahsında Filistin davasına destek veren kutlu İslam ümmetinedir…
Buradan İsrail Dışişleri Bakanı’na, onun ardından giden ve onunla aynı düşünceyi paylaşan tüm İsrailoğullarına sesleniyorum ki siz üç kuruşluk devletinizle, kimin karşısına çıkmaya yeltendiğinizin ve hangi milleti tehdit ettiğinizin farkında bile değilsiniz. Öyle şımarık bir hale gelmişsiniz ki tarihin derinliklerinden gelip nice ölüm kalım mücadelelerinden geçerek günümüze ulaşmış ve cihan devletleriyle Dünya'ya hükmetmiş bir milletten yiyeceğiniz tokadın büyüklüğünü hayal bile edemiyorsunuz... Siz tarihiniz boyunca uyduruk devletler karşısında bile rezil rüsva olmuş, köle durumuna düşmüş ve bu durumdan da ancak Allah'ın acıması ve lütfuyla kurtulabilmiş bir güruhsunuz...
Sizi, yedi ceddinizle ve mezarlarınızla birlikte tarih sahnesinden siler, dünyada var olan adınızı da hafızalardan kazırız. Bizi, ne Saddam Hüseyin ile ne güdümünüze aldığınız Deaş- Hizbullah – El Fetih gibi örgütlenmelerle ne de sahte düşmanınız konumundaki Arap Devletleri ve Acem’lerle karıştırmayınız.
Allah’ın yeryüzündeki ordusu haline gelmesi, Türk’ün başbuğunun vereceği bir tek komuta bakan Turan’lılar ile ne idüğü belirsiz nesliniz karşı karşıya geldiğinde, sizi bir tek kişi kalmayana kadar geberteceğimize Allah’ın ve Büyük Türk milletinin önünde yemin ederiz… Sizi, insanlığın huzuru, atalarımızın ve Filistin’in garip Müslümanlarının intikamı için hak ettiğiniz sona kavuşturacağız…
Sen ; köksüz, sülük, tefeci ve katil devletinin ardına sığınarak, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın tehdit etmişsen, bunun cevabını herkesten önce bu milletin isimsiz evlatlarından sonra da Büyük bir komutanının liderliğinde bir Aslan gibi saldıran Hz.Muhammed sav.’in Mehmet isimli ordusundan alacaksın…
O çok güvendiğiniz silahlarınız da ardınıza dizmeye çalıştığınız ordular da sizin için bir kurtarıcı olamaya yetmeyecektir...
Siz kimsiniz ki Allah size bir toprak vaadetmiş olsun ! Kaç kuruşluk kanınız var ki bu değerli toprakların sahibi olabileceğiniz fikrine kapılabiliyorsunuz !… Var mı damarınızda sizin öyle bol kanınız ? Siz, abluka altındaki üç- beş mücahitin karşısında bile zilleti yaşayan aşağılık mahluklarsınız... Kaldı ki Türk Ordusunun şanlı tugayları karşısında 1 dakika bile dayanamadan kaçacaksınız... Ama kaçabileceğiniz bir yer de olmayacak...
Kısaca belirtecek olursam şimdi uzakta gibi görünsen ve bunun rahatlığı içinde ahkam kessen de ; senin için de devletin ve temsil ettiğin güruh için de son görünüyor Yisrael Katz…
Ey İsrail yöneticileri ve yardakçıları ! Ben burada edebim gereği herşeyi çok az söylüyorum ama siz çok ama çok anlayınız...
30.07.2024 //16.30
SEDAT ÇETİNKAYA
.SURİYE REJİMİ İLE YENİ BİR SAYFA AÇILMASI, ESED’İN SONUNU GETİRECEKTİR…
Bilindiği üzere , Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Suriye rejimi arasında ilişkilerin yeniden tesisi hususunda birtakım görüşmeler bulunmaktadır. Ancak bu gelişmelerden, arzulanan düzeyde bir gelişme elde edilemeyeceği gibi Esed rejimi ile ilişki kurulmasını öngören stratejinin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti açısından zafiyet meydana getireceğini ve bu durumun elde edilen saha hakimiyeti açısından da olumsuz sonuçlara yol açacağını öncelikle ifade etmek isterim.
Suriye topraklarındaki paylaşıma ve tarafların durumlarına baktığımızda ; ABD- İsrail ve yandaşları tarafından desteklenen Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasının, önemli büyüklükte bir alana yayıldığını ve konumlandığını görebiliriz. Dikkat edilecek olursa, bu yapının, Suriye rejimi ile kayda değer bir çatışması da bulunmamaktadır. Çatışma ihtimalinin doğduğu her zeminde ise vuku bulan bir anlaşma ile hızlı bir çözüm yolu bulunduğu da görülebilmektedir.
Oysa Suriye rejiminin arkasında öncelikle İran bulunmaktadır. İran ise baş düşman (!) olarak , ABD ve İsrail’i ilan ettiğine göre ; Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanması ile İran milisleri ve Suriye rejimi arasında bir çatışma yaşanmasının evleviyetle beklenmesi gerekmektedir. Ancak sahada böyle bir durum görülmediğine ve hatta kısmi ittifaklar göze çarptığına göre, İran ile ABD ve İsrail arasında aslında bir düşmanlığın değil, bir anlaşmanın söz konusu olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Esed rejiminin petrol, su ve sair kaynaklar açısından Pkk//Pyd//Ypg// Sdg yapılanmasına önemli ölçüde bağlı olduğu da düşünülecek olursa, ABD- İran ve Suriye rejimi arasında ilan edilmemiş bir anlaşma zeminin bulunduğu da açıktır. Benzer bir durumun, Suriye rejiminin arkasındaki Rusya için de söz konusu olduğunu söyleyebilmek olanaklıdır. Ancak Rusya ile İsrail’in, Ukrayna meselesi nedeniyle arasının açık olması ve ABD’nin, Ukrayna’daki çatışmanın başaktörü olması , stratejik üstünlüğünü geliştirmek ve dayatmak isteyen Rusya’yı farklı arayışlara itmektedir. İşte bu noktada Rusya, Türkiye ile Suriye rejimi arasındaki ilişkiyi geliştirerek, ABD ve müttefiklerine karşı stratejik üstünlük elde edip onları Ukrayna açısından Rusya lehine bir kabule zorlamak istemekte ve aynı zamanda Türkiye’nin yanında durarak, NATO ittifakında büyük bir çatlak oluşmasına da neden olmak istemektedir.
İşte Rusya’nın öncülük yapması suretiyle , Esed rejimi ile Türkiye arasında Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasına karşı birlikte hareket etmeyi öngören bir stratejik zeminin doğacağının, siyasi olarak görünür hale gelmesi durumunda ; gizli bir ABD müttefiki olan İran’ın devreye girmesiyle Suriye rejimi çökertilmeye çalışılacak, bunun yetmemesi durumunda ise uzun zamandır bu iş için hazırlanan Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanması , askeri olarak Suriye rejiminin üzerine yürümeye başlayacaktır. Elbette bu yürüyüşün, İsrail’in muhtemel bir Lübnan harekatı öncesine denk getirilmesi de yüksek bir olasılık içermektedir. Bu durumda kendi derdine düşen Suriye rejiminin, İsrail’e yönelik olarak bir tehlike oluşturmasının da önüne geçilmiş olacaktır.
Ancak belirtmek isterim ki Esed’i Türkiye ile yakınlaşmaktan uzaklaştıracak argümanlar, çoktan devreye girmiş durumdadır. Esed’in özellikle Türkiye’den çok ciddi ve acil bir koruma ve destek durumunu görmeksizin, ilişkilerin yeniden tesis edilmesi ve Türkiye’nin Pkk//Pyd//Ypg// Sdg yapılanmasına karşı yürüteceği mücadelenin önünü açabilmesi neredeyse imkansızdır. Bu işin sonunda Esed, bu çıkışı es geçmek durumunda kaldığına çok pişman olacaktır ancak içinde bulunduğu şartlar itibariyle ondan daha fazlasının beklemenin hayal olacağını da görmek gerekmektedir. Esed rejimi, ciddi bir İran tehdidi altındadır. İran bunu Rusya’ya rağmen yapabilmektedir. Zira Rusya’nın Suriye üzerinde önemli bir hakimiyeti ve kontrolü bulunmamaktadır. Oysa Şia temelinde varlık kazanan bir devletin, haşhaşi konumundaki mensupları, Suriye’nin de Esed’in de heryerini sarmış durumdadır. Bunlara rağmen ve bu yapıların aleyhine karar almak ancak ve ancak Rusya ile Türkiye’nin çok etkin bir şekilde Suriye üzerinde faaliyet icra etmelerine bağlıdır ki bu da siyasi irade eksikliği ve beşinci kol düşman faaliyetleri nedeniyle çok da mümkün değildir… İçinde bulunduğumuz an itibariyle Suriye ve Suriye’liler üzerinde Türkiye sizi yalnız bırakıyor propagandası büyük bir hızla yürütülmekte ve bu propaganda üzerinden, Türkiye- Suriye ilişkilerinin gelişmesinin de önü tıkanmaya çalışıldığı gibi Türkiye, kontrol ettiği bölgelerdeki hakimiyetini ve kabulünü de kaybetme riskiyle karşı karşıya bırakılmaya çalışılmaktadır. Elbette bu durumu güçlendirmek için Türkiye içinde, Suriye’liler ile vatandaşlarımız arasında da gerilim ve çatışma olanakları da zorlanmaktadır. Emin olunuz ki Kayseri’de yaşanan olayların daha büyüğü tertiplenmek istenecektir. Herkes bu hususta uyanık olmak zorundadır. Ülkemizdeki aşağılık işbirlikçi tayfasının faaliyetleri, nasıl adi bir komplo ile karşı karşıya olduğumuz gerçeğini de gözler önüne sermektedir.
Şahsen ben, devletlerarası ilişkilerde çıkar gereği olarak hareket edilmesi taraftarı olan bir kişi olmadığım gibi devletimizin de bu yaklaşımla hareket etmesi taraftarı olmadığımı da belirtmek isterim. Devletlerin bir duruşu, bir hedefi ve temsil ettiği değerler olmalıdır. Çıkarlarımız bizi Suriye- Mısır- İran gibi rejimlerle hareket etmeye zorlayabilir ancak bunu tercih etmek yerine değerleri, hakkı ve adaleti tercih etmeliyiz. Bizim için yolların tıkalı gibi göründüğü yerlerde kendimize yeni yollar açmalı, dizliye diz çöktürmeyi, başlıya baş eğdirmeyi başarmalıyız. Yol açmak için taviz verdiğimizde, yolumuzdan çıkar, kendimizi arzulamadığımız mecralarda buluruz.
Bize düşen şey, düşmana fırsat vermeden, insiyatif üstünlüğünü elimizde tutarak, tüm düşmanlarımıza rağmen, istediğimiz sonucu alacak hamleler yapmaktır. Karşımızdaki düşman cephesi, bizi durdurmayı ve yenilgiye uğratmayı hiçbir şekilde başaramayacaktır. Dost görünümlü düşmanlarımızın etrafımızdaki yığınakları, üsleri, savaş gemileri , korkak askerlerden oluşan niteliksiz orduları ve kağıt üzerinde önemli değerler ifade eden silahları ; bizim kararlılığımız, mücadele gücümüz, askeri ve siyasi yeteneklerimiz karşısında mağlup olmaya mahkumdur. Sadece içimizdeki işbirlikçileri pasifize edecek bir siyasi etkinlik seviyesine ulaşmamız gerekmektedir.
İçimizdeki gafil takımı binbir fitne üretirken, işbirlikçi hainlerle birlikte düşmanlarımızın yapmaya çalıştığı şeyler ; Türkiye’yi Nato ve Avrupa Birliği uyum süreciyle oyalamak, Türkiye’nin askeri gelişimini yavaşlatmak ve engellemek, Türkiye’nin etkinlik kazanmasını, genişlemesini ve siyasi açıdan varlığını büyütmesini bloke etmek ; ekonomik sıkıntılarla ve iç siyasi sorunlarla uğraşır halde kalmasını temin etmektir. Bu yönde söylem geliştirenleri takip etmek dahi işimizdeki işbirlikçileri tespit etmek için yeterli bir veridir...
İşte onlara inat ; Nato ve Avrupa Birliği ile adeta kedinin fare ile oynadığı gibi oynayarak, askeri gelişimimize ve üretimimize hız vererek, siyasi ve ekonomik varlığımızı büyüterek, onların bizi uzak tutmak istedikleri noktalara can alıcı//oyun bozucu//oyun kurucu saldırılar yaparak, ama asla onlar karşısında teslimiyetçi ve yönlendirilmiş bir politika izlenmesine mahal vermeden, büyük bir hızla ilerlemeliyiz…
Yol bizim, devir bizim, devran bizimdir… Korkaklar, ihtiyatlılar, fitnekarlar, aşağılık kompeksinde yıkananlar ve ruhları satılmışlar kenarda dursun...
12.07.2024 / 18.52
SEDAT ÇETİNKAYA
.GELİŞEN DENGELER IŞIĞINDA TÜRK DIŞ POLİTİKASI’NIN STRATEJİK YÖNELİMİNE İLİŞKİN DÜŞÜNCELER …
Coğrafi keşifler, sömürgecilik faaliyetleri, sanayi devrimi gibi stratejik gelişmeler neticesinde zenginleşen, sermaye birimi yapan ve bu birikimi, para baronu haline gelmiş küreselci paganların güdümündeki gizli örgütlenmeler dahilinde bankacılık- finans – madencilik - askeri sanayi- teknoloji- ilaç endüstrisi - medya- sinema gibi alanlara yönlendirerek dünya hakimiyetini ele geçiren batı dünyası, hızlı bir gerileme sürecinin içine girmiş bulunmaktadır.
Batı dünyası ve batılı devletler, şuan için geçmişte oluşturdukları zenginliği tüketmekle meşgulken, kendilerini hala çok güçlü göstermenin kibri ve sarhoşluğu içinde ancak uluslararası hiçbir gelişmeye yön verecek bir etki ortaya koyamadan varlıklarını sürdürmeye de devam etmektedir. Zaten dikkat edilecek olursa, girdikleri büyük girdabın içinde dönerken, hiçbir soruna çare bulamamakta ve alışılmış düzenleri sekteye uğrayanların neden olduğu toplumsal tepkiyle de maskelerini indirip özlerine dönerek marjinal eğilimlere yönelmektedirler. Çok yakında toplumsal çatışmalara, devletlerarası gerilimlere, farklı ittifak arayışlarına girmeleri ve oluşturdukları kurumları teker teker yıkmaları da beklenmesi gereken bir durum olarak karşımızda durmaktadır. Bu durumun varlık kazanabilmesi için ise yaşamaları gereken önemli bir kriz yeterli olacaktır.
Günümüz itibariyle Amerika Birleşik Devletleri de sanal ve sahte bir güç merkezi olarak varlığını sürdürüyor olsa da gelişen küresel etkiye sahip bölgesel güçler, Amerika Birleşik Devletleri’nin küresel siyasi hakimiyetini adım adım geriletirken, bu gerilemenin askeri ve ekonomik etkileri de yükselen bir ivmeyle Amerika Birleşik Devletleri’ni büyük bir çöküşe doğru itmekte, Dolar’ın karşılıksız rezerv para olarak dünyaya kabullendirilmiş olmasına ilişkin sürecin sekteye uğraması ve hatta bu durumu ortadan kaldıracak girişimlerin yüksek bir hızla gelişmekte oluşu da ABD’nin küresel hakimiyetinin sona ermesiyle ilgili gelişmeleri büyütmekte ve güçlendirmektedir.
Mevcut pazarlar ve gelişen dünya pazarları, batılı güç merkezlerinin kontrolünden çıkmakta, batı devletleri ; siyasi ve askeri gücünü kaybetmekte ve yüzlerce yıllık sömürgeleri, adeta bağımsızlıklarını ilan etmektedir.
Küreselci paganların gelişen dünyayı ele geçirme faaliyetleri de kökleri tarihin derinliklerine uzanan medeniyetlerin, tarih ve devlet bilinçleri nedeniyle kadük kalmakta ve bu durum ise dünyamızı, küreselci paganlar tarafından Covid- 19 örneğinde olduğu gibi farklı yok etme metodlarının denenebileceği bir tehlikeyle ve çeşitli bölgesel savaşları tetikleyebilecek provokasyonlarla karşı karşıya bırakmaktadır.
Bu arada İsrail’i büyütmek ve sözde vadedilen toprakların hakimi kılmak için sahnelenen saplantılı proje de gerçek yaşamın ve müslüman Filistinli’lerin direnişinde parçalanmaktadır lakin bu süreç henüz neticelenmiş bir süreç de değildir. Batılı güç merkezlerinin İsrail’e yönelik desteğinde şekillenecek süreçte, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ; Suriye- Lübnan- Irak- Kıbrıs – Doğu Akdeniz - Adalar Denizi ve Trakya coğrafyasını kapsayacak bir cephede büyük bir mücadele verecektir. Adı konulmamış olsa da siyonizmin ve küreselci paganların güdümünde hareket eden tüm batılı devletler, bu süreç için hazırlanmakta ve yönlendirilmekte ve de Türkiye'ye karşı adı konulmamış bir savaş icra etmektedir.
Biz bu adı konulmamış savaşa ilişkin olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak ortamı gerecek adımlar attığımızda , ülkemize yönelik saldırıların da dozu artmaktadır. Bu bağlamda ülkemizin bağlı olduğu finans ve bankacılık sistemi kullanılarak, Merkez Bankası yönetimi ve özerkliği üzerinden baskılar oluşturularak, ülkemizin borç alma imkanları kısıtlanarak, ülkemize yönelik yatırımlar engellenerek, ülkemize dostluk gösteren Katar- Azerbaycan gibi ülkelerle ilişkilerimizi zedeleyecek provokasyonlara başvurularak, gizli ambargolar tesis edilerek, çeşitli yaptırımlar uygulanarak, ülke yönetimini karalamaya matuf söylemler sahnelenerek, stratejik öneme sahip yatırım ve girişimlerde düzeysiz propagandalar ve karşıt tepkiler oluşturularak, iç huzurumuzu bozacak 5 nci kol faaliyeti mahiyetinde projeler sahneye alınarak ya geri adım atmaya ya da nötr//hareketsiz//amaçsız durumda kalmaya zorlanmamız söz konusu olmaktadır.
Herkes bilmelidir ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve müslüman Türk milleti, içten ve dıştan olmak üzere karşısına çıkarılan tüm engelleri aşmaya ve kendisine düşmanlık içeren bir yaklaşımla faaliyet icra eden tüm vekil ve asil güçleri bertaraf edip, tarihin çöplüğüne gönderme gücüne ve iradesine sahiptir. Coğrafyamızda bu yönde irade ortaya koyup çaba gösterenlerin mutlak surette karşılaşacakları şey, ağır bir yenilgi olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin siyonizmin hayallerini mahvedecek yönde adımlar atmasını engellemeye çalışanlar ve bunu yaparken sinir uçlarımızla oynama teşebbüsünde bulunanlar, aslında kendi sonlarını hazırladıklarının farkında değillerdir. Milletimiz biraz daha dirayetli durmayı başarabilmiş olsaydı, uygulayacağımız politikalar çok daha şahin olabilir, geçiş süreçlerinin yaşanmasına gerek olmayabilirdi. Ancak içinde bulunduğumuz şekliyle, batıya karşı sertleşmeyen, adeta numara yaparak sürecin farklı bir aşamasında harekete geçmeyi öngören stratejiye yönelmenin daha hayırlı sonuçlar vereceğini söyleyebilmek de mümkün bulunmaktadır. İslam dünyasının büyük bir uyanışa ve bu bu uyanıştan mütevellit güçlü bir irade yansıtmasına ihtiyacı bulunmaktadır ve bu durumun şekillenmesi de zamana gerek duymaktadır ki bizim de bu zamana ihtiyacımız olduğu açıktır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk dünyasını biraraya getirme ve bu birlikten küresel bir güç oluşturma stratejisiyle hareket ederken, İslam dünyasına ve insanlığa da liderlik yapma stratejisini ihmal etmemektedir. Bir süre sonra dünya coğrafyasının çok büyük bir bölümü ; dünyaya Türkiye’nin gözünden bakmaya başlayacak, parasını batılı bankalar yerine Türk bankalarına yatıracak, Türk ortakları ile ekonomik projeler yürütecek, ordularını Türk üretimi modern ve üstün silahlarla teçhiz edecek, Türkiye ve Türk dünyası ile kültürel ilişkiler içine girecektir.
Bu arada dikkat etmemiz gereken en önemli husus, Rusya’nın bir süre daha yıkılmasına izin vermezken, Rusya’nın yeniden bir güç merkezi olarak yükselişine de engel olmamız gerektiği gerçeğini stratejik bir algıyla en önemli politik yaklaşımımız haline getirmemizdir. Rusya’yı her daim batının üzerine yönlendirmeli, batıyı Rusya ile korkutmalı, Rusya’yı oyalamalı ancak kendimizi de Rusya için vazgeçilmez kılacak bir politik duruşun zirvesine çıkarmalıyız. İşte bizim önümüzdeki 20 yıllık sürece ilişkin anahtarımız budur. Önümüzdeki 20 yıllık süreçte alacağımız yol artış engellenemez nitelikte bir kudrete ulaşmamızı mümkün kılacak, diğerlerinin yanında Rusya’yı da gerileme ve hatta çöküş sürecine sokmamıza olanak sağlayacaktır.
Bu noktada Çin karşısında ; Japonya- Endenozya - Güney Kore- Pakistan gibi devletlerin bulunacağı çeşitli ittifakların yanında Türk Dünyası ile sağlayacağımız siyasi//askeri ve ekonomik etki, dünya üzerindeki yerimizi ve ağırlığımızı da önemli ölçüde yükseltecektir.
Bir zamanların Büyük Hun Devleti’nin – Avrupa Hun Devleti’nin – Büyük Selçuklu Devleti’nin ve Devlet-i Aliyye’nin hükmettiği toprakların bileşkesinden çok daha fazlası üzerinde siyasi- ekonomik ve askeri etki sağlayacak bir güç doğmaktadır. Bunu görmek ve anlamak için eziklik psikolojinden arınmak, tarih bilmek, günümüzden geleceği okuma kabiliyetini ortaya koyacak bir şuura ve hissiyata sahip olmak gerekir.
Unutmayalım ki her geçen zaman, her yapılan faaliyet, kutlu bir geleceğe bizleri adım adım yaklaştırmaktadır. Ödeyeceğimiz çok bedeller de vardır. Bizler mücadeleden geri kalsak hatta vazgeçsek de bu bedelleri ödeyeceğiz. Sonuç da kader hükmü çerçevesinde Allah'ın irade ettiği şekilde olacaktır. Öyleyse bu bedelleri gönüllü kabullenerek, Allah’ın yeryüzündeki kılıcı ve temsilcisi gibi hareket ederek, din-i mübin-i İslam’ı yeryüzüne hakim kılma davasına güç vermekte biran dahi tereddüt etmeyelim ve boş//niteliksiz//gereksiz//malayani işlere gönül vermekten de uzak duralım. Geleceğe bırakacağımız tek olumlu şey, yapmış olduğumuz mücadele ve iyi işlerdir. Bu dünyada durduğumuz saf, ahir yaşamımızda duracağımız safın aynısıdır. Allah’ın dininin ve peygamberlerinin safında durmayanların sonu sadece ama sadece hüsrandır… İnsan kendisini ; ben kimim, neyi temsil ediyorum, amacım ve yaşamım nasıl bir durama tekabül etmektedir, ben ne yapıyorum ve ne yapmam lazımdır ? diye sorgulamalıdır...
Basit düşünmek isteyenler için ifade edecek olursam gelecek bizimdir… Biz müslümanlarız. Biz Dünya hakimiyetini tesis etmek için yola çıkmış Türk'leriz.
Siz bizimle misiniz yoksa “ama”ların, ayrılıkların, fitnenin, aymazlığın ve gafletin peşinde misiniz ?
05.07.2024 // 17.05
SEDAT ÇETİNKAYA
.KURBAN BAYRAMI’NDA TÜRKİYE’DEN YÜKSELEN ULUSLARARASI STRATEJİNİN TEMELLERİ…
Şahsım açısından yoğun geçen bir dönemin molasında sizlerle yeniden birlikte olma imkanını bahşeden Aziz ve Muktedir olan Allah’ı sonsuz bir hamd ile tesbih ederken, tüm müslüman kardeşlerimin Kurban Bayramı’nı kutlar ; nice bayramlara iman, sağlık, huzur ve refah içinde ulaşmalarını da Yüce Rabbim nezdinde gönülden dilerim…
Herkes bilmelidir ki dünya , yeni ve şiddetli bir mücadelenin içine adım adım yaklaşırken, bu mücadele sonrasında kurulacak yeni bir düzenin altyapısı da günümüzde oluşturulan stratejiler doğrultusunda şekillenmektedir.
Tarihin en kadim ve asil milleti olan müslüman Türk milleti, bünyesine giren zararlı akımlar ve niteliksiz genlerin ifsad edici etkisiyle çok yönlü olarak çeşitli sıkıntılar yaşıyor olsa da her türlü negatif etkiyi geride bırakarak , tarihe yeniden yön verecek olan kutlu bir ufka doğru büyük bir hızla yol almayı da başarmaktadır.
Küresel sermayenin baronlarının ve şeytani güçlerinin bileşkesinin temsil ettiği batılı güç merkezleri, güçlerini halen büyük ölçüde devam ettirseler de dünya üzerindeki hakimiyetlerini kaybetmişlerdir. Artık dünya üzerinde, geçmişin küresel güç merkezlerine karşı ; siyasi, askeri ve ekonomik yönden mücadele cephesi açan yeni güç merkezleri bulunmaktadır. İşte bu yeni güç merkezleri yükselirken, küreselci paganların faaliyetleri nedeniyle bozulan dünya düzeni , tüm bu gelişmelere güç sarhoşluğu içinde hazırlıksız yakalanan ve halen de dünyayı kavrayabilmekten uzak olan batılı güç merkezlerini, adım adım parçalanmaya, toplumsal gerilime ve kaosa doğru itmekte ve bu durum da dünya üzerindeki mücadele sahasının genişlemesine neden olmaktadır.
Elbette bu durum, değerlendirebilmemiz durumunda, bizim için büyük bir fırsat oluşturmaktadır. Çünkü küresel mücadeleye hazırlanan tüm güçlerin, Türkiye’ye ve Türkiye’nin dünya üzerinde oluşturduğu etkiye büyük bir ihtiyacı bulunmaktadır. Ancak bizim bakış açımız artık, tüm engellemelere ve zor şartlara rağmen uzun yıllardır vermiş olduğumuz büyük bir mücadele neticesinde, birilerine payanda olmaktan öteye geçmeyen bu yaklaşıma hizmet etme çizgisinde bulunmaktan çoktan çıkmıştır. Bizim gerçek hedefimiz, bu süreçte Büyük Türk dünyası’nın yükselişini sağlamak ve buradan almış olduğumuz ivme ile de İslam alemine ve insanlığa önderlik etmektir.
Rusya, yaşadığı saldırıların ve cepheleşmenin etkisiyle, Türkiye ile birlikte dünyanın merkezinde büyük bir güç merkezi oluşturmak istemekte ancak Türkiye’nin batıdan tam anlamıyla kopmaya hazır olmayan durumu ve Türkiye içindeki batı yanlıların oluşturduğu geleceğe ilişkin risk nedeniyle de bu arzusunu tam anlamıyla sahaya sürmekte zorlanmaktadır. Ancak yine de Rusya’nın, Türkiye’yi bu noktada birlikte hareket etmeye davet etmek için önemli riskler alacağı bir döneme gireceğini söyleyebilmek de mümkün bulunmaktadır.
ABD, artık dünyayı okumaktan uzak hatalı stratejisiyle ya da başını kuma gömmüş vaziyetteki deve kuşu yaklaşımıyla Büyük İsrail ideolojisine hizmet için faaliyet icra ederken, Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanması üzerinden Suriye’nin kuzeyinde gerçekleştirmek istediği seçimlerin yapılmasını erteletirken, aslında hem Türkiye ile Rusya’nın yakınlaşmasını engelleme isteğini açık etmekte hem de hedefine aşamalı olarak gitmeyi tercih ettiğini ortaya koymaktadır. Zira ABD makamlarının bu hususta yaptığı açıklamalar ; seçimlerin değil, sadece ama sadece, zamanın uygun olmadığı gerekçesi üzerinde şekillenmektedir.
Buradan herkese açıkça ilan ediyorum ki ABD ve müttefikleri de İsrail de görecektir ki eninde sonunda Suriye’nin kuzeyindeki terörist yapılanmaları, bir daha hayat bulamayacakları şekilde hak ettikleri sona ve tarihin çöplüğündeki yere kavuşturacağız… İşte o gün, müslüman Türk milletine karşı zafer kazanmak için hazırlanmanın, birilerinin köpekliğine soyunmakla olmayacağını, bunun için ; güç- tarih – medeniyet- bilgelik- askerlik- dirayet- metanet – mücadele - nüfus- eğitim-fedakarlık-millet olma bilinciyle topyekün çarpışmaya hazır olma ve tecrübe gerektiğini de en müstesna şekliyle herkese öğreteceğiz…
İçinden geçmekte olduğumuz dönemde , bize yaşatılan tüm sıkıntılara rağmen en büyük kazanımımız, oluşturmuş olduğumuz askeri sınai komplekstir ki oluşturmuş olduğumuz bu hayati öneme sahip stratejik altyapı ile tüm Türk – İslam dünyasını, kısa sürede askeri olarak teçhiz edip temsil ettiğimiz insani – milli – dini - ekonomik ve siyasi değerler doğrultusunda organize edebilme kabiliyetine de kavuşacağız… Çok yakında tüm Türk devletleri, arzuladığımız entegrasyon dahilinde gelişirken, çok güçlü bir birleşik orduya da sahip olacak ve dünyanın merkezinden verdiği sesle tüm dünyayı titreten bir Bozkurt gibi yükselecektir.
Avrupa, yaşamakta olduğu siyasi ve ekonomik kayıp ve göç sorunu nedeniyle ; genetiğine dayanan bir sorun olan ırkçılığa ve toplumsal zemininde bulunan dini tasassuba doğru kayarken, ABD’nin güdümünde geliştirdiği Rus düşmanlığı nedeniyle de siyasi bir çıkmaza girecek ve sonunda da parçalanarak, dünya üzerindeki etkinliğini tamamen kaybedecektir. Böylece Avrupa üzerinde gelişecek bir Türk dünyası baskısı da adım adım yükselecek ve Avrupa politikasını etkisi altına alacaktır. Elbette bu süreç, yüzyıllarca Türk hakimiyetinde yaşamış bölgelerin Türkiye ile yakınlaşması ile ilgili süreci de Macaristan örneğinde olduğu gibi oldukça hızlandıracaktır.
Burada sorun, batı dünyasına karşı kazanılacak stratejik üstünlük sonrasında batı tarafından parçalanamamış bir Rusya’yı nasıl kontrol edeceğimiz sorusu üzerinde şekillenmektedir. Bu noktada Rusya’ya karşı ; yükselişe geçecek olan büyük Türk nüfusu etkisi, Rusya içindeki Türk ve müslüman nüfusun sağlayacağı siyasi konsept, gelişmiş askeri altyapı ve dünyada hiçbir millete nasip olmayan uluslararası hinterlandımızı kullanmakla karşılık verilmelidir…
Günümüz itibariyle bizim gerçek düşmanımız, Ruslar değil ; batılı güç merkezleri, küreselci paganlar ve onların hizmetkarlığına soyunmuş avarelerdir. Ancak batılı güç merkezlerinin en önemli arzularından birinin Türkiye ile Rusya’yı savaştırmak olduğu ve bu durumdan Libya- Azerbaycan//Ermenistan savaşı ve Suriye meselesine ilişkin gerilimler dikkate alındığında Sayın Erdoğan’ın başarılı politikaları ve V. Putin’in dünya stratejisini iyi okuyan vizyonu sayesinde kıl payı ile kurtulduğumuzu da herkesin görmesi gerekmektedir.
Türkiye, daha büyük politikalara ve stratejilere yelken açmak için ayağındaki prangalar olan ; küresel rezerv para olarak Dolara ve Euro’ya bağımlı olmaktan kurtulmayı, bankacılık sistemini küreselcilerin tekelindeki organizasyonun dışına çıkarmayı ; ihracat hacmini büyütürken, ihracatı içindeki Avrupa ve ABD payını düşürmeyi, batıya bağımlılık oluşturacak hiçbir şey bırakmamayı ve batının Türkiye’ye karşı koz olarak kullanabileceği herşeyi önalıcı bir politik yaklaşım ve öngörüyle ortadan kaldırmayı başarmalı ve Batı ittifakını etki altına alabileceği alanları genişletmeyi de mümkün kılmalıdır.
Bunu yaparken önümüzdeki en güzel rehber ise Devlet-i Aliyye’nin tarihi olarak karşımızda durmaktadır… Önemli olan, güncel gelişmeleri de dahil ederek tarihi okuyabilmeyi başarmak ve bu bağlamda yeni yazılmış bir senaryoyu sahneye koyabilmektir…
Bize Sayın Erdoğan’ın yürüttüğü geçiş döneminden sonra ; Fatih Sultan Mehmet Han ile Yavuz Sultan Selim Han’ın bileşkesi olarak tanımlanabilecek bir lider lazımdır ve emin olunuz ki o lider de Aziz ve Hakim olan Allah’ın hükmü dahilinde hükmünü icra edecektir…
Bu noktada önemli olan bizlerin ; ne yaptığı , nasıl davrandığı , kimlerle birlikte hareket ettiği , kendini nasıl tanımladığı, milli ve küresel vizyonunun ne olduğudur. Bu dünyaki yaşamımız eninde sonunda neticeye ulaşacak, bizler de kesilen kurbanlar gibi canımızı Aziz ve Melik olan Allah’a teslim edeceğiz ki işte bizim hesabımız da o andan itibaren başlayacaktır.
Bu dünyada , her şeye burun kıvıran herkesi ve herşeyi cahilce ve fütursuzca eleştiren, şahsi çıkarı dışında hiçbir ilkesi, amacı ve mücadelesi olmayanlar, o gün ; Hanya ile Konya arasındaki farkı da anlayacaklardır.
Gerek bu dünyada ve gerekse ebedi yaşamda gerçek şerefe ve huzura nail olacak olanlar ; iman üzere yaşayıp, Allah yolunda mücadele etme bilincine tutunanlar, müslümanım deyip ama// lakin ile başlayan ifadelerle müslümanın karşısında saf tutmayanlar, fitne etrafı sarmışken birlikten ayrılmayanlar ve bitmek tükenmez bir gayretle din-i mübin-i İslam’ın yeryüzüne hakimiyeti için çaba sarfedenler olacaktır.
Bizler ; Allah'ın dinini ve müslüman Türk milletini, dünyaya hakim kılacak bir neslin, asalet ve dirayet sahibi bir temsilicisi olmak ile zilletin ve Şeytani güçlerin yakalası olmak arasında bir tercih ile karşı karşıya olduğumuzu, her karar ve davranışımızın bu mihval üzere okunması gerektiğini de hiçbir zaman unutmamalıyız...
Sevgi ve saygılarımla, her daim yüce Allah’a emanet olunuz…
16.06.2024 / 17.26
SEDAT ÇETİNKAYA
.SAVAŞ TİYATROSU VE ARKASINDAKİ PLANIN GELECEKTEKİ YÜZÜ…
Son dönemde İsrail- Filistin meselesi üzerinden gelişen konuları iyi anlayabilmek ve doğru bir askeri ve siyasi yaklaşım ortaya koyabilmek için mantıksal ve stratejik zemini bulunan bazı gerçeklikleri, masanın üzerine koymayı ve bunları hiçbir zaman gözardı etmeden politika üretmeyi başarmamız gerekmektedir.
Bu bağlamda ve sadece ANA BAŞLIKLAR ÇERÇEVESİNDE ;
1. İran’daki sapkın Farsi rejimin, küresel güç merkezlerinin desteği ve yönlendirmesiyle ortaya çıkmış ve iktidarı küresel güç merkezlerinin desteğiyle ele geçirmiş bir yönetim olduğunu ve bu yönetimin gerçek amacının ; fitne ve ikilik çıkararak İslam dünyasını bölmek, Büyük İsrail projesine hizmet için İsrail’e alan açmak ve İsrail tarafından uygulanan politikalara dünya devletleri tarafından destek verilmesini mümkün kılmak için zemin hazırlamak olduğunu,
2. Ortadoğu’daki müslüman devletlerin başında, istisnalar bir tarafa bırakılırsa, İsrail’e ve ABD politikalarına karşıtlık oluşturmaktan korkan işbirlikçi yönetimlerin bulunduğunu,
3. İsrail’in ve arkasındaki güç merkezlerinin gerçek amacının ; Büyük İsrail’i kurmak, vaat edilmiş toprakları ele geçirmek, müslümanları ve ilk önce de Filistinlileri yok etmek olduğunu,
4. İsrail yönetiminin ve bunların arkasındaki küresel güç merkezlerinin tek korkusunun, Türkiye’nin İsrail’i hedef alacak şekilde bu meselenin içine girmesi olduğunu,
5. Türkiye’nin güneyinde Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasıyla oluşturulmaya çalışılan örgütlenmenin tek amacının, sıra Türkiye’ye gelene değin, Türkiye ile İsrail arasında tampon vazifesi görmek olduğunu,
6. İran- Irak savaşından, Irak’ın ABD ve müttefikleri tarafından işgal edilmesine, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin oluşturulmasına, Suriye iç savaşının çıkarılıp Suriye’nin fiilen bölünmesine, DEAŞ ismi altında CIA güdümünde düzmece bir örgütün ihdas edilişine ve Pkk’nın yıllardır Türkiye aleyhine yürüttüğü faaliyetlere kadar hemen hemen her meselenin temelinde İsrail’in bölgesel hakimiyetine zemin hazırlama projesinin ve uygulamalarının bulunduğunu,
7. Yunanistan’ın hayali iddia ve söylemlerine destek verilip, Türkiye ile karşı karşıya getirilmesinin temelinde, ikinci bir cephe hattı üzerinden Türkiye’nin üstü kapalı olarak tehdit edilerek Ortadoğu’dan uzak tutulmaya çalışılması stratejisinin bulunduğunu,
8. ABD’nin, Türkiye çevresinde kurduğu tüm askeri üslerin, Türkiye’nin gelecekte İsrail’e yönelik bir müdahalesini engellemeye ve bu bağlamda Türkiye’yi şimdiden farklı cephelerden kuşatmaya matuf bir uygulama olduğunu,
9. Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin, Birleşmiş Milletlerin Barış Anlaşması çabaları ve yerli işbirlikçiler vasıtasıyla Türkiye’den koparılmaya çalışılmasının arkasında da İsrail’i korumayı hedefleyen askeri ve siyasi bir stratejinin bulunduğunu,
10. Kıbrıs Rum kesiminin, batılı güç merkezlerinin ve İsrail’in, Türkiye’ye yönelik bir tehdit merkezi ve askeri üssü olarak konumlandırılmış olduğunu,
11. Mısır lideri, şehit Muhammed Mursi’nin iktidarına bir darbe ile son verilerek yerine düzmece bir Firavun getirilmesinin temelinde de İsrail’in varlığını koruma stratejisinin bulunduğunu,
12. Türkiye’nin, geçmişte yüksek irtifa hava savunma sistemine ( S – 400 ) sahip olmasının istenmemesinin, F- 35 programından çıkarılışının, açık ve gizli askeri ambargolara muhatap kılınmasının arkasında da İsrail’e ve arkasındaki güçlere karşı edilgen//savunmasız konumda bırakılmak istenmesi gerçeğinin bulunduğunu,
13. Ermenistan- Azerbaycan gerilimi, Suriye sorunu, hava kuvvetlerimiz tarafından düşürülen Rus uçağı, suikaste uğrayan Rus büyükelçisi, Libya meselesi ve Rusya- Ukrayna çatışması gibi meseleler üzerinden Türkiye ve Rusya arasında bir savaş çıkarılarak, Türkiye’nin batıya sığınmaya mecbur bırakılmak ve yıpratılmak, Rusya’nın da parçalanmak istendiğini,
14. Pakistan ile Türkiye ilişkilerinin sınırlı düzeyde kalması ve Pakistan’ın Türkiye’ye açıkça biat etmesinin önlenmesi için Pakistan’da bir darbenin gerçekleştirilmiş olduğunu,
15. Türkiye- Afganistan ilişkilerinin stratejik bir ittifaka dönüşmesinin, başta ABD güdümünde şekillenen bir örgüt olan Taliban kullanılarak çeşitli vasıtalarla engellenmeye çalışılmakta olduğunu,
16. Türk Birliğini engellemeye yönelik olarak, Türk Cumhuriyetlerinde ortaya çıkan bazı girişimlerin temelinde Rusya’nın değil, ABD’nin ve batılı istihbarat örgütlerinin bulunduğunu,
17. Türkiye’mizdeki yönetimi yıkma girişimlerinin, darbe teşebbüslerinin, Gezi isyanı gibi düzmece halk hareketlerinin, terör örgütlerince oluşturulan isyan girişimlerinin, siyaseti dizayn etme çalışmalarının, tüm beşinci kol faaliyetlerinin, ekonomik kriz çıkarmaya yönelik faaliyet ve girişimlerin, algı operasyonlarının, sosyal medya üzerinden pompalanan ve psikolojik harp mahiyetini haiz yalan mekanizmasının temelinde ; Türkiye’ye diz çöktürmek, ülkemizi kendilerine biat ettirmek ve sonrasında parçalanmaya hazır hale getirmek şeklinde tanımlanabilecek bir stratejinin bulunduğunu,
18. Türkiye’nin Kuzey Irak ve Suriye’ye yönelik olarak gerçekleştireceği kapsamlı bir askeri harekatın, küresel güç merkezlerinin en çok korktukları ve istemedikleri husus olduğunu,
19. Türkiye’nin güçlenmesini, Türk dünyası ile birlikte küresel bir güce dönüşmesini, İslam dünyasına liderlik ve öncülük yapar hale gelmesini, ezilen dünyanın sözcülüğünü üstlenmesini, küresel güç merkezlerinin politikalarını sorgulayan//sorgulatan ve bloke eden bir merkez haline gelmesini istemediklerini SÖYLEYEBİLMEK MÜMKÜNDÜR.
İşte bu temel şartlar dahilinde bir değerlendirme yapıldığında önümüzdeki süreçte İSRAİL'in, savaşı adım adım yayma eğilimi ile hareket etmeye başlayacağını, Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanması ile boşaltılan alanlara yönelik olarak askeri sıçramalar yapacağını, Ortadoğu'daki bazı ülkelerin ve muhtemelen Mekke ve Medine'nin İsrail ve müttefiklerinin hedefi haline geleceğini ; ABD’nin sınırsız yardımları ile şekillenen Pkk’lı teröristlerin İsrail’in ön saflarda savaşan figüranları haline getirileceğini, Irak ile Türkiye arasında oluşturulması planlanan ticaret yolu güzergahına ilişkin taleplerin ve Irak hükümetinin Pkk’dan rahatsızlığını ortaya koyan söylemlerin Türkiye’yi kontrol altında tutmayı hedefleyen sunumlar olduğunu, Türkiye’nin içimizdeki aymazlar sebebiyle açık yarası haline getirilen ekonomi temelli veriler üzerinden de kontrol altında tutulmaya çalışıldığını, Türkiye’nin İsrail’e yönelik tutumunun sertleşmesi ve/veya Irak ve Suriye’ye yönelik kapsamlı bir askeri harekata girişmesi durumunda İran ile karşı karşıya getirilmeye çalışılacağını, bu arada Avrupa Birliği’nin de Türkiye’nin kontrolünü kolaylaştırmak için havuç politikaları uygulamaya başlayacağını, Türkiye’nin özellikle Suriye’ye yönelik kapsamlı bir askeri harekatı durumunda iç dengenin CHP- DEM Parti temelinde şekillenen ittifakla bozulmaya çalışılacağını, Türkiye’nin tüm engellemelere rağmen başarıya ulaşması durumunda ise Yunanistan üzerinden geliştirilen bir tehditle konsantrasyon kaybına uğratılmaya çalışılacağını, benzer bir durumun Ermenistan üzerinden de gerçekleştirilme ihtimalinin bulunduğunu ifade edebilmek mümkündür.
Bu noktada, konunun biraz dışında da olsa Azerbaycan’ın, Ermenistan ile BİR BARIŞ ANLAŞMASINI KESİNLİKLE İMZALAMAMASI ve Zengezur bölgesi başta olmak üzere kadim Türk toprakları üzerindeki taleplerinden asla vazgeçmemesi gerektiğini de bir ara cümle olarak ifade etmek isterim.
Bu süreçte BİZE DÜŞEN NEDİR ? diye soracak olanlara da yaşadığımız sıkıntı ne olursa olsun Cumhur İttifakını desteklemeyi sürdürmek olduğunu da önemle ifade etmek isterim. Zira biliniz ki HER AYRILIK TOHUMUNUN ARKASINDA YA DA İÇİNDE ; zillete yol açmak isteyen, bizleri perişan etmek hatta yok etmek isteyen şeytani güç odaklarının , müslüman- Türk düşmanlarının bulunduğunu asla unutmamalıyız…
ABD’nin - İsrail’in – Yunan’ın- İngiliz’in- Fransız’ın- İtalyan’ın ve daha nice kahpe evladının atacağı bombaların altında onursuzca ölmek istemeyenlerin, aç kalsaydık da bu günleri görmeseydik, keşke daha fazla silah üretseydik şimdi bu üretimleri yapmaya ne zaman ne de ortam var demek istemeyenlerin, keşke işbirlikçi vatan hainlerini daha az destekleseydik de bunların eline imkan geçmesine olanak sağlamasaydık demek isteyenlerin ve yine keşke Sayın Erdoğan'ı gereksiz, zamansız ve cahilane bir yaklaşımla eleştirmek yerine yaptığı mücadelenin dengelerini daha iyi anlasaydık da tam bir itimatla yanında dursaydık demek isteyenlerin, yeni ittihatçıların söylemlerine kulak tıkamayı bilmesi, binbir çeşit fitne ve bahane üretmekten vazgeçerek liderine destek verme görevini ve sorumluluğunu ifa etmesi zarureti bulunmaktadır.
Beklenen lider de kutlu bir gelecek de adım adım yaklaşmaktadır...
Mesele bizim bu kutlu mücadelenin neresinde durduğumuz, vatanımızı ve imanımızı nasıl muhafaza edebildiğimiz, düşmanlarımıza nasıl darbeler vurabildiğimizdir... Unutmayınız ki darbeyi kendimize değil, düşmanlarımıza ve onların yerli işbirlikçilerine vurmamız lazımdır…
21.04.2024 // 17.44
SEDAT ÇETİNKAYA
.AK PARTİ İKTİDARININ, YAPTIĞI BÜYÜK HİZMET VE İCRAATLARA İLAVE OLARAK ÇÖZÜME KAVUŞTURMASI GEREKEN TEMEL SORUNLAR…
İktidara geldiği günden bu tarafa hem küresel güç merkezleri ile hem de onların yerli işbirlikçileriyle hemen hemen her alanda mücadele eden ve bu mücadeleyi gerçekleştirirken de ülkemizi büyük bir güç merkezi haline getirmeyi başarmış, egemenliğini ve bağımsızlığını çok yönlü olarak tesis etmeyi önemli ölçüde sağlamış ve gücünü milletimizin teveccühünden almış bir Ak Parti iktidarı bulunmaktadır.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine yani bir anlamda kendimize özgü başkanlık sistemine geçişle birlikte de iktidara ulaşmanın, %50+1 oy seviyesini gerekli kılması nedeniyle de zorunlu olarak iki cepheli bir siyasi yapı oluşmuş bulunmaktadır ki bu durum, başkanlık sisteminin en doğal sonuçlarından bir tanesini teşkil etmektedir. Önümüzdeki süreçte, ittifak girişimleri ve ittifak içindeki siyasi parti ayrımları da ortadan kalkacak ve birbirine benzer ya da ortak paydaları bulunan siyasi yapıların, aynı siyasi yelpaze içinde ve aynı organizasyon altında temsil edildiği bir evreye geçiş yapılacaktır. Bu noktada önemli olan, başlangıç süreci itibariyle ; milli ve manevi değerlere ve ideallerimize sahip olan halk kesimlerinin ne kadarına hitap edebildiğimiz ve bu halk kesimlerinin gelişimini nasıl destekleyebildiğimizdir. Başlangıç sürecindeki bu zemin ise, geleceğimizin üzerinde yeşereceği bir temel vasfı taşıması nedeniyle çok önemlidir.
Ak parti hükümetleri, ülkemize gerçekten de büyük hizmet vermiş hükümetlerdir ve bu noktada Sayın Erdoğan’ın bireysel başarısının gözardı edilmemesi gereken en önemli husus olduğunu da ifade etmek isterim. Ancak bu sürecin sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi için içinde bulunduğumuz ; bıkkınlık- zihniyet ve proje yorgunluğu, şevk eksikliği, asalaklarla sarılmış olma durumu, sorunlara ve çözümlere ulaşma noktasında tarifi mümkün olmayan basiretsizlik, algı operasyonlarına karşı sergilenen pasiflik, niteliksiz kişi ve yöneticilerin bulunduğu pozisyonlardan ısrarla uzaklaştırılmaması gibi durumlardan acilen kurtulmamız ve yeni bir değişim ve yükseliş hareketini örgütleyebilmemiz gerekmektedir. Bunu sağlarken, nelerin yapılacağını ve nelerin yapıldığını da topluma çok iyi gösterebilmek ve bunun üzerinden, insanların siyasi partisini sahiplenebilmesini ve savunabilmesini mümkün kılmak gerekmektedir. Zira hiçbir insan, icraatlarını bilmediği ve savunamadığı bir siyasi partinin mensubu ve destekçisi olmak istemez. Çünkü bu durum, sosyal bir varlık olan insanın, toplumsal varlığını ve konumunu etkileyen en önemli faktörlerden biridir.
Bu bağlamda alt başlıklara ilişkin tüm ayrıntıları, silah sanayimize, enerji üretimine, yatırım politikalarına, ithalat ve ihracata, dış politikaya, küresel ve stratejik öneme sahip tüm meseleleri dışarıda bırakacak olursam temel ve güncel olarak olarak ;
1. Türk Lirasına karşı gerçekleşen ve bu çerçevede fiyat istikrarı, faiz oranları- borçlanma maliyeti- yatırım – istihdam gibi temel ekonomik parametreleri bozan döviz manipülasyonlarına//saldırılarına karşı ön alıcı bir yönetim modeline geçilmesi,
2. Merkez bankasının başına bu işten anlayan ancak küresel gerçeklerin farkında olmasından kaynaklanan bir bilinçle, diplomasi sanatının inceliklerini konuşturabilecek ve bunu yaparken de ülkemizin çıkarlarını adım adım takip edebilecek bir kişinin getirilmesi,
3. Küresel güç odaklarına hizmet eden yerel bankaların sinsi faaliyetlerinin kontrol altına alınabilmesi için gizli ve etkili bir program geliştirilmesi,
4. Enflasyonun ve faizlerin düşürülmesi hususunda, psikolojik faktörleri kırmayı da bünyesinde barındıran etkili, çok yönlü, kararlı ve sonuç alıcı bir program uygulanması,
5. Tarım ve hayvancılığı bölge- il-ilçe ve köy düzeyinde örgütleyip, takip eden ve destekleyen yarışmacı bir organizasyona geçilmesi,
6. Tüm gıda ürünlerinin üretim ve satışında, katılımcı- düzenleyici ve kontrol edici bir yaklaşımla devlet kontrolünü bulunduran bir sisteme geçilmesi,
7. Üreticiyi mağdur eden ve milletimize karşı operasyon çekilmesinde zemin olarak kullanılan meyve // sebze hali sisteminin acilen değiştirilmesi,
8. Ülkemizdeki ekonomi temelli, küresel güç merkezlerinin dümen suyunda yüzen gizli örgütlenmelerin faaliyetlerinin aynı yaklaşımla istihbarat birimlerince kontrol altına alınması,
9. Ülkemizdeki aileyi yıkan, ailenin varlığına ve devamına olumsuz etkileri bulunan tüm yasa ve uygulamalardan en hızlı şekilde uzaklaşılması ve ailenin korunmasını sağlayacak tüm faktörlerin aktif hale getirilmesi için yoğun bir çalışma başlatılması,
10. Ülkemizdeki ahlak erozyonunu ve inançsızlığı ortadan kaldırmaya ; milli ve manevi değerlere yönelmeyi sağlamaya matuf olarak, etkili bir toplumsal program uygulanması,
11. Milletin tepkisini çeken, millete yukarıdan bakan, kibirli, keskin ve dışlayıcı tavırları olan kişilerin yönetim kadrolarından uzaklaştırılması,
12. Cumhur İttifakı partileri ve yöneticileri tarafından neredeyse doğru düzgün kullanılmayan sosyal medyanın sistemli şekilde kullanılır hale getirilmesi ve bu mecra üzerinden ciddi bir propaganda gerçekleştirilmesinin sağlanması,
13. Milli Eğitimsizlik ve öğretimsizlik olarak adlandırdığım sisteme acil bir çözüm getirilerek, saçma sapan yöntemlere başvurulmasından vazgeçilerek öğrencilere ; din, dil, tarih, coğrafya, felsefe, matematik, fen bilimleri, psikoloji- sosyoloji gibi temel alanlarda önemli düzeyde bilgi veren bir müfredata sahip olan, donanımlı bireylerin yetişmesine imkan sağlayacak, uzun yıllar boyunca değişmeyecek, eğitim sürecini ihmal etmeyen, teknolojik gelişmelerin ufkunu kaçırmayan bir sisteme geçilmesi,
14. Üniversitelerin gerçek bir bilim ve kültür merkezi haline gelmesini sağlayacak bir modele geçilmesi için gerekli çalışmaların yapılması,
15. Siyaset üzerinde etkili olabilecek insanları, siyasi sürecin içine çekebilecek mekanizmaların oluşturularak, yeni siyasetçilerin ve liderlerin ortaya çıkmasına imkan tanıyacak bir siyasi modellemeye geçilmesi,
16. Herkesin sadece ama sadece kira öder gibi yapılacak ödemelerle maliyet üzerinden konut sahibi olabilmesini mümkün kılan bir projenin hazırlanması ve ülke çapında uygulanabilirliğinin sağlanması,
17. Türkiye’de üretim yapan üreticiler açısından, otomotiv sektöründe uygulanan vergilerin asgari seviyeye indirilerek, otomobil sahibi olmanın kolaylaştırılması,
18. Ülkemizdeki ceza infaz sisteminin ; gerçek bir ihtiyaç olmadıkça değişmeyecek, dokunulmayacak, istisnalar getirilmeyecek, af yasaları ve benzer sonuçlar doğuracak uygulamalarla anlamsız hale dönüştürülmeyecek ve ıslahı esas alan bir şekle sokulması için gerekli çalışmaların yapılması,
19. Çeşitli terör örgütleriyle mücadele noktasında oluşan gerçek mağduriyetlerin dinlenmesi ve değerlendirilmesi için etkili ve adil bir mekanizma kurulması,
20. Yurtdışındaki hainlerin etkisiz hale getirilmesinin sağlanması ve bir fitne merkezi gibi hareket etmelerinin önlenmesi için her türlü çalışmanın vakit kaybetmeksizin icra edilmesini sağlayacak mekanizmaların kurulması,
21. Emekli maaşlarını, kabul edilebilir bir seviyeye getirmek için gerekli ekonomik ve yasal düzenlemelerin gerçekleştirilmesi ve emeklilik sisteminin saçma sapan uygulamalardan kurtarılarak, herkesçe bilinen bir şekle ve tek düze hale getirilmesi için gerekli çalışmaların yapılması ve sisteme sonradan dahil olmak isteyen kişilere, çalışma gün şartı aranmaksızın güncel ve reel veriler dahilinde yapılacak bir hesaplamaya binaen ödeme yapma imkanının tanınması,
22. Vergi adaletinin sağlanması için gerekli çalışmaların yapılması ve sistemin geri kalmış bir zihniyetle değil, aktif bir vergi denetimi ile kontrol edilmeye başlanması,
23. Ülkemizdeki gözle görülür israf uygulamalarına acilen son verilmesi,
24. Birilerinin, siyasi gündemin ve ortamın hassasiyetinden faydalanarak ya da bulunduğu konumu kullanarak ülkemizde alenen suç işlemesine ve siyasi faaliyetler yürütmesine izin verilmemesi,
25. Hükümet icraatlarıyla ilgili olarak devamlı ve etkili bir bilgilendirmenin, siyasi bir propaganda yaklaşımıyla ve ileriye yönelik bir hedeflemeyle yapılmasının sağlanması ve toplumsal dokuda algı operasyonlarına bağlı olarak yayılan asılsız söylem ve durumları zamanında ortadan kaldırmayı hedefleyecek ve hatta karşıt propaganda yapacak bir yapının kurulması,
26. Sağlık sisteminin işleyişine yönelik olarak önemli bölümünün kasıtlı biçimde tertiplendiğini düşündüğüm sıkıntıları ortadan kaldıracak çözümlerin üretilmesi,
27. Kürt kökenli vatandaşlarımızı, Pkk ve türevi yapıların oluşturduğu toplumsal etkiden kurtaracak ve onların bir başka zillet durumunu temsil eden CHP’ye yamanmalarının önüne geçecek ; psikolojik, sosyolojik, ekonomik ve siyasi temeli bulunan bir siyasetin sahaya sürülmesi,
28. 2002 yılı öncesindeki 3 ncü dünya ülkesinden hallice ve kokuşmuş bir zihniyetin prangasıyla hareket etmeye çalışan, IMF kontrolünde, Avrupa Birliği sarmalında , NATO komutasında, terör kıskacında ve laiklik söylemi altında dayatılan dinsizlik baskısında varlığını devam ettirmeye çalışan Türkiye’den habersiz genç nesiller ile daha iyi iletişim kurulmasını ve onların Cumhur İttifakı’na mensup olmakla gurur duymalarını temin edecek politikalar geliştirilmesi,
29. Ülkemizdeki yabancı göçmen, sığınmacı vs. isimler altında tanımlanan ve milletimizin önemli bir bölümünün hassasiyet geliştirdiği kişilerin varlığı ve yönetimi hususunda genel kabulü mümkün kılan uygulamalara etkinlik kazandırılması ve ülkemizin misafirperver bir ülkeden, bir yol geçen hanına dönmemesi için gerekli hassasiyetin ortaya konulması suretiyle gerçekleştirilen olumsuz propagandanın boşa çıkarılması,
30. Başıboş sokak hayvanlarının insani bir yöntemle ve en hızlı şekilde kontrol altına alınmasının mümkün kılınması,
31. VE EN ÖNEMLİSİ , Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’nin, Misak-ı Milli sınırları içine dahil edilmesinin önünü açacak askeri harekatları mutlaka gerçekleştirerek, CIA’nın tezgahında şekillenen CHP- DEM parti ittifakına en büyük darbenin, en can alıcı noktadan vurulması GEREĞİ BULUNMAKTADIR.
Herkes, kendisinin uygun gördüğü bir durumu da 32.madde olarak yorumlara ekleyerek, önemli bir listenin ortaya çıkmasına katkıda bulunabilir diyerek sözlerime son verirken, tüm dostlarıma sevgi ve saygılarımı sunarım…
07.04.2024 // 17.41
SEDAT ÇETİNKAYA
.Kıymetli Dostlarım !
İdeallerimiz, söz icabı ya da dostlar alışverişte görsün hesabı ; Kızılelma- İla-i Kelimetullah, Turan, Türk- İslam Birliği gibi çok büyük,
Ancak genel olarak bizler ; çok küçük, aciz, dava ehli olmaktan uzak ; eylemlerinin sonuçlarını analiz etmekten, oluşan durumun ve vebalin büyüklüğünden habersiz, uzun yıllardan sonra kokuşmuş bir zihniyete ve varlığımızı dünya üzerinden silmeye yemin etmiş küresel güç merkezlerine büyük yollar açarak tüm milli ve kutsal değerlerimize açıkça sırt çevirmiş, dalalet ve zillet içinde yaşamayı da sonuna kadar hak ettiği iddia edilebilecek kişiler konumunda bulunmaktayız.
• Bir iman meselesi olduğunu,
• Vatan müdafaası durumuna tekabül ettiğini,
• Bağımsızlığımızı ve egemenliğimizi tehdit ettiğini,
• Tıpkı geçmişte olduğu gibi yerli işbirlikçiler eliyle işgal edilmek ve kontrol altına alınmak olduğunu,
• Büyük Türkiye’nin ve Türk- Birliği’nin engellenmesi olduğunu,
• Çıkarılan tüm krizlerin ve olumsuzlukların temelinde, küreselcilerin stratejisinin- parasının- algı operasyonlarının ve 5 nci kol faaliyetlerinin bulunduğunu maalesef ve yeterince anlayamamış olduğumuzu görmüş ve idrak etmiş bulunmaktayız.
BİR SÜRE SONRA “O SARI ÖKÜZÜ VERMEYECEKTİK” DEMEMİZ DE MUKADDERDİR… ANCAK İYİ Kİ ALLAH VE ONUN BİZE BİR VAADİ VAR DİYEREK TESELLİ BULABİLİYOR, HERŞEYE RAĞMEN İLERİ ATILMAK VE MÜCADELEYE DAHA SIKI SARILMAK İÇİN BİREYSEL BİR GÜÇ DEVŞİREBİLİYORUM...
Kişisel olarak bu seçim meselesinin sonuçlarının, vuku bulan şekilde tecelli edeceğini gayet iyi biliyor, hissediyor, insanların vurdumduymaz tavırlarından ve avam söylemlerden analiz de ediyordum ancak yine de insanımıza dair küçük de olsa bir umudum vardı. Bu bağlamda olacakları görmek istemekten mütevellit bir hissiyata binaen, geçmişteki gibi makaleler yazarak, ulaşabildiğimiz insanlara sınırlı da olsa uyarıda bulunmak da nasip olmadı diyelim. Kader tecellisinin akış yönünü hissedip değerlendirenlerin daha iyi anlayabileceği bir yaklaşımla ifade edecek olursam, ortaya çıkan bu durumun sonuçları hiç de iyi olmayacak gibi durmaktadır. Bu cümleden olarak ; kusurlu ya da kusursuz, haklı ya da haksız, suçlu ya da masum farketmeksizin herkesin iliklerine değin hissedeceği bir netice ile karşılığını da alacağız diye düşünmekte olduğumu da ifade ve not etmek isterim.
Bizlerdeki gerçek sorun, müslüman- Türk sıfatını taşımanın içini dolduramamış ve bu sıfatların küresel düzeydeki mücadeleye nasıl inhisar ettiğini idrak edememiş olmamız noktasında yatmaktadır. Zira bilinç sahibi olan, tarafgirlik taşıyan ve dava ehli olan insanları, bulundukları davadan ayırabilecek herhangi bir güç ve unsur yoktur ve de olmamalıdır. Eğer oluyorsa, mantıksal çıkarımın bir sonucu olarak ortada bilinç sahibi, tarafgirlik taşıyan ve dava ehli insanlar yok demektir. Daha da ileri gidecek olursam müslüman biri tarafgir değilse, imansız ; bir Türk bilinç ve ideal sahibi değilse köleleşmiş, asimile olmuş, sadece adı Türk kalmış demektir...
Ak Parti iktidarının ; nice büyük mücadelelerle, ihanet odaklarının temizlenmesiyle ve emsalsiz hizmet ve başarılarla geçen 22 yılında, Cumhuriyet tarihi geçmişinde yapılan icraatın tamamının asgari beş katı büyüklüğünde hizmet ortaya konulmasına ve ülkemiz tam bağımsız bir ülke olarak küresel etkiye sahip bölgesel bir güç vasfını kazanmış olmasına rağmen, bir ülkenin müslüman- Türk kimlikli insanları ; batı hegemonyasının ve medeniyetsizliğinin ülkemizdeki temsilciliğine soyunanlara, bölücü hainlere ve ihanet odaklarına güzellemeler yapanlara, kendisine ve devletine kurşun sıkanlara alkış tutanlara ve hiçbir hizmet üretmediği ayan beyan ortada olan kifayetsizlere büyük bir destek vermeyi kendinde hak olarak görüyorsa ; biz de o insanların her türlü kutsalını tartışmaya açar, kral çıplak demekten de çekinmeyiz…
Ayrıca nehirden geçerken at değiştirmeye kalkan bir toplumun yaşayacağı sonun belli olduğu ve stratejik hataların da taktik manevralarla düzeltilemeyeceği uyarımla sözlerime ; BEN AZ SÖYLEDİM, SİZ ÇOK ANLAYINIZ DİYEREK son verirken, tüm dostlarıma sevgi ve saygılarımı sunarım…
01.04.2024 – 18.23
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ VE KÜRESEL SAVAŞTAKİ GÜNCEL KONUMU…
Küresel güç merkezi konumundaki ülkeler ve küreselci paganlar güç kaybetmeye devam ettikçe, Türkiye Cumhuriyeti Devleti güçlenmekte ve küresel ölçekte etkisini de arttırmaktadır.
Herkes çok iyi bilmelidir ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti, küresel düzeyde devam eden ancak adı konulmamış bir savaşın, en önemli muhatabı ve cephesi konumunda bulunmaktadır. Bu savaşta ise ülkemizin üç temel handikapı kalmıştır. Ülkemizin bu sorunlarının ilkini ; içimizdeki gavurdan daha gavur, işbirlikçi ve hatta ihanette sınır tanımayan zihniyetin faaliyetleri ; ikincisini, ülkemize karşı açılan ekonomik savaşın insanımız üzerinde oluşturduğu etkiler bütünü ; üçüncüsünü ise milli birliğimizi sarsmaya yönelik siyasi ve terörist faaliyetlerin tam anlamıyla nihayete erdirilememesinden kaynaklanan hususlar oluşturmaktadır.
İçinde bulunduğumuz yüzyılda yeni bir küresel hakimiyet mefkuresi ve Şeytani bir zihniyetle ortaya çıkan küreselci paganların temel politikası ; dünya üzerinde milli kimlikli güçlü bir devlet bırakmamak, insanları felsefe- din- ahlak- gelenek- milli kültür- cinsiyet gibi kavramlardan uzaklaştırarak, yalnızlaştırarak ve yaşamlarının her alanını kontrol altında tutarak her türlü etkiye açık hale getirmek, küresel etkiye sahip kurumları tamamen kendi tekellerinde olacak bir yapı dahilinde şekillendirmek ve hülasa hiçbir insani değeri kalmamış olan insan neslini yönetmek- yönlendirmek ve köleleştirmektir.
Küreselci paganların güdümündeki batı dünyası, kendileri için en büyük engeli teşkil eden Rusya ve Türkiye’yi, Suriye- Libya ve Ermenistan üzerinden oluşan siyasi ve askeri denklemleri kullanarak savaşa sürüklemeye çalışmış, Türkiye’deki yönetimi ele geçirerek Türkiye’yi tıpkı geçmişteki gibi teslim almanın hayalini kurmuş, bunları gerçekleştiremeyince de önceliği Rusya’ya vererek, Rusya- Ukrayna savaşı üzerinden Rusya’nın dağılmasına yol açacak bir sonucu gerçekleştirmeye çalışmıştır. Ancak Türkiye bu süreçte, bazı çevrelerce aksi arzu edilmiş olsa da Rusya’ya yönelik olarak olumsuz bir politika içine girmemiş ve hatta batı ittifakı politikalarından ayrışarak, Rusya ile ikili ilişkilerini geliştirme cihetinde bir politikayı benimsemiştir. Yine bu bağlamda Türkiye, Rusya’nın edilgenliğini ve zayıflayan gücünün oluşturduğu boşluğu çok iyi kullanarak, hem kardeş Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarının kurtarılmasının önünü açmış hem de Türk Birliği’ni oluşturma noktasında çok büyük adımlar atmıştır. Ayrıca Rusya’nın varlığına rağmen, Suriye ve Libya’da da önemli kazanımlar elde etmiş, bölgesel gücünü ve etkisini kabul ettirmiştir.
Ukrayna – Rusya savaşında, gelinen nokta itibariyle ve var olan dengeler ışığında, batı ittifakının daha büyük bir riski ve savaşı göze almadan Rusya’yı yenilgiye uğratması mümkün görünmemektedir. Rusya ise bu hususta tüm Avrupa’yı ve batı ittifakını, nükleer saldırı ve büyük savaş ile tehdit etmekte ve Berlin’i ele geçirenin, Ruslar olduğunu hatırlatmaktan da uzak durmamaktadır. Bu nedenle batı ittifakının Türkiye’nin varlığına yönelik ihtiyacı da artmaktadır. Ancak onların, bu ihtiyaç bağlamında şuanki gündemlerini teşkil eden strateji, Türkiye’nin tek başına Rusya’nın karşısına çıkması ve batılı güçler adına Rusya’nın hakkından gelmesini arzu etmek biçiminde tezahür etmektedir ki küreselcilerin güdümündeki Ukrayna Devlet Başkanı’nın başına bir saksı düşmemişse, Türkiye’yi ziyaret etmesindeki amaç da Türkiye’yi cephe hattına yaklaştırma girişiminden başka bir anlam ifade etmemektedir. Zira Rusya, Ukrayna’da gerçekleştirdiği işgalden vazgeçmeyeceği, Zelenski yönetimindeki Ukrayna da batı ittifakının dümen suyundan çıkmayacağı için Türkiye’nin dahliyle bir barış ortamının oluşması mümkün olmadığına göre Türkiye aracılığıyla barış aramaya çalışmanın ; Türkiye’yi, Rusya’nın hedefine koymaya çalışma ve Türk- Rus ilişkilerini baltama girişiminden başka bir şey olmadığı da açıktır.
Elbetteki Rusya da bu hususta yaşanan gelişmeleri görmekte ve Türkiye’nin net tavrını tespit edebilmek için mesafeli bir ilişkiyi tercih etmektedir. Bu noktada Türkiye’nin kendi çıkarları kapsamında batı ittifakı ile yürüttüğü görünürde ılımlı ilişkilerin, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği sürecinde verilen onayın, ABD tarafından F – 16 ve çeşitli askeri unsurun satışına izin verilmesi gibi irili ufaklı birçok hususun, Rusya tarafından acaba bir oyuna mı çekiliyorum sorusuyla karşılandığını da görmek gerekmektedir. İşte zaten V. Putin’in, Türkiye’ye yönelik ziyaretlerini ertelemesinin temelinde de bu süreci takip etme ihtiyacı içinde bulunmalarının yattığı hususu, yüksek strateji ufkunda değerlendirilebilmektedir.
Bilinmelidir ki Rusya’nın güçlenmesi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin lehine değildir ancak Rusya’nın bir yenilgiye uğrayıp parçalanması da şuan için Türkiye’nin lehine değildir zira bizim bu boşluğu yeterince doldurabilecek bir pozisyonumuz şuan için mevcut değildir. Küresel sermaye ve küresel etkiye sahip güçler, oluşan boşluğu bizden çok daha hızlı bir şekilde doldurabilecek ve karşılarında tek engel olarak kalacak Türkiye’ye rahatça saldırabilmek için ellerine önemli fırsatlar geçirebilecek enstrümanlara sahiptir. Türkiye Cumhuriyeti olarak bizim, bu süreci çok iyi değerlendirmemiz, Rusya- Ukrayna savaşının mümkün olduğunca uzun bir süre devam etmesi üzerinden bir strateji geliştirmemiz, Avrupa’nın Rusya korkusunu arttırarak onlardan mümkün olan her ödünü almamız, Amerika Birleşik Devletleri’ni bize açıktan düşmanlık yapamayacak bir noktada tutmamız ve ABD ile çatıştığımız her alanda kazanımlar elde etmeyi sürdürmemiz ve bu arada kendi kırılganlıklarımızı ortadan kaldıracak, askeri ve ekonomik ve siyasi olarak güçlenmemizi temin edecek bir süreci şekillendirmemiz gerekmektedir.
Birlik içinde ve belirli bir hedefe kitlenerek elde edeceğimiz zaman süreci, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ; küresel düzeyde siyasi etkinlik kurması, askeri kapasitesini ve silah sanayisini düşmanlarını caydıracak şekilde geliştirmesi, ekonomisini ileri düzey gerilimleri karşılayabilecek yeterliliğe ulaştırması, gıda ve enerji güvenliğini temin etmesi, çevresi için vazgeçilemezliğini arttırması, ticaret yollarını ve Avrupa’nın enerji arzını önemli ölçüde kontrol etmesi, lojistik bir merkez olarak yükselmesi, Türk Birliği’ni önemli ölçüde tesis ederek geliştirmesi, İslam dünyasının ve Türkiye’nin liderlik edebileceği ülkelerin uyanış ve direnişinin sağlanması gibi onlarca faaliyet alanında önemli atılımlar yapmasına olanak sağlayacaktır.
Türk- İslam dünyası ve dünyanın mazlum halkları, tarihe yeniden yön verecek bir güçle etrafına hükmedecek ve insanlığa düşman ırkların küresel hakimiyetine son verecek bir Türkiye’yi beklemektedir.
Ancak herkes bilmelidir ki bu küresel mücadeleyi verebilmek için ADAMLAR lazımdır. Bu adamlar ; ilk sıkıntıda ülke liderini yarı yolda bırakacak, kıvırmak için fırsat kollayacak, basiretsizlikte zirveye oynayacak, ama- lakin gibi ifadelerle başlayan çeşitli bahanelerin ve intikam duygularının ardına sığınacak, devleti ve milleti çıkarları için kendi eliyle düşmana peşkeş çekebilecek, bölücü teröristle bile aynı safta birleşebilecek, vatan hainleriyle ittifaklar yapabilecek, gördüğü her nehirde yıkanabilecek, Allah’tan ve nice hak mücadeleler uğruna toprağa düşmüş şühedanın ruhundan utanmayacak nitelikteki adamlar da olmamalıdır. O adamların vasıflarını tanımlamak için ise MÜSLÜMAN TÜRK ifadesi yeterli olduğuna göre bu gerçekliğe uygun bir algı- düşünce ve hareket tarzına sahip olmayanlarda bir şeylerin eksik olduğunu söyleyebilmenin mümkün olduğunu, herkesin kendisini ölmeden önce hesaba çekmesi gerektiğini de neticeten ifade etmek isterim...
12.03.2024 // 20.26
SEDAT ÇETİNKAYA
.YENİ DÜZENİN STRATEJİK ADIMLARI…
Küresel bir güç merkezine dönüşme stratejisini oluştururken ; bu stratejinin, tümdengelim metoduyla gerçekleştirilecek küresel analizlerden hareketle tanımlanabilmesi mümkün olduğu gibi tümevarım yöntemiyle küresel stratejik denge ile bütünleşecek şekilde ifade edilebilmesi de mümkün bulunmaktadır. Bu noktada tümevarım yönteminin değerinin, süreci ve süreç içindeki değişimleri bünyesinde barındırmasından dolayı saha gerçeklerine dayanıyor olmasına ve taktik değişimlere imkan verecek ölçüde dinamizm içermesine bağlı bulunduğunu söyleyebilmek de mümkün bulunmaktadır.
Bu bağlamda tümdengelim metodunun soyut yaklaşımından uzaklaşıp somut adımlar üzerinden Türkiye’mizin küresel bir güç merkezine dönüşmesinin taktik adımlarını belirlemeye çalışmamızın, siyasi perspektifimizin en temel sorunu olduğunu da görmemiz gerekmektedir.
Herşeyden önce belirtmek isterim ki Türkiye’mizin küresel bir güç merkezine dönüşme noktasında , dünya üzerinde hakimiyet tesis etmiş olan küresel güç merkezlerinin faaliyetlerinin ve bu faaliyetin ülkemiz içindeki varlığının, en önemli sorunumuz olduğunu en baştan görmek ve kabul etmek gerekmektedir. Başka bir ifade ile belirtecek olursam ; içimizdeki işbirlikçilerin varlığına ve içinde bulunduğumuz düzene ve bu düzen içindeki ilişkilerimize rağmen, tam bağımsız bir tavırla ve küresel güç olma amacına matuf olarak bir adım atmaya karar vermemiz ve bu irademizi, yaşayacağımız her türlü engelleme karşısında da çok yüksek bir bilinç ve irade ile devam ettirmemiz gerekmektedir. Oluşturduğumuz güç birliğini ve toplumsal etkiyi, herhangi bir nedenle kaybedecek olursak, içimizdeki işbirlikçilerin ve küresel düzenin etki unsurlarının, bizleri içinden çıkamayacağımız bir karanlığa hapsedeceğini geçmiş tecrübeleri hafızamızda canlandırmak suretiyle beynimize, yaşama dair bir alarm şeklinde yerleştirmemiz gerekmektedir. Bu nedenle siyasi birliğimizi ve gücümüzü kaybetmemenin en asli unsur olduğunu, arzuladığımız herşeyin bu asli unsurun varlığı halinde bir anlam ifade ettiğini ve bu asli unsur varsa talep ettiğimiz hususları gerçekleştirme imkanımızın bulunduğunu asla unutmamamız ve siyasi yaklaşımlarımızı bu gerçeklik doğrultusunda şekillendirmemiz lazımdır. Aksi takdirde, küresel güç merkezlerinin prangalı kölesi haline gelmemiz ve onların dayatıp yönlendirdiği bir düzende genetik- kültürel – dini- ekonomik ve sosyal asimilasyona uğramamız sadece bir zaman meselesinden ibaret hale gelecektir ki geride kalan süreçte müslüman- Türk milletinin içine düşürüldüğü durum, biraz eleştirel bir yaklaşımla meseleye bakacak olarsak içler acısı bir hal olarak herkesin görebileceği şekilde ortada durmaktadır. Tek tesellimiz ; dönüşüm çarkının, müslüman- Türk milleti lehine dönmeye başlamış olması, en büyük endişemiz ise bu çarkın iplerinin ; aymazlar güruhunun, gafillerin, çıkarcı münafık takımının ve “ama” saplantılı zavallıların tutumu nedeniyle yeniden küresel güç merkezlerinin ve onların yerli işbirlikçilerinin eline geçme ihtimalinin bulunmasıdır. Şahsen böyle bir sonucun doğacağını düşünmüyorum ancak yine de belirtmek isterim ki bu sonucun doğmayacak olmasının nedeninin de bizim davayı sahiplenişimizde samimi olmamız değil, Allah celle celalühü hazretlerinin kader tecellisi ciheti ve derununda ortaya çıkan iradesi ve lütfu olduğunu da ifade etmek isterim.
Bu ön değerlendirmeden sonra biraz daha konuya girecek olursam Türkiye olarak izlememiz gereken temel bazı politik yaklaşımları ;
1. Ülkemizi batı hegemonyasından kurtaracak siyasi söylemlere ağırlık verilmesi ve Türk- İslam kimliğinin edinilmesine ilişkin verilerin toplumsal düzeyde işlenmesinin sağlanması ,
2. Türk Birliği’nin, siyasi-askeri- ekonomik ve kültürel yönden güçlendirilmesi için gerekli çalışmalara hız verilmesi,
3. Türk askeri kapasitesinin, tüm küresel güç merkezleriyle aynı anda mücadele edebilecek şekilde geliştirilerek caydırıcılık etkisinin en üst seviyeye çıkarılması,
4. Türkiye’nin, NATO’nun varlığına ihtiyaç duymayacak bir siyasi ve askeri pozisyona ulaşmasının sağlanması için yeni bir perspektif ortaya konulması,
5. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olma hedefinden , kendisine zarar vermeyecek şekilde ve tam anlamıyla uzaklaşabilmesi için yeni bir siyasi ve ekonomik perspektif geliştirilmesi,
6. Kıbrıs’ın tam bağımsız bir ülke olarak tanınması ve askeri kapasitesinin geliştirilmesi için gerekli etkinin ortaya konulması,
7. Azerbaycan’ın, Zengezur Bölgesi’ni ele geçirmesi için girişeceği mücadele hususunda Rusya’nın pasifize edilmesi için gerekli çalışmaların yapılması,
8. Önümüzdeki süreçte Türkiye’nin gelişimini bloke etmek isteyen küreselci paganlarla Rusya’nın işbirliği yapmasının önüne geçecek bir strateji geliştirilmesi,
9. Rusya ile Çin derin devleti arasındaki çıkar farklılıklarını derinleştirecek şekilde stratejik gerilim alanları üretilmesini sağlayacak politikalar üretilmesi,
10. İran’ın parçalanması ve Güney Azerbaycan başta olmak üzere İran Türklüğü’nün bağımsızlığını kazanması için yürütülen çalışmalara hız verilmesi,
11. Pakistan, Moğolistan, Japonya, Rusya Federasyonu içindeki Türk dünyası ve Güneydoğu Asya müslümanları ile ilişkilerin geliştirilmesine hız verilmesi,
12. Mısır’daki sahtekar firavun rejiminin değişimini sağlamak için siyasi – stratejik ve istihbari çalışmalara etkinlik kazandırılması ,
13. Libya’da gelişmelere etkin şekilde yön verilmesi için gerekli ilginin , dikkatin ve katılımın sağlanması,
14. Ortadoğu ve Afrika üzerinde tepkiye neden olmayacak politikalara öncelik verilerek ; savunma ve silah sanayi üretimleri, gıda- inşaat- madencilik – enerji gibi işbirliği alanları kullanılarak etki alanları üretilmesi,
15. İpek yolu projesinin, Türk Dünyası’nın kontrolü altına alınması için gerekli açılımların ve girişimlerin ortaya konulması,
16. Balkan’lardaki müslüman- Türk varlığının geliştirilmesi, Macaristan- Moldava- Polonya ve Ukrayna üzerinde Türk dünyası etkisinin güçlendirilmesi için gerekli çalışmaların yapılması,
17. Yerel para birimleriyle ticaretin sağlanması için gerekli altyapının oluşturulmasına hız verilirken, Doların ve başka ülke ve birliklere ait para birimlerinin küresel rezerv para olarak devamının önüne geçecek girişimlere destek verilmesi,
18. Türkiye’nin, parasını küresel haydutların elinden kurtarmak isteyen kişi ve devletler için güvenli bir liman olmasını sağlayacak girişimlerin desteklenmesi,
19. Küresel bir güç merkezi olmak isteyen ülkemizde, yabancı düşmanlığı üzerinden pompalanan negatif algı üzerinden oluşturulmak istenen psikolojik blokajı kırmak için çalışmalar yapılması,
20. Suriye ve Irak üzerinde siyonist politikalar bağlamında oluşturulmak istenen düzeni kırmak için askeri- ekonomik ve politik girişimlerin çekinmeden uygulanması,
21. Bağdat- Türkiye hattındaki ticareti etkin kılmak için planlanan ticari yol güzergahının aktif hale getirilmesini sağlayacak siyasi ve askeri düzeni tesis etmek için gerekli çalışmaların yapılması,
22. Türk ordusunu ve dost ülke ordularını , eksiksiz biçimde donatacak askeri – sınai komplekse varlık kazandırılması,
23. Gıda güvenliği- sağlık ve tedavi altyapısının zirve noktasına çıkarılması- tarım alanlarının işletilmesi ve güvenliği- madencilik- enerji altyapısının sağlanması ve güvenliği- konut edinilmesi gibi hususlarda milli güvenliği önceleyen sistemler kurulması,
24. Fiyat istikrarının sağlanması, ekonomik güvenliğin tesisi, faiz oranlarının, para politikasının belirlenmesi, altın rezervlerinin arttırılması gibi hususlarda küreselci paganların ; yerli işbirlikçiler, küresel yatırımcılar, kredi derecelendirme kuruluşları, finans merkezleri, bankacılık sistemi ve merkez bankası yönetimi ve politikaları üzerinden tesis ettikleri darbeci düzeni sessizce kıracak milli güvenlik stratejilerinin geliştirilmesi ve bu stratejileri etkin kılacak organizasyonun en etkili şekilde tesis edilmesi,
25. Türkiye’mizin dünyanın en önemli ticaret merkezi ve lojistik üssü haline gelmesi için gerekli çalışmaların etkin kılınması ŞEKLİNDE ORTAYA KOYABİLMEK MÜMKÜN BULUNMAKTADIR.
Herkes bilmelidir ki bu politikaların uygulanabilmesi için önce birey olarak bu politikaların varlığından ve amacından haberdar olmamız sonrasında ise bu politikaları uygulayabilecek kişi ve siyasi oluşumları, tereddütsüz biçimde iktidarda tutmayı başarmamız, karşımızdaki cepheden gelen hamlelerin oluşturduğu etkileri de fedakarca karşılayabilmeyi mümkün kılabilmemiz gerekmektedir. Şayet avamca bir yaklaşımla surda bir gedik açılmasına müsaade edersek, işte o gün mücadeleye yeniden ve en başından başlamak zorunda olduğumuz gün olacağını da bilmemiz lazımdır...
Karşımızdaki cephe, her seçimde ya da önemli meselede, azılı din düşmanından komünistine, sapığından teröristine kadar bir şekilde birleşirken ; niteliksiz düşünce biçimlerine saplanarak içimize ayrılık ve fitne tohumları ekenlerden olmamak, günümüzün en önemli dini- milli- vicdani ve insani sorumluluğudur.
Ve bilinmelidir ki VEBAL, ayrı ayrı herkesin boynundadır…
Dünya'da müslüman- Türk milleti yok olduğunda, hak için mücadele eden kimse kalmamış olacağından, bu dünya için kıyamet vakti de gelmiş olacaktır...
18.02.2024 // 17.38
SEDAT ÇETİNKAYA
.PERS’İN CİBİLİYETİ SU YÜZÜNE ÇIKMAKTA, GEÇMİŞTE SÖYLEDİKLERİMİZ HENÜZ ANLAŞILABİLİR HALE GELMEKTEDİR…
Dünya üzerinde yaşanan siyasi –askeri ve ekonomik gelişmelerin, birbirinden bağımsız gelişmeler olarak nitelendirilmesinin mümkün olmadığını belirterek sözlerime başlamak isterim ki bunun aksini düşünmek de meselelere dar bir bakış açısıyla bakmaktan başka bir anlam ifade etmemektedir.
Dünya’yı fitne ve savaş sarmalına sokmak ve bu bağlamda oluşturacakları ŞEYTANİ DÜZEN çerçevesinde tam bir küresel hakimiyet tesis etmek, insanı köleleştirmek ve yerine genetiği değiştirilmiş insansı bir varlığı ikame etmek için devletler üstü bir organizasyon dahilinde hareket eden küreselci paganlar, ancak beyinleri köretilmiş olanların fark edemediği büyük bir proje yürütmektedir.
Şeytani düzenin hizmetkarları konumundaki bu küreselcilerin faaliyetlerine hakim olan yaklaşımları ise önemli eksiklikler içerecek de olsa ; insanları dini bilinçten yoksun kılmak, Allah’ın kudretine ve varlığına ilişkin üstünlükleri sınırlayarak aciz bir Allah düşüncesi geliştirmek, milliyetçilik benzeri aidiyet bilinçlerini yok etmek, aileyi ortadan kaldırarak bireyi yalnızlaştırıp edilgen hale getirmek, küresel korkular icat ederek insanları istedikleri şekilde kanalize edebilmek, insanı mutlak bir kontrol düzeninin içine çekerek pasifize etmek, bireysel mülkiyeti ve toprak sahipliğini ortadan kaldırmak, insan genetiğini değiştirmek için tarım- gıda – sağlık-ilaç gibi alanları kontrol altına almak ve küresel mekanizmalar, savaşlar ve organizasyonlar çerçevesinde DEVLETLERİ ETKİSİZLEŞTİRMEK biçiminde ifade edebilmek mümkündür.
Bu bağlamda 20. yüzyılda, Amerika Birleşik Devletleri ve batı medeniyeti üzerinden oluşturdukları küresel hakimiyet zeminini geliştirme adımları atan küreselciler, öncelikle bunu Çin üzerinden geliştirmeye çalıştıkları, "İPEK YOLU VE DİJİTAL DÜNYA PLATFORMU" ile gerçekleştirmek için adımlar atmaya başlamışlardır. Ancak görünen o dur ki ÇİN DERİN DEVLETİ, belirli bir noktaya kadar küreselcilerle hareket etmiş olsa da bir noktadan sonra küreselcilerle ters düşmüş ve bu durum, küreselcilerin Çin’e yönelik olarak düşmanca bir tutum içine girmesine neden olmuş görünmektedir ya da ortaya konan bu gerçeklik de tam anlamıyla bir aldatmacadan ibaret olabilir. ZİRA BU DURUMA İLİŞKİN GERÇEKLER TAM ANLAMIYLA ORTAYA ÇIKMIŞ DEĞİLDİR. Çin ile ABD arasındaki sadece ticari ilişkiler ve para hareketleri dahi , bir danışıklı dövüş biçiminde hareket edebilme ihtimallerinin bulunduğunu gözler önüne sermektedir.
Bu arada küreselcilerin ; Çin ile ABD arasında gerçek ya da sahte olma ihtimalini barındırmakla birlikte görünürde bir karşıtlık zemini üzerine kurmuş olduğu ilişkiler bütününe, HİNDİSTAN ÜZERİNDEN İKİNCİ BİR ALTERNATİF ORTAYA KOYDUKLARINI da görmemiz gerekmektedir. Bu noktada ise Hindistan’ın gerçek bir alternatif mi yoksa kısmen de olsa feda edilecek bir araç mı olduğu sorusu ortaya çıkmaktadır. Hindistan ile devamlı bir çatışma gerilimi içinde bulunan Pakistan ise, Türkiye ile geleneksel bir dostluğa sahip olsa da tıpkı eski Türkiye gibi, ABD güçlerinin önemli ölçüde etkin olduğu işbirlikçi bir kesim tarafından idare edilmektedir. Büyük bir küresel güç olmaya çalışan Türkiye Cumhuriyeti’nin iki önemli “DÖNEMSEL STRATEJİK KAYBI”, Mısır ve Pakistan olmuştur ki bu geçici kayıplara gerçek bir kayıp olarak değil, alttan gelen toplumsal uyanışa ve değişime hız verecek katalizörler olarak bakılması gerektiğini de bir ara cümle olarak ifade etmek isterim...
İRAN'A GELDİĞİMİZDE İSE KARŞIMIZDA , Afganistan ile gerilimli ilişkiler içinde bulunduğu izlenimi veren ; Azerbaycan’a karşı Ermenistan’ı destekleyerek ve Güney Azerbaycan Türkleri üzerinde asimilasyon politikası uygulayarak dini ve kültürel temelde değil, Pers dönemine ilişkin bir milliyetçilik zihniyetiyle hareket ettiğini ortaya koyan ; Türkiye’ye karşı Pkk’yı destekleyen ; Irak’da Kürdistan Yurtseverler Birliği ile ittifak halinde Türkiye aleyhine faaliyette bulunan, yine Irak’da Haşdi Şabi yapılanması ile Irak Türkleri üzerinde hakimiyet tesis etmeye , bu hakimiyet altına girmeyenleri de sindirmeye- korkutmaya ve göçe zorlamaya çalışan ; Suriye’de Esed rejimiyle ittifak içinde Türkiye aleyhine faaliyette bulunup, Sünni müslümanları katleden ; İslam dünyasını ve Ortadoğu ülkelerini devamlı bir şekilde tehdit ederek onları çeşitli işbirliklerine zorlayan ; Yemen halkının katledilmesine zemin hazırlayan politikaları sahaya süren ; gerçekte İsrail ile aynı zihni tutumdan hareket ediyor olsa da sahte bir İsrail düşmanlığı söylemi oluşturarak, yayılmacılığına zemin hazırlayan ve en önemlisi de İslam dünyasında büyük bir fitne merkezi teşkil ederek müslümanların büyük zarar görmesine neden olacak gelişmelerin patlama noktasını teşkil edecek olan bir ülkenin bulunduğu görülmektedir. Buradan geleceğe izafe edilecek bir husus olarak belirtmek isterim ki İRAN MUTLAKA AMA MUTLAKA PARÇALANACAK ve İslam dünyasını parçalamak için geliştirilen Yahudi ve Şeytani kaynaklı HABİS FİKRİYATI İLE BİRLİKTE TARİHTEN SİLİNECEKTİR ve bunu gerçekleştirmek de İslam dünyasını etkileyen diğer tüm önemli işler gibi MÜSLÜMAN- TÜRK MİLLETİNE NASİP OLACAKTIR.
İSRAİL ; Filistin’in, Gazze şeridine yönelik olarak gerçekleştirdiği insanlık dışı terörist saldırılarda tamamen çamura saplanınca, kadim destekçisi İran devreye girmiş ve gündemi değiştirip İsrail’i kurtarabilmek için Pakistan’a, Irak’a ve Suriye’ye yönelik olarak saldırılarda bulunduğu gibi İran güdümündeki Husi militanları da kahramanlık naraları atarak ABD hedeflerine saldırır görünmekte ve bu durum küreselcilerin güdümündeki medya tarafından da köpürtülerek, Yemen’e yönelik bir saldırının gerekçesi oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bu durum, ileride Yemen üzerinde ve İslam dünyasına gözdağı vermek üzere NÜKLEER BOMBA KULLANIMI dahil büyük saldırılara varlık kazandıracak olan gelişmelerin de başlangıç noktasını teşkil etmektedir.
AYRICA DAHA DA ÖNEMLİSİ İRAN , Pkk – ABD ve İsrail ile işbirliği içinde Kuzey Irak bölgesinde üstlenen Türk askerlerine yapılan saldırıları da sinsice koordine etmiş ve böylece Türkiye’nin vereceği karşıt tepkinin İsrail lehine propaganda malzemesi olarak kullanılabilmesine olanak sağlamak istemiştir. Gerçek anlamıyla fark edilmemiş olsa da Dışişleri Bakanımız Sayın Hakan Fidan’ın uyarılarının merkezinde İran’ın bu sinsi düşmanlığı yer almaktadır ve Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin, İran//ABD- İsrail ittifakı bağlamında halı dokuyan faaliyetlerine yönelik olarak hazırlanan cevaplarımız da önümüzdeki süreçte görülecektir…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, içimizdeki açgözlü gafillerin ve işbirlikçi hainlerin oluşturduğu olumsuz koşulların etkisiyle büyük bir operasyona girişememiş olsa da bölgedeki tüm aktörleri anlayacakları bir dilden uyarmış ve meselenin çok daha büyük bir sonuca gebe olduğunu da en açık şekilde hissettirmiştir.
HERKES BİLMELİDİR Kİ fırsatını yakaladığımız anda Suriye ve Irak’taki tüm tali güçleri susturacak ve dumura uğratacak şekilde hareket edeceğimiz tartışmazsızdır. Fitne odakları, ellerinden geleni ardına koymasalar da müslüman- Türk milletinin güçlenmesini, etkinlik kazanmasını ve küresel bir güç merkezine dönmesini engelleyemeyecektir.
Bizler gaflete düşmediğimiz, kişisel çıkarlarımızı ön plana alıp Şeytani güçlere aktif ve pasif şekilde destek sağlamadığımız ve birliğimizi koruyup geliştirdiğimiz müddetçe Allah c.c. hazretlerinin yardımının bizimle olacağından asla kuşku duymamalıyız.
Kendisini müslüman olarak niteleyen herkes, şuandan itibaren HER MESELEYE ; BÜYÜK VE KÜRESEL BİR SAVAŞIN NÜVESİ şeklinde bakmayı kendisine düstur edinmeli, kendisini ve sevdiklerini de bu gerçeklik dahilinde konumlandırmayı başarmalıdır.
YAŞADIĞIMIZ TÜM GELİŞMELER ; hem Devlet-i Aliyye’nin hem Büyük Selçuklu Devleti’nin hem Avrupa Hun Devleti’nin hem de Göktürk Kağan’lığı’nın tüm hakimiyet alanlarından daha büyük bir dünya sahası üzerinde etkinlik kuracak olan KUTLU BİR DEVLETİN VARLIK KAZANMA SANCILARINDAN başka bir şey değildir.
BU BÜYÜK UFKA DOĞRU Allah’ın yolunda, Hz.Muhammed sav. efendimizin izinde ilerlerken ; benim maaşıma az zam yapıldı, bizim Filistin meselesi ile ne işimiz var, Azerbaycan’dan- Libya’dan- Kıbrıs’dan- Katar’dan- Somali’den- Arnavutluk’dan bize ne gibi saiklerle ya da bireylerin yaptığı çeşitli yanlışları , ülke yönetimine ilişkin hata olarak değerlendirilebilecek durumları ya da çeşitli maslahat uygulamalarını gündemine alıp büyüterek birlikten ayrılmanın ya da müslüman- Türk milletine düşmanlığın bir gerekçesi haline getirenlerin durumunun, tam anlamıyla "avama müteallik acziyetten" başka bir şey olmadığını da ifade etmek isterim. ONLAR SAVAŞ HALİNDEYKEN DÜĞÜN RÜYASI GÖRENLERDEN BAŞKASI DEĞİLDİR. Doğru bakış açısı ; “hata yapan kendi hatasını yapmıştır, biz hata yapanlardan olmamalı, her ne olursa olsun ve kim ne yaparsa yapsın hedefimizden şaşmamalıyız” olmalıdır.
19.01.2021 // 14.33
SEDAT ÇETİNKAYA
.XXXXXXXXXXX 2023 XXXXXXXXXXX
.NİTELİKSİZ İŞLERLE UĞRAŞMAYI BIRAKMALI, STRATEJİK ÜSTÜNLÜK SAĞLAYACAK ŞEKİLDE HAREKET ETMEYİ BAŞARMALIYIZ…
Yoğun geçen bir dönemi müteakip, yeni bir paylaşımla sizlerle olmaktan dolayı hudutsuz bir sevinç içinde olduğumu öncelikle belirtmek isterim.
Birçok makalemde belirtmiş olduğum üzere dünya, önemli bir ayrışmaya ve mücadeleye doğru adım adım ilerlemektedir ve bu mücadelenin merkezinde de müslüman Türk milleti ve Türk- İslam dünyasının liderliğine yeniden soyunma noktasında önemli mesafeler almış bulunan Türkiye Cumhuriyeti Devleti bulunmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin almış olduğu bu stratejik pozisyon nedeniyle ülkemizin, Devlet-i Aliyye’nin yıkılışını müteakip, uzun bir süreç ve edilgen bir konum çerçevesinde içinde bulunduğu batı dünyası ile gerginlikleri, ayrışma ve kırılmaları da artmaktadır. Bu durum ise küreselcilerin güdümündeki batı dünyasının ; Türkiye’ye yönelik olarak çeşitli tepkisel yaklaşımlar ortaya koymasına, gizli ve açık ambargolara başvurmasına, Türkiye siyasetini dizayn edecek askeri- siyasi ve ekonomik faaliyetler içine girmesine , yerli işbirlikçilerle olan ittifak çalışmalarına fütursuzca hız vermesine ve Türkiye’yi sıkıştırıp tehdit edecek tarzda dış tehditler oluşturma gayreti içine girmesine neden olmaktadır.
Ancak Türkiye’mizin ; tüm zorluklara ve saldırılara , yerli işbirlikçilerin faaliyetlerine, gaflet ve dalalet denizinde yüzenlerin varlığına rağmen Sayın Erdoğan yönetiminde ulaşmış olduğu ekonomik- siyasi ve askeri kapasitenin seviyesi ve bu seviye üzerinden oluşturulan stratejik açılımlardan tezahür eden kombinasyon, müslüman- Türk milletini ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, küresel güce evrileceğimiz yeni bir zemine doğru hızla yönlendirmektedir.
Bir süre sonra ulaşacağımız bu zemin dahilinde ; artık NATO üyeliği diye bir şeyin olmayacağını, ülkemizde yabancı askeri üslerin varlığının son bulacağını, Türkiye’nin Avrupa Birliği gibi sömürü- asimilasyon ve parçalanma sürecini bünyesinde barındıran süreçlerden tamamen kopacağını söyleyebilmek mümkün olduğu gibi Türkiye’nin bu süreçte ; bölgesel bir üretim ve finans merkezi, Türk Dünyası’nın lideri, geniş ekonomik ve siyasi ilişkiler tesis etmiş küresel etkiye sahip bir devlet, dünyanın en önemli silah üretim merkezlerinden biri, önemli ticaret yollarını ve enerji koridorlarını kontrol eden bir ülke, yeni askeri ve stratejik işbirlikler geliştirmiş bir devlet olarak ortaya çıkacağını söyleyebilmek de mümkündür. Türk Devletler Birliği- Türkiye//Rusya- Afrika- Arap dünyası ilişkileri bunlardan sadece birkaç tanesidir ve dikkat edilecek olursa, Türkiye’nin küresel açılımlarını kesintiye uğratmak için de büyük bir saldırı ve bu doğrultuda gelişen tarihi bir mücadele bulunmaktadır.
Herkes bilmelidir ki içinde bulunduğumuz süreç ; eski sömürü ülkesi, zayıf, edilgen, yetersiz, işbirlikçi hainler tarafından yönetilen ve yönlendirilen Türkiye’den, dünyanın önemli ekonomik güçlerinden biri olmak için adı konulmamış bir savaş veren, güçlü, etkin, sözü dinlenen, yöneten ve yönlendiren, milli kimlikli siyasetçiler tarafından ve milli politikalar dahilinde idare edilen küresel etkinliğe sahip bir Türkiye’ye geçiş sürecidir ve bu süreçte karşılaştığımız direnç nedeniyle geçici de olsa çeşitli sıkıntılar çekmemiz kadar doğal bir şey de bulunmamaktadır. Bu noktada hakim olan düstur ; ne ekersek onu biçeceğimizdir…
İşte büyük resme bakmayı unutan ve ne için mücadele edildiğini idrak edemeyip güncel verileri esas alarak anlık tepkisel değerlendirmeler çerçevesinde hareket eden ve niteliksiz yorumlarla vasıfsızlıklarını ortaya koyanların oluşturduğu akıma kapılarak ; kendisinin, milletinin, devletinin ve ümmet-i İslam’ın geleceğine ket vurmaya çalışanların düştüğü hata ; tarihi öneme sahip ve affedilmesi kolay kolay mümkün olmayacak bir hata olarak karşımızda durmaktadır. Zira içimizden birileri ; bölünmemize, zayıf düşmemize, sömürülen bir ülke olmamıza, birilerinin himayesinde varlığımızı devam ettirmemize, birilerinin izin verdiği kadarıyla var olmamıza, zulme ve haksızlığa ses çıkaramayacak bir durum içinde bulunmamıza, asimilasyona uğrayıp dini ve milli değerlerimizi tamamen kaybetmemize, küreselci akımların pasif süjesi konumunda kalmamıza zemin hazırlamaya çalışırken birileri de avam bir tavırla buna alkış tutmakta ve destek vermektedir. Emin olunuz ki bunların imanı da Türk milletine mensubiyetleri de en azından şahsım nezdinde tartışılır hale gelmiştir…
Ancak belirtmek isterim ki bizler, bu dar sokaklarda top koşturmaktan derhal vazgeçmeli, askeri , siyasi ve ekonomik açıdan büyük bir güce dönüşmek için verilen mücadeleye tüm varlığımızla destek vermeli, varlığımıza saldıranlara karşı korkusuzca ve fütursuzca mücadele etmeli, varlığımıza ve birliğimize zarar verecek yerli yersiz eleştirilerden kaçınmalı, eleştirileri yapıcı bir üslupla zemininde yapmalı, en iyi mücadelenin karşı cepheye yönelik haklı ve açık eleştiri ile oluşacağını da unutmamalıyız.
Enflasyon- yüksek faiz, ekonomik sıkıntı gibi hususlara neden olan küresel enstrümanlar henüz değişmemiş olsa da bir süre sonra ekonomi temelli sıkıntıları geride bırakacağız ancak bu süreçte bizim için en önemli olan şeyin silah üretimindeki süreci büyük bir hızla devam ettirmek ve ülke yönetiminin batı ittifakı güdümündeki yerli işbirlikçilerin ve diğer bir ifadeyle günümüz ittihatçılarının eline geçmesini engellemek olduğu bilincini hiçbir zaman kaybetmemeli, bunların provokasyonlarına karşı da her zaman uyanık olmalıyız. Her daim planladıkları şey, tadı damaklarında kalmış olan Gezi benzeri bir hareketin fitilini ateşleyebilmektir. Avam takımı, Sayın Erdoğan’ın ekonomi yönetimi ve politikaları bağlamında küreselci paganların önüne attığı yemi hiçbir zaman anlayamayacaktır. Burada meseleye hakim olan düstur ise ; köprüden geçinceye kadar ayıya dayı demek ya da saman altından su yürütmek olarak ikili bir şekilde tarif olabilecek bir nitelik arzetmektedir.
Şahsım açısından önem taşıyan başka bir konuya da değinecek olursam İsrail, Filistin’li masum insanlara yönelik olarak yapmış olduğu zulmün faturasını, önümüzdeki süreçte karşılaşacağı sonuca, iyi oldu denilerek kimsenin ses çıkarmamasıyla fazlasıyla ödeyecektir. Amerika Birleşik Devletleri’nde bir kadının başkan seçilmesinin, yaşanacak süreçteki sonun başlangıç noktasını temsil eden bir meşale olacağını herkes gelecek mefkuresine ilişkin bir veri olarak aklının bir kenarında bulundurmalıdır.
İsrail, yaşadığı hezimete kılıf oluşturabilmek ve Türkiye’nin aktif karşıtlığını gölgeleyebilmek için Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanması üzerinden bir saldırganlık tezgahlamaya, Türkiye’nin bu saldırganlığa vereceği tepki üzerinden de ülkemizi suçlayarak dikkatleri Türkiye’nin üzerine çekmeye ve böylece ülkemizden intikam almaya matuf taktikler içine girmiştir. Bunun CIA politikaları bağlamında, Türkiye'nin Suriye'ye yönelik olarak yapacağı harekatlar için ön alma boyutu da bulunmaktadır. Ancak bilinmelidir ki stratejik hataların, taktik manevralarla düzeltilebilmesi mümkün değildir ve ödeyecekleri bedel çok büyük olacaktır.
Bir sonraki adım olarak İsrail baskısını kırarak Gazze’ye doğrudan doğruya yardım ulaştırmak en büyük hedefimiz olacaktır. Türk ordusuna ve donanmasına saldırmak gibi bir cesaretlerinin olup olmadığını da test edeceğimiz zamanlar çok uzak değildir. Aşağılık bir firavunun yönettiği Mısır’ı ellerinden aldığımızda, yüzlerindeki korkuyu görmek, bizler için tarifsiz bir mutluluk olacaktır.
Bu arada bütün bu süreç ve tarihi bir mücadele devam ederken, batının aşağılık asimilasyon politikalarının süjesi haline gelerek ; içki- dans- cinsellik-sapkınlık- piyango- çam ağacı süslemesi- yılbaşı kutlaması ve müzik sarmalında ; gaflet -dalalet ve aczin dibine vurmuş olarak yaşamaktan uzaklaşmış bilinçli insanlar ve İslam dinin şemsiyesi altında birleşmiş müslümanlar olarak varlık alemindeki mevcudiyetimizi korumamız gerektiğini de neticeten, önemle ve bir tavsiye babından ifade etmek isterim…
Sevgi ve saygılarımla…
30.12.2023 // 18.19
SEDAT ÇETİNKAYA
.BAHANE ÜRETMEDEN BÜYÜK BİR SAVAŞA HAZIRLANMAK EN ÖNEMLİ GÖREVİMİZ VE SORUMLULUĞUMUZDUR…
Hiçbir sınırı bulunmayan bir katliamın, dünyanın gözü önünde fütursuzca yapılabildiği bir dönemin içinde bulunmaktayız...
KÜRESELCİ PAGAN //SİYONİST İTTİFAKI, Hamas’ı hedef alarak Gazze şeridine yönelik olarak bir nükleer saldırı tehdidini dahi ortaya koymuş olsa da bunu yapabilmelerinin mümkün olmadığını belirtmek isterim. Zira İsrail yönetimi, vadedilmiş topraklar olarak nitelediği ve kendilerine ait gördükleri saha içinde, kendilerine de zarar vereceği ve nükleer silah kullanılan bir sahanın kullanımı imkansız hale geleceği için hiçbir zaman NÜKLEER SALDIRIDA BULUNMAYA TEVESSÜL EDEMEYECEKTİR. Ancak belirtmek isterim ki süreç içinde savaşın genişlemesi ve İsrail’in zor durumda kalması durumunda, tüm dünyaya ve özellikle de İslam dünyasına gözdağı verebilmek için bir nükleer silahın YEMEN üzerinde kullanılabilmesi , stratejik- jeostratejik ve taktik açıdan mümkün görünmektedir.
Bu durumun Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve müslüman Türk milleti açısından da düşündürücü ve varlığımızı tehdit edici yönleri bulunmaktadır...
Olağan ve tek düze bir bakış açısıyla meseleye baktığımızda, ABD ve müttefiklerinin bizimle savaşmaya cesaret edemeyeceklerini, bir savaşa girişmeleri durumunda da bu savaşı kazanabilmelerinin mümkün olmadığını hatta kaybetmeye mahkum olduklarını söyleyebiliriz. Ancak dikkat etmemiz gereken şey, karşımızdaki cephenin KUDURMUŞ BİR CANAVAR GİBİ hareket etme güdüsünü bünyesinde barındırmasıdır ki bir gün karşı karşıya geldiğimizde bunların, nükleer bir tehdidi gündeme getirmeleri ve zor durumda kalmaları veya bir yenilgiyle yüzleşmek durumunda bulunmaları halinde, ülkemize yönelik olarak nükleer silah kullanacakları hususunda TEREDDÜT DAHİ DUYMAMAMIZ GEREKMEKTEDİR…
Bu bağlamda BÖLGESEL DENGELER VE KÜRESEL GELİŞMELER DİKKATE ALINDIĞINDA ENİNDE SONUNDA DAHİL OLACAĞIMIZ küresel öneme sahip bölgesel bir savaşı kazanabilmemizin EN ÖNEMLİ ANAHTARININ ; nükleer silah kapasitesine , yüksek hızda seyir kabiliyetine sahip ve hava savunma sistemleriyle durdurulması imkansız kıtalararası füzelere, yine kıtalararası saldırılarda kullanılabilecek savaş uçağı ve denizaltı envanterine sahip olmaktan geçtiğini görmek gerekmektedir. ZİRA ; küresel desteğe , dinamik ve donanımlı ordulara, bölgesel birliklere, hammadde ve üretim kapasitesine, genç ve aktif bir nüfusa , askeri üretim altyapısına sahip olsak da tek bir nükleer bomba ile tüm dengemizin bozulabilmesi mümkün bulunmaktadır. Düşük profilli iki nükleer bomba karşısında Japonya’nın yaşadıkları, bizim için en önemli örnek olarak karşımızda durmaktadır...
UNUTMAMAMIZ GEREKEN EN ÖNEMLİ HUSUS ; insan hakları, uluslararası adalet divanı, savaş suçları, Birleşmiş Milletler, evrensel hukuk, hak gibi kavramların tamamının, Müslüman Türk milleti ile küreselci – siyonist paganların güdümündeki ülkeler ile yapacağımız savaşta hiçbir anlam ifade etmeyeceği ; CAYDIRICILIK İÇİN SAHİP OLMAMIZ GEREKEN ŞEYİN , nükleer silah kullanma kapasitemiz ve kararlılığımız olacağı gerçeğidir. Dolayısıyla şuan için ilkesel düzeyde ve kısmen de ekonomik alanda yürüyen savaşın, hayatımızı etkileyen tali etkilerine kapılmadan, varlığımızı etkileyecek en önemli mesele olan TOPYEKÜN SAVAŞA hazırlanmamız gerektiğini önemle ve özellikle belirtmek isterim.
Ancak bir savaşa hazırlık noktasında sadece nükleer silah ve bu silahları kullanma kapasitesine sahip olacak askeri altyapıya sahip olmamızın yeterli olacağını söyleyebilmek de mümkün değildir. Bu bağlamda ülkemizin dört tarafında ve ayrıca Kıbrıs- Libya- Arnavutluk- Kosova gibi lokal cephelerde savaşabilecek bir askeri kapasiteyi vakit kaybetmeksizin oluşturma mecburiyetimizin bulunduğunu da ifade etmek isterim.
Stratejik olarak askeri ağırlığımızı ve dikkatimizi Suriye ve Irak cephesine verirken, boğazların ve Trakya’nın savunulmasına özel bir önem vermemiz gerektiğine de şimdiden dikkat çekmek isterim. Zira müslüman- Türk milleti’ni karşısına alacak olan düşmanlarımızın, vadedilmiş topraklara yönelik hakimiyetleri noktasında Türkiye karşısında zora düşmeleri ihtimaline binaen, Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimi üzerinden Türkiye’yi zora sokmak üzere tali cepheler açacağını ve bu cephelere yapmış oldukları askeri yığınak ve olanakları, bizi yenilgiye uğratmak için kullanacaklarını bilmek ve askeri konseptimizi bu gerçekliğe uygun olarak şekillendirmek gerekmektedir.
SAVAŞTA HER SİLAHIN ÖNEMİ OLSA DA ;
• Düşmanlarımızın etrafımızı çevirmeye çalışacakları gemi ve uçak gemilerine karşı kullanacağımız kıyı konuşlu ve menzili arttırılmış gemisavar silahlarının,
• Düşman kara birliklerini basit ve maliyet etkin bir şekilde yok edebilecek tanksavar silahlarının,
• Kundağı motorlu ve menzili arttırılmış mermi kullanan obüslerin,
• Dolanan mühimmatların,
• Sürü halinde hareket eden kamikaze droneların,
• Yapıca küçük ancak büyük iş yapabilecek taktik denizaltıların,
• İnsansız , küçük ve fakat önemli saldırılar yapabilecek menzili arttırılmış deniz araçlarının,
• Gelişmiş, büyük alanlarda etkili olan çok yönlü elektronik harp silahlarının,
• Önemli bir sayıya ulaştırılmış çok katmanlı mobil hava savunma sistemlerinin,
• Hava muharebesi yapabilecek, seyir füzesi kullanabilecek, olabildiğince küçük , görünmez, güçlü, hızla üretilebilecek ve maliyet etkin insansız savaş uçaklarının,
• Aktif koruma sistemine sahip zırhlı araçların
• Ve uygun şekilde depolanmış mühimmat kapasitesinin BÜYÜK ÖNEMİ BULUNMAKTADIR.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, gelecek zamana ilişkin koşulları beklemeden cepheye girerek yer tutmalı, lojistik ikmale gerek kalmayacak şekilde Suriye ve Irak cephesindeki tüm hazırlığını tamamlamalı, Kıbrıs’ı Akdeniz’in uçak gemisi ve saldırı merkezi haline getirmeli, Libya kıyılarını Akdeniz’e girecek düşmana ait deniz gücünü kontrol etmek ve arkadan vurmak için hazırlamalı, Arnavutluk’u ise Yunanistan’ı ters cepheden vurmak ve Balkanlar’da oluşacak savaşı kontrol etmek için güçlendirmelidir.
Bilinmelidir ki sinsi bir siyonist yapılanması olan ve İslam dünyasında ikilik çıkarmak için İran devletinin üstüne yama edilmiş bulunan İran rejiminin, eninde sonunda yıkılacağını ve sonrasında İran’ın parçalanacağını da şimdiden görmek ve bu bağlamda İran Türklüğü’nün bağımsızlığını sağlama noktasında gerekli adımları etkin şekilde atarken, küreselci cephenin İran ile Türkiye//Azerbaycan ittifakı arasında bir savaş çıkarma provokasyonuna karşı tedbirli olmak gerektiğini de önemle ifade etmek isterim. Zira Türkiye, sertleştiğinde ve kurulan oyunu tamamen bozacak adımlar atmaya kalktığında ; İran, Türkiye’nin önüne adeta bir yem gibi atılacak, gerginlik oluşturacak provokasyonlar üst düzeye çıkarılacak ve bizim bu zehirli yemi yememiz hedeflenecek HATTA BU NOKTAYA GETİRMEK İÇİN TÜRKİYE AZERBAYCAN İLİŞKİLERİ BOZULMAYA VE AKAMETE UĞRATILMAYA ÇALIŞILACAKTIR…!!!
Herkes bilmelidir ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti, küresel güç merkezlerine karşı açık bir galibiyet almadığı ve liderlik vasfını açıkça göstermediği müddetçe İslam dünyası birlikte hareket etme kabiliyetine ulaşamayacaktır. Bizim bu seviyeye gelmemiz için de zamana ihtiyacımız bulunmaktadır. Mesele , ihtiyacımız olan bu zamanın bize ve İslam dünyasına ne gibi bedeller ödeteceği ve bizlerin bu bedelleri ödemeye ne kadar hazır olduğumuz ile ilgilidir.
Can kaybı ve bedeni zararlar bir tarafa, ekonomik bedelleri ödemekten bile imtina eden ve herhangi bir sıkıntıya girmektense küresel güçlere karşı teslimiyet bayrağı çeken hatta onlarla birlikte hareket etme iradesi gösteren SORUMSUZ, İLKESİZ, MİLLİ KİMLİKTEN YOKSUN,İSLAM VE HATTA TÜRK DÜŞMANI kişilere karşı bir iç mücadele verdiğimizi de hiçbir zaman gözden kaçırmamamız gerekmektedir. FİTNENİN, HER UYGUN ZEMİN ÜZERİNDEN YÜKSELTİLMEKTE OLDUĞUNU, İFSAD EDİCİ HAREKET- DAVRANIŞ VE OLAYLARIN, TOPLUMSAL GÜNDEMİ İŞGAL ETMESİ İÇİN ÖZEL BİR GAYRET SARFEDİLDİĞİNİ DE İDRAK ETMEMİZ GEREKMEKTEDİR.
Bize hazırlık için zaman ; başarıya ulaşmak için ise basiret, feraset, kitlesel düzeyde bilinç , yüksek ve sarsılmaz bir irade gerekmektedir.
İMAN SAHİBİ BİREYLER OLARAK GÖREVİMİZ NEYSE BAŞARACAK ; ZEVKE EĞLENCEYE KOŞAN VE HAYVANDAN DA AŞAĞI OLARAK TARİF EDİLEN GAFİLLERDEN OLMAYACAĞIZ…
16.11.2023 // 18.01
SEDAT ÇETİNKAYA
.İSRAİL SORUNU VE TÜRKİYE ODAĞINDA YAŞANACAK GELİŞMELER…
Artık, düşünen ve aklı başında olan herkes ; İsrail’in, şeytani kökenli bir saplantıyla hareket eden ve “insan” tanımı dışında tasvir edilebilecek bir zihniyet tarafından yönetilmekte ve yönlendirilmekte olduğunu anlamış ya da bu hususta yeni bir algı eşiğine gelmiş durumdadır.
İsrail’in, arkasına almış olduğu küresel güçleri kullanarak bir genişleme projesi içinde olduğu da açıktır. Ancak İsrail’in açmazı, genişleme projesini destekleyebilecek bir nüfus potansiyelinin olmaması ve arzu ettiği sonucu tek başına gerçekleştirecek bir kabiliyetinin bulunmamasıdır. Bu durumda genişleme stratejisi ; katliam yapma, insanları kaçmaya zorlamak suretiyle alan açma, DEAŞ- Pkk//Pyd//Ypg//Sdg gibi örgütlere varlık kazandırıp bu örgütleri kullanma ve yerel halkları göçe zorlamak suretiyle alan boşaltma gibi taktiklere kaydığı gibi bölge ülkelerinin parçalanması ve maşa olarak kullanılacak güçlerin bölgede desteklenmesi gibi taktiklerin ortaya çıkmasına da sebebiyet vermektedir. Böylece bir ABD kurgusu olan Deaş terör yapılanmasının neden ortaya çıktığı ve ABD’nin, Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasına neden binlerce tırlık malzeme desteği yaptığı gibi hususlar da tereddüte yer bırakmayacak şekilde açığa çıkmaktadır.
İsrail, Hamas’ı etkisizleştirip Gazze şeridini ele geçirdikten sonra Filistin ile ilgili olarak kendisi açısından var olan sorunu halletmiş olacağını düşünmektedir. Çünkü Gazze ile ilgili olarak oluşturacağı yeni yapı, Mahmut Abbas kimliğinde temsil olunduğu gibi mankurtlaşmış bir işbirlikçinin güdümünde şekillendirilecek ve Filistin tamamen yok edilecektir. Ancak plan kağıt üzerinde böyle olsa da Gazze şeridinin tamamen ele geçirilmesinin ve buradaki katliamın sonuçlarının kontrol edilmesinin , İsrail’in öngördüğü şekilde gerçekleşmeyeceğini söyleyebilmek de mümkündür.
Ortadoğu’da Filistin temelinden ve İsrail’in genişleme stratejisinden hareketle bir savaş çıkması durumunda, bu savaşın Irak- Suriye- Lübnan ve Ürdün topraklarına yayılması ise beklenen bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durumda, Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasının, oluşturulma nedenlerinden birisi de sahada etkisini gösterecek ve kanaatimce Suriye rejimi, ABD destekli bu yapı tarafından ortadan kaldırılarak ; İsrail’in, Lübnan ve Suriye’ye yönelik yayılmacılığının önü açılacaktır. Bu arada Hizbullah- Haşdi Şabi gibi İran milisleri’nin İsrail’e yönelik saldırıları da ABD ve işbirlikçilerinin bölgeyi geniş ölçüde işgal etmelerine zemin oluşturacak bir ortam hazırlayacaktır.
Burada Türkiye açısından dikkat edilmesi gereken nokta ; Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasını, Suriye rejimine yönelik olarak harekete geçmeden darmadağın etmeyi başarmak, Irak Kürk Bölgesel Yönetimi ile Pyd//Ypg//Sdg yapılanması arasına Suriye’nin Cezire eyaleti üzerinden geniş ve derin bir şekilde girmeyi gerçekleştirmek olarak karşımıza çıkacaktır. Pkk//Pyd //Ypg//Sdg yapılanmasının, Suriye’nin iç dengeleri üzerinden hareketle ve ABD desteğinde Suriye rejimine yönelik gerçekleştireceği bir harekata, Rusya’nın karşı koyabilme imkanı bulunmamaktadır ve gerektiğinde Rusya’nın, kendisine Ukrayna cephesinde verilecek bir tavizle tamamen pasifize edilebilmesi de mümkün bulunmaktadır.
Bu olası ihtimal dahilinde İsrail’in ve dolayısıyla ABD ve yandaşlarının, bölgede maşa olarak bulundurduğu güçler kullanılarak, çok geniş bir alan İsrail kontrolüne açılacak ve bu alanın koruyuculuğunu da büyük oranda NATO üyelerinin teşkil ettiği güçler üstlenecektir. Bu aşamaya ulaşıldıktan sonra Türkiye’nin bölgeye askeri açıdan müdahale etmesi de zorlaşacak, İsrail’i ve etki alanlarını koruma altına alan tüm güçleri karşısına alma mecburiyeti doğacaktır. Bu karşısına alma durumunun, Kıbrıs Rum Kesimi- Yunanistan- Ermenistan- İran ve hatta kısmen Bulgaristan’ı içereceğini de şimdiden görmek gerekmektedir.
İşte tam da bu noktada Türkiye’nin İsrail açısından büyük bir tehlike teşkil etmesi durumunda İran’ın devreye sokulacağını, Azerbaycan ile İran arasında Zengezur bölgesi üzerinden çıkarılacak sorun üzerinden Türkiye ile İran karşı karşıya getirilerek, Türkiye’nin konsantresi bozulmaya çalışılacağı gibi Şii- Sünni gerilimi tetiklenerek, bölgeye yayılan çatışmadan kendilerini kurtarmak isteyen Suudi Arabistan- Birleşik Arap Emirlikleri – Kuveyt- Umman gibi ülkeler ile İran ( + Şii Yemen ) arasında da bir çatışma zemininin oluşması sağlanarak, Büyük İsrail projesinin önünde bir engel bırakılmamaya çalışılacak, Sisi isimli Firavun ile de Mısır halkı kontrol altında tutulacağı gibi Gazze halkının çaresizliğe sürüklenmesi de garanti altına alınacaktır.
Bütün bu süreç bir tarafa bırakılacak olursa, Türkiye’mizin ekonomik ve askeri açıdan var olan eksiklikleri kapatmaya, dost ve kardeş ülke yönetimlerini askeri açıdan eğitip donatmak için zaman kazanmaya ve bu arada meselenin önemini kavrayan vatandaşlarını birlik ruhu içinde büyütmeye, Türk Devletler Teşkilatı’nın beka ve dayanışma kabiliyetini yükseltmeye ihtiyacı bulunmaktadır.
Bu arada bir bölgesel savaş durumunda Türkiye’ye nükleer kapasiteli askeri destek verebilecek olan Pakistan’ı unutmayacak küresel güç merkezlerinin, Pakistan ile Hindistan arasında da mutlaka bir çatışma çıkaracaklarını ve bu iki ülkenin mahvolmalarına neden olabilecek bir zeminin doğması için herşeyi yapacaklarını da analize dahil etmek gerekmektedir. Bu ihtimalin, Türkiye – Azerbaycan ve Türk dünyası ile İran arasında bir gerilimin doğması veya bir çatışmanın çıkması ve Pakistan’ın da Türkiye’nin yanında konumlanması karşısında, Pakistan’ın askeri pozisyonunu bozmak için ortaya çıkarılabileceğini de belirtmek isterim.
Yine Türkiye’mizin bölgesel bir çatışmaya dahil olduğunda, Kıbrıs ve Yunanistan tarafından açılan cephelerde de mücadele etmek durumunda kalacağını, Kıbrıs’ın, Trakya’nın ve Ege bölgesinin savunulmasının büyük önem arzedeceğini ; Dedeağaç’a konuşlu ABD güçlerinin amacının hem Türkiye’nin Yunanistan’a yönelik muhtemel bir kara saldırısını dar bir bölgede kesintiye uğratmak hem de bu bölgeden Türkiye’nin en önemli şehri olan İstanbul’u vurmak ve boğazları kontrol altına almak olduğunu da şimdiden ifade etmek isterim.
YAPMAMIZ GEREKEN ŞEY ; İslam dünyasını, İsrail ve yandaşlarına karşı mücadele için uyandırmak, askeri hazırlıklarımızı ve askeri kapasitemizi zirve noktasına çıkarmak, düşman planlarını bozacak şekilde cephede yer tutmak, düşman cepheye yerleşmeden düşmanın maşalarını bozguna uğratacak girişimlerde bulunmak olmalıdır.
Biz istesek de istemesek de savaş, adım adım kapımıza doğru yaklaşmaktadır. Bu savaşı bize karşı kazanma ihtimalleri yoktur. Meydan bizim meydanımız ; insan, bizim insanımızdır. Eninde sonunda boylarının ölçüsünü alacaklardır.
İŞTE O KUTLU GÜN ; Malazgirt’in yiğitleri, Miryokefalon’un ustaları, Kılıçarslan’ın atlıları, Sırp Sındığı'nın süvarileri, Niğbolu’nun kartalları, Mohaç’ın aslanları, Preveze'nin leventleri, Çanakkale'nin kahramanları, Bedir’in mücahitleri ve nice cenklerin erleri, şanlı bir orduya ve din-i mübin-i İslam’ın bayraktarı büyük bir komutana minnetle, sevinçle ve saygıyla selam duracaklardır…
Ve o kutlu gün ağızlardaki nida ;
Savaşmaktan kaçınır kim varsa alnı kara,
Allah için saldıralım düşmanlara olacaktır…
28.10.2023 // 14.53
SEDAT ÇETİNKAYA
.ENİNDE SONUNDA, ÇOK DA UZAK OLMAYAN BİR ZAMANDA, GERÇEK BİR CENGAVERE, BİR SAVAŞ USTASINA, TARİHİN GÖRDÜĞÜ EN BÜYÜK SAVAŞÇIYA, AYAK OYUNLARININ VE SİNSİ PLANLARIN İŞE YARAMAYACAĞI BİR ORDU MİLLETE, İSLAMIN BAYRAKTARI OLAN MÜSLÜMAN- TÜRK MİLLETİNE YENİLECEK, HAKETTİĞİN SONA YÜZÜSTÜ SÜRÜKLENEREK VE SURATINA TÜKÜRÜLEREK KAVUŞTURULACAKSIN İSRAİL…
İSRAİLOĞULLARI ; kendisine gönderilen peygamberleri dahi katleden, azgınlıkta sınır tanımayan, üstün ve seçilmiş olmak gibi bir safsatadan tezahür eden kibirden hareketle hayvan olarak algıladıkları diğer insanlara yönelik olarak hiçbir insani değer taşımayan, dışarıya karşı çok güçlü gibi görünen ancak aslında iç çekişmelerle çalkalanan, güvenli zeminler arkasına sığınarak büyük mücadeleler verdiğini ve zayıf insanları yok ederek çok cesur olduğunu zanneden korkak ve küresel tefecilikle dünyanın sırtına asalık gibi yapışmış bir kavimden başka bir şey değildir...
Uluslararası stratejiyi, devletlere ve siyasi bloklara bağlı olarak okumanın mümkün olmadığı bir dönemin içinden geçtiğimizi, bu döneme ilişkin doğru stratejik okumaların devletlerin hangi gücün kontrolünde olduğunu bilmekle mümkün olabileceğini, SİYONİST// PAGAN İTTİFAKI DAHİLİNDE VARLIK KAZANAN ŞEYTANİ GÜÇLERİN ; tüm dünya sathında teşkilatlanmış, parayı, bankaları, medyayı, sinema ve müzik sektörünü, finans sistemini ve ilgili kuruluşları, Birleşmiş Milletler- Dünya Bankası- Uluslararası Ticaret Örgütü- Dünya Sağlık Teşkilatı- IMF – Avrupa Birliği Teşkilatları gibi yapıları kontrolüne almış, hemen hemen her devletin içine sızmış ve çoğunu da ele geçirmiş bir güç merkezi olarak, her küresel mesele bağlamında özel olarak değerlendirilmesi gerektiğini önemle ifade etmek isterim.
Küreselci paganlar, yerleşik konumda bulundukları Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’yi yedeklerinde tutarken, yeni bir güç merkezi olarak tanımladıkları Çin’i kontrol altına almak için büyük yatırımlar yapmışlar ve yeni İpek Yolu projesi olarak ; Bir Kuşak- Bir Yol Projesi'ni geliştirmişlerdir. Ancak ÇİN DERİN DEVLETİ'NİN , küreselcilere bir noktaya kadar yol verdikten sonra şimdi "ÇİN MERKEZLİ BİR ORGANİZASYONU GELİŞTİRMEYE ÇALIŞMAK" olarak tanımlanabilecek bir strateji içine girmesi ve bu hususta küreselci paganlarla ters düşmesi ( ki bu hususta emin de değilim ) nedeniyle ;
• Çin’in karşısına Hindistan odaklı bir proje çıkarılmış,
• Pakistan’da, Çin ile ilişkileri iyi olan İmran Han’a yönelik bir darbe tertiplenerek ABD yanlısı Şahbaz Şerif’in önü açılmış,
• Doğu Türkistan’da yaşayan Türkler ile ilgili sorun, ABD tarafından kaşınarak, Çin derin devletine karşı bir koz oluşturulmaya çalışılmış,
• Türkistan coğrafyasında çeşitli darbe – çatışma ve karışıklık senaryoları tertip edilerek İpek yolu projesi ilk güzergahta kontrol altına alınmaya çalışılmış,
• Ermenistan- Azerbaycan gerilimi üzerinden Türkiye ile Rusya arasında bir çatışma çıkarılmaya çalışılmış, bu mümkün olmayınca Ukrayna- Rusya savaşıyla İpek yolunun kuzey hattı bloke edilmiş,
• İpek yolunun orta kuşağı , Afganistan- İran- Irak- Suriye üzerinden, küreselcilerin kontrolüne alınmaya çalışılırken ; Afganistan, CIA güdümünde kurulan bir örgüt olan Taliban’a bırakılarak, Çin üzerinde bir baskı unsuru elde edilmeye çalışılmış,
• Zengezur koridoru’nun açılmaması için her türlü çirkef sahaya sürülmüş,
• Her halükarda kadük kalacak olsa da küresel bir kışkırtmaya sebebiyet vermek için, Hindistan – BAE- Suudi Arabistan- İsrail- Kıbrıs Rum Kesimi- Yunanistan hattı üzerinden yeni bir ticaret yolu projesi sahaya sürülmüş,
• Çin ; gıda, hammadde- enerji tedariği ve ihracat//ithalat rejimi üzerinden sıkıştırılmaya çalışılarak biat ettirilmeye zorlanmış,
• Yine Çin, Covid 19 virüsü üzerinden suçlanmaya ve pandemi koşulları üzerinden ekonomik bir darbeye maruz bırakılmaya çalışılmış,
• Türkiye yönetimi, işbirlikçi odaklar kullanılarak ele geçirilmek ve en büyük engel olarak gördükleri Sayın R.Tayyip Erdoğan’ın başkanlığına son verilmek istenmiş ; Türkiye’de darbe, iç savaş ve ayaklanma tezgahları sahaya sürülmüş, Türk Savunma Sanayi’sinin gelişimi baltalanmak, Türkiye’nin hava savunma sistemi tedarik etmesi engellenmek, ekonomik gelişimine darbe vurulmak istenmiş ve Türkiye, vekil devlet ve yapılar kullanılarak tehdit edilmeye ve kuşatılmaya başlanmıştır.
Ve bütün bu gelişmeler sonrasında kanaatimce sıra yavaş yavaş İran’a vurulacak darbeye gelmiş bulunmaktadır. Küreselcilerin, kendileri için korunaklı alanlarından çıkmadan zayıf güçleri ezmeyi ve soykırım yapmayı tercih etmekten başka bir bölgesel etki ortaya koyamayacak olan İsrailoğulları ile B.Netanyahu'nun iddia ettiği şekilde ORTADOĞU HARİTASINI DEĞİŞTİRMESİ MÜMKÜN OLMADIĞINA GÖRE, bu etkiyi ortaya koymak üzere başka güçlerin devreye girmesine ihtiyaç bulunduğu da ortaya çıkmaktadır. Küreselcilerin güdümünde bulunan ve İsrail’in koruyucusu olarak sahaya sürülecek olan ABD – İngiltere ve yandaşlarının, havadan bombalama ve füzeyle vurma dışında İran’a yönelik olarak GERÇEK BİR SAVAŞ İCRA EDEBİLECEKLERİNİ söylemek de mümkün değildir. Aslında FETÖ benzeri bir yapının üzerinde yükselen ve en büyük görevi ; İSLAM DÜNYASINDA İKİLİK ÇIKARARAK SİYONİZME HİZMET ETMEK VE TÜRK ASİMİLASYONU YAPMAK olan İran rejiminin, küreselcilere karşıt duran bir yapı arzetmediğini de görmek gerekmektedir. BÜTÜN MESELE ; İran’ın, küreselcilerin ve İsrail’in çıkarı için feda edilebilir bir noktaya gelip gelmediği ve bu yapılırken, İRAN İLE SAVAŞTIRILACAK GÜCÜN KİM OLACAĞI noktasında düğümlenmektedir. Hemen ve lafı uzatmadan belirtmek isterim ki İran ile savaştırılmak istenen güç , TÜRKİYE VE AZERBAYCAN'dır ve bu savaşın başlama noktası da Zengezur koridoru olarak planlanıyor olsa da yayılacağı hattın, Irak ve Suriye coğrafyasının tamamını kapsadığını hatta daha geniş bir coğrafyayı etkileyeceğini söyleyebilmek mümkündür.
İran ile Azerbaycan arasında bir savaş çıktığında, Türkiye bu savaşa mutlaka dahil olacaktır. Rusya da Türkiye’nin ve Türk dünyasının güçlenmesini istemediği için ve saldırı odağı olmaktan kurtulmak için bu savaşın ortaya çıkmasını destekleyecektir. ABD - İsrail ve NATO da Türkiye’nin yanında yer alıyor gözükerek ; Türkiye’yi, İran’a yönelik sahte bir müttefiklik ilişkisi çerçevesinde kontrol altına almayı ve aynı zamanda yıpranmasını sağlamayı esas alacaktır. Küreselcilerin böyle bir ihtimal dahilinde DÜŞÜNEMEDİKLERİ ŞEY ; Türkiye’nin bu süreçten, çok büyük bir güç merkezi oluşturacak şekilde ve çok kısa sürede çıkabilecek olmasıdır. Güney Azerbaycan’ı, İran rejiminden kurtarmış ve İran’ı yıkmış olan, Irak ve Suriye coğrafyasını önemli ölçüde kontrol altına almış olan bir Türkiye, Türk Devletler Teşkilatı ve diğer tüm etki alanları ile birlikte küresel bir güce evrilecektir. İŞTE TAM DA BU NOKTADAN SONRA , küreselci paganlar, İsrail ve yandaşları ile Müslüman- Türk milletinin ; tarihi öneme haiz bulunan, insanlığın kaderinin çizileceği ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin büyük bir küresel güç merkezi olarak ortaya çıktığını ilan edeceği mücadelesi başlayacaktır.
Herkes bilmelidir ki Filistin’de Gazze şeridinde zulüm altında yaşarken açık ve tartışmasız bir katlima tabi tutulan masumların feryadı, bu zulme ortak olan ve sessiz kalan İsrailoğullarının, siyonizmin, küreselci paganların ve yardakçılarının sonunu getirecek ve onları yaşayacakları dehşete yaklaştıran bir vesile olacaktır…
İsrailoğulları ; savaşmanın nasıl bir şey olduğunu, yüzlerce varlık – yokluk savaşından çıkmış şanlı ve asil Türk ordusuyla savaşırken öğrenecek ; Muhammed’in ordusuyla yüzleşirken, yokoluşun ve tarihe gömülüşün hüznünü ve zilletini yaşayacaktır… Zira onları kurtaracak ordular, Suriye düzlüklerinde kanlarında boğuluyor ve Akdeniz’de tükenmişlik içinde batıyor halde olacaktır…
İşte bu ahvalde fırsatçı ve yayılmacı Yunan da her zamanki gibi kaçıyor halde bulunacaktır…
14.10.2023 – 16.05
SEDAT ÇETİNKAYA
.AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ’NİN, TÜRKİYE’YE AİT BİR İHA’YI DÜŞÜRMESİ ; KORKAKLIĞININ VE DÜŞMANLIĞININ BİR GÖRÜMÜNDEN İBARETTİR…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ; Suriye’nin CEZİRE KANTONU'nu kontrol altına alacak şekilde acilen bir operasyon gerçekleştirmesi gerektiğini ve bu operasyona ilişkin stratejik ve taktik nedenlerin bazılarını 8 Eylül 2023 tarihli yazımda belirtmiştim.
Bu bağlamda Türkiye’mizin , Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasının ana damarını teşkil eden ve ABD korumasında bulunan Cezire kantonuna yönelik olarak gerçekleştirmiş olduğu hava operasyonlarından ziyadesiyle memnuniyet duyduğumu da ifade etmek isterim. Buradan belirtmek isterim ki eninde sonunda Cezire kantonunun tamamı, Türk ordusu tarafından bir kara harekatıyla da kontrol altına alınacaktır. Ancak bazı adımları atabilmek için “KONJONKTÜREL ŞARTLARIN UYGUNLUĞU" koşulunun gerçekleşmesi gerektiğini de gözden kaçırmamak gerekmektedir.
ABD – Fransa ve CIA güdümünde hareket eden bazı küresel güç merkezleri, şimdilik “KÜRESEL ETKİYE SAHİP BÖLGESEL BİR GÜÇ MERKEZİ” olarak yükseliyor olsa da gerçek bir küresel güce dönüşme ihtimali çok yüksek olan Türkiye’yi, yükseliş aşamasında durdurabilmek için Pkk ile Ermeni kökenli bir terör hareketinin açık ittifakıyla karşı karşıya bırakmak ve uluslararası mecrada Türkiye aleyhine bir rüzgar estirebilmek için önemli gayretler içinde bulunmaktadır. Elbette bu duruma Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan üzerinden geliştirilen düşmanlığın etkilerini, çevremizi ve iç dengelerimizi etkileyecek şekilde pompalanan ırkçı yaklaşımları ve mezhepçilik temelinde geliştirilen düşmanlıkları da ilave etmemiz gerekmektedir.
Aslında İçişleri Bakanlığı’na ve hatta Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne yönelik olarak gerçekleştirilmek istenen terör saldırısının temelinde de PKK// YENİ ASALA İTTİFAKI olarak adlandırılabilecek bir ateşi canlandırma girişimi bulunmaktadır. Ancak terör saldırısının başarısız olması, bu yeni oluşumun ateşinin yakılamadan söndürülmesini sağlamıştır. Şahsi kanaatim, Pkk yapılanması varlığını devam ettirdiği ve Zengezur bölgesi ile ilgili gerilim devam ettiği müddetçe, bu girişimle birkaç kez daha karşı karşıya kalabileceğimiz yönünde şekillenmiş bulunmaktadır.
İşte tam da bu noktada Türkiye Cumhuriyeti’nin aradığı fırsatı çok iyi değerlendirerek, Irak coğrafyasında ürettiği etkilerin dışında, Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasının Suriye’deki altyapısını, finans kaynaklarını, teşkilatlanmasını esas alması ve bunu ABD’nin varlığına rağmen yapması, ABD’ye yönelik olarak ; BİZ GEREKTİĞİNDE SENİN KANATLARIN ALTINDA SAKLADIKLARINI DA VURURUZ VE SEN BİZE RAĞMEN BU COĞRAFYADA SONUÇ ALICI HİÇBİR ŞEY YAPAMAZ, HİÇBİR POLİTİKANA ETKİNLİK KAZANDIRAMAZSIN ANLAMINI TAŞIMAKTADIR.
Bu noktada ABD’nin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ait bir İHA’yı vurmasının ; kesinlikle, CEVAP MAHİYETİNDEKİ BİR ABD STRATEJİSİ ÜRÜNÜ OLMADIĞINI da belirtmek isterim. Bu durum tamamen ama tamamen, ABD ASKERLERİNİN KORKAKLIĞINDAN ve ciyaklama vaziyetinde kendilerinden yardım isteyen teröristleri koruma güdüsünden kaynaklanan bir zaruretten kaynaklanmış bulunmaktadır. Aslına bakılacak olursa, binlerce metre yüksekten uçarak hedef tespiti yapabilecek bir silahsız İHA’nın, ABD askerlerinin saklandığı sığınağın 500 metre yakına kadar alçak irtifada yaklaşmasının da manidar olduğunu ve bir insansız hava aracının feda edilmesini öngören bu taktik yaklaşımla ; ABD’nin açığa düşürülüp, suçlu konumda bırakılarak etkisizleştirildiğini de görmek gerekmektedir.
Türk Devletler Birliği hedefini hızla geliştirerek ilerleyen, Zengezur koridorunu açmanın eşiğine gelmiş, Ortadoğu bölgesini ikili ilişkiler, ticaret ve dünyanın en gelişmiş silah sistemleri ile etkisi altına almaya başlayan, Afrika’daki etkisi ve ağırlığı devamlı bir şekilde artan, Rusya’yı kontrol etme ve yönlendirme kabiliyetine kavuşmuş, Balkanlar ve Doğu Avrupa’daki gücü yükselen bir ivme dahilinde hissedilmeye başlayan, askeri- ekonomik ve siyasi olarak büyük bir güç merkezi haline gelmeye başlamış olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, basit ve sinsi ayak oyunlarıyla etkisiz kılmanın ve mağlup etmenin imkansızlığını yakında herkes yaşayarak anlayacaktır.
Türkiye’nin önemli ölçüde Cezire kantonuna yönelik olarak gerçekleştirdiği hava operasyonları neticesinde EN BÜYÜK SORUN ; petrol ihtiyacını, bu bölgeden elde edilen petrolden sağlayan Şam rejimi açısından doğacak, Şam rejimi ile Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanması arasında var olan ve karşılıklı çıkara dayalı denge de tamamen kırılacaktır. Ayrıca Ayn-el- Arab ( Kobani ) ve Cezire kantonundan koparılarak biraz daha güneye sürülmek ve sığınmak durumunda kalan Pkk//Pyd//Ypg yapılanması ile bu bölgelerde etkin olan Arap güçleri arasındaki çekişme de artacak ve süreç, ABD politikasının ve ABD’nin tasfiyesi sonucuna kadar gidebilecektir. BU DURUMDA farklı bir çözüm arayışına girme zarureti içine düşecek olan ABD’nin ise SURİYE REJİMİNİ DEĞİŞTİRME TEMELİNDE bir plan içine girmesi söz konusu olabilecektir. Bu strateji dahilinde Suriye rejimini korumakla mükellef olan Rusya’nın, UKRAYNA'DA SAĞLANACAK BİR BARIŞ ANLAŞMASI KARŞILIĞINDA , Suriye rejiminin düşmesine yeşil ışık yakabileceğini ve kısa süreli olarak da olsa ABD ile Rusya arasında gerçekleşecek barış atmosferi kullanılarak Türkiye’nin kazanımlarının, Suriye’nin toprak bütünlüğü safsatası altında geliştirilen bir barış planı ile ortadan kaldırılması yoluna gidilebileceğini de şimdiden ve önemle ifade etmek isterim. Zira böyle bir durumda Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanması, büyük güç merkezlerinin arkasına sığınan Yunanistan gibi " BİZ GALİP GELDİK" diye ortaya çıkabilecek ve bu durum ise çok daha büyük ve topyekün bir çatışmanın zemini hazırlayacaktır.
Bu riski dikkate alarak, Suriye dışındaki muhtemel çatışma alanlarımız olan Kıbrıs- İran- Irak - Doğu Akdeniz ve Adalar Denizi- Trakya- Balkanlar- Libya ve Ermenistan’a ilişkin olarak askeri nitelikli özel hazırlıklar yapmamız ve savaş kapasitemizi zirveye çıkarmamız gerektiğini şimdiden ifade etmek isterim.
Herkes bilmelidir ki BUGÜN MÜTTEFİK NUMARASI YAPAN DÜŞMANLARIMIZ, bir süre sonra ve hep birlikte, karşımızda duran cephenin bir parçası olarak düşman sıfatıyla yerlerini alacaktır.
İşte o gün, batının bir medeniyeti değil, medeniyetsizliği ve insanlık dışı bir oluşumu temsil ve teşkil ettiğini yaşayan herkes görecek ; Müslüman- Türk milletinin insanlığı kurtaran asaleti ve şerefini de iliklerine kadar hissedecek ve gurur duyacaktır…
07.10.2023 / 13.27
SEDAT ÇETİNKAYA
.NE OLDU PAŞINYAN, KILIÇDAROĞLU, İMAMOĞLU, YAVAŞ VE KOKUŞMUŞ ZİHNİYETİN DİĞER FİGÜRANLARI ! ….
KOYUNUN OLMADIĞI YERDE ABDURRAHMAN ÇELEBİ Mİ OLDUNUZ ?
Aziz ve Melik olan Yüce Rabbimiz’in hükmünün, zamana tabi olan biz yaratılmışlar nezdinde kader tecellisi biçiminde icra olunurken ; “BENZERİYLE YAŞAMA” ya da “ BEDEL ÖDEME" ve “HAK ETTİĞİNE KAVUŞMA” biçiminde tezahür ettiği söylenebilecek ilahi ilkelere tabi olarak şekillendiğini ifade edebilmek mümkün bulunmaktadır.
Çevremizden fazla uzaklaşmadan Libya- Yemen- Irak- Suriye- Filistin- Mısır- Kırım gibi cephe ve sahalarda, Devlet-i Aliyye’nin müslüman – Türk kimlikli evlatlarının nasıl büyük bir kıyıma maruz kaldığı hafızalardaki yerini koruyor olmakla birlikte, bu cephe ve alanlarda çeşitli vesilelerle günümüzde yaşanan acılar da “benzeriyle yaşama ilkesi”nin bir görünümü biçiminde tezahür etmiş bulunmaktadır. Ancak belirtmek isterim ki bu tezahür etme biçiminin temelinde yatan ilahi iradenin denk düştüğü düşünce ya da hissiyat, BİR YÖNÜYLE İLAHİ ADALETİ esas alıyor olsa da DİĞER YÖNÜYLE hem İslam sancağının yeryüzünde hakim kılınması noktasında büyük fedakarlıklar yapmış olan müslüman- Türk milletinin hakkının teslim edilmesini hem de tarihi hatalar yapmış müslüman halkların yaşadığı coğrafyalarda yaşayan insanların, İLAHİ KUDRET ELİYLE TERBİYE EDİLİP UYANDIRILMASI amacına da hizmet etmektedir.
İşte bu bakış açısından hareketle, günümüzün mazlum insanları, GEÇMİŞTEN GELEN BİR İZDÜŞÜMLE, ilahi bir amaca hizmet için adeta terbiye edilip, fikren uyandırılıp, kendilerine müslüman – Türk milletinin kıymeti idrak ettirilirken, geçmişin zalimlerinin öyle başı boş bir şekilde bırakılacağını , bir eli yağda bir eli balda bir hayat süreceklerini söyleyebilmek de mümkün değildir. HERKES HAK ETTİĞİNİ YAŞAYACAK ; EDEN DE ETTİĞİNİN KARŞILIĞINI BULACAKTIR…
Ermeniler, Anadolu’da büyük bir müslüman katliamına giriştiklerini inkar edip, efendilerinin yönlendirmesiyle soykırıma uğradıkları yalanın ardına sığınsalar da geçmişe ilişkin verilerin ilahi kaydını ve zamana tabi olmayan Yüce yaratıcımız nezdindeki gerçeklik bilgisini değiştirebilme imkanına da sahip değillerdir. Benzer bir durum, Yunanlılar- Bulgarlar ve Sırplar için de söz konusudur. Artık bu milletleri, koruyabilecek kapasitede bir ülke ve güç de mevcut değildir. Rusya, kağıt üzerinde büyük bir güç olsa da sahip olduğu handikaplar ve yetersizler, onu ; Türkiye’den güçlü kılabilecek ve Türkiye’yi hedeflerinden uzaklaştırabilecek olanaklar serisinden fersah fersah uzaklaştırmaktadır. Artık batılı hiçbir güç merkezinin de Türkiye’yi bireysel ya da toplu olarak hedefe koyabilecek bir kapasitesi kalmamış, daha doğrusu Türkiye’nin ulaşmış olduğu askeri- siyasi- ekonomik ve jeopolitik potansiyel, batılı güç merkezlerinin elinden, Türkiye’yi kontrol etme ve kolayca hedefe koyabilme imkanını almıştır. Çok yakında Türkiye, bütün küresel güçler için asla yenilgiye uğratamayacakları bir güç olarak ve tüm ihtişamıyla, tarih sahnesindeki müstesna yerini alacaktır.
İşte bu bağlamda Ermeniler, küresel güç merkezlerinin ardına sığınarak gerçekleştirdikleri katliamları Türk milletinin üzerine yıkmaya çalışarak, Rusya- ABD- Fransa gibi güçlerin himayesinde kadim Türk toprakları üzerinde bir devlete sahip kılınsalar da artık hiçbir güç onları koruyabilecek düzeyde bir etki üretme imkanına sahip değildir. DEVİR DÖNMÜŞ, DEVRAN DEĞİŞMİŞTİR... Buradan ilan ediyorum ki Karabağ’da kurdukları dandik devlet gibi eninde sonunda tarih sahnesinden silinecekler, şanlı Türk sancakları da Revan’da ( Erivan ) yeniden dalgalanacaktır.
Sayın İlham Aliyev’in ifade ettiği şekilde “ NE OLDU PAŞINYAN” diye bir gerçeği ifade ediyor olsak da Ermenistan içinde bulunan ve batılı güç merkezlerinin zehirlediği kesimlerin, bir barış ortamının oluşmasına kesinlikle müsaade etmeyeceklerini ve batılı güç merkezlerinin bu kibirli, bağnaz ve Türkiye düşmanı tutumunun, sadece Ermenistan’ın değil orta ve uzun vadede Yunanistan- Bulgaristan- Sırbistan gibi devletlerin de tarih sahnesinden silinişine neden olacağını şimdiden ifade etmek isterim.
Bu arada içimizdeki işbirlikçi takımının da Ermenistan’ın- Ermeni çetelerinin kurduğu devletin ve Ermeni diasporası’nın uğramış olduğu yenilgiyi içine sindiremediğini ve her zamanki tutumlarıyla Türkiye ve Türk milleti aleyhine kudurmuşcasına saldırıya geçtiklerini de görmemiz gerekmektedir. Önümüzdeki süreçte bunların, Pkk ve yandaşları ile işbirliği içinde dengesiz saldırılarda bulunacaklarını görmenin mümkün hale geleceğini de bilmek ve gereğini ifa etmek gerekmektedir.
Aslında yıllardır ifade ettiğim gibi hem NATO ile hem de Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki çıkar ilişkisi, Türkiye’nin küresel güç merkezlerinin kontrolünden çıkıp kendi siyasi- askeri- ekonomik, dini, kültürel ve jeopolitik gerçekleri//hedefleri doğrultusunda ilerlemeye başlamasıyla bitmiş ve SADECE UZATMALARIN OYNANDIĞI BİR GEÇİŞ DÖNEMİNE girilmiş bulunulmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bir bireysel başvuru bağlamında FETÖ meselesiyle ilgili olarak vermiş olduğu karar dahi karşımızdaki azılı yapının nasıl bir düşmanlık fikriyatı ve sinsilikle hareket etiğini de ortaya koymuş bulunmaktadır.
Kısa bir süre önce batılı güç merkezlerinin tüm desteğine rağmen, girdiği seçimleri kaybeden Kemal Kılıçdaroğlu ise Sayın ERDOĞAN’ı demokrat olmamakla suçlarken, yapışıp kaldığı koltuğundan inmemek için ne filmler çevirdiğini ; İstanbul nimet nimet sloganları atarak, herşey güzel olacak güzellemesi yaparak iş başına gelen İmamoğlu’nun nasıl basit ve bayağı bir yönetim anlayışına sahip olduğunu, önüne gelen herkese siz yerine “sen” sigasıyla hitapta bulunacak kadar saygıdan uzak bir kişilik olduğunu, göze gelen bir icraat ortaya koymak birtarafa var olan belediyecilik faaliyetlerini bile yürütmekten aciz bir yönetici olduğunu, hiçbir üst düzey yöneticilikten kendisine ekmek çıkmayınca gündemde kalabilmek adına yeniden ve sadece reklamla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na sarıldığını, susarak varlığını devam ettirmeye ve bilen bir adam imajı çizmeye kendini adamış Mansur Yavaş’ın ise tam bir başkent fiyaskosu olarak tanımlanmaktan öteye bir anlam taşımadığını da ifade etmek isterim.
Atalarımızın dediği gibi koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derlermiş ama koyun varken keçiyi Abdurrahman Çelebi diye göklere çıkaranlara ne denir onu henüz tanımlayamasak da yerel seçim sonrasında yeni Abdurrahman Çelebi’lere “ Ne oldu Paşinyan” örneğinden hareketle “ Ne oldu Kılıçdaroğlu yetmedi mi- Ne oldu İmamoğlu, yoksa yapraklar seni terk etti mi - Ne oldu sözde ülkücü, kıdemli CHP'li Yavaş, kasabadan sonra Büyükşehir’i yönetmek zor mu geldi ? diye seslenmenin vereceği zevki tatmanın bir başka keyif vereceğini de neticeten ifade etmek isterim.
Bu arada bir üçüncü dünya ülkesi durumundaki Türkiye’yi, küresel bir güç merkezi haline getiren Sayın Erdoğan’ın yüksek yönetim anlayışını ve başarısını görmezden, yaşanan ekonomik sıkıntıların küresel düzenin efendilerine karşı verilen bir bağımsızlık mücadelesinin doğal bir neticesi olduğunu bilmezden gelerek, kafalarını kuma gömmüş vaziyette çeşitli safsataların ardına sığınan beyin fukaralarına da “ARTIK SİZİN DEVRİNİZ SONA ERDİ", "GAYRI DÜNYAYA YENİ BİR DÜZEN VERMEYİ HEDEFLEYENLERİN ZAMANIDIR" demeyi bu vesile ile bir borç bildiğimi de ifade etmek isterim.
01.10.2023 / 15.15
SEDAT ÇETİNKAYA
.İMAN ETMEDİKÇE, İMAN ÜZERE YAŞAMIMIZI NOKTALAMADIKÇA VE ALLAH’IN LÜFUNA MAZHAR OLMADIKÇA CENNET’E GİREMEYİZ…
İMAN, EN GENEL HATLARIYLA ;
• Her yönüyle mükemmel ve her türlü eksiklikten uzak bir varlık olarak Allah c.c. hazretlerinin mevcudiyetine ve birliğine inanmak,
• Allah’ın, insanlara göndermiş olduğu son dine ilişkin verileri içeren Kuran-ı Kerim’de bildirilenlere tereddütsüz bir şekilde inanmak,
• Hz.Muhammed sav. efendimizin Allah’ın kulu, resulü ve son peygamberi olduğunu kabul etmek,
• İnsanın dünyada bir imtihan sürecinden geçirildiğini ve bu süreç sonucunda ilahi bir hesaba çekileceğini bilmek,
• Hz.Muhammed sav. efendimizi ; yaşantısı, bildirdikleri, sözleri ve halleri ile örnek ve lider kabul etmek,
• Yaşamı, Allah’ın mutlak kudretinin bir kurgusundan ve iradesinin tecelli etme biçiminin bir görüntüsünden ibaret kabul etmek,
• Yaratılmış herşeyin yok olacağı kıyamet gününün, insanların ve cinlerin hesaba çekileceği bir hesap gününün varlığına inanmak,
• İslam dini dahilinde Allah’ın emirlerine uygun olarak sürdürülen bir yaşamın sonunda mükafat olarak Cennet’in, Allah’ın emirlerine muhalif olarak geçirilen bir yaşam neticesinde ise ceza olarak Cehennem’in söz konusu olduğuna inanmak,
• Allah’ın ; insanlar ve cinler dışında yaratmış olduğu ve sadece Allah’ın emirleri doğrultusunda hareket eden ve Melek olarak isimlendirilen varlıkların mevcudiyetine inanmak,
• Şeytan’ın varlığına ve insan ile mücadelesine inanmak,
• Allah’ın imtihan sürecinde insanlara ve cinlere hatırlatma yapmak üzere peygamberler ve günümüz itibariyle Kuran-ı Kerim dışında tahrif edilmiş olsalar da ana hatlarıyla insanlara nasıl bir yaşam sürmeleri gerektiğini belirleyen ilahi emirler gönderdiğini kabul etmek DEMEKTİR…
En genel hatlarını yukarıda belirtmiş olduğumuz imanın ; tam anlamıyla Allah’a teslim olma, Allah’ı her şeyden çok sevme, Allah’a karşı her daim edep içinde bulunma, Allah için mücadele etme, Allah’a hizmet etmeye ve onun rızasını kazanma kazanmaya çalışma, Allah’ı zikretme ve ona çeşitli şekillerde ibadet etme gibi cüzleri de bulunmaktadır.
Ancak yine de belirtmek isterim ki ilmi ve düşünsel bir temele dayanmayan imanın, yaşama dair herhangi bir olayda kaybedilebilmesi ve kişinin bu kaybedişten haberdar dahi olmaması da mümkün bulunmaktadır. Örneğin Allah’ın bildirmiş olduğu miras paylaşımına itiraz eden bir kişinin, günümüzde faiz haram değildir diyen bir insanın, şeriata küfreden- anamızın bacımızın başörtüsüne saldıran kaşarlı bir zındığın ya da dini bir vecibeyi hatırlatan bir kişiye inkarcı bir yaklaşımla saldıran bir gafilin vs. müslüman olması//kalması mümkün olmadığı gibi kalbi çok temiz olan, hayatı boyunca iyilik yapmaktan başka bir amaç taşımamış, şiirler- şarkılar yazmış, insanlık için bilimsel çalışmalar yapmış bir ateistin ya da farklı inanç sahiplerinin Cennet’e girmesi de mümkün değildir. ÇÜNKÜ ne kadar hatası ya da doğrusu olursa olsun, bir kişinin Cennet’e girebilmesi için gereken "TEK ANAHTAR", İMAN SAHİBİ OLMAKTIR. İman sahibi olmak için de bilinç sahibi olmak, ne için ve neye iman ettiğini bilmek ve bu imanı, yaşam yolunda biryerlerde söylenen abes bir söz ya da bir davranışla kaybetmiş olmamak gerekmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken husus, küreselci paganların en önemli çalışmalarından birisinin de dinler arasında consensus oluşturma programı bağlamında, Yahudi ve Hristiyanlar’ın da Cennet’e girebileceği iddiasını kabul ettirmeyi hedeflemesidir ki bunun ilmen mümkün olmadığını, bu tür girişimlerin temel amacının İslam dinini tahrif etmek olduğunu da bu vesileyle ifade etmek isterim.
EY BÜYÜK RESMİ GÖRMEKTEN UZAKLAŞMIŞ VE ŞEYTANIN AÇTIĞI ÇUKURLARDA DEBELENMEYE DEVAM EDEN İNSANOĞLU ! seni , saniyede 300.000.km hızla giden ışığın bile sonunu bulamadığı uzay boşluğunda ve güneş etrafında 107.000 km (+//-) hızla dönen bir gezegende sorunsuzca yaşatan , dünyanın okyanustaki bir damla kadar bile yer işgal etmediği devasa evreni ve daha bilmediğimiz nice alemi yaratan, mikroskop altında bile zorlukla görünen canlılarda emsalsiz genetik şifreler halkeden, sinek gibi basit görünen bir canlıda dahi insanlığın asla ulaşamayacağı fiziki mükemmellikleri ortaya koyan yaratıcının varlığını inkar etmeye devam mı edeceksin  Yoksa en basit bir cismin dahi tesadüfen ve kendiliğinden oluşma ihtimali sonsuzda sıfırken, bir madde yığınından ibaret olan dünyadaki yaşamın, mükemmelliğin ve zeka- muhakeme ve irade sahibi olan insanın, evrimsel bir süreçle yaratıldığını düşünecek kadar ilkel bir düşünceye mi sahipsin Dünyada ortaya çıkan, tek bir ilahtan bahseden, Cennet ve Cehennem’den, kıyamet gününden, hesaba çekilmekten, Şeytan’ın insanın apaçık düşmanı olduğundan bahseden tüm peygamberin, aslında aynı şeyden bahsettiğini anlamıyor musun ?
Evet malesef büyük bir kısmımız anlamıyoruz ve VARLIĞIMIZI ; bayağılıklardan arınmış, fedakar, Allah'ın rızasına mazhar olmuş, iman – ilim ve edep sahibi üstün ruhların sonsuza değin yaşam sürebileceği Cennet alanına taşıyabilecek iradeyi ortaya koymaktan da ANLAMSIZ BİR ŞEKİLDE UZAK DÜŞÜYORUZ…
İnsanda var olan BENLİK DUYGUSU VE BİLGİSİZLİK , insanı ; evrene , Allah’a ve yaşama dair gerçekleri fütursuzca dışlamaya doğru itmektedir. Kelime-i Şehadet getirmeyi bilmekten, birkaç sure ve farzı öğrenmekten aciz olan, yüzlerce roman ve belki de gereksiz mecmua okuduktan ve akabinde şiir ve şarkı öğrendikten sonra inandığını iddia ettiği dinin kitabını bir kez dahi okumaktan aciz olan bir müslümanın, deizme ve hatta ateizme kayması kadar doğal bir şey de bulunmamaktadır…
KURAL ; "bilmeyen inkar eder" kuralıdır ve bu kural da yaşam içindeki işlerliğini her zaman yürütmektedir.
İnkar etmemek, yoldan çıkmamak ve ne idüğü belirsiz zibidiler tarafından kandırılmamak için BİLMEK, bir kanaat ortaya koymadan önce de İHTİYATLI OLMAK//HADDİ AŞMAMAK mecburiyetinde olduğumuzu, ehl-i sünnet yolundan ayrılmamakla mükellef olduğumuzu, yerel ve küresel düşmanlarımıza karşı her daim uyanık olma mecburiyetimizin bulunduğunu, İslam ve müslüman düşmanlarıyla ittifak içinde olmaktan ya da aynı safta bulunmaktan kaçınmamızın imanımızın bir gereği olduğunu, cahillerin- ahlaksızların, şeytani kimlikli kişi ve grupların bizi ancak ve ancak felakete sürükleyeceğini hiçbir zaman unutmamalı, kendimizi ve ailemizi bu gerçeklik doğrultusunda şekillendirmeyi başarmalıyız…
Tarihi olayların yaşanacağı günlere ve dönemlere hızla akarken ; önümüze çıkan engelleri aşmayı, basit ve güncel meseleleri sorun haline getirmemeyi, HEDEFİ VE AMACI ESAS ALAN BİR BİLİNÇLE hareket etmeyi de sağlamalıyız…
ALLAH’IN VARLIĞI VE HÜKMÜ ; yerleri, gökleri ve tüm yaratılmışlıkları kuşatmıştır. Bizler bu kuşatılmışlık içinde ANCAK VE ANCAK Allah’ı yücelten bir yaşam , düşünce , ibadet ve zikirle yücelebileceğimiz bilincine ulaşmayı başarmalıyız.
Aziz ve Muktedir olan Rabbimiz bizi ; imandan, ilimden, sağlıktan, huzurdan ve hak yolunda mücadeleden ayrı düşürmesin…
17.09.2023 … 15.29
SEDAT ÇETİNKAYA
.
IRAK TOPRAKLARINDAKİ KADİM TÜRK YURTLARI ÜZERİNDE ETKİNLİK KURMAK VE AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ’NİN BÖLGE ÜZERİNDEKİ PLANLARINI TEMELİNDEN YIKMAK İÇİN ÖNCELİKLE SURİYE’NİN KUZEY DOĞUSUNDAKİ CEZİRE EYALETİNİ KONTROL ALTINA ALACAK BİR ASKERİ HAREKATI İVEDİLİKLE PLANLAMALI VE İCRA ETMELİYİZ …
ERMENİSTAN İLE AZERBAYCAN ARASINDA ZENGEZUR BÖLGESİ TEMELİNDE BİR ÇATIŞMA İHTİMALİ HIZLA YAKLAŞMAKTA VE GÜÇLENMEKTEDİR…
Varlığını dev aynasında seyrederek, küresel hakimiyet hedeflerine ilişkin planlarını icra etmeye çalışan küreselcilerin güdümündeki Amerika Birleşik Devletleri’nin, Irak ve Suriye özelinde yeniden aktif bir politika uygulamaya çalıştığını son dönemde yaşanan olaylardan önce sizlerle paylaşmıştım.
AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ ; Türkiye üzerinde oluşmasını sağladığı ekonomik sıkıntıdan , Rusya’nın Ukrayna savaşı nedeniyle Suriye ile yakından ilgilenemiyor olmasından, Türkiye’nin Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimi üzerinden çıkarılan gerilimle karşı karşıya kalmasından ve Esed rejiminin içinde bulunduğu sıkıntıdan faydalanarak, Suriye ve Irak coğrafyasındaki hedeflerine yönelik olarak bir HAZIRLIK İÇİNDE OLDUĞUNU açık etmiş bulunmaktadır.
AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ , Suriye'nin çeşitli noktalarında Esed rejimine ilişkin protestolar organize edilmesini sağlayarak Esed rejimi aleyhine esecek bir rüzgarın varlık kazanmasını sağlamaya çalışırken, SDG yapılanması içinde bulunan ancak Rusya’ya da sempatiyle bakan ARAP GÜÇLERİN BERTARAF EDİLMESİ SURETİYLE Pkk güçlerinin etkinlik kazanması için de harekete geçmiştir. Yine ABD, Türkiye’ye yönelik olarak gözdağı mahiyetinde olacak şekilde, Pkk//Ypg militanları ile birlikte Kamışlı’da göstermelik askeri tatbikatlar da icra etmiştir.
Bu arada ABD, kokuşmuş bir ABD yardakçısı konumundaki Kürdistan Yurtseverler Birliği ve sinsi bir ABD uşağı konumundaki Irak yönetimiyle de koordinasyon içinde hareket ederek, Kerkük’de siyasi ve askeri bir gerilimin ortaya çıkmasını sağlamış ve bu gerilim üzerinden Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ni kışkırtarak, Türkiye ve İran’ın da meseleye dahil olacağı ancak sonunda ABD ve yardakçılarının kazanarak bölgesel hakimiyet tesis edeceği bir çatışma zeminini hazırlamaya çalışmıştır. Bu noktada sinsi ABD planının en önemli ayaklarından birinin, Barzani yönetimini ABD ile birlikte faaliyet göstermeye ikna etmek ya da Barzani yönetimini (IKBY ) eninde sonunda devirerek PKK'NIN BÖLGESEL HAKİMİYETİNİ TESİS ETMEK OLDUĞUNU görmek gerekmektedir. Bu arada ABD, askeri işbirliği anlaşması yaptığı Irak yönetimini de kullanarak, Türkiye’yi işgalcilikle ve Irak topraklarına müdahil olmakla da suçlatarak, TÜRKİYE'Yİ BÖLGEDEN UZAK TUTMAYI hedeflemektedir.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ, Irak Kürt Bölgesel Yönetimini baskı altına almak ve Pkk yapılanmasını yok etmek için Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin kontrol ettiği bölgelerin kuzeyi ve özellikle de dağlık alanlar üzerinde ciddi bir hakimiyet tesis etmiş olsa da bu hakimiyet ; Irak ve Suriye arasındaki geçişleri engellemeye, Pkk’nın bölgesel ticareti ve yerel petrol üretimini ele geçirmesine , lojistik merkezleri // güzergahı kontrol etmesine engel olmaya ve Musul - Erbil ve Kerkük üzerinde hakimiyet tesis edecek girişimlerde bulunmasını bertaraf etmeye yetmemektedir.
TÜRKİYE, Suriye’nin kuzeydoğusundaki CEZİRE KANTONU'nu bir askeri harekatla hakimiyeti altına aldığında ; tüm bölgeyi ve özellikle Türkiye// Bağdat hattını askeri- ekonomik- lojistik ve stratejik olmak üzere çok yönlü olarak kontrol altına alacak, Musul- Erbil ve Kerkük’ü askeri birliklerinin bir adım önündeki hedef haline getirecek, Suriye- Irak arasındaki geçişkenliği büyük ölçüde kontrol altına alacak, Sincar’ı Pkk açısından güvenli bir mekan olmaktan çıkaracak, yerel güçlerle daha yakın irtibat kurulmasını sağlayacak, IKYB’nin herhangi bir stratejik hata yapmasını engelleyecek psikolojik //stratejik//askeri etkiyi ortaya koyacak ve Irak toprakları üzerindeki Başika üssünün güvenliğini de tam anlamıyla garanti altına almış olacaktır…
İşte böylece, ABD’nin ve vekil unsuru Pkk//Pyd//Ypg//Ypj//Sdg yapılanmasının kalbine de bıçağı sokmuş olacaktır… BİZE DE SOKULAN BU BIÇAĞIN TARİHİ HAZZINI YAŞAMAK KALACAKTIR...
Yine modern ipek yolu projesi üzerinde, Türk dünyasının mutlak bir hakimiyet tesis etmesini istemeyen ve bu hususa ilişkin tüm girişimleri de başarısız olan ABD, bu sefer de Ermenistan devlet başkanı N. Paşinyan üzerinde kurduğu baskıyla, Türkiye’nin Irak ve Suriye’ye yönelik dikkatini dağıtacak yeni bir provokasyona da girişecek gibi görünmektedir. Ermenistan’ın, Rusya’yı dışlayan ve hatta suçlayan bir yaklaşımla gündeme getirdiği açıklamalar ve bu açıklamalar sonrasında ABD güçleriyle giriştiği askeri tatbikat, bağnaz ve sorunlu bir düşünce biçimiyle hareket ettiğini ve bir savaşı adım adım çağırdığını da ortaya koymaktadır. Azerbaycan ordusunun Zengezur için hazırlanmakta oluşu da bu süreci hızlandıracak bir durum olarak karşımızda durmaktadır...
Yeni denklemde gerçekleşecek bir Zengezur hakimiyeti savaşında Ermenistan, Ukrayna savaşı bağlamında mühimmatı ancak kendisine yeten ve fütursuzca suçladığı Rusya’dan hiçbir destek alamayacağı gibi Ukrayna’ya vermiş olduğu mühimmatlarla stoklarını tüketen batı dünyasından da kayda değer hiçbir destek alamayacaktır. Kısaca belirtmek gerekirse, Ermenistan’ın başlatacağı bir savaşın sonucu mutlak bir mağlubiyet olarak kendisini beklemektedir.
İşte tam da bu noktada devreye İran’ın girip girmeyeceği, GİRECEKSE NASIL BİR ETKİ ORTAYA KOYACAĞI büyük önem taşımaktadır. Şayet İran, afyonlanmış bir bakış açısının zırvalarına sığınarak ancak gerçekte ABD’nin yeni vekil savaşçısı olarak tüm varlığıyla devreye girerse, Suriye sahillerinden başlayarak Kafkasya’ya değin uzanan coğrafyada Türkiye’nin de dahil olacağı büyük ve açık bir mücadelenin ortaya çıkabilmesi ve bu mücadelenin bir kolunun da Ortadoğu’ya sıçrayarak İsrail’i ve mezhepsel çatışmayı da içine alan bir karışıklıklar silsilesine evrilebilmesi mümkün bulunmaktadır. Bence ABD’nin ve dolayısıyla küreselci paganların, Birleşmiş Milletler’i ve asalak konumundaki istilacı//soykırımcı devletleri de devreye sokarak bölgeye çöreklenmek için aradığı durum budur.
Bizim bir korkumuz ve çekincemiz yoktur…
KAYBEDENLER ; Müslüman- Türk milletinin, küresel hakimiyet mefkuresinin ve hakkı hakim kılma hedefinin önünde duran gafiller olacaktır…
Müslüman- Türk milleti, içinde bulunduğumuz yüzyılda sahaya sürdüğü BÜYÜK DEVLET MEFKURESİYLE ; hem Türk dünyasını birleştirecek, hem İslam alemini etrafında toplayacak, hem ekonomik ve askeri bir güç merkezi olarak yükselecek, hem ticaret yollarının merkezinde büyük bir güç olarak yeşerecek, hem de eski dünyanın güç merkezlerini yıkacaktır…
Bilinmelidir ki içinden geçtiğimiz süreç, sadece ama sadece bir hazırlık dönemidir ve yaşanacak küresel mücadeleye ilişkin zemin, bu hazırlık sürecinde şekillenmektedir.
ATALARININ, dünyanın tüm güçlerine karşı hiçbir desteğe ihtiyaç duymadan yüzyıllarca mücadele ettiğinden ve onları, korku içinde titretip sindirdiğinden haberi olmayan zavallıların, güncel üç beş sıkıntıya atfen geliştirdikleri niteliksiz bakış açısı ve söylemler de ne bu gerçeği değiştirmeye ne de neticeyi engellemeye yetmeyecektir.
Faşist, ırkçı, dinsiz, dünyadan habersiz, müslüman- Türk düşmanı tek parti zihniyeti ve yardakçıları da bu tarihi hezimetin içindeki yerini ziyadesiyle alacak, değişimin gücü ve etkisi altında silinip, yok olup gideceklerdir…
08.09.2023 // 16.28
SEDAT ÇETİNKAYA
.UZUN ZAMANDIR YAZAMADIĞIM BİR YAZIYA İLİŞKİN İLK BEYANLARIM…
Geride bıraktığımız yüzyıl içinde, dünyanın ekonomik yaşamına ve siyasi bakış açısına hakim olan LİBERALİZM ; insanlık nüfusunun hızla artması, bireyselci yaklaşımların toplum için zaman zaman tehlike arzeder hale gelmesi, küresel düzeyde faaliyet icra eden gizli yapılanmaların faaliyetlerinin devletleri ve insanlığı tehdit ediyor olması , milli güvenliğin ve toplumsal düzenin sağlanması gibi nedenlerle İSTİSNA GETİRİLMESİ GEREKEN BİR SÜRECE girmiş bulunmaktadır...
Covid 19 plandemisinin yaşandığı ve dünyanın adeta hapis hayatına mahkum edildiği dönem dikkate alınacak olursa artık, İNSAN YAŞAMI İÇİN ÇOK ÖNEMLİ OLAN ;
• Su ve gıda güvenliğinin,
• Tarım ve hayvancılığın,
• İlaç üretimi ve sağlık hizmetlerinin,
• Enerji üretimi ve güvenliğinin,
• Konut üretiminin,
• Bankacılık sisteminin ,
• Maden üretiminin,
• Silah üretiminin vb. liberal ekonomik yaklaşımlarla devam ettirilebilmesi mümkün görülmemeli ; kamu otoritesi, söz konusu alanlara ilişkin olarak müdahaleci bir yaklaşımla devreye girmeli ve küreselcilerin güdümündeki uluslararası kuruluşların yönlendirmeleri mutlak suretle dışlanmalıdır.
Bireysellikte zirveye ulaşmış bulunan günümüz dünyasında, birilerinin çok fazla para kazanması için su ve gıda fiyatlarının sözde serbest piyasa rejimi içinde belirlenmesi, su kullanımının ve gıda üretiminin insanların iradesine bırakılması, üretilen malların sırf parası ödendiği için birileri tarafından çöplere // boş alanlara boşaltılmasına, piyasadan çekilmesine, depolanmasına, ihraç edilmesine izin verilmesi, fiyatlarının belirlenmesinin birilerinin insiyatifine terk edilmesi, üretici mağdur edildiği halde birilerinin haksız kazanç elde etmesine olanak tanınması gibi durumlara müsaade eden yaklaşımlardan acilen vazgeçilmeli, hukuk sistemi ve düzen, bu alanda kamu otoritesinin varlığını hissettirecek şekilde dizayn edilmelidir…
Yine küresel güç merkezi konumundaki odaklar tarafından tüm dünyada yok edilmeye çalışılan tarım ve hayvancılığı korumak ve geliştirmek için stratejik tedbirler geliştirilmeli ; tohum üretimi, tohumların depolanması ve korunması, bir kıtlık döneminde insanımızı uzun yıllar korumaya yetecek düzeyde tahıl ve gıda maddesi depolanması, üretilen tüm tarım ve hayvancılık ürünlerinin devlet tarafından satın alınma garantisi içine alınması ve hayvancılığımızın, tüm yönleriyle ve yüksek bir planlama dahilinde geliştirilmesi gereği bulunmaktadır...
Diğer taraftan, küresel bir sıkıntı ya da bir ambargo durumunda, uluslararası pazarlardan hiçbir ilaca ulaşma imkanımızın olmayacağı şimdiden öngörülerek, ilaç ve sağlık ürünleri üretimi konusunda stratejik bir yaklaşım içine girilmeli, üretimden arza kadar değin tüm sistem, devletin kontrolü altına alınmalıdır. Covid 19 plandemisi bize bir maskenin, solunum cihazının, aşı üretme imkanının ve yataklı hastane kapasitesinin ne kadar önemli olduğunu göstermiş bulunmaktadır ki bu durumların çok daha derin boyutlarının olduğu da asla unutulmaması gereken bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır...
Yine yaşamımızı ve varlığımızı devam ettirme noktasında enerji üretiminin ne kadar önemli olduğu gözden kaçırılmadan ; yenilebilir, yerli ve milli kaynaklarla enerji üretimine büyük önem verilmeli, sınırlı kaynaklara dayalı enerji üretiminin enerji arzımız içindeki oranı, önemsiz addedilecek düzeye değin düşürülmeli ve tüm enerji ekosistemi, bu anlayışla bir dönüşüme tabi tutulmalıdır...
Bu arada her ailenin ve arzu eden her bireyin, uygun fiyat ve ödeme koşullarında konut sahibi olmasını mümkün kılacak politikalar bir devlet politikası biçiminde gündeme alınmalı, ekonomik açıdan zor durumda kalabilecek insanlarımız için konaklama, gıda ve iş imkanları, talebe bağlı olarak ve koşullar gözetilerek bizzat devletimiz tarafından karşılanmalıdır...
Bankacılık sistemi tamamen, devletin kontrolü altına alınmalı, içimizdeki işbirlikçiler ve bankalar üzerinden ekonomimiz üzerine saldırıda bulunulmasına izin verecek tüm açıklar kapatılmalıdır...
Maden üretimimiz ise ; devletin yönetimi, planlaması ve yönlendirmesi dahilinde yapılmalı , stokların korunmasına özel önem verilmeli, madenlere dair ithalat ve ihracat politikaları üzerindeki devlet kontrolü mutlak hale getirilmedir. Önümüzdeki süreç, madenlerin çok büyük önem ve değer kazanacağı bir dönem olacaktır ve madenlerin temin edilmesi de çok zorlaşacaktır...
Yine silah üretimi konusuna büyük önem verilmeli, silah üretimine ilişkin hususlarda çok yönlü parametreler dikkate alınarak stratejik yönlendirmeler yapılmalı, kendi ihtiyacımızın ve dost ülkelerin ihtiyaçlarının tamamını giderebilecek, çok cepheli savaşların yürütülmesini idame ettirebilecek bir üretim kapasitesine acilen ulaşılmalıdır. Çünkü yaklaşmakta olan büyük mücadelelerin hiçbiri, bizim silah üretmemizi ve edinmemizi beklemeyecektir...
Yukarıda kabaca belirtilen, alt başlıklar dahilinde genişletilebilecek olan ve eklemeler de yapılabilecek hususları dikkate almadan ilerlemeye çalışmamız ve küresel sisteme karşı giriştiğimiz mücadeleyi bir üst seviyeye çıkarmamız durumunda, önemli sıkıntılara girebilmemizin mümkün olduğunu ; her hamlemizin, içimizden vurulacak bir darbe ile akamete uğratılma riski ile karşı karşıya kalacağını da önemine binaen şimdiden ifade etmek isterim...
HERKES, içinden geçmekte olduğumuz dönemin, dünyanın en büyük küresel gücüne evrilecek olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yükselme döneminin başındaki hazırlık süreci olduğunu, tüm düşmanlarımızın varlığımızı ve ulaşabileceğimiz hedefleri farkettiğini, lakin bizi durdurabilecek ve engelleyebilecek gücü kendilerinde bulamadıklarını ; tüm dünyayı hakimiyetleri altına almak ve bu süreçte insanlığı büyük ölçüde yok etmek isteyen küreselci paganların, dünyayı ve bizi, işbirlikçi hainler ve handikaplarımız üzerinden vurmaya çalıştığını, ülkemizin bu süreçten sıyrılmak için küresel sisteme dayanmadan ayakta durabilecek bir yeterliliğe ulaşması gerektiğini ; bu süreci baltalayan her propagandanın, içimizdeki aymazlar ve gafiller vasıtasıyla sahaya yayılan bir siyasetin neticesi olduğunu da idrak etmelidir...
BİZLER ; Aziz ve Muktedir olan Allah’a ve din-i mübin-i İslam’a olan inancımız, ailemiz, devletimiz ve müslüman- Türk milletinin sahip olduğu değerler ve mücadele ruhuyla ayakta kalacak ve üstümüze yüklenen tarihi sorumluluğun altından da şerefle kalkacak olan insanlarız. HERKES ÇOK YAKINDA, birilerinin ekonomi üzerinden yürüttüğü safsataların ne kadar yersiz ve gereksiz olduğunu çok daha iyi anlayacaktır... Lakin görmek için ya ileriyi analiz edebilme gücüne sahip olmak ya da bekleyip yaşamak ve yaşarken de idrak etme kabiliyetine haiz olmak gerekir… İnsanoğlu ; idraki düşük, unutkan ve büyük resmi görmeden niteliksiz haliyle beyninden büyük söylemlerde bulunmayı pek seven bir varlık olsa da bizler çevremizdeki bu kuru gürültünün oluşturduğu karmaşayı da aşacak olan bireyleriz...
Devletimiz ve milletimiz güçlü oldukça, her şeyimiz iyi olacak ; iyi olacak şeylerimiz de biz feda etmeye hazır oldukça bir değer arzedecektir…
03.09.2023 // 17.43
SEDAT ÇETİNKAYA
.AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ VE KÜRESELCİLERİN, IRAK VE SURİYE ÜZERİNDEN ŞEKİLLENDİRMEYE ÇALIŞTIĞI PLANI GÖRMEK…
Büyük İsrail Devleti’ne hizmet etme planı doğrultusunda hareket eden küreselcilerin, Türkiye ile Ortadoğu coğrafyası arasına bir set çekme stratejisi üzerinden geliştirdikleri saha uygulamalarının, Türkiye’nin Irak ve Suriye’ye yönelik askeri müdahaleleri ile önemli ölçüde bloke edilmiş olduğunu söyleyebilmek mümkündür...
Yine bu çerçevede, Türkiye’nin bölgeye yönelik ilgisini azaltmak için bir süredir soğutma politikasının uygulandığını ; Türkiye yönetiminin, işbirlikçi yapıların etkinliğinde yeniden ele geçirilmeye çalışıldığını ; Türkiye’nin Dolar kaynaklı enflasyonist bir ortam içine çekilerek, ekonomi temelinde gelişen iç sıkıntılar ile uğraşır halde bırakılmaya çalışıldığını ve ülkemizin silah üretiminin engellenmesine müteallik taktik ve psikolojik yöntemlerin sahaya sürüldüğünü de büyük resmin bir silüeti olarak görmek gerekmektedir...
Yakın geçmişte, Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanması üzerinden Suriye’nin büyük bölümünü kontrol altına almaya ve Akdeniz’e ulaşmaya çalışan ; Irak Kürt Bölgesel Yönetimini bağımsız kılıp, Suriye’de meydana getirdiği proxy oluşumla birleştirmeye çalışan Amerika Birleşik Devletleri ve küreselci güç merkezleri, yeniden harekete geçmiş bulunmaktadır...
Bu bağlamda Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin Peşmerge birliklerini birleştirme kararının arkasında yatan ve Rudaw’da ifade bulduğu şekliyle PENTAGON'un ; "Peşmerge Bakanlığı'nın kontrolünde birleşik apolitik bir Peşmerge gücüne sahip olmak istiyoruz. Peşmerge Bakanlığı'na bağlı tümenlere gerekli mali yardım sağlanarak, kendi görevlerini yapmaları için güçlendirilmelerini istiyoruz." biçimindeki söylemine yansıyan ABD politikasını, ABD ile Irak yönetimi arasında imzalanan askeri anlaşmaları, ABD’nin Pkk//Pyd Ypg//Sdg militanlarına verdiği askeri eğitimin içeriğini ve Kamışlı’da gerçekleştirdiği tatbikatları iyi analiz etmek gerekmektedir...
Bu arada Kıbrıs’ta, yol inşası meselesi üzerinden ve Birleşmiş Milletler güçleri kullanılarak çıkartılan gerilimden hareketle tertiplenen kamuoyu yönlendirmesini ; ABD’nin, Yunanistan ve Doğu Akdeniz bağlamında oluşturduğu askeri yığınağı ve Suriye sözde lideri B.Esed’in Türkiye ve Sayın Erdoğan aleyhine gündeme getirdiği “Türkiye Suriye’den çıksın- Ben kimseyle görüşmem” anlamındaki beyanatın mahiyetini de diğer gelişmelerle birlikte değerlendirme mecburiyeti bulunmaktadır...
ABD, her daim ilişki içinde bulunduğu Esed rejimi ile Esed’in ağzına bir kaşık bal çalarak anlaşmış ya da Rusya’ya rağmen Esed’i, ABD politikalarına hizmete mecbur kılmayı başarmış görünmektedir. Zira Rusya’nın içinde bulunduğu durum nedeniyle Esed rejimine çok fazla sahip çıkamaması, Esed rejiminin petrole – suya ve paraya olan ihtiyacı bu anlaşma zeminini önemli ölçüde desteklemektedir.
ABD, İran’a yönelik bir karşıtlık görüntüsü üzerinden, bölgeyi dizayn etmenin peşine düşmüş gibi durmaktadır. Bu durumun, Irak zemininde başlayacak Şii- Sünni çatışmasına yönelik bir zemine kayabilmesi ve Türkiye’nin de bu zemine çekilmek istenmesi mümkün olmakla birlikte, hiçbir zaman unutmamamız gereken husus ; asıl hedefin her zaman Türkiye’yi bertaraf etmek olduğu gerçeğidir.
ABD ; Irak üzerinde oluşturduğu etkinlikle Türkiye’yi Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin kontrol ettiği topraklardan çıkarmayı, Suriye’de işgalci konumunda bırakıp bölgeden çekilmeye zorlamayı, Suriye’ye yönelik bir operasyonunda Türkiye’yi büyük bir güç ve prestij kaybına uğrayacağı bir çatışmanın içine çekmeyi, Türkiye’nin bölge üzerine konsantre olmasını engellemek için de Türkiye’yi Kıbrıs- Akdeniz- Adalar Denizi- Yunanistan- Libya- Karadeniz gibi noktalarla da uğraşmak durumunda kalacağı bir denklemin içine sokmayı planlamaktadır.
Bu arada Türkiye ile Rusya’nın herhangi bir yakınlaşma içine girmemesini garanti altına almak için de baskı ve havuç stratejisini gündeme getirmekte ve Türkiye- Rusya ilişkilerini bozacak zeminleri kaşımayı da ihmal etmemektedir...
Yine bu arada ABD, Türkiye’de yaşanmasını sağladığı ekonomik sıkıntıları çeşitli vesilelerle köpürterek, Türkiye’nin karar alma mekanizmasını etkilemek için de büyük bir gayret sarfetmektedir...
Büyük Devlet stratejisi üzerinden hareket eden Türkiye’miz ise cepheyi genişletmekte, adı konulmamış ittifaklar üzerinden Amerika Birleşik Devletleri’ni ve küreselcilerin kontrolündeki güç merkezlerinin satranç tahtasındaki taşlarını azaltmakta, onları ana merkezleri üzerinden tehdit edecek hamleler yapmakta ancak bazen de zaman kazanma stratejisi yürütmeyi tercih etmektedir...
Bizler, tüm sığ düşünce biçimlerinden kurtularak, adım adım yaklaşmakta olan ve tarihi öneme haiz mücadelelere hazır olması gereken insanlarız. Yarın asla kaçınamayacağımız mücadeleleri yürütmek durumunda kaldığımızda, sahip olmamız gereken şeylerin ; iman-devlet- mücadele ruhu- silah – birlik – liderlik ve hazırlık olduğunu, diğer şeylerin çok da önemli olmadığını tereddütsüz bir şekilde idrak edeceğiz…
Karşımızdakilerin unuttuğu şey, lideri etrafında kenetlenen Müslüman- Türk milletinin savaşmaya başladığında, hırsını almadan ve düşmanı perişan etmeden durdurulamayacağı ve savaşın en dehşetlisini icra edebileceği gerçeğidir...
Düşmanlarımızı, yeni bir Türk Yüzyılı ve unuttukları bir Müslüman//Türk kimliği ile karşılaştıracağız...
19.08.2023 // 19.43
SEDAT ÇETİNKAYA
.BÜYÜK TÜRKİYE MEFKURESİNE GİDEN YOLDA, TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ ÇEVRESİNDE ŞEKİLLENEN SİYASİ VE ASKERİ GELİŞMELERİN SİYASİ TEMELİ…
İçinde bulunduğumuz yüzyılda, dünya düzenine yeni bir yön vermek ve mutlak bir hakimiyet tesis etmek isteyen küreselciler, kendileri için engel teşkil ettiğini düşündükleri Rusya’yı, bir nükleer savaşa meydan vermeden parçalamak için önemli bir stratejiyi sahaya sürerken, Türkiye ile yaşayacaklarını bildikleri sıcak bir savaş için de çeşitli algı engelleri ile gölgelemek suretiyle hazırlıklarını sürdürmektedir.
İnsanların tek tip haline geldiği, devletlerin ortadan kalktığı, tüm kontrolün dünya yüksek konseyinin eline geçtiği ; tüm harcamaların, gıdaların, ilaçların, silahların, paranın, güvenliğin ve nüfusun, konseyin kontrolünde olduğu Allah’sız bir düzene geçmek için Şeytani bir proje yürütülmektedir. Yaşadığımız küresel salgınlar, sapkın ilişki ve inanış biçimlerini destekleyen projelerin varlığı, küresel sıcaklık artışı, hayvan eti üzerinden yürütülen propagandalar, genetiği değiştirilmiş gıdalar, metaverse dünyası üzerinden şekillenen yaşam biçimleri, ailenin yok olduğu – erkeğin edilgen kılınmak için baskı altına alındığı - kadının etkin kılınmak için kışkırtılıp yükseltildiği bir sosyolojik yapı ve benzeri durumlar, hep bu Şeytani projenin nüansları olarak karşımızda durmaktadır.
Küreselciler, dünya üzerinde ellerinde bulundukları tüm hakimiyet unsurlarını kullanarak, Rusya’yı dışlayıp zayıflatmaya ve nihayetinde de yıkmaya çalışırken ; Türkiye’yi de kontrol altında tutmaya, yönetimini ele geçirmeye, ekonomik gelişmesini engellemeye, askeri kapasitesinin büyümesini geciktirmeye ve siyasi genişlemesini bloke etmeye çalışmaktadır. İŞTE ÜLKEMİZDE YAŞANAN ; seçimlere dış müdahaleleri, gerçek bir siyasi temelden filizlenmemiş millet ittifakı gibi taktik oluşumları, ülkemizi hedefleyen terör faaliyetlerini, silah sanayimize yönelik karalama kampanyalarını, Ortadoğu sermayesinin ülkemize yönelik yatırımlarını bloke etmeyi amaçlayan söylemleri, Türk Birliği’ni küçümsemeye yönelik yaklaşımları, Türkiye’nin askeri harekatlarını engellemeye dair çabaları, ülkemizde madencilik faaliyetlerini neticesiz kılmaya matuf girişimleri, yukarıda belirtilen gerçeklik düzleminde okumak ve değerlendirmek lazımdır.
Elbette Türkiye de Rusya ile ilişkilerini, ileride batının saldırgan güçlerine karşı oluşabilecek zorunlu bir müttefiklik durumunu ve stratejik çıkarlarını gözeterek iyi tutmaya çalışırken, içten içe Rusya’nın zayıflamasını istese de batı karşısında açık bir yenilgiye uğramasını istememektedir. Zira Rusya’nın yenilgiye uğraması durumunda, HEDEF DOĞRUDAN DOĞRUYA TÜRKİYE OLACAKTIR ve Türk dış politikasına yön verenler de bunu gayet iyi bilmektedir. Rusya’nın batı karşısında açık bir yenilgi almadan, varlığını devam ettirmesi ise Türkiye’nin elini HEM RUSYA'YA HEM DE BATI DÜNYASINA KARŞI CİDDİ BİÇİMDE GÜÇLENDİRMEKTE ve küreselcilerin dünya hakimiyet teorisini temelinden sarsmaktadır. Zira zayıf bir Rusya, içinde bulunduğu sıkıntıları aşabilmek ya da en azından mevcut durumu devam ettirebilmek için Türkiye’ye HAYATİ DÜZEYDE ihtiyaç duymakta ve bu durum da Türkiye’nin Rusya’ya karşı daha güçlü harekete edebilmesini sağlayarak, Türkiye’nin ; Kafkasya’da, Suriye’de, Afrika’da, Türkistan coğrafyasında ve Balkanlar’da daha rahat bir şekilde hareket etmesine olanak sağlamaktadır. Rusya’nın batı ittifakına karşı açık bir yenilgi almadan zayıflaması durumunda, Rusya’ya karşı etkinlik kuramayan küreselcilere karşı, Türkiye’nin ortaya kayacağı bir Türk- Rus yakınlaşması ya da ittifakı ise daha da korkutucu olmakta ve batının Türkiye’ye karşı görünürde de olsa tavizkar bir tutum içine girmesine sebebiyet vermektedir. İşte bu noktadan sonra da KARŞILIKLI OLARAK SAHTECİLİK OYUNU OYNANMAKTA ; NATO müttefikliği, Avrupa Birliği söylemleri, vizelerin kaldırılması propagandası, karşılıklı ilişkileri geliştirme safsataları vs. ortamı BİR YALAN RÜZGARIYLA kuşatmaktadır...
HERKES BİLMELİDİR Kİ TÜRKİYE ; gelişmek, güçlenmek, teşkilatlanmak ve etki alanlarını güçlendirmek için zaman kazanmaya çalışmakta, küreselciler ise Rusya engelini aşıp Türkiye ile karşı karşıya kalacakları günler için hazırlık yapmaktadır. BİZİM EN ZAYIF NOKTAMIZ ; mücadele gücünden uzaklaşan, herşeyi ekonomi temelinde gören ve hatta batının işbirlikçiliğine soyunmakta bir beis görmeyen halk kesimlerimizin oynak siyasi tutumudur ancak unutulmamalıdır ki benzer durumların çok daha fazlası, küreselcilerin hakimiyeti altında yaşayan batı toplumları açısından da geçerlidir. Bu etkinin batı dünyasında genele yayılması, sadece ama sadece bir zaman meselesinden ibarettir. Ayrıca onların, savaşma kapasitesi bulunmayan askeri personel gibi de önemli bir handikapı mevcuttur ki bunu bizimle karşı karşıya geldiklerinde tüm dünya görecektir. TÜM DERTLERİ, Yunanistan’ı kışkırtarak ve Yunan savaş planlarına destek verip güvence sağlayarak kendileri için bir piyon oluşturmak olsa da Türkiye bu tuzağa düşmeyecek ; savaşmadan güçlenmeyi, dik durarak ilerlemeyi tüm zorluklara rağmen başaracaktır.
Sinsi bir şekilde Türkiye’yi kuşatmak için plan yapanlara karşı, Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınmasını ve askeri açıdan güçlenmesini sağlamak, çevre ülkelerdeki askeri üslerimizi arttırmak ve büyütmek, ikili askeri ve siyasi ittifaklar oluşturmak ve askeri kapasitemizi durmadan büyütmek gibi faaliyetlerimize de hız vermeliyiz.
Ayrıca küreselcilerin güdümündeki batı için Türkiye ile Rusya’yı karşı karşıya getirmenin de çok önemli bir seçenek olduğunu da bilmeliyiz. Türkiye, ne tür bir provokasyon olursa olsun, KARADENİZ'İ VE BOĞAZLARI GÜVENLİ BİR LİMAN OLARAK TUTMAYI BAŞARMALI ; batıya karşı Rusya’nın yanında değilim yemini//söylemini öne sürerken, küreselcilerin güdümündeki batılı devletleri destekleyecek ya da onların oyununa düşerek Rusya’ya karşı düşmanlık politikasının öncüsü ya da destekleyicisi olacak politikalardan uzak durmayı da başarmalıdır.
Bizim Rusya ile güç mücadelemiz, küreselci batının çöküşünü müteakip başlayacak olan bir mücadeledir ki bu mücadelede zayıf düşmüş bir Rusya’nın, güçlenmiş ve etkinlik alanı Afrika sahillerinden başlayan bir Türk Birliği’ne karşı dayanabilmesi ise mümkün olmayacak ve Rusya, doğduğu coğrafyaya değin küçülerek sınırlı bir sahada varlığını devam ettiren bir ülke konumuna düşecektir.
Bu arada küreselcilerin, Rusya’yı yıkmak için Türkiye’yi kışkırtamaması ve Ukrayna’nın da yetersiz kalması durumunda, savaşı daha geniş coğrafyalara yayma eğilimi ya da provokasyonu içine girebileceğini ve bu durumun, birinci ve ikinci dünya savaşlarının bileşkesinden oluşan bir savaşın yaşanmasına ya da bu korkuyla farklı senaryoların tertiplenmesine sebebiyet verebileceğini gözardı etmemek gerektiğini de ifade etmek isterim. Bu nedenle NATO ittifakı içinde bulunuyor olmamızı da dikkate alarak meseleye zamanında müdahale etmenin, bir barış zemini oluşturmanın ya da Rusya- Ukrayna savaşını kontrollü bir çatışma pozisyonuna sokmanın, ülkemiz açısından büyük önem taşıdığını da görmemiz gerekmektedir. Aksi takdirde hiç arzu etmediğimiz bir savaşın içinde kendimizi bulmamız çok da zor bir durum değildir. Türkiye, Rusya Federasyonu Başkanı V.Putin’in Türkiye ziyaretinde bu meseleyi derinlemesine bir şekilde konuşmalı ve Rusya’yı gerek Karadeniz ile ilgili ve gerekse savaşı genişletmeye yönelik faaliyetlere karşı dikkatli olmaya ve koordinasyon içinde hareket etmeye zorlamalı, tahıl koridoru meselesinde de insiyatifi tamamen ele almalıdır.
Bu arada YILANIN BAŞININ , Suriye’de kuma gömülü vaziyette olduğunu hiçbir zaman gözden kaçırmamalı, ülkemize hamle yapmak isteyenlere cevabı, Suriye üzerinden vermeyi de ihmal etmemeliyiz.
Türkiye kendisine lazım gelen zamanı kazanırken, batının çöküşü hızlanacak, Rusya zayıflayacak, orta dünyadan yükselecek Türkiye liderliğindeki güç merkezi, kıyamet öncesi dönemde tarihe altın harflerle kazınacak bir çağ yaşatacaktır…
07.08.2023 // 14.43
SEDAT ÇETİNKAYA
.EKSİK İMAN, İMAN DEĞİLDİR…
DEİZM ; ALLAH’A İMANI SULANDIRIP, İNSANLARI KÜFRE DÜŞÜRMEK İÇİN OLUŞTURULMUŞ MASONİK BİR DÜŞÜNCE BİÇİMİDİR…
İman olarak adlandırdığımız İslam dinine ilişkin inanç kaidelerini, gerçek anlamda idrak edebilmemiz ve gereği gibi iman edebilmemiz için öncelikle Allah’ı tanımamız ve tanımlamamız gerektiğini önemle ifade ederek sözlerime başlamak isterim.
Bu bağlamda, iki cihan sultanı Hz.Muhammed sav. efendimizin, Allah’ın doksandokuz ismi vardır ve kim bunları hıfzederse Cennet’e girer cümlesini de içeren beyanı, bizim için yol gösterici olmakta ve çok önemli bir izahatı da bünyesinde barındırmaktadır. Elbetteki burada Hz.Muhammed sav. efendimizin kastı, lafız şeklinde isim saymak değil, kendisini tanımlayan sıfatlar//isimler üzerinden Allah’ı tanımayı mümkün kılmaktır. Allah’ı, sıfatları veya diğer bir ifadeyle isimleri üzerinden idrak edenler, imana ilişkin en önemli cüze sahip olmayı da başarmış olacaktır.
Şahsi kanaatimce, Allah c.c. hazretlerinin en büyük vasfı ; hür türlü eksiklikten- kusurdan- yetersizlikten beri olup, tanımlanabilecek her güzel sıfat açısından da mutlak mükemmelliğe sahip olmasıdır. Bu durumda ;
• Allah’ın var olduğu ancak Allah’ın, evrende yaşanan tali durumlardan haberdar olmasının mümkün olmadığını,
• Bir yaratılış sürecini başlatmış olsa da evrende gerçekleşen herşeyin Allah’ın kontrolünde bulunmadığını,
• Peygamberler ve Allah’tan gelen ilahi emirler diye bir şeyin söz konusu olmadığını,
• Kader diye bir şeyin bulunmadığını,
• İnsanların ve canlıların tamamen kendi iradeleri, talihleri ve çabalarıyla yaşamlarını şekillendirdiklerini,
• Evrendeki düzenin ; çeşitli evrensel yasalar ve ilmi temeller üzerinden şekillenip, yine bu çerçevede ve Allah’ın dahli olmaksızın devam ettiğini,
• İnsanlar için imtihan, hesaba çekilme, Cennet ve Cehennem diye tanımlanan durumların olmadığını vs. iddia eden DEİST yaklaşımların TAMAMEN DIŞLANMASI gerekmektedir. Çünkü yukarıda belirtilen durumların kabulü ile bizim varlığını kabul ettiğimiz Allah’ın ve din-i mübin-i İslam’a ilişkin verilerin ayniyet arzetmesi ya da aynı inanç zemininde buluşması mümkün değildir.
BİZİM İNANDIĞIMIZ ALLAH ; sonsuz ezelden sonsuz ebede değin varolan, zaman ve mekan dahil herşeyi yaratan ancak yaratılan hiçbir şeyin onu kapsayıp sınırlamasının mümkün olmadığı, mutlak kudret sahibi, herşeyi bilen, her şeyden haberdar olan, yaşamın sahibi, tüm evrensel düzeni en küçük bir zorluk hali yaşamaksızın mutlak bir mükemmellikle ve iradesi doğrultusunda idare eden, hiçbir şeyin onu zora düşürebilmesi ve varlığına zarar verebilmesi mümkün olmayan, zaafı ve eksikliği bulunmayan, yaratılan herşeyi en küçük ayrıntısına ve sayısına kadar bilip, en küçük olaydan en büyük olaya kadar her oluşun iradesine bağlı olarak şekillendiği, mutlak ve tek hükümranlık sahibi olan, doğmamış – doğurmamış – eşi ve benzeri olmayan, gerçek merhamet sahibi - adil ve bağışlayıcı olan, sonsuz ilmin maliki konumunda bulunan, sözcüklerle tanımlayabilmekten aciz olduğumuz ve yaratıcımız olan mükemmel varlıktır…
Allah’ın ; üstünlüğümüzü tanımayan ve irade sahibi kıldığı bir varlık olan Şeytan ile olan mücadelemizde, insanı yalnız bırakması ve bizi kendi halimize terk etmesi de hiçbir zaman söz konusu olmamıştır. İçimizden gönderdiği uyarıcılar vasıtasıyla bizlere ; evrensel gerçekleri, yaratılış ve dünyada bulunuş sebebimizi ve bizi nasıl bir geleceğin beklediğini bildirmiş ve bizleri ısrarla uyararak, doğru bir düşünce ve hareket çizgisi içinde bulunmaya da teşvik etmiştir. Ancak evrensel gerçekliklerden habersiz olarak, bazı yeterliliklere de sahip olmasının verdiği özgüvenle hayvani yaşamını çeşitli maddi ve manevi verilerle süsleyen insan, en büyük düşmanı konumundaki Şeytan’ın ve niteliksiz düşünce biçiminin açmış olduğu negatif karakterli yollardan hareketle, Allah’ı sınırlandırma ve kendi vasıfsız öngörüleri doğrultusunda sapkın bir Allah inancı oluşturma gayreti içine girmiştir. Çeşitli vesilelerle gündemine giren ve aklını başından alan gerçekler karşısında Allah’ı inkar etmekte zorlanan insan ; Allah’ı kendi düşünce kalıpları içinde tanımlamaya, içinde bulunduğumuz imtihan sürecini yok saymaya ve kaderi inkara yeltenmiş, tamamen veya kısmen, deist yaklaşımların oluşturduğu dalalet çukuruna düşmüş bulunmaktadır.
İşte insanın Allah’ı sınırlandırmaya matuf olarak geliştirdiği bu düşünce biçiminin temeli ; paganizm temelinde şekillenen felsefi akımlarla, Museviliğin karşılaşması neticesinde ortaya çıkan masonik temelli düşünce biçimlerinin günümüzdeki yansımasından ve özellikle İslam inancının bozulmaya çalışılması yönünde ortaya konan iradenin görünür hale gelmiş şeklinden başka bir şey değildir. HERKES BİLMELİDİR Kİ , kim Allah’ın mükemmelliğine bir sınırlama getiriyor veya Allah’a bir yetersizlik atfediyorsa ; o kendisine çeşitli gerekçeler oluşturarak Şeytan’ın uşağı olmuş bir zavallı, aczine ve yetersiz ilmine bakmadan büyük sözler söylemeye çalışan zillete düşmüş bir avaredir.
Eğer bizler Allah’ı gerçek anlamda tanıyamamaktan mütevellit bir düşünce biçiminin içine düşerek ; bu dünyada bulunuş sebebimizi yerli yerine oturtamazsak, Allah’ın bize bildirdiklerinden habersiz bir yaşam sürersek, peygamberleri inkar edip, kaderi ve kazayı yok sayarsak, hesaba çekileceğimiz düşüncesinden- Cennet ve Cehennem ile neticelenecek bir son algısından yoksun bir hayat sürersek, içinde bulunduğumuz hologramı gerçek sanıp ; asıl gerçeklikle, bizi sınırlayan bedenimizle ilişiğimizin kesildiği ölüm anı ile tanışacağımızın bu dünyada farkına varamazsak, mutlak kaybedenler içinde yer alacağımızı şimdiden bilmemiz gerektiğini ifade etmek isterim. İşte bu nedenle ÖLMEDEN ÖLMEYİ BAŞARMAK, içinde bulunduğumuz ve imtihan için oluşturulmuş sanal gerçekliğin dışındaki gerçek yaşamı, şimdi ve vakit kaybetmeksizin anlamamız gerekmektedir.
İNKARCILIK İÇİNDE BULUNANLARA ; seyretmekte oldukları birinci kat semanın büyüklüğünü ve yüce Allah’ın kudretini kısmen de olsa idrak etmek için bir gece vakti gözlerini semaya kaldırmalarını, genetik kodları taşıyan DNA sarmalında saklanan gizemi düşünmelerini, evrendeki düzenin ve mükemmelliğin nasıl varolabileceği konusunda tefekkür etmelerini, evrendeki canlılığın- yaşamın ve kompleks yapıların kendi kendine oluşma ihtimalleri üzerinde, evrendeki maddenin- mekanın ve hareketin nasıl varlık kazanmış olabileceği hususunda gerçekçi değerlendirmeler yapmalarını, insanlık tarihini – peygamberleri- dinleri ve Kuran-ı Kerim’i bu bilinç dahilinde değerlendirmelerini ve de kendi sapkın düşüncelerini din diye satma fikriden uzaklaşmalarını öneririm.
Bilinmelidir ki Allah nurunu tamamlayacaktır ve tüm dünya müslümanları, müslüman- Türk milletinin liderliğinde gerçekleşecek büyük mücadeleler silsilesine, mutlak bir iman ve teslimiyetle hazırlanmayı kendisine en önemli vazife edinmelidir...
18.07.2023 / 15.08
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE’NİN OYNADIĞI STRATEJİK OYUN VE GERÇEKLEŞTİRECEĞİ TAKTİK HAMLELER…
DÜNYAMIZ ; Avrupa’nın, Amerika Birleşik Devletleri’nin ve Rusya’nın güç kaybetmeye başlaması, Çin- Hindistan-Türk Dünyası gibi yeni güç merkezlerinin teşekkül etmeye başlaması ve Japonya – Almanya- Fransa- İngiltere gibi Amerika Birleşik Devletleri’nin gölgesinde varlıklarını devam ettiren ülkelerin de milli ve bireysel arayışlar içine girmesi nedeniyle, yeni bir dünya düzeninin kurulması aşamasına doğru ilerlemektedir.
BU SÜREÇ ; yeni bir küresel rezerv para biriminin oluşması, uluslararası kurumların yeniden yapılandırılması gibi değişimlerin varlığını da zorunlu kılmaktadır. Ancak müesses nizamın tek sahibi olduğu iddiasını devam ettirmeye çalışan güçlerin, değişime direnme ya da kendi kurmaya çalıştıkları düzeni kabul ettirme cihetinde ortaya koyduğu politikalar ; dünyayı stratejik açıdan germekte, yer yer savaşların eşiğine getirmekte, yerel ve bölgesel çatışma alanlarının provoke edilmesine, isyan girişimlerinin ortaya çıkmasına ve ekonomik istikrarsızlıkların varlık kazanmasına neden olmaktadır.
İŞTE TÜRKİYE ; tarihi perspektifte, küresel güç konumundaki dünya devletlerini kurmuş Türk medeniyetinin bakiyesi üzerinden yükselen bir devlet olduğundan ve yeni dünya düzeninin de en önemli aktörlerinden biri olma iddiasını yüksek dille gündeme taşıyıp, bu iddiayı destekleyecek şekilde hareket etmeye başladığından, yeni dünya düzenin kuruluş aşamasında yaşanan gerilimlerden en fazla etkilenen ülke konumunda bulunmaktadır.
Bu bağlamda Türkiye’nin kendi ordusunu ve dost ülke ordularını teçhiz etmek için silah sanayisi alanında yaptığı çalışmalar, önemli bir coğrafyayı etki altına alabilmek için enerji merkezi olma yolunda attığı adımlar, dünyanın lojistik merkezi konumuna yükselmek için gerçekleştirdiği faaliyetler, bölgenin ekonomi ve finans merkezi konumuna gelmek için attığı adımlar, küresel müesses nizamın sahipleri tarafından onlarca taktik hamle ile bloke edilmeye çalışılmış bulunmaktadır. Elbette Türkiye de küresel güçlerin stratejisini anlama, onların planlarını boşa çıkarma konusunda önemli ilerlemeler ve başarılar kaydettiği gibi kendi stratejik hamlelerini gündeme taşıma ve kabul ettirme olanağına da önemli ölçüde kavuşmuş bulunmaktadır.
TÜRKİYE BU STRATEJİK OYUNU OYNARKEN ; zaman zaman Rusya, İngiltere ve Almanya gibi güç merkezleriyle işbirliği içine girmekte ancak elde ettiği dönemsel pozisyonu kullanarak gerilimi yükseltmek istediğinde ise çıkar çatışmalarını gün yüzüne çıkararak, kazanımlarını yükseltmeyi hedefleyen bir yaklaşım tarzını benimsemektedir. Elbette bu tarz bir politik stratejinin yürütülmesi, önemli bir siyasi birikimi, zamanlama bilgisini ve milli bir politika hassasiyetinin mevcudiyetini de zorunlu kılmaktadır. İşte ülkemizin yönetiminin küresel güç merkezleri tarafından, işbirlikçi ajanlar ve zillet cephesi kullanılarak ele geçirilmeye çalışılmasının nedeni de Türkiye’nin ulaşmış olduğu bu konumun ve iradenin ortadan kaldırılmak istenmesi, Türkiye’nin tıpkı Japonya- Almanya- Güney Kore gibi sinmiş bir pozisyona çekilmek istenmesidir. Ancak idrak etmekte zorlandıkları şey, Türkiye’nin artık eski Türkiye olmaktan kurtulmuş olması ve bir dünya devleti olma ufkuna önemli ölçüde ( % 52,18 ) sahip olmayı başarmış olmasıdır. Artık Sayın Erdoğan’dan kurtulmak dahi küresel güç merkezlerini ve onların yerli işbirlikçilerini başarılı kılmaya yetmeyecektir çünkü onları altetmeye ayrı ayrı yetecek, kutlu davalarımızı temsil eden bayrağımızı çok daha ileriye taşıyacak yetişmiş nesiller ve bireyler ziyadesiyle mevcuttur.
İşte içinden geçmekte olduğumuz bu süreçte, Sayın Erdoğan batının küresel elitlerine karşı atacağı adımları gölgelemek amacıyla kanaatimce yaklaşık 3 yıl sürecek bir gölgeleme dönemine girdiğini ortaya koymuş bulunmaktadır. Zira Sayın Erdoğan’ın Türkiye sathında ekonomi yönetiminin başına getirdiği kişilerin özellikleri, Rusya ile var olan iyi ilişkilerin varlığına rağmen Ukrayna’ya yönelik olarak geliştirdiği pozitif yaklaşımların mahiyeti, aslında Avrupa Birliği gibi bir hedefimizin olmamasına rağmen İsveç’in NATO’ya başvuru talebinin değerlendirilmesi öncesinde Avrupa Birliği’ne katılım konusunda bir istemimizin var olduğunu ortaya koyan söylemleri ve Amerika Birleşik Devletleri’ni karşısına almayan yumuşak geçişleri, Sayın Erdoğan’ın Türkiye’nin daha hazırlıklı bir konuma yönelik olarak GEÇİŞ DÖNEMİ POLİTİKASI içinde olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Ancak herkes bilmelidir ki 3 yıl sonra BOZKURDUN DİŞLERİ İLE TÜM DÜŞMANLARIMIZIN DAHA YAKINDAN TANIŞMAYA BAŞLAYACAKLARI bir döneme giriş yapılacaktır. Ancak bu üç yıllık gölgeleme ve hazırlık döneminde, atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş olacak ; Türkiye artık durdurulamaz ve hiçbir şekilde kontrol edilemez bir ülke haline gelecek ; yelkenleri, rüzgarı sonuna kadar alarak açık denizlere yol almasına imkan veren bir gücü de kendisine sunacaktır.
YAŞAMA VE ULUSLARARASI STRATEJİYE ; enflasyon- faiz oranları - emekli maaşları- Emeklilikte Yaşa Takılanlar –Af yasası, Selahattin Demirtaş’a özgürlük- Heykelcilik – Batı aşığı //Çıplak// Laik// LGBT+ sarmalına düşmüş// Uyuşturucu ve alkol batağına saplanmış// Dinsiz ve CHP destekçisi Türkiye gibi dar ve şahsi kalıplar üzerinden bakanların, mankurtlaşmış ya da aşağılık kompleksine batmış ve tarih bilincinden uzak bir zihniyetle yaşam sürenlerin, büyük ufukları görebilmesinin mümkün olmadığını da bir ara cümle olarak belirtmek isterim.
Sayın Erdoğan, içinden geçmekte olduğumuz dönemde, karşımızdaki cephe ile aleni düşmanlık yaparak değil, onlarla çeşitli işbirliği ortamları oluşturarak zaman zaman da karşımızdaki cephenin düşmanlarıyla ittifak halinde görünüp onları korkutarak vazgeçilmez konuma yükselmeyi , onların Türkiye aleyhine politikalarını önemli ölçüde bloke etmeyi, çıkar ilişkilerini kullanarak karşımızdaki cepheyi içinden çürütmeyi ve bu arada Türkiye’nin ve Türk dünyasının her yönüyle güçlenmesini temin edecek bir siyasi stratejiyi adım adım hayata geçirmeyi benimsemiş bulunmaktadır.
Batı dünyası ve küreselciler, Türkiye’nin büyük tuzağının içine düşmüş, kurt kapanında çırpınmaya başlamışlardır. Bizler bu çırpınmayı absorbe edebilecek ve kurt kapanını bozmayacak dirayeti ortaya koyabilirsek, yeni dünya düzenin en önemli aktörü ve gücü haline gelebilmemizin sadece ama sadece bir zaman meselesi olduğunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalı, tüm siyasi tercihlerimizi ve bakış açımızı bu gerçekliği destekleyen bir yaklaşımla ortaya koyma bilincine ulaşmamız gerektiğini de bilmeliyiz.
Bir zaman sonra ; Büyük Türk Birliği’nin tüm yönleriyle mevcudiyet kazanıp tüm dünyaya şekil veren bir güce evrildiğini, Türkiye’nin tüm düşmanlarını tek başına göğüsleyebilecek ve korkutabilecek bir potansiyele ulaştığını, ekonomik yaptırım ve ambargoların hiçbir anlam ifade etmeyecek kadar etkisizleştiğini, İslam dünyasının tamamının Türkiye’nin yönlendirmesi ile hareket etmeye başladığını, küreselci paganların ahmakça bir hareket neticesinde yapacakları son bir hamlenin de tarihi bir yenilgiyle neticelenerek, Müslüman- Türk milletinin hakimiyetinde geçecek bir Türk Yüzyılı’nın varlık kazandığını göreceğiz.
Görünen bu perspektife yönelik olarak ; "ama, lakin, şunu yapmazsak hiçbir şey yapamayız " gibi sözcüklerle başlayan bahaneler üretenlerin ya bir işbirlikçi olduğunu, ya gaflet halinden uyanmak istemeyenler güruhunu temsil ettiğini ya da aşağılık kompleksi içinde hareket eden, ruhu ve beyni CHP zihniyetinin iğdiş ettiği bir neslin temsilcisi olduğunu belirtir ; bizim bunlarla kaybedecek bir zamanımızın olmadığını, herkesin duruşunu, yeni dünya düzeninin gerçekleri ve Türkiye’nin büyük ufku doğrultusunda teşekkül ettirmesi gereğinin bulunduğunu da neticeten ifade etmek isterim.
MÜSLÜMAN- TÜRK ODUR Kİ GEÇMİŞTEN GELECEĞE AKAR ; AKARKEN DE ALLAH'IN ADINA CİHANA HÜKMEDECEK YOLLAR AÇAR…
12.07.2023 // 12.47
SEDAT ÇETİNKAYA
.YAKIN GELECEK VE YAŞANACAKLAR…
İçinden geçmekte olduğumuz zaman sürecinde yaşananlara biraz dikkatlice ve biraz da en büyük kader perspektifine ulaşmayı amaçlayan bir idrak ve ferasetle bakacak olursak ; yaşamakta olduğumuz herşeyin, yeni bir dönemin hazırlık sürecini temsil eden gelişmeler olduğunu görebilme imkanına sahip olabiliriz...
Ademoğlu’nun çok büyük bir bölümü, ilmi ve akli mükemmellikle değerlendirme yapabilecek bir kapasiteye sahip olmadığı gibi sınırlı da olsa ulaştığı akli ve ilmi sonuçları, önyargılarla- ihtiyaçlarla ya da toplumsal güdülerle gölgelemek gibi bir zafiyeti de bünyesinde barındırmaktadır. Bu bağlamda insanoğlu ; adeta el yordamıyla doğruları bulan, kendisinden önce açılan yolları takip etmekle yetinen, başkalarını taklit ederek yaşayan, kendisine ışık tutan kaynaklara yönelerek yolunu bulmaya çalışan , her zaman hataya düşmeye ve kibre kapılmaya açık ancak cihanda yüce Rabbimizi en güzel şekilde temsil etme kapasitesine de sahip olan bir varlık konumunda bulunmaktadır. Ancak bu temsil kapasitesine ulaşmak için insanın önce kendinin evren içindeki konumunu fark etmesi, gerçek anlamda yüce Rabbini bilmesi, yaşamı boyunca da kendisine verilen görev dahilinde faaliyette bulunması gerekmektedir...
İşte biz insanoğlu ve ümmet-i İslam’ın mensupları olarak, kıyamet vaktine değin uzanan bir zaman sürecinde düşe kalka da olsa hata ve günahlarla dolu da olsa yaşam süren, yoldan çıkmamaya çalışan ve her daim Şeytani güçlerin tasallutuna maruz kalan varlıklar konumunda bulunmaktayız...
Bizler ; kendimize gelip, hedefimizi idrak edip, mücadele bayrağını kaldırıp, büyük bir sabır, kararlılık ve teslimiyetle ve hep birlikte yolumuza devam etmeye karar vermedikçe, bataklıktan geçmeye çalışırken büyük ölçüde telef olan bir orduya benzemekten kurtulamayacak olanlar olduğumuzu da unutmamalıyız...
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, varlığına pranga vuran parlamenter sistemden kurtularak başkanlık sistemine geçmesi ile tarihi misyonuna dönüşün ilk adımını atan müslüman- Türk milleti, tüm yönleriyle Türk Devletler Birliği’ni teşekkül ettirmeye başlamakla da tarihi öneme sahip bir süreci başlatmış bulunmaktadır.
Batı dünyasının, elinde bulundurduğu güç ve imkanları henüz kaybetmemiş olması nedeniyle doğrudan doğruya hedef olmamızı engelleyen Rusya’nın bir süre daha varlığını koruması ve batı saldırganlığına tampon vazifesi görmesi, bizim için olumlu kabul edilebilecek bir duruma denk düşmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken çizgi, Rusya’nın müslüman- Türk milletinin desteğine bizim Rusya’ya duyduğumuzdan daha fazla ihtiyaç duyması ve Rusya’nın, Türk Devletler Birliği ve sair bölge politikalarında Türkiye’ye engel olabilecek bir irade ortaya koyamayacak pozisyonda tutulmasıdır. Emin olunuz ki Rusya- Ukrayna savaşından Wagner’in çıkardığı isyana ve hatta Sayın Hakan Fidan’ın dışişleri bakanlığına getirilişine kadar herşey, bu zemini sağlamak için oluşturulan bir ilahi hükümden ibaret olarak karşımızda durmaktadır.
Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkilerinin gelişim yönünde ise ; Türkiye’nin, Avrupa Birliği gibi bir oluşumun içinde olmayacağı ve hatta bunu istemeyeceği bir döneme girilmiş bulunulmaktadır. Önümüzdeki süreç, Avrupa Birliği ve bu birliğin ülkeleri üzerinde Türkiye’nin stratejik üstünlükler elde etmesini sağlamak ve Avrupa Birliği’ni müslüman- Türk milletinin rahat hareket edebildiği ve imtiyazlar elde ettiği bir pazar haline getirmek üzerine şekillenecektir. Bir zamanlar, Avrupa’ya hizmet etmek için çağrılan ve hakir görülen müslümanlar ve Türk milletinin fertleri, Avrupa’nın stratejik olarak çökertilmesi aşamasında farkında olmadan da olsa büyük görevler ifa edeceklerdir.
Bu arada Amerika Birleşik devletleri askeri- siyasi ve ekonomik anlamda güç kaybedecek, Doların en büyük rezerv para olması durumu ortadan kalkacak ve NATO, çok başlı bir yapı olarak şekillenmeye başladıktan sonra etkisizleşerek çıkar farklılıkları nedeniyle dağılacaktır.
Küreselcilerin, Çin üzerinden oluşturmaya çalıştıkları yeni dünya düzeni, Çin’in milli güç unsurlarının ve milliyetçi yapısının etkisiyle kadük kalacak, Hindistan üzerinden yaptıkları planlar zemin bulamayacak ve küreselcilerin dünya hakimiyeti ile ilgili girişimleri büyük bir darbe alacaktır ki bu durum da küreselcilerin paniğe kapılmasına ve Ortadoğu’da büyük hatalar yapmasına neden olacaktır. Küreselci – siyonist paganların özellikle Suriye ve Irak dahilinde şekillenecek hatalı faaliyetleri nedeniyle ; Kıbrıs- Doğu Akdeniz – Yunanistan – İran- Ermenistan- Pakistan- Afganistan - Kuzey Afrika – Ortadoğu ve Balkanları da kapsayacak şekilde genişleyecek savaş ve çatışmalar meydana gelecek ve bu olaylar neticesinde müslüman- Türk milletinin hakimiyeti tüm bölgeyi kaplayacaktır.
Önümüzdeki 15 yıl içinde Türkiye, dünya sathındaki en büyük ve en gelişmiş silah sanayi merkezi haline gelecek, ordusunu ve tüm dost orduları techiz edebilecek bir askeri üretim kabiliyetine ulaşacaktır. Ayrıca bu süre içinde Türkiye, dünyanın en önemli enerji- lojistik ve finans merkezlerinden de biri haline gelecek ve ülkemizin ekonomik kapasitesi, dünyanın ilk 5 ekonomisinden biri olmayı mümkün kılacak şekilde gelişecektir. İstanbul ; tüm İslam aleminin parasına yön veren bir merkez , sığınılan bir liman ve devasa bir kasa olacaktır.
Türkiye'nin liderliğinde şekillenecek Türk Devletler Birliği, 15 yıl içinde büyük bir dünya gücü olarak ortaya çıkacak ve tüm dünyayı etkisi altına alacaktır. İşte o zaman, bugün yapılan konjonktürel değerlendirmelerin ve batı güdümlü jeopolitik argümanların, hiçbir anlamının ve gerçekliğinin olmadığı da ortaya çıkacaktır...
Türkiye üzerinde hiçbir yabancı askeri üs kalmayacak, ülkemizdeki NATO ve ABD üsleri, Yunanistan’a ve Kıbrıs Rum kesimine kaydırılacaktır.
Arap dünyasının tamamında Türkiye’nin öngördüğü şekilde yönetim değişiklikleri ve stratejik anlamda siyasi konum değişimleri olacak, Ortadoğu ve Afrika üzerindeki batı dünyası etkisi ve hakimiyeti son bulacaktır.
Yüzyıl önce yaptığı katliamların bedelini ödeyecek olan bir ülke, ne kadar uğraşırsa uğraşsın, barış ortamını yakalayamayacak ve eninde sonunda başkentine şanlı bir Türk bayrağının dikildiğini de görecek ve Türk dünyasının arasına kara kedi gibi girmiş olması durumuna son verilerek, kadim Türk yurtları yüzyıllık bir işgalden kurtarılarak özgürleşecektir.
Benzer bir durum Güney Azerbaycan’ı ve kadim Türk yurtlarını işgal altında tutan İran devleti ve rejimi ile ABD ve Fransa’nın güdümünde, şımardıkça şımaran, ölümü gelmiş at gibi kişnedikçe kişneyen Yunanistan için de söz konusu olacak ve özellikle Yunanistan ; Mora’da – Rumeli’de ve batı Anadolu’da yaptığı katliamların ilahi karşılığı ile mutlak anlamda yüzleşmek durumunda kalacaktır.
Müslüman Türk Milleti, 2023 yılı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde göstermiş olduğu mücadelenin , dirayetin ve zaferin karşılığını, yeniden cihan hakimiyetine uzanacak bir devlete ve orduya sahip olmakla alacak ve atalarının ruhlarını şad edecektir…
Herkes bilmelidir ki bu dönemde yaşadıklarımız ve yaşanacak olanlar, dünya var oldukça hatırlanıp konuşulacağı gibi Cennet ehlinin dahi sohbet konusu olacak ve büyük bir sitayişle yad edilecektir…
Bizler, böyle tarihi adımlarla yürüdükçe, Hz. Muhammed sallallahü aleyhi vesellem efendimizin duası da şahs-ı manevisi de bizimle birlikte olacaktır.
Bu vesile ile tüm dostlarımın ve İslam aleminin Kurban Bayramı’nı mübarek kılmasını ve ümmet-i İslam’ın bu dünyadaki yaşamı sona ermiş fertlerinin günahlarını affedip mekanlarını da Cennet bahçelerinden bir bahçe eylemesini Aziz ve Muktedir olan Yüce Rabbim’den niyaz eder ; müslüman Türk milletini ve ümmet-i İslam’ı, kutlu bir geleceğin ufkuna doğru birlik, cesaret ve kararlılık içinde ilerlemeye davet ettiğimi de neticeten ifade etmek isterim.
29.06.2023 //14.49
SEDAT ÇETİNKAYA
.KÜRESEL GÜÇ MERKEZİ OLMA YOLUNDA İLERLEYEN BÜYÜK TÜRKİYE’NİN, EKONOMİ POLİTİKASI ÜZERİNDEN ŞEKİLLENEN STRATEJİSİ…
Bir ekonomiyi ilgilendiren ve ilmi temelde değerlendirilebilen çeşitli kavramların varlığı, herkesçe bilinen bir gerçekliktir. Bu bağlamda bir ülkenin ; nüfus gücü, toplam kurulu üretim kapasitesi, makine altyapısı, sosyal ortamı, para miktarı, tasarruf miktarı, kredibilitesi, üretim ve tüketim hacmi, ihracat kapasitesi, ithalat miktarı, teknoloji seviyesi, marka tanınmışlıkları, reklam bütçesi toplamı, hammadde kaynakları, ekonomik örgütlenme biçimi ve iyi bir ekonomi yönetimi gibi unsurlarını, sınırlı olmayan bir yaklaşım dahilinde sayabilmek mümkündür.
Ancak bir de ülkelerin dışında teşekkül etmiş olup dünya ekonomisini büyük ölçüde kontrol edip etkileyen, ülkelerin dinamiklerine hakim olamadığı gibi müesses nizama karşıtlık oluşturanlara büyük zararlar veren bir sistemin bulunduğunu da görmek gerekmektedir. Küreselciler, küreselci paganlar, Dolar’ın sahipleri gibi çeşitli isimlerle isimlendirilen, uluslararası teşkilatların gizli sahibi olarak hareket eden, ele geçirdikleri ülkelerin yöneticilerini belirleme konusunda çok mahir olan ve bu ülkelerden küresel güç tanımlamasıyla ön plana çıkardıkları bazı ülkeleri kullanarak, dünyanın geri kalanı üzerinde de hakimiyet tesis edenler, bu sistemin kurucuları ve sahipleri konumunda bulunmaktadır.
İşte dünya üzerinde ; gerçek hiçbir karşılığı bulunmayan Dolar’ın tüm dünyaya rezerv para olarak kabul ettirilmesiyle şekillenen ve bankacılık sisteminin para aktarım biçimi olan swift ile güçlendirilen, merkez bankalarının faaliyetleri ile kontrol edilen ve uluslararası finans merkezlerinin politikaları ile de etkin hale getirilmiş bulunan ekonomi temelli bir ekosistem de bulunmaktadır.
Bu sistem üzerinden bir ülkenin para birimine sistematik bir saldırı yapıldığında ve bu saldırı dahilinde saldırı yapılan ülkenin para biriminin değeri düşürüldüğünde ise söz konusu ülkede ; enflasyonist bir ekonominin oluşması, faizlerin yükselmesi, borç yükünün artması, kredi ve borçlanma imkanlarının zorlaşması, üretimin ve istihdamın azalması, sosyal tepkilerin ortaya çıkması, iktidarların baskı altına girmesi ve hatta değişmesinin yolunun açılması, talebi düşürecek sıkı para politikalarına yönelinmesi gibi sonuçların ortaya çıkması söz konusu olacaktır. Elbette bu durumun, geniş bir sıkıntı ağı oluşturması söz konusu olacağı gibi büyük hedefler peşinde koşulmasını engellemeye matuf bir etkisi de bulunmaktadır.
Bir ülkenin para birimine bu tür bir saldırı yapılmasının amacı ise o ülkenin küresel sisteme ve bu sistemin elitlerinin politikalarına karşı göstermiş olduğu direnci ya da bozucu etkiyi bertaraf etmekten başka bir şey değildir. Yani amaç ; diz çöktürmek, biat ettirmek, gönüllü köleliğe razı etmektir…
İşte tam da bu noktada belirtmek gerekirse, Türkiye Cumhuriyeti Devleti yönetimi, küresel güç merkezlerinin ülkemizdeki hakimiyetini kırmış, ülkemizi tam bağımsız bir yaklaşımla küresel etki üreten bir siyaseti uygular hale getirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, tarihten günümüze değin taşıdığı bir küresel hakimiyet mefkuresine sahip oluşu ve bu hususta hiçbir millete nasip olmayan bir geçmişinin bulunması, sahip olduğu askeri ve siyasi kapasitenin büyüklüğü ve dünyanın merkezinde yer alan jeopolitik konumu ise dünya siyasetinin geleceği açısından ülkemize çok daha büyük bir önem kazandırmaktadır.
Türkiye’mizin sahip olduğu bu önemin bilincinde olan küresel güç merkezleri, Türkiye’yi yeniden kendi etki alanları içine sokabilmek ve kendilerine biat ettirebilmek için, uzun süredir uğraşmakta ve ellerinde bulunan her imkanı da kullanmaktadır. Ülkemizde son on yılda yaşanan ; kitlesel isyan ve kaos hareketi girişimleri, hükumeti düşürme çalışmaları, darbe girişimleri, medya ve sosyal medya üzerinden gerçekleştirilen algı yönlendirme faaliyetleri, siyaseti mecra dışı dizayn etme girişimleri, terör ve beşinci kol faaliyetleri gibi onlarca meselenin temelinde de bu fikriyat yatmaktadır. Ancak belirtmek isterim ki küresel güç merkezlerinin ve onların güdümündeki devlet ve hükumetlerin gerçekleştirdiği faaliyetlerin tamamı, Yüce Allah’ın yardımı ve aziz milletimizin ferasetiyle boşa çıkarılmış ve etkisiz kılınmış bulunmaktadır.
Lakin ülkemizin ithalat ve ihracat dengesinin özellikle enerji ithalatı nedeniyle açık veriyor olması, birçok üretim alanında önemli ölçüde ara malı ithalatımızın bulunuyor olması, ciddi talebimizin bulunduğu altın üretiminin ülkemizdeki mevcut talebi karşılayacak ölçüde (henüz) yapılamıyor olması, ülkemizin büyümesi için gerekli yatırımı destekleyecek kredi imkanlarının yetersiz olması, ülkemizdeki para sahiplerinin ve bankacılık sisteminin bir bölümünün küresel güç merkezleriyle işbirliği içinde olması gibi birçok irili ufaklı sebep nedeniyle, küresel saldırıya açık bir yaramız bulunmaktadır.
İşte kontrollerinden çıkan Türkiye’yi hiçbir şekilde yeniden kontrol etme imkanına kavuşamayan küresel güç merkezleri, Türkiye’yi tek açık yarası olan ekonomi üzerinden sıkıştırarak, sınırlı da olsa kontrol etme stratejisinin peşine düşmüş bulunmaktadır. Elbette bu noktada da Sayın Erdoğan’ın zaman kazanma taktiğinin kurbanı olacaklarını şimdiden ifade etmek isterim. Sayın Erdoğan ; Mehmet Şimşek- Hafize Gaye Erkan- Cevdet Yılmaz gibi küresel güç merkezleri ve onlarla bir şekilde bağlantısı bulunan para sahipleri açısından tepki oluşturmayacak ve geleneksel finans yönetim algısına sahip olduğu düşünülen kişileri sahaya sürerken, aslında zaman kazanmayı, Türkiye’nin makro ve mikro ekonomik dengeleri açısından bir sıkıntı doğmadan büyüme faaliyetlerini yürütmeyi ve toplumsal refahı geliştirmeyi esas almaktadır.
Önümüzdeki süreçte TÜRKİYE’nin ;
1. Enerji ihtiyacının kurulu güç kapasitesinin artması ve doğalgaz ve petrol keşifleri gibi faktörlerin devreye girmesiyle cari açığı olumlu yönde etkileyecek şekilde azalması,
2. Altın üretiminin yıllık 100 ton seviyesine ulaşacak olması,
3. Savunma sanayi gelirlerinin büyük bir kazanım alanı haline gelecek olması,
4. Yerel para birimleri üzerinden yapılacak ikili ticaret anlaşmalarıyla Dolar’a olan talebinin azaltılması,
5. Lojistik konumunun güçlendirilmesi için yapılan çalışmalardan elde edilecek kazancın artacak olması,
6. Büyüyen ve gelişen turizm kapasitesi,
7. Ara malı ithalatını ve gereksiz ithalatı engellemeye yönelik olarak geçmişte aldığı tedbirlerin cari açığın azaltılmasına yönelik ekonomik sonuçların önümüzdeki süreçte alınacak olması,
8. Alınan ve alınacak tedbirler ve gerçekleştirilen yatırımlarla, batı dünyasının güvenilmezliğinden kaçan sermayenin sığınacağı, dünyanın ve bölgemizin yeni finans merkezi olarak yükselecek olması,
9. Üretim, ihracat, ticari kazanç ve milli gelir miktarının artacak olması,
10. Geçmiş yıllarda yapılan yatırımların meyvelerinin önümüzdeki süreçte alınacak olması,
11. Ve Doların, küresel rezerv para olma vasfının siyasi ve stratejik gelişmeler ve alternatif girişimler bağlamında zayıflayacak olması gibi nedenlerle, ülkemizin şuan için açık olan yarası da kapanacak ve oluşan bu altyapı ve tecrübe, hem ülkemizin hem de tüm dünyanın küreselci paganların elinden kurtulması ile ilgili sürecin başlatılmasına vesile olacaktır.
Doların rezerv para olmasını sağlayan faktörlere saldırmak, başka hiçbir gücün benzer bir organizasyonu yapmasına izin vermeyecek şekilde küresel muhalefeti dizayn etmek, ABD’nin ve batının oluşturduğu güç halüsinasyonunu ve sanal hakimiyet ideasını yıkmak, çok büyük bir Türkiye’nin doğmasına imkan verecektir.
Ülkemizi kontrol altına almayı hedefleyen ve ülkemize yönelen güncel ekonomik saldırıların temelinde yatan şey ise, Türkiye’yi büyük hedefleri noktasında oyalamaya ve sınır ötesinde gerçekleştireceği askeri faaliyetlerden uzak tutmaya çalışmaktır. Neşteri ya tam vurmak ya da şimdilik neşter vurmak gibi bir düşüncemizin olmadığını göstererek, daha uygun şartların hazırlanmasını temin için zaman kazanmaya çalışmak arasında stratejik bir tercih yapmak durumunda olduğumuz bir aşamaya gelmiş bulunmaktayız. İşte Sayın Erdoğan’ın yaptığı da tam anlamıyla bu stratejik tercihtir ve aşamada sağlanacak gelişmelerin , ülkemiz açısından artık bir sorun kalmadığını tanımladığı gün, küresel güç merkezlerine karşı çok daha büyük ve stratejik adımların atılacağı gün olacaktır ki bu adımlarla şartların da zorlamasıyla tanışacağımız günler çok uzakta değildir.
Önümüzdeki süreç Türkiye’nin ; her alanda dünyayı ve özellikle İslam dünyasını etkileyeceği, Türk dünyasını birleştirip önemli bir merkez haline getireceği ve büyük hedeflere doğru hızla ilerlerken, dünya sathında bir çekim merkezi oluşturacağı çok değerli bir dönem olacaktır.
Küreselci paganlar ; askeri - siyasi ve ekonomik açıdan çöken bir Amerika Birleşik Devletleri’nin ve bu çöküşün enkazı altında kalacak Avrupa Birliği’nin ve ellerinde patlayacak Dolar’ın altında kalacak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk dünyası ise yeni kurulacak düzenin yükselen ve yön veren yıldızı olacaktır…
10.06.2023 / 18.09
SEDAT ÇETİNKAYA
.HAKAN FİDAN…
TÜRK DIŞ POLİTİKASININ VE TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ…
Siyasetçilerin ve liderlerin, gerçek ve başarılı bir lider ve siyasetçi olmalarını engelleyen EN TEMEL FAKTÖRLER ; tarih, sosyoloji, psikoloji, felsefe, din, dinler tarihi, ekonomi, para politikası, işletme, muhasebe, devlet örgütlenmesi, hukuk, uluslararası anlaşmalar, küresel düzene hakim olan faktörler, küresel güç odakları ve merkezleri, jeopolitik, askeri ve siyasi strateji, envanter bilgisi, strateji geliştirme ve analiz kapasitesi ve ülke içindeki ihanet odakları ve faaliyetleri gibi onlarca konunun TAMAMINA YÖNELİK OLARAK üst düzeyde bilgi sahibi olmamaları ve bu bilgiyi milli bir siyaset ufku ve liderlik kapasitesi ile birleştirecek genetik donanıma sahip bulunmamalarıdır.
İşte bu nedenle, TEKNİK DONANIMLI KİŞİLERİN iyi bir lider olabilmesi, geniş halk kitlelerini peşinden sürükleyebilecek etki uyandırabilmesi, uluslararası alanda önemli değişikler meydana getirebilecek stratejik adımlar atabilmesi ve ülkelerini küresel ölçekte büyük oyuncu haline getirebilmeleri veya en azından bu yolda mücadele edebilmeleri mümkün değildir.
Devletlerarası ilişkiler ve bu ilişkilerin milletlerin yaşamına yansıyan bölümleri, iç içe girmiş satranç tahtalarından oluşan ancak her satranç tahtasının yerel, bölgesel ve küresel ölçekte oynanan satranç tahtalarını ve aynı zamanda iç dengeleri etkilediği bir strateji oyununa benzemektedir. Bu oyunu başkaca donanım alanları bulunmayan bir mühendisin, bir doktorun, bir gıda uzmanının ya da tek başına bir ekonomistin, hakkıyla oynayabilmesi ve yürütebilmesi ise aklen mümkün görünmemektedir.
SİYASİ VE STRATEJİK LİDERLİK , her mesele hakkında geniş bilgisi ve fikri olan, neyin ve nasıl bir sarmalın içinde hareket ettiği hususunda oturmuş bilgi ve tecrübesi olan insanların üstesinden gelebileceği bir etkinliktir. İşte bu noktada sosyal yaşama ilişkin bilgi alanlarını biraraya getirme yeterliliğine sahip olan ; filozofların, avukatların, istihbarat uzmanlarının, üst düzey askeri erkanın ve dış politika mensuplarının ön plana çıkması da doğal bir durum olarak karşımızda durmaktadır.
İşte bu bağlamda Sayın HAKAN FİDAN ; zekası, karizmatik kişiliği, alçakgönüllü kimliği, sosyal iletişime açık yapısı, entelektüel birikimi, uluslararası politikaya hakimiyeti, askeri stratejiye ve faaliyetlere olan yakınlığı ile Türkiye’nin ciddi biçimde ihtiyaç duyduğu bir boşluğu dolduracaktır. Tek eksikliği, küresel güç merkezlerinin yerli işbirlikçilerinin alçakça saldırılarına karşı Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanlığı’nın sağladığı koruma etkisinden uzak kalacak olması ve kitle siyaseti ile ilgili hususlardaki kısmi tecrübesizliği olacaktır ki bunların üstesinden geleceğine olan inancımız ve kendisine olan güvenimiz de tamdır.
Artık Türk dış politikası ; çok daha etkin, GELECEK KURGUSU STRATEJİSİYLE HAREKET EDEN, operasyonel ve yabancıların beşinci kol faaliyetlerine karşı çok daha acımasız bir şekle bürünecektir. Dış politika birimlerinin her ferdi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne tüm varlığıyla bağlı insanlardan teşekkül edecek, bu anlayışa hala uyum sağlayamayan mankurt kafalı monşerler ise efendilerinin yanına ve onların yalağından beslenebilecekleri bir mecraya sürüklenmeye mecbur bırakılacaktır…
TÜRK DIŞ POLİTİKASI, yıllardır hedeflediğimiz Türk yüzyılına hizmet edecek şekilde yönlendirilecek ; Türk Birliği organizasyonumuz büyük adımlarla ilerlerken, Türkiye’nin küresel hakimiyet mefkuresine bağlı olarak teşekkül edecek bir askeri- siyasi ve ekonomik strateji, tüm dünya üzerinde etkin kılınacaktır…
ARTIK HER MECRADA VE HER OLAYDA, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin varlığı ve gücü, tüm dünyaya açık bir şekilde hissettirilecek ; Müslüman- Türk milletinin, tarih sahnesine tüm ihtişamıyla çıktığı hususu herkese gösterilecektir. YILDIZ'IN TORUNLARI , Hanlar hanı Abdülhamid Han’ın ruhunu Şad ettiğini tüm cihana ilan edecek, ittihatçı dönmelere ve hala onların mavallarını kürsülerden dillendiren kifayetsizlere yüzyıl sonra verilen tarihi dersin hazzı, İLİKLERİMİZE KADAR işleyecektir…
Ve en önemlisi de elde edilecek üstün başarılar ve gerçekleştirilecek yüksek bir tanıtım sonrasında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve müslüman- Türk milletinin, en az Sayın Erdoğan kadar benimseyeceği bir liderin varlık kazanması da söz konusu olabilecektir.
Görelim mevlam neyler, neylerse güzel eyler…
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRK YÜZYILI VE İLK DÖNEM …
DEVLET-İ ALİYYE'nin ; ticaret yollarının değişmesi, yeni kıtaların ve kaynakların keşfi, batı tarafından gerçekleştirilen emperyalist uygulamalar, milliyetçilik akımının olumsuz sonuçları, teknik gelişmelere yön verecek altyapıdan uzaklaşılması, nüfus gücü açısından oluşan yetersizlikler ve ülke topraklarının çok uluslu yapısı nedeniyle müslüman- Türk milleti dışındaki halkları temsil eden yapıların etkinlik kazanmasına bağlı olarak yıkılması sonrasında gerçek anlamda yeniden ayağa kalkmış ve yapılan son stratejik mücadeleyi de kazanmış bulunmaktayız.
Ülkemizde yapılan milletvekilliği ve başkanlık seçimleri, asla sıradan bir seçimden ibaret değildir. Bu seçimler, Devlet-i Aliyye’nin yıkılmasında etkin olan güçlere ve onların içimizdeki işbirlikçilerine karşı kazanılan " ÇOK YÖNLÜ BİR MÜCADELEYİ" temsil etmektedir.
BU MÜCADELENİN İSE ; dini, siyasi, askeri, bürokratik, ekonomik, sosyolojik ve psikolojik boyutları bulunmaktadır. Ülkemiz nezdinde, bu mücadele boyutların her biri üzerinden, ciddi bir gerilim yaşanmış ve bu gerilimin uluslararası boyutu da elindeki tüm imkanlarla bu gerilime taraf olmuş bulunmaktadır. ANCAK HEM KÜRESEL GÜÇ MERKEZLERİ HEM DE İÇİMİZDEKİ İŞBİRLİKÇİLERİ KAYBETMİŞ BULUNMAKTADIR. İçinde bulunduğu gaflet ve dalalet halinin etkisiyle, yönlendirilmiş ve iğdiş edilmiş bir algı yönetiminin edilgen süjesi konumuna düşerek, yanlış bilgi ve kanılarla, bireysel çıkarlarını önceleyerek ve küresel güç merkezlerinin oluşturduğu muhalefet akımına kapılarak kendi geleceğine darbe vurmak isteyenler ise aslında milletimizin kahir ekseriyetinin ortaya koymuş olduğu irade nedeniyle şeklen kaybetseler de aslında kazananlar içinde yer almışlardır. DOLAYISIYLA BU SEÇİMLERİN GERÇEK KAZANANI, MİLLETİMİZ VE GELECEĞİMİZ OLMUŞTUR.
Ülkemizde yaşanan seçimler sonucunda, yüzyıllık bir hazırlık dönemi sonrasında " TARİHİ BİR KIRILMAYI" gerçekleştirmiş ve içimize yerleşen emperyalist güçleri, yenilgiye uğratarak yeni bir yüzyılın inşası noktasındaki azim ve irademizi ortaya koymuş bulunmaktayız.
Artık, tüm yönleriyle TURAN’ı kurmaya yönelik adımlar çok daha büyük bir hızla atılacaktır. TÜRK DEVLETLERİ TEŞKİLATI ile ana hatlarını oluşturduğumuz büyük ve kutlu birlik, emsali görülmemiş bir hızla ilerleyecek ve Türk milletini, önümüzdeki yüzyılın merkez ülkesi haline getirecektir. Asya ve Afrika kıtasının artan nüfus potansiyeli ve dünyanın merkezinde yer alan konumuyla Türk Devletleri Teşkilatı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin liderliğinde, " YENİ VE BÜYÜK BİR GÜÇ MERKEZİ OLARAK" tarih sahnesindeki yerini alacak ve şimdilik etrafımızı ürkütmemek için TÜRKİYE YÜZYILI DİYE İFADE ETTİĞİMİZ GERÇEKLİK, TÜRK YÜZYILI'NA EVRİLEREK, arzu ettiğimiz neticeye ulaşacaktır.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ ; ABD’nin ve Avrupa’nın kokuşmuş düzeninden kurtulmanın meşalesini kaldıracak, Dolar’ın küresel rezerv para olma vasfının ortadan kalkmasıyla oluşacak yeni dünya düzeninde, dünyanın yeni ekonomi ve finans merkezi olarak yükselecektir. Türkiye’nin enerji merkezi konumunun gittikçe artıyor olması, lojistik kapasitesi, tarihi hinterlandının ve etki sahasının büyüklüğü, askeri ve siyasi gücüyle tüm dostlarını etki altına alma kapasitesi ve Türk dünyasıyla birlikte ulaştığı nüfus potansiyeli bu hedefi desteklemekte ve gerçekçi kılmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yıllardır bünyesini saran terörist yapılardan tamamen kurtulacak, Suriye- Irak- Lübnan- Kıbrıs- Libya gibi coğrafyamızdaki sorunlu noktalarda çok daha etkin bir rol alacaktır.
Bu arada ABD ve Fransa’yı arkasına alarak Akdeniz’de Türkiye aleyhine bir oldu bitti durumu oluşturmaya çalışan Yunanistan için de alarm zilleri çalmaya başlayacak ve Türkiye, oluşturacağı büyük ve caydırıcı güçle, istediği tüm sonuçları alacak, Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin dünyanın önemli bir bölümü tarafından tanınmasını da sağlayacaktır.
İslam dünyasının iki yüzlü ve Şeytani örgütlenmesi İran rejiminin, küreselcilerin yeni merkezi olan Çin’in yeni İpek yolu projesinin orta koridorunu, Irak ve Suriye üzerinden Akdeniz’le buluşturma projesi de bu yönde İsrail lehine devreye giren ve Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanması üzerinden bölgeyi dizayn etmeyi hedefleyen ABD etkisi de tamamen bertaraf edilecektir. Bu arada Basra körfezinden Türkiye’ye uzanan , güvenliği ülkemiz tarafından garanti altına alınan işlek bir kara ve demiryolu hattının gerçekleştirilmesi ve aktif bir şekilde çalışması da gündeme alınacaktır.
Azerbaycan ile ilişkilerimiz özel bir gündemle geliştirilecek, dünya Müslümanlarının emperyalist güçlerin yerel temsilcileriyle yaşadığı mücadeleler noktasında, daha aktif bir siyaset uygulaması ve baskın bir strateji de sahaya sürülecektir. Bu bağlamda Türkiye’yi lider olarak gören müslümanların yönettiği ülkelerin sayısı arttıkça ve bu ülkeler emperyalistlerin güdümünden kurtarıldıkça, Türkiye’nin gücü de tarif edilemez ve önceden öngörülmesi çok zor olacak bir şekilde artacaktır.
Ukrayna’ya saldırmak için güç toplamaya çalışan ancak bunun sonuçları noktasında büyük tedirginlikler yaşayan Rusya, Türkiye’nin açacağı barış kapısından koşarak girmeyi arzu etmekte ve Rusya Federasyon Başkanı V. Putin, Sayın Erdoğan'ın bu husustaki desteğini beklemektedir. Türkiye ile Rusya ilişkilerinin yakınlaşmasından endişe eden batılı küresel güç merkezlerinin, bu korkunun etkisiyle, Ukrayna savaşına son vermek isteyecekleri bir pozisyona çekilmesi durumunda, Türkiye’nin büyük bir siyasi üstünlük, Sayın Erdoğan’ın da tarihe geçecek bir saygı ve siyasi kimlik elde edeceğini de şimdiden görmek gerekmektedir. Rusya, adım adım Türkiye’nin ve Türk Dünyası’nın etkisine gireceği bir dönemin eşiğine gelmiştir. Bir anda çok büyük değişimler yaşanacak ve Rusya, hakimiyet kurduğu coğrafyayı gerçek sahiplerine teslim ederek, doğduğu knezliğin ve nüfusunun doğal etki alanına çekileceği bir dönem yaşayacaktır.
Türkiye, Avrupa Birliği’ni her yönden ve tek başına karşılayabilen bir güç haline gelecek ve bir süre daha varlığını devam ettirecek olsa da sonunda dağılacak olan Avrupa Birliği, adeta Türkiye’nin pazarı ve siyasi etki alanı haline gelecektir. Bu arada Devlet-i Aliyye’nin yüzyıllarca yönettiği Balkanlar – Macaristan- Moldova- Romanya – Polonya gibi ülkeler ile Türkiye’nin ilişkileri, yeni bir çekim merkezi oluşturacak şekilde gelişecektir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti kabaca ; Göktürk Kağanlığı’nın- Avrupa Hun Devleti’nin, Büyük Selçuklu Devleti’nin ve Devlet-i Aliyye’nin egemenlik alanlarının tamamına hatta bunların da ötesine yönelik olarak etki üretecek bir devlet haline gelecektir.
Bir Türk dünyaya, müslüman bir Türk ise evrene bedeldir. BİZLER ; inandığımız, birliğimizi muhafaza ettiğimiz, liderimize ve devletimize bağlılığımızı devam ettirdiğimiz, fitneye ve ayrılığa geçit vermediğimiz ve azimle mücadele ettiğimiz müddetçe, hayal gibi görünen şeylerin çok da uzakta olmadığını görebiliriz. Düştüğümüz an, savaş meydanında ezildiğimiz- işgale uğradığımız değil, birlikten ve mücadeleden koptuğumuz andır…
Yüce RABBİMİZE, bize bahsetmiş olduğu seçim zaferi için sonsuz defa Elhamdülillah diye şükrederken, bu yolda mücadele etmiş ve seçimde Sayın Erdoğan ve Cumhur İttifakı lehine oy kullanmış tüm dostlarıma sevgi ve saygılarımı sunmayı da bir borç bilirim.
Ektiğimiz tohum yeşermiş, ruhlarımız şad olmuş, nice zaferler ve Büyük Türk Yüzyılı ve Alem-i İslam’ın ittihadı yakın olmuştur…
İŞTE ORDU, İŞTE KOMUTAN, İŞTE BÜYÜK TÜRK YÜZYILI…
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ ÜZERİNDEN SİNAN OĞAN’A SESLENİŞ…
KRAL ÇIPLAKTIR HEM DE ANADAN ÜRYAN....
Siz kendinizi Türk milliyetçisi olarak tanımlıyorsanız, güncel olarak aşağıdaki yaklaşımları ortaya koyan bir zihniyete ve bu zihniyetin temsilcisi K.Kılıçdaroğlu'na destek olabilmeniz mümkün değildir. Eğer tüm bunlara rağmen, bu desteği ortaya koyacaksanız, siz Türk milliyetçisi olmadığınız gibi tıpkı ; milli hiçbir vasıf taşımayan, küresel güçlerin ülkemizdeki işbirlikçisi konumunda bulunan ittihatçılara yardakçılık yapan sözde Türkçü, gerçekte ise hangi mahfillere hizmet ettiği, tarihin gizli kapılarının ardında saklı dalkavuklardan öteye geçemeyeceğinizi bilmeniz gerekmektedir...
BU BAĞLAMDA CUMHURBAŞKANIMIZ OLARAK ;
1. Nato güdümünden ve ABD silahlarından kurtulmak için emsalsiz bir mücadele veren Sayın Erdoğan'ın liderliğinde gelişen silah sanayimize dokunmak için fırsat kollayan, Atatürk Havalimanı’nı dahi CIA güdümündeki bir şirkete peşkeş çekeceğini açıklamakta hiçbir beis görmeyen kişiyi mi destekleyeceksiniz ?
2. Türk ordusu ; terörist faaliyetlere yönelik olarak güncel milli hedeflerini gerçekleştirmek, milli andımızı gerçekleştirme ülkümüzün altyapısını hazırlamak ve ulusal çıkarlarımıza hizmet etmek için sevkedilirken, talep edilen izinlere millet meclisi nezdinde hayır oyu veren zihniyeti ve kişiyi mi destekleyeceksiniz ?
3. Milli birliğimiz için verdiğimiz onbinlerce şehit ve gazinin kanını ve vebalini elinde taşıyan kandil baronlarının açık destek verdiği ve Sayın Erdoğan'dan yakınarak, yapılan seçimlerde açıkça oy verilmesi gereken kişi olarak ilan ettiği K.Kılıçdaroğlu'nu mu destekleyeceksiniz ?
4. Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasının ülkemizdeki siyasi uzantısı konumunda bulunan parti ile ittifak halinde bulunan ve ABD güdümünde yeşertilen Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasını terör örgütü olarak bile görmediğini deklare etmiş bulunan adayı mı destekleyeceksiniz ?
5. Türk ordusu, Irak’a ve Suriye’ye yönelik olarak operasyon yaptığında, sanki batının ve terör örgütlerinin kıdemli temsilcisi gibi ciyak ciyak bağıran zihniyeti ve bu zihniyetin başına FETÖ//CIA ortaklığının hazırladığı kaset kumpası ile çöreklenmiş olan kişiyi mi destekleyeceksiniz ?
6. Şanlı Azerbaycan ordusu, soykırım faili Ermeni ordusunu perişan edip ezerken, Paşinyanla birlikte ağlayıp, Türk ordusu maalesef Azerbaycan’a destek veriyor, cihatçıları cepheye yolluyor diye salvolar atan sözde büyükelçi eskisi tipleri Genel Başkan yardımcısı olarak taltif eden adayı mı destekleyeceksiniz ?
7. Mavi vatan mücadelemizi, yayılmacılık olarak tanımlayarak Yunan tezlerine destek olan, silahlı insansız savaş araçlarımıza karşıtlık içinde bulunan ve terörist cenazelerinde boy gösteren milletvekillerine sahip olan bir partinin adayını mı destekleyeceksiniz ?
8. Pkk lideri Abdullah Acalan’a özgürlük sloganları atıp, Abdullah Öcalan’ın heykelini dikeceğini ilan eden, iç savaş çıkarmak ve ayaklanma tertip etmek için mücadele edip, yaptığı çağrı neticesinde onlarca kürt kökenli vatandaşımızın katline sebep olan kişiye özgürlük martavalları okuyan adayı mı destekleyeceksiniz ?
9. FETÖ mensubu ve terör örgütü üyesi ya da iltisaklısı oldukları için Kanun Hükmünde Kararname ile devlet görevlerine son verilen kişileri, görevlerine iade edeceğini ilan eden adayı mı destekleyeceksiniz ?
10. Bu ülkenin yönetimine el koymak isteyen, devletimize ve milletimize karşı silah kullanan ve bir CIA yapılanması olan FETÖ yapılanmasının desteklediği, bu yapıyla tanımlanması çok zor ilişkiler içinde bulunan ve aslında bizzat bu hususta yargılanması gereken kişiyi mi destekleyeceksiniz ?
11. Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ; Rum yönetimine, ABD ve Avrupa Birliği hegemonyasına peşkeş çekmeyi hedefleyen zihniyetin adayını mı destekleyeceksiniz ?
12. Türkiye’miz, küresel çıkarları hususunda mücadele için Libya’ya- Katar’a asker gönderirken, küresel güçlerin yerel askeri misyonu olarak hareket edip, Türkiye’nin faaliyetlerini engellemeye çalışan bir adayı mı destekleyeceksiniz ?
13. Ülkemiz ; ABD güdümündeki dandik sistemler hariç, 90 yıldır edinememiş olduğu hava savunma sistemini, NATO üyesi sözde müttefikleri istediği koşullar dahilinde satmadığı için mecbur kalarak Rusya’dan edindiğinde, binbir çeşit fitneye ve algı operasyonuna başvurarak, ABD yandaşlığı ve işbirlikçiliğini açıkça ortaya koyan adaya mı oy isteyeceksiniz ?
14. Silah sanayimiz tarafından üretilen her silaha, ayrı bir kulp takmaya çalışan adaya mı destek talep edeceksiniz ?
15. Küreselci Çin’in, orta kuşak yol güzergahının, Azerbaycan yerine İran üzerinden çizilmiş versiyonunu, pisliğinde boncuk bulmuş gibi kendi projesi olarak lanse etmeye çalışan bir zavallı olarak tanımlanabilecek adaya mı destek isteyeceksiniz ?
16. ABD tarafından kendisine danışman atanan, küreselci basında çarşaf çarşaf destek açıklamalarıyla lanse edilen, İngiltere’nin tefeci para baronlarından ace ile yıkanmış temiz para getirecek olan, temsilcileri IMF ile otel odalarında basılan adaya mı destek vereceksiniz ?
17. Türk Birliği’nden- Türk Devletleri Teşkilatı’ndan zerre miktarı haberi bile olmayan, Türk Devletleri Teşkilatı’ndaki liderlerin adam yerine koyup muhatap bile almayacağı bir kişiye mi destek vereceksiniz ?
18. Turan’ın , Kemal Kılıçdaroğlu ile mi kurulacağını hayal ediyorsunuz ?
19. İran’da Güney Azerbaycan Türkleri üzerinden bir sorun çıksa, Güney Azerbaycan Türk’lerini tereddütsüz biçimde yalnız ve savunmasız bırakacak adayı mı destekleyeceksiniz ?
20. Ülkemizde gerçekleştirilmeye çalışılan her stratejik projeye engel olmaya ya da bir kulp takmaya çalışan adayı mı destekleyeceksiniz ?
21. Rusya- Ukrayna savaşında, Ukrayna’ya destek verip, Türk milletinin çıkarlarını baltalayacak, tıpkı yerini aldığı İnönü gibi ülkemizi ABD emperyalizmine peşkeş çekecek bir adayı mı destekleyeceksiniz ?
22. Zulüm nedeniyle göç eden müslümanların ve dünya Türklüğünün adeta toplanma merkezi olan ülkemizin bu vasfından habersiz olarak, bağnaz – ırkçı ve müslüman karşıtı bir yaklaşımla, işin kolaycılığına kaçıp, ölenlerden- zorda kalanlardan bize ne tavrıyla tıpkı Ruslardan kaçan soydaşlarımızı teslim edip öldürülmelerini izleyen ataları gibi sığınmacı düşmanlığı yapan bir zihniyetin adayını mı destekleyeceksiniz ?
23. YOKSA SİZ DE ZİLLET İTTİFAKININ TEMSİLCİLERİ GİBİ GÜNÜMÜZÜN ZARARLI CEMİYETLERİNİN TEMSİLCİLERİNDENSİNİZ DE BİZ Mİ BİLMİYORUZ YA DA TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ SÖYLEMLERİYLE TAKİYE YAPIYORSUNUZ DA BİZ Mİ FARKETMİYORUZ VEYA ÇIKAR PEŞİNDESİNİZ DE MÜSLÜMAN- TÜRK MİLLETİ VE ONUN ASİL//ŞEREFLİ TEMSİLCİLERİ ÖNÜNDE ORTAYA KOYMAKTAN MI ÇEKİNİYORSUNUZ ?
SAYIN SİNAN OĞAN ! VERECEĞİNİZ KARAR VE ORTAYA KOYACAĞINIZ TAVIR, MÜSLÜMAN- TÜRK MİLLETİNİN TEMSİLCİLERİ TARAFINDAN HİÇBİR ZAMAN UNUTULMAYACAK, HERŞEYİ NOT EDEN KARTALIN GÖZLERİNDEN DE KAÇMAYACAKTIR...
SAYIN ERDOĞAN'I DESTEKLEMEK SİZİN İÇİN ANCAK BİR ŞEREF, YEREL YÖNETİMLER ÖZERKLİK ŞARTINI GETİRECEĞİM DİYE BAS BAS BAĞIRARAK BÖLÜNMEYE ZEMİN HAZIRLAYACAĞININ SÖZÜNÜ VEREN KEMAL KILIÇDAROĞLU'NU DESTEKLEMEK İSE TAM BİR ZİLLET OLACAKTIR...
18.05.2023 // 21.28
SEDAT ÇETİNKAYA
.CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİNİN İKİNCİ TURUNA, YENİ BİR ŞEVK İLE YÜKLENMEMİZ, MÜCADELE İRADEMİZİN GEVŞEMESİNE ASLA İZİN VERMEMİZ GEREKMEKTEDİR.
ZAFERE ULAŞANLAR ; SABIRLA VE AZİMLE MÜCADELE EDENLERDİR…
Ülkemiz vatandaşlarının bir bölümü ; ABD yönetimi, CIA, Mossad, Avrupa Birliği, küreselci para baronları , Şeytani düzeninin temsilcisi paganlar, batı ittifakı, FETÖ, Pkk//Pyd//Ypg//Sdg teröristleri ve bilumum fitne odağı tarafından AÇIKÇA DESTEKLENEN KEMAL KILIÇDAROĞLU'NA OY VEREREK, kudretli - tam bağımsız, küresel hedefler peşinde koşan ve Türk- İslam dünyasının liderliğine soyunan bir cihan devletini değil, batının uşağı konumunda kalan aciz, sünepe, bağımlı ve parçalanmaya aday Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni benimsediğini ve batının güdümünde şekillenen kokuşmuş yaşam düzenini arzu ettiğini ortaya koymuş bulunmaktadır.
Zillet ittifakının adayını destekleyen bir çok parti bulunuyor gibi görünse de aslında bu partilerin tamamı, aynı mahiyeti haiz bulunmaktadır. Bu partilerin tamamı, İslam inancı ile tarihi ve sosyolojik gerçekler bağlamında bir değerlendirmeye tabi tutulduğunda, “BATIL” olarak adlandırılan bir gerçekliği ifade etmektedir.
SEÇİM SONUÇLARININ ORTAYA KOYDUĞU GERÇEKLİK, bizim için ilahi bir imtihanı temsil ettiği gibi yüce Allah’ın bizi yönlendirme ve eğitme vesilesi şeklinde tezahür eden bir ciheti de bünyesinde barındırmaktadır. Ayrıca oluşan sonuçların, zillet cephesinin destekçileri üzerinde hem yıkıcı hem de sürece ilişkin kabullenici bir etki ürettiğini söyleyebilmek de mümkündür. Ancak bunu anlayabilmek için kader tecellisi üzerinden ilahi iradenin şekillenişini analiz etmek ve bunu yaparken de hem yerel hem de küresel gerçeklikleri analize doğru bir şekilde dahil etmeyi başarmak gerekmektedir.
Konuya dönüş yapacak olursam Sayın Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turuna, Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı alınmış 2.500.000 civarında bir oy fazlası ile gireceği açıktır. Ancak bunun oluşabilmesi için gerekli olan şey, oy kullanan ve Sayın Erdoğan’ı destekleyen herkesin, SEÇİMLERİN İKİNCİ TURUNA KATILMASI VE SAYIN ERDOĞAN'A DESTEĞİNİ DEVAM ETTİRMESİDİR.
Cumhur İttifakı’nın meclis seçimleri itibariyle çoğunluğu elde etmiş olmasının ve Sinan Oğan ve Muharrem İnce gibi adaylara oy veren halk kesiminin, Chp adayının temsil ettiği emperyalizmin kölesi olmuş, teslimiyetçi, ülkenin parçalanmasına yeşil ışık yakan, dünyadan habersiz ve terörist odakların taltifine mazhar olmuş zihniyete, Cumhur İttifakının adayı Sayın Erdoğan’a oranla biraz daha uzak, milli duyguları ve aidiyetleri daha ağır basan bir siyasi ve sosyolojik zemine sahip olmasının , Sayın Erdoğan’ın ikinci tur denklemine ilişkin artıları olduğunu da ifade etmek isterim.
Önümüzdeki süreç itibariyle, Sayın Erdoğan’ı destekleyen tüm bireylerin ortaya koyacağı mücadele azmi, sabır ve inanmışlık duygusunun ortaya koyacağı enerjiden tecelli edecek irade, Sayın Erdoğan’ın bu seçimden başarı ile çıkmasına imkan verecektir... BİZİM İÇİN BAŞARI ; doğrudan ve haktan ödün verilerek değil, doğru üzerinde ısrarla mücadele edilerek elde edilen bir sonuçtur ve herkes bilmelidir ki doğrunun ürettiği çekim gücü hem çok büyük hem de süreklidir... HERKES, BİRGÜN VE BİR VESİLE İLE BU ÇEKİM GÜCÜNÜN ETKİSİNE GİRECEKTİR...
Kıyamete değin sürecek bu hak mücadelesinde, bizim için yenilgi ve başarısızlık diye bir şeyin olmadığını, sadece ama sadece mücadele etmenin asıl olduğunu da idrak etmeliyiz. ZAMAN, küçük de olsa yapıcı da olsa eleştiriyi kendimize değil, karşı cenaha yöneltme zamanıdır. Herkes, İstanbul’un yeniden fethedileceği güne de cihan hakimiyeti mefkuresiyle cihana nizam vereceğimiz döneme de her daim hazır olmalıdır. Ama önce Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden başarı ile çıkmayı sağlamalıyız ki bu görev hepimizin boynuna ; İLAHİ BİR SORUMLULUK VE MUTLAKA ÖDENMESİ GEREKEN BİR VATAN BORCU HÜKMÜNDEDİR... Herkes, verdiği oy ile yönetimine onay verdiği kişilerden ve bu çerçevede doğan sorumluluklardan dolayı, cehaletine ya da çeşitli nedenlerle oluşan tepkisine atfen kurtulacağını ve ilahi mahkemede hesap vermeyeceği zannına kapılmamalıdır. Kişi verdiği oyla, ak mı yoksa kara mı olduğunu, kendi eliyle ortaya koymakta, kendi hesabını aslında kendisi kesmektedir. Ortamı kaplayan ruhsuzluk, mide bulandıran bir seviyeye ulaşmış olsa da ;
Yok sayıp bu ruhsuz sürüyü, kılavuz yapacağız kendimize Başkan R.Tayyip Erdoğan’ı…
Yeşermesi ektiğimizin tohumun haktır.
İşte o gün, ruhlarımız şad olacaktır…
15.05.2023 //12.01
SEDAT ÇETİNKAYA
.MEMLEKET PARTİSİ LİDERİ MUHARREM İNCE’NİN İSTİFASI, SAYIN RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN NE KADAR BÜYÜK BİR LİDER OLDUĞUNU HERKESE BİR KEZ DAHA GÖSTERMİŞTİR…
• Her icraatına karşı büyük bir direnç gösterildiği, çalışmasına müsaade dahi edilmediği, her icraatına karşı idari yargıda iptal davaları açıldığı halde İstanbul’a en büyük hizmetleri yapmış, belediye başkanı olduğu şehri, "çöp- çamur-çukur-rüşvet ve susuzluktan" kurtararak yaşanabilir bir şehir haline getirmiş ,
• Şiir okuduğu için CHP zihniyetinin hakim olduğu karanlık ve kokuşmuş bir dönemde hapse atıldığı için siyasi hayatının bittiği savları ortaya konurken, kurduğu partiyle Türkiye’de tek başına iktidara gelmeyi başarmış,
• Tüm vesayet odaklarını bir süre idare ederek, ülke yönetimine sağlam adımlarla yerleşme planını uygulayabilmiş,
• Askeri vesayetin baskılarına göğüs gererek, laiklik söylemi altında müslüman- Türk’e zulmetmeye alışmış dinsiz- müslüman ve Türk düşmanı odakların temsilcilerine, “KES LAN” diyerek karşı koyma iradesini gösterebilmiş,
• Bir süre siyaseten idare etmek durumunda kaldığı siyonist odakların temsilcisine tüm dünyanın gözleri önünde insanlık dersi vererek ve “ONE MİNUTE” ifadesiyle gündeme oturan çıkışı gerçekleştirerek, tüm siyonist odakların ve yardakçılarının düşmanlığını kazandığı halde ayakta durmayı başarabilmiş,
• Tüm iç ve dış fitne odaklarının engellemelerine rağmen, ülkemizi yatırıma boğmayı, ülkemizi her yıl büyütmeyi, savunma sanayimizi hiç noktasından alarak zirveye çıkarmayı başarabilmiş,
• Aleyhine olarak üretilen tüm kumpasları, askeri darbeleri, suikast girişimlerini boşa çıkarmayı becerebilmiş,
• Birleşmiş Milletler kürsüsünden, küresel güç merkezi konumundaki devletlere ve odaklara karşı, “DÜNYA BEŞTEN BÜYÜKTÜR” söylemiyle kafa tutma iradesini ortaya koyabilmiş,
• Ortaya koymuş olduğu feraset ve gayret ile girdiği her seçimden başarı ile çıkmayı sağlayabilmiş,
• Ailesine, şahsına, itibar ve şerefine yönelik olarak sergilenen algı operasyonlarını büyük bir metanet ve dirayetle bertaraf etmeyi başarabilmiş,
• FETÖ gibi CIA’nın güdümünde dünya sathında teşkilatlanmış bir terör örgütüyle adeta tek başına savaşma iradesini gösterebilmiş,
• Tüm küresel güçlerin varlığına rağmen, Suriye- Irak- Azerbaycan- Libya- Somali- Sudan- Katar – Ukrayna gibi çatışma alanlarında, mavi vatanımızda ve Kıbrıs özelinde cesaret ve kudretle mücadele etmeyi sağlayabilmiş,
• Tüm küresel engellemelere ve ambargolara rağmen, tüm madencilik faaliyetlerini en üst düzeyde gerçekleştirmeyi, enerji yatırımlarını ve nükleer santral girişimini gerçekleştirmeyi mümkün kılabilmiş,
• Ülkesi için neredeyse hayatını vakfettiği ve ilerleyen yaşına rağmen durmadan mücadele ettiği halde kendisine yapılan vasıfsız eleştirilere ve yaşadığı strese göğüs gerebilmiş,
• Tüm siyasi ve stratejik zorluklara rağmen, Türk Dünyasının gönüllerdeki özlemi olarak yaşayan Türk Birliği’ni kurmayı ve dünyanın en önemli güç merkezi olarak konumlanmasını sağlamayı başarabilmiş,
• İslam dünyasına ve insanlığa, umut ışığı olma vasfını hakkıyla yüklenebilmiş,
• Doğru olduğuna inandığı şeyleri herkesin açık ve ısrarlı karşıtlığına rağmen savunabilmiş,
• Batıl'ı- batıyı- Şeytani düzeni – İslam düşmanlarını ve münafıkları temsil edenlerin dışındaki insanlar tarafından sevgi, saygı ve minnetle anılmayı ve hülasa BÜYÜK BİR DEVLET ADAMI, ASİL BİR İNSAN, SAMİMİ BİR MÜSLÜMAN, TÜRKİYE YÜZYILININ MİMARI KUDRETLİ BİR LİDER OLMAYI VE MÜSLÜMAN- TÜRK MİLLETİ’NİN DÜŞMANLARINI KUDURTARAK DENGELERİNİ YİTİRMELERİNİ SAĞLAMAYI BAŞARMIŞ BULUNMAKTADIR.
Oysa Sayın Erdoğan'ın karşısındakiler, bugün söylediğini ertesi gün inkar eden ya da ortada bir gereklilik yokken tersini yapan, ilkesiz ve temelsiz hareket eden, ortama göre şekil alan, dirayet ve ferasetten uzak kişiler olduklarını devamlı bir biçimde ortaya koymaktadır.
CIA MASASI'ndan, bir hışımla kalkan Meral Akşener’in, üzerine yönelen baskıları kaldıramayıp fitne masasına tıpış tıpış dönmesi gibi sol cenahta milli bir kanadı temsil ettiği savıyla ortaya çıkan Muharrem İnce’nin, Sayın Erdoğan’ın her gün kat ve kat fazlasını yaşadığı saldırı ortamına ANCAK 45 GÜN KADAR DAYANARAK Cumhurbaşkanlığı adaylığından çekilmesi, Sayın Erdoğan’ın ne kadar güçlü bir lider olduğunu, LAFLA PEYNİR GEMİSİNİN YÜRÜMEDİĞİNİ ; ortamın, ben bu işin kralıyım diyerek büyüklenenleri dahi kısa sürede nasıl perişan ettiğini, ülkeyi yönetmenin Sayın Erdoğan’ın karşısındakilerin harcı olmadığını, bu saldırıların Bay Bay Kemal’in üzerine yönelmesi durumunda onun 3 gün bile dayanamayacağını açıkça ortaya koymuş bulunmaktadır. Ancak Bay bay Kemal’in birlikte yürüdükleri, yol arkadaşları ve yoldaşları dikkate alınacak olursa, şimdilik onun için böyle bir tehlikenin olmadığını söyleyebilmek de mümkündür.
Halep oradaysa arşın buradadır ve bu arşın, 14 Mayıs 2023 tarihinde lider ile liderciklerin boyunu ölçecek ; Ak koyun ile kara koyunu birbirinden ayıracak olan bir arşındır.
Hz. Muhammed sav. efendimizin ifade ettiği gibi “Müslümanlar, Allah’ın yeryüzündeki şahitleri” gibidir ve bu şahitliğin gereği her somut olaya göre farklılık arzediyor olsa da şimdi ; hak ile batıl’ı ve bu kavramları temsil edenleri ayırmak ve oyumuzu, bu bilinç doğrultusunda kullanmaktan geçmektedir.
BİZLER ; dualarımıza bile küfür diye bakanlara , benliğini Amerika’ya İngiltere’ye, Almanya’ya, İsrail’e satanlara ve her haliyle fitne saçanlara değil ; Türkiye yüzyılı- Türk Asrı- Türk // İslam Birliği – Kızılelma- Cihan Devleti- Vatan- Millet- Ümmet- Kuran-Aile- Namus- Şeref diye yola çıkıp, her daim okuduğu Fatiha’dan sonra Amin diye Aziz ve Muktedir olan Allah'a seslenenlere kulak vermeli, son nefesimizi verirken bile bu kutlu aidiyetin emsalsiz hazzını ruhumuzun derinliklerinde taşımalıyız…
Rabbim, hayırlı ve uğurlu kılsın…
11.05.2023 – 22.01
SEDAT ÇETİNKAYA
.YÜZYILDIR BEKLENEN LİDER SAYIN RECEP TAYYİP ERDOĞAN’A VE TÜRK-İSLAM DÜNYASININ GELECEĞİ İÇİN OLUŞTURULMUŞ KUTLU BİR BİRLİK OLAN CUMHUR İTTİFAKI’NA DESTEK VERMENİN VE VERMEMENİN ANLAMI…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti nezdinde yapılacak seçimler, doğuracağı sonuçlar bakımından belki de insanlık tarihinin en önemli olaylarından birisi olarak tanımlanabilecek bir mahiyete sahip bulunmaktadır. Bizler içinde bulunduğumuz zaman itibariyle, bu sonucu tam anlamıyla değerlendirebilme imkanına sahip olmasak da kıyamet sonrası dönemde dünya üzerinde yaşanan olayların bir muhasebesini yaptığımızda, insanlık tarihindeki en önemli olaylardan birisinin, ülkemizde yapılacak 2023 seçimleri olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğiz… Ancak şuan, bu meselenin derinliğine girmeyecek olsam da günümüzü, düşünce dünyamızı ve yaşam şeklimizi etkileyecek bazı hususlara değinme ihtiyacı duyduğumu da belirtmek etmek isterim. Bu bağlamda ifade edecek olursam ;
• Ülkemizde yaşanan ve yaşanacak her türlü ekonomik- siyasi ve sosyal sıkıntıya çare bulabiliriz ancak vatan hainlerinin faaliyetlerinin açacağı telafisi imkansız sonuçlara istesek de çare bulabilmemiz mümkün olmayacaktır.
• Amerika Birleşik Devletleri’nin, küresel para baronlarının ve emperyalist güçlerin kesinlikle seçilmesini istemediği bir kişi olan Sayın R.Tayyip Erdoğan’ın yerine tüm şeytani ittifakın desteklediği bir kişiye, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yönetmek için destek vermenin anlamı, katıksız bir işbirlikçi olarak tanımlanmaktan başka birşey olmayacaktır.
• Eli kanlı Pkk terör örgütünün yöneticilerinin, kendilerini korkudan titreten, mağaralara sindiren Sayın R.Tayyip Erdoğan’dan kurtulmak için alenen destek açıklaması yaptığı bir kişiye ve ittifaka destek vermek, vatan hainliği ile aynı kapıya çıkan bir irade beyanından başka bir şey değildir.
• Pkk’nın siyasi kanadı olarak kendini konumlandıran ve kapatılmak üzere olan Halkların Demokrasi Partisi’nin seçim beyannamesinin, kapalı kapılar ardında kabul edilmesiyle oluşan ve Türkiye’nin bölünmesi ile ilgili faaliyetlere zemin hazırlayacağı açık olan ne idüğü belirsiz sinsi bir ittifaka destek vermek, milletimizin Pkk ile yaptığı mücadeleye ihanet etmek, şehitlerin kanlarını ve veballerini iki cihanda da yüklenmek demektir.
• Zillet ittifakına ve onun adayına destek vermek ; Devlet-i Aliyye’nin büyük hükümdarı II.Abdülhamid Han’ın, tıpkı günümüzde oluşturulan zillet ittifakının benzeri bir oluşum olan İttihat ve Terakki destekçileri tarafından aşağılık bir darbe ile yönetimden uzaklaştırılmasından sonra yaşadığımız zillete, çekilen acılara, verilen şehitlerin veballerine ve hülasa tüm olumsuzluklara ortak olmak demektir. Bu cümleden olarak milletimizi kandırmak için gezi kalkışması şakşakçılığı yapıp, Abdülhamid Han’ı müstemlekecilikle suçlayıp, tıpkı ittihatçı hainler gibi kahrolsun istibdat, kahrolsun zulüm, yaşasın hürriyet sloganı atan ancak emperyalizmin yalağından beslenenleri de kimse atlamamalıdır. Atalarımızın ifade ettiği ; “gavurun ekmeğini yiyen, gavurun kılıcını çalar” sözü hepimizin kulağında acı veren bir küpe gibi sallanmalıdır.
• Zillet ittifakına ve onun adayına oy vermek demek, herkes gözünü yumarak ve çeşitli saiklerle idare edici yaklaşımlar ortaya koysa da müslüman Türk milletinin, din-i mübin-i İslam’ın ve İslam ümmetinin karşısında olmak, ateist- emperyalist ve Şeytani güçlere hizmeti esas alan batının ve batılın yanında saf tutmak demektir. Şeytan sakal bıraksa da başörtüsü taksa da görüntüye kesinlikle aldanmamak, “ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz” sözü kabilinden yaptıklarına ve bulunduğu konuma bakmak gerekmektedir.
• Sayın Erdoğan’ı desteklememek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin düşmanlarının ekmeğine yağ sürmek, onların arzu ettiği şekilde davranmak ve oy kullanmak demektir. Düşmanın ekmeğine yağ sürmenin ise cephede atılan kurşundan, bombadan, vatanımıza- bayrağımıza- namusumuza- Kuran-ı Kerim’e ve kutsallarımıza uzanan elden hiçbir farkı yoktur.
• Sayın Erdoğan’ı desteklememek için bahane üretmek, tarih bilincinden yoksun bir yaklaşımla, algı operasyonlarının süjesi hatta kölesi haline gelmiş bir zihni tutumla, ön yargı ve saplantılarla ve batı ittifakı lehine mankurtlaşmış bir tutumla hareket etmek anlamını taşımaktadır.
• Sayın Erdoğan’ı desteklememek, ülkemizin bağımsızlığını, egemenliğini, varlığını ve geleceğini, işbirlikçi yapılara teslim etmek, büyük ve yakın bir tehlikenin içine atmaktır.
• Zillet ittifakına ve dünyadan habersiz adayına destek vermek ; ülkemizin ekonomisine, milli eğitimine, ordusuna, savunma kapasitemize, sağlık sistemimize, gıda güvenliğimize, enerji altyapımıza, maden çıkarma ve işleme kapasitemize, lojistik kabiliyetlerimize, stratejik faaliyetlerimize, istihbarat kapasitemize, inancımıza, yaşantımıza, örgütlenmemize, küresel faaliyetlerimize, Türk Birliği’ne, Kıbrıs davamıza, misak-ı millimize, Ege ve Doğu Akdeniz’deki haklarımıza, uluslararası faaliyetlerimize, batıl ile olan mücadelemize ve hülasa lehimize olan herşeye darbe vurmak, aleyhimize olan her şeye de tıpkı geçmişte olduğu gibi sonuna kadar kapı açmak demektir. 1982 yılına gelinceye kadar 3 milyar Dolarlık bir ihracata ancak soğan satarak ulaşanlar, günümüzdeki 250 milyar Dolarlık ihracatı azımsayıp , küresel işbirlikçileriyle beraber hiç etmek, bunu yapmak için de milletimizi ekonomik veriler üzerinden kandırmak isteyenlerdir.
• Zillet ittifakına ve adayına destek vermek, aile yapımızın yok olması için atılacak faaliyetlere ve kimliksiz bireylerin çoğalması için sergilenen faaliyetlere destek vererek lanetlenmek ve Yüce Allah’ın gazabına muhatap olmak demektir.
• Zillet ittifakına ve adayına destek vermek, tamamen İslam ve müslüman düşmanlığından hareketle, ümmeti İslam’ın zora düşmüş fertlerinin mağduriyetine sebebiyet vermek, ümmetin geleceğine darbe vurmak demektir.
• Sayın R.Tayyip Erdoğan’a ve Cumhur ittifakına destek vermemek, Suriye- Irak- Azerbaycan- Libya- Katar- Arnavutluk- Kosova – Kıbrıs – Musul//Kerkük gibi birçok bölge ve ülkenin ve bu ülkelerde yaşayan kardeşlerimizin kaderine terk edilmesi , öksüz bırakılması demektir.
• Sayın Erdoğan’a destek vermemek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ; IMF’nin, Dünya Bankası’nın, Birleşmiş Milletlerin, Avrupa Birliği’nin, küresel çetelerin, Şeytani güçlerin temsilcisi para baronu paganların, Müslüman- Türk’ün varlığına düşman devletlerin ve çetelerin, gladyonun, CIA’nın ve küresel yalan ve ihanet şebekesi FETÖ yapılanmasının yönetimine ve insiyatifine terk etmek demektir.
CUMHUR İTTİFAKI'NIN HİÇBİR FERDİ, seçimlerin yapılması için kalan kısa süre zarfında, savunma pozisyonu içinde kalmamalı, ezilmişlik psikolojisi içinde hareket etmemeli, aşağılık bir güruhun organize biçimde gerçekleşmiş olduğu saldırılara sadece ama sadece yüksek sesle eleştiri yaparak karşılık vermeli ve hiçbir şekilde geri çekilmemelidir. ONLARIN FİTNE MERKEZİ, milli güç unsurlarımızca susturulmuş, dağıtılmış, etkisiz kılınmış ve kendi dertlerine düşürülmüştür…
GALİP OLANLAR, kaderin hükmünü elinde tutan Allah’ın çizmiş olduğu yolda cesaretle, gururla, sabırla, azimle ve mücadele etmekten çekinmeden ilerleyenler, büyük ve kutlu bir cihan devletinin varlığını aklen ve kalben idrak ederek, varlığını bu yolda feda ve tasarruf etmekten çekinmeyenler olacaktır…
Seçim sonuçları açısından herkesin, bu yolda BİR TEK KİŞİYİ DAHİ ikna etmesinin büyük önem taşıdığını da neticeten ifade etmek isterim.
Seçim gecesinde buluşmak dileğimle, Aziz ve Muktedir olan Yüce Allah’a emanet olunuz…
07.05.2023- 14.14
SEDAT ÇETİNKAYA
.ZAHİR'DEN BATIN’A, TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ SEÇİMLERİ ÜZERİNDEN ŞEKİLLENEN KÜRESEL SAVAŞ...
İnsan neslinin, Şeytan ve dolayısıyla batıl olarak tanımlanan düşünce biçimlerine karşı, Allah’ın çizdiği istikamet ve sınırlar dahilinde vermekte olduğu tarihi mücadelede önemli bir KIRILMA NOKTASINA gelmiş bulunmaktayız.
MÜSLÜMAN- TÜRK MİLLETİ ; uzun süredir başsız ve istikametsiz kalan İslam aleminin, yeniden cihana hükmetmesini sağlayacak altyapıyı, geri dönülmesini ve engellenmesini imkansız kılacak bir aşamaya değin getirmiş durumdadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti sathında yapılacak olan seçimler, artık sadece Türkiye’nin olağan bir seçimi olmaktan çıkmış ve KÜRESEL SAVAŞIN EN ÖNEMLİ CEPHESİ haline gelmiş bulunmaktadır. Dikkat edilecek olursa, bu savaşta kimse tarafını gizlememekte herkes bilinçli veya yönlendirilmiş bir şekilde hak ve batıl cihetindeki tavrına göre tarafını seçmektedir...
KİM ; hangi yalanı söylerse söylesin, hangi bahanenin arkasına sığınırsa sığınsın, hangi gerekçeyi ortaya koyarsa koysun asıl mesele, evrene bakış açısının temelini belirleyen inanç noktasındaki farklılıktan ve samimiyet derecesinden hareketle tezahür etmekte ve şekillenmektedir.
DOLAYISIYLA GERÇEK ANLAMDA MÜSLÜMAN BİR ŞAHSIN ; küfrün kıdemli temsilcisi batı ittifakıyla kol kola olabilmesi, ülkemizdeki ve İslam dünyasındaki terörist hareketleri destekleyenlerle işbirliği yapabilmesi, müslümana zulmedenle- dinimize küfredenle- müslümanla sinsice alay edip , kutsallarımıza saldıran siyasi figürlerle ittifak halinde bulunabilmesi mümkün değildir...
Türkiye Cumhuriyeti Devleti sathında yapılacak seçimlerde Cumhur İttifakı’nın adayı Sayın R.Tayyip Erdoğan’ın kaybetmesi durumunda geçici bir zaman süreciyle sınırlı da olsa ;
1. Şeytani güçlerle açık işbirliği içinde olan küreselci paganlar,
2. Batı ittifakının sapkın ve emperyalist yönetimleri,
3. Siyonist İsrail'in varlığı ve Büyük İsrail’in kurulması için faaliyet gösterenler tayfası,
4. Küresel para baronları,
5. Yüzyıl önce ülkemizi işgal ederek, milyonlarca insanımızın katlinden mesul olan emperyalist soykırımcı güçler,
6. Emperyalizmin uşaklığına soyunan Yunanistan ve Kıbrıs işgalcisi Rumlar,
7. Sapkın Esed rejimi ve yandaşları,
8. Fars milliyetçiliğini, Şia anlayışıyla harmanlayarak saklayan ; sapkın, batı işbirlikçisi ve Türk düşmanı İran rejimi,
9. Yeni dünya düzeninin hakimi olmaya çalışan küreselci Çin,
10. Sapkın düşünce biçimleri üzerinden geliştirdikleri politika ile müslümanlar üzerinde ilk fırsatta büyük katliamlar gerçekleştirme stratejisiyle hareket eden Hindistan,
11. Ortadoğu’nun İslam düşmanı, katil ve diktatör rejimleri,
12. Soykırımcılıkta nirvanaya ulaştığı halde kendi suçlarını gizlemek için masum milletimizi suçlayan Ermeniler,
13. ABD’nin ve siyonizmin tasmalı hizmetkarı olmaya yemin etmiş Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanması,
14. İran’ın- Pkk’nın- İsrail’in ve ABD’nin emir eri olmaya soyunmuş Kürdistan Yurtseverler Birliği oluşumu,
15. İçimizdeki dönmeler, hainler, işbirlikçiler ve münafıklar, HAYAL BİLE EDEMEYECEĞİMİZ ŞEKİLDE SEVİNECEKLERDİR.
ÜZÜLENLER İSE ; MÜSLÜMAN- TÜRK MİLLETİ, TÜRK DEVLETLERİ TEŞKİLATI VE UMUDUNU, VERMEKTE OLDUĞUMUZ KUTLU MÜCADELENİN GÜZEL NETİCELERİNE BAĞLAMIŞ OLAN İSLAM ÜMMETİNİN FERTLERİ OLACAKTIR…
İşte, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bünyesinde yapılacak SEÇİMLERDE VERİLECEK OY , BU NEDENLE ; imanımızı, şerefimizi, namusumuzu, vatanımızı, bağımsızlığımızı, özgürlüğümüzü ve geleceğimizi temsil etmektedir.
Seçimleri Cumhur İttifakı adayı Sayın R.Tayyip Erdoğan’ın kazanamaması durumunda yaşayacağımız sonuç bir hezimetten çok daha büyük olacak, adeta kökümüzün kazınması için her türlü yol mübah addedilecek, bir daha şuan elimizde bulunan fırsatı yakalayamamamız için her türlü tedbir acımasızsa alınacaktır. Emin olunuz ki bu süreçte davetiye ile işgale uğramak başta olmak üzere Pkk//Pyd //Ypg//Sdg yapılanması ve içimizdeki işbirlikçi hainler kullanılarak BİR İÇ SAVAŞA MUHATAP OLARAK PARÇALANMAK DAHİL her türlü olumsuz neticeyi yaşamaya da hazır olmamız gerekmektedir. Zillet ittifakı tarafından yönetilen bir ülkede, iktidar ortağı olan Hdp’nin ,Türk ordusunun Suriye ve Irak’dan çekilmiş olduğu bir ortam içinde yapılacak YEREL SEÇİMLERDE, yönetimini elde edeceği belediyeler üzerinden iç barışımızı yok etmeye matuf nasıl bir etki üreteceğini herkesin şimdiden düşünmesi gereği bulunmaktadır.
AYRICA ATALARI , EGE ADALARINI PEŞKEŞ ÇEKENLERİN TORUNLARININ ; Mavi vatana , Kıbrıs’ın geleceğine nasıl bir darbe vuracağını, savunma sanayimizi ne hale sokacağını , ülkemize sığınan soydaşlarımızı geçmişte Rus kurşununun önüne atanların soydaşlarımıza hangi zulmü reva göreceğini, ülkemizi IMF’in prangalarına mahkum edenlerin ülkemizi nasıl ve kimlere peşkeş çekeceğini, heykel yapmaktan başka hiçbir icraatı olmayanların siyasi ve ekonomik kazanımlarımızı nasıl yok edeceklerini, ülkemizi İttihat ve Terakki'nin güdümünde adım adım yabancı devletlerin işgaline götürenlerin aynı senaryoyu uygulamaya can attıklarını da idrak etme gereği bulunmaktadır...
Allah’ın hak ettiğimizden öte bir lütufla bize bahşedeceği bir sonuçla, Cumhur İttifakı’nın bu büyük ve kutlu mücadeleden başarıyla çıkacağına olan inancım ve kanaatim tamdır. Ancak belirtmek isterim ki bu süreci kabullenmek istemeyecek sinsi bir CIA//MOSSAD OPERASYONUNUN KAPIMIZDA OLDUĞUNA ve seçim sonuçları üzerinden KİTLESEL BİR KAOS ORTAMININ ALTYAPISININ OLUŞTURULMAYA ÇALIŞILDIĞINA da önemle dikkat çekmek isterim.
HERKES, seçim gecesi çıkarılacak ve seçim sonuçlarının kabullenilmemesi biçiminde yeşertilmeye çalışılacak bir fitne hareketine karşı tedbirli olma mükellefiyeti içinde olduğunu unutmamalı ; sosyal medya ve iletişim olanakları, Cumhur ittifakı mensuplarınca sonuna kadar aktif biçimde kullanılmalıdır. Seçim gecesi, Cumhur İttifakı mensupları için bir NÖBET GECESİ olmalıdır. Zira zillet cephesinin altyapı oluşturacak söylemlerinin, sinsi faaliyetlerinin ve uluslararası etki ajanlarının ajandasının, seçimlerin sonuçları üzerinden ülkemizi saracak bir kaos çıkarma hedefine yönelik olarak şekillenmekte olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Objektif değerlendirme yapan herkes ve küresel güç merkezleri, seçimleri Sayın Erdoğan’ın kazanacağının farkına varmıştır. Bay bay Kemal, “adam yendi” diyebilecek bir kişiliğe sahip olmadığı gibi seçimlere hile karıştırılmıştır, seçimleri tanımıyoruz, herkesi protesto için sokağa davet ediyoruz diyebilecek sorumsuzluğa sığınabilecek negatif bir kapasiteye de sahip bulunmaktadır...
BİZE DÜŞEN ; uyanık olmak, provokasyonlara karşı hazırlıklı olmak, devlet gücünü ve kudretini her zeminde hissettirmek, varlığımızı ortaya koymak, sandıklara//tutanaklara ve geleceğimize sahip çıkmaktır. Ömrünün son demine yaklaşan lideri, binbir zorlukla mücadele verirken ; mücadeleden kaçıp, birilerine şirin görünmek için orta bir yol tutturup kendilerine güvenli bir liman arayanlar, hem bu dünyada hem de ahir hayatlarında hüsrana uğrayanların ta kendileri olacaktır...
Böylece Türkiye Cumhuriyeti Devleti seçimlerinin Sayın Erdoğan tarafından kazanılması üzerinden şekillenecek küresel mücadele, tüm yönleriyle lehimize olacak biçimde gelişmeye başlayacak ; Müslüman- Türk milletinin liderliğinde yükselecek İslam sancağı, tarihin derinliklerinden günümüze değin getirdiğimiz tüm kazanımların bileşkesini oluşturacak bir hinterlanda hitap ederek, cihan hakimiyeti olarak tanımlanabilecek bir büyüklüğe ulaşacaktır.
ZAHİR'DE kazanılacak olan şey, Türkiye Cumhuriyeti Devleti seçimleri, BATIN' DA gerçekleşecek olan şey ise ; Müslüman- Türk milletinin liderliğinde, Hz. Mehdi’nin hükümranlık icra edeceği Büyük ve Kutlu İslam Devleti’nin, bizim aşina olduğumuz ismiyle DEVLET-İ ALİYYE'NİN YENİDEN KURULUŞU OLACAKTIR…
27.04.2023- 17.27
SEDAT ÇETİNKAYA
.AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİNİ YÖNETEN GÜÇLERİN PLANLARI VE TÜRKİYE’MİZDE YAŞANACAK SEÇİMİN ÖNEMİ…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, bir seçim süreci içinde bulunmasından faydalanmak isteyen küresel güçler ve özellikle de Amerika Birleşik Devletleri yönetimi, içimizdeki işbirlikçilerinin konsantremizi bozmayı amaçlayan yaklaşımlarından da istifade ederek, Türkiye’nin güneyi temelinde geliştirdiği stratejiye ilişkin hazırlıklara hız vermeye ve faaliyetlerine de yeni bir perspektif kazandırmaya başlamış bulunmaktadır.
ABD’NİN FAALİYETLERİNİN TEMELİNDE ; Türkiye’deki seçimlerin Sayın R.Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı tarafından değil, adında millet ibaresi geçse de gerçekte zilleti temsil eden ve bir üst akıl tarafından tanımlanan sahte bir ittifakın adayı olan Kemal Kılıçdaroğlu tarafından kazanılması arzusu ve bu arada kendileri tarafından da strateji tahtasındaki cephe hattına pozisyon alacak biçimde yerleşilmesi düşüncesi bulunmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri, İran ile derin ilişkilere sahip Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin siyasi ve sosyolojik tabanı üzerinden, İran’da bulunan Kürt nüfusu kontrol etme ve bu nüfusun yaşadığı bölgelere hakim olma stratejisi ürettiği gibi Pkk ile Kürdistan Yurtseverler Birliği arasında oluşturduğu ittifak ilişkisiyle de Türkiye ile yakın ilişki içinde bulunma siyasetine yatkın olan Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ve Barzani ailesi üzerinde de bir baskı unsuru elde etmeyi amaçlamaktadır. Bu bağlamda Amerika Birleşik Devletleri, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ile Irak merkezi yönetimi arasına Kürdistan Yurtseverler Birliği ve Pkk tarafından kontrol edilen bir alanı sokarak, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ni güneyden kuşatmayı ve kendi istediği siyasi çizgide bulunmaya mecbur kılmayı hedeflemektedir. Uluslararası tahkim mahkemesinin, IKYB tarafından Türkiye üzerinden ihraç edilen Irak petrolüyle ilgili olarak, Irak lehine vermiş olduğu kararın da bu strateji dahilinde okunması gereğinin bulunduğunu da ifade etmek isterim. Ayrıca ABD; İran- Talabani ve Pkk ilişkisini kullanarak Lübnan’a kadar uzanmakta ve İsrail’i tahrik edecek göstermelik senaryolar üzerinden Filistin üzerindeki baskının artmasına ve bölgedeki Arab devletlerinin İran korkusuyla ABD//İsrail ikilisinin kucağına düşmesine çalışmaktadır. Bu taktik strateji bağlamında, iyi polisi oynamak için devreye giren Çin ise, küreselcilerin güdümündeki yeni küresel merkez olduğundan ; Arab devletlerinin kısa bir süre sonra siyaseten açığa düşeceklerini şimdiden görmek, Türkiye’nin ileri yönlü politikaları açısından büyük önem arzetmektedir. Ancak bu noktada, Arab devletlerinde gelişmeye başlayan ABD karşıtlığını görmenin, önümüzdeki süreci etkileyecek güzel bir netice olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim.
ABD’nin dış istihbarat teşkilatı CIA’nın, İran nezdinde önemli bir altyapısı bulunmaktadır ve amaçları için her zaman maşa kullanmaktan hoşlanan ABD, İran ile Türkiye//Azerbaycan arasında da bir savaş planlaması yapmaktadır ve bunun için de Ermenistan’ı, ortamı yakmak için benzin olarak kullanmaya çalışmaktadır. Elbette İran ile ilgili olarak bizim de kendi hedeflerimiz ve bu doğrultuda şekillendirdiğimiz planlarımız bulunmaktadır ancak bu planlarımızın, ABD’nin hedeflerine hizmet edecek zamanda ve boyutta tezahür etmemesine de dikkat etmemiz gerekmektedir. Aksi takdirde kaş yapmak isterken, göz çıkarmak durumu ile karşılaşabilmemiz mümkündür. Bu noktada özellikle İsrail’in ürettiği sinsi ve fitne içeren politikanın, hiçbir zaman gözardı edilmemesi gereğinin bulunduğunu önemle belirtmek isterim. Son dönemde Azerbaycan ile Ermenistan arasında Zengezur bölgesi gerilimi üzerinden şekillenen ve İran’ın da dahil olmasıyla bölgesel bir savaş için mutlak bir zemin oluşturan gelişmelerin de CIA//Mossad işbirliğiyle şekillenen bir stratejinin, sahaya ilişkin önlenemeyen yansımaları olduğunu da görmek gerekmektedir.
ABD’NİN, KÜRESELCİ PAGANLARIN VE İSRAİL’İN EN KORKTUĞU ŞEY, TÜRKİYE’NİN ; Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de ilişkin olarak politika geliştirmeye odaklanmasıdır. Zira onların EZOTERİK BİR SAPLANTIYLA İsrail’i dünya merkezine alan bir siyasi stratejiye öncelik vermeleri ve günümüzdeki İpek Yolu’nun asıl pazar merkezi olarak sözde Büyük İsrail Coğrafyası’nı ve Doğu Akdeniz limanlarını esas almaları, bölgemizde yaşanan fitnenin temel kaynağı konumunda bulunmaktadır. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, müslüman ve Türk bileşkesinden oluşan ve kendileri için gelecek önermeleri bağlamında tahminlerin de ötesinde tehlike arzeden bir güç tarafından yönetilmesinin bir şekilde engellenmesi gerektiği gibi Türkiye’nin askeri ve siyasi açıdan güçlü bir devlet konumunda bırakılmasına ve Türk Devletler Birliği ile siyasi ve stratejik mahiyeti haiz küresel bir güç olarak varlık kazanmasına olanak tanınmaması da zaruret arzetmektedir. İŞTE BUNUN İÇİN, Türkiye’de Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın seçimleri kazanması engellenmeye çalışılmakta, güçlendirilmiş parlamenter sistem safsatasıyla başkanlık sistemi aleyhine kasıtlı faaliyetler yürütülmekte ve Hdp üzerinden demokratikleşme paradigması kullanılarak Türkiye’nin bölünme ve iç savaş riskiyle karşı karşıya bırakması için faaliyet icra edilmektedir. Ayrıca savunma sanayimizin gelişmesi ve üretim kapasitesinin büyümesi, çeşitli ambargo ve vatandaşlarımıza yönelik algı yönlendirme taktikleriyle akamete uğratılmaya çalışılmakta ; Döviz kurları üzerinden ekonomik düzen ve memnuniyet algısı bozulmaya çalışılarak arzulanan iktidar değişiminin , medya güçleri de kullanılmak suretiyle gerçekleştirilmesi için büyük çaba sarfedilmektedir.
AKLI VE MUHAKEME YETENEĞİ OLAN HERKES, çevre ülkelerde yaşananlara da bakarak, kendisine uzatılan HAVUCU ALDIĞINDA, kısa bir süre sonra oturtulacağı Voyvoda kazığına hazır olması gerektiğini şimdiden idrak etmelidir. Sonra kimse, bizi uyaran olmadı savunmasına da sığınmamalıdır. Türkiye’nin yönetimi, küresel güç merkezlerinin güdümündeki işbirlikçi, bölücü, İsrail ve batı yanlısı ve gerisini okuyucularımın izanına bıraktığım vasıfları taşıyan bir zihniyetin eline geçtiğinde, emin olunuz ki bir daha ayağa kalkamamamız ve cümle aleme ibret olması için tabiri caizse ayaklarımız kırılacak, varlığımıza vurulacak prangalar katmerli olacaktır. Şahsen bir aydır sahte haber ve yönlendirmelerle döviz kurlarını nasıl yükseltmeye çalıştıklarını, soğan gibi herkesin sofrasının vazgeçilmezi bir ürün üzerinden gerçekleştirilen provokasyonlarla seçmenin iradesini nasıl etkilenmeye çalışıldığını yakından takip ediyor ve bu kurgunun ülkemizdeki CIA ekibi tarafından tezgahlandığını da çok iyi biliyorum. Şimdi şikayet ettiğimiz ve milli varlığımız, inancımız, vatanımız, devletimiz, bayrağımız, ailemiz ve tüm kutsallarımız yanında çok basit ve değersiz kalan ve de kasıtlı olarak sorun haline getirilen meseleler üzerinden geliştirilen algıya kapılarak hareket ettiğimizde, içinde bulunduğumuz günleri ve şartları mumla arayacağımızı kesinlikle aklımızdan çıkarmamalıyız.
Büyük Türkiye’ye , Büyük Türk Dünyası’na, Türkiye Yüzyılı’na, Türk- İslam Dünyası birlikteliğine, yeni ve adil bir düzene ve cihana hükmeden//yönveren bir geleceğe, batının tasmalı hizmetkarı olmaya and içmiş bir zihniyetle değil ; Cumhur İttifakı zihniyeti, politikaları ve bu mefkurenin liderliğine soyunan kişilerce ulaştırılabileceğimizi asla unutmamalıyız. Eksikliklerimiz, hatalarımız ve yetersizliklerimiz, giderilemeyecek ve irademize ket vurmamıza neden olacak şeyler değildir. Anasının- babasının- abisinin- kocasının, karısının, ailesinin, evinin, malının, vatanının, devletinin kıymetini bilmeyenler nasıl başkalarının yaşamına payanda olmaya mahkum olursa, liderimizin kıymetini bilmeyenler de Dersimli mücahit- seyyid- hacı – hafız- küreselci para baronu faizcilerden temiz para getirecek hesap uzmanı – Apo’ya//Selahattin Demirtaş’a ve FETÖ’cülere özgürlük bahşedecek- Yerel Yönetimler Özerklik şartını tanıyarak Kürdistan’ın kuruluşunun ve bir iç savaşın önünü açacak- Pkk’nın sonuna kadar desteğini ilan ettiği - Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasını bir tehlike olarak değil, vatanını savunan bir oluşum olarak gören Kemal Kılıçdaroğlu’na mahkum olmanın ve müslüman- Türk milletini zillete düşürmenin aczini ve kahrını yaşayacaktır.
Bizler asla ama asla ne bir acze ne de bir kahra ortak olmayacağız. Bizler ; kutlu bir geleceğe, şeref ve azametle yürüyen bir neslin yılmaz ve yıkılmaz temsilcileri olarak ebediyen anılacak ve her daim izzet tahtında bulunacağız…
19.04.2023// 00.07
SEDAT ÇETİNKAYA
.SEÇİMLER ÜZERİNDEN AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ’NE VE KÜRESELCİ PAGANLARA OKKALI BİR TÜRK TOKADI ATMAK…
İçinde bulunduğumuz dönem itibariyle dünya üzerinde, siyasi ve sosyolojik tabanlı İKİ BÜYÜK ZEMİN ve bu zeminlerden yükselen gelişim süreçleri dikkati çekmektedir...
Bu siyasi ve sosyolojik tabanlı zeminlerden BİR TANESİNİ , 20 nci yüzyılda oluşturdukları küresel hakimiyet düzeni üzerinden, daha sapkın yaklaşımlar dahilinde yeni bir dünya düzenine ulaşmaya çalışan küreselci paganların güdümünde hareket eden ; inançsız, bilinçsiz, milliyetsiz, devletsiz, sadece kişisel çıkarları için yaşayan, dünya vatandaşlığı kavramını kabullenmiş, kendisini sürü bilincinin akışa bırakmış, ilkesiz, savunduğu değerler silsilesi bulunmayan, Şeytani yapıların çizdiği yola ve sona kendisini teslim etmiş insanlar teşkil ederken, DİĞERİNİ İSE ; Allah inancına sahip, müslüman, milliyet-insanlık ve ümmet bilincine malik, “insanlığın ortak değerlerine katkıda bulunmakla birlikte dünya vatandaşlığı gibi içi boşaltılmış, hükmetme iradesini, güvenliğini ve yaşama ilişkin hemen hemen herşeyini başka kişi ve grupların eline bırakacağı bir küresel devlete ve dünya vatandaşlığına olumlu bakmayan”, milli ve manevi değerleri ve ilkeleri bulunan, sürü bilincine değil bireyin varlığına ve iradesine değer veren ve Şeytani yapıların ortaya koyduğu düzene ve tekliflere karşı duran insanlar meydana getirmektedir.
Küresel hakimiyet, geride bıraktığımız yüzyılda büyük ölçüde küreselci paganların elinde bulunduğundan, günümüzdeki sürecin yönetimine ilişkin planlama ve hazırlık aşaması itibariyle küreselcilerin daha önde olduğunu söyleyebilmek mümkün olsa da oluşan milli- manevi ve insani temelli dirençlerin, küreselcilerin ivmesini durdurduğunu, planlarını bozduğunu ve onları geriletmeye başladığını söyleyebilmek olanaklı hale gelmiş bulunmaktadır.
KÜRESELCİLER AÇISINDAN BU NOKTADAN SONRASI ; planlarına sadık kalmak suretiyle ya da gerekli plan revizelerine dayanarak sonuca gitmeye çalışmak, bu hususta kararlı // ısrarcı olmak ve ellerinden geldiği ölçüde mücadele içinde bulunmaktır.
Milli- manevi ve insani temellere sahip güç merkezlerinin geleceği açısından önemli olan şeyler ise ; birlik içinde bulunmak, iç barışı tesis etmek, küreselcilerin önerdiği ve hakimiyet altında tuttuğu her şeyden uzak durmak, vakit kaybetmeden paranın yönetimi ve transferi- uluslararası kurumlar ve yapılar – endüstri –teknoloji- savaş sanayi- sağlık- gıda güvenliği- dünya düzenin korunması gibi hususlarda yeni bir sistem oluşturmayı başarmaktır. DAHA AÇIK BELİRTMEK GEREKİRSE ; Dolar başta olmak üzere küreselcilerin rezerv paralarından, bankacılık sisteminden, silahlarından, medyasından, internet elemanlarından, teknolojisinden, endüstrisinden, gıda ve ilaç tekellerinin alışkanlık ve dayatmalarından, tohumlarından, yaşam biçimlerinden, sinemasından, IMF- Dünya Sağlık örgütü, Dünya Ticaret Örgütü- Birleşmiş Milletler gibi düzmece yapılarından kurtulmak ve bunun için yeni bir dünya düzeni inşasına başlamaktır.
ANCAK BU BAŞLANGICI YAPMAK, GERÇEKTEN DE KOLAY DEĞİLDİR. Bunun için dünya’nın, yeni bir bakış açısı kazanması gerektiği gibi milletlerin de bu düzeni oluşturma yolunda faaliyet icra eden yöneticilere destek vermesi, küreselci paganların pompaladığı düzene ve algı yönlendirme operasyonlarına karşıt tepki geliştirmesi, kısa ve orta vadede oluşacak sıkıntılara göğüs germeyi başarması gereği bulunmaktadır.
Elbette bu noktada kaderin hükmünü elinde tutan Aziz ve Muktedir olan yüce Allah’ın iradesinin bu süreç üzerindeki etkisini izlemenin büyük bir nimet olduğunu da ifade etmek isterim...
DİKKAT EDİLECEK OLURSA ; İttihatçı hainlerin, hanlar hanı Abdülhamid Han’ı aşağılık bir darbe ile tahtan indirmesiyle başlayan ve büyük ölçüde küreselci paganların güdümünde şekillenen kokuşmuş küfür düzeni, Ak Parti’nin iktidara gelmesiyle çöküş sürecine girmiş ve 2023 seçimleri itibariyle çökme noktasına kadar da gelmiştir. BU SÜREÇTE ; dağılan ümmet, kendisine gelmiş ve ülkemizin yönetime sahip olabilecek bir yeterliliğe de ulaşmıştır. Bu arada Türkün Kürde, Arap’a ve diğer müslüman milletlere, onların da Türk’e karşı olan lüzumsuz ve fitneye sebebiyet veren olumsuz yaklaşımlarını azaltacak ve birbirimizi yeniden tanımamıza imkan verecek olaylar, göç- deprem- iç savaş-ambargo- ekonomik saldırı gibi hadiseler çerçevesinde yaşanmış, İslam dünyasının içindeki fitne odakları kendilerini belli etmek durumunda kalmışlardır. Bu arada Türk Birliği’nin temeli atılmış, İslam dünyasında batı karşıtlığı fikri, henüz çok önemli bir siyasi etki üretmemiş olsa da önemli bir zemin kazanmıştır. Çok yakında İslam dünyasının da adım adım değiştiğini ve küreselci paganların karşısında duran cephedeki yerini açık bir şekilde aldığını görme imkanı doğmuş durumdadır. Avrupa Devletleri, ABD politikaları çerçevesinde kendisini savunmaktan aciz bir güç durumuna düşerek, askeri ve siyasi etkilere açık pozisyonda kalmış, Amerika Birleşik Devletleri ise her sahada güç kaybetmeye başlamıştır. Özellikle Doların rezerv para olma durumu, yükselen bir ivme dahilinde azalmaya başlamış ; henüz bir hazırlık süreci olmadığı ve bu hususta liderlik yapacak bir ülke de ortaya çıkmadığı için Dolarizasyon sürecinden kurtulmak isteyen devletler, ikili ticarette kendi para birimlerini kullanmaya başlayarak, enerji ürünlerinin alım- satımında Dolar’ı kullanmayarak, uluslararası kredi kuruluşlarının ve IMF’in etkisinden kurtularak ABD’nin çöküş sürecini hızlandırma eğilimi içinde olduklarını teyit etmişlerdir....
ÖNÜMÜZDEKİ SÜREÇ, küreselci paganların hakimiyetindeki batı dünyasının karşısında Müslüman- Türk milletinin ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin liderliğinde şekillenecek "yeni bir düzeni" beklemektedir. RUSYA, varlığını sürdürebilmek için Türk dünyasıyla birlikte hareket etme zorunluluğunu iliklerine kadar hissetmiş, küreselci paganların etkisini dışlama ihtimali bulunan ÇİN DERİN DEVLETİ , siyasi etkinlik kazanabilmesinin Türk//İslam dünyası ve Rusya ile yakın ilişkilerden geçtiğini idrak etmiştir. Bu arada küreselcilerin, Çin’e alternatif olarak tam da kendilerine uygun bir devlet olan HİNDİSTAN üzerinden alternatif planlar yaptığını görmek gerektiğini de belirtmeden geçemeyeceğim.
MÜSLÜMAN- TÜRK MİLLETİNİN YÖNETİMİNDEKİ DEVLETİMİZ ; Afrika’dan Balkanlara, Moğalistan’dan Macaristan’a değin geniş bir coğrafyada her geçen gün varlığını daha büyük bir etkiyle hissettirmeye başlamış, askeri gücü- caydırıcılık etkisi ve çekim kapasitesi tahmin edilemez bir boyuta yükselmiştir.
İşte dünya üzerinde kurulacak yeni dünya düzeni açısından BAŞLANGIÇ NOKTASI, 14 Mayıs 2023 tarihinde yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri olacaktır. Bu seçim neticesinde kıyamet öncesi son düzlükte verilecek büyük mücadelelere ve yaşanacak altın çağa yürüyen müslüman- Türk milleti, küreselci paganlara, onların kontrolündeki devletlere VE İÇİMİZDEKİ İŞBİRLİKÇİLERE büyük bir Osmanlı tokadı atacaktır…
BİR TOKAT DA SİZ ATMAK İSTEMEZ MİSİNİZ !
Aziz ve Hakim olan Allah’ın huzurunda ne getirdin diye sorulduğunda, küreselci paganlara ve onların dümen suyunda savrulanlara atılmış okkalı bir Osmanlı tokadı getirdim demek isteyenlere BUYRUN DOSTLAR , seçim günü Cumhur İttifakı’na ve Sayın R.Tayyip Erdoğan’a vereceğiniz bir oyla bunu gerçekleştirmenizin önünde hiçbir engel yoktur, yeterki siz irade ediniz derken, tüm dostlarıma sevgi ve saygılarımı sunuyorum…
06.04.2023 // 22.23
SEDAT ÇETİNKAYA
.ADIM ADIM YAKLAŞAN YENİ BİR SAVAŞ ÜZERİNDEN ŞEKİLLENEN KÜRESEL STRATEJİ…
Ermenistan ; Rusya Federasyonu’nun arka bahçesi olma durumu ile batı ittifakının Kafkaslara ve Türkistan’a açılan kapısı konumunda bulunma arasında BÜYÜK BİR İKİLEM yaşayan ve gerçeklik algısından kopmuş insanların varlığını sürdürdüğü bir ülke konumunda bulunmaktadır.
Ermenistan, kısa süre önce Azerbaycan karşısında yaşadığı askeri ve siyasi hezimetin etkilerini sınırlı tutabilmek için zorunlu olarak RUSYA’YA SIĞINMIŞ OLSA DA Rusya’nın hegemonyasından kurtulmayı amaçlayan siyasi tutumundan vazgeçmiş de değildir. Azerbaycan karşısında yaşadığı askeri hezimete rağmen, yapılan seçimlerden N. Paşinyan’ın galip çıkması, Ermenistan vatandaşlarının büyük bölümünün de RUSYA KARŞITI bir yaklaşım içinde olduğunu ortaya koymuş durumdadır. Bu arada yine HAYAL DÜNYASINDA YAŞAYAN ERMENİ DİASPORASININ yürütmekte olduğu gündem ile Ermenistan üzerinden küresel siyasi denkleme dahil olmaya çalışan bazı bölgesel ve küresel güç merkezlerinin faaliyetlerinin, Ermenistan’ın akıl ve pozitif strateji dahilinde yürütebileceği politikayı bloke ettiğini ve Ermenistan’ı çıkmaza sürükleyen bir algının ve sürecin gelişmesine sebebiyet verdiğini de ifade etmek isterim. Bu noktada farklı bir bakış açısıyla meseleye yaklaşıldığında, Ermeni çetelerinin 100 yıl önce, silahsız müslüman Türk milletine yaptığı zulmün karşılığını görecekleri bir sona doğru hızla yaklaşmakta olduğunu belirleyen bir ilahi tecellinin mevcudiyetinden bahsedebilmek de mümkün bulunmaktadır.
Rusya’nın, Ermenistan’ı kullanarak daha doğrusu ERMENİSTAN’I YEM YAPARAK , Rusya- Ukrayna savaşı nedeniyle üzerinde oluşmuş bulunan baskıyı hafifletmeye yönelmesinin, akla ve stratejiye uygun bir hamle olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Böylece Azerbaycan//Ermenistan arasında çıkacak ve İran’ın da meseleye dahil olma ihtimali bulunan bir savaşta, takınacağı ; edilgen , batıyı suçlayan ve İran ile Türkiye’nin arasını bulmaya çalışan bir pozisyon ile Rusya, Türkiye’yi kendisi ile aynı siyasi zeminde bulunur göstermeye ve böylece batı ittifakını zayıf düşürmeye matuf bir strateji geliştirmeyi de hedefleyebilir…
Ermenistan ; RUSYA’NIN KENDİSİNİ TÜRKİYE’YE KARŞI KORUYAMAYACAĞINI, buna askeri - siyasi ve stratejik açıdan gücünün yetmeyeceğini , Rusya ile Türkiye arasındaki bir çatışmanın, Rusya’yı dağılma riski ve iç savaş tehdidi ile karşı karşıya bırakacağını ve bu nedenle de Rusya’nın, Türkiye’yi hiçbir zaman karşısına alamayacağını gayet iyi bilmektedir. Bu noktada RUSYA, gerek batı ittifakına ve gerekse Çin’e karşı yürütmesi gereken stratejik mücadele noktasında GELECEĞİNİN, Türk Devletler Teşkilatı ve Türkiye’nin hinterlandıyla birlikte hareket etmekte olduğunu da idrak etmiş bulunmaktadır. Ancak Ermenistan, Türkiye’nin içinde bulunduğu deprem felaketi nedeniyle zayıf düştüğünü ve yaşanacak seçimler nedeniyle de iç meselelerine yoğunlaşmak durumunda olduğunu ve bu durumun kendisi açısından bir fırsat BELKİ DE TEK FIRSAT olduğunu düşünerek hata yapmaya meyilli olduğunu da son dönem faaliyetleriyle ifşa etmiş bulunmaktadır. Ve belki de ortaya koyduğu faaliyet ve hedefler, büyük bir savaş resminde SADECE KENDİNE DÜŞEN GÖREVİ VE STRATEJİYİ tanımlamaktadır ki her zaman, taktik değerlendirmeler noktasında dahi büyük pencereden meselelere bakma boyutunu atlamamamız gerektiğini de ifade etmek isterim.
İSRAİL ise, Azerbaycan ve bağımsızlığını kazanmasını istediği Güney Azerbaycan üzerinden bölge hakimiyeti ve geleceği üzerine planlar yapmakta, Ermenistan ve Azerbaycan arasında ZENGEZUR BÖLGESİ’NİN HAKİMİYETİ üzerinden başlayacak bir savaşa İran’ın müdahil olmasının sağlanması durumunda, Türkiye’nin de meseleye dahil olarak İran’ı yenilgiye uğratacağını öngörmektedir. Böylece sinsi ve gizli ortağı İran’ı, daha büyük bir amaç için satmakta, KAZ GELECEK YERDEN TAVUK ESİRGEMEME STRATEJİSİNİ sahaya sürmektedir. Elbette bu durumda NATO’nun ve İsrail’in, İran’a yönelik olarak rahat bir saldırı stratejisi yürütebileceğini ve böylece ; bölgenin İsrail’in arzuladığı doğrultuda şekillendirilmesi sağlanırken, Türkiye’nin İsrail’e yönelik düşmanca bir tutum içine girmesinin “ BİRLEŞİK BÜYÜK AZERBAYCAN” üzerinden garanti altına alınmasının temin edilebileceği de dikkate alınmaktadır. Ve hatta belki de TÜRK DÜNYASINI , bu yolla kontrol etmeyi planlamalarının söz konusu olabileceğini de şimdiden görmek ve gerekli tedbirleri vakit kaybetmeden alma gereğinin bulunduğunu da önemle ifade etmek isterim. Ayrıca bu cümleden olarak, BÜYÜK İSRAİL HEDEFİNİN İRAN AYAĞI ile ilgili oluşumun da devreye alınmış olacağını ve yine Türkiye’nin bloke ettiği Suriye ve Irak cephesi ile ilgili planlara da yeni bir etkinlik kazandırılmasının hedeflendiğini söyleyebilmek de mümkün bulunmaktadır. Bu önermenin, ABD’nin bölgeye yönelik son dönem faaliyetleriyle uyum içinde olduğu da dikkatlerden kaçmaması gereken tehlikeli bir durum olarak karşımızda durmaktadır.
Bu arada küresel fitne merkezi ABD ise, Ermenistan’ı kışkırtarak çıkaracağı bir Azerbaycan- Ermenistan savaşı üzerinden Rusya’nın ve Kollektif Güvenlik Teşkilatı’nın imajını yok etmeyi ; savaşın İran ve Türkiye’yi de içine alacak biçimde genişlemesiyle bölge üzerinde NATO üzerinden hakimiyet tesis etmeyi ve özellikle Türkiye’nin içinde bulunduğu dönemin koşullarından faydalanarak ve Türkiye’ye karşı Yunanistan tehdidini de gündeme taşıyarak, Suriye ve Irak hususunda şekillendirmeye çalıştığı planların icrasını bir oldu bitti durumu oluşturarak tamamlamayı hedeflemektedir. Zira varlık yokluk savaşı içine girecek bir İran’ın, Suriye rejiminin arkasında durabilmesi mümkün olmayacağından, Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanması kullanılarak Suriye rejiminin çökertilmesi ABD açısından mümkün hale gelecek ve bu girişim sonucunda Türkiye’nin hakimiyeti altındaki bölgeler, Suriye’nin toprak bütünlüğü adı altında tartışma konusu yapılır hale getirilmek istenecektir. Benzer bir durum, IKBY’nin kontrolü altındaki sahanın Irak’tan bağımsızlığını elde etmesi ve tüm bu saha ve yapıların, Büyük İsrail’i oluşturmak için biraraya getirilmesi için de kullanılmaya çalışılacaktır...
Ve emin olunuz ki Türkiye’nin tüm düşmanları, içimizdeki gafiller, hainler ve bunların yabancı ülkelerde konumlandırılmış figüranları, Sayın Erdoğan’ın yönetimine son vermeyi ve yerine işbirlikçi //çok sesli bir hükümet getirmeyi en önemli hamle olarak değerlendirmektedir. Çünkü Sayın Erdoğan yönetimi ve Cumhur İttifakı hakimiyeti değişmezse TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ ;
• Azerbayan-İran//Ermenistan savaşında, İran’ı da Ermenistan’ı da tek başına perişan edecek,
• Kardeş Azerbaycan devletine karşı savaş ilan edenleri perişan ederken, edilgen konuma düşürdüğü Rusya ile ilişkilerini de bozmayacak,
• Batı ittifakının iki yüzlülüğünü bir kez daha ortaya koyacak ve onları, Irak ve Suriye topraklarında yaptıkları planların içinde boğacak,
• Arkasına aldığı güçlerle boyundan büyük mücadelelere yelken açmak isteyen Yunan’a tam da almak istediği dersi verecek, gerçeklerle acı çekeceği yoldan yüzleşmesini sağlayacak,
• Ve KISACA tüm küresel güçleri tehdit eden ve onların diş geçiremeyeceği bir güç olarak şanlı bir tarih yazacağı sahneye tüm haşmetiyle yeniden çıkmayı başaracaktır.
HERKES BİLMELİDİR Kİ , kim bu ufkun ve gerçekliğin karşısında duruyor ve farklı bir konum alıyorsa, ne söylediğine ve ortaya koymuş olduğu gerekçeye bakılmaksızın ona karşı olumsuz bir tutum geliştirilmeli ; o kişi veya yapı desteklenmemeli ve kıyasıya eleştirilmelidir…
Müslüman- Türk milleti ; kendisini yok etmek, kaosa sürüklemek, yabancı güçlere peşkeş çekmek ve parçalamak için kurulan tuzaklara düşmeyecek, büyük bir ufuk ve tarihi tecrübeyle kurduğu tuzaklara düşmanlarını önce av sonra da yem edecektir…
BİZLER ; Hazreti Nuh’un, İbrahim’in, Zülkarneyn’in, alemlerin sultanı, iki cihan güneşi Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem’in, Alparslan’ın, Kılıçarslan’ın, Fatih Sultan Mehmet Han’ın, Yavuz Sultan Selim Han’ın, Sultan Süleyman’ın, Abdülhamid Han’ın ve Reis R.Tayyip Erdoğan’ın yanında saf tutup onlarla birlikte cihandaki küfre ve batıla karşı mücadele bayrağı açanlarız…
Bu kutlu mücadele bayrağının altında saf tutma şerefine ulaşamamış olanların ; bizleri anlayabilmesi de cihan hakimiyeti mefkuresini idrak edebilmesi de yaşanacak tarihi öneme sahip mücadelelerin önemini ve hazzını algılayabilmesi de mümkün değildir.
Sözlerime son verirken bu vesile ile Aziz ve Muktedir olan Yüce Allah’tan, tüm müslüman kardeşlerimin Ramazan ayını hayırlara vesile kılmasını dilerken, bizleri hak davanın asalet sahibi temsilcileri ve muzaffer savaşçıları kılmasını da gönülden dilerim…
22.03.2023 // 19.15
SEDAT ÇETİNKAYA
.BİR ÜLKENİN YÖNETİMİNİ ELE GEÇİRMEK VE BUNU DEVAM ETTİRMEK İSTEYEN BİR GÜÇÜN YAPACAKLARI…
Bir ülkenin yönetimini ele geçirecek imkanlara sahip olan bir güç merkezinin yapacağı İLK ŞEY ; o ülkede teşkilatlanmak, İLK HEDEFİ İSE ; yönetimi yıkarak kendi hakimiyetini tesis edeceği bir toplumsal zemin oluşturmaktır.
Bu hedefleri gerçekleştirmek için genellikle dernek, siyasi parti gibi yapılar üzerinden başlatılan muhalif hareketler, BU YAPILARIN ; toplumsal propaganda araçları ve tanınmış kişilere ait imajların kullanılması suretiyle büyütülmesi, finansal olarak desteklenmesi, silahlı bir güce evrilmesi, uluslararası desteğinin oluşturulması, sinir uçlarına dokunacak eylem ve faaliyetlerle toplumun kışkırtılması ve yönlendirilmesi için kullanılması suretiyle genişletilecektir.
Çok yönlü baskılar altında kalan mevcut yönetim ise, zamanla oluşan toplumsal memnuniyetsizliğin ve algı yönlendirmesiyle şekillenen dinamiklerin etkisiyle yıkılmakta ve halk, ortaya koyduğu muhalif anlayışın etkisiyle açığa düşerek, yeni yönetimin uygulamalarına yönelik olarak EDİLGEN ve KABULLENİCİ konumda bırakılmaktadır. Bu aşamada , durumun farkına varılsa da artık iş işten geçmiş olmaktadır.
İşte bu aşamadan sonra devletin ve ülkenin tam anlamıyla kontrolü için bir kontrol rejimi uygulanmaya başlanmakta ve her ülkenin özel koşulları da gözetilerek aşağıda belirttiğim sistem devreye sokulmaktadır. BU BAĞLAMDA ;
1. Yeni bir anayasa kabul edilmekte ve devlet bu yeni düzene göre şekillendirilmektedir.
2. Ülke halkının ; inancı , medeniyet değerleri ve tarihi ile bağlantısını kesecek politikalar sahaya sürülmektedir.
3. Ülke halkının ve devletin ; küresel iddia ortaya koyabileceği her türlü değer, makam, unsur ve altyapıdan uzaklaştırılması sağlanmaktadır.
4. Baskıcı geçiş döneminin hakim olduğu bir dönemi müteakip, toplumsal yapıyı ve siyaseti kontrol altında tutabilmek ve her zaman kendi arzuladıkları yönetimi teşekkül ettirebilmek için Parlamenter sistemin benimsenmesi sağlanmaktadır.
5. Siyasi partiler, arzulanan davranış biçiminin dışına çıkamamaları için ayrı ayrı ajan faaliyetlerinin, sızmaların ve sinsi kontrol mekanizmalarının süjesi haline getirilmektedir.
6. Parlamenter sisteme de ikinci bir kontrol mekanizması olarak, Cumhurbaşkanlığı makamının vesayeti adapte edilmektedir.
7. Ancak bu vesayetle de yetinilmeyerek; Anayasa Mahkemesi, yüksek yargı organları, devlet yüksek kurulları gibi çeşitli kurumlarının vesayetleri de sisteme eklenerek, yönetimlerin hareket sahası kısıtlanmakta ve tüm icrai faaliyetler kontrol altında tutulmaktadır.
8. Merkez Bankası’nın özerkliği ve bağımsızlığı gibi uygulamalarla hükümetler, gerçek anlamda hiçbir yetkiye sahip olmayan göstermelik bir merci konumunda bırakılmaktadır.
9. Milli Güvenlik Kurulu gibi yapılarla, hükümetlere ayar verecek mekanizmalar oluşturulmakta ve hükümetlerin faaliyetleri stratejik bir çerçevenin içine alınmaktadır.
10. Ülke medyası ve basın yayın elemanları, çeşitli denetim mekanizmalarının içine alınmakta ve gerçekleri haykıracak sesler, koordineli bir şekilde kesilmekte ve hatta ortadan kaldırılmaktadır.
11. Bankacılık sistemi, küresel güçlere biat eden sermaye gruplarına açılmakta ve bu sistem üzerinden ekonomiye, hükümetlere ve toplumsal dinamiklere yön verilmektedir.
12. Kredi imkanları ve borçlanma faizleri üzerinden hükümetlere ufuk çizilmekte , arzu edilen şekilde hareket etmeyen hükümetler, ekonomi üzerinden vurularak mevcudiyetleri sarsılmakta ve küresel güçlere biat etmeye davet edilerek hizaya sokulmaktadır.
13. Uluslararası kredi imkanları, küresel kredi ve derecelendirme kuruluşları, ülke üzerinde hakimiyet kurmak için kullanılmaktadır.
14. Ülke ordusu, çeşitli eleman devşirme yöntemleri kullanılarak ele geçirilmekte, gerektiğinde iktidara yön vermek, hükümetleri yıkmak ve devleti işgale açık konumda bırakmak için dizayn edilmektedir.
15. Milli silah sanayisinin gelişimine sadece kısıtlı üretim kıstasları dahilinde izin verilmekte, bu hususta oluşturulan bağımlılık ile bağımsız stratejilerin oluşturulması ve yürütülmesi engellenmektedir.
16. Madencilik faaliyetleri, ülkenin gelişmesine imkan verecek bir ölçüyü asla geçirilmemekte ; fiili uygulamalar, madencilik kanunlarının sınırlayıcı etkileri, kredi kullanımından uzak tutulma, maliyetleri yükseltme gibi onlarca yöntem kullanılarak bloke edilmektedir.
17. Üniversiteler, belirli kişi ve grupların insiyatifine terk edilmekte ve uygulanan adam kayırma yöntemleriyle, akademik çevrelerin işbirlikçi zihniyete hizmet eder halde bulunması sağlanmakta, üniversitelerin özerkliği söylemleriyle de hükümetlerin bu alandaki etkisi sınırlandırılarak, yüksek öğretim görmüş öğrencilerin düşünce biçimleri üzerinde etkili olunmaya çalışılarak ülke geleceğinin ipotek altına alınması garanti edilmeye çalışılmaktadır.
18. Ülke üzerinde hiçbir büyük ve prestijli projenin gerçekleştirilmesi desteklenmemekte, yapımına izin verilenlerin gerçekleşmesi de uzun yıllara yayılarak, projeden beklenen sonuçlar kadük bırakılmaktadır.
19. Ülke üzerinde stratejik mahiyeti haiz hiçbir sanayi yatırımının yapılmasına izin verilmemekte, verilenlerin yönetimleri ve piyasa faaliyetleri baskı ve kontrol altına alınarak, belirli bir kapasiteyi aşmaları engellenmektedir.
20. Ülke ekonomisini kontrol altına almak ve yapılan yatırımların belirli bir grup arasında paylaşımına olanak sağlamak için dernekler ve sendikalar oluşturulmakta ve bu yapılar üzerinden hükümetler de hesaba çekilmektedir.
21. Mimarlar Odası, Baro, Tabipler Odası gibi çeşitli adlar altında sivil toplum örgütleri oluşturulmakta ve bu örgütlenmeler kullanılarak, hükümet faaliyetleri kontrol altında tutulmakta ve kamu düzeni etkilenmeye çalışılmaktadır.
22. Marka ve patent gelişimi , kasıtlı yaklaşımlarla sınırlanmaktadır.
23. İhracat sınırlandırılmaya, ithalat teşvik edilmeye çalışılarak, oluşan dış ticaret açığı ve müzmin hale getirilen kamu borçlanması nedeniyle köle düzeni daimi kılınmaya çalışılmaktadır.
24. Kurulan düzen ve hakimiyet, uluslararası kurumlar ve uluslararası mahiyeti haiz anlaşmalar üzerinden güçlendirilmekte ve yönlendirilmektedir.
İşte, toplumun hemen hemen her alanına inhisar edilerek çoğaltılabilecek bu kontrol ve sömürge düzeni ve bu düzenin devamını sağlayan yerli işbirlikçiler, tüm toplum tarafından çok iyi anlaşılmalı ve HER MESELE , bu bilinç üzerinden değerlendirilmelidir.
BU BİLİNCE SAHİP OLMAYANLAR ; AK renge kara, Bozkurt’a çakal derken, kendi acziyetini ve ihanetini görmekten uzak düşerek , zilletin dibine demir attığı halde kendini, vatan kurtaran kahraman ve Allah yolunun yolcusu olarak bile görebilir…
İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ DÖNEM, yolumuzu ve çizgimizi belirlemek durumunda olduğumuz bir aydınlanma ve hazırlık sürecidir. BİR ADIM ÖTEMİZDE ; tarihi, dini, milli ve hayati öneme sahip mücadeleler bizi beklemektedir.
ZİLLETE RAM OLANLAR, kılavuzu karga olanın durumuna EVET diyenlerdir… Afiyet olsun demiyor ; gerçekleri görüp, inadı bırakıp, kılavuzu değiştirin diyorum…
13.03.2023 // 19.53
SEDAT ÇETİNKAYA
.MÜSLÜMAN – TÜRK MİLLETİ’Nİ VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİ, KÜRESEL GÜÇ MERKEZLERİNİN BOYUNDURUĞUNDAN KURTARAN , MİLLETİN EVLADI, BÜYÜK DEVLET ADAMI SAYIN RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİNDEN BAŞARISIZ ÇIKMASI İÇİN ANKARA’YA KONUŞLANAN VE FETÖ ARTIKLARIYLA BİRLİKTE KAOS SENARYOLARI ÜZERİNDE ÇALIŞMAYA BAŞLAYAN AJANLARI, SIĞINDIKLARI KILIFLAR VE İLİŞKİLER DE GÜVENLİ SANDIKLARI BİNALAR DA KURTARAMAYACAKTIR…
Artık , gizli şekilde oynanan bir oyun bulunmamaktadır...
Herşey, ülkemize ve devletimize yönelik AÇIK İHANETİN BİR ADIM GERİSİNDE ancak fütursuzca ve ahlaksızca icra edilmektedir...
Ülkemizde yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısında şekillenen cephe ; milli olmaktan, milli temellere dayanmaktan açık ara uzak bir yapılanma içerisinde olduğu gibi söz konusu cepheye yönelik olarak ortaya konan uluslararası destek de meseleyi , ülkemizi ilgilendiren bir seçim olmaktan çıkarmış ve KÜRESEL ETKİLERİ HAİZ OLAN BİR SAVAŞ haline getirmiş bulunmaktadır.
Dünyamızın, yeni bir sisteme ve tüm boyutlarıyla küreselci paganların kontrolünde olacak tek devlete doğru yönlendirilmeye çalışıldığı günümüzde, bu yönelimi bozacak şekilde etki üretebilecek tek güç olan Türkiye Cumhuriyeti’nin ortaya koyduğu "MERKEZ GÜÇ OLMA STRATEJİSİ" ve bu stratejiyi destekleyen politikalar, küresel siyasete ilişkin hesaplar yapanlar tarafından çok net bir şekilde görülmektedir...
HiİLAFETİN KALDIRILIŞINDAN bu tarafa başsız bırakılan İslam alemi, yediği darbelerin etkisinde ve işbirlikçi yönetimlerin prangasında bir kurtarıcı ararken, ülkemiz de parlamenter sistem saçmalığıyla kudretli hakanlarını, kağanlarını, başbuğlarını arar hale getirilmiş ; kutlu devletimiz de aciz ve itaatkar bir konumda ve batının emireri vasfını taşır halde bırakılmak istenmiştir.
İşte yıllardır adım adım verdiğimiz mücadele neticesinde, prangalarımızdan ve içimizdeki safralardan büyük ölçüde kurtulmuş olsak da küresel güçlerin yerli işbirlikçilerle birlikte milletimizin iradesini yönlendirmeye çalışmak için sergilediği bütünsel etkinin süjesi olmaktan tam anlamıyla çıkabildiğimizi söyleyebilmek mümkün değildir. Çünkü ülkemizin bir bölümü ; CHP zihniyetinin ve ülkemizde hakim kılınan kokuşmuş düzenin yıllarca takip ettiği politikalar neticesinde kimliksiz bir yapıya bürünmüş, bizim milli ve manevi değerler olarak sahiplendiğimiz kıymetlere karşı ziyadesiyle yabancılaşmıştır. Askerlik karşıtı olanlar da, elinde silah dağa çıkıp kardeşlik mavalı okuyanlar da , polis defol sloganları atanlar da ezana küfredenler de camilere ve hocalarımıza saldıranlar da kurbana- hacıya –hacca karşı olanlar da sapkınlığın dibine vurup ahlak dersi vermeye çalışanlar da dinimizi sinsice tahrip etme faaliyetleri sergileyenler de deizm safsatasını yayanlar da her güzel işe engel olmak için binbir çeşit yalan icat ederek fitne üretme hususunda birbirleriyle yarışanlar da ve hülasa bizim fikriyatımıza ve yaşantımıza ters olan herşeyi benimseyerek ; rakı, heykel ve aşk üçgeninde yaşayanlar da bunlardır. Yaşadığımız tüm sıkıntı, KÜFRÜN TEK MİLLET OLMA GERÇEĞİNİN, bünyemizdeki tezahürünün oluşturduğu etkilerden başka bir şey değildir.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ ; dünya ticaretinin göbeğinde dev bir üretim- lojistik ve finans merkezi olarak yükselmeye başlamış, Türk Dünyasını tarihi bir birleşmenin eşiğine getirmiş ; İslam dünyasını , Balkanları, Kafkasları, Afrika’yı ve hatta kendisinden çok uzak coğrafyaları bile etkiler hale gelmiş ; askeri kapasitesini, etkilediği tüm alanları domine edebilecek kritik bir eşiğe değin ulaştırmış ve siyasi etkisini yükselen bir ivmeyle genişletmeyi de başarmıştır. Batı ile geçmişte kurmak durumunda bırakıldığımız derin ilişkilerin etkileri, küreselci para baronlarının olumsuz faaliyetleri ve sistemin dayatmaları nedeniyle küresel boyuttaki ekonomik etkilerimiz şuan için sınırlı olsa da değişen dünyanın çok yönlü dengeleri, ekonomik bir güç olarak yükselmemiz için de sağlam bir zemin ve güçlü bir dinamik oluşturmaktadır...
Karşımızdaki Şeytani yapı ; elindeki tüm güçlerle, gerçek düşmanı olarak gördüğü müslüman- Türk milletine ve yüce devletimize karşı planlar kurmakta ve bizi açık bir yenilgiye uğratmak için stratejiler üretmektedir. Genel stratejilerine hakim olan uygulama ise KURALSIZLIKTIR ve bu kuralsızlıkla, kurallara bağlı kalarak mücadele edilemeyeceğinin de farkındayız ancak farkında olma durumundan icra durumuna geçmenin, içinde bulunduğumuz şartlarda çeşitli zorluklar içerdiğini de görmemiz gerekmektedir.
Belirtmek isterim ki ne Meral Akşener ne Kemal Kılıçdaroğlu ve ne de zillet cephesinin diğer aktörleri, kendi siyasi stratejilerini ve politikalarını uygulama noktasında SERBEST BİR SİYASİ POZİSYONA sahip değildir. ONLARIN ÖZGÜRLÜKLERİ VE KİŞİSEL HIRSLARI ; bir kölenin, efendisinden gizleyebildiği kadarıyla ve saklayabildikleri ile sınırlıdır. Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığına yönelik olarak karşıt bir tutum belirleyen Meral Akşener’in bu tavrı, GÜVENDİĞİ DAĞLARA KAR YAĞMASIYLA ve kendisine çizilen rolün hatırlatılmasıyla fabrika ayarlarına dönmüş ve zillet cephesinin seçim stratejisi de gerçekleşen yalpalama sonrasında, seçimlerin ilk turda kazanılmaya çalışılması şeklinde ŞİMDİLİK kesinlik kazanmış bulunmaktadır.
BU DURUM, uzun süredir ve adım adım ülkemize yerleşmeye çalışan CIA ajanlarının ve bağlantılarının çalışmalarını arttıracağı gibi bunlarla koordinasyon halinde çalışan, kendilerini güvende hissederek fütursuzca ve ahlaksızca Sayın Erdoğan’a saldırıp milletimize kumpas kurmaya çalışan MAŞA KONUMUNDAKİ ULUSLARARASI ARENADA YERLEŞMİŞ FİTNE ODAKLARINI da harekete geçirecektir. Hepimiz, şuandan itibaren her türlü ajitasyona, kurguya, yönlendirmeye, karalamaya hazırlıklı olmak durumunda olduğumuzu unutmamalı ve kendimizin asla edilgen bir süje olarak tanımlanmasına izin vermemeliyiz.
Buradan sesleniyorum ki başkentimize karargah kuran ve kendilerini birkaç aşamalı gizlilik protokolü ile sağlama aldığını düşünen ajanların hiçbirini rahat bırakmayacak ; onları, arkadaşları gibi arkalarına bile bakmadan kaçmak zorunda bırakacak ve onlara güvenerek yola çıkan işbirlikçileri de HAK ETTİKLERİ NETİCEYE KAVUŞTURACAĞIZ…
Büyük ve kutlu devletimiz, kendisine tuzak kuranları, sahada karşılayacak güce de hiç beklemedikleri anda ve yerde onları perişan edecek hamleleri yapma irade ve stratejisine de sahiptir.
Dost da düşman da bu gerçeği BİRKEZ DAHA öğrenecek ve seyredecektir…
En güzel mücadele yöntemi ; vurulmadan vurmak, beklenmeyen yerden saldırmak ve alınan darbeye aldırış etmeksizin mücadeleye devam etmeyi başarmaktır...
08.03.2023 // 17.43
.MERAL AKŞENER’İN SEÇİM TAKTİĞİ GÖLGESİNDE ZİLLET İTTİFAKI STRATEJİSİ VE MUHTEMEL SONUÇLARI…
İttihatçıların günümüzdeki temsilcileri konumunda bulunan partilerin ve küresel güçlerin yerli işbirlikçileri durumundaki yapıların bileşkesini teşkil eden zillet ittifakının, iki farklı siyasi taktiğinin bulunduğunu ve bu siyasi yaklaşımların temel ayrımının, SEÇİMLERİN İLK TURDA KAZANILIP KAZANILAMAYACAĞI öngörüsüne bağlı olarak şekilleneceğini daha önce belirtmiştim.
Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’ın, Türk Milletini tanımayanlar ve geliştirdikleri hayal dünyasında yaşayanlar için aleyhine gibi görünen şartların varlığına rağmen, seçimlerin herhangi bir erteleme yaşanmaksızın yapılması noktasında kararlı olması, zillet cephesi üzerinde önemli bir baskı oluşturmuş ve onları adeta PANİĞE SEVKETMİŞ bulunmaktadır.
Bu panik ortamı içerisinde, güçlü ve millete güven veren bir lider üzerinde Kİ ÖYLE BİRİ DE YOKTUR, herhangi bir uzlaşmaya varamayan zillet ittifakı temsilcileri, seçimleri ikinci tura taşımayı amaçlayan bir yaklaşımla iki farklı aday oluşumu üzerinden hareket etmeyi tercih etmiş gibi görünmektedir...
Bu yaklaşım üzerinden bir değerlendirme yaptığımızda, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterileceği cephenin, HDP’Yİ DE İÇİNE ALACAK BİÇİMDE ŞEKİLLENECEĞİNİ ve fakat buna karşılık HDP ile aynı cephede bulunmaktan şeklen kurtulacak olan İyi Parti’nin de TEPKİ OYLARINA VE KARARSIZLARIN OYLARINA talip olacak bir taktikle sahaya yayılacağını söyleyebilmek mümkündür. BU TAKTİKLE MAKSİMİZE EDİLEN TÜM ZİLLET CEPHESİ OYLARININ, seçimlerin ikinci tura kalmasını temin etmesi durumunda ise ; küresel efendilerin devreye girmesi, yerel ve uluslararası medya üzerinden oluşturulacak sinerji , algı operasyonları, psikolojik harp taktiklerinin sahaya sürülmesi ve beşinci kol faaliyetleri ile tıpkı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde olduğu gibi beklenmeyen bir sonuca varlık kazandırılmaya çalışılacaktır.
Bu taktik ise hem Meral AKŞENER’in hem de arkasında duran küresel güçlerin elini güçlendirecek bir siyasi zemine olanak verir gibi görünmektedir. Zira seçimlerin ikinci tura kalması ihtimali karşısında Meral Akşener, hem Sayın Erdoğan’a hem de Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı, “HANGİ TARAFTA YER ALIRSAM SEÇİMİ O KAZANIR” şeklinde ikili bir taktikle hareket etme ve bu arada MHP’nin, Ak Parti ile İyi Parti’nin yakınlaşmasını istememe hassasiyetini kullanarak, Cumhur İttifakı’na zarar verme ve bir anlamda siyasi şantaj yapma imkanına kavuşmuş olacaktır.
Ancak yine de ortada, tüm dengelerin ve stratejilerin değişmesine neden olabilecek ÇOK STRATEJİK BİR SORU bir de muhtemel bir siyasi durum bulunmaktadır. Bu bağlamda sorulması gereken çok stratejik soru ; Meral Akşener’in, Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını desteklememek biçiminde ortaya koyduğu siyasi tavrın temelinde zillet ittifakının bünyesinden doğan bir taktik mi yoksa Meral Akşener'in arkasındaki muhtemel küresel güçler ile Sayın ERDOGAN arasında var olan, küresel dengeler açısından önem arzeden ve devam eden bir siyasi pazarlığın mı bulunduğu şeklinde ortaya çıkmaktadır. Eğer böyle bir pazarlık varsa, Meral Akşener’in yedili (7'li ) zillet cephesi masasından ayrı düşmesinin, danışıklı bir dövüşün ürünü olmadığını, uluslararası zeminde oluşan veya oluşma ihtimali bulanan bir diyaloğun sonucu olduğunu söyleyebilmek mümkün hale gelecektir. Böyle bir durumda muhtemel Cumhurbaşkanı adayı Meral Akşener'in kendisi olacak, ve İyi Parti lideri Meral Akşener, ilk söylemleri dışında farklı bir aday tespiti arayışı içine de girmeyecektir.
Lakin kanaatimce küresel güç merkezleri ile Sayın ERDOĞAN arasında şuan için böyle bir uzlaşma arayışı durumu söz konusu değildir. Zira Sayın ERDOĞAN, yapılacak seçimlere ilişkin ilk tur sonuçlarını görmek istediği gibi küresel güç merkezleri de bu sonucu görmek ve strateji tahtasındaki hamlelerini bu çerçevede icra etmek istemektedirler.
Şahsi kanaatimce, Sayın ERDOĞAN, küresel güç merkezlerine karşı HİÇBİR TAVİZ VERMEYECEK ; müslüman Türk milletine karşı samimiyet , sadakat ve hizmetten, taktik icabı da olsa hiçbir şekilde ayrı düşmeyecektir. Onun küresel güç merkezlerine yönelik olarak yapacağı ancak herkesin anlamakta zorlanacağı tek şey ; ABD’ye, NATO’ya, FETÖ’ye, İsrail’e ve Avrupa Birliği’ne ilişkin meseleler ve stratejiler örneklerinde de olduğu gibi düşmanı açığa düşürecek oyalama taktiği uygulamak olacaktır.
Zillet cephesinin ve arkasındaki güç merkezlerinin içinde bulunduğu ; samimiyetsizlik, ikilem, niteliksizlik, kifayetsizlik, dağınıklık, güvensizlik ve inançsızlık hali, onları tam bir fiyaskoyla karşı karşıya bırakacaktır.
En az onlar kadar zillet cephesine güvenerek kendilerine saf belirleyen ve Sayın ERDOĞAN sonrası için boş hayaller kuran zavallılar da tam bir hüsrana uğrayacak ; Kılıçdaroğlu ve zillet masasının düşkün yandaşları, bir daha belini doğrultamayacakları şekilde tarihin siyasi partiler çöplüğündeki yerini acze, zillete ve çirkefe bulanmış olarak alacaktır.
Aziz ve Hakim olan Yüce ALLAH tarafından üzerine yemin edilen ZAMAN ; müslüman- Türk milletinin, tarih sahnesinde üstleneceği büyük sorumluluğun başlaması , altın bir çağın yükselişi ve Kızıelmamızın cihanı kuşatır hale gelmesi için hazırlanmaktadır.
Biliniz ki Allah’a savaş açanlar ve onun iradesinin karşısında saf tutanlar ; bizler, varlığımıza bahşedilen yenilmez ve yıkılmaz güçle ve birlik içinde mücadele ettiğimiz müddetçe, Allah’ın yeryüzündeki ordusu olan Ümmet-i İslam’a karşı asla başarılı olamayacaktır.
Sahip olmaktan gurur duyacağımız tek şey ; varlığımızdaki ilahi cevhere yakıt olan imanımızdan tecelli edecek sonsuz ve yenilmez mücadele azmi olmalıdır.
DEVİR VE DEVRAN ; vurana elsiz, sövene dilsiz olma devri değildir. DEVİR ; ileri atılma, dişe diş, kora kor mücadele etme devridir. Herkes bilmelidir ki kimse bu mücadeleden kaçamayacak, herkesin safı da adım adım belli olacaktır...
Ne mutlu, Adem nesli ile Şeytan’ın çocukları arasındaki mücadelede, insan olmayı ve insan kalmayı mümkün kılıp, müslüman kimliği ile Allah’ın ordusunda MEHMET isimli cengaver olmayı başarabilenlere…
03.03.2023//21.23
SEDAT ÇETİNKAYA
.ÖNÜMÜZDEKİ ON YILIN, TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ VE MÜSLÜMAN TÜRK MİLLETİ AÇISINDAN ÖNEMİ…
DÜNYAMIZ, nihayete erme sürecine doğru hızla yaklaşan insanlık tarihinin en önemli döneminin başlangıç noktasında ve tarihi öneme haiz gelişmelerin ise arifesinde bulunmaktadır.
Din-i mübin-i İslam’ın ve hak ile batılın mücadelesinde hakkın bayraktarlığını yapan müslüman Türk milleti’nin cihana yeniden hakim olma sürecinin, Büyük Türk Birliği’nin ve sonrasında ümmet-i İslam’ın yeniden büyük bir birlik altında şekillenmesi sürecinin, Deccal fitnesinin ve Dabbetül arz’ın ortaya çıkışının, Ye’cüc ve Me’cüc olarak isimlendirilen, istilacı dünya dışı varlıklarla insanlığın mücadelesinin, dünya atmosferinin önemli bir bölümünü kaplayacak olan bir dumanın çıkışının, Melhame-i Kübra savaşının, dünyayı sarsacak deprem, yanardağ patlaması gibi felaketlerin ve burada belirtmek istemediğim daha nice zorlu ve sırlı olayın yaşanacağı bir dönemin başlangıç noktasında bulunuyoruz.
Bu döneme hazırlık noktasında EN ÖNEMLİ SİLAHIMIZ ; imanımız ve mücadele irademiz olacaktır. Bu süreçte küresel güç merkezlerinin ve şeytani güçlerin yönlendirmesine kanmayanlar, inancını ve mücadele azmini koruyanlar ve birlikten ayrılmayanlar, gerek dünyamız ve gerekse ahir yaşamımız için mutlak galip olanlar safında yazılacak olanlardır. Bizler, Allah’ın ordusunun bir mensubu olarak, cihandaki tüm şeytani güçlere karşı savaş açmış kutlu bir neslin mensupları olarak kaydedilme şerefine erişmiş ve tüm insanlığın gıpta ile bakacağı bir nesli temsil eden kişiler olabiliriz…
İNSANLIK VE DÜNYA, küreselci paganların yönlendirmesinde oluşan şeytani cephe ile müslüman- Türk milletinin liderliğinde şekillenmeye başlayan İslam cephesi arasında kutuplaşmaya başlamıştır. Ancak içinde bulunduğumuz geçiş sürecinde , büyük ve tarihi bir mücadele için gerekli hazırlıkları yapabilmemiz için zamana, küçük galibiyetlere ve bazen de üzerimizdeki gafleti ortadan kaldıracak ve hazırlık sürecimizi hızlandıracak uyarılara da ihtiyacımız bulunmaktadır. Ve belirtmek isterim ki ne kadar erken kendimize gelirsek, bizim için o kadar iyi ve hayırlı olacaktır…
Bu süreçte sahip olduğumuz ve korumamız gereken en önemli şeyler ; devletimiz, liderimiz, birliğimiz, ordumuz, inancımız ve çok yönlü üretim kapasitemizdir. Bizi ileriye taşıyacak ve gireceğimiz mücadelelerden başarı ile çıkmamızı temin edecek değerlerimiz bunlardır. Bu değerlerimize saldıran kim varsa emin olunuz ki onlar içimizdeki hainler ve işbirlikçilerdir.
KUTLU DEVLETİMİZ, önümüzdeki 10 yıl içinde askeri açıdan kendine yetecek düzeye ulaşmış, eksikliklerini büyük ölçüde gidermiş, ekonomik gelişimini tüm küresel yönlendirmeleri yapabilecek düzeye ulaştırmış, Türk Birliği’ni önemli ölçüde geliştirmiş, nükleer silah kapasitesine ulaşmış, NATO ile bağlarını yavaş yavaş koparmış ve İslam alemini etrafına toplamayı ciddi biçimde başarmış olacaktır. Ve herşey işte o gün başlayacak, cihan hakimiyetine uzanacak mevcudiyetimiz o gün vücut bulacaktır. Ancak bu sürece uzanan yolda, yara almadan ilerlememiz hayati bir öneme sahip bulunmaktadır. Küresel hakimiyet mefkuresi güden tüm güçler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin önümüzdeki süreçte nasıl şekilleneceğini izlemekte ve ülkemizde yapılacak seçimleri beklemektedir. Yapacağımız bir hata, ilahi kaderin hükmünü değiştirmeyecek olsa da bizim açımızdan bedeli, sonradan telafi edilemeyecek ölçüde büyük olacaktır.
Hiçbir müslüman- Türk ; ABD’nin HAARP teknolojisinin karşı konulamaz etkisi, karşımızdaki güçlerin bizi mahvedebilecek olanaklara sahip oldukları, kurdun puslu havayı sevdiği, bizim çaresiz olduğumuz, yaşadığımız sıkıntıların altından kalkamayacağımız gibi safsatalara , bizi edilgen ve güçsüz kılmaya matuf psikolojik harp unsuru içeren yaklaşımlara itibar etmemelidir.
Ortada puslu havayı seven bir kurt varsa o kurt, BOZKURT hüviyetine sahip olan müslüman- Türk milleti, ortada bir aslan varsa o aslan ; Allah’ın yeryüzündeki ordusunun maliki konumundaki kutlu devletimizdir. Kuzeyden gelen güç de orta dünyanın hakimi de doğunun ve batının hükümranı da Allah’ın yeryüzündeki kılıcı da bizden başkası değildir. Kağıttan kaplan hüviyetini sahip küreselci sapkınlarla, hiçbir mücadeleden ve varlığını feda etmekten çekinmeyecek olan aziz ve asil milletimiz arasındaki mücadeleye ve cihanı sarsacak galibiyetimize tüm insanlık ve mevcudat yaşayarak şahit olacaktır…
Bu süreçte yanlış safta yer alanlar, kişisel çıkarlarını ve hırslarını ön planda tutarak gaflete düşenler, birlikten ve mücadeleden ayrı düşenler, fitne ve kaos peşinde dolaşanlar, şeytani güçlerle açık ve zımni biçimde ittifak halinde bulunanlar hem bu dünyada hem de ahir hayatlarında kaybedenler olacaktır.
Aziz ve Hakim olan Yüce Allah bizleri ; imandan, birlikten ve doğru yoldan ayırmasın…
26.02.2023 // 19.33
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ TOPRAKLARINDAKİ HAİNLER…
Ülkemiz, 6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde 7,7 ve hemen akabinde Elbistan’da meydana gelen 7,6 büyüklüğündeki depremler ve sayısı binlerle ifade edilen artçı sarsıntılarla derinden etkilenmiş bulunmaktadır.
Söz konusu depremler, hem 13,5 milyonun yaşadığı yerleşim bölgesinin merkezinde hem de yüzeye yakın bir şekilde gerçekleşmiş olduğu için ortaya çıkardığı sonuç itibariyle de büyük bir yıkıma ve insani kayba neden olmuştur.
Devletimiz ve milletimiz, yaşanılan felaketin büyüklüğüne rağmen, söz konusu depremlerin hemen ardından seferber olmuş ve özellikle milletimiz, MİLLET OLMA BİLİNCİNE SAHİP OLDUĞU gerçeğini bir kez daha tüm dünyaya göstermiştir.
ANCAK BU SÜREÇTE, Türkiye’mizi ve milletimizi ilgilendiren her meselede olduğu gibi fitne üretmekten başka hiçbir işe yaramayan, ahlak yoksunu, insanlıktan nasibini almamış, tek amacı ülkemizin yönetimini ele geçirerek milletimizi küresel güç merkezlerinin kölesi haline getirmek olan UŞAK RUHLULAR, milletimizin canı ve kanı üzerinden siyaset yapmaya, algı operasyonlarına başvurmaya ve devletimiz, enkaz altındaki onbinlerce insanı kurtarmaya çalışırken, milletimiz üzerinde psikolojik savaş taktikleri uygulamaya başlamışlardır. 1999 Gölcük depremini yaşayan bizler, aradan 15 gün geçtiği halde daha kurtarma çalışması için başına dahi gidilmemiş binalar olduğunu, binlerce bina enkazına bizzat halkımız tarafından müdahale edilerek kurtarma işlemlerinin ancak yapılabildiğini, ülkenin başbakanın talimat vermek üzere telefonla dahi İstanbul’un yanıbaşındaki deprem bölgesine ulaşamamaktan yakındığını, cenazelerimizin çürüme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını, herkesin kendi başının çaresine bakmak durumunda bırakıldığını yaşayarak görmüş insanlarız. Oysa şuan yaşanan felaketin boyutunun büyüklüğüne ve kış koşullarının oluşturduğu zorluğun varlığına rağmen, devletimiz tüm varlığıyla milletimizin yaralarını sarmak için uğraşmaktadır ve bu hususta yadsınamayacak bir başarıyı da ortaya koymuş durumdadır.
Bu süreçte izzet, şeref ve asalet sahibi milletimizin, temsilcisi konumunda bulunan devletimizi acze düşmüş gibi göstermeye çalışanların, askerimizin sahada olmadığından bahisle üretilen spekülasyonlar üzerinden algı operasyonlarına girişenlerin, Diyanet görevlileri , Afad ve Kızılay üzerinden milletimiz üzerinde dezenformasyon ve kışkırtma politikaları üretenlerin, deprem felaketinden mütevellit sıkıntıları Sayın Erdoğan’ı ülke yönetiminden düşürmek için tarihi bir fırsat addedip, yaşanan sürece pisliğinde boncuk bulmuş gibi sinsice sevinenlerin, devletimiz ve milletimiz arasına labirentler inşa etmeye çalışanların, hayatımıza anlam katan en kıymetli ifadelerden olan ALLAH- U EKBER ifadesi kokuşmuş ruhlarına batanların, MÜSLÜMAN TÜRK MİLLETİNİN EVLATLARI OLMADIĞINI BİLMEMİZ ve bu bilinci hiçbir zaman zayıflatmamız gerekmektedir. BUNLAR, bu ülkenin vatandaşı olarak görünüyor olsalar da asla bizden olmayan hainler güruhudur. BUNLARIN ; deprem felaketinde yaşamını yitiren kardeşlerimize, yaralılarımıza, yakınlarının yaşamı için endişe edenlere, nice zorluklar içinde yaşam mücadelesi veren insanımıza ve milletimize yönelik olarak hiçbir saygı ve sevgisi bulunmamaktadır. BUNLAR, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kendi devletleri olarak gören bir anlayışa da sahip değildir ve bunların hiçbir ilkesi , ahlaki temeli ve insani hassasiyeti de bulunmamaktadır. İŞTE BUNLAR, ülkemizi küresel güçlere peşkeş çekmek , işgale uğrayıp dağılmasına alkış tutmak için gece gündüz çalışıp, fitne üreten şeref yoksunları, içimizdeki provokatörler, etki ajanları , gönüllü teröristler, mandacılar, Allah tanımaz dinsizler, ne idüğü belirsiz sapkınlar, Gladyo artıkları ve tam anlamıyla DECCAL'IN ASKERLERİDİR…
HERKES BİLMELİDİR Kİ ; yaşadığımız ve felaket boyutunda tanımlanan süreç, ne kadar zor olursa olsun, devletimiz ve milletimiz kısa sürede tüm yaraları saracaktır. Bu felaket, küresel bir güç olma yolunda hızla ilerleyen milletimizin manevi altyapısını ve birliğini, tahmin edilmeyecek biçimde güçlendirmiş, üzerindeki külleri dağıtarak birlik, dayanışma ve mücadele ateşimizi harlamıştır. Yine bu süreçte hem Türk Devletler Birliği hem İslam dünyası hem de insani vasıflarını kaybetmemiş millet ve toplumlar, küresel gerçekleri daha iyi görme imkanına kavuştuğu gibi Türkiye ile birlikte olma parametresiyle hareket ederken, İNSANLIĞA KARŞI SAVAŞ AÇMIŞ ŞEYTANİ YAPILARA KARŞI MÜCADELE CEPHESİNİN MEVCUDİYETİNİ DE ORTAYA KOYMUŞLARDIR...
Kıymetli Dostlarım, an itibariyle büyük sıkıntılar yaşıyor gibi görünsek de YAKIN VE UZAK GELECEĞİN muzaffer milleti ve devleti biz olacağız… İNSANLIK, Müslüman- Türk Milleti’nin omuzlarında yükselecek , tarihin derinliklerinden gelen milletimizin en ufak sıkıntıda dağılıp kendilerine köle olmasını bekleyenler, TIPKI ATALARI GİBİ kahr-u perişan olacaktır.
MİLLETÇE YAŞADIĞIMIZ SIKINTILAR ; İslam aleminin uyanmasına, Müslüman- Türk milletinin lider ülke olma vasfının giderek pekişmesine, tüm ışıkların üzerimize doğrulmasına, büyük davaların gönüllü fedaileri olmak için kendimize çeki düzen vermemize, yüksek bir bilinç ve gelecek ufkunu gören bir ferasetle meselelere yönelmemize neden olacaktır.
Tüm Şeytani, Deccali güçler ve satanist paganlar ; kudretimiz, dirayetimiz, birliğimiz, azametimiz ve mücadele gücümüz karşısında kaybedecektir. AZİZ VE KUTLU MECLİSİMİZ İLE ŞAMBALA'NIN HİZMETKARLARI , kıyamet öncesi düzlükte bir kez daha karşılaşacak, hak ve hakkın kılıcı müslüman- Türk milleti bir kez daha galip gelerek, insanlığın şerefini kurtaracaktır. GEÇMİŞTEN GELECEĞE BAKANLAR İÇİN yaşadıklarımızın tek ve gerçek anlamı, tarihi bir mücadele için İLAHİ HÜKÜMLE YAPILAN BİR HAZIRLIKTAN başka bir şey değildir. Kayıplarımız ve yaşadıklarımız, büyük ve kutlu bir gelecek için ödediğimiz bedel ve verdiğimiz bir teminat gibidir…
İnanlar için ne bir hüzün ne de bir son vardır. Galip olan, Allah ve onun hizmetinde saf tutanlardır…
Bu vesileyle milletimize baş sağlığı dileklerimi sunar ; Aziz ve Muktedir olan yüce Allah’tan, ahir hayatlarına intikal eden kardeşlerimize rahmet, yaralılarımıza acil şifalar ihsan etmesini ve Cuma’mızı hayırlara vesile kılmasını gönülden dilerim…
16.02.2023 // 20.16
SEDAT ÇETİNKAYA
.MÜSLÜMAN TÜRK’ÜN KADİM DÜŞMANLARI, İÇİMİZDEKİ İŞBİRLİKÇİLERİ VE KÜRESEL FİTNE ODAKLARINI HAREKETE GEÇİRMEYE BAŞLAMIŞLARDIR…
Ülkemizde yaşanan tüm olumsuzlukların temel sebebi olan CHP zihniyeti politikalarına milletimiz tarafından ; “ Yeter Artık, Ürettiğiniz Fitneye Katlanacak Halimiz Kalmamıştır, Söz Milletindir” diye seslenildiği tarihin yıldönümü olan 14 Mayıs 2023 tarihinde yapılacak olan seçimlere kısa bir zaman kalmıştır.
Bu bağlamda kademeli olarak ilerleyen bir süreç dahilinde, hiçbir zaman yapılmayan GERÇEK DIŞI ŞİŞİRME ANKETLER kullanılarak milletimiz üzerinde yürütülen PSİKOLOJİK HARP TAKTİKLERİYLE ve özellikle sosyal medya üzerinden gerçekleştirilen yönlendirmelerle ; bireylerin algısı bozulmaya, Cumhur İttifakı’nı savunan kişi ve kesimler baskı altına alınmaya çalışıldığı gibi toplumsal sinir uçlarına yapılan saldırı mahiyetindeki açıklamalarla Cumhur İttifakı ve destekçileri DEVAMLI BİR BİÇİMDE SAVUNMADA BIRAKILMAYA da çalışılmaktadır...
Bu noktada zillet cephesinin ve efendilerinin öğrenmeye çalıştığı şey, uzun süredir gerçekleştirilen altyapı çalışmalarına bağlı olarak, SEÇİMİN İLK TURDA MI YOKSA İKİNCİ TURDA MI NETİCELENECEĞİNİ BELİRLEMEYE ÇALIŞMAK olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira seçimin, kendileri tarafından ilk turda kazanılabileceği gibi bir kanaate ulaşmaları durumunda ortak bir aday belirlemeleri ve bunu ivedilikle ortaya koymaları gerekecektir. Seçimin ilk turda kazanılamayacağı düşüncesine ulaşmaları durumunda ise birkaç aday üzerinden gerçekleştirecekleri ekstra zorlamalarla mümkün olduğunca yüksek oy potansiyeline ulaşmayı ve böylece seçimlerin ikinci tura kalmasını sağlayarak PSİKOLOJİK ÜSTÜNLÜĞÜ ele geçirip, DEĞİŞKEN OYLAR üzerinden toplumsal iradeyi lehlerine çevirmeyi planlamaktadırlar. Böylece toplumsal zeminde, siyaseten hiçbir zaman biraraya gelemeyecek halk kesimlerinin oyu kullanılarak, tepe noktasında sağlanacak sahte ve geçici bir birleşmeden hareketle, Sayın Erdoğan’ın başkanlığına ve Cumhur İttifakı'nın siyasi hakimiyetine son verilmesi hedeflenmektedir. Bu aşamadan sonra ülkenin ve milletin başına gelecekler ise sözde millet ittifakı partileri yöneticilerinin umrunda bile değildir. Daha geçmiş zamanlara ilişkin yaşananlar bir tarafa, 1980 – 2002 yılları arasındaki siyasi zeminden ve yaşananlardan haberdar olan tüm akıl sahiplerinin, yedili masa ittifakının iktidar olması durumunda, ülkemizin başına gelecekleri ve yaşayacaklarımızı az çok tahmin edebilir durumda olduğunu düşündüğümü ancak küreselcilerin pop çağı zihniyetinde yetişmiş ve milli kimlikten yoksun olduklarını her zeminde ortaya koyan yeni nesilden emin olmadığımı da üzülerek ifade etmek isterim…
Zillet cephesinin ortak bir aday üzerinde halen uzlaşamamış olduğu, İyi Parti ile Hdp arasında önemli karşıtlıkların bulunduğu, varlığı ile yokluğu belirsiz partilerin istemlerinin önemli tartışmalara neden olduğu şeklinde topluma yansıtılan söylem ve durumların, TAMAMEN BİR GÖZ BOYAMADAN İBARET OLDUĞUNU , bu sözde benzemez partileri harekete geçirip biraraya getiren siyasi- ekonomik- stratejik dengeler ve bunların tabi oldukları bir üst akıl olduğu gerçeğinin hiçbir zaman unutulmaması ve değerlendirme dışı tutulmaması gerektiğini önemle ve özellikle belirtmek isterim. Abdülhamit Han’a darbe düzenlemek için birleşen İttihatçı hainler nasıl biraraya geldiyse, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı iktidardan düşürmek isteyenler de benzer şekilde biraraya gelmişlerdir…
Dikkat edilecek olursa, NATO’ya alınma talebinde bulunan İsveç, Türkiye’nin talep etmiş olduğu herşeyi yerine getirmiş oldukları ancak seçimle işbaşına gelmiş olsa da diktatör Erdoğan’ın engellemesiyle karşı karşıya oldukları tezini işleyerek Türkiye’yi uluslararası arenada sıkıştırmayı planlarken, düzmece Irak hükümeti ise onyıllardır topraklarında besledikleri Pkk’nın varlığını ve yaptıklarını unutarak, Türkiye’nin saldırgan politikaları nedeniyle ilişkilerin düzelmesinden bahsedilemeyeceği iddiasını ortaya koymakta ve böylece Türkiye’nin hareket alanını daraltmaya çalışmaktadır. Yunanistan da fırsattan istifade, Türkiye NATO’dan çıkartılmalıdır savıyla, ABD yönlendirmesinde gözümüzü korkutmaya çalışmakta, kendisini ise adeta ABD’ye peşkeş çekmektedir...
Kıdemli FETÖ destekçisi ve CIA’nın çığırtkan sesi Michael Rubin ve Türk düşmanı ABD’li senatör Bob Menendez’in, Türkiye Silahlı İnsansız Savaş Araçları’nın bir tehdit olduğu ve Türkiye’ye ambargo uygulanması gerektiğini belirten çağrılarına, TAM BİR YALAN VE İFTİRA MAHİYETİNDEKİ SÖYLEMLERİ İLE Baykar şirketini hedef alan Ali Babacan’ın farklı bir versiyonla katılması da dikkati çekmektedir. Aynı zamanda bu yaklaşım ve söylemler arasında herhangi bir bağlantı olmadığını iddia edebilmek de gören gözler nezdinde mümkün değildir. Yine Ali Babacan’ın, Anayasa’dan Türk’lüğün çıkarılması ile ilgili söylemi ise iç siyasette HDP’ye alan açma, dış siyasette ise TÜRK MİLLETİ'Nİ DEVLETSİZ KILARAK ANADOLU'DAN SÜRME GAYRETİNİN GÜNÜMÜZDEKİ TEZAHÜRÜNDEN başka bir anlam taşımamaktadır. Zaten Abdülhamid Han’ın ; diktatör, kızıl sultan söylemleri arasında bir darbeye maruz bırakılmasının nedeni de Türk Milleti’nin azınlık konumuna düşürülmek ve tarihten silinmek istenmesinden başka bir şey değildir. Günümüzdeki PARLAMENTER SİSTEM SEVİCİLERİNİN GERÇEK AMACI da yönetimin hiçbir zaman ve tek başına müslüman Türk’ün eline geçmemesini garanti altına almaktır...
Bu arada Türkiye, F – 16 uçaklarının kendisine karşı bir koz olarak kullanılmasından hemen kurtulmalı , uçan teneke ve bağımlılığın nirvanası konumundaki F – 35 uçakları ve ihtiyacı olduğu düşüncesinden hareketle F – 16 uçakları ile ilgili olarak ABD nezdinde gündeme getirdiği taleplerini ebediyen ortadan kaldırmalı, bu konuda kendisine yalvarılsa dahi bu uçaklara yönelik bir talep ortaya koymamalıdır. Herkes bilmelidir ki Baykar’ın üretim sürecine sekte vurulmaya çalışılan Kızılelma uçağından üretilecek 100 adet tek ve çift motorlu insansız savaş uçağı, çok daha uygun bir maliyetle bizim kısa ve orta vadeli her türlü ihtiyacımızı giderecektir. Türkiye’mizin ; füzelerle gerçekleştirilen hava savunma kabiliyetinin artması ve yine füzelerle gerçekleştirilen saldırı imkanlarının genişlemesi, hafif taarruz uçağı olarak da kullanılabilecek olan Hürjet’in üretime alınma aşamasına yaklaşılması, İha ve Siha kullanımının yaygınlaşması gibi nedenlerin uçak kullanımına bağlı olarak şekillendirdiğimiz savunma ihtiyaçlarımızı önemli ölçüde azalttığını söyleyebilmek de mümkün bulunmaktadır. Ancak bu süreçte , karşıt bir politik strateji ile ülkemize karşı düşmanlık politikası yürüten ABD ve müttefiklerine KAN KUSTURULMASI da kesinlikle ihmal edilmemelidir. Bu arada BAYKAR ŞİRKETİNE BİR ÖNERİMİN DE her türlü ihtimale karşın bir başka fabrika ve üs yapılanmasını, AZERBAYCAN nezdinde gerçekleştirmesi olduğunu da ifade etmek isterim...
Önümüzdeki süreç ; Pkk- Pyd/ Ypg// Sdg , Fetö ve bilimum terör örgütlerinin Türkiye aleyhine pozisyon alacağı, Ermenistan// Yunanistan//Suriye gibi devletlerin fırsat kollayacağı, içimizdeki ve dışımızdaki hainlerin ve saklandıkları mecralarda hazırladıkları fitne tohumlarını saçmak için bekleyen algı ajanlarının akla hayale gelmez yalanlarla ortaya çıkacakları ; algı operasyonlarının, kaos teşviklerinin ve bu duruma ilişkin uluslararası desteğin zirve yapacağı, vatana ihanetin dahi alenen ve alkışlar altında icra edileceği, teröristlerden destek alanların utanmadan alkışlanacağı, ülkemizin ekonomisine yönelik saldırıların yeniden peydahlanmaya çalışılacağı ANCAK TÜM BU FİTNE TAHKİMATINA RAĞMEN SONUNDA ; hakkın batıla, müslüman Türk milletinin zillete ve Cumhur İttifakı’nın da yedili masanın temsilcilerine galip geleceği bir dönem olacaktır…
Her türlü eksiklikten münezzeh, Aziz ve Muktedir olan Allah cc. hazretleri, iki cihan sultanı Hz.Muhammed sav. efendimiz, vatanımız, dini-i mübin-i İslam, ebediyete intikal etmiş cümle şehit ve gazilerimiz ve büyük davalar uğrunda ömür tüketmiş atalarımız, sağımıza solumuza bakmaksızın ve şartlarla ilgili bahaneler üretmeksizin bizden ; HİZMET, GAYRET VE FEDAKARLIK BEKLEMEKTEDİR...
20.01.2023 // 19.33
SEDAT ÇETİNKAYA
.KILIÇDAROĞLU KAFASI…
CHP bünyesinde gerçekleşen bir kaset operasyonu sonrasında, istemem ama yan cebime koyun kabilinden bir yaklaşımın arkasına sığınarak CHP başkanlığını elde eden ve algı operasyonları üretmek dışında bu ülke için kayda değer hiçbir olumlu tasarrufu bulunmayan Kemal KILIÇDAROĞLU ; Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanı’nın diğer bir sıfatıyla ordumuzun başkomutanının, stratejik kabiliyeti haiz silahlarımızdan olan yeni nesil Fırtına obüslerinin , ordumuzun envanterine katılması için gerçekleştirilen tören ile ilgili konuşmasında adeta içindeki kini kusmuş, siyasi hayatı bitmenin eşiğine gelmiş bir ihtiyar konumunda bulunmanın cesaretiyle olsa gerek eteğindeki taşları dökerek ve dolambaçlı yollara girmeden tiynetini ortaya koymayı nihayet başarabilmiştir...
Yandaşı// yoldaşı Meral Akşener’in, “geçmişin öznesi Abdülhamid ise bugünün öznesi de Recep Tayyip Erdoğan’dır... 1908’deki ruh neyse “GEZİ” de odur. Kahrolsun istibdat, kahrolsun zulüm” diye attığı naraları da Kılıçdaroğlu zihniyetinin değişik bir versiyonu olarak tanımlamak hatta bunların, aynı çürümüş ağacın dalları olduğunu da görmek lazımdır...
K. Kılıçdaroğlu, Müslüman- Türk milletinin ; büyük, asil, şerefli ve peygamber ocağı olma vasfı her geçen güç güçlenen ordusunun komutanlarını, devletin başkomutanını alkışladığı için ; “ Yalan dolan söyleyeni eğer bir asker alkışlıyorsa, devletin çürüdüğünü orada görüyorum, açık ve net söylüyorum , etrafınıza siyaset koridorlarında kariyer devşiren askerler koyarsanız, elinizde bol yıldızlı , bol apoletli Ortadoğu üniformaları kalır, unutmayın ki bol yıldızlı , bol apoletli Ortadoğu askerleri savaşlardan- cephelerden kaçtılar, kariyerist kafadan asla ve asla hayır gelmez, onun için komuta kademesi haddini bilsin, siyaset askerin işi değildir. Herkes haddini bilecek, herkes bulunduğu makamın ne olduğunu anlayacak… şeklindeki hakaretamiz sözlerle tahkir etmeye çalışmaktadır...
Ey hangi mahfillere hangi küresel güç merkezlerine hizmet ettiği bizce malum olsa da toplumun tüm kesimlerince halen bilinip anlaşılamayan K. Kılıçdaroğlu !
• Öncelikle söyleminde belirttiğin şekliyle yalan //dolan söyleyen kimdir, sen devletin başkanına yalancı – dolandırıcı mı diyorsun ?
• Sen bu ülkenin komuta kademesinin zirvesinde yer alan askerleri, siyaset koridorlarında kariyer devşirmekle mi itham ediyorsun ? Kim hangi kariyeri devşirmiş ? Yüreğin yetiyorsa bir de bunu açıklasana ! Ya da bu söylemi, kimin ve hangi mahfillerin adına yapıyorsun buna da tatmin edici bir açıklama getirir misin !
• Devlet Başkanı’nın ve başkomutanın emrinde saf tutmuş şerefli Türk askeri’ni savaştan kaçan bol yıldızlı Ortadoğu askerlerine benzetmekten hiç mi utanmıyorsun ? Kastettiğin bu bol yıldızlı askerler sakın milletimize silah çeken ve hepsini görevlerine iade edeceğini söylediğin FETÖ ve bilumum terör örgütü mensupları olmasın ! Ne de olsa oluşturduğunuz zillet ittifakının, Pkk’nın siyasi kanadını teşkil eden gizli ve sinsi ortağınız HDP ile arasından su sızmamaktadır. Yerel yönetimler Özerklik Şartı’nı kabul ettiğiniz ve Pyd//Ypg//Sdg yapılanması mı bize saldıracak dediğinize, Suriye ve Irak coğrafyalarında yapılan operasyonları kıyasıya eleştirip desteklemediğinize göre aranızda fazla bir fark bulunduğunu da söyleyemezsiniz. Sahi ABD’de kimlerle görüştünüz ? 15 Temmuz darbe girişiminin olduğu gece Tankların arasından darbeci askerlerden izin alarak mı sıvıştınız ? Mit tırları ile ilgili ifşaatı yapanlar için yürüyüş yapmaktan utanmadınız mı ? Kahraman olmak için şahsınıza yönelik olarak tezgahlanan düzmece Pkk saldırısında dahliniz var mı ? 128 milyar Dolar nerede yalanını dilinize dolayıp, artan döviz kurlarına yönelik eleştiriler getirirken, Mehmet Sevigen’in ifade ettiği olayda 300.000. dolar almaktan utanmadınız mı ? Pkk lideri Duran Kalkan'ın desteğine muhatap olmak size ağır gelmiyor mu ?
• Bu ülkenin ordusunda bu millete rağmen görev yapıp, milletin inancına – yaşam tarzına müdahale edip, siyasetin her aşamasına hatta toplumsal yaşama hukuksuzca dahil olan ne idüğü belirsiz, NATO’nun emir eri vasfıyla hareket eden darbeci generallere alkış tutuğunuz günleri ne çabuk unuttunuz !
• Terörist cenazelerinde boy gösteren, Siha düşmanı, savunma sanayi karşıtı, IMF sevici, ülkesini yabancı mahfillere şikayet eden, yabancı misyon şefleriyle kafasına göre görüşmeler yapan parti temsilcilerinizin yüzlerine bakarak, siz hangi ülkenin vekili//belediye başkanı ya da vatandaşısınız diye hiç sordunuz mu ? Yoksa herşey bilginiz dahilinde midir ?
• Söylediğiniz gibi herkes haddini bilecek ve en başta da siz bileceksiniz ! Bu ülkenin şerefli komutanları zaten haddini bilmektedir ancak sizin bilip bilmediğiniz her zeminde tartışmalıdır…
• Artık ; geri kalmış CHP zihniyetinin hüküm sürdüğü bir dönem söz konusu değildir ve hangi tiyatroyu sahnelerseniz sahneleyin, hiçbir zaman da bu fırsatı elde edemeyeceksiniz. Bizim için hiçbir hükmünüz yoktur. Sizin ve zihniyetinizin temsilcilerinin, bizi ve yönetim hakimiyetimizi tanımadığınızı gayet iyi biliyoruz. Emin olunuz ki biz de sizin ve efendilerinizin varlığını ve yönetim hakimiyetinizi hiçbir zaman tanımayacak ve asla edilgen bir yaklaşım içinde de olmayacağız.
• Ordumuz üzerinde oluşturmaya çalıştığınız baskı , hiçbir sonuç vermeyecek ve kutlu ordumuz, adım adım tarihi misyonuna kavuşarak, önce bölgesinde sonra da cihanda hükümranlık kuracak bir ekolün lider gücü vasfıyla, tarih sahnesindeki şerefli makamını dolduracaktır.
• Sonuç itibariyle oluşturduğunuz siyasi zillet çukurunda yok olup gideceksiniz ancak umarım ki yargılandığınız günleri de CHP zihniyetinin paramparça olduğu günleri de göreceğiz… İşte o zaman varlığımızı, ayrı bir neşe ve huzur kaplayacak, tarifsiz sevinçlere de yelken açacağız...
11.01.2023 // 20.31
.DÜNYA SİYASETİ’NİN, TÜRKİYE’DE YAŞANACAK GELİŞMELERE BAĞLI OLARAK ŞEKİLLENECEĞİ BİR YIL YAŞAYACAĞIZ…
Henüz Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşlarının ve dünyanın önemli bir kesimi farkına varamamış olsa da Müslüman- Türk milletinin liderliğinde ; Göktürk Kağanlığı – Avrupa Hun Devleti – Büyük Selçuklu Devleti ve Devlet-i Aliyye’nin bileşkesinden daha kudretli bir dünya gücünün şekillenmeye başladığı bir dönemin başlangıç noktasında bulunmaktayız...
Dünya üzerinde yaşanan ve önemsiz ayrıntı sayılabilecek gelişmeleri bir tarafa bırakacak olursak, milletleri- devletleri- yerel paraları- dinleri- kültürleri- yaşam biçimine ilişkin farklılıkları ortadan kaldırmak ve dünya üzerinde mutlak bir hakimiyet tesis etmek isteyen güçlerle bu güçlere karşı insanlık adına karşı durabilecek tek güç olan Müslüman- Türk milleti arasındaki mücadele de başlamış bulunmaktadır...
Bu kutlu ve büyük mücadelede, içinde bulunduğumuz an itibariyle bizim için önemli olan şey ; gerekli tüm hazırlıkları yapabilmek için zaman kazanmak, güç kaybetmemize neden olacak bir tuzağa düşmemek, karşımızdaki güç merkezlerinin oyunlarını bozarak yıpratmak ve oluşturacağımız çekim merkezi etrafında büyük bir birlik kurmayı başarmaktır...
Her müslüman- Türk, dünyaya bu büyük resimden bakma mecburiyeti içinde olduğu bilincine ulaşmalı ve kendi düşünce, söz ve eylemlerini bu doğrultuda şekillendirmeyi başarmalıdır. Herkes bilmelidir ki karşımızda bu şekilde hareket eden bir akıl ve bu aklın öngörüleri doğrultusunda şekillendirilen bir küresel strateji bulunmaktadır. Zaten insanlığının sonunun getirecek olan şey de insanlığının bu bilinç ve stratejiden yoksun bir şekilde hareket ederek, kendisini şeytani güçlerin güdümündeki küreselci paganların insiyatifine bırakması olacaktır…
Bu bağlamda öncelikle Rusya- Ukrayna savaşına bir göz attığımızda, ABD güdümünde hareket etmek durumunda bırakılan Avrupa’nın, zorda olsa bu kışı geçirmeye hazırlandığını söyleyebilmek mümkündür. Bu durum ise büyük bir olay olmadıkça, Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşın önümüzdeki kışa kadar sürmesini garanti altına almaktadır. Her ne kadar Rus ordusu kağıt üzerinde büyük ve güçlü bir ordu olarak tanımlanabilir olsa da sahadan gelen bilgiler, Rus ordusunun lojistik açıdan büyük bir yetersizlik içinde olduğunu ve askerlerinin savaşma kabiliyetinden yoksun olduğunu ortaya koymaktadır. Bu durum ise Ukrayna’da yaşanacak herhangi bir yenilgiye tahammülü olmayan Rusya’nın, en azından taktik nükleer silah kullanma ya da cepheyi genişletme ihtimalini ciddi biçimde güçlendirmektedir...
Rusya- Ukrayna savaşında, Rusya’nın bir yenilgiyle karşılaşması Türkiye açısından da sıkıntılı sonuçların doğmasına neden olacaktır. Zira kendisini savaşın galibi olarak görecek olan ABD ve batı ittifakını temsil eden güçler, önlerindeki tek engel olan Türkiye’yi ve bu çerçevede Türk Devletleri Teşkilatı’nı da doğrudan doğruya hedef alacak bir gücü kendilerinde bulacaktır...
Rusya’nın Ukrayna karşısında yenilgiye uğraması durumunda, küreselcilerin sinsi planının gereği olarak ABD düşmanı olarak gösterilen ancak gerçekte küreselcilerin güdümünde olan Çin, bakir kaynaklara sahip Moğolistan’ı tamamen kontrolü altına alacak, Rusya’nın doğusunu da tehdit eder hale gelecek ve muhtemelen Bering boğazına kadar olan toprakları işgal ederek Amerika ile komşu hale gelecektir. Ayrıca yine Çin ; Tacikistan - Afganistan- İran- Irak ve Suriye üzerinden İsrail ile doğrudan bağlantılı hale gelecek ancak aynı zamanda küreselciler tarafından yine bu hat üzerinden de kontrol altına alınacaktır. Çünkü çok karşıt gibi görünse de günümüz Afganistan’ındaki Taliban rejimi de kendisini ABD ve İsrail düşmanı olarak lanse eden İran rejimi de işbirlikçi Irak yönetimi de Suriye’deki terörist Pkk//Pyd//Ypg// Sdg yapılanması da CIA’nın kontrolündeki yapılardır.
Çin üzerinden şekillendirilen bu uygulama ile Türk dünyası ile Pakistan’ın arasına, İran güdümündeki Tacikistan ile tıpkı DEAŞ gibi bir ABD projesi olan Taliban yönetimindeki Afganistan sokulmuş olacak ; Türk Devletler Birliği üzerindeki Çin baskısı arttırılacak, modern İpek Yolu’nun en önemli kolu İsrail üzerinden Doğu Akdeniz’e bağlanarak Büyük İsrail’in ve İsrail’in zenginleşmesinin temelleri atılacak ve İsrail, ABD dışında bir de Çin tarafından sağlanan güvenlik şemsiyesinin altına sokulacaktır. Bu planı bozmanın kolay yolları ; Tacikistan’ı kontrol altına almak, Afganistan’daki rejimi CIA kontrolünden çıkarmak ve Pkk// Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasını yok etmektir...
Bu noktada dikkat çekmek istediğim bir husus da Yahudi Hazar Türklerinin bakiyesi üzerine oturmakta olan ve yeni bir güç merkezi olarak yükselmekte olan kardeş Azerbaycan devleti ile ilgili olarak ortaya çıkmaktadır. Küreselci paganların, tamamen Türklerin kontrolüne geçmesinden çekinerek, İran’ı parçalayıp Güney Azerbaycan’ın bağımsızlık kazanmasını sağladıktan sonra Türkiye ile Azerbaycan’ın arasını bozacak ve böylece Türk Devletler Teşkilatı’na darbe vuracak bir oluşum ve liderlik için şimdiden çalışmaya başlamış oldukları gerçeği ile ilgidir. Bu hususta çok dikkatli olunması, özellikle Mossad’ın faaliyetlerine ve iç siyasi gelişmelere dikkat edilmesi zaruretinin bulunduğunu şimdiden ve önemle belirtmek isterim…
Türkiye her ne kadar Suriye rejimi ile ilişki kurmak suretiyle ABD’yi bölgeden uzaklaştırmaya yönelik olarak bir adım atmak istiyor ya da böyle bir izlenim vermek istiyor olsa da bu yolda ilerleme imkanı bulamayacak, bu hususta en önemli direnişi de bölgesel müttefiki olan Suriye Milli Ordusu’ndan ( ÖSO) ve Esed rejimi ile asla aynı çatı altında bulunmak istemeyen bölge halkından görecektir. Böylece elimize, günah bizden gitti denilecek bir siyasi//askeri olanak alanı geçecektir. Ancak Türkiye’nin Suriye’ye yönelik hamlelerine karşı hazırlık yapan ABD’nin, bir Yunanistan- Türkiye savaşı çıkarmaya yönelik faaliyetleri de kesinlikle gözardı edilmemesi gereken bir döneme girmiş bulunmaktadır. Zira Yunanistan’ın, Türkiye’yi konjonktürel olarak zayıf gördüğü bir anda ya da Suriye’ye yönelik bir operasyon durumunda ABD tarafından öne atılmak suretiyle ülkemize yönelik bir saldırısı ya da kara sularını 12 mile çıkararak Türkiye’yi bir saldırıya mecbur bırakması beklenilmesi gereken bir durum olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bilinmelidir ki ABD, Yunanistan eliyle Türkiye’yi Suriye’deki gelişmelere göz yummaya zorlamakta ve yine Yunanistan’ı kullanarak oluşturduğu sorun üzerinden Türkiye üzerinde etkinlik kazanmaya çalışmaktadır.
Bu arada Rusya’nın, Ukrayna karşısında yenilgiye uğraması durumunda, ABD’nin beşinci kol faaliyetlerine bağlı olarak ; Sırbistan- Kosova- Arnavutluk- Bosnahersek- Karadağ - Hırvatistan hatta Macaristan’ın bile dahil olacağı büyük bir çatışmanın yaşanmasını beklemek de emin olunuz ki hayalci bir yaklaşım olmayacaktır. Zira bu durum, Türkiye’nin Balkan politikasını olumsuz yönde etkileyeceği gibi ABD’nin Avrupa üzerindeki hakimiyetinin de güçlenmesine neden olacaktır. Bu nedenle Türkiye’nin Balkan coğrafyasında çok daha etkin olması ve ön alıcı politikalara etkinlik kazandırması ve özellikle Sırbistan’ı kontrol altına alacak girişimlere öncelik vermesi gereği bulunmaktadır...
Ancak Türkiye’yi de ilgilendiren ve onlarca alt başlık açılabilecek meselelerin varlığına rağmen, içinde bulunduğumuz an itibariyle tüm küresel aktörler, Türkiye’de yapılacak şeçimlere odaklanmış durumdadır. Zira bu seçimlerin sonucu, dünyanın nasıl şekilleneceğini belirleyecek olan en önemli faktör olarak karşımızda durmaktadır...
YA TÜM ZORLUKLARA RAĞMEN ; hapsedildiğimiz sığ düşünce kalıplarından, gereksiz ve zamansız eleştiri bataklığından kurtularak, bize kurulan bentleri parçalayıp, bizim için dikilen köle elbisesini, bu elbiseyi dikenlere giydireceğiz YA DA başımıza gelecek her türlü olumsuz duruma rıza göstererek küresel güçlere biat edeceğiz…
HERKESİN ; inancına, kutsallarına , vatan//millet ve devlet sevgisine ve şerefine kalmıştır.
YA Abdülhamid Han’ı devirenlerin zillet çukuru olarak tarif edebileceğimiz safına YA DA müslüman- Türk milletinin hak yolunda mücadele eden asalet ve şeref timsali ordusunun kutlu safına dahil olacağız…
KİMİN HANGİ SAFI TEMSİL ETTİĞİNİ İDRAK EDEMEYENLERE ; Pkk yöneticilerinin, yabancı büyükelçilerin, yabancı devlet yönetimlerinin, yabancı medyanın, içimizdeki işbirlikçi ajanların kimleri taltif ettiğini, kimlerin IMF şakşakçılığı yaptığını, kimlerin suçlular için özel af ya da serbest bırakma talepleri içinde olduğunu, kimlerin bu ülkede savunma sanayi gelişmeleri için engelleyici yaklaşımlar içinde olduğunu, kimlerin prestij projelere karşı çıktığını, kimlerin tek bir proje bile üretmeden sadece eleştiri içinde olduğunu, kimlerin kendi ülkesini yabancı odaklar nezdinde şikayet ettiğini, kimlerin ülkemizin güvenli olmadığından bahisle yatırım yapılmaması için çağrılarda bulunduğunu, kimlerin devamlı bir biçimde yalan üzerine kurulu algı operasyonlarıyla ülke barışını ve geleceğini tehdit ettiğini, kimlerin Türkiye’nin teröristlere yönelik operasyon kararlarına dahi karşı çıktığını, kimlerin Pkk’nın istemlerine paralel olarak yerel yönetimler özerklik şartını getireceğim diye salvolar attığını, kimlerin teröristleri – terör iltisaklı kişileri affetme sözleri verdiğini, kimlerin Yunan- Rum ve Ermeni tezlerini üstü kapalı da olsa desteklediğini, kimlerin Pyd//Ypg//Sdg bize mi saldıracak dediğini, kimlerin bu ülkenin güvenliği için alınan S 400’lere karşı çıkıp, sarayı korumak için alındı// kullanılamaz// geri iade edilmelidir kampanyaları yürüttüğünü, Dolar üzerinden ülkemize saldırılırken kimlerin alkış tuttuğunu, kimlerin Erdoğan’ı düşürmek için Türkiye ekonomisine saldırın diye sinsi söylemler geliştirdiğini, 7’li sözde benzemezi kimlerin biraraya getirdiğini, kimlerin bulunan doğalgaza- petrole, altına, fabrikası kurulup üretime geçen yerli otomobile, savaş uçağına tahammül edemeyip kulplar taktığını vb. etraflıca düşünmelerini öneririm...
Hala meseleyi idrak edemeyenlere ben, “Allah akıl fikir versin” derken ; sözü, başka bir şey diyecek olanlara bıraktığımı da neticeten ifade etmek isterim…
08.01.2023 // 16.48
SEDAT ÇETİNKAYA
.XXXXXXXXXXXXXXXX 2022 XXXXXXXXXXX
AŞAĞILIK KOMPLEKSİ İÇİNDE VE BAĞNAZLIKLA KAZILMIŞ ELEŞTİRİ ÇUKURUNDA BOĞULMAK YERİNE, ADIM ADIM ŞEKİLLENEN TÜRK YÜZYILI MEFKURESİ İLE GELECEĞE YÖN VERMEK VE LİDER BİR ÜLKENİN ASİL VATANDAŞLARI OLARAK YAŞAMAK İSTEYENLER ; YÜZYILLIK BİR UYKUDAN UYANMALI, İTTİHAT VE TERAKKİ’NİN İŞBİRLİKÇİ ZİHNİYETİNİN GÜNÜMÜZDEKİ TEMSİLCİLERİNE PAYANDA OLMAKTAN VAZGEÇMELİ, KENDİ TARİHİ KODLARI VE MİSYONU ÜZERİNDEN KÜRESEL BİR GÜCE DÖNÜŞME İDEALİNİ TEMSİL EDEN CUMHUR İTTİFAKI SAFINDA BİRLEŞMELİDİR…
Devlet-i Aliyye’nin son döneminde, kıymetli hakanımız II. Abdülhamid Han’a karşı gerçekleştirdikleri aşağılık bir darbe ile devletimizin yönetimini ele geçiren ve siyonizme hizmet eden işbirlikçi hainler ; bir cihan devletini, günümüzdeki sahte müttefiklerimize peşkeş çektikten sonra son bir gayretle gerçekleştirdiğimiz milli mücadelenin bir sonucu olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni de kısa sürede ele geçirmişlerdir.
İşte adı Türkiye , vatandaşları da müslüman olmasına rağmen bu devletin yönetimi, müslümana da Türk milletinin tarihi geçmişine de büyük bir yabancılık ve karşıtlık içinde olmuş, milleti ; İslam dininden uzaklaştırmak ve tarihi misyonunu unutturmak için tam bir totaliter rejim düzeni içinde hareket etmiş ve durum, Demokrat Parti’nin Adnan Menderes ile yönetimi üstlendiği 22 Mayıs 1950 tarihine kadar kesintisiz biçimde devam etmiştir. Dönemin uygulamalarının milletimiz nezdinde açtığı yaralar da halen kapanmış değildir.
Demokrat Parti’nin iktidara gelmesini hazmedemeyen ve siyaseten CHP ile temsil edilen zihniyet, kurmuş olduğu sistemden devşirmiş olduğu hakimiyeti de kullanarak, iktidarda bulunmadığı dönemlerde dahi , ülkemizin yönetimini bırakmamış ve komünist// sosyalist devrim peşinde koştuğu yılların arkasından gerçekleştirilen 1980 askeri darbesine zemin hazırlayarak, ülkemizi tam anlamıyla ABD’nin- CIA’nın ve dolayısıyla NATO’nun kollarına teslim etmiştir.
Gerek bu 1980 darbesi sonrasında ve gerekse CHP zihniyetinin hakim olduğu dönemde kendisini müslüman ve Türk olarak tanımlayan insanımızın yaşadığı acıları ve zulümleri anlatmaya emin olunuz ki hiçbir söz yeterli gelmeyecektir. Kendisini laik olarak adlandıran bu zihniyetin en önemli düşmanlığı ; laiklik adı altında müslümanın inancına yönelik olmuş, başörtüsünün bağlanma şekli dahi adeta bunların bir yerlerine batmıştır. Bu dönemde, bize göre peygamber ocağı olan ordumuzda müslüman olduğu için başı örtülü olan analarımız, oğlunun yemin töreninden bile kovulmuş ; karısı balolarda boy gösterip içki içmeyen subaylar, gericilikle damgalanıp ordudan atılmıştır. Merve Kavakçı hanımefendinin, bu ülkenin meclisinden başörtülü olduğu için Karaoğlan lakaplı CHP kırması bir zihniyetin acziyet içindeki temsilcisi tarafından ve yardakçısı milletvekillerince meclis masaları yumruklanarak kovulmaya çalışıldığı günler çok uzakta da değildir.
BU KÖKSÜZ ZİHNİYETİN HER YÖNÜYLE KUŞATTIĞI ÜLKEMİZ, AK PARTİNİN İKTİDARA GELDİĞİ 2002 YILINA KADAR ; hiçbir siyasi gücü ve etkinliği bulunmayan, kendi kabuğuna çekilmiş, dünyadan habersiz, hiçbir küresel hedefi bulunmayan, ABD’den izin almadan teröristlere günlük operasyon bile düzenleyemeyen, acziyet içinde ve Avrupa’ya imrenerek yaşayan, ordusu NATO tarafından teslim alınmış, İstihbarat teşkilatı CIA ve Mossad’ın çalışma ofisi haline getirilmiş, tüm silah ve teçhizat alımlarında dışa bağımlı kılınmış, ekonomisi üç beş küreselci şirketin insiyatifine terk edilmiş, IMF kontrolünde bitkisel hayatta yaşatılan, rüşvet ve yolsuzluğun her yanı sardığı, yokluk ve sefalet içinde yaşatılan, bir miktar gelişme sürecine girdiğinde hemen önü kesilerek budanan, iş bulmak için insanların birbirinin boğazını sıkar hale geldiği , zor bela emekli olanların üç kuruş maaş için girdiği maaş kuyruklarında can verdiği, yaşlısı// hastası ile kimsenin ilgilenmediği, ilaç diye bir şeyin zaten bulunamadığı, onyıllarca devam eden ortalama % 80 enflasyon nedeniyle 20.000.000.TL’sı tutarındaki banknotların bile yetersiz kaldığı, biraz abartarak ifade edecek olursam Savunma Sanayi’nin varlığı bir tarafa bir merminin bile üretilemediği, Avrupa Birliği kapısında köle edilmiş, her itirazında aşağılanan, ABD’nin emireri konumuna itilmiş, okullarının sınıflarında 70-80 kişinin öğrenim görmeye çalıştığı, hastaneleri insanların rehin kaldığı ve pislik yuvası olmuş yapılardan ibaret olan, doğru dürüst adliyesi bile olmayan, şehirlerinin günümüz Afganistan’ından pek de farklı olmayan, kömür ve lağım kokusunun şehirleri kapladığı, yolları sürülmüş tarla gibi olan ve gidiş geliş tek şeritli yollarda her gün onlarca kişinin can verdiği, depremlerde enkazını bile kaldırmaktan aciz hale düşen, hızlı tren- uçak gibi ulaşım araçlarının milletin gündemine bile girmediği, arpalık haline gelmiş üç beş dandik fabrikanın ülke sanayisini teşkil ettiği, “su akar Türk bakar” sözünün atasözü haline geldiği, madencilik gibi bir faaliyetin adından bile bahsedilmediği, açılan petrol kuyularının bile kapatıldığı, memurunun limonculuk- pazarlarda tuhafiye ürünleri satma, taksicilik gibi ek işlerle yaşamını sürdürdüğü ve her zeminde aşağılandığı, öğrencilerinin ücretsiz kitap//burs dahil hiçbir imkana sahip olmadığı, üniversite öğreniminin sadece belirli şehirlerde ve sınırlı bir nüfus için sağlanabildiği , şehirlerinde çöp dağlarının patlayıp insanların öldüğü, terör nedeniyle şehirleri arasında ulaşım yapılamayan, bazı bölgeleri olağanüstü hal ile idare edilen, askerlik görevi için silah altında bulunan personelle aylarca irtibat kurulamayan, teröristlerin 300 – 500 kişilik güçlerle saldırılar düzenlediği, kurtarılmış bölgeler ilan ettiği ve hülasa her yönüyle batık durumdaki bir üçüncü dünya ülkesinden ibaretti.
Ve en önemlisi de Türkiye, fiilen yabancı güç merkezleri tarafından idare edilen , varlığına çökülmüş bir ülke konumunda bulunmaktaydı. Ülkemizin medyasından ekonomisine, ordusundan sivil toplum kuruluşlarına kadar küresel güç merkezlerinin hakimiyeti söz konusuydu…
İşte 2002 yılında AK Parti’nin iktidara gelmesiyle ; bu köhnemiş, gerici , işbirlikçi zihniyet tarafından kurulan ve milli güçlerce adım adım geriletilen düzende milletimiz lehine gerçek bir kırılma yaşanmış ancak mevcut düzenle ve bu düzenin arkasındaki güçlerle yaşanan çatışma da çeşitli düzeylerde devam etmiştir.
Çatışmanın taraflar açısından aleni hale geldiği andan itibaren de gezi çapulcuları, çevreci maskesi takmış işbirlikçiler ve içimizdeki hainler tek tek sahaya sürülmüş, darbe girişimlerine başvurulmuş, ekonomik saldırılar ayyuka çıkarılmış, her zayıf noktamıza saldırılar yapılmış, ülkemizin küresel hedeflerini kesintiye uğratmak ve vizyonuna zarar vermek için her yol mübah kılınarak kaos senaryolarının icrası için uğraşılmıştır.
Ancak tüm bu olumsuzluklara rağmen, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve müslüman Türk milleti, içine çekilmeye çalışıldığı kölelik düzenini parçalamış, küresel güç merkezleriyle kıyasıya bir mücadelenin içine girmiştir. Küresel güç merkezleri ve içimizdeki işbirlikçiler, hemen her zeminde yenilgiye uğratılmış ve milli güçlerin hakimiyetinde , milletimiz lehine çok büyük merhaleler katedilmiştir. İşte bu nedenle Sayın Erdoğan da tıpkı II.Abdülhamid Han gibi diktatör addedilmiş, "Kızıl Sultan" diye tanımlanmasına da az kalmıştır…
Ancak bir güneş gibi parlayacağımız yeni bir Türk yüzyılı adım adım yaklaşmaktadır. Ruhlarını çirkef yosunu kaplamış, aşağılık kompleksinde gebermek üzere olan içimizdeki hainler ve işbirlikçiler de hala aşağılık eleştiriler yapmanın, her gelişmeye kulp takmanın peşinde gezmektedir. Bilinmelidir ki bunların ne asil milletimizle ne de inancımızla uzaktan yakından ilgileri bulunmamaktadır. Bunlar bu ülke için yapılan her şeye karşıdır. Çünkü bunların, zihniyeti de kökü de bizimle aynı zeminden beslenmemektedir. Bir gaflet ve aymazlık haliyle bu zihniyetle yolları kesişenler kendine gelmeli, kimlerle aynı safta bulunduğunu çok iyi analiz etmelidir.
Libya’da , Azerbaycan’da , Arnavutlukta, Somali’de, Katar’da ne işimiz var, bize ne Kıbrıs’tan, S 400’leri almamalıyız, kullanmamalıyız, geri iade etmeliyiz, bu üretilen sihalar maket, zaten silah falan da üretmiyoruz, Pyd//Ypg// Sdg yapılanması bize mi saldıracak, İran’la savaşa girsek İran saflarına katılırım, Türkiye Azerbaycan’a cihatçı gönderiyor, Türkiye Ege ve Akdeniz’de maksimalist iddialar içindedir, Nükleer santral yapılmamalıdır, altın aranmamalıdır, Kanal İstanbul ihanettir diyenlerin, Doğalgaz aranmasına elli tane kulp takmaya çalışanların, tefecikle ün yapmış küreselci paganların Cenneti İngiltere’den temiz para bulduğunu iddia edenlerin, ABD yönetiminin ve sözcülerinin destek açıklaması yaptığı kişilerin, Avrupa Birliği liderlerinin arkasında durdukları teröristlerin savunuculuğunu yapanların, Diyanet İşleri Başkanı’na sövüp ekümeniklik iddiasında bulunanların karşısında el pençe divan duranların, Fatih Sultan Mehmet Han’ın türbesine tekme savurup, Makarios’un heykelini dikenlerin, Yunanı denize döktüğümüz İzmir’de iskeleye Çanakkale’de atalarımızı bombalayan savaş gemisinin ve Yunan Kralı’nın ismini ( Agememnon) verenlerin, peygamberimiz Hz.Muhammed sav. efendimize sövenlere alkış tutanların, ezandan iğrenip kusası gelenlerin ve hülasa müslüman- Türk kimliği ile bağdaşmayan her türlü fikir ve tavır ile karşımıza çıkanların, sırtını ABD'ye - İngiltere'ye - Avrupa Birliği'ne, Pkk// Ypg//Ypj'ye dayayanların içimizdeki işbirlikçi zihniyeti temsil ettiğini ve bunlardan ülkemize hiçbir zaman en küçük bir yarar gelmeyeceğini hiçbir zaman unutmamalıyız…
Türk yüzyılı olarak adlandırılacak olan gelecek ; Allah’ın hükmü ve müslüman- Türk milletinin , Cumhur İttifakı safında tecelli eden feraseti ve dirayeti ile şekillenecektir…
24.12.2022 / 17.37
SEDAT ÇETİNKAYA
.
KÜRESEL STRATEJİ SAHASINDA, A.B.D. POLİTİKALARINA KARŞI TÜRKİYE’NİN KONUMU VE HAMLELERİ…
Tek dünya devleti ve dijital hakimiyet hedefiyle, 21 nci yüzyıla ilişkin politikalarını şekillendiren küresel güçler, bu amaçları doğrultusunda ve öncelikli olarak ;
1. Çin ve ABD arasında sahte bir kutuplaşma alanı oluşturmaya,
2. Modern İpek Yolu projesinin şekillendirdiği sahada bulunan güçlü devlet yapılanmalarını zayıflatıp//yıkarak ALANI BOŞALTMAYA ihtiyaçları olduğunu tespit etmişler ve bu tespit üzerinden faaliyetlerini icra etmeyi de sürdürmektedirler.
ABD ; öncelikle Avrupa- Rusya ilişkilerini bozacak adımları tek tek atmaya başlamış, Avrupa- Rusya ilişkileri bozuldukça da Avrupa’nın artan güvenlik ihtiyacını kullanarak, Avrupa üzerindeki hakimiyetini arttırmıştır. Bu arada Avrupa açısından oluşan enerji açığını karşılamak için eline geçirdiği fırsatı, Avrupa’ya FAHİŞ FİYATLAR üzerinden enerji tedarik etmek biçiminde kullanmayı ve Avrupa’nın bozulan ekonomik düzeni üzerinden ABD lehine kazanımlar elde etmeyi de ekstra kar saymıştır.
ABD ; son noktada, Rusya- Ukrayna savaşının çıkmasına zemin hazırlayarak, hem hakimiyet sahası olarak en büyük hem de zayıf ancak aynı zamanda tehlikeli olarak gördüğü Rusya’yı etkisizleştirmenin ve parçalamanın peşine düşmüştür.
RUSYA’nın ; Ukrayna coğrafyasında net bir yenilgi alması ya da savaşın çok yönlü etkileri nedeniyle kaotik bir sıkıntı içine girmesi durumunda, Suriye- Kafkaslar – Afrika- Balkanlar- Orta Asya - Moğolistan ve Akdeniz üzerindeki etkisi de ortadan kalkacağından, ABD açısından bir taşla birçok kuş vurulması şeklinde bir hedeflemenin var olduğunu söyleyebilmek de mümkün bulunmaktadır.
Ancak ABD’nin, bölgedeki en önemli hedefi konumundaki ülke olan Türkiye’nin, Rusya ile "ADI KONULMAMIŞ BİR STRATEJİK ÇIKAR İLİŞKİSİ YÜRÜTMESİ", ABD’nin ve dolayısıyla küreselcilerin tüm planlarını bloke etmiş durumdadır. BU NEDENLE ABD, KÜRESEL ÖLÇEKTE YENİ VE ETKİLİ BİR HAREKETİN İÇİNE GİREMEMEKTEDİR. Tek yaptığı, Ukrayna- Rusya savaşının uzamasından ve Rusya aleyhine doğacak sonuçlardan medet ummak ve beşinci kol faaliyetleri ve işbirlikçi yapılar eliyle Türkiye yönetimini yeniden ele geçirme programı yürütmekten ve Türkiye’yi askeri olarak çevreleyip sıkıştırmaya çalışmaktan ibarettir.
Büyük bölümü halen batı kökenli kavramlar ve algı üzerinden uyutulmakta olan ve planlı olarak oluşturulan ekonomik sıkıntılarla yönlendirilmeye çalışılan vatandaşlarımız bilmelidir ki yaşanan tüm gelişmelerden sonra ABD’nin bu politikasına çanak tutanlar, su katılmamış vatan hainlerinin ta kendileridir. 2023 yılında yapılacak seçimlere yaklaşıldıkça, Türkiye üzerindeki algı operasyonları da tahmin edilenin ötesinde artacak ve küresel savaş, DÜŞÜK DÜZEYLİ BİR PROFİL DAHİLİNDE ülkemizde de yaşanacaktır. İşte bu mücadele, gerçek anlamda bir "kurtuluş savaşı" ve yeni bir küresel gücün varlık sahnesine çıkma savaşı olacaktır. Türkiye’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nda yaşadığı tecrübe, önümüzdeki süreçte yaşayabilecekleri için büyük ve acı bir örnek olarak karşımızda durmaktadır. Küreselcilerin ve onların güdümündeki batı dünyasının desteklediği herhangi bir koalisyon adayının, Türkiye’nin yönetimine gelmesi durumunda ;
1. Türkiye’nin, Türk Devletleri Teşkilatı ve küresel strateji diye bir gündemi kesinlikle kalmayacaktır.
2. Türkiye, geçmişte olduğu gibi tam anlamıyla ABD politikalarına teslim olacak, ABD’ye karşıt politika ve faaliyet üreten istihbarat teşkilatlarımız başta olmak üzere milli kimlik kazandırılmış tüm yapılar tasfiye edilecektir.
3. Türkiye’nin çok büyük emeklerle oluşturduğu milli silah sanayi, çürümeye terk edilecek, adım adım yok edilmeye doğru sürüklenecektir.
4. IMF yeniden Türkiye ekonomisinin dümenine oturtulacak ve Türkiye’nin küresel bir güce dönüşmesi yolundaki tüm girişimleri tek tek baltalanacaktır.
5. Türkiye’nin ; Libya- Suriye- Katar- Azerbaycan- Arnavutluk- Somali gibi ülkelerdeki varlığına son verilecek ve ülkemiz, sınırları dışındaki hiçbir mesele ile ilgilenmeyen bir sinmişlik politikasının içine çekilerek, boğazına kadar olmak üzere aşağılık kompleksinin içine yeniden batırılacaktır.
6. Türkiye, Irak ve Suriye coğrafyalarındaki gelişmelere seyirci bırakılacak ve ülkemizin bu ülkelerdeki yeni oluşumlara ve devletçiklere alkış tutması, İsrail’in çıkarlarına payanda olması sağlanacaktır.
7. Kıbrıs’ın tanınması yolundaki çalışmalar terkedilerek, Kıbrıs’ın peşkeş çekilmesi politikalarına hız verilecektir.
8. Türkiye’nin, Yunanistan’ın maksimalist ve yayılmacı politikasına yol vermesi sağlanacak ; Mavi Vatan’ımız, tıpkı geçmişte Ege adalarının Yunanistan’ın önüne altın tepside sunulması örneğinde olduğu gibi Yunanistan’a adeta hibe edilecektir.
9. Ülkedeki bütün stratejik projeler durdurulacak ; nükleer santral- Kanal İstanbul – doğalgaz ve petrol aranması, altın çıkarılması gibi projeler kadük bırakılarak tek tek yok edilecektir.
10. Avrupa Birliği hedefi yeniden hortlatılacak ve Türkiye’nin ; bu bitmiş, yok olmanın eşiğine gelmiş niteliksiz birliğe girmesi için her türlü tavizin altına imza atması temin edilerek altı oyulacaktır.
11. Merkez Bankası ve para politikaları, yeniden küreselci paganların kontrolüne terk edilecektir.
12. Yıllardır büyük emeklerle şekillendirdiğimiz küresel ilişkiler yok edilecek, tüm dostlarımız tıpkı geçmişte olduğu gibi kasıtlı bir biçimde küstürülecektir.
13. ABD’nin FETÖ eliyle gerçekleştirmek için uğraştığı Orta Asya hakimiyeti için Türkiye bir kaldıraç , bir figüran olarak kullanılacaktır.
14. İpek yolunun Orta koridorunun ABD’nin eline geçmesinin önü açılacak, Azerbaycan ve Türk dünyası, ABD hegemonyasına teslim edilecektir.
15. Türkiye içinde özerk yönetimlerin şekillenmesi sağlanacak ve herkes, bu zemini kabullenmeye mecbur bırakılacak, gerektiğinde kullanılmak üzere iç savaşın piminin çekilmesi için gerekli olan altyapı , geçmişten ders alınarak oluşturulacaktır.
16. Türkiye’deki müslüman kitlenin, bir daha başını kaldıramaması için gerekli her türlü hukuki ve fiili zemin teşkil edilecek, müslümanların sonradan “vah vah” diyerek ağıt yakmaları da faydasız bırakılacaktır.
17. Ve hülasa Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tarihi bir kırılma ile yeni bir “Türk Yüzyılı” oluşturması’nın önü , önemli bedeller ödetilerek kesilmek istenecektir.
Türkiye’nin, beklenmeyen bir adım atarak ; Rusya ve Esed yönetimi ile birlikte Suriye’de farklı bir adım atmaya çalışmasının, ABD tarafından nasıl engellenmeye çalışıldığına da dikkat edilmesi gereği bulunmaktadır. Zira Türkiye’nin bu yaklaşımının SAHADAKİ SONUCU ; Türkiye’nin Suriye sahasında, Fırat’ın doğusunu ve özellikle de Cezire Kantonu’nun esas alacak bir operasyon ihtimalini güçlendirmektedir. Bu noktada en büyük sorun ; ABD’nin Türkiye’yi karşısına alıp alamayacağı, alma cesaretini gösterebilecekse bunu hangi noktaya kadar taşıyabileceği ve bu politikanın kendisine çıkaracağı faturanın ne olacağı hususunda ortaya çıkmaktadır. İşte ABD’NİN GÖZE ALAMADIĞI ŞEY, BU FATURANIN BÜYÜKLÜĞÜDÜR. Rusya’nın düşmesi, Türkiye’nin daha kolay bir hedef haline gelmesine imkan verecektir. Dolayısıyla Rusya’nın zayıflayarak Türkiye’ye ihtiyaç duyan bir pozisyonda bulunması lehimize, Rusya’nın parçalanması ise ABD’nin ve küreselcilerin politikaları dikkate alındığında şimdilik aleyhimize bir durum olarak okunmalıdır. Aynı şekilde Türkiye’nin ve dolayısıyla Türkistan coğrafyasının ABD kontrolüne girmesi Rusya’nın aleyhine, Türkiye ile işbirliği içinde bulunmak ise Rusya’nın lehine bir durum olarak varlık kazanmış bulunmaktadır.
İŞTE, Avrupa’nın içinde bulunduğu zorluklardan da faydalanmak suretiyle Türkiye’nin, Avrupa- Rusya ve ABD arasında kurmuş olduğu siyasi //stratejik//jeopolitik denge ; ancak ve ancak büyük tecrübe sahibi olan, milli kimlik taşıyan ve gelecek öngörüsü çok yüksek olan devlet adamlarının uygulayabileceği politikaları zorunlu kılmaktadır. Ülkemiz tüm zorluklara rağmen, son 20 yılda geçmiş 200 yılın eksikliğini gidermiş ve askeri//siyasi ve ekonomik açıdan uyguladığı çok yönlü politikalarla küresel bir güç olarak varlık kazanmanın eşiğine kadar gelmiştir. Unutmamalıyız ki bu tür fırsatların değerlendirilememesi durumunda, küresel güçler için risk oluşturan milletlerin ödeyeceği bedeller de çok büyük olacaktır.
Hayati öneme sahip olan bu dönemde, binbir çeşit bahanenin arkasına sığınarak, kişisel çıkarlarını ön plana çıkararak, meseleleri zemini dışında cehaletle yorumlayarak ve önyargılarını gündeme taşıyarak hareket edenler ; hem kendisinin hem de bu ülkenin geleceğine ipotek koyan, gaflet ve dalalet içinde yüzen aymazlardır. Bunlar, modern köle konumuna düşen bir toplumun ; kazancının da geleceğinin de güvenliğinin de olmayacağını bilmelidir...
Bazı muhalif odaklar tarafından bu kadar açık biçimde ve neredeyse herkesin gözüne soka soka uygulanan ihanet politikalarını görmemek ve yabancı güç merkezlerince ülkemiz siyasetine yönelik olarak yapılan açıklamalarını sorgulamamak için ya gerçekten hain ya da süzme cahil olmak gerektiğini de özellikle belirtmek isterim. Bence herkes bu hususta kendisini ve bakış açısını yeniden sorgulamalı, siyasi desteğini tekrar tekrar değerlendirmeli ve milli bilince dönüş için güçlü bir şekilde silkinmelidir…
Ancak her şeye rağmen ve neticeten belirtmek isterim ki ; Müslüman- Türk milletinin tüm düşmanları, yabancı destekçileriyle birlikte "küfür tek milletir düsturuyla" birleşse de uygulama alanına koymadıkları algı operasyonu ve ihanet şekli kalmasa da hakkın yeryüzündeki temsilcisi olan bizlere karşı başarılı olamayacaklardır. Çünkü bizim yanımızda, Allah’ın ; Cemal ve Muktedir isimlerinin hassalarıyla tecelli eden ilahi bir irade bulunmaktadır...
Geleceği bizim aleyhimize şekillendirmeye, hiçbir dünyevi varlığın gücü yetmeyecek, bu vatanın ve Türk Dünyası’nın bir karış toprağı, küreselci paganlara ve işbirlikçi hainlere terk edilmeyecektir…
17/12.2022 // 16.23
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE’NİN SURİYE OPERASYONUNA ETKİ EDEN DİNAMİKLER VE OLMASI GEREKEN ÖNCELİKLİ OPERASYON SAHASI…
Bilindiği üzere SURİYE'DE ; Rusya ve İran destekli Esed rejiminin , Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasını kullanan Amerika Birleşik Devletleri’nin ve Türkiye’nin kontrol ettiği olmak üzere üç (3) temel saha bulunmaktadır…
RUSYA’nın, Ukrayna savaşı nedeniyle içinde bulunduğu sıkıntılı durum ve Türkiye’ye olan ihtiyacı, İRAN'ın da kendi bünyesinde ortaya çıkan KAOS ORTAMI ve Türkiye’nin yönlendirdiği siyasi // askeri dinamiklerin oluşturduğu baskı nedeniyle, Suriye üzerinde Türkiye’ye ciddi engel teşkil edebilecek bir adım atabilmesi fiilen mümkün bulunmamaktadır.
Bu arada kardeş Azerbaycan ordusu ile Türk ordusunun, İran’a yönelik olarak gerçekleştirmiş olduğu tatbikat ile ortaya konan TEK ORDU VE MUTLAK MÜTTEFİKLİK KONSEPTİ'nin de İran’ı sınırlayan ve pasif düşman konumunda kalmaya zorlayan bir etki ürettiğini söyleyebilmek olanaklıdır. İRAN ; siyasi bütünlüğünün, Türkiye- Azerbaycan ve hatta Türkmenistan’ın ortaya koyacağı politikaya bağlı olarak şekilleneceği bir dönemin başlangıcında bulunmaktadır ve gelişen süreçte, lafta peynir gemisinin yürümeyeceğini öğreneceği gibi batılı işbirlikçileri lehine ortaya koyduğu fitne politikasının bedelini de fazlasıyla ödeyecektir…
Bu noktada İRAN'ın ; Esed rejimi ve Irak yönetimi üzerinden, Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanması üzerine bir baskı oluşturabileceği iddia edilebilecek olsa da İran bünyesinde meydana gelen ve İran içindeki Kürt nüfusun da önemli katkı sağladığı ayaklanma dikkate alındığında, İran’ın KISMEN PASİFİZE OLMUŞ bir konumda kaldığını söyleyebilmek de mümkündür. İşte bu noktada İran’ın, kendi üzerindeki baskıyı ortadan kaldırabilmek ve bölgesel etkinlik kazanabilmek için Suriye rejimi ile Pkk//Pyd //Ypg//Sdg yapılanması arasındaki ilişkilerinde Türkiye aleyhine bir tutum takınması ve Irak’da da Musul- Kerkük- Sincar hattında, ABD’nin de baskısıyla Pkk ve Irak Kürt Bölgesel Yönetimi lehine bazı tavizler vermeye yönelmesi, akli ve stratejik bir gerçeklik olarak varlık kazanmış bulunmaktadır...Bu noktada IKBY'nin geçmişte giriştiği faaliyetleri ve Papa'nın bölgeye yönelik ziyaretini, meseleye ilgi duyanlara özel olarak hatırlatmak isterim..
Diğer taraftan AYN- EL ARAB ( Kobani ), Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanması için çok önemli bir merkez olup, buraya yapılacak operasyonun ; dünya kamuoyu nezdinde Türkiye aleyhine fazlaca ses çıkmasına neden olma, Türkiye ve R.Tayyip Erdoğan karşıtlığı için kullanılma ve seçim öncesi dönemde Türkiye’ye yönelik terörist saldırılar için bir gerekçe ve zemin oluşturma ihtimali bulunmaktadır. Ancak bölgesel planlarının tamamen ortadan kalkmasından korkan ABD, Türkiye’yi bu bölgeye yapılacak bir harekattan uzaklaştırabilmek için F-16 meselesinde göstermelik bir yumuşama gösterecek, İsrail ise Türkiye ile ilişkilerini geliştirme arzusu içinde olduğunu ortaya koyan bir yaklaşımı süratle işlemeye başlayacaktır. Böylece Ayn- el Arab, Türkiye’nin yapacağı operasyonun hedefinden çıkarılmaya çalışılacaktır...
Ayrıca Türkiye’nin muhtemel harekat stratejisi, Rusya’nın Ukrayna savaşıyla içine çekildiği ambargo ve dışlama süreci benzeri bir durumun, Türkiye için de kullanılabilir olduğu bir riski bünyesinde taşımaktadır. Ancak Türkiye’nin, Avrupa’ya karşı elinde tuttuğu kozlar ve Rusya ile açık bir ittifaka girişme ihtimali, ABD’nin ve batının elini zayıflatmaktadır. ABD’nin kendisine dayanak yapmaya çalıştığı tek strateji, Türkiye’nin Suriye’ye yönelik askeri operasyonunu geciktirmeyi başarmak ve 2023 yılı seçimlerinde Erdoğan’ın seçilememesini temin etmek için tüm sinsi hamleleri sahaya sürmek üzerine kurulu bulunmaktadır.
İşte kanaatimce, yukarıda izah etmeye çalıştığım bu zemin, Türkiye’nin beklenen harekat stratejini uygulamamasını, başka bir deyişle ; BEKLENENİ DEĞİL, BEKLENMEYENİ YAPMASI gerektiğini ortaya koymaktadır. Düşmanlarımızı bizim için çok önemli olduğunu düşündürdüğümüz alanlara iyice angaje etmeli, tehditlerimizi bu alanlar için yükseltmeli ANCAK BU ALANLARI DEĞİL, BİZİM İÇİN ÇOK DAHA ÖNEMLİ BİR ALANI ( CEZİRE KANTONU) VURMALIYIZ…
Aslında herkesin gözünden kaçırılıyor olsa da bölge üzerinde edindiğim veriler ; Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasının ve dolayısıyla ABD’nin, Suriye toprakları üzerindeki en önem verdiği bölgenin ; RASULAYN - KAMIŞLI - MALİKİYE- DERİK- HASEKE hattı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu hat, Suriye toprakları ile IKBY yönetimi ve Irak’da konuşlu Pkk yapılanması arasındaki bağlantıyı kurduğu gibi gerek tüm kuzey Suriye topraklarını kuşatan lojistik hattın kontrol altına alınması ve gerekse ABD’nin bölgede oluşturmaya çalıştığı planın tamamen bloke edilmesini sağlaması nedeniyle de stratejik bir öneme sahip bulunmaktadır. Ayrıca bu bölgenin Türkiye’nin kontrolüne girmesi, Sincar- Musul- Kerkük hattını tehdit edebilir hale gelmemizi ve Irak’da bulunan Başika askeri üssümüz ile yakın irtibat kurulmasını sağlaması nedeniyle de büyük öneme sahip bulunmaktadır. Diğer taraftan, Irak’da gerçekleştirdiğimiz operasyonlar ve kurduğumuz daimi üs bölgelerinin, batı ve güney batı hattının da Türkiye tarafından kuşatılması bu operasyonla mümkün olacak ve Irak Kürt Bölgesel Yönetimi, çok yönlü sıkıştırmamız altına girerek, Türkiye yönelik çekincesi ve dolayısıyla tabiyeti artacaktır. Yine Cezire kantonuna yapılacak bu operasyon ile Türkiye- Bağdat hattının güvenliği kontrolümüze gireceği gibi Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasının Suriye’nin batısına uzanan hakimiyetinin de zayıflaması sağlanacaktır.
Bu arada yaşanan gelişmeden sonra hiçbir güç merkezinin fazlaca dikkate almayacağı Tel- Rıfat’ın da bir provokasyon sonrası operasyonun ikinci aşaması olarak aradan çıkarılarak kontrol altına alınabileceğini de ifade etmek isterim...
Yine bu noktada iç siyasi dinamiklerin ve ekonomik gelişmelerin yönünün, Yunanistan’ın ileri hareketlerinin oluşturacağı tahrik zeminin, Azerbaycan- Ermenistan arasında Zengezur bölgesinde yaşanabilecek bir çatışmanın ve Libya’da yaşanma ihtimali bulunan gelişmelerin büyük önem arzettiğini de önemle ifade etmek isterim. Zira riskin büyüdüğünü gören ABD’nin, Türkiye’nin konsantresini dağıtmak ve iç siyasi dinamikleri olumsuz yönde tetikleyecek faaliyetlerini zirveye çıkarmak şeklinde bir yaklaşım içine girmesi, mutlak olarak kabul edilmesi gereken bir duruma denk düşmektedir.
MÜSLÜMAN- TÜRK MİLLETİNİN TÜM DÜŞMANLARI KUDURUYOR OLSA DA SON KARAR , Türkiye’yi tüm küresel güç merkezlerinin gizli ve açık saldırılarına ve içimizdeki işbirlikçi hainlerin faaliyetlerine rağmen bir dünya gücü haline getiren, Türk Devletler Teşkilatı ile önümüzdeki yüzyıla damgasını vuracak kutlu bir birliğin mevcudiyetine olanak sağlayan, milletimizin ufkunu açarak tarihi geçmişi ve geleceği ile kavuşturan ve yıllardır hasretle beklediğimiz LİDERİMİZİN, takdir ise kaderin hükmünü elinde tutan Aziz ve Muktedir olan ALLAH'ımızındır…
07.12.2022 / 20.07 X-5/7*M
SEDAT ÇETİNKAYA
.GÜÇ ZEHİRLENMESİ YAŞAMAKTA OLAN BATILI GÜÇ MERKEZLERİ, TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN YÜKSELİŞİ KARŞISINDA STRATEJİK BİR ÇARESİZLİK İÇİNDE BULUNMAKTADIR…
Küreselci paganların gölgesi altında siyasi varlığını devam ettiren Amerika Birleşik Şirketler Devleti’nin provokasyonları dahilinde ortaya çıkan Rusya- Ukrayna savaşı, Avrupa’nın BÜYÜK BİR ENERJİ KRİZİNİN eşiğine gelmesine neden olmuş bulunmaktadır. Bu durum ise henüz tam anlamıyla ortaya çıkmamış olsa da EKONOMİK VE TOPLUMSAL KRİZLERİN altyapısını şekillendirmeye de başlamış durumdadır.
AVRUPA, sessizce imdat çığlığı atmakta ; ABD yönetimine ve yerli işbirlikçilere rağmen bir kurtuluş kapısı arayışı içinde olduğunu çeşitli vesilelerle ortaya koymaktadır.
ANCAK BATILI GÜÇ MERKEZLERİ , sömürgeci ve işgalci geçmişinden ve özellikle de geride bıraktığımız yüzyıllık sürece ilişkin olarak ön plana çıkmış olan konumundan kaynaklanan güç zehirlenmesinin etkisiyle, dünya sathında ortaya çıkan yeni güç merkezlerini ve küresel değişimi yeterince algılayamamakta ve bu güç merkezleriyle ilişkilerini gerçekçi bir bakış açısıyla değerlendirmekte zorlanmaktadır. Bu durum ise Türkiye ile batı arasında devamlı bir biçimde gerilimlerin yaşanmasına neden olduğu gibi Türkiye’nin yeterince büyük bir karşıtlık ile karşılaşmadan yol almasına olanak tanıyan bir etki de üretmektedir.
BATI DÜNYASI, çok yakın bir süreçte, kendisine askeri altyapı ve teknoloji olarak hiçbir şekilde ihtiyaç duymayan ; farklı siyasi , ekonomik ve askeri birlikler içinde kendisini konumlandırmış, varlık kapasitesini küresel güç seviyesine yükseltmiş, dünya ticaret yolları ve enerji güzergahı üzerinde önemli bir hakimiyet tesis etmiş LİDER ÜLKE KONUMUNDAKİ BİR TÜRKİYE İLE KARŞI KARŞIYA KALACAKTIR.Bu bağlamda batının, kendisini dev aynasında gören zihniyetinden ve genlerine sinmiş üstünlük saplantısından tezahür eden küstahlığın oluşturduğu bir düşünce perdesinin etkisiyle, bir süre daha gelecek ufkundaki kapasitemizin yeterince farkına varamamasının, ülkemizin ileri yönlü atılımları açısından kolaylaştırıcı bir faktör olacağını söyleyebilmek mümkündür.
Herkes bilmelidir ki küresel güç merkezlerine ve onların içimizdeki işbirlikçi uzantılarına karşı yürüttüğümüz amansız bir mücadele bulunmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve bu devletin yönetimine yön ve destek veren müslüman Türk Milleti, batılı güç merkezlerinin yönlendirmesinde şekillenen zihniyetle ve bu zihniyetin küresel temsilcileriyle ASLA GERİ ADIM ATMAMASI GEREKEN ve adı konulmamış bir savaş icra etmektedir.
Küresel ekonomik düzene olan tabiyetimiz , batı dünyasıyla olan ticaret hacmimizin ekonomimiz içindeki büyüklüğü, enerji ihtiyacımızın finanse edilmesi gibi bazı geçici sorunlar yaşıyor olsak da önümüzdeki süreçte hem bu bağlılık durumunu ortadan kaldırabilmemiz hem de yeni kurulacak düzenin şekillenmesinde yadsınamayacak ve gözardı edilebilmesi imkansız olan bir güç merkezi olarak ortaya çıkabilmemiz mümkün bulunmaktadır.
Batı dünyası, ülkemize ve oluşturmakta olduğu güç merkezine karşı etkinliğini her geçen gün kaybetmektedir. Onlar bu durumu tam anlamıyla idrak ettiğinde artık herşey onlar için çok geç olacaktır.
Abdülhamid Han’ı yıkmak için dış güçler tarafından İttihat ve Terakki Cemiyeti adı altında biraraya getirilen zihniyetin TIPA TIP AYNISI , günümüzde zillet cephesi olarak ortaya çıkmış ve bu cephenin temsilcileri, taktıkları GÖSTERMELİK MASKELERLE milletimizin iradesini fesada uğratmak için içi boş söylem ve kavramların , algı operasyonlarının ve gerçek dışı beyanların arkasına sığınarak, nice siyasi tiyatro oyunları sahneler olmuşlardır. Aklı başında hiçbir müslüman- Türk evladının, sahnelenen bu oyunlara kapılması söz konusu olmamalıdır. Hiçbir müslümanın, kendi geleceğini batılı güç merkezleri tarafından şekillendirilen bir zihniyete teslim etmesi ya da destek vermesi mümkün olamayacağı gibi hiçbir Türk’ün de şanlı tarihinden habersiz bir yaklaşımla teslimiyetçi bir zihniyetin ve oluşumun içinde olabilmesi de kabul edilebilir bir duruma tekabül etmemektedir.
DİKKAT EDİLECEK OLURSA, ülkemizde kuruluşundan itibaren oluşturulan ve müslüman- Türk milletinin bilinçli ve kasıtlı bir yaklaşımla dışlandığı MÜESSES NİZAMIN hemen hemen her unsuru, ülke yönetiminin milli güç unsurları tarafından kontrol edilme sürecine ayak diremiş bulunmaktadır. BU ÜLKEDE ; silah sanayisinin kurulmasına, altın çıkarılmasına, madencilik faaliyetlerinin geliştirilmesine, petrol ve doğalgaz aranması ve işletilmesine, nükleer santral yapımına, büyük ve stratejik etkiye sahip projelerin yürütülmesine, sağlık ve ilaç sektörünün kontrol altına alınmasına, ordunun ABD etkisinden uzaklaştırılmasına, yargının bağnaz- yobaz ve gerici bir zihniyetin etkisinden kurtarılarak bağımsız kılınmasına, merkez bankasının küresel güçlerin güdümünde idare edilmesinin önlenmesine, ülkede oluşturulan tekellerin kırılmasına değin yüzlerce meselede müesses nizamın temsilcilerine karşı büyük mücadeleler verilmiştir. Ve herkes bilmelidir ki bu süreç tüm hızıyla devam etmektedir.
Bu ülkede Dolarizasyon sürecinin yaşanmasından, fahiş fiyat artışlarına, ülke düzenini bozmaya matuf girişimlere, algı operasyonlarına değin onlarca konu üzerinde amansız bir mücadele tüm şiddetiyle sürmektedir. İçimizdeki işbirlikçilerin, doğal felaketleri dahi sınırsız bir eleştiri konusu haline getirirken ; ülkemizin bekası, birlik ve beraberliğinin şekillenmesi ile ilgili konularda sanki UZAYLI VARLIKLAR GİBİ HAREKET ETMESİ , bu ülkeyi seven insanların gözünden kaçmamalıdır. Son dönemlerde, yapılan onlarca şehir hastanesinin ve özel hastanenin varlığına rağmen, oluşturulmaya çalışılan muayene sırası güçlüğü dahi emin olunuz ki içimizdeki sinsi ihanet odaklarının meydana getirdiği bir durumdan ibarettir. Bizim çok uzun bir süredir MİLLİ BİR MUHALEFETE ihtiyacımız olduğu gibi ülkemizdeki İHANET ODAKLARININ KÖKÜNE KİBRİT SUYU DÖKECEK BİR YÖNELİME de acilen ihtiyacımız bulunmaktadır...
Unutmamalıyız ki tüm küresel güç merkezlerine karşı, güçlü konumda olan ülke ; Türk Dünyası – İslam alemi ve hinterlandını oluşturan diğer bölge ve ülkeler üzerindeki etkisiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Bu gerçeği, kadim düşmanlarımız kısmen fark etmiş olsa da aşağılık kompleksiyle büyütülmüş, gerçek bir inançtan ve milli bir tabiyetten yoksun olan, bağımsız – mücadeleci ve kudret dolu bir ruhla uzaktan yakından ilgisi kalmamış, Şeytanın, Deccaliyetin ve ahlaksız bir küresel düzenin figüranı olmaktan öteye bir kimlik ve karaktere sahip olmayan, dünyaya nizam verme- cihan hakimiyeti gibi kavram ve ulvi ideallerle hiçbir bağı bulunmayan kişilerin anlayabilmesi ise emin olunuz ki olanaklı değildir.
DEVİR VE DEVRAN , gören gözler nezdinde Büyük Türkiye ve Türk Dünyası için hızla dönmeye başlamıştır. Az zamanda çok büyük işler yapacak ve tarihi mesafeler kaydedeceğiz. Etrafımızda dönen hiçbir siyasi- ekonomik ve askeri tiyatro ve içimizdeki işbirlikçi hainler, bizim dünyaya hükmeden bir güç haline gelmemize engel olamayacaktır.
Yeşermesi ektiğimiz tohumun haktır,
İşte o gün, ruhlarımız şad olacaktır…
01.12.2022 // 20.21
SEDAT ÇETİNKAYA
.İSTİKLAL CADDESİNDEKİ BOMBALI TERÖR EYLEMİNİN HEDEFLERİ VE ARKASINDAKİ GÜÇLER…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yeni bir dünya düzenin altyapısının oluşturulmaya çalışıldığı ve yeni küresel güç merkezlerinin ortaya çıktığı bir döneme ilişkin olarak, tüm küresel çekişmelerin odak noktasında bulunan ve stratejik öneme sahip bir ülke konumunda bulunmaktadır.
TÜRKİYE'NİN BU ÖNEMİ, öncülüğünü yaptığı Türk Devletler Teşkilatı yapılanması ve yeniden yeşertmeye başladığı tarihi hinterlandıyla birlikte küresel bir güce evrilmesinin de önünü açmış bulunmaktadır.
TÜRKİYE ; askeri kapasitesi arttıkça ve hiçbir güce biat etmeyen güçlü bir siyasi irade ile yoluna devam ettikçe, ekonomik gücünü ve siyasi etkisini de hızla arttırmaktadır. Yaşanan ekonomik sıkıntılar ise, karşımızda oluşan direncin ve adı konulmamış bir savaşın etkisiyle şekillenen geçici ve tali nitelikteki sonuçlardan başka bir şey değildir.
Türkiye, güçlü bir irade ile ve geleceği esas alan bir strateji ile yönetildiği müddetçe, tüm küresel güç merkezlerine diz çöktürebilecek kapasiteye sahip bir ülkedir ve bunu, şimdiden göstermeye de başlamıştır. Zira ; Rusya Federasyonu, Avrupa Birliği , ABD, Çin, İngiltere gibi tüm küresel güç merkezlerinin, Türkiye’ye çok yönlü ihtiyacı olduğu gibi yeni dünya düzeninde Türkiye ile ittifak halindeki güçlerin kazanacağı bir mücadele ortamı da kendisini ortaya koymuş bulunmaktadır.
Türkiye ve Türk Dünyası, önümüzdeki süreçte dünya ticaretinin ana eksenini oluşturacak olan "MODERN İPEK YOLU"nun orta koridoruna hakim olan tek büyük güç olarak ortaya çıkarken ; TÜRKİYE İLE Afganistan- Pakistan- Katar- Kuveyt - Umman- Somali- Sudan- Libya- Cezayir ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilişkilerinin oluşturduğu zemin ve Mavi Vatan konseptiyle şekillenen Akdeniz hakimiyeti de İpek yolunun güney koridoru açısından ciddi bir hükümranlık alanı oluşturma potansiyeline sahip bulunmaktadır.
Bu arada TÜRKİYE, Ermenistan’ın bir sinmişlik pozisyonu içine girmesi için siyasi zemin üretirken ; İran içindeki Türkleri dikkatleri üzerine çekmeden bağımsızlık noktasında yönlendirmeye , Gürcistan’ı da askeri ve ticari ilişkiler dahilinde etki alanı içine almaya başlamış bulunmaktadır.
Yine bu noktada TÜRKİYE'nin ; bölgesel bir enerji merkezi olma noktasında attığı adımlar, ticari ilişkilerinde Dolarizasyon sürecinin dışına çıkma çalışmaları, gelecekteki küresel para oluşumlarını dikkate alarak gerçekleştirdiği ciddi altın yatırımları, lojistik bir merkez, yeni ve kaliteli bir küresel üretim merkezi olma yolundaki faaliyetleri, gelişen turizm potansiyeli ve bölgesel bir finans merkezi olarak yükselme girişimleri de dikkatleri üzerine çeken bir boyuta ulaşmış bulunmaktadır.
Ayrıca Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin, Türk Devletler Teşkilatı’na gözlemci üye olarak kabul edilmesi aslında gören gözler nezdinde Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin tanınması anlamına gelmektedir ki bu durum da küresel güçler nezdinde büyük bir sıkıntıya yol açmış bulunmaktadır.
İŞTE TAM DA BU NOKTADA, Türkiye’nin yumuşak karnı konumundaki iç siyasi dengeler devreye girmekte ve Türkiye’yi oyalayabilecek ve gelecek ufkunda şekillendirdiği siyasi ve stratejik zemini bloke edebilecek bir programın nasıl teşkil edilebileceğine ilişkin olarak, küresel aktörlerin 5 nci kol faaliyetleri gündemi teşkil etmektedir.
CHP GENEL BAŞKANI K. KILIÇDAROĞLU, temelsiz söylemlerin arkasına sığınarak ABD ve İngiltere’ye yönelik ziyaretler gerçekleştirmekte ve aklı başında her insanın bazen kahkalarla güleceği bazen de beynini dumura uğratacağı iddialarla, Sayın R.Tayyip Erdoğan aleyhine olumsuz bir algı oluşturmanın peşine düşmekte, siyasi tecrübesi zayıf gençleri “temiz parayı buldum” gibi abes bir söylemle adeta kandırmaya çalışmaktadır. Kılıçdaroğlu gibi hiçbir özelliği bulunmayan bir kişi, kendisini ipotek ettirse hatta köle olarak satılığa çıkarsa dahi, İngiltere gibi kara paranın Cenneti ve küreselci para baronlarının meskeni olan bir ülkeden 500 milyar Dolar değil, 10 bin Dolar bile tedarik edemez.
Bu arada tam bir fiyasko olarak Türk siyasi tarihine geçmiş olan Ekrem İmamoğlu, oluşturulmaya çalışılan hukuki mağduriyet ve 10 Kasım’da karısıyla yaptığı abesle iştigal mahiyetindeki dans üzerinden yeniden parlatılmaya ve gündemde tutulmaya çalışılmaktadır.
Yine bu noktada ülkücülükle uzaktan yakından ilgisi olmayan İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener ile HDP yöneticileri arasında göstermelik bir karşıtlık üzerinden de farklı bir senaryo tezgahlanmaktadır.
BU ARADA ASIL MESELE , Sayın Erdoğan’ın, HDP’nin sadece ve sadece kendisi için oy verebileceği savında olduğu halk kesimleri ile HDP arasına bir set çekme ve HDP’nin bu yönde oluşturmaya çalıştığı tekeli kırma yönündeki siyasi yaklaşımı üzerinden ortaya çıkmış bulunmaktadır.
İŞTE BU TEHLİKEYİ GÖREN CIA, GERÇEKLEŞTİRECEĞİ BİR EYLEMLE, Türkiye içinde milliyetçi duyguları yükselterek hem Suriye karşıtlığını hem de HDP’ye oy veren Kürt vatandaşlarımıza karşı tepkiyi genişletmek ve Cumhur İttifakı ile HDP’ye oy veren Kürt vatandaşlarımız arasında bir siyasi kaymanın yaşanmasını engellemek istemiştir.
Hatta bu noktada ve Rusya’nın Ukrayna karşısında gerilediği bir ortamda, Türkiye’nin Suriye’ye yönelik bir askeri harekatta bulunması tetiklenerek, Türkiye’nin de tıpkı Rusya gibi uluslararası baskı ve ambargoların muhatabı haline gelmesinin ve Yunanistan tarafından sıkıştırılmasının arzulandığını söyleyebilmek de mümkün bulunmaktadır. Elbette bu durumun ; Türkiye’nin büyüme sürecine, küresel hakimiyet stratejisine, yürütmekte olduğu uluslararası politikalara, ittifaklara, seçim sonuçlarına ve Ermenistan meselesine değin oluşacak etkisi de gözardı edilmemektedir.
Ancak herkes bilmelidir ki savaş dehası bir millete karşı yapılacak tüm hamleler, eninde sonunda bu planları yapanların ve işbirlikçilerinin boğazına dolanacaktır. Zira ZOR, kurgulanan tüm oyunları bozacak bir unsurdur ve biz müslüman Türk milleti olarak Zor’u icra etmeyi çok severiz…
TÜRK'E KEFEN BİÇMEK ; korkunç bir yokoluşu, bitmeyecek bir mücadeleyi baştan kabul etmek demektir...
TARİH, Türk milletine kefen biçme hatasına düşen milletlerle oluşturduğumuz çöplükle doludur.
VE GERÇEK FAİLİ GÖRMEK İSTEYENLERİN, ruhunu çirkef yosunu kaplamış teröristin tişörtünün önündeki “ NEW YORK” yazısına bakmaları yeterli olacaktır diyerek sözlerime son verirken ; aziz ve necip milletimize, en kalbi duygularımla başsağlığı dileklerimi sunduğumu da neticeten ifade etmek isterim.
14.11.2022 / 20.36
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRK BİRLİĞİ’NİN GÖLGESİNDE ŞEKİLLENEN VE GELECEĞE YÖN VERECEK STRATEJİK GELİŞMELER IŞIĞINDA İRAN’I BEKLEYEN SON…
Geride bıraktığımız yüzyıllık süreçte, Kafkasların ve Türk dünyasının büyük bölümü, Rusların kontrolü ve egemenliği altında bulunmaktaydı. Yine İran’da da bu son yüzyıllık dönemde Türk hakimiyeti son bulmuş ve Farsilerin egemen olduğu bir dönem yaşanmaya başlamıştır.
ANCAK, son yirmi yılda Türkiye’nin elde ettiği çok yönlü ve tarihi olarak adlandırılabilecek büyüklükteki gelişmeler ve bu gelişmelere bağlı olarak Türkiye’nin etkilediği alanların genişlemesi, Rusya’yı adım adım bir gerileme politikası içine soktuğu gibi İran’ı da yanlış politikalarının bir neticesi olarak bir parçalanma sürecine doğru yönlendirmiş bulunmaktadır.
Rus nüfusunun gerileme sürecine girmesi , Rusya’nın batıyla mücadelesi noktasında Türkiye’nin stratejik desteğine ihtiyaç duyması, nükleer bir güç olsa da gücünün yetmeyeceği toprakları hakimiyeti altında tutacak bir potansiyele günümüz koşullarında sahip olmaması, Rusya Federasyonu’nun nüfusu azalırken bünyesinde bulunan müslüman ve Türk nüfusun devamlı bir biçimde artıyor olması, yeni dünya düzenin kurulmasında Türkiye’nin Rusya’dan çok daha etkin- sınırlanamaz ve kontrol edilemez bir konumda bulunması ve yine Türkiye’nin etki sahasının genişliği ve tarihi geçmişi, önümüzdeki süreçte Türkiye’ye büyük imkanlar tanıyan bazı temel parametreler olarak karşımızda durmaktadır.
DÜNYA ; ABD hakimiyetindeki bir dünyadan, çok kutuplu bir dünyaya doğru evrilirken, ortaya çıkmakta olan güç merkezleri dikkate alınacak olursa, Asya odaklı dünyaya doğru bir yönelimin hız kazanmış olduğunu söyleyebilmek mümkündür.
ABD ve Avrupa’nın, Asya odaklı bir dünyanın oluşumunu değiştirebilecek bir etkiye sahip olmadığı da artık gözle görünür bir hal almış bulunmaktadır.
Ancak devletler üstü gizli ve ezoterik bir yapılanmanın görünen boyutunu oluşturan para baronu küreselci paganların, Dünya’yı kendi istedikleri doğrultuda dizayn etmek için çok yönlü bir çalışma içinde olduklarını da görmek ve bu çerçevede oluşan faaliyetleri ve hamleleri de geleceği analiz edebilme noktasında iyi okumak gerekmektedir.
Küreselciler için ; Çin’in ve dünya ticaret yollarının hakimiyeti, kendi kontrollerindeki küresel dijital para, kendi kontrollerindeki tek dünya devletine geçiş, insanlığın gıdasının- inancının-sosyolojisinin-mülkiyet haklarının ve sağlığının kontrol edilmesi büyük önem taşıdığı gibi büyük İsrail merkezli bir dünyanın teşekkül ettirilmesi de bir hayati öneme haiz bir durum olarak tanımlanabilmektedir.
İran’ın FETÖ’sü konumundaki gizli ABD işbirlikçisi İran rejimi ; ortaya koymuş olduğu politikalarla, İslam dünyasında ikilik oluşturmak için dizayn edilmiş bir siyasi aparat görevi gördüğü gibi ABD’nin petrol ve doğalgaz zengini körfez ülkelerini ve Arap dünyasını kontrol altında tutabilmek için kullandığı bir öcü olarak da konumlandırılmış bulunulmaktadır. Ayrıca İran, kontrol ettiği ve etkilediği Filistin- Lübnan ve Suriye üzerinden İsrail’e hizmetini de her daim sürdürmüş, sahte düşmanlığını da hiçbir zaman göstermelik tehditlerin dışına taşıyamamıştır.
İran ; Azerbaycan’ın kahraman ordusunun, işgal altında tutulan topraklarını Ermeni işgalinden kurtarması ve kadim Türk yurdu olan Zengezur bölgesinin de Azerbaycan’ın hakimiyetine geçmesinin önündeki tüm engellerin ortadan kalkmasının ardından, Ermenistan’a olan desteğini azılı bir tavırla aşikar etmeye başladığı gibi başını kuma sokmuş deve kuşu misali Azerbaycan’ı tehdit etme basiretsizliğini de ortaya koymuş bulunmaktadır.
Bazı gelişmeler zaman alsa da İran nezdinde ortaya koymuş olduğumuz mücadelenin ve teşkilatlanmanın meyveleri de artık alınır konuma gelmiştir.
Ermenistan, varlığı çok uzun sürmeyecek olsa da Azerbaycan ile bir barış anlaşması imzalama noktasına gelmiştir. Lakin bu anlaşmanın, Ermenistan’daki aşırı ırkçı bir halk kesimine ve gerçeklikten uzak saiklerle hareket eden Ermeni diasporasına kabul ettirilebilmesi ise olanaklı görünmemektedir. Bu durum, Azerbaycan ile Ermenistan arasında, Ermenistan’ın tarihi bir hezimete muhatap kalacağı bir mağlubiyeti yaşamasının da önünü açacaktır.
İran, bu süreçte Türkiye üzerinde etkili olabilmek için Suriye – Irak ve Tacikistan üzerinden bazı hareketlenmeler oluşturmaya çalışmış olsa da diz çöktüğünü gösteren asıl teklifini, doğalgaz teklifi üzerinden ortaya koymuş bulunmaktadır. Ancak Türkiye’nin yönetiminde, zillet ittifakını temsil eden siyasiler gibi zavallılar değil, Sayın Erdoğan gibi gerçek bir dünya lideri bulunduğundan, İran’ın ortaya koyacağı taktiklerin etkili olacağı bir Türkiye bulunmamaktadır.
Bu noktada önem taşıyan diğer bir husus ise İsrail’in faaliyetleridir. Azerbaycan, Hazar devleti’nin ve Musevi Türklerin bakiyesi bir devlet olduğundan, dünya Musevilerinden büyük siyasi destek alan bir ülke konumunda bulunmaktadır. Dolayısıyla ; Azerbaycan’ın, güney Azerbaycan’ı da içine alacak biçimde büyümesi, İsrail açısından Türkiye üzerinde etkili olabilecek bir kozun da oluşması anlamına gelecektir. Çünkü İsrail, birgün Türkiye’nin kendisi için büyük bir tehlike oluşturmasından ciddi biçimde endişe duymakta ve hatta Türkiye ile arasına bir set olarak Pkk//Pyd//Ypg//Sdg devletçiğini yerleştirmeye çalışmasının temelinde de bu korkuyla karışık endişe yatmaktadır. İşte bu noktada zamanında tedbir alınmasının ancak bu tedbirin de, İsrail’i dışlayan bir yaklaşım şeklinde İsrail’in gözünün içine sokulmasının, Güney Azerbaycan’ın bağımsızlığına sekte vurulmaması noktasında büyük önem taşıdığını da ifade etmek isterim.
İran’ın, Türk Dünyası ile ciddi bir savaş yaşamadan parçalanması esas alınmalıdır. Doğru adımlar atılırsa, bu strateji doğrultusunda bir sonuç alınabilmesi ihtimali de çok yüksektir. İran’ın parçalanması ve ardından rejimin devrilmesi, İran etkisinin hüküm sürdüğü Irak- Suriye- Lübnan- Yemen gibi ülkelerde, Türkiye ve İslam dünyası lehine önemli gelişmelerin varlık kazanmasını da sağlayacak bir gelişme olacaktır.
Artık gerek Türk Dünya’sının gerekse İslam aleminin, Türkiye’nin liderliğinde ve yeni bir bakış açısıyla şekillenmesi ile ilgili süreç başlamıştır. Bu süreci, dünyevi herhangi bir gücün engelleyebilme imkanı da bulunmamaktadır. Dünyanın merkezinden, büyük ve kutlu bir güç yükselmeye ve tüm kardeşlerini de oluşturduğu çekim gücüyle çevresine toplamaya başlamıştır.
Rusya gerileyip Türk Dünyası’nın karşı konulamaz nitelikteki baskın gücünün etkisi altına girdikçe, ticaret yolları Türk milleti tarafından kontrol edildikçe, oluşan nüfus gücümüz ve askeri kapasitemiz birilerinin bizi kolay lokma olarak göremeyeceği bir potansiyele ulaştıkça, ABD ve Avrupa’nın siyasi- askeri ve stratejik hakimiyeti zayıfladıkça, İslam dünyası ve Afrika gibi ezilen coğrafyalar kaldırdığımız kutlu sancağın altında toplandıkça, büyük ve tarihi mücadeleler yaşanacak ancak yeni bir altın çağ, Türk yüzyılı olarak varlık kazanacaktır…
İşte müslüman Türk’ün, bu altın yüzyılının mimarları ve hak sahipleri; bugün bu fikri ortaya atıp, bu mücadeleye kayıtsız şartsız omuz verenler olacaktır…
İnsanlık, tarih, ahirete intikal etmişler de dahil olmak üzere tüm İslam ümmeti ve gelecek nesiller, müslüman- Türk milletinin kaldırdığı kutlu sancağın altında toplanan tüm fertleri, aşk ile alkışlayacaklar ve insanlığın şerefini kurtaracak olan bu nesli, sonsuza değin yad edeceklerdir…
04.11.2022 – 00.04.
SEDAT ÇETİNKAYA
.MÜSLÜMAN- İMAN VE SİYASET İLİŞKİSİ…
MÜSLÜMAN ; İslam dini ile varlığı ve vasıfları tanımlanmış olan Allah’a ve Kuran-ı Kerim ile bildirilen naslara inanan, Hz.Muhammed sav. efendimizin yolunda ve çizmiş olduğu istikamet dahilinde yaşamını sürdüren, Allah’a kul olma bilinciyle hareket etmeyi esas alan, Allah’a ve din-i mübin-i İslam’a düşman olanlara ve inançsızlara karşı daimi mücadele içinde bulunan kişiye verilen bir isimdir.
İşte bu tanımdan hareketle yaşamımıza bakacak olursak, müslüman olabilmek için temel iman esaslarının çizmiş olduğu sınırın içine girmemiz gerektiği gibi BU İMAN DURUMUYLA ÇELİŞKİ İÇİNDE BULUNACAK BİR STRATEJİK TERCİH içinde de bulunmamamız gerektiği ortaya çıkmaktadır. Örneğin hem müslüman olup hem de komünist bir partinin çatısı altında ya da müslümana düşman bir tarihi geçmişe, küresel bağlantıya ya da siyasi felsefeye sahip bir siyasi partinin bünyesinde gönüllü bir şekilde siyaset yapabilmemiz mümkün değildir…
BİR MÜSLÜMANIN ; Allah’a, Hz.Muhammed’e, Kuran’a, Sünnete ve kendisinden gayrı diğer müslümanlara karşı kin, düşmanlık, intikam, aşağılama ve benzeri herhangi bir negatif tutum içinde bulunan kişi, siyasi parti ya da devletlere yönelik olarak sempati, pasif veya aktif destek olarak tanımlanabilecek bir tutum içinde bulunması durumunda, açık söylemek gerekirse onun, iman çizgisi içinde bulunduğunu söyleyebilmek mümkün olmayacaktır… Birilerinin bunun için ortaya koyduğu gerekçelerin, akli ve imani gerçekler karşısında bir anlamı da olmayacaktır.
BU NEDENLE BİR MÜSLÜMANIN ; toplumsal düzeyde bir kişiyi, bir devleti ya da bir siyasi partiyi desteklerken, yapılan bir espriye gülerken, bir şarkıya alkış tutarken, bir kutlama yaparken, bir tebrikte bulunurken ve bir meselede fikir beyan ederken, bu yaptığım beni diğer müslüman kardeşlerimden ayrı düşürür mü, bu yaptığımdan imanımı etkileyen bir sonuç doğar mı, bu yaptığımdan dolayı ümmet-i islam’a karşı sorumluluk altında kalır mıyım, bu düşünce ve fiilimden dolayı sorgulanırsam mutlak adalet karşısında hesap verebilir miyim ? diye ciddi biçimde düşünmesi gerekmektedir...
İMANI OLMAYIP, AMELİ OLANIN DURUMU ; uçak bileti olmadığı halde, uçakla seyahat edip çok güzel bir tatil beldesine ulaşacağına inanan kişinin durumuna benzer… O mükemmel tatil beldesi olan Cennet’e gidebilmek için önce uçak biletimizin yani imanımızın olması gerekmektedir. Elimizdeki tek uçak biletini ise ; yolda oyalanarak, havaalanına taksi yerine bisikletle ulaşmaya çalışarak, yolda kaza yaparak, seyahat anını unutarak, yanlış otobüse binerek, sohbete dalarak ve başka işlere kendimizi kaptırmak suretiyle bir şekilde yakıp geçersiz kılarsak, herkes ve herşey bir tarafa, kendimize karşı en büyük yanlışı //zulmü yapmış olacağımız kesindir. Bu hatamızın bedeli ; ebedi bir azap, sonsuz bir üzüntü ve mutlak bir pişmanlık olacaktır. Hesap günü her geçen gün bize yaklaşmakta, dünya ise her gün bizden biraz daha uzaklaşmaktadır…
Farkında olmadan imanını kaybeden müslümanların önemli bir bölümü, kadere ve ekonomik nedenlere ilişkin söylemlerle, çok daha büyük olan diğer bölümü ise siyasete ve toplumsal yaşama ilişkin duruşları nedeniyle bu olumsuz sonucun muhatabı konumunda kalmaktadır.
İçimizden çıkıp bizi yöneten yöneticilerimizin kişisel hatalarının olması, gaflet içinde bulunmaları ve hatta zulmetmeleri dahi bir müslümanın, müslümanlara ya da din-i mübin-i İslam'a karşıtlık içinde olan kişi, parti ve devletle işbirliği içinde olmasına haklılık kazandırmaz. Aksini iddia edenler ise kendi kuruntularını gerçek sanan, birkaç süslü söylemle kendisine haklılık kazandırdığını zanneden gafillerin ta kendileridir.
BİR MÜSLÜMANIN, ekonomik nedenleri//olumsuzlukları öne sürerek, yönetim hatalarını mevzu bahis ederek, kişisel kaprislerini ve hırslarını ön plana çıkararak ; isteyerek ya da pasif tutumlarla batıla// küfre // Deccaliyete // küreselci paganlara // Şeytana ve İslam düşmanlarına hizmet eden, batıl ile işbirliği içinde bulunan, küresel güç merkezlerinin taşeronluğunu yapan kişilere, sivil toplum örgütlerine ve siyasi yapılara destek vermesi kabul edilebilir bir durum değildir. Şayet bunu yapıyorsa, başkalarını değil, önce kendi inancını ve geleceğini sorgulamalıdır.
MÜSLÜMAN BİR BİREY İÇİN SİYASET DEMEK ; yerel ve küresel cihad demektir. Bu bilinçten yoksun olup, Allah’ın ve müslümanın düşmanlarıyla aynı safta buluşan kişinin ise müslüman olabilmesi ya da en azından kalabilmesi mümkün değildir. Burada amacımız, kimseyi tekfir etmek değil, herkesin düşünce biçimini sorgulamasını sağlamaktır. İman ile küfre destek veren bir halin, aynı kişide ve aynı zamanda var olabilmesi aklen ve ilmen mümkün değildir. Bunun var olduğu iddia ediyorsa da ortada tam bir cehalet hali vardır ki cehaletin de gerçeği ortadan kaldırabilmesi olanaklı değildir.
Abdülhamid Han’ı tahtan indiren masonik yapıların ve bilumum küfr ehli çapulcunun gerçekleştirdikleri darbeye alkış tutanların, bu masonik yapının devamında şekillenen siyasetin ve düzenin şakşakçılığını yapanların, müslümana yapılan zulmü görmezden gelip darbeci alçakların arkasından gidenlerin, komünist- sosyalist devrim yapmak için milletimizi birbirine kırdıranların, milletin karısını - kızını yarı çıplak sokağa dökenlerin, anamızın- bacımızın başörtüsüne el uzatıp ezanımızdan iğrenenlerin, ülkemizi batıya peşkeş çekmek için yapmadığı ihanet , başvurmadığı fitne kalmamış olanların, din-i mübin-i islamı yok etmek için teröristle ve hatta şeytani düzenin küresel temsilcileriyle bile işbirliği yapanların, laiklik söyleminin arkasına sığınarak müslümana zulmetmeyi marifet sayanların vs. ARKASINDAN GİTMEYE MERAKLI OLANLAR ; durumlarını ve bağlarını şimdiden sorgulamalı, bulunmaları gereken yerin bulundukları yer olup olmadığını çok iyi tespit etmelidir. Ne zaman geleceği belli olmayan ölümle şekillenecek son pişmanlık, fayda vermeyecektir...
Müslüman- Türk milleti için de ümmet-i İslam için de mücadele eden lider, tartışmasız bir biçimde ortadadır. O liderin arkasında durmak, yanında yürümek ve gerektiğinde önünde ölüme koşmak, her müslüman için imandan sonra gelen en büyük faz-ı ayındır. Bu büyük farzı yerine getirmeden, hiçbir amelimize güvenebilmemiz de mümkün değildir.
MÜSLÜMAN, yaşamın ve varlığın gerçekleri karşında kafasını kuma gömen , BİRİLERİNE HOŞ GÖRÜNMEYE ÇALIŞAN ya da bana dokunmayan yılan bin yıl yaşayın diyen değil, tek başına da olsa Allah yolunda evrene karşı mücadele bayrağı açabilen insandır.
Aziz ve Muktedir olan Rabbimiz bize, bu dünyada ne kadar mal-mülk- çocuk ve makam sahibi olduğumuzu değil ; kendisinin yolunda nasıl bir hayat yaşadığımızı , kimlerle birlikte olduğumuzu ve nasıl bir mücadele ortaya koyduğumuzu soracaktır.
Unutulmamalıdır ki hesap gününde herkes, sevdikleri ve dava arkadaşlarıyla birlikte olacak ve nihai hesapları bu hal üzere kesilecektir...
BİZİM YERİMİZ ; peygamberlerin, şehitlerin, gazilerin, alimlerin ve salih kulların yanı olmalıdır. Bizimle birlikte olmak isteyenleri, her türlü saplantıdan ve algı operasyonunun süjesi olmaktan uzaklaşarak, müslüman- Türk milleti tarafından oluşturulmakta olan kutlu bir Türk yüzyılına ve cihan hakimiyeti mefkuremize kavuşma yolunda mücadele eden kıymetli bir lideri ve kısacası Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı desteklemeye davet ediyorum...
Bu desteğin dışında kalanlar bilmelidir ki ilahi kaderin hükmünü hiç kimse değiştiremeyecektir ancak kaybedenler, bu ilahi hükme karşı kürek çekmeye çalışanlar zavallılar olacaktır…
Atalarımızın ifade ettiği gibi anlayana sivrinek saz, anlamayana ise davul zurna az gelirmiş…
29.10.2022 // 18.02
SEDAT ÇETİNKAYA
.DÜNYAYI BEKLEYEN SİYASİ VE STRATEJİK GELİŞMELER…
Uzun bir süredir, dünya hakimiyetinin zirvesinde yer alan Amerika Birleşik Devletleri’nin bu konumu, ciddi biçimde sarsılmaya başlamış bulunmaktadır. Elbette bu güç kaybı da ; nüfus, üretim gücü ve jeopolitik potansiyele dayanan yeni güç merkezlerinin ortaya çıkmasına , ABD’nin baskısı altındaki merkezlerin de daha bağımsız hareket etme imkanı kazanmasına neden olmuş bulunmaktadır.
ABD MERKEZ BANKASI ( FED ), enflasyonla mücadele adı altında faiz oranlarını yükselterek , karşılıksız Doların değerini zirve noktalarına doğru taşırken ; bu politik yaklaşım, tüm dünyada ABD karşıtlığını yükseltmekte ve ABD mallarının uluslararası piyasalardaki rekabet gücünü büyük ölçüde ortadan kaldırmaktadır. Bu durum ise ABD ekonomisinin ve istihdamının geleceğini mahvetme riskini bünyesinde barındırmaktadır. Bu bağlamda söz konusu politik yaklaşımı, basit bir durum olarak ele almamak gerektiğini de belirtmek isterim.
ABD Merkez Bankası’na hakim olan birileri, herkesin gözünün içine baka baka ABD ekonomisini, istihdamını ve iç barışını zora sokmanın ve artık taşınabilmesi mümkün olmayan Dolarizasyon sürecinin yerine “YENİ BİR PARA HAKİMİYETİ ENSTRÜMANI” oluşturmanın peşine düşmüş durumdadır. ABD Merkez Bankası’nın sahibi olan küreselci paganlar, tüm dünyada tedavülde olacak ancak kendi kontrollerinde şekillenecek ‘ KÜRESEL BİR DİJİTAL PARA’nın hayali içinde kıvranmaktadır. Oluşturdukları enerji krizi, tedarik zincirlerinin bozulması süreci, küresel yüksek enflasyon, Dolar karşısında gerileyen yerel para birimleri, bölgesel çatışmalar ve küresel savaş riskleriyle de kurdukları hayali gerçek kılmanın ve DÜNYAYI MECBURİ BİR SIFIRLAMA NOKTASINA GETİRMENİN çalışması içinde bulunmaktadırlar.
Dolar’ın rezerv para olmasının temelindeki ekonomik ve stratejik gerçeklikler olan ; petrol ve doğalgazın Dolar ile alınıp satılması kuralı, bankacılıkta kullanılan swift sistemi ve ABD’nin, petrol ve doğalgaz üreticileri üzerinde oluşturduğu yüksek hakimiyet durumunun ortadan kalkmaya başlaması, büyük bir borç yükü altında bulunan Amerika Birleşik Devletleri’nin TEHDİT VE ŞANTAJLARLA TAŞIMAYA ÇALIŞTIĞI KÜRESEL HAKİMİYETİ TAMAMEN KAYBETMESİ ve bir iflas durumuyla karşı karşıya kalması riskini oluşturmuş bulunmaktadır. Ve belirtmek gerekir ki bu riskin, çok yüksek bir risk olarak tanımlanabilmesi mümkün bulunmaktadır.
İşte AMERİKA Birleşik Devletleri’ni yöneten güçlerin, dünyayı küresel bir savaşa//kaosa sürüklemeye çalışmasının temelinde de ABD temel alınarak kurulan düzenin varlığı açısından ortaya çıkan bu risk bulunmaktadır. Bu durumu çok önceden öngörerek, kendileri için yeni merkez olarak Çin’i belirleyen küreselciler ; merkezi İngiltere idaresini (Kraliyet) de pasifize ederek, ABD- İngiltere ve yandaşlarından oluşan cephe ile yine kendi güdümlerindeki Çin ve yandaşlarından oluşan ancak ABD cephesine düşman gibi sunulan başka bir cephe arasındaki gerilim üzerinden yükselen bir senaryo oluşturmuş bulunmaktadır. Tüm dünyaya karşı oynanan bu film senaryosunun amacı ise TEK DÜNYA DEVLETİNE ilişkin zeminin şekillenmesi sağlanırken, DİĞER KÜRESEL GÜÇ MERKEZLERİNİN TASFİYESİ İÇİN ZAMAN KAZANMAKTIR.
Tek dünya devletine ve yeni küresel dijital paraya ve ticaret yollarına tamamen hakim olmak isteyen KÜRESELCİ PAGANLAR, dünyanın ; gıda üretimini, sağlık politikalarını, nüfusunu ve nüfusun şekillenme biçimini, inançlarını ve düşünme şekillerini de kendi kontrolleri altına almanın, milliyet ve yerel devlet bilincini yok etmenin , tüm dünyayı ve insanları teknolojik bir devrimi kullanarak ve küresel salgın gibi korkulardan hareketle kontrol altına almanın, insanlığı köle olarak çalıştırmanın, bireysel mülkiyeti ve aileyi yok ederek kendilerine hizmet edecek sosyalist görünümlü bir yapı oluşturmanın, sanal ve cezbedici bir yaşamı insanlığın merkezi haline getirmenin, tüm silahları ve güvenlik yapılarını tekellerine alarak rakipsiz kalmanın hedeflemesi içindedir. İfade ettiğim ve daha da genişletilebilecek bu hususların her biri üzerine bir değerlendirme yapılacak olursa, küreselcilere ait olan planlara ve bunların icra ediliş biçimlerine rahatlıkla ulaşılabilmesi de mümkün bulunmaktadır.
İşte bu nedenle onlar ; Türk Devletler Teşkilatı ve önümüzdeki süreçte yönlendirmeye başlayacağı İslam alemiyle birlikte küreselcilerin hayalini yok etme potansiyeline sahip olan Türkiye’nin, mutlaka durdurulması ya da kontrol altına alınması gerektiğinin bizden daha çok farkındadır. Ancak şuan için Türkiye’ye karşı atacakları bir adımın birçok açıdan zamansız oluşu ve açıkçası tarihi geçmişimiz nedeniyle bizden korkuyor olmaları, kendileri için tehlike olarak gördükleri Rusya’yı öncelikli olarak karşılarına almalarına ve Türkiye’yi sonraki bir hedef olarak yalnız bırakmaya çalışma stratejisine dönmelerine neden olmuş bulunmaktadır. Rusya üzerinden oluşturdukları gerilim ve Ukrayna- Rusya savaşıyla, hem Rusya’nın zayıf düşüp dağılması hem de Avrupa’nın büyük bir kaosun içine düşerek küreselcilerin kucağında kalması garanti altına alınmaya ve Avrupa’da yeni bir güç merkezinin oluşması da engellenmeye çalışılmaktadır.
Biraz daha bölgesel siyasete döndüğümüzde, kısa ve orta vadede Türkiye’miz için askeri açıdan iki tehlike dikkati çekmektedir. Bunlardan birisi Yunanistan, diğeri ise Türk Milleti’ne karşı düşmanlık politikalarını açık etmeye başlayan İran’dır. Önümüzdeki süreç, her iki devlet için de perişanlıkla sonuçlanacak, öncelikle İran’ın dağılma sürecine girmesiyle Güney Azerbaycan sonrasında ise Yunan işgaline uğramış tüm yurtlarımız Türk dünyası ile kucaklaşacaktır.
Rusya’nın güç kaybetse de küreselcilere karşı direnecek olması ; Türkiye’nin de Türk Devletler Teşkilatı ve tarihi hinterlandıyla birlikte küreselci paganların hakimiyetine karşı orta dünyadan en büyük cepheyi açarak tarihi bir galibiyeti tesis edecek olması, küreselcilerin dünya hakimiyeti ideallerini tarihe gömecek bir gelişme olacak ve müslüman- Türk milleti, bu girişimiyle aslında tüm insanlığın onurunu kurtaracaktır.
BU SÜREÇTE YAPMAMIZ GEREKEN ŞEY ; birliğimizi korumak, Türkiye’deki işbirlikçi muhalefeti ifşa ve tasfiye etmek, tahriklere kapılmadan zaman kazanmak, fırsatını bulduğumuzda düşmanlarımızı ezmek için bir şahin hızıyla hareket etmek, 2023 seçimlerinde Sayın Erdoğan’ın başkan seçilmesini sağlayarak müslüman- Türk milletini kendilerine köle kılmaya çalışanları dumura uğratmak, küreselcilerin politikalarına geçit vermemek, insanlığı uyandırma görevini başarıyla icra etmek, askeri varlığımızı tüm düşmanlarımızı caydıracak seviyeye ulaştırmak için mücadele etmek, tüm çevremizin cihad ruhuyla şekillenmesini sağlamaktır.
NE KİMSEDEN BİR ÇEKİNCEMİZ, NE DE KORKUMUZ BULUNMAKTADIR... HAKKI TESİS ETMEK, ZULMÜ BERTARAF ETMEK VE BATILIN YANINDA YER ALMAMAK HEPİMİZİN EN ÖNCELİKLİ GÖREVİDİR...
Yüreklerimiz tunçtan, bedenimiz düştüğümüzde bize kucağını açacak topraktan, ruhumuz ise her şeyden çok sevdiğimiz Allah’tandır...
21.10.2022 // 22.50
SEDAT ÇETİNKAYA
.TEKNOLOJİK GELİŞMELER KARŞISINDA, TÜRK HAVA KUVVETLERİNDEKİ ARAYIŞLARI ŞEKİLLENDİRMESİ GEREKEN STRATEJİ…
Türk Hava Kuvvetleri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin NATO yapılanması içine girdiği tarihten itibaren, ordumuzun genelinde olduğu gibi Amerika Birleşik Devletleri’nin kontrolünde şekillenen bir kuvvet yapısına sahip olmuştur.
Ordumuzun hemen hemen her faaliyeti, büyük ölçüde ABD’nin kontrolünde bulunduğundan, Türk siyaseti ABD güdümünde şekillendiğinden, ordumuz İsrail açısından bir koruma kalkanı teşkil ettiğinden ve uçaklarımızda kullanılan mühimmat hususunda da tam bir bağımlılık söz konusu olduğundan, ABD üretimi savaş uçaklarının Türkiye’ye satılması konusunda yakın geçmişe kadar bir engel oluşturulmamış bulunulmaktadır. Bu noktada Türkiye’nin ; etkili, uzun menzilli ve yüksek irtifa hava savunma sistemine sahip olmaktan yoksun bırakılmış olmasının, savaş uçağı tedariğini kolaylaştırıcı bir faktör olduğunu söyleyebilmek de mümkündür.
Ancak Sayın Erdoğan liderliğinde, tarihi misyonuna doğru hızla yol alan Türkiye’nin, ABD’nin kontrolünden çıkarak, ABD’nin çıkarları aleyhine bağımsız politikalar geliştirmeye başlaması, ordumuzun milletimizin kontrolüne girerek her biri yüksek savaş kapasitesinin bir parçası olan modern silahlarla teçhiz edilmesi, Türkiye’nin İsrail açısından koruma kalkanı olmak bir tarafa en büyük riski teşkil etmeye başlaması, Türkiye’nin % 100 yerli mühimmat kullanma kapasitesine ulaşması ve modern bir hava savunma altyapısına ulaşmanın eşiğine gelmesi ; ABD’yi yöneten güç merkezinin, ABD üretimi savaş uçakları ve silahlar ile Türkiye arasına engel koyma , Yunanistan’ı Türkiye aleyhine silahlandırma ve Proxy bir devlet olarak konumlandırma stratejisini gündeme getirmiş bulunmaktadır.
Günümüzde birçok sözde uzmanın, Türk Hava Kuvvetleriyle ilgili olarak papağan gibi tekrarladığı ve ülkemizi, ABD hegemonyasına tabi olmaya davet anlamı taşıyan ya da ülkemizi ABD’ye mahkum kılan bazı negatif yaklaşımları da ziyadesiyle dikkati çekmektedir.
Bu noktada belirtmek isterim ki ulaşılan teknolojik gelişmeler, insansız savaş uçaklarına geçişi fikren zorunlu kılan bir aşamaya ulaşmış olsa da hem var olan üretim altyapısı hem de insansız savaş uçaklarına geçiş noktasında yapılması gereken çalışmaların zorluğu ve maliyetler, geçiş süreciyle ilgili frenleme görevi ifa etmektedir.
Türkiye’mizin, TFX ( Milli Muharip Uçak) projesine başlarken var olan ufkumuz, birkaç versiyon sonrasında beşinci nesil savaş uçağı kapasitesine ulaşacak bir savaş uçağı üretimini gerçekleştirmekten ibaretti. Ancak bu uçağın geliştirme aşamasında yaşanan teknolojik gelişmeler ve ulaştığımız kapasite ; TFX savaş uçağının, hızla 6. nesil insansız savaş uçağına dönüşümünü zorlamakta ve hatta zorunlu kılmaktadır. Kanaatimce TFX savaş uçağından maksimum 50 kadar savaş uçağı ürettikten sonra bu savaş uçağının, 6. Nesil İnsansız Savaş uçağına doğru evrilmesini izleyeceğimiz yönündedir.
Diğer taraftan BAYKAR şirketi, yürüttüğü Kızılelma ( MİUS) projesi ile 6.nesil insansız savaş uçağına doğrudan bir adım atmış ve oluşturmuş olduğu üretim hızıyla da tüm dünyayı geride bırakmış bulunmaktadır. Birkaç yıl sonra bu insansız savaş uçağının seri üretimine geçildiğinde ve özellikle de çift motorlu versiyonlarıyla birlikte hem daha yüksek bir hız hem de daha yüksek bir taşıma kapasitesi oluşturulduğunda, dünya havacılık tarihinde ve savaş stratejisinin geleceğinde bir devrim meydana gelecektir. Ve herkes bilmelidir ki boğazına kadar aşağılık kompleksine batmış şekilde ya da işbirlikçi bir hain olarak yaşarken, Kızılelma İnsansız Savaş Uçağı’na kulp takmaktan geri durmayanların varlığına rağmen, biz bu devrimin sadece ama sadece bir adım gerisinde bulunmaktayız.
Bu bağlamda ifade etmek isterim ki ülkemizin artık ne ara çözüm olarak ne de ABD veya başka bir ülkeden savaş uçağı alımı şeklinde bir ihtiyacı bulunmamaktadır. Özellikle, taleplerimizi geri çekmek suretiyle ABD’nin elinden F 16 kozunu mutlaka almamız gerekmektedir. İngiltere ile Eurofighter Typhoon savaş uçağının alımı noktasında yaptığımız görüşmelerin, ABD ile F 16 alımı konusunda yaptığımız görüşmelerden çok da farklı bir yönü bulunmamaktadır. ABD istemediği takdirde İngiltere de bu savaş uçaklarını bize veremeyecek, bu süreç iyi polis- kötü polis tiyatrosuna geçmedikleri sürece onlar için de bir oyalama taktiğine dönüşecek ve satın alınacak uçakların idamesi ile ilgili gelecek riski de devam edecektir.
Artık batı dünyasından alacağımız her hava aracı, üzerimizdeki baskıyı arttırmak için kendi elimizle ihdas edeceğimiz bir bağımlılık prangasından başka bir anlam ifade etmeyeceği gibi satın alacağımız savaş uçakları da kısa süre içinde elimize geçmeyeceğinden, kısa vadeli bir ihtiyacımıza da çare oluşturmayacaktır.
Yapmamız gereken şey, tüm dünyaya çeşitli modellerde SİHA satarken ; kendimiz ve dostlarımız için ;
• Radar kesit alanı küçük,
• Hızlı,
• Düşük maliyetli,
• Yapay zeka ile desteklenmiş,
• Otonom hareket etme kabiliyetine sahip,
• Yüksek manevra ve savaş kabiliyeti bulunan,
• Yüksek kapasiteli radarıyla kitleneceği hedeflere uzun menzilli süpersonik//hipersonik hava- hava füzeleri ile saldırı yaparak düşman hava kuvvetlerini yok etme kapasitesine sahip,
• Harekat yarı çapı ve havada kalma süresi geliştirilmiş,
• Havada yakıt ikmali yapılabilen,
• Ve her çeşit uçak mühimmatını kullanabilen Kızılelma’ya sahip olmak için çalışmaktan ibarettir.
Elimizi biraz çabuk tutar ; kaynaklarımızı ve enerjimizi, Baykar’ın insansız savaş uçağı için seferber edersek, ülke olarak en büyük kazanımı elde etmiş olacağımızı önemle ve özellikle ifade etmek isterim.
Unutmayalım ki gelecek, onu şimdiden görerek şekillendirenlerindir…
İnsanlık, kıyamet öncesi dönemde kutlu bir Türk yüzyılına şahitlik edecek, hak yolunda hak için mücadelemiz, kıyamete değin kesintisiz sürecektir…
08.10.2022 // 16.28
SEDAT ÇETİNKAYA
.KÜRESEL ÇETE’NİN NE YAPMAK İSTEDİĞİNİ VE TÜRKİYE’YE YÖNELİK DURUŞUNU ANLAMAK, TÜRKİYE’MİZİN SİYASİ VE ASKERİ STRATEJİSİ AÇISINDAN HAYATİ ÖNEME SAHİP BULUNMAKTADIR...
Dünya’nın ve insanlığın gidişatını her açıdan olumsuz yönde etkileyen, örgütsel bir yapı ve sistematik bir program dahilinde insanlığı kendilerine köle kılmak için mücadele eden, her türlü milli ve yerel değerden nefret eden bir küresel çete bulunmaktadır.
İşte bu küresel çetenin zirve yaptığı ülkelerden birisi olan Amerika Birleşik Devletleri’nin, Türkiye’ye yönelik düşmanca tutumunu ve bunun sebeplerini de iyi irdelemek gerekmektedir.
Türkiye’miz, yirminci yüzyılın ikinci yarısı itibariyle çok sınırlı zaman aralıkları ve istisnai durumlar bir tarafa bırakılacak olursa, ABD’nin mutlak kontrolü altında varlığını sürdüren bir ülkeydi ve başına bela edilen ; parlamenter sistem, cari açık, bağımlı bankacılık ve finans sistemi, ordu hegemonyası, bürokratik oligarşi, bağımlı medya ve Pkk terörü nedeniyle içine düştüğü cendereden çıkması da ihtimal dışı tutulan bir ülke konumunda bulunmaktaydı. Siyasi bağımlılığı, ABD işgali altındaki Japonya- Güney Kore- Almanya gibi ülkelerle kıyaslanamayacak kadar da kötüydü.
Bu arada küresel çete tarafından 1990’lı yılların başından itibaren Çin üzerinden geliştirilen yeni bir proje ve ekonomik hareketlenme dikkati çekerken, Amerika Birleşik Devletleri de Ortadoğu ve Afrika’yı yeniden şekillendirmeye başlamıştı.
Ancak bu süreçte S.S.C.B.’nin dağılmasından sonra Rusya’nın yeniden güç kazanması ve Türkiye’nin de küresel etkiye sahip bölgesel bir güç olarak yükselmesi şeklinde öngörülemeyen iki gelişme ortaya çıkmış bulunmaktadır. İşte bu iki gelişme, küresel çetenin, insanlığı köleleştirmeye ve tek dünya hedefine yönelen planlarını temelinden sarsmıştır.
Yine bu süreçte, ülkemizde de önemli gelişmeler yaşanmış ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti ; Sayın Erdoğan’ın liderliğinde ayaklanmalar, terör kalkışmaları, darbe girişimleri gibi nice badireler atlatmış ve verilen büyük mücadele neticesinde önemli bir güç merkezi haline gelmeyi ve küresel çetenin planlarının geleceği açısından çok büyük bir tehdit haline gelmeyi de başarmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, gerek küresel çetenin “Modern İpek Yolu” projesi açısından oluşturduğu handikap ve gerekse bulunduğu coğrafya itibariyle büyük bir güç merkezi oluşturması, “yeni bir dünya düzeni ve hakimiyeti teorisi” ile hareket eden küresel çetenin planlarını bozmuş ve onları tarifsiz bir endişeye sürüklemiştir.
Bu noktada amaçları, Türkiye ile Rusya’nın hiçbir şekilde yakınlaşmamasını sağlamak üzerine şekillenmiştir. Bir Rus hava savunma sistemi olan S 400’lere karşı çıkışlarının temelinde de başka bazı sebepleri olsa da Rusya- Ukrayna savaşının çıkarılarak, Türkiye’nin taraf olmaya zorlanmasının arkasında da yine bu gerçeklik bulunmaktadır.
Türkiye’nin ; Suriye ve Irak sathında gerçekleştirilmek istenen siyasi ve askeri zemini bloke etmesi, Kıbrıs’da yerli işbirlikçiler de kullanılmak suretiyle Türk Milleti aleyhine sahnelenmek istenen tezgahı parçalaması, Libya’da oluşturulmak istenen düzeni bozması, Akdeniz gazının Avrupa’ya taşınmasını hedefleyen Easmed Projesi’ni uygulanamaz hale getirmesi, ortaya koyduğu mavi vatan doktrini ile haklarını savunacağını tüm dünyaya ilan etmesi, madencilik faaliyetlerini arttırması, nükleer enerjiye sahip olma ve nükleer silah üretimi konusunda önemli gelişmeler sağlaması, Afrika’da etkinliğini ciddi biçimde arttırması, Türk Devletler Birliği Teşkilatı’nı oluşturması, gizli ve sinsi bir ABD müttefiki olan İran’ı siyasi ve stratejik olarak tehdit etmesi, Balkanlar’da önemli bir güç haline gelmesi, İslam dünyasını etkilemeye başlayıp müttefikler edinmesi, yeni dünyanın önemli askeri ve ticari üretim, turizm ve lojistik merkezlerinden biri olarak konum almaya başlaması ve en önemlisi büyük ölçüde prangalarından kurtulması, KÜRESEL ÇETENİN TÜRKİYE ALEYHİNE ADI KONULMAMIŞ BİR DÜŞMANLIK POLİTİKASIYLA HAREKET ETMESİNE NEDEN OLMUŞ BULUNMAKTADIR.
Bu bağlamda ABD, Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasına daha da sarıldığı gibi Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne uyguladığı askeri ambargoyu kaldırmış, Yunanistan’ı bir ABD askeri üssü haline getirmiş, Türkiye’ye yönelik silah ambargoları oluşturmuş, Türkiye’yi F 35 programından ( çok şükür diyorum) çıkarmış, Rusya ile Türkiye’nin karşı karşıya gelmesi için Ermenistan’ın Azerbaycan’a saldırısı // Karadeniz’de mayın tehlikesi – Kazakistan’da ayaklanma çıkarma gibi her türlü provokasyonu sahaya sürmüş, Türkiye’deki üsleri alternatiflerini oluşturarak etkisizleştirmiş ve Yunanistan eliyle Türkiye’yi kışkırtmaya başlamış bulunmaktadır.
İşte şuandan itibaren atacağımız adımlar ise gerçekten çok önemli olduğu gibi sonuçları da hakikaten önemli olacaktır.
Bence ; Yunanistan’ın kışkırtmalarına hiçbir şekilde kapılmadan hareket etmeyi sürdürürken, uluslararası anlaşmalar çerçevesinde askeri konuşlandırmadan uzak tutulması gereken ve Yunanistan tarafından silahlandırılmış bulunan adaların durumunu, bir süre dünya kamuoyu nezdinde altını çizerek işlemeli, silahlandırmanın verilecek süre içinde ortadan kaldırılmaması durumunda diğer başvuru hakları saklı tutulmak kaydıyla ve benzer bir hukuksuzlukla Yunan gemilerinin boğazlardan geçişinin yasaklandığı ilan edilmeli, Yunan adalarına yapılan ticari mal sevkiyatı durdurulmalı, genel ve soğuk bir düşmanlık politikası içine girilmelidir.
Yine Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması sağlanmalı, Kıbrıs’da bulunan Türk ordu kapasitesi ciddi biçimde arttırılmalı, niceliği yükseltilmelidir.
Ve hepsinden önemlisi, ABD güçleri daha etkin bir şekilde arkasına girmeden Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasına çok ciddi bir operasyon düzenlenerek, bu yapı çil yavrusu gibi dağıtılmalı, küresel çete ne yapacağını bilemez bir şekilde hareketsiz ve çaresiz bırakılmalıdır. Aksi takdirde bu çetenin, Suriye rejimini devireceğini ve Suriye’deki yönetimi ele geçirdikten sonra çok daha etkin bir şekilde üzerimize geleceği gerçeğini unutmamamız gerekmektedir.
Askeri kapasitemizi , 10 yıl içinde dünyanın hiçbir gücüne ihtiyaç duymaksızın hareket edebileceğimiz bir seviyeye çıkarmayı , çok daha yoğun bir Ar-Ge ve üretim programı ile çalışmayı ve küresel çetenin ülkemizdeki işbirlikçilerinin yönetime gelmemesini sağlamayı başarmalıyız…
Unutmamamız gereken tek şey, ne kadar geciktirirsek geciktirelim, ABD ve müttefikleriyle eninde sonunda karşı karşıya geleceğimiz ancak o günün hüzün değil, düğün günümüz olacağıdır…
Devlet-i Aliyye, Türkiye’mizle aynı noktaya İttihatçılar eliyle getirildiğinde, yaşadığımız felaketi hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamamız, bizleri etkilemek ve sıkıştırmak için sahaya sürülen argümanlara itibar etmemeyi, kimsenin uyarmasına gerek olmaksızın devreye alacağımız yüksek bir bilinç seviyesi olarak içselleştirmemiz gerekmektedir.
Tüm insanlık, Sungur’un uçtuğu yerde yarasaların barınamayacağını bir kez daha görecek ve öğrenecektir…
30.09.2022 / 14.33
SEDAT ÇETİNKAYA
.KÜRESEL BİR GÜÇ OLARAK YÜKSELMEKTE OLAN TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN, YAKIN DÖNEM STRATEJİSİ’Nİ ŞEKİLLENDİRECEK DİNAMİKLER…
İçine kapanmışlık ve sinmişlik halinden sıyrılarak ve bünyesini sarmış işbirlikçi asalakların oluşturduğu kokuşmuşluktan kurtularak, küresel güçlere karşı kendi gücünü ortaya koymak suretiyle küresel dengeleri, kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye başlayan bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti, TÜM İHTİŞAMIYLA ortaya çıkmaya ve herkes tarafından görülmeye başlanmıştır. Ve bu durum hem içimizdeki hainler hem de küresel rakiplerimiz nezdinde büyük bir kıskançlık ve DÜŞMANLIK DAMARI oluşturmakta ve bu düşmanlık ise, Sayın ERDOĞAN’ın şahsına odaklanmış bir şekilde varlık kazanmaktadır...
Türkiye’mizin bu yükselişi, elbette karşıt tepkileri de üzerine çekmesine sebebiyet vermiş ve ülkemizi eskiden olduğu gibi kendi hegemonyalarına tabi kılmak isteyen küresel güçler ; ülkemizin ekonomik düzenine saldırmışlar, gizli ve açık ambargolarla ülkemizi hizaya getirmeye çalışmışlar, ülkemizin başkanını ; ayaklanmalar, algı operasyonları, terörizm, darbe teşebbüsü, muhalefeti organize etme girişimleri ve beşinci kol faaliyetleriyle devirmek için çevirmedik film ve fırıldak bırakmamışlardır. Elbette bunun için de EN DÖNEK, EN SİNSİ, EN SATILIK VE EN FIRILDAK AKTÖRLERLE çalışmayı da ihmal etmemişlerdir...
Enerji fiyatlarındaki artış, küresel tedarik zincirlerindeki bozulma, kur operasyonları neticesinde Türk Lirası aleyhine yükselen döviz kurlarının oluşturduğu enflasyonist etki, maliyet enflasyonunda yaşanan artış, faiz artışı sağlamak üzere yapılan ekonomik baskılar ve Covid 19 küresel plandemisinin oluşturduğu olumsuz etkiler, ülkemizin ekonomik durumunda bir dönemle sınırlı olmak üzere negatif yönlü bir baskı oluşturmuş OLSA DA ihracat, büyüme, istihdam artışı, faizlerin sınırlandırılması ve düşürülmesi, vergi gelirlerinin arttırılması, enerji yatırımları, madencilik faaliyetlerinin genişletilmesi, lojistik altyapının geliştirilmesi, turizm gelirlerinin artışı, oluşturduğumuz tedarik çeşitliliği ve altyapı nedeniyle enerji şoklarına karşı sağladığımız güvence, yüksek – esnek ve kaliteli üretim hacmimiz, ekonomimizi yukarı doğru taşımaya başlamış bulunmaktadır. Kur üzerinden ülkemize vurulmaya çalışılan darbe ters tepmiş, düşen Türk Lirası üzerinden şekillenen fiyatlar, ihracatımızı ve dolayısıyla üretimimizi patlatmış, ülkemize yapılan yatırımları ve istihdamı arttırmış ve dolayısıyla vergi gelirlerini yükseltmiştir. Bu durum ise ülkemizin içinde bulunduğu sıkıntılı süreçten rahatlıkla çıkmasına ve önümüzdeki sürecin ekonomik alanda yükselen YILDIZ ÜLKESİ olmasına vesile olacak bir dinamik oluşturmuştur. Elbette IMF kafasıyla işlenmiş, ezberletilmiş ekonomik modeller üzerinden beyinleri kodlanmış ekonomi düşünürlerinin bu gerçekliği algılayabilmesinin mümkün olmadığını da görmek ve bilmek lazımdır.
Diğer taraftan, Rusya’nın oluşturduğu enerji ambargosunun ve ABD baskısının altında adeta topluca batmayı bekler hale gelmiş bulunan Avrupa’nın, büyük bir sıkıntıya girmesine ise RAMAK KALMIŞTIR... Bu durum, ticaretimiz açısından aleyhimize gibi görünse de aslında bizimle rekabet şansı bulunmayan Avrupa’lı üreticilerin durumu, ihtiyaçları ve üretim hacimleri düşünüldüğünde, hiç tereddütsüz bizim lehimize sonuçlar doğuracağını söyleyebilmek mümkün bulunmaktadır. Avrupa iç pazarı dahil olmak üzere Avrupa’lı üreticilerin mal sattığı her noktada bizim pazar payımız artacak ve Avrupa, bu durum karşısında hiçbir şey yapamaz bir hale gelecektir. Avrupa kibrinden dolayı henüz kabul edememiş olsa da Avrupa’ya karşı kullanabileceğimiz enerji tedariği başta olmak üzere ve Rusya ile geliştirilecek işbirlikleri çerçevesinde ÇOK GÜÇLÜ KOZLAR bulunmaktadır.
Türkiye’nin ırkçı, tutucu ve bir haçlı birliği izlenimi veren Avrupa Birliği’ne karşı yeşil ışık yaktığı Şanghay İş Birliği Örgütü, dünyanın mevcut güç dengelerine karşı yükselen bir coğrafyanın varlığına , ÜLKEMİZİN KENDİ RENKLERİYLE VE GÜCÜYLE damga vurabileceği bir oluşuma tekabül etmektedir. Aslında bu örgütün temelini teşkil eden Modern İpek Yolu Projesi’nin “Bir Kuşak- Bir Yol” yaklaşımı, küresel para baronlarının yeni merkezleri olan Çin üzerinden geliştirdikleri bir yeni dünya açılımı olsa da bu açılımın göbeğinde yer tutan Türk Devletleri Teşkilatı’nın ortaya koyduğu etki, Türkiye’mizin ve Türk Birliği’nin yeni dünyanın lider gücü olmasını sağlayacak bir öneme sahip bulunmaktadır. Çünkü Türkiye, Avrupa ile Asya arasındaki ticaretin merkezine oturduğu gibi Ortadoğu ve Afrika ile Asya arasındaki ticaretin de göbeğine oturmakta ve oluşturduğu işbirlikleri ile küresel etkisini, dünyanın en büyük gücü konumuna yükseltme potansiyeline de sahip bulunmaktadır. İşte net olarak ifade etmek gerekirse, Türkiye’miz için Şanghay İş Birliği Örgütü’ne üye olmak değil, bu örgütün varlık sebebi olan İpek Yolu’nun tam ortasına hakim olarak, KÜRESEL TİCARETTEN BÜYÜK BİR PAY ALMAK ve bu pozisyon dahilinde oluşan milli gücü, tüm dünyaya yaymak ve hissettirmek önemlidir. Artık Avrupa, yalvarsa da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni niteliksiz birliği içine çekemeyecek ancak Türkiye, onların zenginliğinden ziyadesiyle faydalanarak birliğin tamamından daha varlıklı bir ülke haline gelecektir. Ve böylece atamız BİLGE KAĞAN’ın ifade ettiği gibi az milletimiz çok , fakir halkımız zengin olacak ve Sayın Erdoğan yeni bir Bilge Kağan olarak mevcudiyetimiz nezdindeki onurlu yerini ziyadesiyle alacaktır…
Bu arada ülkemize yönelen askeri ve siyasi baskıları dengelemek için de büyük uğraşlar vermemiz gerektiğini asla unutmamız gereken bir dönem bizi beklemektedir. Bizi gerek İsrail’in geleceği ve gerekse küresel paganizmin hedefleri açısından en önemli düşmanları olarak belirledikleri açık olan batılı güç merkezleri, NATO’nun geleceğine ilişkin kaygıları ve küresel dengelerin şekillenme sürecinde yaşadıkları olumsuzluklardan hareketle, bizimle doğrudan bir çatışmaya girmekten şimdilik kaçınıyor olsalar da yavaş yavaş cepheye girmeye başlamışlardır. Bu bağlamda gerçek bir çatışma için biraz daha süreye sahip olduğumuz söylenebilecek olsa da bu süreyi çok iyi kullanmamız ve onları perişan edecek bir askeri kapasiteye ulaşmayı başarmamız gerektiğini ifade edebilmek de mümkün bulunmaktadır. Bu süreçte diğer tüm askeri kompleksin gelişmesine verdiğimiz önem kadar NÜKLEER BİR GÜÇ haline gelmeyi başarma mecburiyetimizin bulunduğunu da unutmamalıyız.
Ayrıca küresel bir güce evrilirken karşımıza çıkacak engelleri ortadan kaldırmaya matuf mücadeleler için gerekli olan ve içinde bulunduğumuz hazırlık aşamasında da boş durmamamız gerekmektedir. Irak’ın parçalanması ve Kuzey Irak’ın ilhakı, Kuzey Suriye’nin tamamında Türk hakimiyetinin teşekkül ettirilmesi, Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin uluslararası alanda tanınmasının sağlanması ve askeri kapasitesinin arttırılması, Azerbaycan’ın Zengezur Bölgesini ele geçirmesine sınırsız destek verilmesi , Balkanlar’ın milli politikalarımız doğrultusunda şekillendirilmesi, Arnavutluk’un tam bir Türk askeri üssü olanak tanzim ve tahkim edilmesi, Yunanistan’ın baskı altında tutulması, askeri üslerimizin arttırılması ve geliştirilmesi gibi onlarca siyasi ve stratejik meseleyi, büyük ve sarsılmaz bir irade ve hassas bir yaklaşımla yürütmeyi de başarmalıyız...
Ülkemizde yaşanacak 2023 seçimlerinin, tüm küresel güç merkezlerinin etki etmek isteyeceği bir gelişme olacağını da gözden kaçırmamalı, herkesi ve etki edebileceğimiz tüm çevremizi, küresel güç merkezlerinin içimizdeki işbirlikçilerinin toplanma merkezi olan ve ülkemize mankurtça bir ihanet dışında sunabileceği hiçbir şey bulunmayan bir zillet zihniyetini desteklemekten uzak tutmayı da başarmalıyız.
Bu kutlu mücadele noktasında ortaya konacak hiçbir faaliyetin, kader-i ilahi ve ilahi takdir noktasında boşa gitmeyeceğini belirtirken, Büyük Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin liderliğinde Türk- İslam dünyasının yükselişine ve Kızılelma hedefimize katkı sunan tüm kardeşlerimi saygı ile selamladığımı da neticeten ifade etmek isterim.
18.09.2022 // 19.08
SEDAT ÇETİNKAYA
.ONU, BELEDİYE BAŞKANI SEÇEN ZİHNİYETE YAZIKLAR OLSUN…
Dörtbir yanı lağım kokusundan geçilmeyen, en küçük bir yağmurda akarsu yatağına dönen ve iki yunan heykeliyle kendini çağdaş yaşamın merkezi zanneden İzmir’in, Tunç SOYER isimli sözde belediye başkanı, Devlet-i Aliyye’ye karşı kin kusarken, tarih bilgisinden nasıl bir yoksunluk içinde olduğunu ortaya koyduğu gibi İttihatçı artığı CHP zihniyetini de birkez daha gözler önüne sermiş bulunmaktadır.
Tunç SOYER ; Atamız, şanlı ecdadımızın asil evladı , siyaset dehası başbuğumuz Abdülhamid Han hazretlerine karşı, İttihat ve Terakki’nin sinsi ve günümüzdeki işbirlikçi dönmelerin nüvesini teşkil eden çapulçuları tarafından düzenlenen darbeyi yok sayarak ve bu darbe neticesinde devletimizi masonik odakların güdümündeki Almanya’nın yanında Birinci Dünya Savaşı’na sokanların ve devletimizin işgaline zemin hazırlayanların, İttihatçı hainler olduğunu görmezden gelerek, Devlet-i Aliyye’nin şahsında bize ve atalarımıza, Nutuk’dan aldığı ifadelerin arkasında saldırmayı marifet olarak görmektedir.
Yine bu noktada milli mücadeleyi, içinde bulunduğu çok zor şartlara rağmen kazanan büyük ve asil milletimizi hakir gören, onun ; inancı, kıyafeti, ezanı, Kuran’ı, alfabesi, dini ve hülasa onu millet kılan değerleriyle oynayanın, faşizmin dibine vurmuş ve mensubu olduğu CHP zihniyeti olduğunu da unutmuş görünmektedir. Daha düne kadar milli mücadele kahramanı analarımızın , bacılarımın başörtüsüne uzanan eller sizin eliniz değil miydi ? Yahudi’nin // İngiliz’in şapkasını takmadığı için asılanlar, top ateşine tutulanlar bu milletin evlatları değil miydi ? Başörtülü ananın, oğlunun yemin törenine bile katılamadığı ordu bizim yani Müslüman- Türk’ün ordusu mu yoksa Yunan sevicilerin ordusu muydu ? Adnan Menderes’i asanlar, komünist- sosyalist devrim yapacağız diye bu milletin evlatlarını birbirine kırdıranlar, bira gibi alkollü bir içkiyi çocuklara süt yerine önerip reklamını yapacak kadar zıvanadan çıkanlar, milletin dininin hristiyanlık olmasını önerecek kadar inancımıza kin ve düşmanlık içinde olanlar, ezandan iğrenip kusası gelenler, savunma sanayi hamlelerimizi geçmişte ve günümüzde yok etmek için uğraşanlar, bu ülkeyi ABD hegemonyasına peşkeş çekenler ve halen de bu hegemonya devam etsin diye tüm güçleriyle uğraşanlar, İngiltere kraliçesine uşaklık yapanlar, küresel para baronlarının figüranı olanlar biz ve bizim atalarımız mı yoksa Birinci Dünya Savaşına girerek ülkeyi işgale hazırlayan İttihatçıların artıkları konumundaki günümüzün işbirlikçileri midir ?
Yunan’ı denize döken ecdadımız sanki Yunan’ı denize dökmemiş, sanki Fransız , İtalyan ve İngiliz ile savaşmamış gibi milletimizi adeta onlara peşkeş çeken de bizim atalarımız mıydı ?
Yoksa Lozan’da, İzmir’in dibindeki adaları bile Yunan’a hediye eden, 12 ada için kılını bile kıpırdatmayan, Yunanistan’ın ödemesi gereken savaş tazminatını hibe eden de mi bizim atalarımızdı ?
Müslüman- Türk milletinin evladı olan hiçbir belediye başkanı, bir gereklilik olmadıkça Yunanistan’ı ya da Atina Belediye Başkanı’nı ziyaret etmemiştir. Ancak bize sevgi pıtırcığı olarak yutturulan zat ile İzmir’in kurtuluşunu, atalarımızla hesaplaşmak için bir fırsat addeden Tunç Soyer, kendilerini Yunanistan ziyaretinden bir türlü alamamaktadır. Utanmasalar, her fırsatta bir Yunanistan kaçamağı yapacaklarından da eminim… Bu durumda şimdi, denize döktüğünüzü iddia ettiğiniz ve atalarımızı yerden yere vurmanıza gerekçe kıldığınız eski düşmanlar şimdi dostunuz mu oldu diye sormak lazımdır. Bakınız biz şuan dahi atalarımızın, şanlı ecdadımızın, Abdülhamid Han’ın olduğu noktadayız ve Yunanistan ile arkasındaki küresel güçlerle amansız bir mücadele halindeyiz. Ancak sizin ve sizin gibilerin hem meselenin başında hem de şimdi takiyye içinde olduğunuz ayan beyan ortadadır…
Ey Tunç Soyer ! sen ve senin gibiler ne kadar çırpınsa da galip olan biz olacağız… O içten içe çok sevdiğiniz Yunan’ı da çok yakında ancak bu sefer Adriyatik Denizi ile yakından tanıştırma şerefine ulaşacağız. İşte o gün şanlı ecdadımızın ruhları şad olacak, milli mücadelenin kahramanları, Mora’nın soykırım mağduru şehitleri ayağa kalkacak, Allah-u Ekber nidaları cihanı dolduracak ve sarsacaktır…
O gün ki halinizi görmek için sabırsızlıkla bekliyor olacağız…
11.09.2022 // 18.21
SEDAT ÇETİNKAYA
.BÜYÜK TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİN ASİL VATANDAŞLARI !
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’Nİ TEMSİL EDEN HİÇBİR SIFATA SAHİP OLMADIĞI HALDE, İNGİLTERE KRALİÇESİ II.ELİZABETH ÖLDÜ DİYE, ŞAHSİ DUYGU VE DÜŞÜNCELERİNİ GÖSTERİR ŞEKİLDE TAZİYE MESAJI YAYINLAYARAK, KRALİÇENİN UŞAĞI OLDUĞUNU YEDİ DÜVELE İLAN EDEN İŞBİRLİKÇİLERİ HALA GÖRMEDİNİZ Mİ ?
BU İŞBİRLİKÇİLERE SİYASETEN DESTEK VERMEK SURETİYLE, DEVLETİMİZİ İNGİLİZ KRALİYETİNE BİAT ETMİŞ BİR ÜLKE OLARAK KONUMLANDIRMAK İSTEYEN ZİHNİYETE FİİLEN KATILMIŞ OLACAĞINIZI GÖRMEMEKTE DİRENMEYE FÜTURSUZCA DEVAM MI EDECEKSİNİZ YOKSA DEVLETİMİZİN VE MİLLETİMİZİN YÜKSEK ÇIKARLARI İLE TAM BAĞIMSIZ VE KÜRESEL GÜÇ OLMA YOLUNDA İLERLEYEN TÜRKİYE’NİN VARLIĞI İÇİN MÜCADELE EDEN BAŞKANIMIZIN TEMSİL ETTİĞİ MİLLİ GÜÇLER SAFINA MI KATILACAKSINIZ
FİTNE ODAKLARININ YÜRÜTTÜĞÜ ALGI OPERASYONLARININ SÜJESİ OLMAKTAN KURTULARAK KARARINIZI ÇABUK VERİNİZ ZİRA HEPİNİZİ SARSACAK VE BULUNMANIZ GEREKEN YERİ VE TARİHİ MİSYONUMUZU ANLAMANIZI SAĞLAYACAK AMANSIZ MÜCADELELER, SÖZDE MÜTTEFİKLERİMİZİN GERÇEK YÜZLERİNİ ORTAYA KOYAN DÜŞMANLIK POLİTİKALARI NETİCESİNDE KAPIMIZA KADAR DAYANMIŞ BULUNMAKTADIR.
İÇİMİZDEKİ İŞBİRLİKÇİLERİ ANLAMAK İÇİN ONLARIN KENDİLERİNE TASMA TAKIP, İPLERİNİ DE EFENDİLERİNİN ELİNE VERMEK SURETİYLE, BUCHİNGHAM SARAYININ BAHÇESİNDE DOLAŞMAYA ÇIKMALARINI MI BEKLİYORSUNUZ
BİZ, MÜSLÜMAN – TÜRK MİLLETİ OLARAK ÜZGÜN DEĞİLİZ… KİMSEYE TAZİYE DE DİLEMİYORUZ... HATTA BÜTÜN GÜN DİNLEDİĞİMİZ İNSANİ NUTUKLARIN OLUŞTURDUĞU HÜMANİST EZGİNİN ETKİSİNİ BİR TARAFA BIRAKARAK MUTLU OLDUĞUMUZU BİLE SÖYLEYEBİLİRİZ…
BİZLER TESLİMİYET RUHU TAŞIMAYAN VE CİHAN HAKİMİYETİ MEFKURESİNİN GERÇEK SAHİPLERİ OLAN KİŞİLERİZ...
KRALİÇENİN UŞAKLARINA KARŞI KAYBEDECEK DE DEĞİLİZ…
09.09.2022 // 21.57
SEDAT ÇETİNKAYA
.AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ’NİN, TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NE KARŞI GELİŞTİRDİĞİ DÜŞMANLIK STRATEJİSİNE YÖNELİK OLARAK SAHAYA SÜRMEMEMİZ GEREKEN ASKERİ HAMLELER …
DÜŞMAN VURMADAN BİZ VURMALI, HERHANGİ BİR SINIR DA TANIMAMALIYIZ…
Yaşamlarını ve fikir dünyalarını ; batılı olmaya, ABD müttefikliğine ve Türkiye’nin NATO içindeki varlığına adamış olanlar anlamakta zorlanıyor olsalar da Türkiye, hiçbir zaman mensubu olmadığı batı dünyasından uzaklaşarak, kendi dinamikleri üzerinden küresel bir güç olma yolunda yükselmeye başladığı gibi ABD ve NATO ile gerçekte hiçbir zaman oluşmamış müttefiklik ve stratejik ortaklık gibi sözde bağlarından da kurtulmaktadır. Elbette bu neticenin meydana gelmesinde ABD’nin, tam bağımsızlık tavrıyla ve kendi çıkarlarını önceleyerek ilerlemeye başlayan Türkiye’ye yönelik olarak saklayamadığı düşmanca tavrının da büyük bir etkisi bulunmaktadır...
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ise, ABD’nin düşmanlık stratejisini iliklerine kadar hissetmiş ve bu düşmanlık stratejisinin gelişimini yavaşlatacak ve dönemsel olarak da olsa durduracak bir siyasi strateji ile hareket ederek, önümüzdeki süreçte yaşanacak büyük mücadeleye hazırlanması için gereken süreyi elde etme taktiği üzerinden politikalar geliştirme gayreti içine girmiştir...
Amerika Birleşik Devletleri ; Rusya’ya karşı Avrupa’yı yem ederek, Avrupa’yı kendisine bağımlı kılmaya çalıştığı gibi Avrupa’nın, ABD’nin arzuları doğrultusunda bir dizaynı yaşamasını da hedeflemektedir. Ve önümüzdeki süreçte BİR KIRILMA YAŞANMAZSA, Avrupa’da büyük sıkıntıların ve değişimlerin yaşanacağını ve Avrupa’nın bir ÇÖKÜŞ DÖNEMİNİN BAŞLANGICINDA olduğunu bir gelecek öngörüsü olarak şimdiden söyleyebilmek mümkündür. Hatta bu hususta ortaya çıkan gerilime, ABD’nin kendi iç birliği açısından dayanıp dayanamayacağının tartışmalı olduğu tezini ekleyebilmek de mümkündür...
Yine Amerika Birleşik Devletleri’ni yöneten küresel güçler, Çin ile SAHTE BİR GERİLİM STRATEJİSİ oluşturarak dünyanın gözünü boyarken ; İngiltere’de kraliçeye karşı hamleler yapmakta ve ABD- İngiltere- İsrail ve avaneleri üzerinden başka bir güç merkezi oluşturmak üzerine de politika üretmektedir.
KORKTUKLARI İLK ŞEY ; Türkiye - Rusya ittifakı , İKİNCİ VE EN ÖNEMLİ ŞEY İSE Türk Birliği merkezinden hareketle gelişecek bir Türk- İslam birliği oluşumudur. Aslında bu oluşum, Rusya’nın hayali hedefleri açısından da olumsuz bir durumdur ancak içinde bulunduğu sıkıntılı durum ve Türkiye’nin varlığına olan ihtiyacı, Rusya’nın Türk Birliği’nin şekillenmesine engel olabilecek bir tavır içine girmesini büyük ölçüde engellemektedir. Bu durum ise Rusya’yı, Türkiye’nin karşısında değil, yakınında durmaya yönelik bir politikaya itmektedir. Türkiye ise bu küresel güç merkezleri arasındaki dengeleri ve zaafları kullanarak, kendi stratejisini geliştirmekte ve bu stratejinin saha uygulamasını da birilerinin etki edemeyeceği bir olgunluğa ulaştırmaya çalışmaktadır...
Çeşitli ambargolar, ekonomik saldırılar, isyan ve darbe girişimleri, terör faaliyetleri ve manipülasyonlarla hizaya getirilmeye ve geçmişte olduğu gibi biat ettirilmeye çalışılan Türkiye’nin, TAM BAĞIMSIZLIK VE EGEMENLİK düsturuyla ortaya koyduğu muhteşem tavır ise sahte müttefiklerimiz tarafından halen kabullenilememiş ve şimdi de Türkiye’ye karşı açık düşmanlık politikası izlenmeye başlanmıştır. Elbette muhalefetin önemli bir bölümü de işbirlikçi sıfatıyla bu politikaya payanda kılınmıştır...
Herkes bilmelidir ki bu KÜRESEL ÇETENİN EN ÖNEMLİ MESELESİ, Suriye – Irak ve Doğu Akdeniz’den Türkiye’yi uzak tutmaktır. Bu gerçeği bilmek, Irak – Suriye ve Doğu Akdeniz’de atacağımız tüm adımların, bunları deliye çevireceğini ve onları tarihi hatalara sevkedeceğini de bilmemiz anlamına gelmektedir. Bu durum ise askeri stratejimizin şekillenmesinde büyük öneme sahip bir gerçeklik mahiyetini haiz bulunmaktadır.
Bölgeden ulaşmakta olan veriler ve Rukban’da yapılan toplantı, ABD’nin ; Pkk//Pyd//Ypg//Sdg güçleri, Dürzi milisler ve şer ittifakına dahil edilen sair güçlerle, SURİYE REJİMİNE YÖNELİK OLARAK YIKICI BİR SALDIRI HAZIRLIĞI içinde olduğunu ortaya koymaktadır. Rusya ise Ukrayna savaşı nedeniyle bölgede güç kaybetmiş ve Suriye rejimine yönelik olarak yapılacak saldırıyı caydıracak bir etkinliğe sahip olamayacağı bir pozisyona düşmüştür. İran milislerinin etkisi ne olur diye soracak olanlara da “ABD güçlerine büyük bir sevgiyle kucaklarını açarlar” diye cevap verebilmem mümkün bulunmaktadır. ABD’nin, bölgede oluşturduğu güçleri vekil olarak kullanmak suretiyle, Suriye rejimine yönelik olarak geliştirdiği bu saldırı hazırlığı konseptinin arkasında, Türkiye ile Suriye rejiminin anlaşma ihtimalinin bulunduğunu da önemle belirtmek isterim. Zaten bu ihtimal ilk ortaya çıktığında, ABD ve İsrail’in Esed rejimini düşürmeyi hedefleyen bir yaklaşım içine gireceğini de belirtmiştim. Türkiye ile Suriye rejiminin anlaşma ihtimali zayıf bir ihtimal olsa da siyasi bir risk olarak ortaya çıkması, ABD’nin bu rejimi düşürme ve Suriye’yi parçalama isteğini öncelemesine neden olmuş gibi görünmektedir...
İşte bu temel plandan hareketle, Türkiye’yi oyalamak isteyen Amerika Birleşik Devletleri, Yunanistan üzerinden Türkiye’yi kuşatarak, dikkatimizi başka bir alana çekmekte ve bu bağlamda oluşturduğu gerilimle de Türkiye’yi, Suriye ve Irak’da yaşanacak gelişmelere uzak tutmaya çalışmaktadır. Milletimizce gözden kaçırılan husus, Yunanistan’ın ortaya koyduğu her saldırgan tavrın, aslında ABD tarafından ortaya konulmuş olduğu gerçeğidir...
Türkiye, Yunanistan’ın ihtimal dahilinde olan SİNSİ BİR BASKIN SALDIRISI YAPMAYA MATUF STRATEJİSİNİ karşılamak ve bu saldırıya cevap vermek için gerekli tüm hazırlıkları yaparken, artık Münbiç’i ve Tel Rıfat’ı önceliğinden çıkararak, doğrudan doğruya Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasının ve dolayısıyla ABD’nin kontrolünde olan bölgeye herhangi bir menzil sınırı da tanımaksızın askeri müdahalede bulunmayı hedefine almalıdır. Bu hedefin ikinci alt başlığı olarak Suriye’nin Cezire kantonu ile Musul hattını kontrol altına alacak bir müdahalede bulunmayı da ihmal etmemelidir. Ve bunu yaparken HİÇBİR ŞEKİLDE TEREDDÜT YAŞAMAMAMIZ GEREKTİĞİNİ ve onlar vurmadan bizim vurmamızın çok önemli olduğunu da asla aklımızdan çıkarmamalıyız. Bize hiçbir şey yapamayacaklar, uygulayacakları ambargolar önce kendilerini vuracak, ülkemize yönelik tehditleri bizim daha da güçlenmemize ve birliğimizi geliştirmemize olanak sağlayacaktır.
Suriye için planlar yapan ABD’nin, Irak planlarının olduğu gerçeği de hiçbir zaman gözümüzden kaçmamalı, Irak Türkleri’nin ve Başika kampının güvenliğini sağlayacak bir askeri hamle mutlaka gerçekleştirilmeli, Irak’ın parçalanması durumunda Ankara Antlaşması’ndan doğacak ve Misak- Milli hedeflerimizi gerçekleştirmeye yönelen haklarımızın askeri ve siyasi açıdan gözetilmesini hedefleyen bir strateji, adım adım sahaya sürülmelidir.
Bu arada ülkemize yönelik bir Yunan saldırısında, batılı güç merkezleri tarafından korunması çok zor olan GÜNEY KIBRIS'IN TAMAMEN ELE GEÇİRİLEBİLMESİ İÇİN ÖZEL BİR OPERASYON PLANI HAZIRLANMALI ve bu plana ilişkin hazırlık, eksiksiz bir biçimde yerine getirilmelidir. Böylece ABD güdümündeki Yunanistan’ın yapacağı bir çılgınlığın ilk karşılığı, Güney Kıbrıs Rum Kesimi topraklarını kaybettirmek olarak ödetilmelidir.
Kıbrıs’dan yükselecek Rum çığlığı, DNA’larında gizledikleri gerçeği ortaya çıkararak, tüm batı dünyasını korku içinde bırakacak, Türk ordusunun Allah-u Ekber nidaları ise cihan hakimiyetimizi temsilen arşa yükselen sedamız olacaktır…
Ve içinde bulunduğumuz günden itibaren, NATO kapsamındaki tüm görevler bloke edilmeli, ülkemizdeki NATO ve ABD üslerinin faaliyetleri, tüm istihbarat birimlerimizin yakın gözetimi altına alınmalı ; ABD ve NATO, kutlu devletimizin önünde diz çökmedikçe Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğine de hiçbir şekilde izin verilmemelidir…
ARTIK, GERİLİMİN BOYUTUNU BİR ÜST SEVİYEYE TIRMANDIRMA, KALDIĞIMIZ YERDEN YÜRÜMEYE BAŞLAMA ZAMANI GELMİŞ BULUNMAKTADIR....
04.09.2022 // 19.00
SEDAT ÇETİNKAYA
.SEÇİMLE DEĞİL, STRATEJİK BİR SAVAŞLA KARŞI KARŞIYAYIZ…
Dünya üzerinde uygulanan politik ve sosyolojik yönlendirmeler neticesinde, özellikle maddi yönden gelişmiş ülkelerdeki insanların büyük bölümünde bencillik temelinde yükselen BİREYSELCİ YAKLAŞIMLAR , zirve değerlerine kadar ulaşmış bulunmaktadır. Elbette bu yönelimden, ülkemiz insanları da ziyadesiyle payını almış durumdadır.
Dünya üzerinde oluşturulan bu bencil ve büyük oranda da cehalet içinde yüzen insan topluluğu ise, bu topluluğu kullanarak dünya yönetimini ve siyasetini şekillendirmek isteyenler için bulunmaz bir nimet durumundadır.
BENCİLLİĞİ VE BİREYSELCİLİĞİ, VARLIĞININ EN ÖNEMLİ YAZILIM KODU HALİNE GETİRMİŞ OLAN İNSANLARIN ; küresel bir savaşın varlığının farkına varması, böyle bir savaşta fedakarlıkla mücadele etmeyi kabullenebilmesi, kendisine sunulan çıkar havuçlarını bir tarafa bırakıp milli bir bilinçle hareket etme iradesini ortaya koyabilmesi, ülkesi için mücadele edenlerle ülkesini mahvetmek için yabancı güç merkezleriyle işbirliği içinde çalışanları ayırabilmesi, bağnazlıklarından ve ön kabullerinden kurtularak ülkesinin ve milletinin geleceği için mücadele edenlere destek vermeyi başarabilmesi gerçekten de KOLAY DEĞİLDİR.
İŞTE BU NEDENLE ÜLKEMİZİN YARISI ; yabancı güç merkezlerine karşı verilen tarihi savaşı görmeme yolunu seçebilmekte, küresel güç merkezleri ile işbirliği halinde hareket ettiği hususunda tereddüte dahi ihtiyacın olmadığı bir denklemi anlamazdan gelebilmekte, bir tabanca bile üretemeyen ülkemizin dünyanın en gelişmiş savaş uçaklarından birisini yapma noktasına değin yükselmesini alaya alabilmekte, 21 yılda Cumhuriyet tarihinde yapılan yatırımların hemen hemen her hizmet kaleminde 3-5 hatta 10 kat fazlasının yapılmış olduğu gerçeğini inkara yeltenebilmekte, ülkemizin gelişmesini sağlama amacına matuf her icraata ayrı bir kulp takabilmekte , ülkemizi uluslararası platformlarda karalayanları eleştirmek yerine alkışlayabilmekte, küresel güç merkezlerinin politikalarına hizmet noktasında Suriye’de – Libya’da - Karabağ’da- Arnavutluk’da - Somali’de – Katar’da- Afganistan’da ne işimiz var diyebilmekte, dünyanın gidişatını değiştirecek olan Türk Birliği’ne bağnaz eleştiriler getirip burun kıvırabilmekte, ülkesinin çıkarlarını ve politikasını desteklemek yerine Yunan’ın maksimalist tezlerine destek olmayı marifet sayabilmekte, insanımızın inancına, dini ve milli değerlerine hakaret etmeyi kendisini için bir hak addebilmekte, sıra dışı bir yaşam sürme uğruna insanlıktan çıkabilmekte, ülkesine yönelik ekonomik saldırılara ve bunları içeriden destekleyenlere gözlerini kapayabilmekte ve hatta bir noktadan bu sürece dahil olabilmekte, Cumhur ittifakının dünyaya yöne veren liderine destek olmak yerine ne idüğü belirsiz bir masa ittifakının olmayan, olsa da ülkemize umut olma imkanı bulunmayan adayının beklentisiyle sloganlar arkasına sığınarak ve gerçeklikten kopmuş bir biçimde yaşamını sürdürebilmekte, parlamenter sistem gibi kokuşmuş bir yönetim biçimini savunanların süslü yalanlarına ram olabilmekte ve hatta bütün bunları yaparken ülkemizin diğer yarısına ve liderine düşmanca hisler besleyebilmekte, Cumhurbaşkanımızı yıpratmak için söylenen her yalana koşulsuz inanabilmekte, kendi acınacak mankurt durumuna bakmaksızın bu milletin vatansever evlatlarını "troll" ilan edebilmektedir.
Kıymetli dostlarım ! herkes bilmelidir ki HENÜZ SICAK BİR SAVAŞA DÖNÜŞMEMİŞ OLSA DA küresel güçlerle amansız bir mücadele içinde bulunmaktayız. İçinde bulunduğumuz bu mücadele, gerçekten de insanlık tarihinin en önemli mücadelesidir ve ülkemizde yapılacak 2023 seçimlerinin, bu hususta büyük bir kırılma noktası teşkil etmesi durumu söz konusudur.
Artık reel yaşamla ezoterik dünyanın iç içe gireceği, veri aktarımında yaşanacak devasa gelişmeler neticesinde teknolojinin inanç ve yaşam biçimimizi etkileyeceği, sanal bir yaşam biçiminin tüm sınırsızlığı ve sapkınlığıyla insanlığı kuşatacağı, insanlığın zekasının- algısının ve yaşamının şeytani güçler tarafından mutlak biçimde kontrol edilmeye çalışılacağı ve dünya dışı varlıklarla ( Ye'cüc ve Me'cüc) yapılacak topyekün savaş dahil olmak üzere insanlık tarihinin en zorlu mücadelelerinin verileceği bir döneme gireceğiz.
DÜNYANIN BAŞINA BELA OLMUŞ KÜRESELCİ PAGANLAR ; tüm projelerini, öncelikle insanlığı kontrol etmek ve önlerindeki engelleri pasifize etmek üzerine şekillendirmiş bulunmaktadır. Günümüz dünyasında yaşanan sıra dışı gelişmeler ise bu hedefi gerçekleştirmek üzere sergiledikleri faaliyetlerden başka bir şey değildir. Bizler, 100 yıllık süreçte içine düşürüldüğümüz aşağılık kompleksi ve öğretilmiş çaresizlik nedeniyle gücümüzün henüz tam anlamıyla farkında olmasak da insanlığa karşı kurulan tuzağı dağıtabilecek tek devlet ve millet konumunda bulunmaktayız. İşte bu gerçek, efendileri gerçek anlamda Şeytan olan küresel güç merkezleri tarafından gayet iyi bilinmekte ve onlar da tüm planlarını ; Türkiye’yi kontrol etmek, zora düşürmek , parçalamak ve hatta gerektiğinde içindekilerle birlikte toptan yok etmek üzerine yapmaktadır. Küresel güçlerin piyonları tarafından adım adım kuşatılmaya çalışılmamızın arkasında bu stratejik gerçeklik olduğu gibi bizim de ortaya koyduğumuz her ileri hareketin düşünsel zemininde, bu stratejiyi etkisiz kılma perspektifi bulunmaktadır.
Bizler içinde bulunduğumuz aymazlıktan bir an önce kurtularak ve kulaklarımızı içimizdeki işbirlikçilerin ve küresel fitne odaklarının söylemlerine tamamen tıkayarak ; milletimiz, insanlık ve din-i mübin-i İslam için vereceğimiz bir savaşa konsantre olmalı, siyaseti- yöneticilerimizi ve kendimizi iktidarı kaybetme endişesinden kurtaracak bir halk desteğini oluşturmayı başarmalıyız. Bu yolda gerçekleştirilecek her faaliyet, bizlerin hem bu dünyada hem de ahir hayatında şerefle taşıyacağı bir HİZMET NİŞANESİ olacağı gibi varlık alemine de altın harflerle nakşedilecek bir değer olacaktır.
Yöneticileri seks kasedi ile değişenlere, yıllarca mücadele ettiğimiz Pkk’nın kaşarlı temsilcileri ile Pkk//Pyd//Ypg//Sdg devleti kurmak için ele ele verip efendilerine selam duranlara, ülkemizin acil ihtiyacı olan S 400’lerin alınmasından dolayı her fırsatta ve halen gocunarak kaşıntılarını açıkça ortaya koyanlara, FETÖ darbesine kontrollü darbe diyecek kadar siyasi adilik çukuruna düşmüş olanlara, Mit tırlarına müdahale eden ABD ajanlarına alkış tutanlara, devlet sırlarını ifşa edenler için yürüyüşler düzenleyenlere, ne kadar sinsi FETÖ yardakçısı varsa yanına danışman olarak alanlara, ülkemizin silah sanayisini baltalamak için her türlü fitneyi kasıtlı bir biçimde üretenlere, IMF heyetleriyle otellerde basılanlara, Mavi vatanımızı Yunan’a peşkeş çekmek için tezler ortaya koyanlara, milletvekilleri Pkk cenazelerinde gezenlere, Karabağ’da milletimiz için verilen savaşta Ermeni korumacılığına soyunanlara, ezandan – kurandan iğrenen vekillere//yöneticilere sahip olanlara, İmam Hatipleri sapık olarak görecek kadar bizlere yabancı bir zihniyetin temsilcisi olanlara, Türkiye’yi kendi sınırları içine hapsetmek için elinden geleni ardına koymayanlara, ülkesi zora girsin diye tüm parasını Dolara çevirip yurtdışına kaçıranların yandaşlarına, ekonomimize saldırı yapan dış mihraklarla işbirliği içinde olan - millet geçim sıkıntısına düşsün de bu Erdoğan’ı düşürsün diye zam üstüne zam yapan ekonomi teröristlerinin siyasi temsilcilerine, bu ülkeye yapılan her hizmeti durdurmaya ve baltalamaya çalışanlara, gezi ve çukur ayaklanması şakşakçılarına, milletimize hizmet için tek bir projesi dahi olmadığı halde siyasete soyunanlara, siyaseti yalan ve kurgulardan oluşan bir eleştiriden ibaret sanarak siyaset arenasında boy gösteren kifayetsizlere, nice insanımızın ve güvenlik görevlimizin kanı elinde olan Pkk yöneticilerinin destek açıklamaları yayınladıkları siyasi partilere ve hülasa daha nice adiliğe ve ihanete çanak tutanlara DESTEK VERMEYİ DÜŞÜNENLERİ UYARMAYI VE AÇIKTAN ELEŞTİRMEYİ DE KENDİMİZE GÖREV BİLMELİYİZ.
Bizler de zilletin destekçileri de bilmelidir ki ; “Mutlak galip olan ancak Allah”tır. TARİHİ VE GELECEĞİ OKUMAYI BİLENLER İÇİN Allah’ın iradesinin, büyük ve güçlü Türkiye’den ve din-i mübin-i İslam’ın galebesinden yana olduğu ayan beyan ortadadır ve kader-i ilahinin, bu sonuca müteallik tecelli hızı da artmış, 100 yılda olacaklar 10 yılda yaşanır hale gelmiştir. Kim, bu ilahi iradenin yanında olursa o, hem bu dünyada hem de ahir hayatında ihya olacak ve her kim, bu iradenin karşısında olursa her iki alemde de mahv-u perişan olacaktır…
Zillet cephesi ve yandaşlarınca ülke sathına sokulacak her yalan, her saldırı, her algı operasyonu, her yayın ve her siyasi taktik ; batılı güç merkezlerinin küresel planlarına ve şeytanın batıl düzenine hizmet etmek için tedavüle sürülmüş ve alanların elinde patlayacak bir hisse senedi gibidir.
Allah’tan büyük ve güçlü olduğunu düşünen ve ahmakların şahı olmaya aday olanlar varsa onlara da hodri meydan diyor ve bu meydandan nice firavunların geçtiğini de hatırlatıyoruz…
27.08.2022// 14.51
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ CUMHURBAŞKANI SAYIN RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN, SURİYE VE UKRAYNA COĞRAFYASINA İLİŞKİN OLARAK SAHAYA SÜRDÜĞÜ YENİ HAMLELER VE BU HAMLELERİN GÖRÜNMEYEN BOYUTU…
Bilindiği üzere Sayın Erdoğan ile Rusya Federasyonu Başkanı V.Putin, 5 Ağustos 2022 tarihinde SOÇİ’de görüşmüş ve bu görüşmenin çeşitli alt görüşme başlıklarıyla gölgelenen GERÇEK GÜNDEMİ ise hiçbir zaman açıklanmamıştı. ABD istihbarat elemanlarının, bu görüşmenin içeriğini ortaya çıkarmaya matuf kışkırtmalarından herhangi bir sonuç alamadıklarını ve adeta teslim bayrağı çektiklerini de söyleyebilirim.
ABD yönetimine hakim olan küreselciler ; Soçi görüşmesi bağlamında V.Putin’in, Avrupa’nın kesintisiz doğalgaz akışı hususunda Türkiye’ye teşekkür etmesi gerektiğini belirten GİZLİ TEHDİDİNİ , Türkiye’nin Suriye’de Esed rejimi ile oluşturulacak bir mutabakat üzerinden Suriye topraklarında bulunan teröristlerin temizlenebileceği SİNYALİNİ ve Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü ile yakın ilişki içine girme RİSKİNİ gördükten sonra stratejik hamle üstünlüğünü kaybetmişler ve kanaatimce yeni bir hamle alanı geliştirinceye değin geri çekilmişlerdir. Böylece Türkiye ve Rusya’ya yönelik olarak oluşturulmaya çalışılan tüm blokaj ve kışkırtmalar , stratejik ve taktik olarak BİR SÜRELİĞİNE etkisiz hale gelmiş bulunmaktadır.
Bu bağlamda Sayın Erdoğan, içinde bulunduğu zor durumdan bir çıkış arayan V. Putin’in AÇIKLANMAYAN TALEBİ üzerine ve küreselcilerden YETKİ ALMIŞ Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’in de katılımıyla Ukrayna Devlet Başkanı V. Zelenski ile 18.08.2022 tarihinde Lviv’de bir görüşme yapmayı kabul etmiş bulunmaktadır. Görüşme gündemi olarak gösterilen tahıl anlaşması meselesi ise TAM BİR GÖLGELEMEDEN ibarettir. Konuşulacak konu, Rusya- Ukrayna barışı için tarafların hangi zeminde ateşkese hazır oldukları hususunun belirlenmesidir. Herkes bilmelidir ki Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri de Ukrayna Devlet Başkanı V. Zelenski de aslında Amerika Birleşik Devletleri’nin ve dolayısıyla KÜRESELCİLERİN MASADAKİ TEMSİLCİLERİDİR. Küreselciler de Rusya da yeni bir hazırlık oluşturuncaya kadar, ateşkesle zaman kazanmaya çalışmayı hedeflerken, Türkiye ; tüm taraflar üzerinde etkinlik kurmayı, kısa vadeli isteklerini almayı, baskı ortamından uzaklaşmayı ve tarafların yeni bir zeminde kapışacağı döneme KENDİ KONUMUNU DA DİKKATE ALARAK hazırlık yapmayı hedeflemektedir.
AVRUPA , Ukrayna- Rusya savaşı nedeniyle ABD baskısıyla dahil olduğu ambargonun karşılığı olarak ortaya çıkan ENERJİ İHTİYACINI kısa süre içinde karşılayacak bir zemine ulaşamadığı gibi Avrupa’yı Rusya tehdidiyle korkutarak kendi güdümünde tutmaya çalışan Amerika Birleşik Devletleri yönetimi de Avrupa’nın enerji ihtiyacını giderecek bir ÇÖZÜM BULABİLMİŞ DEĞİLDİR. Oysa kış ayları yaklaşmaktadır ve enerji ihtiyacının devam etmesi, Avrupa ile ABD ilişkilerini ciddi biçimde bozabilme riskini de bünyesinde barındırmaktadır. Ayrıca oluşan bu sıkıntının, Avrupa ekonomisini zora sokması ve kitlesel isyanlarla Avrupa’da radikal değişikliklerin gündeme gelebilmesi de ihtimal dahilindedir. Dolayısıyla fazla zaman da kalmamıştır. Ayrıca V.Putin’in GİZLİ //ÜSTÜ KAPALI TEHDİDİNE KONU OLDUĞU ŞEKLİYLE, Türkiye’den Avrupa’ya giden Rus gazı açısından da bir sıkıntının yaşanması durumunda, Avrupa açısından çok daha büyük bir sorun kapıda demektir.
Bu hususta V. Putin üzerinde etki oluşturabilecek tek lider olan Sayın Erdoğan’ın devreye girmesine olumlu bakmak küreselciler açısından büyük bir risk oluşturuyor olsa da Sayın Erdoğan’ın varlığını ve devreye girmesini KABULLENMEK DURUMUNDA kalmışlardır. Bu noktada küreselciler açısından var olan risk, Sayın Erdoğan’ın, eline geçirdiği bu KESKİN KILIÇ ile ABD’ye ve batı ittifakına kısa vadede de olsa her dediğini yaptıracak bir kabiliyete ulaşacak olmasıdır. Bu güç, Sayın Erdoğan üzerindeki baskıyı ve negatif propagandayı hafifleteceği gibi 2023 seçimleri açısından da elini kuvvetlendirecek bir mahiyet arzetmektedir. Bu çerçevede Türkiye açısından oluşacak geniş hareket alanı, ABD ve Avrupa açısından büyük bir handikap olduğu gibi Türkiye- Rusya ilişkilerinin gelişmesinin ortaya çıkardığı risk ise dünya siyasetini temelinden sarsacak nitelikte bir faktör olarak , batı ittifakı ve küreselciler açısından büyük bir korku oluşturmaktadır. Zira küreselcilerin, İpek yolu- Büyük İsrail- küreselleşen ve köleleşen dünya- tek Dünya devleti gibi temel projeleri ; Asya’nın merkezinden yükselen oluşumlar, şekillenen güç merkezleri, ittifaklar ve bu gelişmelerin etkilediği devletlerin varlığı ile büyük bir darbe almakta ve ABD hegemonyasını sallamaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, Amerika Birleşik Devletleri’ni Suriye’den çıkarmak ve Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasını yok etmek için Suriye rejimi ile uzlaşma sinyali vermesi de kanaatimce Rusya ile Türkiye arasında oluşan mutabakatın bir yansıması olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır. Zaten Türkiye’nin kıvam noktasına gelmiş olan ASKERİ OPERASYONU ERTELEMESİNİN ARDINDA da ileri boyutlarını görmek istediği bu gerçeklik yatmaktadır.
RUSYA, Ukrayna savaşı bağlamında ABD tarafından ortaya konan açık düşmanlık nedeniyle, Suriye toprakları açısından ABD ile oluşturduğu MUTABAKATI BOZMUŞ ; yeni bir mutabakatın , Suriye rejimi ile Türkiye arasında oluşacak bir anlaşmaya istinaden, Türkiye lehine şekillenmesine MECBUREN onay veren bir siyasete yönelmiş gibi durmaktadır. Bu siyasi yaklaşımın görünürlük kazanması durumunda, bizzat Suriye rejiminin varlığının tehlikeye gireceğini ve CIA ve Mossad’ın, Esed’i ve Suriye rejimini hedef almaya başlayacağını da ÖNEMLE VE ŞİMDİDEN ifade etmek isterim.
Türkiye’nin, Suriye’nin paylaşımı ve batılı güçlerin Suriye’den çıkarılıp Pkk//Pyd//Ypg yapılanmasının dağıtılması temelinde Esed rejimi ile görüşmesinin ve bunun karşılığında, Rusya ile batı dünyası//küresel güç merkezleri arasında dengeyi kuran bir ülke olarak konumlanmasının, Türkiye’nin kendi hedeflerinin de önünü açan ve ihtiyacı olduğu zamanı kazanmasına hizmet eden AKILCIL VE FAYDACI bir strateji olduğunu söyleyebilirim. Ancak Rusya’nın yönlendirmesine rağmen, Esed rejiminin bu stratejinin arkasında durup duramayacağı , tercihini ABD//İran// İsrail//Pkk-Pyd-Ypg yapılanmasından tarafa kullanıp kullanmayacağı belirsizdir ve bu noktadaki gelişmeleri çok iyi takip etmek lazımdır… Herkes bilmelidir ki TÜRKİYE'NİN SURİYE'YE YÖNELİK ASKERİ MÜDAHALESİNİ TETİKLEYECEK ŞEY, Esed rejiminin Türkiye'ye yönelik tavrı olacaktır... Suriye açısından durum tek cümleyle özetlenebilecek olursa ; “Kimin eli kimin cebinde belli değildir” diye ifade edilebilir...
Ancak küresel güç merkezlerinin kendi hedeflerini gerçekleştirme noktasında HİÇBİR ZAMAN DURMAYACAKLARINI bilmek ve karşımıza yeni cepheler ve sorunlar açarak geleceklerini şimdiden görme gereği de bulunmaktadır. Bu cümleden olarak , Kıbrıs- Doğu Akdeniz- Libya- Balkanlar- İran- Irak- Adalar Denizi- Yunanistan- Ermenistan- Kafkaslar gibi onlarca mücadele cephesinin bizi beklediğini söyleyebilmek mümkündür. CHP zihniyeti gibi teslimiyetçi bir yaklaşıma sahip olmadığımız için işimiz kolay değildir. Ancak karşımızdakilerin pozisyonunu sarsacak ve onları yenilgiye uğratacak imkanlara da sahip bulunmaktayız…
Cihan hakimiyetine uzanacak yolda kural tanımaz ve hadsiz düşmanlarımızla girişeceğimiz mücadelede sahip olmamız ve güçlendirmemiz gereken şeyler ise ; inancımız , bilincimiz, birliğimiz ve kararlılığımızdır… Gerisi ise ulaşabileceğimiz teferruatlardan ibarettir.
Görelim mevlam neyler, neylerse güzel eyler…
17.08.2022 // 16.57
SEDAT ÇETİNKAYA
.AZERBAYCAN/ ERMENİSTAN SAVAŞI VE ZENGEZUR HAKİMİYETİ...
ZENGEZUR, BİR TÜRK YURDUDUR VE BUGÜN OLMAZSA YARIN, TÜRK ORDULARININ HAKİMİYETİ ALTINA GİRECEKTİR…
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ ; varlığına yönelen çok yönlü saldırıları bertaraf ederek, küresel bir güç merkezine dönüşme yolunda hızla ilerlerken, kurtulmaya çalıştığı işbirlikçi yapıların neden olduğu bir FRENLEME ile de karşı karşıya bulunmaktadır. İçinde bulunduğumuz zaman noktasından bu duruma baktığımızda, bu ihanet frenine karşı sert ve sınırsız tepkiler geliştiriyor olsak da meseleyi geniş bir zaman perspektifinden yorumladığımızda BU FRENLEMENİN ÜLKEMİZE ; ihtiyacı olduğu zamanı kazandırmak, eksikliklerini görme ve giderme imkanı bahşetmek ve zamansız adımlar atmaktan korumak gibi hayırlı sonuçlarının olacağını söyleyebilmek de mümkündür...
TARİH veya geleceği de içine alan yaklaşımıyla KADER, daha somut olarak ifade edecek ve gerçek özneyi de belirtecek olursam ALLAH c.c. hazretleri, cihana hükmetme görevini üstlenmiş ve üstlendiği görevi de hakkıyla yerine getirebilme kudretine sahip olan kutlu devletimizin etki alanlarının şekillenmesi ve bu mücadelenin emsalsiz savaşçılarının gerekli şekilde eğitilebilmesi için gerekli tüm faktörlerin tecellisini adım adım yaşamımızın içinden geçirmektedir.
İşte bu tecellilerden birisi de yaklaşmakta olan Ermenistan // Azerbaycan- Türkiye savaşı ve bilinen ismiyle ZENGEZUR BÖLGESİNİN KURTULUŞU olarak varlık kazanacak ve tarihe geçecektir.
Bilinmelidir ki küreselcilerin dünya hakimiyeti için Türk dünyası çok önemlidir ve Türk dünyasının birleşmesi ve güç kazanması kesinlikle önlenmesi gereken bir duruma tekabül etmektedir. Dünya siyasetinde ve yönetiminde çok büyük etkiye sahip olan BU YAPILARIN AMACI ; tüm Asya topraklarının, ABD ve Çin hegemonyası arasında paylaşılmasından, oluşturulacak gerilimden insanların ve milletlerin benliğini yitirdiği , bireyselliğin ve sapkınlığın zirveye çıkarılarak insan medeniyetinin yok edildiği , tek dünya devletini esas alan yeni bir düzenin tanımlandığı ve İsrail’in ön plana çıktığı bir döneme geçiş yapmayı sağlamaktır.
İşte bu yüzden ve Kafkaslar üzerinden yeni gelişimlerin henüz şekillenmediği bir süreçte , Zengezur’un Türk dünyasının eline geçmesi, dünya düzenini etkileyecek kısa ve orta vadeli siyasi//stratejik gelişmeler açısından büyük önem taşımaktadır.
Ermenistan üzerinden yaşanacak kışkırtmalar bağlamında Azerbaycan ordusu ile Ermeni güçleri arasında bir mücadele başladığında RUSYA ; kendi sorunlarıyla mücadele eder bir halde olacak ve Azerbaycan // Türkiye ikilisinin kendisi için oluşturduğu önem ve tehlike ile Ermenistan’a sahip çıkmak arasında BİR SEÇİM YAPMAK DURUMUNDA KALDIĞINDA, sahada oluşan duruma rıza göstermek zorunda kalan bir arabulucudan başka bir pozisyona sahip olamayacaktır. İşte bu nedenle Türkiye- Rusya ilişkilerinin gelişmesi ve Rusya’nın, Türkiye’ye çok yönlü olarak bağımlı kılınması büyük önem taşımaktadır.
Ayrıca bu dönemde TÜRK DEVLETLER TEŞKİLATI’nın varlığı ve faaliyetleri bağlamında yükselen bir ivme ile gelişen ve özellikle askeri boyutu ön plana çıkmaya başlayan ilişkiler de Rusya açısından büyük bir baskı unsuru olarak varlık kazanacak ve stratejik düzeyde etki üretecektir.
Yine Rusya içinde bulunan müslüman ya da Türk kökenli devlet ve toplulukların, zayıflayan Rusya karşısında, güçlenen Türkiye ve Türk Devletler Teşkilatı’ndan yana alacağı tavır da Rusya üzerinde büyük bir etki üretme kapasitesine sahip bulunmaktadır. Ancak bu durumun, Rusya’nın dağılması süreciyle ilgili olarak orta ve uzun vade bağlamında düşünülmese gereken bir duruma tekabül ettiğini de belirtmek isterim.
İsrail ve özellikle de Azerbaycan’ın tarihi mirası üzerine oturduğu HAZAR DEVLETİ’nin, bakiyesi konumunda bulunan zengin musevi Türk’lerin oluşturduğu platformun, Azerbaycan’a vermiş olduğu destek ve İsrail hükümeti nezdinde oluşturduğu baskı da ayrı bir cephe farklılığı oluşturmaktadır. Zira onlar, Azerbaycan üzerinden Kafkasya’ya ve İran tarafından işgal edilmiş Güney Azerbaycan’a da hükmeden büyük bir devletin varlığını arzulamaktadır. Bu durum, İsrail’e, hem Türkiye’yi baskı altında tutmak hem de Türk dünyasını kontrol etmek için büyük bir imkan sunmaktadır. Ancak bu durum aynı zamanda hem Azerbaycan devlet yönetimi hem de Türk dünyası’nın geleceği açısından ortadan kaldırılması gereken büyük bir risk teşkil etmektedir. ELBETTE BİLİNÇ SAHİBİ OLDUĞUMUZ VE BİRLİĞİMİZİ KORUDUĞUMUZ MÜDDETÇE BİZ BU TUZAĞA DÜŞECEK DEĞİLİZ. Lakin unutmamalıyız ki Türkiye’yi Ortadoğu’dan uzaklaştırmak isteyen İsrail’in, Zengezur’da yaşanacak Ermenistan- Azerbaycan savaşı üzerinden öncelikle bir Azerbaycan // İran savaşı ve bunun neticesinde bir Türkiye – Afganistan- Türkmenistan- Pakistan gibi devletlerin de katılacağı ve buna Şia karşıtlığı üzerinden Ortadoğu’nun birçok devletinin de dahil olacağı büyük bir BÖLGESEL SAVAŞ çıkarabilmesi mümkün bulunmaktadır... Bunun için, İran'ın feda edilmesini mümkün kılan bir gerekçenin varlık kazanmasının yeterli olduğunu önemle belirtmek isterim...
HERKES, Güney Azerbaycan’da Türkiye tarafından oluşturulan güç ve etki merkezleri olduğunu bildiği gibi CIA ve Mossad tarafından oluşturulan merkezler olduğunu da çok iyi bilmelidir. İslam dünyasında ikilik çıkarmak ve Türk düşmanlığı yapmak noktasına eline kolay kolay kimsenin su dökemeyeceği İran’ın, Azerbaycan- Ermenistan arasındaki gerilimden hareketle, Azerbaycan sınırına askeri birlikler sevketmesinin ve Ermenistan’ı destekleyecek beyanatlar ortaya koymasının altında yatan iradeyi ve bu iradenin nasıl şekillendiğini iyi okumamız gerekmektedir. Birçok kişi farklı düşünüyor olsa da ben İran’ın, yüksek bir siyasi bilinçle yönetilmediği, her zaman büyük hatalar yapabilecek bir devlet olduğu ve iplerinin batılı güç merkezlerinin elinde olan bir ülke olduğu kanaatini taşımaktayım.
Bizler, hem kadim Türk yurdu GÜNEY AZERBAYCAN’ı bağımsız kılacak, hem de kendimizi CIA ve Mossad’ın planlarının edilgen süjesi olmaktan beri tutmayı başararak , onları bir kez daha mağlup edeceğiz…
TÜRK ORDULARI Zengezur’u ele geçirdiğinde, batı dünyası da bize içi boş ambargo tehditleri dışında hiçbir şey yapamayacaktır. Zira gıdadan enerjiye kadar bize bağımlı durumda oldukları gibi hiçbirinin Türkiye’yi askeri olarak karşısına alma yeterliği gösterecek bir kapasitesi de bulunmamaktadır. Rusya’nın ise Türkiye ile düşmanlığa değil, girişeceği bir ittifaka ihtiyacı bulunmaktadır. Ayrıca Türkiye’nin, Avrupa’nın en önemli ekonomik partnerlerinden biri olduğu da unutulmamalıdır. Bu noktada Türkiye’nin yapması gereken, ekonomik ilişkilerini kendisini vazgeçilemeyecek bir muhatap olma noktasına kadar geliştirmek ancak aynı zamanda alternatif pazarlara yönelmek olmalıdır. Ayrıca yakın bir süreçte TÜRKİYE DEMENİN, TÜRK DEVLETLER TEŞKİLATI DEMEK OLDUĞU bir döneme girileceğini de şimdiden görmek gerekmektedir.
KÜRESEL GÜÇLERE KARŞI ; Suriye’den Irak’a, Doğu Akdeniz’den Kıbrıs’a ve Adalara Denizi’ne, Libya’dan Balkanlar’a, Ermenistan’dan İran’a ve daha nice mücadele merkezlerine değin darbeler vurduğumuzda, bizimle mücadele edemez hale geleceklerdir. Önümüzdeki süreçte bunu hep birlikte görecek, o yıkılmaz armada gibi duran devletlerin, ne kadar zavallı olduklarını gözlerimizle görerek tescil edeceğiz...
Bu zemini sağlamak ise batılı güçlerin ülkemizdeki işbirlikçilerini desteklemekten vazgeçmekten, kafamızdaki at gözlüğünü çıkarıp ülkemize ve liderimize sahip çıkmaktan ve Cumhur İttifakı’nın oluşturduğu birlik dahilinde geleceğe yürümekten geçmektedir.
İçi boş sahte kavramlarla değil, gerçeklerle düşünmeli ve oluşturduğumuz perspektifin gereğini yapmalıyız…
12.08.2022 // 22.42
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE – İRAN VE TÜRKİYE – YUNANİSTAN SAVAŞI’NIN STRATEJİK TEMELLERİ ÜZERE SINIRLI BİR DEĞERLENDİRME…
İnsanların çok büyük bir bölümü, anlamamış ya da yeterince farkına varamamış olsa da küresel anlamda büyük bir etkiye sahip olan ve ezoterik anlamda Şeytan’a hizmet eden küresel güçler bulunmaktadır. Bu küresel güçleri, dünya yönetiminde etkin olan ülkelerin ; siyasi – askeri – ekonomik ve kültürel yaşamından ayrı düşünebilmek ise mümkün değildir. İşte bu Şeytani yapının, kendilerini ilah gibi gören temsilcileri için dünya, kendilerinin malıdır ve insanoğlu’nun da köle olarak ve onların istediği gibi yaşamını sürdürmek dışında hiçbir özelliği ve değeri bulunmamaktadır.
ONLARIN TEK KORKUSU ; din-i mübin-i islamın sancaktarı, korkusuz bir cengaver, hakkın kudret kılıcı, yüce Allah’ın yeryüzündeki ordusu olan müslüman- Türk milletinin, tıpkı tarihi süreçte olduğu gibi karşılarına dikilmesidir. ONLAR ; tarihi sürecin benliğinde açtığı yaralar, yaşadığı kan//can kaybı ve katlanılması çok zor acılar nedeniyle, son bir gayretle düşmanlarını mağlup ettikten sonra yaralarını sarmak için dinlenmeye çekilen müslüman- Türk milletini, içimize soktuğu işbirlikçiler vasıtasıyla dininden, kültüründen ve benliğinden uzaklaştırmaya çalışmış olsalar da Müslüman- Türk milleti, genetik kodlarıyla nesilden nesile aktarılan bir kuantum bilinç dahilinde yeniden şekillenmeye ve cihana yön vermeye başlamış bulunmaktadır. İçimizde, iğdiş edilmiş beyinler ve benlikler bulunsa da ;
Artık, Avrupa Birliği’ne katılmayı, tek hedef gibi gören bir ülke değiliz.
Artık Nato, bizim için olmazsa olmaz bir birlik de değildir.
Artık batılı devletler karşısında, aşağılık kompleksi ve öğretilmiş çaresizlik içinde boğulan bir millet de değiliz.
NE KADAR EKSİĞİMİZ, KUSURUMUZ VE HATAMIZ OLURSA OLSUN ARTIK ;
• Büyük Türk Birliği’nin, Kızılelma’nın, İlahi kudrete hizmet eden cihan hakimiyeti’nin ve ümmet-i İslam’ı yeniden diriltmenin peşinde koşan,
• Dünya ticaret ve enerji yollarını kontrol etme noktasında adım adım ilerleyen,
• Dünyanın en büyük üretim ve lojistik üslerinden biri olarak kendini konumlandırmaya başlamış olan,
• Silah üretimi ve savaş kapasitesi alanında, dünyanın en önemli gücü olma yolunda hızla ilerleyen,
• Önüne çıkarılan tüm engellemelere ve güncel meselelerle ufkumuza vurulan ketler nedeniyle birçok insan tarafından halen görülememesine rağmen, Türk dünyası ve TARİHİ HİNTERLANDIYLA BİRLİKTE birlikte, dünyanın en büyük ekonomik gücü olma yolunda yükselme sürecine girmiş bulunan,
• Tarihi misyonunu yerine getirmek üzere yeniden ayağa kalkan ve dünyanın kokuşmuş düzenine çomak sokarak şimdilik, “dünya beşten büyüktür” diyen yarın ise “dünyada sadece müslüman- Türk’ün hakimiyeti vardır” diyecek olan BİR ÜLKE KONUMUNA ULAŞMIŞ BULUNMAKTAYIZ.
Bizi bizden daha iyi bilen ve dünyayı, insanoğluna mezar ve insanı da şeytani düzene köle kılmak isteyen küreselci paganlar, Türkiye’nin ve müslüman – Türk milletinin, İslam alemiyle birlikte oluşturacağı YENİ BİR ALTIN ÇAĞI, şimdiden durdurmak gerektiğinin farkına varmış bulunmaktadırlar.
İşte herkes bilmelidir ki şuan küresel düzeni şekillendirmek için yürütülen tüm Şeytani faaliyetlerin temelinde, Türkiye’yi pasifize etmeyi , yok etmeyi, dağıtmayı ve İsrail’in hizmetkarı kılmayı hedefleyen bir siyasi strateji bulunmaktadır.
Günümüz itibariyle, Dünya’yı mahvetme ya da yokoluşa sürükleme riskini göze almadan, Türkiye’ye diz çöktürecek bir siyasi// askeri zemini oluşturabilmek mümkün değildir. KÜRESEL GÜÇ MERKEZLERİNİN İSTEDİĞİ ŞEY ;
• Türkiye’nin yükselen enerjisini ortadan kaldırmak,
• Türkiye’yi kendi sorunları içine hapsederek, küresel politikaların şekillenmesi sürecinden uzak tutmak,
• Türkiye’nin askeri sanayi konseptine darbe vurarak, asgari 50 yıllık bir duraklama sürecine girmesini sağlamak,
• Türk Devletler Teşkilatı’nın yeni ve büyük bir güç merkezi olarak varlık kazanmasını, mutlak surette engellemek,
• Türkiye’nin ilerleyememesinin sigortası olan parlamenter sisteme geri dönmesini temin etmek,
• Türkiye’nin üretim ve ticaret kapasitesinin sınırlı, borcunun ise dış kontrole imkan veren bir seviyede teşekkül etmesini sağlamak,
• Türkiye’nin siyasi etkisinin artmasını ve Türk- İslam dünyası’nın lider ülkesi olarak ortaya çıkmasını engellemek,
• Türkiye’nin, İran ve Yunanistan gibi ülkelerle savaşmasını sağlayarak, tükenmesini ve gerilemesini temin etmek,
• Ve Türkiye’yi yeni enerji kaynaklarına ulaşmaktan ve enerji kapasitesini kendi imkanlarıyla temin etmekten uzak tutmaktır.
İNGİLTERE, buzulların erimesi ve iklim değişikliği nedeniyle, varlığını devam ettirebilme imkanı gittikçe azalan küçük bir ada ülkesi olarak kalma riskiyle ve enerji kriziyle karşı karşıya olan bir ülke olmaya doğru hızla yaklaşmaktadır.
KITA AVRUPA'SI ise Rusya ile ABD arasında yaşanan gerilime bağlı olarak taraf seçmek zorunda bırakıldığı için, ciddi bir enerji ve hatta gıda kriziyle karşı karşıya bulunmaktadır. ABD’nin yaptığı LNG satışı dışında Avrupa’nın tek gerçek alternatifi, Türkiye üzerinden gerçekleştirilecek doğalgaz aktarımlarıdır. ABD, Irak ve Suriye hattında oraya çıkardığı karışıklık ile Katar- BAE ve Suudi Arabistan üzerinden Türkiye’ye ulaştırılabilmesi mümkün olan doğalgaz hatlarını engellemekte, İran – Türkiye ilişkilerini gererek ve İran’ı bir ambargonun muhatabı kılarak İran gazının bir alternatif oluşturmasını bloke etmekte, Ermenistan- Azerbaycan// Azerbaycan-Rusya ve Türkiye- Rusya ilişkilerinin doğalgaz konusuna ilişkin boyutundaki karşıtlığın üzerine oynayarak da Azerbaycan// Türkmenistan// Özbekistan// Kazakistan doğalgazının kendi kontrolü dışında bir alternatif teşkil etmesini istemediğini de ortaya koymaktadır. Zaten bu ülkelerin dahil oldukları savaş ya da ayaklanma ve karışıklıkların temelinde CIA’nın yönlendirme politikalarının olduğunu görmemek için kör olmak gerekmektedir. Bu sürece, Libya ve Doğu Akdeniz’de bulunan doğalgaz rezervlerinin kontrolünü ele geçirmek için sahaya sürülen ABD politikalarını dahil edebilmek de mümkündür. ABD’nin, EASMED projesine olan desteğini geri çekmesinin nedenlerinden biri Avrupa’yı, ABD’den gelen LNG’ye muhtaç kılmak, diğeri de Türkiye’yi bir süreliğine de olsa uyutabilmektir.
Herkes bilmelidir ki Türkiye’nin Karadeniz’de tespit ettiği doğalgaz rezervi, açıklanan ile kıyaslanamayacak kadar fazladır. Ancak projenin işletmeye alınmasıyla ilgili süreç hazır olmadan, ABD’nin bölgeye musallat olmaması için bir süre daha bu gerçeğin devletimizi tarafından resmi biçimde ortaya konulmaması , rezervin zaman içinde geliştirilmesi gereği bulunmaktadır.
Türkiye ise doğalgaz konusunda İsrail’i oyalarken, şimdi de Akdeniz’de doğalgaz arama sürecini başlatmaya hazırlanmaktadır. Elbette sahip olmayı arzuladığımız donanma gücümüz, tüm riskleri karşılamak için hazır değildir. Hazır olması için asgari 2030’lu yılların başına kadar bir süreye ihtiyacımız bulunmaktadır. Ancak bu durum, bir savaştan ve çatışmadan geri duracağımız anlamına da gelmemektedir.
Bu arada Türkiye, küreselcilerin gizli ve sinsi politikalarının süjesini teşkil eden Irak ve Suriye toprakları üzerinde de askeri harekatlara hazırlanmakta, bunun için uygun bir zamanlamayı ve bazı jeopolitik zeminlerin şekillenmesini kollamaktadır. Bu durum ise küresel güç merkezlerinin politikalarının üzerine asit dökmek gibi bir anlam ifade etmektedir.
İşte Türkiye’nin Irak ve Suriye politikaları, aslında FETÖ benzeri bir yapının liderliğinde, küreselcilerin güdümünde bir devlet olan İran ile Türkiye’yi karşı karşıya getirmek için büyük bir olanak sağlamaktadır. İran, tek amacı İslam dünyasına ikilik sokmak olan ve hiçbir şart altında güvenilemeyecek bir devlettir ve bunu bize karşı da çok yakında ortaya koyacakları konusunda hiçbir şüphem bulunmamaktadır.
Türkiye olarak İran’a karşı, Rusya ile oluşturacağımız politik ve stratejik ilişkileri kullanarak hem ABD’yi hem de İran’ı pasifize etmeli ve bu arada Suriye ve Irak bağlamında geliştirdiğimiz hedeflerimize ulaşmayı da başarmalıyız. ABD’nin, Yunanistan’ı feda etmeden önce Azerbaycan ve İran toprakları içindeki Türk nüfusun da dahil olacağı bir gerilimi ve bu gerilimle birlikte vekil yapılar üzerinden de olsa Irak ve Suriye üzerinde yaşanacak bir İran- Türkiye çatışmasını kullanmak isteyeceği muhtemeldir. Hatta bu çatışmayı ; Irak’ı resmi olarak parçalayabilmek, NATO’yu meseleye dahil edebilmek ve Türkiye – Rusya ilişkilerini yakınlaşma zemininden çıkarmak için değerlendirebilmesi de mümkün bulunmaktadır. Ancak aynı ABD’nin, ABD donanması ve hava gücüyle ki buna Fransa da dahil olabilir kısa süre içinde bitecek bir Türkiye- Yunanistan savaşını çıkarmak ve bu süreçte Yunanistan’ı desteklemek suretiyle Türkiye’ye gözdağı vermeyi hedefleyebilmesi de olasılıklar içinde yer almaktadır.
İşte bu askeri ve siyasi gerçeklik karşısında, Sayın Erdoğan yönetiminin aksine, tam teslimiyeti esas alan batı işbirlikçisi, Yunan sevici ve vizyonsuz siyasetçileri desteklemenin nasıl bir sonuç doğuracağını ise düşünmek bile istemiyor, herkesi içinde bulunduğu saplantılı yaklaşımlardan uzaklaşarak Müslüman- Türk milleti’nin ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin açtığı birlik ve mücadele sancağı altında biraraya gelmeye davet ediyorum…
1 nci Dünya savaşı sonrasında olduğu gibi son pişmanlık fayda vermeyecektir.
Düşmanlarımız, bize müttefik diye yutturulanlar ve bunu bize yutturanlardır…
31.07.2022 // 21.01
SEDAT ÇETİNKAYA
.IRAK VE SURİYE COĞRAFYASI ÜZERİNDEN, KÜRESEL MÜCADELENİN BÖLGESEL DİNAMİKLERİNİ ANLAMAK VE BU BİLİNÇ ÜZERİNDEN KÜRESEL BİR GÜCE DÖNÜŞMENİN STRATEJİSİNE ULAŞMAK…
Bilindiği üzere IRAK, küresel güç merkezlerine hizmet eden Amerika Birleşik Devletleri ve güdümündeki müttefikleri tarafından işgal edilmiş ve halen de bu işgalin etkisi altında olan bir ülkedir.
Bu işgal sonrasında IRAK ; İsrail açısından risk oluşturabilecek bir askeri güç olmaktan çıkarılırken, yönetimi de bilinçli olarak İran etkisindeki Şİİ'LERE bırakılmıştır. Ayrıca Irak’ta yaşayan Sünni MÜSLÜMANLAR, hem Şii milislerin hem ABD güdümünde yeşertilen Deaş militanlarının hem de küresel güçlerin maşası konumundaki Pkk’nın baskısı altına alınmış, katliamlara uğramış, göçe zorlanmış ve asimilasyon sürecine tabi tutulmuştur.
Diğer taraftan, Irak Türk’lerinin bir bölümü Şii milisler içinde kendine yer bularak, bir bölümü de Türkiye’nin desteği ile örgütlenmek suretiyle kendini koruma altına almaya çalışmıştır. Bu desteğin devamı noktasında Türkiye'nin Irak topraklarındaki BAŞİKA ASKERİ ÜSSÜ'nün hayati önem arzettiği ve bu üsse yönelik provokasyon ve saldırıların gerçek amacının, Türkiye'yi bölgeden uzaklaştırmak olduğu da gözden kaçırılmamalıdır.
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ise şartların uygun olduğunu düşündüğünde, güçlü ve etkili bir bağımsızlık hareketi ortaya koymaya çalışmış ancak Türkiye’nin oyun bozucu etkisi nedeniyle bu hareketini neticeye ulaştırma noktasında başarısız kalmıştır. Bu süreçte Irak- İran ve ABD’nin, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne göstermelik bir yaklaşımla karşıt tepki içinde bulunmalarının ve hatta Türkiye ile işbirliği içinde görünmelerinin nedeni ise Türkiye’nin ; Ankara Antlaşması’nın ihlalinden bahisle, Kuzey Irak- Musul ve Kerkük bölgelerine yönelik sahiplenme temelinde askeri ve siyasi bir irade koymasından korkmalarıdır. ANCAK HERKES TARAFINDAN BİLİNMELİDİR Kİ ABD YÖNETİMİ’NİN GERÇEK AMACI ;
1. Türkiye’nin, Irak’tan ve Ortadoğu’dan tamamen çekilmesini sağlamak,
2. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi topraklarının, Suriye’de bulunan ve Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanması tarafından kontrol edilen bölge ile birleştirilmesini temin ederek, küreselcilere hizmet eden Kürt devleti görünümünde tampon bir devlet kurmak,
3. Etki alanı genişletilecek İran üzerinden, Ortadoğu’nun kendi başına hareket etme arzusu taşıyan devletlerini dolaylı yoldan tehdit ederek, isteklerini yapmaya mecbur bırakmak,
4. Mekke ve Medine gibi şehirlerin, Şiilerin kontrolüne girmesini sağlamak,
5. Çin ve Hindistan üzerinden hareketle gelişecek ticaret yolları ile İsrail’i karadan buluşturarak, Doğu Akdeniz limanlarına zenginlik ve stratejik önem kazandırmak,
6. İsrail’in bölge üzerindeki baskısını arttıracak ve bölge devletlerini, İran tehdidi altında İsrail’in ve küreselcilerin yardımına mecbur bırakacak şekilde hareket etmeye zorlayan bir siyasi zemin teşkil etmek,
7. Ve Suriye’nin ; küreselcilerin kontrolünde , İsrail’in güdümünde bir devlet olarak yeniden teşekkülünü sağlamaktır...
Türkiye’nin gerek Irak’a ve gerekse Suriye’ye yönelik askeri harekatını engellemek isteyen AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ YÖNETİMİ ;
1. Görünürde düşmanı ancak gizli müttefiki olan İran’ı , fırsat bulduğunda Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasını, bizzat kendi oluşturduğu Deaş’ı, Şii milisleri, Irak yönetimini, Suriye rejimini ve zaman zaman da Rusya’yı, Türkiye ile karşı karşıya getirecek yönlendirmeler ve provokasyonlar yapmakta,
2. Hegemonyası altındaki Avrupa ülkelerini Türkiye aleyhine kışkırtmakta,
3. Yunanistan üzerinden gerilim, tehdit ve savaş politikası yürütmekte,
4. Ukrayna savaşı ve Ermenistan üzerinden, Türkiye- Rusya ilişkilerini bozmaya çalışmakta,
5. Türkiye’nin ekonomisini olumsuz yönde etkileyecek ataklarla, Türkiye’nin askeri operasyonlarını engelleyecek bir toplumsal altyapı oluşturmanın ve siyasi yönetimi değiştirmenin mücadelesini vermekte,
6. Türkiye ile birlikte hareket etme olasılığı olan ülkelerin yönetimlerine etki etmek ve değiştirmek için beşinci kol faaliyetleri dahilinde çaba sarfetmekte,
7. Ve meseleye objektif olarak bakan herkesin görebileceği üzere, Türkiye’ye oyalama ve uyutma taktiği uygulamaya ÇALIŞMAKTADIR.
RUSYA, atmış olduğu hatalı adımlar neticesinde, içine düştüğü ekonomik- siyasi ve askeri kuşatılmışlığı kırmak için jeopolitik ve jeostratejik temelli bir yaklaşımla, Türkiye ve Türk Dünyası ile stratejik müttefiklik ilişkisi içine girmenin yollarını aramaktadır. Rusya, bu yolda TEK BAŞINA ATTIĞI ADIMLARIN VE GERÇEKLEŞTİRDİĞİ ZORLAMALARIN, olumlu bir netice vermediğini, köprünün altından çok sular aktığını, bölgesel bir mücadele için gücünün olmadığını, zorlamaların kendi parçalanmasına neden olabileceğini de fark etmiş ve güçlü olduğu izlenimi vererek, denge politikasına kaymanın sinyallerini vermiş bulunmaktadır. İşte tam da bu noktada TÜRKİYE İÇİN FIRSATLAR AÇAN büyük bir kapının varlık kazanmış olduğunu da önemle ifade etmek isterim.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN ile Rusya Federasyonu Başkanı V. Putin arasında 5 Ağustos 2022 tarihinde SOÇİ’de yapılacak görüşme, ileriye yönelik önemli sonuçları olacak bir görüşme olacaktır. Türkiye, bağlayıcı olmayan bir yaklaşımla da olsa Rusya’ya yakacağı bir yeşil ışık neticesinde, Rusya toprakları üzerindeki etkisini genişletebilecek bir pozisyon elde edebileceği gibi Türk Devletler Teşkilatı’nın çok daha rahat çalışabileceği bir siyasi ortama da kavuşabilir. Bu durumun, Ermenistan meselesinin Azerbaycan ve Türkiye lehine çözümünden, Suriye başta olmak üzere birçok konuda Türkiye lehine önemli siyasi ve stratejik gelişmelere yönelik etki üretebilmesi mümkün bulunmaktadır.
Rusya’nın Suriye’de, Türkiye ile Suriye rejimini ve İran milislerini baş başa bırakacak bir tavır içine girdikten ve Türkiye istediği sonuçları elde ettikten sonra bir arabulucu olarak meseleye dahil olması, Suriye’nin kuzey doğusunda ABD korumasındaki Pkk//Pyd/Ypg//Sdg yapılanmasının Türkiye tarafından hedef alınmasına sessiz kalması ve hatta Türkiye’nin terörle mücadelesini destekler tarzda bir tavır içine girmesi, Türkiye için kısa vadede yeterli bir taviz olarak değerlendirilecektir.
Rusya, açığa vurmak istemese de Rus - Türk ittifakı üzerinden küresel güçlerle mücadele etmenin yollarını aramak ve TÜRKİYE'NİN YARDIMINA SIĞINMAK DURUMUNDA KALMIŞTIR. Rusya, Türkiye’ye karşı edilgen bir durumdadır ve büyük bir hezimet olarak anlaşılmadığı ve kendisini sürklase etmediği müddetçe, Türkiye’nin her türlü talebine olumlu yanıt vermek durumdadır. TÜRKİYE İSE ; batı dünyasını, Türk- Rus ittifakı ile korkutarak hizaya çekmenin ve kendisine yönelen tehditleri bertaraf etmenin anahtarını ele geçirmiş bulunmaktadır. Elbette, Türkiye’ye karşı sonuç vermeyecek olsa da batılı küresel güç merkezleri tarafından gerçekleştirilen ŞANTAJLAR da bulunmaktadır. Biz, şantajları ve sinsi bir şekilde varlığımıza yönelen tehditleri aşarız ancak onların, Türkiye’nin oluşturduğu//oluşturacağı seti aşabilmesine olanak bulunmamaktadır. Ve herkes, kısa bir süre içinde bu gerçeğin ortaya çıkışını adım adım görecektir.
Göstermelik de olsa sadece izdüşümü ortaya konacak bir Türk- Rus yakınlaşması ; İpek yolu projesi, Büyük İsrail projesi, Doğu Akdeniz’in küresel güçlerin kontrolüne bırakılması projesi, Çin- İsrail kara hattının kurulması projesi, Afrika’nın yeniden sömürgeleştirilmesi, Avrupa’nın pasifize edilmesi projesi, Dolar hakimiyetinin devam ettirilmesi stratejisi, dünya devletine geçiş ve Çin’in kara sınırlarının genişletilmesi projesi başta olmak üzere küreselciler tarafından yürütülmekte olan onlarca Şeytani projeyi KADÜK HALE GETİRECEKTİR...
Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi’ne giden uzun bir yolun sadece küçük bir merhalesini teşkil edebilecek Türk- Rus stratejik yakınlaşması ; bir süre sonra Rusya’nın zayıflamasına, yükselen Müslüman // Türk nüfusu karşısında Rusya’nın dar bir coğrafyada varlığını devam ettiren bir ülke haline gelmesine zemin teşkil edecek ; küreselcilerin etki alanını kapatarak, dünyayı Çin ve ABD hegemonyası arasında paylaşmayı öngören tüm planlarının bozulmasına neden olacak ancak kısa vadede Türkiye’nin elini güçlendireceği gibi hareket alanını da genişletecektir…
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ ; BAZI ÖNGÖRÜLEBİLİR NİTELİKTE GEÇİCİ BEDELLERİ OLSA DA Sayın Erdoğan’ın liderliğinde, içimizdeki işbirlikçilerin ülkemizi kapı kulu kıldığı batı hegemonyasından ve askeri ittifakından, tereyağından kıl çeker gibi uzaklaşırken ; kendi kültür ve medeniyetiyle yeniden kucaklaşmayı ve bölge ülkeleriyle kendi lehine olacak yakınlaşmalar içine girmeyi de dengeli bir şekilde gerçekleştirmektedir. Artık Türkiye için ne Avrupa Birliği ne de Nato, bir anlam ifade etmemekte, ilişkiler göstermelik bir tiyatro sahnesinden ileri gitmemektedir. AVRUPA ; güvenlikten göç politikasına, enerjiden gıdaya, ulaşımdan ticarete birçok alanda Türkiye’ye bağımlı bir kıtayı ve birliği ifade etmektedir. Kısa bir süre sonra Avrupa’nın kendisi ve tüm pazarları, Türkiye’nin hegemonyası altına girecek, ticaret yollarının tüm rantı ve lojistiği de Türkiye’nin kontrolünde şekillenecektir. YAŞAYAN HERKES, Türkiye Cumhuriyeti Devleti yönetiminin batı işbirlikçisi yapıların eline geçmemesi şartıyla, 20 yıl içinde nasıl bir küresel gücün doğduğunu gözleriyle görecek, yaşayarak hissedecektir…
TÜRKİYE İÇİN ÖNEMLİ OLAN, kendi varlığı ve Türk Devletler Teşkilatı üzerinden küresel bir güç merkezi ortaya çıkarmak ; bu güç merkezinin etki alanını, İslam dünyası ve ezilmiş coğrafyalar üzerinden genişletmek ve bunu yaparken de Rusya ve İran gibi güçleri pasife etmeyi başarmaktır...
BU STRATEJİ OYUNUNU ; zamanında ortaya konulmuş doğru stratejiler bağlamında iyi oynayanlar, gerektiğinde cesur ve sıra dışı hamleler yapabilenler ve başkalarının sahaya sürdüğü taş konumunda olmayanlar kazanacaktır…
TARİH ; şuan ismi bile hatırlanmayan, Rusya gibi Amerika Birleşik Devletleri gibi nice devletler görmüştür. Ancak Türk Milleti’nin kurduğu cihan devletlerini her zaman görmüş ve EN BÜYÜĞÜNÜ DE GÜNÜMÜZDE ATILAN TEMELLER ÜZERİNDEN KIYAMET ÖNCESİ SON DÜZLÜKTE GÖRECEKTİR…
28.07.2022 //16.25
SEDAT ÇETİNKAYA
.KÜRESEL BİR GÜCE DÖNÜŞMEK VE DÜŞMANLARIMIZI KORKUYLA SİNDİREBİLMEK İÇİN ; SAVUNMA SANAYİMİZİ, ATALARIMIZIN YAPTIĞI GİBİ DÜNYA SAVAŞ KONSEPTİNİ DEĞİŞTİRECEK GELİŞMELER ÜZERİNDEN ŞEKİLLENDİRME MECBURİYETİMİZ BULUNMAKTADIR…
Atalarımızın yaptığı gibi CİHAN HAKİMİYETİ MEFKURESİ doğrultusunda ve büyük hedefler ufkunda yeniden mücadele etmeye başlayan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ; yakın geçmişindeki gibi edilgen, sinmiş, kafasını kuma gömmüş, batının ve ABD’nin ileri karakol görevini yerine getiren bir ülke olarak kalmasını temin etmek için , içimizdeki işbirlikçilerini harekete geçirerek FETÖ darbe girişimini gündeme taşıyan güçler ; Amerika Birleşik Devletleri, İsrail, bilumum siyonist- masonik yapılar ve bağlıları olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri ve istihbarat teşkilatı olan CIA, Sayın Erdoğan’ı iktidardan düşürme ve Türkiye’yi parçalama planından hiçbir şekilde vazgeçmemiştir. ABD Dışişleri Bakanlığı ve istihbarat servisi CIA ; FETÖ darbe girişimi sonrasında her sahada ortaya koymuş olduğumuz bozucu//dağıtıcı etki, savunma sanayinde gerçekleştirmiş olduğumuz ilerlemeler, silahlı güçle desteklenmiş dış politika stratejisi, küresel konjonktürün ortaya çıkardığı zorunluluklar ve bağlar ve de Türkiye’yi tam anlamıyla karşılarına alma konusunda yaşadıkları KORKU nedeniyle şimdilik sinsice hareket etmeyi tercih etmektedir.
Ülkemiz entelektüelleri büyük oranda uyuyor olsa da ileri değerlendirmeler yapan CIA analistleri, TÜRKİYE İLE ABD'NİN ENİNDE SONUNDA KARŞI KARŞIYA GELECEĞİNİ ve Türkiye ile Nato ittifakının bir noktada, varoluşsal gerçeklik düzleminde ayrı düşeceğini gayet iyi bilmektedir.
ABD’yi yöneten küresel güçler, KITA ÜZERİNDEN ÇİN'DEN DOĞU AKDENİZ LİMANLARINA UZANACAK ve varlığı hedeflenen Büyük İsrail’i zengin kılacak bir ticaret yolunun, Türkiye’nin etkisi ve kontrolü altına girmesini hiçbir şekilde istememekte ; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlığını bu nedenle kabullenememekte , Yunanistan’ın maksimalist hedefleri doğrultusunda şekillendirdiği akıl ve hukuk dışı Ege ve Doğu Akdeniz politikasını bu nedenle desteklemekte, Pkk//Pyd/Ypg//Sdg yapılanmasını Türkiye ile Büyük İsrail arasına set oluşturması ve Türkiye’nin İslam dünyası ile fiziki irtibatını kesmesi için finanse etmektedir.
Türkiye ile ABD’nin mutlaka karşı karşıya geleceği üzerinden kendisini şekillendiren ABD STRATEJİSİ ; Türkiye’nin hava savunma sistemi oluşturmasını engellemek, hava gücünü zayıflatmak, donanma gücünün gelişmesini engellemek üzerine oluşturulurken, Türkiye karşıtı cephenin hava savunmasını güçlendirmek, hava gücünü etkin kılmak ve donanma gücünü geliştirmek üzerine de ayrı bir kanaldan faaliyet icra etmek üzerine bina edilmektedir.
DİKKAT EDİLECEK OLURSA, yıllarca Türkiye’ye hava savunma sistemi satılmamış, Türkiye’nin bu hususa ilişkin açtığı ihale sürecinin uzaması yönünde faaliyetlerde bulunulmuş, Türkiye’nin S – 400 Hava savunma sistemi almasına içimizdeki işbirlikçiler de devreye sokulmak suretiyle karşı çıkılmış, Samp- T sisteminin geliştirilmesi için oluşturulan ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu ortaklığın faaliyetleri baltalanmış, Türkiye’nin kendi sistemini geliştirme çalışmaları ise gizli ambargolarla geciktirilmeye çalışılmıştır.
Diğer taraftan donanmamızın zafiyete uğratılması için donanmamız üzerinde sinsi bir CIA operasyonu yürütülmüş, üretimini yapmakta olduğumuz fırkateyn- denizaltı gibi platformların hemen her kaleminde SİNSİ AMBARGOLARLA gecikmelerin yaşanmasına sebebiyet verilmiştir. Elbette bu hususlar ; gemi baş topundan, nokta savunmasına, gemisavar füzesinden VLS hücrelerine, torpidolardan denizaltıların radar soğurucu malzeme ile kaplanması ve boyanmasına kadar bir deniz savaş platformunun hemen hemen tüm sistemlerinin, milli ve yerli üretim projeleri ile teçhiz edilmesini de sağlamıştır. Yaşadığımız zorluklar ve oluşan gecikmeler, önümüzdeki süreçte çok daha büyük kabiliyetlerle ve ambargolardan etkilenmeksizin üretim yapmamızın da önünü açmıştır.
Bu arada Türkiye , bize kötülük amacıyla yapılan ancak aslında çok hayırlı sonuçlar doğuran bir kararla F 35 üretiminden çıkarılmış şimdi de bir anlamda F 35 projesi bağlamında ödediğimiz paraya mahsuben yeni F 16 ve elimizdeki F 16’lar için modernizasyon kiti alımı talebimiz de Yunanistan’a karşı pasif tutum takınmak ve Yunan tezlerini ihlal edecek şekilde hareket etmemek şartına bağlanmıştır. Böylece ABD, Yunanistan üzerinden bizi tehdit etmeye ve üzerimizde YENİ BİR BASKI UNSURU oluşturmaya çalışmaktadır. Zira ABD ve müttefikleri, gerek donanma gücü ve gerekse hava unsurları açısından, kağıt üzerinde de olsa Yunanistan’ı güçlendirmeye devam ettiğini açıkça gösterdiği gibi Yunanistan’da kurulan ABD üsleri ve ikili savunma anlaşmaları vasıtasıyla da Yunanistan’ı koruma altına aldığını ilan ederek bize GÖZDAĞI VERMENİN peşine düşmüştür...
ABD’nin bu kirli emelini, kendi varlığıyla birlikte savaş meydanına gömmek, boynumuzun borcu haline gelmiştir ve bunu gerçekleştireceğimiz gün de emin olunuz ki tarih perspektifinde çok uzak değildir.
Bu arada ABD’nin, savaş uçağı konusunda takındığı tavırdan fazla etkilenmemek ancak bu tavrın intikamını da her fırsatta ve tıpkı onlar gibi ADI KONULMAMIŞ BİR DÜŞMANLIK STRATEJİSİYLE almak gerekmektedir...
Baykar firmamızın ilan ettiği KIZILELMA Projesi’ndeki İnsansız Savaş Uçağı’nın Mach 1,2 - 1,8 gibi bir seviyeye ulaşacak hızdaki bir modelinin, aynı platformun çok daha küçük ancak uzun menzilli (100km+) ve görüş içi hava- hava füzeleri atabilen ve ağ merkezli harp konseptiyle savaşabilen başka bir modelinin, Kargı isimli platformumuzun daha gelişmiş şeklini ifade eden, havada kalış süresi ve menzili arttırılmış dolanan mühimmatların, tüm platformlardan atılabilen – uzun menzilli – lazer güdümlü- radar ve kızılötesi arayıcı başlığa sahip- karıştırmaya karşı dayanıklı ve yüksek hassasiyetle hedefi imha eden güdümlü mermi ve seyir füzelerinin, manyetik ateşlemeli topların, uzun menzilli lazer platformlarının, insansız ancak ciddi bir savaş gücü barındıran deniz ve denizaltı platformlarının ve çok gelişmiş elektronik savaş platformlarının geliştirilmesine ve üretilmesine önem verilmesi, ABD’nin Yunanistan üzerinden ülkemize yönelik olarak uyguladığı stratejiyi boşa çıkaracak, Hava ve Deniz hakimiyetinin kısa sürede ve tamamen Türkiye’nin eline geçmesine olanak sağlayacaktır.
İlahi takdirin emrinde tarih, hava savaşıyla birlikte vuku bulacak yeni bir PREVEZE DENİZ SAVAŞI ’nı adım adım yaklaştırmaktadır.
Bizi engellemeye çalışanlar, bir savaş dahisi olan Büyük ve Müslüman Türk Milleti’ni engelleyemeyeceklerini// yenilgiye uğratamayacaklarını acı tecrübelerle hatırlayacaklar, atalarının yaşadıklarını analiz etmeden kuru – sıkı bir cesaretle hareket etmenin bedelini çok ağır ödeyeceklerdir…
Ve ABD’NİN ÇÖKÜŞÜ, TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ'NİN VE MÜSLÜMAN TÜRK MİLLETİ'NİN ELİNDEN OLACAKTIR diyerek sözlerime son verirken ; küresel güçlerin ve onların içimizdeki vatan haini konumundaki işbirlikçi yandaşlarının darbe girişimine ve milletimizi // devletimizi hedef alan saldırılarına canlarını feda ederek karşı duran tüm şehitlerimizi saygı ile yad eder, onlar için Allah’tan rahmet diler, tüm gazilerimize ve bu kutlu karşı duruşa katılan tüm kardeşlerime de gönülden şükranlarımı sunarım…
15.07.2022 // 18.05
SEDAT ÇETİNKAYA
.DÜNYA SİYASETİNİN TEMELLERİ VE TÜRKİYE’YE YANSIMALARI…
Birinci Dünya Savaşı döneminde, en büyük küresel gücü temsil eden İNGİLTERE ; sömürgelerin kontrolünün zorlaşması, finans etkinliğinin Amerika Birleşik Devletleri’ne kayması, demografik yetersizlik, askeri teknolojide yaşadığı gerileme, üretim ve hammadde zafiyeti gibi nedenlerle gerileme sürecine girmiş ve İkinci Dünya Savaşı’nda yaşadığı hezimet ile birlikte yerini, küreselci paganların kontrolünde yükselen AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ’ne terk etmek durumunda kalmıştır.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında ALMANYA’nın yenilmiş bir bölgesel güç, İNGİLTERE VE KITA AVRUPASI’nın da Alman işgalinden kurtarılan muhtaçlar konumunda bulunması nedeniyle, kurtarıcıları olan Amerika Birleşik Devletleri’ne tabi olmaları durumu söz konusu olmuştur.
Bu süreç sonrasında, 1949 yılında kurulan NATO ittifakı ile İkinci Dünya Savaşı’nın bir diğer galibi olan SOVYET SOSYALİST CUMHURİYETLER BİRLİĞİ arasında göstermelik bir düşmanlık ve sahte bir karşıtlık üzerinden paylaşılan bir dünya siyasetine giriş yapılmıştır.
Bu dönemde AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ ; askeri gücü, Nato yapılanmasının sağladığı olanaklar, istihbarat faaliyetleri, Dolar hegemonyası, kontrolü altında tuttuğu küresel yapılar, banka ve finans kuruluşları, medya, madencilik faaliyetleri, petrol hakimiyeti, swift sistemi ve sinema gibi yapılarla küresel hakimiyetini geliştirmiş, sınırsız ve karşılıksız bastığı Dolar’ın sağladığı imkanla hiçbir zaman para sıkıntısı da yaşamamıştır. ABD’nin sadece askeri faaliyetler için harcadığı paranın, kısıntı yapılmış haliyle ve 2021 yılı için 801 milyar Dolar olduğunu ve tüm Nato üyelerinin toplam harcamasının bunun yarısı bile yapmadığını bilmenin, parayla sağlanan küresel güç etkisini ortaya koyması bakımından önemli olduğunu da ifade etmek isterim.
HERKES BİLMELİDİR Kİ ABD, sahip olduğu bu finansman gücünü, üretim kaynaklı olarak değil, küresel para musluklarını elinde tutarak ve gerektiğinde sahip olduğu sınırsız ve karşılıksız para basma mekanizmasını kullanarak oluşturmaktadır. Dikkat ederseniz Rusya gibi petrol ve doğalgaz üreticisi bir ülke dahi halihazırda ; petrol ve doğalgazını, kendi parasıyla satamamakta, bu hususta büyük problemler yaşamakta, para transferi yapacağı bir bankacılık hizmetinden yararlanamamaktadır. Bütün büyük petrol ve doğalgaz üreticisi ülkelerin paralarının, ABD nezdinde adeta rehin durumda bulunması da elbette tesadüf değildir. Bu ülkelerin hemen hemen hepsi, ABD’NİN KENDİLERİNE ATACAĞI KAZIK İÇİN zamanını ve sırasını bekler durumdadır. Sahip olduklarını düşündükleri para ise aslında sadece bir kağıt parçasından ve küresel para baronlarının bilgisayardaki bir kayıttan ibarettir.
Ve yine herkes bilmelidir ki Amerika Birleşik Devletleri’ni hiçbir zaman ABD halkı yönetmemiştir. ABD BAŞKANLARINI SEÇENLER ; ABD nezdinde paraya, zenginliğe ve bu ülke nezdindeki hemen hemen her şeye hükmeden küreselci paganlar ve onların hizmetkarı konumundaki para baronlarıdır. ABD başkanları, onlar için birer hizmetkar konumundadır ve ABD halkı ancak ve ancak, onların kendileri için gösterdiği adaylardan birisini tercih edebilmektedir. Çok zor da olsa küreselci paganlara itaat etmeyen başkan ve siyasetçiler ortaya çıkarsa, onlar da kısa sürede bertaraf edilmektedir. YANİ DEMOKRASİ SÖYLEMLERİ VE UYGULAMALARI, TAM BİR ALDATMACADAN VE TİYATRODAN İBARETTİR…
BU BATIL DÜZENİNİN YIKILMASI İÇİN, küreselci paganların ve dolayısıyla ABD’nin elinde tuttuğu para musluklarının ve haksız kazancın kesilmesi ve de sömürü düzeninin çökertilmesi gerekmektedir. "Sömürü düzeni kadranı" artık zirveye çıkmış, aşağı yönlü salınımına da başlamıştır. Bu salınım hız kazandığında, çöküş mutlak ve muhakkak bir şekilde gerçekleşecektir. Bunun için sadece bir süre beklemek dahi yeterli olacaktır. Bu noktada savaşın, yürüyüşü yavaş olan tabiatın akışına istediğimiz hızı vereceğini belirtmek istemekle birlikte henüz bu faaliyet için hazır olmadığımızı da görmek gerekmektedir. DEVLET-İ ALİYYE’NİN NEDEN ÇOK BÜYÜK BİR DEVLET OLDUĞUNU ANLAMAK İSTEYENLERE ; tüm cihana tek başına kafa tutabilecek, rest çekebilecek ve hepsine diz çöktürebilecek bir güce ve bakış sahip olmasını gösterebilirim. Emin olunuz ki tarihi perspektif açısından, Devlet-i Aliyye’nin gücüne ve fikriyatına gelebilmemiz için, 40 fırın ekmeğe ihtiyacımız bulunduğunu da ifade etmeden geçemeyeceğim.
Konuya dönecek olursam, bu küreselci paganlar, bu negatif seyirli durumu gördüğünden olsa gerek, bir zamanlar Varşova Paktı'yla Batı İttifakı arasında gerçekleşen siyasi gerilimi, şimdi de Çin üzerinden şekillendirmenin peşine düşmüş bulunmaktadır. Uzun bir süredir Çin’e yatırım yaparak, Çin’in ekonomik olarak büyümesini sağlayan bu güçler, Çin’in karşıtı olarak da ABD- İngiltere ve müttefikleri üzerinden bir şekillenmeyi sağlamaya çalışmaktadır. Hatta bu noktada Japonya'yı etkileyecek şekilde göstermelik bir savaş çıkarmalarına da şaşırmamak gerekmektedir.
Bu noktada ABD, Avrupa’yı askeri açıdan Rusya korkusuyla tehdit edip kendi hegemonyasında tutarken ; Ukrayna’da çıkardığı savaş bağlamında ve İngiltere’yi de kullanmak suretiyle Rusya’yı kışkırtarak, Avrupa ekonomisini ve siyasetini de kontrol altına almaya çalışmaktadır. Bu stratejinin ikinci boyutunu ise Ukrayna savaşı ile iyice yıpranacak Rusya’nın dağılmasını sağlayacak ve önümüzdeki yıllarda hız kazanacak faaliyetler oluşturacaktır. Elbette Rusya’da, Avrupa üzerinde enerji kartı başta olmak üzere tüm faktörleri kullanarak ; Avrupa sathında, ABD karşıtı bir eğilim oluşturmaya çalışacaktır. Ancak bu faaliyetinde başarılı olma ihtimali, olağanüstü bir durum gelişmediği müddetçe hayli zayıf görünmektedir. Avrupa’nın hızla, geçmişte “tukaka” ilan ettiği nükleer santrallere döndüğünü , Türkiye’nin eline düştüğünü, gıda krizi, enflasyon ve ayaklanmalarla boğuştuğunu görmek mümkün hale gelebilecektir.
Bu arada ABD, Türkiye’de bir yönetim değişikliğini sağlayarak Türk Cumhuriyetlerine de uzanmayı ve ABD hegemonyasını, oluşturacağı edilgen ve teslimiyetçi Türkiye üzerinden Türkistan’a da yaymayı planlamaktadır. Elbette bu noktada Moğolistan, Afganistan ve Türkistan coğrafyasının bir bölümü için Çin işgalinin planlandığını ; Türkistan’ın, ABD hegemonyası ile Çin yayılmacılığı arasında pay edilmesinin hedeflendiğini söyleyebilmek de mümkündür. Zaten gerek FETÖ’nün, Türkistan bölgesindeki faaliyetlerinin gerçek amacının ve gerekse batının, Gürcistan ve Ermenistan politikasının temelinde bu stratejik gerçekliğin yattığını da görmek gerekmektedir. Net bir ifade ile belirtmek gerekirse ; Türkiye, Kafkaslara ve ardına uzanan bir politikadan uzaklaştırılmak istenmektedir. Hatta bu duruma ; batının Pkk//Pyd//Ypg//Sdg politikasını, İran’ın bölgede üstlendiği Türkiye karşıtı set politikasını, Doğu Akdeniz’de Türkiye aleyhine tertiplenmeye çalışan düşmanlığın altında yatan gerçekliği, Türk Devletler Birliği faaliyetlerinin akamete uğratılması için gerçekleştirilmeye çalışılan ayaklanmaları ve Yunanistan’ın ortaya koymakta olduğu düşmanlık – kışkırtma ve savaş stratejisini dahil edebilmek de mümkündür. İşte içimizdeki hainlerin Türkiye’nin orada burada ne işi var söylemini içeren politik yaklaşımın arkasında, bu küreselci politikaya hizmet anlayışı bulunmaktadır.
AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİNİ YÖNETEN GÜÇLER ; Rusya’nın dağıtılarak küçültüldüğü, Türkiye’nin parçalandığı ve hakimiyet altına alındığı, Türkistan coğrafyasının ABD ve Çin arasında bölüşüldüğü ; İsrail Krallığı’nın, Nil ile Fırat arasındaki topraklar üzerinde yeşertildiği bir ortamda, İngiltere ve müttefikleriyle ittifak halinde Çin’i dengelediğini gösterir bir ALGI OLUŞTURMANIN ve böylece belki birkaç yüzyıl sürecek bir hakimiyetin ve yeni bir dünya düzeninin temellerini atmanın HAYALİNİ görmektedir.
Bu hayalleri, KARŞILARINDA MÜSLÜMAN – TÜRK MİLLETİ OLMASAYDI , büyük olasılıkla gerçek olacaktı. Bizim direnç noktamız ve ivmemizin dayanağı ise sahip olduğumuz İKTİDAR VE BAŞKANIMIZDIR. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ve müslüman- Türk milletini yok etmek isteyen güçler, bu arzularından hiçbir zaman vazgeçmemişlerdir. BUGÜNE KADAR SALDIRGANLAŞMAMALARININ NEDENİ, ÜZERİMİZDE KURDUKLARI HAKİMİYETTİR. Bizi askeri- siyasi- ekonomik- kültürel- toplumsal- sosyolojik- psikolojik ve dini yönden kontrol edebildikleri için bu devran uzun süre böyle devam etmiş ancak böyle gitmemiştir. Küresel güçler halen dahi, yerli işbirlikçileri ve Truva atı konumundaki figüranlarıyla birlikte ülkemizin yönetimini ele geçirme faaliyetini tam gaz sürdürmektedir.
Herkes bilmelidir ki küreselciler ve içimizdeki işbirlikçileri başarılı olursa, başımıza gelecek büyük felaketler var demektir. Bu nedenle söylenen hiçbir yalana inanmayarak, tali meseleleri tamamen görmezden gelerek, büyük resimden gözlerimizi ayırmamız dini ve milli bir sorumluluğumuzdur.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ'NİN VE TÜRK DEVLETLER TEŞKİLATI'NIN KÜRESEL BİR GÜCE DÖNÜŞMESİ VE ÜMMET-İ İSLAM'IN YENİDEN AYAĞA KALKMASI, ÖNÜMÜZDEKİ 10 YIL ZARFINDA VERECEĞİMİZ AMANSIZ BİR MÜCADELEYE BAĞLIDIR.
BU BÜYÜK VE KUTLU MÜCADELEDE DOĞRU SAFTA YER ALMANIN ŞEREFİ VE SEVABI, BU DÜNYADA DA AHİR HAYATIMIZDA DA BİZE VE TÜM SEVDİKLERİMİZE YETECEKTİR…
12.07.2022 // 00.01
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜM MÜSLÜMAN KARDEŞLERİMİN, KURBAN BAYRAMI MÜBAREK OLSUN…
İNSAN, çevresini saran ve varlığı açısından kuşatılmış sınırlılık oluşturan bilinen alemi ve bu alemin dışındaki gerçekliği aklen idrak edebilmesi için yüce Allah’ı ve öz benliğini tanımak durumunda olan bir varlıktır.
Aziz ve Hakim olan ALLAH’ı, kendi sığ düşünce dünyamızdaki gibi değil ; tüm noksanlıklardan uzak bir varlık olarak ve asgari 99 isminin belirlediği iç içe geçmiş manalar ufku dahilinde ve bütünlük içinde kavrayan bir bilince ulaşma mecburiyetimiz bulunmaktadır. Yüce Allah’ı bu şekilde tanıyan bir insan, yüksek bir bilinç ve iman seviyesine ulaşacağı gibi yaratılışıyla bağlantılı olarak evrendeki yerini, varlığına ait özellikleri ve yapması gerekenleri anlama imkanına da sahip olacaktır.
Günümüz dünyasında insanları dinden uzaklaştıran ve deizme yönlenmelerine neden olan husus, gerçek anlamda Allah’ı tanıyamamış olmalarıdır. Gerçek anlamda Allah’ı bilmeyen kişinin, gerçek bir iman sahibi olabilmesi mümkün olmadığı gibi bu kişinin evrendeki yerini, yaratılış gayesini, kader- kaza- hesaba çekilme- yeniden dirilme gibi imanı etkileyen hususları doğru tanımlayabilmesi de olanaklı değildir.
İnsanın bilmediği bir şeye aklen ya da usulen inanması durumu ; ilmi yetersizlik, toplumsal etkiler, küresel etkileşim ve politika ve insanın apaçık düşmanı olan şeytanın faaliyetleri ile birleştiğinde ise “kısmi inkar” kavramı ile tanımlanabilecek bir zeminin doğmasına sebebiyet vermektedir. Kısmi inkar ise aslında çok açık bir şekilde imansızlık ve güncel ifadesiyle deizm demektir. Bu durum ise küreselci paganların, onların alt teşkilatlarının ve Şeytan’ın arzuladığı en güzel durumlardan birisidir.
Allah’ı tanıyan kişi, milyarca şeytanın arasına bırakılsa da hiç duraksamadan Allah’ı tanımlayabilecek ve kendi durumunu izah edebilecek bir birey olacak, milyarca Şeytan’ın arasından imanla çıkmayı başarabilecektir.
Ülkemiz tarihinde yaşanan ve İslam’ı toplumsal alanın dışına itmeye matuf girişimlerin ; tek parti diktatörlüğü, askeri rejim uygulamaları, siyasi ve toplumsal baskılar gibi faktörlerle ayyuka çıktığı dönemler dahilinde, müslüman kitleler üzerinde bilinçli ve kasıtlı bir dejenerasyon uygulaması gerçekleştirilmiştir. Yüksek bir bilince ulaşıp kendini bu süreçten ayrık tutabilen bireyler dışında, bu uygulamalardan etkilenmeyen müslüman ise neredeyse yok gibidir. Başörtüye tereffurat diyenlerden, kurban vahşettir diyenlere, hadisleri inkar edip peygamberimizi eleştirmeye yeltenenlere, herkesi hoş görüp müslümanın sakalına, sarığına, hocasına laf edenlere, müslüman kimlikli gençleri yerip, batı zihniyetli – görünüşlü kişileri alkışlayanlara değin binlerce örnekte bu yokluk durumunu görebilmek, çelişkileri yakalayabilmek mümkündür.
İnsanları ilmen yetiştirebilmek, doğru bir yolda uzun süre ilerletebilmek, samimiyeti ve ihlası uzun süre korumasını sağlayabilmek kolay bir durum değildir. Ancak Allah yolunda gerçekleştirilen kutsal bir savaş, ruhi idraki zirveye taşıyan hac gibi ibadetler, insanların belki bu dünyada 1000 yıl yaşasalar ulaşamayacağı etkileri oluşturabilme gücüne sahip bulunmaktadır. İşte izafe olunduğu gerçekliğiyle kurban kesmek de bu ibadetlerden birisidir.
KURBAN KESMEK ; bir müslümanın, evrenin meliki ve maliki olan yüce Allah’ın yolunda herşeyi feda etmeye hazır olduğunu gösteren iradesini, duygusal olarak ağır sonuçları olan bir fiille ilan etmesidir. İşte Kurban’ı, Allah nezdinde değerli kılan ve yüce yaratıcımıza ulaşan da bu kıymetli iradedir. Kurban ; şehitlik mertebesine ulaşan insanın, amacı ve iradesi ile aynı yönde tezahür eden düşünce ve duyguyu taşıyan ibadetin ismidir. Bilinçli olarak kurban kesilen her nokta, Aziz ve Muktedir olan Allah için mücadele etmeye amade olan müslümanların bulunduğu yer demektir. Kurban ibadeti ile cihana, Allah yolunda mücadele etmeye hazır olunduğunun korkusu ve kokusu salınmakta, müslümana ait olan sahalar adeta bir kurt gibi ancak toprağa dökülen kurban kanı ile işaretlenmektedir.
Elbette kendilerini tanrı zanneden ve yaşamı sadece bu dünyadan ibaret bilen küresel fitnenin efendileri ve Şeytan’ın uşağı olmuş kitleler, bu durumdan tarif edilemez biçimde rahatsız olmaktadır. Müslümanların, Kabe’de biraraya gelmesinden ve bu bağlamda birlik ateşinin doğma ihtimalinden rahatsız olanlar ; müslümanın, cihana Allah yolunda varlığını feda etmeye hazır olduğunu gösterdiği kurban ibadetinden de büyük rahatsızlık duymaktadır. Büyük bir bilinçle yeniden cihanı kuşatmaya başlayan bu iradeden rahatsız olanların sesleri, homurdanmaları ve eleştirileri ise ; inkarcıları, münafıkları ve şeytani güçlerle işbirliği içindeki kişileri tek tek ortaya çıkarmakta, müslümanla münafığı ayırt etmemize olanak tanımaktadır.
Allah yolunda yaptığımız mücadele hiçbir zaman boşa gitmeyecektir. Müslümanlar, kişisel çıkarlarından uzaklaşıp, büyük ve sarsılmaz bir birlik içinde hareket ettiğinde, müslümanı eleştirip kafirle ittifak yapmadığında, siyasi tercihini Allah düşmanları ile tevhid etmediğinde, algı operasyonlarının süjesi olmaktan kendini kurtarabilecek bir bilince ulaştığında, galibiyetin de temsilcisi olacaklardır. Mutlak galip olan Allah’ın ordusunda, şerefli bir kul olmaktan daha güzel bir şey yoktur ve herkes, er ya da geç bu gerçeği öğrenecektir. Süfli bir bakış açısıyla ve binbir çeşit bahane ve iftirayla İslam düşmanlarının cephesinde yer alanlar, Allah’a karşı savaş açmış ve mutlak hüsranda olan gafillerdir…
Aziz ve Melik olan yüce rabbimden bu Kurban Bayramı’nı ; alem-i İslam’ın birliğine , müslüman Türk milletinin yükselişine ve şeytani düzenin yerel ve küresel temsilcileri karşısında galibiyete vesile kılmasını gönülden dilerken, tüm dostlarımın ve İslam aleminin Kurban Bayramını da en kalbi duygularımla kutlarım…
08.07.2022 //19.47
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ İLE YUNANİSTAN ARASINDA SAVAŞ İHTİMALİ VE ZAMANI…
Edilgen, teslimiyetçi, batı yanlısı ve İslam karşıtı bir yönetim anlayışından kurtularak ; aktif, mücadeleci, tam bağımsızlık ve egemenlik üzerinden yükselen milli bir politika dahilinde, küresel etkiye sahip bölgesel bir güç olarak ortaya çıkma hedefini gündeme taşıdığımız andan itibaren, küresel güç merkezlerinin de hedefi haline gelmiş bulunmaktayız.
Aslında küresel bir güç olma ihtimalimizin varlık kazanmış olması, ortaya koymuş olduğumuz etkiyle, küresel güç merkezlerinin planlarını bozmakta olduğumuz gerçeğini de bünyesinde barındırmaktadır.
Sayın Erdoğan liderliğindeki Türkiye, ortaya koymuş olduğu siyasi stratejinin yönlendirici etkisiyle, kendisini öncelikli hedef olmaktan çıkararak, küresel güçlerin planlarını bozan başka bir güç merkezi olan Rusya’nın ilk hedef olmasını da sağlamış bulunmaktadır. Elbette Türkiye, bu gerilimden kendi lehine doğan olanakları da kullanarak, güçlü ve değerli olarak addedilebilecek siyasi ve stratejik hamleler yapmış, küresel güçleri çok zor tercihler yapmak daha doğrusu yapamamak durumunda bırakmıştır.
Türkiye, durumu önceden kestiren mükemmel bir zamanlama ile Irak coğrafyası üzerinde ön alıcı ve zemin kazanmayı hedefleyen hamleler yaparken aynı zamanda Suriye coğrafyası üzerinde dengeleri kendi lehine çevirmeyi hedefleyen bir operasyonun siyasi ve stratejik altyapısını oluşturmaya da başlamıştır.
Amerika Birleşik Devletleri’ne, Şia’nın ve dolayısıyla İran’ın etkisindeki Irak yönetimine güvenmeyen, Pkk ile çıkar çatışması içinde bulunan, Irak’lı şii milisler ile Pkk arasındaki ittifaktan rahatsız olan Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin, Irak’tan bağımsızlık talebinde bulunması sadece bir zaman meselesi gibi görünmektedir. Bu noktada sorun ; böyle bir bağımsızlık hareketinin, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ile Türkiye’nin siyasi olarak birleşmesini sağlamak için mi yoksa Türkiye aleyhine faaliyette bulunmak için mi olacağı noktasında yatmaktadır. İşte Kandil’e değin uzanmayı planladığımız harekatların ve bölgede oluşturmuş olduğumuz yerleşik askeri düzenin amacı, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin ülkemize yönelik herhangi bir sürprizini önlemek ve küresel aktörlerin bölgedeki etkisini pasifize ederek, sürecin planlarımız dahilinde ilerlemesini kolaylaştırmaktır.
Benzer bir durum, Suriye coğrafyası için de alttan alta ve günden güne hazırlanmaktadır. Suriye’de yapmış olduğumuz operasyonlara ilişkin bölgelerin birbiriyle irtibatını kurup, oluşturduğumuz güvenli sahaların bölgesel sınırlarını da genişlettikten sonra bu coğrafyada ilanını sağlayacağımız bir bağımsız devlet ile siyasi bir birliktelik içine girmemiz, hedeflenen örtülü stratejimizdir. İşte şuan insanlıktan ve İslam’ın nurundan nasibini almamış, aç gözlü, bencil ve kokuşmuş - faşist bir zihniyetin fitne saçan temsilcileri konumundaki kişilerin dışladığı Suriye vatandaşları, bağımsızlığını kazanan bu toprakların ülkemizde yaşayan sakinleri olarak ülkemizin onurlu vatandaşları olacaklardır. Bunlar bir adım sonrasını göremeyen birileri için şimdi hayal gibi gelebilir ancak geleceği görenler için gün gibi ortada olan veriler ve önermelerdir. Çapulcu sürelerinin kahpe ve kalleş bir kalkışmasıyla, Abdülhamid Han’ı devirerek, ülkemizi ve milletimizi perişanlığa sürükleyenlerin torunları, 100 yıl önceki topraklarımızın günümüzdeki sahiplerini ve Misak-ı Milli sınırlarımız içinde yaşayan insanları bize düşman gibi gösterirken ; vatanımızı işgal eden, milyonlarca insanımızın ölümünden ve yaralanmasından sorumlu olanları da müttefikimiz, dostumuz ve medeniyetin temsilcileri olarak göstermekten de utanmamaktadır. Gerçek düşmanlarımız, her daim bir maskeyle aramızda dolaşan bu sinsi vatan hainleridir…
Bu arada Suriye üzerinde Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanması üzerinden planlar yaparken, Türkiye ile muhtemel bir savaşa doğru gidildiğini gören Amerika Birleşik Devletleri, öncelikli olarak kendisine alternatif üsler teşkil etmeye başlamış, Suriye coğrafyasındaki Pkk//Pyd//Ypg//Sdg bölgesini bu amaçla kullanmayı düşünmüş ve bölgeye önemli yatırımlar yapmıştır. Ancak FETÖ darbe girişiminin boşa çıkarılması ve Türkiye’nin bölgeye yönelik harekatları, bu plan açısından öngörülen istikrarı bozduğu için, tam bir ABD hizmetkarı olan Yunanistan, ABD’nin yeni askeri üs merkezi olarak şekillendirilmeye başlanmıştır.
Amerika Birleşik Devletleri, bu yeni anlayışı doğrultusunda Yunanistan’a silah yığarken, Türkiye’ye saldırdığında mutlak hava üstünlüğü elde edebilmek için ; Türkiye’nin Rusya’dan S 400 bataryaları almasına karşı çıkmış, Türkiye’nin hava savunma sistemleri üretememesi için her türlü zorluğu oluşturmuş, Euro- Sam (Samp-T) sisteminin geliştirilmesi ile ilgili çalışmaları bloke etmiş, Türkiye’yi F 35 programından çıkarmış, Yunan Hava ve Deniz Kuvvetleri’nin güç kazanabilmesi için doğrudan ve dolaylı destekler ortaya koymuş, Türkiye’deki muhalefeti ve ekonomik saldırıları kullanarak hükümeti düşürmek üzere CIA öncülüğünde bir program yürütmeye başlamıştır.
Ancak Rusya’ya karşı varlığına alternatifsiz biçimde ihtiyaç duyulan, NATO’daki mevcudiyeti büyük önem kazanan, Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğine karşı çıkarak ABD hegemonyasına karşı savaş açan, Rusya’ya yönelik yaptırımlara katılmayan, Avrupa’nın enerji ihtiyacı açısından gerçek ve tek alternatif merkez olma özelliğine sahip olan, İpek yolu projesinin en önemli güzergahını kontrol eden, bölgenin en önemli lojistik üssü olma kapasitesine sahip olan, Türk Devletler Birliği hedefi ve askeri kapasitesiyle küresel bir güç tehdidi ortaya koyan ve bölgesinde hiçbir oldu bitinin gerçekleştirilmesine imkan bırakmayan Türkiye’ye karşı strateji geliştirmenin ve stratejinin uygulanmasında başarı sağlamanın çok zor bir duruma tekabül ettiği gerçeği de ortada durmaktadır.
Ayrıca Türkiye’nin Suriye’ye yönelik bir operasyonu da çok yaklaşmıştır. ABD, bu operasyonu durduramayacağını ve başarısını engelleyemeyeceğini de çok iyi bilmektedir. İşte vermiş olduğu askeri garanti ile Yunanistan’ı Türkiye’ye karşı ileri sürmesinin temelinde, Türkiye’nin Suriye operasyonunu engelleme çabası bulunmaktadır.
Türkiye, ani bir hareketle ve hızlı bir ilerleme ile Suriye operasyonunu gerçekleştirmezse, Yunanistan ile Türkiye arasında kısa sürecek ancak Türkiye’ye önemli düzeyde zarar verilmesini öngörecek, Hava ve Deniz Kuvvetleri ile önemli merkezlerin hedef alınacağı bir savaş yaşanabilmesi olasılığı ciddi biçimde artmış bulunmaktadır. Bu olasılığın artması, Türkiye’nin de benzer bir şekilde Yunanistan’a karşı, kısa sürecek ancak hemen hemen tüm Yunan donanmasını ve hava kuvvetlerini yok etmeyi hedefleyen etkili bir savaşı planlamasına sebep olacaktır…
Ancak Türkiye, hızlı bir yaklaşımla Suriye’ye operasyon düzenlerse, hazırlıksız yakalanacak olan ABD ve Yunanistan, hareketsiz durumda kalacak ve Yunanistan’ın faaliyetleri sadece bir kışkırtmadan ibaret kalacaktır.
Şahsi kanaatim Yunanistan ile Türkiye arasında yaşanacak bir savaşın ; Suriye coğrafyasında, ABD ve müttefikleriyle karşı karşıya geleceğimiz ancak daha sonraki tarihlerde gerçekleşecek olan bir savaşla birlikte olacağı şeklindedir. Biz, işin içinde İsrail’in de olacağı ve Misak-ı Milli hedefimizi gerçekleştirmeye yönelik bir mücadeleye giriştiğimizde, Yunanistan bize karşı ikinci bir cephe olarak sahaya sürülecektir. Elbette biz de Yunanistan’a karşı Balkanlar üzerinden ikinci ve üçüncü cepheler açacak, müslüman- Türk milletinin kudret ve zekasını bir kez daha göstereceğiz. Arnavutluk'daki askeri üssümüze ve Arnavutluk ile askeri ilişkilerimize karşı çıkanların ve Türkiye'yi Balkanlar'dan uzaklaştırmak isteyenlerin gerçek amaçlarını da öncelikle Türkiye- Yunanistan mücadelesi perspektifindeki yeri üzerinden okumak gerekmektedir.
Yunanistan, küresel güç merkezleri tarafından, Türkiye'ye karşı ikinci bir cephe olarak açıldığında, Bizans’ın günümüzdeki temsilcileriyle Turan’lılar bir kez daha karşılaşacak, Helenizmin etekli askerleri Adriyatik Denizi’nin serin sularına dökülürken şehitlerimizin ruhları da şad olacaktır…
17.06.2022 // 01.23
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NDE YAŞAYAN BİR HAİN OLSAYDIM, İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ AN İTİBARİYLE, NASIL BİR DÜŞÜNCE BİÇİMİNDE VE NASIL BİR SİYASİ YAKLAŞIM İÇİNDE OLURDUM…
1. Güçlü bir hükümetin varlık kazanmasına imkan vermeyen ancak işbirliği içinde olduğum yabancı ülkelerin siyasete müdahalesi için biçilmiş kaftan olan parlamenter sistemi savunurdum.
2. Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş gibi kişilerin serbest bırakılmasını ister, bir nedenle serbest bırakılmaları durumunda da tıpkı Papaz (CIA ajanı) Andrew Brunson örneğinde olduğu gibi “neden serbest bırakılıyor” ya da “bizim baskımızla bırakıldı” kabilinden hükümet aleyhine propaganda yapmanın bir fırsatını oluştururdum.
3. Türkiye’nin sınır ötesi operasyonlarına karşı çıkar, bu konuda çıkarılan tezkerelere hayır oyu verir, evet oyu verenleri vatana ihanetle suçlar, Mehmetçiğin kanı üzerinden de hükümet aleyhine propaganda yapardım.
4. Türkiye’nin yabancı ülkelerdeki askeri varlığının karşısında durur, bu varlığın geri çekilmesi için mücadele eder ; Libya’da ne işimiz var, Katar’ı neden koruyoruz, Suriye bataklığından çıkmalıyız, Suriye’liler sahillerde yatarken neden biz onlar için savaşıyoruz gibisinden kışkırtıcı söylemlerle toplumu hükümet aleyhine yönlendirirdim.
5. Kıbrıs’da, ABD ve Avrupa’nın yaklaşımları doğrultusunda Kıbrıs Türk’ünün asimilasyona tabi tutulacağı bir çözümü destekler ; yuvarlak ifadelerle laf cambazlığı yaparken, KKTC’nin bağımsız bir şekilde yaşamasına engel olacak süreçlere koşulsuz katkı verirdim.
6. FETÖ mensupları ve KHK ile görevinden uzaklaştırılanlar için ; insan hakları, hukuk, adalet gibi kavramlar üzerinden af zemini oluşturmak için çalışır, bu iddia ile onları ve çevresini hükümet düşmanlığına kanalize eder, bu alanda uluslararası desteği de arkama alırdım.
7. İsrail ile ilişki kurulması için hükümete baskı yapar, bu hususta bir girişim ortaya konulursa da, hükümeti iki yüzlü olduğu şeklindeki bir iddiayla sırtından vurur, yıpratıcı bir politika izlerdim.
8. Türkiye’nin nükleer santral kurmasına kesin bir şekilde karşı çıkar, nükleer santral konusu her gündeme geldiğinde toplumu galeyana getirecek şekilde engelleyici propaganda yapar, ancak aynı zamanda elektrik fiyatlarının yüksekliğini vurgulayarak toplumu sivil itaatsizliğe sürükleme girişimlerine öncülük ederdim.
9. Türkiye’nin enerji sorununu giderecek her girişim noktasında örneğin ; neden baraj yapıyoruz, HES’ler ile doğa mahvediliyor, güya doğalgaz bulundu ama bunlar her doğalgaz bulduğunda fiyatlar daha da yukarı çıkıyor, açıklananlar gerçek değil gibi ayrı ayrı engelleyici, yalana dayalı ve bozucu algı çalışmaları yapardım.
10. Silah üretimi konusunda yapılan çalışmaları baltalamak için her üretim meselesinde ; damadın sihası, damat zengin ediliyor, yerli ve milli değil, motorunu üretmedikten sonra üretilenin bir önemi yok, savunma sanayi şirketlerinin hisseleri yabancılara satılmış gibi ayrı ayrı fitneler oluşturur, üretime ilişkin verileri ele geçirip yabancı ülkelerle paylaşır, üretimin baltalanması için ambargo konulması, mühendislerin öldürülmesi, bürokratik engeller çıkarılması gibi akla hayale gelmeyecek yöntemleri diğer hainlerle ittifak içinde sahaya sürerdim.
11. Türkiye’yi, IMF’in kucağına düşürmek için çalışır ; ülkedeki Dolarizasyon sürecinin büyümesi ve ülkede ekonomik sıkıntı yaşanması için yerli ve yabancı güç merkezleri ile her türlü boşluğu doldurmak suretiyle mücadele eder, hükümetin getirdiği önlemleri de ölesiye eleştirir, binbir çeşit yalanla milleti kandırmaktan da zevk alırdım.
12. Ülkeye yapılacak yatırımlar noktasında ; herşey Katar’lılara , Araplara satılıyor, amaç buraları Araplara peşkeş çekmek, bu projelere yatırım yapanların parasını iktidara geldiğimizde ödemeyeceğiz şeklinde bir söylem ortaya koyarak psikolojik engeller ve mali tehditler oluştururdum.
13. Yabancı ülkelerde Türkiye’yi şikayet eder, Türkiye’ye yatırım yapılmaması gerektiğini salık verirdim.
14. Yabancı ülkelerin istihbarat birimleri ve büyükelçileriyle birlikte ; Türkiye’de bir kaos ortamının oluşması için nasıl çalışmalar yapılabilir, bu doğrultuda nasıl bir mali destek sağlanabilir, hükümeti düşürmek için nasıl bir ortak yöntem izlenmelidir şeklinde ortaya konabilecek hususlarda periyodik görüşmeler yapardım.
15. Yapılan pozitif icraatları görmezden gelir, alternatif bir fikir ve proje ortaya koymaktan kaçınır ancak dünyanın en güzel işi yapılmış olsa da yalana başvurmak dahil her yöntemi uygulayarak acımasızca eleştirir, sonra özür bile dilemez, lüzumu halinde de yapılan icraatın kendi projem olduğunu iddia ederek yine karlı bir şekilde işin içinden çıkardım.
16. Uluslararası güç merkezlerinin Türkiye ile oluşan sorunlarında, hükümetin karşısında yer alır, kendimi kullanışlı bir eleman olarak ön plana çıkarır ve sağlanan destek ve fon akışından ziyadesiyle yararlanırdım.
17. Toplumsal etkiye sahip ve milli kimlik taşıyan kişi ve grupları hedefe koyar, onlar üzerinden hükümet karşıtlığı oluşturmaya çalışırdım.
18. Her fırsatı, toplumsal bir ayaklanmaya dönüştürmek için sosyal medya gibi platformlarda aktif bir yapılanma oluşturur ve etkili bir dezenformasyon süreci yürütürdüm.
19. Mavi vatan doktrininin uygulanması noktasında üstü kapılı da olsa Yunan tezlerine destek verir, Türkiye’yi maceracılıkla suçlar, Miçotakis’i ABD kongresinde yaptığı konuşmadan dolayı tebrik eder, bizim hükümete de örnek diye gösterirdim.
20. Pkk- Dhkp-c gibi terör örgütlerini hem yarım ağızla eleştirir ama aynı zamanda destekleyecek her türlü siyaseti de sonuna kadar ortaya koyar, fırsatını bulduğumda her türlü devlet birimini bu örgütlerin mensuplarıyla doldurur, terörist komutanlara selam çakar, onlardan gelen destek açıklamalarını baş tacı yapar, sonra da şehit Mehmet’in cenazesinde göstermelik taziyelerde bulunur, yalandan ülkücülük- milliyetçilik taslar, en hafif tabiriyle cenaze töreninden kovulduğumda bu durumun sorumluluğunu da hükümete yüklerdim.
21. Gerekli olduğunda, ülkeyi karıştırmak için siyasi cinayet işleyecek, kitlesel ölümlere neden olacak şekilde bomba patlatacak, toplumsal infial uyandıracak davranışlar sergileyecek kişi, teşkilat ve gruplarla birlikte çalışır ; devlet birimlerini istenmeyen olayların içine çekmek için polise hakaret etmek- dövmeye çalışmak gibi kışkırtıcı faaliyetlerde bulunurdum.
22. Türkiye’nin lehine olacak her projeye ; “depreme neden olur, vatana ihanettir, zarar ediyor, zararı devlet bütçesinden karşılanıyor, hasta garantisi verilmiş, zehirli atık saçacak, siyanür kullanılacak, ağaç katliamı yapılacak, Atatürk adını yok etmek istiyorlar” vb. bir kulp takar, projenin gerçekleşmemesi, gecikmesi ya da başarısız olması için sürekli bir algı operasyonu yürütürdüm.
23. Ve hülasa aklınıza bile gelmeyecek her türlü karaktersizliği +++ ortaya koyardım.
Ve işte 2023 yılında yapılacak seçimlere atfen 23 adedini belirtmiş olduğum bu karaktersizlikleri sizce kim ya da kimler ortaya koymaktadır
Emin olunuz ki ön yargılarından ve bağnaz düşünce biçiminden kurtulan herkes, bu ihaneti ortaya koyan işbirlikçi hainlerin kim olduğunu kendi ana ve babasını tanıdığı gibi tanıyacak ve onlara fırsat vermeyecektir…
02.06.2022 // 20.30
SEDAT ÇETİNKAYA
.ZİLLET CEPHESİ’NİN, SÖYLEMEK İSTEYİP SÖYLEYEMEDİKLERİ…
İHANETİN, BİLİNEN AMA İFADE EDİLEMEYEN YÜZÜ…
Devlet-i Aliyye’yi yıkan vatan hainlerinin toplanma mecrası İttihat ve Terakki’nin, günümüzdeki temsilcisi konumunda bulunan ve görünürde altılı ancak HDP’nin de katılımıyla yedili muhalefet olarak faaliyet gösteren muhalefet cephesi, 10 maddelik “TEMEL İLKELER VE HEDEFLER” bildirisi yayımlamış ancak işbirlikçi zihniyetlerini yansıtan asıl bombayı ise ortak basın açıklamasına sakladıkları görülmüştür.
Zillet cephesinin ortaya koymuş olduğu temel ilkeler ve hedefler bildirisi, ülkemizin geleceği ve çıkarları için hiçbir anlam ifade etmediği gibi basın bildirisinde yer alan ifadelerin altında yatan zihniyet de en hafif tabiriyle ; teslimiyetçiliklerini, aşağılık komplekslerini ve hizmet ettikleri güç merkezlerini ilan etmektedir…
BİLİNÇSİZ KÖLELER TAKIMININ SÖZ KONUSU BASIN BİLDİRİSİNDE ORTAYA KONAN ; “ Ukrayna-Rusya savaşının getirdiği gerilimli konjonktürde gündeme gelen NATO’nun genişlemesi konusu da ülkemizin stratejik çıkarlarının gerektirdiği çok boyutlu dış politika perspektifinden ele alınmıştır. Türkiye’nin terörle mücadele bağlamında ortak tavır ve işbirliği konusundaki haklı talepleri sadece NATO üyeliğine baş vuran İsveç ve Finlandiya için değil halihazırda üye olan bütün NATO üyeleri ve esasen bütün BM üyeleri için de geçerlidir. Bir taraftan bu konuda haklı taleplerimiz dile getirilirken diğer taraftan Doğu Akdeniz ve Ege’deki güç dengelerinin aleyhimize değişmesine sebep olacak ve Türkiye’nin çok boyutlu dış politika gerekliliklerine zarar verecek gerilimlerden ve maceracı söylem ve politikalardan uzak kalınmalıdır” ŞEKLİNDEKİ SÖYLEMİN GERÇEK MANASININ ;
1. TÜRKİYE , AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ’NİN EMİR VE YÖNLENDİRMESİNDEN DIŞARI ÇIKMAMALI, HER DAİM ABD HEGEMONYASINA TABİ OLMALIDIR,
2. PKK’yı destekleyen birçok ülkeye karşı, çıkarlarımız gereği nasıl açık bir tepki ortaya konulamıyorsa, Finlandiya ve İsveç’in Nato üyeliği konusunda da aynı yaklaşım sergilenmeli ve bu ülkelerin üyeliklerine, en büyük Pkk destekçisi olan ABD ile ters düşülmeden onay verilmelidir. Bunu yapmazsanız, Doğu Akdeniz ve Ege’de, ABD-İsrail ve müttefikleri tarafından aleyhimize bir denge oluşturulacak ve Türkiye bu dengenin altında kalacaktır,
3. Mavi Vatan Doktrini, Lozan’da ve sonrasında Yunanistan’a peşkeş çekilen adaların Yunanistan tarafından silahlandırılması sorunu, Kıbrıs meselesi, Libya ve Libya ile Münhasır Ekonomik Bölge Sınırlandırma Anlaşması imzalanması meselesi gibi konularda yürütülen politikalar, maceracı politikalardır. Bu tür politikalar, Türkiye’nin boyunu aşmaktadır. Bu politikaların peşine düşülerek ortaya konan söylem, gerilim ve faaliyetlerden uzaklaşılmalı, ABD ne emrediyorsa o yapılmalı, Yunanistan’ın iddia ettiği tüm haklar tanınmalı, İsrail’in aleyhine olacak bir yaklaşım içine girilmemeli, Mısır diktatörlüğü’nün katil yönetimi ile hiçbir ihtirazi kayıt konulmaksızın barışılmalı, Akdeniz’de petrol – doğalgaz aramak gibi akıl dışı faaliyetler terk edilmeli, hele hele Türkiye’nin çıkarları söyleminin arkasına sığınılarak her türlü mücadeleye hazır olmak gibi maceracı yaklaşımlardan uzak durulmalıdır ŞEKLİNDE ORTAYA KONULABİLMESİ MÜMKÜN BULUNMAKTADIR.
Diğer taraftan AYNI BASIN BİLDİRİSİNİN DEVAMINDA ; “Son Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonrasında gündeme gelen muhtemel sınır ötesi operasyon konusu da toplantımızda değerlendirilmiştir. Terörle mücadele ve sınır güvenliği konusunda gerekli tedbirlerin alınması ülkemizin hakkı, iktidarın ise sorumluluğudur. Ancak milli güvenliği ilgilendiren konular, olağanüstü bir sürece girildiği intibaı verilerek önümüzdeki seçim sürecini de etkileyecek şekilde iç siyasette malzeme olarak kullanılmasına karşı ortak bir tavır geliştirme konusunda da kararlıyız. İlgili devlet kurumlarının, muhalefet partilerini olası operasyonun gerekçeleri, süresi, kapsamı ve hedefleri konusunda bilgilendirmeleri şarttır.” ŞEKLİNDE ORTAYA KONAN SİYASET GERÇEĞİNİN İSE ;
1. Suriye ve Irak’a yapılacak askeri harekatlar noktasında sanki olağanüstü bir durum varmış gibi bir gerçek dışı bir algı oluşturulmaktadır. Milli güvenliğimizi tehdit eden böyle olağanüstü bir durum yoktur. Zaten iktidar, yapacağı harekatların gerekçesini izah etmek zorunda olmasına rağmen, bizi bilgilendirme zahmetine dahi girmemektedir. Pyd//Ypg//Sdg yapılanması zaten ülkemiz için bir sorun değildir. Bu yapıdan ülkemize yönelik olarak herhangi bir tehdit de gelmemektedir. Onların tek yaptığı, ABD’nin sınırsız desteği altında kendilerini ve vatanlarını savunmaktır,
2. Ayrıca Amerika Birleşik Devletleri ve batılı müttefiklerimizin, Suriye üzerinden Türkiye’ye yönelik herhangi bir düşmanlığı da zaten görülmüş değildir. Adamlar bizim için CIA’nın kurduğu DEAŞ gibi eli kanlı bir örgütle mücadele etmektedir. Bizim hükümetin yaptığı bildiğiniz nankörlüktür. Türkiye’yi yönetenler, operasyon ile ilgili planını bize bildirmelidir ki biz de devamlı irtibatta olduğumuz büyükelçiler vasıtasıyla tüm plan ve değerlendirmeleri dostlarımıza aktarma imkanına kavuşabildiğimiz gibi onların da bir tedbir geliştirme olanakları olabilsin,
3. Ayrıca iktidar ve özellikle kızıl sultan Abdülhamid Han’ın günümüzdeki izdüşümü Erdoğan, bu muhtemel operasyonu ; gizli ortağımız HDP ile bu operasyonu açıkça kınayamayacak ve engel olunması noktasında etkisiz kalacak olan oluşumumuz arasında bir siyasi sorun çıkarmak için yapmaktadır. Bu nedenle biz de operasyona karşıyız diyemeyeceğiz ancak Erdoğan bu operasyonu aramızda siyasi kriz çıkarmak için yapıyor diye propaganda yapacağız,
4. Ey gizli ortağımız Hdp ! sen de meseleyi büyütüp, sorumluluğu da bize yükleyip Erdoğan- Bahçeli ittifakı’nın yani Müslüman-Türk Milleti’nin ekmeğine yağ sürme !
5. Ey ABD ! sen de bize yardım et, desteğini üzerimizden esirgeme BİÇİMİNDE ANLAŞILMASI GEREĞİ BULUNMAKTADIR.
KIYMETLİ DOSTLARIM ! İşte yukarıdaki zihni tutumu ya da farklı bir ifadeyle siyasi yaklaşımı ortaya koyan zillet ittifakı cephesinin SON MESAJI İSE ; “Hergün derinleşen sorunlara son verme hedef ve iradesiyle bir araya gelen liderler olarak, iktidarın gündem mühendisliklerini boşa çıkararak, ülkemizi bu darboğazdan kurtaracak, milletimizi hak ettiği demokratik ve müreffeh Türkiye hedefine ulaştıracağız” ŞEKLİNDE VUKU BULMUŞTUR. Aslında bu son mesajlarıyla da gündem mühendisliği uygulayanların, algı operasyonlarına başvuranların kendilerini olduğunu da , “DERVİŞİN FİKRİ NEYSE ZİKRİ DE ODUR” KABİLİNDEN İFŞA ETMİŞLERDİR. Bu ülkede dikili ağacı bulunmayanların, en büyük icraatları heykel dikmek, reklam yapmak ve dans gösterisi düzenlemek olanların, geçmişte komünist- sosyalist devrim yapmak üzere milletimize kurşun sıkanların, ABD hizmetkarlığına köle olmuşların ; terörist sevicilere, FETÖ yandaşlarına kucak açanların ; terörist cenazelerine koşan , teröristlerle aşk yaşayan milletvekillerine sahip olanların, ülkemize karşı kurulan tuzaklara yandaşlık yapanların, arkasını Pkk’ya Pyd'ye Ypg’ye Ypj’ye dayayanların, yurtdışından ülkemize havlayan lanetlilerden medet umanların, bu ülkenin inancı ve tarihi ile sorunu olanların ve hülasa Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin düşmanı kim varsa onunla bir bağlantısı ve birleşen bir çıkarı bulunanların, ülkemizi hak ettiği müreffeh Türkiye hedefine ulaştırabilmesinin mümkün olmadığı aklı başında ve mankurtlaşmış bir beyne sahip olmayan her insan tarafından rahatlıkla anlaşılabilir bir durumdur.
Ben de neticeten, altılı ittifakın şahsım açısından saygı değer olmayan temsilcilerine ; SAHİ, NE ZAMAN KAÇACAKSINIZ ? diye sormak istiyorum…
BÜTÜN MİLLET ÖĞRENMİŞTİR SİZİN FUHŞUNUZU… OMZUNDA NEDEN SİZİ FUZULİ ÇEKSİN… İLK SEÇİMDE, SİYASET SAHNESİNDEN VE GÜNDEMİMİZDEN SİLİNİP GİDECEKSİNİZ…
31.05.2022 //17.51
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE’NİN GÜNEY SINIRLARI DAHİLİNDE YAPACAĞI ASKERİ OPERASYONLAR, KÜRESEL FİTNE MERKEZLERİNİ VE ONLARIN YERLİ İŞBİRLİKÇİLERİNİ TOPYEKÜN HAREKETE GEÇİRMİŞ OLSA DA MÜSLÜMAN- TÜRK MİLLETİ KARŞISINDA YAŞAYACAKLARI SONUÇ ; YENİLGİ, HEZİMET VE PERİŞANLIK OLACAKTIR…
KÜRESEL GÜÇ MERKEZLERİ , Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni askeri olarak çevreleme, siyasi olarak parçalama ve Türkiye’nin mevcut hukümetinden bir şekilde kurtularak yerine işbirlikçi bir yönetimi getirme stratejisi üzerinden hareket ederken ; Türkiye’nin, güney sınırları dahilinde hakimiyet alanını genişletme cihetinde ortaya koyduğu faaliyetler karşısında ne yapacağını bilemez bir durumda kalmışlardır.
Pkk yöneticisi Cemil Bayık, herkesi Ak Parti- Mhp ittifakından uzak durmaya, CHP ve İyi Parti’ye de destek vermeye çağırırken, HDP sözcüsü Ebru Günay ise Ayn-el Arab’a yönelik olarak gerçekleşecek bir operasyona ilişkin korkusunu ön plana çıkararak, soykırım söylemiyle ön almaya çalışmaktadır.
Bu arada içimizdeki işbirlikçi takımı da ülkemizdeki göçmenler üzerinden bir tepki genişlemesi oluşturmak için uğraşırken, aslında ; “Türk askerinin Suriye’de ne işi var ? ” şeklindeki bir soruyla tanımlanabilecek GİZLİ BİR AJANDA ÜZERİNDEN, Türkiye’nin Suriye operasyonunu engellemeye ve Türkiye içinde özellikle Suriye’liler üzerinden kaos çıkarmaya yönelik olarak çalışan CIA politikasına destek vermek için tüm gayretleriyle mücadele etmeyi sürdürmektedir. Onların bu ihanetleri, Türk Milleti’nin KUDRET VE AZAMETİ karşısında hiçbir şekilde neticeye ulaşamayacak, kendileri de düştükleri zillet çukurunda debelenerek geberip gidecektir.
"Her yer Kandil, her yer direniş" gibi bir söyleme tek söz söyleyemeyen, teröristlerce alkışlanan, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’a özgürlük isteyip, Türkiye Cumhuriyeti’ni seri katil olmakla ve soykırım yapmakla suçlayanları baş tacı eden, yabancı büyükelçilerle fitne pazarlıkları yapıp kaos senaryoları üzerinde çalışanları alkışlayan, Abdülhamid Han’a ve Sayın Erdoğan’a olan kinlerini her zeminde haykıran vatan hainleri takımı da adeta hırslarından yarılmaktadır.
Ancak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve müslüman- Türk milletinin düşmanları ne yaparsa yapsın, işbirlikçiler ve vatan hainleri güruhu ne planlarsa planlasın, bu ülkenin KADİM GÜÇLERİ VE YÖNETİMİ , varlığına uzanan tüm ihanet odaklarını perişan edecek ve öncelikli hedefi olan MİSAK- I MİLLİ sınırlarına adım adım ulaşacaktır. BUGÜN GÖÇMEN GİBİ GÖRDÜKLERİMİZ, yarın toprakları ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin bir parçası olacak, İran’ın ve onun güdümündeki Irak hukümetinin tehdidinden kurtulmak isteyen Irak Kürt Bölgesel Yönetimi, kendi isteğiyle Türkiye’ye bağlanma kararı dahi alacaktır. İşte hem içimizdeki işbirlikçi hainlerin hem de dışımızdaki düşmanlarımızın ortak hedefi, Türkiye’yi bu amacından saptırmak ve bu hedefe yönelen siyasi iradeyi yok etmektir. Bu nedenle siyaseten kimi desteklediğimize ve küçük çıkarlar peşinde koşmak suretiyle de olsa kimlerin safında bulunduğumuza çok ama çok dikkat etme mecburiyetimiz bulunmaktadır. Bu ülkede onbinlerce insanın ölümünden sorumlu olan bölücü terör örgütünün, samimi desteğini ilan ettiği siyasi yaklaşımlara destek vermeyi aklen tanımlamaya dilim varmamakta, kalemim ise söz konusu tanımı yazamamaktadır.
Türkiye’nin, Suriye’ye yönelik olarak gündeme getirmeyi planladığı askeri operasyona ilişkin şartları ise siyasi ve askeri açıdan, Fırat’ın doğusu ve batısı biçiminde değerlendirme zaruretinin bulunduğunu öncelikle ve önemle ifade etmek isterim.
Fırat’ın batısı açısından karşımızda olan güçler ; Esed rejimi, İran milisleri ve Rusya’dır. Bu güçlerinin hiçbirinin, Türkiye’nin gündeme getireceği bir operasyonu durdurma ya da yenilgiye uğratma gücü ise bulunmamaktadır. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, yapmış olduğu açıklama ile Türkiye’ye yönelik olarak stratejik bir yönlendirme yaparak, Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna yapacağı bir askeri harekat için üstü kapalı da olsa destek verdiklerini ortaya koymuştur. Ancak Türkiye’nin hedefi de öncelikli olarak Tel Rıfat ve Münbiç olmalıdır. Böyle bir durumda Rusya’nın yapacağı hiçbir şey olmayacak ve durumu kabullenmekle karşı karşıya kalacaktır. Zaten Rusya, Münbiç’i zamanında ABD yönetiminin etki alanına terk etmiş, Tel Rıfat’dan da fiilen çekilmiştir. Ancak Türkiye’nin Tel Rıfat ve Münbiç’e yönelik operasyonuna İran milisleri ve Esed rejiminin, İdlib bölgesinde ortaya koyacağı bir karşı harekatla cevap verebilme ihtimali bulunmaktadır. Bu nedenle Fırat’ın batısına yapılacak bir harekatta, İdlib’e yönelecek bir karşı harekatı bastırma hazırlığı da mutlaka yapılması gerektiği gibi El Bab’ın güneyinden İdlib bölgesine yönelik olarak Halep’i düşürecek bir yarma harekatı da bir karşı tehdit olarak mutlaka planlanmalıdır. Böylece düşman, boyunu aşacak bir girişimle karşımıza dikilme cüretini göstermeye tevessül ettiğinde, elindeki bulgurdan da edilmelidir…
Suriye sathında Fırat’ın batısına yapacağımız bir askeri harekatın, Rusya’yı sürklase ediyor olması nedeniyle ABD tarafından destekleneceği düşünülecek olsa da bir sonraki hedefin Fırat’ın doğusuna yöneleceğini bilen ABD’nin, bu harekata gerçek anlamda siyasi destek vereceğini söyleyebilmek ise mümkün görünmemektedir.
Türkiye’nin, Fırat’ın doğusuna yönelik olarak bir askeri harekat gerçekleştirmesi durumunda karşısına çıkacak asli güçler ise ; ABD birlikleri ve Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanması güçleri olacaktır. ABD’nin içinden geçtiğimiz hassas dönemde Türkiye’nin bu operasyonuna karşı askeri açıdan tavır alması mümkün değildir. Ancak bu operasyonu durdurmak için, Dolar kuru ve içimizdeki işbirlikçi yapıların ifsad edici faaliyetleri başta olmak üzere her türlü enstrümanı ve konjonktürel durumu kullanacağını da görmek gerekmektedir. Ayrıca Türkiye'nin, F 16 modernizasyonu ve Yunanistan'la olan sorunlar başta olmak üzere ABD nezdinde var olan ve ekstra bir gerilimi ertelemesi gereken bazı konjonktürel çıkarları da bulunmaktadır.
Kısaca belirtmek gerekirse, akıl ve siyasi strateji, Fırat’ın batısına yönelik bir askeri harekata yüksek olasılık kazandırmaktadır.
Türkiye’nin, Münbiç ve Tel Rıfat’ı kontrol altına alması ; bölgenin suyunu, elektriğini, ulaşım güzergahını ve dolayısıyla ikmal- enerji ve gıda arzını da büyük ölçüde kontrol altına alması demek olacaktır. Bu durum da Türkiye'nin bölgedeki etkisini ve gücünü, günümüzle kıyaslanamayacak ölçüde arttıracaktır.
Münbiç’in kontrol altına alınması sonrasında, Telabyad- Ayn İsa hattından hareketle Ayn- El Arab’ın güneyden kuşatılması ile bölgenin kendiliğinden pasifize olup elimize geçmesinin önünün açılacağını da gözden kaçırmamak gerekmektedir.
Müslüman Türk Milleti’nin düşmanları, tüm güçleriyle çığlık atıyor ve fitne saçan iğrenç sesleriyle çıyaklıyor olsalar da puslu havayı seven Gökkurt’un pençesinden kurtulmayı başaramayacaklardır.
Al bayrağımız, eninde sonunda milli yeminimiz olan topraklarda, Gök bayrağımız ise tüm Türk yurtlarında ve Kızılelma semasında dalganacaktır…
28.05.2022 // 21.28
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN, AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ’NİN GÜNCEL ÇIKARLARI ÖNÜNDE SARSILMAZ BİR ŞEKİLDE DURUYOR OLMASI, CIA’NIN VE GÜDÜMÜNDEKİ BİLUMUM İŞBİRLİKÇİLERİN, TÜRKİYE ÜZERİNDE YENİ BİR KAOS SENARYOSU DAHİLİNDE ÇALIŞMAYA BAŞLAMASINA NEDEN OLMUŞ BULUNMAKTADIR.
BU KAOS SENARYOSUNUN, TÜM BOYUTLARIYLA ELE ALINIP ; KARŞIT TEDBİRLERİN, HERHANGİ BİR KAYIT VE SINIRLAMA GÖZETİLMEKSİZİN ACİLEN UYGULAMA SAHASINA SÜRÜLMESİ, TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN VE AZİZ MİLLETİMİZİN ÖNCELİĞİ HALİNE GELMİŞ BULUNMAKTADIR.
ABD yönetimine hakim olan küreselciler ; oluşturmaya çalıştıkları, dünyayı ve insanlığı tamamen kendi kontrollerine yönlendirmeyi hedefleyen stratejileri doğrultusunda faaliyette bulunurken, kendileri için tehlike arzeden Türkiye ve Rusya’yı da hedef olarak belirlemiş bulunmaktadır.
Rusya ; Türkiye’nin Türkistan ve Kafkasya’ya yönelik stratejisi bağlamında oluşan hedefleri ve Rusya üzerinden yükselen güncel çıkarları bir tarafa bırakılacak olursa, ülkemiz açısından olumlu addedilebilecek şekilde tuzağa düşmüş bulunmaktadır. Rusya yeni bir konsept geliştirememesi ya da nükleer bir savaş çıkarmaması durumunda ; batının ekonomik baskısı, askeri kapasitesinin niteliksizliğinin ortaya koyduğu yetersizlik, ambargo ve dış baskılar ve savaşın uzaması durumunda iç cephesinden yükselecek ve CIA tarafından körüklenecek karşıtlıklar üzerinden bir çöküş süreci yaşama ihtimaliyle karşı karşıya bulunmaktadır. Rusya’nın böyle bir çöküş süreci yaşaması ve küresel güç merkezlerinin, Rusya’yı tam anlamıyla yenilgiye uğratması da bizim açımızdan olumlu bir duruma tekabül etmemektedir. Zira henüz, sahada boşalacak Rusya etkisini, Avrupa- ABD ve Çin’e karşı tam olarak doldurma imkanımız olmadığı gibi Rusya’nın çöküş süreci sonrasında küresel güçlerin tek hedefi konumunda kalmanın da kısa vadede tercih etmeyeceğimiz bir durum olarak tanımlanabilmesi söz konusudur.
1. Rusya'ya karşı psikolojik üstünlüğü ele geçirmek ve baskıyı arttırmak isteyen küresel güçlerin, Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya alınması ile ilgili yürüttüğü sürecin Türkiye tarafından tehdit edilmesi,
2. Türkiye’nin, Rusya üzerindeki siyasi ve ekonomik baskıyı azaltan açık bir kapı olması,
3. İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nın, Türkiye tarafından yabancı askeri güçlere kapatılmasının, Rusya’nın güvenliğini garanti altında almakta oluşundan doğan ancak seslendirilemeyen rahatsızlık,
4. Türkiye’nin Irak ve Suriye sahasında yürüttüğü faaliyetlerin ve ortaya koyduğu tehdidin, küresel güçleri hareketsiz bırakıyor olması,
5. Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Kıbrıs dahilinde oluşturduğu blokajın ve Libya’da ortaya koyduğu etkinin, küresel güçlerin planlarını bozuyor olması, 2023 seçimlerine gidilen yolda STRATEJİK GEREKLİLİKLERİN DIŞINA ÇIKILMAK SURETİYLE, Türkiye ile de yumuşak bir şekilde ve vekil yapılar kullanılarak bir karşıtlığın yükseltilme ihtimalini işaret etmektedir. Elbette bu noktada dengenin, Türkiye’nin küresel güçlere karşı kullanabileceği argümanları kullanma sınırı esas alınmak suretiyle oluşturulacağı da açıktır.
Bu bağlamda Amerika Birleşik Devletleri, Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasının Türkiye açısından sınırlayıcı bir güç olmadığını ve kendisinin de bu gücün arkasında durarak Türkiye’ye karşı hamle yapamayacağını iyice anlamış bulunmaktadır.
ABD’nin son dönem hamleleri, Rusya’nın karşısına Ukrayna’yı çıkardığı gibi Türkiye’nin karşısına da Yunanistan’ı çıkarmak üzerine şekillenmeye başlamıştır. Yunanistan Başbakanı K.Miçotakis’in, Türkiye aleyhine söylemlerinin ABD meclisinde dakikalarca alkışlanmasının temelinde de bu stratejinin yansıması bulunmaktadır. ABD, Yunanistan’dan aldığı üsler ve gerçekleştirdiği silah yardımlarıyla Yunanistan’a yeterli düzeyde güvenceyi verip, Dedeağaç’tan Yunanistan’a yönelebilecek bir Türk harekatının önünü kestiğini de gösterdikten sonra bir hava ve deniz savaşıyla Türkiye’ye diz çöktürmenin planlarını yapmaktadır. Son dönemde Yunan Hava ve Deniz kuvvetlerini güçlendirmeye yönelik sinsi faaliyetlerin arkasında da aynı stratejinin bulunduğunu söyleyebilmek mümkündür.
Bu arada ülkemiz içinde de bizi içten sıkıştırmaya matuf bir kaos stratejisinin zeminin adım adım hazırlanmaya çalışıldığını da görmek gerekmektedir. Bu bağlamda bir değerlendirme yapıldığında ;
1. Atatürk Havalimanı’nın millet bahçesi yapılması meselesi üzerinden yürütülen algı operasyonları ve tartışmanın yönünün, Atatürk üzerinden bir kutuplaşma oluşturacak şekilde dizayn edilmeye çalışılıyor olması,
2. Canan Kaftancıoğlu’nun yaptığı açık hakaret ve küfürlerden dolayı almış olduğu cezanın, ülkede yargıya baskı yapan bir hükümet eliyle ve siyasi saiklerle tesis edildiği algısını oluşturacak ve bu algı üzerinden eylemsel karşıtlık doğuracak yaklaşımlar sergilenmekte oluşu,
3. İttihat ve Terakki Partisi’nin günümüzdeki temsilciliğine soyunan bir partinin ve onun yakında siyasi çöplüğün bir parçası olacak başkanının, gezi ayaklanması üzerinden yakmaya çalıştığı isyan ateşi,
4. Ana Muhalefet Partisi’nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, elektrik faturasını ödememe şeklinde ortaya koyduğu göstermelik eylem tarzıyla, milleti sivil itaatsizliğe sevkederek, ülkede karışıklık çıkarmaya matuf yaklaşımlar içinde olması,
5. Kemal Kılıçdaroğlu’nun SADAT’a baskın verme girişimi ile ileride oluşacak bazı muhtemel karışıklıkların ve terörist eylemlerin faturasını Sayın Erdoğan’a çıkarmanın altyapısını hazırlamaya çalışması,
6. Zillet cephesi ile yabancı büyükelçiler arasında oluşan derin yakınlaşmanın stratejik analizinden çıkan veriler…
7. Göçmenler ve mülteciler üzerinden yükseltilen ve milliyetçilik sosuyla süslenmiş karşıtlığın, Sayın Erdoğan üzerine kanalize edilmeye çalışılması ve mültecilerin //göçmenlerin de karışacağı bir iç çatışmanın nüvelerinin hazırlandığına ilişkin verilerin dikkat çekiyor olması,
8. Millet nezdinde temsil derinliği bulunmayan bir tabela partisi yetkilisinin, Devletin İçişleri Bakanı’na yönelen meydan okumaları üzerinden cepheleşme faaliyetlerinin ısıtılmaya çalışılması,
9. Dolar üzerinde yeni bir hareketlendirme oluşturmaya matuf yerel işbirlikçi hareketlerin dikkat çeker hale gelmesi,
10. Fiyatlar genel düzeyinin kasıtlı bir biçimde yükseltilmesiyle toplumun ayaklanmaya, itaatsizliğe ve R.Tayyip Erdoğan karşıtlığına yönlendirilmeye çalışılıyor olması DURUMU İLE KARŞI KARŞIYA OLDUĞUMUZ GÖRÜLMEKTEDİR.
Milletimizin tüm fertleri ; üzerimizde oynanan oyunların, yürütülen algı operasyonlarının farkına varmalı, kandırılmışlığın bir ürünü olarak ya da gelenekçiliğin bir devamı olarak hangi siyasi hareketi destekliyor olursa olsun, şahsi emellerini, küresel güçlerin çıkarları ile birleştirmiş kişi ve grupların oyuncağı olmaktan kendini korumalı, vatana ihanet addedilebilecek faaliyetlerden de uzak durmalıdır.
Muhaliflik ile vatan haini olmak arasında ince bir çizgi , küçük bir bakış açısı ve faaliyet farkı olduğu unutulmamalıdır.
Sonra kimse, benim suçum yoktu diyerek ağlamanın bir faydası olmayacağını ve eninde sonunda, devletimiz ve milletimiz tarafından hesaba çekileceğini unutmamalıdır…
18.05.2022 // 14.13
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN VE MÜSLÜMAN - TÜRK MİLLETİ’NİN DÜŞMANLARI , TÜRKİYE'NİN NASIL BİR POLİTİKA İÇİNDE OLMASINI İSTERDİ ? SORUSU ÜZERİNDEN İÇİMİZDEKİ İŞBİRLİKÇİLERİ TANIMAK…
Siyasi kimliğimizi oluşturan kavramları bir tarafa bırakarak, dünya politikasının gerekleri doğrultusunda ve faydacı bir yaklaşımla ülkemizin çıkarlarını ve bu çıkarlara yönelik olarak karşıtlık içeren politika bileşenlerini değerlendirdiğimizde, anlamakta zorlandığımız siyasi dengeleri ve küresel güç merkezlerinin içimizdeki hizmetkarlarını tanımlayabilmemiz çok daha kolay bir hal almaktadır.
Bu bağlamda bir değerlendirme yaptığımızda TÜRKİYE’nin ;
1. Edilgen ve tüm yönleriyle batı yanlısı bir politika içinde olmasının,
2. Askeri açıdan Amerika Birleşik Devletleri’ne bağımlı halde bulunmasının,
3. NATO yapılanmasının gönüllü piyadesi rolüne soyunmasının,
4. S-400 Hava Savunma Sistemi’ni, kullanım dışına çıkarmasının,
5. Rusya’ya karşı açık tavır alarak, düşmanlık politikası içine girmesinin,
6. Karadeniz’i, ABD hegemonyasına açmasının,
7. Balkanlar’dan ve Afrika’dan çekilmesinin,
8. Libya’yı, ABD kontrolüne ve parçalanmaya terk etmesinin,
9. Varlığını, Avrupa Birliği kapısında ve Avrupa Birliği organlarının baskısı altında devam ettirmesinin,
10. Ekonomik gelişiminin ve yatırımlarının, IMF tarafından kontrol altında tutuluyor olmasının,
11. Merkez Bankası’nın tamamen küresel güç merkezlerinin kontrolüne bırakılmasına yeşil ışık yakmasının,
12. Ekonomik büyümenin sağlanması, ihracatın arttırılması gibi ekonomi temelli hedefleri terk etmesinin,
13. Irak ve Suriye dahilinde gerçekleştirmek istenen küresel projelere göz yummasının,
14. Irak ve Suriye’deki askeri varlığını geri çekmesinin,
15. Irak ve Suriye’de gerçekleştirdiği operasyonlardan vazgeçmesinin,
16. Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasının varlığını kanıksayan ve kabul eden bir siyaset içinde olmasının,
17. Pkk güdümündeki terörist hareketin faaliyetlerine alan açmasının,
18. Kıbrıs’ı , Rum egemenliğine bırakmaya yönelen politikaları desteklemesinin,
19. Azerbaycan’ı desteklemekten ve Azerbaycan ile ortak bir strateji çerçevesinde hareket etmekten vazgeçmesinin,
20. Türk Birliği mefkuresini terk edip, Türk Dünyası’nı, küreselci Çin’in hegemonyasına terk etmesinin,
21. Pakistan ve Afganistan’la yakınlaşacak politikalardan uzak durmasının,
22. İsrail’in güvenliğini ve geleceğini tehlikeye atacak politik ve stratejik yaklaşımlardan kaçınmasının,
23. Bölgesindeki, ABD- İngiliz ve İsrail işbirlikçisi konumundaki devlet ve yapılarla iyi ilişkiler içinde bulunmasının,
24. Mavi vatan doktrininden vazgeçmesinin,
25. Savunma sanayi alanında yapılan araştırma- geliştirme ve üretim perspektifinin terk edilmesinin,
26. Sömürgecilerin ihraç rejimi olan parlamenter sisteme geri dönüş yapmasının,
27. Kanal İstanbul projesi, nükleer santral yapılması , madencilik faaliyetlerinin arttırılması , altın aranması ve çıkarılması gibi faaliyetlerden uzak durmasının,
28. Lojistik gücünü ve altyapı yeterliliğini yükseltmeye yönelik faaliyetleri sonlandırmasının,
29. Mültecileri dışlama politikasına girmek suretiyle küresel siyaset stratejisini bozacak şekilde dünya sathında olumsuz tepkilere muhatap konumda kalmasının,
30. Esed ve günümüzün firavunu konumundaki Sisi ile edilgen konumda ilişki kurmasının,
31. Yunanistan’ın ortaya koyduğu siyasi ve stratejik yaklaşımlara karşı kabullenici bir politika içine girmesinin,
32. Türk milliyet ve kültür bilincinin kazanılması ve İslami inanışın güçlenmesi cihetinde yapılan tüm siyasi ve sosyal girişimleri desteklemekten uzak durmasının,
33. İslam dünyası ile arasına mesafe koyacak biçimde hareket etmesinin,
34. Katar gibi Türkiye’ye yakın siyasi ve askeri duruşa sahip ülkelerle ilişkilerini etkisizleştirmesinin,
35. Yabancı ülkelerdeki askeri üslerini kapatmasının İSTENDİĞİNİ SÖYLEYEBİLMEK MÜMKÜNDÜR.
İşte sadece gündeme ilişkin bazı hususlar esas alınarak ortaya konan, her zemin açısından genişletilebilecek ve güncellenebilecek bu gerçeklik karşısında, ACABA ÜLKEMİZDE siyaset ve fikir özgürlüğü üzerinden, siyasi strateji içeren bu argümanları, açık veya üstü kapalı olarak kimler ve hangi yapılar savunmaktadır diye sorma gereği bulunmaktadır.
Bu soruya verilecek cevap ise, dünya politikasının gerekleri ve pragmatik bir yaklaşımla değerlendirme yapıldığında, kimlerin küresel güç merkezlerinin ülkemizdeki işbirlikçileri olduğunun açık ve kesin bir biçimde anlaşılmasını sağlayacaktır. Şimdi herkes, yukarıda otuzbeş madde üzerinden cüz’i bir kısmının ifade ettiğim politik yaklaşımları açık veya üstü kapalı olarak kimlerin savunduğunu iyice düşünmeli ve ön yargılarından uzaklaşmak suretiyle sonuca ilişkin bir değerlendirmeye ulaşmalıdır.
BİZE DÜŞEN, gaflet ve dalalet çukurundan kurtularak ve benliğimizi saran kinden uzaklaşarak, milletimizin ve devletimizin geleceği için mücadele edenlere destek vermeyi başarabilmektir.
HERKES, varlığı üzerinde yürütülen algı operasyonlarının etkisini görmeli, hissetmeli, anlamalı ve kendisini bu algı operasyonlarının süjesi olmaktan çıkarabilmelidir.
Ülkemiz ve milletimiz üzerinde tesis edilen algıyı, kurguyu ve zamana yayılan planları tam anlamıyla etkisiz hale getirdiğimizde, dünyaya hükmeden küresel bir güce dönüşmemiz kısa bir zaman meselesinden ibaret hale gelecektir.
Kadim geçmişten günümüze taşıdığımız KIZILELMA mefkuremiz uğrunda durmaksızın mücadele edenler ; büyük Türkiye’nin mimarları, kutlu bir galibiyetin de gıpta edilen mümessilleri olacaklardır...
16.05.2022 // 21.16
SEDAT ÇETİNKAYA
.ABDÜLHAMİD HAN DÜŞMANLIĞINDAN, ERDOĞAN KARŞITLIĞINA UZANAN YOLDA, MÜSLÜMAN TÜRK MİLLETİNE VE DİN-İ MÜBİN-İ İSLAM’A DÜŞMANLIK İÇİNDE OLAN İŞBİRLİKÇİ HAİNLERE CEVABIMIZ ; "HİÇBİR ŞART ALTINDA İKTİDAR OLMAYA DA BİZİ YÖNETMEYE DE GÜCÜNÜZ YETMEYECEKTİR" ŞEKLİNDEDİR…
Cihana hükmeden kutlu devletlerimizden DEVLET-İ ALİYYE’nin hakanı ABDÜLHAMİD HAN’ı devirmek için toplanan Ermeni- Rum- Bulgar ve Yahudi isyancılarla birlikte hareket eden Türklüğü iğdiş edilmiş hainlerin de dahil olduğu zillet ittifakı, devrin koşullarından da faydalanarak, bir Türk Hakanı’nı devletin başından indirmeye muvaffak olmuşlardı…
Müslüman ahalinin ve Türklük bilincini önemli ölçüde kaybetmiş milletimizin bu kayıtsızlığı ve hatta yürütülen olumsuz propagandaya kapılıp, merkezi Selanik’teki İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ’nin kaşarlı hain konumundaki mensuplarına verdiği destek, bir cihan devletinin sonunu getirmiş ve yaşanan acılar cihanı kaplamıştı. İşte geçmişten günümüze yüzyıllık süreç içinde çektiğimiz tüm acıların, yokoluşun eşiğinden dönmemize neden tükenişin ve muhatap kaldığımız emsalsiz zulmün temelinde, geçmişte yaptığımız bu HATA yatmaktadır.
Kurtuluş Savaşı’mız sonrasında, bu ülke için savaşanlar kendileriymiş gibi ülkemizin yönetimine çöreklenen İttihat ve Terakki’nin kokuşmuş temsilcileri ve artıkları, KENDİLERİ İÇİN YENİ BİR ÜLKE VE MİLLET OLUŞTURMANIN PEŞİNE DÜŞMÜŞLERDİR…
İşte bu yüzden VATANIMIZ VE MİLLETİMİZ ; kısa süre önce gırtlak gırtlağa savaştığımız batı emperyalizminin kıdemli temsilcisi olan ülkelere peşkeş çekilmiş, tarihinden, dininden, yazısından, dilinden, gelenek ve göreneklerinden, kıyafetlerinden ve kanunlarından uzaklaştırılmış, şapka takmamak gibi basit gerekçelerle yargılama dahi yapılmadan ya da düzmece yargılamalar neticesinde darağaçlarında sallandırılmış, düşman olarak savaştığı ülkelere ve milletlere adeta meze yapılmıştır. İslam dininden uzak, batılı hayat tarzıyla devşirilmiş, tarih ve Türklük bilincinden yoksun, ahlaki değerlerini kaybetmiş, aşağılık kompleksinde boğulmuş niteliksiz bir nesil yetiştirmek için ellerinden geleni ardına koymamışlardır.
Ancak geçmişten kalan kökten yeşeren bir nesil, Aziz ve Muktedir olan Allah’ın yardımı ve lüftuyla, her türlü eksikliğine rağmen çoğalmayı ve Sayın Erdoğan ile birlikte de iktidarı elde etmeyi başarmıştır. KISACA HAK , BATILA KARŞI GALİP GELMİŞTİR…
Ve bu noktadan sonra, Abdülhamid Han’ı tahtan indirip, kendi kokuşmuş zihniyetleri doğrultusunda ; İsrail’in koruyucusu ve yandaşı, batı aşığı, ABD kuklası , Türk ve İslam düşmanı bir düzen kurmayı başarmış olan İttihatçıların günümüzdeki temsilcileri, küresel güç merkezi konumundaki efendilerinin talimatıyla yeniden harekete geçmiş ve Sayın Erdoğan liderliğindeki yönetime son vermek için darbe tezgahlamak dahil ellerindeki tüm düşmanlık unsurlarını sahaya sürmüşlerdir.
Sayın Erdoğan yönetimini düşürmek için yapılan algı operasyonları, neredeyse günlük olarak tertiplenen tiyatrolar, gezi ve hendek gibi kalkışmalar, bireysel ya da örgütsel terör hareketleri, kitleleri harekete geçirmeye ve sonrasında kaos oluşturmaya yönelik provokasyonlar, Boğaziçi Üniversitesi örneğinde olduğu gibi ortaya çıkarılan temelsiz öğrenci hareketleri, ağaç ve çevre gibi konular ön plana çıkarılarak oluşturulmaya çalışılan ayaklanma girişimleri, ekonomi temelli manipülasyonlar, sürekli söylenen yalanlar ve kesintisiz bir biçimde yürütülen “128 milyar Dolar nerede ?” gibi saptırmalar üzerinden gerçekleştirilen psikolojik harp, döviz kurları üzerinden yürütülen ekonomik saldırılar, yerleşik işbirlikçi yapılar kullanılarak özellikle gıda fiyatlarını yükseltmek için gerçekleştirilen tertipler, seçim sonuçlarını kabullenmeme girişimleri, elektrik faturasını ödememe gibi yöntemlerle kişileri pasif eyleme yönlendirerek oluşturulacak sivil itaatsizlik üzerinden hükümeti düşürme girişimleri gibi AKLIMIZA GELEBİLECEK HEMEN HER OLAY, SAHAYA SÜRÜLEN DÜŞMANLIK UNSURUNUN BİR NÜVESİ OLARAK VARLIK KAZANMIŞ BULUNMAKTADIR.
Ortaya koyduğu eylem ve faaliyetler, bağımsız yargı mercilerimizce yapılan yargılama sonucunda suç olarak değerlendirilerek hakkında ceza hükmü tesis edilen Osman KAVALA’yı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ve onun liderini karşısına alıp tehdit edebilecek tarzda söylemlere başvurarak serbest bırakılması gerektiğini savunanların, geçmişte Abdülhamid Han’a saldıran kaşarlı hainlerin günümüzdeki temsilcileri olduğunda şüphe bulunmamaktadır. Bu durum, Osman KAVALA’nın serbest bırakılması için kutlu devletimize karşı havlayan yabancı güç merkezleri ile birlikte hareket eden içimizdeki işbirlikçileri de bir turnosol kağıdı gibi açığa çıkarmış bulunmaktadır. OSMAN KAVALA, KÜRESEL GÜÇ MERKEZLERİNİN ÜLKEMİZ SİYASETİNİ TANZİM ETMEK VE GEREKTİĞİNDE KAOS ÇIKARMAK İÇİN FONLADIĞI VE KULLANDIĞI BİR TRUVA ATI OLDUĞU GİBİ DEMOKRASİ- HAK- HUKUK- İNSAN HAKKI GİBİ KAVRAMLARIN ARKASINA SIĞINARAK ONU SAVUNANLAR DA AYNI GÜÇ MERKEZLERİ İÇİN FAALİYET İCRA EDEN KİŞİ VE ODAKLARDAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR…
Abdühamid Han yönetimini İSTİBDAD olarak tanımlayarak, Han’ımıza karşı darbe tertipleyen çapulcu sürüsünü, vatan ve namus gibi kavramların arkasına saklanarak taltif eden işbirlikçi hainler, Gezi kalkışmasının temsilcilerini kahraman ilan ettikleri gibi kendilerinin de Abdülhamid Han’a darbe tezgahlayan vatan hainlerinin devamı olduğunu utanmadan ve fütursuzca ilan edebilmektedir. Bunlar Türk Milleti’nin değil, kökü dışarıda bulunan JÖN TÜRKLER’İN GÜNÜMÜZDEKİ FOSİLLEŞMİŞ GÖRÜNÜMLERİDİR. BUNLARIN MİLLİYETÇİLİĞİ İSE TEK KELİMEYLE “YALAN”dan, iki kelimeyle ise "KUYRUKLU YALAN"dan İBARETTİR.
Ancak buradan tarihi bir uyarıyı yapma gereğini duyduğumu da belirtmeden geçemeyeceğim. İfade etmek isterim ki tarih ne 1908, ne biz 1908 yılında yaşayan mücadele ruhunu kaybetmiş müslümanlar ne Sayın Erdoğan, arkasında hiçbir destek bulamadığı için edilgen konuma gelmiş olan Abdülhamid Han’dır.
İlk kalkışmanızda ya da süreç içinde, tıpkı Osman KAVALA ve Selahattin DEMİRTAŞ gibi hak ettiğiniz yeri bulacaksınız. Milletimizin basiret ve feraset sahibi fertleri olduğu müddetçe, bu ülkenin yönetimini de yeniden ele geçiremeyeceksiniz. Ben hukuki şartlar ve taşıdığım sorumluluklar gereği bu kadar söylüyor olsam da siz çok anlayınız…
EY MÜSLÜMAN- TÜRK MİLLETİ’NİN EVLATLARI ! varlığımıza, devletimize, vatanımıza, başkanımıza, dinimize, inancımıza ve tüm değerlerimize savaş açmış olan, bizden gibi görünen ancak bizden olmayan bu güruhun gerçek yüzünü bir bütün olarak görmemiz ; onların bizi parçalamak, birlik ruhundan yoksun kılmak ve liderimize olan desteğimizi zayıflatmak için oluşturduğu söylem, provokasyon ve politikanın dümen suyuna kapılmamamız, Allah’ın ipine sıkı sıkı sarılmamız ve her daim doğru yol üzerinde bulunmayı başarmamız gerekmektedir.
Emin olunuz ki bizi mahvetmek, perişan kılmak, bir daha ayağa kalkamayacak kadar acziyet içine düşürmek için her yönden saldıran işbirlikçi hainler adım adım peşimizden koşmaktadır. Artık düşmanlıklarını gizliden gizliye de yapmamaktadırlar. HERŞEY, KÖR GÖZLERİN GÖREBİLECEĞİ, EN ZAYIF AKIL VE BİLİNÇ SAHİPLERİNİN İDRAK EDEBİLECEĞİ KADAR ALENİDİR. SADECE YÜZÜMÜZE KÜFREDİP, BİZİ NASIL MAHVEDECEKLERİNİ, HAPİSLERDE NASIL ZEVKLE ÇÜRÜTECEKLERİNİ BİRAZ DAHA AÇIK BİR ŞEKİLDE İLAN ETMEDİKLERİ KALMIŞTIR. AYNI FİRAVUN SOYUNUN, MUHAMMED MURSİ’Yİ NASIL ÖLDÜRDÜKLERİ VE MISIR HALKINA YAPTIKLARI, İBRETLE HATIRLANMALIDIR.
Bunların Türklüğü de Müslümanlığı da en azından benim nezdimde sahtedir.
Bunların ; vatanımızı, devletimizi ve müslüman- Türk kimliğini ilgilendiren bir mevzuda, olumlu katkı sundukları tek bir mesele dahi yoktur. Ortaya koydukları tüm politik söylemlerin bileşkesi, bizim için kutsal olan ve önem taşıyan değerlere düşmanlık, milletimizi ve devletimizi ileriye taşıyacak gelişmeler karşıtlıktır…
HERKES, GAFLET VE UYUŞUKLUK MODUNDAN ÇIKMALI, ÜZERİNE DÜŞEN TARİHİ SORUMLULUĞUN BİLİNCİYLE HAREKET ETME YETERLİLİĞİNİ ORTAYA KOYMALIDIR…
ABDÜLHAMİD HAN YALNIZ, BU VATAN DA SAHİPSİZ DEĞİLDİR…
03.05.2022 // 16.49
SEDAT ÇETİNKAYA
.RAMAZAN BAYRAMI’MIZ MÜBAREK OLSUN…
Şeytan ve hizmetkarları ile aramızda yaşanan tarihi mücadelenin yorgunluğu ve açtığı yaraların, hak davanın tüm fertlerinin mücadele azmini ve şevkini kamçıladığı bir bayramın arifesine ulaşmış bulunuyoruz.
Kıyamet vaktine değin sürecek bu amansız mücadelede, Allah’ın varlığına ve kudretine yönelik mutlak teslimiyetimiz üzerinden yeşeren ve bizi, her şart altında Allah’a hamd etmeye , mücadele ufkunda sebatkar ve fedakar olmaya sevkeden bir ruh haline sahip olmamız ise en önemli değerimizdir.
İşte bu ruh halinin şekillendirdiği düşünce biçimiyle ; ülkemizde ve İslam aleminde yaşanan akıl tutulmalarını, ihanetleri, tutarsızlıkları, şeytani güçlerin bitmek tükenmek bilmeyen fitnelerini ; bu fitnelerin oyuncağı olmuş, cehalet ve inançsızlık okyanusu içinde yüzmeyi marifet sayar hale gelmiş müslümanların durumunu ve bu süreçten çıkmak için ulaşmamız gereken mücadele azminin büyüklüğünü düşündüğümüzde, Allah’ın “Muktedir” isminin benliğimizi saran azametine sığınmak ise bize umut veren en büyük dayanak olarak ortaya çıkmaktadır.
Aziz ve Muktedir olan Allah irade ettiğinde, imkansız gibi görünen her ne hal ve durum varsa tam da Allah’ın istediği şekilde gerçekleşecektir. Biz Müslümanlara düşen görev ve sorumluluk ; bu işin sonu ne olur diye bir kaygı taşımaksızın, başkalarının hata ve eksiklikleri üzerinden zamansız, gereksiz ve yıkıcı eleştirilere kapılmaksızın ve tutarsız savunma mekanizmaları geliştirmeksizin hak dava yolunda, kaderin hükmü elinde olan mutlak kudret sahibi yüce Allah’a güvenerek mücadele etmektir.
Allah yolunda mücadele etmek ve birlikten ayrılmamak, insanı iman yolunda sabit tutan bariyerler gibidir.
Mücadeleden ve birlikten kopmanın, insanı bu dünyada getireceği son, uçurumun dibi, ahir hayatında getireceği yer ise Cehennemin kapısıdır.
Bence insanın genel olarak iki bayramı vardır. Bunlardan birincisi iman hali üzere vefat ettiği gün diğeri de Allah’ın rızasını kazanıp, mahşer meydanında Cennet’e girmeyi hak ettiğinin ilan edildiği andır.
Aslında bayram ilan ettiğimiz tali hususlara müteallik günleri bir tarafa bırakacak olursak, bu dünyada da iki bayramımız bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, Allah yolunda çile çekmeye hazır olduğumuzu gösterdiğimiz Ramazan ayı sonunda kutladığımız Ramazan Bayramı, diğeri de Allah yolunda her şeyimizi feda etmeye hazır olduğumuzu ilan ettiğimiz Kurban Bayramı’dır… Elbette bu bayramların değerini de hakkını da ancak iman eden ve güzel davranışlarda bulunan müslümanlar bilecek ve verecektir…
Herkes bilmelidir ki ; küfür ehliyle birlikte müslümanlara karşı saf tutanların, müslümana karşı küfür ehlinin yanında yer alıp, sempati duymak suretiyle dahi onlara destek verenlerin, müslümanın gördüğü zulme ve hakimiyet kaybına sebep olanların, aşağılık kompeksinin ürettiği bir yaklaşımla ve küfür ehli olduklarını ilan edercesine Şeker Bayramı ismi altında kutlama yapanların, müslümanın Ramazan Bayramı’ndan nasiplenebilmesi ve feyz alabilmesi aklen ve ilmen mümkün görünmemektedir.… Allah cümlemizi, yüzüstü sürüklenerek Cehenneme çekileceklerin zümresine diğer bir ifadeyle zillet ehlinin içine düşmekten muhafaza eylesin... Onları, kendilerini haklı çıkarmaya matuf boş ve kin dolu söylemleri de kurtaramayacaktır.
Müslümanlar, Allah’ın yeryüzündeki şahitleridir…
Bu vesile ile ve neticeten ; tüm dostlarımın, hak davasının bayraktarı müslüman Türk milletinin ve müslüman kardeşlerimin RAMAZAN BAYRAMI’nı kutlar, Aziz ve Latif olan Yüce Rabbimden bizleri ; iman nurunun cihanı aydınlatan ışığı altında, sağlık , huzur ve refah içinde nice bayramlara ulaştırmasını gönülden dilerim…
01.05.2022 // 13.11
.MİSAK-I MİLLİ’YE UZANAN YOLDA, AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ’NİN HEZİMETİ VE PKK/PYD/YPG//SDG YAPILANMASININ SONU…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ; yaklaşık yüzyıllık bir aradan sonra, MİSAK- I MİLLİ SINIRLARIMIZA ulaşma noktasında yürütmeye başladığı siyasi strateji bağlamında, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi topraklarındaki ilerlemesini adım adım genişletmekte ve hakimiyetini sağlamlaştırmaktadır.
Günümüz konjonktürü bağlamında ifade edilen, IRAK’IN VE SURİYE’NİN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜ gibi söylemlere kimse mutlak bir gerçeklik olarak itibar etmemelidir. Bilinmelidir ki ne Irak’ın ne de Suriye’nin toprak bütünlüğü gibi bir husus söz konusu olmadığı gibi bu topraklarda gerçek anlamda bir devlet hakimiyeti de bulunmamaktadır. Irak- Suriye gibi devletler, Devlet-i Aliyye’ye saldıran batılı güç merkezlerinin KENDİ ÇIKARLARINI GARANTİ ALTINA ALMAK VE İSLAM DÜNYASINI PARÇALAMAK için ihdas ettiği ve yine onların desteğiyle bir süre ayakta kalan temelsiz yapılardan başka bir anlam ifade etmemektedir.
Uygun koşullar oluştuğunda// oluşturulduğunda, Türk Milleti’nin kutlu sancağı, ATALARIMIZIN KANLARIYLA SULANAN ve 100 yıl önce GASBEDİLMİŞ toprakları üzerinde tüm ihtişamıyla yeniden dalgalanacaktır. Milletimizin ufkunun ve devletimizin kudretinin farkında olmayan ve aşağılık kompleksinde boğulmayı tercih eden batı yanlısı bir kesim bu gerçekliğe, barış ve halkların kardeşliği gibi safsatalarla karşı çıkacak olsa da lafla peynir gemisinin yürümediğini ve topraklara ancak SAVAŞMAYI VE KAZANMAYI BİLENLERİN HÜKMEDEBİLECEĞİNİ onlar da öğrenecektir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ; batılı güç merkezlerinin, Rusya- Ukrayna savaşı bağlamında ve küresel hakimiyet stratejisinin zorunlu kıldığı güç denklemini tesis etme noktasında ÜLKEMİZİN VARLIĞINA YÖNELİK OLARAK TARİFSİZ BİR İHTİYAÇ İÇİNDE BULUNMALARINI çok iyi değerlendirerek, Irak üzerindeki hakimiyetini genişletmeye devam etmektedir…
İRAN, ilk fırsatta Irak’ın güney bölümünü, topraklarına katma siyaseti dahilinde hareket etmekte ve Türkiye’yi, kendi stratejisi için en büyük risk ve engel olarak görmektedir. İran Şiilerinin, Türkiye’yi ABD’den daha tehlikeli olarak görmeleri de işte tam bu zemin üzerinden şekillenmektedir. İran destekli gruplar ve Pkk, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ni tehdit ederken, Irak yönetimi de petrol ve doğalgaz gelirleri üzerinden yeni bir strateji kartı açarken, ulaşmak istedikleri sonuç, IKYB’NİN TÜRKİYE İLE YAKINLAŞMASINI ENGELLEMEKTİR. Aslında, ileri bir hedefleme doğrultusunda oluşturmak istedikleri Büyük İsrail ile Türkiye arasına tampon devlet olarak yerleştirilmeye çalışılan Pyd//Ypg//Sdg yapılanması ile istediğini elde etme imkanı kalmayan küresel güç merkezlerinin, bölgeyi GİZLİ MÜTTEFİKLERİ İran’a terk etme stratejisine yönelmesi ve bu yönelimden, İran ile Türkiye arasında bir gerilim hatta bir çatışma çıkarma çabası içine girmesi de mümkün görünmektedir.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ni ; Irak devletinden uzaklaştırmak, ekonomik olarak Türkiye’ye bağlamak ve IKBY lehine de olacak biçimde ortaya koyacağı askeri bir etkiyle yönlendirmek için çok yönlü bir politik strateji izlemeli, IKBY üzerindeki DIŞ BASKILARI bloke edecek bir planı da etkinlikle sahada tutmalıdır. Özellikle dış baskılar noktasında İsrail’i dengeleyecek, İngiltere’yi hareketsiz bırakacak, Avrupa Birliği’ni enerji kartıyla yanına çekecek bir politikanın , çok değerli olacağını söyleyebilmek mümkündür. Aksi bir durumda IKBY’nin Türkiye aleyhine yönlendirilebilmesini mümkün kılan faktörlerin sahada olduğu da gözardı edilmemelidir.
RUSYA, Ukrayna savaşı çerçevesinde büyük bir yıpranma ve konsantrasyon kaybı içinde bulunduğundan, SURİYE’DEKİ ETKİNLİĞİNİ BİR SÜRE SONRA ÖNEMLİ ÖLÇÜDE KAYBEDECEK ve oluşan boşluklar rejim güçleriyle birlikte İran yanlısı milisler tarafından doldurulmaya çalışılacaktır. Bu noktada ülkemizce tercih edilecek siyaset tarzı ve uygulama alanına sokulacak faaliyetler noktasında ise dengeyi iyi tutturmak, geleceğe yönelik olarak Rusya–Türkiye ilişkilerinin bozulmasına neden olacak bir yaklaşım içine girmemek uygun olacaktır. Zira küresel güç merkezlerinin temel hedeflerinden birisinin, Türkiye- Rusya çatışması çıkarmak olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır. Ancak aynı stratejik- taktik yaklaşımın, Fırat’ın doğusundaki Suriye toprakları için uygulanır olduğunu söyleyebilmek mümkün olmamalıdır. Türkiye, bu topraklarda ABD hegemonyası dahilinde oluşan Pyd//Ypg//Sdg varlığına son vermek ve ABD’nin onları yüzüstü bırakmasını sağlamak için baskıyı arttırmalı, Suriye rejiminin ve İran’ın devreye girmesine müsaade etmeden bölgedeki kontrolü sağlamalı , Musul’u askeri olarak tehdit edebilecek bir pozisyona hızla ulaşmalı ve Suriye ile Irak arasındaki sınırı , Kuzey’den bloke edecek bir konuma yerleşmeyi başarmalıdır.
Ayrıca Türkiye, Rusya- Ukrayna barışını da fazlaca zorlamamalı ; Rusya’nın yaşayacağı yıpranmayı ve konsantrasyon kaybını, kendi kazancı addetmeli ; bu durumu fırsata çevirecek ilerlemeleri gözardı etmemelidir…
Böylece ; ABD’nin, Suriye’nin kuzeyinde Pyd//Ypg/Sdg yapılanmasını kullanarak oluşturmaya çalıştığı ve hatta Irak Kürt Bölgesel Yönetimi altındaki topraklarla da birleştirmek suretiyle nihai şeklini vermek istediği kukla devletçiğin topraklarının, Türkiye’nin bölgede oluşturduğu düzene ilişkin unsurların etkisi ve TÜRKİYE’DE YERLEŞİK SURİYE HALKININ VARLIĞININ MESELEYE DAHİL EDİLMESİ SURETİYLE , Türkiye’nin bir parçası haline getirilebilmesinin önü açılacaktır. Elbette böyle bir siyasi stratejinin ; rakı –şarap ve heykel tutkusuyla yaşayan, laiklik söylemi altında müslüman düşmanlığı peşinde gezip, zilletin dibine vurmuş IMF şakşakçıları ve batının gönüllü hizmetkarı konumuna gelmiş işbirlikçi vatan hainleri tarafından anlaşılabilmesi mümkün değildir.
Kudret ve azamet sahibi Devleti’mizin, Kuzey Irak bölgesinde Pkk’ya yönelik olarak yapmış olduğu operasyondan ve Sayın Erdoğan’ın KANDİL’İ TEHDİT ETMESİNDEN rahatsızlık duyan Duran KALKAN’ın, milletimiz için fitne ürettiği ve ülkemizdeki zillet cephesine destek ilanında bulunduğu günlerin artık sonuna gelinmiştir. Boş tehditleri, onursuz yaşamında ipini çeken belki de son söylemi olmuştur… Eninde sonunda kendisi de mensubu olduğu ve CIA adına terörizme hizmet eden insanlık dışı örgütü de Türk Devlet Teşkilatı’nın kahramanları tarafından yok edilecektir.
Binlerce yıllık savaş ve mücadele tarihinden süzülerek gelen Büyük Türk Milleti ve kutlu devletimiz, küresel güç merkezleri adına kuralsız bir hareket tarzıyla vahşete taşeronluk yapan ve ülkemizdeki zillet çukuruna batmış işbirlikçi hainlerin desteğiyle varlığını devam ettirmeye çalışan tüm örgütleri, mensuplarıyla birlikte yok etmeyi başaracaktır.
Ülkemizin tüm şerefli vatandaşları ; gerçek amacı, Büyük Türkiye’nin tarih sahnesine çıkmasını engellemeye çalışmak ve küresel güçlere hizmet etmek olan Pkk//Pyd//Ypg//Fetö gibi yapıların ve onların siyasi temsilcileri ile işbirlikçilerinin gerçek yüzünün farkına varmalı ; kendilerini bekleyen büyük bir gelecek yerine, ihanet ve zillet sarmalı içinde yok olmaktan kendilerini kurtarmayı mümkün kılacak bir düşünce biçimine ulaşabilmelidir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Suriye ve Irak nezdinde hakimiyet alanını genişletip, Pkk//Pyd//Ypg// Sdg yapılanmasını çökerttikçe, içimizdeki zillet ittifakı da birbirine girecek, ülkemizin bir kaos ortamına çekilmesi için yapılan planlar, küresel güç merkezlerinin elinde patlayacaktır.
23.04.2022 / 18.13
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE- ABD İLİŞKİLERİNE YÖNELİK YAKIN DÖNEM TEORİSİ VE ETKİLERİ…
Amerika Birleşik Devletleri yönetimine hakim olan güçler, 21.yüzyıla yeni bir dünya hakimiyeti teorisi ile girmişler ve bu teoriye bağlı olarak geliştirdikleri hedeflere ulaşmak için çok yönlü adımlar atmaya da başlamışlardır.
Ancak ABD yönetimine hakim olan güçlerin, özellikle son 10 yıl içinde karşılaştıkları gerçeklik, kağıt üzerinde belirledikleri hedeflere ulaşmalarının kolay olmadığını ve 20.yüzyılda oluşturulan teorilerin, 21.yüzyılın değişen koşulları karşısında etkisiz kaldığını da ortaya koymuştur.
• Küreselcilerin kontrolünde de olsa Çin Halk Cumhuriyeti’nin ekonomik ve askeri bir güç olarak ortaya çıkmasına bağlı olarak gelişen küresel etkiler,
• Dağılması öngörülen Rusya Federasyonu’nun, siyasi- askeri ve ekonomik olarak kendini toparlayarak küresel hakimiyetini genişletme stratejisi içine girmesi,
• Askeri güçten yoksun, savaşmayı unutmuş, dağılma sürecinin sınırında gezen ve İngiltere’nin birlikten ayrılmasıyla büyük güç kaybetmiş olan Avrupa Birliği’nin, küreselcilerin hedefleri ile ters düşen arayışlar içinde olması,
• Afrika kıtasının kısmen de olsa küreselcilerin kontrolünden çıkma sinyalleri veriyor olması,
• Ortadoğu ülkelerinin, ABD hegemonyasına karşı güvensizlik ve farklı güç merkezleriyle işbirliği arayışı içine girmiş olması,
• Japonya’nın, ABD sömürgesini kırma noktasında gizli bir ajanda geliştirmeye başlamış olması,
• Ve Türkiye’nin küresel etkiye sahip bölgesel bir güç olarak yükselirken, sahip olduğu hinterlandı kullanmak suretiyle hem büyük bir küresel güce ulaşma potansiyeline hem de Türk Birliği’ni gerçekleştirme olanağına sahip bir ülke olarak ortaya çıkması, KENDİ ARZULARI DOĞRULTUSUNDA YENİ BİR DÜNYA DÜZENİ KURMAK İSTEYEN KÜRESEL GÜÇ MERKEZLERİNİN PLANLARININ ÖNÜNDE CİDDİ ENGELLER OLUŞTURMAKTADIR.
Ancak bu arada boş durmayan ABD temelli güç merkezleri ; Covid-19 plandemisine bağlı olarak yaşanan kapanmalar, enerji fiyatlarının kasıtlı bir biçimde arttırılması, tedarik zincirlerinin planlı bir biçimde bozulması, dünya sathında gıda fiyatlarının anlamsız bir biçimde yükseltilmesi ve ekonomileri ve devletleri hedef alan saldırılar vasıtasıyla dünya düzenini bozmanın ve oluşan kaos neticesinde de önceden hazırladıkları sistemi dünyaya dayatmanın peşine düşmüş bulunmaktadır.
İşte bu gerçekliği idrak ederek dünyaya baktığımızda ; küresel güç merkezlerine rahatsızlık verecek ya da zorluk çıkaracak liderlerin ve devletlerin özellikle hedef alındığını da görmek lazımdır. Bu bağlamda belirtmek isterim ki Sayın Erdoğan bu liderlerin en başında gelmektedir.
Dünya sathında oynanmakta olan siyasi- askeri ve ekonomik boyutları bulunan bu mücadelede karşımızdakilerin ne yaptığını bilmek kadar bu güç merkezlerinin hamlelerini nasıl boşa çıkarılacağını da iyi bilmek gerekmektedir.
Son dönemde özellikle gıda ve enerji fiyatları üzerinden oluşturulan ve fiyatlar genel düzeyini olması gerekenin çok ötesinde etkileyerek fahiş enflasyonist baskıların oluşmasına neden olan stratejinin, 21.yüzyıla ait olarak geliştirilecek bir ekonomik yaklaşımla karşılanması gereği bulunmaktadır. ARTIK LİBERAL DEVLET DÖNEMİ DE LİBERAL //KAPİTALİST EKONOMİ DE BİTMİŞTİR. KÜRESEL ARENADA BAĞIMSIZ BİR DEVLET VE MÜREFFEH BİR HALK OLARAK YERİMİZİ ALMAK İSTİYORSAK ;
• ÜLKENİN PARASININ DEĞERİNİ, DALGALI KUR REJİMİNİN AÇIKLARINA VE SPEKÜLASYONLARA KARŞI KORUYAN,
• İNSANLARIN KONUT İHTİYACINI, SAĞLIK GÜVENCESİNİ, ENERJİ İHTİYACINI, CAN VE MAL GÜVENLİĞİNİ VE ÖZELLİKLE DE GIDA GÜVENLİĞİNİ SAĞLAYAN BİR MODELE GEÇME ZARURETİ DOĞMUŞ BULUNMAKTADIR.
Küresel güç merkezleri, ülkelerin ; yönetim açıklarını, medyasını, bankacılık ve finans sektörünü, satın alınmış // kandırılmış // yönlendirilmiş kişi ve sivil toplum örgütlerini, ülke içine sızdırdıkları koçbaşı mahiyetindeki kişi ve şirketleri, çeşitli devletleri, etki ajanlarını vb. kullanarak o ülkelerin yöneticilerine ve varlığına yönelik olarak operasyon yapmayı kendileri için bir hak olarak görmekte ve kural dışı oynadıkları için de kendilerine yönelik olarak karşıt tepki oluşturulamamasının sağladığı avantajdan yararlanmaktadırlar. İşte, bir ülke yöneticisine karşı gerçek dışı bir yaklaşımla ortaya atılan diktatör, faşist gibi yakıştırmalar ile insan hakları , demokrasi, hukuk devleti, hukukun üstünlüğü gibi kavramların yersiz bir şekilde yükseltilmesinin ya da benzer şekilde geliştirilen siyasi ve sosyolojik yaklaşımların temelinde de karşı tarafın mücadele gücünü yıpratmaya ve ortadan kaldırmaya yönelik psikolojik bir hareket bulunmaktadır.
Bu bağlamda bir değerlendirme yapacak olursak, küresel öneme sahip her meselede hem Amerika Birleşik Devletleri’nin hem de bu devletin kılcal damarlarına kadar sirayet etmiş küresel güç merkezlerinin, Türkiye’ye ciddi biçimde ihtiyacı bulunmaktadır. ONLAR KENDİ KONTROLLERİNDEKİ TÜRKİYE HEDEFİNDEN HİÇBİR ZAMAN VAZGEÇMEYECEKLERDİR. ONLARIN BU AMACINA HİZMET İÇİN EMİRLERİNE AMADE OLACAK BİÇİMDE BEKLEYEN, DÜNYADAN HABERSİZ , HİPNOZ TÜTSÜSÜNÜN ETKİSİNDE DOLAŞAN YARDAKÇILARI DA FAZLASIYLA BULUNMAKTADIR. Küresel güç merkezlerinin uyguladığı politik strateji de yerli işbirlikçilerin elini güçlendirir gibi görünmektedir. Ancak Türkiye’nin varlığına olan ihtiyaçları ve Türkiye’yi karşılarına alma kabiliyetinden yoksun oluşları, ellerini kollarını bağlamaktadır. Bu nedenle yakın dönem Türkiye- ABD ilişkilerinde büyük karşıtlıkların oluşmasını engelleyen bir denge mevcuttur. Bu dengeden çok ama çok iyi faydalanmamız ve sınırları sonuna kadar zorlamamız gerekmektedir.
Bu arada Türkiye’miz, kendisini her yönüyle tam bağımsız olarak tanımlayabileceği bir sonuca ulaşmak için ihtiyacı olan zamanı kısmen elde etmiş olarak yükselen bir ivme dahilinde ilerlemektedir. Güncel olarak yaşanan ve ekonomik sıkıntı olarak hissedilen herşeyin, birkaç yıl içinde tamamen geride kalacağını ve büyük bir geleceğin bizi beklediğinin farkına varmalı, verilen bu büyük ve tarihi mücadeleye , içinde bulunduğumuz gaflet uykusundan uyanarak bir oyla dahi olsa destek vermeyi başarabilmeliyiz.
UNUTMAYALIM Kİ İNSANLIĞIN DÜŞMANI OLAN KÜRESELCİ PAGANLAR TÜRKİYE’Yİ DÜŞÜRÜRLERSE, ÖNCE MİLLETİMİZ OLMAK ÜZERE TÜM TÜRK- İSLAM DÜNYASI, PERİŞANLIKLARDAN PERİŞANLIK BEĞENİR HALE GELECEK VE TELAFİSİ İMKANSIZ ZARARLARIN MUHATABI OLARAK HAK ETTİĞİ BEDELİ ; CANI- MALI- NAMUSU VE İÇİNE DÜŞTÜĞÜ ZİLLET HALİ İLE ÖDEMEK DURUMUNDA KALACAKTIR…
Her nefis, ölümü tadacaktır ancak nasıl bir hal üzere tadacağı çok daha önemlidir.
14.04.2022 // 22.22
SEDAT ÇETİNKAYA
.KÜRESEL GÜÇLERİN, TÜRK SİYASETİNİ DİZAYN ETME ÇALIŞMASININ BİR ÜRÜNÜ OLARAK KURULAN SÖZDE MİLLİYETÇİ BİR PARTİNİN BATTIĞI ZİLLET ÇUKURU…
Ülkemizi, geçmişte önce İngiliz sonrasında ise ABD hegemonyasına açan, günümüzde ise içi boş Atatürkçülük kavramı üzerinden salvolar atarken, R.Tayyip Erdoğan düşmanlığı üzerinden zillet politikalarının dibine vuran bir CHP zihniyeti bulunmaktadır. Bu zihniyetin, günümüz itibariyle toz kondurmadıkları ve bağlı olduklarını iddia ettikleri Atatürkçülüğü bir kenara atarak, 1980 öncesinde KOMÜNİST- SOSYALİST DEVRİM peşinde gezen temsilcileri ile Türk Millleti’nin ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin varlığını ve bekasını korumak üzere mücadeleye soyunan ÜLKÜCÜLER ve hatta daha geniş bir ifadeyle MİLLİ GÜÇLER arasında ülke sathına yayılan ciddi bir gerilim ve çatışma yaşanmış bulunmaktadır.
Aslında daha da geriye götürebilmek mümkün olsa da günümüzdeki CUMHUR İTTİFAKI’NIN, SİYASİ VE SOSYOLOJİK TEMELLERİNİN , söz konusu dönemde yaşanan gerilimle birlikte şekillenmiş olduğunu söyleyebilmek de mümkündür.
Abd hegemonyasının ülkemizdeki temsilcileri tarafından Türk ordusu kullanılmak suretiyle gerçekleştirilen 1980 askeri darbesi ile ülkemizdeki ABD hegemonyası katmerli bir şekilde tesis edilirken, CHP zihniyetinin varlığı korunmuş ancak müslüman- Türk kimliği taşıyan ve bu kavramlar üzerinden gelişen hassasiyetlere ve ideallere sahip kişilerin siyaset ufku iğdiş edilmeye çalışılmıştır.
İşte 1980 askeri darbesini müteakip, küresel güç merkezleri tarafından ülkemizde iki temel siyasi strateji üzerinden yeni bir siyasi paradigma oluşturulmaya başlanmıştır. Bunlardan birincisini, bir terör örgütü olarak gündeme taşınan Pkk üzerinden geliştirilen bölücü hareket, diğerini ise İslami eğilimleri kendi istedikleri kulvarlara yönlendirmek amacıyla FETÖ ve benzeri yapılar üzerinden şekillendirilen yapılar teşkil etmiş bulunmaktadır.
Parlamenter sistemin oluşturduğu ve ön planda görünen parçalı siyasi yapının sağladığı gölgenin ve ABD hegemonyasının ülkemizdeki şakşakçılarının koruması altında şekillenmeye devam eden bu bölücü ve yıkıcı yapılanmalar, istisnai dönemler bir tarafa bırakılacak olursa, 1980 – 2002 yılları arasında varlığını büyüterek devam ettirmiştir.
Ak Parti’nin iktidara gelişi ise müslüman- Türk milleti’nin aşağılanmaya , aşağılık kompleksi altında ezilmeye, batılı düşünce tarzıyla harmanlanmaya, dininden ve tarihinden koparılmaya, Avrupa Birliği kapısında süründürülmeye, NATO’nun emir eri konumunda tutulmaya çalışıldığı bir dönemin kapanma sürecinin başlangıcı olmuştur.
Ak Parti’nin iktidara geldiği dönemde tam bir 3. Dünya ülkesi konumunda olan, ordusunun kullandığı piyade tüfeğini bile kendisini üretemeyen, her yönüyle dışa bağımlı, tüm devlet kurumları - toplumsal ve ekonomik yapıları– medyası- sivil toplum kuruluşları- sineması- sanatı ve hülasa her yönüyle işbirlikçilerce ele geçirilmiş bir ülke konumunda bulunduğumuzdan ; AK PARTİ’NİN UZUN VE ZAMANA YAYILAN BİR HAZIRLIK SÜRECİ GEÇİRMESİ GEREKMİŞ, HATTA BU DÖNEMDE ZAMAN ZAMAN GÜNÜMÜZDE DE OLDUĞU GİBİ BATILI GÜÇ MERKEZLERİNE KARŞI TAKİYE YAPILDIĞI DÖNEMLER DE OLMUŞTUR.
Ancak bir zaman sonra gerek içimizdeki işbirlikçiler ve gerekse onların ipini elinde tutan küresel güç merkezleri gerçeği anladığında BÜYÜK BİR SAVAŞ BAŞLAMIŞTIR.
İşte 2010 – 2022 döneminde, ülkemizde yaşanan siyasi- askeri ve ekonomik temelli her önemli olayın temelinde, yaşanmakta olan bu büyük savaş bulunmaktadır.
Bu savaşın taraflarını ise ; küresel güçler , onlarla birlikte hareket eden içimizdeki işbirlikçiler ile Cumhur İttifakı ve bu ittifakın ortaya koyduğu vizyona asgari müşterekler noktasında katılan milli kimlikli kişi ve yapılar oluşturmaktadır.
Türk siyasetinde Ak Parti’yi tek başına bırakmak ve sonrasında iktidardan düşürerek dağıtmak için büyük çaba sarfeden bir akıl, kurmuş olduğu stratejinin ; geçmişte sosyolojik zemini atılan MİLLİ GÜÇLER ittifakının yeniden şekillenmesiyle kadük kalacağını öngördüğünden, tavrını Türk Milleti’nden ve Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden yana koyma bilincini hiçbir zaman kaybetmemiş olan Milliyetçi Hareket Partisi üzerine oynayarak, tıpkı Deniz Baykal’ın CHP’sini ele geçirdikleri gibi Sayın Bahçeli’ye yöneltilen eleştiriler, parti yönetiminde gençleşme furyası safsatası ve Meral abla formasyonu üzerinden Milliyetçi Hareket Partisi’ni de ele geçirmeye çalışmışlardır. FETÖ ve CIA ajanları ve yerli işbirlikçileri üzerinden gerçekleştirmeye çalıştıkları bu faaliyetin, boşa çıkarılması sonucunda ise geçmişin merkez sağ zihniyetini yeniden yeşerterek AK Partiden ve Milliyetçi Hareket Partisi’nden oy devşirme amacıyla konumlandırılan bir siyasi parti ihdas edilmiştir. İşte bu siyasi partinin ismi, İyi Parti'dir.
Aslında bu İyi Parti, 1990’lı yılların zihniyeti ve siyaset anlayışı üzerinden şekillendirilmeye çalışılan bir parti konumunda bulunmaktadır. Geçmişte MERKEZ SAĞ BİR SİYASİ OLUŞUM DEMEK ; kurulu düzenin , batının ve küresel güç merkezlerinin istediği bir oluşumu ifade etmektedir. Bu partilere oy verenler de kendilerini ; MHP- Refah Partisi, Büyük Birlik Partisi gibi dönemin ideolojik zeminde konumlanmış karakterli partileri nezdinde tanımlamaktan bir şekilde uzak tutan kişilerden oluşmaktaydı. İşte İyi Parti de AK Parti’nin oluşturmuş olduğu siyasi zemin ile MHP ve BBP tarafından temsil edilen milliyetçi- ülkücü ve idealist felsefenin dışına kaçmak isteyenlerin kendilerini tanımlayabileceği bir merkez olarak ortaya çıkarılmak ve MİLLİ GÜÇLERİN karşısındaki cepheyi genişletmek için oluşturulmuş bir partiden başka bir şey değildir.
MHP’nin oylarını bölmek için, sözde ülkücülerle yola çıkan ve onları ön saflarda konumlandıran Meral Akşener yönetimindeki İyi Parti, ORTAKLARI VE ÖZELLİKLE DE GİZLİ ORTAKLARI OLAN HDP İLE UYUM SAĞLAMAK İÇİN , teşkilatlanma sürecinde sarıldığı milliyetçi figürlerden kurtulma politikasını da ayyuka çıkarmış bulunmaktadır. ARZULADIKLARI ŞEY ; zillet ittifakı ortakları ile uyumlu çalışamayacak, söylemleri ile kendilerini milliyetçi bir partide siyaset yapan kişiler zanneden gafil yöneticileri fazlaca dikkat çekmeden tasfiye etmek ancak millet nezdinde oluşturdukları milliyetçi parti imajını da korumaktır.
Dünya siyasetine ilişkin gerçekler ayyuka çıktıkça ve kral çıplak diyenler çoğaldıkça, bu ülke için politika geliştirmek bir tarafa sadece sergilediği tiyatrolar ve algı yönetimi ile kendisine siyasi bir zemin elde etmeye çalışan bu partinin gerçek yüzü çok daha net bir biçimde ortaya çıkacaktır.
FETÖ’nün ve CIA ajanlarının, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ve yönetimini ele geçirmek için oluşturmuş oldukları Yurtta Sulh Cihanda Sulh Konseyi’nin ŞEKİL DEĞİŞTİRMİŞ siyasi görünümü olan zillet ittifakının, aç tavuk kendisini darı ambarında sanarmış kabilinden bir zihni tutumla, olmayan ve olmayacak başbakanlık makamı adayı olan İyi Parti genel başkanının zihniyetinin ve hedefinin de iyi okunması gerekmektedir.
Kutlu ve büyük bir geleceğe yürümek isteyenler ; Bozkurt’un izi ile başka izleri , zillet çukurunda debelenenlerle izzet tahtında oturanları birbirinden ayırma bilincine HIZLA ulaşmalıdır…
05.04.2022 // 17.41
SEDAT ÇETİNKAYA
.BÜYÜK TÜRKİYE’NİN CİHANI KUŞATAN IŞIĞINDA GÖZLERİ KAMAŞANLAR, NE MİLLETİMİZE AİDİYETİN NE DE KUTLU DEVLETİMİZE TABİYETİN GURURUNU VE ŞEVKİNİ ASLA YAŞAMAYACAK OLAN BEDBAHTLAR, HAİNLER VE UFUKSUZLARDIR…
Devlet-i Aliyye’nin yıkılması için uzun yıllar boyunca varlığımızın üzerine fitne tohumu ekenler, devletimizin yıkılmasını ve milletimizin bir yokoluş sürecine girmesini sağladıktan sonra, ÖLÜMÜ GÖSTERİP SITMAYA RAZI ETME KABİLİNDEN BİR STRATEJİ ile CHP gibi bu milletin değerleriyle taban tabana zıt bir oluşumu bu ülkenin başına bela etmişlerdir. Yıllar boyunca, tek parti iktidarının zulmü altında ve batı medeniyeti safsatasıyla yaşatılan Müslüman Türk milleti, oluşturulan TOTALİTER DİKTATÖRLÜKTEN ancak Sayın Erdoğan yönetiminde kurtulmayı başarmış bulunmaktadır.
1923’ten 2002 yılına gelindiğinde ; NATO’nun emir eri konumunda bulunan, Avrupa Birliği kapısında inim inim inletilen, IMF’e dilenci edilmiş, demokrasi ve insan hakları gibi kavramların CHP zihniyetinin yetiştirdiği fikir fukaraları için geçerli olduğu ve ancak bir 3.dünya ülkesi kadar gelişebilmiş zavallı bir ülke konumunda bulunuyorduk.
SAYIN ERDOĞAN YÖNETİMİNDE ; nice zorlukları, engelleri, muhtıraları, darbeleri, ekonomik saldırıları, kuşatmaları, askeri blokajları, tehditleri, ambargoları, isyan ve kalkışmaları, hançerleme girişimlerini, ülkemize diz çöktürmeye matuf baskıları, algı operasyonları, ekonomik manipülasyonları vb. aşarak günümüzün güçlü ve bağımsız Türkiye’sine ulaşmayı başarabildik.
Bunu yaparken, bazı eksikliklerimiz olsa da ülkemizi dünyanın en modern ülkelerinden biri haline getirdiğimiz gibi bizi ileriye ama çok daha ileriye ve bir cihan devletine taşıyacak olan ekonomik, siyasi , askeri ve sosyolojik zemini oluşturmayı da başardık.
ARTIK TÜRKİYE'MİZ ; küresel güçlerle aşık atan, onları kendisine mecbur bırakan, küresel güçlere karşı dünya beşten büyüktür diye haykırabilen, çevresinde kurulmaya çalışılan tüm oyunları, stratejik ve jeopolitik kurguları bozmayı başarabilen, kendi siyasi ve askeri stratejilerini dikte edebilen, sözüne ve varlığına saygı duyulan ve en önemlisi de kendisine düşmanlık etmeye yeltenenler tarafından korkulan bir ülke olarak varlığını tescil ettirmiş bulunmaktadır.
İŞTE, Rusya ve Ukrayna arasında yaşanan ve dünya üzerinde hiçbir ülkenin hatta Birleşmiş Milletlerin ya da Avrupa Birliği gibi kendisini dev aynasında büyük bir güç olarak telakki eden yapıların dahi başaramadığı barışın yolunu, Sayın Erdoğan liderliğindeki Türkiye açmış bulunmaktadır. Bu durum ise CHP zihniyetinin ; ABD’nin eteğinin altına sığınmış, ezik, aşağılık kompleksinde yaşatılan, bağımlı ve parlamenter sistemin prangalarına vurulmuş Türkiye’sinin tavrını ve gücünü değil, Müslüman- Türk milletinin asil ve şerefli omuzlarında yükselen bağımsız, egemen ve bir dünya gücü konumuna yükselmiş olan Türkiye’nin tavrı ve gücünü temsil etmektedir.
Yabancı efendilerinin dümen suyunda ülkesinin geleceğine pusu kuranların ; ekonomik temeli bulunmayan algı operasyonları sonucunu yükselen döviz kurlarının oluşturduğu dönemsel nitelikli enflasyondan, küresel tedarik zincirlerindeki kopmalar nedeniyle meydana gelen fiyat artışlarından ve dünya sathında yükselen enerji ve yakıt fiyatlarından hareketle yaptıkları ve aymazlar takımı nezdinde zemin de bulan Erdoğan düşmanlığı//karşıtlığı içeren propagandaların, ülkemiz yönetimini ele geçirmeye matuf psikolojik harp mahiyetindeki saldırılar olduğu da ülkesini seven ve geleceğini düşünen herkes tarafından idrak edilmelidir.
Şöyle birlikte ve sizlerin de eklemeler yapabileceği bir hayali durumu birlikte şekillendirerek ;
1. Kıbrıs’ın, Rumlara peşkeş çekilmesinin önünün açıldığını,
2. Suriye’de Pkk//Pyd//Ypg devletçiliğinin kuruluşuna destek verildiğini,
3. Irak’da, Kerkük’e kadar uzanan tam bağımsız bir Kürt Devleti’nin kuruluşuna göz yumulduğunu,
4. Azerbaycan’ın şerefli mücadelesinde tıpkı geçmişte olduğu gibi yalnız bırakıldığını,
5. Türk Birliği hedefinin tarihin tozlu bir rafına kaldırıldığını,
6. Türk Cumhuriyetleri’nin Rusya’nın insafına terk edildiğini,
7. Ülkemizde üretilmeye başlanan ve büyük mesafe alınan savunma sanayi ürünlerinin tamamının çeşitli engellemeler ile yok edildiğini,
8. Mavi vatan doktrininin gündemden çekilip, münhasır ekonomik bölgelerimizin Rum//Yunan ikilisine peşkeş çekildiğini,
9. Ülkemizin, Avrupa Birliği’nin kapısına yeniden kapıkulu olarak dikildiğini,
10. Ordumuzun, tıpkı geçmişteki gibi ABD ve CIA’nın yönetimine terk edilerek, ordumuzda Müslüman- Türk kıyımı yapıldığını,
11. MİT Başkanlığımızın, CIA ve Mossad’ın harekat merkezi haline getirildiğini,
12. Vatan hainlerinin affedilip, cezaevlerinden çıkarılıp, bu ülkenin yönetim kademelerini işgaline göz yumulduğunu,
13. Türkiye’nin parçalanması için her türlü girişimin adım adım icra edilmeye başlandığını,
14. İsrail ile sarmaş dolaş olunduğunu,
15. Darbeci- Firavun Sisi yönetiminin ihtirazi kayıt konulmaksızın alkışlandığını,
16. Katar’ın, yalnızlığa terk edildiğini,
17. Libya’nın, kaderine bırakıldığını,
18. Afrika ile ilişkilerimizin, Millattan öncesi döneme evrildiğini,
19. Pakistan ve Afganistan’ın, bizimle pek alakası olmayan uzak memleketler olarak addedildiğini,
20. Ülkemiz nezdinde yürütülen tüm büyük ve önemli projelerin çürümeye terk edildiğini,
21. Ülkemizin IMF’in kucağına bırakılıp, suçun Erdoğan yönetimine atıldığını,
22. Ülkemizin gelişmesinin ve büyümesinin baltalanması için her türlü girişime varlık kazandırıldığını,
23. Birlikten ayrılan, liderine sahip çıkmayan, okçular tepesini terk eden ve gerekli mücadeleyi vermekten uzak bizlerin anasından emdiği sütün burnundan getirildiğini CİDDİ BİÇİMDE BİR KEZ DÜŞÜNÜNÜZ. ( Dikkat : Şapka takmayanlar da asılabilir !!! )
Şimdilik hayal olan ancak gerçek olabilecek bu durum karşısında, üzerimize yüklenen mesuliyetin ; tarihimiz, milletimiz, devletimiz, dinimiz ve Allah c.c. hazretleri nezdinde çok büyük olduğunu da önemle ifade etmek isterim.
Ülkesi için 7/24 çalışan, ömrünü bu ülkenin geleceğine adamış bir başkanın, sonuna kadar hak etmiş olduğu maaşı ile almış olduğu bir beslenme kürünü ağzına dolayacak kadar niteliksiz ve çirkef yosununa bulanmış kişilerin, bu ülke için fitne üretmek dışında dikili ağacı bulunmadığı halde ; rakı –balık- lüks rezidans- tatil- alkollü içki- büşon ücreti - reklam- heykel- ağırlama gideri vs. adı altında bu millete ödetilen paralara karşı ses çıkarmamaları, nasıl ikiyüzlü ve kin siyaseti üzerinden hareket ettiklerini de ortaya koymaktadır.
Bilinmelidir ki hangi gerekçe ve bahaneyle olursa olsun, bu kokuşmuş ve hain zihniyetin güç kazanmasına neden olan her birey, yaşanılacak her zulümden dolayı bire bir sorumlu olacaktır.
Kutlu ülkemiz, asil ve şerefli milletimiz ve İslam ümmeti için açılan bu büyük ve kutlu yola sırt çevirip, ben belamı bulmak istiyorum diyen varsa ona da işte meydan diyor ve sonunda kazanacak olanın bizler olduğunu da buradan ilan ediyorum…
29.03.2022 // 22.29
SEDAT ÇETİNKAYA
.DÜNYA TİCARETİNİN GELECEK PERSPEKTİFİNE İLİŞKİN STRATEJİK ÇEKİŞMELER…
Öncelikle belirtmek isterim ki son yüzyıla ilişkin dünya ticareti, küresel güç merkezlerinin kontrolünde geliştirilen sistem ve argümanlar üzerinden şekillenen bir yapıya sahip bulunmaktadır...
Günümüzde şekillenmekte olan sistem ise BİR GEÇİŞ DÖNEMİNİN, gerilim ve mücadele ile yoğrulan İLK AŞAMASINI yansıtmaktadır. Ancak küresel güçlerin, kendilerini yeterince güçlü görmesi ve hazırlık aşamasının tamamlandığı kanaatine ulaşmaları durumunda, kısa bir süre içinde büyük değişimlerin yaşanabilmesinin mümkün olduğunu da ifade etmek isterim. Bu perspektif doğrultusunda harekete geçilebilmesi için ; dünyamızın, Çin ve ABD arasında göstermelik bir karşıtlık dahilinde paylaşılmasını esas alan denklem de dikkate alındığında, KÜRESEL DİRENÇ NOKTALARININ PASİFİZE EDİLMESİ gereğinin bulunduğunu da önemle belirtmek isterim. Sayın Erdoğan’ın ortaya koyduğu çok değerli bir stratejiyle, ilk hedef olma konumundan çıkarılan Türkiye yerine hedefe konulan Rusya’nın içine düştüğü olumsuz durum, bu siyasi stratejiyi ortaya koyan ve DERS ÇIKARILACAK BİR ÖRNEK OLARAK karşımızda durmaktadır.
Bu bağlamda meseleye doğrudan bir giriş yapılacak olursa, yeni dünya düzeni açısından ortadan kalkacak olan ilk şeyin, fiziki yapısı bulunan PARA olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Hem ticari faaliyetler, hem de bireysel para aktarımları için elektronik ortamda kullanılan DİJİTAL BİR PARA söz konusu olacaktır. Böylece iç piyasada devlet ya da kurulu sistem, ticarete ve vergiye ilişkin tüm faaliyetleri ve bireyler arasında gerçekleşen tüm para transferlerini tespit edebilme imkanına kavuşacağı gibi yurtdışı para transferlerini ve ödemeleri de anlık olarak kontrol edebilme imkanına sahip olacaktır. Bu durum ise devlet yönetimlerince daha adil sistemlerin ve sosyal politikaların oluşturulabilmesine imkan sağlayacak, ZENGİNLER ALEYHİNE GELİŞEN BİR SİSTEME VARLIK KAZANDIRACAKTIR.
Dünyada ortadan kalkacak ikinci şey ise ABD Doları örneğinde olduğu gibi bir ülkeye ait olan KÜRESEL REZERV PARADIR. Ülkelerin, değerli maden başta olmak üzere çeşitli şekillerde gerçekleştirecekleri blokaj ya da finans sağlama yöntemlerine bağlı olarak kendilerine tahsis edilecek miktarda ve uluslararası ticarette ve tedavülde kullanılacak bir parayı, ULUSLARARASI TİCARETİ VE FİNANSMANI GERÇEKLEŞTİRMEK ÜZERE KURULMUŞ BİR DÜNYA KURUMUNDAN temin etmeleri söz konusu olacaktır. Bu sistemde ithalat ve ihracat yapmayan ve turistik gezi gibi uluslararası bir faaliyeti bulunmayan kişilerin, uluslararası paraya ihtiyaçları olmayacağından ; bu tür bir paraya yani günümüz anlamında dövize sahip olmaları, bu dövizi biriktirmeleri ve yatırım aracı olarak kullanmaları da söz konusu olmayacaktır. Ancak turizm ve ticaret dışı para aktarımlarında yine bir kur sorunu ortaya çıkacağından, bir süre sonra tüm dünyada geçerli olan tek bir para birimine geçilmesinin muhtemel olduğunu da şimdiden belirtmek isterim. Aslında küreselcilerin, Doların rezerv para olma vasfını yitirdiği dünya için, BİR TEST OLARAK GÜNDEME TAŞIDIKLARI KRİPTO PARA YAKLAŞIMI, hem geleceğe ilişkin olarak tek para gerçekliğini ortaya koyan hem de bu paraya arka planda sahip olma stratejilerini yansıtan bir duruma tekabül etmektedir. Para üzerinden tasarlanan bu gelişmenin, TEK DÜNYA DEVLETİ için bir zemin oluşturacağını da görmek gerekmektedir. TAHMİNİMCE ÖNÜMÜZDEKİ 40 YIL, BU ZEMİN ÜZERİNDE YAŞANACAK KAYMALARIN VE STRATEJİLERİN ŞEKİLLENECEĞİ BİR DÖNEM OLACAKTIR. Dolarizasyondan, küreselcilerin Dolar ve kurulu ekonomik sistem üzerinden gerçekleştirdikleri yıkıcı baskıdan kurtulmak için ikili para birimlerini esas alacak şekilde ortaya çıkacak ticaret, bu para birimlerinin kullanımından kaynaklanan sorunlar nedeniyle ortak bir hedefe odaklanmayı zorlayacak, Dolarizasyon sürecinin olumsuz etkilerinden kaçan devletlerin arzuları, uluslararası ticarete ilişkin olarak ORTAK BİR KÜRESEL REZERV PARA oluşturmayı mümkün kılacak, bu durum da BÖLGESEL YA DA DÜNYA ÜZERİNDE KULLANILAN TEK PARAYA GEÇİŞİ ZORLAYACAKTIR. Ancak devletlerin egemenlik yetkisinden kaynaklanan milli yaklaşımlar, bölgesel ve ekonomik//siyasi ittifak temelli paraların ( Örn : Euro ) kullanımını daha mümkün kılacak gibi görünmektedir. Bu noktada devletlerin altın alımının, özellikle baskı altına alınmakta olduğu ancak Çin'in dikkat çekmeden ciddi altın alımları gerçekleştirdiği hususunu da gözden kaçırmamak gerekmektedir.
Bu süreçte ve kısa vadede değişecek diğer bir husus ise SWİFT gibi anlamsız bir mecburiyet sisteminden kurtulmak biçiminde ortaya çıkacaktır. Yine önümüzdeki süreçte, hiçbir ülkeye ve birime ait olmayan, ortak olarak geliştirilmiş, hiçbir devletin dışlanamayacağı bir para transferi sistemi de ortaya çıkacaktır.
ABD’nin ve küreselcilerin dünya üzerindeki hakimiyeti zayıfladıkça, uluslararası gelişmelerin akış yönüne paralel olarak, küreselcilerin güdümündeki özerk, bağımsız merkez bankası sistemi terk edilerek, tamamen devletlerin kontrolündeki bir merkez bankası anlayışına da geçiş yapılacaktır.
Doğu ile batı arasındaki ticarette, Türkiye’nin atmış olduğu ve ÜLKEMİZİ ÖN PLANA ÇIKARAN BAĞIMSIZ ADIMLAR, tıpkı Rusya’nın atmış olduğu adımlar gibi küreselcileri ciddi biçimde rahatsız etmekte ve hatta tüm planlarını bloke etmektedir. Türkiye ile ilgili yakın dönem planları, öncelikleri Rusya olduğu için, Türkiye’deki yönetimi işbirlikçi bir yönetim ile değiştirmek ile sınırlıdır.
Paranın sahipleri, ABD ile Çin arasında paylaşılan bir dünyada, Büyük İsrail’i merkez yapma projesi için de uğraş vermektedir. ANCAK TÜRKİYE, TÜRK- İSLAM DÜNYASI İLE BİRLİKTE, BÜYÜK BİR GÜÇ MERKEZİ OLMAYA TÜM KÜRESEL AKTÖRLERDEN DAHA YAKIN BİR POZİSYONA SAHİP BULUNMAKTADIR. ELBETTEKİ BU DURUM KÜRESEL GÜÇ MERKEZLERİ TARAFINDAN GÖRÜLMEKTE, DİKKAT VE KARARLILIKLA ENGELLENMEYE ÇALIŞILMAKTADIR. ONLAR, MÜSLÜMAN- TÜRK’LERİN, GÜCÜ ELİNE GEÇİRDİĞİNDE NASIL BİR DİRAYETLE İLERLEME KABİLİYETİNİ HAİZ OLDUĞUNU VE DÜNYAYI YÖNETME POTANSİYELİ TAŞIDIĞINI, BİZDEN BİLE DAHA İYİ BİLMEKTEDİR. ÇİN İLE İSRAİL ARASINDA KARADAN KURULACAK BİR HAT İSE, küreselciler açısından en büyük kazanımı oluşturacak bağlantı olarak ortaya çıkacaktır. BÖYLECE ; Ortadoğu, Afrika, Akdeniz ve Avrupa coğrafyası, İsrail üzerinden küreselci Çin’in hakimiyetine açılacağı gibi Doğu Akdeniz’e yayılan limanları ve bir ticaret ve enerji merkezi oluşu ile Büyük İsrail’in ekonomik ve stratejik temelleri de atılacak ; ayrıca İsrail, Çin’in askeri desteği ile doğrudan doğruya muhatap hale gelme imkanına da kavuşacaktır. Bu bağlamda ifade etmek gerekirse, dünyaya sadece fitne üretmek üzere gelmiş bu yapının, hemen her noktada belirlemiş oldukları hedefleri ve politikaları bulunmaktadır. Bunların bir kısmını ;
1. Türkistan coğrafyasını, Rusya’nın ve Türkiye’nin, Afganistan ve Pakistan’ı ise sadece Türkiye’nin etki alanından çıkararak Çin’in kontrolüne açmak,
2. İngiltere sömürgesi Hindistan üzerinden Pakistan’a baskı yaparak, Pakistan’ı Çin’in kucağına itmek,
3. Türkiye’de, göçmenler üzerinden Afganistan karşıtlığı oluşturarak, Türkiye ile Afganistan’ın yakınlaşmasını sağlayacak politikaların etkinlik kazanmasını engellemek,
4. Türkiye- İran çatışması çıkararak İran’ı parçalamak, Azerbaycan’ı büyütmek ve büyüyen Azerbaycan ile Türkiye arasına nifak sokmak,
5. Azerbaycan- Ermenistan çatışmasını körükleyerek, Ukrayna- Rusya savaşını Türkiye’nin fikir ve tavır koymak durumunda kalacağı çeşitli vasıtalarla kaşıyarak, Türkiye ile Rusya’nın karşı karşıya gelmesini ve Türkiye’nin NATO’ya karşı edilgen konuma düşmesini sağlamak,
6. Türkiye’nin ; Misak-ı Milli çerçevesinde, Suriye ve Irak coğrafyasına karşı yönelimini engellemek,
7. Türkiye ile Ortadoğu arasına blokaj uygulamak,
8. Ortadoğu enerji kaynaklarını, sadece İsrail’in hegemonyası dahilinde kullanıma sokulabileceği bir ticaret ortamı oluşturmak,
9. Ortadoğu ülkelerini yerel çatışmalar ile korkutmak ve sınırlamak,
10. Mısır halkını, askeri darbe ve baskıyla kontrol altında tutmak,
11. Türkiye’yi, Doğu Akdeniz’de söz sahibi olmasını engelleyecek siyasi yaklaşımlarla karşı karşıya bırakmak,
12. Yunanistan- Türkiye gerilimi üzerinden, Türkiye üzerinde etkili olmaya çalışmak,
13. Avrupa Birliği – Türkiye ilişkileri üzerinden Türkiye’yi taviz vermeye zorlamak ŞEKLİNDE İFADE EDEBİLMEK MÜMKÜNDÜR.
ÖNEMLİ OLAN ŞEY , karşımızdakilerin düşünce biçimini ve stratejilerini okumak, güçlerini ve eksikliklerini bilmek ve mücadele için sarsılmaz bir birlik dahilinde irade ortaya koyabilmektir...
BU BÜYÜK MÜCADELEDE ; niteliksiz beyni, fukara fikirleri, saplantıları, ön yargıları ve hırslarıyla, küresel güç merkezlerinin değirmenine su taşıyıp, onların ülkemizdeki işbirlikçi mankurtlarına alkış tutup, kendi komutanının ve ülkesinin sırtına hançer saplayanlar, elbet bir gün yaptıklarının ve ortaya koydukları ihanetin bedelini ödeyecektir...
Herkes emin olmalıdır ki küresel ve yerel fitne odakları ne yaparsa yapsın ; galibiyete ulaşanlar, Kızılelma hedefine ulaşacak sancağı kaldıran milletimizin asil ve şerefli evlatları olacaktır...
Allah'ın selamı ve bahtiyarlık ; geçici heveslerinden arınarak bu kutlu mücadele sancağının altında daimi olarak toplananların üzerine olsun…
26.03.2021 // 19.36
SEDRAT ÇETİNKAYA
.İHANET ŞEBEKELERİNİN ; ÜLKEMİZDEKİ, PSİKOLOJİK SAVAŞ MAHİYETİNDEKİ FAALİYETLERİ...
Küresel dengelerin yeniden kurulduğu bir dönemde, iç siyasete ilişkin hususlar da iç dinamiklerimizle değil, küresel gelişmelere bağlı olarak şekillenmekte ve ülkemizdeki yerli işbirlikçiler de TURUVA ATI VE TETİKÇİ olarak kullanılmaktadır.
Sayın R.Tayyip Erdoğan’ın ortaya koymuş olduğu icraat furyasına, küresel siyasete yön veren büyük devlet politikasına ve yüksek bir strateji üzerine bina edilmiş milli politika hamlelerine alternatif getirme imkanı bulunmayan yerli işbirlikçiler, küresel efendilerinin direktifleri ve desteği doğrultusunda yürütülen büyük bir psikolojik harekatın figüranlığına soyunmuş bulunmaktadır.
BU PSİKOLOJİK HAREKAT ; çok yönlü olarak uygulanan, çok fazla kimsenin dikkat etmediği ancak sinir uçlarımız olarak addedilebilecek noktalara yönelik olarak icra edilen bir mahiyete sahip bulunmaktadır.
Bu sinsi ve kalleş harekatın ise, Sayın Erdoğan’ı ve Cumhur İttifakı’nı zayıflatmaya yönelik ; ekonomik, siyasi, sosyal ve psikolojik boyutları bulunmaktadır.
Bu konuda siyasi olarak faaliyete geçen muhalif yapılar ; Merkez Bankasındaki 128 milyar Dolar nerede ? Doğu Akdeniz’de neden bulunmuyoruz , S – 400’ler neden depoda tutuluyor ? Kanal İstanbul rant için yapılıyor, satılmayan bir şey kalmadı, tarım ve hayvancılık bitti, ülke iyi yönetilemiyor gibi hemen her konuda gündemi etkileyen ÇAMUR AT İZİ KALSIN - SÖYLE YALANI, İNANLAR BİZE YETER kabilinden ve toplum gündemindeki yüzlerce kişinin fikir beyan etmesiyle büyüyen ve siyaseti etkileyen bir algı oluşturmakta SONRA DA OLUŞAN DURUMUN KARŞISINA GEÇEREK HALİMİZE KAHKAHALARLA GÜLMEKTEDİR. Burada birkaç tanesini ifade ettiğim bu siyasi yaklaşımın çeşitli boyutlardaki ürünleri de medyamızın ve gündemimizin en kuytu köşelerine kadar girmekte ve etki üretmektedir. Aslında BİLMEYEN, DÜŞÜNMEYEN VE İDRAK ETMEYEN bir toplum olarak , ortaya çıkan bu sonucu hak etiğimizi de üzülerek ifade etmek isterim. Şuan için küçük etkilerini yaşadığımız bu psikolojik savaşın, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Seçimleri örneğinde olduğu gibi bir yönetim değişikliğine sebep olması durumunda, TELAFİSİ İMKANSIZ SONUÇLARI YAŞAYACAĞIMIZ hususu da büyük bir tehlike olarak karşımızda durmaktadır. Herkes emin olmalıdır ki böyle bir sonuç karşısında, bu ülkede bedel ödemeyen bebek bile kalmayacak, hatta merhumlarımız bile bu süreçten nasibini alacaktır.
Bu arada satılık ekonomi filozofları da boş durmamakta, var olan her olumsuzluğu, inanılmaz yalanları kullanmak suretiyle büyüterek, her meseleyi ülkemiz için sorun teşkil eden bir neticeye sürükleme görevine soyunmaktadır.
EKONOMİK AKTÖRLER İSE kimi zaman patates – soğan , kimi zaman poşet, kimi zaman yağ, kimi zaman un ve ekmek fiyatları ve şimdi de şeker örneğinde olduğu gibi sanal ve anlamsız sorunlar çıkarmakta ve bu sorunlar üzerinden toplumun iktidara yönelik olarak tepki geliştirmesi için KASITLI BİR FAALİYET yürütmektedir.
ÇEŞİTLİ BANKA VE FİNANS KURULUŞLARI DA ; örneğin Dolarizasyon sürecini müşterileri bazında teşvik etmek, hükumet politikalarını etkisiz kılacak şekilde yönlendirme yapmak, Türkiye’ye döviz üzerinden operasyon yapılabilmesinin önünü açacak para hareketleri gerçekleştirmek, kredileri kasıtlı olarak kapatmak ve zorlaştırmak, şirketlerin zor duruma düşmeleri için tavizsiz bir bankacılık tutumu sergilemek gibi milli politikaları baltalayacak şekilde faaliyet icra etme yolunu tercih etmektedir.
Yine büyük market zincirleri ve gıda dağıtımda önemli etkinliğe sahip olan şirketler de ; piyasaya kasıtlı olarak mal vermemek, yapay biçimde fiyat artışına neden olmaya çalışmak, karaborsacılık yapmak, kendisinden mal temin eden alt alıcıları fiyat yükseltmeye zorlamak, satış noktalarında devamlı şekilde ve fiyatlar genel düzey düzeyini yükseltecek şekilde etiket değişikliğine gitmek suretiyle toplumsal hoşnutsuzluğu yükselterek bir yönetim değişikliğine neden olacak strateji için çalışır görünmektedir.
Ülkemizde son olarak yaşanan sağlık çalışanları grevi de yukarıda belirtmiş olduğum yönlendirme doğrultusunda şekillenmiş grevden başka bir şey de değildir.
Küresel düzeyde petrol ve gaz fiyatlarının yükselmesiyle ya da küresel tedarik zincirlerindeki kopma ve yavaşlamalar nedeniyle oluşan enflasyonist ortamda, piyasada oluşan fiyat artışlarından kaynaklanan tepkileri hükumete yöneltmek suretiyle siyasi rant elde etmeyi hedefleyenler de aynı işbirlikçi güruhun temsilcisi olma sıfatını taşıyanlardır.
Dikkat edilecek olursa bu işbirlikçi güruhun ; hükumetin ortaya koyduğu büyük ve devasa icraatları, küresel düzeyde önem arzeden stratejik hamleleri, ülkemizi geleceğe taşıma amacına matuf olarak yapılan yatırımları ve yönelimleri, geleceğimize yön verecek askeri ve siyasi gelişmeleri ağzına dahi aldığı görülmemektedir. Bu meselelerden bahsettiklerinde ise HER ŞEYE HAYIR YA DA BİZİM ORADA NE İŞİMİZ VAR SÖYLEMLERİ BAŞTA OLMAK ÜZERE HER TÜRLÜ NEGATİF SÖYLEM VE ELEŞTİRİYİ ADETA BİR ZEHİR GİBİ MİLLETİMİZE ZERKETTİKLERİ GÖRÜLMEKTEDİR.
Bunlar, devletimizi ve milletimizi mahvetmiş ittihatçıların günümüzdeki YEMİNLİ TEMSİLCİLERİ , koynumuzda büyüttüğümüz engerek yılanı vasfındaki hainlerdir. Bunların kurtuluş savaşımızdaki milli kuvvetlerle de uzaktan yakından ilgisi yoktur. BUNLAR ; İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Taşnak ve Hınçak Cemiyetleri, ABD mandacıları (Wilson Prensipleri Cemiyeti ) Mavri Mira Cemiyeti, Pontus Rum Cemiyeti, Kürt Teali Cemiyeti, Alyans İsrailit ve Makabi Cemiyeti ve Müslüman- Türk düşmanı ittihatçıların günümüzdeki temsilcilerinden başkaları değildir. Kurdukları ittifakın ; siyasi, sosyolojik ve stratejik mahiyeti derinlemesine incelendiğinde, yukarıda saymış olduğum yapıların günümüzdeki şekilleriyle bir şekilde ilişkide oldukları rahatlıkla görülebilecektir.
Bu yapıların en dikkat çekici davranış şekillerinden birisi de kendi yaptıkları ihanetleri ve kendilerinde olan vasıfları karşısında olan siyasi yapıları suçlayacak şekilde ortaya koymalarıdır. Çalıyorlarsa, çaldı diyerek ; ahlaksız iseler ahlaksızla suçlayarak , kökenlerinde bir sıkıntı varsa karşısındakini örneğin Yahudi- Ermeni şeklinde niteleyerek , Türk düşmanı iseler Türk düşmanı diye suçlamada bulunarak, ABD yardakçısı iseler ABD politikasına destek vermekle suçlamalarıdır.
Bunlar politika üretirken önce alakasız bir söylemle altyapı oluşturmayı sonra bu altyapı üzerinden politik saldırıda bulunmayı da marifet sayan bir yaklaşıma sahiptirler. Bu güruhtan birisi gündemle alakasız bir söylem ortaya koyduğunda, aslında yeni bir fitne tohumunun çoktan yeşertildiği anlaşılmalıdır.
2023 yılında yapılacak seçimlere gidilirken toplum nezdinde oluşturmaya çalıştıkları EN ÖNEMLİ STRATEJİ ; zavallı Türkiye’yi, Büyük Türkiye yapan Sayın Erdoğan’ı, bu ülke için hiçbir şey yapmamış öcü gibi bir varlık olarak göstermeye , onu kurtulunması gereken bir diktatör, ülkenin varlığına yapışmış bir asalak gibi lanse etmeye çalışırken bu algı üzerinden kendilerini yükseltmeye çalışmalarıdır.
Ancak güneş balçıkla sıvanamayacağı gibi yalancının mumu da ancak yatsıya kadar yanacaktır.
Gerçek bir inanç taşımadıkları için unuttukları ve gözardı ettikleri şey, Aziz ve Muktedir olan Yüce Allah’ın evren üzerindeki mutlak hükümranlığıdır…
16.03.2022 // 21.16
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE – İSRAİL İLİŞKİLERİ ÜZERİNDEN, GELECEĞE YÖNELİK DÜŞÜNCELER…
İsrailoğulları, devletsiz kaldıkları çok uzun bir sürecin sonunda, kurulmasını sağlamış oldukları İsrail devletiyle ilgili olarak, güvenlik hassasiyetine dayalı travmatik ve saplantılı yaklaşımlar üzerinden bir politika geliştirdikleri gibi Filistin halkının, süreç içinde yok edilmesini hedefleyen kabul edilemez bir uygulamayı da kesintisiz bir biçimde devam ettirmektedir.
İsrailoğulları’nın, inanç temelinde şekillendirdiği dini ve sosyolojik yaklaşımların, İsrail yönetimi üzerinde etkinliği bulunan siyonist bakış açısı ve küreselci paganların politikaları ile birleşmesi sonucunda ise “SEÇKİNCİ” bir bakış açısı ortaya çıkmaktadır. Bu bakış açısı ise İsrail’in ; kural tanımaz, hem yokedilmekten korkan hem de yok etme hedefine kitlenmiş ve kendisini dünyanın merkezinde gören bir felsefe ile tanımlanabilmesini mümkün kılmaktadır.
Oysa KAZIN AYAĞI , İsrail’in düşündüğü gibi değildir ve bu durumu ; para, medya, küresel güçlerin desteği, tehdit, istihbarat faaliyetleri, gizli servis operasyonları ve müttefiklik ilişkileri gibi faktörleri kullanarak değiştirebilmeleri de İMKANSIZDIR…
İSRAİL’İN EN BÜYÜK HANDİKABI ya da onların bakış açısıyla ifade edilecek olursa şansızlığı ; MÜSLÜMAN TÜRK MİLLETİ’NİN ETKİSİ, BASKISI VE SINIRLAMASI ALTINDA OLMASIDIR. Dünyanın en kadim milleti olan ve ordularının atı, Nuh nebi doğmadan kişnemiş Türk milleti ; genetik kodlarına işlemiş deneyimi, bilgisi, savaşma ve direnme kabiliyeti, cesareti, organizasyon gücü, fethetme becerisi, yayılma- yönetme ve kontrol etme yetisi ve tüm dünyaya yayılmış nüfusu, sempatisi ve etkisiyle, İsrailoğulları’nın fersah fersah ötesinde imkanlara ve kabiliyetlere sahip olan bir millettir. Bu noktada öğretilmiş aşağılık kompeksi içinde bulunan ve batının gönüllü uşaklığına soyunmuş olan zavallılara ; son yüzyıla değil, TARİHE BAKMALARINI ve TARİH ÖĞRENMELERİNİ tavsiye ettiğimi de ifade etmek isterim.
Türkiye’nin koymuş olduğu blokaj nedeniyle uzun bir süredir askıda bulunan İsrail- Türkiye ilişkileri, İsrail’in açık bir geri adım atması ya da daha doğru ifadeyle, geri adım atmak durumunda kalmasıyla yeniden hareketlenir gibi görünmektedir. ANCAK BU SONUCUN, SOMUT HEDEFLER DOĞRULTUSUNDA ŞEKİLLENMESİNİN , SİYASİ STRATEJİNİN AKLİ TEMELLERİ AÇISINDAN MÜMKÜN OLMADIĞINI DA BELİRTMEK İSTERİM.
Aslında İsrail, Türkiye ile ilişkilerinin düzelmesini ciddi biçimde arzulamaktadır. Ancak bunu yaparken, kendi hedeflerine ilişkin olarak vermek istediği bir taviz bulunmamaktadır. Dolayısıyla, bu yolda ilerlemek isteyen kişi ve hükümetlerin, ENİNDE SONUNDA MESELENİN BAŞINA DÖNMESİ gereği bulunmaktadır. İsrail ve arkasındaki güç merkezleri ; ne İsrail’in Filistinlileri asimile etme uygulamasından ne Büyük İsrail projesinden ve ne de Türkiye’nin İsrail’e hizmet edecek bir hükumet tarafından yönetilmesi isteminden vazgeçmeyecektir.
İSRAİL’in Türkiye’ye yönelik yaklaşma siyaseti, temel siyasetlerinde bir değişme olmasa da pragmatik bir bakış açısıyla, ticaret yapalım ve bu ticaret üzerinden Türkiye üzerinde etkili olma imkanını yakalayalım anlayışına denk düşmektedir.
TÜRKİYE’NİN DE İSRAİL’E YÖNELİK BAKIŞ AÇISINDA KÖKLÜ BİR DEĞİŞİKLİK ÖNGÖRMEKSİZİN, İsrail ile ilişkilerin yeniden tesis edilmesi noktasında, en azından görüntü açısından, olumsuz yönde inatçı bir tutum sergilememesi ise ;
1- ABD’nin, Türkiye üzerindeki çok yönlü baskısının hafifletilmesini,
2- ABD ve avanesi tarafından, Türkiye’ye yönelik olarak uygulanan ambargoların kaldırılması için pozitif bir ortam elde edilmesini,
3- Doğu Akdeniz’den çıkarılacak İsrail gazının Avrupa’ya nakli meselesi üzerinden oluşan havuçla, Türkiye’nin milli hedeflerini gerçekleştirme noktasında zaman kazanılmasını,
4- Avrupa Birliği üzerinde yeni bir koza daha kavuşularak, AB’nin sesinin kesilmesini ,
5- İsrail’in, Filistinliler üzerindeki baskıyı hafifletmesi talebi üzerinden İsrail’e karşı siyasi angajman elde edilmesini,
6- İsrail’in, Büyük İsrail projesi kapsamında Ortadoğu’da uygulamaya koymak istediği projelere karşı siyasi ve psikolojik blokaj oluşturulmasını,
7- Yunanistan- İsrail ilişkilerini sınırlama imkanına kavuşulmasını,
8- Yunanistan’ın münhasır ekonomik bölge iddialarını boşa çıkaracak anlaşmaların önünün açılmasını,
9- Türkiye- Mısır ilişkilerinin normalleşmesi için siyasi zemin yakalanmasını,
10- Türkiye’de 2023 yılında yapılacak seçimlere yönelik olarak oluşacak olumsuz yönlendirmelerin ve muhalif kanada verilecek desteğin bloke edilmesini SAĞLAYACAK BİR ZEMİNİ hedeflemektedir.
Ancak belirtmek isterim ki Türkiye – İsrail ilişkileri, onlarda “BATIL’A” önderlik edip dünyayı fesada boğma, bizde de “HAKK’A” liderlik edip KIZILELMA hedefi peşinde koşma ideali hakim olduğu müddetçe, hiçbir zaman meyve vermeyecek ve eninde sonunda tüm dünyayı etkileyen büyük bir mücadelenin doğması ile sonuçlanacaktır.
Bu arada Türkiye- İsrail ilişkilerinin, bir süre normalleşme eğilimi altında devam etmesinin, SURİYE’DEKİ SAVAŞI VE YÖNETİMİ etkileyen bir sonuç doğurabilme ihtimaline vücut verdiğini de söylemeden geçemeyeceğim. Belki de bu sonuç üzerinden, Suriye’de bir barış ortamı tesis edilebilmesi mümkün olabilir ki yakın dönemde İsrail başbakanı N.Bennett’in Rusya’ya yönelik sürpriz ziyaretinin gerçek nedeninin, Ukrayna ile ilgili değil de, Suriye ile ilgili görüşmek olduğunu söyleyebilmek mümkün hale gelmektedir.
İsrail ile ilgili olarak dikkat etmemiz gereken en önemli şey ise İran üzerinden bizi içine çekmek isteyeceği olaylar ve durumlardır...
Ayrıca yıllarca Türkiye, İsrail ile ilişki kursun türküsü söyledikten sonra ; İsrail’in büyük yalvarmaları, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin büyüklüğünü ve Sayın Erdoğan’ın üstün liderliğini kabul etmeleri sonucunda, ortaya koydukları edilgen tavır altında ve bizim cihana yön veren külliyemizde yapılan görüşmeden, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve lideri adına ; İsrail’e karşı geri adım atıldı, İsrail Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’ye gelmesi için yalvarıldı, Filistin davasına ihanet edildi, madem ilişki kurulacaktı neden bunca yıl beklenti gibisinden ancak beyin fukaralarına yaraşan söylemler icat edenlerin ; İsrail’in, Türkiye ve Sayın Erdoğan karşısındaki içleracısı ezikliğini, süt dökmüş kedi kıvamındaki pozisyonunu görmezden gelip bizi aşağılamak isteyen işbirlikçiler olduğu da asla gözden kaçırılmamalıdır.
Sayın Erdoğan’ın “One Minute” hatta tam tabiriyle KES SESİNİ ULAN diye seslenmesinden sonra hız kazanan küresel mücadelede, ülkemizin ulaştığı asil ve şerefli konumu , satılığa çıkarttığı ruhuna yediremeyenlerin, terk edilen Davos’un kadim hizmetkarlarının ayağımıza gelerek büyüklüğümüzü teslim etmeleri karşısında da dilleri tutulmuş, çare olarak da kendilerini bölücülük propagandası yapılan toplantılara atmakta bulmuşlardır.
Ancak onları ne yaptıkları ihanetler kurtarabilecek ne de aziz ve asil milletimizin atacağı tokattan kaçabileceklerdir.
Bize düşen görev, karşımızda salyalarını akıtanlara en kesif şekilde cevap vermek, onların ortaya koydukları kirli propagandalar karşısında en az onlar kadar cesaretle karşılık verme yeterliliğini göstermektir. Biz karşılık verdikçe onlar sinecek, çirkef yosununa bulanmış düşüncelerini rahatlıkla ortaya koyamayacaklardır. Algının çok şey olduğu günümüz dünyasında, psikolojik harp mahiyetini haiz bu kutlu mücadelenin, en az cephede yapılan mücadele kadar değerli olduğu bilincini her daim varlığımızda taşımayı ulvi bir vazife addetmeli ve teşvik etmeliyiz.
Üstadın ifade ettiği gibi ;
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir !
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir !
12.03.2022 // 20.38
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE İLE ABD VE BATI DÜNYASI ARASINDA YAŞANACAK BİR SAVAŞIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ…
Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan savaş bahane edilerek, ABD ve İngiltere’nin başını çektiği batı dünyası tarafından ; Rusya’ya ve işin biraz ötesinde, Rusya ile faaliyetlerini devam ettirecek ülkelere yönelik olarak ekonomik - askeri ve siyasi bir DIŞLAMA// ÇEVRELEME HAREKETİ başlatılmış bulunulmaktadır. Bu dışlama ve çevreleme hareketinin, içeriği Rus olan her şeye karşı adeta bir cadı avına dönüştürülecek şekilde PSİKOLOJİK HARP malzemesi haline getirildiğini söyleyebilmek de mümkündür.
Rusya özelinde önem kazanan bu durumun, sorunun çözülememesi ihtimaline binaen bir süre sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin de baskı altına alınmasına ve tam anlamıyla TARAF SEÇMEYE zorlanmasına neden olacağı da açıktır. Bu sonuç ise ülkemiz açısından, öncelikli bir ön alma faaliyetiyle karşılanması gereken bir duruma ve yakın bir tehlikeye tekabül etmektedir.
Batı dünyasının egemen güçlerinin, küresel planlarına engel olarak Türkiye ve Rusya’yı görüyor olması ; şuan Rusya’nın karşı karşıya olduğu duruma, Rusya’nın içine düşürüldüğü durumdan cesaret alınarak, bir süre sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin de sokulmaya çalışılacağı önermesini görünür ve etkin kılmaktadır.
RUSYA ; bu dünyada çok fazla dostu olmayan, otoriter bir yönetim anlayışı ile yönetilen ; geniş sınırları, tarımsal üretimi, gaz ve petrol rezervleri, nükleer silah kapasitesi, ordu büyüklüğü, silah sanayi ve maden kaynakları ile ayakta kalabilen bir ülkedir.
TÜRKİYE İSE kendisini kolay kolay dışlamayacak kardeş devletlere, dostlara ve bağlantılara sahip olan, dünyanın her tarafıyla ticari ve siyasi ilişkileri, çok yönlü üretim ve ihracat kapasitesi bulunan, güçlü ve modern bir orduya sahip olan, silah üretiminde dünyanın önemli üreticilerinden biri olma hususunda hızla ilerleyen , enerji hatlarının ve ticaret yolların üzerinde ve dünyanın merkezinde bir konuma sahip olan, geniş bir hinterlanda ve çok yönlü yeterliliğe sahip bir ülke konumunda bulunmaktadır.
Türkiye’nin, çevresindeki batılı bir ülkeyle ( Örn : Yunanistan ) savaş pozisyonuna sokulması ya da batı dünyası tarafından doğrudan doğruya bir karşıtlıkla muhatap alınması ( Suriye- Irak- Libya- Doğu Akdeniz- Kıbrıs ) durumunda, hepsi önemli vazifeler görseler de düşmanın sayıca çok fazla olacak olan donanma gücü karşısında deniz platformlarımızın bir süre sonra savaş dışı kalacağını söyleyebilmek mümkündür. İşte bu noktada bizim için en lüzumlu olan deniz platformunun, kolay kolay yok edilemeyecek olan DENİZALTILAR ve özel insansız araç şeklinde tasarlanacak DENİZ MAYINLARI olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda MİNİ DENİZALTILARA özellikle önem verecek şekilde denizaltı filomuzu, yapay zekayla ve sürü algoritmasıyla hareket edecek deniz mayınlarını, günümüzde var olan perspektiftin çok ötesine taşımak suretiyle geliştirmemiz ve güçlendirmemiz gerektiğini önemle belirtmek isterim.
Diğer taraftan, su üstü gemilerimizin önemli bir bölümünün savaş dışı kalacağı bir ortamda, kıyılarımızı savunmak için KIYI KONUŞLU , gizlenmiş ve korunaklı hale getirilmiş GEMİSAVAR ( güdümlü mermi) bataryalarına, küçük ölçekli de olsa torpido ve gemisavar füzesi kullanacak insansız deniz (SİDA) ve hava araçlarına (Helikopter- SİHA) büyük ihtiyaç duyulacağını da ifade etmek isterim. Bu yapılar, hiçbir savaş gemimizin denizde olmadığı bir durumda dahi bizim için, düşman donanmasını yok edebilecek bir güç oluşturacaktır.
Bize savaş kazandıracak çok önemli bir unsur ise tamamı yüksek mobilizasyon kabiliyetini haiz HAVA SAVUNMA SİSTEMLERİNE sahip olmamızdır. Savaşın başlamasını müteakip bir süre sonra uçakların yetersiz kalacağı günümüz savaş ortamlarında, etkili bir hava savunmasına sahip olmanın, savaşı kazanabilmek ya da kaybetmemek için en önemli unsur olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Bu bağlamda hava savunma sistemlerimizin sayısını, ülkemize yapılacak tüm saldırıları püskürtmeye yetecek düzeye ulaştırılmasının aciliyet arzettiği göz önünde tutularak üretim planlaması yapılması şarttır. Bilinmelidir ki bu ülkede aktif ve kullanıma hazır durumda bulunan S 400 sistemlerini ağzına dolayarak ve devleti açıklama yapmaya zorlamak suretiyle siyaset yapanların alayı, ülkemizi savunmasız bırakmak isteyen yabancı güç merkezleriyle işbirliği içinde hareket eden su katılmamış hainlerdir.
Diğer taraftan düşmanın derinliğine nokta saldırıları yapabilmek ve onun saldırı mekanizmasını bozabilmek için yüksek hızlı ve uzun menzilli SEYİR FÜZELERİNE (tercihen ramjet ve scramjet motorlu ) sahip olmamız gerektiği gerçekliğinden hareketle envanterde yeterli düzeyde seyir füzesi oluşturulmalı ve bu füzelerin insansız savaş araçlarından atılabilmesi için gerekli çalışmalar da hızla tamamlanmalıdır.
Tüm füzelerimiz ve topçu destek sistemlerimiz, LAZER GÜDÜMLÜ hale getirilmeli, lazer işaretlemesi yapacak kişi ve platformlarla, işaretlenen hedeflere atış yapacak sistemler arasındaki koordinasyon, çok zor şartlarda görev ifa edecek şekilde oluşturulmalı ve savaş yönetim sistemleriyle otomatik hale getirilmelidir.
İnsansız savaş uçağı konusunda çok hızlı mesafe alınarak, ordumuz sürü algoritmasıyla hareket eden, üzerine yüklenen yazılımlarla kendi kendine dahi HAVA- HAVA SAVAŞI YAPABİLEN insansız savaş uçağı filolarıyla tanzim edilmelidir.
Her türlü platformdan atılabilen ve DOLANAN MÜHİMMAT olarak da adlandırılan KAMİKAZE DRONE’ların üretilmesi, sayısının ve menzillerinin arttırılması, yapay zeka ve yazılımla sürü olarak hareket etmelerinin de sağlanması suretiyle sahada asimetrik bir güç unsuruna sahip olunması temin edilmelidir. Bu savaş araçlarının, HAVA HAKİMİYETİNİN SAĞLANAMADIĞI DURUMLARDA , düşmana hava saldırısı yapmak için büyük öneme sahip olduğu ve yeterli sayıda bulunması durumunda SAVAŞIN GİDİŞATINI DEĞİŞTİRECEK KADAR ÖNEMLİ OLDUKLARI unutulmamalıdır.
Yine düşmana ait zırhlı birliklere ve helikopter- uçak- drone gibi hava araçlarına karşı tek er tarafından kullanılacak ( TANKSAVAR- HAVA SAVUNMA FÜZESİ VB. ) silahların sayısı arttırılmalı ve askeri birliklerde bu hususta ciddi eğitimler verilmelidir.
Ülkemizdeki tüm savaş birimleri ve platformlarının açık hedef biçiminde konuşlandırılmasına son verilmeli, yer altı sığınakları oluşturulmalı, platformlarının gizli sığınaklarda konuşlandırılması sağlanmalı, uçakların ve sair hava platformlarının çıkışı için gizli ve korunaklı havaalanları oluşturulmalıdır.
Ülkemizin savaş uçağı kapasitesi en kısa sürede ASGARİ 750 SAVAŞ UÇAĞINA ulaştırılarak, BÖLGESEL BİR HAVA ÜSTÜNLÜĞÜ elde edilmeli ve böylece muhtemel kayıplarda üstünlüğün korunması sağlanmalıdır.
Diğer taraftan elektronik harp meselesine dahil olan tüm konulara büyük önem verilmeli, bir savaş durumunda ülkemize yaklaşan tüm savaş platformları, çok güçlü elektronik harp unsurları ile karşılanmalıdır.
Yine bir savaşta en önemli caydırıcılığın, SAVAŞI DÜŞMANIN YAŞAM ALANINA ÇEKMEK olduğu stratejisinden hareketle ; kıtalararası balistik füze, hipersonik füze, nükleer başlık, stratejik bombardıman uçağı filosu gibi savaş unsurlarını içeren altyapıya da kısa sürede ulaşmalıyız.
Ayrıca ülkemizde hiç doymak bilmeyen açlar ve zorluklara karşı hiçbir direnç gücü bulunmayan batı aşığı işbirlikçiler bulunduğu için GIDA ARZININ SAĞLANMASI noktasında şimdiden ciddi stok çalışmaları yürütülmeli ; enerji güvenliğinin ve yeterliliğinin sağlanması noktasında öncelik arzeden bir program uygulanmalıdır.
Herhangi bir savaş durumunda, Trakya- Boğazlar ve İstanbul’un güvenliği büyük önem arzedeceğinden, bu bölgenin savunulması için özel bir savaş stratejisi geliştirilmelidir.
İhracatımızın ve ithalatımızın önemli bir bölümünü teşkil eden Avrupa Birliği ülkelerine ALTERNATİF İHRACAT VE İTHALAT SAHALARI bulmalı ve bu saha ülkeleriyle ilişkilerimizi geliştirmeye büyük önem vermeliyiz.
Yabancı ülkelerde ve finans merkezlerinde bloke edilebilecek hiçbir kaynağımızı bırakmamalı, swift sistemine alternatif sistem oluşumu, yerel paralarla uluslararası ticaret gibi yaklaşımlara aktif şekilde katılmalıyız.
Kısaca belirtmek gerekirse, küresel sisteme alternatif teşkil edecek her türlü mekanizmayı geliştirmeli, kendi siyasi ve askeri ittifaklarımızı oluşturmalı, kendimizi her alanda batı sistemlerine mecburiyetten kurtarmalı, küreselcilerin ülkemiz üzerinde ipotek oluşturmak için kullandığı tüm uluslararası yapılara karşı temkinli olmayı başarmalı ve batı dünyasını ticari – siyasi ve askeri olarak ülkemize karşı edilgen halde ve ihtiyaç içinde bırakacak durumlara varlık kazandırmalıyız. Zira böylece onların, bize karşı tavır almalarını ve ambargo uygulamalarını geciktirip engelleyebileceğimiz gibi onları savaşma hususunda ikilemde de bırakabiliriz.
Ve netice itibariyle her şeyden önemlisi de Türkiye Cumhuriyeti Devleti Yönetimi’nin, batının ülkemizdeki malum işbirlikçilerinin eline geçmesine mutlaka engel olmalıyız. Aksi takdirde Ukrayna Devlet Başkanı V. O. Zelenski gibi bir komedyeni bile mumla arar duruma düşeceğimizi de neticeten ifade etmek isterim...
ZAFER ; GELECEĞİ GELECEKTE GÖRENLERİN DEĞİL, GELECEĞİ ŞİMDİDEN GÖRENLERİN OLACAKTIR...
09.03.2022 // 20.16
SEDAT ÇETİNKAYA
.KÜRESELCİ PAGANLARIN, TÜRKİYE’DEN KISA VADELİ İSTEKLERİ VE ÜLKEMİZDEKİ İŞBİRLİKÇİ MUHALEFETLE İLİŞKİLERİ…
Küreselci paganların güdümündeki Amerika Birleşik Devletleri adına CIA, 1990’lı yılların başında FETÖ yapılanmasını kullanarak, Rusya ve Türk Cumhuriyetleri üzerinde büyük bir 5 nci kol faaliyeti başlatmıştır. Bu süreci ilk fark eden ve bu okulların CIA ajanlarıyla doldurulduğu gerekçesiyle FETÖ yapılanmasına ait okulları kapatan ise Rusya Federasyonu olmuştur.
FETÖ yapılanmasının Türkiye’de artan olumsuz faaliyetlerini ve bu faaliyetlerin oluşturduğu tehlikeyi farkeden Sayın Erdoğan’ın, Türkiye nezdindeki özel dershanelerin kapatılması ile ilgili kararı, bu yapılanmayı Sayın Erdoğan’a yönelik intikam içerikli bir yaklaşım içine itmiş ve bu gerilimden etkilenen CIA stratejisi de açık açık Türkiye aleyhine şekillenen bir ABD politikasının, planlanandan daha erken bir biçimde sahaya sürülmesine neden olmuş bulunmaktadır.
İşte, ABD ve Türkiye arasında şekillenmeye başlayan bu adı konulmamış düşmanlık politikası, Türkiye’nin varlık bilinci kazanmasına ve bu bilinç dahilinde bünyesini saran prangalardan kurtularak yeni bir güç merkezi olarak ortaya çıkmasına giden yolun kapısını açmış bulunmaktadır. Elbette bu durum, Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerini etkileyerek, henüz ilan edilmemiş olsa da Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılma iradesinden vazgeçmesine neden olduğu gibi Türkiye ile NATO ilişkilerinin de sadece ve sadece kağıt üzerinde varolan bir ittifak haline gelmesi sonucunu da doğurmuştur. Artık Türkiye, kendi varlığıyla büyük bir ekonomik, askeri ve siyasi güç olma yolunda önemli mesafeler almış, Türk Devletler Birliği gibi büyük bir ideali de görünür kılmıştır.
UZUN SÜREDİR MÜCADELE İÇİNDE OLDUĞUMUZ VE YENİ BİR DÜNYA DÜZENİ HEDEFİ ÜZERİNDE ÇALIŞAN KÜRESELCİ PAGANLAR TÜRKİYE’MİZİN ;
1. Karar alma mekanizmasına rahatlıkla müdahale edebildikleri, en hayati kararların alınmasında dahi büyük tartışmalar yaşanan ve koalisyonlar nedeniyle istikrarın sağlanamadığı “Parlamenter Sistem”le yönetilen bir ülke olmasını,
2. Modern ve etkili bir hava savunma sisteminden yoksun ve böylece saldırıya açık bir ülke konumunda kalmasını,
3. Ordusunun kullandığı her türlü silah ve mühimmat hususunda, ABD ve yandaşlarına bağımlı durumda bulunmasını,
4. İsrail’e karşı tehdit oluşturmak bir tarafa, koruma sağlayan bir orduya sahip olmasını,
5. Hiçbir şart altında ABD çıkarlarının karşısında durmamasını,
6. Avrupa Birliği hedefi ile bekletilmeyi ve ABD etkisine açık ve edilgen bir konumda bulunmayı kabullenmesini,
7. ABD’nin onayı olmayan ; Kanal İstanbul, nükleer santral, altın aranması, petrol ve doğalgaz çıkarılması, uluslararası havaalanı yapılması, silah üretimi, yurtdışına askeri operasyon yapılması gibi hiçbir stratejik girişime tevessül etmemesini,
8. Suriye ve Irak coğrafyasında oluşturulmaya çalışılan Pkk devletine göz yummasını,
9. Katar’ın, bölgesel güçler tarafından yutulmasına ses çıkarmamasını,
10. Afrika kıtasına ilişkin ABD politikalarının önünde engel teşkil etmemesini,
11. İslam dünyasına öncülük yapacak bir politika geliştirmemesini,
12. Bağımsız ve güçlü bir Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlık kazanması için değil, KKTC’nin uluslararası güçlere peşkeş çekilmesi için faaliyet icra etmesini,
13. Ege ve Akdeniz’de, uluslararası güçlerin politikalarına hizmet edecek şekilde ezik ve sinmiş bir yaklaşım içinde bulunmasını,
14. Merkez Bankası’nın politikalarına ve yönetimine karışmamasını,
15. Türkiye’nin büyümesi ve gelişmesi için elektrikli otomobil, silahlı insansız hava aracı, jet siha, yüksek kapasiteli pil teknolojisi, borofen, grafen üretimi gibi atılım ortaya koyan üretim politikalarından uzak durmasını,
16. IMF tarafından kontrol edilir bir konumda olmasını,
17. Dünya ticaret ve enerji yolları üzerinde kontrol ağı oluşturacak stratejilerden uzak kalmasını,
18. Milli İstihbarat Teşkilatı’nın ve ordunun yurt dışı operasyon icra edecek bir yönetim anlayışından uzak tutulmasını,
19. ABD’nin öl dediği yerde ölüp, dur dediği yerde durmasını vb. ARZU ETMEKTEDİR.
Bu bağlamda herkes bilmeli ve anlamalıdır ki KİM TÜRKİYE’MİZLE İLGİLİ OLARAK ; parlamenter sistemle yönetilmesinden dem vuruyorsa, hava savunma sistemlerimizin üretilmesinden ya da S400 örneğinde olduğu gibi yabancı bir devletten satın alınmasından rahatsızlık duyuyor ve bu rahatsızlığı ona devamlı batıyorsa, ülkemizin silah üretimden ve savunma sanayimizin yürüttüğü projelerden dolayı tarifsiz bir huzurluk içinde bulunuyorsa, açık ya da üstü kapalı bir şekilde İsrail yanlısı bir politikanın arzusu içinde kıvranıyorsa, stratejik ve taktik bir yaklaşım hariç tutulacak olursa her yönüyle ülkemize düşman bir birlik olan Avrupa Birliği aşkıyla kavruluyor, Avrupa Birliği’nden ve kurumlarından gelen fitne tohumu mahiyetindeki söylemlerden memnuniyet duyarak bu birliğin savunuculuğunu üstleniyor ve Avrupa Birliği’nin ülkemiz nezdinde yürüttüğü algı operasyonlarının etki ajanlığına soyunuyorsa, bu ülkedeki stratejik proje ve girişimlere karşı çıkarak bunları bir şekilde kötüleme ve engelleme propagandası içine giriyorsa, Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasını destekliyor, bu yapılanmanın bize düşman olmadığını iddia ediyor, kahraman Türk Ordusunun Suriye ve Irak coğrafyasına yaptığı operasyonları eleştirip engel olmaya çalışıyor ve Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasının ülkemizdeki siyasi destekçileriyle Türkiye aleyhine politikalar için işbirliği içine giriyorsa, kabul edilebilir bir içeriğe sahip olmaksızın Katar düşmanlığı yapıyor, Ortadoğu sermayesine ilişkin anlamsız bir karşıtlık içinde bulunuyorsa, Libya’da- Somali’de- Katar’da- Suriye’de – Irak’da ne işimiz var zihniyetinin propagandasını yapıyorsa, İslam dünyası ile Türkiye arasında mesafeli bir durumun gelişmesini sağlayacak politikaları gündemde tutuyorsa, Türk- İslam dünyasının en önemli düşmanlarından İran’ın şakşakçılığına soyunuyorsa, ülkemizin sahip çıkmak durumunda kaldığı savaş mağduru müslümanlar üzerinden ülke içinde kaos oluşturacak şekilde yıkıcı ve ırkçı bir siyaset sergiliyorsa, Kıbrıs’ın peşkeş çekilmesi için satılık yöneticiler ve uluslararası güç odaklarıyla işbirliği içinde ihanet politikası yürütüyorsa, Türkiye’nin Mavi Vatan doktrini çerçevesinde yürüttüğü aktif siyaseti, maksimalist ve hegemonyal bir anlayış olarak ilan ediyorsa, Merkez Bankası’nın küresel para baronlarının arzusuna uygun şekilde yönetilmesi için baskı yapıyor, etki ortaya koyuyor, dolarizasyon sürecini destekliyor, ülkemize yönelik olarak yapılan kur operasyonlarının algı dağıtım merkezi olarak görev icra ediyor, ülkemizi IMF’in kucağına atmaya çalışıyor sonra da yükselen kur ve oluşan enflasyon üzerinden hükümeti yıkma stratejisi üretmeye çalışıyorsa, ekonomimizin güçlenmesi ve büyümesi için çalışmak ve destek vermek bir tarafa, ülkemize yönelik yatırımları engellemek için uğraşıyor, ülkemize yönelen yatırımcıları kaçırmak için faaliyet icra ediyorsa ve Türkiye’nin milli güç unsurlarının yurt dışında yaptığı operasyonlardan Türkiye düşmanları gibi rahatsızlık duyuyorsa vb. ; İŞTE ONLAR, BU ÜLKEDEKİ İŞBİRLİKÇİ HAİNLERİN TA KENDİLERİ, KÜRESEL GÜÇLERİN TESCİLLİ FİGÜRANLARIDIR…
AKLI BAŞINDA HERKESİN ONLARI , çeşitli bahanelerle efendileriyle yaptıkları toplantılardan, gönüllü danışmanlarının kimliklerinden, açıklama yaptıkları medya oluşumlarının aidiyetinden, biraraya gelmesi mümkün olmayacak siyasi yelpazedeki oluşumlar üzerinden kurdukları ittifakların yapısından, efendilerinin oluşturduğu siyasete yönelik olarak ortaya koymuş oldukları güncel söylemlerden ve finans bağlantılarından RAHATLIKLA TESPİT EDEBİLMESİ MÜMKÜNDÜR. Sadece doğru şekilde bakmayı , görmeyi, dinlemeyi ve anlamayı başarmak gerekmektedir.
Eğer hiçbir şekilde onları göremiyor ve vasat bir beynin bakış açısıyla, bu ülke için çalışan ve küreselci paganlarla büyük bir stratejik mücadeleye giren devlet yönetimini ve lideri suçlamayı tercih ediyor, pireyi deve yaparak ve bu amansız savaştaki öncelikleri dışlayarak kişisel çıkarlar, niteliksiz bahaneler ve bağnaz düşünce kalıpları üzerinden eleştiri getirmeyi marifet sayıyorsanız, biliniz ki siz de isteyerek veya istemeyerek işbirlikçi figüranlardan biri haline gelmiş, GAFLET VE DALALET VE HATTA HIYANET İÇİNDE BULUNUYORSUNUZ demektir…
04.03.2022 // 16.04
SEDAT ÇETİNKAYA
.RUSYA- UKRAYNA ÇATIŞMASI ÜZERİNDEN, KÜRESEL SAVAŞIN VE TÜRKİYE’NİN STRATEJİK PERSPEKTİFİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ…
Dünyamızın nasıl bir sona doğru gittiğini anlayabilmek için değerlendirmeye en büyük resmi görerek başlamak gerektiğini öncelikle belirtmek isterim.
Birinci Dünya Savaşı’yla, küresel sahneyi istedikleri gibi dizayn eden, İkinci Dünya Savaşı’yla da istedikleri sistemi kuran küreselci para baronlarının oluşturduğu ve İngiltere//ABD ekseni üzerinden kendilerini konumlandıran güç merkezi, yeni bir dünya düzeni oluşturmak üzere büyük bir konsantrasyon dahilinde çalışmalarını sürdürmektedir.
Yeni dünya düzeninin ana eksenin, ABD// İngiltere ve yandaşlarıyla, Çin arasındaki teşkil edilecek göstermelik bir karşıtlık üzerinden şekillendirilmeye çalışıldığını da meselenin başında anlamak gerekmektedir. Bu değerlendirmenin altyapısını anlamak isteyenlere, İngiltere - ABD ve Çin sermayesinin kime ait olduğunu sorgulamalarını önerdiğimi de belirtmek isterim. Hatta bu noktada küresel dengeleri görmek için ; Japonya, Güney Kore - Almanya- Fransa – İsviçre - Hollanda gibi ülkelerde var olan sermayelerin aidiyeti üzerine bir değerlendirme yapmanın, arzulanan idrak noktasında yön gösterici olabileceği de söylenebilir. Yaşadıkları savaşlardan sonra Japonya- Almanya- Güney Kore gibi ülkelerin ekonomik açıdan hızla kalkınmaları, avamın bu ülkelere yönelik olarak atfettiği şekliyle çalışkanlıktan değil, küresel sermayenin bu ülkelere yaptığı yatırımlardan ve bu ülkeleri adeta köleleştirmesinden kaynaklandığını görmek lazımdır.
KÜRESELCİ ÇETE ; Çin- Tacikistan- Moğolistan- Afganistan- Pakistan- İran ve toprakları genişletilecek Büyük İsrail üzerinden, ekonomik- siyasi ve askeri anlamda bir bölgesel hat oluşturmayı hedeflemektedir. Elbette bunu yaparken ; Rusya’nın zayıflamasını ve Türkistan coğrafyasının tamamının Çin etkisine girmesini arzuladıkları gibi Afrika kıtasının ve Doğu Akdeniz’in de bu projeye entegre olması üzerine de planlar yapmışlardır. CIA’nın, geçmişte FETÖ eliyle Türk Cumhuriyetlerine yönelik faaliyet icra etmesinin temelinde de Ortadoğu ülkeleri ve Afrika coğrafyasında yaşanan çatışma, gerilim ve darbelerin temelinde de işte bu gerçeklik üzerine kurulu siyasi strateji bulunmaktadır.
Ancak Sayın R.Tayyip Erdoğan’ın, Türkiye’nin siyasi – askeri ve ekonomik çizgisini, bağımsız bir politikaya oturtmaya başlaması ve Türkiye’nin her açıdan güç kazanmaya başlamasıyla, küreselci para baronları tarafından Ortadoğu ve Afrika’da kurulmaya çalışılan siyasi strateji ; temelinden sarsılmış, birçok noktada Türkiye’nin oluşturduğu stratejik blokajlar içinde kalmış ve hatta Türkiye ile savaşı göze almadan yeni bir kapı açılamayacak şekilde kesintiye uğramıştır.
Devlet çıkarları farklı olsa da küreselcilere karşı zaman zaman birlikte hareket etmek durumunda kalan Rusya ile Türkiye’nin oluşturduğu siyasi ve askeri etkinin, küreselcilerin asgari 50 yıllık planlarını uygulanamaz kılması nedeniyle, küreselciler açısından gerek Rusya’nın ve gerekse Türkiye’nin pasifize edilmesi gereği ortaya çıkmıştır.
Ve aslında herkesin merakla beklediği 3.Dünya Savaşı, bu stratejik temel üzerinden çoktan başlamıştır. Kayıtsız şartsız, ülkemizin son 10 yılda yaşadığı her sorununun ve dahil olduğu her meselenin altında bu adı konulmamış savaş yatmaktadır. Ülkemizdeki muhalefet dahi bu savaş çerçevesinde örgütlenmiş ve küreselci para baronlarının bölgesel ve yerel temsilcilerince yönlendirilmiş bulunulmaktadır. Bu nedenle herkes, haklı ya da haksız olması önemli olmaksızın muhalefet üretirken, hizmet ettiği güç merkezlerinin, ülkemizin köküne kibrit suyu dökmek sonra da ateşe vermek isteyen odaklar olduğunun farkına varmalıdır. Kimin hangi amaçla hareket ettiğini görmek isteyenlerin, zıpçıktı siyasetçilere ve görüşme yaptıkları kişi ve merkezlere bakmaları yeterlidir.
Konuya dönecek olursam Türkiye, Sayın Erdoğan liderliğinde ortaya koyduğu direnç, güç, vazgeçilemeyen ekonomik ve stratejik ilişkiler çerçevesinde, kendisini hedeften çıkarmayı ve hedefe öncelikle Rusya’yı oturtmayı başarmıştır. Bu durum ise bize askeri ekonomik ve siyasi altyapı eksikliklerimizi gidermek için ihtiyacımız olan zamanı kazandıracaktır. Zira seksen yıl boyunca laiklik sloganları atmaktan, heykel dikmekten ve ülkemizi ABD’ye ve IMF’e peşkeş çekmekten başka bir şey yapmaksızın yatanlar nedeniyle, tüm eksikliklerimizi 20 yılda kapatmak ve küresel oyun kurucu bir ülkenin ihtiyaçlarını karşılayacak yeterliliğe ulaşmak malesef ki tam anlamıyla mümkün olmamıştır.
Büyük Rusya’yı kurmak için, Türk Devletler Birliği’ni de hedefe koyabileceğini gösteren Rusya, batının kışkırtmaları çerçevesinde öncelikli hedef olarak belirlediği Ukrayna üzerinden düşmemesi gereken bir tuzağa düşmüş ve kanaatimce bir çöküşü de kendisi başlatmıştır. Bu noktadan sonra işgali tamamlamayı başarsa dahi, Rusya için ne tam bir zafer ne de onurlu bir geri dönüş söz konusu olmayacaktır. İmajı çizilen, konvansiyonel olarak yenilebileceği tespit edilmiş ve zaafiyetleri ayyuka çıkmış bir Rusya vardır. İçinde bulunduğumuz andan itibaren, Ukrayna sorunu nasıl çözülürse çözülsün ve ne kadar sürerse sürsün, Rusya’nın çöküşü sadece ama sadece bir zaman meselesi haline gelmiş, çöküş süreci ufukta görülmüştür. ANCAK küreselcilerle Rusya’nın önceden anlaşmış olması ya da önümüzdeki süreçte bir anlaşmaya varmaları durumunda, Rusya’nın bu süreçten zayıflayarak, zamanla küçülmeyi kabul ederek ve tavizler vererek kurtulabilmesi de ihtimal dahilinde bulunmaktadır. Belirtmek isterim ki her iki durum da bizim açımızdan tarihi fırsatlar sunmaktadır. Ancak bizim için fırsattan ziyade bu fırsatları nasıl değerlendireceğimiz çok daha önemlidir.
Rusya ile küreselcilerin bir şekilde anlaşması durumunda, küreselcilerin önündeki tek stratejik hedefin Türkiye olarak kalacağını ve bu durumun bir süre sonra bizi büyük mücadelelerin tarafı yapacağını da şimdiden ortaya koymak isterim. Türkiye’nin içinde kalacağı mücadeleler ise gerçekten de dünyanın şah damarının kesileceği olaylar olarak tarihe geçecek ve yeni bir Türk destanı altın harflerle dünya tarihine kazınacaktır…
Rusya - Ukrayna çatışmasına zaruret arzetmedikçe ve barışı tesis etme girişimleri haricinde müdahil olmazken, Rusya’nın içinde bulunduğu sıkıntılı süreçten faydalanarak, Türk Devletler Birliği Teşkilatı çerçevesinde askeri altyapımızı geliştirmek üzere hızlı adımlar atmamız gerektiğini ilgililer nezdinde ifade ederken ; benzer bir hamlenin, Suriye başta olmak üzere çevremizdeki kriz noktalarında ABD eliyle gerçekleşeceğine de karşıt hamleleri tanzim etmek bağlamında dikkat çekmek isterim…Atalarımız, SÜ uyur Düşman uyumaz diye boşuna söylememiştir…
Meseleleri, ülkemizdeki muhalefet gibi ABD’nin ve batının gözünden değil ; Türk tarih perspektifiyle , Müslüman kimliğiyle ve en büyük haritayı içeren strateji tahtası üzerinden okumak gerekmektedir. Korkaklar, hainler, batı yandaşları, teröristler, İslam düşmanları, küçük resimler üzerinden okuma yapan gafiller ve onların şakşakçılığını yapan niteliksiz güruh eninde sonunda kaybedecektir.
Müslüman- Türk milletine düşen ; ataları gibi haksızlığa, zulme ve şeytani düzene meydan okuyan bir ülkenin onurlu temsilcileri olduğunu bilmek, birlik içinde hareket etmek ve bu uğurda yapılanların, kutlu bir mücadelenin parçası olduğunun farkına varmaktır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ; siyasi bir fikri ve duruşu bulunmayan ilkesizlere, beyin fukaralarına, tarihinden ve inancından beslenen onurlu bir ruhu olmayan daimi AÇ’lara, şükürsüz nankörlere, çıkarı uğruna satamayacağı değeri kalmamış karaktersizlere ve vatan haini işbirlikçilere bırakmamız söz konusu dahi olmayacaktır.
28.02.2022 / 19.59*
SEDAT ÇETİNKAYA
.İNSAN NESLİNİN BAZI SORUNLARI VE BUNLARIN, YAŞAMA VE SİYASETE YANSIMALARI…
Zeka kapasitesi, beyin gücü , muhakeme kabiliyeti ve ruhuna ait değerlerin sınırlı bir bedene yansımasıyla şekillenen yetenek ve hislerle donanmış olan İNSAN, medeniyetler kurarken, VARLIĞINA ÖZGÜ BAZI SORUNLAR da oluşturmuş ve bu sorunları büyüterek günümüze değin getirmiş bulunmaktadır…
İnsana ait sorunların, onun varlığından ve yaratılış nedeninden bağımsız olarak düşünülebilmesi ve anlamlı bir değerlendirmeye tabi tutulması ise aklen gereksizlik içermektedir.
İNSANIN EN BÜYÜK SORUNU , analitik düşünme ve değerlendirme yoksunu bir varlık şeklinde hareket etmesiyle ortaya çıkmaktadır. Bu yönüyle insan, ADETA BİR HAYVAN GİBİ YAŞAMAK İSTEMEKTE, yemek- içmek- eğlenmek- gezmek- seyahat etmek gibi gerçek bir amaç taşımayan faaliyetlere kapılarak ; düşünce yükü, sorumluluk ve amaç taşımaksızın yaşamını devam ettirme GÜDÜSÜ içinde bulunmaktadır. İnsanların hemen hemen hepsinin, bu güdülenmeden payını almış şekilde varlığını devam ettirdiği de yadsınamaz bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. Bu gerçeklik ise insanı, evren ve bağlı tüm felsefi meseleler hakkında düşünmekten alıkoyan bir sonuç ortaya koymaktadır ki bu yaklaşımın en önemli neticesi de kişinin, ALLAH İNANCINDAN YOKSUN YA DA DİNİ VE SOSYAL YÜKÜMLÜLÜKLERİNİ UMURSAMAYAN BİR BİREY OLARAK VARLIK KAZANMASI biçiminde tezahür etmektedir.
Saplantılarla, ön yargılarla, duygularla ve kalıplarla değil, gerçek anlamda düşünen bir bireyin ; Allah’ın ve Kuran-ı Kerim’in gerçekliğine ve Hz.Muhammed sav. efendimizin varlığının kıymetine ulaşamaması mümkün değildir. Ancak araştırma arzusu içinde olmayan, yaşamın kendisini sürüklediği amaçsızlık ve boşluk içinde sürüklenen, hiçbir ilkesel mücadelesi olmayan ve en önemlisi de düşünmekten aciz olan insanın, yaşamına anlam kazandıracak ve iman hakikatiyle tanışmasını sağlayacak bir akıl- fikir ve muhakeme seviyesine ulaşabilmesi olanaklı değildir. Bu durum ise insanının dünyada bulunma nedenini idrak edememesine ve sonunun, ebedi hüsran içeren bir netice biçiminde tezahür etmesine neden olmaktadır. Elbette böyle bir insanın, bir Müslüman açısından olması gereken bir siyasi yaklaşım içinde bulunması da söz konusu olamayacak ve hatta söz konusu insan, müslümana zulmeden siyasi ideolojilerin destekçisi dahi olabilecektir.
İnsanın diğer bir sorunu ise şükür içinde olmaması hatta bu kelime ile temsil edilen manaya düşman olmasıdır. ŞÜKÜRSÜZLÜK, içeriğinde ; isyanı, hakareti, arkadan konuşmayı, haksız eleştiriyi, adam satmayı, yarı yolda bırakmayı, kalleşliği, ihaneti (vs.) de barındıran bir kavramdır. ŞÜKÜRSÜZ İNSAN, kendisini işsiz bırakacağını , tüm iş arkadaşlarına zarar vereceğini bile bile işverenine veya farklı bir durum bağlamında ailesine, dostlarına, yol arkadaşlarına, devletine ya da vatanına çok büyük zararlar verebilir. Bu şükürsüzler, vatan haini sıfatıyla oluşan kümenin değişmez elemanları olduğu gibi herhangi bir sıkıntı durumunda gemiyi ilk terk eden çıkarcılar da bunlardan başkası değildir. Günümüzün tabiriyle bunlar her şart altında AÇ olanlar, ilkesiz kapitalistler, çıkarları zedelenince vahşi hayvanları gölgede bırakacak ya da sinsilikte küresel oyuncu ödülünü alacak şekilde acımasızca saldıranlardır. Bu ülkenin geleceği için büyük mücadeleler verenleri acımasızsa eleştirip, kendi çıkarları uğruna zağar gibi ortalıkta fink atanlar da bunların ta kendileridir. Bilinmelidir ki şükürsüzler, sadece iyi gün dostları ve destekçileridir. Allah’a karşı şükrü olmayanların ; ailesine, sevdiklerine ve siyasi davalarına yönelik sadakati de olmayacaktır. Çünkü zorluklara dayanmayı da içeren şükür kavramı ile sadakat arasında pozitif bir korelasyon bulunmaktadır.
İnsanın başka bir klasik sorunu ise CEHALETİDİR. İnsan, bilgiyi işleme bakımından bir bilgisayara benzer. İnsanının zekası onun işlemcisi ; beyni, “ram” kapasitesi ve programları, hafızası ise hard diski gibidir. İçine veri yüklenmemiş ya da sınırlı veri yüklenmiş bir bilgisayardan, iyi bir netice almak mümkün olmadığı gibi beynine bilgi adına yeterli veri girmemiş insanının da düşünce adına bir şeyler üretebilmesi, değerlendirme yapabilmesi, yaşamını daha da anlamlı kılacak bir şekilde yaşayabilmesi mümkün değildir. için Sadece 300 kelime ile çalışan bir beyin ile 300.000 kelime kapasitesine sahip bir beynin düşünce çıktısı aynı olmayacağı gibi içinde ; duygular, öngörüler, ileri keşifler, zorlama fikirler dahil milyonlarca grift veriyi işleyen ve değerlendiren bir beynin çıktısı da aynı olmayacaktır. İşte BİRÇOK İNSAN, cehaletinden kaynaklı nedenlerle sonuca ilişkin yaptığı değerlendirmeler hatalı olduğu ve hayata sadece kendi düşünce perspektifinin çıktılarıyla bakma yanlışına düşmüş olması nedeniyle büyük bir ziyan içinde bulunmaktadır.
Sadece akıl, bilgi ve muhakeme ile doğru sonuca ulaşabilmek için, kişi bazında bu faktörlerin hepsinin de küçük ayrıntıları önemsiz kılacak bir büyüklüğe, güce ve derinliğe ulaşmış olması gerekmektedir. Bir örnekle ifade edecek olursam, bir tıp profesörü düşününüz ki muhtemelen tıp alanında yeterli bir bilgiye sahiptir. Ancak bu kişinin genel kültürü hiç iyi olmayabileceği gibi tarih- sosyoloji- din gibi konularda kayda değer bir bilgi sahibi olmayabilir. Dolayısıyla bu profesörün, İslam inancı ya da Türk tarihinin temelleri konusunda yapacağı bir değerlendirmenin doğru bir değerlendirme olduğunu söyleyebilmek mümkün olmayacaktır. Oysa din felsefesine ya da farklı bir ifadeyle akaide ilişkin bakış açısı, bir insanın en önemli değeridir. İşte bu değerin önemine ve içeriğine ilişkin doğru sonuca ulaşmak, diğer yan faktörler bir tarafa bırakılacak olursa, AKIL- BİLGİ VE MUHAKEMENİN, mükemmele yakın bir bileşkesini zorunlu kılmaktadır. Ancak bu bileşkeye, gerçek ve çok yönlü ilim sahipleri dışında ulaşabilecek kimse ise bulunmamaktadır. Bu nedenle NAS ; yani Yüce Allah’ın, peygamberleri vasıtasıyla bize ulaştırdığı hitaplar, insana sunulan özet bir bilgiyi ve inanmakla kısa sürede ulaşılacak yüksek bir düşünce seviyesini içermesi bakımından çok ama çok önemlidir. NAS ve NAS ile yaşam arasındaki bağlantıyı tesis eden peygamberin sünneti üzerinden yolunu belirlemeyenler ya da sünneti inkar edip nasları da yetersiz bir ilimle değerlendirme konusu yapanlar ; ilmin, zeka oyunlarının, çıkmaz düşünce sokaklarının, fikir bariyerlerinin ve çıkar ilişkilerinin ardında yok olup gideceklerdir ki birçoğunun SAPITARAK gittiğini herkesin gördüğünden de eminim…
İnsanın çok önemli bir sorunu da edeb bilmemesi ve kibridir. Edeb bilmeyen insan, kompleks taşıyan insandır. Kompleks taşıyan insanla yaşamak ve onunla doğru bir sonuca ulaşmak ise çok zordur. Çünkü kompleks taşıyan insan ; inanmaz, sevmez, kırar, eleştirir, yıkar, bozar, dağıtır, kurutur, yok eder, zarar verir, kavga eder ve hülasa her türlü negatifliği çeşitli derecelerde bünyesinde barındırır. Hemen hemen tüm kötü huylar da zaten edepsizliğin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Edeb bilmemenin dini açıdan ortaya çıkardığı en önemli sonuç ise kişinin kendisini ilahi rızanın dışında bir noktada konumlandırması biçiminde bir sonuç meydana getirmesidir. Edebsizliğin nedeni, kişinin benliğinde var olan, aşırı ve törpülenmemiş benlik duygusu (ego) ve bu duyguya bağlı olarak gelişen kibirdir. Bir ülkenin devlet başkanından, saygıyla ve rica ederek talepte bulunan bir kişiyle, saygısızca ve emrederek talepte bulunan bir kişinin durumunu düşününüz. İşte edebsiz ve kibirli kişinin durumu, Allah’ın karşısında benzer şekilde hareket eden kişi gibidir. Bu bağlamda tüm eksik sıfatlardan münezzeh olan sonsuz kudret sahibi yüce Allah’ın karşısında, bir hiç hükmündeki kibirli ve edebsiz kişiyi nasıl bir sonucun beklediğini de hepimizin düşünmesi gereği bulunmaktadır. Zira insanların bilerek veya bilmeyerek yaptıkları en önemli hatalardan biri de edebsizlik ve kibir gösterisidir ki huzurdan kovulmayı, ani ve şiddetli bir biçimde cezalandırmayı ve Allah’ın rahmetinden uzak bırakılma sonucunu doğurur… Edebsiz ve kibirli kişiliklerin, devlet ve millet nezdinde itibarlarının olmayacağı, hasbel kader oluşmuş itibarlarının uzun sürmeyeceği de unutulmamalıdır…
İnsanlar açısından sıkıntı doğuran bir sorun da insanların, akıl almaz bir unutkanlık, atalet ve gaflet içinde bulunması ve yanlış olduklarını bilseler de kendilerini geçmişten gelen saplantılı düşünce kalıplarıyla tanımlama bağnazlığından kurtulamamalarıdır. İnsanlar 20 yıl öncesini bile unutmakta, hiçbir mücadelenin içinde bulunmayarak umursamaz bir tavır içinde yaşamını sürdürmekte ve kendi sonunu hazırlayacak akla ziyan oluşumlara ve kişilere siyaseten destek vermeyi meziyet addedebilmektedir. Bunu yaparken hala ve örneğin, CHP zihniyetinin ucu kırık oklarının gösterdiği vasıfsız hedeflerin şakşakçılığını yapabilmekte ; teröristlerle, küresel para baronlarının işbirlikçi elemanlarıyla saf tutup Müslüman adına söylev atan, Türklük adına havanda demir döven Türk düşmanlarına arka çıkabilmektedir…
MÜSLÜMAN TÜRK KİMLİKLİ HER BİREY ; analitik düşünme ve değerlendirmeden yoksun olan, şükürsüzlük içinde etrafına saldıran, cehalet havuzunda yüzmeye devam eden, edeb nedir bilmeyen, kibir zırhını kuşanmış, atalet ve gaflet içinde bulunan bağnaz insanlarla ortak hedefler içinde olmaktan ve bu insanların siyasi yaklaşımlarına destek olmaktan uzak durması ve yaşamını bu bilinç ile şekillendirmesi gerektiğini bilmeli ve unutmamalıdır.
Yüce Rabbim cümlemizi, Fatiha suresinde belirtilen sapıtmışların fikriyatı ve hayatı üzerine değil, kendisine nimet verdiklerinin düşünce ve yaşam biçimi üzerine daim kılsın…
Her şey, bizim için her an çok geç olabilir...
25.02.2022 // 19.50
SEDAT ÇETİNKAYA
.KÜRESEL GÜÇ MERKEZLERİ’NİN YENİ STRATEJİSİ ; RUSYA’YA KARŞI TÜRKİYE’Yİ ÖNE SÜRMEK VE İPEK YOLU’NUN İKİ ÖNEMLİ ÜLKESİNİ BİRBİRİNE KIRDIRMAK ÜZERİNE KURGULANMAKTADIR...
İkinci Dünya Savaşı’nda Amerika Birleşik Devletleri’nin yardımıyla mutlak bir mağlubiyetten kurtulmuş olan İngiltere’nin, bu tarihten sonraki bölgesel stratejisi ; Almanya ve Fransa’nın yeni bir askeri güç merkezi olarak ortaya çıkmasını engellemek, Rusya’nın da Avrupa’dan uzak durmasını sağlamak üzerine kurulu bulunmaktadır.
İngiltere Kraliçesi, bu denklemi sağlamak için İkinci Dünya Savaşı’na değin süren küresel hakimiyet iddiasını terk etmek ve bu hakimiyeti, ABD nezdinde varlıklarını büyüten İngiltere merkezli küresel para baronlarına bırakmak durumunda kalmıştır.
İkinci Dünya Savaşı’ndan bu tarafa devam eden bu süreç yerini ; “ İPEK YOLU PROJESİ’NİN YENİ BİR VERSİYONU, DİJİTAL TABANLI DÜNYA, DEVLETLER ÜSTÜ YÖNETİM MEKANİZMALARI VE SANAL GERÇEKLİK ” üzerinden yükselecek yeni bir dünya düzenine bırakma sürecinin başlangıç noktasında bulunmaktadır.
Ancak Rusya ve Türkiye, dünyaya yeni bir düzen dayatmak isteyenlerin karşısında bir turnosol kalesi gibi yükselmekte ve tüm dünyayı ; SANAL GERÇEKLİĞE DEĞİL, TARİHSEL GERÇEKLİĞE” davet eden güçler olarak ön plana çıkmaktadır. RUSYA’NIN YÜKSELMESİ , TÜRKİYE VE TÜRK DÜNYASI İÇİN İYİ BİR DURUM DEĞİLDİR ancak önümüzdeki süreç ; Türkiye’nin ve Türk Dünyası’nın, Rusya’ya karşı etkinlik ve üstünlük kurabileceği bir stratejik perspektifi de içerdiğinden, batı dünyası üzerinden yükselen “ KÜRESELCİ- PAGAN VE SİYONİST BİLEŞKESİ YAPILARA KARŞI ”, adı konulmamış ve güçlü bağlarla tahkim edilmemiş bir zeminde de olsa Rusya ile paralel bir şekilde mücadele etmenin ya da OKLARI RUSYA ÜZERİNDE TUTARAK SAVAŞI DEVAM ETTİRMENİN , bizim için iyi bir seçenek olduğunu da görmek gerekmektedir.
Ancak bu noktada bizi rahat bırakacaklarını söyleyebilmek de mümkün değildir.
Küresel güç merkezlerinin, Rusya ile Ukrayna meselesi üzerinden oluşturdukları gerilim devam ettiği müddetçe, Türkiye ile Rusya’nın, birbirine yaklaşmasını engellemek için her türlü taktiği uygulayacaklarını da sürecin başında öngörmek gerekmektedir.
Ukrayna’yı önce gizli anlaşmalarla Rusya’ya peşkeş çekip sonrasında Ukrayna’yı işgal edeceği gerekçesiyle Rusya’yı küresel bir ablukanın içine almaya çalışan, Ukrayna’yı işgal etmeyeceğini deklare edince de Rusya’yı adeta işgale zorlamaya çalışan, bu taktikleri sonuç vermeyince de Rusya’yı Nato karşısında korkak ve güçsüz ilan etmek suretiyle tahrik etmeye çalışan güçlerin varlığını ve amaçlarını çok iyi analiz etmek gerekmektedir.
• Rusya ; Ukrayna’yı işgal edip etmemek ve küreselcilere kendini teslim edip etmemek,
• Avrupa ; Rusya baskısı ile ABD hegemonyası arasında kalmak, kendi dengeleri üzerinden varlığını tanımlamak ile ABD hegemonyası altında mevcudiyetini devam ettirmek,
• Türkiye ; batı dünyası ile kendi küresel stratejik perspektifi arasında bir tercihte bulunmak, edilgen bir ülke olmakla dünya yönetimde etkinliği tartışılmaz bir ülke olmak ARASINDA BİR TERCİH İLE KARŞI KARŞIYA BULUNMAKTA VE BU İKİLEMLER DAHİLİNDE ORTAYA ÇIKAN SORUNLARLA MÜCADELE ETMEKTEDİR.
Bu bağlamda, Rusya Federasyonu, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin hegemonyasını yeniden teşkil etmek gibi kaldıramayacağı bir hatanın içine düşüp, Ukrayna ile bir savaşa girişirse veya bu gerilimi devam ettirirse, batı ve özellikle de ABD kaynaklı olarak Türkiye üzerindeki baskıların artacağı ve bu artış sürecinden mütevellit olarak Rusya ile Türkiye arasında bir karşıt ortamının oluşturulmaya çalışılacağı çok açıktır.
Küresel güçler, Türkiye’nin yakınlığını elde etmek için önce Türkiye lehine adımlar atacaklar ve bu durumda samimi olduklarını göstermeye çalışarak Türkiye’nin batı dünyası tarafında yer alması ile ilgili konumunu güçlendirmeye çalışacaklardır. Son dönemde Türkiye lehine şekillenen tüm konjonktürel politik argümanların, bu önerme doğrultusunda tanımlaması gerektiğini de önemle ifade etmek isterim. Bu arada oluşturdukları karşı konulmaz bağlantıların etkisiyle Türkiye’yi, adım adım Rusya’nın karşısında bir noktada konumlandırmak üzere yönlendirmeye çalışacaklarını da şimdiden belirtmek isterim.
Bunun için de en mükemmel zemin ise KAFKASLAR olarak ortaya çıkmış görünmektedir.
Türkiye ile Rusya arasında, özellikle Gürcistan’ın Nato üyeliği ve Ermenistan- Azerbaycan ilişkileri üzerinden Kafkaslar zemininde ortaya çıkarılacak ve yükseltilecek bir gerilim, Gürcistan- Azerbaycan- Ermenistan gibi bağımsız devletleri kapsayacağı gibi Rusya Federasyonu içinde bulunan ve Rusya için büyük sıkıntı oluşturacak Müslüman ve Türk kökenli özerk devletleri de etkisi altına alacaktır. Hatta bu gerilimin, Türkistan coğrafyasından başlamak üzere Afganistan- Pakistan- İran- Irak ve Suriye’yi içine alacak şekilde geniş bir etki üretebilmesi de ihtimal dahilindedir.
Bu noktada, Ermenistan- Türkiye ilişkilerinin geliştirilmeye ve Ermenistan’ın, Rusya’dan koparılmaya çalışılmasına özellikle dikkat çektiğimi de ifade etmek isterim. Kısaca belirtmek gerekirse Rusya hem Gürcistan hem de Ermenistan üzerinden kışkırtılmaya çalışılacak, Azerbaycan da meseleye dahil olmak durumunda kalacağı için cephe büyüyerek, kuzey Kafkasya’ya ve hatta Başkurdistan- Tataristan – Kırım zeminine kadar sıçrayacaktır.
Ortaya çıkma ihtimali bulunan bu gerilim dahilinde Türkiye’den ; boğazları Rusya’ya kapatması, Nato güçlerinin Karadeniz’e serbestçe ve sınırsız bir güç dahilinde girmesine müsaade etmesi , Kafkasya’da Rusya aleyhine bir cephe ve tahkimat oluşturulmasına izin vermesi, Suriye rejiminin düşürülerek Rus güçlerinin bu ülkedeki varlığına son verilmesi için gerekli zeminin oluşturulmasına destek sağlaması, Türkiye’ye Rusya’yı tehdit edecek silah sistemlerinin yerleştirilmesine onay vermesi gibi taleplerde bulunulabilmesi yüksek olasılıklı bir içerik oluşturmaktadır.
Bu sürecin genişlemesiyle ; Çin Halk Cumhuriyeti’nin, zayıf ancak geniş ve bakir topraklara sahip Moğolistan’ı işgal etmesi ve Türkistan’ı tehdit eder hale gelmesi ; sürecin ciddi biçimde kontrolden çıkmasına, Türk Dünyası’nın Rusya tehdidinden ziyade Çin tehdidi altında kalmasına neden olma potansiyelini de barındırmaktadır.
Bu nedenle gelecek ufkunu önceden görerek, Rusya’yı etkisiz kılma meselesini zamana bırakıp kendimize saklarken, ABD ve müttefiklerinin küresel stratejisine hizmet etmeyecek ve ancak ülkemiz için gerekli bulunan hazırlık süreci için zaman kazanmayı temin edecek şekilde konumlanmak, EN DEĞERLİ STRATEJİMİZ OLMALIDIR…
Mete Han’ın da ötesine uzanan kadim Türk tarihini idrak etmek, Abdülhamid Han’ın siyasi stratejisini yeniden şekillendirmek, Tuğrul ve Çağrı Bey’in mücadelesini devam ettirmek, Yavuz Sultan Selim Han’ın cihan hakimiyeti mefkuresine ve sonunda Kızılelma’ya uzanmak, EN ÖNEMLİ SİYASİ HEDEFİMİZ OLMALIDIR…
Fikir fukaralarına, hayalleri iğdiş edilmiş batı beslemelerine ve iman nurundan yoksun zavallılara imkansız gibi gelse de Müslüman- Türk milleti için imkansız diye bir şey olmadığını, tarihe altın harflerle yeniden yazacağımız günler çok uzakta değildir…
Bu yolda coşkun bir sel gibi akanlarla mı yoksa bir pislik çukuruna vuran güneş ışığında kokuşanlarla mı birlikte olacağına herkes kendisi karar verecektir…
20.02.2022 // 16.14
SEDAT ÇETİNKAYA
.RUSYA İLE UKRAYNA ARASINDA OLUŞAN GERİLİMİN, TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ AÇISINDAN GÜNDEME GETİRDİĞİ FIRSATLAR…
Rusya, Ukrayna’yı askeri açıdan kuşatma altına alarak, bir yakın savaş tehdidi ile tüm dünyayı korkuturken ; Avrupa’ya içinde bulunduğu acziyet durumunu, NATO ittifakına da gerçek bir birlikten ve güçten yoksun olduğunu göstermiş bulunmaktadır...
Rusya ile ABD yönetimine hakim olan küreselciler arasında var olan ve Ukrayna’nın menüde, Avrupa’nın da paylaşım masasında olduğu bu pasif savaş, Türkiye’miz açısından önemli fırsatların doğmasına da imkan sağlamış bulunmaktadır.
İçinde bulunulan hassas küresel dengeler bağlamında ; Avrupa’nın, Rusya’nın, ABD liderliğinde şekillenen küreselcilerin ve Nato ittifakının ayrı ayrı Türkiye’nin varlığına ihtiyaç duyduğu bir strateji zemininde ; kararlı bir biçimde talep etmesiyle, Türkiye’nin istediği her türlü kazanımı elde etmesinin önünde hiçbir engel bulunmamaktadır.
Bu bağlamda, Türkiye’nin oluşturmakta olduğu büyük güç merkezine ve Türkiye’nin varlığına olan ihtiyacın ;
1. Türkiye’nin, Suriye ve Irak zemininde, “ABD - müttefikleri ve destekledikleri DEAŞ- PKK//PYD//YPG//SDG” aleyhine ilerlemesine ve Suriye ve Irak’daki düzeni arzuladığı şekilde tanzim etmesine imkan vereceğini ,
2. Türkiye’nin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının tanınması açısından daha etkin bir politikayı sahaya sürmesine olanak sağlayacağını,
3. Yunanistan’ın, Doğu Akdeniz ve Adalar Denizi’nde oluşturmaya çalıştığı kabul edilemez maksimalist politikasının geriletilmesi için baskı unsuru oluşturacağını,
4. Libya’da, Türkiye aleyhine bir dengenin kurulmasını önleyeceğini,
5. İsrail başta olmak üzere Doğu Akdeniz’deki aktörlerin tamamını, Türkiye ile iyi ilişkiler içinde olmaya zorlayacağını,
6. Türkiye’nin, Balkanlar ve Karadeniz coğrafyasındaki etkisini arttırmasına imkan vereceğini,
7. Avrupa Birliği’ni, Türkiye’ye karşı edilgen kılacağını,
8. Avrupa Birliği’ni, Türkiye’ye karşı siyasi ve ekonomik tavizler vermek durumunda bırakacağını,
9. Türkiye’ye yönelik savunma sanayi kısıtlamalarını gerileteceğini,
10. Rusya’nın, Türkistan coğrafyasındaki bozucu ve ön alıcı faaliyetlerini sınırlamasını sağlayacağını,
11. Ukrayna’yı, Doğu Avrupa ve Baltık ülkelerini, Türkiye ile ilişkilerini genişletilmiş bir işbirliği platformu dahilinde tanımlamaya yönlendireceğini,
12. Ortadoğu coğrafyasında Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve askeri etkisinin artmasına olanak sağlayacağını,
13. Küresel sermaye ve Ortadoğu sermayesi başta olmak üzere güvenli liman arayan yatırımların, Türkiye’ye yönelmesi için yol açıcı ve teşvik edici bir unsur olacağını,
14. İran’ın, Ortadoğu coğrafyasındaki etkisinin sınırlandırılması için Türkiye’ye avantaj sağlayacağını,
15. Türkiye’ye, Türkistan coğrafyasındaki kardeş ülkelerin imkanlarını batıya ulaştırarak zenginleşebilmelerini sağlama noktasında stratejik anlamda girişimde bulunma imkanı vereceğini,
16. Türkiye’nin, Kafkaslardaki etkisini arttırabilmesi için siyasi zemin sağlayacağını,
17. Türk Devletler Birliği’nin kök salıp güçlenebilmesi için gerekli olan zamanı kazandıracağını,
18. Çin’in, Doğu Türkistan politikalarında gevşeme eğilimine girmesi için zorlayıcı bir siyasi zemin oluşturacağını,
19. Tüm bölgesel enerji aktarım güzergahlarının, Türkiye üzerinde toplanmasını sağlayacak gelişmeleri destekleyeceğini,
20. Türkiye’nin, batı ittifakına karşı, stratejik, ekonomik ve askeri açıdan güç kazanabilmesi noktasında gerekli zamanı elde etmesine olanak sağlayacağını,
21. Türkiye’ye yönelik ekonomik saldırıların kesilmesine, Türkiye’nin kısa sürede ekonomik bir atılım içine girmesine ve tüm ekonomik parametrelerinin kısa sürede içinde düzelmesine neden olacağını,
22. Ve ülkemizin iç siyasetindeki muhalif yaklaşımların pasifize olması ve muhalefete yönelik dış desteğin bloke olması noktasında hükümete büyük bir olanak sağlayacağını vb. SÖYLEYEBİLMEK MÜMKÜNDÜR…
Ancak belirtmek gerekir ki yukarıda belirtmiş olduğum ve bazı eklemelerin yapılabilmesi mümkün olan bu stratejik imkan havuzu dahilinde bir kazanım elde edebilmek için, her kalem üzerinde aktif bir politik mücadele başlığı açmak ve hassasiyetle yürütülen bir çalışmayı ortaya koymak gerekmektedir.
Türkiye gibi dünya dengelerini değiştirmeye muktedir olduğunu ortaya koyan ve dünyanın merkezinde önlenemez bir güç olarak yükselen bir ülkedeki iç siyasetin, dış dengelerden bağımsız düşünülebilmesi mümkün olmadığından, yanlış safta kendilerine rol arayan Kılıçdaroğlu ve avanesi yüzüstü düşmüş ve burunları üzerine sürtmüşlerdir. Onların dümen suyunda yüzenler ise her daim kaybetmeye mahkum olan zavallılar ve gafiller olarak nitelendirilmekten kurtulamayacaklarını bir kez daha ortaya koymuşlardır. Zaten onlar için önemli olan da kimin boyunduruğunda yönetildikleri değil ; içecek rakıya, yenecek mezeye, yüzecek denize, gerektiğinde kullanmak üzere tuvalete ve aleyhine slogan atacakları üç beş devlet kurumuna sahip olmaları yeterlidir...
Kurdukları yuvarlak masa ise, ilkeleri olmadıklarını ve küresel güçlerin tekeri konumunda olduklarını belirleyen ve Sayın Devlet Bahçeli’nin ifade ettiği gibi gizli ortakları HDP ile sinsi destekçileri Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri’ni saklayan bir simgedir.
Ancak efendileri bize kul olunca, içimizdeki yardakçılarının müslüman- Türk milleti aleyhine güç devşirme ve yabancı merkezler lehine muhalefet etme imkanı da olmayacaktır…
Herkes, tarihte olduğu gibi eninde sonunda Büyük Türk Devleti’ne ve onun, Yüce Allah’ın adına yükselen kutlu hükümranlığına biat edecektir...
20 yıl önceki Türkiye’yi bilmeyenler, 20 yıl sonra geldiğimiz noktayı analiz edemeyecekleri gibi 20 yıl sonra ulaşacağımız gücü de tanımlayamayacak ve hayallerinde canlandıramayacaklardır. Ancak tarihin derinliklerinde saklı olan güce ve geleceğin ufkuna bakan bizler, yarının dünyasında yaşanacak olanları adımızı bildiğimiz gibi biliyor ve kısmen de olsa burada ifade ediyoruz...
HER MÜSLÜMAN TÜRK ; GEREKSİZ, VASIFSIZ VE YERSİZ ELEŞTİRİ BAŞTA OLMAK ÜZERE BÜNYESİNE SIZAN TÜM ZEHİRLERDEN KURTULARAK ; MİLLETİMİZİN, DEVLETİMİZİN VE İSLAM ÜMMETİNİN KUTLU GELECEĞİ İÇİN GERÇEKLEŞTİRİLEN BU KUTLU MÜCADELEYE DESTEK VERMEKLE YÜKÜMLÜ OLDUĞUNU ASLA UNUTMAMALIDIR...
Yeşermesi ektiğimiz tohumun haktır,
İşte o gün ruhlarımız şad olacaktır…
15.02.2022// 20.33
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN, RUSYA FEDERASYONUNA KARŞI ÜSTÜNLÜKLERİ ÜZERİNDEN ŞEKİLLENECEK KÜRESEL STRATEJİ…
Zayıflayan kapitalist A.B.D. hegemonyası ile dünya sathında güçlenen Çin faşizmi arasında, kendi güç merkezini oluşturmaya çalışan iki ülke bulunmaktadır ki bunlar Türkiye ve Rusya’dır…
Ancak Türkiye ve Rusya’nın, kendilerine özgü güç merkezi tanımlamalarının öngördüğü perspektif nedeniyle, tam anlamıyla bir işbirliği içinde olmaları da mümkün değildir. BU İKİ ÜLKENİN SINIRLI İŞBİRLİĞİNİN ; “ortak düşmanlara karşı, geçici bir süreyle, konjonktürün elverdiği ölçüde ve birbirinin çıkarlarına mutlak ve düşmanca bir karşıtlık içermemek koşuluyla” şeklinde tanımlanabilmesi mümkün bulunmaktadır.
Herkes bilmeli ve hiç aklından çıkarmamalıdır ki Rusya, DİĞER DÜŞMANLARINA KARŞI ÜSTÜNLÜK SAĞLADIĞINDA, tek bölgesel rakibi olan Türkiye’ye karşı hasmane bir tutum takınmaya başlayacaktır. Bu önermenin aksinden çıkan sonuç ise Rusya’nın, düşmanlarına karşı üstünlük sağlamasını engellemek için faaliyet gösterme mecburiyeti içinde olduğumuzdur.
Elbette TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ de, yeterince güçlendiğinde ve bölgesel dengeleri daha büyük bir etkinlikle kontrol etmeye başladığında ; Rusya’nın gerilemesini, kendi içine kapanmasını, etkisizleşmesini, küçülmesini ve yıkılmasını sağlamak için büyük ve güçlü adımlar atacaktır.
ÖNEMLİ OLAN ; sürecin, ülkemiz açısından arzuladığımız hedefler doğrultusunda ilerlemesini sağlayacak uzun vadeli bir stratejiyi sahaya sürmeyi başarabilmektir.
Günümüz konjonktüründe küresel strateji tahtasında, çok az insanın gördüğü ve anladığı bir problem oluşmuş ve dünyayı ciddi biçimde etkilemeye başlamıştır. KÜRESELCİLER, ABD ve müttefikleri ile Çin ve müttefikleri arasında paylaşılacak bir dünyanın ve sonrasında kendi dünya hakimiyetlerine uzanacak bir hayalin peşindedir. Bu çerçevede Rusya’yı ve Türkiye’yi parçalamak ve etki alanlarını da paylaşmak istemektedirler. Rusya’yı gizli kapılar ardında verilen tavizler ve anlaşmalarla oyalayıp V. Putin sonrasına yatırım yaparken ; Türkiye’yi de iç çekişmeler, ekonomik saldırılar, zımni ambargolar, yapay gerilimler, Avrupa Birliği ilişkileri ve Nato baskısı ile kontrol altında tutmaya çalışmakta ve Sayın R.Tayyip Erdoğan sonrasına yatırım yapmaktadırlar. Buna karşılık Türkiye ve Rusya ise, çoğu zaman birbirlerinden bağımsız olarak hem Avrupa’ya hem Nato’ya hem de küreselcilerin güdümündeki ABD ve Çin’e karşı ; “denge stratejisi , sahte politikalar ve zaman zaman da gerilim taktiğiyle” karşılık vermeyi sürdürmektedir.
Küreselcilerin, Rusya ve Türkiye’yi karşı karşıya getirme ve savaştırma stratejisi de tüm uğraşlarına rağmen boşa çıkmış ve sonuç vermemiştir. Ancak bu arada ABD’nin tüm hamlelerinin bir blöften ibaret olduğunu anlayan ve Avrupa’nın zaaflarını tam anlamıyla keşfeden Rusya’nın ; yayılmacı, baskıcı, saldırgan ve agresif bir politika içine girdiğini ve S.S.C.B. COĞRAFYASINDA YENİ BİR RUS ÇARLIĞI OLUŞTURMANIN peşine düştüğünü görmek gerekmektedir. İşte zamanla herkes farkedecektir ki Rusya’nın içine düştüğü BU STRATEJİK HATA, taktik manevralarla giderilemeyecek ve S.S.C.B. gibi Rusya Federasyonu’nun da SONUNU GETİRECEKTİR. Önem arzeden şey, BU MUHTEMEL SONUN, bir savaşa sebebiyet verilmeden, Türkiye’nin oluşturacağı etki ve genişleme politikası ile gerçekleştirilebilmesidir. KISA VADELİ STRATEJİMİZ , Rusya’nın hem Avrupa hem de küreselcilerle kavgalı ve fakat bize karşı pozitif ihtiyatlılık içinde bulunmasını sağlamak, bunu yaparken de hem Rusya hem de küreselciler aleyhine gelişme sürecini devam ettirmeyi başarmak olmalıdır.
Rusya, büyük ekonomik kaynaklara sahip olan ve bu kaynaklarla dünya üzerinde hakimiyet kuracak bağlantıları ve sistemi bulunan bir ülke değildir. Çok yönlü yani ihtiyacı olan herşeyi sağlayabileceği bir üretim altyapısı da bulunmamaktadır. Bu nedenle dünyanın gelişmiş ekonomilerine ve teknolojilerine bağımlı olduğu gibi onlara karşı mücadele yürütebilecek bir altyapıya ve bakış açısına da sahip değildir. Geniş topraklara malik olsa da bu topraklar üzerindeki hakimiyetini pekiştiren bir nüfus gücü de bulunmamaktadır. Devamlı azalan bir nüfus yapısına sahip olduğu gibi artan oranda bir Türk ve Müslüman nüfusu da bünyesinde barındırmaktadır. AVRUPA’NIN , doğalgaz ve enerji problemine bir çözüm oluşturmayı başarması durumunda ; Rusya’nın, Avrupa’ya karşı ASKERİ TEHDİT DIŞINDA kullanabileceği hiçbir koz kalmayacaktır. Rusya’nın, Avrupa’ya askeri tehdit ile yaklaşması ise tam da ABD’nin istediği şeydir ki bu şekilde Avrupa, yalvararak ABD’nin kapısına gelecek ve II. Dünya Savaşı döneminde olduğu gibi kendisini ABD’ye koşulsuz teslim edecektir. Günümüz Avrupa’sı, “KIRK KATIR MI KIRK SATIR MI” tercihi arasında bir seçim yapmak durumunda kalmış ve bu seçim, Rusya’nın etki alanının Avrupa aleyhine genişlemesi için olanak tanıyan bir zemin oluşturmuştur.
Bu arada Avrupa’nın, Rusya tehdidine karşı Türkiye’ye ihtiyaç duyuyor olması ve pragmatik temellere dayanarak şekillenme ihtimali bulunan bir Türk- Rus ittifakını engellemek isteyecek olması, Avrupa’nın Türkiye’ye karşı da edilgen bir duruma düşmesini sağlayacaktır. Zaten İngiltere’nin, Türkiye’ye yönelik olarak yakın bir politika izlemesinin nedenlerinden birisi de dönemsel ve çıkara dayalı olsa da bir Türk- Rus ittifakını engellemektir. Elbette bu durum, değerlendirilmesi koşuluyla, ülkemiz açısından fayda sağlayabileceğimiz önemli gelişmelerin önünü açacak bir potansiyeli de bünyesinde barındırmaktadır. Hiçbir zaman güvenilemeyecek olsa da Ermenistan’daki Paşinyan yönetiminin, Rusya aleyhine ve fakat Türkiye lehine gelişen yönelimi bu hususa güzel bir örnek teşkil etmektedir…
ABD ve İngiltere’nin, Ukrayna meselesi üzerinden oluşturmaya çalıştığı provokasyon ile Rusya’yı çevreleme ve sıkıştırma politikasının temelinde de Avrupa’nın, ABD’ye koşulsuz teslimini sağlama stratejisinin yattığını görmek gerekmektedir. Dikkat edilecek olursa ABD, Avrupa’nın doğalgaz ihtiyacı sebebiyle Rusya’ya karşı vermiş olduğu stratejik açığı kapatmanın peşine düşmüş ve bu bağlamda LNG transferi açısından en büyük operasyon gücüne sahip KATAR’a, “ NATO DIŞI ÖNEMLİ MÜTTEFİK STATÜSÜ” vermek suretiyle bu planını ortaya koymuştur.
Ayrıca Doğu ve Orta Akdeniz temelli doğalgaz politikalarında, Türkiye lehine bir gelişimin ortaya çıkmasının bu perspektif doğrultusunda okunabilmesi mümkündür. Hatta Birleşik Arap Emirlikleri – Katar ve Irak’dan çıkarılacak doğalgazın, bir boru hattı üzerinden Türkiye’ye getirilmesinin de ihtimal dahilinde olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Zira Türkiye ile büyük karşıtlık içindeki ülkelerin, kısa sürede Türkiye dostu gibi hareket etmelerinin arkasında, efendilerinin yönlendirmesi olduğunu düşünmemek hatalı bir yaklaşım olacaktır. Böyle bir ihtimalin ortaya çıkması durumunda, çıkarları sarsılacak olan İran’ın bölgeyi karıştırmaya yönelecek faaliyetlerine karşı da hazır olunması gerektiği gibi bu karıştırma faaliyetlerinin, Türkiye açısından IRAK COĞRAFYASINA MÜDAHİL OLUNMASI NOKTASINDA BİR FIRSAT SAĞLAYACAĞINI DA HESAPLAMAK GEREKMEKTEDİR. Ayrıca bu durum ; ABD ve destekçilerine, Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasına yönelik desteğini çektirme noktasında Türkiye için önemli bir koz oluşturacaktır. Ancak bu noktada ortaya çıkacak handikap ise İsrail’in kendi doğalgazı için bir teminat almadan, bu hususun gerçekleşmesine karşı çıkacağı gerçeğidir. SONUNA KADAR ZORLAMAK, YALVARMA NOKTASINA GETİRMEK, SÜRÜNDÜRMEK SONRA DA DARBEYİ VURMAK GEREKİR…
Bu noktada Rus doğalgazına karşı, alternatif oluşturma kapasitesine sahip Azerbaycan- Türkmenistan ve hatta Kazakistan doğalgazının, Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırılabilecek olmasının, Rusya için ticari ve stratejik bir tehdit oluşturduğunu ve dolaylı yollardan bu durumu engelleme temelinde faaliyetlere girişme ihtimalinin yüksek olduğunu da ilgililer nezdinde şimdiden önlem alınmasını temin noktasında belirtmek isterim. DARBEYİ YEDİKTEN SONRA DEĞİL, YEMEDEN ÖNCE UYANMAK VE ÖNLEMİNİ ALMAK GEREKMEKTEDİR…
ABD’nin, Rusya’yı çevreleme politikası açısından Karadeniz ve boğazlar büyük önem taşımakta ve ABD, Türkiye ile Rusya’yı karşı karşıya getirmek için Nato üzerinden bu kurgunun üzerine oynamaktadır. ABD, Rusya’nın Ukrayna üzerine yönelmesini kışkırtarak, içine Türkiye’nin de boğazlar ve Karadeniz ve Montrö Sözleşmesi üzerinden dahil olacağı bir gerilimi tetiklemek istemektedir. Rusya’da emekli generaller üzerinden tüm subaylar adına V.Putin’e yapılan Türkiye uyarısının temelinde de aslında bu gerçeklik yatmaktadır.
Türkiye ; çok yönlü ve dünya ile etkileşim içindeki varlığı, eşsiz coğrafi konumu, bağlantıları, yükselen ekonomik gücü, hinterlandı, askeri kapasitesi, her yıl bir milyonun üzerinde artan nüfusu, tarihi geçmişi, ticaret yolları üzerindeki pozisyonu, vizyonu ve ortaya koyduğu bilinç düzeyi yüksek siyasi stratejisi ile 21. yüzyıla damga vurmaya hazırlanmaktadır.
Bu mücadelede, hem Rusya hem Avrupa hem de Küreselciler kaybedecek ; tarihi geçmişini hatırlamış, kutlu davaları uğrunda mücadele etmeye başlamış olan Türkiye ve Müslüman- Türk milleti kazanacaktır…
09.02.2022 // 22.39
SEDAT ÇETİNKAYA
.FATİHA SURESİ’NİN ÖNGÖRDÜĞÜ BİLİNÇ SEVİYESİ…
İnsan’ın, Yüce Allah’ın, insan için oluşturmuş olduğu imtihan sürecinde gerçek anlamda bir düşmanı bulunmaktadır ki o düşmanın adı da ŞEYTAN’dır.
İNSAN, yüksek bir bilinç seviyesinde hareket etmediği sürece, görmediği ve evrensel gerçeklik noktasında kendisinden çok daha fazla bilgiye sahip olan bu varlığa karşı zayıflık gösteren bir yapıya sahip bulunmaktadır.
İşte bu nedenle insanın yapması gereken ilk şey, Şeytan’dan ve onun şahsına yönelik olarak oluşturmakta olduğu fitnelerin şerrinden, yüce yaratıcıya sığınmaktır.
Bu sığınma durumundan sonra insanın ulaşması gereken ikinci bilinç seviyesini, her şeye Rahman ve Rahim olan yüce Allah’ın izni ve ismiyle başlamak oluşturmaktadır ki BU DURUM , tüm yaratılmışlar nezdinde Allah’ın hükmüyle hareket edildiğinin ilan edilmesi gibi büyük bir manayı içerdiği gibi sahip olunan tasarruf yetkisini ve Allah’ı yüceltme iradesini de ortaya koymaktadır.
Ulaşılması gereken üçüncü bilinç noktasında insan, Yüce Rabbinin kendisini var etmesinden başlamak üzere ; yaradılışı, kendisi için takdir edilen ve edilmeyen şeyler, beklentileri, kendisi için ortaya konulacak adalet terazisi ve hülasa varlığına dolan herşey için tüm benliğiyle Rabbine hamdetme seviyesine erişmektedir.
Gönülden gelen ve tüm benliği saran bu hamd ile, teşekkür edilen ALLAH ise ; bildiğimiz ve bilmediğimiz tüm alemlerin yaratıcısı, sahibi ve hükümranı olan, tüm yarattıklarını sonsuz merhametiyle kuşatan, koruyan ve onları şefkatiyle saran ; insanların ve cinlerin fiillerinden dolayı hesaba çekileceği, yalanlanıp inkar edilen ilahi emirlerin gerçekliğinin şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde ortaya konulacağı mahşer meydanında yaşanacak günün sahibi olan varlıktır. İnsanın bu bilinç noktasını kavraması ise yolunu şaşırmaması ve her daim ihtiyatla hareket etmesi için kendisine verilen bir HARİTA gibidir. Köprünün başı ve sonu insana gösterilmiş, yanlış hareket etmesi durumunda düşeceği yer de menzile erişmesi durumunda varlığını sürdüreceği mekan da bilgisine sunulmuştur…
İşte bu bilince ulaşmış olan insanın sahip olması gereken bir başka haslet ise , sadece ama sadece Allah’a ibadet eden ve ondan yardım dileyen bir insan olması biçiminde ortaya çıkmaktadır. Böylece insan, DÜŞÜNCE DÜNYASININ VE YAŞAMININ MERKEZİNE Allah’ı koyarak, şirkten uzak kalmayı hedefleyen ve sadece Allah’ın hoşnutluğunu kazanmayı öngören bir bakış açısıyla hareket etme idrakine ulaşmaktadır. Bu bağlamda, “sadece Allah’a ibadet etmek” beyanının, sadece DİNEN ÖNGÖRÜLEN İBADETLERİ YAPMAK biçiminde anlaşılamayacağını da önemle ifade etmek isterim. Zira DIŞLAMA İÇEREN bu beyan, Allah’ın dışında hiçbir varlığa ya da kavrama , ALLAH’A AİT BİR VASFA İLİŞKİN OLARAK HÜKÜMRANLIK HAKKI TANIMAMAK DEMEKTİR… Anlayanlar için bu söz, çok değerli bir sözdür ve herkes bilmelidir ki bu yaklaşıma aykırı düşünce ve hareket tarzıyla imanını kaybeden maalesef milyonlarca insan bulunmaktadır. Benzer bir durum, sadece Allah’tan yardım istemek konusu için de geçerli bulunmaktadır. İman sahibi bir insan, ne isterse istesin, önce kaderin hükmü elinde bulunan, mutlak kudret sahibi, herşeyin yaratıcısı ve TÜM EKSİKLİKLERDEN MÜNEZZEH olan Allah’tan istemesi gerektiğini bilmeli, yaşam alanına ilişkin tali taleplerinin karşılanması noktasında ortaya koyduğu istemlerin ve bu istemlere verilen cevapların, Allah’ın hükmü doğrultusunda şekillendiği bilincini kaybetmemelidir. Aksi takdirde insanın yaşamının sahte ilahlarla dolması ve insanın iman nuru üzerinden yükselen duruşunun kaybolması an meselesidir…
Ancak insanın ulaşacağı bu yüksek bilinç seviyesine rağmen, EKSİK ETMEMESİ GEREKEN ŞEY ise ; esirgeyen ve bağışlayan yüce Rabbine sığınması , ona kendisini yanlışa düşürmemesi, delalet ve sapkınlık içinde bırakmaması, tüm eksikliklerinden ve hatalarından dolayı affetmesi ve kendisini , nimetler lütfettiği kişilerin safına dahil etmesi için her daim DUA etmesidir.
Yüce Allah bizlere, içinde bulunduğumuz fani dünyayı, Fatiha suresinin gösterdiği ufuk dahilinde yaşamayı nasip eylesin…
Unutmamamız gereken tek şey, bu dünyanın bizim için açık bir imtihan olduğu ve yaşamımızın tamamının batıla ve şeytana karşı yürüttüğümüz bir mücadeleden ibaret olduğudur. İçimize çektiğimiz nefesten, verdiğimiz oya kadar herşey ; şahsımızın ve ümmetin mücadelesine hizmet ettiği müddetçe kıymetlidir…
Sonsuz ve nihayetsiz ilmiyle bizi kuşatan, bize yol gösteren, bizi kurtuluşa yönlendiren, Aziz ve Hakim olan Rabbimizin şanı ne büyüktür…
31.01.2022 // 19.11
SEDAT ÇETİNKAYA
RUSYA’NIN KAPASİTESİNİ, SİYASİ VE STRATEJİK PLANLARINI ANALİZ ETMEK, ÖNÜMÜZDEKİ YÜZYILI NASIL ŞEKİLLENDİRECEĞİMİZİ BELİRLEYECEK EN ÖNEMLİ UNSUR OLACAKTIR…
RUSYA FEDERASYONU ; geniş topraklara yayılmış, iklim koşulları çok iyi olmayan, nüfusu azalma eğilimi içinde bulunan, bünyesindeki Türk ve Müslüman nüfusun oranı devamlı artan, zayıflama eğilimi ortaya çıktığında dağılma sürecine girmesi kolay olan, büyük bir nükleer cephaneliği bulunan, çok yönlü üretim kapasitesine sahip olmayan, petrol- doğalgaz ve silah satışı üzerine kurulu ekonomiye sahip bir ülke konumunda bulunmaktadır.
V.Putin liderliğinde yönetilen Rusya, stratejik açıdan birçok eksikliği bünyesinde barındırmasına rağmen, NÜKLEER KAPASİTEYE SAHİP ORDUSUNUN VARLIĞINA GÜVENEREK, maksimum etki alanına ulaşmayı ve bu etki alanı üzerinden jeopolitik bir kurguyu gerçekleştirmeyi hedeflemektedir.
Bu bağlamda Rusya, soğuk savaş dönemindeki rol arkadaşı Amerika Birleşik Devletleri ile “ETKİ ALANLARININ PAYLAŞILMASI KONUSUNDA” ciddi bir gerilim yaşamaktadır. Aslında bu gerilimi oluşturanlar, dünya hakimiyeti mefkuresiyle hareket eden ve yeni dünya düzenini, Çin ve ABD arasında şekillendirecekleri gerilim üzerinden tanımlamak isteyen ve diğer tüm devletleri kendilerine tabi kılmak için büyük planlar kuran küreselci baronlardan başkası değildir.
Küreselciler, ABD- İngiltere ittifakı ile Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere hegemonyasına tabi devletleri, gerilimin bir safında konumlandırırken ; ZENGİN AVRUPA’yı , ekonomik olarak Çin’e açık olan ancak askeri ve siyasi olarak ABD kontrolünde bulunması gereken bir alan olarak tanımlamış bulunmaktadır.
Ancak küreselcilerin TAMAMEN PARÇALAMAK İSTEDİKLERİ RUSYA , planladıklarının aksine bir toparlanma sürecine girerek, yeniden bir güç merkezi olarak yükselmekte olduğundan, ABD HEGEMONYASININ AVRUPA’DAKİ GELİŞİM SÜRECİ DE SEKTEYE UĞRAMIŞ BULUNMAKTADIR. Zira küreselcilerin bu hususa yönelik olarak planlamış oldukları Avrupa hegemonyası , KAZAKİSTAN’IN BİR BÖLÜMÜNÜ İÇİNE ALACAK VE TÜRKİSTAN COĞRAFYASINI , ÇİN İLE ABD ARASINDA PAY EDECEK BİR YAKLAŞIMI İÇERMEKTEDİR.
Bu arada Türkiye’nin, önlenemez bir biçimde yeni ve büyük bir güç merkezi olarak ortaya çıkıp, Afrika’dan Moğolistan'a kadar olan topraklarda askeri- siyasi- dini ve ekonomik açıdan önemli etkiler meydana getirmesi, küreselcilerin bölgeye ilişkin tüm planlarını adeta mahvetmesi ve İpek Yolu projesini kontrol altında tutan Türk Devletler Birliği’ni şekillendirmesi , işlerin küresel güç merkezleri açısından daha da girift bir hal almasına neden olmuştur.
Ayrıca küreselcilerin güdümündeki ABD ile Rusya ve Türkiye’nin çekişmesi ve bu devletlerin kendi aralarındaki ekstra gerilimleri, Avrupa’nın da çeşitli ikilemler içinde kalmasına ve ABD’nin, Avrupa üzerindeki hakimiyetinin sarsılmasına neden olmuş bulunmaktadır. Çünkü Avrupa’nın bir bölümü, Türkiye ile ilişkilerini geliştirmek isterken, Almanya başta olmak üzere enerji açısından Rusya’ya bağlı olan ve Rusya’nın askeri tehdidine muhatap olmak istemeyen bir bölümü ise ABD’nin gerilim politikasına rağmen Rusya ile düşmanlık politikası gütmekten uzak durmayı tercih etmektedir. Bu durum ise ABD ÜZERİNDEN GELİŞEN KÜRESEL HEGEMONYANIN SINIRINI VE OLANAKLARINI BELİRLEMEKTEDİR. Bu durum karşısında ABD’nin uygulayabileceği strateji daralmakta ve Rusya ile anlaşmak ve Rusya’nın parçalanması ile ilgili faaliyetleri zamana yaymak biçiminde ortaya çıkmaktadır. Aksi takdirde gerilime ve yenilgiye uğrama durumu ile karşı karşıya kalmak gibi bir risk ufukta görünmektedir.
Bu fırsattan istifade eden Rusya ise ABD aleyhine ne kadar ilerleyebileceğini test edecek her türlü mekanizmayı devreye sokmuş, elinin Balkanlar’a hatta Afrika içlerine kadar uzanabileceğini ortaya koyarak güç gösterisinde bulunmuş ve muhtemelen koparabileceği tüm tavizleri de almıştır. Bu noktadan sonra gerek ABD ve gerekse Rusya açısından oynanan şey ise tüm dünyaya karşı sahnelenen bir tiyatrodan ibaret kalmıştır. Ancak bu tiyatronun, önümüzdeki süreci şekillendirecek önemli etkilerinin ve boyutlarının olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Çünkü herkes anlamalıdır ki hem ABD, hem Rusya hem de Türkiye, çok yönlü olarak birbirine rol yapmaktadır. ORTADA GİZLİ VE AÇIK OLMAK ÜZERE, HEM İKİ TARAFLI ANLAŞMALAR HEM DE DÜŞMANLIKLAR MEVCUTTUR. Hatta bu noktada mecburen ve göbekten bağlı oldukları küreselcilerle birlikte hareket eden İngiltere’nin, yan bir politika ile mümkün olduğunca Türkiye ile birlikte yürüyen adı konulmamış bir siyaset güttüğünü söyleyebilmek de BELKİ mümkündür. Ancak İngiltere’nin bu politik stratejisinin, BİZİ AVLAMAK İÇİN BİR YEM OLMA ihtimalinin bulunması nedeniyle, ihtiyatlı olmakta fayda olduğunu da görmek lazımdır…Çünkü İngiltere’nin ; ülkemizdeki politik arenayı, kendi lehine kontrol altına alma çalışmalarının uzun süredir devam ettiği de tarafımızca bilinmekte ve izlenmektedir.
Ana meseleye dönecek olursak, Tacikistan ile Kırgızistan arasındaki gerilimlerin de Rusya tarafından oluşturulduğunu söyleyebilmek olanaklıdır. Rusya, hem gerilim oluşturup hem de bu gerilim üzerinden Kırgızistan üzerinde yeniden askeri ve siyasi hakimiyet kurmaya çalışmaktadır. Ayrıca bu noktada elektrik kesintileri üzerinden Özbekistan’da oluşturulmaya çalışılan hoşnutsuzluk üzerinden planlanan muhtemel algı operasyonlarını , Afganistan- İran arasında çıkarılmaya çalışılan çatışmalardan hareketle hedeflenen ortamı da gözardı etmemek gerekmektedir.
Rusya, Ukrayna’ya SALDIRMAYACAĞINI ilan etmiştir ancak Rusya’nın bu ilanının, bir yanıltma stratejisi olması mümkün gibi görünse de gerçek olması şimdilik daha yüksek bir ihtimal gibi durmaktadır. RUSYA BU MANEVRA İLE Sayın Erdoğan’ın barışı sağlayan adam olma imkanını bloke etmiş ; gören gözler nezdinde Türkiye’nin, Rusya’yı durduran ülke olarak ön plana çıkmasını engelleme politikası güttüğünü ortaya koymuştur. Bu durumda, V.Putin’in Türkiye’ye gelmesi lüzumlu olmamasına rağmen, Türkiye’ye geleceğini daha önce açıklamış olması, RUSYA’NIN ÜLKEMİZİ İLGİLENDİREN BAŞKA BİR POLİTİKASININ söz konusu olduğunu da açık bir biçimde göstermektedir.
ABD’nin, UKRAYNA’YI ORTADA BIRAKMASI tüm dünya tarafından görülürken, Sayın R. Tayyip Erdoğan yönetimindeki Türkiye’nin, Rus tehdidi’nin ortadan kalkmadığı bir ortamda, ilgili herkes tarafından TEK ÇÖZÜM MERKEZİ olarak gösterilmesi, Türkiye’nin hem bölgedeki hem Avrupa üzerindeki hem de dünya sathındaki ağırlığını iyice arttırmaktadır. İşte Rusya, her ne kadar anlaşmış olsa da küreselcilere karşı oyun oynadığından, BENİM BÖLGEDEKİ MUHATABIM VE ÇÖZÜM ARADIĞIM MERKEZ TÜRKİYE DİYEREK onları delirtmeyi ve Türkiye ile ABD ilişkilerini biraz daha germeyi hedeflemektedir. Elbette Sayın Erdoğan da bu durumu, hem Avrupa’ya hem de ABD’ye karşı kullanarak, çeşitli noktalarda ülkemiz adına kazanımlar elde etmeyi ve Rusya’nın, Türkiye ile yakın ilişki içinde olma arzusu ve zaruretinden faydalanarak, küresel strateji tahtasında ülkemiz politikası lehine alan açmayı hedeflemektedir.
Önümüzdeki süreçte Rusya bağlamında DİKKAT ETMEMİZ GEREKEN YER, İngiltere’nin de işin içinde bulunduğu Ermenistan ile Türkistan coğrafyasındaki gelişmeler, DİKKAT ETMEMİZ GEREKEN ŞEY ise küreselci paganların en önemli hedefinin bir Türk- Rus savaşı çıkarmak olduğu gerçeğidir…
TÜRK DÜNYASI, Rusya tehdidine karşı hızlı ve etkili bir biçimde örgütlenmesini tamamlamalı , tüm eksikliklerini gidermek üzere hummalı bir çalışma içine girmelidir. BUGÜN UKRAYNA’NIN YAŞADIĞINI , önümüzdeki süreçte Türk dünyası olarak bizim yaşama ihtimalimizin bulunduğu hiçbir zaman aklımızdan çıkmamalı, askeri kapasitemizin ve işbirliğimizin stratejik örgütlenmeler doğrultusunda en yüksek seviyeye çıkarılması hedeflenmeli ve Rusya’nın bizim aleyhimize kurabileceği ittifaklar şimdiden bloke edilmelidir.
Rusya’nın bize karşı nerede tavizde bulunduğu değil, bizi nereden uzaklaştırmak istediği ve bize karşı hangi stratejik üstünlüklere sahip olduğu gözden kaçırmamız gereken husus olmalıdır.
Rusya ekseninde yeni dönem politikamız, AÇIKÇA İLAN ETMEDEN ; Rusya’nın zayıf noktaları üzerine oynamak, Rusya içindeki bağımsızlık hareketleri için çekirdekler oluşturmak, Rusya’yı iç karışıklığa sevk edecek zeminler üzerinde çalışmak , Rus gazının alternatiflerini geliştirmek, Ukrayna’nın askeri kapasitesini büyütmek, Balkanlar ve Doğu Avrupa'daki Rus etkisini bloke etmek ve en önemlisi nükleer silah kapasitesine ulaşmak üzerine olmalıdır...
29.01.2022// 01.22
SEDAT ÇETİNKAYA
.ENGEREK YILANI GİBİ HAREKET EDEN İRAN’IN ELİNE SİNSİLİK KONUSUNDA SU DÖKEBİLECEK BİR ÜLKE BULUNAMAYACAĞI GİBİ TAM BİR ZAVALLI VE BATI YARDAKÇISI OLARAK HAREKET EDEN GÜNÜMÜZ İTTİHATÇILARININ TAŞIDIĞI ZİHNİYETİN ORTAYA KOYDUĞU ACZİYETİN VE İHANETİN BİR ÖRNEĞİNE DE DÜNYA DURDUKÇA RASTLANILAMAYACAKTIR.
Herkes tarafından görülebildiği üzere ülkemizde ağır kış koşulları etkili olmaya başlamış ve bu bağlamda doğalgaz talebimiz de artmıştır. Ülkemizin doğalgaz sağlayıcılarından olan İran ise fırsattan istifade ederek ve aslında ORTADA GEÇERLİ HİÇBİR NEDEN BULUNMAMASINA rağmen, bir ARIZA BAHANESİYLE ülkemize yönelik doğalgaz akışını minimum seviyeye indirmiştir. Tam bir kesintiye gitmemesinin sebebi ise sözleşmeye bağlı yükümlülükleri açısından şimdiden bir savunma mekanizması oluşturmaktan başka bir anlam ifade etmemektedir.
İran, ülkemize yönelik bu hareketiyle İLERİDE NASIL KALLEŞÇE TAKTİKLERE BAŞVURABİLECEĞİNİ de göstermiş bulunmaktadır. Net ve açık olarak belirtmek gerekirse, İran karşıtı bir gerilimin içinde olduğumuzda, İran’ın ilk yapacağı şeylerden birinin, ÜLKEMİZE YÖNELİK DOĞALGAZ AKIŞINI KESMEK olduğu ortaya çıkmış bulunmaktadır. İran, mezhepsel yaklaşımını, Pers milliyetçiliğinin önüne gölge ederek dünyaya bakan, geçirdiği devrimle bir İslam devleti değil, siyonizme hizmet eden bir devlet yapılanması kuran, TİCARETİNE DE DOSTLUĞUNA DA GÜVENİLEMEYECEK BİR ÜLKE olarak karşımızda durmaktadır. BU GERÇEĞİ GÖRMEK İSTEYENLERİN, İRAN'IN ; İslam dünyasında oluşturduğu ikiliğe, siyasi fikriyatına, İsrail- ABD ve küreselcilerle olan gerçek ilişkilerine, Filistin- Irak- Yemen- Suriye- Azerbaycan- Afganistan- Türkmenistan gibi ülkelerle ilgili fitne politikalarına, Güney Azerbaycan Türklerine yaptığı zulme, Afgan göçmenler üzerinden ülkemize yönelik olarak geliştirmeye çalıştığı politikaya, PKK’ya olan desteğine, Türk tırlarına yönelik uygulamalarına bakmaları yeterli olacaktır. Herkes bilmelidir ki Humeyni rejimi, İran’a özgü bir FETÖ (CIA) oluşumunun, İran’da iktidar bulmuş halinden başka bir şey değildir. Bu nedenle ülkemizin İran’dan satın almakta olduğu doğalgazın ACİLEN ALTERNATİFİ OLUŞTURULMALI ve İran’ın yaptığı bu ahlak dışı ve kalleş hamlenin karşılığı, YARDIMIMIZA İLK İHTİYAÇ DUYDUĞU ANDA mutlaka verilmelidir.
Aslında İran’ın bu hamleyi oluştururken TEK BAŞINA OLMADIĞINA da özellikle dikkat etmek gerekmektedir. Çünkü İran’ın bu hamlesi, İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ile Rusya Federasyonu Başkanı V. Putin arasında geçen görüşmeden sonra gerçekleşmiş bulunmaktadır. Bu durum, İRAN İLE RUSYA’NIN İŞBİRLİĞİ İÇİNDE HAREKET ETTİKLERİNİ ve Avrupa’ya yönelik gaz akışını, Türkiye’nin kendi ihtiyaçlarına yönelmesini sağlayarak azaltmak biçiminde sinsi bir taktik içinde olduklarını ortaya koymaktadır. Elbette bu noktada RUSYA, bu eylemi doğrudan doğruya gerçekleştirmemekte, vermiş olduğu bir tavize ( ki bunun ne olduğu da önemlidir ) bağlı olarak İRAN ELİYLE GERÇEKLEŞTİRMEYİ YEĞLEMEKTEDİR. Rusya’nın amacı ilk etapta, Avrupa üzerinde baskı oluşturmak suretiyle Avrupa’yı tehdit etmek, elde etmek istediklerini göstere göstere gerçekleştirmek için taviz zemini oluşturmak, Türkiye’ye hem doğalgaz hem de Ukrayna ile ilişkilerini gözden geçirmesi anlamında gizlice gözdağı vermek olarak tanımlanabilir. Ancak aynı Rusya’nın, ABD yönetimine hakim olan küreselcilerle anlaşmış olması durumunda ; Türkiye’yi, Doğu Akdeniz’den çıkarılacak İsrail gazına yönlendirmeyi hedefleyen bir yaklaşım içinde tanımlanabilmesi de olasılıklar içinde bulunmaktadır. Eğer böyle bir gizli yönlendirme varsa, Türkiye’nin alternatif olarak yönelebileceği Azerbaycan – Türkmenistan ve Katar bağlamında bazı sorunların ortaya çıkma ihtimali bulunduğunu söyleyebilmek de mümkün bulunmaktadır. Yani kısaca bu hususlar ile ilgili olarak da dikkatli ve ön alıcı bir politik yaklaşım içinde olmamız gerekmektedir.
Rusya süreç içinde uğrayabileceği zararın karşılığını, ortada hiçbir neden yokken küreselcilerce artışı sağlanan doğalgaz ve petrol fiyatları bağlamında FAZLA FAZLA ÇIKARACAK ve hatta büyük bir kazanç elde edecektir. Türkiye, İsrail gazına yönlendirilebilirse, İsrail açısından var olan kaynak sorunu, küreselcilerce çözülmüş olacak ; TÜRKİYE İLE İSRAİL İLİŞKİLERİ, kopması zor olan bir ticari ilişkinin üzerine bina edilerek, İSRAİL’İN GÜVENLİĞİ DE GARANTİ ALTINA ALINMIŞ OLACAKTIR. Çünkü bu durumda Türkiye, İsrail gazına bağımlı hale gelecek ve çok dirayetli bir yönetim başta olmadığı müddetçe kolay kolay tek yanlı adım atamayarak İsrail aleyhine bir politika izleyemeyecektir. Böylece ABD’nin, Irak ve Suriye başta olmak üzere Ortadoğu coğrafyasında uygulamak istediği stratejinin de önü açılacaktır. Görülebildiği üzere İLKESİZ VE KÜRESEL SİYASETTEN BİHABER KİŞİ VE ODAKLARIN ÖNERDİĞİNİN AKSİNE YAPMAMAMIZ GEREKEN TEK ŞEY , İSRAİL GAZININ TÜRKİYE ÜZERİNDEN PAZARLANMASINA OLANAK SAĞLAMAKTIR. YAPMAMIZ GEREKEN ŞEY İSE ; Azerbaycan- Türkmenistan- Kazakistan- Katar gibi dost ve kardeş ülkelerin durumlarında Türkiye aleyhine yaşanacak siyasi ve askeri değişimlere engel olmaktır. Zira bizi İsrail gazına mahkum etmek ve bağlamak için diğer alternatiflerimizi yok etmeye çalışacaklarını kesin olarak söyleyebilmek mümkündür. RUSYA İLE TÜRKİYE ARASINDA ARZULADIKLARI ŞEKİLDE BİR SAVAŞ ÇIKARABİLMELERİ DURUMUNDA, Rusya’nın Türkiye’ye yönelik doğalgaz vanalarını kapatması, Gürcistan’ı işgal ederek Azerbaycan’dan gelen hattı bloke etmesi, İran’la ittifak halinde bulunması nedeniyle İran’dan gaz tedariğinin zora girmesi, Katar’ın ülkemize yönelik sıvılaştırılmış doğalgaz ihracatının çeşitli biçimlerde engellenmesi gibi durumlarda ülkemizin yaşayacağı sıkıntıyı herkesin görmesi gerektiğini ifade etmek isterim.
Bu arada Rusya tarafından İran'a verilen tavizin, mutlaka ama mutlaka, Suriye'de ve Zengezur bölgesinde bir yansıması olacağını da şimdiden ifade etmek ve ilgililerin dikkatini bu hususa çekmek isterim.
İşte tüm bu gerçekliğin farkında olan ve stratejisini bir usta edasıyla sahnelemekte olan Sayın R. Tayyip Erdoğan’ın, askeri- siyasi ve ekonomik tüm çabalarının, ülkemizdeki işbirlikçi bir zihniyet tarafından zora sokulması ise NE ANLAŞILABİLİR NE DE KABUL EDİLEBİLİR BİR DURUMA tekabül etmemektedir. Örneğin CHP zihniyetinin, nasıl niteliksiz ve kapasitesiz bir yaklaşımı temsil ettiği, basit bir kar yağışında bile tüm çıplaklığıyla ortaya saçılmış durumdadır. Bu zihniyetin, bu ülkeye verebileceği ne bir hizmet anlayışına ne de bir vizyona sahip olmadığı tereddüte dahi yer bırakmayacak bir şekilde ortada durmaktadır. Emin olunuz ki UTANMASALAR ; “herkes eline kazma küreği alsın, gerekli temizliği kendisini yapsın, biz kar temizliği yapmak için mi belediye başkanı seçildik YA DA kardır yağar, havalar ısınınca kendiliğinden kalkar diyecek kadar da acizdirler. Ülke yönetmek, büyük projeler gerçekleştirmek, stratejik hedefler peşinde koşmak, dünya vizyonuna sahip olmak bu zihniyetin yanından bile geçmemiştir. İTTİHATÇILARIN GÜNÜMÜZDEKİ TEMSİLCİLERİ ; müslümana ve İslam’a saldırmak için fırsat kollayan, küresel güç merkezlerinin güdümüne girmiş, aciz, benliğini yetirmiş bir Türkiye’nin hayaline sığınan ve bunu yaparken de oluşturdukları bağnaz düşünce kalıplarının ve çeşitli kalkanların arkasına gizlenen niteliksizler güruhudur.
Allah’ı, peygamberini, kutlu devletini, vatanını ve milletini seven ve geleceğini düşünen herkes ; bu kokuşmuş, bağnaz, gerici, işbirlikçi , bölücü , aşağılık kompleksinde boğulmuş zihniyet ile arasına mesafe koymalı ve şimdiye kadar yaptıklarını bir tarafa bırakarak, her zerresinden ihanet fışkıran zihniyetle irtibatını kesmelidir.
İNANCIMIZA, LİDERLERİMİZE VE DEĞERLERİMİZE KÜFREDİP ; BUNU, FİKİR ÖZGÜRLÜĞÜ VE SANAT BAĞLAMINDA SUNARAK KENDİLERİNİ MÜLKÜN SAHİBİ ZANNEDENLER, SIRADAN BİR HİÇ OLDUKLARINI ÇOK YAKINDA GÖRECEKLERDİR…
İTTİHATÇILAR TAM KADRO ARAMIZDA OLSA DA YILDIZ'IN SAVAŞÇILARI DA EKSİKSİZ SAHADADIR.
TARİHE YÖN VERENLERİN, KUT ALMIŞLARIN SOYUNDAN BİR NESİL, ADIM ADIM KÜRRE-İ ARZ’I DEVRALMAKTADIR. KENDİNİ, DÜNYANIN SEÇİLMİŞ EFENDİSİ ZANNEDEN SÜNEPELERE İLANEN DUYURURKEN, GÜCÜNÜZ YETİYORSA GELİN VE BİZİ DURDURMAYI DENEYİN DİYORUM…
25.01.2022 / 18.13
SEDAT ÇETİNKAYA
.AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ, TÜRKİYE’YE KARŞI SİNSİ BİR STRATEJİ DAHİLİNDE ROL YAPMAKTADIR... ABD’NİN YENİ HEDEFİ, TÜRKİYE İLE RUSYA ARASINDA BİR SAVAŞ YAŞANMASINI SAĞLAMAK ÜZERİNE KURGULANMIŞ BULUNMAKTADIR...
Küreselci paganların güdümünde yönetilmeye devam eden ve bu çok sinsi güç merkezi tarafından her yönüyle kuşatılmış olan Amerika Birleşik Devletleri üzerinden yeni bir dünya düzeni kurgulanmaktadır.
BU YENİ DÜNYA DÜZENİ KURGUSU ;
1. Diğer enerji kaynaklarının reddedilerek, yenilebilir enerji kaynaklarının kullanılmasını,
2. Dünya üzerinde hakimiyet sağlamaya hizmet eden kurumlara sahip olarak ortaya çıkacak ve dünya sathında uygulanabilecek kararlar alma imkanına kavuşturulmuş devletler üstü yeni bir gücün varlığını,
3. Küresel güçlerin kontrolünde olacak, ülkelerin değerli maden blokelerine bağlı olarak şekillenecek ve uluslararası ticarette kullanılacak dijital küresel paraya geçişi,
4. İnsan nüfusunun süreç içinde kontrol altına alınıp azaltılmasını sağlayacak çok yönlü uygulamaların gerçekleştirilmesini,
5. İnsanlığın, Metaverse uygulamasının gelişmiş versiyonları çerçevesinde yeni bir algı ve yaşam biçimine geçirilmesini,
6. İnsanlığın, sahte bir yaratıcıyla tanıştırılarak dinsizleştirilmesini,
7. İnsanlığın, dijital dünyaya ilişkin zorunlu uygulamalar çerçevesinde kontrol altına alınmasını ve
8. İnsanlığın yeni gıda ve beslenme biçimleriyle, genetik kökeninin temelini teşkil eden geleneksel gıda ve beslenme biçimlerinden uzaklaştırılmasını ESAS ALMAKTADIR...
TÜM İNSANLIK BİLMELİDİR Kİ küreselci paganlar, bu stratejilerinden hiçbir şekilde vazgeçmeyeceklerdir. Ayrıca onlar, bu düzenin gerçekleştirilmesi noktasında Türkiye’nin, Türk Dünyası’nın ve Türkiye’nin yönlendirmesinde hareket edecek İslam aleminin, kendileri için en büyük engeli teşkil edeceğini de bizden daha iyi bilmektedir.
KÜRESELCİLER, ABD- Çin karşıtlığı üzerinden ve Çin’in dünya üzerindeki baskın nüfus gücünden hareketle ticari ve askeri bir kurgu oluştururken, EŞ ZAMANLI OLARAK ; Afrika ve Ortadoğu’yu dizayn etmeyi , Türkiye ve Rusya’yı parçalamayı, Avrupa, Güneydoğu Asya ve Amerika kıtasını ise kendi kontrollerindeki bir pazara çevirmeyi hedeflemiş bulunmaktadır.
KÜRESELCİLER, Çin’e büyük yatırımlar yaparak Çin’i dünya sathında ön plana çıkarırken, Rusya ile bilinçli bir gerilim politikası oluşturarak askeri kapasiteden uzak olan Avrupa’yı, ABD hegemonyasına açık halde bıraktıkları gibi Rusya üzerinde yaptırımlar ve baskılar uygulamak suretiyle ; Rusya’yı, Avrupa’yı tehdit noktasında öcü olarak kullanmışlar hem de Rusya’yı parçalama emellerinin altyapısına yatırım yapmışlardır.
ANCAK BU SIRADA TÜRKİYE , onların tahmin edemedikleri bir şekilde güçlenmeye başladığı gibi önünü alamadıkları bir siyasi stratejiyle, küreselci paganların planlarını mahvetmeye başlamıştır. Zira Türkiye, ortaya koyduğu siyasi ve askeri stratejiyle küreselcilerin; Ortadoğu , Afrika ve Akdeniz politikalarını büyük ölçüde bloke etmiş, Avrupa’nın ve batının kendi başına hareket etmeye çalışan güç merkezleri açısından ilan edilmemiş bir siyasi müttefik olarak ortaya çıkmış, Rusya ile işbirliği içinde küreselcilerin siyasi ve ticari planları üzerinde daha etkili bir angajman oluşturmaya başlamış, küreselcilerin Çin’in hegemonyasına katmak istedikleri Türkistan coğrafyası- Afganistan ve Pakistan üzerindeki planları bozarak kendi planlarını aktif hale getirmiş ve yeni dengeler oluşturmuştur.
Bu arada Rusya da S.S.C.B.’nin yeni bir versiyonunu oluşturmanın hayaliyle, boyundan büyük işlere kalkarak, etki sahasını genişletecek şekilde hareket etmeye başlamıştır. Elbetteki bu durum da bir noktadan sonra küreselci paganların ABD üzerinden geliştirdikleri stratejiye zarar verir bir hal almıştır. Bunun üzerine önce Suriye coğrafyasında sonrasında ise Ermenistan üzerinden kurguladıkları bir taktikle, Türkiye-Rusya savaşı çıkarmak istemişlerdir. Her iki devletin de tarihten edindikleri tecrübe ışığında ( ki CHP zihniyetinde bu tecrübenin zerresi yoktur ) uyanık davranması nedeniyle bu hususta başarılı sağlayamamaları üzerine Ukrayna meselesi üzerinden yaptıkları hamleler sonrasında Rusya’ya sunmuş oldukları göstermelik uzlaşma yaklaşımını müteakiben bel altı bir vuruşla Kazakistan üzerinden planladıkları kurgu ile hem Rusya’ya hem de Türk Devletler Teşkilatı’na bir darbe vurmak istemişler ancak yine başarılı olamamışlardır.
Bu noktada küreselcilerin Türkiye- Yunanistan ilişkilerini gererek, bir Türk- Yunan savaşı planlamış olsalar da bu planlarını, söz konusu savaşın NATO’nun varlığına yönelik olumsuz etkisi ve şartların henüz elverişli olmaması nedeniyle ertelemek durumunda kalmış olduklarını da belirtmek isterim.
Bu makaleyi kaleme almama neden olan asıl önemli konu ise, ABD üzerinden Türkiye’ye yönelik olarak gelişen küreselci politikalarda gerçekleşen bazı değişimlerdir. Zira bu değişimler hem hızlı gerçekleşmiş hem de dikkat çekici bir hal almış bulunmaktadır. Çünkü ABD yönetimi, kafasına bir taş çarpmış gibi hareket etmeye başlamıştır.
ABD ; Türkiye’ye büyükelçi ataması yapmış, Doğu Akdeniz’de Türkiye aleyhine provoke ettiği Eastmed Boru Hattı projesine desteğini çekmiş, Yunanistan'ı ortada bıraktığını ima edecek yaklaşımlar getirmiş, Pentagon’dan ve Avrupa Birliği’nden Türkiye’nin önemine dair açıklamalar kamuoyuna yansıtılmaya başlanmış, Türkiye’ye F 35 satışlarının gerçekleşebileceğine ilişkin bir havuç gündeme sızdırılmış, Çin ile Türkiye ilişkileri üzerinde yumuşama sağlanmasına yönelik görüşmeler yaşanmış ve Rusya’nın, Ukrayna’ya saldırabileceğine dair istihbarat raporları sızdırılmıştır.
Bu noktada Sayın İlham Aliyev’in, durumdan faydalanarak ve Rusya’yı karşısına alarak ; Kırım’ın, Ukrayna toprağı olduğunu belirleyen açıklamasını da bir kenara dikkatle yazma gereğinin bulunduğunu ve bu ifadenin zihinsel derinliğinin iyi irdelenmesi gerektiğini de ifade etmek isterim...
Rusya, ABD ile vardığı mutabakata güvenerek Ukrayna’ya saldırma hatasına düşerse ; ABD’nin, NATO ve Türkiye- Ukrayna ilişkilerini, Azerbaycan- Ermenistan gerilimini, Suriye ve Libya’daki zemini ve Rusya’nın Türkistan coğrafyası üzerindeki arzularını kullanarak, bir Türk- Rus savaşı çıkarıp, kendi hedefleri için engel teşkil eden güçleri bertaraf etmeye yönelmesi en akılcıl strateji olarak ortaya çıkmaktadır.
Bizim yapmamız gereken şey ise, ABD’nin daha doğrusu küreselcilerin içine düştüğü bu açmazı kullanarak ; iç siyaseti arzuladığımız şekilde dizayn etmek, ekonomik baskıları ortadan kaldırmak, Suriye – Libya ve Doğu Akdeniz politikasında ileri hamleler yapmak, Rusya ile varolan gizli anlaşmamızın üzerinden geçerek saldırmazlık iradesini karşılıklı olarak yenilemek, Avrupa ve Çin üzerindeki etkimizi arttırmak ve onları Türkiye’ye karşı taviz vermeye zorlamak, Türkistan coğrafyasını gerçek bir askeri güç haline getirmek için strateji geliştirerek icra etmek olmalıdır…
TARİH, GERÇEK EFENDİSİ İLE YENİDEN YOL YÜRÜMEYE BAŞLAMIŞTIR…
16.01.2022 // 01.55
SEDAT ÇETİNKAYA
.GELİŞMİŞ SİLAH ÜRETME KAPASİTESİ, TÜRKİYE’NİN KÜRESEL BİR GÜÇ OLARAK VARLIK KAZANMASININ ALTIN ANAHTARIDIR…
Küresel güçlerin ve dünya siyasetini kontrol eden para baronlarının bulunduğu bir dünyada, BAĞIMSIZ SİYASET TAKİP ETMEK İSTEYEN ve kendisini küresel bir güç olarak tanımlamak isteyen bir ülkenin, gelişmiş bir silah sanayisine sahip olması zorunluluğu bulunmaktadır...
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kuruluşunu müteakip bünyesine yerleşen güçlerin etkisi ve engellemesiyle ve üyesi olduğu NATO yapılanması çerçevesinde İÇİNE DÜŞÜRÜLDÜĞÜ TESLİMİYET nedeniyle, sahip olma yolunda adımlar attığı SİLAH SANAYİSİNİ TASFİYE ETMEK durumunda kalmış ve ABD’nin SİLAH ÇÖPLÜĞÜ haline gelmiş bir ülke konumunda bulunmaktaydı...
Kıbrıs Barış Harekatı sonrasında kurduğumuz bazı savunma sanayi şirketleri de parlamenter sistemin ortaya çıkardığı çok parçalı yapı nedeniyle siyasi istikrarın bulunmaması, sınırlı ekonomik kaynakların terörle mücadele kapsamında kullanılması ve en önemlisi ülkeyi yönetin siyasetçilerin, ABD hegemonyasına karşı duracak bir anlayışa, dirayete ve yeterliliğe sahip olmaması nedeniyle çok kısıtlı alanlarda faaliyet göstermekten öteye geçememiştir.
AK Parti hükumetlerinin iktidara gelmesini müteakip, silah üretimi konusunda ciddi bir destek ve faaliyet sahası oluşmaya başlamış ve ülkemiz için konvansiyonel savaş sistemlerini ZİRVE NOKTASINDAN yakalama imkanı doğmuştur. Bu bağlamda ülkemizin savunma sanayisinin ortaya çıkışını ve gelişimini, AK PARTİ ÖNCESİNE BAĞLAYANLARIN, ulaştığımız kapasitenin sahibi olan AK PARTİ'Yİ FİGÜRAN ROLÜNE KOYMAK İSTEYENLER ya da onlara yalakalık yapanlar olduğunu da dikkatlerinize sunmak isterim. Şayet Ak Parti hükumetleri ve Sayın Erdoğan’ın geleceği görerek yol açan siyaseti olmasaydı, halen milli piyade tüfeğini dahi üretememiş bir konumda olacağımızı söyleyebilmek mümkündür...
Günümüz itibariyle ihtiyacımız olan her türlü silah ve platformu %100 yerli ve milli olarak üretme kabiliyetine kavuşmuş olduğumuzu da ifade etmek isterim. Silah sanayimiz için ifade edilen % 70 – 80 gibi yerlilik oranları, envanterimizde bulunan yabancı kaynaklı uçak- gemi- tank gibi aslında muadillerini üretme kapasitesine ulaştığımız silah ve platformların varlığından kaynaklanmaktadır. Şuan üretemiyor gözüktüğümüz şeyler, üretme imkanına sahip olduğumuz ancak üretiminin gerçekleşmesi için teknik nedenlerle sadece zamana ihtiyaç olduğumuz hususlardır. Örneğin Altay Tankı’nı üretmek için sadece ama sadece güç grubuna ihtiyacımız bulunmaktadır. Bu güç grubunun gerekli kalifikasyon sürecini tamamlaması, seri olarak üretilmesi, gerekli testleri müteakip ilgili birimlerce teslim alınması ve tank üretim sürecine dahil edilmesi, ÜRETEMEME SORUNUNU DEĞİL sadece ama sadece bir ZAMAN MESELESİNİ işaret etmektedir.
Henüz kendisi için ve çok sınırlı da olsa dost ve müttefikleri için üretim yapma kapasitesine ulaşmış olan ülkemizin önünde çok büyük bir SİYASET ALANI ve SİLAH PAZARI bulunmaktadır. MERMİDEN İNSANSIZ SAVAŞ UÇAĞINA KADAR DONATACAĞIMIZ ONLARCA DOST VE MÜTTEFİK ORDU MEVCUTTUR. Ülkemizin böyle bir güce ulaşması durumunda ulaşacağı siyasi gücü tanımlamak bile müthiş bir gelecek tasavvurunu içermektedir.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ ; çok özel coğrafi konumunu, ekonomik kapasitesinin sunduğu avantajları, büyük devletlerin bakiyesi üzerinden yükselme imkanını ve çok yönlü ilişkilerini kullanarak büyük bir devlet olma imkanına sahip olsa da EN AZ BUNLARIN TAMAMI KADAR ÖNEMLİ OLAN SİLAH ENDÜSTRİSİ İLE küresel bir güç olma imkanını da elinde bulundurmaktadır. Yatırım yapan ve çalışan her ülke silah üretebilir ancak bu silahları her üreten satamayacağı gibi SİLAH ÜZERİNDEN SİYASİ STRATEJİ GELİŞTİRME ve JEOPOLİTİK DENGE KURMA imkanına her ülkenin sahip olması da imkansızdır. İşte Türkiye, bu nadir ülkelerden birisidir. Ürettiği silahları ; Rusya’nın, Çin’in, Almanya’nın bile satamayacağı kadar çok ülkeye satabileceği gibi bu satışları üzerinden büyük jeopolitik planları gündeme taşıyabilecek özel bir kapasitesi de bulunmaktadır. Türkiye’nin S 400 örneğinde olduğu gibi bir silahı satın alması bile küresel dengeleri etkileyecek düzeyde önem taşımaktadır.
Yerli işbirlikçileri vasıtasıyla ülkemizin yönetimini ele geçirmeye çalışan batılı küresel güç merkezlerinin, bu amaçlarına ulaşması durumunda yok etmeye çalışacakları ilk milli varlıklarımızdan birinin, savunma sanayimiz olacağı da kimsenin hatırından çıkmamalıdır.
Herkes görmeli ve bilmelidir ki geçmiş yüzyılın ordumuzda oluşturduğu eksikleri gidermiş olduğumuz gibi günümüzün öncüleri arasına da girmiş bulunmaktayız. Ulaştığımız silah endüstrisine ilişkin kapasitenin, ülkemize sağlayacağı gücü önümüzdeki 10 yıl içinde herkes görecek ve hayretler içinde kalacaktır. DÜNYA MEDYASI , ülkemizdeki savunma sanayi haberlerini işleyen ve ulaştığımız kapasitenin istemeyerek de olsa reklamını yapan yayınlarla dolacaktır. Halen çok az kişi fark ediyor ve biliyor olsa da Türkiye Cumhuriyeti Devleti, GELECEĞİN SİLAH VE MALZEMELERİNİ üretme yolunda hızla ve gizlice ilerlemektedir.
ÖNÜMÜZÜ KESEBİLMELERİ İÇİN İKİ İHTİMALLERİ BULUNMAKTADIR. Bunlardan birincisini 2023 seçimlerinde Cumhur İttifakı’nın başkan adayı olacak Sayın Erdoğan’ın seçimleri kazanmasını engellemek , bunun olmaması durumunda şekillenecek ikinci ihtimali ise Türkiye’yi bir savaşın ya da iç savaşın içine sokarak, silah üretim kapasitesinin daha da gelişmeden ortadan kaldırılmasını sağlamaK oluşturmaktadır. Ancak büyük uğraşlar verecek olsalar da her ikisinde de başaralı olamayacaklarını şimdiden belirtmek isterim.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, önce TÜRK DEVLETLER BİRLİĞİ'Nİ OLUŞTURMAK ve daha sonra bu yapı üzerinden, Türk- İslam coğrafyasına ve ezilen halklara liderlik etmek şeklinde tanımlanabilecek hedefine ulaşma yolunda hızla ilerleyecektir. Bu yolda olumsuz olarak tanımlanabilecek gelişmeler ortaya çıkacak olsa da bunların beklenmeyecek şekilde olumlu sonuçlar doğurduğunu da herkes görecektir. İLAHİ İRADENİN HÜKMÜ bu doğrultuda olduğundan, tezahürü de hem Türkiye’nin hem de İslam dünyasının lehine bir şekilde gerçekleşecektir...
Bu bağlamda belirtmek isterim ki batının içimizdeki şakşakçılarının ve Allah inancından nasibini almamış faşist yobazların, ağızlarından salyarak akıtarak kudurmuşçasına saldırmaları da bu gerçeği değiştirmeyecektir.
BU DÜNYADAKİ HİÇBİR GÜÇ, yapılacak seçimlerde Türkiye Cumhuriyeti Devleti yönetimini elimizden alamayacağı gibi Müslüman Türk Milleti’nin dev bir ordu olarak yükselmesini ve cihan hakimiyeti mefkuresiyle ilerleyerek dünya üzerinde şekillenmiş en büyük güce dönüşmesini de engelleyemeyecektir...
ŞİMDİ HERKES KENDİSİNE ; ben, bir dev gibi ayağa kalkan ve yükselmekte olan bu ordunun bir ferdi miyim ? yoksa batının kuklası, aşağılık bir zihniyetin yardakçısı mıyım ? diye sormalı ve tiyniyetince hareket etmelidir...
14.01.2022 – 21.23
SEDAT ÇETİNKAYA
.KAZAKİSTAN’DA YAŞANAN OLAYLARIN SİYASİ VE STRATEJİK ANALİZİ ÜZERİNDEN, KÜRESEL SAVAŞIN DEĞERLENDİRİLMESİ…
Günümüz dünyasında, 208 adet devletin varlığı ilan edilmiş olsa da bu devletlerin önemli bir bölümü, KÜRESEL GÜÇ MERKEZLERİNİN kontrolü altında bulunduğundan, bağımsız bir devlet hüviyetine sahip değildir. Bu güç merkezlerinin doğrudan doğruya kontrolünde olmayanların ise ya bir ittifakın ya da gizli bir anlaşmanın tarafı konumunda bulunduklarını söyleyebilmek mümkündür...
20 nci yüzyıl bağlamında dünya üzerinde, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri arasında şekillenen bir siyasi güç dengesi bulunmaktaydı. Ancak bu güç dengesini kuranlar, ne ABD vatandaşları ne Rus’lardı. Zira “SOĞUK SAVAŞ” strateji üzerinden bu dengeyi oluşturanlar, her iki ülkede de etkili olan küresel para baronlarından başkası değildi.
Küresel para baronları, 21 yüzyılın hazırlığını yaparken ; önce S.S.C.B.’nin yıkılmasını, sonrasında ise bizzat devreye girip Çin’in gelişmesini sağlayarak büyük plana ilişkin çerçeveyi hazırlamışlardır. Bu arada Türkiye- Japonya- Almanya- Fransa- Mısır- Suudi Arabistan- Pakistan- Hindistan gibi ülkeler de çeşitli şekillerde kontrol altında tutulmaya çalışılmıştır.
Bu süreçte dünya ticareti ve siyaseti açısından ÜÇ ÖNEMLİ PROJE için de ciddi adımlar atılmış bulunulmaktadır. Bunlardan birisi Çin üzerinden geliştirilen İPEK YOLU PROJESİ , diğeri ABD üzerinden geliştirilen BÜYÜK İSRAİL PROJESİ , sonuncusu da FETÖ yapılanması üzerinden şekillendirilmeye çalışılan TÜRKİSTAN’A HAKİM OLMA PROJESİ’dir.
Ancak bu arada küresel para baronlarının planlarını bozan ve dünya üzerindeki gerilimi yükselten İKİ BÜYÜK GELİŞME ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, S.S.C.B.’nin dağılmasından sonra V.Putin’in ortaya koymuş olduğu liderlik çerçevesinde Rusya’nın kendi kontrollerinde olmayan bir güç olarak yeniden etkili olmaya başlaması ; diğeri ise R.Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin, küresel etkiye sahip bölgesel bir güç olarak yükselmesidir. Özellikle Türkiye ; Afrika- Ortadoğu- Akdeniz- Balkanlar- Karadeniz- Kafkaslar- Ortaasya – Afganistan ve Pakistan gibi coğrafyalarda, küreselci paganlar açısından ciddi bir tehlike arzetmeye başlamış, her zeminde onların planlarını bozmuş bir ülke olarak ortaya çıkmıştır.
Küresel para baronları, bu stratejik saha zemininde önce hem Rusya’ya hem de Türkiye’ye yüklenmeyi denemişler ancak her ikisi açısından da durumu değiştirecek bir netice almayı başaramamışlardır. Bu süreçte hem Türkiye hem de Rusya, tüm aktörlere karşı aldatıcı ve kendi planlarını uygulamak için zaman kazanıcı bir politika uygulamayı başarmıştır.
TÜRKİYE ; Afrika üzerinde gerçekleştirdiği çok yönlü açılımla, Doğu ve Orta Akdeniz’de ortaya koyduğu tehditle , ABD’nin ve dolayısıyla küresel para baronlarının Ortadoğu politikasını kesintiye uğratan gücü ve askeri stratejisiyle, bir CIA yapılanması olan FETÖ’yü etkisiz kılmaya matuf politikasıyla ve geliştirdiği Türk Devletler Birliği hedefiyle, küreselci para baronlarının asla öngöremediği bir güç olarak ortaya çıkmış ve onların 3 planını da temelinden sarsmış bulunmaktadır. Ayrıca TÜRKİYE'nin ;
1. Küreselcilerle aynı cephede bulunmak durumunda kalmış olan İNGİLTERE,
2. Avrupa kıtası hakimiyetini sürdürmek ve ABD hegemonyasından kurtulmak isteyen ALMANYA,
3. Çin’in gelişmesinden, varlığı üzerinde hakimiyet oluşturmasından rahatsız olan ve yine ABD işgalinden kurtulmak isteyen JAPONYA,
4. Kendisine yeni bir güç zemini arayan İSLAM DÜNYASI,
5. Ve RUSYA FEDERASYONU ile çeşitli çıkar zeminlerinde siyasi – askeri ve ekonomik temelli politikalar geliştirme ihtimali bulunması da küreselci paganlar nezdinde büyük bir korku meydana getirmektedir…
Ortaya çıkan bu yeni denge karşısında küreselci para baronları, Avrupa’yı hem askeri olarak hem de enerji arzı cihetinden tehdit eden, batının Ukrayna üzerinden geliştirdiği blöfü görerek Ukrayna’yı işgal edebileceği tehdidini ortaya koyan ve İpek yolu projesi bağlamında Çin’i bloke edebileceğini hem Suriye hem de Doğu Akdeniz politikası açısından gösteren RUSYA İLE GÖZ BOYAMA AMACINA HİZMET EDEN BİR ANLAŞMA ZEMİNİ ARAMAYA BAŞLAMIŞLARDIR. Onların amacı, V.Putin sonrasına yatırım yapmak için zaman kazanmak, Rusya’nın amacı da Büyük Rusya’nın temellerini atmak ve hedeflediği güce ulaşmak için üzerindeki baskıyı ortadan kaldırmaktır.
İşte bu bağlamda küreselci para baronları ile Rusya arasında oluşan anlaşma zemininden, henüz kesin olarak emin olamasam da Çin ile Rusya arasında şekillenen bir mutabakat doğmuş gibi görünmektedir. Bu bağlamda KARŞIT AÇIKLAMALARA İHTİYATLA BAKMAK gerektiğini de ifade etmek isterim. ÇÜNKÜ RUSYA İLE KÜRESEL PARA BARONLARI ARASINDA BİR ANLAŞMA VARSA, GERÇEK HEDEFİN, TÜRK BİRLİĞİ OLMA İHTİMALİ ÇOK YÜKSEK, YAPILAN AÇIKLAMALAR DA ROL İCABIDIR... BATI VE KÜRESEL PARA BARONLARI, TÜRKİYE'NİN GÜÇ KAZANMASI YERİNE RUSYA'NIN ÖN PLANA ÇIKMASINI HER ZAMAN TERCİH EDECEKTİR...
Bu arada Türkiye’nin, ekonomik temeli bulunmayan bir tezgah çerçevesinde kendi ekonomik problemleriyle uğraşır halde bulunması nedeniyle Suriye operasyonundan uzaklaşmasından ve konsantrasyonunun dağılmasından FAYDALANMAK İSTEYEN KÜRESELCİLER , İpek yolu projesi ve yeni dünya düzeni açısından büyük öneme sahip olan Kazakistan üzerinden geliştirdikleri GEZİ OLAYLARI BENZERİ BİR ATAKLA, Türkiye’nin ileri stratejisinin önünü kesmeyi, bir uzlaşmaya varmış olsalar da Rusya’yı gafil avlamayı, Kazakistan’ı Çin hegemonyasına yaklaştırmayı ve tıpkı Azerbaycan- Ermenistan savaşında olduğu gibi Türkiye ile Rusya Federasyonu ilişkilerini bozarak iki devleti karşı karşıya getirmeyi hedeflemişlerdir. Zira açık istihbarat verilerinden anlaşıldığı üzere Kazakistan’daki olayların ortaya çıkmasında ana faktörün ABD olduğu ancak gerçekleştirilen istihbaratla Rusya’nın da bu duruma hazırlıklı olduğu anlaşılmaktadır.
Zaten KAZAKİSTAN YÖNETİMİNİN, sınırlı bir halk hareketini bastırmayı denemek, gerekirse Türk Devletler Birliği Teşkilatı ülkelerinden destek istemek yerine hemen Kollektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nü yardıma çağırması, alel acele OHAL ilan etmesi, Başbakanı istifaya zorlaması , Nursultan Nazarbayev’i Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanlığı’ndan almak suretiyle devlet üzerindeki hakimiyetini ortadan kaldırmaya çalışması, KAZAKİSTAN YÖNETİMİ İLE RUSYA ARASINDA BİR İRTİBAT OLDUĞUNU ve Cumhurbaşkanı Kasım Cömert Tokayev’in, Nur Sultan Nazarbayev’in devlet üzerindeki etkisini kırmaya çalıştığını ortaya koymaktadır. Bu durumun bir iç siyaset meselesi olarak sınırlı kalmasını sağlamak, tüm Türk Dünyası'nın en önemli meselesi olmalıdır. Elbette Rusya’nın da oluşan bu zemin üzerinden, Kazakistan ve Türk Dünyası üzerinde hakimiyet sağlamanın yolunu açmayı planladığı görülmektedir. Ve belki de Rusya’nın, ABD-Çin ilişkileri bağlamında küreselcilerle ulaştığı ve bir ucu Ukrayna’ya da dokunan gizli mutabakatın temelinde, KAZAKİSTAN'IN GELECEĞİNİN bulunduğunu iddia edebilmek de stratejik açıdan mümkün hale gelmektedir.
Bu süreç bize, küresel güç merkezleri tarafından Türkiye’mizde de ne yapılmaya çalışıldığını göstermesi gerektiği gibi diğer Türk Devletlerinin de çok ciddi bir kontrol mekanizması üreterek, provokasyonlara karşı tedbir alması gereğini de ortaya koymaktadır.
Türk Devletler Birliği üyesi ülkeler arasında en acil ve hızlı şekilde ORTAK OPERASYON GÜCÜ VE KOMUTASI oluşturulmalı, gerekli durumlarda talep üzerine doğrudan doğruya müdahale imkanının da önü açılmalıdır. AYRICA TÜRKİYE, KAZAKİSTAN'A GÜVENLİK GÜCÜ GÖNDERMENİN DE MUTLAKA AMA MUTLAKA YOLUNU AÇMALI, VE TÜRK DEVLETLER TEŞKİLATI'NIN VARLIĞI ÖN PLANA ÇIKARILMALIDIR.
Kazakistan öznesinde ortaya çıkan bu ayaklanmanın şekillendirdiği mesele kısa bir süre içinde kontrol edilebilir bir zemine oturacak olsa da bu olayın açtığı yara ve gösterdiği zafiyet HEP AKILLARDA KALACAK ve Kazakistan, birilerinin iştahını kabartmaya devam edecektir. RUSYA’NIN, GİZLİ BİR STRATEJİ DAHİLİNDE KAZAKİSTAN’I BÖLME PLANI AÇIKÇA ORTAYA ÇIKMIŞ BULUNMAKTADIR. Bu durum bizim, zillet cephesinin faaliyetlerinden doğan olumsuzluğu aşma mecburiyetimiz gibi Kazakistan’lı kardeşlerimizin de aşması gereken dönemsel bir problem mahiyetindedir. Bu mücadelede hiçbir zaman tek başlarına olmayacaklardır ANCAK ÖNEMLİ OLAN, MİLLİ HEDEFLER ÇERÇEVESİNDE HAREKET EDEN KİŞİLERİ YÖNETİME GETİRMEYİ BAŞARACAK BİLİNCE ULAŞABİLMELERİDİR... Bu sorunu da eninde sonunda aşacağız. Rusya şuan için boyundan büyük işlere kalkarak yayılmacı bir politika sergiliyor olsa da bu durumu destekleyecek ekonomik, sosyolojik ve siyasi altyapıdan yoksun olduğu da tarafımızca görülmektedir. Dolayısıyla oluşan durum, oluşan ani hava ısınması nedeniyle kısa süreli olarak esen lokal bir rüzgarın varlığı gibidir.
UNUTULMAMALIDIR Kİ STRATEJİK HATALARIN, TAKTİK MANEVRALARLA DÜZELTİLEBİLMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR…
07.01.2022 18.37
SEDAT ÇETİNKAYA
.BU ÜLKEYİ VE HALKINI TANIYABİLDİNİZ Mİ ?
Evvel zaman içinde. zaman zamanın içinde, kalbur da saman içindeyken, KADİM VE SİNSİ DÜŞMANLARININ ; bizim sizinle bir derdimiz yok, bağımsız ve huzur içinde yaşayın lakin şu başınızdaki hükümdarı bize verin yeter, ZİRA BİZİM DERDİMİZ ONUNLADIR diye kandırdığı büyük bir ülke varmış. Bu ülkede kurulu devlet ; bir zamanlar cihana hükmeden, karşısındaki tüm güçlere diz çöktüren, hepsini hizaya getirip, sigaya çeken çok büyük ve güçlü bir devletmiş.
Ancak kendilerinden hükümdarları istenen ülke halkının, içine düştüğü nankörlük girdabında savrulurken ve benlik//çıkar davasında vakit tüketirken içine düştüğü hal itibariyle, DÜNYADAN HABERİ YOKMUŞ… Küresel siyasetten ve ekonomiden haberi olanların da o ülkeye ilişkin manevi mensubiyetleri olmadığı gibi tek dertleri, o ülkeyi yıkmak ve felakete sürüklendiğini DÜNYA GÖZÜYLE GÖRMEKMİŞ…
Ülke halkı, hükümdarına sahip çıkamadığı gibi onu iktidardan düşürmek için ayaklanan çapulculara alkış tutarak, destek vererek, güzellemeler dizerek ; hükümdarlarını sinsi düşmanlarının eline, devletlerini de onların yerli işbirlikçileri konumundaki hainlerin idaresine TESLİM ETMİŞ… Ancak iş burada bitmediği gibi 100 yıllık hikaye de daha YENİ BAŞLAMIŞ…
Efendilerinin, YEDİ BENZEMEZ YILANI bir araya getirdiği bir ittifaka teslim edilen ülke, kısa bir süre sonra içine düşürüldüğü cenderelerde paramparça edilmiş, ülke halkının büyük bölümü katledilmiş, orduları komutasız bırakılmış, askerleri göz göre göre ölüme sürüklenmiş, tüm silahlarına el konulmuş ve kısaca ülke halkı, mutlak bir işgal altına alınarak YOK EDİLMEYE ÇALIŞILMIŞ...
Tüm toprakları işgal edilen bu devletin asli unsurunu teşkil eden, kökleri kadim tarihin derinliklerinde gizli olan ASİL BİR MİLLET, kendisiyle aynı kaderi paylaşan din kardeşleriyle birlikte, tarihinde yüzlerce kez giriştiği VARLIK - YOKLUK MÜCADELESİNE bir kez daha atılarak, imkansızlıklar içinde yürütülen bir mücadele sonucunda vatanının bir kısmında tutunmayı ve varlığını korumayı başarmıştır.
ANCAK NE HİKMETSE, geçmişte cihana hükmeden devletlerinin yıkılmasına neden olan ne kadar çapulcu varsa yeniden ülkenin başına TEBELLEŞ OLMUŞ, ülkenin asli sahipleri kısa süre içinde kendi ülkelerinde PARYA HALİNE GETİRİLMİŞ ; geçmişinden, inancından, tarihinden, yazısından, kültüründen, geleneklerinden kopartılmak için ne kadar politika varsa KENDİSİNE KARŞI UYGULANIR OLMUŞ... SANKİ BU SEFER DIŞARIDAN DEĞİL, ADETA İÇERİDEN İŞGALE UĞRAMIŞ... Daha birkaç yıl önce gırtlak gırtlağa mücadele verdiği devletler ; dost, müttefik, modern ve örnek alınması gereken bir medeniyetin temsilcisi olarak kendisine ZORLA YUTTURULMAYA ÇALIŞILMIŞ, yıllarca birlikte yaşadığı, aynı inancı paylaştığı ve tıpkı kendisi gibi kandırılmış halklar ise gerici, uzak durulması gereken,kendisini arkadan vuran, yobaz kimlikler olarak tanımlanmış ve ONLARLA ARASINA SİYASİ- EKONOMİK VE STRATEJİK SETLER ÇEKİLMİŞ… Cumhuriyet ve demokrasi gibi kavramlar, ülkeye hükmeden YENİ ELİTLERİN SADECE AĞIZLARINDA HÜKÜM SÜRMÜŞ , halka ise sopa gibi kullanılmıştır. Bu sözde elitler gemi azıya alarak, halkın inancını şekillendirmeye başlamış hatta yaşamını nasıl sürdüreceğini dikte etmeye kadar işi getirmiştir. Bu halk, düşmanlarının şapkalarını takmadığı için binlerce evladının hukuksuz bir şekilde asılmasını seyretmek durumunda bırakılmıştır ki bu durumun , kendisine yaşatılan zulümlerin en hafifi olduğunu da belirtmek gerekir.
Devleti ve hükümeti öyle işbirlikçi bir tayfa eline geçirmiştir ki o ülkenin yönetim ve siyasi duruş itibariyle artık siyonizme hizmet eden bir devlet olarak tanımlanmasının önünde hiçbir engel kalmamıştır… Zaten İsrail’i ilk tanıyan “halkı Müslüman ülke” de o ülke olmuştur.
Bu süreçte dünya sathında gelişen dengeler, dünyayı iki kutuplu bir hale getirmiş ve yakın geçmişte kurulan bu ülke de efendilerinin güdümünde kendisine tahsis edilen cephe ülkesi konumunu “EMREDERSİNİZ” beyanıyla hemen kabullenerek, Amerika Birleşik Devletleri ismiyle doğan yeni bir küresel gücün hegemonyasına kendisini teslim etmiştir. Bu süreçten sonra da hiçbir zaman iflah olmamış ; uzayınca budanan, solduğunda sulanan bir fidan misali SÖZDE BAĞIMSIZ ancak gerçekte bir sömürge ülkesi olarak varlığını devam ettirmiştir. Bu ülkenin ara sıra efelenmek şeklinde ortaya koyduğu yaklaşımlar da dışarıdan gülümseme ile karşılanmış, TOKAT YEMEK İSTEYEN ASİ EVLADIN YAPTIĞI YARAMAZLIKLAR şeklinde algılanmıştır. Zira bu ülkede beğenilmeyen bir hükumet, içerideki işbirlikçiler eliyle tertiplenen ekonomik veya bürokratik krizlerle, yönetilen ve yönlendirilen halk hareketleriyle ya da askeri darbelerle düşürülmüş, GÖVDE GÖSTERİSİ YAPMAK İÇİN, DÜZMECE YALANLARLA VE TİYATRO VASFINDAKİ BİR YARGILAMA İLE BAŞBAKAN VE BAKANLAR BİLE ASILMIŞTIR… Bu ülkenin, efendileri gözündeki tek önemi, öncelikle bir savaş sırasında ÖLECEK BEDAVA ASKER DEPOSU OLMASI daha sonra ise EKONOMİK PAZAR olarak nitelendirilmesinden başka bir şey de değildir. Bu arada İsrail’in korunması için üstlendiği rolü de unutmamak gerekir. Elbette pazar olabilmesi için biraz gelişmesine müsaade edilmiş ancak ortaya çıkan varlığın ; FAİZ, DEVELÜSAYON gibi yöntemlerle istedikleri ellerde toplanmasına, herşeyin fiilen kendi kontrollerindeki merkez bankası eliyle yönetilmesine ve ülkenin altın stoklarının, yurtdışındaki mahvillerde bulundurulmasına da DİKKAT EDİLMİŞTİR.Tabii bu arada içine düşürülen ekonomik krizlerde devreye sokulan Uluslararası Para Fonu ( IMF ) isimli bir kuruluş eliyle ülke ekonomisinin istedikleri şekle sokulması, kontrollerinden çıkan yapıların yeniden kontrol altına alınması da İHMAL EDİLMEMİŞTİR…
BU ÜLKENİN BAŞINA GELEN HER HÜKUMET ; bu ülkenin yönetimine, kuruluşundan bu tarafa hakim olan elitlerin ve onların efendilerinin arzuları doğrultusunda hareket etmek mecburiyetinde bırakılmıştır. Bu bağlamda ülkenin savunma sanayisi diye bir şey hiçbir zaman olmamış, geçmişte yürütülen faaliyetler devlet eliyle baltalanmış, kurulan bazı ufak tefek şirketler basit üretimlerin, bakım ve montajın dışına çıkamamış, ülkede stratejik önemi haiz hiçbir işletmenin kurulmasına müsaade edilmemiş, kurulmasına müsaade edilenler de ancak onların işine yaradığı için bu imkan tanınmıştır. Yine bu ülkenin eğitim sistemi, sağlık sistemi, ilaç tedariği, tarımı, nüfus gelişimi, üniversiteleri, askeri birlikleri, istihbarat teşkilatı, medyası, bankacılık sistemi, finans sistemi, merkez bankası gibi tüm önemli yapıları, küresel güçlere ve onların yerli işbirlikçilerinin hakimiyetine teslim edilmiştir.
Bu arada ÜLKE HALKI ; sağcı- solcu, alevi- sünni, laik- anti laik- seküler- dindar, liberal- sosyalist gibi onlarca kavram dahilinde bölünmüş ve kutuplaştırılmış, küresel gerçekleri görmekten ve algılamaktan uzak tutulmuştur. Laiklik ve gericilik gibi kavramlar kullanılarak oluşturulan DESPOTÇA UYGULAMALARLA ülke halkı dinden uzaklaştırılmaya, küresel efendilerin hizmetine tabiyet içinde olan bireyler olarak şekillendirilmeye çalışılmıştır. Kurguladıkları düzen ortaya çıkmaya başladığında, ülke halkının tüm bu gerçekleri algılamasının önüne geçmek için ise yıllarca ve ara vermeksizin sürecek bir TERÖR HAREKETİ ülkenin tamamını sarmış, ülkenin zaten kıt olan kaynaklarının sebil olup terörle mücadele için akıtılması sağlanmış ve bu terör hareketi üzerinden ülke üzerinde önemli bir dış kontrol ağı ve baskı faktörü oluşturulmuştur. Ancak ülkenin başına bela edilen terörizmle ilgili olarak gerçekte hiçbir mücadelenin yapılmadığı, mücadele ettiğini söyleyenler ile teröristler arasında açığa çıkan ORTAKLIK İLİŞKİLERİ VE BİRBİRLERİNE YAPTIKLARI GÜZELLEMELER dahilinde ve yıllar sonra anlaşılmıştır. Bu arada bu ilişkileri halen anlamayanların ya da anlamak istemeyenlerin varlığını koruduğunu atlamamak gerektiğini de ifade etmek isterim.
Bu arada ülkeye ikincil bir pranga olarak da Avrupa Birliği’ne dahil olma hedefi pompalanmaya başlanmış ancak bu sahte hedef üzerinden de ülkenin siyasi baskı altına alınması ve çok yönlü olarak kontrol edilmesi hedeflenmiştir.
Ancak ne olduysa 1990’lı yıllarda olmuş ve halk, adım adım gerçekleri fark etmeye ve kısır çekişmelerden çıkma düşüncesi içine girmeye başlamıştır. İŞTE BU DÜŞÜNCENİN MEŞALESİNİ KALDIRAN VE TEK DİŞİ KALMIŞ CANAVAR HÜKMÜNDEKİ TOTALİTER BİR ZİHNİYET TARAFINDAN ŞİİR OKUDUĞU GEREKÇESİYLE HAPSE ATILAN BİR KİŞİ ; ekonomik sıkıntı içinde inleyen, terörizm baskısı ve bölünme tehdidi altında boğulan, bir 3. Dünya ülkesinden hallice konumunda bulunan, altyapısı köhne ve yok denecek kadar az olan, ordusu ABD kontrolü altında bulunan, IMF cenderesine ekonomik yaşam mücadelesi veren, memuruna-emeklisine maaş vermekten//öğrencilerini okutmaktan//hastasını tedavi etmekten ACİZ KALMIŞ , siyasi sistemi PARLAMENTER SİSTEMİN ÖNGÖRDÜĞÜ ŞEKİLDE tam bir kokuşmuşluk ve parçalanmışlık içinde bulunan, rüşvetin sıradanlaştığı, hukuksuzluğun ayyuka çıktığı bir ülkeyi ; ŞUAN DÜNYANIN GIPTA İLE BAKTIĞI BİR ÜLKE HALİNE ÇEVİRMİŞ BULUNMAKTADIR. Bu ülkenin 2002 yılındaki ihracat miktarı 36 milyar Dolar, dış ticaret hacmi ise 87,6 milyar Dolardı. 2021 yılı ihracatı ise aradan geçen sadece 19 yılda 225,4 milyar Dolara, dış ticaret hacmi ise 496,7 milyar Dolara ulaşmış bulunmaktadır ve süreç yukarı bir ivme ile halen devam etmektedir. Yani bu ülkenin dış ticaret hacmi , 79 yılda ulaşılan miktarın üzerine sadece 19 yılda tam olarak 5,67 kat büyümüştür. Tek başına bu veri dahi ülkede yaşanan değişimi, gerçek boyutuyla ortaya koymaktadır.
Bu arada 100 yıl önce hükümdarı istenen halktan, BU SEFER DE DEVLET BAŞKANI İSTENMEKTE ve onların dertlerinin, diktatör diye adlandırdıkları başkanla olduğu söylemi üzerinden propaganda yapılmaktadır. Ve belirtmek gerekir ki BENZEMEZLERDEN KURULU AYNI KİRLİ İTTİFAK, hem içeride hem de dışarıda oluşmuş, yedi benzemez yeniden bir araya getirilmiş ve bir strateji dahilinde faaliyet icra eder hale sokulmuştur. Ülkenin başkanını, ülke yönetiminden uzaklaştırmak için tertiplenmeyen hiçbir tezgah da kalmamış durumdadır. İHANET ALENİLEŞMİŞ, insanların akıllarıyla adeta alay edilir hale gelen bir sergüzeştlik ve serserilik sergilenir olmuştur. BU ÜLKENİN GEÇMİŞİ İLE BUGÜNÜ ARASINDAKİ FARK ; devletin çöküş değil yükseliş süreci içinde olması, halkın dünyadan bihaber değil , önemli ölçüde haberdar olması, başkanın da yaşadıkları karşısında edilgen değil, karşısındaki ittifakı dağıtmayı ve pasifize etmeyi hedefleyecek ölçüde mücadeleci olmasıdır… HATTA BU ÜLKENİN CUMHURBAŞKANI, KARŞISINDAKİ İTTİFAKA DAHA DÜN REST ÇEKEREK ; HEPİNİZİ ÖNÜMÜZE KATAR, GİDECEĞİNİZ YERE KADAR KOVALARIZ DİYEREK DE REST ÇEKMİŞTİR.Ancak bu ülkede tıpkı geçmişteki gibi hareket eden gafillerin ve hainlerin miktarı halen yadsınamayacak kadar yüksektir. Ve halen dahi kendilerini FARKLI FİKİR MENSUBU MASKESİ ALTINDA PAZARLAMAYA ÇALIŞMAKTADIRLAR…
Gün tepe noktasına doğru yükseliyor olsa da şiddetli yağmur getiren hava değişimlerine karşı tedbirli olmak gerekmektedir. Aksi takdirde geçici de olsa istenmeyen yıkımların yaşanabileceğini unutmamak lazımdır.
Tarih bilen , güncel verilere hakim olan ve yüksek bir strateji dahilinde düşünen her kişi, geleceğin getireceklerini de bilir…
DERS ÇIKARMAK İSTEYENLER VE KONUMUNU BELİRLEMEK İSTEYENLER İÇİN UZUN BİR HİKAYE YUKARIDADIR. // GELECEĞE BAKMAK İSTEYENLER İÇİN İSE YENİ MAKALELER YOLDADIR…
05.01.2022 // 08.51
SEDAT ÇETİNKAYA
.2022 YILINDA YAŞANACAKLARIN, DÜŞÜNCE DÜNYASINA YANSIYAN BİR ANLATIMI…
İçine düştüğümüz kayıtsızlık, cihana hükmetme iradesinde yaşadığımız boşluk ve dünyayı anlama noktasında oluşan bilinç kaybımıza bağlı olarak, 20 nci yüzyılın ilk çeyreği itibariyle büyük acılar yaşamış bir milletin, 21 nci yüzyıldaki temsilcileri konumunda bulunmaktayız.
Müslüman- Türk milletinin 21 nci yüzyıldaki temsilcileri olarak, yüzyıl önce yaşanan olayları, yeni bir oluş biçimiyle ve tersine bir yönelimle yaşadığımızı da önemle belirtmek isterim. Yani 100 yıl önce ne olduysa bugün tersine olacak biçimde gerçekleşmekte ancak bu süreçte, içine düştüğümüz olumsuzlukları ortadan kaldıracak cenderelerden de geçmekteyiz. Daha da açıkça belirtmek gerekirse, günümüzde yaşadığımız her olumlu ve olumsuz olay ; bizi silkeleyerek kendimize getirmek, gerçekleri görmemizi sağlamak ve cihan hakimiyeti mefkuremize sarılmamızı mümkün kılmak hususunda bize yüksek bir bilinç kazandırmak için önümüze getirilmiş İLAHİ BİR EĞİTİM SÜRECİNDEN ya da basitçe ifade edecek olursam LEHİMİZE GELİŞEN BİR KADER TECELLİSİNDEN ibarettir.
Dikkat edecek olursanız, Devlet-i Aliyye’nin sahip olduğu topraklara yönelik olarak yeni bir hakimiyet stratejisi çerçevesinde hükmetme sürecimiz başlamış olduğu gibi geçmişte bize karşı güçlü olan devletlerin, bize karşı güç kayıpları da adım adım şekillenmeye başlamıştır. Bugün İngiltere- Almanya – İtalya – İspanya - Japonya ve Rusya, yanlarında olmamız için adeta birbirleriyle yarışırken ; ABD- Çin - Fransa ve küreselci para baronları, kıskançlıklarından ve hasetlerinden ne yapacağını bilemez halde müttefiklik ve düşmanlık politikası ikileminde hareket etmeyi sürdürmektedir. Ancak belirtmek isterim ki onların müttefikliği her daim sahte ve sadece sözde bir müttefiklik olarak kalmaya devam edecektir ve bizim de içimizdeki işbirlikçilere ve gafillere rağmen, bu bilinçle hareket etme mecburiyetimiz bulunmaktadır.
İşte bu tarihi zeminden ve kader perspektifinden hareketle, 2022 yılına yönelik bir değerlendirme yapmaya başladığımızda, yeni ve tarihi bir gelişim döneminin girizgahında olduğumuzu söyleyebilmek mümkün hale gelmektedir.
Bu dönemde Türkiye, ekonomik açıdan hızla büyüyeceği ve dünyanın ilk 5 ekonomisinden biri haline geleceği bir dönemin başlangıcında bulunmaktadır. Türkiye’nin Almanya’dan daha büyük bir ekonomiye sahip olmasının önünde hiçbir engel olmadığı gibi Almanya’ya nazaran birçok avantajı da bulunmaktadır. Bu hususta ezberletilmiş ve öğretilmiş aşağılık kompleksinin içine düşmüş olanlara TÜRKİYE’nin ; İpek yolu projesi bağlamında oluşan konumuna, genç ve Almanya’ya nazaran artış eğilimindeki nüfusuna, Afrika ile oluşturmakta olduğu ticari ilişkilerine, Türk Devletler Birliği- Tacikistan- Afganistan ve Pakistan ile birlikte oluşturacağı ekonomik etkileşim alanındaki potansiyeline, Rusya ile geliştirmekte olduğu ilişkilerin hinterlandına, enerji koridoru olma bağlamında oluşturduğu ekonomik ve stratejik etkiye, üretim açısından sahip olduğu iklim ve hammadde avantajına, üretim ve ihracat potansiyeline, yükselen silah sanayisinin oluşturacağı çekim gücüne, İslam dünyası üzerindeki etkisine, doğrudan yatırım çekme konusundaki avantajlarına şöyle bir bakmalarını önerdiğimi ifade etmek isterim. Bugün kendilerini dev aynasında gören ülkelerin, tıpkı ABD gibi fos diye söndüğünü , herkes görecektir. Bugün dünyanın büyük ekonomik güçleri olarak varlığını devam ettiren birçok ülke 10-20 yıl içinde, sıradan ve silik ekonomiler haline gelecek ; Türkiye gibi 100 milyonluk nüfusa ulaşmış , dünyanın her tarafına hitap eden, çok yönlü bir üretim kapasitesine sahip olan, lojistik avantajları ve imkanları gelişmiş bir ülke ise çok büyük bir ekonomik güç haline gelecektir.
İşte 2022 yılı, devletimiz ve milletimiz açısından büyük öneme sahip olan bu sürecin, iz bırakan başlangıcı olarak tarihi kayıtlara geçecektir. 2022 yılında Cumhuriyet tarihimizin en büyük ihracat rakamlarına ulaşılacak, merkez bankası rezervlerimiz de tarihi rezerv miktarlarını içeren bilanço büyüklüklerine erişecektir. Yıl sonuna geldiğimizde ortaya çıkan gelişmeyi engellemeye ya da gölgelemeye bu dünya üzerindeki kimsenin gücü yetmeyecektir…
2022 yılı, savunma sanayimizin gücü ve öneminin, tüm milletimiz tarafından anlaşılacağı bir dönem olarak da ön plana çıkacaktır. Ordumuzun ulaşacağı askeri kapasite ; birçok ülkenin, medya kuruluşunun ve stratejik araştırma kuruluşunun gündemine oturacak, ülkemize yönelik ETKİSİZ ambargolar ve İÇİ BOŞ düşmanlıklar da artacaktır.
2022 yılında çevremizdeki sorunlu alanlarla ilgili olarak, hem akılcıl çözüm girişimlerini hem de istikrarlı askeri faaliyetlerin gelişimini de beklemek gerekmektedir. 2022 yılında, Libya- Irak – Suriye – Yemen – Mısır ve hatta Ortadoğu genelinde, Türkiye lehine gelişmelerin yaşandığını görebilmek mümkün olacaktır.
Türkiye’nin gelişen gücü karşısında Yunanistan, Türkiye’ye yönelik olarak planladığı baskın bir saldırı yapma ve sonra ABD’nin arkasına sığınma düşüncesinden uzaklaşacak ; Türkiye’nin daha büyük bir hakimiyet alanı oluşturacağı nedeniyle Balkanlar’da tertiplenmeye çalışılan genel çatışma hali de ertelenecektir. Elbette bu fırsatı çok iyi değerlendirme mecburiyetimizin bulunduğunu da ilgililere atfen ve önemle ifade etmek isterim.
Yine 2022 yılı itibariyle, dünyada küreselci paganların faaliyetlerine ve ABD hegemonyasının kırılmasına yönelik olarak artan faaliyetler dikkat çekmeye başlayacak, Japonya’nın yükselen bağımsız politika geliştirme arzusu nedeniyle, küresel politikaları etkileyen stratejik açılımlar oluşmaya başlayacaktır. Benzer bir durum, gören gözler nezdinde Almanya açısından da başlayacak ve bu durumu bastırmaya yönelik karşıt siyasi atakların ortaya çıkmasıyla Almanya, çalkantılı ve sıkıntılı bir siyasi sürecin içine girecek ve güç kaybetmeye başlayacaktır.
Küreselcilerin hegemonya alanında bulunan Çin’in, Rusya ile bir uzlaşma zemininde buluşması, ABD üzerinden geliştirilen politikalarla Rusya’ya diz çöktürmek isteyen küreselcileri memnun etmiş olduğundan, NATO üzerinden şekillenen Rusya’ya yönelik açık düşmanlık politikasında geri çekilmeler yaşanacağını söyleyebilmek de mümkün hale gelecektir. Kanaatimce Rusya, tıpkı Türkiye gibi tüm aktörlere oyun oynamaktadır ve Rusya'ya bu çizgiye gelmesi için Ukrayna çerçevesinde verilen tavizler bulunmaktadır ki bu tavizlerin gerçek mahiyeti de 2022 yılı içinde ortaya çıkacaktır. Bu bağlamda üzerindeki baskı azalan Rusya’nın, başarılı olamayacak olsa da Türk Devletler Birliği Teşkilatı ülkeleri üzerinde bloke edici bir yaklaşımla hareket etmeyi, dış politika önceliği haline getirmek isteyeceğini de ifade etmek isterim. Zira Rusya halen dahi Türkistan coğrafyası üzerindeki hakimiyet teorisinden vazgeçmiş değildir. Bizim için önemli olan şey ise, Türk Dünyası’nın yeteri kadar askeri ve ekonomik güç kazanması için lazım gereken süre içinde, Rusya’nın Tataristan’da yaptığı gibi ileri hareketlerini önlemek ve kontrol altında kalmasını sağlamaktır. Süreç bizden yana işlemektedir ve eninde sonunda Rusya’yı dağıtarak ve küçülterek pasifize etmeyi başaracağız…
Bu arada 2022 yılının, zillet ittifakı açısından tüm foyalarının açığa ve bütün hazırlıklarının da boşa çıkacağı bir çöküş yılı olacağını da hep birlikte göreceğiz. Cinsi ve cibiliyeti bozuk olanların, adamlıktan ve siyasi ahlaktan nasibi olmayanların, milleti için değil iplerini elinde tutan efendileri için politika üretenlerin, ihanet politikasının öncülüğüne soyunan kifayetsiz ihtiras sahiplerinin ve adeta “Yalan Rüzgarı” adlı bir tiyatro oyununda sahne alan madam ve uşaklarının, tüm arzuları dumura uğrayacaktır.
Devletini ve milletini seven ve bu ülke için açılan büyük ufukta yerini almak isteyen herkes, asimetrik psikolojik savaşın süjesi olmaktan ve benliğini kaplayan anlamsız tepki tuzağından kurtularak aklını başına almalı, hangi nedenle olursa olsun, ipleri batılı küresel güçlerin elinde olan ihanet odaklarına destek olmaktan vazgeçme bilincine ulaşmayı başarmalıdır…
Tezgahlanan ekonomik sıkıntılar nedeniyle, hedefimizden çıkarılan eli kanlı teröristlerin hesabını göreceğimiz günlerin çok uzak olmadığını da aziz şehitlerimizin ruhlarına atfen ve neticeten ifade etmek isterim…
01.01.2022 // 13.48
SEDAT ÇETİNKAYA
.2022 YILINDA YAŞANACAKLARIN, DÜŞÜNCE DÜNYASINA YANSIYAN BİR ANLATIMI…
İçine düştüğümüz kayıtsızlık, cihana hükmetme iradesinde yaşadığımız boşluk ve dünyayı anlama noktasında oluşan bilinç kaybımıza bağlı olarak, 20 nci yüzyılın ilk çeyreği itibariyle büyük acılar yaşamış bir milletin, 21 nci yüzyıldaki temsilcileri konumunda bulunmaktayız.
Müslüman- Türk milletinin 21 nci yüzyıldaki temsilcileri olarak, yüzyıl önce yaşanan olayları, yeni bir oluş biçimiyle ve tersine bir yönelimle yaşadığımızı da önemle belirtmek isterim. Yani 100 yıl önce ne olduysa bugün tersine olacak biçimde gerçekleşmekte ancak bu süreçte, içine düştüğümüz olumsuzlukları ortadan kaldıracak cenderelerden de geçmekteyiz. Daha da açıkça belirtmek gerekirse, günümüzde yaşadığımız her olumlu ve olumsuz olay ; bizi silkeleyerek kendimize getirmek, gerçekleri görmemizi sağlamak ve cihan hakimiyeti mefkuremize sarılmamızı mümkün kılmak hususunda bize yüksek bir bilinç kazandırmak için önümüze getirilmiş İLAHİ BİR EĞİTİM SÜRECİNDEN ya da basitçe ifade edecek olursam LEHİMİZE GELİŞEN BİR KADER TECELLİSİNDEN ibarettir.
Dikkat edecek olursanız, Devlet-i Aliyye’nin sahip olduğu topraklara yönelik olarak yeni bir hakimiyet stratejisi çerçevesinde hükmetme sürecimiz başlamış olduğu gibi geçmişte bize karşı güçlü olan devletlerin, bize karşı güç kayıpları da adım adım şekillenmeye başlamıştır. Bugün İngiltere- Almanya – İtalya – İspanya - Japonya ve Rusya, yanlarında olmamız için adeta birbirleriyle yarışırken ; ABD- Çin - Fransa ve küreselci para baronları, kıskançlıklarından ve hasetlerinden ne yapacağını bilemez halde müttefiklik ve düşmanlık politikası ikileminde hareket etmeyi sürdürmektedir. Ancak belirtmek isterim ki onların müttefikliği her daim sahte ve sadece sözde bir müttefiklik olarak kalmaya devam edecektir ve bizim de içimizdeki işbirlikçilere ve gafillere rağmen, bu bilinçle hareket etme mecburiyetimiz bulunmaktadır.
İşte bu tarihi zeminden ve kader perspektifinden hareketle, 2022 yılına yönelik bir değerlendirme yapmaya başladığımızda, yeni ve tarihi bir gelişim döneminin girizgahında olduğumuzu söyleyebilmek mümkün hale gelmektedir.
Bu dönemde Türkiye, ekonomik açıdan hızla büyüyeceği ve dünyanın ilk 5 ekonomisinden biri haline geleceği bir dönemin başlangıcında bulunmaktadır. Türkiye’nin Almanya’dan daha büyük bir ekonomiye sahip olmasının önünde hiçbir engel olmadığı gibi Almanya’ya nazaran birçok avantajı da bulunmaktadır. Bu hususta ezberletilmiş ve öğretilmiş aşağılık kompleksinin içine düşmüş olanlara TÜRKİYE’nin ; İpek yolu projesi bağlamında oluşan konumuna, genç ve Almanya’ya nazaran artış eğilimindeki nüfusuna, Afrika ile oluşturmakta olduğu ticari ilişkilerine, Türk Devletler Birliği- Tacikistan- Afganistan ve Pakistan ile birlikte oluşturacağı ekonomik etkileşim alanındaki potansiyeline, Rusya ile geliştirmekte olduğu ilişkilerin hinterlandına, enerji koridoru olma bağlamında oluşturduğu ekonomik ve stratejik etkiye, üretim açısından sahip olduğu iklim ve hammadde avantajına, üretim ve ihracat potansiyeline, yükselen silah sanayisinin oluşturacağı çekim gücüne, İslam dünyası üzerindeki etkisine, doğrudan yatırım çekme konusundaki avantajlarına şöyle bir bakmalarını önerdiğimi ifade etmek isterim. Bugün kendilerini dev aynasında gören ülkelerin, tıpkı ABD gibi fos diye söndüğünü , herkes görecektir. Bugün dünyanın büyük ekonomik güçleri olarak varlığını devam ettiren birçok ülke 10-20 yıl içinde, sıradan ve silik ekonomiler haline gelecek ; Türkiye gibi 100 milyonluk nüfusa ulaşmış , dünyanın her tarafına hitap eden, çok yönlü bir üretim kapasitesine sahip olan, lojistik avantajları ve imkanları gelişmiş bir ülke ise çok büyük bir ekonomik güç haline gelecektir.
İşte 2022 yılı, devletimiz ve milletimiz açısından büyük öneme sahip olan bu sürecin, iz bırakan başlangıcı olarak tarihi kayıtlara geçecektir. 2022 yılında Cumhuriyet tarihimizin en büyük ihracat rakamlarına ulaşılacak, merkez bankası rezervlerimiz de tarihi rezerv miktarlarını içeren bilanço büyüklüklerine erişecektir. Yıl sonuna geldiğimizde ortaya çıkan gelişmeyi engellemeye ya da gölgelemeye bu dünya üzerindeki kimsenin gücü yetmeyecektir…
2022 yılı, savunma sanayimizin gücü ve öneminin, tüm milletimiz tarafından anlaşılacağı bir dönem olarak da ön plana çıkacaktır. Ordumuzun ulaşacağı askeri kapasite ; birçok ülkenin, medya kuruluşunun ve stratejik araştırma kuruluşunun gündemine oturacak, ülkemize yönelik ETKİSİZ ambargolar ve İÇİ BOŞ düşmanlıklar da artacaktır.
2022 yılında çevremizdeki sorunlu alanlarla ilgili olarak, hem akılcıl çözüm girişimlerini hem de istikrarlı askeri faaliyetlerin gelişimini de beklemek gerekmektedir. 2022 yılında, Libya- Irak – Suriye – Yemen – Mısır ve hatta Ortadoğu genelinde, Türkiye lehine gelişmelerin yaşandığını görebilmek mümkün olacaktır.
Türkiye’nin gelişen gücü karşısında Yunanistan, Türkiye’ye yönelik olarak planladığı baskın bir saldırı yapma ve sonra ABD’nin arkasına sığınma düşüncesinden uzaklaşacak ; Türkiye’nin daha büyük bir hakimiyet alanı oluşturacağı nedeniyle Balkanlar’da tertiplenmeye çalışılan genel çatışma hali de ertelenecektir. Elbette bu fırsatı çok iyi değerlendirme mecburiyetimizin bulunduğunu da ilgililere atfen ve önemle ifade etmek isterim.
Yine 2022 yılı itibariyle, dünyada küreselci paganların faaliyetlerine ve ABD hegemonyasının kırılmasına yönelik olarak artan faaliyetler dikkat çekmeye başlayacak, Japonya’nın yükselen bağımsız politika geliştirme arzusu nedeniyle, küresel politikaları etkileyen stratejik açılımlar oluşmaya başlayacaktır. Benzer bir durum, gören gözler nezdinde Almanya açısından da başlayacak ve bu durumu bastırmaya yönelik karşıt siyasi atakların ortaya çıkmasıyla Almanya, çalkantılı ve sıkıntılı bir siyasi sürecin içine girecek ve güç kaybetmeye başlayacaktır.
Küreselcilerin hegemonya alanında bulunan Çin’in, Rusya ile bir uzlaşma zemininde buluşması, ABD üzerinden geliştirilen politikalarla Rusya’ya diz çöktürmek isteyen küreselcileri memnun etmiş olduğundan, NATO üzerinden şekillenen Rusya’ya yönelik açık düşmanlık politikasında geri çekilmeler yaşanacağını söyleyebilmek de mümkün hale gelecektir. Kanaatimce Rusya, tıpkı Türkiye gibi tüm aktörlere oyun oynamaktadır ve Rusya'ya bu çizgiye gelmesi için Ukrayna çerçevesinde verilen tavizler bulunmaktadır ki bu tavizlerin gerçek mahiyeti de 2022 yılı içinde ortaya çıkacaktır. Bu bağlamda üzerindeki baskı azalan Rusya’nın, başarılı olamayacak olsa da Türk Devletler Birliği Teşkilatı ülkeleri üzerinde bloke edici bir yaklaşımla hareket etmeyi, dış politika önceliği haline getirmek isteyeceğini de ifade etmek isterim. Zira Rusya halen dahi Türkistan coğrafyası üzerindeki hakimiyet teorisinden vazgeçmiş değildir. Bizim için önemli olan şey ise, Türk Dünyası’nın yeteri kadar askeri ve ekonomik güç kazanması için lazım gereken süre içinde, Rusya’nın Tataristan’da yaptığı gibi ileri hareketlerini önlemek ve kontrol altında kalmasını sağlamaktır. Süreç bizden yana işlemektedir ve eninde sonunda Rusya’yı dağıtarak ve küçülterek pasifize etmeyi başaracağız…
Bu arada 2022 yılının, zillet ittifakı açısından tüm foyalarının açığa ve bütün hazırlıklarının da boşa çıkacağı bir çöküş yılı olacağını da hep birlikte göreceğiz. Cinsi ve cibiliyeti bozuk olanların, adamlıktan ve siyasi ahlaktan nasibi olmayanların, milleti için değil iplerini elinde tutan efendileri için politika üretenlerin, ihanet politikasının öncülüğüne soyunan kifayetsiz ihtiras sahiplerinin ve adeta “Yalan Rüzgarı” adlı bir tiyatro oyununda sahne alan madam ve uşaklarının, tüm arzuları dumura uğrayacaktır.
Devletini ve milletini seven ve bu ülke için açılan büyük ufukta yerini almak isteyen herkes, asimetrik psikolojik savaşın süjesi olmaktan ve benliğini kaplayan anlamsız tepki tuzağından kurtularak aklını başına almalı, hangi nedenle olursa olsun, ipleri batılı küresel güçlerin elinde olan ihanet odaklarına destek olmaktan vazgeçme bilincine ulaşmayı başarmalıdır…
Tezgahlanan ekonomik sıkıntılar nedeniyle, hedefimizden çıkarılan eli kanlı teröristlerin hesabını göreceğimiz günlerin çok uzak olmadığını da aziz şehitlerimizin ruhlarına atfen ve neticeten ifade etmek isterim…
01.01.2022 // 13.48
SEDAT ÇETİNKAYA
xxxxxxxxxxxx 2021 xxxxxxxxxxxxxxx
.
ALLAH, GERÇEKTEN VARDIR ...
İçinde bulunduğumuz ve bizlere pek büyük gelen hatta çoğumuzun kavramakta bile zorlandığı bu devasa evrenin, onun sadece OL emrine istinaden tüm detayları ve kuralları ile varlık kazanmış bir yapı olduğunu düşündüğümüzde, mutlak kudrete sahip olan yüce bir varlıkla karşı karşıya olduğumuzun farkına varmamız gerekmektedir.
O yüce varlık için ise madde ile temsil edilen şeylerin değil, MANA İLE ÖLÇÜLEN ŞEYLERİN bir değeri bulunmaktadır. Allah c.c. hazretlerinin insanı yaratmasındaki SIR ; insanda tezahür eden his, fiil ve düşüncelerin, Rabbimiz tarafından görülmek istenmesidir.
Rabbimizin bizden beklediği ; BİLİNME ve KULLUK BİLİNCİYLE KENDİSİNE İTAAT EDİLME ARZUSU ise, yaratılışımızdan sonra şekillenen ve kamil insana ulaşma yolunda bir tekamülü de içeren imtihan sürecimizle ilgili bir durumdur ve bu durum, meselenin bizi ilgilendiren bölümüne taalluk etmektedir.
Büyük resmi okumaktan önemli ölçüde uzak kalan insanoğlu, düştüğü en büyük yanılgılardan biri olan “KISIR ALANLARA HAPSOLMA YAKLAŞIMI” nedeniyle ; evreni ve kendisini yaratan, tüm eksikliklerden münezzeh olan, herşeyi bilen ve hakimiyeti herşeyi kapsayan sonsuz kudret sahibi Rabbinin, insanlığa son bir uyarı olarak göndermiş olduğu İSLAM DİNİ DIŞINDAKİ İNANÇLARIN PEŞİNDE KOŞMAKTA ; tarihin derinliklerinde kalmış, hükümleri yenilenmiş dinlerin mensubu olmayı, bir GELENEKSELCİLİK dahilinde sürdürme yanlışından kendini kurtaramamaktadır. Çünkü bu kişiler, SORGULAMAYI ve OBJEKTİF KRİTERLER DAHİLİNDE DÜŞÜNMEYİ unutmuşlar, bir nedenle kendilerini belirli düşünce ve yaşam kalıpların içine hapsetmişlerdir.
Aynı durum, gelenekselci bir yaklaşımla İslam dinine mensup olma açısından da geçerliliğini korumaktadır. İslam dinine inandığını ifade eden insanların çok büyük bölümü de inandığı diniyle ilgili olarak hiçbir bilgiye sahip olmadığı gibi inanç esaslarını kavramaktan da uzak bulunmaktadır. Bu durum, bu hal üzere yaşamlarını sürdüren kişileri, İslam dinini yüksek bir bilinç ile yaşamaktan uzaklaştırmakta ve dünya yaşamına birlik ruhu üzerinden bakmalarını da engellemektedir. İŞTE BU NİTELİKSİZLİK , sadece örnek olarak verecek olursak ;
• Yaklaşmakta olan yılbaşı gecesini kutlama zihniyetinin rahatlıkla ve çeşitli gerekçelerle kabullenilmesine sebebiyet verebilmekte,
• Noel baba kıyafetleriyle yapılan kutlamalara, gösterilere ya da propagandalara alkış tutulmasını olağan kılabilmekte,
• Evinin ortasında ya da çeşitli meydanlarda çam ağacı süslenmesi suretiyle Hristiyanlar gibi kutlama yapılmasını mümkün kılabilmekte,
• İçki içme, uyuşturucu kullanma, zina , sapkınlık, çıplaklık, ahlaksızlık gibi faaliyetlerin, yılbaşı gecesi rahatlıkla gözardı edilebilmesine neden olabilmekte,
• Allah’tan isteme iradesi yerine geçerek imanı zedeleyecek piyango çekilişlerinden medet ummak biçimde şekillenen ve milyonlarca insanın katılımıyla milyonlarca insanın hakkının birbirine geçtiği bir kumar aracının, dinen meşru addedilebilmesini mümkün kılabilmekte,
• Ve bunlara ilişkin uyarı yapanların da geri kafalı, yobaz, dünya gerçeklerini anlamaktan uzak ya da dini anlayamamış kişiler olarak ilan edilebilmesini sağlayabilmektedir...
İşte sadece yılbaşı gecesi açısından birkaç tane örneği ortaya koyduğum bu durum, yaşamımızın hemen hemen her alanını sarmış bulunmaktadır. İnsanlar öyle bir çelişki içindedir ki bu çelişkiyi bilenler dahi, içinde bulundukları FARKINDALIĞA ALDIRIŞ ETMEDEN günah işlemekte bir beis görmemektedir. ÇÜNKÜ KİŞİLERİN İNANCINA HAKİM OLMASI GEREKEN YÜKSEK BİLİNÇ HALİ BULUNMAMAKTADIR. Bu yüksek bilinç olmadığı müddetçe de kendisini sadece ama sadece geleneksel bir yaklaşımdan hareketle Müslüman addedenlerin, İslam dinini yaşayabilmesi ve evrene bu bilinçle bakarak, kutlu bir dava çerçevesinde ortaya konan mücadeleye katkı sunabilmesi mümkün bulunmamaktadır.
Bu tür bir Müslüman karşımıza ; komünist- ateist- sol yaklaşımlı bir siyasi hareketin temsilcisi olarak çıkabileceği gibi , siyonist cephenin kadim ve hararetli bir temsilcisi ya da batının uşağı rolüne soyunmuş bir zavallı olarak da çıkabilir. Bu bağlamda, bu tür kişilerin kendisi için Müslüman tabirini kullanmasının, ilmen ve fikren kabul edilebilir ve korunabilir bir anlamı olmadığını da önemle belirtmek isterim.
BU TARZDA BİR MÜSLÜMANDAN ; Müslüman- Türk’ün cihan hakimiyeti mefkuresi ve İslam Birliği gibi kavramlara destek vermesini bekleyebilmek de olanaklı değildir. Hele hele ümmet gibi bir kavrama tabi olmak ; onların üzerlerinde taşıma ihtimali bulunmayan, utanılacak bir elbise gibidir. ONLARA GÖRE hacca gidilmesi , Arap’lara para kazandırmak anlamına gelen ve okul yaptırmak gibi alternatif faaliyetlerle ikame edilmesi gereken bir ibadet, kurban kesilmesi ise külliyen bir katliamdır ve Allah’ın böyle bir ibadet ortaya koyabilmesi de mümkün değildir ve zaten böyle bir ibadeti emredecek ilahın, onların Rabbi olması da mümkün değildir. Ayrıca günümüzde vergi ödendiğinden, zekat verilmesi de artık uygulanırlığı kalmamış bir durumdur. Kadınların başörtüsü takması ve tesettür ise Kuran-ı Kerimde bulunmayan bir Arap adetinden başka bir şey değildir. Elbette Allah’ın insanların aç kalmasına da ihtiyacı olmadığından, oruç tutmanın da bir anlamı yoktur ve onlar zaten çok temiz kalpli insanlardır. Diğer taraftan onlara göre insanlara Allah’ın emirlerini bildiren kim olursa olsun, laikliğe aykırı davranmamakla yükümlüdür ve örneğin bir Diyanet İşleri Başkanı’nın dahi cinsel sapkınlık için uyarıda bulunması ya da bir açılışta dua edebilmesi mümkün değildir. Ayrıca onlara göre Allah’ın öyle her şeye karışan bir varlık olması ya da gelecekte olacakları bilmesi de olanaklı değildir ve zaten gelecekte olan olayları bilmesinin, imtihan iddiasıyla açıklanabilmesi de düşünülemez. Hatta onlara göre ölümden sonra bir yaşam da yoktur zira insanın çürümüş, yok olmuş bedeninin yeniden yaratılması, bilimsel açıdan mümkün olmayan bir durumdur. Ve işte, inancımıza ilişkin olarak içinde bulunduğumuz ve niteliksizlik olarak tanımlanabilecek bu hal nedeniyle, düştüğü çukurda debelenen sözde müslümanlardan BU VE BENZERİ DURUMLARIN SADIR OLDUĞUNU GÖREBİLMEK VE DUYABİLMEK MÜMKÜN HALE GELMEKTE ; İMAN, KAYBETMEYE HAZIRLANDIĞIMIZ BİR BOZUK PARA GİBİ PARMAKLARIMIZ ARASINDA DOLAŞARAK GEZİNTİYE ÇIKMAKTADIR.
İŞTE BEN BURADAN TÜM İNSANLIĞA, ÖYLE BİR ALLAH VARKI, O ALLAH ; HERŞEYİ YARATAN, İLMİ VE ADALETİYLE HERŞEYİ KUŞATAN, BİZE DAİR HERŞEYİ BİLEN VE BİZLERİ HESABA ÇEKECEĞİNİ AÇIKÇA İLAN ETMİŞ BİR ALLAHTIR DİYE SESLENİYORUM… VE BELİRTMEK İSTERİM Kİ ONUN KUDRETİNİN VE İRADESİNİN ÖNÜNDE DURABİLECEK HİÇBİR ŞEY DE YOKTUR.
ALLAH CELLE CELALÜHÜ HAZRETLERİNDEN KORKMAYANLAR ; İMANSIZ RUHLAR, KİBİRLİ CAHİLLER VE İFLAH OLMAZ GAFİLLERDİR…
ALLAH GERÇEKTEN VARDIR VE ONU HAKKIYLA BİLENLERİN, UĞURUNA CANLARINI FEDA ETMEKTEN DAHİ ÇEKİNMEYECEĞİ YEGANE SEVDASIDIR...
28.12.2021 // 21.28
SEDAT ÇETİNKAYA
.EKONOMİK SAVAŞIN, İHANET ÜZERİNDEN YEŞEREN VE KAN DONDURAN GERÇEKLERİ…
Kuruluşunu müteakip, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ekonomisini, sosyal hayatına yön veren yapıları ve devlet bürokrasisini ele geçiren ve küresel güç merkezlerinin ülkemizdeki temsilciliğine soyunan işbirlikçiler, Türkiye’miz üzerinde oluşturdukları bu hakimiyeti, Sayın Erdoğan karşısında mağlubiyeti tattıkları zamana kadar sürdürmeyi başarmışlardır.
Ülkemizin 1923 – 1983 yılları arasında yani 60 yılda ulaştığı ihracat değeri, 5,7 milyar Dolar gibi gülünç bir rakama tekabül etmektedir ki bu ihracatın büyük bölümünün tarım kaynaklı olduğunu da hatırlatmak isterim. Aynı dönemdeki ithalatımız ise 14,9 milyar Dolar olarak yani ihracatımızın yaklaşık 3 katı olarak oluşmuş bulunmaktadır. Yine 1983 yılı itibariyle ülkemize yönelik doğrudan yatırım da sadece ama sadece 113 milyon Dolar olarak gerçekleşmiştir. SADECE BU VERİLER DAHİ ; ülkemizin nasıl bir acziyet ve teslimiyet içinde bulunduğunu ve yobaz, bağnaz, darbeci ve totaliter bir zihniyetin ülkemizi getirdiği noktayı tereddüte yer bırakmayacak biçimde ortaya koymaktadır…
Küresel para baronları, ülkemizdeki işbirlikçileri vasıtasıyla, ülke ekonomisine ilişkin tüm stratejik faaliyet alanlarını ve önemli üretim tesislerini ele geçirmişler, devlet kurumlarını ve ülke medyasını kontrolleri altına almışlar, istemedikleri hükumetleri ekonomik kriz çıkarmak suretiyle, bunun yetersiz olması durumunda ise askeri darbe ile yönetimden uzaklaştırabilme kabiliyetini ellerinde tutmuşlardır.
1980 askeri darbesi sonrasında yapılan seçimler sonucunda Sayın Turgut Özal liderliğinde başlayan gelişme süreci ise boynumuza vurulmuş prangalardan biri olan Parlamenter Sistem’in ürettiği koalisyonlar ve kasıtlı olarak körüklenen çekişme ortamı nedeniyle akamete uğramış, oluşan ve oluşturulan ekonomik krizlere bağlı olarak büyük emek ve zaman kayıpları ile karşı karşıya kalınmıştır. Ayrıca bu dönemde yükseltilen terör hareketleri kullanılarak, ülkemizin oluşan kaynakları adeta yok edildiği gibi ülkemiz üzerindeki siyasi baskılar da katlanılamayacak düzeyde arttırılmıştır.
Bu bağlamda Gümrük Birliği sürecinden ve Avrupa Birliği’ne üye olma arzumuzdan hareketle, ülkemiz üzerinde yıkıcı ve bölücü bir politikanın uygulanmış olduğunu da görmek gerekmektedir.
ÜLKEMİZİN GEÇMİŞTE ; yüksek devlet borçluluk oranı, % 80 oranını aşan ortalama faiz yükü, kısa vadeli borç yapısı, devasa altyapı eksikliği, enerji sıkıntısı, yetersiz üretim ve düşük ihracat , yüksek ithalat, kalkınma temelli olmayan büyümeyle birlikte artış gösteren ithalat sorunu , kronik yüksek dış ticaret açığı, yüksek ve kronik enflasyonu, döviz rezervindeki yetersizlik, düşük milli gelir, hızla artan nüfus ve bu nüfusa iş bulamama sıkıntısı, tasarruf miktarındaki yetersizlik ve tatmin edici düzeyde doğrudan yabancı yatırım çekememe problemi, her çeşit kamu hizmetlerinin yeterince sunulamaması, askeri açıdan ABD’ye ve küresel güçlere bağımlı olmak, kaynaklarımızı sömüren ve kronik hale gelmiş terör gibi onlarca sorunu bulunmaktaydı.
MİLLETİMİZİN DESTEĞİYLE AK PARTİ'NİN TEK BAŞINA İKTİDARA GELMESİNİ MÜTEAKİP GELİŞEN SÜREÇTE, ülkemizin eğitimden sağlığa, hava yollarından demiryolu ve limanlara kadar tüm altyapı ihtiyaçları, cumhuriyet tarihinde yapılanların tamamının asgari 5-10 misline ulaşacak şekilde gerçekleştirilen yatırımlarla tamamlanmış ; devletin IMF’e ve vatandaşlarına olan geçmiş dönem borçları ödenmiş, batmış durumdaki Sosyal Sigortalar Kurumu içinde bulunduğu yetersizlikten ve harçlık mahiyetindeki maaşlardan arındırılmak ve düzen altına alınmak suretiyle işler hale getirilmiş, ülkemizin tamamı sosyal sigorta kapsamına alınmış, genel borçluluk oranımız gayrısafi milli hasılamıza oranla ciddi biçimde azaltılmış, faiz ve enflasyon oranları “Gezi Kalkışması” süreci öncesinde tek haneli rakamlara düşürülmüş, büyük enerji yatırımları yapılmış, Türkiye bir enerji koridoru haline getirilmiş, yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırıma büyük önem verilmiş, sulama ve elektrik üretimi amaçlı büyük barajlar inşa edilmiş, nükleer santral projeleri üzerinden çalışmalar başlatılmış, doğalgaz ve petrol aramasına önem verilerek önemli keşifler yapılmış, yok durumdaki altın üretimi 2020 yılı itibariyle yıllık 42 ton seviyesine çıkarılmış, döviz rezervlerimiz son dönemdeki döviz satışlarına rağmen 116.8 milyar Dolar seviyesine yükseltilmiş, 1980-2003 arasında 23 yılda 15 milyar Dolarlık yatırım çekilebilirken, 2003 – 2020 dönemi itibariyle 18 yılda 225 milyar Dolarlık doğrudan yabancı yatırım çekilmiş, aynı dönemde uluslararası sermayeli şirket sayısı 5600’den 73.675’e ulaşmış, küresel salgın koşullarına rağmen ihracatımız 2021 yılı Kasım ayı itibariyle 221.063 milyar Dolara yükselirken, ithalatımız enerji dahil 264.753 milyar olarak oluşmuş, kendi silah sanayimiz oluşturulmuş, terör hareketleri minumum seviyeye indirilmiş, büyük ölçüde profesyonel bir ordu yapılanması oluşturulmuş, büyük askeri operasyonlar finanse edilmiş, milyonlarca sığınmacıya yaşam alanı açılarak dini ve insani bir sorumluluk üstlenilmiş, HER ALANDA BAĞIMSIZ VE MİLLİ POLİTİKALARIN ÖNÜ AÇILARAK, ÜLKEMİZ KÜRESEL HAKİMİYET MEFKURESİNE SAHİP BİR DEVLETİN VİZYONUYLA YÖNETİLMEYE BAŞLANMIŞTIR...
İşte ülkemizin bu bağımsız ve milli politikalarından ve kendi dinamikleri üzerinde yükselerek küresel bir güç haline gelmesinden rahatsız olanlar, Sayın Erdoğan’ı iktidardan düşürmek için ellerinde kalan son kozu oynayarak ülkemizi kur üzerinden gerçekleştirdikleri ataklar ile vurmayı hedeflemişlerdir. Bunu gerçekleştirmek için sahaya sürülen içimizdeki işbirlikçi hainlerin yaptıkları faaliyetleri ise;
1. Yatırımlarını, Türkiye dışındaki ülkelere yöneltmek,
2. Türkiye’ye yönelik doğrudan yatırımları engelleyecek söylem ve girişimlerde bulunarak, ülkemize yatırım yapılmasının ve döviz girişinin önünü kesmek,
3. Ülkemizde yapılacak yatırımlara herhangi bir şekilde finansal destek vermemek,
4. Kendilerine tabi belediyelerin etkisini ve faaliyetlerini kullanarak, yatırımlar önünde idari zorluklar oluşturmak,
5. Ülkemizde yapılan yatırımlar ve projelerle ilgili karalama kampanyaları düzenlemek,
6. Ülkemize yapılacak ve stratejik önem arzeden yatırımları durdurmak için kamuoyu baskısı oluşturmak dahil her türlü negatif yönlü girişimi gerçekleştirmek,
7. Elde edilen döviz kazançlarını ve birikimlerini yurtdışına çıkarmak,
8. Kayıt dışına çıkarılacak şekilde döviz edinmek ve saklamak,
9. Yurtdışına Türk lirası çıkarmak ve bu parayla ülkemize yönelik olarak gerçekleştirilen kur operasyonları için mali zemin hazırlamak,
10. Kontrollerinde bulunan şirketleri ve organizasyonları kullanarak ; üretimi kısmak, fiyatları yükseltmek, yokluk durumu oluşturmak, stokçuluk yapmak, üretilen ürünleri yurtdışına ihraç ederek arz sıkıntısı oluşturmak suretiyle halkı yönetime karşı isyana ve galeyana sürüklemeye çalışmak,
11. Yapılan zamlar için kur artışlarını bahane göstermek,
12. Artan fiyatları geri çekmeye yanaşmayacak şekilde fiyat politikası izlemek ve kesilen cezalara karşı, ferman padişahın ise dağlar bizimdir zihniyetiyle ve serbest piyasa söylemleriyle kafa tutmak,
13. Kontrollerinde bulunan banka ve finans kuruluşlarını kullanarak, müşterilerini ve halkımızı, Dolarizasyon sürecini tetikleyecek şekilde yönlendirmek,
14. Hükumet politikalarını boşa çıkaracak ve kimin aldığı belli olamayacak şekilde piyasadan döviz çekmek,
15. Oluşturdukları kur ataklarına destek vermek amacıyla psikolojik propaganda teknikleri ile toplumu yönlendirmeye çalışmak,
16. Hükumetin aldığı her kararı kayıtsızca eleştirmek ve böylece oluşan algı kirliliğini kullanarak, geliştirdikleri ihanet politikalarını gölgelemek,
17. Ülkede hoşnutsuzluk ve panik ortamı oluşturarak, şekillenen ortamdan ekonomik çıkar sağlamak,
18. Tamamen gerçek dışı söylemler üretip yayarak, olumlu gidişatın kaynağının hükumet olmadığı hatta oluşan bu durumdan, Sayın Erdoğan’ın ve AK parti yandaşlarının çıkar sağladığı izlenimini oluşturmak,
19. Küresel güç merkezleri, Kredi Derecelendirme Kuruluşları, FETÖ, IMF ve CIA ile birlikte geliştirilen ortak politikaları yönetmek,
20. Erken seçim isteğini sürekli bir biçimde gündemde tutarak, psikolojik üstünlük sağlamaya çalışmak biçiminde ÖZETLEYEBİLMEK MÜMKÜNDÜR.
Belirtmek isterim ki büyük devlet olma yolunda ilerleyen hiçbir ülkenin, böyle bir ihanet şebekesine ve onların faaliyetlerine müsaade edebilmesi mümkün değildir. KURALSIZ OYNAYANLAR, KENDİLERİNE KARŞI KURALSIZ OYNANDIĞINDA AĞLAMAMALI, HAK VE HUKUKTAN DEM VURMAMALIDIR...
Devletin verdiği döviz kuru farkı güvencesine rağmen, yatırım amacıyla halen döviz satın alanların ve ellerindeki dövizi bozdurarak Türk Lirası’na geçiş yapmayanların, bu ihanete ortak addedilmek için her türlü şartı taşıdıklarını da ifade etmek isterim.
Atalarımızın ifade ettiği gibi “KENDİ DÜŞEN AĞLAMAZMIŞ”…
24.12.2021 // 19.24
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ YÖNETİMİNİ BELİRLEMEK İÇİN 2023 YILINDA YAPILACAK SEÇİMLER, GEÇMİŞE VE GELECEĞE YÖNELİK OLARAK 100 YILLIK BİR TERCİHİ ORTAYA KOYACAK OLDUĞU GİBİ TARİHİ BİR KIRILMAYI BAŞLATAN OLAY OLARAK DA KAYDA GEÇECEKTİR...
• İçinde bulunduğumuz andan itibaren, 2023 seçim sonuçları kesinleşinceye kadar, şanlı Türk tarihinden beslenen ve İslamiyetle şereflenen bir ekolün temsilcileri İLE emperyalist- ateist-sapkın ve zalim bir medeniyeti temsil eden batının yalağından beslenen, ülkelerini bir müstemlekeye çevirmek için amade olmuş işbirlikçi odaklar arasında KIYASIYA BİR MÜCADELE yaşanacaktır…
• Bu tarihi mücadelede , KURALSIZLIĞIN esas olmaya başladığı ; milletimizle ağlar gözükenlerin, küresel güç merkezleri ve para baronlarıyla birlikte hareket ederek tüm mevcudiyetimize saldırdığı da hiçbirimizin gözünden kaçmamalıdır…
• HERKES, yaşanan bu mücadelenin basit bir seçim ya da siyasi tercih meselesi olmadığını, hükumetin başarısının ya da başarısızlık durumunun değerlendirme konusu olmadığını ; vatanımızın- bağımsızlığımızın- geleceğimizin- inancımızın- ordumuzun- devletimizin- ailemizin ve canımızın ortada olduğunu, gerçek manasıyla idrak etmelidir.
• Sayın Erdoğan’ın şahsında temsil edilen CUMHUR İTTİFAKI, cümle küffarın ve onların içimizdeki işbirlikçilerinin ortak korkusu, Müslüman - Türk milletinin ve ümmet-i İslam’ın da yegane umududur.
• Bir mücadeleyi kazananların, mücadele edenler değil, gerektiği şekilde mücadele etme yeterliliğini gösterenler olduğunu hiçbir zaman unutmamalı ; dostlar alışverişte görsün kabilinden değil, tüm varlığımız ve samimiyetimizle bu mücadeleye katkı sunma mefkuresi ile hareket etme bilincine ulaşmayı başarmalıyız.
• MÜCADELE ORTAMINDA PANİĞE KAPILARAK YA DA İHTİYATSIZCA ÇEKTİĞİMİZ KILICIN, ZİLLET CEPHESİNDE DAVUL ÇALINMASINA NEDEN OLMAMASINA DA ÖZEL BİR İHTİMAM GÖSTERMELİYİZ. ELEŞTİRİ MESELESİNİ İSE MUTLAK ŞEKİLDE SEÇİM SONRASINA SAKLAMALI, ACİLİYET KESBEDEN DURUMLARI MUHATAPLARIYLA PAYLAŞMANIN DIŞINDAKİ YÖNTEMLERİ TERKETMELİYİZ. BU BAĞLAMDA HER FIRSATTA ; AMA , LAKİN GİBİ GİRİŞLERLE, ELEŞTİRİ YAPMADAN DURAMAYACAK OLANLARA, BU GÜDÜLERİNİ ZİLLET CEPHESİNE YÖNELTMELERİNİ TAVSİYE ETTİĞİMİ DE ÖNEMLE İFADE ETMEK İSTERİM.
• Bu kutlu mücadele sürecinde , başkalarının ne yaptığına ya da ne yapması gerektiğine değil, kendimizin ne yaptığına bakmalı ; ortaya koyacağımız olumsuz tanımlamaları, kişi ve kurumlar üzerinden değil, kendi üzerimizden oluşturma bilincine ve olgunluğuna da ulaşmalıyız…
• HER NESİL GİBİ BİZLER DE, KENDİ HAK ETTİĞİMİZ ŞEKİLDE YÖNETİLECEĞİMİZİ ,YAŞAYARAK VE BELKİ DE 2001 ÖNCESİNDE OLDUĞU GİBİ ; SÜRÜNEREK, DIŞLANARAK, HORLANARAK, ZULME MARUZ KALARAK, GERİ KALMIŞ VE HİÇBİR UFKU BULUNMAYAN BİR ÜLKENİN İTİBAR GÖRMEYEN VATANDAŞI OLARAK VE YİNE BELKİ DE İŞGAL EDİLMİŞ- İÇ SAVAŞLA BÖLÜNMÜŞ BİR ÜLKENİN ACZE DÜŞMÜŞ BİREYLERİ OLARAK YENİDEN ÖĞRENECEĞİZ...
1. Bağımsızlığı ve onuru için mücadele etmeyi bilmeyenlerin,
2. Sabırdan, stratejiden, devlet politikasından, kararlılıktan habersiz olanların,
3. Gerektiğinde devlet adına tehdit edebilme ve ortaya güç koyabilme dirayetinden yoksun olanların,
4. Kokuşmuş zihniyetlerini ; batıcılık, laiklik, çağdaşlık gibi yutturmacalar altında dayatmaya çalışanların,
5. Heykel dikmek , reklam vermek, konser tertiplemek ve çıplak semah gösterisi örneğinde olduğu gibi saçma sapan gösteriler düzenlemek dışında icraat nedir bilmeyenlerin,
6. Kendisine alfa bir yönetici seçmeyi kabullenemeyip, çok başlı yılan misali parlamenter sistem ve koalisyon peşinde koşanların,
7. Ne idüğü belirsiz, kime hizmet ettiği belli olmayan kişilerin gölgesinde kendisine siyasi sığınak arayanların,
8. Düşmanın silahıyla ve onunla işbirliği içinde güç devşirdiğini zanneden aymazların, İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ KURTLAR SOFRASINDA BAŞARILI OLABİLMESİNİN MÜMKÜN OLMADIĞINI İŞ İŞTEN GEÇMEDEN , HEMEN ŞİMDİ ANLAMALIDIR.
• Hangi dandik felsefe ve gerekçeyle olursa olsun, içinde bulunduğumuz gerçeklik karşısında , ihanet ve zillet kokan bir siyasi zihniyete ve yobazlığa destek verilmesi durumunda, kurtlar sofrasında ancak ve ancak bir av olacağımızın da farkına varmalıyız…
• Bunların ağa babaları, İttihatçı kimliğiyle, yüzyıl önce Birinci Dünya Savaşı’nda bizi av haline getirdiğinde ; her birimizin ailesinden en az bir kişinin hayatını kaybettiğini, sığındığımız son vatan toprağının dahi işgale uğradığını, yıllarca koruduğumuz ve bugün küçümsediğimiz ırkların vasıfsız ordularının ve hatta çetelerin dahi yüzbinlerce Türk evladını keserek yok ettiğini, yüzbinlerce yaralımızın perişanlığı yaşadığını, esir kamplarında kalanların işkenceler altında can verdiğini, milyonlarca insanımızın açlık- sefalet ve hastalığın pençesinde yaşama veda ettiğini VE ÜSTÜNE ÜSTLÜK SON BİR ÇABAYLA YÜRÜTTÜĞÜMÜZ MİLLİ MÜCADELE SONRASINDA ÜLKEMİZE ÇÖREKLENİP BİZİ ÖZ VATANIMIZDA PARYA HALİNE GETİRDİKLERİNİ DE AKLIMIZDAN ÇIKARMAMALIYIZ.
İTTİHATÇILAR DA ABDÜLHAMİD HAN’A DARBE YAPARKEN, BÜYÜK BİR ŞEVK İÇİNDEYDİ. HATTA ONLARI DESTEKLEYENLER MUTLULUKTAN SARHOŞ OLMUŞ DURUMDAYDI… SANKİ ONLARA ÜSTÜN HİZMET MADALYASI TAKILMIŞ, SEVİNÇTEN BİRYERLERİ TAVANA VURMUŞ GİBİYDİ. ANCAK ALLAH, BİZİM NESLİMİZ DE İÇİNDE OLMAK ÜZERE HEPİMİZİN CEZASINI VERMİŞTİ… İÇİNE DÜŞTÜĞÜMÜZ ACZİYETİN AĞIRLIĞIYLA BU ÜLKENİN ŞAİRLERİ : YÜZÜSTÜ ÇOK SÜRÜNDÜN, AYAĞA KALK SAKARYA ! DİYE HAYKIRDIKLARI ŞİİRLER YAZAR OLMUŞTU. İŞTE 20 YILLIK BİR MÜCADELE SONUCUNDA ; BAZEN ROL YAPARAK , BAZEN DİKLENEREK BAZEN ALTTAN ALARAK BAZEN DE REST ÇEKEREK AYAĞA KALKMAYI HATTA GERÇEK DÜŞMANLARIMIZIN TÜM KÜRESEL PLANLARINI BOZMAYI DAHİ BAŞARDIK. ŞİMDİ GERİ YERİNE OTUR DİYENLER TÜM GÜÇLERİYLE HAYKIRMAKTA, SALYALARINI AKITMAKTA, ARZULARINI GERÇEKLEŞTİREBİLMEK İÇİN TÜRLÜ TÜRLÜ KOMPLOLAR HAZIRLAMAKTADIR. BUNA İZİN VERMEYE YELTENENLERE SÖYLENECEK HİÇBİR SÖZÜN , İNSANIN YÜREĞİNİ SOĞUTMAYA YETMEYECEĞİNİ DE NACİZANE İFADE ETMEK İSTERİM…
SAYIN ERDOĞAN’IN İFADESİYLE BİZ ONLARIN CİNSİNİ DE CİBİLİYETİNİ DE ÇOK İYİ BİLİYORUZ… BIRAKINIZ OY VERMEYİ , ONLARI DESTEKLEYECEK BİR BEYANDA BULUNURKEN DAHİ BU GERÇEĞİ HATIRLAMAKTA TARİFSİZ BİR FAYDA BULUNMAKTADIR.
İşte bulunduğumuz bu ahval içinde bizler, EĞER MÜSLÜMAN- TÜRK KİMLİKLİ BİREYLERSEK, tarihin ve inancımızın bize yüklediği görev neyse başaracak ; zevke, eğlenceye hayvanların da koştuğunu, sorumsuzluğun ve kayıtsızlığın bizi acı bir sona sürükleyeceği gerçeğini kulağımıza küpe edeceğiz…
KENDİ ASLANINA SAHİP ÇIKMAYIP, SAHAYI ÇAKALLARA AVLAK YAPANLAR, ENİNDE SONUNDA O ÇAKALLARA YEM OLACAKTIR…
20.12.2021 / 19.11
SEDAT ÇETİNKAYA
.SAYIN RECEP TAYYİP ERDOĞAN’I BAŞKANLIKTAN DÜŞÜRMEK, AK PARTİ İKTİDARINA SON VERMEK VE CUMHUR İTTİFAKINI DAĞITMAK İÇİN, YERLİ İŞBİRLİKÇİLERİYLE BİRLİKTE ELİNDEN GELENİ ARDINA KOYMAYAN KÜRESEL GÜÇLER, OLUŞTURDUKLARI KUR ATAKLARI ÇERÇEVESİNDE GELİNEN NOKTA İTİBARİYLE SON CEPHANELERİNİ DE TÜKETMİŞ BULUNMAKTADIR.
İTTİHAT VE TERAKKİ PARTİSİ bünyesinde toplanan ve dönemin sığ koşullarında İstanbul ve çevresinde oluşturdukları algı ve baskı ortamı çerçevesinde, Abdülhamid Han yönetimine karşı gerçekleştirmiş oldukları darbe ile iktidarı ele geçirerek ; büyük bir devleti, küresel güçlere peşkeş çeken soysuzlar takımının günümüzdeki temsilcileri de benzer bir sonucu elde etmek için var güçleriyle çalışmaktadır. Ancak değirmenin altından çok sular akmış, devir değişmiş ve koşullar da farklılaşmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kendisini büyük bir güce dönüştürecek olan altyapının tamamı üzerinde önemli gelişmeler sağlamış ve geleceğe ilişkin olarak sağlam bir perspektif dahilinde ilerlemeye başlamıştır.
ÖZELLİKLE SON 10 YILDIR , ülkemizin gelişim sürecini engellemeye, yeniden kendi kabuğuna çekilmeye ve küresel güçlere biat etmeye zorlamayı amaçlayan bir SOĞUK SAVAŞ POLİTİKASI uygulanmaktadır. Bu politika ise 2023 gibi gerek simgesel anlamda gerekse gelecek politikalarının şekillenmesi sürecinde büyük önem arzeden bir döneme yaklaşıldıkça sertleşmekte, beyin körü olmayan herkesçe ve tüm çıplaklığıyla görülebilir hale gelmektedir.
Küresel güç merkezleri, Türkiye gibi siyasi- askeri ve ekonomik olarak çok önemli olan bir ülkeyi kendi safına çekebilmek ve Türkiye’nin küresel politikalar üzerindeki etkisini ortadan kaldırabilmek için ellerindeki her imkanı kullanmış ancak Sayın Erdoğan’ın oluşturduğu siyasi kurguyu bozamamış, gerçekleştirdiği atakları karşılayamamışlardır. Ancak Sayın Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ve Türk Milleti’nin geleceğine yönelik olarak yapılan tüm saldırıları bertaraf etmeyi başarmıştır.
Küresel güçler, içimizdeki işbirlikçilerin de katkısıyla yapmış oldukları çalışmalar neticesinde, kur saldırıları üzerinden elde edecekleri zeminden hareketle bir sonuca ulaşmak dışında ellerinde bir şey kalmadığının da farkına varmışlardır. Bu bağlamda yaptıkları denemelerin adım adım bir başarı kanalı açması nedeniyle, kur üzerinden gerçekleştirdikleri saldırıları arttırmışlar ve içimizdeki açgözlüler üzerinde oluşturdukları panik havasından hareketle de hem döviz kurlarının yukarı yönlü seyrini sağlamışlar hem de klasik bir sonuç olan mal stokçuluğu ve fahiş fiyatla mal satma eylemlerini destekleyerek ; ekonomi , halk ve hükümet üzerinde , ticari temeli bulunmayan bir baskının oluşmasını gerçekleştirmenin peşine düşmüşlerdir.
OYSA EKONOMİK VERİLER İNCELENDİĞİNDE GÖRÜLEBİLECEĞİ ÜZERE ; ne ödemeler dengemizde geçmişe nazaran bir olumsuzluk, ne borçlarımızı ödeme noktasında bir sıkıntımız, ne daralan bir piyasamız, ne döviz rezervimiz açısından olumsuz bir seyir söz konusu dahi değildir. Hatta aksine dünyanın en çok büyüyen ekonomilerinden birisine sahip olduğumuz gibi ihracatımız rekorlara koşmakta ve bu süreç hızlanarak devam edecek bir zemin dahilinde de ilerlemektedir. Zira ülkemiz, sadece kendi dinamikleriyle değil, Türkiye’yi üretim üssü olarak belirleyerek doğrudan yatırım yapan ve siparişlerini ülkemize kaydıran şirketlerin faaliyetleri nedeniyle de büyüme ve gelişme sürecine girmiş bulunmaktadır. Ayrıca ülkemize yönelik finansal yatırım aşamasında bulunan bir çok ülke ve kişi de içimizdeki işbirlikçilerin yaydığı olumsuz havanın dağılmasını ve uygun koşulların şekillenmesini bekler halde bulunmaktadır.
BU BAĞLAMDA BİR DEĞERLENDİRME YAPIP, KÜRESEL GÜÇLERİN ÜLKEMİZDEN İSTEDİKLERİNİ BELİRLEDİĞİMİZDE, BUNLARI;
1. Irak ve Suriye bağlamında şekillendirilecek Pkk//Pyd//Ypg//Sdg devletçiğine izin vermek,
2. ABD’nin emir eri konumunda ve küçük Amerika olarak varlığını sürdürmek,
3. Gerektiğinde Türkiye’nin bölünmesinin önünü açacak politikalara zemin oluşturmak,
4. İsrail’in aleyhine olacak herhangi bir politik tavır içine girmemek,
5. Türk Devletler Birliği oluşumunu, ABD’nin ve dolayısıyla küreselcilerin güdümüne sokmak,
6. Libya ve Afrika üzerinde, dengeleri bozucu bir siyaset içinde bulunmamak,
7. Türkiye ile Kıbrıs’ın bağını kesecek ve Kıbrıs Türk’lerinin, Rum kesimi içinde yok olmasının önünü açacak bir çözüme onay vermek,
8. Akdeniz’in zenginliklerinin Türkiye akmasını sağlayacak Mavi Vatan Doktrini gibi hedeflemelerden vazgeçerek, geçmişte malum kişilerin yaptığı gibi “Ver, sat, vazgeç, peşkeş çek” politikası izlemek,
9. Balkanlar’daki Türk etkisini dondurmak ve balkanlara karşı kayıtsız kalmak,
10. Yunanistan’a karşı askeri tehdit oluşturmaktan vazgeçmek,
11. Rusya’ya karşı, ABD güdümünde bir cephe ülkesi politikası içine girerek NATO’ya sadık bir müttefik olarak ve saldırgan bir yaklaşımla kendini öne atmak,
12. Rusya’nın parçalanması sürecinde, Müslüman ve Türk nüfusun kullanılması noktasında küreselcilere yardımcı olmak,
13. Rusya’dan alınan S 400 silah sistemlerini, ABD’nin kontrolüne bırakmak ve Rusya ile bu tür ilişkileri tamamen kesmek,
14. Ermenistan ile ABD’nin istediği şartlar dahilinde iyi ilişkiler kurmak,
15. İslam dünyası ile ilişkileri sınırlayan ve onları dışlayan bir politik tutum içinde bulunmak,
16. Avrupa Birliği hedefine bağlılık doğrultusunda Avrupa’nın kapısında beklemek ve böylece ABD açısından ikinci bir kontrol noktasına tabi olmak,
17. IMF’den borç alarak, Türkiye’nin mali ve politik geleceğini belirleme yetkisini IMF yetkililerine teslim etmek,
18. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası üzerinden dönecek hiçbir parasal meseleye müdahale etmemek,
19. Türkiye’deki faiz oranlarının belirlenmesine karışmamak,
20. Altın rezervlerini, uluslararası güçlerin kontrolüne teslim etmek,
21. Silah üretimini tamamen durdurmak,
22. Türk ordusunu ve güvenlik güçlerini yeniden NATO’nun etkisine açmak ve bu bağlamda FETÖ iltisakı nedeniyle görevden uzaklaştırılanların görevlerine iade edilmesini sağlamak,
23. Nükleer santral yapımından vazgeçmek,
24. Kanal İstanbul projesini durdurmak,
25. Altın üretimini uluslararası şirketlerin kontrolüne vermek ve kontrol dışı tutmak,
26. Ekonomik büyümeyi sınırlamak,
27. Türkiye’nin gündeme gelmesini sağlayacak ve stratejik öneme sahip yatırımları durdurmak,
28. Tarım- hayvancılık ve sağlık gibi politikaları, uluslararası kurumların politikalarıyla eşgüdümlü hale getirmek,
29. Üretimi arttırma ve büyüme politikası yerine talebi kısma ve bu bağlamda bireylerin gelirlerini düşürme politikası izlemek,
30. Türkiye’nin cari açığını ortadan kaldıracak, üretimi ve istihdamı destekleyecek politikalar yerine Türkiye’yi yüksek faizle sıcak para cenneti haline getirecek politikaları uygulanır halde tutmak,
31. Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanlığı’nın faaliyetlerini sınırlandırarak, istihbarat faaliyetlerini geçmişteki gibi CIA’nın kontrolüne terketmek ŞEKLİNDE İFADE EDEBİLMEK MÜMKÜNDÜR.
İŞTE ortada gerçek hiçbir neden bulunmazken, Döviz kurlarında kurgusal bir artış yaşandı diye ülkesini yukarıda sadece 31 adedini saydığım olumsuzluğun içine sokmak isteyenlere, bu duruma kendince gerekçeler getirerek boğazına kadar pisliğe gömülenlere, ihanet teranelerini açık açık geviş getirenlere, terörist sevicilere, Müslüman- Türk milletinin düşmanlarının fonlamasıyla yaşayan ve onların borazanlığını yapan asalaklara , yurtdışında saklanan ve ruhu köstebekleşmiş ucubelere, kendini Türk milliyetçisi olarak yutturmaya çalışan ABD kuklası, FETÖ yamağı, kurgu manyağı olmuş sünepelere ve gizli gizli sevinen ruhu çirkef yosununa bulanmış kimliksiz, kişiliksiz, orta malı konumundaki zavallılara yönelik olarak ; kendinizi nasıl isimlendirirseniz isimlendirin, sizden ancak ve ancak VATAN HAİNİ BİR İŞBİRLİKÇİ OLUR ve tarih de sizi İTTİHATÇILARDAN BİLE KÖTÜ BİR ŞEKİLDE, "TAM ANLAMIYLA HAİNLERDİ" diyerek yazacaktır şeklindeki sözlerimle, bıraksam sonu gelmeyecek ifademe son vermek istiyorum…
18.12.2021 //18.01
SEDAT ÇETİNKAYA
.ERMENİSTAN ÜZERİNDEN OKUNAN KÜRESEL SİYASİ STRATEJİ VE TÜRKİYE’NİN ALDIĞI KONUMA İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER…
Devlet-i Aliyye’nin çöküş sürecinin hızlandırılması noktasında, dönemin küresel güç merkezleri tarafından yönlendirilen maşalardan birisi de yüzyıllar boyunca Türk Milleti’nin koruyuculuğunda yaşamını sürdürmüş ve sadık millet olarak taltif edilmiş olan Ermeniler olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır. Ermeni çetelerinin, Anadolu coğrafyasında yaptıkları katliamlar ise tarih hafızamızdaki yerini tüm canlılığıyla korumaya devam etmektedir. Ermeni devlet ideolojisinin, Ermenilere yönelik soykırım iddiasına başvurmasının temel nedeninin ise kendileri tarafından gerçekleştirilen insanlık dışı faaliyetleri ve eylemleri gölgelemeye çalışmak olduğu kadar Türkiye düşmanlarının politikalarına katkı sunarak, dünya kamuoyu nezdinde Türkiye aleyhine gündem oluşturulmasını desteklemek olduğu kanaatini taşıdığımı da ifade etmek isterim.
Ermenistan, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin yıkılması sonrasında kurulan bölgesel dengeler noktasında, Rusya ve İran üzerinden kendisini tanımlamış ve bu ülkelerden almış olduğu destekle, Azerbaycan’a yönelik saldırgan ve işgalci pozisyonunu sürdürme cüretini göstermiş sıradan ve silik bir ülkedir.
Ancak yeni bir dünya düzeni üzerinde çalışmakta olan küreselciler için Ermenistan’ın özel bir önem kazanmaya başlaması, dengelerin bozulmasını tetikleyen ilk hareket olmuştur. Zira küreselcilerin bu süreçte İngiltere üzerinden ortaya koyduğu yaklaşım, Ermenistan’ın Rusya’dan uzaklaşmasına ve Ermenistan vatandaşlarının büyük bölümünün Rusya’ya yönelik tepkisel bir tutum içine girmesine sebebiyet vermiştir. Bu gerçekliği değiştirebilmesinin pek mümkün olmadığını gören Rusya ise Ermenistan üzerindeki korumayı bir noktaya kadar kaldırarak, Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarını kurtarmasının önünü açmış, bu stratejisiyle Azerbaycan üzerinde siyasi etkinlik kurmanın da yollarını aramıştır. Bu sırada kendisine batıdan hiçbir destek gelmeyeceğini ve tam anlamıyla mağlubiyete uğrayacağını farkeden Ermenistan, eski müttefiki Rusya’ya sarılmış ve kendisini kurtarmasını istemiştir. Ancak savaş sonrasında Ermenistan’da yapılan seçimleri N.Paşinyan’ın kazanması, Ermenistan halkı üzerindeki Rusya karşıtlığının, büyük bir savaş yenilgisine ve Azerbaycan korkusuna rağmen devam ettiğini de ortaya koymuştur.
Gelişen süreçte Rusya, Ermenistan- Azerbaycan arasındaki meseleyi kaşıyarak ve planlı çatışma ortamları hazırlayarak patronun kendisi olduğu izlenimini koymaya çalışsa da kazın ayağının göstermeye çalıştığı şekilde olmadığını da gayet iyi bilmektedir.
Rusya’nın amaçları ; Zengezur koridoru meselesi üzerinden Azerbaycan ve Türkiye üzerinde kullanabileceği bir koz elde etmek ve İpek yolu projesinin sahibi ve finansörü olan küreselcilere karşı ipiniz benim elimde mesajı vererek, küresel politik denklemde hamle üstünlüğünü ele geçirmek ve bunun üzerinden siyasi- stratejik- ekonomik çıkarlar elde etmektir.
Küreselciler ise, İngiltere üzerinden yumuşak bir yaklaşımla Türkiye ile iyi ilişkiler kurma tiyatrosu oynarken ; Ermenistan’ı, Rusya’dan tamamen uzaklaştırma, Ermenistan ile Azerbaycan ve Türkiye ilişkilerinin normalleşmesini sağlayarak Rusya’yı devre dışı bırakma strateji üzerinden hareket etmeye çalıştıklarını da ortaya koymaktadır.
Bu bağlamda Türkiye de kendi siyasi stratejisi bağlamında Rusya’ya, Zengezur koridorunun açılmasını sağlama baskısı yapmakta aksi takdirde İngiltere ve küreselciler ile birlikte hareket ederek, Rusya’yı etkisiz eleman konumuna düşürebileceğini göstererek, üstü kapalı tehdit politikası uygulamaktadır. Zira sadece ama sadece Azerbaycan ve Türkmenistan’dan çıkan doğalgaz’ın, Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırılması ve bu durumun Rus gazına alternatif oluşturması durumu dahi Rusya’nın tüm devlet stratejisini bozan bir etkiye sahip bulunmaktadır. Bu noktada Almanya’nın Kuzey Akım- 2 Projesini askıya alması, Avrupa Birliği ile Ermenistan ve Azerbaycan arasında gerçekleştirilen görüşmeler, Türkiye ile Ermenistan arasında özel temsilci atanması ile başlaması öngörülen normalleşme süreci, Türkiye’nin ortaya koyduğu siyasi stratejinin altının boş olmadığını da ortaya koymaktadır.
Bu arada Türkiye’nin Kırım meselesini bahane ederek, Ukrayna üzerinden Rusya’ya yönelik olarak kurmuş olduğu tam kıvamındaki baskıyı da unutmamak gerekmektedir.
Böylece Türkiye, Türk Devletler Birliği Teşkilatı üzerindeki Rusya baskısını hafifletmeyi hedeflerken, Türkiye’deki iktidarı değiştirerek tüm insiyatifi Türkiye üzerinden ele geçirmeyi planlayan küreselcilerin arzularını da kursaklarında bırakacaktır. Herkes , FETÖ’nün tam da bu iş için kurulmuş bir CIA alt oluşumu olduğunu görme mecburiyeti içinde bulunmaktadır. FETÖ, Türkiye’nin yönetimi sinsice ele geçirerek Türkiye’yi küreselcilerin kuklası haline getirmek istediği gibi Ortaasya’ya yönelik açılımıyla da bölge ülkelerini , küreselcilerin ve dolayısıyla Çin’in hakimiyetine açmak için maymuncuk görevi gören bir aparat konumunda bulunuyordu. İşte PKK//PYD//YPG yapılanması ile baskı altına alınan Türkiye’yi, FETÖ üzerinden teslim alamayanlar , içimizdeki işbirlikçilerin kurmuş olduğu siyasi yapılanmalar üzerinden teslim almanın peşine düşmüş, bu durumu da ABD başkanı J.Biden’ın ağzından çıkan muhalefetle işbirliği yapılacağı açıklamaları ile ortaya koymuşlardır. Bu konuda biraz daha ayrıntı arayanlara, ABD Büylükelçisi’nin son günlerde kimlerle görüştüğünü incelemelerini tavsiye ettiğimi de belirtmek isterim.
Konuya dönecek olursam, bu süreçte Kafkaslardaki yüzyıllık dengenin bozulduğunu anlamakta zorlanan İran ise, birkaç defa Azerbaycan’a ve söylem bazında olsa da Türkiye’ye yönelik ataklar geliştirdikten sonra Afganistan üzerinden gelişen Taliban tehlikesi, Türkiye’nin bölgede artan etkisi, Türkiye ile Pakistan- Afganistan ve Tacikistan arasında artan siyasi//ticari ve askeri ilişkiler, Türk Devletler Topluluğu’nun oluşturduğu korku, kendisini parçalanma sürecine sokma ihtimali bulunan iç sorunlar ve efendilerden almış olduğu uyarı üzerine, dengesiz siyasetini sınırlamak ve bölge siyaseti açısından Türkiye’nin yönlendirmesine tabi olmak zorunda kalmış bulunmaktadır.
Batıya ve küreselcilerin yıkıcı faaliyetlerine karşı Türkiye’nin desteğine ihtiyaç duyan Rusya ise Türkiye ile hiçbir zaman açıklanmayacak ve Türkiye lehine olacak şekilde gizli ve sözlü bir anlaşma sürecine girmek durumunda kalmıştır. Sayın R.T.Erdoğan ve V.Putin arasında son Soçi görüşmesi esnasında gerçekleşen bu durumun, iktidar değişmediği sürece yürürlüğünün devam edeceğine ve tüm ters yönlü açıklamalara ve İKİLİ İLİŞKİLERDEKİ ÇEKİŞMELERE RAĞMEN Türkiye ile Rusya’nın, batılı güç odaklarına karşı olabildiğince aynı perspektif dahilinde hareket edeceğini şimdiden belirtmek isterim. Çünkü her iki devletin çıkarı, bir ittifak süreci öngörmese de aynı pencereden meselelere bakma perspektifinde kesişir görünmektedir. Bu süreci , bağımsız bir devlet politikası çerçevesinde ve yaklaşık 20 yıl devam ettirerek güçlenmeyi sürdürdüğümüzde, dünyanın en büyük küresel güç merkezi olarak ortaya çıkmamız mutlak bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır.
Bu hususta zaman, ekonomik derinlik, askeri büyüklük ve siyasi etki açısından çok yönlü olarak gelişmeye devam eden ve hinterlandını devamlı bir biçimde geliştiren Türkiye’nin lehine akmaktadır.
Türkiye’nin Suriye’ye yönelik müdahalesini engellemek ve Türkiye’deki iktidarın işbirlikçi bir yönetime devrini sağlamak için gerçekleştirilen kur operasyonlarına ve bu operasyonlar sonrasında tetiklenen enflasyonist ortamdan hareketle oluşturulan algı sürecine, ülkesine seven ve aklı başında hiçbir vatandaşımızın katılmaması, yürütülen milli mücadeleye yönelik topyekün bir destekle, devletimizin ve milletimizin düşmanlarına unutamayacakları bir ders verilmesi gereği bulunmaktadır.
Herkes bir gün gelecek, Türkiye’nin ortaya koymuş olduğu gücün ve insanlığın karşısında diz çöküp ; kutlu bir devlete ve büyük bir lidere biat edecektir…
İşte o gün, tüm çektiğimiz çileleri bize unutturacak en mutlu gün olacaktır…
15.12.2021 // 21.24
SEDAT ÇETİNKAYA
.RUSYA - UKRAYNA GERİLİMİ ÜZERİNDEN ŞEKİLLENEN KÜRESEL DENGELER VE TÜRKİYE’NİN ORTAYA KOYMUŞ OLDUĞU SİYASİ STRATEJİNİN ÖNEMİ VE ANALİZİ…
Amerika Birleşik Devletleri yönetimine ve ekonomisine hakim olan küreselci yapılar, yeni dünya düzenini ; kendi elleriyle büyüttükleri Çin ve Amerika Birleşik Devletleri arasında kurulacak bir strateji tahtası üzerinden ve danışıklı dövüş içeren bir kurgudan hareketle dizayn etmek istediklerini ortaya koymuş bulunmaktadır. Bu kurgunun, 20 nci yüzyılın önemli bir bölümüne hakim olan ABD- S.S.C.B. gerilimi ile benzer bir şekilde tertiplenmeye çalışıldığını söyleyebilmek de mümkündür.
Bu oluşumda Amerika Birleşik Devletleri ile İngiltere, müttefikleriyle birlikte gerilimin bir cephesini oluştururken, karşıt göründükleri ve gerilimin diğer cephesini oluşturan Çin Halk Cumhuriyeti’nin önünü açacak ve sınırlarını belirleyecek stratejileri de sahaya sürmektedirler. Böylece küreselciler, kendi stratejileri doğrultusunda dünyayı bir mengenenin arasına almanın ve 21. yüzyıl açısından istedikleri düzeni kurmanın adımlarını atmaktadır. İngiltere’nin Avrupa Birliğinden uzaklaşması, ABD- İngiltere ve Avustralya arasında oluşturulan ittifak ( AUKUS) ve ABD’nin Çin’e karşı Japonya’nın harekete geçmesine izin vermeyen pozisyonu düşünüldüğünde, bu gerçeklik büyük ölçüde açığa çıkmaktadır.
İşte ; Afganistan- Tayvan- Kuzey Kore- Pakistan - Kıbrıs- Mısır - Doğu Akdeniz, Yemen- Somali- Etiyopya- Libya- Mali- Polonya- Ermenistan- Yunanistan- Adalar Denizi- Suriye ve Irak gibi UKRAYNA DA BU CEPHELEŞMENİN SICAK HATLARINDAN BİRİSİNİ TEŞKİL ETMEKTEDİR.
Çin’in, hegemonya sahasını genişletmek isteyen küreselciler açısından en önemli tehlikelerden biri, kendi güdümlerinde olmayan ve Rus milliyetçiliği temelinde faaliyet icra eden Rusya Federasyonu’nun varlığıdır. Küreselciler, Rusya’yı istedikleri kıvama getirebilmek için Avrupa- Rusya ilişkilerini, bir kopmaya sebep olmaksızın olabildiğince gerdikleri gibi Rusya’yı ekonomik açıdan sıkıntıya sokacak ve V. Putin yönetimine son verecek faaliyetleri de sonuna kadar desteklemektedir. Bu noktada ayrık bir gelişme olarak Ukrayna meselesine ve bu Ukrayna üzerinden tertiplenmeye çalışılan duruma da özel bir paragraf açmak gerekmektedir. Bu noktada ABD’nin ; Ukrayna- Rusya ilişkilerini siyasi ve askeri düzlemde gererek, Rusya ile Ukrayna arasında bir savaş çıkarmak isteyip istemediği , böyle bir savaşı istiyorsa bu durumla ne gibi bir sonucun doğmasını arzu ettiği büyük önem taşımaktadır. Bu bağlamda bir değerlendirme yaptığımızda ABD’nin, Rusya’nın Ukrayna’yı kısa sürede ele geçirebileceğini bilmediğini söyleyebilmek imkansızdır. Ayrıca ABD’nin, Rusya’ya karşı sıcak bir savaşı göze alamayacağı da açıktır. Bu durum karşısında ortaya çıkacak gerçeklik ; ABD açısından büyük bir yenilgi, Rusya için ise ABD bir tarafa NATO’ya karşı alınmış büyük bir galibiyet olacaktır. Böyle bir galibiyetin Rusya’yı daha cüretkar kılacağı ve V. Putin’e çok daha büyük bir güç bahşedeceği ise açıktır. ABD’nin, küresel anlamda çöküşünü tetikleyecek şekilde güç kaybetmek istemeyeceği ve Rusya’nın, Avrupa’yı hegemonya alanı ilan etmesini arzu etmeyeceği de açık olduğundan ; ABD’nin böyle bir strateji içinde olmayacağı önermesini ortaya koyabilmek mümkün hale gelmektedir. Bu durum, Çin üzerinden yapılacak bir okuma dışlandığında dahi akılcı bir yaklaşıma tekabül etmediğinden, ABD’nin Ukrayna üzerinden oluşturduğu gerilim çerçevesinde, başka bir stratejisinin olduğu da netlik kazanmaktadır. Kanaatimce ABD ; Rusya’yı dar alana çekerek oyalamaya , yıpratmaya, güçsüz bırakmaya, ekonomisinde gedikler oluşturarak istediği kıvama getirmeye ve Rusya üzerindeki baskıları arttırmaya çalışmaktadır. Hatta Avrupa’ya gaz satışını engellemeye matuf baskılar dışında , karbon salınımını azaltmak anlamında ortaya konan küresel politikaların, Rusya’nın petrol gelirlerini zayıflatmaya yönelik bir mahiyet taşıdığını da görmek gerekmektedir. Zira şuan için cari fazla veren ancak çok yönlü üretim kabiliyeti bulunmayan bir ülke olan Rusya’nın, cari dengesinin bozulması durumunda oluşacak kur baskısına ve bu baskı neticesinde şekillenecek yüksek enflasyon ve yüksek faize Türkiye gibi dayanabilmesinin mümkün olmadığını da belirtmek isterim. Elbette bu durum, Rusya’nın geçmişte olduğu gibi küreselci paganların kontrolüne girmesi için büyük bir kapı açacaktır. Bu durumda Çin’in hakimiyet alanı, Rusya pazarını da içerecek şekilde genişleyecek ve Rusya Federasyonu’nun dağılması için gerekli siyasi ve askeri zemin de oluşmuş olacaktır.
ABD’nin Rusya ile gerçek anlamda savaşmasını istediği ülke ise Ukrayna değil, Türkiye’dir. Bu arzularını tertiplemek için Rusya ile Türkiye’yi ; Rus savaş uçağının düşürülmesi, Rus büyükelçinin öldürülmesi, Azerbaycan- Ermenistan savaşı, Suriye operasyonları, Libya, Boğazlar ve Karadeniz üzerinden oluşturulmaya çalışılan gerginlik gibi birçok alanda karşı karşıya getirmeyi hedeflediklerini de görmemiz gerekmektedir. 15 Temmuz darbe girişimi başarılı olmuş olsaydı, şuan Rusya ile çatışma içine girmiş ve yalnız bırakılmış bir Türkiye ile karşı karşıya olma ihtimalimizin çok büyük olduğunu ve bu ihtimalin, ABD’nin müstemleke valiliğine soyunan zillet takımının iktidarı durumunda bir adım kadar yakın olduğunu da önemle belirtmek isterim.
Bu bağlamda günümüz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Ukrayna politikasına baktığımızda, ortada akılcı olmayan bir durum bulunuyor gibi olsa da geçiş dönemi politikası takip eden Türkiye’nin almış olduğu pozisyonun yanlış olduğunu söyleyebilmek de mümkün değildir. Zira Türkiye, hem Rusya ile karşı karşıya gelmeden , ilişkileri adım adım güderek Rusya’nın güç kaybetmesi ve dağılması için pozisyon almalı hem de batı ile ilişkileri dışlayarak kendisini net bir şekilde Rusya’nın yanında konumlandırmamalıdır. ABD’nin Rusya’yı tehdit ederek oluşturduğu gerilimden etkilenen, enerji darboğazı ve işgal korkusu içine giren Avrupa’nın, ABD’nin bu stratejisini Türkiye ile ilişkilerini sağlam tutarak aşmayı planladığı da gözden kaçırılmamalıdır.
Bu arada ABD’nin, kendi güdümünde olmadığı sürece Türkiye’nin, Türk Cumhuriyetleriyle oluşturduğu ittifak ilişkisinden büyük rahatsızlık duyduğunu da söyleme gereği bulunmaktadır. Bu durum ABD’nin, Türkiye’yi ikinci bir Rusya tehdidi olarak algılamasına hatta bir Türk Birliği’nin, İslam dünyasına yönelik etkileri nedeniyle daha büyük bir sorun olarak değerlendirmesine neden olmaktadır. Elbette bu durum karşısında Rusya’ya yönelik politikanın bir benzeri Türkiye’ye karşı da uygulanmakta ve bir iktidar değişikliği ile sorun aşılmaya çalışılmaktadır. Bu noktada Türkiye’nin konvansiyonel tehdidi şimdilik Rusya kadar büyük olmasa da bölgesel politikaları nedeniyle Rusya’dan çok daha büyük tehditler oluşturduğunu da ifade etme gereği bulunmaktadır.
Türkiye’nin, Ukrayna konusunda ortaya koyduğu siyasi ve askeri politikalar, Rusya’nın hoşuna gitmese de Türkiye bu hususta fazla ve gereksiz mahiyette ileri hareketlerde bulunmadan ve kendisini meselenin bir tarafı haline getirmeden Ukrayna- Rusya gerilimini ; ABD- Rusya ve Avrupa nezdinde kullanabileceği çok yönlü bir koz haline getirmeyi, ABD politikaları ile kendi politikaları arasında bir uyumun söz konusu olmadığını yansıtacak yaklaşımları ortaya koyarak Rusya’ya karşı politik güvence vermeyi ve hem Ukrayna hem de Rusya ile ilişkilerini bir kopmaya sebebiyet vermeden sağlam temeller üzerinde yürütmeyi başarabilmelidir…
Bu süreç büyük ve gelişen Türkiye için şuan için öngörülemeyen nitelikte nice fırsatların doğmasına vesile olacaktır…
Küreselciler, ABD üzerinden bölgeye konuşlanırken, bir taşla iki kuş vurmaya çalışmakta, Rusya ve Türkiye engelini ya oluşturdukları gerilimin meyvelerini toplayarak ya da Türkiye ile Rusya’yı savaştırarak elde etmenin hayalini kurmaktadırlar. Elbette bu tuzağa düşmeyecek, gerçekte bizim için hazırlanan Yunanistan kaynaklı maşayı da, zamanı geldiğinde parçalamaktan zevk alacağız…
Ancak bilinmelidir ki herkes daldaki kuşa bakıyor olsa da gerçek düğüm, ayağımızın dibinde Suriye ve Doğu Akdeniz coğrafyasında çözülecek ; dananın kuyruğu, kanla yıkanan bu coğrafyada kopacaktır…
09.12.2021 // 23.23
SEDAT ÇETİNKAYA
.AZİZ VE HAKİM OLAN MUTLAK KUDRET SAHİBİ YÜCE ALLAH’IN HÜKMÜNE KARŞI SAVAŞ AÇANLARIN, HÜKMÜN HİZMETKARLARINA KARŞI KAZANMA İMKANI BULUNMAMAKTADIR…
ADEM NESLİNİN ; ALLAH’A KUL OLMAYI VE ONUN TAKDİRİNİ KAZANMAYI VAZİFE EDİNMİŞ TEMSİLCİLERİ OLARAK BİZE DÜŞEN GÖREV, RABBİMİZİN İRADE ETTİĞİ GERÇEKLİĞİN ŞEKİLLENİŞİNİ FİKREN İDRAK EDEREK, BU İRADE İLE AYNI YÖNDE BİR MÜCADELE CEPHESİ AÇABİLMEK VE TÜM YAŞAMIMIZ BOYUNCA BU CEPHENİN ŞEREFLİ BİR FERDİ OLMAYI BAŞARABİLMEKTİR…
Müslüman olmak, hak ile batıl mücadelesinin yaşandığı evren dahilinde, TARAF OLMA mecburiyetini zorunlu kılan bir kavramdır. Kendisini bu taraf olma kavramı çerçevesinde tanımlayamayanların, müslüman olarak addedilebilmesinin ilmen ve aklen mümkün olmadığını da önemle belirtmek isterim. Kişilerin bu gerçekliğe yönelik karşıtlık içeren gerekçeler ortaya koymak adına sarfedeceği boş söylemler de kişinin kendisini ve avare takımını kandırma girişiminden başka bir anlam ifade etmemektedir…
GÜNÜMÜZ DÜNYASI ; gören gözler ve hisseden kalpler nezdinde, “hak” kavramının bir görünüm biçimi olan Din-i Mübin-i İslam’ın, yeniden yükselişini müjdeleyen bir perspektif doğrultusunda şekillenmeye başlamış bulunmaktadır. Güneş sistemini ilgilendiren yeni bir astrolojik döneme giriş yapılırken, saatlerin hazinesinin bir sırrı daha ortaya çıkmış, geçmiş yüzyıllar bağlamında kurulan dengeler bozulmaya ve yeni bir dünya düzeni oluşmaya başlamıştır. Ancak bu dönüşümü görmek için ; ilmi bir bakış, kalbi bir görüş ve bütüne yönelik bir tefekkür gerektiği de aşikardır.
Devlet-i Aliyye’nin tarih sahnesinden şeklen silinmesiyle tamamen korumasız kalan ve emperyalist paganların düzenine meze yapılan İslam dünyası, büyük acılar çektikten ve her biri tarihe bir ders olarak kazınması gereken bedeller ödedikten sonra Allah’ın takdiriyle yeniden benliğini bulma arayışı içine girmiş ve bu arayış, sönmeye yüz tutmuş hatta küllenmiş bir ateşi yeniden canlandırmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne hakim olan yönetimin, mükemmeliyetçi bir yaklaşımla sorguya çekildiğinde ortaya konabilecek tüm eksikliklerine rağmen, en kalın çizgilerle altını çizmiş olduğu ; dünya görüşü , siyasi stratejisi , hakimiyet teorisi ve felsefesi, hem Allah’ın irade etmesiyle yeniden canlanmakta olan diriliş ateşinin en korlu bölgesine hem ateşi harlayan körüğe hem de ateşi koruyan ocağa denk düşmektedir. Adem oğlunun düşmanlarının en büyük hedefi ise insanlığın umudu olan bu kutlu ocağı, tümüyle dağıtmaktan başka birşey değildir. Dikkat edilecek ve daha somut ifade edilecek olursa, dağıtılmak istenen ocak, Müslüman- Türk milletinden, onun devletinden ve liderinden başka birşey değildir. Bu ocağın dağıtılması için yapılan girişimlere KALBEN DAHİ KATILANLARIN, bizden ve mevcudiyetin sahibi olan Allah’ın iradesinden yana taraf olmadıklarını kesin olarak ifade edebilmek mümkündür. İman sahibi olduğunu ifade eden ve lafa gelince Hz. Hamza kesilerek mangalda kül bırakmayan birçok insanda, ilk zorlu sınavda bir savrulma havası kendini hissettirmekte, bir Dolar telaşı ve olmayan açlık davası ; mücadelemize yıllarını vermiş, başarıdan başarıya koşmuş, ümmete kol kanat germiş, milletimizin dertlerinin büyük bölümüne çare olmuş, Müslüman- Türk dünyasını birleştirme hedefini hayalden gerçeğe dönüştürmüş, attığı temeller üzerinden büyük Türkiye idealini yükselterek ülkemizi 100 yıllık prangalarından kurtarmış, devletimizi küresel güçlere karşı mücadele veren, kendi ayakları üzerinde duran, itibarlı bir güç haline getirmiş olan bir lideri dahi fütursuzca sorgulatır olmuştur. Algı odaklarının, Erdoğan konuşunca Dolar yükseliyor söylemine , aramızdan itibar eden gafiller bile türemiştir.
Herkes bilmelidir ki İslam dünyasının yükselişi, Sayın Erdoğan’ın şahsına ya da bizlerin mücadelesine bağlı bir durum değildir. Bu yükseliş, Allah c.c. hazretleri böyle irade ettiği için gerçekleşmektedir ve yine aynı nedenle nihayete de ulaşacaktır. Bu iradeye tabi olmadığımızda kaybedenin sadece ama sadece bizler olacağını da unutmamamız gerekmektedir. HERKES KARŞISINDA DURSA DA, İSTESEK DE İSTEMESEK DE KADER HÜKMÜNÜ İCRA EDECEKTİR…
İslam dünyasının bir uyanış ile yükselmeye başladığı ve Türkiye’nin liderliğinde şekilleneceği bu süreçte, küresel şeytani güçlerin , gaflete düşmekte sınır tanımaz bir varlık olan insanı yok etmek için büyük bir çaba içine girdiğini de artık görmek gerekmektedir. Küreselci paganlar tarafından, insanlığa önerilecek paralel yaşam düzenine ilişkin çalışmalar da büyük bir hızla şekillenmektedir. Herkes, şuan tam anlamıyla tanımlanmamış olan METAVERSE’nin sunacağı sahte Cennet’e karşı fikren hazırlıklı olmalı ; tüm insanlığı, yaşamı ifsad edecek bu fitneden korumak için çaba sarfetmelidir. Gerçi bugün üç kuruşa ; imanını, davasını, milletini, vatanını, ümmeti ve liderini satanların, yarın sahte Cennet uğruna neleri satacağını da hep birlikte ve bu vesile ile göreceğiz… Ancak insanlığa sunulacak sahte Cennet’ler ne kadar ilgi çekici olsa da bu sanal sahtekarlığa itibar etmeyecek olan insanların varlığı, kurulmakta olan bu devasa oyunu bozmaya yeterli olacaktır. METAVERSE ile başlayan sürecin nihayetinde insanlığa açılan dijital giriş kapıları, hayal edilen herşeyin yapılabildiği ve yapılanların gerçek yaşamdan bir fark olmaksızın hissedilebildiği bir yaşamı tanımlar hale gelecektir. Özellikle sınırsız cinsellik üzerinden, büyük kitleler sürecin içine çekilecek ve bu durum Allah’ı inkar noktasında da bir kaldıraç olarak kullanılacaktır.
MÜSLÜMAN- TÜRK MİLLETİ ; devlet ve millet kavramının ortadan kaldırılmaya, tek dünya devletinin ve bu devlete ait para, hukuk, din ve yaşam tarzı gibi unsurların oluşturulmaya çalışıldığı bir ortamda, bu sürecin önündeki en büyük engeli teşkil etmektedir. Küreselci paganlar, kendilerini engelleyebilecek, kral çıplak diyerek ifşaatta bulunabilecek, inatla savaşacak ve savaşarak kazanabilecek gücün bizler olduğunu herkesten iyi bilmektedir. İşte bu nedenle, içimizdeki işbirlikçilerle birlikte bize saldırmakta, liderimiz etrafında toplanan birliği dağıtmak ve fikriyatı baltalamak için tüm güçlerini sarfetmektedirler. Yumuşak karnımız olan kur üzerinden gerçekleştirilen son saldırılarla döviz rezervlerimizi tüketmeye yönelik bir hareketi tetiklemek istedikleri gibi altın rezervlerimizi de gerçekte bir kağıt parçasından ibaret olan Dolar’a tebdil etmemizi sağlamaya çalışmaktadırlar. Bu tuzaklara asla düşmemeli, birlik ruhu altında kenetlenmeliyiz. Birkaç yıl içinde etrafımızdaki BU SON ÇEMBERİ DE PARÇALAMIŞ OLACAĞIZ...
Unutmayınız ki Allah, inanıp hak yolda mücadele edenlerle birliktedir ve ondan başka galip gelecek olan da yoktur...
07.12.2021 -13.07
.TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ HÜKÜMETİNE VE MÜSLÜMAN- TÜRK MİLLETİNE KARŞI DOLAR ÜZERİNDEN GERÇEKLEŞTİRİLEN OPERASYON’UN SİYASİ VE STRATEJİK AMAÇLARI…
Sayın R. Tayyip Erdoğan yönetimindeki Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, "küresel güce evrilme potansiyeline sahip bölgesel bir güç" olarak ortaya çıkmasını ve dünya üzerinde kendi planlarını icra etmeye başlamasını müteakiben, küresel güç merkezleri tarafından ülkemize yönelik olarak bir ÖN ALMA POLİTİKASI yürütülmeye başlanmış bulunulmaktadır.
Türkiye’nin ; ekonomik, siyasi ve askeri olarak küresel bir güç olmasını sağlayacak faaliyetleri ile Türkiye’yi engelleme faaliyetleri karşılaştırıldığında, Türkiye’nin stratejik üstünlüğü ele geçirip açık ara fark attığı da ilgili herkes tarafından görülebilmektedir. Şuan için TÜRKİYE KARŞITI CEPHENİN ELİNDE ; çeşitli konjonktürel fırsatları değerlendirerek, kur ve fiyatlar genel düzeyini etkileyecek kurgular tertipleyerek toplumsal algıyı etkilemek suretiyle Sayın Erdoğan’ın iktidarına son vermek dışında hiçbir şey kalmamış bulunmaktadır.
Küresel salgın koşullarına rağmen Türkiye’nin ; büyüme ve ihracat rekoru kırıyor olması, ödemeler dengesinde bir bozulmanın olmaması, doğrudan yatırımların cazibe merkezi olması ve yeni dünyanın, altyapısını tamamlamış en önemli üretim ve lojistik merkezlerinden biri olarak ortaya çıkmış olmasına karşın ; Türk Lirası’nın, dünyanın en borçlu ülkesi konumuyla batmakta olan ve bastığı paraların büyük bölümü karşılıksız olan haydut bir devletin parası karşısında değer kaybetmesinin, ekonomik açıdan kabul edilebilir akli ve ilmi temellere dayanmadığını ifade etmek isterim. HERKESİN BU NOKTADA ; Türk lirası karşılığında kim tarafından ne kadar Dolar talebinde bulunuldu ve bu işlemler nerede yapıldı sorularına cevap vermesi gerekmektedir. Kısaca ifade etmek gerekirse, piyasalar dahilinde , oluşan sonuçları mümkün kılan böyle bir işlem hacminin varlığından ve derinliğinden bahsedilemeyeceği ortadadır. Burada oynanan oyun, BİR BALON ŞİŞİRMEDEN ve danışıklı dövüş mahiyetinde bir alım- satım işleminden ibarettir. Elbette bu furyaya kapılarak Dolar satın almak için meselenin üzerine balıklama atlayanları da analize dahil etme gereği bulunmaktadır. Bu arada Merkez Bankası’nın elindeki rezervlerde kayba uğramamak adına meseleye : “gitsin bakalım nereye kadar gidecek bu furya”, yaklaşımında olmasının dikkat çekici olduğunu , bu durumun hükümetin bir kırılma oluşturmak üzere hareket ettiğini ortaya koymakla birlikte reste rest ile karşılık verme anlamı taşıdığını da belirtmek isterim. BU İŞİN SONUCUNU BELİRLEYECEK OLAN, HÜKÜMETİN DİRAYETİNDEN ÇOK, NE KADAR ÇOK KİŞİNİN DEVLETİNİN, MİLLETİNİN VE YÖNETİCİLERİNİN YANINDA OLABİLECEĞİ GERÇEĞİDİR.
ASIL SORU , küresel güç merkezlerinin hangi nedenle Sayın Erdoğan yönetimine son vermek istediğidir. Bu soruya cevap olarak verilecek yüzlerce alt başlık bulunsa da EN TEMEL CEVAP ; kendi planlarının başarıya ulaşabilmesi için Türkiye’nin askeri- ekonomik ve siyasi açıdan sahadan çekilmesi ve tıpkı geçmişte olduğu gibi uzayıp- kısalmayan, kendilerine tabi bir emir eri olarak hizmet görmesi, dandik- kokuşmuş parlamenter istem içinde debelenip durması gerektiği şeklinde olabilir. Bu noktada küresel güç merkezlerinin bu planına uygun olarak ya da onlarla işbirliği içinde hareket edenlere nasıl bakmamız gerektiği ise kendiliğinden açığa çıkmaktadır. Onlar şahsi çıkarlarını, emperyalist- siyonist- küreselci paganların çıkarları ile birleştirmiş vatan hainlerinin ta kendileridir.
KÜRESELCİLER TARAFINDAN, SAYIN ERDOĞAN NEZDİNDE TÜRKİYE YÖNETİMİNDEN ;
1. Çin’in küresel hakimiyet alanına yönelik olarak, Türk Birliği- Türk- İslam birliği gibi yönelimlerle hareket etmekten ve yeni bir küresel güç merkezi oluşturma stratejisinden vazgeçmesi,
2. Rusya ile birlikte Çin’e ve batıya yönelik olarak bir set çekme politikası içinde olmaması,
3. ABD’nin, Rusya’ya yönelik olarak uygulamaya çalıştığı çevreleme politikasına aktif olarak destek vermesi,
4. Küreselcilerin, Türk Cumhuriyetleri üzerinde, görünüşte Amerika Birleşik Devletleri ancak gerçekte Çin lehine oluşturma niyeti taşıdığı hakimiyet politikasına destek vermesi,
5. Kuzey Irak’da, Musul ve Kerkük’ü içine alan bağımsız bir Kürt Devleti’ne izin vermesi,
6. Ermenistan karşısında Azerbaycan’ı koşulsuz ve sınırsız olarak destekleme politikasından vazgeçmesi,
7. Suriye, Libya, Balkanlar ve Afrika’daki faaliyetlerine son vermesi ve bu bölgelerdeki gelişmelere kayıtsız kalması,
8. ABD’nin Suriye politikasına karşıt tepki geliştirmemesi, Pyd//Ypg//Sdg yapılanması ile amaçlanan faaliyetlere destek vermesi,
9. Afganistan ve Pakistan ile ilişkilerini sınırlandırması,
10. Kıbrıs’ın, Rum egemenliğine bırakılmasına yol vermesi,
11. Mavi vatan doktrininden vazgeçerek, Yunan tezleri doğrultusunda bir çözüme onay vermesi,
12. Doğalgaz – petrol, altın, uranyum gibi madenlerin aranmasına ve çıkarılmasına ilişkin faaliyetlere son vermesi,
13. Nükleer santral yapımını durdurması ya da sınırlandırması,
14. Silah üretimini ve savunma sanayi projelerini durdurması,
15. Türkiye’nin Avrupa Birliği perspektifine bağlı kalarak, boynuna bir tasma takması ve bu tasmanın bir ipini ABD’ye diğerini Avrupa Birliği’ne vermesi,
16. Türkiye’nin IMF ile yeni bir kredi anlaşması içine girerek, faaliyetlerinin denetimine ve kaynakların kullanıma biçimine müdahaleye olanak sağlaması,
17. Gıda- tarım ve eğitim politikaları ile sağlık hizmetlerini, küreselcilerin kontrolüne terketmesi,
18. Ekonomik yatırımları ve aktörleri, küreselcilerin güdümüne bırakması,
19. İsrail ile ilişkileri, İsrail’e hizmeti esas alacak şekilde normalleştirerek geliştirmesi,
20. Küreselci politikalara karşıt ya da alternatif oluşturacak siyaset anlayışından vazgeçmesi,
21. FETÖ mensuplarına ve küreselcilerin ajan ağına yönelik baskılardan ve takiplerden vazgeçmesi,
22. Ülke içinde dini ve milli hassasiyetlerin gelişmesine ve güçlenmesine neden olacak politikalardan vazgeçmesi vb. TALEP EDİLMEKTEDİR…
Herkes bilmelidir ki küreselci paganlar bu taleplerinden ASLA VAZGEÇMEYECEKLERDİR. İçimizde, bu taleplere uygun düşecek şekilde politika yapanlar ya da onların içimizdeki temsilcileri veya onlarla işbirliği içinde faaliyet icra eden su katılmamış hainlerdir. Farklı görüşte olmak başka, milli muhalefet çizgisinden saparak, işbirlikçi hain konumunda tanımlanır olmak başkadır. Erken seçim istemek ya da hükümeti değiştirmek istemek başka, hükümeti yıpratmak ve hükümet üzerinde baskı oluşturmak amacıyla uluslararası kurguların içinde figüran rolüyle hareket etmek ve Türk Milleti’ne ihanet etmeyi marifet sayacak şekilde faaliyette bulunmak başkadır. KISACA ; KİFAYETSİZLER, EFENDİLERİNİN DESTEĞİYLE MUKTEDİR OLMAYA ÇALIŞMAKTADIR.
Bu arada son kur atağının zamanlamasına da dikkat çekmek isterim. Zira bu kur atağının zamanlaması, BAE veliaht prensi Muhammed Bin Zayed El Nahyan’ın Türkiye ziyareti öncesine denk düşmektedir. Şahsi kanaatim, BAE rejiminin, Türkiye’ye yönelik hasmane tutumundan asla vazgeçmeyeceği, ilişkileri olumlu yönde geliştirme biçiminde attığı adımların, para ile içimize nüfuz etme çabası olduğu yönündedir. Oluşturulan kur atağı ile de BAE’nin Türkiye’ye nüfuzunun kolaylaştırılmak istenmiş olduğu şeklindeki bir his, düşüncelerimi kaplamış bulunmaktadır. Onların hedefi Türkiye’ye nüfuz etmek olsa da elbet bizim de bir hedefimiz bulunmaktadır.
Herkes, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin stratejik bir kırılma oluşturduğunun ve bu kırılmanın önümüzdeki süreçte bu milletin evlatlarının, tüm Türk dünyasının ve ümmet-i İslam’ın geleceğini şekillendirecek yegane atılım olduğunun farkına varmalı, taraf olmalı ve hiçbir şart altında birlikten kopmamalıdır.
BU MÜCADELENİN TARAFI SAYIN ERDOĞAN DEĞİL, MÜSLÜMAN-TÜRK MİLLETİDİR. BİZLER BU SIFATLARIN SAHİBİ OLARAK, KUTLU DAVALARIMIZA SAHİP ÇIKMALI, SON NEFESİMİZE KADAR DA MÜCADELEMİZDEN ÖDÜN VERMEME İRADESİNİ ORTAYA KOYMAYI BAŞARABİLMELİYİZ…
NASIL YÖNETİLMEYİ HAK EDERSEK ÖYLE YÖNETİLECEĞİMİZİ, KAÇIRACAĞIMIZ FIRSATLARIN TARİHİ FIRSATLAR OLACAĞINI, DEVLETİMİZİN VE SAYIN ERDOĞAN’LA TEMSİL EDİLEN CUMHUR İTTİFAKININ YANINDA SAF TUTMAMAMIZ DURUMUNDA ÖDEYECEĞİMİZ BEDELLERİN ÇOK BÜYÜK OLACAĞINI HİÇBİR ZAMAN AKLIMIZDAN ÇIKARMAMALIYIZ…
ALLAH c.c. hazretleri, Hz. Muhammed sav. efendimiz, şehit ve gazi atalarımızın ruhları, tarih, ümmet-i İslam ve tüm mevcudat bizim vereceğimiz bu kutlu mücadeleyi ve bu mücadele sonucunda elde edilecek sonucu beklemektedir.
Bu mücadele ; hak ile batılın, şeytan ile insanın, haklı ile haksızın, Müslüman ile küffarın, Türk milleti ile kadim düşmanlarının mücadelesidir…
Mücadele bizden, zaferin takdiri ise Allah’tandır…
25.11.2021 // 17.25
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN, MUSUL- KERKÜK VE IRAK KÜRT BÖLGESEL YÖNETİMİ’NİN SİNSİ FAALİYETLERİ NOKTASINDA , SESSİZ GİBİ DURMASININ TEK NEDENİ, BALYOZU İNDİRECEĞİ ANI BEKLEMESİNDENDİR…
Devlet-i Aliyye’nin kıymetli hükümdarı ve büyük devlet adamı Abdülhamid Han’a karşı, vatan haini dönmeler ve çapulcular tarafından gerçekleştirilen darbe sonrasında gelişen süreçte, İttihat ve Terakki Partisi güdümündeki hainlerce yönetilen Devlet-i Aliyye, I.Dünya savaşına sokulmuş ve dahil olduğu ittifakın yenilmesiyle de MONDROS MÜTAREKESİ'ni imzalamak durumunda bırakılmıştır...
Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandığında MUSUL, savaş sırasında kaybedilen bir toprak konumunda bulunmamaktadır. Bu bağlamda Musul sancağına bağlı kazalar ise ; Musul, İmadiye, Zaho, Duhuk, Akra, Sincar, Zibar, Kerkük, Revenduz, Raniye, Erbil, Köysancak ve Salahiye’dir. Ayrıca Süleymaniye sancağı da Musul sancağına bağlı olup bu sancak dolayısıyla da ; Süleymaniye, Gülanber, Mamurülhamidiye, Baziyan ve Şehirpazar kazaları da Musul sancağı içinde bulunmaktadır. İngiltere’nin Musul’u işgal etmesi ise Mondros mütarekesi sonrasında ve bu mütarekenin 7.maddesine dayanılarak gerçekleştirilmiş bir işgalden ibarettir.
Milli mücadele dönemi sonrasında imzalanan Lozan Barış Antlaşmasıyla, Türkiye Irak sınırı belirlenememiş, bölgenin kime ait olacağı ve sınırın belirlenmesinin İngiltere ile daha sonra müzakere yapılmasına karar verilmiştir.Bu amaçla 1924 yılında yapılan Haliç Konferansında İngiltere’nin, hem Musul’u hem de Hakkari ilimizi istemesi ile bir anlaşma imzalanamamış, Milletler Cemiyeti ve Adalet Divanı da konuya kabul edeceğimiz bir çözüm getirmemiştir. Ancak Türkiye ile İngiltere arasında yapılan görüşmeler neticesinde, Birleşmiş Milletler Cemiyeti Konseyi’nin 28 Ekim 1924’te yapmış olduğu sınır tanımı ve geçici sınır hattı olarak belirlediği “BRÜKSEL SINIR ÇİZGİSİ” esas alınarak, 5 Haziran 1926 tarihinde imzalanan ANKARA ANTLAŞMASI ile Türkiye- Irak sınırı belirlenmiştir.
Ankara Antlaşması'nın birinci maddesinde atıf yapılan ve Milletler Cemiyeti (BM) tarafından oy birliğiyle kabul edilen Brüksel Sınır Çizgisi’ne göre Irak’ın, 25 yıl süreyle Milletler Cemiyeti’nin ve İngiltere’nin idaresinde olacağı, 25 yıl koşuluna uyulmazsa, uyuşmazlık konusu arazinin iç koşulları ve dış siyasi durumuna göre Irak’a nazaran çok daha istikrarlı olan Türkiye’ye bağlanmasının daha uygun olacağı, Milletler Cemiyeti Konseyi’nin (Güvenlik Konseyi) uyuşmazlık konusu arazinin bölünmesini uygun görmesi durumunda ; Brüksel komisyonu raporuna göre bunun için en uygun sınırın daha önce tanımlanan Küçük Zap’ın ( Musul ve Erbil dahil Kerkük’ün kuzeyine kadar olan bölgenin Türkiye’ye ait olması ) en uygun sınır olduğu biçimindeydi. Ancak Ankara Anlaşmasında atıf yapılan Brüksel Sınır Çizgisi’ne ilişkin raporda belirtilen 25 yıl kuralı uygulanmamış ve Irak’ın 1932’de İngiliz himayesinden ayrılıp tam bağımsızlığını ilan etmesiyle, bölgenin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne bağlanması için uluslararası bir hak doğmuş bulunmaktadır. Türkiye de bu hakkını ilgili dönemde SAKLI TUTMUŞ ancak kifayetsiz bir yönetim anlayışı nedeniyle bu hakkı kullanmayı ortaya koyacak bir dirayeti de gösterememiştir. Belki de batılı dostlarına (!) hürmeten ya da yurtta sulh cihanda sulh safsatası gereğince göstermek istememiştir. Ancak tahminimce milletin sakalı, şapkası, ezanı gibi durumlarla uğraşıldığından, böyle basit meselelere zaman ayırmaya lüzum hissedilmemiş olabilir...
Oysa Brüksel Sınır Çizgisi raporunu hazırlayan heyetin raporunda, bölgedeki Türkmen, Arap ve Kürtler'in olası bir yönetim değişikliğinde, Arap idaresi yerine Türkiye’ye bağlanmak istedikleri de ayrıntılarıyla anlatılmış bulunulmaktadır. Hatta bu hususu gündeme getirmek isteyen araştırmacı Raif Karadağ’ın, kalp krizi düzmecesiyle Ankara’daki bir otel odasında esrarengiz bir şekilde ölü olarak bulunmuş olması da hala unutulmuş değildir...
Irak’ın, 1932 yılında tam bağımsızlığını ilan etmesinden daha doğrusu bu duruma İngiltere tarafından müsaade edilmesinden sonra Türkiye ile Irak arasında 18 Temmuz 1936 tarihinde Ankara Antlaşması’na bazı hükümler getirilmiş bulunulmaktadır. Bu hükümlerden bir tanesi de sınır bölgesinde diğer devlete karşı olan propagandalara izin verilmeyecek olmasıdır. Oysa günümüzde propaganda bir tarafa, Türkiye’ye karşı yıllardır devam eden terör saldırısına izin verilmiş olduğu ve antlaşma hükümlerine açık bir şekilde muhalefet edildiği gerçeği de ortada durmaktadır. Yine Irak’ın, Ankara Antlaşmasıyla belirlenen ve sınır güvenliğine ilişkin bulunan, yağmacılık- haydutluk- eşkiyalık ve günümüz tabiriyle terörizm gibi faaliyetlere ilişkin yükümlülüklerini belirleyen 6 -7 ve 8 nci maddelere ilişkin hükümlere hiçbir biçimde riayet etmediği de açıktır.
Pkk örgütlenmesinin ele başlarının Türkiye’ye asgari 75 kilometreden uzak yerlerde konuşlanmasının nedeni ise Ankara Antlaşması’nın 10.maddesinde belirlenen 75 km’lik hüküm alanının kapsamına girmekten kurtulmak ve bu bağlamda Irak hükümetini Türkiye’ye karşı zor durumda bırakmayacak şekilde örgütlenmekten başka bir anlam ifade etmemektedir. KISACA BELİRTMEK GEREKİRSE HER ŞEY DANIŞIKLI BİR DÖVÜŞTEN VE TÜRKİYE'YE KARŞI SAHNELENEN BİR TİYATRODAN İBARETTİR...
Ayrıca Ankara Antlaşması’nın 5.nci maddesinde ; “Taraflardan her biri 1 nci maddede belirlenen sınır hattının kesin ve bozulmaz olduğunu kabul ederek bunu değiştirmeye matuf her türlü teşebbüsten sakınmayı taahhüd eder” şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiş bulunulmaktadır. İşte günümüzde, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin, ABD işgali altında fiilen parçalanmış Irak’a bağlı kalmasının temel nedeni, Irak’ın varlığı ve toprak bütünlüğü ortadan kalkarsa ; TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ'nin, Ankara Antlaşması’nın bir hükmünün kalmadığından bahisle, zamanında İngiltere’ye ve sonrasında bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte Irak’a bırakmış olduğu haklarını talep edebilme imkanına kavuşacak olmasıdır. Bu nedenle asıl aktörler kendini gizleyerek ve İsrail’in güdümüne girdiği izlenimi oluşturularak, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi, bir bağımsızlık düşüncesine doğru yönlendirilmiş, bu bağımsız yapının toprakları içine Musul ve Kerkük de dahil edilmeye çalışılarak Türkiye’nin tavrı ölçülmek istenmiştir. Hatta bu hareketlenme öncesinde Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ile Türkiye arasındaki ticari ilişkiler üst düzeye çıkarılarak, Türkiye’nin ekonomik çıkar nedeniyle olaylara sessiz kalması da sağlanmaya çalışılmıştır. Türkiye’nin bu duruma net bir fetih hareketiyle karşılık vereceği ortaya çıkar çıkmaz ise İngiltere’nin etkisi altındaki Irak yönetimi, Türkiye ile birlikte çalışır görünerek, Türkiye’nin ileri bir faaliyetini engellemeye çalışmış ve Mesut Barzani de kendisine verilen talimatla kuyruğunu dik tutarak geri çekilmiş ancak tepkilere neden olmaması açısından da efendileri tarafından sahne arkasına saklanmıştır...
Herkes bilmelidir ki Irak yönetimi ile IKYB arasında zaman zaman ortaya çıkan karşıtlık sadece göstermelik bir durumdan ibarettir. ABD’nin, Irak’da Şii bir yönetimi ön plana çıkarmasının en önemli nedenleri ; Irak’ın mezhep temelinde parçalanmasını sağlamak, Türkiye’nin güneyinde tampon bir devlete zemin hazırlamak, siyonizmin kadim hizmetkarı Şii İran’ın Ortadoğu’ya ciddi bir giriş yapmasını sağlayarak, İslam alemini birbirine düşürecek ve İsrail’e alan açacak bir çatışma zemininin temelini hazırlamaktadır.
Türkiye’nin, Pkk terör örgünün faaliyetleri nedeniyle uğramış olduğu kayıplar bağlamında Irak’tan ve Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nden tüm topraklarını da verseler kurtulamayacakları düzeyde ciddi bir tazminat talep etme imkanı da bulunmaktadır. Bu Pkk terör örgütünün Irak’tan ülkemize yönelen faaliyetleri nedeniyle onbinlerce vatan evladı şehit olmuş, yaralanmış ve zarar görmüştür. Devletimizin yüzmilyarlarca Dolar tutarındaki imkanı da gerçekleştirilen mücadele çerçevesinde sebil olup akıtılmıştır.
İşte tam da yukarıda belirtmiş olduğum gerçekliğe uygun olarak, kulaklarına fısıldanan bir emre bağlı olarak Kerkük’ün güvenliği konusunda Peşmerge’nin tekrar devreye sokulmasıyla ilgili kanalların harekete geçirilmeye çalışıldığı görülmektedir. Aslında yapmak istedikleri şey, siz Suriye’de harekete geçerseniz, biz de Irak’da harekete geçeriz yaklaşımı üzerinden Türkiye’yi tehdit ederek denge oluşturmaya çalışmaktır. Türkiye ekonomisinde, ekonomik temeli bulunmayan kur hareketleriyle ve işbirlikçi muhalefetle oluşturmaya çalıştıkları şey de Türkiye’yi kendi iç meseleleriyle ilgilenir halde bırakmak, operasyon yapacak mali zeminden uzaklaştırmaktır. Ancak bir Bozkurt’un, blöfe ve tehdite boyun eğdiği nerede görülmüştür ? İdlib’den vuracağımız pençenin süpürme gücü, Kandil’e değin uzanabilecek bir derinliğe ve kudrete çoktan ulaşmıştır. Ve ne karşımızda durabilecek ne de bize engel olabilecek bir güç yoktur. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nin kontrol ettiği ve milyonluk orduların bizi söküp atamayacağı alanlar, kahraman ordumuzca kuşatılmış durumdadır.
Herkes bilmelidir ki Türkiye’nin şuan sessiz gibi durmasının nedeni, balyozu indireceği anı beklemesindendir...
Irak Türkmenleri’nin tamamı, Irak’ın ve Şia’nın fitnekar temsilcisi İran’ın oyuncağı olmayı bırakmalı, silahlanmalı, savaşa hazır olmalı, gerektiğinde sokak sokak çatışacak ekiplerini oluşturmalıdır. Onlara ; “Biz meselenin kökten hallini sağlamak üzere mutlaka geliriz, zaten çok yakında hatta içinizdeyiz, yeterki siz mücadele cephesini açmasını biliniz” diyorum…
21.11.2021 //18.12
SEDAT ÇETİNKAYA
.İNANÇ SAHİBİ OLMAKLA, İNANÇLI OLMANIN TAKLİDİNİ YAPMAK VE OBJEKTİF KRİTERLERİN OLUŞTURDUĞU DENETİME RAĞMEN KENDİNİ KANDIRMAK…
Allah’ın yarattığı aciz hiçbir kulun, ortada haklı hiçbir nedenin bulunmadığı bir ortamda, belirli bir insanın imanını sorgulamak ve onu yaftalamak gibi bir hakkı olmamakla beraber, düşünen ve fikir sahibi olan her kulun, imana ilişkin bazı objektif değerlendirmeleri yapma yetkisinin bulunduğunu söyleyebilmek mümkündür.
İslam dini açısından DAR ANLAMDA ALLAH'A İMAN ; Allah’ı, tüm mükemmelliğiyle ve mutlak kudretiyle birlikte tek yaratıcı olarak kabul etmeyi ve kendisinin de bu yaratıcının varettiği, kullukla vazifelendirilmiş ve imtihana tabi tutulan bir varlık olduğu kabulünü barındıran bir inancı ifade etmektedir. Bu inanç biçimi ; sadece bilinçsizce ortaya konulmuş bir sözle, herkes öyle dediği için ya da alışkanlıklardan kaynaklanmış yüzeysel bir yaklaşımla gerçekleşmiş olabileceği gibi cahilliğin oluşturmuş olduğu bir bakış açısıyla kişinin kendisini Allah’a inanıyor zannetmesi biçiminde tezahür etmiş de olabilir…
Bu bağlamda belirtmek isterim ki AKLEN VE KALBEN , durumu tam anlamıyla algılamamış tüm iman biçimlerinin, hayatın zorlukları ve imtihan süreci altında bir yerden fesada uğramaması, çok zor bir durum olarak karşımızda durmaktadır. Kendisini Müslüman olarak addeden insanlara doğrudan doğruya sorsanız, Allah’ı inkar etmeyeceklerdir. Ancak Allah ; onları büyük bir belaya maruz bıraktığında, tüm dualarına rağmen hayatını fakirlik, hastalık gibi sıkıntılı durumlar içinde geçirmesine müdahale etmediğinde, en sevdiklerinin canını aldığında, iflas ettirdiğinde, borç içinde bıraktığında ya da çıkarına uymayan bir durumla onu karşı karşıya bıraktığında, birçok kişinin Allah’ı ve onun emirlerini inkar anlamına gelebilecek sözler söyleyebildiğini ve tavırlar ortaya koyabildiğini ifade edebilmek mümkündür.
"Bu işler inşaAllah’la maşaAllah’la olmaz, hep beni mi buluyor , başka insan mı yoktu, Allah olsaydı bu acılar yaşanır mıydı, bu acıları yaşatan Allah’ı ben ne yapayım, eskiden enflasyon mu vardı, faizin enflasyon kadarı haram olmaz, zaten enflasyonu da düşük gösteriyorlar aldığımız faiz paramızın değerini bile korumuyor, bu devirde Kurban mı olur, Kurban vahşettir, Kurban’ı emreden benim ilahım olamaz, başörtüsü diye bir şey yoktur, bu Arap'ların adetidir, Hz.Muhammed miraca falan çıkmadı, bu bir rüyadan ibarettir gibi sözlerin hepsi imanı ortadan kaldıran ifadeler olduğu gibi Allah’tan beklenen bir isteğin kumar gibi bir mekanizmadan istenmesi sonucunu doğuran piyango biletleri satın almak ve hatta üstüne üstlük bir de bunun dinen haram olmadığı savını gündeme getirmek imanı ortadan kaldıran durumlar olarak değerlendirilebilir. BU DURUMLARI HAYATIN HER ALANINA TEŞMİL ETMEMİZ MÜMKÜNDÜR. İşte hem durum analizi yapabilmek hem de iman nurunu her meseleye teşmil edebilmek için BİLMEK ÇOK ÖNEMLİDİR VE İMANIN DA TEMELİNİ TEŞKİL EDER.... Mesela İsrail’in, Filistin’li Müslümanlara yaptığı bir zulmü, bunlara müstehak, bunlar bizi arkadan vurdu gibi bir gerekçe getirdikten sonra Yahudilere helal olsun, vallahi ben İsrail’i destekliyorum, adamlar haklı gibi cümleler kurulması ya da sevinç – destek ifade edecek şekilde durumun alkışlanması ya da Allah’a , Kuran’a, Ezana, Hz. Muhammed’e , İslam’a, Müslüman’a, Ümmet’e düşmanlığı ayan beyan ortada olan bir siyasi harekete destek olunması, Kafirler- Münafıklar ve Müşriklerle beraber aynı siyasi hareket içinde kaygısızca faaliyette bulunulması gibi durumları da imanı ortadan kaldıran nedenler olarak ifade edebilmek mümkündür. Bunlar, bir ayetin ya da ayetle sabit olan bir durumun inkarı değildir. Ancak iman olarak ifade edilen hakikatin, temel felsefesine aykırılık teşkil ettiği, ilmi bir değerlendirme ile ortaya çıkarılan durumlardır. Kimse ben ilmi yeterliliğe sahip değildim o yüzden Müslüman Filistinlilere karşı Yahudileri destekledim ya da ben bu ülkenin en kıdemli partisi olduğu için x partisini destekledim diyerek kurtulamayacak ve mazur görülmeyecektir. Çünkü bunu yapanlar, durumun farkına vararak tövbe edip imanını tazelemediği sürece ortaya koymuş olduğu tavır ve fikir nedeniyle imanını kaybetmiş ve yaşamı da bu şekilde sona ermiş bir kişi olarak tanımlanacaktır…
İMANIN ORTADAN KALKMASI DEMEK ; kişinin yaptığı hiçbir amelin değer kazanmaması, ahir hayatına da kafir olarak gitmesi demektir. Bu söze itiraz etmenin, kişinin kendisini kandırmaktan başka bir anlam ifade etmeyeceğini de baştan ortaya koymak isterim. İşte ne yazık ki insanların birçoğu, yaşamını Allah’a inanıyorum zannıyla geçiren ve sonunda da imansız olarak ruhlarını teslim eden gafiller olarak tanımlanmaktan kurtulamayacaktır.
BİZE DÜŞEN , bildiğimiz ve bilmediğimiz tüm hatalarımızdan dolayı daimi bir tövbe düşüncesi içinde bulunmak, bilerek veya bilmeyerek imanımızı kaybettiren durumların içine düşmekten dolayı Rabbimize sığınmak, mümkün olduğunca sağlam duruşlu bir imanla yaşama ilişkin mücadelemizi ve kulluğumuzu gerçekleştirebilmektir… Bu noktada parantez açarak, Allah’a düşman olanlara karşı mücadele etme bilincinin, imanı korumak açısından büyük bir zırh oluşturduğunu da önemle ifade etmek isterim…
İslam dini açısından bir de GENİŞ ANLAMDA İMAN vardır ki bu iman ; Allah’a , meleklerin varlığına, ilahi naslara, tüm peygamberlere, kadere ve kazaya, yeniden dirilmeye, ahiret gününe, Cennet ve Cehennem’e, son ilahi kitap olan Kuran-ı Kerim ile bildirilen tüm ayetlerin hükmüne, kutsi hadislere, son peygamber ve Allah’ın resulü Hz.Muhammed sav efendimizin yaşamı ve sözleriyle çizdiği yola, bu yol üzerinden ilim ve akıl sahiplerince geliştirilen hukuki sonuçlara inanmayı da gerektirmektedir. İşte bu noktada, tüm bunlara ilişkin gerçekliği bilmeden, bunlara inanmak mümkün müdür sorusu ortaya çıkmaktadır. Genel olarak ve tavır olarak inanmak mümkündür denilse de en geniş çerçeveyi çok iyi bilmek ve bu çerçevenin dışına çıkmamak için özel bir gayret sarfetmek, ilmen yetersizlik durumunun farkında olarak EDEBEN YÜKSEK BİR TAVIR TAKINMAK SURETİYLE, her mesele için görüş bildirmek üzere ileriye atılmamak gerekir. Örneğin kişi hem Müslüman olduğunu söylemekte hem de cin diye bir şey yoktur iddiasında bulunabilmektedir. Bunun nedeni, Kuran-ı Kerim’de cinlerin varlığını belirten ayetlerden, Cin suresinden, peygamberimizin cinlerle ilgili sözlerinden ve tebliğinden habersiz olmasıdır. Oysa kişi, bu hususta bilgisiz olabileceğinin farkına vararak bir edep hali gereği sussa ya da araştırdıktan, bilenlere danıştıktan sonra fikrini ortaya koymayı başarabilse imanını kaybetmeyecektir.
İman konusunda bazı yazarlar, şairler, sanatçılar ve eserleri, şarkılar- türküler kadar bilgi sahibi olmak ; bu dünya ile sınırlı olmayan yaşamımıza, hayal bile edemeyeceğimiz bir değer kazandırabilir. Haddimizi bilmeyerek yapacağımız , küçük gibi görünen bir hatamız da ebediyen mahvolmamıza neden olabilir…
Uyarmak acizane bizden, muktedir sıfatıyla değerlendirmek sizden olsun…
19.11.2021 // 21.53
.BÜYÜK VE GÜÇLÜ BİR DEVLETİN, REFAH İÇİNDE YAŞAYAN FERTLERİ OLMAK VE HAK İLE BATIL’IN MÜCADELESİNDE, HAK SAFINDA YER ALAN ASİL BİREYLERDEN BİRİ OLMAK İÇİN ; GERÇEKLERİ GÖRMEYİ BAŞARMALI, HER ŞART ALTINDA MÜCADELE ETMEYİ ÖĞRENMELİ, ÖN SAFTA MÜCADELE VERENLERE DESTEK OLMAYI DA SÜRDÜRMELİYİZ...
Aklı başında ve fikir sahibi her vatandaşımızın , ülkemiz açısından bazı şeylerin varolması arzusunu taşıması gerektiğini söyleyebilmek mümkündür. Olması gereken bu durumları, güncel koşulları da dikkate alarak kabaca ifade edecek olursak, ÜLKEMİZİN TÜM VATANDAŞLARININ ;
1. Ülkemizin, tam bağımsız bir şekilde yönetiliyor olmasını,
2. Ordumuzun her yönüyle güçlü, caydırıcı ve sadece devletimizin ve milletimizin çıkarlarına amade kılınmış bir bakış açısı altında teşekkül ettirilmiş olmasını,
3. Tüm silahlarımızın devletimiz ve ülkemizin şirketleri tarafından üretiliyor olmasını,
4. Küresel çıkarlarımızı, dışa dönük bir bakış açısıyla yöneten ve yönlendiren, güçlü ve etkin bir dış politikamızın bulunmasını,
5. Küresel ve bölgesel çıkarlarımız için, karşımıza çıkan güç merkezlerine yönelik olarak tam bağımsızlık ve egemenlik anlayışıyla mücadele edilmesini,
6. Güçlü ve etkili bir istihbarat teşkilatımızın bulunmasını,
7. Birliğimize yönelen bölücü ve terörist hareketlerle etkin bir mücadele yürütülmesini,
8. Enflasyon- faiz ve kur baskısından kurtulmuş, cari fazla veren, bütçe açığı bulunmayan, üretim hacmi gelişmiş, yüksek teknolojili ve marka değeri bulunan mallar üreten ve ihraç eden bir ekonomiye sahip olmamızı,
9. Ülkemizin geleceği için tüm stratejik yatırımları, başkalarının ne dediğine bakmaksızın ve tüm engellemeleri aşarak gerçekleştirebilecek dirayeti ortaya koyabilme kabiliyetine sahip olmamızı,
10. Enerji konusunda ülkemizi dışa bağımlılıktan kurtaracak çalışmaların gerçekleştirilmesini,
11. Ülkemizin bir finans merkezi olarak yükselmesi için gerekli tüm altyapının oluşturulmasını,
12. Ülkemizin küresel bir güç merkezine dönüşmesi için her türlü çalışmanın yürütülmesini,
13. Eğitim- sağlık – tarım ve hayvancılık ve diğer hizmet alanlarına ilişkin politikaların oluşturulmasında ve toplumsal refahın sağlanmasında, milletimizin çıkarlarının ön planda tutulmasını,
14. Batının ve başka güç merkezlerinin çıkarlarına değil, ülkemizin çıkarlarına hizmet için kendini adamış bir yönetime ve yönetim sistemine sahip olunmasını ARZU ETTİĞİNİ SÖYLEYEBİLMEK MÜMKÜNDÜR.
Ancak tepe noktasından bir değerlendirme yapacak olursak, yukarıda belirtmiş olduğum ve herkesin talep etmesi gereken durumların gerçekleşmesi için ; mücadele etmeyi bilen ve bunu arzu eden bir yönetime, uzun soluklu bir mücadeleye, bu mücadeleden başarı ile çıkmayı sağlayacak bir stratejiye ve bu stratejiyi etkin kılacak enstrümanlara//argümanlara ihtiyaç bulunduğunu da ifade etmek isterim.
Küresel güçlere tam anlamıyla teslim edilmiş , acziyet içine düşürülmüş, aşağılık kompleksi altında bir dönüştürme sürecine sokularak batının sömürgesi haline getirilmiş, laiklik suyuyla sulanarak büyütülmüş zehirli bir sarmaşıkla müslüman kimliğinden uzaklaştırılmaya, tarihi köklerinden koparılmaya çalışılmış Türkiye’mizi , varlığına vurulan prangalardan kurtarmak için son 20 yıldır büyük bir mücadele verilmektedir. Ayrıca bu mücadele sadece içimizde değil, tüm baskılara ve engellemelere rağmen dış cephelerde de gittikçe gelişen bir perspektif dahilinde dirayetle icra edilmektedir.
Bu ülkede dostlar alışverişte görsün kabilinden heykel dikmekten başka hiçbir faaliyeti olmayanlar, ülkede dikili ağacı bulunmayanlar, kokuşmuş köhne zihniyetleri içinde malum bir çukurda debelenirken dahi eleştiri adı altında hainlik faaliyetleri icra edenler görmekte dirense de bu mücadelede ülkemiz büyük başarılar elde etmiş ; etki alanını, Afrika sahillerinden Malezya’ya, Polonya’dan Moğolistan’a değin uzanan geniş bir coğrafya’ya yaymayı başarmıştır. ABD’den izin almadan tuvalete dahi gidemeyen vatan hainleri algılamakta zorlansa da Türk Devletleri Teşkilatı gibi cihana meydan okuma potansiyelini barındıran bir birlik oluşturulmuştur. Ancak fitne söz konusu olduğunda anında olay yerinde konuşlananların, dut yemiş bülbül misali sesleri dahi çıkmamaktadır. Bu teşkilatın ulaşacağı nihai noktanın, günümüzden çok daha geniş sınırlara hitap eden Türk Birleşik Devletleri olacağını da şimdiden söyleyebilmek mümkündür. Elbette önümüzdeki süreçte ekonomik- siyasi ve askeri olarak, daha büyük bir güç haline geleceğiz. İşte içimizdeki işbirlikçi hainlerin kabullenemedikleri ; 1923 ten 2002 tarihine kadar güdümlerinde olan Türkiye’nin, artık onların ve efendilerinin güdümünden çıkarak kendi kutlu geleceğine doğru hızla yükselmekte olmasıdır…
Lakin belirtmek isterim ki bu mücadele sadece Sayın Erdoğan’ın mücadelesi değildir. Birilerinin bizim için savaşmasını beklemesinden vazgeçmek durumunda olduğumuzun bilincine en kısa süre içinde ulaşma mecburiyetimiz bulunmaktadır. Bu ülkenin vatandaşları olarak her birimizin , kendimizin ve neslimizin geleceği için bu mücadelenin bir yerinden tutması gerekmektedir.
Herkes, Müslüman- Türk milletinin ve onun kutlu geleceğinin karşısında saf tutanların ; batının ve küresel güç merkezlerinin uşağı olmaktan öteye geçememiş bir beyin ve ruh yapısına sahip ikiyüzlü işbirlikçiler olduğunu görmelidir...
Yukarıda her vatandaşımızın arzu etmesi gerektiğini belirttiğim tüm hususlar, ülkemizin muhalefetine hakim olan işbirlikçilik zihniyeti ile ayrı ayrı ifsad edilmeye çalışılır durumdadır. Eğer bir şekilde zillet çukuruna düşmüş böyle bir muhalefetin işbaşına gelmesine müsaade edecek olursak, bırakınız refaha ve güzel günlere kavuşmayı ; giyecek don, yakacak odun, yiyecek kuru ekmek bile bulamayacağımız günler çok uzakta değildir. Bunların bu ülkeyi parça parça edeceklerine, ABD işgaline uğratacaklarına, tüm kazanımlarımızı yok edeceklerine, Müslüman- Türk milletini öz vatanında parya durumuna sokacaklarına hatta Yunanlıların yeniden İzmir’e asker çıkarmasına dahi olanak sağlayacaklarına emin olduğumu üzülerek ifade etmek isterim.
Bu nedenle istisnasız herkes ;
1. Ön yargılarından arınarak,
2. Algı operasyonlarının ve yönlendirme faaliyetlerinin gafil bir süjesi olmaktan çıkarak,
3. ABD’nin ve Batı’nın satın almış olduğu kişilerden ve siyasi hareketlerden uzaklaşarak,
4. Gerçekte müslüman olmayan ve Türk kimliği taşımayan devşirmelerden, münafıklardan ve bunların temsil ettiği siyasi partilerden koparak, önce safını doğru bir şekilde tanımlamalı , tarihten alınan ilham ve Din-i Mübin-i İslam’ın yaktığı kutlu ateşten alınan güçle yürütülen bu büyük ve kutlu mücadeleye destek vermelidir…
Yürüttüğümüz bu kutlu mücadelenin başarıya ulaşması mutlaktır,
Yaşamasak da o gün ruhlarımız , sonsuza değin şad olacaktır…
13.11.2021 // 15.33
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRK KONSEYİ’NİN PARLAYAN GÜNEŞİ IŞIĞINDA ŞEKİLLENECEK BİR DÜNYA’YA DOĞRU İLERLEMEK...
Önümüzdeki süreçte ve öncelikle bir TÜRK BİRLİĞİ’ne dönüşecek olan TÜRK KONSEYİ’nin 8 nci zirvesinin, 12 Kasım 2021 tarihi itibariyle İstanbul’da yapılması için tüm hazırlıklar tamamlanmış bulunmaktadır.
TÜRK KENEŞİ’nin kurulmasıyla 12 yıl önce başlayan ve Türk Birliği’ne giden yolu tanımlayan süreçte, Türk Konseyi’nin temelleri atılmış ve Türk dünyasında birlik şuurunun gelişmesi noktasında, üye devletlerin tamamında hissedilebilen bir perspektifin şekillenmesi sağlanmıştır.
İlk aşamada Göktürk Devleti’nin yıkılmasıyla sonrasında ise Büyük Selçuklu Devleti’nin parçalanması ve akabinde gerçekleşen Moğol işgali neticesinde Türk dünyası arasında önemli ölçüde kopan bağlar, nice acılar- savaşlar ve işgaller sonrasında yeniden kurulmaktadır. Türk milletinin Ergenekon’da yaktığı ateş, İslam dininin ruhumuza bahşettiği iman nuru ile daha güçlü bir şekilde alev almakta, Gökkurt’un simgeleştiği kurt başlı sancak yeniden ufkumuzu süslemeye başlamakta ve Türk güneşi , tüm sıcaklığıyla kanımızı ısıtmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin öncülüğünde yürütülen bu diriliş süreci, tarihi bir fırsatı simgelemektedir. Dünya nüfusunun, yaşam döngüsünün ve buna bağlı tüm unsurların yeniden Asya kıtasına kaydığı ve Türk dünyasının da tam bir merkez konumuna geldiği bu süreçte, birlikten yoksun kalmanın ; erimek, asimile olmak ve yok olmak anlamına geldiğini çok iyi anlamamız gerekmektedir. Müslüman- Türk milletinin ne düşmanları bitmiş ne de işgale uğrama tehlikesi ortadan kalmıştır. Büyük nüfus gücüne sahip devletlerin ve milletlerin oluşturduğu asimilasyon tehlikesi de had safhadadır. Türk dünyasının, varlığını korumak ve tarihte olduğu gibi cihana hükmedebilmek için ; Çin- Rusya – Hindistan ve her zaman fitne yuvası olmuş olan İran ve Avrupa arasında mutlak bir birlik şuuru içinde hareket etmesi, keyfiyet değil zaruret arzeden bir durum olarak karşımızda durmaktadır.
TÜRK MİLLETİ, tarihi boyunca nüfusu ya da büyük üretim gücüyle değil ; organizasyon yapısının gücü, pratik hareket etme kabiliyeti, güçlü ve daima hazır ordusu, ihtiyaç duyduğu stratejik alanlarda ön plana çıkardığı teknoloji üretme kabiliyeti, girişimci ve mücadeleden çekinmeyen fertlerinin varlığı sayesinde ilerlemiş, fetihler yapmış , büyük devletler ve medeniyetler kurmuş bir millettir. Orhun yazıtlarına atıfla belirtmek isterim ki biz birlik olduğumuz, devletimize ve milletimize karşı sorumluluk içinde hareket ettiğimiz müddetçe ; üste mavi gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, devletimizi, töremizi ve inancımızı kimse bozamaz ve boyunduruk altına da sokamaz.
Amerika Birleşik Devletleri’ne hakim olan ve kendilerine yeni güç merkezi olarak Çin’i belirlemiş olan küreselci paganlar, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni dağıttıktan sonra FETÖ’nün anahtar işlevi gören organizasyon yapısını kullanarak, Rusya ve Türk Cumhuriyetleri bünyesinde büyük bir 5 nci kol faaliyetine başlamışlardır. Ancak Rusya’nın, Putin’in yönetime gelmesi sonrasında siyaseten toparlanıp ülkedeki ajan faaliyetlerine ve küreselci paganların faaliyetlerine son vermesi ve bu durumu, Türkiye’de Sayın Erdoğan’ın yönetime gelip FETÖ yapılanmasına karşı giriştiği mücadelenin takip etmesi, küreselcilerin planlarını onarılması mümkün olmayacak şekilde bozmuştur. Ayrıca Sayın Erdoğan’ın Ortadoğu ve Akdeniz temelli meselelerde ortaya koyduğu irade de küreselciler için bir başka cephenin açılmasına neden olmuştur. İşte zaten bu nedenle, küreselcilerin iki önemli siyasi hedefi ; Rusya Federasyonu devlet başkanı V.Putin’i ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ı iktidardan düşürmek olarak şekillenmiş, her iki ülkeye yönelik ekonomik , askeri ve siyasi baskılar da gün geçtikçe artmıştır.
Kendilerine hedef belirleme noktasında zorlanan Türk Dünyası ; Türkiye’nin, Türkistan coğrafyasıyla yakından ilgilenmeye başlamasıyla, küresel ölçekte şekillenen gelişmeleri gerçekçi ve kendileri için umut vadeden bir pencereden okuma başlamış, bölge ülkeleriyle ilişkilerini devam ettirirken, Türk Konseyi’nin şekillendirdiği hedefe yönelme iradesini ortaya koymayı da başarmıştır.
Artık önümüzdeki süreç, bu iradenin daha yüksek sesle dillendirileceği , küresel güç merkezlerine karşı gelecek mefkuresi içeren varlık ilanının yapılacağı ve bu bağlamda oluşacak siyasi , askeri ve ekonomik baskıların göğüslenileceği bir süreç olacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin lokomotif gücü yükseldikçe, birliğin ekonomik kapasitesi artacağı gibi kendini koruma kabiliyeti ve siyasi gücü de yükselecek ve tam anlamıyla entegrasyon hem bir zorunluluk hem de arzu edilen bir sonuç halini alacaktır. Bırakınız aynı dili konuşmayı onlarca farklı dilin konuşulduğu yine bırakınız aynı milleten olmayı çıplak elle birbirini boğazlamış milletlerden oluşanların, 1957 yılında kurdukları Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’ndan hareketle Avrupa Birliği’ni oluşturabildiğini düşünürsek ; bizim gibi aynı milleten olan aynı dili konuşan ve büyük oranda aynı dine mensup insanların, büyük riskler altında bulunurken birlikten yoksun bir yaşam sürmesinin kabul edilebilir olmadığı da ortadadır.
TÜRK BİRLİĞİ , Türk Konseyi altında oluşturulan çatı esas alınarak ortaya konacak uluslararası bir oluşumdan hareketle, herkesin anlayabileceği düzeyde ortak Türkçe kullanımı ve ortak alfabe, farklı boylardan olsak da Büyük Türk Milleti’ne mensup olduğumuzu belirleyen tarih ve kültür bilinci ve geliştirilecek ortak idealler bağlamında YÜKSELECEK ; gümrük birliği , ekonomik entegrasyon, ortak para ve para politikası, ortak savunma doktrini, ortak askeri operasyon kuvveti, ortak sağlık- eğitim – üretim ve tarım gibi politik uygulama alanları üzerinden de GELİŞECEKTİR…
Türk Konseyi’nin oluşturduğu siyasi ve stratejik gücün , varlığını biraz daha arttırmasıyla Pakistan- Afganistan ve Tacikistan başta olmak üzere birçok devlet, bu gücün çekim alanına kapılacak ; tüm Ortadoğu , İslam dünyası, Balkanlar, Karadeniz havzası ve Afrika’nın önemli bir bölümü, bu gücün etkisi ve yönlendirmesiyle şekillenir hale gelecektir.
Türk Konseyi’nin oluşturacağı bu güç, Çin’in etkisini sınırlayan çok büyük bir faktör olarak devreye girerken, zayıflamaya başlayacak olan Rusya üzerinde de önemli etkileri olacaktır. Oluşan bu birliğin tanımlayacağı ; askeri, siyasi , demografik ve ekonomik güç karşısında gerilemeye başlayacak olan Rusya’nın parçalanacağını ve bağımsızlıklarını kazanacak Türk Cumhuriyetlerinin de bu birlik içinde kendilerini tanımlama iradesini ortaya koyacaklarını söyleyebilmek mümkün bulunmaktadır.
Ayrıca Türk Birliği’nin, bir süre sonra küresel hakimiyeti zayıflama eğilimi içinde bulunan ABD hegemonyasından kurtulacak olan Japonya ile Çin karşıtı bir blok oluşturacağını söyleyebilmek de yüksek olasılıklı bir yaklaşımı ifade etmektedir.
Çin ve Çin’e hakim olan küreselciler, hem kara ticaretinde hem de Akdeniz bağlantılı deniz yolu açısından Türk- İslam dünyasının hakimiyetini kabul etmek durumunda kalacağı gibi Doğu Türkistan’daki Müslüman soydaşlarımız üzerindeki asimilasyon politikasına da son verme zorunluluğu içine gireceklerdir. İşte içimizdeki işbirlikçilerin ülkemizin ; Pakistan- Afganistan- Katar- Somali- Sudan- Umman – Libya ve Afrika politikalarına yönelik karşıtlık söylemi geliştirmelerinin, Kıbrıs’ın peşkeş çekilmesini öngören yaklaşımlara çanak tutup, bu yaklaşımları ayakta alkışlamalarının, Türk Konseyi ile ilgili olarak ağızlarından tek bir kelimenin çıkmamasının, Mavi Vatan Doktrinini bertaraf etmeye çalışmalarının, Irak ve Suriye üzerinden Akdeniz’e hat açacak bir kukla devletçik planını desteklemelerinin temelinde hep bu gerçeklik üzerinden efendilerine hizmet stratejisi yatmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk Birliği stratejisiyle kuzeyde bir plan kurarken, Akdeniz ve Ortadoğu politikasıyla da “Orta Dünya”da başka bir plan kurmakta, kendilerini sinsice karşımızda tanımlamaya çalışan sözde müttefiklerin oluşturduğu cephenin planlarını temelinden sarsmakta, İran başta olmak üzere bölgesel işbirlikçilerini de Türkiye aleyhine havlatmaktadır.
Türkiye’nin, karşımızdaki şeytani ittifaka karşı Suriye cephesinde alacağı bir galibiyet, karşımızdakileri bir süreliğine sindirerek ihtiyacımız olan zamanı kazandıracak, hedeflerimize ulaşma noktasında bir hızlandırıcı görevi üstlenecek ve iç siyasetteki zillet cephesinin dinamiğini bozarak, sürekli pompalanan fitnenin etkisiz kalmasını sağlayacaktır…
06.11.2021 // 16.11
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE EKONOMİSİNİN YAKIN GELECEĞİ’Nİ GÖRMEK, YATIRIM YAPANLARI DÜNYANIN HİÇBİR NOKTASINDA ULAŞAMAYAKLARI KADAR ZENGİN EDECEĞİ GİBİ 2023 YILI SEÇİMLERİNDE SAYIN ERDOĞAN’A VERİLECEK DESTEK, MİLLETİMİZİ DE GIPTA İLE BAKILAN BİR REFAHA ULAŞTIRACAKTIR…
Kıymetli dostlarım ! Bir ülkenin birçok ekonomik parametresi bulunmakla beraber, en temel parametrelerinin ; ihracat ve ithalat rakamları ve gayrısafi yurtiçi hasıla olduğunu söyleyebilmek mümkündür...
Bir ülkenin ihracatı, o ülkenin hem üretim hem de rekabet gücünü gösteren en güçlü verilerden birisidir. İthalat ise , bir ülkenin herhangi bir nedenle yurtdışından temin ettiği ürünleri gösteren bir envanteri ifade etmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Ak Parti’nin iktidara geldiği dönemde ; 36 milyar Dolarlık bir ihracata, 87,6 milyar Dolarlık da bir ithalata sahip bulunuyordu.
Ülkemizin 2002 yılındaki Gayrı Safi Yurtiçi Hasıla Miktarı ise 238 milyar Dolardı.
Ve her şeyden önemlisi, ülkemizin her alanda çok ciddi bir yatırıma ve değişime ihtiyacı bulunuyordu. Askerlik gibi stratejik faaliyetler dahi ilkel koşullarda, profesyonellikten uzak şekilde vatan evlatlarının 18 aylık zorunlu hizmeti ile ifa ediliyordu. Bot ve kamuflajı bir tarafa bırakırsak, askeri alanda ürettiğimiz bir şey neredeyse yok gibiydi.
Ancak aradan geçen 19 yılda İHRACATIMIZ, Eylül 2021 itibariyle 215,7 milyar Dolara yükselmiş ve yıl sonu itibariyle 220 milyar Dolar seviyesine de ulaşacak gibi durmaktadır. İthalatımız ise 259,1 milyar Dolar olarak gerçekleşmiştir. Gayrısafi Yurtiçi Hasıla’mız ise son 4 çeyrek itibariyle 765.138 milyar Dolar olarak gerçekleşmiş ve Dolar kurunda yaşanan artışa rağmen yükselme eğilimini sürdürmektedir. Son 19 yılda yapılan devlet yatırımları ise 1923 -2002 arasında yapılan toplam yatırımı defalarca kez katlayacak düzeydedir. Bu yatırıma özel kesim yatırımları ile yabancı yatırımcıların yatırım miktarını da ekleyecek olursak, 1923-2002 dönemi yapılan yatırımları anlamsız kılacak ölçüde bir yatırımın yapıldığını tespit edebilmek mümkündür. Bu noktada ALKIŞLANMASI GEREKEN GERÇEK BAŞARI, Sayın Erdoğan’ın bu başarıyı içten ve dıştan çok yönlü olarak gerçekleştirilen ekonomi temelli saldırılara rağmen ve gayrısafi mili hasılaya oranla devletin borçluluk oranı aşağıya çekerek gerçekleştirmiş olmasıdır. Zaten ülkemize diz çöktürmek isteyen küresel güç merkezlerinin, tüm ekonomik saldırılara rağmen, DEVLETİMİZ ÜZERİNDE BİR YIKIM GERÇEKLEŞTİREMEMELERİNİN NEDENİ ; bütçe açığımızın düşük, borçluluk oranımızın çevirebileceğimiz ölçüde küçük olmasındandır. İşte faiz oranlarını yüksek tutmaya çalışmalarının ve hane halkımızın alım gücünü bozmaya çalışacak şekilde kur ataklarını ve piyasa enstrümanlarını kullanarak fiyatlar genel düzeyinde artış oluşturmaya çalışmalarının temelinde de bu gerçeklik yatmaktadır. YANİ DEVLETİ VURAMADIKLARI İÇİN HALKIMIZI VURARAK , devleti ve hükümeti yıkmaya ve bu arada da faiz oranlarının yükselmesini sağlayarak da devletin mali dengesini bozmaya çalışmaktadırlar. Kısacası bir taşla iki kuş vurma hikayesini gerçekleştirmeyi hayal etmektedirler.
Konuya dönecek olursam, ülkemizdeki yüksek vergi oranlarına rağmen 2002 yılında toplanan vergi miktarının 59,6 milyar TL, 2020 yılında küresel salgın koşullarına rağmen toplanan verginin 983,1 milyar TL olduğu dikkate alırsa, azalan vergi oranlarına rağmen yaklaşık 16 katlık bir vergi geliri artışının yani gelir farkının oluştuğunu görebilmek de mümkündür.
Bu verilere 2002 yılında 27,6 milyar Dolar olan Merkez Bankası Döviz Rezervleri’nin 2021 Ekim itibariyle 121,3 milyar Dolara ulaşması, Yurtiçi yerleşiklere ait toplam mevduatın 2002 yılında 128,5 milyar, 2021 yılında 4 trilyon 241 milyar olduğu gibi veriler eklendiğinde, sosyal yaşamda şekillendirilmeye çalışılan algının hiçbir anlam ifade etmediği ve zaten BAŞTAN ÇÖKMÜŞ OLDUĞUNU söyleyebilmek mümkündür.
Geçmişi bir tarafa bırakıp günümüz üzerinden bir değerlendirme yaptığımızda ise ; günümüz Türkiye’sinin, 2002 yılının Türkiye’si ile karşılaştırılamayacak düzeyde yüksek bir kapasiteye ve altyapıya sahip olduğunu görmek gerekmektedir. ARTIK ZENGİNLEŞMEYE HAZIRLANAN BİR FABRİKATÖR, ATILIM YAPMAK İÇİN FIRSAT KOLLAYAN BİR TÜCCAR GİBİYİZ...
Birkaç yıl içinde , 300 milyar Dolarlık bir ihracat rakamını yakalamayı başaracağımız gibi cari denge açısından fazla veren bir ülke konumuna yükselmeyi de sağlayacağız. BU DURUMU İSE ; ihracata konu mallarımızın dış talep nedeniyle ihraç fiyatlarının artması, ileri teknoloji içeren ürünlerin ihracatımız içindeki payının artması, ürünlerimize ait marka tanıtımının fiyatlara yönelik pozitif etkisi, ithal ettiğimiz ürünlerinin yerini yerli üretim mallarla ikame etme stratejisinin ithalatın azalmasına yönelik etkileri, lojistik kabiliyetimizin ticaretimizi arttırmaya ilişkin olarak şekillenen pozitif etkisi, turizm gelirlerimizin artması, altın üretim hacmimizin artmasına bağlı olarak altın ithalatımızın büyük ölçüde azalacak olması, elektrik üretimine ilişkin olarak yapmış olduğumuz yatırımların enerji ithalatımız üzerindeki kısıtlayıcı etkileri, piyasaya hızla yayılacak elektrikli otomobillerin enerjide dışa bağımlılığımızı azaltıcı bir faktör olarak devreye girecek olması, silah sanayisinde dışa bağımlılık oranımızın minumum düzeye inecek olması, tespit ettiğimiz enerji kaynaklarının ithalat faturamızı azaltıcı etkisi , küresel tedarik zinciri açısından güvenli bir liman oluşturmamız nedeniyle ülkemize yönelik olarak artacak yatırımlar, ülkemizin finansal bir merkez olarak yükselecek olması nedeniyle ülkemize yönelecek finans kaynaklarının ticareti ve yatırımları destekleyici etkisi GİBİ FAKTÖRLERİN DEVREYE GİRMESİ SAĞLAYACAKTIR.
Sağlanacak olan bu durumun, her sektör ve faaliyet alanı açısından göstereceği gelişme trendi ise , şimdi BAZILARIMIZA HAYAL GİBİ GELECEK OLSA DA ülkemizin ihracat hacminin, 2 trilyon Dolara ulaşmasını mümkün kılacaktır. Yahu bu nasıl olur diye itiraz edenleriniz varsa bizden çok daha olumsuz koşullara sahip olan, yaşlı bir nüfusu bünyesinde barındıran Almanya’nın, 2019 yılı ihracatının 1 trilyon 327,6 milyar- 2020 yılı ihracatının ise 1 trilyon 204,7 milyar Euro olduğunu da hatırlatmak isterim. Oysa bizim hitap edebileceğimiz pazarlar Almanya’dan çok daha geniş, lojistik ve hammadde imkanlarımız çok daha iyi, büyüyen ve gelişen pazarlarla bağlantılarımız çok daha ucuz, çeşitli ve yüksek, nüfusumuz çok daha genç, iklimimiz çok daha elverişli, yönetim sistemimiz çok daha etkin, piyasalarımız ve üretim altyapımız gelişmelere çok daha açık bir özelliğe sahip bulunmaktadır. Yani Almanya’dan bir tık ileriye geçmek için hiçbir eksiğimiz bulunmamaktadır.
Bu durumda asgari 300 milyar Dolar düzeyinde cari fazla veren bir ülke olarak, süreç içinde para değerimizde yaşanacak olumlu artışların da bu hedefe ulaşmamızı ekstra destekleyecek bir veri olarak etkide bulunacağını da ayrıca ve önemle ifade etmek isterim…
Ancak işin en önemli kısmına gelince bu kapasiteye ulaşmak için, güçlendirilmiş parlamenter sistem safsatasıyla eşeği allayıp pullayıp yarış atı diye bize kakalamaya çalışanlara, ülkemizi küresel güçlere peşkeş çekmeye çalışanlara, sahte ülkücü, bildiğiniz bölücü türkücü siyasi partilere, sahte imamlara, CIA ajanlarına ve onların ülkemizdeki algı-etki elemanlarına, küresel teröristlere ve onların ülkemizdeki yalakalarına destek olma hatasına düşmemeyi, bilinçli ve kasıtlı olarak oluşturulan zorluklara teslim olmamayı, milletimizin geleceği için, bağımsız ve küresel bir güç haline gelmiş Türkiye hedefine ulaşmak için Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın başkan seçilmesini sağlamayı başarmalıyız.
Bizler 2023 yılında Sayın Erdoğan’ın başkan seçilmesini sağladığımızda, Cumhur İttifakı’nın karşısında güç birliği yapmaya çalışan zillet takımı, bir daha toparlanamamak üzere ve layık oldukları şekilde siyaset çöplüğündeki yerini alacaktır…
04.11.2021 // 00.11
SEDAT ÇETİNKAYA
.ÖLÜM İLE GERİDE BIRAKACAĞIMIZ ANGARYALARDAN KURTULMAK…
Aziz ve mutlak kudret sahibi Yüce Rabbimiz tarafından yaratılan, içinde manevi bir tekamülü de içeren imtihan sürecini geçirmek için bulunduğumuz ve hepimiz için tayin edilen bir sonu bulunan bu dünya’daki doğumla başlayan yaşamımız hepimiz için belirli bir aşama kaydetmiş bulunmaktadır.
Bu dünya için en değerli şey, sadece ama sadece İslam dininin öngördüğü şekilde İMAN SAHİBİ olmaktır. İman sahibi olmadan yaptığımız güzel işlerin, ulaşacağımız son açısından büyük bir önemi bulunmamaktadır.
Yüce yaratıcımız bizlerden ; Kuran-ı Kerim’de belirttiği ve Hz.Muhammed sav. efendimizin ayrıntılarıyla açıkladığı şekilde İMAN SAHİBİ olmamızı, kendisine karşı kulluk vazifemizi yapmamızı, güzel ameller işleyip, kötülükten ve fena işlerden uzak durmamızı istemektedir. Allah c.c. hazretlerinin bizden talep etmiş olduğu şekilde yaşamak, bizlerin salih insanlar olarak tanımlanmamız, ahiret gününde Cennet ile mükafatlandırılmamız ve Cehennem azabından korunmamız için yeterli olacaktır. Ancak bu durum, tüm iman ehlinin, Allah’a karşı aynı yakınlık derecesine sahip olduğu anlamına gelmediği gibi aynı Cennet nimetlerine muhatap olacağı anlamına da gelmemektedir.
Kıymetli dostlarım, bizler ruh olarak adlandırdığımız çok kıymetli bir yaratılış özüne sahip bulunan varlıklarız ve bu yapımız, beden ile sınırlandığı ve beyin ile de algı kapasitesi daraltıldığı için evrensel gerçekleri, gerçek mahiyetiyle değil, irtibatlı kılındığı bedenin sahip olduğu duyular çerçevesinde algılayabilmekte ve tanımlayabilmektedir.
Aslında ölüm neticesinde, ahir hayatımızdaki yaşama kapı açan ve gerçek benliğimizin farkına varan varlıklar haline gelecek ve dünya hayatımızdaki uykudan uyanacağız. Bu dünyada biz farkında olmasak da duygularımıza ve düşüncelerimize kadar, yaşadığımız herşey ruhumuzun yüksek kapasiteli belleğine de kaydolmaktadır. Ölüm, ruhumuz üzerindeki baskıyı ortadan kaldıran bir mahiyet arzettiği için geçiş yaptığımız Berzah aleminde, kişinin kendi kendine yapacağı bir muhasebenin başlayacağını ve kişinin kontrol edemediği bir yaşam alanı içinde kalacağını söyleyebilmek mümkündür. Elbette bu noktada hadisler ışığında bir değerlendirme yaptığımızda, bu aleme geçiş ile birlikte bir hesabın da başlayacağını ve ruh için Cennet bahçelerinden bir bahçe veya Cehennem çukurlarından bir çukur şeklinde bir yaşam alanının şekilleneceğini de gözardı etmemek gerekmektedir. Bu alemde, açığa çıkan bilinçaltımıza bağlı olarak ruhumuz açısından sadece gerçekler hüküm sürdüğünden, örneğin sorgu meleklerine (Münker- Nekir ) bilmediğimiz ya da inanmadığımız bir şeyi söyleyebilmemiz, onlara dünyadaki gibi yönlendirme içeren bilinçli cevaplarla karşılık verebilmemiz, onları inanmadığımız bir şekilde ikna edebilmemiz çoğumuz açısından mümkün olmayacaktır. Bu noktada çoğumuz açısından diyerek getirdiğim istisnanın nedeni, sahip oldukları yüksek ruh kapasitesi ve tanınan ayrıcalıklar nedeniyle bu kabiliyete sahip olanların (Veliler- alimler- şehitler gibi ) varlığıdır. Özellikle dünyada ulaşmış oldukları manevi yetkinlik itibariyle, Allah’a yakınlık elde etmiş ve fiziki sınırları aşma gücüne ulaşmış insanların ruhlarının, Berzah aleminin sınırlarını aşma noktasında da bir yetkinliğe sahip olduğunu ifade etmek isterim.
Yüce Rabbimizin takdir ettiği şekilde kıyametin kopup, tüm mevcudatın yeni bir yaratılışla şekillenmesiyle, çürümüş bedeninin yeniden şekilleneceğine inanmakta çok zorlanan insan da yeniden diriltilecektir. İşte bu noktada insanlar, mahşer olarak adlandırılan hesap verme alanında bekletilirken, yaklaştırılmış olan Cehennemin oluşturacağı büyük bir azapla da karşı karşıya kalacak ve Allah’ın lütfuyla istisna kıldıkları hariç herkes az veya çok bu azabın muhatabı olacaktır.
İşte bu noktada her insan, kendi hesabı ile yüzyüze gelip, hesabının sonucunu sağından veya solundan yüklendikten sonra cehennemin çekim alanından geçerek Cennete ulaşmayı denemek durumunda kalacaktır. Aslında geçilecek olan ve Sırat Köprüsü olarak adlandırdığımız bu bölge, ne kıldan ince ne de kılıçtan keskindir. Ancak öyle hassas bir denge üzerine bina edilmiştir ki sevap yükü yani cehennemin çekim gücünden kurtulmasını sağlayacak direnç gücü fazla olmayanlar, çok uzun süreler zarfında ve çok düşük hızlarla bu alanı geçebilecek ve bu süre zarfında da Cehennem azabına muhatap kalacaklardır. Bazıları ise bu süreçte başarılı olamayacak ve günah yüklerini kendilerine biçilen Cehennem azabı altında ortadan kaldırdıktan sonra bu alandan geçme imkanına ancak kavuşacaklardır. Hesap defterleri sol tarafından verilmiş ve iman sahibi olmayan kimseler için ise Cehennemin çekim alanına kapılıp, ebedi olarak Cehennemde kalmalarından başka bir sonuç bulunmamaktadır. Kişinin iman sahibi olmadan iyi bir insan olması onun ancak Cehennemdeki azap seviyesini belirleyecek bir unsurdur. Cehennem günahı çok olanı, en derinlerine en büyük azapların bulunduğu ortamlara doğru sürükleyen bir çekim merkezidir ve manyetik kapıları kapandıktan sonra tıpkı bir karadelik gibi içindeki herhangi birini çıkarmak için açılması da söz konusu olmayacaktır. İşte Cehennem’den çıkacak ve Cennete geçiş yapacak olanlar, bu kapılar tam anlamıyla kapanmadan çıkacak olanlardır.
Cennet de öyle herkesin aynı ortamda bulunduğu ve eşit koşullar altında yaşadığı bir alan değildir. Dereceleri, katları ve nimet farklılıkları olan bir yaşam alanıdır. Kişinin ruhuna yüklediği pozitif güçler sayesinde ulaştığı manevi dereceye bağlı olarak ; Allah’a yakınlığı, Cennetteki derecesi ve kendisine tahsis edilen nimetler de değişmektedir. Ölümsüzlük, sonsuzluk ve tarifsiz nimetler altında Cennete kavuşanların hayıflanacağı tek şey, neden dünyada daha iyi işler yapıp daha yüksek Cennetlere kavuşamadıkları olacaktır…
İşte bu şartlar altında bizlere düşen, kendimizi , ailemizi, sevdiklerimizi ve Müslüman kardeşlerimizi Cehennemden korumak, Cennet’e ulaşmalarını sağlamak için mücadele etmektir.
Ve emin olunuz ki bu mücadelenin en önemli bölümleri ; iman için, din-i mübin-i İslamın hakimiyeti için, ümmetin birliği ve müslümanların siyasi – askeri ve ekonomik hakimiyeti için yapılanlarıdır.
Bugün dünya sathındaki en büyük mücadele alanı ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti üzerinden yükselen mücadeledir. Aslında kıyamet döneminde yaşadığımız için şanssız, bu kutlu mücadelenin başlangıç noktasında olduğumuz için de bahtiyar olması gereken insanlarız. Bu topraklarda yaşayıp da bu mücadelede yeri olmayanların, küfrün- zilletin- köleliğin- ateistlerin- dinsizlerin- münafıkların ve kafirlerin yanında saf tutanların, ahir hayatlarında kendileri için bir beklenti içine girmeleri de kanaatimce anlamsızdır.
İslam dini, birilerinin iddia ettiği gibi Allah ile kul arasında olan bir iletişimden de ibaret değildir. İslam dini müslümanı ; bilinçli olmaya, taraf olmaya, mücadele içinde olmaya, birlik içinde bulunmaya, fitneden uzak durmaya, gayretli ve sabırlı olmaya, Allah yolunda verilen mücadelede zor şartlara katlanmaya ve gerektiğinde canını dahi hiçe sayacak şekilde fedakarlıkta bulunmaya çağıran bir dindir.
Tarihi öneme sahip gelişmelerin girizgahını yaşadığımız bu süreçte, kendimizi hergün yeniden sorgulamayı başarmalı ; hiçbir şeyin imanımız, birliğimiz ve mücadelemizden önemli olmadığını unutmamalıyız.
Çünkü gerisi, ölüm ile geride bırakacağımız bir angaryadır…
02.11.2021 /01.02
SEDAT ÇETİNKAYA
.MUHTEMEL BİR SURİYE OPERASYONU’NUN , AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ- CHP VE HDP ARASINDAKİ SİYASİ İTTİFAKIN BOZULMASINA YÖNELİK STRATEJİK ETKİSİ VE İÇ SİYASETE İLİŞKİN YANSIMALARI…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, İsrail ve Ortadoğu bölgesi ile arasına çekilmeye çalışılan kukla devlet planını, bölgeye yapmış olduğu operasyonlarla ve Irak Kürt Bölgesel Yönetimi üzerinde oluşturmuş olduğu kuşatma ile bozmuş olsa da bu planın sahiplerinin emellerini ve beklentilerini henüz ortadan kaldıramamış bulunmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, oluşturulan tüm iç ve dış baskılara rağmen pozisyonundan ve hedefinden geri adım atmaması ve hatta sahadaki pozisyonunu daha da ileri taşımayı öngören bir operasyon hazırlığı içine girmesi, karşımızdaki cepheyi iyice sıkıntıya sokmuş bulunmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti yönetiminin, bu operasyon doğrultusunda hazırlamış olduğu yetki belgesi için CHP’nin kendini açıkça deşifre ederek ve risk alarak HAYIR OYU vermesi de nasıl bir korkunun hakim olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Şimdi çok açık bir şekilde gösterilmiyor olsa da bu yaklaşımın, CHP’ye önemli bir oy kaybettireceğini ve muhalif duruşları güçlendireceğini söyleyebilmek mümkündür...
Bu noktada İyi Parti’nin vermiş olduğu "Evet" oyunun ve arkasından sahnelenen atışmacanın , tam bir göz boyama tiyatrosundan ibaret olduğunu da ifade etmek isterim. Bu hususa itirazı bulunanları ; İyi Parti’nin, Millet İttifakı’na yönelik olarak farklı bir yaklaşım içine girip girmediğini sorgulamaya davet ettiğimi de belirtmek isterim. Zira atalarımızın ifade ettiği ; ”aynası iştir kişinin, lafa bakılmaz" sözü burada tam anlamıyla hükmünü icra etmektedir.
Ayrıca bu noktada, Ak Parti’nin ve Cumhur İttifakı’nın oy oranının, ciddi bir düşüş içinde olduğu izlenimini doğuran bir algı çalışmasının yürütülmeye başlandığına ve bu yaklaşımla, 2023 yılındaki seçimlere yatırım yapılmaya çalışıldığına da özellikle dikkat çekmek isterim…
Bu arada Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye’ye yönelik olarak harekete geçmek için 2023 seçimleri sonrasını beklediğini ve içinde bulunduğumuz an itibariyle, tam anlamıyla açığa düşmüş halde olduğunu da iyice ortaya koymuş bulunmaktadır. Ancak ABD hemen hemen nötr bir çizgide bekleme sürecini devam ettirirken ;
1. Rusya ile Türkiye arasındaki gerilimi tetiklemeye çalışmakta,
2. Yunanistan ve Fransa üzerinden oluşturduğu başka bir gerilimle, Türkiye’nin konsantre olmasını engellemekte,
3. Dolar kuru üzerinden gerçekleştirdiği ataklarla ülke gündeminin iç siyasete ve ekonomik meseleler üzerine kaymasını sağlamaya çalışmakta,
4. Ülkemizin silah sanayisini, gizli ambargolarla bloke etmeye çalışmakta,
5. Ve özellikle hava kuvvetleri açısından ortaya koyduğu ambargo tehditleriyle aba altından sopa göstererek ve Türkiye’yi hareketsiz bırakmanın peşine düşmektedir...
Rusya ise Türkiye ile çatışmaktan kaçınmakta, Türkiye’nin ABD ile karşı karşıya gelmesini ve böylece kendisi ile yakınlaşmasını zaruri kılacak ve Türkiye’ye karşı çeşitli ortamlarda koz olarak kullanılabilecek bir siyasi ortamın doğmasını arzulamaktadır. Ancak Rusya, gerek İsrail ile sahip olduğu ilişkiler ve gerekse ABD ile giriştiği gizli ikili ilişkiler nedeniyle güven vermemeyi de sürdürmektedir.
İran ise ABD ve İsrail’in gizli ortağı, Rusya’nın göstermelik (taktik) müttefiki, Nusayriliği esas alan Suriye rejiminin de ideolojik işbirlikçisi olarak, Türkiye’nin hem Rusya hem de ABD ile çatışmasını istemekte ve bunu sağlamak için de gerek bağımsız olarak ve gerekse Suriye rejimini kullanarak her türlü fitneyi üretmektedir.
İşte bu konjonktürel koşullar itibariyle Türkiye, Suriye’ye yönelik bir operasyon gerçekleştirdiğinde ; ABD’yi gafil avlayacak, Rusya ile çatışma içine girmeden arzuladığı ilerlemeyi sağlayacak, rejim güçlerini ve İran milislerini bertaraf ederek de zayıf direnişlerle ve ilkel yöntemlerle durdurulabilecek bir gücü temsil etmediğini ortaya koyacaktır…
Elbette bu durumun iç siyasetimize yönelik etkileri de büyük olacaktır. Harekete geçmek için 2023 seçimlerini bekleyen ABD ve işbirlikçileri büyük bir baskı altında kalacaklar ve adeta paniğe kapılacaklardır. Böylece Sayın Erdoğan, HDP’nin ve CHP’nin üzerine büyük bir siyasi etkinlik ve halk desteğiyle gitme gücüne sahip olacak ve Türkiye’deki muhalefetle işbirliği içinde 2023 seçimlerinde Sayın Erdoğan’ı başarısız kılma arzusu taşıyanların heveslerini, kursaklarında bırakacaktır.
Küresel düşmanlarımızın Suriye topraklarında yiyecekleri darbeden sonra baskı altına girecek ve organizasyon yetilerini kaybedecek olan içimizdeki işbirlikçiler için, 2023 seçimleri büyük bir hezimetle sonuçlanacak ve Türk Milleti’nin önemli bir bölümü daha, gerçekleri tüm çıplaklığıyla görecektir.
Vatanımızı korumak, milli çıkarlarımızı gerçekleştirmek ve geliştirmek için talep edilen yetkiye, Pkk//Pyd//Ypg//Sdg ve ABD eliyle peydahlanan Deaş yapılanmasını korumak ve bu örgütlerin arkasındaki güçlere hizmet etmek için HAYIR oyu verenlerin, EVET oyu verenleri vatana ihanetle suçlamasının, kendi benliklerinde ortaya çıkan bir ihaneti gölgelemeye matuf bir yaklaşım içinde oldukları da bu milletin aklı başında her ferdi tarafından alenen seyredilecektir…
Yine Türkiye’ye karşı, bir ayak bağı ve ikinci bir cephe olarak Yunanistan’ı hazırlamaya çalışanlar, Suriye topraklarında yaşadıkları hezimetin ardından, bu noktada da açığa düşecekler ve Türkiye, Akdeniz’de toplanan güruhu, tüm dünyanın gözü önünde sürklase ederek, düşmana korku salan varlığını tüm haşmetiyle hissettirmeyi de başaracaktır.
İşte bu aşamadan sonra yeni bir sayfa açılacak ve 2023 yılı sonrası stratejilerini konuşmaya başlayabilir olacağız…
Görelim mevlam neyler, neylerse güzel eyler…
30.10.2021// 16.06
SEDAT ÇETİNKAYA
.KİM BU TÜRKİYE DÜŞMANI HAİNLER ?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşundan itibaren batılılaşma ve muasır medeniyetler seviyesine ulaşma mefkuresi adı altında, Müslüman- Türk milleti ile geçmişi arasındaki bağı koparmak için var gücüyle çalışan CHP’nin kokuşmuş ve totaliter tek parti hakimiyeti dönemi, 1950 yılı itibariyle sona ermiştir. Ancak CHP’nin ve küresel işbirlikçilerinin kurmuş olduğu sistem ve CHP tarafından yürütülen fitne politikaları nedeniyle, bu tarihten sonra ülkemiz ; darbeler, sağ- sol çatışmaları, ekonomik krizler, yokluk, baskı, hukuk ve demokrasi dışı laiklik uygulamaları, ordunun siyasete devamlı müdahalesi, parlamenter sistemin dayattığı koalisyonlar, terör saldırıları, erken seçimler, ortalama % 80’ler düzeyinde gerçekleşen faiz ve enflasyon sarmalı ve küresel güçlere teslimiyet içinde geçen bir dönem yaşamış bulunmaktadır.
Ülkemizin bu buhranlı dönemi açısından, Avrupa Birliği üyelik sürecinde kapı kulu olarak bekletilerek aşağılanması ve ABD hizmetkarlığı ise en belirgin durumlar olarak göze çarpmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, son 20 yıl içinde ve adım adım, bu yüzyıllık teslimiyet gömleğini çıkarıp parçalarken, kendisine biçilen emir eri vasfını ve büyük bir ekonomik Pazar rolünü elinin tersiyle iterken ; askeri- siyasi ve ekonomik olarak büyük bir güç olmanın eşiğine gelmiş, önemli dönüşüm hamleleri gerçekleştirmiş ve çevresini bir vizyon doğrultusunda şekillendirmeye başlamıştır.
Bu gerçeklik karşısında ;
1. Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan EBEDİ TÜRK YURDU Anadolu’yu görmeden, İsrail – Yunan- Rum- ABD- Fransa ve avanesinin çıkarlarını destekler şekilde Doğu Akdeniz’de ne işimiz var ? diyerek saçmalayan,
2. Libya’da ne işimiz var ? diyerek, konuyla ilgili hazırlanan tezkereye hayır oyu veren,
3. Suriye’de ne işimiz var ? diyerek, küresel güçlerin 50 yıllık planlarını bozmak için yapılan her operasyonda hükümeti ve ordumuzu arkadan hançerlemeye çalışan,
4. Ortadoğu bataklığında ne işimiz var ? diyerek, ABD ve İsrail için politika üreten,
5. Pyd//Ypg yapılanması vatanlarını savunan insanlardan oluşmuştur. Onlar mı Türkiye’ye saldıracak ? diyerek ellerinde şehitlerimizin kanını taşıyan,
6. Kendi vatanlarının olduğu kadar Türkiye’nin çıkarları için de Suriye’de mücadele eden ve yeni adıyla Suriye Milli Ordusu olarak anılan güçleri terörist ilan eden,
7. Günümüzün firavun’u, küreselcilerin uşağı darbeci Sisi’nin ve katliamları tarihe kazınmış Esed rejiminin savunuculuğuna soyunan,
8. Türkiye ile İran arasında bir çatışma çıksa, İran’ın yanında saf tutacak ; bir terörist gebertilse cenazesine koşacak milletvekillerine sahip olan,
9. Milli İstihbarat Teşkilatımızın tırlarına operasyon düzenleyen CIA beslemesi hainlerle işbirliği içinde devletin gizli faaliyetlerini ifşa edenler için özgürlük yürüyüşü düzenleyen,
10. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı ayaklanma çağrısı yapıp, masum insanların ölümünden sorumlu olan ve terörist başının heykelini dikeceğiz diye nara atan Selahattin Demirtaş için özgürlük şarkıları söyleyen,
11. Sırtını Pkk’ya Pyd’ye Ypg’ye Ypj’ye yaslayanlar ile SİNSİ ittifaklar kuran,
12. Kandil’de fare hayatı yaşayan sürüngenlerin sevgisine, taltifine ve yönlendirmesine muhatap olan,
13. Can ve kan kardeşimiz Azerbaycan’ın, topraklarını işgalden kurtarmak için yürüttüğü operasyonda, Türkiye’nin Azerbaycan’a silah yardımı yapmasını eleştirerek, Azerbaycan’a cihatçı militanların yardıma gönderildiğinden bahisle algı operasyonu yapmaya kalkan,
14. Türkiye’yi, IMF’e mecbur bırakmak için kendi ülkesine yönelik olarak devam eden bir finansal operasyona öncülük edip , taşeronluk yapan,
15. Türkiye’mize yabancı devletlerle birlikte ve çeşitli vesilelerle ayar vermeye çalışan,
16. Ülkesini yabancı devletler ve mihraklar nezdinde şikayet etmekten utanmayacak kadar ülkesine yabancılaşmış bulunan,
17. Ülkesine yatırım yapılmaması için açıklamalar yapacak ve yatırımcıları tehdit edecek kadar köksüz kalmış ve adileşmiş bir zihniyete sahip olan,
18. Ezan dahil milli ve dini olan her şeyden rahatsız olan,
19. Bu ülkede tek bir savunma sanayi üretiminin altında imzaları olmamasına rağmen, Türkiye’nin dünyanın en büyük silah üreticilerinden birisi haline geldiğini görmeyerek ve her üretime bir kulp takmaya çalışarak, gerçekleştirilen projeleri baltalamak için var gücüyle çalışan,
20. Mavi Vatan doktrinini savunmak yerine fikir özgürlüğü adı altında Yunan tezlerini güçlendirecek ve destek verecek ihanet soslu açıklamalar yapan,
21. Kıbrıs’da, tam bağımsız bir Türk Cumhuriyeti yerine ; Yunanlılar , Avrupa Birliği ve ABD gibi konfederasyon tezini savunan,
22. Gerçek zemini bulunmayan ya da öngörülemez ve engellenemez bir nedenle ortaya çıkan yangın- sel – deprem gibi durumları, bir kurguyla şekillendirerek milletimize ve hükümetimize yönelik bir algı operasyonu dahilinde kullanmaya kalkan,
23. Hükümeti yıkmak ve iktidarı ele geçirmek için düşmanlarımız bir tarafa Şeytanla işbirliği yapacak kadar gözleri kararmış olan,
24. Ülkemizin geleceğini etkileme noktasında önem arzeden icraatları, desteklemek bir tarafa engellemek için akla hayale gelmez fitneleri üretmekte bir beis görmeyen,
25. Bu ülkenin gelişmesi için değil, ayağından çekmek için büyük bir mücadele ortaya koyan,
26. Ülkemizin tüm küresel güç merkezlerine karşı yaptığı mücadeleyi ve sağladığı üstün başarıyı görmeksizin, aşağılık kompleksinde boğuldukları çukurdan, öldük- bittik edebiyatı yaparak üzerlerine sinmiş niteliksizliği örtüp oy kapmaya çalışan,
27. Ülkemizin askeri olarak kuşatılmaya çalışıldığı ve açık tehditlere maruz bırakılmak istendiği bir ortamda alınan S 400’lerin satın alınmaması ve sonrasında kullanılmaması için ABD – İsrail ve Yunanistan’dan daha fazla mücadele eden,
28. Ermeni soykırımı tezlerine alkış tutanları, Pkk sevicileri baş tacı eden,
29. Ayasofya’nın ibadete açılmasına en az bir Yunan ya da bir hristiyan kadar karşı duracak kadar İslam’a uzak,
30. Diyanet İşleri Başkanı’nın söylediklerini, ettiği duaları küfür gibi algılayıp, varlığına dahi tahammül edemeyen,
31. Yabancı ülkelerin ülkemizdeki algı operasyonlarını ve projelerini yürüten ajanı Osman Kavala için hadsizce yapılan özgürlük çağrılarına destek verecek kadar satılmış bulunan,
32. İktidarı ele geçirmek için yabancı devletlerin liderleriyle işbirliği içinde hareket etmekten geri durmayacak ve bu yönde yapılan açıklamaları reddedecek iradeyi gösteremeyecek kadar hıyanet içinde olan,
33. Ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yıkmak ve parçalamak için sinsice uğraşan, BİZDEN GİBİ GÖRÜNEN AMA BİZDEN OLMAYAN, NE MİLLİ NE DE DİNİ OLARAK ORTAK BİR ZEMİNİMİZ BULUNMAYAN, BİZİM İÇİN DEĞİL, HİZMETİNDE OLDUKLARI YABANCI GÜÇ MERKEZLERİ İÇİN POLİTİKA ÜRETEN HAİNLERİN OLDUĞUNU ARTIK GÖRMELİ, ONLARIN BU FAALİYETLERİNİN, FARKLI BİR FİKRİ SAVUNMAK YA DA FARKLI BİR DÜNYA GÖRÜŞÜYLE ÜLKESİ VE MİLLETİ İÇİN MÜCADELE ETMEK ANLAMINA GELMEDİĞİNİ VAKİT GEÇ OLMADAN İDRAK ETMELİYİZ.
Her şeyden önemlisi saplantılardan, önyargılardan ve çıkarcılıktan sıyrılarak kendimize ; ben kimim, bütün bu gerçeklik karşısında nerede duruyorum, kimlerle birlikteyim, kimleri destekliyorum ve içinde bulunduğum durumun hesabını verebilir miyim diye sormalı ve vereceğimiz cevaba göre de hareket etmeliyiz.
ÇÜNKÜ BU HESAP, ENİNDE SONUNDA SORULACAKTIR…
25.01.2021 // 18.29
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN SURİYE’YE YÖNELİK OPERASYONUNU ENGELLEMEK İSTEYENLERİN, BAŞKANLIĞIMIZA VE MÜSLÜMAN TÜRK MİLLETİNE KARŞI KURDUKLARI HAİN PLAN VE MANDACILARIN ADİLİKLERİ…
Bilindiği üzere ülkemizdeki ABD şakşakçıları, ülkemiz için yeni bir bağımlılık ve teslimiyet oluşturacak olmasına ve de tam bir uçan hurda yığını olmasına rağmen, F 35 uçaklarına alkış tutmaktan ve bu durum üzerinden Sayın Erdoğan’ı eleştirmekten vazgeçmemiş bulunmaktadır…
Türkiye’nin yeni bir parti S 400 alımı için yapmış olduğu görüşmelerin nihayete yaklaştığı ve Rusya’nın SU 35 ve Su 57 gibi savaş uçaklarının üretimi konusunda Türkiye ile işbirliğine hazır olduğunu ilan ettiği bir dönemde, içimizdeki işbirlikçiler tarafından kasıtlı olarak yapılan ve harareti yükseltilen açıklamalara bakılacak olursa, Sayın Erdoğan’ın büyük bir hata yaptığı şeklinde ancak aşağılık kompleksinde boğulmuş işbirlikçilerin fukara beyinlerinden çıkabilecek bir iddianın yaygarasının yapıldığı görülmektedir.
İşte tam da bu aşamada Amerika Birleşik Devletleri, F 35 savaş uçakları için ödemiş olduğumuz 1.4 milyar Dolar için, Lockheed Martin üzerinden F 16 satışını öngören teklifi kendisi getirmiş olmasına rağmen, Türkiye’den bu konuda istediği talebi, sanki Türkiye doğrudan doğruya bir istekte bulunmuş gibi lanse ederek, bunun üzerinden bir baskı ortamı oluşturmanın da peşine düşmüştür.
Yine bu aşamada önce Selahattin Demirtaş sonrasında Osman Kavala üzerinden ikinci bir fitil ateşlenmiş ve ABD Büyükelçisi üzerinden şekillendirilen bir komplo ile Türk Yargısı’nın mevcudiyeti tamamen gözardı edilerek, küreselcilerin içimizdeki Truva atı konumundaki Osman Kavala’nın serbest bırakılması söylemi üzerinden, on ülkenin haddini bilmez büyükelçisi tarafından Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Sayın Erdoğan tehdit edilmeye çalışılmıştır. Bu durum bir nebzeye kadar anlaşılabilir olsa da içimizdeki bazı siyasi partilerin ve onların milliyetçilikte mangalda kül bırakmayan temsilcilerinin bu duruma destek vermesi anlaşılabilir olmadığı gibi benliğimizin nasıl bir ihanetle sarıldığı da bu vesileyle bir kez daha ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Ayrıca mevcudiyetinin ifa ettiği mana aklı başında herkesçe malum olan Kemal Kılıçdaroğlu tarafından, aslında Merkez Bankası Başkanı kastedilerek, kızım sana söylüyorum gelinim sen dinle kabilinden bir yaklaşımla bürokratlarımıza yönelik olarak fütursuzca bir tehdit gündeme getirilmiş ve söz konusu tehdit, ısrarla da gündemde tutulmaya çalışılmıştır. Yine malum şahsın, siyasi cinayet söylemini de unutmamak gerekmektedir ki bu söylemin üzeri biraz küllendikten sonra ortaya çıkacak sonucun, ülkemizi karıştırmak için hazırlanmakta olan bir tezgahın yansıması olduğunu da görmek gerekmektedir…
Ve ortada gerçek anlamda hiçbir ekonomik gerekçe bulunmamasına rağmen, Türk Lirası’nın Dolar karşısında değer kaybetmesini sağlayan planlanmış bir girişim, yapay bir algı ortamı kullanılarak güçlendirilmeye çalışılmaktadır.
Diğer taraftan bir süredir bilinçli ve kasıtlı uygulamalarla fiyatlar genel düzeyinde, toplumu rahatsız edecek şekilde bir artış oluşturulması üzerine oynayan içimizdeki işbirlikçi takımı ve onların dümen suyunda gezinen fırsatçılar kullanılarak ve yine Dolar kurundaki artış bahane edilerek, hükümete ve Sayın Erdoğan’a karşı bir güvensizlik ortamının oluşturulmaya çalışıldığı da açıkça görülmektedir.
İşte soru tam da bu noktada ; BU DURUMLARIN ÜST ÜSTE GERÇEKLEŞMESİNİN NEDENİ NEDİR ? şeklinde ortaya çıkmaktadır.
Bilinmelidir ki bunun Türkiye ekonomisinin gelişimini sınırlamak ve Afrika açılımını baltalamak gibi tali nedenleri bulunsa da güncel iki tane asli nedeni bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, Sayın Erdoğan ile V.Putin arasında Soçi’de yapılan görüşme çerçevesinde Türkiye – Rusya ilişkilerinin, ABD’nin istemediği bir şekilde gelişme olasılığını engelleme stratejisi diğeri ise Türkiye’nin Suriye’ye yönelik olarak bir harekata girişmesini engelleme düşüncesidir. ABD ve işbirlikçileri, Türkiye üzerindeki baskıyı arttıracak faaliyetlerle, Sayın Erdoğan’ı ve bu bağlamda milletimizi geri adım atmaya mecbur bırakmak istemektedirler.
Büyük plan ve stratejileri bir kenara bırakacak olursak, geçmeye çalıştığımız nehrin tam ortasında olduğumuzun farkına vararak yapmamız gereken şeyler ;
• Her şart altında devlet başkanımız Sayın Erdoğan’ın tam anlamıyla yanında durmak,
• Ne F-35 ne de F-16 almak istemediğimizi ilan ederek, ödediğimiz parayı talep etmek,
• Bir eğitim ve hafif taarruz uçağı olarak geliştirdiğimiz Hürjet’i , gerekli motor altyapısını ve modifikasyonları oluşturarak, kısa süre içinde yeni bir savaş uçağına dönüştürmek,
• Bayraktar ( Baykar) şirketinin, İnsansız Savaş Uçağı projesine devlet desteği vermek,
• Rusya’dan yeni bir S 400 bataryası satın almak ve bunu yaparken Rusya’nın SU 57 savaş uçağında kullanacağı İzdeliye 30 motorunun geliştirilmesi ve ortak üretimi için anlaşma zeminini zorlamak,
• Kişisel birikimlerimizi, Türk Milletine çekilen operasyonlara aktif ve pasif olarak destek olan bankalara değil, devlet bankası olan Ziraat Bankası- Halk Bank ve Vakıflar Bankası gibi bankalara yatırmak ve işlemlerimizi bu bankalar üzerinden gerçekleştirmek,
• Kışkırtmalara kapılmadan, hükümetimizin uygulayacağı ve milletimiz lehine sonuç vereceği mutlak olan politikaların neticesini beklemek,
• İlk fırsatta ABD ve teröristlerini perişan edecek şekilde Suriye topraklarına yönelik etkili bir operasyon gerçekleştirmek,
• 2023 seçimleriyle ilgili olumsuz algı üretenlere kim olduğuna bakmaksızın ağzının payını vermek OLMALIDIR…
HERKES AMA HERKES ; artık uyanmalı, kimlerin içimizdeki işbirlikçi hainler olduğunu görmeli, siyaseten kendisini Müslüman Türk milletinin yanında mı yoksa batılı işbirlikçilerin aşağılık mandacı zihniyetinin yanında mı konumlandıracağına karar vermeli, güçlü ve bağımsız devlet olmanın verilecek büyük mücadelelerden galip gelmekle gerçekleşeceğini idrak etmeli, kendisine ve çevresine direnme gücü aşılamalı, tüm saldırı ve zorluklara rağmen az zamanda büyük işler başaran ülke yöneticilerimizi takdir etme erdemine ulaşabilmeli, laiklik sosuyla süslenmiş dinsizlik- batı tarafgirliği ve teslimiyetçilik üzerinden siyaset yapan kokuşmuş zihniyetlerden kendini arındırmayı başarmalı, tarihimizle ve Müslüman- Türk kimliğiyle barışmayı sağlayabilmeli ve bu ülkenin üzerinde yaşayan herkesin ülkesi olduğu bilinciyle geleceğine yön verme iradesini ortaya koyabilmelidir.
BİZLER ; düşmanlarımızı sindirmeden ve göz diktiği toprakları onlara mezar etmeden huzura kavuşamayacağımızı ve gelecek nesillerimizin varlığını güvence altına alamayacağımızı, bunu da tarihi düşmanlarımıza benzeyip batılı olarak yaşamakla değil, özümüze dönüp Müslüman- Türk kimliğiyle yaşayarak gerçekleştirebileceğimizi unutmamalıyız…
23.10.2021 // 14.23
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE – YUNANİSTAN SAVAŞINA GİDEN YOLUN, ADIM ADIM ŞEKİLLENEN SİYASİ VE ASKERİ ZEMİNİ…
Devlet-i Aliyye-i Osmaniye’nin, İngiltere- Fransa ve Rusya karşısında aldığı yenilgiler neticesinde, 1821 yılında Bavyera’lı bir Alman’ın idaresinde kurulan Yunan Krallığı’nın, BÜYÜK DEVLETLERİN POLİTİKALARI ARKASINA GİZLENEREK HAREKET EDEN ve bu bağlamda siyasi kazanımlar elde etmeyi hedefleyen “SİNSİ BİR OLUŞUM” ve “ELVERİŞLİ BİR MAŞA” sıfatlarıyla tanımlanabilmesinin mümkün olduğunu belirtmek isterim.
Yunanistan, yanına büyük bir devleti ya da bir ittifakı almadan girişeceği bir mücadele sonucunda, Türkiye’ye karşı hiçbir kazanım elde edemeyeceğini ve hatta mevcudiyetinin tehlikeye gireceğini çok iyi bilmektedir. Ancak Yunanistan’da bu bilinci gölgeleyen ; faşist, şoven ve hayalci bir yaklaşımın önemli bir etkinliğe sahip olduğu da bilinen başka bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır.
Avrupa’nın temel ekonomik ve siyasi gücünü temsil eden ancak halen II.Dünya savaşı ile gerçekleşen ABD işgalinin etkisi altında bulunan, Devlet-i Aliyye’nin müttefiki, günümüz Türkiye’sinin de en önemli ticari partneri ve önemli bir Türk nüfusunu bünyesinde barındıran ALMANYA’nın , normal şartlar altında Yunanistan lehine bir yaklaşım sergilemeyeceğini söyleyebilmek mümkündür. Ancak aynı Almanya’nın, Türkiye- Yunanistan ilişkilerinden kaynaklanan gerilimi ve çekişmeyi, Türkiye’nin kendisine karşı gerek kendi başına ve gerekse Rusya ve İngiltere ile ortaya koyabileceği tehditlere karşı İHTİYATLI BİR KOZ olarak kullanmak isteyeceği hususunu da gözden kaçırmamak gerekmektedir. Hatta Almanya’nın bu siyasi stratejiyi, ABD’nin yönlendirici etkisi ve bünyesindeki Türk düşmanı siyasi yapıların baskısı altında, farklı boyutlarda ve düşmanca yaklaşımlar altında hissettirebilmesi de olasıdır.
Küreselcilerin güdümünde bulunan ve Almanya ile çekişme içinde bulunan FRANSA ise Akdeniz – Ortadoğu ve Afrika üzerinde, etkinliğini geliştirmek ve böylece Almanya’ya karşı stratejik üstünlük sağlayacak bir rol kapmak için uğraşırken ; Türkiye, İngiltere ve Rusya’ya karşı taktik üstünlük elde etmek için Yunanistan üzerinden bazı planlar kurduğunu da açıkça göstermektedir.
Ancak bunları ifade ederken asıl plan kuranın, AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ ve bu devleti yöneten küresel güç yapılanmaları olduğunu da ifade etmek gerekmektedir. Zira hem Almanya’nın duruşunu hem de Fransa’nın faaliyetlerini şekillendirenler ve Avrupa’yı güdük bırakanlar bu güç merkezlerinden başkası değildir. Küreselcilerin güdümündeki ABD, önümüzdeki yüzyılı ÇİN VE ABD KARŞITLIĞI ÜZERİNDEN ŞEKİLLENDİRMEK İÇİN İNGİLTERE İLE YOLA ÇIKARKEN, Fransa ve Almanya’yı kendi çizdiği sınırlar dahilinde kalmaya zorlamakta ve Rusya ile ilişkilerini, NATO ittifakı üzerinden ve kasıtlı olarak gererek de Avrupa’yı kendi hegemonyasına açık halde bırakmaktadır.
İşte bu güç merkezlerinin güdümündeki Amerika Birleşik Devletleri, çeşitli ara açıklamalarla, güven verici nitelik taşıyan yanıltıcı söylemlerle ve NATO faaliyetlerinin gölgelemesinde Türkiye’yi uyutmaya ve oyalamaya çalışırken, Rusya’yı bahane ederek giriştiği faaliyetler neticesinde de Girit adasından Türkiye- Yunanistan sınırındaki Dedeağaç’a kadar olan askeri hat dahilinde, Türkiye’ye yönelik bir cephe oluşturmanın da peşine düşmüş görünmektedir.
Bu strateji doğrultusunda boşlukları doldurduğumuzda ; Yunanistan’ın kışkırtmasıyla başlayacak bir savaşta, Türkiye’den Yunanistan’a doğru bir kara saldırısı yapılırsa, Türkiye -Yunanistan sınırından Selanik’e kadar olan bölgede, kademeli bir askeri konuşlanma yapılarak, Türk Ordusu’nun oluşan darboğazda bozguna uğratılması planlanmaktadır. ABD’nin bölgeye getirdiği tank birliklerinin ve Yunanistan’a hibe ettiği 9 adet AH-64D Apache ve 70 adet OH-58.D. Kiowa saldırı helikopteri, 350 tank, 60 paletli roketatar ve 120 M-109-A5 tank tipi obüsün askeri mahiyeti, Türkiye’nin gerçekleştireceği bir tank harekatını boşa çıkarmak ve FIRSATTAN İSTİFADE EDEREK Trakya’ya yönelik karşı harekat icra etmekten başka bir şey değildir. Ve herkes, bu kuvvet yapısının, ABD’nin bölgeye getireceği kuvvetin henüz ilk aşaması olduğunu da unutmamalıdır. Ayrıca bu noktada ABD’nin benzer bir uygulamayı Bulgaristan üzerinden gerçekleştirmemesi için gerekli önlemleri almayı da ihmal etmemeliyiz.
Diğer taraftan Yunanistan’ın Almanya’dan talep ettiği torpidoların önünün açılması, Reis sınıfı denizaltılarımızın inşası noktasında ülkemize yaşatılan gecikmeler, Yunanistan donanmasına yeni fırkateynler kazandırılması için Fransa’nın harekete geçmesi, Ege adalarının uluslararası anlaşmalara aykırı olarak ve Türk Deniz Kuvvetleri’nin varlığı açısından tehdit arzedecek silahlarla silahlandırılması, Yunan Hava Kuvvetleri’nin Türk Hava Kuvvetleri’nden daha güçlü bir envantere sahip olması noktasında bilinçli bir programla desteklenmesi, Türkiye’nin bir hava savunma sistemi olan S 400 bataryalarının alımı noktasında baskı altında tutulmaya çalışılması ve 5.Nesil bir savaş uçağı olan F 35 programından çıkarılması, Türk savaş gemilerinin inşası noktasında son anda ortaya çıkarılan çeşitli ambargo uygulamaları, Türkiye’nin ortaya koyduğu ve tamamen hukuki temeller üzerinde yükselen Mavi Vatan doktrininin hegomonik bir yapı arzettiği noktasında oluşturulmaya çalışılan uluslararası algı , Türkiye’nin savaş nedeni olarak ilan etmesine rağmen Yunanlıların ısrarla sürdürdüğü kara sularını 12 mile çıkarma kışkırtması ve Kıbrıs üzerinden şekillenen sorunlar ; YUNANİSTAN İLE TÜRKİYE ARASINDA, TÜRKİYE’NİN TÜM ASKERİ GÜCÜNE RAĞMEN İLERLEME SAĞLAYAMAYACAĞI, KISA SÜREDE DENGEYE OTURAN, YIPRATICI VE HATTA YUNANİSTAN’IN HAVA KUVVETLERİYLE YAPACAĞI AKINLAR NETİCESİNDE ÜLKEMİZE CİDDİ ZARARLAR VERECEĞİ VE BİRLEŞİK BİR DÜŞMAN DONANMASIYLA DOĞU AKDENİZ’DE CİDDİ ÇATIŞMALARIN YAŞANACAĞI BİR SAVAŞIN PLANLANDIĞINI AÇIKÇA ORTAYA KOYMUŞ BULUNMAKTADIR.
Burada HAYATİ ÖNEME SAHİP OLAN HUSUS, bu savaşın, Türkiye ile küresel güçler arasında Suriye zemininde yaşanacak mücadelede ikinci bir cephe açıp Türkiye’yi ikilemde ve zorda bırakmak için mi yoksa ilk cephenin Yunanistan’dan açılmasını müteakip Türkiye’yi , Suriye bağlamında şekillenecek gelişmelerden uzak tutmak için mi olacağıdır…
Kanaatimce, Suriye cephesinde eninde sonunda yaşayacağımız, İsrail’in ve İran’ın geleceğini ve batılıların Ortadoğu’daki varlığını etkileyecek olan bu savaş, mahiyeti itibariyle bir kara savaşı olacağından ve bir hazırlık dönemini öngördüğünden, Yunanistan cephesi Suriye cephesinden önce açılmayacak ancak açılması, bu savaştan sonra da olmayacaktır. Zira her ikisinin hemen hemen aynı zaman sürecinde yaşanması, askeri stratejinin bir gereği olarak şekillenmiş bulunmaktadır.
Batılı güçlerin ve küresel hegemonya peşinde gezen sürüngenlerin, Suriye cephesinde şanlı Türk Ordusu karşısında yaşayacağı ağır hezimet, küresel güçlere bel bağlayarak kendisini Türkiye’nin önüne atan Yunanistan için BÜYÜK SONUN BAŞLANGICI OLACAKTIR. Ortadoğu coğrafyasını siyonizmden ve küreselci paganların işgalinden kurtarmak, Mekke ve Medine’nin güvenliğini sağlamak için bir şimşek gibi ileri atılacak Türk ordusu, Allah’ın kılıcı ve Muhammed’in ordusu vasıflarının üstüne yüklediği haşmet ve azametle ilerlerken, zalime dehşet - mazluma neşe saçarken, Balkan’lara doğru atılan Birinci Ordusu’nun mekanize birlikleri ise bir taraftan Yunanistan’ı doğduğu topraklar olan Mora’ya sürecek, diğer koluyla da tüm Balkan coğrafyasını Allah Allah nidaları altında fethederek Roma’nın karşısına dikilmiş olacaktır. Böylece ARYA’LARLA TURANLILAR BİR KEZ DAHA KARŞI KARŞIYA GELECEK ; Kosova’nın- Niğbolu’nun, Çirmen’in- Sırp Sındığı’nın, Varna’nın ve hatta Mohaç’ın tüm şehit ve gazilerinin ruhları, bu kutlu sefere katılma fırsatı elde edecektir…
İşte o gün, adaletle hükmettiği topraklardan sökülürken nice katliamlara maruz kalan Müslüman Türk milletinin asil evlatlarının ruhları şad olacak, Mehmet isimli kutlu ordunun askerlerine, BERZAH ALEMİNDEN SELAM DURULACAKTIR ...
Ancak bütün bunlar yaşanmadan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve bizlerin, adım adım yaklaşan bu mücadele için vakit kaybetmeden çok yönlü olarak hazırlanması, ARNAVUTLUK BAŞTA OLMAK ÜZERE BALKANLARDAKİ MÜTTEFİKLERİMİZİ BU MÜCADELE DOĞRULTUSUNDA ÖRGÜTLEYEREK SİLAHLANDIRMASI ve bu mücadeleyi, ruhunda batıya uşak olma zihniyetinden kırıntı taşımayan kıymetli insanlarla karşılayacak siyasi dirayeti ortaya koymayı başarması gereği bulunmaktadır.
Bizlere okyanus ötesinden İnebahtı’yı unutma sinyali verenlere, PREVEZE’yi unutmayın, AKDENİZ’İ HEPİNİZE MEZAR KILACAĞIZ diyerek sözlerime son verirken, tüm dostlarımı sevgi ve saygılarımla ve Allah’ın ismi ile selamlar, rahmet, bereket ve selametin, İslam aleminin üzerine olmasını Yüce Rabbim nezdinde gönülden dilerim…
21.10.2021 // 13.57
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ, ÖNÜMÜZDEKİ SÜREÇTE SURİYE’DE STRATEJİK HAMLE İLE Mİ STRATEJİK AKIL İLE Mİ HAREKET EDECEKTİR…
Dünya üzerinde barışçıl bir yaklaşımı ön planda tutarak varlığını devam ettirmek, hem devletler hem de bireyler açısından olması gereken bir durumu belirlemektedir. Ancak bundan daha da önemlisinin, sahip olunan değerleri korumak ve geliştirmek için mücadele etmeye her zaman hazır olmak ve bu bilinci hiçbir zaman kaybetmemek olduğunu söyleyebilmek mümkündür.
Mücadele ruhundan uzak toplumların, oluşan rahatlama nedeniyle bir süre sonra gevşediği, mücadele etme bilincini kaybettiği, ahlaken bozulduğu, fikren parçalandığı, toplumsal birliğini ve dayanışmasını kaybettiği, toplumları yok eden olumsuzlukların odağı haline geldiği de tarihin şahitliğiyle birlikte ortada durmaktadır.
Batı medeniyetine baktığımızda ; mücadele bilincinden uzaklaşmış, ahlaken çökmüş, fikren parçalanmış, toplumsal birlik ve dayanışmasını kaybetmiş, uyuşturucu- alkol , kumar, fuhuş gibi alışkanlıkların zirveye ulaştığı, manevi değeri bulunmayan, bireysellik ve maddecilik sarmalında boğulmuş bir yaşam biçimini görmekteyiz. Elbette biz de ülke olarak, kendi milli ve manevi değerlerinden uzaklaşarak, batı medeniyetsizliğinin peşinde gezdiğimiz dönem boyunca bu süreçten payımıza düşeni almış bulunmaktayız. Ancak aynı zamanda kendi milli ve manevi değerlerimiz üzerinden yükselen bir düşünce ve hareket biçimine de sahip bulunmaktayız. İşte ülkemizde yaşanan iki kutuplu siyasi ve sosyal algının temelinde de bu gerçeklik bulunmaktadır. Bu siyasi ve sosyal yapının zaman içinde kendi dinamikleri çerçevesinde bir değişim ortaya koyabilmesi mümkündür ancak batı dünyası içinde örgütlenmiş ve küresel hedeflerin peşinde koşan yapıların ve bu yapıların güdümünde olan devletlerin, kendi aleyhlerine olacak bu değişimi istemedikleri de açıktır. Bu bağlamda söz konusu küresel güç merkezlerinin, içimizdeki işbirlikçiler ve batı değerlerinin peşinde koşan kimliksizler vasıtasıyla, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kendi asli köklerinden ve değerlerinden uzak tutmaya çalıştıkları da aklı başında olan herkesin kavrayabileceği bir hal almış bulunmaktadır.
Son yirmi yıllık süre içinde bağlarından adım adım kurtularak, oluşturmuş olduğu altyapıdan, askeri ve ekonomik güçden hareketle, büyük bir küresel güç olarak kendisini göstermeye başlayan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, küresel güç merkezleriyle girişmiş olduğu mücadele bağlamında hem oyun bozmaya hem de oyun kurmaya başlamış bulunmaktadır. Elbette bu ayağa kalkış ve verilen görüntü, hem küresel güç merkezlerinin ülkemize karşı tavır alıp tedbirler geliştirmesine hem de içimizdeki dinamikleri hareket geçirip, iç siyasi tansiyonun yükselmesine neden olmuş bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ve kendisini, Türk dünyasıyla ve İslam dünyasıyla birlikte tasavvur etmeyen, Müslüman- Türk kimliği üzerinden yükselen büyük ve güçlü bir Türkiye’den ziyade batıyla sorunu olmayan zayıf bir Türkiye’yi kendisi için yeterli addeden zihniyet, tüm farklılıklarına rağmen birleşmiş, batı dünyasından almış oldukları çok yönlü destekle de hükümeti ele geçirip Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin rotasını batı limanlarına çekmek biçimindeki bir hayalin peşine düşmüştür. Bu arada ülkemizin yaşadığı hemen hemen her sıkıntının ardında, bu planın gerçekleşmesi için sahaya sürülen iç ve dış hamlelerin bulunduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Sayın Erdoğan, bu hamlelere zaman zaman tansiyonu düşürmek için uyguladığı taktikler ve oyalama amacına matuf politikalar bir tarafa bırakılacak olarsa, gerçekten de dirayetle karşı koymuş ve Türk Milleti’nin geleceğini, batının şeytani güçlerine teslim etmemiş bulunmaktadır. Ancak bu arada bizim kendi içimizde , kendi değerini belirlercesine kendini bu güçlere teslim etmeye HATTA SATMAYA hazır hale gelmiş gafiller takımının peydah olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim…
Bu hal ve şartlar dahilinde, insanları büyük bir eğitim ve öğretim sürecinden geçirecek, onların ruh dünyalarını etkileyecek ve dönüştürecek bir sihirli değneğe sahip olmadığımız ve hatta karşımızdaki cephenin, insana hoş gelen her türlü saldırı ve algı aracıyla üzerimize geldiği de ortada olduğundan, denklemi bozacak olan şey nedir sorusu ortaya çıkmaktadır… İşte bu noktada aklıma, H.Nihal Atsız’ın ;
TABİATIN YÜRÜYÜŞÜ BELKİ YAVAŞTIR ,
HIZ VERECEK BİRİCİK ŞEY ONA SAVAŞTIR… dizeleri gelmektedir.
Gerçekten de savaşın ; insanlar arasındaki farklılıkları önemli ölçüde ortadan kaldıran, düşmanların ve düşmanların müttefiklerinin daha iyi görülmesini sağlayan, işbirlikçilerin ve hainlerin algılanmasını mümkün kılan, zorluklara karşı mücadele gücünü yükselten, aleni ahlaksızlıkları dizginleyen, toplumların manevi değerlerini yükselten ve dayanışmayı arttıran bir yönü bulunmaktadır. Hele ki savaş sonrasında elde edilen bir zaferin, o topluma büyük hedeflere ulaşma noktasında vereceği emsalsiz bir şevk de cabasıdır.
Birilerine şimdilik hayal gibi gelecek olsa da Türkiye Cumhuriyeti Devleti, uzun vadeli bir sürecin sonucunda zaten bütün Ortadoğu coğrafyasını hatta Kuzey Afrika’yı bile askeri ve siyasi olarak ele geçirecektir lakin şuanki sorunumuz, içinde bulunduğumuz süreçte SURİYE'NİN KUZEYİNE BİR OPERASYON YAPMALI MIYIZ YOKSA YAPMAMALI MIYIZ ? sorusu üzerinden şekillenmektedir.
Bu noktada ŞAYET STRATEJİK AKILLA HAREKETE EDECEK OLURSAK ; içinde bulunduğumuz döneme ilişkin siyasi ve stratejik belirsizlikler, COVİD 19 salgını üzerinden küreselciler tarafından oluşturulan kurguların ülkemize yönelik etkileri, ABD’nin ülkemize yönelik düşmanlık politikasının bölge ülkeleri üzerinden ülkemize yönelecek etkileri ve sakıncaları, iç siyasi dinamiklerin negatif yönü ve ekonomik zemin dikkate alındığında ; genel , etkili ve ses getirecek bir askeri hareket için uygun bir zaman olmadığını ancak Tel- Rıfat gibi küçük bir bölgeye yapılacak bir harekatla geleceğe yönelik pozisyonumuzu belirleyen küçük bir adım atarak varlığımızı hissettirebileceğimizi belirtmek isterim.
ANCAK YİNE BELİRTMEK İSTERİM Kİ BİZLER, TARİHTEKİ YERİMİZİ VE BAŞARILARIMIZI, STRATEJİK AKILLA DEĞİL, STRATEJİK HAMLEYLE ELDE ETMİŞ BİR MİLLETİ TEMSİL ETMEKTEYİZ. DÜŞMANI VURMADAN NASIL BİR SONUCUN ORTAYA ÇIKABİLECEĞİNİ ASLA TAM ANLAMIYLA BİLEMEYİZ. O YÜZDEN DÜŞÜNÜP DURACAĞIMIZA YAPMAMIZ GEREKEN ŞEY, STARTEJİK HAMLENİN GEREĞİNİ YAPMAKTIR… DİKKAT ETMEMİZ GEREKEN TEK ŞEY, ZAMANI VE MÜDAHALE ŞEKLİNİ SÜRPRİZ KILMAYI BAŞARABİLMEK VE KISACASI DÜŞMANLARIMIZI GAFİL AVLAYIP BASABİLMEKTİR...
Ancak devletimizin henüz bizim kadar gözünün kararmış olmadığını da biliyorum ve bu arada “İYİ Kİ KARARMAMIŞ” diyenlerin titrek sesini de duyuyorum. Lakin savaş meydanında silah bir kez patladı mı bu işin sonunun mutlaka geleceğini görmek için biraz tarih bilgisinin yeterli olduğunu da hatırlatma babından ifade etmek isterim.
SEFER MUKADDER OLDUĞUNDA, SEFERDEN NASIL KAÇINILACAĞINI DEĞİL, NASIL GALİP GELİNECEĞİNİ DÜŞÜNMEK VE BU AMAÇLA MÜCADELE ETMEK GEREKİR… Bu noktada Sayın Erdoğan’ın harekata ilişkin bir kararlılık içinde olsa da ; bir tuzağa mı çekiliyoruz , acaba daha uygun şartları mı beklemeliyiz , bu harekat istenmeyen sonuçlar doğurabilir mi şeklindeki bir fikir sarmalı dahilinde düşünceli olduğunu da biliyor, anlıyor ve değerlendiriyorum… Karşımızdaki cepheden Türkiye’nin hamlesini beklediğini gösteren bir hissin yayılmış olması ve CIA’nın bölgedeki faaliyetlerinin ve ABD'nin bölgeden çekiliyoruz safsatasının Türkiye’yi bir harekata yönlendirmek için kışkırtıcı bir anlam kazanmış olması da hissedilen tedirginliği arttırmaktadır...
MÜSLÜMAN- TÜRK MİLLETİNİN EVLATLARI OLAN BİZLER ; DEVLETİMİZİN ORTAYA KOYACAĞI STRATEJİK AKLIN GEREĞİNE DE STRATEJİK HAMLEYE DE UYARIZ ANCAK Türk Ordusu sefere hazırlanırken ; Pkk ile kardeşlik türküleri söyleyenlerin, Yunanlı kardeşleriyle sirtaki oynayanların, ABD ile müttefiklik ezberi okuyanların, J.Biden’la Sayın Erdoğan’ı iktidardan etmek için ittifaklar kuranların, CIA’nın uşaklığını yapanların, FETÖ beslemelerinin, IMF yardakçılarının, Ermeni sevicilerin, Iran güzellemesi yapan haşhaşilerin, ülkemizdeki Esed militanlarının, genlerine uşaklık sinmiş kokuşmuş tek parti zihniyetinin niteliksiz temsilcilerinin, kraliçenin yalakalarının, ülkücü gezinen besleme türkücülerin ve İsrail güzellemesi yapmaktan geri durmayan münafıkların ne yaptığını da hiç kimse gözden kaçırmamalı, MİLLİ VE MANEVİ DEĞERLERİNE BAĞLI HERKES ; İÇİMİZDEKİ İŞBİRLİKÇİLERİ DAHA YÜKSEK SESLE, KORKMADAN VE HER ZEMİNDE DEŞİFRE ETMENİN GAYRETİ İÇİNE GİRMELİDİR…
SAHA ETKİNLİĞİNİ, KARŞIMIZDAKİ İŞBİRLİKÇİLERE BIRAKMANIN, İNSİYATİFİ ve GELECEĞİMİZİ ONLARA TESLİM ETMEK DEMEK OLDUĞUNU ASLA UNUTMAMALIYIZ...
16.10.2021//14.07
SEDAT ÇETİNKAYA
.KÜRESEL SİYASETİN ETKİNLİK SAHASINDA, TÜRKİYE’NİN UYGULAMASI GEREKEN ÇOK YÖNLÜ STRATEJİ HAMLELERİ…
Tarihinden almış olduğu güç ve perspektif ile önümüzdeki yüzyıllık sürece küresel bir aktör olarak katılma mücadelesi veren Türkiye Cumhuriyeti Devleti, hem diğer güç merkezleri hem de içimizdeki işbirlikçiler tarafından sıkıştırılmaya, hamleleri ve stratejik duruşu boşa çıkarılmaya çalışılan bir ülke konumunda bulunmaktadır.
Küresel güç merkezlerinin ve yerli işbirlikçilerin Türkiye'ye yönelik faaliyetleri çeşitli şekillerde analiz edilmekte olsa da Türkiye’nin büyüme ve yükselme sürecini devam ettirme noktasında ortaya koyması gereken stratejinin de çok yönlü olarak ortaya konulması gereği bulunmaktadır.
Ülkemizin gelecek perspektifinin sürdürülebilmesi açısından en önemli şey, küreselcilerin ve onlarla işbirliği içindeki batı dünyasının dümen suyunda örgütlenmiş bulunan siyasi parti temsilcilerinin ülkemizde iktidara gelmesinin engellenmesidir. Bunu gerçekleştirmek için ise birlik ruhunu ve yüksek bilinç düzeyini topluma yayma mecburiyetimiz bulunmaktadır. Bu noktada her bireyin ayrı ayrı sorumluluk taşıdığı da unutulmamalıdır.
Ülkemiz açısından çok önemli bir husus ise ithalatımızı ; maliyetleri düşürmek ve ikame yerli üretimi arttırmak suretiyle ile azaltacak, ihracatımızı ve ihracat gelirlerimizi ise marka destekli ve yüksek katma değer içeren üretim yapısına geçmek ve boş bırakılan ihracat alanlarına ve yeni pazarlara yönelme suretiyle arttıracak bir stratejiyi sahaya sürerek ve bu bağlamda cari dengenin fazla vermesini sağlayarak, ülkemizin tüm ekonomik sorunlarını temelinden çözme yeterliliğine ulaşmayı başarmaktır. Ayrıca ülkemizin bir üretim ve lojistik üssü olması ve dünyanın en önemli finans merkezlerinden birine dönüşmesi için de büyük ve stratejik adımlar atılmalıdır…
Diğer taraftan bir ülke açısından, devletin varlığından sonra en önemli unsur olan askeri gücün, ülkemizin tüm kuvvet birimleriyle ilgili olarak ve konvansiyonel açıdan birleşik güçlere rahatlıkla karşı koyabilecek seviyeye ulaştırılması da zaruret ve aciliyet kesbetmektedir. Ayrıca ülkemizin gizli bir programla mutlak surette nükleer kapasiteye ulaşması da yüksek siyaset dünyasında faaliyet icra eden ülkemizin varlığı ve bekası açısından olmazsa olmaz bir ihtiyaca dönüşmüş bulunmaktadır.
Bu arada Türkiye, NATO üyesi olarak varlığına devam ediyor olsa da ABD güdümünde şekillenmiş bulunan bu ittifakla ilişkileri pamuk ipliğine bağlı olarak devam eden bir ülke konumunda bulunmaktadır. ABD’nin amacı, Türkiye’yi ittifaktan ayrılmaya yönlendirmek ya da bir NATO ülkesiyle karşı karşıya getirmektir. Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye’nin kendisine karşı İncirlik üssü ve diğer ABD üslerinden çıkarma adımını gündeme getirebileceğini bildiğinden, bu üsleri çoktan etrafımızdaki ülkelere ve bölgelere kaydırmış bulunmaktadır.
Küresel güçler, iplerin iyice gerildiği Türkiye’yi, İngiltere’yi kullanarak karşıt bir cephe içinde yer almasını engellemeye çalışırken, Rusya ile yakınlaşmaması konusunda da tehditkar bir tutum içine girmekte ve Türkiye- Rusya ilişkilerini bozmak için her türlü zorlamayı da yapmaktadır.
Bu arada Türkiye ile Almanya ilişkilerinin gelişme ihtimaline karşı Almanya’da Türkiye düşmanı siyasi hareketlerin güç kazanması desteklenmekte ve Fransa üzerinden Akdeniz – Kuzey Afrika – Libya - Suriye ve Irak denkleminde Türkiye aleyhine bir ittifak oluşturulması anlayışı da dikkat çekmektedir.
İran, Ortadoğu bölgesinde Türkiye’nin etkisini bertaraf etmek için Şeytan’la bile işbirliği içinde bulunurken ; Azerbaycan- Türkiye ittifakından, Güney Azerbaycan’da oluşan Türkiye etkisinden, Afganistan’daki Türkiye lehine gelişmelerden, Pakistan- Türkiye ilişkilerinden ve Zengezur koridorunun açılması fikrinden son derece rahatsız konumda bulunmaktadır.
Rusya ise Türkiye ile birçok hususta işbirliği yapmak ve Türkiye’yi NATO ittifakından koparmak istemekle birlikte, Türkiye’nin Kırım meselesiyle ilgili tutumundan, Ukrayna ve Türkistan coğrafyasındaki ilişkiler ağından ve bu ağın ulaşabileceği Türk Devletler Birliği gerçekliğinin, Rusya üzerindeki muhtemel etkisinden ve Türkiye’nin kontrol edilmez yükselişinden son derece kaygılı durumdadır.
İşte bu siyasi gerçeklik karşısında Türkiye’nin sahaya sürmesi gereken SİYASİ STRATEJİ HAMLELERİNİ ;
Türkiye, Kıbrıs’taki askeri varlığını arttırmalı ve Kıbrıs’ı, Doğu Akdeniz’i kontrol eden bir askeri merkez olarak kullanır hale gelmelidir.
Türkiye, yeterli altyapıya ulaştığında, ABD üslerini kapatmalı ve düşmanımızın bize karşı ikircikli tavrını gördüğümüz ortaya konulmalıdır.
Suriye’de Telrıfat ve Münbiç başta olmak üzere Irak sınırına kadar olan hatta Türkiye’nin tam kontrolünü sağlayacak askeri harekatlar planlanmalı ve bunlar adım adım gerçekleştirilmelidir.
Suriye rejiminin gerçekleştirmek istediği İdlib harekatına karşı Halep’i düşürecek bir askeri planlama yapılmalı ve Suriye rejiminin İdlib’e yönelik bir saldırısı, Halep’i düşürmeye yönelik bir taktikle cevaplanmalıdır.
Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanması üzerinde yok edici bir baskı uygulamaya sokulmalı ve bu yapının, HDP üzerinden Türkiye’deki siyaseti şekillendirme stratejisi bertaraf edilerek, geliştirilen siyasi ittifak dumura uğratılmalı ve HDP seçmeni üzerindeki Pkk baskısı ortadan kaldırılmalıdır.
İran’ın, Ermenistan ve Gürcistan üzerinden Rusya’ya ulaşan ticaret yolları, Gürcistan’a sağlanacak imkanlarla, İran’dan en stratejik taviz alınıncaya kadar daimi olarak kapatılmalı ve bu hususta Azerbaycan’la eşgüdüm de sağlanmalıdır.
Güney Azerbaycan’ın bağımsızlığını sağlamak için 5. kol faaliyetleri, istihbarat faaliyetlerinin merkezine alınmalı, gereği korkusuzca yapılmalı ve bu husus, İran’ın Ortadoğu’ya yönelik politikaları açısından sınırlayıcı bir koz olarak kullanılmalıdır.
Afganistan ve Tacikistan ile iyi ve yakın ilişkiler kurulmalı, bu devletlerin Türk Devletler Birliği ile yakın ilişkisi tesis etmesi sağlanarak, Çin ve CIA etkisinden uzaklaşmaları temin edilmelidir.
Pakistan’la ilişkiler çok yönlü olarak geliştirilmeli, Pakistan ve Afganistan ile oluşturulan iyi ilişkiler, İran üzerinde baskı unsuru olarak kullanılmalıdır.
Rusya üzerindeki ekonomik ve siyasi ilişkilerimizin etkisi, Ermenistan yönetiminin batı yanlısı tutumu ve Dağlık Karabağ ile Ermenistan arasındaki Laçin koridorunun kapatılması tehdidi kullanılarak, Nahçıvan ile Azerbaycan arasındaki Zengezur koridorunun açılması sağlanmalıdır.
Karadeniz’de batılı devletlerin aleyhine bir duruş sergilenmeli ve Karadeniz’in güvenliği için yabancı devletlerin bölgeye tehdit edici girişlerine olumlu bakılmayacağı ortaya konularak , Rusya’ya karşı stratejik bir etkinlik oluşturulmalıdır.
ABD’nin Türkiye’yi Yunanistan üzerinden tehdit etme ve Balkanlar üzerinden sıkıntıya sokma girişimlerine, Arnavutluk başta olmak üzere bölge ülkeleri üzerinden tesis edilecek stratejik ilişkiler, askeri üsler ve anlaşmalar ile karşı tedbir alınmalıdır.
Türkiye’nin Trakya’yı savunacak güçleri, ABD destekli Yunan ordusunu perişan edecek düzeyde güçlendirilmeli ve bu bağlamda İstanbul’un ve boğazların hava- deniz ve kara savunması üst düzeye çıkarılmalıdır.
Bulgaristan üzerinde iyi ilişkiler üzerinden bir derinlik oluşturularak, stratejik yakınlaşma içerecek bir ittifak ilişkisi tesis edilmelidir.
Yunanistan ile yaşanma ihtimali devamlı bir şekilde yaklaşan kısa süreli bir savaş için savunma ve saldırı planları gözden geçirilmeli ve gerekli hazırlık mutlak şekilde yapılmalıdır.
Türkiye’yi Libya’dan çıkarmak için yapılacak girişimlere karşı uyanık olunmalı, Libya’yı bölmek isteyen güçlerin siyasi stratejilerini bertaraf edecek altyapı ve güç dengesi oluşturulmalıdır.
Mısır’daki rejim ile İsrail ve ABD oluru olmaksızın gerçek anlamda iyi ilişkiler kurulamayacağı gerçeği gözden kaçırılmamalı ve Mısır rejiminin düşürülmesi için uzun vadeli siyasi ve istihbari çalışmalar yapılmalı ve Mısır rejimi, bölgesel çıkarları hususunda özellikle komşu devletlerle ilişkileri üzerinden baskı altına alınmalıdır.
Katar’daki Türk askeri gücü attırılmalı, Umman ile askeri yakınlaşma sağlanmalı ve bölgedeki Türk düşmanları üzerinde baskı oluşturulmalıdır.
Suudi rejimi ile BAE arasına güvensizlik ve çıkar çatışması oluşturacak bir siyasetle girilmelidir.
Fransa’nın Afrika başta olmak üzere tüm çıkar alanlarına siyasi saldırılar yapılmalı ve Fransa’nın etkisiz kılınarak bölgeden dışlanması üzerine oynanmalıdır.
Avrupa Birliği’nin Türkiye açısından siyasi bir öneminin kalmamış olması nedeniyle bu birlikle ekonomik ilişkiler sürdürülmeli ; Avrupa Birliği , İngiltere ve Rusya ile ayrı ayrı uygulanacak stratejiler ile baskı altına alınmalı ve Türkiye için daha verimli bir pazar ve siyasi etki alanı haline getirilmelidir.
Türk Devletler Birliği stratejisi en temel hedefimiz olarak varlığını korumalı ve bu hedefe adım adım ulaşmamızı sağlayacak çalışmalar, var olan plan dahilinde ETKİNLİKLE sürdürülmelidir ŞEKLİNDE ÖZETLEYEBİLMEK MÜMKÜN BULUNMAKTADIR.
Sonuç olarak belirtmek isterim ki ; hiçbir ufku bulunmayan, aşağılık kompleksinde boğulmuş, benliğini ve ruhunu batıya satmış ve milli bir ruhtan ve çizgiden uzak beyin fukaralarının ne bizim düşüncelerimize ne de yaptıklarımıza ulaşabilmesi mümkün değildir. Onlardan beklenen sadece ve sadece fitne üretmek, eleştiri yapmak, tüm stratejik hamlelere ve icraatlara karşı gelmek, gericilikte ve bağnazlıkta zirveye ulaşmak, algı ile ayakta durmaya çalışmak, Türkiye düşmanlığı yapmak, Müslüman karşıtı olmak ve Sayın Erdoğan’a saldırmaktır…
Emin olunuz ki hiçbir zaman başarılı olamayacaklardır. Herkes ve her şey bir tarafa onlar bilerek ya da bilmeyerek Allah’a savaş açmış zavallılardır… Müslüman- Türk milletinin kaldırdığı cihana hükmedecek kutlu sancak karşısında, kaybetmeye mahkumdurlar.
12.10.2021 // 18.15
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE’NİN GELECEK PERSPEKTİFİNDE OLMASI GEREKEN TEMEL ÜRETİM VE DEĞİŞİM STRATEJİSİ VE DİJİTAL DÜNYA…
Bilindiği üzere dünyamızdaki insan sayısı hızla arttığı gibi insanın yaşamını destekleyen tarımsal ve hayvansal üretim miktarı da hızla artmaktadır. İnsan nüfusunun artması, tarım alanları üzerindeki yerleşim yeri baskısını arttırdığı gibi tarım alanlarının ormanlar aleyhine genişlemesi sürecini de hızla büyütmektedir.
İnsanlığın, petrol- kömür gibi karbon kaynaklı maddelerin kullanımına dayalı yaşam biçimi, kirlilik ve etkin bir atık yönetiminin bulunmaması insanlığın yaşamını tehdit eder hale gelmiş bulunmaktadır. Yaşamın devamını ve kalitesini olumsuz yönde etkileyen ürünlerin kullanımı nedeniyle atmosferimiz ve doğamız hızla kirlenmekte ve dünya üzerinde var olan tüm yaşam biçimleri, bu durumdan olumsuz yönde etkilenmektedir. Ayrıca atmosferimizde sera etkisi oluşturan gazların varlığının iklim değişikliği üzerinde ciddi etkiler oluştuğu da bilimsel çevrelerce iddia edilmektedir. Yine atmosferimizin ozon tabakasında yaşanan incelme ve açılmaların, tüm canlı yaşamı üzerinde olumsuz etkiler meydana getirdiği de iddia edilmekte ve bu hususta birçok bilimsel çalışma ortaya konulmaktadır.
İşte bu durum dikkate alındığında, insanlığın yeni bir sürece gireceğini en azından şimdiden ve netice itibariyle de mutlaka görmek gerekmektedir. Bu süreçte geçmiş yüzyılda edindiğimiz tüm alışkanlıkların ve bakış açılarının değişeceği bir döneme giriş yapılacağını söyleyebilmek mümkündür. Elbetteki her zaman olduğu gibi küreselciler de bu değişimi farklı hedeflemeleri gözeterek önermekte ve desteklemektedir. Ancak KAÇINAMAYACAĞIMIZ BU DEĞİŞİME, kendi amaçlarımız ve çıkarlarımız doğrultusunda bir yönelim göstermenin, bizim için hayati önemde fırsatları elde etmek demek olduğunu da anlamamız gerekmektedir…
Bu bağlamda belirtmek isterim ki geleceğin dünyasında petrol ve kömür kullanımından elde edilecek enerjiler bulunmamaktadır. Bu nedenle tüm yaşamımızı, bu gerçeklik doğrultusunda geliştirmemiz gerekmektedir. Gelecekte kullanılacak enerji biçimi, ELEKTRİK ENERJİSİ olarak şekillenmektedir. Öncelikle yenilebilir kaynaklardan elde edeceğimiz enerji yatırımlarına ciddi düzeyde önem vermemiz, enerji depolama kapasitesini (pil- akü vb.) ve birim yatırımdan elde edilen elektrik miktarını geliştirmeye yönelik teknolojilere yatırım yapmamızın büyük önem taşıdığını ifade etmek isterim. Unutmamalıyız ki pil teknolojisinde elde edeceğimiz bir teknolojik gelişme, bildiğimiz ve bilmediğimiz tüm araçların, menzil sorunu oluşturmayacak pillerle çalışma imkanını ve bu imkanın sınırını belirleyecektir ki bu durum , bizim için çok büyük bir imkan ve kazanç anlamını taşımaktadır. Nükleer kapasiteli bir enerji hücresiyle ya da klasik yaklaşımla yüksek kapasiteli bir pille, onlarca yıl çalışacak araçları ve motorları imal edebilmek dahi mümkün hale gelebilir…
Diğer taraftan gönül aksini istiyor olsa da tarım arazilerinin korunmasını sağlamak, enerji tasarrufunu arttırmak ve şehirlerin işletme ve güvenlik maliyetlerini düşürmek için YATAY DEĞİL , DİKİNE BİR YERLEŞİMİ seçme zorunluluğumuzun bulunduğunu da görmemiz gerekmektedir. Ayrıca büyük nüfusları içine alabilecek şekilde yapılacak binaların, kendi elektriğini üretecek birimlere sahip olacak ve her açıdan kendi kendine yetecek şekilde yapılması da benimsenecektir. Yine tüm yollar ve lüzumlu alanlar da kendi elektriğini üreten ve kullanan yapılarla donatılacak ve bu yapıyı kontrol eden bir sistem dahilinde de işletilecektir. Gerek bireysel olarak kullanılan araçlar bağlamında ve gerekse şehir içi kullanımlarında yürüme mesafeleri açısından önemli hale gelecek elektrikli araçların dışında klasik anlamda içten yanmalı motor taşıyan hiçbir araç kalmayacaktır. İşte elektrik temelli bu yaşam ve üretim biçimine EN HIZLI GEÇİŞ YAPAN ÜLKELER, geleceğin ekonomik güçleri olarak ön plana çıkan ülkeleri olacaktır. Şimdi birilerine hayal gibi gelecek olsa da fabrikaların büyük bölümü, tamamen robotik olarak çalışacak, insanlığın iştigali daha farklı alanlara kayacaktır… DİJİTAL DÜNYA VE BU DÜNYAYA HÜKMEDEN YAZIM TEKNOLOJİLERİ , her alanda insanlığın temel zemini haline gelecektir. Bugün elle tutup gözle gördüğümüz okul- devlet binası - alışveriş merkezi- para gibi pek çok şey, yerini DİJİTAL DÜNYANIN SANAL GERÇEKLİĞİNE bırakacaktır.
Bu noktada PARİS İKLİM ANLAŞMASI gibi küreselcilerin güdümünde şekillenen bir anlaşmayı kabul edişimizin temelinde de bu süreci kendi lehimize kullanma, üretim ve ihracat açısından ön plana çıkma stratejimizin bulunduğunu da anlamamız gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, tıpkı SİHA teknolojisinde olduğu gibi bir kırılmayı yakalayarak yükselmek ve böylece kendini ; “YENİ DÜZENİN FARKLI AMAÇLAR PEŞİNDE KOŞAN LİDER ÜLKESİ” haline getirmek, bunu yaparken de küreselcilerin planından faydalanmak istemektedir. BU NOKTADA BİZİM İÇİN RİSK, başımızda Sayın R.Tayyip Erdoğan gibi birinin değil, zillet takımından birinin olmasıdır. Bunu sağlayacak olan da biz yani seçmenler olduğumuza göre, nasıl yönetilmeyi hak ediyorsak öyle bir sonuçla karşılaşacağımız gerçeğini şimdiden kabullenmemiz gerekmektedir…
Son zamanlarda görüldüğü üzere birileri yakın gelecekte DÜNYAMIZI ; enerji krizine sokmanın, tedarik zincirini bozarak gıda ve malzeme sıkıntısı içine düşürmenin, fiyatlar genel düzeyini dünya üzerinde doğal olmayan bir şekilde yükselterek devletleri, ve hükumetleri devirmenin, küresel çapta kaos ortamları oluşturmanın, insanlığı kendi küresel dünya hakimiyeti stratejilerini kabul etmeye mecbur hale getirmenin PLANINI YAPMAKTADIR. Daha net ifade edecek olursam paraya hükmeden birileri, paranın sağladığı güç ve yetkinlikle, bir dünya devleti kurmayı, herkesi bu süreci kabullenmeye mecbur bırakmayı ve insanlığı bu devletin öngördüğü şekilde yönetmeyi hedeflemektedir. Birleşmiş Milletler- Dünya Sağlık Örgütü- Dünya Bankası- Dünya Ticaret Örgütü- IMF- NASA- FED gibi yapıların bu küreselci teşkilatın elinde olduğunu anlamamak için de tam anlamıyla BEYİN FUKARASI olmak gerektiğini de önemle ifade etmek isterim. Elbetteki hiçbir şart altında bağımsızlığından ve egemenliğinden ödün vermeyecek olan müslüman- Türk milleti’nin, henüz dillendirilmese de hedeflendiği şüphe götürmeyecek kadar açık olan bu KÜRESEL KONTROL ÇARKINA ÇOMAK SOKACAĞI muhakkaktır. Bu arada hepimizin bu çarka somak sokma ve savaş açma mecburiyeti içinde olduğunu da unutmamalı, işi başkalarına bırakmamalı, ÇIKARLARIMIZ BİRAZ ZEDELENİNCE YOLUMUZU ŞAŞIRMAMALI ve iş başa düştüğünde kaçmamalıyız. Bu sürece hazırlıklı olmak için de enerji ve gıda güvenliği temelinde yükselecek dönüşümümüzü hızlandırmalı ve kardeşlerimize ve İslam dünyasına model olmayı başarabilmeyiz… Aksi takdirde paramızı, meclisimizi, başkanlığımızı , kanun yapma yetkimizi, gıdamızı, sağlımızı, eğitimimizi, güvenliğimizi, yaşam biçimimizi ve hülasa herşeyimizi kontrol etmek için sinsice plan yapanların ağına düşme ihtimali, tüm gerçekliğiyle önümüzde durmaktadır. Covid 19 plandemisinin başlama süreci ve bu süreçteki aşılama örneği bu hususta herkes için bir ACI DERS OLMALIDIR… Ve yine örneğin, yakında büyükbaş hayvanları itlaf etmemizi gerektirecek bir hastalık icat ederler ya da su kaynaklarından bulaşan bir virüs peydahlayıp yaşamın ve düzenin çığırından çıkmasına neden olurlarsa hiç kimse şaşırmamalıdır…
Ülkemizin, bu süreçte kendi stratejisini kabul ettirebilmesi için hammaddeye sahip olma aşamasından başlayarak üretimin her aşamasını, depolama, satış ve pazarlama gibi alanların hepsini desteklemesi ve kontrol altında tutması gereği bulunmaktadır. Biz bu hedefi başardığımızda, KENDİ GERÇEK DÜNYAMIZI kurmuş olacağımız gibi karşımızda kurulmaya çalışılan sanal dünyayı bozacak bir resmi de ortaya koymuş oluruz. Böylece insanlığa bir ALTERNATİFİN olduğunu göstererek, küreselcilerin hegemonik dünya planlarını da çöp haline getirme bahtiyarlığına da ulaşırız.
Bu bağlamda belirtmek isterim ki ihracatı hızla artan ülkemizin kendi gemicilik, konteyner üretimi, liman işletmeciği, antrepoculuk, nakliye altyapısı gibi alanların gelişimine büyük önem vermesi gerektiği gibi tarımsal alanlarının verimli şekilde değerlendirilmesine, tarımsal üretimin nihai tüketiciye varıncaya kadar fiyatların şekillenme sürecine, hayvansal üretimin desteklenmesine ve çok yönlü olarak kontrolüne büyük önem vermesi de gerekmektedir. Geleceğin dünyasında ; BOZULMAMIŞ, GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMEMİŞ GIDA VE TEMİZ SU , büyük ve hayati önem taşıyacağından, bunlara sahip olanların dünya üzerinde büyük bir güce sahip olacağı da hiçbir şekilde gözardı edilmemelidir.
Önümüzdeki süreçte yaşam, teknolojinin doğru kullanımı ile insanlığın geleceği kavramının etkileşiminde, insanlık ile insanlığı kendi kontrollerine almak isteyen küresel güçler arasında geçecek bir mücadele üzerinden şekillenecek ve bu mücadele, büyük bir hızla yükselmekte olan Müslüman- Türk milletinin ortaya koyacağı güç ve etki ile İNSANLIK LEHİNE sonuçlanacaktır…
Önemli olan, herkese ve her şeye rağmen, bu süreci hakkıyla yürütecek kişilere ne kadar destek olabildiğimizdir…
08.10.2021 /19.01
SEDAT ÇETİNKAYA
.BİR SAVUNMA STRATEJİSİ BAĞLAMINDA, TÜRK DENİZ KUVVETLERİ’NİN HIZLA ULAŞMASI GEREKEN KUVVET YAPISI VE MÜCADELE PERSPEKTİFİ …
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kuruluşundan bu tarafa üzerine giydirilmiş bulunan ve sinmiş, ürkek, bağımlı, aciz, yetersiz, suya sabuna dokunmayan bir ülkeyi tanımlayan gömleği çıkararak, küresel güç merkezlerine karşı büyük ve stratejik bir mücadeleyi yürütmeye ve kadim geçmişinden bu tarafa sahip olduğu savaşçı kıyafetini kuşanmaya başlamıştır.
Büyük siyasi politikaların, büyük kazançları ve sonuçları olduğu gibi bu politikaların, uzun süre yürütülmelerini sağlayacak bir altyapı üzerinden yükseliyor olmaları zarureti de bulunmaktadır.
İşte öncelikle bölgesinde, “küresel etkiye sahip bölgesel bir güç” olarak yükselmekte olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, birleşik güçlere ve ittifaklara karşı koyabilecek şekilde bir kuvvet yapısına da ulaşması gerekmektedir.
Günümüz itibariyle ; Doğu Akdeniz – Kıbrıs – Ortadoğu - Kuzey Afrika - Orta Akdeniz - Adalar Denizi - Karadeniz ve boğazlar bağlamında oluşan çıkarlarımızın ve varlığımızın korunması ve güvenliğimizin tesisi noktasında, Türk Deniz Kuvvetleri’nin kuvvet yapısı büyük önem taşır hale gelmiş bulunmaktadır…
Türk Deniz Kuvvetleri günümüzdeki kuvvet yapısıyla, bölgemizdeki tüm ülke donanmalarıyla teke tek mücadelede rahatlıkla başa çıkacak bir güce, kapasiteye ve eğitime sahip bulunmaktadır. Ancak birleşik donanmalara karşı ve çoklu cepheler dahilinde bir mücadele konseptiyle hareket etme durumu oluştuğunda, yeterli olduğumuzu söyleyebilmek o kadar kolay değildir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti nezdinde, ABD hegemonyasına tabi işbirlikçi hainlerin yönetimine son verilmesi ile gelişen siyasi süreçte, donanmamızın kuvvet yapısının geliştirilmesi ve silah sistemlerinin millileştirilmesi hususunda önemli çalışmaların ortaya konulduğu da bir gerçektir. İçinde bulunduğumuz an itibariyle, motor haricinde bir savaş gemisini ve denizaltıyı, tüm sistemleri ve silahlarıyla birlikte imal edecek kapasiteye ulaşmış olduğumuzu hemen hemen söyleyebilmek mümkündür.
Bu bağlamda şahsi kanaatimce donanmamızı ; Karadeniz - Adalar Denizi - Doğu Akdeniz - Açık Deniz ve Destek Birliği olmak üzere 5 ayrı donanma üzerinden şekillendirmemiz ve bunların her birini de güçlü bir devlet donanmasıyla karşılaşabilecek bir kapasiteye ulaştırmamız gerekmektedir...
Bu çerçevede her biri küçültülmüş bir fırkateyn gücüne sahip hücumbotlarımızı, İstif sınıfı fırkateynlerimizi, muhrip projemizi, Reis sınıfı denizaltı projemizi- Milden sınıfı denizaltı projemizi, 540 tonluk mini denizaltı projemizi, yüksek kapasiteli insansız deniz araçlarımızı hızla tamamlama ve belirtmiş olduğum donanma kapasitesine ulaşılması için de platformların sayılarını arttırma zorunluluğumuz bulunmaktadır.
Unutulmamalıdır ki bazı modernizasyonlardan geçmiş olsa da teknik kapasitelerini daha fazla yükseltme imkanımız olmayan önemli sayıda yaşlı savaş gemilerimiz ve denizaltılarımız bulunmaktadır. Ayrıca düşmana ileri hatlarda karşılama yapabilecek veya kuvvet intikalini istenilen noktalara taşıyacak bir uçak gemisi görev grubumuz da bulunmamaktadır. Ürettiğimiz Amfibi Hücum Gemisi’nin de jet motorlu insansız savaş araçlarıyla bu yönde bir etki üretebilir hale geldiğini söyleyebilmek henüz mümkün değildir. Bazı denizcilerimiz, ileri ufuklara açılamayan düşünce yapılarından hareketle, Türkiye’nin uçak gemisine ihtiyacı olmadığını söylemekte olsa da Devlet-i Aliyye’nin yaptığı en önemli hatalardan birisinin bu yaklaşım olduğunu da önemle ifade etmek isterim. Ayrıca küresel güçlerin bizi kuşatmaya çalıştığı bir ortamda ya da bize karşı düşmanlık içinde bulunan ülkeleri caydırma hususunda, istediğimiz noktaya konuşlandıracağımız bir uçak gemisi görev grubunun bulunmasının, ( örneğin İran’ı Basra körfezinden tehdit etmek, BAE’nin burnunun dibine konuşlanmak, Katar’ı korumak, Yemen’e – Somali’ye müdahale etmek, Pakistan’a destek vermek, Kıbrıs Rumları’nı güneyden çevirmek, Fransa açıklarında konuşlanmak, Yunanistan’ı Adriyatik’in güneyinden baskı altına almak gibi birçok hususta ) Türkiye’ye önemli olanaklar bahşedeceğini de görmemiz gerekmektedir…
SORUN, öncelikle Türkiye’nin savaş gemisi üretim hızının düşmesi noktasında ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bu konuda meseleyi çekip çeviren, ihtiyaçları ve üretim hızını belirleyen bir üst akıl eksikliği ya da kasıtlı bir geciktirme faaliyeti net bir biçimde görülmekte ve tarafımızca hissedilmektedir. Gemi inşa sanayimizi oluşturan şirketlere yönelik olarak bir ilgisizlik ve organize edici bir yaklaşımdan uzak duruş da dikkat çekmektedir. Türkiye’nin çeşitli ebatlardaki 30-40 parçalık savaş gemisi ve denizaltı inşasını hızla tamamlayabilecek parası da üretim altyapısı da bulunmaktadır.
Kimse unutmamalıdır ki sıkıntılı bir ortam kapımızı çaldığında, ipler atılıp düşmanlıklar aleni hale geldiğinde, karşımıza dikilenlerce ambargolar ilan edildiğinde, her biri çok büyük öneme sahip olacak olan bu savaş gemilerini ve denizaltıları üretmek ve sayılarını çoğaltmak mümkün olmayacak, elde olanlarla göbeğimizi kesme mecburiyeti tüm çıplaklığıyla ortaya çıkacaktır. Bu bağlamda hayati öneme sahip bulunan bu meseleyi takip etmek, yöneticileri sıkıştırmak ve ısrarla talepte bulunmak herkesin üzerine düşen bir yükümlülüktür. Gerektiğinde bu savaş platformlarının hızla üretimi için tüm ülke sathında kaynak tedariki yapmak da milli ve dini bir vazifemizdir…
Ayrıca belirtmek isterim ki stratejik üstünlük açısından, savaş gemisi üretimini ihmal etmemekle birlikte bundan çok daha fazla denizaltı inşasına ve günümüzde üretilenlerden ( ULAK ) daha kapasiteli insansız deniz aracı üretimine önem vermemiz gerektiğini de ifade etmek isterim. Önümüzdeki 10 yıl içindeki her sene ayrı ayrı ve çok büyük önem arzetmektedir…
Güçlü ancak çıkarları gereği bertaraf etmek isteyecekleri bir Türkiye ile ilk etapta çatışmaktan kaçınmak isteyecek küresel güçler, etrafımızdaki piyonlarının donanmalarını hızla güçlendirmeye başlamışlardır. Mısır ve Yunanistan donanmalarına yapılan yatırımın tek amacı, zamanı geldiğinde Türk donanmasının bir bölümünün bu piyonlara verdikleri savaş gemilerince ortadan kaldırılmasını sağlamaktır…
Türkiye, Suriye sınırı boyunca güney cephesini oluştururken, bu cephenin Doğu Akdeniz’e uzanan bölümünü asla ihmal etmemeli, Kıbrıs’ı tam anlamıyla bir uçak gemisi , SİHA ve deniz üssü olarak şekillendirmeyi esas alan bir perspektifi de hızla gündemine almalı ve belirlenecek her stratejik noktada tesis edeceği deniz üsleriyle bölgesel konuşlanmasını tamamlamalıdır.
Bu strateji, bizim için hem beka hem de küresel güç olma gereğidir…
05.10.2021 // 15.60
SEDAT ÇETİNKAYA
.İSRAİL VE İRAN’IN, VAHİM SONUÇLARA KAPI AÇACAK YANLIŞ OYUNU…
Türk Milleti’nin şerefli bir temsilcisi olan şanlı Azerbaycan ordusunun, işgal altındaki topraklarını Ermeni işgalinden kurtarmasını müteakiben, Ahameniş’in devamı ve Kiros soyunun temsilcisi İran, İslam dünyasına şia ekolüyle soktuğu ve milyonlarca müslümanın kanıyla suladığı fitne yetmemiş gibi bir de can kardeşimiz Azerbaycan’a gözdağı vermeye niyetlenmiş bulunmaktadır…
Müslüman Azerbaycan toprakları işgal altındayken, bölgede hiçbir askeri tatbikat düzenlemeyen İran , ikiyüzlü politikasının bir sonucu olarak , Azerbaycan’a yönelik askeri bir tatbikata girişmiş ve sınır hattına önemli ölçüde askeri araç – gereç ve birlik sevketmiş bulunmaktadır. Bu noktadan sonra bazı provokasyonları görmenin mümkün hale gelebileceği hususunun, ilgili birimlerce değerlendirmesi gereğinin oluştuğunu da ayrıca belirtmek isterim.
Sayın R.Tayyip Erdoğan ve V. Putin arasında Soçi kentinde baş başa gerçekleşen görüşmeler neticesinde Türkiye ile Rusya’nın ; geleceğe yönelik olarak, dengeli bir yaklaşımla ve ortak bir perspektifte hareket etme iradesi üzerinde hemfikir olmaları, sözde İslam ancak gerçekte bir fitne cumhuriyeti olan İran’ın ipini elinde tutan efendilerini endişe içinde bırakmış bulunmaktadır.
Nahçıvan ile Azerbaycan arasındaki Zengezur koridorunun açılma olasılığı, İran’ın Ermenistan ile yürüttüğü her türlü gizli ilişkiyi engelleyecek bir mahiyet arzettiği gibi Türkiye’nin bölgedeki etkisini güçlendirmekte ve bölgesel ticaret hususunda İran’ın güzergah hakimiyetini de Türkiye lehine bertaraf etmektedir. Ayrıca Türkiye- Rusya yakınlaşması da İran’ın, bölgeye yayılan siyasi ve stratejik çıkarları açısından büyük bir tehlikenin doğmasına sebebiyet verecek bir zemin oluşturmaktadır.
Türkiye’nin ; Afganistan yönetimi üzerinde, Pakistan ile birlikte sağlayacağı dönüşümün de etkisiyle Türk Cumhuriyetleri, Afganistan ve Pakistan ile birlikte İran’ı kuşatmakta oluşu, gerek İran yönetimi ve gerekse işbirliği içinde olduğu küreselciler açısından endişe ve korkuyla izlenmektedir… Bu durum, onların 50 yıllık planlarının çöp haline gelmesi ve Büyük Selçuklu Devleti’nin 1000 yıl sonra bölgede tüm ihtişamıyla yeşermesi anlamını taşımaktadır. Zaten okumasını bilenler için Büyük Selçuklu Devleti haritasının çok büyük anlamlarının olduğunu da önemle belirtmek isterim.
Bu bağlamda gerek Türkiye- Rusya ilişkilerinin gelişimini kesintiye uğratmak ve gerekse Türkiye’nin yükselen gücünü kırmak için İran yavaş yavaş devreye sokulmaktadır. Ancak bu planı yapanların ya bu işin neticesini iyi hesap edememiş olduklarını ya da Türkiye’yi Ortadoğu’dan uzaklaştırmak için İran’ı yem etmek gibi farklı bir amacın peşinde bulunduklarını söyleyebilmek mümkün bulunmaktadır. Ancak bu durumda Türkiye’nin, İran’ın parçalanmasını ve yıkılmasını sağlayarak daha büyük bir güce dönüşme ihtimali düşünüldüğünde, küresel güçlerin İran üzerinden blöf yaptıklarını ve Türkiye’nin siyasi konsantrasyonunu bozmaya çalıştıklarını söyleyebilmek daha akılcıl bir tanımlama olarak ortaya çıkmaktadır. Zaten bu uygulama, zaman zaman Yunanistan- Kıbrıs Rum Kesimi- Irak Kürt Bölgesel Yönetimi- Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanması, Avrupa Birliği – Fransa- BAE ve NATO yapılanması kullanılarak sahaya sürülmekte ancak gerilimin zirve noktasından gerçekleşen bir düşüşle de küresel güçlere hem Türkiye’yi test imkanı vermekte hem de planlarını uygulayabilmek için zaman kazandırmaktadır. Yani daha da açık ifade edecek olursam, İran bilinçli ve göstermelik bir şekilde hareket etmekte ve muhtemelen Ortadoğu coğrafyasında meydana gelecek başka gelişmeleri gölgelemek için Türkiye’nin dikkatini, bilinçli//kasıtlı ve kontrollü olarak oluşturdukları Azerbaycan- İran gerilimine çekmektedir.
İran’ın, sözde İsrail’i ve İsrail’in güdümünde olduğunu iddia ettiği Azerbaycan’ı hedef alarak gerçekleştirdiği bu sahte bayrak gösterisi ile yapmaya çalıştığı şey ise İsrail’e , siyonizme ve küreselci paganlara hizmetten başka bir anlam taşımamaktadır. Azerbaycan’ı hedef alırken ve sinsice Ermenistan’a destek verirken, İsrail’e karşı savaştan bahseden İran’ın bu sahtekar tutumu karşısında, aksini iddia eden Persli ve yandaşı varsa ; İsrail’in de ABD’nin de yeri bellidir, hodri meydan ! “Halep ordaysa, arşın burada”, buyrun savaşa diyoruz… Ancak ABD ve İsrail ile sadece lafla savaşan İran’ın, İdlib’de gariban Müslüman kanı dökmek söz konusu olduğunda, hemen ve koşarak geleceğini de çok iyi biliyoruz. Ancak ilk saldırılarında, kahraman Türk ordusu karşısında yaşadıkları hezimeti de unutmamaya davet ediyoruz. Zira bu yaşadıkları, son hezimetleri olmayacağı gibi yaşayacaklarının da teminatı vasfını taşımaktadır.
Bence herkes bilmelidir ki bu İran, önümüzdeki süreçte ve batının siyonizmin hizmetindeki emperyalist güçlerinin bizi yok etmek için karşımıza dikildikleri gün, İslam dünyası için büyük bir sorun olarak ortaya çıkacak ve bu sorun, Türkiye’nin İran’a yönelik ezici ve yıkıcı etkisinde, Pakistan- Afganistan- Türk Cumhuriyetleri- Azerbaycan ve Katar’ın oluşturacağı ortak mücadele cephesinin faaliyetleriyle bertaraf edilecektir…
Bölgemizde şekillenen siyasi, askeri ve stratejik gerçeklik karşısında İran’ın bir bütün halinde varlığını devam ettirebilme olasılığı hızla azalmaktadır. Zira İran, yaşanan değişime uyum sağlayabilecek bir esnekliğe sahip olmadığı gibi kendisini ileriye taşıyabilecek bir siyasi perspektife de sahip değildir. Sahip olduğu tek şey, köhnemiş bir rejim, ilk darbede dağılmaya hazır bir ordu ve algı yönetimiyle yaşayan bir siyasi birlikten ibarettir. Güney Azerbaycan Devleti’nin temelleri hızla yükselirken, Türkiye’nin bayraktarlığında büyüyen Türk-İslam dünyası’nın oyun kuran etkisi, İran’ın da ONUN ARKASINDA DURANLARIN DA sonunu getirecektir.
Tek sorun, İran’ın ne zaman ve kimin için harekete geçirileceğini bilmek noktasında yatmaktadır. Bunu belirleyecek olan ise olayların akış şeması ve Türkiye’nin bu şema üzerindeki etkisi olacaktır.
Amerika Birleşik Devletleri’nin J.Biden liderliğindeki köhnemiş yönetimine ve Türkiye üzerinde etkinlik kurmaya çalışan küresel güçlere yönelik olarak, alternatifsiz bir konumda bulunmadığını Türk Devletler Birliği stratejisi ve Rusya başta olmak üzere oluşturduğu çeşitli ikili ilişkiler ile ortaya koyan Türkiye, tüm bölgesel ve küresel güçleri dumura uğratmış, kendisini öngörülemez ve önlenemez kılmıştır. Bu nedenle Türkiye, ABD yönetimiyle top gibi oynamaya başlamıştır. Bu durum ise onları çok önemli stratejik hatalara sürükleyecek, bu hatalar ise daha büyük bir Türkiye’nin varlık kazanması için bize muhteşem olanaklar bahşedecektir.
Şimdilik herkesi, İran’ın oynadığı ve yakında fos diye sönecek dayılanma rolünü izlerken ; J. Biden’ın Sayın Erdoğan karşısında düşeceği acziyeti görmeye davet ettiğimi de neticeten belirtmek isterim…
01.10.2021/23.31
SEDAT ÇETİNKAYA
.RECEP TAYYİP ERDOĞAN İLE VİLADiMİR PUTİN ARASINDA YAPILACAK GÖRÜŞME’NİN, HİÇBİR ZAMAN AÇIKLANMAYACAK NEDENİ VE MUHTEMEL SONUÇLARI…
Bilindiği üzere Türkiye Cumhuriyeti Devleti, İkinci Dünya Savaşı’nın galiplerinden olan Rusya’nın, Türkiye üzerinde oluşturduğu askeri baskı ve talepler karşısında çıkış yolunu NATO ittifakına katılmakta görmüş ve bu süreç, Türkiye’ye karşı adı konulmamış bir düşmanlık politikası yürütmeye başlayan Amerika Birleşik Devletleri’nin ortaya koymuş olduğu siyasi stratejiye karşı Sayın Erdoğan’ın haklı ve doğru bir politika dahilinde dümen kırması ve ABD’nin karşısında bir noktada konumlanmayı tercih etmesiyle sonuçlanmıştı…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin NATO içindeki varlığı halen devam ediyor olsa da bu durumun her iki taraf açısından da göstermelik bir durumdan ibaret olduğunu ve bozucu irade beyanı için uygun koşulların oluşmasının beklendiğini söyleyebilmek mümkündür.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, batı dünyasının kendisine karşı oluşturmaya çalıştığı adı konulmamış düşmanlığa her alanda etkili karşılıklar vermesi ve oluşturmuş olduğu güç dengeleri ve açılımlarla kendisine yeni bir ufuk çizmeyi başarmasıyla, KÜRESEL ETKİYE SAHİP BÖLGESEL BİR GÜÇ haline gelmiş bulunmaktadır.
Türkiye’nin, yaşamakta olduğu yükselme ve dönüşüm sürecinin ortaya çıkardığı kısmi eksiklerine rağmen, küresel etkiye sahip bölgesel bir güç haline gelmesi, dünya üzerinde oluşum halinde bulunan yeni küresel düzeni de bu düzenin aktörlerinin planlarını da karşı konulamaz bir etkiyle bozmakta ve değişime uğratmaktadır.
İşte, Sayın Erdoğan ile V.Putin arasında baş başa gerçekleşmesi planlanan bu görüşme de yeni dünyanın taşlarının nasıl dizileceği hususunda Rusya’nın ciddi bir arayış içinde olmasından, Türkiye’nin de bağlayıcı bir yönelim ortaya koymaksızın yükselme sürecinde zaman kazanma arzusundan kaynaklanmaktadır...
Büyük Devlet stratejisini ve politikasını iyi bilen ve başına gelecekleri önceden sezen Rusya’nın Türkiye’ye teklifi ; “pamuk ipliğine bağlı olarak yürüttüğünüz NATO ittifakını ve batı tarafgirliğini bırakınız ve daha fazla zaman kaybetmeden gelin birlikte hareket edelim, güç birliği yapalım, birlikte hareket etme sürecinden doğan denklemde nasıl bir paylaşım yapacağımızı da belirleyelim, böylece tarihte olduğu gibi düşmanlığımız değil, dostluğumuz büyüsün” şeklindeki bir siyasi- stratejik zemine dayanacaktır.
İlk bakışta makul addedilebilecek bu teklif çerçevesinde anlaşma zeminini zorlayacak ve her biri ayrı ayrı tartışılması gereken şartlar bulunduğu gibi Rusya’nın samimiyetinin ve siyasi perspektifindeki devamlılığının özellikle değerlendirilmesi gerektiğini de belirtmek isterim…
Sayın Erdoğan dönemi siyasetinin çizdiği ufukta, büyük bir küresel güç olma yolunda ilerleyen Türkiye , hiçbir küresel gücün müttefiki olmadığı gibi yürüttüğü ilişkiler ve varlığının oluşturduğu önem nedeniyle karşısına geçilemeyen ve vazgeçilemeyen bir ülke konumuna da ulaşmış bulunmaktadır. Şuan bizim karşımıza geçmeye çalışanların, Türkiye için hiçbir önem arzetmeyen ve ayağımıza dolaşmasına izin vermememiz gereken piyonlar olduğunu da görmemiz gerekmektedir.
Rusya, uzun bir süre Türkiye üzerinde baskı oluşturacak bazı açılımların sonuçlarını almak için beklemiş ancak Türkiye’nin gerçekleştirdiği ekonomik- siyasi ve askeri atılımın, Rusya’nın politik öngörülerini anlamsız kılacak düzeyde etkili olması hatta bilakis Türkiye’nin Rusya’yı baskı altına almayı başarması karşısında Türkiye’ye bir teklif getirmeyi düşünür hale gelmiştir. Ancak bu olası teklifin içeriğini ve sonucunu belirleyecek olan bir dizi mesele bulunmaktadır. Bu bağlamda bir belirleme yaptığımızda ;
Türkiye’nin, Kırım üzerindeki Rus işgalini tanıyıp tanımayacağı,
Türkiye Ukrayna ilişkilerinin tanımlanma şekli ve içeriği,
Türkiye’nin, Rusya Federasyonu’na bağlı olan ancak Türk ve Türk akraba topluğu konumundaki halklar, bölgeler ve özerk devletler üzerinde uygulayacağı politika,
Azerbaycan//Ermenistan ile ilişkileri hususunda Rusya’nın ortaya koyması gereken politika,
Türkiye’nin, Türkistan coğrafyasıyla kurmakta olduğu, Türk Devletler Birliği’ne yönelik olarak Rusya’nın göstereceği direnç ,
Türkiye’nin Kafkasya politikası,
Türkiye//Azerbaycan- İran ilişkilerinde Rusya’nın ortaya koyacağı tavır ve Güney Azerbaycan sorununa ilişkin olarak Rusya’nın izleyeceği politika,
Türkiye’nin, Doğu Avrupa ve Balkan ülkeleri nezdinde izleyeceği politika ile bu ülkelere yönelik Rusya’nın ortaya koyacağı politikanın denkleştirilmesi sorunu,
Rusya’nın, Suriye’de Türkiye’ye karşı ortaya koyacağı siyasi strateji,
Rusya’nın, Pkk//Pyd//Ypg//Sdg politikası,
Türkiye’nin Afganistan politikası,
Türkiye’nin Afrika’da Rusya’ya yönelik olarak uygulayacağı politika ve karşılaşan çıkarların denkleştirilmesi sorunu,
Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikasında Rusya’nın yeri ,
Türkiye ve Rusya’nın, Çin – Avrupa – İngiltere ve ABD’ye karşı uygulayacağı politikalar konusunda bir UZLAŞMAYA VARILMASI gereği bulunulmaktadır.
Kişisel tahminim, Türkiye’nin bulunduğu durumu dikkate alarak, bu noktada da yine dengeli bir siyaseti tercih edeceği ve bir süre daha bu dengeli siyaseti devam ettireceği noktasında şekillenmektedir. Ancak bu toplantıdan Rusya’yı geleceğe ilişkin olarak tedirgin edecek şekilde kalkmak da Rusya’nın bazı politikaları Türkiye aleyhine sahaya sürmesine neden olacaktır ki bu hususta dengenin tutturulması ve saha uygunluğu da gözetilerek, ivmenin Rusya ile ilişkiler lehine tanımlanır gösterilmesi de uygun olacaktır. Zaten zaman Türkiye’den yana akmaktadır. Türkiye’nin büyük kırılmalar ve yıkımlar yaşamadan, gelişme ve güçlenme cihetinde geçireceği her an , Türkiye’yi çok daha büyük bir ufkun önüne taşıyacaktır.
Bir süre sonra Türkiye’nin tehdit edilmesi imkansız bir askeri ve nükleer güç, istediği her projenin arkasında durabilen bir ekonomik güç, dostlarıyla siyasi , askeri ve ekonomik ittifaklar geliştirebilen bir siyasi güç olmasıyla birlikte, bugün bizim de ihtiyaç duyduğumuz denge politikalarını izleme zaruretimiz de ortadan kalkacaktır.
Kısaca belirtmek gerekirse düşmanlarımızın çokça olduğu bir ortamda gereksiz yere ayıyı üstümüze çekmektense, bir süre ona “dayı kardeş” diye seslenmeyi, onun varlığıyla düşmanlarımıza gözdağı vermeyi de tercih etmeliyiz. En büyük düşmanımız konumundaki küreselci paganların tek isteği , dünya hakimiyetini sağlama noktasında Türkiye engelini aşmaktır. Bunu gerçekleştirmek için de Türkiye- Rusya savaşı çıkarmak bunu başaramamaları durumunda ise Türkiye- İran savaşı çıkarmak öncelikli hedefleri arasında bulunmaktadır. Her ikisini birden gerçekleştirmek için İDLİB ve ERMENİSTAN gibi iki kanayan nokta, Türkiye’yi oyalamak için ise Pkk’nın bitişini müteakip sahaya sürülen, aklını peynir ekmekle yemiş, 300 spartalı filminin etkisinde kendilerini kahraman savaşçılar olarak gören, Turanlılarla karşılaştığında yüzecek deniz arayan zavallı PALİKARYA ile hayal peşinde koşan paralı çapulcular bulunmaktadır…
Bizim gerçek hedefimiz, siyasi stratejinin gelişim yönü dikkate alındığında önce Türk Birliği’ne sonra bu birlik etrafında şekillenecek Türk- İslam Birliği’ne sonrasında da şeytana biat etmeyen ve GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMEMİŞ bireylerden oluşan “İNSANLIĞA” liderlik etmek, hem atalarımızın hem de Din-i Mübin-i İslam’ın kutlu sancağını cihana hakim kılmaktır…
Birileri istemese de herkes karşımızda olsa da içimizdeki işbirlikçi hainler efendilerinin kulaklarına fısıldadığı sözleri söyleyerek yılan gibi kıvransa da bu sonuç gerçekleşecektir…
Gün, zevale doğru hızla yaklaşmaktadır…
24.09.2021 // 13.55
SEDAT ÇETİNKAYA
YAKLAŞAN TEHLİKELERİN IŞIĞINDA, TÜRK DIŞ POLİTİKASININ EN DERİN STRATEJİK TEMELLERİ …
İnsanlık tarihi boyunca dünya üzerinde yaşanan güç mücadelesinde, geride bıraktığımız 100 yıllık süreç dışında, devletlerin mutlak anlamda etkin olduğu bir süreç yaşanmış bulunmaktadır. Ancak bu durum, KÜRESEL ŞİRKETLERİN ; parayı, para yönetimini esas alan yapıları ele geçirip, üretimi- teknolojiyi ve algıyı yönetebilir hale gelmesiyle büyük ölçüde değişmiş ve devletler bu küresel şirketlerin kontrolünde hareket eder hale gelmişlerdir. Çünkü devlet yönetimlerini belirleyen sistem olan demokrasi uygulaması, fanus içinde şekillenmediği sürece, büyük bir güce sahip olan küresel şirketlere, istedikleri kişileri yönetici olarak seçtirme imkanı bahşetmiştir. Bu şirketler, arzularını yerine getirmeyen ülke yöneticilerinin bulunduğu koltuklarda uzun süre kalmalarına da izin vermemişlerdir. BUNU YAPARKEN ; finans sistemi, üretim sektörü, medya, sivil toplum örgütleri gibi alanlar üzerinden gerçekleştirdikleri baskıyı kullandıkları gibi yönetime karşı darbe, terör hareketleri, bölücülük faaliyetleri ve yeni öğrendikleri bir yöntem olan kaos gibi uygulamalardan da faydalanmışlardır. İŞTE ŞİMDİ HERKES BİRİLERİNİN NEDEN HEP ; DEMOKRASİ, İNSAN HAKLARI, HUKUK DEVLETİ, SİVİL TOPLUM ÖRGÜTÜ, FİKİR ÖZGÜRLÜĞÜ, PARLAMENTER SİSTEM, ÖZERK MERKEZ BANKASI, SENDİKA, ÖZGÜR BASIN GİBİ KAVRAMLARDAN DEM VURDUĞUNU ANLAMALIDIR…
İnsanlığın uluslararası ilişkileri analiz ederken anlayamadığı şey, artık karşımızda devletlerin ve bu devletlerin çıkarlarının değil ; küresel şirketlerin ve bu şirketlerin çıkarlarının bulunduğudur. İşin en tehlikeli noktası da bu şirketlerin gerçek sahiplerinin, dünyada tanrıcılık oynamayı hedefleyen ve kendilerini üstün bir ırkın temsilcisi olarak niteleyen paganlar olmasıdır. Yani kısaca belirtmek gerekirse, işimiz zordur ve onlara, BİZDEN ÜSTÜN OLMADIKLARINI KANITLAMAMIZ gerekmektedir. Aksi takdirde insanlık olarak içinde bulunduğumuz aymazlıkla ; beyinleri ele geçirilmiş, herşeyi kontrol edilen insansı varlıklar olarak onlara hizmet eden kölelere dönüşme ihtimalimizin bulunduğunu üzülerek belirtmek isterim.
Bildiğiniz üzere ABD- İngiltere ve Avustralya arasında AUKUS adı altında yeni bir güvenlik işbirliği oluşturulmuş bulunulmaktadır. Aslında güvenlik demek, siyasi ve stratejik işbirliği demektir. İşte bu noktada İngiltere’nin bir oyalama sürecinden sonra neden Avrupa Birliği’nden çıktığını ve hatta Türkiye ile neden yakınlaşma eğilimleri ortaya koyduğunu, İngiltere kraliçesi’nin desteğini almış N.Paşinyan aracılığıyla neden bir kriz ürettiklerini de ortaya koymaktadır.
Gelişmeler, ancak derinleri gören gözlerin gördüğü gerçekler üzerindeki gölgelemelerin bir bölümünün kaldırıldığını ve kartların daha açık oynanır hale geldiğini işaret etmektedir.
Dünya’nın dine karşı en uzak ülkesi Çin Halk Cumhuriyeti’ni son 30 yılda yapmış oldukları yatırımlarla ekonomik bir güç haline getiren ve İpek Yolu projesi’nin sahibi olarak konumlandıran küresel güçler, dünyanın diğer bölümünde de ABD- İngiltere ve avanesi arasında bir birlik oluşturmayı ve bu iki yapı arasında oluşturulacak göstermelik bir kutuplaştırmayla da geçiş dönemini yönetmeyi planladığını ifşa etmektedir…
Bu arada Avrupa, FRANSA üzerinden geliştirilecek politikalarla korkuya , silahlanmaya ve en sonunda da parçalanmaya sevk edilecek gibi görünmektedir. Küreselcilerin, ABD ve İngiltere üzerinden ve özellikle de NATO örgütlenmesinin faaliyetlerini kullanarak, Rusya- Avrupa ilişkilerini germek ve en sonunda da Avrupa ile Rusya’yı savaştırmak üzerine bir plan yaptıklarını düşünmekteyim. ABD’nin geçmişte yaptığı birçok anlaşmadan çekilmesi, Ukrayna’yı bahane ederek ve Karadeniz’i kullanarak Rusya’yı kışkırtması, Almanya’yı Rus gazını kullanmama noktasında baskı altına alması, hep bu stratejinin ürünleri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Benzer bir plan, Alman derin siyaset stratejisinin Rusya tehlikesine karşı Türkiye ile birlikte hareket etmeye yakın oluşu ve Türkiye- Rusya ittifakı olasılığı düşünülerek , Türkiye- Rusya arasında da oluşturulmak isteniyor gibi görünmektedir. Yakın geçmişte Ermenistan- Azerbaycan çatışması ve İdlib’de yaşananlar düşünüldüğünde, Türkiye- Rusya çatışmasının öncelikli olarak istendiği anlaşılmaktadır. Bu çatışma kullanılarak da Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nın bir karması tertiplenerek, Türkiye ile Rusya’nın yanında Avrupa’nın da bir yıkım yaşaması, İpek yolunun önündeki tüm engellerin ortadan kaldırılarak, tüm sahanın bir ÇİN İSTİLASINA hazır hale getirilmesi amaçlanmaktadır...
Herkes tarafından çok iyi bilinmelidir ki küreselcilerin planlarına darbe vuran ve onları paniğe sevkeden dünya üzerindeki tek ülke, Sayın RECEP TAYYİP ERDOĞAN YÖNETİMİNDEKİ TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’dir. Yine herkes bilmelidir ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin onlar için oluşturduğu risk ortadan kalktığında, İNSANLIK DÜŞÜRÜLMÜŞ DEMEKTİR. Bu durumda tüm dünyanın köle haline gelmesi ise sadece bir zaman meselesinden ibarettir.
ONLARIN HAYALİ ; anglo- sakson devletler birliği ve avanesiyle, küreselci-ateist Çin arasında pay edilmiş bir dünyanın ortasından, BÜYÜK İSRAİL'İ yeşertmektir. Dünya üzerinde görüp görülebilecek tüm ara politikaların amacı da bu gerçekliğe hizmet etmekten başka bir şey değildir...
Ben, gerçekleri tüm çıplaklığıyla ortaya koymak için böyle bir kara resim çiziyor gibi olsam da o küreselci paganlar ve bizim kadim geçmişten bu tarafa tanıdığımız HANLI'ların ateist askerleri, Müslüman- Türk milletinin oluşturduğu seti geçemeyeceklerdir…
ORDULARIMIZ, birgün ; Mescid-i Aksa’da Allahü Ekber nidaları altında şükür namazı kılıyor olacağı gibi, Altay’lardan yükselen kurt ulumaları eşliğinde Çin Seddi üzerine tevhid sancağını çekiyor, Batı Roma’nın kalbine Fatih’in saplayamadığı mızrağı, en az onun kadar sınır tanımaz bir komutanla saplıyor olacaktır…
Lakin gelecek ufkundan günümüze doğru geri çekilirsek, İdlib üzerinden gerçekleştirilmeye çalışılan bir provokasyonun adım adım yaklaşmakta olduğunu da görmek gerekmektedir. Harekete geçmek için Türkiye’nin 2023 seçimleri ile oluşacak durumunu görmek isteyenlerin, bu seçimlerinin sonucunu tesadüflere bırakacağını düşünmek de hayalci bir yaklaşımdan ibaret kalacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, İran'ın da sürece katılmasıyla büyük mücadelelere sahne olacak GÜNEY CEPHESİ’ni şimdiden oluşturmalı, karşısında belirecek düşman kim olursa olsun ; onu, binlerce yıldır Allah adına sahip olduğu topraklara gömmek için adı konulmamış bir hazırlık içinde bulunmalıdır...
Bizim en büyük zaafımız, gaflet içinde bulunmamız ; karşı tarafın en büyük zaafı ise kendisine karşı koyan güçlere karşı canla başla savaşarak ŞAHADETE KOŞAN BİR ORDUYA sahip olmamasıdır..
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, büyük mücadelelere uzanan yolda küçük çatışmalarla mücadele azmini bilerken, Balkanlar’da- Afrika’da- Ortadoğu’da- Kafkasya’da – Güney Azerbaycan’da- Afganistan’da- Türkistan’da güçlenmeyi ve büyük bir birliğin temellerini yükseltmeyi de başarmalıdır. Bu başarı için, 2023 seçimlerinden güçlenerek çıkmayı başarmak zorunda olduğumuzu da İÇİMİZDEKİ KÜRESELCİ ARTIKLARINDAN kurtulmamız gerektiğini de unutmamalıyız…
Düşmanlarımız ; 2023 yılında Sayın Erdoğan’ı düşürmek için akla hayale gelmeyen ve özellikle de HANE HALKI EKONOMİSİNİ İLGİLENDİREN konularda her türlü fitneyi sahneye koymaktan geri durmayacaklar, şaha kalkan ve atılım üzerine atılım yapmak isteyen Türkiye ekonomisini bir süre daha dizginlemek için her türlü baltalamayı yapmaktan geri kalmayacaklardır. Ve işin acı tarafı da tıpkı Merkez Bankası başkanlığı yapan nice işbirlikçinin durumunda olduğu gibi Covid 19 aşısı aşığı bir bakan ve avanesinin de buna çanak tutuyor olmasıdır...
İnsan nesli ve Din-i Mübin-i İslam’ın geleceği için mücadele etmek isteyen tüm insanlar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kaldıracağı sancak altında toplanmaktan başka çare olmadığını eninde sonunda idrak edeceklerdir.
SİZ, bu idrake ulaşanlardan mı yoksa binbir bahane üreterek, küreselci paganların kölesi olmaya aday olan gafillerden misiniz ?
İşte insanların, bağımsızlığına ve egemenliğine ne kadar düşkün olduğunu önümüzdeki süreçte yakından görecek ve Türk Milleti’nin kendisini neden BOZKURT ile tanımladığını da o zaman çok daha iyi anlayacağız…
19.09.2021 – 14.15
SEDAT ÇETİNKAYA
.YENİ BİR AYDINLANMAYA , YÜKSEK BİR BİLİNCE , GELECEĞİ GÖREN BİR FERASETE VE İSLAMİ BİR PERSPEKTİFE İHTİYACIMIZ BULUNMAKTADIR…
Batı medeniyetinin, bu dünyayı ve varlığımızı anlama noktasında insanlığa dayattığı bakış açısı, POZİTİVZM olmuştur. İşte bu bakış açısının geçmişe ve geleceğe yönelik olarak oluşturduğu birikimin içinden evrene baktığımızda ; görünmediği ya da bilimsel addedilmediği için ; Allah’ı, melekleri, peygamberleri, dini metinleri, kaderi ve kazayı, ahiret gününü, yeniden dirilmeyi, ruhu, cinleri, Şeytan’ı, insan dışı varlıkları, ilahi mucizeleri de inkar yolunu seçmekte ya da inandığımız gerçeklerin yeterince içini dolduramamaktayız...
Bizler, POZİTİVİZMİN ve yanına katacağımız METARYALİZMİN ürettiği bilinç dünyası içinde debelenen bir insanlık halini almış bulunmaktayız. Ancak belirtmek isterim ki kendini Mısır ve çevresine tanrı olarak kabul ettiren Firavun’ların sahip olduğu bilinci ve onların etrafındaki pagan tapınağının (AMON-RA) insanlığa yönelik ifsad edici yaklaşımını da hiçbir zaman gözardı etmememiz gerekmektedir. Çünkü bu ekol hala varlığını sürdürmekte ve tıpkı geçmişteki gibi ancak bu sefer teknolojik gelişmelerden de faydalanarak, insan neslini değişime uğratıp köleleştirmeyi ve ( HAŞA ) Allah’ı yenilgiye uğratmayı planlamaktadır. Yani kısaca belirtmek gerekirse küreselci paganların lideri Şeytan ; insan neslini, güdümüne soktuğu ve tanrıcılık oynattığı PAGANLARA yok ettirmeyi, böylece de Allah’a karşı ; “ BEN HAKLILIĞIMI ORTAYA KOYDUM VE İNSANDAN DAHA ÜSTÜN BİR VARLIK OLDUĞUMU KANITLADIM” demeyi ve bu dayanak üzerinden de kendisinin affını gerçekleştirmeyi planlamaktadır...
Hz.Musa’nın karşısında, günümüzde dahi olmayan bir kabiliyetle, asalarını insanları hayretler içinde bırakan yılanlara çeviren sihirbazların günümüz versiyonlarını üretmek ve küreselci paganları kutsamak için büyük bir gayret içinde çalışanlar bulunmaktadır. Ancak insanoğlu içinden birileri bunları söylediğinde ve sorguladığında, onlar ; tıpkı Hz.Musa gibi suçlanmakta, eleştirilmekte ve hatta aşağılanmaktadır.
Bizlerin YENİ BİR AYDINLANMAYA İHTİYACI VARDIR ÇÜNKÜ DÜNYA ÜZERİNDE DÖNEN TİYATROYU MALESEF ALGILAYAMIYORUZ. Herşey bizim için kısa süre içinde, düşüncesizce ve anlamsız bir kabulle devam eden alışkanlıklardan ibaret kalmaktadır. Mesela dünya üzerinde yaşayanlar hatta devletler bile ; Dolar’ın karşılıksız bir biçimde basılmasına, swift sistemine, petrolün Dolar ile alınıp satılmasına, değerli maden rezervlerinin bazı küresel şirketlerinin kontrolünde bulunmasına, kredi derecelendirme kurumu safsatasına, Birleşmiş Milletler’in karar alma mekanizmasına, nükleer silah üretimindeki çifte standarda, IMF eliyle uygulanan politikalara, küresel medya sektörünün yapısına, dünya bankacılık sistemine, dünya ilaç endüstrisinin mülkiyet ve çalışma yapısına, dünyaya yapılan siyasi- ekonomik- sosyolojik ve dinsel dayatmalara sesini bile çıkarmamaktadır. ÇÜNKÜ KÜRESEL BİR AYDINLANMA VE BU AYDINLANMAYA BAĞLI OLARAK OLUŞAN BİR BİLİNÇ VE MÜCADELE RUHU BULUNMAMAKTADIR. ALLAH C.C. HAZRETLERİNİN İNSANLAR İÇİN SÖYLEDİĞİ ; ÇOĞU GAFİLDİR, ÇOĞU KAFİRDİR, ÇOĞU FASIKTIR, ÇOĞU ZANNA UYAR GİBİ SÖZLERİN NE KADAR DA YERİNDE OLDUĞU BİR KEZ DAHA ORTAYA ÇIKMAKTADIR. Elbette bu zemin üzerinden geliştirdiğim ancak buradan söylemek istemediğim yakıştırmalar da bulunmaktadır. Çekinmeden söylemek isteyenlere bir diyeceğimin olmadığını da şimdiden belirtmek isterim.
İşte bir zamanlar sadece Mısır ve çevresini egemenlikleri altına almış olan ve geçmiş yüzyılda İngiltere ve ABD eliyle insanlığı istediği şekilde yönetmiş olan küreselci paganlar, günümüzde yeni ve köleleşmiş bir dünyayı oluşturmak için harekete geçmiş bulunmaktadır. Bu hareketin bazı siyasi boyutlarını, uluslararası siyaset ve strateji içerikli yazılarımda birlikte tartıştığımızı da biliyorsunuz…
Pozitivist ve metaryalist bakış açısının ürünü beyinler tarafından ; ütopik, hayali ya da komplo teorisi olarak adlandırılabilecek yaklaşımların bir karması olarak değerlendirilebilecek ancak gerçeğin ta kendisi olan bu söylediklerimi bir tarafa bırakarak, ÜLKEMİZE BAKACAK OLURSAK ; birilerinin ülkemizin büyümesini engellemek ve milletin algısını olumsuz yönde etkilemek için herşeyi yaptığını, ülkemizin silah sanayisinin gelişmesini engellemeye çalışıldığını, gizli ve açık ambargolara muhatap kılındığımızı, altın üretiminin engellenmeye çalışıldığını, kendilerinin tepe tepe kullandığı nükleer enerjiyi bizim kullanmamamız için baskılar yapıldığını, yol- köprü- tünel- hızlı tren- liman- havalimanı gibi yatırımlarımızın akamete uğratılmaya çalışıldığını- doğalgaz ve petrol aramalarımızın engellenmeye ve önemsiz gösterilmeye çalışıldığını- yönetimde istikrar ve karar alma mekanizmasında etkinlik sağlayan başkanlık sisteminden bir ülkenin yönetimine dinamit koymak anlamına gelen parlamenter sisteme geçiş için etki oluşturulmaya çalışıldığını, her zayıf noktamızın bilinçli bir şekilde kaşındığını ve bu noktalar üzerinden kaos planları yapıldığını, Türkiye’nin siyasi ve stratejik açılımlarının kontrol altına alınmaya ve Sayın ERDOĞAN YÖNETİMİNE SON VERİLMEYE ÇALIŞILDIĞINI ve hülasa ülkemizin çok yönlü olarak kuşatılmaya ve hareketsiz kılınmaya çalışıldığını görmemiz gerekmektedir. ŞİMDİ LÜTFEN HERKES KENDİNE BUNU YAPANLAR KİMDİR DİYE SORARAK ÜLKEMİZ VE DÜNYA GERÇEKLİĞİNİ KAPSAYAN BİR CEVAP VERSİN VE BU CEVABI BİR YERE NOT ETSİN…
Şimdi ise oluşan bu algı üzerinden, dünya üzerinde oluşturulan plandemiyi ve bu plandemiyi ortadan kaldırma amacına matuf olarak bilimsel hiçbir temele oturmayan, ruhsatsız olarak üretilen, sonuçlarına ilişkin olarak hiçbir sorumluluğun alınmadığı, küreselci paganların güdümündeki Dünya Sağlık Örgütü tarafından yönetilen ve yönlendirilen bir aşılama sürecini de tekraren değerlendiriniz. Aşı olduğu iddia edilen ancak ilmen ve hukuken böyle bir vasfı bulunmayan, genetik kodu Ribonükleikasit olduğu için genetik yapısı sürekli değişen Covid 19 virüsüne karşı ; verem- kızamık- kuduz- tetanoz vb. aşılarında olduğu gibi gerçek anlamda bir koruyuculuğu da bulunmayan, kişinin bulaştırıcı olmasını ya da hastalığa yakalanmasını engellemeyen sadece hastalığın “SINIRLI VE KISA BİR SÜRE İÇİN” daha rahat atlatılmasını sağlama ihtimali bulunan, varyantların oluşması hususunda bizzat kendisi önemli bir faktör olan ve varyantlara karşı etkinliği tartışmalı bulunan, geleceğe yönelik süreçte aşının temelini teşkil eden mesajcı RNA parçacıklarının DNA ile etkileşimi nedeniyle ; insanın DNA (genetik kod) yapısına etkisi, üreme , beyin fonksiyonları, hormon dengesi, karaciğer faaliyetleri gibi yüzlerce yaşamsal faktör üzerinde ne gibi sonuçlara neden olacağı hususunda hiçbir OBJEKTİF VE KONTROL EDİLMİŞ bilimsel veriye sahip olmadığı için öngörülmesi zor riskler barındıran, tamamen plandeminin sahiplerinin verilmesini sağladığı ön kullanım iznine bağlı olarak gafil bir varlık konumundaki insana adeta dayatılan, risk grubuna yönelmek yerine neredeyse bebeklere kadar yapılması savunulacak hukuksuz ve gaddarca bir yaklaşımla uygulanmaya çalışılan, aşı olmak istemeyenlerin korkutulan cahil halk kesimlerinin linç içerikli uygulamalarına terk edildiği, objektif bilimsel kriterler dahilinde çok yönlü olarak kontrolüne imkan sağlanmamış olan bu sıvaların, AŞI OLARAK ADLANDIRILABİLMESİ MÜMKÜN OLMAMAKLA BİRLİKTE BU UYGULAMANIN İNSANLIĞA NASIL VE KİMLER TARAFINDAN DAYATILDIĞINI DA İDRAK ETMEMİZ VE BU ZİHNİYETLE MÜCADELE ETMEMİZ DE GEREKMEKTEDİR.
Ancak herkes bu zihniyetle mücadele ile Sayın ERDOĞAN’a karşıt olma durumunu kesinlikle birbirine karıştırmamalıdır…
Buradan ilan ediyorum ki bu sözde aşıları dayatanlar ve bu hususta algıyı yönetenler, küreselci paganların su katılmamış hizmetkarları*, onların savunuculuğunu yapanlar da gafillerin* önde gidenleridir… Yanlıştan dönmek meziyet, yanlışta ısrar etmek ise cahillikten ve kibirden bir parçadır…
Herkes bilsin ki aşı olduğu iddia edilen bu sıvılar , Covid 19’u gerek ülkemizde gerekse dünya sathında ortadan kaldıracak bir İLAÇ DEĞİLDİR . BU YÜZDEN KİMSE KİMSEYİ, ÇOĞUNLUĞA UYARAK AŞI OLMAMAKLA SUÇLAMAMALIDIR. Aşı olanlar, başlarına gelebilecek her türlü sorumluluğu da kendileri almışlardır ve bunu çoğaltmak için “benim başım yandı , herkesin yansın” zihni tutumuna girmemelidir. Virüse karşı sonu hüsran ve sıkıntı olacak aşı üretimiyle değil, anti viral ilaç üretimiyle ya da iyotla tedavi gibi başka tedavi yöntemleriyle ilgilenilmelidir. Bir aşı çalışması yapılacaksa da bu usulüne uygun şekilde yapılmalı, sonuçları kanıtlanmamış riskli uygulamalardan kaçınılmalı ve herkesin güvenle ve gerekirse her yıl yaptırabileceği bir aşı ortaya konulmalıdır. HER ZAMAN BİLİMSELLİKTEN DEM VURANLARIN, MESELE COVİD 19 OLDUĞUNDA, BİLİMSELLİKTEN UZAKLAŞMALARI HATTA SAPLANTILI BİR ŞEKİLDE KÜRESELCİLERİN SÖZCÜLÜĞÜNE SOYUNUP DAYATMACI BİR TUTUM İÇİNE GİRMELERİ SİZCE NASIL AÇIKLANMALIDIR !!! Bence bu hususu da bir düşününüz.
İçimizden gibi görünen birilerinin insan genetiğini değiştirmeye çalıştığını asla unutmamalıyız. Pozitivizm- metaryalizm ve ateizmden uzaklaşıp, safsataları ve bozulmuş ilahi metinleri de bir tarafa bıraktığımızda elimizde kalan tek gerçek olan İslam dininin ve onun peygamberi iki cihan sultanı Hz.Muhammed sav. efendimizin bildirdiği DECCAL olarak isimlendirilen varlığın, günümüzde yaşananlarla ve bu yaşananlara bağlı olarak şekillenecek dünya gerçekliğiyle büyük bir bağlantısının bulunduğunu da gözden kaçırmamalıyız…
İŞTE SAHİP OLMAMIZ GEREKEN UFKA İLİŞKİN BİR PENCERE AÇMAK BENDEN ; SAPLANTILARDAN, CEHALETTEN , ADI- SANI VE MEVKİİ NE OLURSA OLSUN ŞEYTANIN SÖZCÜLERİNİN ÜRETTİĞİ ALGIDAN UZAKLAŞARAK İÇERİĞİNİ DOLDURMAK SİZDEN OLSUN…
13.09.2021 – 15.50
SEDAT ÇETİNKAYA
.AFRİN’DE , İDLİB’DE, SURİYE’DE, IRAK’DA , LİBYA’DA, KARABAĞ’DA, KATAR’DA, AFGANİSTAN’DA NE İŞİMİZ VAR DİYE YIRTINAN, BATININ VE SİYONİZMİN GÖNÜLLÜ UŞAKLIĞINA SOYUNMUŞ ZAVALLILAR* !
BARZANİ’NİN YALAĞINDA NE İŞİNİZ VAR !!!
Amerika Birleşik Devletleri’ni yönlendiren küreselciler, Afganistan’dan çekilirken kendileri kurup büyüttükleri Taliban eliyle Türkiye ve Rusya’ya karşı “Bir kuşak- bir yol” projesi bağlamında Akdeniz’e ve İsrail’e uzanan yeni bir güzergahla stratejik bir açılım ve tehdit ortaya koyarken, Irak ve Suriye ekseninde atacağı adımlar için de harekete geçmiş bulunmaktadır.
Küreselciler, Afganistan yönetimini ele geçiren Taliban yapılanmasında yaşanacak olan ve Türkiye’yi etkin kılacak bir DÖNÜŞÜM RİSKİNİ öngörmekle ve bu durumdan endişe duymakla birlikte, bu hususta geleceğe ilişkin analiz yapabilmek ve gerekli tedbirleri almak için zamanlarının bulunduğunu da düşünmektedirler.
Amerika Birleşik Devletleri ; kıdemli hizmetkarı ve sahte İsrail//Abd düşmanı İRAN’ı ve elverişli bir maşa olarak peydahladıkları Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasını kullanarak, Irak ve Suriye’de gerçekleştirmek istedikleri faaliyetler için hazırlık sürecine geçmiş bulunmaktadır. ONLARIN GÖRMEK İSTEDİKLERİ TEK ŞEY, 2023 YILINDA TÜRKİYE’DE YAPILACAK BAŞKANLIK SEÇİMLERİNİN SONUÇLARIDIR. Aslında bu süreyi beklemek istemediklerini, içimizdeki işbirlikçileri kışkırtarak ortaya koydukları erken seçim talepleriyle birçok defa gündeme getirmiş olsalar da bu sonucu gerçekleştirmeyi başaramayacaklarını anladıkları için, TÜRKİYE’NİN DİKKATİNİ ÇEKMEDEN, IRAK VE SURİYE’Yİ BOŞALTACAĞIZ GÖLGELEMESİYLE VE YEREL İŞBİRLİKÇİLERİNİ KULLANARAK, Irak ve Suriye’yi, İsrail hegemonyasına açık olacak şekilde dizayn etmeyi hedefleyen bir stratejiyi sahaya sürmeye başlamışlardır.
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi, geçmişte de İsrail’in güdümüne girecek bir devlet olarak Mahabad Kürdistan Cumhuriyeti ismi altında ancak İran topraklarında kurulmuş ve Mesud Barzani’nin babası Molla Mustafa Barzani’de bu sözde devletin genel kurmay başkanlığına getirilmişti. İsrail ile olan bağları ayyuka çıkmış olan Barzaniler, bu sefer de kendi memleketleri olan Irak topraklarında Irak Kürt Bölgesel Yönetimi altında kurulan özerk yapının öncüsü olarak ortaya çıkmışlardır. TIRNAKLARI BİRAZ TUTTUĞUNDA VE KOŞULLARIN KENDİLERİ İÇİN UYGUN OLDUĞUNU DÜŞÜNDÜKLERİNDE, TÜRKİYENİN KENDİLERİNE SAĞLADIĞI OLANAKLARI TAMAMEN UNUTARAK, İsrail’den almış oldukları destekle Musul’u ele geçirmek ve tam bağımsızlıklarını sağlamak için de harekete geçmişlerdir. Ancak Türkiye’nin bölgeyi tamamen ele geçirmeye yönelebilecek bir askeri harekat tehdidi ve ambargo yaklaşımı karşısında, tükürdüklerini yalamak durumunda kalmışlar ve muhtemelen tarihe dönerek babalarının durumunu hatırlamışlardır. Bu arada Ayn-el Arab’ın ( Kobani) DEAŞ tarafından ele geçirilmesi tiyatrosunda ortaya koydukları tavrın da hiçbir zaman gözardı edilmemesi gereken bir ilişkiye dikkat çektiğini belirtmek isterim.
Kuzey Irak coğrafyasının dağlık bölümleri şuan için Türk ordusunun hakimiyetinde olup, bu hakimiyet adım adım güneye yani Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin etkin olduğu kentlere doğru ilerlemektedir. TÜRK ORDUSUNU İSTEMEDİĞİ SÜRECE BU BÖLGEDEN ZORLA ÇIKARABİLECEK BİR GÜÇ DE DÜNYA SATHINDA BULUNMAMAKTADIR. Milli İstihbarat Teşkilatı’mızın bölgede kurmuş olduğu istihbarat ve operasyon ağı da en ücra köşelere kadar sirayet edecek bir şekilde genişlemeyi sürdürmektedir. TÜKENİŞİ SİMGELEYEN ÇANLAR PKK İÇİN ÇOKTAN ÇALMAYA BAŞLAMIŞ VE PKK, TÜRKİYE ÜZERİNDE HEMEN HEMEN HİÇBİR EYLEM GERÇEKLEŞTİREMEZ OLMUŞTUR. PYD/YPG/SDG YAPILANMASI DA SAHADA YAŞADIĞI KORKU DİKKATE ALINACAK OLURSA, DAĞILMAK İÇİN ADETA FIRSAT KOLLAMAKTADIR. Onları şuan için sahada tutan tek şey, Amerika’nın onlara vermekte olduğu güvence ve avanta olarak aldıkları mangırdır. Dünya’ya bölgeden çekileceğim söylemini yayan ABD, sahada bulunan işbirlikçilerine her zaman yanınızdayım söylemi ile güvence ve gaz vermeye devam etmektedir.
Ancak Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanması, ABD’nin Afganistan’da gerçekleştirdiği kaçıştan hareketle şöyle basitçe düşündüğünde, önümüzdeki süreçte Türkiye ile karşı karşıya kalacağını görmekte, ölümü hissetmete ve oluşan bu korkudan dolayı SURİYE REJİMİNE YANAŞMAYA ÇALIŞMAKTADIR. Suriye rejimi ise onları son ana kadar iki arada bir derede bırakmayı deneyecek ve Türkiye bölgeye müdahil olmaya yönelik bir adım attığında, Rusya’yı devreye sokarak ve bölgenin kendi kontrolünde olduğunu ilan ederek, Türkiye içindeki işbirlikçilerin ve dünya kamuoyunun desteğiyle Türkiye’yi engellemeye çalışacaktır. Bu durumda Türkiye, engellenme eğilimine karşıt bir duruş sergilediğinde, bölgede varlığını arttırmaya başlayan Rusya ile karşı karşıya kalacaktır ki bu durum ; ABD’nin, sahadaki ABD işbirlikçisi yapıların, Esed rejiminin, İran’ın, Türkiye düşmanlarının ve içimizdeki işbirlikçilerin yerde ararken gökte buldukları cinsinden bir durumun şekillenmesine neden olacaktır. Rusya yanlış bir strateji içine girmez ve Türkiye ile bağlantıyı koparmazsa, bu işten dolayı kaybedenler ; İsrail, ABD, İran, Türkiye düşmanları ve içimizdeki işbirlikçiler olacaktır. Rusya , küreselci medyanın etkisinde kalarak yanlış bir stratejinin içine girerse, kaybeden Türkiye karşısında sürklase olan Rusya olacak ve bu durumun etkileri, Rusya’nın etki alanına giren her noktada yıkıcı bir şekilde hissedilecek, gerilim ve soğuk savaş, heryeri saracaktır.
Türkiye’de Pkk güdümünde siyaset yaptığını söyleyen HDP ise bu hususta Türkiye karşıtı tüm yapıların elini rahatlatmak ve Türkiye’yi denklemin dışına taşımak için sinsice uğraş vermektedir. Elbette büyük ağabeyleri konumundaki kıdemli ABD yardakçısı CHP yönetimi de bu hususta kendilerine kucak açmakta ve hatta tüm söylediklerini yutmak, tükürdükleri her pisliği yalamak suretiyle kalkarak, anlı şanlı bir ekiple Barzani efendiyi megri megri söylemleri eşliğinde ziyarete gitmektedir.
Sahi sizin gibi asilzade Jöntürklerin, Beyaz Türklerin, ayağı şalvarlı marabanın biri diye eleştirdiğiniz Barzani’nin yalağında ne işiniz var
Birlikte Musul’u işgal planları mı , Pkk//Pyd//Ypg//Sdg örgütünü kurtarma planları mı yapıyorsunuz ?
Yoksa Türkiye siyasetini dizayn etme çalışması mı yapıyorsunuz !
Ancak size o Barzani’den bir yarar gelmez. SİZE SÖYLEDİĞİ ŞEKLİYLE MEALEN, 2023 SEÇİMLERİNİ KAZANIN DA ÖYLE GELİN *…
09.09.2021 // 18.15
SEDAT ÇETİNKAYA
.KÜRESEL SİYASETE İLİŞKİN SATRANÇ TAHTASINDAKİ GÜNCEL DENGELER VE MUHTEMEL HAMLELERE İLİŞKİN STRATEJİLER…
Küreselci güç merkezlerinin güdümündeki ABD’nin kukla başkanı Joe BİDEN, ABD’nin Afganistan’dan çekilme sürecinde, ABD kamuoyu nezdinde ciddi bir eleştiri ile karşılaşmış bulunmaktadır. Elbette Joe BİDEN’ın uygulamak durumunda kaldığı bu politika, kendisi için yıpratıcı olsa da Çin’i yeni dünya düzeninin merkezi haline getirmeye çalışan efendilerinin planına uygun olarak atılmış bir siyasi adımdan başka bir şey de değildir. Yakın gelecekte ABD tarihi yazılırken, muhtemelen kendisinin bunaklığından ve ABD’nin çöküşüne neden olan politikalarından da bahsediliyor olacaktır...
Orta koridorun Türkistan hattının, Türk Devletler Birliği tarafından kontrol edilir hale gelmesi ve Türkiye ile Pakistan ve Rusya ilişkilerinin, Çin’in ve dolayısıyla küreselcilerin, GELECEĞE İLİŞKİN STRATEJİK HEDEFLERİNİ TEHDİT EDİYOR OLMASI KARŞISINDA, küreselci para baronlarının ; Tacikistan- Afganistan – İran- İsrail hattı üzerinden bir alternatif geliştirme düşüncelerinin bulunduğu da görülmektedir. Aslında bana soracak olursanız GİZLEDİKLERİ ASIL HAT da burası olduğu gibi STRATEJİLERİNİN TEMEL HEDEFİ de bu hattın mutlak surette oluşturulmasını esas almaktadır. KÜRESELCİLER ; ÇİN- İSRAİL KARA HATTINI OLUŞTURMAK, Akdeniz’i kontrol altına almak, İsrail’e köle ordusu olarak hizmet edecek Çin’in yardımıyla Ortadoğu’yu, Büyük İsrail hegemonyasına açmak ve Afrika’yı da modern kölelerin diyarı haline getirme hayali içinde bulunmaktadır.
ABD’nin kısa süre önce , Afganistan havaalanının işletilmesini Türkiye’ye bırakma teklifi de bir GÖZ BOYAMA TAKTİĞİ’nden başka bir şey değildir. Gerçekte böyle bir şeyi kesinlikle istememektedirler. Bu teklifin hemen ardından Türkiye’deki işbirlikçi tayfasını harekete geçirerek oluşturmaya çalıştıkları Afganistan karşıtlığı, gören gözler nezdinde bunun en büyük delilidir. ABD, Taliban ile düşmanmış gibi görünse de aslında şuan için Taliban’ı kontrol eden güç konumunda bulunmaktadır. Ancak TALİBAN’IN SOSYOLOJİK TEMELLERİ , bir süre sonra bu yapının ABD kontrolünden çıkma ve Türkiye ile yakınlaşma ihtimalini de barındırmaktadır. İşte kanaatimce ABD’nin asıl korkusu da bu noktada toplanmaktadır ve ABD politikaları, bu korkuyu bertaraf etmeye yönelik olarak şekillenecek gibi görünmektedir. Türkiye, gerek Pakistan’la ve gerekse Afganistan’ın komşularıyla olan ilişkileri geliştirip, Taliban üzerindeki etkisini arttırdıkça ; ABD yönetimi de Türkiye’nin önünü kesmek için faaliyetlerini arttıracaktır.
Bu bağlamda ABD’nin Irak ve Suriye’den çekilme söylemi de gerçekçi olmamakla birlikte, bu söyleme bağlı olarak şekillenecek göstermelik bir çekilmenin, Türkiye ile İran ve Rusya’yı karşı karşıya getirme ve çatışmalarını sağlama stratejisini gerçekleştirmek üzere hazırlanan bir TUZAK olduğunu şimdiden görmek gerekmektedir.
Türkiye ; ırkçı, yaşlı ve faşist zihniyetli Avrupa’yı ; mülteci kartı, enerji hatları , ticaret hacmi ve Rusya ile birlikte hareket etme yaklaşımıyla üstü örtülü de olsa askeri olarak tehdit ederek, karşısında konumlanmasını engellemektedir.
Yine Türkiye, İngiltere ile birlikte bazı açılımlara girerek, Avrupa Birliği’ne karşı alternatifsiz olmadığını ortaya koymakta ve Avrupa Birliği’ni ; Afrika- Orta ve Doğu Akdeniz ve Kıbrıs politikaları ile stratejik olarak sıkıştırmaktadır.
Türkiye’nin bu hamlelerine karşı küreselciler ; Yunanistan’ı Türkiye’nin karşısına sürmek, Ukrayna ilişkileri ve Karadeniz’de gerçekleştirilen provokasyonlar kullanılarak Türkiye-Rusya ilişkilerini germek, BAE- Bahreyn- Suudi Arabistan- Mısır- Kıbrıs Rum Kesimi- Fransa ve Yunanistan üzerinden Türkiye’yi bölgede pasifize etmeye çalışmak, Ermenistan- Azerbaycan savaşını kullanarak Türkiye ile Rusya’yı karşı karşıya getirmek ve en önemlisi de içimizdeki işbirlikçi hainlerin ürettiği yalan ve algı operasyonları ile kendilerine en büyük engel olarak gördükleri Sayın ERDOĞAN’ı düşürmeye veya 2023 seçimlerinde başarısız kılmaya çalışmak şeklindeki hamlelerle karşılık vermektedir.
Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti Devleti yönetimi, kendisine diz çöktürmek için yapılan ekonomik saldırıları kırmayı da başarmıştır. İhracatımız, 207,5 milyar Doları yakaladığı gibi cari dengemiz cari fazla vereceğimiz bir sürece doğru hızla ilerlemekte, ekonomimiz tarihi büyüme rakamlarına ulaşmakta , brüt döviz rezervlerimiz 115-120 milyar Dolar bandına ulaşmış bulunmaktadır. Türkiye’ye yönelik doğrudan yatırımların artması, ekonomik nitelikli maden ve doğalgaz keşifleri, yapılan yatırımların geleceğe yönelik pozitif etkileri, silah üretimindeki devasa gelişmeler, DOĞMAKTA OLAN BÜYÜK TÜRKİYE’NİN BİRKAÇ YIL İÇİNDE HERKES TARAFINDAN GÖRÜLMESİNİ SAĞLAYACAKTIR.
Dünya’yı yeni bir sistemle hegemonyaları altına almak, yeni bir köle düzeni kurmak ve kendilerini yaratıcı yerine koyacakları bir dünya inşa etmek isteyen küreselci paganların önünde iki engel bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Türk milletinin, ikincisi de İslam dininin varlığıdır. Küresel gerçekliklerin farkında olan bir liderin etrafında toplanmış Türk Milletinin olmadığı ve mücadele bayrağı açmadığı bir dünyada, ne ümmetin ne de din-i mübin-i İslamın selamet bulabilmesi mümkün değildir.
Sayın Erdoğan liderliğindeki Türkiye Cumhuriyeti Devleti, her alanda mutlak galibiyet elde edememiş olsa da kendisine karşı yapılan tüm hamleleri boşa çıkarmayı ve aleyhine kurulan ittifakları büyük oranda pasifize etmeyi başarmıştır. Yaşadıklarımız, eksikliklerimizi ve yetersizliklerimizi görmemizi sağlamakta, kısmi başarılarımız ise bize ihtiyacımız olan zamanı kazandırmaktadır. İçeride güçlendikçe, birliğimiz, derinliğimiz ve mücadele azmimiz arttıkça ; dünya sathında da güçlenecek daha da yenilmez bir şekle bürünecek ve düşmanlarımıza karşı korku salan bir hüviyet kazanacağız…
Ve eninde sonunda gerçek düşmanımızla savaş meydanında karşılaşacağız.
O kutlu savaş meydanına yüzü AK çıkmak ve büyük mücadeleden manen pay almak isteyenler, günümüz perspektifinde içte ve dışta ve şimdilik hazırlık süreci gerçekleştirilen mücadeledeki konumunu çok iyi belirlemelidir…
Kişiler inanç sahibi olup olmadıklarını, hak ile batıl arasındaki mücadelede bulundukları safı bu noktada belirleyeceklerdir. Batılın, küfrün, şeytani güçlerin, paranın ve dünya nimetlerinin yanında saf tutanların, inandığını söyledikleri ancak yaptıklarıyla inanmadığını ortaya koydukları inançsızlıkları için ahir hayatlarında elde edecekleri tek şey, ateşle gerçekleşecek ebedi bir terbiye ve ceza olacaktır.
SONRA UYARMADI DEMEYİNİZ…
Zillet ehlinin ; inançsızca , fütursuzca , hakaretamizce ve saplantıyla söylediği ve ne kadar kaşarlı bir İslam düşmanı olduğunu gösteren her şey, boyunlarına dolanan bir cehennem sarmaşığı olacaktır…
Meydan okumaya cesaret olanları ; Allah’a , resulüne, İslam’a , ümmete ve hepsinin hizmetkarı Müslüman Türk Milleti’ne ve onun müslüman liderine karşı meydan okumaya davet ediyorum ki biz durumun farkında değildik savunmasına girmeyesiniz… Sizler ne kadar fitne üretseniz de bizler size karşı yine de galip geleceğiz. Çünkü Allah’a savaş açan sizlere karşı Allah’ın yardımı, onun rızası için mücadele eden bizlerle yani ümmet-i İslam, onun sancaktarı Müslüman- Türk milleti ve kutlu bir komutanla olacaktır...
Biz Müslüman değil miyiz diyenlere de vallahi biz bilmiyoruz, hiç de göstermiyorsunuz diye cevap verirken, tüm dostlarıma sevgi ve saygılarımı sunuyor, Aziz ve Muktedir olan Yüce Allah’ın her daim yardım edenimiz olması duasıyla sözlerime son veriyorum…
05.09.2021 // 17.11
SEDAT ÇETİNKAYA
.AYETEL KÜRSİ ÜZERİNDEN, AZİZ VE MUKTEDİR OLAN YÜCE ALLAH’I ÖĞRENMEK…
Kıymetli Dostlarım ! bildiğimiz evren , kabaca saniyede 300.000 km hızla ilerleyen ışığın, evrenin yaratılış anından itibaren sonsuz sayıdaki yöne doğru hareket etmeye başladığında , hala sonuna ulaşamadığı ve bir sonu olup olmadığı da belli olmayan bir büyüklüğü ifade etmektedir ki insanın aklen bunu kavrayabilmesi de pek kolay değildir…
Ayrıca bu evren içinde bulunan ve dünyamız gibi küçük bir gezegenin, büyüklükleri karşısında "bir hiç" olarak tanımlanabileceği ve sayısını saymaya bile imkanımızın olmadığı gök cisimlerinin varlığını da meseleye dahil ettiğimizde, bildiğimiz hiçbir gücün bu devasa büyüklüğü yaratmaya muktedir olmadığı gerçeğiyle de karşı karşıya kalırız. Ancak bunun için bu perspektifi önümüze koyarak, Yüce Rabbimizin bize her fırsatta önerdiği gibi düşünmemiz, tüm varlığımız ve hislerimizle de muhakeme etmemiz gerekmektedir.
Samanyolu galaksisindeki büyük ve bize yakın yıldızları görebildiğimiz bu evrenin, sadece birinci kat semayı teşkil ettiği kanaatini taşıdığımı da bu bağlamda ifade etmek isterim. Aklımızın bile alamadığı bu büyüklüğe, kendinden öncekilerin toplamının diğerinin yanında bir hiç konumunda kaldığı 7 kat sema, Kürsi , Cennet ve Cehennem- Levh-i Mahfuz, Arş-ı Ala gibi en azından isimlerini bildiğimiz alemleri dahil ettiğimizde, bu mevcudiyeti yaratan varlık karşında SECDEYE KAPANIP ; gerçekten çok büyüksün, sen mutlak bir güç sahibisin, senin kudretin herşeyi kuşatmıştır, acizliklerine bakmadan tanrılık iddiasında bulunanlar, ilahlığına ortak koşanlar ancak vasıfsız birer yalancıdır, sen her türlü eksiklikten münezzeh bir varlıksın, seni doğuran olamayacağı gibi senin doğurduğun ya da birlikte hareket ettiğin bir ilah da olamaz, sen sonsuz geçmişten sonsuz geleceğe gidensin, sen zamana tabi olmayan varlıksın, hiçbir şeyin seni acze düşürebilmesi mümkün değildir, sen yaşamın sahibisin, bu büyük düzen ancak senin kudretinle ve ilminle varlığını koruyabilir, bir şeyi yaratmak istemen için ol demen yeterlidir, bu aczimize rağmen varlığına şerh düşen, seni inkar eden hatta sana küfreden bizi anında yok etmemek ancak ve ancak senin şanından ve merhametindendir diye sonsuza kadar uzanacak bir övgü manzumesi oluşturmamız gerekirdi…
İşte yüce Rabbimiz, Ayetel Kürsi olarak bilinen ayetleriyle bize bu gerçeğin kapısını açmakta ve ÖNCELİKLE kendisinden başka hiçbir ilahın bulunmadığını, mevcudiyetinin mutlak olduğu gibi her türlü yaşamın ve varlık şeklinin sahibinin de kendisi olduğunu, yarattığı düzenin de o düzeni mevcut kılma iradesine tabi olduğunu, istediği zaman bu düzeni yok edebileceği gibi istediği değişikliği yapma gücüne sahip olduğunu, kendisini sınırlayan hiçbir gücün söz konusu olamayacağını, irade etmediği hiçbir şeyin var olamayacağını ve yarattıkları üzerinde de mutlak yani eksiltme getirilemeyecek bir hakimiyete sahip olduğunu bildirmektedir.
Yine yüce Rabbimiz ; ne bir uykunun ne bir gafletin ne de mutlak hakimiyetini etkileyecek bir durumun söz konusu olamayacağını ve bir anlamda kendisini tahayyül ederken insana ve diğer yaratılmışlara ilişkin eksiklikler ve zafiyetler dahilinde düşünmememiz gerektiğini de bizlere bildirmektedir. Böylelikle ; Allah’ın varlığına inandığı halde onun yaşama müdahale etmediğini, bu ayrıntılara hakim olabilmesinin ve bu ayrıntılar düzeninin, devamlı bir biçimde idare edilebilmesinin mümkün olmadığı savını ortaya atan deistlere de bir cevap verilmiş bulunulmaktadır. Allah c.c. hazretleri ; yarattığı herşeyi kuşatan isimleri çerçevesinde bizler nezdinde tecelli bulan kudretiyle, mevcudatın en hassas noktalarına dahi hükmetmektedir. Yaratılmış hiçbirşeyin, Allah’ın mutlak hakimiyetinin dışında tanımlanabilmesi de mümkün değildir. Yani Allah, bir bal arısının tüylerinin sayısını da kanadını kaç defa çırptığını da o arının çiçekten topladığı özden aldığı tadı da yavrusuna duyduğu şefkati de burnunun ucundaki kaşıntıyı da uçarken yaşadığı tedirginliği de bilir ve bu durum yarattığı tüm canlı ve cansız varlıklar için de eksiksiz bir biçimde geçerlidir. Allah, yaratma konusunda sonsuz ilim sahibi bir varlıktır onu sınırlayan ancak bizim sınırlı düşünme biçimimiz ve kapasitesi belirli olan cüce beynimizdir.
İşte herkes bilmelidir ki hiç kimse veya hiçbir varlık, bu evrende Yüce Allah tarafından yaratılmış hiçbir şeyin sahibi de değildir. Her şey onun mülkünün bir parçasıdır. İnsanoğlu, anlamsız bir tavırla kendisini mülk edinme konusunda hak sahibi addetmektedir ancak bu durum da tamamen bir yanılsamadan ibarettir. Bu yanılsamayı, ölüm vakti gelen her insan şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde idrak etmektedir ancak çoğu zaman bu idrak geç kalmış bir idrak olmaktan öteye geçememektedir.
Şimdi böyle Yüce ve hükümranlık sahibi olan Allah’ın nezdinde, insanlar ve cinler için gerçekleşecek yaşam sorgusunda ; o Allah izin vermeden şefaat edebilecek, insanı veya cinniyi kurtarabilecek hiçbir varlık da bulunmamaktadır. Yani Allah’a karşı o lütfetmediği , izin vermediği sürece hatır koyabilecek bir varlık da yoktur. Yüce Rabbimiz bu noktada bize ; kendisinin rızasını, düşüncesini, hükmünü gözetmek yerine dünyada peşinden gittiğimiz sanatçılar, kurtarıcılar, uğrunda ölmeye hazır olduğunu söylediğimiz devlet adamları, çocuklarımız, çok sevdiğimiz yakınlarımız, sözümüzü ikiletmeyen dostlarımız gibi kişilerin , zatı nezdinde hiçbir yetkilerinin bulunmadığını net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Yine yüce Rabbimiz, zaman diye bir kavrama tabi olmadığından, herşeyi kuşatan ilmi dahilinde, ezeli geçmişi ve ebedi geleceği de bilmektedir. Zaten böyle olduğu için Allah’tır. Böyle olmamış olsaydı, o varlık eksik ve zafiyete uğrayabilecek bir varlık olurdu ve yarattıkları üzerindeki hakimiyeti de mutlak olmazdı. İşte bu nedenle Ayetel Kürsi’de zatını, kullarının önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bilir şeklinde tanımlamaktadır. Bu bilme durumu ; imtihan halindeki kullarıma müdahale ederim, onlar benim çizdiğim kader dışında hareket edemezler demek değil ; ben bilirim ancak kulum iradesinde benim çizdiğim kader perspektifi dahilinde serbesttir şeklindeki bir bilmedir. Bir örnekle ifade edecek olursak ; Ahmet, Mehmet’in kafasına masada duran taşı atmayı ve onu öldürmeyi düşünmektedir. Bu sahnenin oluşumunda insanın bir dahli yoktur sahneyi imtihan sürecinde bir kader tecellisi olarak Allah oluşturmuştur. Ahmet irade etmiş ve taşı Mehmet’in kafasına atmıştır. İrade eden Ahmet’tir ancak bu iradeye bağlı olarak olayın oluşmasına izin veren, herşeyi kuşatan iradesiyle olaya herhangi bir sorumluluk taşımaksızın katılan da Allah’tır. Yani bu meseledeki sorumluluğu, “kaderimde böyle yazılmış diyerek” ve Allah’ın üzerine atarak kurtulma imkanı bulunmamaktadır. Ancak Allah, Ahmet’in irade etmesine rağmen bu eyleme izin vermemiş olsaydı, Ahmet o taşı atamaz, bu fiili öngörülen şekilde engellenirdi. Lakin atılan taş, tam o sırada koşarak oradan geçen Ali’nin koluna isabet etmiştir. İşte bu durumda yaşananların hepsi kader ve kaza içinde değerlendirilmesi gereken hususlardır. Ahmet hem Mehmet’i öldürmeye teşebbüs etme iradesinden dolayı hem de Ali’ye vermiş olduğu zarardan dolayı hesap verecektir. DOLAYISIYLA KUL, ORTAYA KOYDUĞU İRADESİNDE, ALLAH’IN TAKDİR ETMİŞ OLDUĞU KADERİN SINIRLARI DAHİLİNDE SERBEST VE AYNI ZAMANDA DA SORUMLUDUR. Kader meselesinin gelecek boyutunu anlamak isteyen herkes, bizim için gelecek olan şeyin aslında zamana tabi olmayan Allah için olup bitmiş bir gerçekliği ifade ettiğini idrak etmek durumundadır. Allah bırakınız kıyamete kadar olacakları, sonsuza değin olacakları da bilmektedir. Zaten onun takdir etmediği, izin vermediği hiçbir şeyin olma ve yaşanma imkanı da yoktur. Allah’ın bu bilgisi ; zamana tabi olmamasından, mülkün sahibi olmasından ve kısaca tüm eksik sıfatlardan münezzeh mutlak hükümranlık sahibi bir varlık olmasından kaynaklanmaktadır.
Oysa bizim o çok övündüğümüz ilmimiz, Allah’ın bize takdir ettiğinin ötesine geçmemiş ve geçmeyecektir. Örneğin insanoğlu istese de bütün ilimlere sahip olduğunu düşünse de yaratamayacak, ölüme çare bulamayacak, kaderin hükmünden kurtulamayacak, kıyamet gününü ve yaşanacakları engelleyemeyecek, hesaba çekilmekten kaçamayacaktır...
Allah’ın gücü ve hakimiyeti dışında kalan bir yer de yoktur. Tüm yerler yani evrende yaşanabilecek tüm zeminler ve bu zeminlerin üzerindeki atmosfer , uzay boşluğu gibi tüm mekansal yükseklikler ve evrendeki tüm semalar, her daim Allah’ın mutlak gücü ve hükümranlığı altındadır. Bu dünyadan kaçarak, uzayda koloniler kurarak, uzaylı varlıklarla hatta kendine bile yararı olmayacak olan Şeytan’la ittifaklar yaparak, Allah’tan kaçabilmek mümkün değildir...
Ve işte bütün bunları yaratmak, idare etmek, gözetmek, düzenlemek gibi sonsuz şekilde hazırlanabilecek bir listenin oluşturduğu iş yükünün, Allah’a bir nebze olsun vereceği bir ağırlık ve bir meşakkat de yoktur.
Çünkü Allah çok Yücedir ve çok Büyüktür…
İşte bu nedenle onu sevdiği şekilde ; SübhanAllahi ve bihamdihi , SübhanAllahil azim dilerek analım…
29.08.2021 // 01.33
SEDAT ÇETİNKAYA
.KEMAL KILIÇDAROĞLU VE MACERALARI…
FETÖ’nün, ABD çıkarlarına uygun olarak hareket etmeyen Sayın Deniz Baykal’a yönelik olarak gerçekleştirdiği kaset operasyonu neticesinde CHP’nin başına bela edilen, sutre gerisinden sinsice mücadele etmekten hoşlanan, kendisine verilen sufleleri saf ayağına yatarak ısrarla ve papağan gibi söylemekten ve hayal dünyasında yaşayıp koltuk rüyası görmekten başka bir siyasi kapasitesi bulunmayan, yabancı güç merkezlerinin kullanışlı kadim dostu, HDP- CHP ittifakının mimarı, gezi kalkışmasının gizli kahramanı, Türkiye’de ortaya çıkan her fitnenin müsebbibi diyemesem de baş destekçisi, başkan adayı olmaya cesareti dahi olmadığı halde Türkiye’yi yönetmeye kalkacak kadar zavallı, bir bacımızın çocuğu için “ÖCÜ” olarak göreceği düzeyde halktan kopmuş ve sokağa çıkıp güvenle yürümeyecek kadar da nefret toplamış ve hülasa etrafına topladığı güruhtan “ne menem bir şey olduğu” arife tarif gerektirmeyecek kadar açık olan KEMAL KILIÇDAROĞLU şimdi de ;
"Sözüm söz, Kanun Hükmünde Kararname ile görevden alınan, işine son verilen herkesi görevine iade edeceğim" diyerek FETÖ’ye kucak açtığını bir kez daha davul hatta yanında da zurnayla ilan etmiş bulunmaktadır…
Aslında bu söylemiyle, FETÖ’nün arkasındaki güç olan ABD yönetiminin ve gizli servisinin çıkarlarına amade olduğunu ve bunu gerçekleştirmek için çalıştığını ifade ederek, efendileri nezdinde kendi konumunu güçlendirmeye çalıştığı gibi dikkatleri kendisinden uzaklaştırmak için her fırsatta dillendirdiği FETÖ’nün siyasi ayağının gerçekte kim olduğunu da şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde ortaya koymaktadır. Zira Cumhur İttifakı cephesinde, FETÖ ile iltisaklı olduğu için Kanun Hükmünde Kararnamelerle görevlerinden alınanların, görevine iadesini savunun hiçbir yetkili bulunmamaktadır. Kılıçdaroğlu için FETÖ’nün, Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti için oluşturduğu tehlikenin ve ortaya koyduğu eylemlerin hiçbir önemi yoktur. Çünkü onun, Türkiye ve Türkiye’nin geleceği diye bir derdi de yoktur. Onun amacı, Türkiye’nin gelişmesini engellemek ve Türkiye’nin savunmasız bir şekilde küresel güçlerin kucağına düşmesini sağlamaktır. Bu amacı gerçekleştirmek için ise karşısında aşılmaz bir dağ gibi duran ve kendinde oluşturduğu korkudan karşısında süklüm püklüm olduğu ve kaçacak delik aradığı Sayın ERDOĞAN’ı ; ayak oyunları, algı operasyonları, ekonomik saldırılar, gerçek dışı beyanlar ile yıkmak için kıvranmaktadır.
Güya ana muhalefet partisi lideri olan bu şahsın, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Türk Milleti’nin çıkarı için ortaya koyduğu hiçbir fikir ve proje bulunmamaktadır. Ayrıca her olumlu işe, fikre ve projeye köstek olmayı atlamamak gibi de bir huyu bulunmaktadır. Türk Ordusu, Suriye’de- Irak’da – Katar’da- Libya’da- Afganistan’da- Kıbrıs’da- Doğu Akdeniz’de mücadele içindeyken ortaya koyduğu fitneleri saymak, acil ihtiyacımız olan S-400 alımı konusunda avanesiyle birlikte ortaya koyduğu tavrı unutmak mümkün değildir. Ancak biz alımına karşı olsak ve hiçbir ihtiyacımız olmasa da örneğin bize F 35’i neden vermiyorsunuz diye ABD’ye söylediği tek bir cümle dahi bulunmamaktadır.Çünkü efendilerini suçlayabilmeleri ya da taktik icabı değilse karşısında konumlanabilmeleri mümkün değildir. Bu şahsın, Türk ekonomisinin bozulması için küresel güçlerle birlikte Gezi isyanından bu tarafa ortaya koyduğu olumsuz tavrı ifade etmeye ise kafi gelecek kelime dahi yoktur. Bu şahsın her ortaya attığı söylem, küresel güçlerce yürütülen daha büyük bir stratejinin Türkiye ayağını tesis etmek üzere geliştirilmiş bir algı yönetiminden başka bir anlam ifade etmemektedir. Zaten sözde hesap uzmanı olan birisinin, hükümete borç para bile verme imkanı bulunmayan ve bilançosu devamlı bir biçimde açıklanan merkez bankasının özerk konumu karşısında, 128 milyar Dolar nerede diye sorabilmesini izah etmek de ancak bu gerçeklik dahilinde mümkün olabilmektedir.
Aslında Kılıçdaroğlu oluşturmaya ve binbir çeşit fitne ile ayakta tutmaya çalıştığı çalıştığı zillet ittifakı ile ; Türkiye’yi sınırları içine sıkıştırmış ve iç mücadelelerle hipnotize etmiş bir Pkk’yı istediğini, Ermeni iddiaları üzerinden Türkiye’yi ABD’nin güdümüne sokmak istediğini, Yunanistan ile Türkiye arasında ve Türkiye’nin Yunanistan’ı ezemeyeceği bir askeri güç dengesi istediğini, Türkiye’nin Avrupa Birliği’nin kapı kulu olarak kalmasını arzuladığını, Türkiye’nin kendi göbeğini kendisinin kesmesini sağlayacak bir silah sanayine ulaşmasını istemediğini, Türkiye’nin tıpkı geçmişte olduğu gibi hava savunmasından yoksun olmasını arzuladığını, Türkiye’nin IMF’nin kontrolüne verilen ve büyümeye başladığında budanacak, ölmeye yüz tuttuğunda da sulanacak bir ekonomik perspektife sahip olması gerektiğini, devletin her zaman efendilerine borçlu olmasının garanti altına alınması zaruretinin bulunduğunu, Türkiye’nin yönetim sıkıntısından çıkmasını sağlamış Başkanlık sisteminden , siyasi çalkantılarla boğuşan ve batının sömürgesi konumundaki bir ülkeye dönüşmesini sağlamak için Parlamenter sisteme geri dönüşü hedeflediğini, Türkiye’nin tüm küresel iddialarından , Türk Devletler Birliği’ni oluşturma stratejisinden ve küresel ticaretten pay kapma çabasından vazgeçip kabuğuna çekilme politikasına dönmesini hayal ettiğini vb. ORTAYA KOYMUŞ BULUNMAKTADIR.
Aslında Kılıçdaroğlu, tıpkı İnönü Dönemi CHP’sinin zihniyetini yansıtmakta ve tabi olduğu küresel güçler de tam da bu dönemin Türkiye’sini istemektedir. DÜŞENSENİZE ; “başkan ve birkaç arkadaşı asılmış- ordu yönetime el koymuş -müslümanlar zapturapt altına alınmış- ülkemizin dış dünya ile irtibatı kesilmiş - Türk halkı karne ile idareye tabi tutulmuş - ordu ABD’ye teslim edilmiş, MMU- Hürjet – Atak Helikopteri gibi ne kadar silahımız ve üretim projemiz varsa hepsi gömülmüş- MİT, İsrail’in ve CIA’nın irtibatına açılmış - teşkilat içinde ofisleri oluşturulmuş – Devlet kadroları dönmeler ve hainler ( gerisini size bırakıyorum ) ile doldurulmuş – Kıbrıs kaderine terk edilmiş- Pkk bayram yapmış- Türk askeri Irak ve Suriye dahil heryerden çıkmış- ülke İsrail marşı olan “Türkiyem” şarkısı ya da İsveç türküsü olan “Dağ başını Duman almış ( Gençlik Marşı )” ile çınlamış, dünyada bize güvenen devletler yüzüstü bırakılmış, kendini yönetecek başarıyı sergileyemeyen Müslümanların karılarının kızlarının başörtüsüne el atılmış, sakallı dedelere bile sakalları kestirilmiş- sarıklı cübbeli kardeşler kim vurduya getirilmiş- camiler ikinci bir emre kadar kapatılmış, İmam Hatip Liseleri lağvedilmiş, bira resmi içecek ilan edilmiş, her mahalleye Kılıçdaroğlu’nun heykelleri dikilmiş, devlet daireleri II.Kemal’in resimleriyle doldurulmuş, analar Kılıçdaroğlu adına ninniler söyler, ABD’nin vur dediği vurulur, öl dediği yerde ölünür olmuş vs” …
EY GEÇMİŞİ ŞANLI ZAFERLER VE BÜYÜK MÜCADELELERLE DOLU OLAN MÜSLÜMAN TÜRK MİLLETİ’NİN EVLATLARI ! biraz daha gevşek davranacak, ne yaptığınızı bilmeyecek olursanız ; vatan- millet- namus- bayrak- ülke- devlet – din- iman diye sahip çıktığınızı ifade ettiğiniz herşeyi kaybettiğinizi görmeniz mümkün bulunmaktadır. Şeytan ve avanesini teşkil eden küreselci paganlar, dört gözle düşmemizi beklemektedir. Sahip olduğumuz gücü kaybedecek olursak, büyük bedeller ödeyeceğimiz mutlaktır. İyiki Allah c.c. hazretleri , sonsuz bir gayretle mücadele eden başkanımız ve hak rızası dışında bir beklentisi olmayan , canı pahasına mücadele eden isimsiz kardeşlerimiz var da her şey birilerinin istediği gibi gerçekleşmemektedir.
Ancak bu kimseye hesap sorulmayacağı anlamına da gelmemektedir. Aslına bakacak olursanız karşı karşıya olduğumuz durum karşısında kimsenin gülmeye bile hakkı yoktur.
Er kişiysek görevimiz neyse başaracak, zevke eğlenceye hayvanların da koştuğunu unutmayacak, bu dünyada mefkuresinden başka her varlığı unutan kahramanlar gibi yaşamayı ve düşmanlarımızın karşısında kalmayı başaracağız…
SEDAT ÇETİNKAYA
.BİR MUHALEFET PARTİSİNİN, İŞBİRLİKÇİ VE VATANINA İHANET EDEN BİR PARTİ OLDUĞUNU ANLAMANIN 13 YOLU…
Siyasi iktidarın seçimle belirlendiği bir yönetim sisteminde, İKTİDAR demek ; ülke vatandaşlarından almış olduğu oyla, ülkeyi yönetmek için yetkilendirilmiş siyasi yapı ve bu yapıyı temsil eden kişiler demektir.
MUHALEFET ise, siyasi meselelere ve ülkenin sorunlarına yönelik olarak farklı bir bakış açısı taşımakla birlikte ; ülkesinin gelişmesi için iktidara yön verecek projeler üretme çabası içinde bulunan, icraata ilişkin ve güncel meselelere yönelik olumlu fikirler ortaya koyan, iktidarı her yönüyle kontrol eden, yapılanları değil eksik yapılanları ve yapılmayanları eleştirerek, iktidarda olmamasına rağmen ülkesinin gelişimine maksimum düzeyde katkı sağlayan ve ülkeyi yönetebilme yeterliliğine daha çok sahip olduğunu ortaya koymak için büyük bir mücadele yürüten ve yönetimi devralmaya hazır kadrolara sahip olan siyasi yapı ve bu yapıyı temsil eden kişilerdir.
Bu bağlamda Türkiye’de AK PARTİ HÜKÜMETLERİ ; kendisine bir üçüncü dünya ülkesi konumunda teslim edilmiş, IMF kucağında inleyen, Avrupa Birliği kapısında süründürülen, NATO’nun emireri, ABD yönetiminin yancısı konumuna getirilmiş itibarsız bir DEVLET’İ , günümüzün en modern ülkelerinden biri haline getirmiş – CHP zihniyetine teslim olanlar hariç tutulacak olursa ülkemizin tüm şehirlerini ve yapı stoğunun büyük bölümünü elden geçirmiş- yüzlerce yeni baraj, sulama tesisi ve gölet inşa etmiş - ülkemizi ; nükleer enerji projelerini tamamlama yolunda hızla ilerleyen, enerji üssü haline gelmiş, liman ve lojistik kapasitesi hayal bile edilemeyecek seviyede artan bir konuma ulaştırmış- yol kapasitemizi ruhunu batılı efendilerine satmışların alt alta koyup toplayamayacağı ölçüde büyütmüş- demiryolu ve hızlı tren yatırımlarıyla insanımıza ve küresel ticarete yeni ufuklar açmış- sağlık sistemi ve hastaneleri dünyaya örnek gösterilen bir ülkeye dönüştürmüş- köhne devlet binalarının yerine devletimize itibar kazandıran binalar yaptırmış- şehir merkezlerinde bile 80 kişilik sınıflarda öğretimin sürdürülmeye çalışıldığı sistemi yüzbinlerce derslik yaparak rahatlatmış- eğitimi parasız hale getirmiş- üniversite harçlarını kaldırmış- isteyen her öğrenciye kredi//burs imkanı sağlamış- üniversiteleri seçkin bir azınlığın güdümünden çıkarıp her şehirde üniversiteler ve yüksekokullar kurmuş- 67 milyondan 83,6 milyona ulaşan hatta göçmenlerimizle birlikte 90 milyonu aşan nüfusumuza istihdam oluşturmuş- en hafif tabiriyle Kılıçdaroğlu’nun batırdığı Sosyal Güvenlik Sistemi’ni herkesi en azından belirli ölçülerde rahatlatacak şekilde yeniden kurmuş- tüm insanımızı sosyal güvenlik şemsiyesi altına almış- 80 yılda ulaştığımız toplam ekonomik büyüklüğümüzü asgari 3 kat büyütmüş ve bu büyüklüğün daha da ileri bir noktaya taşınması için büyük yatırımlar gerçekleştirmiş, yerli ve yabancı yatırımcıların önünü açmış- basit bir tabancayı bile üretemeyen bir ülkeden dünyanın en güçlü silah sanayilerinden biri olma yolunda hızla ilerleyen bir sistemi dizayn etmiş – Türk ordusunu dünyanın en güçlü ve modern ordularından biri haline getirmiş- dünyanın her yerinde Türk Milleti’ni ilgilendiren eserleri restore edip ayağa kaldırmış- Büyükelçilik//Konsolosluk ağını dünyanın her yerine yaymış- Türkiye’yi hava ulaşımının kilit ülkesi haline getirmiş – derin deniz sondajları dahi yapabilecek kapasitede dünyanın en güçlü maden// doğalgaz arama filolarından birisini kurmuş- 2002 yılında “0” olan altın üretiminin yıllık 100 tona ulaştırma hedefi doğrultusunda ilerleyen, maliyet sorunları olsa da tarım ve hayvancılıkta geçmişle mukayese edilemez ölçüde gelişmiş bir üretim altyapısını kurmuş- milyarlarca fidan dikilmesini sağlamış- IMF’e olan borçları bitirmiş ve tüm baskılara rağmen yeni bir stand-by anlaşması imzalamamış- geçmiş onlarca iktidar döneminde biriken ve hiçbir yönetimin ağzına almaya cesaret dahi edemediği zorunlu tasarruf ödemelerini milletimize geri ödemiş- ülkemizde toplu konutlar yaptırmış- doğal felaketler neticesinde oluşan zararlar bağlamında birçok şehri yeniden inşa etmiş – askeri birliklerimizi milletimize yakışır koşullarda ve güvenliğin en üst düzeyde olduğu ortamlarda bulunur hale getirmiş- küresel güçlerin güney sınırlarımız boyunca oluşturmaya çalıştığı tampon devleti, küresel güçlere ayrı ayrı kafa tutarak ve düşmanlarını yok etmek suretiyle parçalamış- Kıbrıs’ı CHP zihniyetinin bir başka versiyonu olan kokuşmuş işbirlikçi bir yönetimden kurtarmış- Libya ve Karabağ’da küresel güçlere diz çöktürmüş- Katar’ı koruması altına alarak koruması altındaki hiçbir devlete zarar verilmesine müsaade etmeyeceğini tüm dünyaya göstermiş – pısırık bir ülkeden dünya beşten büyüktür diyen ve Türk Devletler Birliği’ni oluşturma yolunda kararlılıkla ilerleyen bir ülke konumuna yükseltmiş- ülkemizdeki işbirlikçilerin anında tırsıp ABD’ye yalvaracağı Doğu Akdeniz//Adalar Denizi geriliminde yedi düvele savaş resti çekmiş- Türkiyemizi, Avrupa Birliği’ni ; "ekonomik gücü- ticaret yollarındaki hakimiyeti- enerji üssü oluşu, mülteci kozu- Balkanlar’daki hakimiyeti- Polonya- Ukrayna ve Macaristan ile geliştirdiği ilişkiler- Rusya ve İngiltere ile birlikte çalışma kapasitesi" ile tir tir titreten, soğuk terler döktüren bir ülke konumuna yükseltmiş ve kolları Pakistan’dan Japonya’ya Başkurdistan’dan Afrika içlerine değin uzanmış VE HÜLASA GÜCÜ, TARİHTE KURMUŞ OLDUĞU TÜM DÜNYA DEVLETLERİNİN BAKİYESİNDE VE ETKİLEDİĞİ ÇEVRELERDE HİSSEDİLEN BİR GÜÇ HALİNE GETİRMİŞTİR....
İşte şimdi zurnanın zırt dediği yere geldiğimizde, iktidarı temsil eden Ak Parti hükümetleri ve başkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, bu hizmetleri ve bu büyük dünya açılımını ortaya koyarken, içimizdeki muhalefetin ne yaptığı ve milli bir muhalefeti temsil edip etmediği çok önemlidir. Şayet bu hizmetler yapılırken, Sayın Erdoğan ! şu işi eksik bıraktınız, şunu daha iyi yapmalıydınız , bizim de bu hususta bir projemiz var ve bunu uygulamayı da bir değerlendiriniz kabilinden bir tavır sergilemişlerse, o muhalefete milli bir muhalefet demek mümkün bulunmaktadır.
1. İktidarın her yaptığını fütursuz bir biçimde eleştiriyorsa,
2. İktidarın her icraatına karşı, “YAPTIRMAYIZ- İSTEMEZÜK” başlığı altında ortaya konabilecek bir tavırla hareket ediyorsa,
3. İktidarı, yabancı devletler nezdinde küçük düşürecek uygulamalara girişiyor ve iktidarı, yabancı merciler nezdinde şikayet ederek, kendine şerik olarak yabancı memleketlerden mihraklar aramanın kapısını açık tutuyorsa,
4. Ülke savunmasını ve milli çıkarları ilgilendiren bir hususta, açık muhalefetle karşıtlık oluşturuyorsa,
5. Ülkesini , IMF’ten kredi almaya teşvik eden uygulamalar noktasında gizli ilişkiler ve pazarlıklar yürütüyorsa,
6. Yabancı ülke yönetimleri , başkanları ve fonlarıyla işbirliği içinde ülkesinin yönetimini değiştirme çabası içine giriyorsa,
7. Kuralsızlığı, hukuksuzluğu , terörü ve halk hareketlerini, iktidarın üzerinde bir baskı aracı olarak kullanmaya tevessül ediyorsa,
8. Milletin çıkarına hareket etmek yerine iktidar düşsün de ; döviz fiyatlarının yükselmesi, ülkesinin yıkılması, yanması, zorda kalması, faizlerin yükselmesi, enflasyonun artması, güvenliğin tehlikeye düşmesi, ekonomik sıkıntı oluşması, ülkesinin dünya kamuoyu nezdinde itibar kaybetmesi hiç önemli değil yaklaşımıyla hareket ediyorsa,
9. Devleti ve hükümeti aleyhine faaliyet gösteren ve terör örgütü olduğu ortaya çıkan yapıların etki ajanlarıyla dikkat çeken bir işbirliği bulunuyorsa,
10. Ülke sathında iktidar aleyhine provokasyon tertiplemek, algı operasyonu geliştirmek, toplu yalan ve itibarsızlaştırma faaliyetlerinde bulunmak ve bunu, yabancı etki ajanları ve bunların küresel temsilcileriyle birlikte gerçekleştirme çabası söz konusuysa,
11. Yabancı güçler, ülkede darbe yapmaya ya da iktidarı değiştirmeye yönelik yaptırım gibi eylemlere çağrılıyorsa ve hatta başkanlık seçimlerinde ortaya çıkacak ortak adayın yabancı güçlerce belirleneceği söylemi ortaya konuyorsa,
12. Ülkeye yatırım yapacak yabancılar, "sakın gelmeyin" söylemi ile ya da Kanal İstanbul örneğinde olduğu gibi yatırımlarının tehlikeye gireceği savı ile tehdit ediliyorsa,
13. Bütün bunlar yapılırken, küresel güç merkezlerine teslimiyetçilik ve işbirlikçilik ve onların ülkemizdeki sözcülüğü dışında ortaya konan ve milli kimlik taşıyan alternatif siyasi tavır ve proje bulunmuyorsa, ORTADA BİR MUHALEFET DEĞİL, BİR İHANET VAR DEMEKTİR.
İşte daha yüzlerce madde eklenebilecek bu gerçeklik listesi karşısında bize düşen ; siyasi fikirlerimizden, alışkanlıklarımızdan, bilinçsizce şekillenmiş tercihlerimizden ve hatta saplantılarımızdan bağımsız olarak düşünerek, ülkemizdeki muhalefetin durumunu değerlendirmek ve böyle bir muhalefete verilecek desteğin, VATANA İHANETE İŞTİRAK olduğunu idrak etmektir…
Herkes , yaşadığı gibi düşünür ve birgün düşündüğü gibi de ölür…
Yıllar içinde yaşayarak öğrendiğim ve bence çok değerli bir gerçek, imansız olanların ve milli kimlik taşımayanların vatanının da devletinin de olmadığıdır.
İnsanlar, öncelikle Allah için, sonra aileleri için sonra da milleti için her fedakarlığı yapabilir. İşte bu değerlere sahip olmayanların ne bir vatanı ne de bir devleti bulunmayacağı gibi YAPAMAYACAĞI İHANET DE YOKTUR.
24.08.2021 // 23.20
SEDAT ÇETİNKAYA
.HAYALDEN GERÇEĞE- YALANDAN DOĞRUYA – DOĞRUDAN, HAKKA VE KURTULUŞA ULAŞMAK…
Ülkemizdeki işbirlikçi CHP zihniyetinin ve kendisini ABD’ye satan İslam düşmanı masonik odakların kaşarlı temsilcilerinin gerçekleştirmiş olduğu, şapkalı şişko konumundaki en büyük masonun da yardakçılığını yaptığı 28 Şubat postmodern darbesine yönelik olarak milletimizin vermiş olduğu siyasi tepki ve oluşturmuş olduğu birlik ruhuyla iktidara gelen AK PARTİ, tam anlamıyla batmış ve genel durumu itibariyle de 3 ncü dünya ülkesinden hallice konumda bulunan ülkemizin yönetimini elde etmişti…
Bu hususta yaşı yeten ve AKLI BAŞINDA OLAN HERKES, ülkece sahip olduklarımızın büyük bölümüne Ak Parti iktidarı döneminde kavuştuğumuzu gayet iyi bilmektedir. Kısaca belirtmek gerekirse, geçmiş 80 yılda yapılanların her alanda asgari 5 -10 katı büyüklüğündeki bir hizmet, daha yüksek bir kalite ile sadece 20 yılda ortaya konulduğu gibi özellikle son 5 yılda oluşturulan tüm zorlamalara ve gerçekleştirilen saldırılara rağmen, ülkemiz büyük bir dönüşümü gerçekleştirerek dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olmak için gerekli atılımları yapmanın eşiğine gelmiş bulunmaktadır.
Öncelikle belirtmek isterim ki bir ülke ekonomisi için en önemli husus ÜRETİMDİR. ÜRETİMİ GÖSTEREN ŞEY, TOPLAM MAL VE HİZMET MİKTARI İSE DE ; ihracat miktarı, ithalat miktarındaki oransal düşüş, ödemeler dengesindeki düzelme, mal ve hizmet fiyatlarında enflasyona neden olmayan bir dengelenme halinin varlığı, istihdamın ve makine kullanımının artması gibi hususları da tali açıdan sayabilmek mümkündür.
Bu bağlamda 2000 yılında 67,7 milyonluk bir nüfusa sahip olan ülkemizde önemli bazı verileri kabaca belirlediğimizde ; 27,7 milyar Dolar’lık bir ihracatımızın, 54,5 milyar Dolar’lık da bir ithalatımızın bulunduğu görülmektedir. Oysa günümüzde küresel plandeminin oluşturduğu dayatmaya rağmen, şimdilik 201,5 milyar Dolarlık ve artış eğiliminde yükselmeyi sürdüren bir ihracatımız bulunmaktadır.
Yine bu yıl itibariyle ihracatın ithalatı karşılama oranı da %90 seviyesinin üzerinde oluşacak gibi durmaktadır.
Ayrıca bu yıl, PLANDEMİ'nin etkisiyle geçmiş yıllara göre düşük bir seviyede oluşacak olsa da turizm gelirlerimizin varlığı, ödemeler dengesi açısından sıkıntı yaşamayacağımız bir dönemi işaret etmektedir.
Son 10 yıldır devam eden, henüz devreye girmemiş, yatırım aşamasında bulunan veya kademeli olarak devreye girmekte olan yatırımlarımızın, önümüzdeki sürece ilişkin muhtemel üretim ve kazanç etkileri de dikkate alınacak olursa ; gerek üretim miktarımızın ve gerekse ödemeler dengemizin daha da iyileşmesinin ve kısa bir süre içinde ciddi miktarda cari fazla veren bir ülke konumuna yükselmemizin önünün sonuna kadar açık olduğu da görülebilecektir.
Ayrıca küresel ticaret ve güç merkezlerinin değişmeye başlaması ve Türkiye’nin de bu yeni düzen içindeki büyük konumu için içindeki işbirlikçi hainlere rağmen mücadele ediyor olması gerçekliği karşısında ; Türkiye’nin sahip olduğu ekonomik ve stratejik avantajlar bütünü, devamlı bir biçimde artan yatırım çekme kapasitesi, yükselen pazarlara mal satma ve rekabet etme kabiliyeti ve batı dünyası ile küresel güç merkezlerinin perspektifine alternatif teşkil edecek bir finans ve yatırım merkezi olma kapasitesi de ülkemizin ekonomik geleceği açısından büyük önem arzetmektedir. YAŞLANAN, SİYASİ OLARAK ZAYIFLAYAN VE FAKİRLEŞEN BİR AVRUPA’DAN ; BÜYÜYEN, GÜÇLENEN VE ZENGİNLEŞEN TÜRKİYE’YE DOĞRU BİR İVMELENME, GÖREN GÖZLER NEZDİNDE ÇOKTAN BAŞLAMIŞTIR…
Yine ülkemizin ; değerli ve ticari önemi büyük olan altın- gümüş- uranyum- toryum- bor gibi madenleri çıkarma ve değerlendirme kapasitesinin artması, doğalgaz ve petrol rezervlerine ulaşma noktasında elde ettiği önemli gelişmeler, yenilebilir enerji kaynaklarına ve nükleer enerjiye yapmış olduğu yatırım ve herkesin ilgilenmesi gereken İDEF 2021 fuarında kısmen görülebileceği üzere küresel silah ticaretinde büyük gelir elde edecek bir geleceğe şimdiden açılmış olması da geleceğimizin şekillenmesi ve ekonomik büyüklüğümüz açısından ciddi bir mevcudiyet ve perspektif içermektedir.
Diğer taraftan yaşadığımız ve daha doğrusu tüm dünyaya bilinçli ve kasıtlı olarak yaşatılan küresel salgına , çeşitli felaketlere , ülkemize yönelik olarak yapılan kur odaklı ekonomik saldırılara ve bu saldırılar sonrasında para değerimizin düşmesine bağlı olarak mal ve hizmet fiyatlarında dönemsel olarak yaşanan enflasyonist baskıya rağmen, devletimizin finansal dengeleri ; birilerinin rakamsal saptırmalar , tek yönlü ifadeler ve algı operasyonlarıyla göstermeye çalıştığı gibi hiçbir ciddi bozulmaya uğramamış bulunmaktadır. Devletimizi IMF’in kucağına düşürmeye matuf tüm gayretler boşuna çıkmış ve devletimizin borçlanma ihtiyacı ve borç stoğu hiçbir artış göstermemiştir. 31 Mart 2021 tarihi itibariyle net dış borç stoğumuz, 262,1 milyar Dolar ve bunun milli gelire oranı ise %36 olarak gerçekleşmiş bulunmaktadır. Bu stoğun içindeki kamu net borç stoğunun milli gelire oranı ise 19,4 olarak , Avrupa Birliği tanımlı genel yönetim borç stoğunun milli gelire oranı da yüzde 40,4 olarak belirlenmiştir. İşte bu rakamlar itibariyle Türkiye, birilerinin ifade ettiği gibi batmış- bitmiş yok olmuş değil, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler açısından en az borca sahip ülkelerden birisi konumunda bulunmaktadır.
İç borç stoğu açısından ; hazinenin dış borçlanmada frene basma stratejisi, ülkemizin 2021 yılı dahil önümüzdeki süreçte yakalayacağı yüksek büyüme oranlarının milli gelire ve vergi gelirlerine yönelik olumlu etkisi, döviz kurundaki yükselmeye bağlı oluşan fiyat artışlarından kaynaklanan baz etkisinin ortadan kalkması nedeniyle enflasyonda yaşanacak düşüşün faiz oranlarının bu yıl sonundan itibaren geri gelişini ve önümüzdeki yıl ortaları itibariyle % 10 seviyesinin altını görmemizi sağlayacak olması, iç borç stoklarımızın da kısa sürede ciddi biçimde geri gelmesini sağlayacaktır şeklinde bir değerlendirme yapabilmek mümkündür.
Ayrıca ülkemizin ; yapay olarak ve özellikle Türkiye için oluşturulan döviz darboğazını, ithalat ve ihracat rejimi açısından oluşturduğu cari denge ve hatta turizm gelirleri ile yakında oluşacak ihracat fazlasıyla gerçekleştireceği cari fazla ile kırmasının yanında, ikili ticaret anlaşmalarıyla yerel para cinsinden oluşturduğu//oluşturacağı ilişkiler ve ülkemize yönelik olarak çekmeyi başardığı doğrudan yatırımlardan kaynaklanan döviz girişiyle de rahatlattıktan sonra, döviz mevduat hesaplarında tutulan toplam 261,5 milyar Dolarlık dövizin bir miktarının Türk Lirası’na dönüşünün sağlanmasıyla, Türk lirasının kısa süre içinde güçleneceğini ve gerek kamu borçlarında ve gerekse özel kişi borç miktarında doğrudan doğruya bir erimeyi sağlayacağı da açıktır. Yani Türk Lirası’nın değeri yükselince, döviz borcumuz da kendiliğinden azalacaktır. Bu durumun etkisinin % 10 olması durumunda bile ülkemiz açısından önemli bir kazanım elde edileceği açıktır.
Enflasyonun düşmesi, kamu ve özel borç stoğunun erimesi, faizlerin düşmesi, kredilerin genişlemesi, ihracatın artması, ithalatın görece azalması, cari fazlaya ulaşılması, turizm gelirlerinin artması, altın ve değerli maden üretiminin artması, bulunan doğalgaz rezervlerinin devreye alınması, elektrik üretiminin nükleer enerji ve yenilebilir kaynakların kullanımı ile artması, yeni pazarlara girilmesi, Türk Dünyası ile sağlayacağımız birliktelikten doğan sinerji, silah üretiminden el edeceğimiz gelir, oluşan güçlü Türkiye imajından doğacak ekstra marka gelirleri, ileri teknoloji içeren ürünler noktasında eşiğinde olduğumuz gelişme DİKKATE ALINDIĞINDA ; eğer biz ülke olarak sağlam durur, onun bunun dolduruşa gelmeden Sayın Erdoğan yönetiminin devamını sağlamayı başarırsak, açız açız diye sahte tiyatrolar düzenlemekten kaçınır, soğan- patates- poşet parası diye millete algı operasyonu çekenlerin yönlendirmesine gelmez ve tıpkı İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde olduğu gibi bir şeyi yönetime getirmezsek, BÜYÜK VE KUTLU BİR GELECEĞE YELKEN AÇMAMIZ MUHAKKAKTIR. Bu gerçeklik, ülkemizi dünyanın en güçlü ekonomilerden biri hale getireceği gibi dünyanın en büyük siyasi ve askeri gücü haline de getirecektir.
EMİN OLUNUZ Kİ BU HAYAL DEĞİL, DESTEK OLSANIZ DA OLMASANIZ DA ULAŞACAĞIMIZ BİR GERÇEKLİKTİR…
HERKES KENDİ EKTİĞİNİ BİÇECEK, HESAP GÜNÜNDE YÜCE RABBİMİZCE ; “HERKES BİR MÜCADELENİN İÇİNDEYKEN SEN NEREDEYDİN ? HANİ BENİM İÇİN HERŞEYİ YAPABİLİRDİN ! NE YAPTIN ? BANA YAPMAKLA MÜKELLEF OLDUĞUN İBADETLER BİR TARAFA SADECE DOĞRU ŞEKİLDE VE ÇIKARLARINI BİR TARAFA BIRAKARAK BİR OY VERMEYİ BECEREREK MÜSLÜMAN KARDEŞLERİNİN VE ÜMMETİN YANINDA OLABİLDİN Mİ YOKSA BİNBİR ÇEŞİT BAHANEYLE MÜSLÜMAN KARDEŞLERİNİ DIŞLAMAYI, ONLARIN KARŞISINDA SAF TUTMAYI MI SEÇTİN !!! BATILILARLA BİRLİKTE SENİN İNANCINA SAVAŞ AÇAN İŞBİRLİKÇİLERLE BİRLİKTE MÜSLÜMANLARA HAKARET ETMEYİ MI SEÇTİN ŞİMDİ SENİ O ÇOK GÜVENDİKLERİN KURTARABİLİRLER Mİ ?" DİYE SORULDUĞUNDA VE ARKASINDAN, "BURADA SENİN İMAN TAŞIMAYAN , GÖNDERDİĞİM SON DİNE MUHALİF HİÇBİR İBADETİNE İHTİYAÇ, KALBİNİN TEMİZLİĞİ İDDİANA DA YER YOKTUR, HEPSİ BİZİM NEZDİMİZDE HÜKÜMSÜZDÜR” DENİLDİĞİNDE, SÖYLEYECEKLERİN BİR ÖNEMİ OLMAYACAKTIR. ÇÜNKÜ HERKES, VERECEĞİ CEVABI VE HALİNİ , BU DÜNYADA YAPTIKLARI VE YAPMADIKLARIYLA KENDİ BELİRLEMİŞ OLACAKTIR…
BU DA HAYAL MİDİR, YOKSA MUTLAK BİR GERÇEK MİDİR BİR DÜŞÜNÜN İSTERSENİZ…
ANCAK DİKKAT EDİNİZ Kİ BU SORUYA VERECEĞİNİZ CEVAP, DİNİ İNANCINIZI BELİRLEYECEK VE ETKİLEYECEKTİR…
ŞİMDİ GİDİP, BİNBİR BAHANE ÜRETİP ZİLLETE SONUNA KADAR DESTEK OLABİLİRSİNİZ...
BİZLER, KİMSE KALMASA DA HAK DAVASINA SAHİP ÇIKANLAR OLACAĞIZ VE EMİN OLUNUZ Kİ ALLAH'IN İZNİ VE TAKDİRİYLE HAKKI BATILA GALİP KILACAĞIZ...
22.08.2021 // 18.29
SEDAT ÇETİNKAYA
.AFGANİSTAN ÜZERİNDEN DÜNYA'YA OYNANAN 20 YILLIK OYUN VE GİZLENEN ÇİN- İSRAİL ASKERİ HATTI…
Amerika Birleşik Devletleri, bir kurgu olduğu yönünde önemli veriler bulunan 11 Eylül saldırılarını bahane ederek, tıpkı Irak savaşında olduğu gibi dünyayı ve ABD halkını kandırdıktan sonra El Kaide’den intikam alma iddiasıyla, günümüzden 20 yıl önce Afganistan’a askeri bir müdahalede bulunmuştur.
Ancak belirtmek isterim ki tıpkı Irak’a yapılan müdahalenin amacı gibi Afganistan’a yapılan müdahalenin amacı da küreselci – paganların ve siyonizmin amacına hizmet etmekten başka bir anlama da sahip değildi…
Küreselciler ve bu küreselcilerin güdümündeki Amerika Birleşik Devletleri, Çin’e karşıt bir ülkeymiş gibi görünüyor olsa da aslında böyle bir durumun söz konusu dahi olmadığını önemle ve özellikle belirtmek isterim. Zira son 30 yıldır Çin’e büyük yatırımlar yapan, açlıktan sürünmekte olan ve hiçbir sermaye birikimi olmayan Çin’i kısa sürede büyüten ve küresel bir güç olma yolunda hazırlayan, modern ipek yolu projesini “BİR KUŞAK, BİR YOL” başlığı altında dünyanın gündemine oturtan küreselci- paganlardan başkası değildir. Dolayısıyla, ABD’nin Afganistan’a müdahalesi, küreselcilerin Çin üzerinden hazırladığı projelerin geleceğini garanti altına alma çalışmasından başka bir şey değildir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki ABD’nin Afganistan’dan çıkması da BÖLGENİN GÜVENLİ ŞEKİLDE ÇİN’E TERKEDİLMESİNİ SAĞLAMA girişiminden başka bir anlam ifade etmemektedir…
Çin Halk Cumhuriyeti, ABD’nin Afganistan’a yapmış olduğu askeri müdahaleden bu tarafa askeri ve ekonomik olarak ciddi şekilde gelişmiş ; Hindistan’a karşı Pakistan’a vermiş olduğu destek, Tacikistan’da oluşturmuş olduğu etkinlik, Taliban’la kurmuş olduğu iyi ilişkiler ve İran ile oluşturmuş olduğu enerji temelli ittifak ile ÇİN’DEN IRAK SINIRINA KADAR yolunu açmıştır. Irak ise ABD’nin askeri müdahaleleri sonucunda perişan bir ülke haline gelmiş ve fiilen 3 parçaya bölünmüştür. Yine bu süreçte Suriye’de bir savaşın içine çekilerek, küresel güçlerin hizmetindeki ABD’nin etki alanı haline getirilmiştir. Bu arada Afganistan’da ABD eliyle kurulan ve 20 yıl boyunca geliştirilen Taliban bünyesinde yetiştirilen ABD güdümündeki güçler, DEAŞ olarak Irak ve Suriye topraklarında ortaya çıkarılmış ve bu yapılar da söz konusu ülkeleri yeni bir ABD müdahalesinin süjesi haline getirmiştir.
Çin’den Irak sınırına kadar açılmış (açılacak ) olan güzergahı, Akdeniz’e bağlamak isteyen ABD, bölgede oluşturmuş olduğu Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanması ile DEAŞ’la mücadele bahanesini de kullanarak, hedeflerini gerçekleştirme yolunda ciddi biçimde ilerlemiştir. Bu arada Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin Musul ve Kerkük hakimiyetini gerçekleştirme ve tam bağımsızlığını sağlama yolunda ortaya koymuş olduğu girişimler, Türkiye’nin ASKERİ TEHDİDİYLE akamete uğratıldığı gibi ABD’nin Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasıyla hedeflediği koridor da TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN MUHTEŞEM OPERASYONLARI ile parçalanmıştır.
Bu durum karşısında küresel güçler ; Irak yönetimini kullanarak, Türkiye’yi Irak’tan uzak tutmayı hedefleyecek şekilde OYALAMA POLİTİKASINA girdiği gibi Suriye’den çekileceklerini açıklama, Türkiye’yi ekonomik – siyasi ve askeri olarak sıkıştırmaya çalışma, Türkiye’ye yönelik gizli ve açık ambargolar koyma, Türkiye’deki hükümeti yıkmak için 5 nci kol faaliyetleri yürütme , Suriye rejimini kullanarak mülteci tehdidi baskısı altında bırakma gibi yollara yönelmiş bulunmaktadır. Ancak meseleye, malvarlıkları bir tarafa tüm gövdeleriyle yüklenmiş olsalar da Türkiye Cumhuriyeti Devleti başkanı Sayın ERDOĞAN’ın dirayetli duruşu sayesinde bu gayretlerinden hiçbir sonuç alamamışlardır.
Aslına bakacak olursanız, HENÜZ HİÇ KİMSENİN GÖRMEDİĞİ STRATEJİK GERÇEKLİK , küresel güçlerin bu gayretlerinin ekonomi temelli yeni dünya düzenini oluşturmak dışındaki temel hedefinin, Büyük İsrail’in oluşmasını sağlamak olduğu gibi ÇİN- İSRAİL (BÜYÜK İSRAİL) HATTINI BİRLEŞTİRECEK VE İSRAİL’İN ÇİN ORDUSU ELİYLE KORUNMASINI GARANTİ ALTINA ALACAK UYGULAMAYI DA GERÇEKLEŞTİRMEKTİR…
Ayrıca ÇİN- AKDENİZ KARA HATTI OLUŞTURULDUĞUNDA , Türkiye’nin ve Türk Dünyası’nın elinde tuttuğu ORTA KORİDOR ile Rusya’nın elinde tuttuğu KUZEY KORİDORU’nun ciddi bir alternatifi de oluşmuş olacak, böylece TÜRKİYE VE RUSYA’nın , yeni düzene karşı direnme gücü de pasifize edilmiş olacaktır. İŞTE RUSYA’NIN SURİYE’DE NE İŞİ OLDUĞUNU ANLAYAMAYANLARIN, BU GERÇEĞİ İDRAK ETMESİ GEREĞİ BULUNMAKTADIR. Çünkü tıpkı bizim gibi Rusya da kendi gücünü korumak için suyun Akdeniz’e çıkışına izin vermemek istemektedir. Siyonist cephenin Putin karşıtlığının temelinde de Rusya’nın bu stratejisi bulunmaktadır. Küreselci cephe bu duruma, Türkiye- Rusya ilişkilerini germek ve iki ülke arasında savaşa evrilecek bir çatışma stratejisini gerçekleştirme arzusuyla cevap vermektedir ki gerek İdlib gerilimi ve gerekse Ermenistan- Azerbaycan gerilimi üzerinden gerçekleştirmek istedikleri şey de bu stratejinin bir görünümünden ibarettir. Hatta Ukrayna gerilimi, Libya sorunu, boğazlar ve S 400 meselesi üzerinden açılan tartışmalarla dahi Türkiye- Rusya ilişkilerinin bozulmaya çalışıldığını görmek gerekmektedir.
Yine Türkiye’yi Kıbrıs’tan uzaklaştırma çalıştırma, Yunanistan’ın hayali Münhasır Ekonomik Bölge İddiası gibi durumların altında da küreselcilerin varlık kazandırmak istedikleri bu projenin güvenli hale getirilmesi stratejisi bulunmaktadır.
Türkiye bu stratejiye karşı nasıl başarılı olabilir sorusunu ise kısaca ve en genel şekliyle ; Sayın R.Tayyip ERDOĞAN’ın yönetimdeki varlığını korumak ve onların bu hedeflerini bloke edecek girişimleri, onlar harekete geçmeden gerçekleştirmek şeklinde cevaplayabilmek mümkündür. Bilinmelidir ki Türkiye, Irak’a müdahale ederek bu girişimi başlatmasın diye Irak hükümeti Türkiye ile işbirliği halindeymiş izlenimi vermeye çalışmakta, ABD askeri varlığıyla Türkiye’nin Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasını yok etmesini engellemekte, Yunanistan’ın ani çıkışlar ve agresif söylemlerle Türkiye’nin konsantresini dağıtması sağlanmakta, Türkiye muhalefetin akıl kabul etmeyecek düzeydeki ihaneti, yalan ve algılarıyla iç meselelerine yönlendirilmeye çalışılmakta, İran da Türkiye ile Rusya’yı karşı karşıya getirecek yeni bir Ermenistan//Azerbaycan savaşı ve Afgan göçmeleri üzerinden fitne tohumları ekmeye devam etmektedir.
Bu arada İSRAİL, Azerbaycan ile kurduğu iyi ilişkiler, ÇİN de Pakistan üzerinden kurduğu ilişkiler üzerinden, zamanı geldiğinde, mutlaka ama mutlaka Türkiye’yi SINIRLAMAK VE İKİLEMDE BIRAKMAK isteyecektir. Bu nedenle bu durumlar için şimdiden bir çalışma başlatmak, ileride daha büyük sorunlarla karşı karşıya kalmamak için büyük önem taşımaktadır.
AFGANİSTAN, kurulması planlanan Çin- İsrail kara hattının yumuşak karşı gibi görünse de asıl yumuşak karnın İRAN olduğu unutulmamalıdır. Türkiye sahaya süreceği bir stratejiyle İran’ı, kendi iç sorunlarına çekmeyi ve hatta kurulu rejimin yıkılmasını sağlamayı başarmalı, Irak ve Suriye’deki etkisini ortadan kaldırmalıdır. BÖYLECE KÜRESELCİLER, DİMYAT’A PİRİNCE GİDERKEN, ELLERİNDEKİ BULGURDAN EDİLMELİDİR.
Bilinmelidir ki TALİBAN, önemli bir değişim geçirmeden Türkiye ile müttefik olmayacaktır. Şuan ortaya koyduğu tavır , tıpkı ABD’nin bize Kabil Havaalanı’nın işletilmesi meselesini sunup, işbirlikçileri vasıtasıyla Türkiye’de Afgan göçmeni meselesi üzerinden iç baskı oluşturması örneğinde olduğu gibi GÖSTERMELİK BİR TAVIRDIR …
Afganistan coğrafyasındaki en önemli mücadele ; Taliban'ı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne hizmet edecek şekilde dönüştürüp dönüştüremeyeceğimiz hususunda olacaktır...
Çok büyük bir devlet ve küresel bir güç olacağız ancak içimizdeki işbirlikçileri susturmamız, biraz daha büyük düşünmeyi başarmamız, devlet yönetiminde etkin ve önemli stratejistlere sahip olmamız, küresel planların uygulamasını yapacak nitelikli ajan ağını kurmamız, hedefimizdeki her ülkeye kural dışı çalışacak , geniş imkanlara ve yetkilere sahip CEO’lar atamamız , kokuşmuş CHP zihniyetinin yansımalarıyla hareket etmekten tamamen kurtulmamız ve bu zihniyetin temsilcilerine B.O.K. KADAR DEĞER VERMEMEMİZ gerekmektedir…
16.08.2021 // 14.13
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ YÖNETİMİNİN VE MÜSLÜMAN- TÜRK MİLLETİ’NİN MARUZ KALDIĞI PSİKOLOJİK VE ASİMETRİK HARP…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, Abdülhamid Han’ı tahtan indirerek sokmuş oldukları ancak Sayın R.Tayyip Erdoğan yönetimiyle büyük oranda değiştirilen TESLİMİYETÇİLİK ÇİZGİSİ’ne yeniden getirmek isteyen küresel güçler, büyük bir umutla ve yerli işbirlikçileriyle birlikte fitne ateşini harlamayı sürdürmektedir.
Vatanını, milletini ve devletini seven her Türk vatandaşı bilmelidir ki Sayın Erdoğan yönetimine ve Cumhur İttifakı hakimiyetine son vermek için yapılmış ve CIA yönlendirmesinde uygulamaya sokulmuş bir strateji bulunmaktadır.
Bu strateji gereğince, Cumhur İttifakı dışında bulunan ve birbirine benzemez gibi göründüğü halde aynı güç merkezinin hadimi olan siyasi partiler, aynı hedef doğrultusunda ÖRGÜTLENMİŞ VE YÖNLENDİRİLMİŞ bulunulmaktadır. Hatta cepheyi büyütmek için yeni yeni siyasi oluşumlar peydahlanarak, siyasi temsil kabiliyeti düşük ancak çok sesli bir yapı üzerinden, büyük bir siyasi enerji ya da YIKICI BİR RÜZGAR oluşturulmaya çalışılmıştır. Böylece muhalefetin sesinin, olduğundan çok çıkması sağlanarak, Cumhur İttifakı seçmeni üzerinde “kendi siyasi hareketlerine yönelik ağır eleştiri üretmelerini sağlamayı amaçlayan toplumsal bir baskı” oluşturulmaya çalışıldığı gibi 2023 seçimleri dikkate alınarak, Sayın ERDOĞAN’ın İLK TURDA SEÇİLMESİNİ ENGELLEMEYE MATUF BİR POLİTİKA da sahaya sürülmüş bulunulmaktadır. Bu bağlamda belirtmek isterim ki zillet ittifakının aralarında problem varmış izlenimini doğuran durumlar da bir GÖZ BOYAMA , İKTİDARI HAZIRLIKSIZ DURUMDA BIRAKMA ve SEÇİM DÖNEMİNE KADAR OY KAYBINA UĞRAYACAK BİR SİYASİ AÇILIMDAN UZAK DURMA taktiğinden başka bir şey değildir. Daha açık söyleyecek olursam, zillet ittifakının tüm partileri, milletin gözüne baka baka AVANAK ABDİ isimli bir tiyatroyu sahnelemektedir.
Yine küresel güçler tarafından sahaya sürülen ve yerli işbirlikçiler tarafından uygulanan bu strateji gereğince Sayın ERDOĞAN çok yönlü olarak yıpratılmaya ve Sayın Devlet Bahçeli ile olan siyasi ilişkisi de çeşitli kurgu yalanlar üzerinden bozulmaya çalışılmaktadır. Benzer bir durum, Ak Parti seçmeni ile MHP seçmeni için de uygulanmaktadır. Bizler ; günümüz konjonktüründe bu hususta uyanık olmayı başardığımız gibi Başkanlık Sistemi’nin yönetim erkine sahip olmak için % 50+1 oyu öngörmesi nedeniyle tek parti haline gelmeyi ve toplumsal zeminimizi genişletmeyi de başarmalıyız.
Ayrıca dikkat edilecek olursa, ülkemizde yaşanan her meselenin, EN SON AFGANLI GÖÇMENLER MESELESİNDE OLDUĞU GİBİ OLDUĞUNDAN ÇOK BÜYÜTÜLEREK , sanki bir ölüm- kalım meselesi haline getirildiğini ve bu süreçte gündeme taşınan sınırsız yalanlar ve provokasyonlarla, her olay üzerinden sakız gibi çiğnenen bir çirkefin peydahlandığını da fark etmemiz gerekmektedir. Ancak daha da önemli olan husus, CHP’nin her olay öncesinde bir HAZIRLIK YAPMIŞ OLDUĞU GERÇEĞİNİN çok açık bir şekilde ortada olmasıdır. Yine aynı hazırlığın, dışarıdan fonlanmış olan medya, özellikle ve özel bir yazılımla ön plana çıkarılan sosyal medya hesapları ve hainler takımı açısından söz konusu olduğunu da ifade etmek isterim.
Ülkemizde yaşanan olayları asla ve asla dar kapsamda düşünmemek gerekmektedir. Günümüzde yeni bir yüzyıla ilişkin hakimiyet perspektifinin ; siyasi- ekonomik ve askeri temelleri atılmaktadır. İşte bu yeni dünya açısından Türkiye’nin önemini bugünden anlatmaya kelimeler bile yeterli değildir. HERKESE VE HERŞEYE RAĞMEN, BÜYÜK VE KÜRESEL BİR GÜCE EVRİLMEK ÜZERE HAREKET KAZANAN BİR TÜRKİYE DOĞMAKTADIR ve İÇİMİZDEKİ AYMAZLARIN DIŞINDA DÜNYANIN TÜM GÜÇ MERKEZLERİ BU GERÇEĞİN FARKINDADIR. İşte bu gerçeklik karşısında ülke yönetimimizi ve liderimizi önce teslime zorlamak sonrasında ise değiştirmek isteyen küresel güç merkezlerinin bulunduğu gerçeği beyinlerimize kazınmalıdır. CHP zihniyeti, 100 yıl önce olduğu gibi bugün de işbirlikçiliğin kitabını yazmaktadır. CHP, Müslüman- Türk Milleti’nin inancını değiştirmek, Müslüman- Türk ile İslam dünyasının bağını kesmek ve Türk Milleti’nin batının hizmetkarı konumunda tutmak için oluşturulmuş, otoriter, baskıcı, faşist, gaflet ve dalalet… içindeki bir müessesenin ismidir.
Hükümetin her icraatına karşı yaptırmayız kalkanı açanların, her meseleyi zemininden saptırarak dünyanın en büyük meselesi haline getirenlerin, yalan üzerine yalan söyleyerek siyasi propaganda yapanların, dış mihraklardan aldıkları parasal destek ve lojistikle ülkesine karşı adeta savaş açanların, dış mihrakların mihrakların sözcülüğüne ve hatta hizmetkarı olmaya soyunanların, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin güçlenmemesi için her zeminde ayak direyenlerin, ülkemize yapılan siyasi- ekonomik ve askeri ataklara gönüllü olarak kucak açanların çok yönlü eleştiri yönelimiyle kurdukları tuzağın adı PSİKOLOJİK HARP VE ASİMETRİK SAVAŞTIR. BU SAVAŞIN ALTYAPISI İSE AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ İSTİHBARATI TARAFINDAN OLUŞTURULMUŞ BULUNULMAKTADIR. BU STRATEJİNİN AMACI, DÜNYA DÜZENİNE YENİ BİR ŞEKİL VERMEYE ÇALIŞAN GÜÇLERİN AMAÇLARINI GERÇEKLEŞTİRME NOKTASINDA TÜRKİYE’NİN ORTAYA KOYDUĞU ETKİYİ VE DİRENCİ KIRMAK İÇİN YERLİ İŞBİRLİÇİLERE FIRSAT VERMEK VE BÖYLECE KENDİLERİ İÇİN OLUŞACAK RİSKLERİ VE MALİYETİ DÜŞÜRMEKTİR. ÇÜNKÜ 2023 YILINDA YAPILACAK SEÇİMLERDEN SAYIN ERDOĞAN’IN BAŞKAN OLARAK ÇIKMASI DURUMUNDA , BU MÜCADELENİN RACONUNUN BİR SAVAŞ İLE KESİLECEĞİ KESİNDİR… BU SAVAŞIN ZAMANINI BELİRLEYECEK OLAN ŞEY İSE TÜRKİYE’YE SALDIRMAYI VE SONUÇLARINI GÖZE ALMAYI GEREKTİREN İRADEYİ NE ZAMAN ORTAYA KOYABİLECEKLERİDİR... Dikkat edilecek olursa, şimdiden Türkiye’nin etrafında konuşlanmaya çalıştıklarını, Türkiye’nin ; Libya- Kıbrıs- Katar- Suriye- Irak- Doğu Akdeniz- Adalar Denizi gibi cephe hatlarındaki faaliyetlerini bloke etmeyi hedeflediklerini, Türkiye’nin içinde çeşitli bahanelerle rahatsızlar oluşturmaya çalıştıklarını, Türkiye’nin askeri gelişimini yavaşlatmaya çabaladıklarını ve Türkiye’nin ekonomik atılımını çeşitli vesilelerle engellemek için uğraştıklarını görebilmek mümkündür…
Ancak bu vesile ile belirtmek isterim ki DÜNYANIN HİÇBİR GÜCÜ TÜRKİYE’NİN ; bir ekonomik güç olarak yükselmesini, dünyanın en güçlü ve nitelikli ordusuna sahip olmasını, Türk Birliği’ni sağlamasını, İslam dünyasının önemli bir bölümüne liderlik etmesini, Afrika’nın en etkili ve sevilen gücü haline gelmesini, sınırlarını Misak-ı Milli hedeflerini de aşacak şekilde genişletmesini, Yunanistan’a peşkeş çekilen adalarımız üzerindeki hakimiyetimizi yeniden tesis etmemizi, Kıbrıs’ın tanınmasını sağlamamızı, Nahçıvan- Azerbaycan arasındaki koridorun açılmasını temin etmemizi, Güney Azerbaycan’ı bağımsız kılmamızı, Avrupa Birliği’ne diz çöktürmemizi, ABD ve NATO üslerini kapatmamızı ve yeni dünyanın merkezinden eşsiz bir güneş gibi yükselmemizi engelleyemeyecektir.
Altay’ın- Ötüken’in- Ergenekon’un- Hira dağının -Tarık yıldızının ve Nuh’un çocukları ; Firavun’un , Şeytan’ın, Olimpos’un, Lilith’in, İsis’in, Osiris’in, Seth’in nesebi gayri sarih çocuklarına karşı galip geleceklerdir…
İhanetlerini bastırmak için sesleri çokça çıkan hainler ise ancak nal toplayacak, pisliklerinde boğulacaklardır…
Galip olan ancak mutlak kudret sahibi ALLAH’dır…
Ne mutlu Allah’ın yeryüzündeki ordusunun bir ferdi olma şerefine ulaşanlara…
11.08.2021 // 16.49
SEDAT ÇETİNKAYA
.KÜRESEL GÜÇLERİN, DÜNYA SATHINDA VE YERLİ İŞBİRLİKÇİLERLE BİRLİKTE TÜRKİYE’MİZDE GERÇEKLEŞTİRMEK İSTEDİKLERİ PROJE VE BU PROJEYE İLİŞKİN GÜNCEL HAMLELERİN ANALİZİ…
Kıymetli Dostlarım ! küresel güçler tarafından insanın, yaşama ve algı biçiminin değiştirildiği yeni bir dünya düzenine geçişi sağlamak için bir plan dahilinde stratejik hamlelerin yapıldığı bir süreçten geçmekteyiz. Bu süreci anlamaktan uzak insanlık ise Müslüman Türk Milleti’nin üstün mücadele gücü sayesinde yaşayacağı 100 yıllık bir huzur dönemi gözardı edilecek olursa, kendi sonuna doğru yaklaşmayı sürdürmektedir. Zaten akılcılıktan ve fikir üretmekten uzak ve de ALGILARIN KÖLESİ OLMUŞ bir insanlığın, farklı bir sonu hak ettiğinden bahsedebilmenin olanaksız olduğu da ortadadır.
Herşeyden önce tüm insanlığın, birilerine karşı neden küreselci sıfatını kullandığımızı ve bununla neyi ifade etmek istediğimizi kabaca da olsa anlaması gerekmektedir. Bilinmelidir ki dünyada reel olarak şeytanla işbirliği içinde bulunan ve kendilerinin, insanı yarattığını iddia ettikleri uzaylı bir kavmin temsilcileri olduğu inancına sahip pagan bir topluluk ve bu topluluğun hizmetine girmiş insanlar bulunmaktadır. BU TOPLULUK ; dünya servetinin çok büyük bir bölümünü, tüm küresel organizasyonları, medyayı, dünya ticaretine yön veren şirketleri, finansal altyapıyı, merkez bankalarını, küresel rezerv para konumundaki para birimlerini , teknolojiyi, ticaret yollarını, enerji kaynaklarını, maden rezervlerini, silah şirketlerini ve devlet yönetimlerini büyük ölçüde kontrol etmektedir. Sadece bu durum dahi, DEVLET-İ ALİYYE’nin dünya sahnesinden çekilmesinden sonra dünyanın nasıl bir sanal yapının içine hapsedilerek uyuşturulduğunu gözler önüne sermektedir…
İşte bu KÜRESELCİ PAGANLAR önümüzdeki süreçte ;
• Birleşmiş Milletler politikaları ve üretilecek çeşitli küresel korkular üzerinden tek dünya devletine,
• Kontrollerinde bulunan tek ve dijital para birimine,
• Herşeyiyle kontrol edilen, teslimiyet içinde yaşamını sürdüren, direnme yetisini kaybetmiş, nüfusu azalmış ve milliyet kavramı ortadan kaldırılmış bir insanlığa,
• Allah inancının ortadan kaldırıldığı bir düşünce sistemine ,
• İnsan gıdalarının ve DNA’sının değişime uğratıldığı ve değişime uğramayan paganların, üstün bir varlık olarak ortaya çıkacağı bir yaşam biçimine GEÇİŞİ HEDEFLEMEKTEDİR.
Küreselci paganların bu düşünce sistemi bilindiğinde ve dünya üzerinde gerçekleşen meseleler, bu zihni tutum dahilinde okunduğunda, HİÇBİR ŞEYİN GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ OLMADIĞI ve yaşananların büyük ölçüde küreselcilerin amacını gerçekleştirmeye matuf olarak tertiplendiğini söyleyebilmek mümkün hale gelmektedir. Ayrıca olaylar bu bakış açısı çerçevesinde değerlendirildiğinde, Müslüman- Türk kimliği ile yönetilen bir Türkiye’nin varlığının ve geliştirmekte olduğu siyasi – askeri ve ekonomik politikaların, paganların öngördüğü sistemi nasıl bloke ettiği de rahatlıkla görülebilecektir. Zira Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ; Türk dünyasını birleştirme, küreselcilerin etki alanından çıkma mücadelesi veren müslümanlara liderlik etme ve birlik ruhunu yükseltme stratejisi, paganların tek dünya hayalini TAMAMEN BLOKE ETMEKTEDİR. Çünkü Türkiye’nin ortaya koyduğu bu strateji ; Rusya başta olmak üzere tüm dünyada, “BAĞIMSIZ VE MUTLAK EGEMENLİK SAHİBİ MİLLİ DEVLET ” anlayışını tetiklemekte ve güçlendirmektedir. İşte bu nedenle küreselcilerin Türkiye için öngördüğü politika biçimi ; dünyadaki hiçbir askeri- siyasi meseleye karışmamak, ABD gölgesinde ve onun verdikleriyle yetinerek “yurtta sulh, dünyada sulh” diyerek oturmaktan ibarettir. Bu bağlamda Libya’da, Suriye’de, Irak’da, Karabağ’da, Afganistan’da, Katar’da , Somali’de, Arnavutluk’da… ne işimiz var diye ortaya çıkanların, küreselcilerin borazanlığını yaptığı, küreselcilerin tasmalı hizmetkarlarından, bu ülkeye başkan peydahlamaya çalışanların, gerçek bir vatan haini, onlara destek verenlerin de tam bir gafil oldukları herkes tarafından bilinmeli ve herkes, BEN DE BU GAFİLLERİN VE HAİNLERİN İÇİNDE MİYİM DİYE KENDİNİ SORGULAMALIDIR…
Bu arada hiçbir karşılığı olmaksızın oluşturulan ve algı yönetimiyle allanıp pullanıp beyin fukaralarının kullanımına sunulan sanal paraların, aslında tüm dünyada hakim kılınmaya çalışılacak “KÜRESEL DÜNYA PARASI”na geçiş için başarısız kılınacak bir yem olduğu da görülmelidir. Ancak Türkiye’nin dünyanın merkezinde ve İpek yolunun göbeğinde yeni bir üretim ve finans merkezi oluşturacak bir altyapıyla ekonomik olarak yükselmeye başlaması da küreselci paganların tüm planlarını bozmaktadır. Çünkü Türkiye, bu stratejisiyle hem Türk dünyasını hem Kuzey Afrika’yı hem de İslam dünyasını bu küresel tuzaktan ayırdığı gibi oluşturduğu MERKEZİYETÇİ ETKİ nedeniyle çevresini ve Japonya’dan Almanya’ya kadar birçok devleti de küreselci politikalara ters olacak şekilde domine etmektedir…
İnsanlık, Covid 19 gibi üretilen hastalıklar, küresel ısınmanın ve değişen çevre koşullarının olumsuz etkileri, gıda ve su yetersizliği üzerinden oluşturulacak ayaklanma ve çatışmalar, küresel yangınlar, cinsiyet problemleri, ailenin yok edilişi, gerçeklikten kopmuş sanal yaşam biçimi ve eti yenen hayvanlar üzerinde oluşturulacak ve hayvan nesillerini tehlikeye düşüren hastalıklar üzerinden teslimiyete ve ölüme yönlendirilecek, böylece efendilerine hatta KURTARICI OLARAK ORTAYA ÇIKARAK TANRILIK İDDİASINDA BULUNACAK EFENDİLERİNE itaate zorlanacaktır. Dünya Allah inancını sarsmaya yönelik söylemlerle ve teknolojik bir altyapı hazırlığı ile Allah’ın inkar edildiği bir tiyatroya ya da bir devre hazırlanmaktadır. Peygamberleri ve kutsal kitapları inkar eden deistlerin ve İslam dünyasına fitne sokmak için üretilen propagandaların tek amacı, dinsiz bir pagan hakimiyetine insanları hazırlamaktan başka bir şey değildir. İnsanların dinle olan bağlarının pamuk ipliğine bağlı oluşu ve sağlam bir bilinç temeline dayanmaması bu durumun en büyük delilidir. Ülkemizde Müslüman kimliğine karşı hortlatılmaya çalışılan baskının ve İmam Hatip Liseleri’nin varlığından, okunan ezanının ses düzeyine kadar oluşturulan saldırıların temelinde bu zihniyetin bulunduğu da hiçbirimizin gözünden kaçmamalıdır.
Bu arada insanlığın ve özellikle ülkemiz insanının, hiçbir güvenlik koşulunu içermeyen, ruhsatsız Covid 19 aşılanması için kasıtlı biçimde yönlendirilmesinin, aşılanmaya zorlamak için sürekli varyantların ortaya çıkarılmasının, küreselcilerin dünya politikalarını yönlendirdiği kurumlardan biri olan Dünya Sağlık Örgütü’ne adeta günlük rapor verilmesinin ve bu arada çekildiğimiz İstanbul Sözleşmesi’nde olduğu gibi Türk aile yapısını olumsuz biçimde etkilemek için ısrarla dayatılan bazı politikaların, ülkemiz siyasetinin de çeşitli biçimlerde bu etkinin içinde olduğunu gösterdiğini ifade etmek isterim. Bu bağlamda küreselci yaklaşıma hizmet eden bu tür yaklaşımları terk etmek ve milletimizin geleceği için güvenli çıkışlar hazırlamak gerektiğini önemle belirtmek isterim.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin SAVUNMA SANAYİ alanında büyük bir atılım içine girmesi ve dünyanın en gelişmiş ordusunun silah, mühimmat ve teçhizatını tamamen üretebilme kapasitesine doğru hızla yaklaşıyor olması da küreselcilerin dünya hakimiyeti ideallerini tehdit eden bir mahiyet arzetmektedir. Çünkü ; silahlı, savaşmaya hazır, etkilediği tüm devletleri kendi silahlarıyla donatma yolunda ilerleyen , birleşik silahlı güçler//ittifaklar oluşturacağı aşikar hale gelmiş bir Türkiye’nin küreselci dünyanın teslim olmuş insanlık hedefi düşüncesini bertaraf edeceği de açıktır. İşte herkes ; ülkemizdeki silah üretimini olumsuz yönde etkilemek, nükleer kapasiteye ve kıtalararası füze teknolojisine ulaşmamamız için çalışanların ve kısaca her üretime bir kulp takanların, bu ülkenin milli kimlik taşıyan bir ferdi değil ; hangi mevki ve makamda bulunursa bulunsun, küreselcilerin emrindeki işbirlikçi bir hain olduğunu idrak etmelidir…
Ülkemiz tarihi bir rekor kırarak Ocak- Temmuz döneminde 121,4 milyar Dolar, 12 aylık dönemde ise 201,5 milyar Dolarlık bir ihracat hacmine ulaşmış, ihracatın ithalatı karşılama oranı da 82,7 olarak gerçekleşmiştir. 6 ay sonra ihracat rakamları 201,5 milyar Doların çok üzerine, ithalatın ihracatı karşılama oranı ise %90’lar seviyesine yükselecektir. Ancak en basit bir olumsuzluğu günlerce sakız gibi çiğneyen küreselci işbirlikçilerin, günlerdir gıkı çıkmadığı gibi yandaşları konumundaki Pkk militanlarınca çıkarıldığı açık olan yangınlar üzerinden her zeminde vatan savunması yapan hükümete saldırmayı marifet sayarak, hizmet ettikleri odakları da gören gözler nezdinde ifşa etmektedirler.
İşte birkaç tanesini ortaya koymaya çalıştığım ancak yüzlerce ayrıntısı bulunan bir meselede, KÜRESELCİLER AÇISINDAN ÖNCELİK , Türkiye Cumhuriyeti Devleti yönetiminin, mutlak surette zilleti temsil eden bir yönetimle değiştirilmesinin sağlanmasıdır. TÜRKİYE’MİZ ; Yunanistan – Pkk//Pyd//Ypg yapılanması ile çatışmaya ulaşmayacak bir gerginlikle oyalanırken, yangın meselesi de içinde olmak üzere çok yönlü ve asimetrik bir saldırı ile karşı karşıya bırakılarak, milletimizin psikolojisi ile oynanmak ve algısı değiştirilmek istenmektedir. YAPMAK İSTEDİKLERİ TEK ŞEY ; İŞBİRLİKÇİ BİR HÜKÜMETİ , TÜRKİYE CUMHURİYETİ NEZDİNDE İKTİDARA GETİRMEKTEN İBARETTİR VE BUNU SAKLADIKLARI DA YOKTUR. İÇİMİZDEKİ MUHALEFETLE NASIL İŞBİRLİĞİ İÇİNDE HAREKET EDECEKLERİNİ DAHİ İLAN ETMEKTEDİRLER VE YURTDIŞINDAN FONLAMA MEDYA VE KİŞİLERLE İLİŞKİLERİ DE ORTADADIR. ORTAYA ÇIKANLAR İSE VAR OLAN BÜYÜKLÜĞÜN ÇOK KÜÇÜK BİR PARÇASIDIR…
ONLAR BUNLARI YAPARKEN, BİZİM TEK YAPMAMIZ GEREKEN ŞEY ; MÜSLÜMAN KİMLİĞİNE HİZMET EDEN MİLLİ BİR HÜKÜMETİ VE BU BAĞLAMDA SAYIN ERDOĞAN’I İKTİDARDA TUTMAYI BAŞARMAK, HİÇBİR ALGIDAN ETKİLENMEMEK, KARŞIMIZDA SAF TUTANLARIN YALAN VE FİTNE DOLU BAĞIRMALARININ VE ÇIKARDIKLARI ÇİRKEFİN TEK NEDENİNİN KENDİLERİNE YANDAŞ PEYDAHLAMAK VE GÜÇLÜ GÖRÜNMEYE ÇALIŞMAK OLDUĞUNU UNUTMAMAKTIR.
HERKES, EN YAKINLARI DAHİL OLMAK ÜZERE ÇEVRESİNDEKİ HERKESE KARŞI SARSILMAZ BİR DURUŞ GÖSTERMEK ZORUNDA OLDUĞU BİR MÜCADELENİN İÇİNDEDİR VE BU İMAN , VATAN VE İNSANLIK MÜCADELESİNİN DE DOĞRUDAN DOĞRUYA TARAFIDIR...
03.08.2021 // 18.08
SEDAT ÇETİNKAYA
.BATI’NIN, TUNUS İŞBİRLİKÇİSİ SÖZDE CUMHURBAŞKANI KAYS SAİD ÜZERİNDEN, KIBRIS HAİNİNİ VE TÜRKİYE’DEKİ İŞBİRLİKÇİLERİ OKUMAK,..
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, dünya siyasetine yön verme hedefini gelecek ufkunda tutarak, küresel bir güç olma yolunda hızla ve kararlı bir şekilde ilerlerken, çevresini de bu stratejiye bağlı olarak çeşitli ölçülerde etkilemeye başlamış bulunmaktadır. Elbette bu durum, etki alanımız içinde asgari 100 yıldır yerleşik bir düzen kurmuş olan küresel güçleri ve onların maşalarını, ciddi biçimde rahatsız etmekte ve Türkiye’ye karşı harekete geçmeye sevketmektedir…
Tunus’daki Cumhurbaşkanı’nın başını çektiği darbe girişimine şöyle bir baktığımızda, bir zamanların masonik düzeninin şahı Süleyman Demirel’i görebilmek ya da Anayasa Mahkemesi’nin başörtüsünü dahi kabullenemeyecek ölçüde ileri düzeyde demokrat üyesi Ahmet Necdet SEZER’in tavrından farklı bir durumun söz konusu olmadığını söyleyebilmek mümkündür. Aslına bakılacak olursa etkilediğimiz birçok ülke, Türkiye’de yaşananlara benzeyen bir çelişkiyi ve mücadeleyi yaşamakta, müslüman kimliğini ve ümmet bilincini yükseltme arzusu ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yaktığı diriliş ateşinin etrafında toplanma bilinci, yerleşik düzenin ortaya koyduğu karşı bir dirençle akamete uğratılmaya çalışılmaktadır. Ancak bu karşı dirençlerin oluşturduğu ivmeler ; süreklilik içermeyen, gücü ve altyapısı devamlı bir şekilde zayıflama eğilimi içinde olan, varlığını koruma yeterliliğine sahip olmayan ve hatta küresel güçlerin kontrolünde şekillenen düzene muhalif yaklaşımların gelişmesine olanak sağlayan bir içeriğe sahiptir. Askeri güce ve zorbalığa dayanarak bu düzeni koruma stratejisi de boş ve geçici bir hayalden başka bir şey değildir.
Bu bağlamda Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde bir Yunan milliyetçisinin cumhurbaşkanı olması durumunda göstereceği her tavrı sergileyen ; CHP zihniyetinin, İngiliz ve Yunan ekolüyle harmanlanmış bir temsilcisi konumundaki bir işbirlikçinin iktidarı nasıl sona erdiyse, firavunların Mısır’daki hizmetkarı Sisi’nin, Fransızların Tunus’daki uşağı Kays Said’in , Libya’daki CIA ajanı Hafter’in, katil Suriye rejiminin temsilcisi Esed’in, İslam dünyasındaki fitnenin başı Hamaney’in ve daha nicelerinin iktidarı da aynı şekilde ve bazen de acı olaylarla son bulacaktır. BEKLEMESİNİ BİLENLER , tüm bu coğrafyaların ve hatta çok daha fazlasının, Müslüman- Türk Milleti’nin eliyle şekillendiğini görme bahtiyarlığını da yaşayacaklardır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin askeri- ekonomik ve siyasi açıdan güçlenmesi ve dünyayı değiştirme yolundaki iradesini kararlılıkla ortaya koymaya devam etmesi ; gezegenleri, çevresindeki bir yörüngeye çekerek ve kendi etrafında dönmeye sevkeden bir yıldız gibi, Türk- İslam alemini ve mazlum milletleri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin etrafında toplanmaya ve birlikte hareket etmeye celbedecektir.
Günümüz dünyasında yaşadığımız tüm sıkıntılar ise, bu sürecin hazırlık aşamasından ve kutlu bir doğumun sancısından başka bir şey değildir.
Küresel güç merkezleri, bu hareketin merkezinin Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Erdoğan’ın şahsında kimlik bulan mücadele çizgisi olduğunu bildikleri için tüm enerjilerini ülkemizin yönetimini ele geçirmeye yönlendirmiş bulunmaktadır. Ülkemizde kısa süre önce yaşanan darbe girişimleri bunun en net göstergesi olduğu gibi, ülkemizde yaşanan ajan faaliyetleri, birbiriyle benzemez tüm siyasi partileri Sayın Erdoğan’ın karşısında birleşmeye zorlayan siyasi strateji, ülkemiz üzerinde uygulanan algı yönetimi ve propaganda teknikleri, dışarıdan fonlama basının ve etki ajanlarının yalan ve hayal arasında bir çizgide yürütmekte olduğu psikolojik harp, milletin gözünün içine baka baka uygulanan zillet ittifakı siyaseti tiyatrosu, bilinç sahibi olmayan ve iradesi çabuk kırılanların yönünü çevirebilmek için ülkemize yönelik olarak içten ve dıştan yürütülen ekonomik saldırılar, ambargolar, siyasi baskılar, terör faaliyetleri, ülkemizi çevrelemeye ve sıkıştırmaya yönelik askeri faaliyetler de bu gerçeğin, bütünü gösteren birer parçasından ibarettir.
İşte bu gerçeklik karşısında, üzerine ölü toprağı serpilmiş, gözüne perde inmiş ve aklını kiraya vermiş gibi hareket eden gafillere ve bu toprakları yabancılara peşkeş çekince batılı ve modern olacağını zanneden, laiklik- demokrasi, Cumhuriyet, insan hakları gibi kendi kafalarında oluşturdukları sığ kavramların arkasına sığınarak yaşam süren işbirlikçilere söylenecek söz ; UYANIN VE KENDİNİZE GELİN OLMALIDIR… KARŞIMIZDAKİLERİN ELİNE FIRSAT GEÇTİĞİNDE NE YAPACAĞINI BİLMEK İSTEYENLERİN, HAÇLI SEFERLERİNDE YAŞANANLARI, ERMENİ VE YUNAN MEZALİMİNDEKİ ACI TABLOYU HATIRLAMALARI YETERLİDİR…
Türk milleti karşısındaki tarihi acziyetlerinden dolayı, Türk Milleti’ni acımasızlıkla ve barbarlıkla suçlayanların, işgale yeltendikleri vatanımızdaki hamile kadınların karnındaki çocuğun cinsiyetine yazı tura attıklarını, Yunanistan'da kalan onbinlerce masum insanı katlettiklerini kimse unutmamalı, daha düne kadar Afrika’nın siyah derili mazlum insanlarını , bir orangutan türüymüşçesine kafeslerde sergilediklerini kimse aklından çıkarmamalıdır. Ve bunları akılda tutarken, ülkemizdeki işbirlikçi İttihatçıların ve onların devamı niteliğindeki zihniyetin, tek parti ve askeri darbeler döneminde yürüttüğü ve halen devam ettirdiği ihanet kokan teslimiyetçi ifsad politikası da her daim hatırlanmalıdır... Kimin kime hizmet ettiği, 100 yıllık tecrübe neticesinde artık her bireyin zihninde netleşmelidir...
ACINACAK DURUMA DÜŞMEMEK İÇİN, BİLİNÇ SAHİBİ OLMALI, KÜRESEL GÜÇLERİN VE ONLARIN YERLİ İŞBİRLİKÇİLERİNİN OLUŞTURDUĞU DÜZENE KARŞI, HER ŞART ALTINDA BİRLİK İÇİNDE HAREKET ETMEYİ BAŞARMALI, KISA SÜREDE KÜRESEL BİR GÜÇ HALİNE GELMEK İÇİN DE BİR FETRET DEVRİNE İZİN VERMEMELİYİZ…
Mücadele bizden, takdir ve galibiyet Aziz ve Muktedir olan Allah’tandır…
28.07.2021 //18.55
SEDAT ÇETİNKAYA
.DÜNYANIN TÜM ŞEYTANİ GÜÇLERİNE KARŞI, TEK BAŞINA YÜRÜTECEĞİMİZ MÜCADELE İÇİN , ULAŞMAMIZ GEREKEN ASKERİ KAPASİTE’NİN TEMELLERİ…
Tarih sahnesindeki kutlu mücadelesine, Sayın Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında devam eden Türkiye Cumhuriyeti Devleti, küresel güç merkezlerinin oluşturmaya çalıştığı düzene tabi olma teklifini, elinin tersiyle iterek, kendi dünya düzenini oluşturma yolunda hızla ve kararlılıkla ilerleyen bir ülke konumunu almıştır. Bu durum karşısında küresel güç merkezleri de Türkiye’yi oyalamak ve zor duruma düşürmek için her türlü stratejiyi sahaya sürdükleri gibi içimizdeki işbirlikçi ve mandacı oluşumları kullanarak, Türkiye’nin iradesini sekteye uğratmak için de var güçleriyle çalışmalarını sürdürmektedirler.
Devletimizin, hükümetimizin ve milletimizin, küresel güç merkezlerine karşı yürütmekte olduğu bu mücadeleyi, ekonomik ve siyasi açıdan değerlendirme imkanı olduğu gibi askeri açıdan değerlendirme imkanı da bulunmaktadır.
Belirtmek isterim ki TÜRK ORDUSU’nun gücü, karşımızdaki korkaklar sürüsünün, gerçek bir zorunluluk olmadıkça karşılaşmayı göze alamayacağı kadar büyüktür. Ayrıca Müslüman- Türk milletinin mücadele geçmişi de onları ciddi biçimde korkutmaktadır. Günümüz stratejileri ; Türkiye’nin, NATO içinde tutulması suretiyle kontrol altında bulundurulması ve batı dünyasından ve ABD hegemonyasından kopmasının kağıt üzerinde de olsa engellenmesi biçiminde tezahür etmiş bulunmaktadır. Türkiye’nin gerçek anlamda Avrupa Birliği’ne dahil olmak gibi bir düşüncesinin ve arzusunun kalmamış ve hatta bu birliğe ihtiyacının da ortadan kalkmış olması, Avrupa Birliği üzerinden Türkiye üzerinde oluşturulmaya çalışılan baskı ve yönlendirmenin de etkisiz kalkmasını sağlamış bulunmaktadır. Hatta BASKI STRATEJİSİ TAM TERSİNE DÖNMÜŞ , Türkiye’nin Rusya ile birlikte Avrupa’yı tehdit etmesinden mütevellit korku, Türkiye’nin enerji yollarını ve hatlarını kontrol eden bir merkez haline gelmesi, Akdeniz’in Türkiye’nin kontrolü altına girme yolunda şekillenmeye devam etmesi, İpek yolu’nun en önemli güzergahının Türkiye’nin kontrolünde olması, Avrupa’nın hızla yaşlanan nüfusu karşısında Türkiye’nin artan nüfusu , Avrupa’da yaşayan Müslümanlar üzerinde artan Türkiye etkisi , Avrupa’ya göç konusunda Türkiye’nin sahip olduğu pozisyon, Türkiye’nin İngiltere ile artan ilişkileri ve Avrupa’nın Türkiye ile var olan ticaret hacmi, Türkiye’nin Avrupa üzerinde baskı oluşturmasına neden olmuş bulunmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, küresel güçlere karşı girişmiş olduğu mücadele noktasında bölgesel bir güç olarak varlık kazandığını herkese kanıtlamış olmakla birlikte, çevresinde toplamaya devam ettiği ülkeler ve TÜRK DEVLETLER BİRLİĞİ STRATEJİSİYLE, küresel bir güç olma yolunda da emin adımlarla ilerlemektedir. Ortaya konan ve altyapısı doldurulmaya çalışılan bu siyasi vizyonun ; 2023 yılında yapılacak başkanlık seçimlerini Sayın Erdoğan’ın kazanması ve ülke ekonomisinin oluşturulan siyasi vizyonu etkili bir şekilde destekleyebilecek seviyeye ulaşması ile desteklenmesi gerektiği gibi askeri kapasitemizin de bu süreçte ortaya çıkacak tehditleri göğüsleyebilecek bir yeterliliğe ulaşması gerekmektedir.
Bu süreçte ulaşmamız gereken askeri altyapıyı KISACA VE KABACA ;
• Ülkemizin öncelikle çok alçak irtifadan başlamak üzere kıtalararası balistik füze , ramjet ve scramjet motorlu hipersonik füze saldırını dahi karşılayacak seviyede ve lazer silah teknojisinin de dahil olduğu bir hava savunma kapasitesine ulaşması gerektiğini,
• Uzun menzilli , yeterli//etkili harp başlığı taşıyan, yapay zekalı, elektronik karıştırmalara karşı korunaklı kılınmış, kamikaze saldırısı yapmak üzere tasarlanmış ve sürü biçiminde de görev icra edebilen silahların, genel saldırı konsepti dahilinde etkinlik kazanması gerektiğini,
• Klasik silah üretimlerinden ziyade, yüksek manevra kabiliyetine haiz, kısa pistlerden kalkış ve bu pistlere iniş kapasitesine sahip, hava- hava füzesi, seyir füzesi, hafif torpido ve diğer genel maksat bombalarını taşıyabilen, sahadaki tüm birliklerle koordinasyon içinde savaşabilen ve sürü algoritması ile muharebe yeteneğini haiz insansız savaş uçağı üretimlerine önem vermemiz gerektiğini,
• Yetersiz ön tasarım mahiyetine sahip birçok model yerine küçültülmüş bir fırkateynin savaş özelliklerine sahip insansız deniz araçlarından yüksek kapasiteli filolar oluşturmamız gerektiğini,
• Küçük, kolay imal edilebilen, görünmeden görev icra edebilen, görev sonrasında üslerine geri dönebilen, yapay zekalı, insansız silahlı denizaltı platformlarına özel bir önem vermemiz gerektiğini,
• Denizaltı kapasitemizi ciddi biçimde arttıracak , gerektiğinde çevremizdeki tüm denizleri askeri olarak kapatmamıza ve düşmanlarımızı evinde vurmamıza imkan verecek ölçüde genişletecek yatırımlara önem vermemiz gerektiğini,
• Balistik füze kabiliyetimizin ve topçu destek sistemlerimizin tamamını, lazer arayıcı başlığa sahip ve mutlak mobiliteye sahip füzeler olarak geliştirmemiz gerektiğini,
• Radar yönlendirmeli ve lazer arayıcı başlığa sahip füzelerle, hiçbir savaş aracımızı devreye sokmadan düşmana saldırı yapabilecek ve savaş kapasitesini ciddi biçimde yok edebilecek bir altyapıya ulaşmamız gerektiğini,
• Elektronik harp kabiliyetimizi, düşmanlarımızın silah ve saldırı kabiliyetini de gözeterek her zeminde geliştirmemiz ve çoğaltmamız gerektiğini,
• Kara muharebe araçlarımızın tamamını beka kabiliyeti yüksek ve aktif koruma sistemlerine sahip araçlar olarak dizayn etmemiz gerektiğini,
• Kıtalararası balistik füze ve nükleer silah kapasitesine hızla ulaşmamız gerektiğini,
• Düşman zırhlılarını sahada yok edecek uzun menzilli tanksavar silahlarının kullanımını ve eğitimini yaygınlaştırmamız gerektiğini,
• Her biri tek başına büyük bir güç olan 3 adet donanma kurmamız gerektiğini,
• Milli Muharip Uçak projemizi, insansız savaş uçağına da evrilecek şekilde geliştirmemiz gerektiğini,
• Yerel çatışmalarda düşmana yönelik ilk saldırıyı gerçekleştirmek üzere silahlı insansız kara araçlarından oluşan filolar kurmamız gerektiğini,
• Ülke çapında ve milis kuvveti anlamında askeri örgütlenme gerçekleştirmek üzere aktif ve gerçekçi bir proje yürütülmesi ve gönüllü milislerden kurulu ikinci bir ordunun dizayn edilmesi gerektiğini SÖYLEYEBİLMEMİZ VE ÖZETLEYEBİLMEMİZ MÜMKÜN BULUNMAKTADIR.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, var olan askeri kapasitesinin üzerine yukarıda belirtmiş olduğum ve altyapısını önemli ölçüde hazırladığı askeri kapasiteye tam anlamıyla ulaştığında ve dost orduları da bu kapasite çerçevesinde donattığında, kendi küresel gücünü de kabul ettirmiş olacaktır. BU GÜÇ , sadece Türkiye’nin değil, tüm İslam aleminin ve Türk Devletler Birliği’nin de gücü olacaktır.
Beyin fukarası ve hayal aleminde yaşayan Yunanlı analistin ve CIA stratejistlerinin de kısmen ifade ettikleri üzere oluşmakta olan güç, Devlet-i Aliyye’nin çok üzerindedir.
Tarihin akış sürecinden çok daha büyük bir hızla şekillenmekte olan BU GÜÇ ; Göktürk Kağanlığı’nın- Büyük Selçuklu Devleti’nin- Devlet-i Aliyye’nin ve Avrupa Hun Devleti’nin bileşkesi olacaktır…
Oluşmakta olan güç, gerçek komutanını bekleyen ALLAH'IN YERYÜZÜNDEKİ ORDUSUNDAN ve tüm yaşadıklarımız da bir HAZIRLIK SÜRECİNDEN başka birşey değildir. Bu mücadelenin dışında kalanlar ise gafiller ve inançsızlıklarında boğulacak olan zavallılardır...
Haydi artık dinsin bütün ıztırapların,
Ufuklardan şanlı bir gün doğacak yarın...
21.07.2021 //22.07
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRK EKONOMİSİ, NASIL BÜYÜK BİR GÜÇ HALİNE GELECEKTİR…
Kıymetli dostlarım, ÜLKEMİZE YÖNELİK EKONOMİK SALDIRILAR ; hükümeti yıkmak, erken seçime zorlamak, yapılacak ilk seçimde Sayın Erdoğan’ı başarısız kılmak, Türkiye’yi pasifize ederek ABD ve İsrail politikalarına etkinlik kazandırmak gibi hedeflemelerle ve Merkez Bankası Döviz rezervlerini azaltmak için yurtdışına döviz çıkışı sağlamaya yönelik faaliyetler ile başlamış ve bu durum, yurtdışında bulunan merkezlerden yapılan ve kur atakları biçiminde kendini gösteren manipülasyonlarla devam ettirilmiştir.
Bu sürece daha da güç kazandırılması için özel bankalarca kasıtlı olarak DÖVİZ TALEBİNİ ARTTIRICI YÖNLENDİRMELER yapılmış ; bireyler ve piyasa, DOLARİZASYON sürecine yönlendirilerek, bireylerin yedinde tutukları miktar dışında, özel bankalar nezdinde 260 milyar Doları bulan bir döviz mevduatı oluşturulmuştur. Elbette bu süreçte 128 milyar Dolar nereye gitti gibi abes ve algı operasyonu gerçekleştirmeye matuf bir soru oluşturularak, bireylerin bu hususa ilişkin bilgisizliğinden istifade edilmeye ve Sayın Erdoğan açıklama yapmaya zorlanarak yıpratılmaya çalışılmıştır. Bu algıyı oluşturanların, Sayın Berat ALBAYRAK’ın geçmişte görevden alınmasını sağlamaya, Merkez Bankası üzerinde baskı oluşturmaya ve Sayın ERDOĞAN’ı Merkez Bankası faaliyetlerinden uzak tutmaya yönelik çabaları da kimsenin gözünden kaçmamalıdır.
Bu arada Covid 19 salgınının oluşturduğu ortamın, ülkemizin turizm gelirleri üzerinde ve negatif yönde çok büyük etkisi olmuş, altın talebinden kaynaklanan döviz çıkışları da dövize olan talebimizin artmasına neden olmuş bulunmaktadır.
Ancak bu olumsuz şartlar altında oluşan olumlu durumu da geleceğe yönelik olarak herkesin dikkatine sunma gereği oluşmuş bulunmaktadır. Aslında bu durumun, bir adım geriye çekilerek, ilahi iradenin geleceği şekillendirmesini okumak, BAHAR'DAN YAZ'I TARİF ETMEK şeklinde nitelendirilebilmesi de mümkündür.
Yukarıda belirtmiş olduğum süreçte Türk Lirası, kasıtlı olarak tetiklenen ve kısmen de Covid 19 salgınına bağlı olarak ortaya çıkan döviz ihtiyacına bağlı olarak, yabancı paralar nezdinde önemli değer kaybına uğramıştır. Bu durum ise ülkemiz kaynaklı MAL VE HİZMET FİYATLARININ, uluslararası pazarlar nezdinde ucuzlamasına neden olmuştur. Bu durumun ilk bakışta gaysafi milli hasıla ve milli gelir gibi verilerin düşmesine neden olan bir yönü bulunmaktadır. Ancak bu durumun geçici bir ekonomik pozisyon olduğunu da ifade etmek gerekir. Zira ULUSLARARASI PAZARLAR NEZDİNDE UCUZLAYAN MAL VE HİZMET FİYATLARIMIZ , rekabet etkimizin bulunduğu tüm piyasalarda, ülkemiz kaynaklı mal ve hizmet talebini arttıracak bir etkiye neden olacaktır. Bu durum ise doğrudan doğruya İHRACATIMIZIN ARTMASINA sebebiyet vererek, döviz ihtiyacımızı olumlu yönde etkileyeceği gibi üretimimizin ve istihdam hacmimizin artmasını da sağlayacaktır. Çünkü daha fazla mal satabilmek için daha çok üretmek, daha çok üretmek için daha çok istihdam oluşturmamız gerekmektedir. Böylece döviz kuru yükselmesine bağlı olarak artan fiyatlar nedeniyle oluşan dönemsel enflasyon ve buna bağlı olarak yükselen faiz oranları da artan mal ve hizmet arzına ve ihracat neticesinde genişleyen para arzına bağlı olarak düşüş eğilimine girecektir.// Ayrıca mevduat faizine yönlendirilmiş ya da döviz hesaplarında atıl şekilde bulunan paraların, yatırıma yönlendirilmesinin de önü açılacaktır. İŞTE tam da bu noktada vergi gelirleri artmış akıllı bir hükümetin, bireylerin ekonomik durumlarını iyileştirecek, piyasadaki para arzını genişletecek ve talebi arttıracak politikalara başvurup, yeni bir üretim ve istihdam patlaması oluşturabilmesi de bence çok stratejik bir hamle olacaktır. Bu durumun oy tercihleri üzerinde etkili bir politik tercih olduğunu da görmek lazımdır…
Diğer taraftan, Türk Lirası’nın değer kaybı neticesinde yurtdışından talep ettiğimiz mal ve hizmetlerin fiyatı yükseleceğinden, İTHAL TALEBİMİZ lüks, ihtiyari ve alternatifi bulunan mallardan başlamak suretiyle ciddi biçimde DÜŞECEK ve söz konusu malların ÜLKEMİZDE ÜRETİLMESİNİ TEŞVİK EDECEK bir ekonomik ortam oluşacaktır. Etkisini büyük ölçüde orta vadede gösterecek bu etki neticesinde de dövize olan ihtiyacımız azalacağı gibi istihdamımız da artacaktır.
KISACA BELİRTMEK GEREKİRSE, paramızın değerinin düşmesine bağlı olarak ülkemizin ihracatının artması ve ithalatının azalması ; vergi gelirlerini, ödemeler dengesini, döviz ihtiyacımızı, kur dengesini, yatırımları ve istihdamı pozitif yönde etkileyecek, enflasyonun ve faizlerin bir süre sonra kendiliğinden düşmesini sağlayacaktır.
Bu arada Türkiye’nin özellikle savunma sanayi alanından hareketle yüksek teknolojili ürünler noktasında ön plana çıkması ve ürettiği mallar konusunda iyi bir uluslararası imaj oluşturması, marka gücünü ve yüksek teknolojili ürünlerden oluşan ihracat hacmini olumlu yönde etkileyecektir. Bu durum, hem kilo başına kazancımızın yükselmesine hem de aynı üründen marka etkisiyle çok daha fazla kazanç elde etmemize olanak sağlayacaktır.
• Türkiye’mizin ; önümüzdeki süreçte çok ihtiyaç duyacağı enerji yatırımlarına hız vermiş olması, enerji üretiminde yenilebilir enerji kaynakları üzerinden gerçekleştirdiği üretimi hızla arttırmaya devam etmesi, nükleer santral projesinin 5 yıl içinde tamamlanacak olması, ülke ekonomisine asgari 10 yıl yetecek düzeyde doğalgaz keşifleri yapmış olması, 2002 yılında “0” seviyesinde bulunan altın üretiminin şuan bulunduğu 38 tondan birkaç yıl içinde yıllık 100 ton seviyesine ulaşacak olması, döviz talebini azaltacak şekilde yerel para cinsleri üzerinden ikili ticaret anlaşmalarının gerçekleştiriliyor olması, Covid 19 salgınının kontrol altına alınması ve kanıksanmasıyla turizm gelirlerinin yeniden yükselme eğilimi içine girmesi ve uzun süredir yapılan yatırımların ticareten meyve verme aşamasına geliyor olması ;
• Ülkemizin İpek yolu projesiyle aktif hale gelen dünya ticaret yolları üzerinde bulunmasından ve sahip olduğu lojistik olanaklardan dolayı önemli pazarlara ve gelirlere ulaşacak olması, savunma sanayi alanındaki gelişmelerin dünya silah ticaretinden asgari % 15-20 oranında pay almamızı sağlayacak olması,
• Devletimizin gelişen siyasi ve askeri etkisinin oluşturduğu hinterlandın, ticaretimizin gelişmesi ve büyümesi için de büyük olanaklar sunuyor olması,
• Ülkemizin tarihi geçmişinden kaynaklı etkisi ve günümüz dünyasını kuşatan siyasetiyle güvenli bir ekonomik ve siyasi merkez halini alma eğiliminin kuvvetleniyor olması gibi durumlar da dikkate alındığında, ÜLKEMİZİN BİRKAÇ YIL İÇİNDE DÜNYANIN EKONOMİK YÖNDEN PARLAYAN YILDIZI HALİNE GELDİĞİNİ, 2030 YILINA KADAR DA DÜNYANIN EN BÜYÜK İLK 7-8 EKONOMİSİNDEN BİRİ HALE GELECEĞİNİ SÖYLEYEBİLMEK MÜMKÜNDÜR…
Saplantılı bağnazların, dualarımıza küfür diye bakan dinsizlerin, vatansız dönmelere biat peşinde koşanların, işbirlikçi hainlerin, zillete düşmüş – suratları utanmazlık ve ahlaksızlık çamurunda manda derisi gibi kalınlaşmış olanların, nereye ve kime hizmet ettiğinden bi haber gafillerin, fosilleşmiş bir zihniyetin ve Müslüman- Türk’ü sindirmek için uydurulmuş kelimelerin arkasına sığınarak siyaset yapanların ve bölücü teröristlerin bu söylediklerimizi anlayabilmesinin ve içine sindirebilmesinin mümkün olmadığını da neticeten belirtirken, bu gafiller ve hainler takımının ülke yönetimini ele geçirmesini engellemek için 15 Temmuz şehitlerimiz başta olmak üzere canlarını feda eden tüm kardeşlerimizi rahmet ve minnetle yad ettiğimi de ifade etmek isterim…
Şehitlerden yüzmilyon mücahidi olan,
Geçilmez ve kontrol edilemez bir zirvedir bu ebedi vatan…
15.07.2021 // 18.01
SEDAT ÇETİNKAYA
.2023 SEÇİMLERİNİ KAZANMAK, BUGÜNDEN BAŞLAYAN VE ÖZEL BİR STRATEJİYLE YÜRÜTÜLMESİ GEREKEN BİR SÜREÇTİR…
Bilindiği üzere Türkiye Cumhuriyeti Devleti, “başkanlık sistemi” olarak adlandırılabilecek ve kendine özgü olarak tanımlanabilecek bir yönetim sistemine geçiş yapmış bulunmaktadır.
Ülkemizin geçiş yapmış olduğu bu siyasi sistemde, iktidara gelmek için geçerli oyların yarısından fazlasını alma zorunluluğu bulunduğundan, bu sistemin orta ve uzun vadede ortaya çıkaracağı ve hatta zorunlu kılacağı durum ise, iki temel siyasi bloğun ya da partinin varlığından mütevellit bir siyasi sistemin şekillenmesi olacaktır. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki içinde bulunduğumuz dönemde siyaset arenasında yaşadıklarımız, önümüzdeki süreçte şekillenecek iki partili siyasi gerçekliğin ön açılımlarından başka bir şey değildir.
Ülkemizde, milli ve manevi değerlerine karşı hassasiyet sahibi olan, kendisini Müslüman ve Türk olarak tanımlayan, tarihi kökleri ve kendi medeniyet değerleri üzerinden yükselmeyi ve Türkiye’yi, mutlak egemenlik ve bağımsızlık temelinde küresel güç haline getirmeyi hedefleyen bir seçmen kitlesi bulunmaktadır.
Bu seçmen kitlesinin karşısında ise ; kendisini vahşi, ahlaksız ve ilkesiz batının bir parçası olarak tanımlayan, dini ve milli hassasiyetleri ya hiç olmayan ya da içi boş bazı sloganlarla sınırlı olan, tarihi köklerinden habersiz, kendi medeniyeti ile çatışma içinde bulunan, yabancı devletlerin yönlendirmelerine ve işbirliklerine açık, NATO’nun uşaklığına ve Avrupa Birliği’nin yancılığına amade olan ve bu ülkede dikili ağacı bulunmayan laf ebesi, fitne yuvası bir zillet cephesi bulunmaktadır.
Geçmiş başkanlık seçimleri dikkate alındığında, bu zillet cephesinin ; 59.354.840 kişilik toplam seçmen üzerinden % 86,2 katılım oranı ve 50.059,249 geçerli oydan % 48,5 seviyesinde bir seçmen kitlesine hitap ettiği görülmektedir.
DİĞER TÜM FAKTÖRLER SABİT KALDIĞINDA, gerek kullanılmayan oyların ve gerekse geçersiz olarak kullanılan toplam 9.300.000 civarındaki oy miktarının, başkanı belirlemede büyük öneme sahip olduğu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bu oyları, Sayın Erdoğan lehine seçimlere kanalize edebilmenin büyük önem taşıdığını ve bu gerçeklikten hareketle bir çalışma yapılması gereğinin bulunduğunu önemle belirtmek isterim.
Yine 2023 seçimlerinde ilk kez oy kullanacak olanları kazanabilmek ve onları sandığa getirebilmek de büyük önem arzeden bir konu olarak karşımızda durmaktadır. Yeni nesil, Ak Parti hükümetlerinin iktidarda olduğu bir dönemin içinde doğmuş ve Türkiye’nin geçmişteki içler acısı halinden habersiz olsa da bu neslin büyük bölümünün, Sayın Erdoğan’ı destekleyen ailelerin bir ferdi ve devamı olduğunu da görmek gerekmektedir.
2023 seçimleri açısından önemli olan diğer bir husus ise, Milliyetçi Hareket Partisi’nin yönetim içinde bulunması gerekliğinin yadsınamayacak bir biçimde önem kazanması gerçeğidir. Zira Ak Parti ile MHP arasındaki ayrı duruş, zillet cephesinin fitne tohumları ekmesine ve bu tohumlardan yeşeren konjonktür üzerinden siyaseti etkileme stratejisini sahaya sürmesine sebebiyet vermektedir. Unutulmamalıdır ki birliği tam olarak sağlayamamak ; ileriye yeterince güçlü atılamamak, her zaman parçalanma ve ayrışma tehlikesi altında bulunmak demektir. Yine unutulmamalıdır ki gönüllü olarak sağlanamayan birleşmeyi, milletimiz güçlüden yana bir kırılma ile eninde sonunda gerçekleştirecektir. Bu nedenle MHP, mutlaka taşın altına elini koymalı , Ak Parti ile koordinasyon içinde bir seçim çalışması yürütmeli ve temsilcileriyle birlikte iktidarın içinde bulunma düşüncesini ön plana almalıdır. BENZER DURUMLAR, CUMHUR İTTİFAKI ŞEMSİYESİ ALTINDA SEÇİM SÜRECİNE GİRECEK VE SAYIN ERDOĞAN’I DESTEKLEYECEK TÜM SİYASİ PARTİLER AÇISINDAN DA GÜNDEME ALINMALIDIR…
ZİLLET İTTİFAKI’NIN SEÇİM STRATEJİSİNİ KABACA ;
• İktidarı erken seçime zorlayarak, psikolojik üstünlüğü ele geçirmek,
• Yapılan yatırımların sonuçlarından ve 2023 yılına kadar şekillenecek olumlu siyasi ortamdan iktidarın yararlanmasını engellemek,
• Mümkün olduğunca çok siyasi parti ile seçimlere girilmesini sağlayarak, Sayın Erdoğan’ın ilk turda seçilmesinin önüne geçmek,
• Seçimlerin ikinci tura kalması durumunda büyük bir algı operasyonu ve tıpkı İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerinde olduğu gibi oluşturulacak sahte bir rüzgar ile yönetimi ele geçirmeyi denemek,
• HDP üzerinden mağduriyet oluşturarak, HDP seçmenini Ak Parti karşıtlığı üzerinde kararlı kılmak,
• İyi Parti’yi, CHP ile HDP arasındaki yakınlaşmadan ve MHP ile Ak Parti arasındaki ittifaktan rahatsızlık duyarak kaçan seçmenler için bir merkez olarak tutmak ve başkanlık seçimlerinin ikinci turu açısından oluşturulacak rüzgarda zillet cephesine dahil etmek,
• Seçimlere kadar Sayın Erdoğan’ı yıpratacak her türlü yalan, fitne, algı operasyonu ve provokasyonu tertiplemek,
• Ak Parti ile MHP’nin arasını bozmak için siyasi ve stratejik yönlendirmelerde bulunmak,
• Ak Parti’nin genişleme ihtimali bulunan siyasi alanlara yönelik blokajlar uygulayarak ön almaya çalışmak,
• Sayın Erdoğan’ın çevresini boşaltarak ve Sayın Erdoğan’ı siyasi ikilemler içinde bırakarak zayıf göstermeye çalışmak,
• Son döneme kadar birleşmekten uzak bir izlenim ortaya koyarak, AK Parti’yi gafil avlamak ŞEKLİNDE TANIMLAYABİLMEK MÜMKÜNDÜR…
2023 yılında yapılacak başkanlık seçimlerini kazanmak isteyenler, seçim çalışmalarının bugün itibariyle başladığının farkına varmalı ve bu çalışmalarına ; zillet cephesinin politikalarını dikkate alarak, ülke ve il bazında oluşturulacak stratejik açılımlı faaliyetler ve sosyal medyayı en etkin şekilde kullanmayı esas alan yaklaşımlarla hız vermelidir. Gerisi Sayın Erdoğan’ın ortaya koyacağı genel strateji ile şekillenecek ve ülke gündeminin algıdan ziyade olguyla ve icraatla şekillenmesi sağlanacaktır...
Bu kutlu mücadele için samimiyetle ortaya koyacağımız gayret ; ülkemizin , Türk Dünyası’nın ve İslam aleminin önümüzdeki 150 yılını, bizlerin ise ahir hayatını şekillendirecek en önemli gerçeklik olacaktır…
Mekke’nin, İstanbul’un, Kahire’nin fethi gibi, Malazgirt’in- Miryakefalon’un – Mohaç’ın ufku gibi , Kürşad’ın, Kılıçarslan’ın, Kanuni’nin ruhu gibi emsalsiz fırsatların temaşa ettiği tarihi günlerden geçiyoruz…
Ne mutlu, bu feyzden nasiplenme talebinde bulunanlara… Ne yazık, bu feyzden yoksun kalan, batının uşağı olmuş, inanç ve hedef yoksunu, aşağılık kompleksinde boğulmuş, safsatalar içinde yaşayan zavallılara…
Yeşermesi ektiğimiz tohumun haktır,
İşte o gün ruhlarımız şad olacaktır…
11.07.2021 // 18.38
SEDAT ÇETİNKAYA
.GELECEĞİ DİZAYN ETMEK İÇİN GEÇMİŞE BAKMAYI BİLMEK ; KİMLİĞİMİZİ UNUTMAMANIN, HEDEFLERİMİZİ CANLI TUTMANIN VE YOLDAN SAPMAMANIN EN BASİT ANCAK EN ETKİLİ YOLUDUR…
HERKES GEÇMİŞİ HATIRLAMALI ; aciz, zayıf, sömürü altında bulunan – egemenliği ve bağımsızlığı iğdiş edilmiş- dost görünümlü sinsi düşmanları tarafından içten ve dıştan her yönüyle kuşatılmış – büyümeye çalıştıkça budanan// ölmeye yüz tuttukça sulanan bir fidan misali cendere altına alınmış- sefalete terk edilmiş- hiçbir küresel çıkarın peşinde gidecek gücü ve iradesi bulunmayan- siyonist odakların dümen suyunda debelenen, uydurulmuş fitne tohumları üzerinden üretilmiş ayrılıklar ve terör tuzağı içinde başı döndürülüp sindirilmiş- Yahudi lobilerinin sunmuş olduğu göstermelik havuçla İsrail’in sessiz şakşakçısı haline getirilmiş – İstihbarat Teşkilatına kadar teslim alınmış- İslam ve Müslüman düşmanlığının ayyuka çıktığı- 1923 öncesine ilişkin tarihi kasıtlı bir şekilde unutturulmuş – Türk Dünyasıyla bağları kopartılmış- algı operasyonlarının ve darbelerin süjesi haline getirilmiş- hakları gasbedilmiş insanların, yaşamakla sürünmek arasında varlığını devam ettirmeye çalıştığı- ihracatının alayı 38 milyar Dolar// Milli Geliri de 230 milyar Dolar olan – tüm altyapı mevcudiyeti itibariyle bir 3 ncü dünya ülkesinden hallice bir pozisyonda bulunan- IMF kıskacında ve borç altında inleyen- faiz ve enflasyonun onlarca yıl % 65 – 85 seviyelerinden aşağıya düşmediği- savunma sanayi adına Kırıkkale tabancısını bile lisans altında ancak üreten- dünya nezdinde hiçbir itibarı bulunmayan- Avrupa Birliği tarafından Kapıkulu, ABD tarafından emir eri muamelesine tabi tutulan- köhnemiş, geri kalmış ve sömürü düzeninin kelpeteni konumundaki parlamenter sistemle acziyete kurban edilmiş – öğretilmiş çaresizliğin, teslimiyetçiliğin ve aşağılık kompleksinin bireylerin genetik yapılarına sirayet ettirildiği – beceriksizliğini, yetersizliğini ve teslimiyetçiliğini sulh saftalarıyla kapatmaya çalışan- dinsiz bir nesil yetiştirmek ve müslümanlar için baskı aracı kılmak için laikliğin bir sopa gibi kullanıldığı- üniversiteleri ve eğitim sistemi fitne üretmek, niteliksiz bireyler yetiştirmek için şekillendirilmiş- medyası büyük ölçüde Müslüman- Türk milletinin düşmanı işbirlikçi hainlerin tekeline terk edilmiş- AMAÇSIZ-SAFSATALARLA YÖNETİLEN ve İŞBİRLİKÇİ VATAN HAİNLERİNİN HER ZEMİNDE CİRİT ATTIĞI BİR ÜLKE KONUMUNDA BULUNDUĞUMUZU DA UNUTMAMALIDIR…
Gerek Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ve gerekse Müslüman- Türk milletini bu cendereden çıkaran, kaderin hükmünü elinde tutan Aziz ve Muktedir olan Allah’tır. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ise bu sürece ; ortaya koymuş olduğu mücadele ve bu mücadele esnasında oluşan hataları ve doğrularıyla liderlik eden kişidir. Sayın Erdoğan’ın yapmış olduğu bu değerli liderlik neticesinde ;
• Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ; borçluluk oranı makul seviyelere kadar indirilirken, Türkiye Cumhuriyeti Devleti hükümetleri tarafından ülke tarihi boyunca ve her alanda yapılmış olan yatırımların asgari 3-5 katı seviyesinde yatırımlar yapmış, milli gelir asgari 3 kat büyütülmüş ve yıllık 200 milyar Dolarlık bir ihracat rakamına ulaşmak için gün sayılır hale gelinmiştir.
• Savunma Sanayi dünyaya liderlik edebileceğimiz bir altyapı üzerinde gelişme aşamasına girmiş, ülke ihtiyaçlarımızın çok büyük bir bölümü kendi milli üretimlerimizle karşılanır hale geldiği gibi dost ülkelerin orduları da bu üretim alanından teçhiz edilmeye başlanmıştır.
• İçine kapanık Türkiye, küresel anlamda etkili olan bölgesel bir güç haline gelmiş, küresel güç olmanın şartlarını da oluşturmaya başlamıştır.
• Bir zamanlar hayal olan ve ruhunu fikir fukarası Lenin’e satmış komünistlerin, ülkücüleri alay konusu etmeye çalışırken kullandıkları Türk Devletler Birliği hayali, elle tutulur, gözle görülür bir gerçeklik haline gelmiştir.
• NATO’nun emir eri, rütbesiz askeri, ABD hurdası silahların ev sahibi konumundaki Türkiye, NATO’nun en dirayetli ve ABD’nin hegemonyasını sarsan gücü haline dönüşmüştür.
• Avrupa Birliği ise şamar oğlanımız olma yolunda hızla ilerlemektedir.
• Türkiye Cumhuriyeti Devleti, dünya ticaretinin merkezinde tarihi süreçte değdiği tüm coğrafyaları içine alacak şekilde kendi birliğini ve kutlu varlığını inşa etmeye başlamıştır.
• Yönetim sistemini kendine özgü bir başkanlık sistemine çevirmiş, siyonistlerin ve küreselci paganların, ülkeleri kontrol etmek için dizayn ettikleri parlamenter sistemden kurtularak, kutlu tarihine ve büyük geleceğine dev bir pencere açmıştır.
• Türkiye Cumhuriyeti Devleti, işbirlikçi ve zillete düşmüş hainler tarafından kendisine vurulan prangalardan tek tek kurtulmuş, tam anlamıyla doğrulabilmesi için ise önünde sadece ama sadece 2023 seçimleri kalmıştır.
İŞTE BU ŞARTLAR ALTINDA 2023 SEÇİMLERİNE İLİŞKİN ZAMAN AZALDIKÇA, SAYIN ERDOĞAN’A YÖNELİK SALDIRININ ŞİDDETİ DE ARTACAK ; LİMİTSİZ ÇİRKEFİN BOYUTU, KİŞİSEL ALGILARI DUMURA UĞRATACAK ŞEKİLDE VE BAZEN İNSANA ACABA DEDİRTECEK BOYUTTA YÜKSELECEKTİR. ABDÜLHAMİD HAN’A DARBE YAPILIRKEN, ADNAN MENDERES ASILIRKEN YA DA DÜZMECE TİYATROLAR KULLANILARAK SAYIN ERBAKAN’A POST- MODERN DARBE YAPILIRKEN HALK NEREDEYDİ DİYE SORANLAR, ŞİMDİ KENDİSİNİN NEREDE OLDUĞUNU ÇOK İYİ DEĞERLENDİRMELİDİR…
Unutulmamalıdır ki genele yayılan sistemli algı operasyonlarında herkesin yakalanacağı hassas bir nokta olacaktır. Kimi gıda fiyatlarının yüksekliğinden, kimi maaşların düşüklüğünden, kimi emeklilikte yaşa takıldığından, kimi af beklentisinden, kimi sağlık bakanlığının ne idüğü belirsiz politikalarından, kimi eğitim sistemindeki haksızlıktan, kimi ekonomik çıkarlarının yandaşlar (!) tarafından ortadan kaldırıldığından, kimi laiklik safsatasından, kimi Suriye’li düşmanlığından, kimi Katar muhalifliğinden, kimi Libya’da ne işimiz var zihniyetinden, kimi heykel ya da Makarios seviciliğinden, kimi çıkar uyuşmazlığından, kimi yerel parti yöneticileriyle ters düştüğünden vb. dolayı, algı operasyonuyla kurulan ağa yakalanacaktır. NE MUTLU BU FİTNE AĞINA YAKALANMADAN YOLUNA DEVAM EDİP, KUTLU GELECEĞİMİZ İÇİN MÜCADELE ETMEYİ BAŞARABİLENLERE !
( Birgün Olur, Tarih Sizi Elbet Alkışlar )
Adaletin zerre miktarı şaşmadığı gerçek hesap gününde, neyi bahane ederek nasıl hainlik ettiğimiz değil, nasıl mücadele ettiğimiz sorulacaktır…
Geçmişle bütün bağları çözmek ne ağırdır,
Hayvanların ancak, dünü, mâzisi sağırdır...
07.07.2021 // 19.00
SEDAT ÇETİNKAYA
.ERMENİSTAN SEÇİMLERİNİN SONUÇLARI VE İZLENMESİ GEREKEN TEMEL STRATEJİ…
KURTLAR SOFRASINDA HİÇBİR HAK VERİLMEZ, ALINIR VE ALINAN HAK DA ANCAK KORUNABİLDİĞİ GÜNE KADAR SAHİBİNE AİTTİR…
Şerefli ve asil Türk Milleti’nin, Kafkasya’daki temsilcilerinden kardeş Azerbaycan, işgal altındaki topraklarını muhteşem bir zaferle kurtardıktan sonra bir “ATEŞKES ANTLAŞMASI ” imzalanmış bulunmaktadır.
Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarını kurtarabilmesinin, yapmış olduğu nitelikli hazırlığa ve ortaya koymuş olduğu cesaret ve fedakarlıkla perçinlenmiş mücadeleye bağlanabilecek yönleri çokça bulunmakla birlikte, sonucun şekillenmesi açısından iki stratejik faktörün büyük öneme sahip olduğunu da belirtmek isterim.
Türkiye’nin, uzun süredir Rusya’ya yönelik olarak sahaya sürmüş olduğu çok yönlü kuşatma ve yönlendirme politikasının ortaya çıkardığı ekonomik- siyasi- askeri ve stratejik etkiler ve Ermenistan’ın, Rusya’ya karşı batı dünyasını önceleyen son dönem yönetim anlayışı ; Rusya’nın, Ermenistan’ı ikinci plana atmasına ve Ermenistan’ın burnunun sürttüğünü görmek istemesine neden olmuş bulunmaktadır. Ayrıca bu sonucun ortaya çıkması noktasında, Azerbaycan’ın Rusya’ya karşı sunmuş olduğu ekonomik ve siyasi geleceğin etkisini de atlamamak gerekir diye düşünüyorum.
Diğer taraftan Rusya, ekonomik ve stratejik açıdan içinden geçmekte olduğu ve zor şartları içeren bir dönemde, Türkiye’yi karşısına alarak ; Kafkasya’yı, Orta Asya’yı ve hatta tüm Rusya’yı saracak bir cepheleşmeden ve İdlip’te yaşadıklarından edindiği tecrübe ile Türkiye karşısında sürklase olmaktan korkmuş bulunmaktadır. Bu noktada Rusya’nın gerek Çin’e ve gerekse Batı İttifakı’na karşı, Türkiye ile oluşturacağı bir müttefiklik ilişkisine ya da en azından Türkiye’nin düşmanlığını içermeyen bir işbirliği yaklaşımına kuvvetle ihtiyaç duyduğunu ve bu durumun semerelerini topladığını da gözden kaçırmamak gerekmektedir.
Ermenistan’ın, Azerbaycan karşısında yaşadığı tarihi hezimetten sonra gerçekleştirdiği seçimleri, yaşanılan tarihi hezimetin sorumlusu addedilerek linç edilmeye çalışılan Batı İttifakı yanlısı Nikol Paşinyan’ın kazanması, Rusya açısından tehlike çanlarının çalmasına sebebiyet vermiş bulunmaktadır. Çünkü Rusya, Ermenistan’ın yaşadığı bu hezimet sonrasında, Rus yanlısı bir hükümetin yönetime gelmesine garanti gözüyle bakmış ve bu yönetim üzerinden bir bölgesel strateji geliştirmiş bulunmaktadır. Bu aşamadan sonra Nikol Paşinyan’ın, Rusya’ya yönelik olarak mesafeli bir tutum içinde olacağı bir gerçektir. Ancak Paşinyan’ın ; Ermenistan’ın çıkarları, Rusya’ya bağımlı olma temelinde şekillenen ve kısa vadede değiştiremeyeceği mecburiyetler ve kendi koltuğunun garantisi bakımından ikili oynayarak, zaman kazanmaya çalışması da söz konusu olabilir. Diğer taraftan Rusya’nın, Nikol Paşinyan’dan açık bir biçimde Rusya’nın tarafını seçmesini istemesi ya da gelişmeleri zamana bırakarak Paşinyan aleyhine bir politik sürecin şekillenmesini beklemeyi tercih etmesi söz konusu olabilir.
İŞTE bu noktada etkili olacak en önemli şey, İNGİLTERE- RUSYA ilişkileri olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü Paşinyan’ın değişim vaadiyle iktidara gelmesinin arkasındaki güç, İngiltere Kraliçesi ve Rothschild ailesinin verdiği destektir. N.Paşinyan’ın, Fransa ile olan yakın ilişkisinin arkasında da E.Macron’u Fransa’da iktidara getiren ve Ermeni Diasporası’nı fonlayan Rothschild ailesi bağlantısı bulunmaktadır. Rothschild’lerin ve bu bağlamda küreselcilerin hedefi, hem Rusya’yı Ermenistan’dan uzaklaştırmak hem Türkiye ve Azerbaycan’ı, İpek yolu projesi ile ilgili faaliyetler noktasında kendilerine tabi olmaya zorlamak hem de Rusya ile Türkiye arasında bir çatışmanın çıkmasına sebebiyet vererek, ipleri tamamen kendi ellerine geçirecek olan bir zeminin şekillenmesini sağlamaktı. İSTEDİKLERİ OLMUŞ OLSAYDI ; NATO yani bir başka deyişle ABD, Kafkaslarda konuşlanmış, NATO bağlantısını ve durumun vahametini kullanarak Türkiye üzerinde etkinlik oluşturmuş, S-400’ler rafa kaldırılmış, Ukrayna ile Rusya birbirine girmiş, NATO ile Rusya savaş gerilimi içine çekilmiş, İpek Yolu’nun orta koridoru Türkiye – Azerbaycan ve Türk Dünyası yerine Rothschild ailesinin eline geçmiş olurdu. ANCAK NETİCE İTİBARİYLE ; planları tamamen bozulmuş, Türkiye’yi Doğu Akdeniz üzerinden sıkıştırma politikaları akamete uğramış, Libya Türkiye’nin kontrolüne girmeye yaklaşmış, Avrupa Birliği’nin Türkiye karşıtı politikaları iflas etmiş, Türk Devletler Birliği projesi parlayan bir yıldız gibi ortaya çıkarak çekim merkezi oluşturmaya başlamış, Ukrayna- Rusya savaşı stratejisinin tek başına etkili olamayacağı ve neticesinin Ukrayna’nın işgali olacağı anlaşılmış ve bu durumun, ABD’nin Afganistan’ı boşaltmasına ve Ortadoğu’da hareketsiz kalmasına değin uzanan yansımaları olmuştur.
Türkiye İpek yolu üzerinde, sadece bir geçit noktası ya da lojistik bir üs olmayı değil, askeri- siyasi – ekonomik ve kültürel açıdan kendi ittifak bölgesini oluşturmayı hedeflemiş ve bu stratejisi doğrultusunda önemli bir yol da almış bulunmaktadır.
ŞAYET BU NOKTADA RUSYA İLE BATI DÜNYASI İLİŞKİLERİNİ GERECEK BİR STRATEJİYLE HAREKET ETMEYİ BAŞARABİLİRSEK, Ermenistan yönetimi ile Rusya arasında yaşanacak ilk gerilimde, Nahçıvan ile Azerbaycan arasını kesen ve bir Türk toprağı olan ZENGEZUR BÖLGESİ’nin ele geçirilmesi, Dağlık Karabağ’daki Ermeni varlığının tamamen sonlandırılması ve Ermenistan’ın TAMAMEN İŞGAL TEHDİDİ ALTINDA, ateşkesten ziyade bir barış antlaşmasına zorlanabilmesi mümkün hale gelecektir…
Elbette bu sonucun, bu durumu kabullenemeyecek olan İran üzerinde de önemli etkileri olacaktır.
Türkiye’nin ; İran gazına ihtiyacı kalmadığı gibi İran’ın, Irak ve Suriye üzerinde yürüttüğü faaliyetleri finanse edebilecek gücü de hızla zayıflamaktadır. Türkiye’nin, Afganistan- Azerbaycan ve Pakistan üzerinden oluşturacağı baskı da İran’ı stratejik açıdan tam bir çıkmazın içine çekebilecek bir fırsat sunmaktadır. Bu arada Güney Azerbaycan ve İran Türklüğü üzerinden geliştirilecek etkili ve genişletilmiş bir espiyonaj üzerinden şekillendirilecek bir iç karışıklık, İran’ın tam da istediğimiz gibi bölünmesine ve şekillenmesine olanak sağlayacak ve gerek 1828 Türkmençay Antlaşması’nın ve gerekse 1946 yılında yaşanılanların bedeli hem Rusya’ya hem de İran’a ödetilmiş olacaktır.
Bu arada İRAN TÜRKLÜĞÜ’NE, içlerindeki hangi soydan geldiği bilinmeyen rejim yanlısı, Farsilerin uşağı olmuş işbirlikçi hainlere inanmaktan ve güvenmekten vazgeçmelerini, GELECEKLERİNİ ; kendilerini asimile etmeye çalışan ve İslam dünyasında ikilik çıkarmaktan başka hiçbir vasıfları olmayan Farsilerin yanında değil, mensubu oldukları Müslüman- Türk Milleti’nin ve Türk dünyasının yanında ve ümmetle birlik mefkuresi içinde aramaları gerektiğini bu çağrım ile ilanen bildirmek isterim…
Güney Azerbaycan, İran değildir ve biz yaşadığımız sürece de olmayacaktır. Tıpkı Ermenistan işgali altındaki topraklarımızı kurtardığımız gibi İRAN İŞGALİ ALTINDAKİ TOPRAKLARIMIZI DA KURTARACAĞIZ . Zaten İran’ın korkusu da kuyruk acısı da bu gerçeği bilmesinden dolayıdır. Geliştirdiği ; içe kapalı , bağnaz, akli, ilmi ve düşünsel gerçeklikten uzak ideolojisinin nedeni de İran Türklüğü’ne benliğini unutturabilmek, Türk Milleti’nin önünü keserek hizmet ettiği siyonist efendilerine ve batıya yalakalık yapabilmektir.
BU KÖHNE MOLLA REJİMİ ; HZ. MEHDİ’DEN BAHSEDERKEN, DECCALE HİZMET EDEN KOKUŞMUŞ BİR REJİMDİR...
Hz.Mehdi’yi görmek, bilmek , tanımak ve emrinde kutlu mücadelelere koşmak isteyenler, İran’ın FETÖ'sü konumundaki Molları değil ; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni , bu devletin kutlu ışığını, peygamber övgüsü almış ordularını ve cihan hakimiyetine talip sancaklarını takip etmelidir…
27.06.2021 //02.37
SEDAT ÇETİNKAYA
.GELECEK UFKUNDAKİ AFGANİSTAN VE KÜRESELCİ PAGANLARIN EZOTERİK AÇILIMI…
Yaşam koşulları açısından çok zor bir coğrafyanın, aşılmaz bir kalesi konumunda bulunan Afganistan, bizlere unutturulmuş olsa da “ EN KADİM TÜRK YURTLARINDAN” birisidir. AFGANİSTAN ; Cumhurbaşkanlığı forsumuzda bulunan yıldızlarla temsil edilen cihan devletlerimizden birçoğunun hüküm sürdüğü bir coğrafyanın adı, burayı yurt olarak görmeyenlerin eninde sonunda hezimete uğradığı, hüznün insan genetiği bir tarafa ; Hindukuş’un, Pamir’in, Hayber’in silüetine sindiği bir merkezdir…
Son dönemde bizzat ABD gizli servisi tarafından oluşturulan ve ABD’nin, Afganistan’a yerleşmesi için faaliyet alanı genişletilen ve hatta DEAŞ militanlarının geçmiş dönem eğitim merkezi konumundaki TALİBAN ÖRGÜTÜ, göstermelik ABD düşmanlığı altına gizlenmiş işbirliği stratejisiyle ; Afganistan’ın, ABD kontrolünde kalmasına hizmet etmiş bulunmaktadır. Taliban’ın temsil ettiği ve İslam dünyasının fitne tohumlarından biri olan selefi yaklaşıma desteğin ise İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’dan geldiği hususu da bilenler nezdinde tartışmasız bir gerçeklik olarak varlığını korumaktadır. Pakistan’daki kontrolsüz medrese zihniyetinin de Taliban üyelerinin yetişmesine hizmet etmek için CIA’ya sağlanmış iyi bir eğitim merkezi olduğunu ve bu bağlamda Taliban üzerindeki en etkili siyasi gücün Pakistan olduğunu da gözden kaçırmamak gerekmektedir. Yine bu noktada Pakistan ile ABD arasında yakın geçmişte ortaya çıkan ve devam eden siyasi gerilimin, Taliban’ı parçalanmaya doğru itecek ve örgüt üzerindeki ABD kontrolünün zayıflamasına neden olan bir zeminin şekillenmesini sağladığını da farketmek gerekmektedir.
Afganistan’ın kuzey bölümü, “GÜNEY TÜRKİSTAN” olarak adlandırılan bölgedir ve bu bölgede Türkiye’nin etkisi yadsınamayacak kadar büyük ve değerlidir. Afganistan’da görev yapan NATO güçleri’nin bu bölgede güvenli şekilde faaliyette bulunabilmesinin tek nedeni ise, Türk askerinin bölgede şekillenen varlığı ve bu varlık üzerinden oluşturduğu güvenlik şemsiyesidir.
AFGANİSTAN’IN GÜNEY BÖLÜMÜ ise hem Pakistan hem de İran tarafından ele geçirilmek ya da etkili olunmak istenen ve Afganistan nüfusunun % 40’nı oluşturan PEŞTUN’ların yaşadığı bir bölgedir. Bu durumun önemi, Pakistan’da 40 milyon kadar Peştun’un bulunması ile Peştun’ların, İran kökenli bir halk olması ve İran dillerinden Peştunca’yı konuşması ve Taliban’ın büyük oranda Peştun kabilelerine dayanması gerçeğinin ortaya konulmasıyla ortaya çıkmaktadır…
ABD’nin ve NATO’nun bölgeden çekilirken ; Türkiye’nin, Afganistan’ı şekillendirecek güç olarak bölgede etkinliğini arttırma kararı almasının ve Pakistan ve Macaristan ile birlikte faaliyet icra etmeyi öngörmesinin ise stratejik öneme sahip bazı gerekçeleri ve sonuçları bulunmaktadır. Öncelikle belirtmek isterim ki Pakistan, Türkiye’yi kardeş ülke olarak gören ve genetik bağlarımızın da bulunduğu bir ülkedir ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başkanı’nı halife olarak gören bir anlayışa ve tarihi geçmişimize yönelik bir saygıya da sahiptir. Ayrıca Türkiye’nin, Pakistan olmaksızın Afganistan’da tam bir etkinlik ve güvenlik ortamı oluşturabilmesi de mümkün değildir. Yine İran’ın bölgeye yönelik arzularını kırma, siyasi-stratejik açılımlarını pasifize etme ve BÖLÜNME SÜRECİNİ HIZLANDIRMA NOKTASINDA , Pakistan’ın sahip olduğu askeri , siyasi ve sosyolojik gücün de önemli bir rolü olacaktır.
Diğer taraftan, Kuzey Afganistan’ın Türkiye’nin kontrolüne ve etki alanına girmesiyle ; Çin’in, Afganistan üzerinden İran’a ulaşan kapısı, Türkiye’nin kontrolüne gireceği gibi Tacikistan-İran bağlantısı da Türkiye tarafından kesilmiş olacaktır. Böylece İran- Çin bağlantısı, bölgede hakimiyet kuracak olan Türkiye’nin ve Türk Dünyası’nın eline geçeceği gibi Doğu Türkistan üzerindeki Çin baskısının ortadan kaldırılması noktasında önemli bir koz da elimize geçmiş olacaktır…
Bu arada Türkiye’nin, Macaristan’la birlikte Afganistan’da oluşturacağı askeri konseptin ise Avrupa’yı, Balkanları ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’ni, Türkiye’nin yönlendirmesi cihetinde etkileyen ve genişletilmiş Türk Birliği’nin zeminini kuvvetlendiren büyük ve çok yönlü bir etkisi olacaktır. Günümüzden 15-20 yıl sonra, Macaristan ordusunun kullandığı tabancadan uçağa kadar herşeyin Türkiye Cumhuriyeti Devleti üretimi olduğunu ve Hun ordusunun, ordumuzun subayları tarafından eğitildiğini görmek kimseyi şaşırtmamalı, Pakistan’ın 250 milyona ulaşacak nüfusu ile Türk Birliği’ne vereceği desteğin etkisi de göz ardı edilmemelidir.
Şimdi her şey iyi de bu ABD, GÜYA ÇİN İLE KARŞITLIK İÇİNDE BULUNDUĞU BİR ORTAMDA STRATEJİK ÖNEME SAHİP OLAN AFGANİSTAN’DAKİ ASKERLERİNİ NEDEN GERİ ÇEKİYOR sorusuna verilecek cevaplar, konunun en hassas boyutunu teşkil etmektedir. Çin’i çevrelemek isteyen ve bu doğrultuda hareket eden merkezi ABD yaklaşımını temsil eden güçlerin, J.BİDEN yönetiminin iktidarı ele geçirmesi neticesinde, ABD yönetiminden tasfiye edilip etkisizleştirilmesiyle ; ABD’nin, Çin’i çevreleme planının rafa kaldırıldığını öncelikle belirtmek isterim. Diğer taraftan ;
• Çin ile ABD üzerinden ve dolayısıyla Batı dünyası ile Çin arasında oluşturulmaya çalışılan sahte kutuplaşma için Türkiye ile Çin arasında şekillendirilecek bir gerilimin hedeflendiğini
• Ya da İpek yolu projesinin kontrol altına alınması hususunda ileride ortaya çıkma eğilimi bulunan Türkiye ve Türk Dünyası engelini aşmak için Türkiye ile Çin arasında stratejik bir yakınlaşmanın altyapısının Afganistan üzerinden atılmaya ve bu arada Türkiye ile Rusya arasında başka bir kutuplaşmanın şekillendirilmeye çalışıldığını ,
• Ya da küreselci Paganlarla Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, çıkar ilişkisi bağlamında ancak işbirliği içinde hareket etmeye başladığını söyleyebilme ihtimalleri bulunmaktadır…
Ancak bence ABD’nin bu yaklaşımındaki mesele, siyasi-ekonomik ve stratejik kökenli değil, şeytani kökenlidir. Şeytan ve avanesinin Türkiye üzerinden bir planı vardır ancak Allah’ın ve Rabbini tanıyan kullarının da bir planı vardır. Kıymetli Dostlarım, belki bu hususta çekince koyanlarınız olacaktır ancak dünyanın düzenini bozacak olan olayların, Pakistan- Afganistan ve İran arasındaki bölgeden, Çin’in ve Türk Dünyası’nın da meselelere dahil olmasıyla çıkma ihtimali çok yüksektir ve bu hususun küreselci paganların Deccal beklentisi ile yakın bir ilişkisi olduğu hususunu da İLGİLİLERİ İÇİN realitenin dışında EZOTERİK bir yaklaşımla ortaya koymak isterim...
Ancak Türkiye’nin varlığının, Afganistan merkezli olarak oluşturacağı bilinç ve güç teşekkülü, Suriye ve Irak cephesinde yaşanacak ve Hz.Muhammed sav. efendimizin Melhame-i Kübra olarak adlandırdığı hayati öneme sahip savaşta, çatışmanın merkezindeki Türk Ordusu’na bölge üzerinden büyük bir güç ile yardım sağlayacak faktörü oluşturacağını da herkesin dikkatine ve gelecek ufkuna sunmak isterim…
Deme şu niçin şöyle.
Yerincedir o öyle.
Bak sonunu seyreyle.
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler…
23.06.2021 // 21.00
SEDAT ÇETİNKAYA
.BİR AYETİN PERSPEKTİFİNDEN, GELECEĞİ GÖRMEK…
Aziz ve Muktedir olan Yüce Allah tarafından, iki cihan sultanı Hz.Muhammed sav. efendimiz vasıta kılınarak insanlığa iletilmiş son ilahi hitabı içeren Kuran-ı Kerim, zamanın ve mekanın ötesinde bir hükme ve etkiye sahip bir kitap vasfını taşımaktadır. Bu etkinin içeriğini tespit etmek ve değerlendirmek ise ilahi hitabın muhatabı olan ve kollektif bilinç alanından yararlanma imkanına haiz olan biz insanlara düşmektedir…
Bu bağlamda Maide Suresi’nin 54 ncü ayeti, gerek tanımladığı insanlar ve gerekse günümüz koşullarının değerlendirilmesi hususunda ortaya koyduğu derinlik itibariyle özel olarak incelenmesi ve değerlendirilmesi gereken bir ayet konumunda bulunmaktadır.
Öncelikle söz konusu ayetin mealini ortaya koyduğumuzda, Aziz ve Musavvir olan Yüce Rabbimizin ;
• "Ey iman edenler ! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler ; müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı vakarlıdırlar ; Allah yolunda cihad ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu, Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah’ın lütfu geniştir ; O, her şeyi bilir… SESLENİŞİ VE TESPİTİ İLE KARŞILAŞMAMIZ SÖZ KONUSUDUR"
Bu ayetin ifade ettiği mananın içine nüfuz edebilmek için ise öncelikle ayette geçen “iman edenler” kavramının içini doldurmak gerekmektedir. Zira hitap, insanlara değil, iman edenlere yönelik olarak ortaya konulmuş bulunulmaktadır. İman etmek, bir geçmiş bilgisini gerektirdiği gibi evrene ve geleceğe, ilahi kudreti tanımayı ve onun kurduğu düzene tabi olmayı esas alan bir düşünce penceresinden bakmayı da zorunlu kılmaktadır. İman etmek, çok derin ve aynı zamanda da hassas bir kavramdır ve parçalara ayrılabilmesi mümkün olmayan bir bütünlüğü içermektedir. Bu bütünlük ; insanın ve evrenin yaratılışını, insanın dünyada bulunma nedenini ve amacını, yaşamı kuşatan ilahi kuralları, melekleri, peygamberleri, ölüm sonrası gerçekliğini ve tüm noksanlıklardan münezzeh ve mutlak mükemmeliyet sahibi Yüce Allah’ı tanıma ve onun varlığına yönelik olarak hata yapmama gerekliliğini içermektedir. Bu meselenin en hassas noktası, insanın bu bütünlüğü kavrayamayıp, bütünlüğün içindeki girdaplarda boğulup, arzu etmeden de olsa imansızlık içine düşmesi ve bunun farkında dahi olmaması durumudur ki bu gerçeklikten sınırlı sayıda insanın kurtulabildiğini görmek de üzüntü verici bir durum olarak hepimizin karşısında durmakta ve sorumluluğumuzu celbetmektedir.
Yüce Rabbimiz “sizden kim dininden dönerse” şeklindeki ifadeyle, kendisini ve İslam dinini inkarın ötesinde başka bir kavramdan bahsetmekte ve aslında “imanın gerektirdiği bütünlüğün kaybedilmesi hususuna” net bir vurgu yapmaktadır. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki bir müslümanın ; başka din mensuplarını fikren ve siyaseten dost olarak görmesi , Allah’a ve din-i mübin-i İslam’a cephe alanlarla ittifak kurması, onlara hoş gelecek diye dininden ve yaşam biçiminden tavizler vermesi, inancından utanacak kadar varlığına yabancılaşması, Allah inancına ve müslüman kimliğine fersah fersah uzak kişileri siyaseten destekleyebilme ve onları yüceltme zilletini göstermesi, müslüman kardeşlerine yapılan zulme kayıtsız kalması ya da ortak olacak yaklaşımlar içinde olması, üzerine düşen mücadeleden gerçekliği bulunmayan bahanelerle kaçması, hayatının merkezine Allah’ı değil, mal –makam gibi kavramları oturtması ve kısaca benzer şekilde sayılabilecek durumların hepsi, Yüce Rabbimizin “kim dininden dönerse” hitabının içinde tasavvur edilebilecek olan hususlardır.
Bu açıklamalar çerçevesinde belirtmek gerekirse yüce Rabbimizin sevdiği kavim, insan olması hasebiyle günahkar bir tarafı olsa da iman sahibi ve dininden dönmeyen bir kavimdir. Yine bu kavmin diğer bir özelliği ise mü’minlere karşı alçak gönüllü olmasıdır ki bu tespit, bu kavmin ırkçılıktan uzak bir insanlık anlayışına sahip olduğunu ancak diğer müslümanlardan ayrı olarak nitelendirilmelerini gerektirecek bazı özelliklere sahip olduğunu da ortaya koymaktadır. Zira bu kavim ibaresi, hitabın ilk muhatabı dışındaki bir medeniyeti ifade etmek ve nitelemek için kullanılmış bulunulmaktadır.
İşte bu kavmin diğer bir özelliği ise kafirlere karşı vakarlı yani onurlu ve güçlü oluşlarıdır. Bu onuru ve gücü temsil eden ve ilahi hitaba mevzu olmasını sağlayan şey ise tarih sahnesinde almış oldukları emsalsiz roldür. Onlar, var oldukları andan itibaren her biri ölüm- kalım mücadelesi mahiyetini haiz, yüzlerce savaştan başarı ile çıkarak Allah’ın yeryüzündeki kılıcı ve ordusu olmuş ve iki cihan güneşi Hz.Muhammed sav. efendimizin övgüsünü almış bir kavimdir. Ve onlar Allah’ın rızasını kazanmak için geliştirmiş oldukları evrensel hakimiyet mefkuresiyle mücadele ederken ; hiçbir kınamadan, eleştiriden, yönlendirmeden, algı operasyonundan, menfaat ilişkisinden etkilenmeyen ve hatta şehitlik makamına ulaşmak için fırsat kollayarak yaşayan insanların oluşturduğu bir millettir.
Bu bağlamda belirtecek olursak :
• Avrupa Birliği’nin, Amerika Birleşik Devletleri’nin, İsrail’in ya da benzerlerinin ; onları kınaması, ambargolarla sınaması, tehdit etmesi, askeri olarak çevrelemeye çalışıp baskı altına almaya çalışması, ekonomik geleceklerini bloke etmeyi hedeflemesi, çeşitli siyasi ve stratejik hamlelerle sıkıştırmaya çalışması, liderleri için karalama kampanyaları düzenlemesi, Libya’da- Suriye’de- Irak’da – Afganistan’da- Karabağ’da –Arnavutluk’ta- Somali’de ve müslümanın zulme uğradığı yerlerde ne işlerinin olduğunu sorgulaması, onları tuttukları yoldan çevirme ve mücadelelerinden geri bırakma noktasında için hiçbir anlam ifade etmemektedir.
ÇÜNKÜ ONLAR ; İMAN SAHİBİ, DİNİNDEN DÖNMEYEN, ALLAH’I SEVEN, MÜ’MİNLERE KARŞI MERHAMETLİ, KAFİRLERE KARŞI ONURLU VE GÜÇLÜ, ALLAH YOLUNDA MÜCADELE EDEN VE HİÇBİR KINAYICININ KINAMASINDAN ETKİLENMEYEN VE YEDİ DÜVELİ TEK BAŞINA KARŞISINA ALABİLEN, ŞEHİT VE GAZİLERİNDEN YÜZMİLYON MEVCUTLU ORDU KURABİLEN BİR MİLLETİN TEMSİLCİLERİDİR…
ÖYLEYSE SORU ; BİZ, BU MİLLETE MENSUP MUYUZ ? şeklinde ortaya çıkmaktadır. Herkes kendini tartarak bu hususta cevap vermekte özgürdür. Lakin bilinmelidir ki Yüce Allah, hazır olmayanları hazır etmek için bazen lütufla bazen de acı verici yönlendirmelerle bizi hizaya getirecektir… Geleceği görmek isteyenler, başka bir veri aramadan bu yolun ışığını takip edebilirler…
ORDU, ONUN ORDUSU, LÜTUF ONUN LÜTFUDUR… ALEMLERİN RABBİNE KİM KARŞI DURABİLİR Kİ !!!
21.06.2021 //18.11
SEDAT ÇETİNKAYA
.AVRUPA BİRLİĞİ'NİN VE BATI İTTİFAKI'NIN YAKIN DÖNEM SİYASİ STRATEJİSİNE İLİŞKİN DİNAMİKLERİN, TÜRKİYE’YE SUNDUĞU FIRSAT…
Rusya Federasyonu, söylem biçimi itibariyle Avrupa’ya yönelik olarak bir düşmanlık politikası içinde olmadığını ortaya koymasına rağmen, küresel etkiye sahip devletler döneminin yeniden şekillenmeye başladığını fark eden Avrupa Birliği, Rusya’nın gelecek perspektifinde oluşturma ihtimali olan tehditten ciddi biçimde endişe duyduğunu da gizlememektedir.
Avrupa Birliği’nin bu endişesi, İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılmış olmasının meydana getirdiği güç boşluğu ve Türkiye’nin gerek bölgesel bazda ve gerekse oluşturmaya başladığı küresel ittifaklar ve etki bazında “küresel etkiye sahip bölgesel bir güce” dönüşmenin eşiğinde olması nedeniyle de ciddi biçimde artmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri’nin Avrupa üzerindeki hakimiyetini devam ettirmek istemesi ve bunu sağlamak için Rusya’yı düşman ilan edip çeşitli yöntemlerle kışkırtması, Avrupa Birliği’nin güvenlik endişelerini zirve noktasına çıkarmakta ve Avrupa Birliği Ordusu fikrinin güçlenmesine neden olmaktadır. Ancak bu fikir şimdilik, gerek Amerika Birleşik Devletleri’nin Avrupa üzerindeki sınırlayıcı etkisi gerek ekonomik yetersizlikler ve gerekse irade eksikliği nedeniyle, düşünce babında bir yer işgal etmekten öteye gidememektedir.
Dini, genetik ve sosyolojik temelden şekillenen bağnaz tutumları ve hiçbir zaman unutamadıkları tarihi gerçeklikler nedeniyle, Türkiye ile siyasi bir yakınlaşmadan uzak durma niyetinde olan Avrupa Birliği, Türkiye ile ticari anlamda iyi ilişkiler geliştirmenin yanında , bölgesel politikalar noktasında siyasi bir konsensusun oluşturulması gereğini de iyice hissetmiş bulunmaktadır.
Bu arada benzer yaklaşımlarla Türkiye ile birlikte yol almaya çalışan İngiltere ile Türkiye’yi “batı dünyası ittifakları” zemininden tamamen koparmaya çalışan Rusya’nın, Avrupa Birliği’nin bu politik stratejisine karşı kıskançlıkla cevap vereceğini ve Avrupa Birliği’nin arzuladığı bu stratejiye hizmet edecek politikaları akamete uğratmaya çalışacağını söyleyebilmek mümkündür.
Bu arada ABD’nin, Türkiye ile tam düşmanlık politikası ile Türkiye ile anlaşmazlıklara rağmen bazı konularda işbirliği içinde bulunulması ve Türkiye’nin batı ittifakından kopmasının engellenmesi politikası arasında debelenirken, Türkiye’ye karşı etkisiz kalacağını da görmek gerekmektedir.
Ayrıca ABD yönetimine hakim olan ancak kendilerine yeni merkez olarak Çin’i belirlemiş olan küreselcilerin, ABD - Çin karşıtlığı tiyatrosundan geliştirdiği gerilim zemininde, İpek yolu projesinin önünü açma stratejisine hizmet noktasında Türkiye’ye olan ihtiyaçları ile Türkiye’nin, İsrail’e yönelik daha büyük bir tehdit geliştirmesini engelleme düşünceleri de ABD’nin Türkiye’ye yönelik stratejik etkisini zayıflatan faktörler olarak tespit edilebilmektedir.
İŞTE BU ZEMİN ; Türkiye tarafından etkili ve akılcıl bir yaklaşımla kullanılması durumunda, önümüzü açacak ve ihtiyaç duyduğumuz seviyeye ulaşmak için öngördüğümüz süreyi bize kazandırabilecek olan bir gerçekliği ifade etmektedir. Ve yine belirtmek gerekirse, Türk siyaseti bir tarafa dünya siyaset sahnesinde bu zeminin sunduğu gerçeklik üzerinden, denge ve yükselme politikası geliştirebilecek tek kişi şuan için Sayın Erdoğan olarak durmaktadır.
Türkiye’nin gelecek 150 yıllık hedeflerinin şekillenmesi noktasında büyük önem arzeden önümüzdeki 10 yıl için ihtiyaç duyduğu şey sadece ama sadece İSTİKRAR’dır. Sahip olacağımız İSTİKRAR ; ekonomimizin gelişmesine, ülkemizin bir çekim merkezi haline gelmesine, ülke refahımızın ve askeri kapasitemizin artmasına, doğrudan doğruya hedef almanın düşünülemeyeceği nükleer bir güç konumuna yükselmemize, hedeflediğimiz bölgesel ve küresel politikaları çok daha büyük bir etkinlikle gerçekleştirebilme kabiliyeti kazanmamıza, Kıbrıs- Doğu Akdeniz- Adalar Denizi - Balkanlar- Kafkasya ve Ortadoğu coğrafyasında arzuladığımız tüm kazanımları elde etmemize, "Türk Devletler Birliği"ni oluşturma noktasında büyük aşamalar kaydetmemize, bölgesel hakimiyetimizi ve etkimizi genişletmemize ve üzerimize oynanan oyunları rahatlıkla bozacak ve küresel siyaseti yönlendirecek bir kapasiteye ulaşmamıza olanak sağlayacaktır.
İşte herkes bilmelidir ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yukarıda tarif ettiğim büyük kapasiteden uzak tutmak , “kendi güç dengelerini oluşturmasını engellemek” ve kendilerine tabi kontrol edilebilir bir güç seviyesinde tutmak isteyenlerin ; ekonomik gelişimimize, askeri kapasitemizin yükşelmesine ve iç ve dış siyasetimize yönelik olarak uyguladıkları çevrelemeyi gözden kaçırmamamız ve gerekli tedbirleri almayı da asla ihmal etmememiz gerekmektedir.
Zorlu bir süreçten geçerken, kutlu davalarımıza sirayet eden ilkesizlerden, asalaklardan, çıkar odaklarından ve kifayetsizlerden kurtulmayı başarmalı, yabancı istihbarat birimlerinin kaos planlarını ve algı operasyonlarını etkisiz kılmalı, İÇİMİZDEKİ İŞBİRLİKÇİLERİ VE HAİNLERİ İYİ TANIMALI ve oluşturacağımız "yeni bir şevk" ile geleceği kucaklamaya hazırlanmalıyız...
GELECEK, seçilmiş bir komutanın emrinde kutlu davalara hizmet edecek, dünya dışı varlıklarla mücadele dahil insanlık tarihinin en büyük mücadelelerini yaşayacak olan çok kıymetli bir nesli, büyük bir umutla ve hasretle beklemektedir…
Gelecek, görenler için çok uzakta değil, sadece bir adım ötededir…
Sadece anı yaşayanlar ve küçük resimlerin sunduğu renk cümbüşünde YA DA FARKLI BİR BAKIŞ AÇISIYLA BATAKLIKTA kendini kaybedenler, her zaman kaybedenler başlığı altında toplananlar olacaktır.
HEM BU DÜNYA'DA HEM DE AHİR YAŞAMINDA KAZANACAK OLANLAR ; MÜSLÜMAN- TÜRK MİLLETİ'NİN BAYRAKLARI VE HZ. MUHAMMED SAV. EFENDİMİZİN SANCAĞI ALTINDA BİRLEŞENLER OLACAKTIR...
19.06.2021
SEDAT ÇETİNKAYA
.BEKLENEN GÜNDEM’İN İZDÜŞÜMLERİ…
Suriye, Irak ve Akdeniz coğrafyasında yaşanacak önemli mücadelelere doğru hızla yaklaştığımız günlerde, inançsızlıktan beslenen fitne ateşinin büyüklüğü de gittikçe artmakta ve birlik ruhundan uzaklaşanları bir mıktanıs gibi kendine çekmektedir.
İnsanoğlu, Aziz ve Muktedir olan Yüce Rabbinin kendisine : “bu apaçık düşmanınızdır” diye ilan ettiği Şeytan’ın ve onun peşinden giden sapkınlar tayfasının oluşturduğu algıya ve fitne seline, büyük bir şevke atılmayı marifet sayarak, ne kadar gafil bir varlık durumuna düşebildiğini de adeta ilan etmektedir. Evren’e şöyle bir bakmaktan aciz olarak Allah’ı inkar edenden, peygamberleri ve ilahi kitapları inkar edene, insanlıktan çıkıp hayvani hisler ardında yaşam sürenlere, hiçbir gayesi olmayanlardan aşağılık bakış açıları altında sürünenlere kadar her türlü insan fazlasıyla vücut bulmuş durumdadır...
İçinde yaşadığımız, duyularımız ve beynimizde oluşan algılar dahilinde tanımladığımız ve evrendeki tek gerçeklik zannettiğimiz dünya yaşamını, başka bir boyuttaki sonsuz gerçekliğe ilişkin perspektifle ilintili olarak şekillendirmedikçe ; gerçek doğrulara ulaşabilmemizin, hayatımızı anlamlı kılabilmemizin, büyük ideallerin peşinden koşabilmemizin ve en önemlisi kurtuluşa erebilmemizin mümkün olmadığını da belirtmek isterim.
Herkes bilmeli ve emin olmalıdır ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin liderliğinde Türk Birliği kurulacaktır ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti, dünyanın en önemli ekonomik güç merkezlerinden biri haline gelecektir. Zira ekonomik- askeri ve siyasi güç dengelerinin Asya’ya doğru kaymaya başladığı bir süreçte ; Çin – Hindistan - Rusya - İran - Avrupa Birliği - İsrail - İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri etrafında şekillenen güç merkezlerine karşı etkili, caydırıcı, dengeleyici, yıpratıcı ve galibiyeti müjdeleyen bir mücadeleyi ortaya koyabilmenin temel stratejisi, Türk Birliği’nden geçmektedir.
Türkiye’nin siyasi ve askeri olarak ön plana çıkması, sahip olduğu altyapı ve birikim ve dünya ticaretinin gelişim yönünde Türkiye’nin oturduğu stratejik zemin ve jeopolitik konum, Türkiye’nin var olan ekonomik kapasitesinin tahmin bile edilemeyen bir ivme ile yükselmesine ve bir çekim merkezi oluşturarak ekonomik açıdan küresel bir merkez haline gelmesine neden olacaktır... Bu noktada istikrara yapılan katkı ve biraz sabır, yeterli olacaktır.
Ayrıca yine herkes bilmelidir ki hak ve batıl mücadelesinde Irak ve Suriye coğrafyasında yaşanacaklar ile Yunanistan ile sorunlarımıza bağlı olarak yaşayacağımız mücadeleler büyük önem taşımaktadır.
Önemli bazı odak noktalarına basarak gezindiğim bu bakış açısı altında, zurnanın zırt dediği yere geldiğimizde ; Cumhur İttifakı bir şekilde bozulursa ya da (sözde) millet ittifakı partileri güdümünde oluşan bir hükümet yönetime gelirse ne olur ? sorusu ortaya çıkmaktadır. Bu noktada ifade etmek isterim ki Müslüman- Türk Milleti’ni temsil eden bir yönetimin bir daha iktidara gelmesini engellemek için aklınıza bile gelmeyen , iktidardayken darbe yapmak dahil olumsuz her şey olur ve Türkiye, adım adım kendi kabuğuna çekilerek, tüm kazanımları yok edilerek bölünme sürecine doğru yönlendirilir. Elbette bu sürecin ülkemizde eskisi gibi kabul görmesi de mümkün olmadığından, ülkemizin bir iç savaşa ve kaos ortamına doğru sürüklenmesini mümkün kılan bir zemin de şekillenmiş olur. İşte bu noktadan sonrası ise ; istihbarat örgütlerinin, hassas noktalara vuracakları darbe ile şekillenen ve büyük acılar çekmeden önünün alınabilmesi mümkün olmayan olaylar silsilesinden başka bir şey değildir.
Günümüzden 112 yıl önce (1909) Abdülhamid Han, tahtan indirildiğinde, tam anlamıyla günümüzdeki zillet cephesinin yerinde bulunan ve alkış tutan gafiller ve hainler takımı, milyonlarca insanımızın kanına girmiş, son sığınağımız Anadolu coğrafyasına varıncaya kadar tüm vatanımızın işgal edilmesine ve Anadolu Türklüğünün yok olmanın eşiğine gelmesine neden olmuştur.
Unutulmamalıdır ki tarih tekerrürden ibarettir ve bu dünyadaki en güzel ve en değerli ilimlerden bir tanesi de tarih ilmidir... ( Maziyi unutsak bile mazi kökümüzdür. En tatlı gülen yüz, bize mazideki yüzdür. )
Bu bakış açısı çerçevesinde “Herşey çok güzel olacak” diye başlayan bir sürece dahi bakıldığında Hıncal ULUÇ’un tabiriyle “ Herşeyin … olduğunu” görebiliyoruz ki bu değişimin Türkiye çapında gerçekleşmesi durumunda, bizi hem beşeri hem de ilahi açıdan çok büyük belaların beklediği de tartışmasız bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. Zaten çok uzak olmayan bir gelecekte yaşanacak gelişmeleri gördüğünüzde, beni hatırlayacağınızdan da eminim.
Bu arada 14 Haziran 2021 tarihinde ABD Başkanı J.Biden ile Sayın Erdoğan arasında yaşanacak görüşmenin gizli gündeminden dış dünyaya alenen yansımasa da ; gerilim, tehdit, rest ve düşmanlık çıkacağını söyleyebilmek de mümkün bulunmaktadır.
İşte bence Türkiye Cumhuriyeti Devleti yönetimi, hem güncel konjonktürün idaresini ele almak, hem de ABD başkanına güçlü bir mesaj vermek üzere Irak coğrafyasında harekete geçmelidir. Bu harekete geçiş ile de Irak Hükümeti ve arkasındaki güçler- İran- ABD- Fransa- Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ve Pkk arasında oynanan tiyatroyu yemediğini, son olarak Peşmerge ile Pkk’nın çatışmasının da tam bir düzmeceden ibaret olduğunu gördüğünü , düşmanlarının anlayacağı dilden olmak şartıyla payı olan herkese göstermelidir…
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin varlık kazanmasıyla aslında Ankara Anlaşması ihlal edilmiş, Türkiye’yi bu anlaşma ile sınırlayan hükümler de ortadan kalkmıştır. Bu bağlamda Musul ve Kerkük’ün Irak’a bırakılması ile ilgili şart da hükümsüz kalmıştır. Bu hususta itiraz edenlere söyleyeceğim söz ; “ Hak verilmez, alınır "olacaktır ki zaten bu hususta itiraz edenlerin, içimizdeki işbirlikçi gafiller olduğu noktasında da hiçbir şüphemiz bulunmamaktadır… Ayrıca yıllardır Irak topraklarından ülkemize yönelen terörist saldırılar nedeniyle Irak’dan ve hatta Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nden tüm zararlarımızı karşılayacak çok büyük bir tazminat talep edilmeli ve böylece fetih için gerekli altyapının gerekçesi de oluşturulmalıdır…
Kıymetli dostlarım, yaşadığımız sürece bize huzur yoktur ve biz bu dünyaya huzur aramaya gelenlerden değiliz. Müslüman – Türk ; sonunu değil, hedefini düşünen insandır. Doğru çizgiden sapmamak, birlikten ayrılmamak, yerel ve küresel anlamda zillet cephesine hizmetten uzak durmak en büyük düsturumuz olmalıdır…
Bahtiyarlık ; Varılmadan ölünen uzak yerlere koşmak ve ömründe bir kere sevinmektir.
12.06.2021 // 21.33
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN DÜŞMANLARI, CUMHURBAŞKANIMIZ R. TAYYİP ERDOĞAN’IN ŞAHSINDA MÜSLÜMAN- TÜRK MİLLETİ’NE KARŞI YÜRÜTTÜKLERİ MÜCADELEDE, HİÇBİR ŞART ALTINDA GALİP GELEMEYECEKTİR…
Küreselcilerin başkanı J.Biden ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başkanı R.Tayyip Erdoğan’ın, 14 Haziran 2021 tarihinde Belçika’nın başkenti Brüksel’de yapılacak NATO zirvesinde bir görüşme yapması planlanmaktadır.
Joe Biden ile Sayın R.Tayyip Erdoğan arasında günümüze değin sadece zorunluluklar çerçevesinde kurulan bir iletişimin bulunuyor olmasının nedeni ; J.Biden’ın Türkiye’ye ve özellikle de R.Tayyip Erdoğan’a yönelik olarak geliştirmiş olduğu düşmanlıktan kaynaklanan hissiyat ve Joe Biden’ın şahsına ilişkin yetersizliklerdir. Ve herkes bilmelidir ki belirtmiş olduğum düşmanlığın temelinde, siyasi – askeri ve stratejik sebepler değil, dini inanışa ilişkin gerekçeler bulunmaktadır. Onlara göre Türkiye, İsrail’i ve Biden’ın da hizmet ettiği siyonistleri yok etmeye çalışan şeytani bir güç merkezi ve Sayın Erdoğan da Deccal’ın ta kendisidir. İçimizdeki muhalifler, J.Biden açısından Sayın Erdoğan’ı devirme hususunda işbirliği yapılacak arızi bir faktörü temsil ediyor olsa da netice itibariyle yok edilmesi gereken kişilerin dışında bir değere de sahip değildir. Onlar, kişisel çıkarları doğrultusunda düşmanına yaranmak için varlığından her türlü ödünü verdiği halde hiçbir karşılık göremeyecek ve sonunda hak ettikleri zillet çukurunda boğulacak olan zavallılardır.
Joe Biden ve yeni Türkiye gerçekliğinden bi haber andavallar takımı, yapılacak olan bu görüşmede Sayın Erdoğan’ı köşeye sıkıştırarak, kendisine diz çöktürüp, biat ettirmenin hayalini kurmaktadırlar.
Ancak belirtmek isterim ki J.Biden gibi silik bir şahsın, Alfa genetik yapıya sahip bir lider üzerinde etkinlik kurabilmesi mümkün olmadığı gibi küreselcilerin elinde bu zemini sağlayacak stratejik bir olanak da bulunmamaktadır. Bütün uğraşları, Sayın Erdoğan’a karşı böyle bir kozu elde etmeye yönelik olsa da ortaya koymuş olduğu uğraşlarından hiçbir sonuç alamayacaklar hatta bilakis, ortaya çıkan sonuçlar aleyhlerine olacak şekilde tecelli edecektir.
Bizler, büyük resmi hiçbir zaman gözünün önünden ayırmaması gereken ve bu resmin öngördüğü şartlara binaen hareket etme mecburiyetinde olan bir milletiz.
Küresel hakimiyet ideallerini gerçekleştirmek isteyen güç merkezlerinin önündeki en büyük engel, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Müslüman- Türk milletidir.
Büyük İsrail Projesi, küreselcilerin sınırlı bir iddiasından ibarettir. Onların asıl büyük iddiası, dünyayı ve tüm insanlığı kontrolleri altına almayı içermektedir. Türkiye’ye diz çöktürmeden de ; ne büyük İsrail’i kurmalarının, ne dünya ticaretini Çin üzerinden ele geçirmelerinin, ne dünyayı sindirmelerinin, ne ulusal ve bölgesel güç merkezlerinin direncini kırabilmelerinin ve ne de İslam dinini yok edebilmelerinin mümkün olmayacağını gayet iyi bilmektedirler.
Tarih bilgisi olan ve tarihi perspektiften aldığı güçle geleceği okumayı bilen her birey ;
• Kadim Türk tarihinin,
• Türk genetik yapısının,
• Türk Milleti’nin hilafet geçmişinin,
• Türk Milleti’nin dünya hakimiyetine ilişkin olarak geliştirdiği düşünce akımlarının,
• Ve etkilediği coğrafyalarda yeşerttiği ulusalcılık anlayışı ile düşmanlıkların, KÜRESELCİLERİN TEKERİNE İNEN BİR BALTA VE GELECEĞİ ŞEKİLLENDİREN EFSANEVİ BİR GÜÇ OLDUĞUNU GÖRMEKTEDİR.
Bu bağlamda Müslüman- Türk Milleti’nin lideri konumundaki Sayın R.Tayyip Erdoğan, çok yönlü ve hazırlıklı saldırılarla yıpratılarak , asalet ve dirayet yoksunu J.Biden için hazır bir av haline getirilmeye çalışılmış olsa da küresel güç merkezlerinin temelsiz ve gerçekliklerden uzak planları, kesin olarak ellerinde patlayacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ; Irak ve Suriye coğrafyasında İsrail lehine oluşturulmaya çalışılan zeminin farkındadır ve etrafında S 400 gibi çeşitli meseleler ve argümanlar ön plana çıkarılarak dans edilse de varlığını hedef alan yönelimlerin Türkiye’yi ;
• Irak ve Suriye coğrafyasından uzak tutmak,
• Kıbrıs’ta etkisiz kılmak,
• Mısır’la herhangi bir ittifak ilişkisinden ve imkanından uzaklaştırmak,
• İran’la çatıştırmak ,
• Ermenistan ve Ukrayna üzerinden Rusya ile karşı karşıya getirmek,
• İpek yolunun orta koridorunda etkili bir güç olmaktan çıkarmak,
• Yunanistan ve Fransa gibi devletlerin kışkırtmalarıyla oyalamak,
• Doğu Akdeniz ve Afrika hakimiyetinden uzak tutmak OLDUĞUNU,
• Türkiye ile Türk ve İslam birliği mefkuresi arasına siyasi-psikolojik- sosyolojik- askeri ve stratejik engeller koymanın,
• Türkiye’nin askeri ve ekonomik gelişimini baltalamanın,
• Türkiye’nin politik istikrarsızlığına ve iç kaos senaryolarına yatırımın HEDEFLENDİĞİNİ gözden kaçırmamaktadır.
Dolayısıyla çözüm açık ve basittir.
Bu bağlamda genel bir yaklaşımla ifade edecek olursak ; düşmanı dikkate almaz görünen bir yaklaşımla ancak planlarını bozacak bir taktikle sürece ilişkin gerekli adımları atmak, kendi ülke gündemimizi uygulamayı esas alan bir strateji ile karşımızdaki cephe ile uluslararası alanda gerilimi yükseltmek, muhatabı belirsiz söylemlerle tehditleri arttırmak, düşmanın dostlarına ve müttefiklerine çok yönlü olarak saldırmak, düşmanı dünya nezdinde sürklase edecek girişimleri ön plana almak, düşmanın düşmanlarıyla açık ve yakın çıkar ilişkileri tesis etmek, karşı istihbarat ve propaganda tedbirlerini en üst seviyeye çıkarmak, işbirlikçileri etkisiz kılacak siyasi ve stratejik girişimlerde bulunmak, toplumsal desteği ve tabanı geliştirecek ve çekim merkezi oluşturacak politik icraatlarda bulunmak, düşmanın sinirini bozacak şekilde hareket etmek, düşmanı beklemediği yerden ve beklemediği zaman vurmak ve en önemlisi askeri hazırlığımızı en üst seviyeye çıkarmak esas alınmalıdır…
Ve herkes, propaganda dahil düşmanın ürettiği hiçbir saldırı unsurundan etkilenmemeyi öğrenmeli ve kimsenin uyarmasına gerek kalmadan birlik bilincini zirve noktasına ulaştırmayı başarmalıdır.
Siyonistler, geçmişte oluşturdukları tezgahın bir benzeriyle Abdülhamid Han’ı tahtan ikinci sefer indiremeyecek, I.Dünya Savaşı’nın rövanşında da tam bir hezimete uğrayacaklardır.
Zındıklar da pişmanlık mersiyeleri dizemeyecek, timsah gözyaşları akıtamayacaktır…
04.06.2021 //20.35
SEDAT ÇETİNKAYA
.CIA VE MOSSAD’IN PERSPEKTİFİNDEN, TÜRKİYENİN SUNDUĞU KONJONKTÜREL FIRSATLAR VE ÖZEL BİR UYARI…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, siyasi ve askeri açıdan ABD’nin ve NATO’nun güdümünde, Avrupa Birliği’nin ekonomik ve kültürel kıskacında ve İsrail’in stratejik yönlendirmesinde varlığını sürdüren bir devletti.
Sayın R.Tayyip Erdoğan’ın, etrafını saran kripto işbirlikçilere rağmen Ak Parti politikalarını kontrolüne alıp, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne adım adım yeni bir yol çizmeye ve ülkemizi, küresel bir güç olma yolunda şekillendirmeye başladığı andan itibaren, içimizdeki ve dışımızdaki düşmanlar büyük bir hırsla ve sistematik biçimde Sayın Erdoğan’a ve onun küresel politikalarının arkasında saf tutan Cumhur İttifakı mensuplarına saldırmaya başlamıştır.
Son dönemde ; Sayın Hakan Fidan yönetimindeki Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan tasfiye edilen ve hangi birime hizmet ettiği belli olmayanlar güruhu, kadim ve kutlu devletimizi kendi babalarının malı sanan beyni sulanmışlar takımı, küresel güç merkezlerinin uşağı konumunda bulunan ve siyaset içinde yer edinmiş derin devlet ayaklı kişiler ve gözünü sinsice Sayın Erdoğan’ın koltuğuna dikmiş bazı siyasetçiler, hem çıkar odaklı hem de Sayın Erdoğan sonrasına yönelik kabuller içeren bir işbirliği stratejisi oluşturmuş bulunmaktadır.
Herkes emin olmalıdır ki Sayın Erdoğan bu stratejinin de bu ilişkiler ağının da farkına varmıştır. Birileri stratejik dengelerin kendi lehine olduğu zannıyla ve birilerinin üzerine basarak hatta gölgelemeler yaparak bir hareket tarzı geliştiriyor olsa da karanlığın içindeki kara kargayı gören sungurun gözlerinden kaçamayacaktır ve bu sürecin tek kazananı da Sayın Erdoğan olacaktır. Bunu görmek ve yaşamak, sadece bir zaman meselesinden ibarettir...
Ancak Türkiye gibi dünyanın geleceğini şekillendiren bir siyaset merkezinde, konjonktürel bir sürecin sadece yerel dengeler ile tamamlanmasını beklemek, büyük bir hata olacaktır. ABD gibi Türkiye’yi iç muhalefeti kullanarak hatta darbe yaparak kendisine tabi kılmak isteyen bir devlet ve onun içimizdeki kaşarlı işbirlikçileri bulunduğu gibi Türkiye’yi, İsrail’in tarihi ve stratejik çıkarlarının muhafızı olarak tanımlamak isteyen bir siyonist yapılanma da bulunmaktadır.
Bu bağlamda, CIA ve Mossad hatta suçu bu yapıların üzerine yıkmak isteyecek diğer uluslararası istihbarat birimleri açısından, ülkemizdeki konjonktür, büyük hatta tarihi fırsatlar sunmaktadır. Türkiye’deki düzene çomak sokmak, ülkemizi karıştırmak, milletimizi birbirine düşürmek, ülkemizin jeopolitik açılımını ve küresel yükselişini baltalamak, devletimizin kendi içine kapanmasını sağlamak, erken seçime zorlamak ve Sayın Erdoğan’dan siyaseten kurtulacak yolun kapısını açmak gibi hedefler güdenler için, şuandan itibaren suikastler dahil olmak üzere ülkemize yönelik her türlü olumsuz faaliyeti beklemek olanaklı hale gelmiş bulunmaktadır.
Meselinin iç boyutunda büyük ve önemli riskler bizi beklerken, Türkiye’nin bu çalkantılı durumundan istifade ederek, çevremizdeki bölgelerde siyasi ve askeri ataklar yapmak için hazırlıklar yapıldığını da şimdiden görmek ve asla ihmalkar bir tavır içine girmemek gerekmektedir.
Dolayısıyla doğru olan strateji, Türkiye’nin konsantresini olması gerekene yani dış politik gelişmelere ve ekonomik hızlanmaya yönlendirmek ve bu arada iç dengeleri sarsacak olayların gelişimine engel olacak bir taktiği sahaya sürmek olmalıdır.
Zaman herşeyin ilacı olduğunu gösterecek ; haklı ile haksız, doğru ile yanlış, seven ile sevmeyen, ferasetli ile gafil, alim ile cahil, aciz ile kudretli, ihanet eden ile ihanete uğrayan ve sinsi ile mert ortaya çıkacak, gözlere çekilen perdeler ortadan kalkacaktır… Bozkurt, tüm ihtişamıyla görünecektir...
Sungurun uçtuğu yerde barınamaz yarasa,
Ve bütün dirliğin üstünde yürür, sade yasa…
27.05.2021 // 22.41
SEDAT ÇETİNKAYA
.EN KÖTÜYÜ DÜŞÜNEREK, BİRLİĞE DAHA BÜYÜK BİR ŞEVK İLE TUTUNMAK VE MÜCADELE GÜCÜNÜ YÜKSELTMEK…
İslam inancı gereğince bu dünyada bir imtihanda bulunuyoruz ve aynı zamanda insan neslinin temsilcisi olarak da akıl ve muhakeme sahibi olan varlıklarız. Bu yönümüzle, tarih başta olmak üzere, sosyale ilişkin verilerden oluşan kapasitemizi, güncele ilişkin çok yönlü verilerle birlikte değerlendirerek, yüce Rabbimizin bizim için gelecek olarak öngördüğü ilahi iradeyi yüksek bir isabetle okuyabilmemiz mümkün bulunmaktadır. Bu durum iyi bir film izleyicisinin, filmin ileri sahnelerini tahmin edebilmesi ve bu hususta yorumda bulunabilmesi ile benzer bir duruma tekabül etmektedir.
Bu bağlamda, gelecek sürecine ilişkin bir değerlendirme yaptığımızda, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Aziz Türk Milleti’nin yükselen ufkunda Din-i Mübin- İslam’ın, dünya üzerinde hakimiyet tesis edeceğini söyleyebilmek mümkündür. Ancak bu hakimiyet tesisinin kolay olmayacağını, büyük ve kutlu mücadeleler neticesinde bu sonucun tecelli edeceğini de görmek gerekmektedir. Dikkat etmemiz gereken nokta, bu mücadelenin ana aktörünün, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olacağıdır.
İşte bu gerçeklikten hareketle, Cumhur İttifakı’nın 2023 yılında yapılması planlanan seçimleri kaybettiğini düşünecek olursak, gelecek perspektifinde belirtmiş olduğum sonucun ortadan kalkmayacağını söyleyebilirim ancak tıpkı Uhud Savaşı neticesinde olduğu gibi sıkıntılı bir süreç yaşayacağımız da mutlak bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. Bu durumda kaybedenler ; mücadelenin dışına kayanlar, birlikten ayrılanlar ve okçular tepesindeki yerlerini menfaatleri uğruna terk edenler olacaktır… 2023 yılında yapılacak seçimlerin Cumhur İttifakı tarafından kaybedilmesi durumunda, neler yaşanacağını küçük nüanslarıyla göstermesi bakımından İstanbul Büyükşehir Belediyesi, herkes için güzel bir örnek teşkil etmektedir. Ancak yaşanacakları şöyle kabaca ortaya koyacak olursak ;
• Ülkemizin bağımsız, Türk Milleti ve İslam ümmeti lehine politika üreten egemenliğinin tamamen sona erdiğini,
• Savunma sanayi alanında gerçekleştirdiğimiz projelerin öncelikle büyük bir kesintiye ve sonrasında da imha politikasına tabi kılındığını,
• Kıbrıs yönetiminin küstürülerek, baskı altına alınarak ve sonrasında değişiminin sağlanarak, küresel güçlere sinsice peşkeş çekilmek üzere terkedildiğini,
• Nice mücadeleler neticesinde ve şehitlerimizin kanlarıyla ele geçirdiğimiz Suriye ve Irak’dan askeri olarak çekilerek, bölgeyi İsrail’e, Amerika Birleşik Devletleri’ne ve Pkk//Pyd/Ypg//Sdg yapılanmasına terk ettiğimizi,
• Libya’yı ABD’ye teslim ettiğimizi,
• Azerbaycan ve Türk Devletleri ile ilişkilerimizin zayıflayarak, Türk Birliği hayalimizin rafa kalktığını,
• Ermenistan lehine yumuşama politikasının sahneye sürüldüğünü,
• Yunanistan ile ilişkileri yumuşatma politikasına dönülerek, Mavi vatan tezimizin sürüncemeye terkedildiğini ve Yunanistan üzerindeki baskımızın ortadan kaldırıldığını,
• Rusya’yı bahane eden ve NATO’nun arkasına saklanarak yaklaşan ABD’nin, ülkemizdeki askeri etkinliğinin yeniden arttığını,
• Avrupa Birliği ile ilişkilerde teslimiyetçi bir yaklaşımla ve HDP’nin de etkinliğiyle ülkemizin bölünüp parçalanması için gerekli tüm adımlara onay verildiğini,
• Ülkemizin küresel bir güç olmasını sağlayacak tüm yatırımların bloke edilip rafa kaldırıldığını,
• Ülke ekonomisinin sömürülmek ve kontrol altında tutulmak üzere küresel sermayenin ve IMF’in kucağına atıldığını,
• Yaşanacak tüm ekonomik beceriksizliklerin ve sonuçların, Ak Parti’ye ve Sayın Erdoğan’a yüklendiğini,
• Ülke genelindeki tüm devlet kurumlarına, sol örgütlerin ve Pkk sempatizanlarının yerleştirildiğini,
• Seçim öncesi oylarını almak için kandırılan vatandaşlara BASİT muamelesi yapıldığını,
• Ak Parti ve MHP kadrolarının binbir çeşit zorlama, tezgah, medya ve devlet baskısı , suç duyurusu ve davalar ile dağıtılmaya çalışıldığını,
• Doğduğum günden bu tarafa bitmeyen dandik laiklik anlayışı söylemi ile gölgelenen ve ülkemizdeki aklı başında herkes tarafından bilenen bir gericiliğin ve din düşmanlığının yeniden dayatılmaya başlandığını GÖRECEGİMİZ,
• Türkiye’nin, İsrail politikalarının koruyucusu haline getirildiği,
• Milli İstihbarat Teşkilatı bünyesindeki kadroların dağıtılarak, Türkiye’nin pasifize edildiği,
• Ülke dışına kaçmış tüm FETÖ’cü hainlerin elini kolunu sallayarak ülkeye, devletten uzaklaştırılmış olanların da görevine döndüğü,
• Ve hülasa Sayın Erdoğan’ın yaptığı, ülkemize, milletimize ve insanlığa kazandırdığı ne varsa hepsinin üzerinin çizilmeye çalışılacağı BİR DÖNEM YAŞANACAKTIR…
Bu dönemin vebalini üstlenmek isteyenler, ama- lakin-fakat diye başlayan cümlelerle bahaneler üretmeden, başkalarına suçlama ve yönlendirme yapmadan ve tabiri caizse kıvırmadan bir adım ileri çıkabilirler. Ancak bu kişiler unutmamalıdır ki bu dünyada yaptıklarımızın bedelini ödeyeceğimiz bir de ahir hayatımız olduğu gibi hesabın döneceği günler de vardır. Uhud Savaşında okçular tepesini terk etti diye ne Mekke’nin ne de Kudüs’ün fethi engellenmemiştir.
Ancak belirtmek isterim ki bir de bu ittifakın altına sinsice dinamit koymaya çalışanlar, Sayın Erdoğan sonrası için kuşatma planı yapan zavallılar ve bunların arkasını büyütmeye çalışan fosiller bulunmaktadır. Herkese sesleniyorum ki bu kutlu devlet de bu devletin Han’ı Sayın Erdoğan da sahipsiz değildir. Çok derinleri ve ileri ufukları gören gözlerimiz, tarihin derinliklerine uzanan köklerimiz vardır. Bu devletin isimsiz güçleri henüz sahaya çıkmamıştır ve tırmandıkları ikbal basamaklarında çok yüzlü simalarıyla bu milleti nasıl soksak diye kıvranan yılanların başını ezmek için son emri ve uygun zamanı beklemektedirler.
İnsan düşmanı uzakta değil, her zaman en yakınında aramalıdır…
Ve bize düşen kutlu davalarımıza ve lidere sahip çıkmak, tasfiye edilmesi gerekenleri ACIMADAN VE SONRASINI DÜŞÜNMEKSİZİN tasfiye etmektir…
20.05.2021 // 20.53
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN, TARİHİN GÖRDÜĞÜ EN BÜYÜK KÜRESEL GÜCÜN LİDERİ VE KALBİ OLARAK YÜKSELMEYE BAŞLADIĞI, TÜRK TARİHİNİN EN ÖNEMLİ DÖNEMEÇLERİNDEN BİRİSİNİN YAŞANDIĞI, İNSANLIĞIN GELECEK UFKUNUN MÜSLÜMAN TÜRK MİLLETİNİN ELİYLE VE KIZIL ELMA HEDEFİYLE YENİDEN ŞEKİLLENDİRİLMEYE ÇALIŞILDIĞI BİR SÜREÇTE, BÜYÜK TÜRK MİLLETİNE VE ÜMMET-İ İSLAMA LİDERLİK ETME YETKİSİ BAHŞEDİLMİŞ OLAN SAYIN RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN ;
• Faaliyetleri ile kutlu geleceğimize ket vuranları,
• Devlet gücünü ve siyasi nüfuzunu, kendi çıkarları için kullananları,
• Kendi gizli ajandalarını gerçekleştirmek için insanlara tezgah kuranları,
• Devlet yönetiminde bulunmanın sağladığı korumadan faydalanarak, kendi çıkarlarını gerçekleştirme yolunda insanların üzerine basmakta, onları suçlamakta ve zulmetmekte hiçbir beis görmeyen ve bu yolda ilerlemeyi marifet sayanları,
• Siyasi projeksiyonun ve temsil ettikleri makamların ardına saklanıp, gizli çıkar oluşumları kuran ve bu oluşumlara çanak tutup, yancılık yapanları,
• Cumhur İttifakı’nın üstlendiği kutlu ve bir o kadar da zorlu mücadele noktasında milletimizin şevkini kıranları,
• Devlet ve parti yönetiminde ; yetersizlikleri, basiretsizlikleri, samimiyetsizlikleri, ihanetleri ve vizyonsuzlukları ayyuka çıkmış olanları,
• Devlet adamı vasfını taşımaktan uzak kimlikleri ve mahalle horozu tavrıyla, devlet yönetmeye ve devleti temsile kalkanları,
• Adaletten ve hak sahibi olmaktan uzaklaşmış, devleti kendi babasının malı, bulunduğu makamları da tapulu mülkü gibi görenleri,
• Ve bireysel çıkarlarını devletimizin ve milletimizin çıkarlarının üstünde tutan adı- ünvanı- geçmişi- etkisi ve yetkisi ne olursa olsun tüm safraları, sonucu ne olur diye düşünmeksizin, partiden ve devlet yönetiminden uzaklaştırması ve milletimizin kutlu geleceğine uzanan yolda ayak bağı olacak, başkanlık makamının altını oyacak ve birliğin gücünü zayıflatacak kişilerle yollarını ayırması ve böylece herhangi bir kokuşmuşluğa ve zafiyete izin vermeyeceğini yeniden deklare etmesi gerekmektedir…
BİZLER ; BU ÜLKENİN GELECEĞİNİN VE SORUNLARINI ÇÖZECEK İRADENİN CUMHUR İTTİFAKI’NDA OLDUĞUNU, KENDİNİ BULUNMAZ HİNT KUMAŞI ZANNEDEN KİŞİLERİN SİYASETEN HİÇBİR ÖNEMİ OLMADIĞINI, SADAKATİMİZİN ; AZİZ VE HAKİM OLAN ALLAH’A, HZ. MUHAMMED SAV. EFENDİMİZE, DİN-İ MÜBİN-İ İSLAM’A, BÜYÜK TÜRK MİLLETİNE, İSLAM ÜMMETİNE VE DEĞERLERİMİZİ TEMSİL EDEN LİDERE OLDUĞUNU BİLEN VE İLAN EDEN BİR TOPLULUĞUZ…
UNUTULMAMALIDIR Kİ KUTLU DAVALARIMIZ VE EZELDEN EBEDE UZANAN VE MİLLİ MEVCUDİYETİMİZİN GARANTİSİ OLAN DEVLETİMİZ KARŞISINDA HİÇKİMSE, VAZGEÇİLMEZ VE DOKUNULMAZ DEĞİLDİR…
BU MÜCADELE İÇİNDE YER ALAN HER BİREY ;
• NE SORUMLULUK BİLİNCİNİ KAYBETMELİ,
• NE AMACINI UNUTMALI,
• NE SADAKATİNDEN ÖDÜN VERMELİ ,
• VE NE DE KONUMUNU UNUTMALIDIR…
AKSİ TAKDİRDE BİR HATIRLATAN HER ZAMAN ÇIKACAK, GEREKTİĞİNDE TOKATI DA VURACAKTIR…
16.05.2021 //18.01
SEDAT ÇETİNKAYA
.SİYONİSTLERİ VE İSRAİL’İ, 40 YILLIK GELECEK PLANLARI ÜZERİNDEN VURMAK…
Filistin halkına karşı insanlık dışı bir zulüm politikasını benimsemiş olan İsrail’e yönelik olarak, Çin- ABD- Fransa gibi ülkelerin varlığına rağmen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi nezdinde aleyhe karar alabilmenin mümkün olmadığını öncelikle belirtmek isterim. Zaten küresel güçlerin hegemonyasını korumak için oluşturulmuş Birleşmiş Milletler gibi yapıların alacağı kararların, siyonist İsrail rejiminin ve yönetiminin umrunda dahi olmayacağını da görmek gerekmektedir.
Diğer taraftan Müslüman ülkelerin yapacağı sözde kınamaların, etkisiz ve niteliksiz yaptırımların ve arabuluculuk faaliyetlerinin de sonucu değiştirmeye müteallik bir etkisi olmayacaktır.
Filistin halkının ; bölünmüş- kuşatılmış ve işgal edilmiş toprak yapısı, kısıtlı olanakları ve bir bölümü İsrail işbirlikçisi konumundaki yöneticilerinin varlığı karşısında, Filistin halkının canını ortaya koyarak yaptığı mücadele ile İsrail’e karşı gerçek bir başarı elde edebilmesi de kısa vadede mümkün görünmemektedir. Çünkü İsrail, bütün dünyayı karşısına alarak, bütün Filistinlileri öldürmeyi göze alabilecek kadar fikren ve ruhen katılaşmış bir yönetim anlayışına sahip bulunmaktadır. Onlar için öldürülen bir çocuk, yaşlı ya da kadın değil ; aşağılık bir varlık olarak gördükleri bir Filistinli’den başka bir şey değildir…
Türkiye dahil herhangi bir ülkenin ; İsrail’e ve koruyucularına savaş açmadan ve Filistin topraklarına askeri bir indirme ve çıkarma harekatı yapmadan, bu topraklara asker gönderebilmesi de mümkün değildir.
Türkiye için İsrail ile karşı karşıya gelmenin, Suriye topraklarının Türkiye’nin kontrolüne girmesi ile mümkün olduğunu, bunun gerçekleşebilmesi için de siyonizmin hizmetindeki küresel ve bölgesel güçlerin Suriye’de açık bir yenilgiye uğratılması gerektiğini görmek ve bunun için strateji geliştirmek gerekmektedir.
Bu bağlamda vadedilmiş topraklar safsatasından hareketle kendisine boyundan büyük don biçmeye kalkan İsrail, kartal’ın yuvasının çevresinde çelik çomak oynamaya çalışmaktadır. Pkk//Pyd //Ypg// Sdg yapılanmasını ve Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ni maşa olarak kullanarak, sözde vadedilmiş toprakları şekillendirmeye çalışan İsrail, CIA tarafından şekillendirilen DEAŞ’ı bahane ederek bölgeye yerleştirdiği ABD eliyle de bölgeyi insandan arındırmaya çalışmaktadır. Çünkü onlara göre İsrailoğulları dışındaki insanlar, insan değil ; İsrailoğullarına hizmet etmek için yaratılmış düşük genetik yapıya sahip varlıklardır. Bu düşünce biçiminin, insan neslini Nibiru’dan gelen atalarının yarattığını iddia eden paganlarla birleşmiş hali ise dünyayı felakete sürükleyen inanışın temellerini oluşturmaktadır…
Konuya dönecek olursam, İsrail’in bu planının farkında olan Türkiye, Kuzey Irak’ın coğrafi konumu en zorlu bölgelerini adım adım kontrol altına almaktadır ki bu bölgeye yerleşen Türk ordu birliklerini ; donunu çekmekten aciz, cesaretin ve mücadelenin ne demek olduğundan bihaber , ellerindeki modern silahlara güvenin bir eseri olarak savaşmadan kendilerini galip zanneden kuvvetlere sahip ABD ve yandaşlarının, 1.000.000 kişilik bir ordu mevcuduyla dahi yenilgiye uğratıp bölgeden çıkarabilmesi mümkün değildir. Yine Türkiye, Suriye cephesinde gerçekleştirdiği operasyonlarla İsrail’in ve arkasındaki küresel güçlerin planını önemli ölçüde akamete uğratmış bulunmaktadır. Ancak bu blokaja rağmen planın, İsrail tarafından sürdürülmeye çalışıldığı da gözden kaçmamaktadır.
İsrail, Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasının Suriye’de kontrol altında tuttuğu bölgeden, Tel Aviv- Deyr-Ez Zor - Haseke- Sincar- Erbil hattını aktif hale getirmeye ve Suriye rejimini de bu duruma göz yumma edilgenliğine getirmeye çalışmaktadır. İsrail yönetimi, Erbil yönetiminin ilk hatasında Türkiye’nin bölgeyi tamamen kontrol altına alacağını ve tüm şer odaklarını yok edeceğini bildiğinden, ihtiyatla hareket etmekte, en uygun zamanı ve fırsatı kollamaktadır. Bölgedeki aktörlerin, Türkiye’nin Başika üssünden ve Ovaköy- Musul- Bağdat yol güzergahından rahatsız olmalarının en önemli nedeni de Türkiye’nin bu strateji ile İsrail’in sinsi bir yaklaşımla gerçekleştirmeye çalıştığı projenin tam ortasına bayrak direği dikme iradesini ortaya koymuş olmasıdır. Ovaköy – Musul- Bağdat hattının aktif hale gelmemesi için her türlü girişim alttan alta sergilenirken, Başika üssümüz de Irak yönetimi tarafından tehdit altına alınmaya çalışılmaktadır. Her zaman ifade ettiğim gibi ABD işgali altındaki ve Iran güdümündeki Irak yönetimine itibar etmek asla ve kat’a mümkün değildir. Irak yönetiminin Türkiye’ye yakın davranmasının tek nedeni, Irak’ın bir bölümünün Türkiye tarafından ele geçirilmesini ve Musul- Kerkük ve Sincar operasyonlarını önlemektir. Herkes ve özellikle dış politikayı yönlendirenler, Irak’ın toprak bütünlüğü ve Irak’la iyi ilişkiler safsatasından kurtularak, bu gerçeği bu netlikte ve acele tarafından anlamak durumundadır…
Suriye rejiminin, Pkk’nın ve ABD’nin ortaklaşa koruma altına aldığı Kamışlı başta olmak üzere ; Malikiye, Amude, Haseke, Rimeylan, Ayn- el Arap (Kobani ) ve Şeddadi, vadedilmiş topraklar projesi çerçevesinde İsrail ile bağlantılı hale getirilmek üzere CIA ve Mossad ajanlarının yerleşkesi haline getirilmiş bulunulmaktadır. Ancak bizim sivrisinekle uğraşacak zamanımız da lüksümüz de yoktur.
İşte zurnanın zırt dediği yer de tam da bu noktada şekillenmektedir. İsrail’i çökertmenin , onların hayallerini çökertmekten başlayacağını görmemiz gerekmektedir. Onların harekete geçmek için, Türkiye’nin en zayıf anını ve en uygun şartların oluşumunu bekledikleri bir süreçte, Türkiye’nin bu projeye vuracağı anlı şanlı bir darbe, İsrail’in ciğeri sökmek gibi bir işleve sahip olacaktır. Bu arada Türkiye düşmanlığını ve İsrail politikalarını, Ermeni iddialarıyla gölgelemeye çalışan J.Biden yönetimi’ni içine düşüreceğimiz aşağılama da bizleri tarifsiz bir zevk içine sokacak, içimizdeki işbirlikçilerin ve hainlerin de kudurarak gebermelerine vesile olacaktır…
Bu arada Türkiye’nin bu karşı konulamaz girişimi ve muhatapları tarafından yenilgiye uğratılabilmesi imkansız stratejisi karşısında ; emperyalizmin ve siyonizmin dümen suyunda macera arayanların, ilk darbeyi çok güvendikleri ve yandaşlığını yaptıkları İsrail’den ve ABD’den yiyeceklerini, İsrail’in örtülü işbirlikçisi İran’dan medet uman Suriye rejiminin de binbir pişmanlık içinde kalacağını da belirtmek isterim.
Bu noktada Filistin halkının yokluk ve imkansızlık içinde göstermiş olduğu direnişi sonuna kadar desteklememiz gerektiğini , bu direnişin üzerine ölü toprağı atılmış İslam aleminin uyanışı için bir vesile hükmünü taşıdığını da önemle belirtmek isterim.
Unutulmamalıdır ki zafer ; inanların, sabrederek gereğince mücadele edenlerin ve hakkı savunanların olacaktır.
Küresel güçlerin Türkiye Cumhuriyete Devleti’ne karşı büyük planlar ve zorlu saldırılar yaptığı günümüzde, Türk siyasetine ilişkin en önemli düsturumuz, siyasi dinamikleri iç siyaset üzerinden değil, dış siyaset üzerinden belirleme basiretini göstermek olmalıdır… Aksi takdirde çirkef çukurunda boğulmamanın , çamura batmamanın ve at izini it izine karıştırmamanın öyle her babayiğidin harcı olmadığını baştan kabul etmemiz, muhtemel olumsuz sonuçlara katlanmaya da hazır olmamız gerekmektedir.
Bu vesile ile tüm dostlarımın mübarek Ramazan Bayramı’nı kutlar, sağlık ve esenlikler dilerim…
13.05.2021 //02.10
SEDAT ÇETİNKAYA
.KUDÜS’ÜN KURTULUŞ HİKAYESİ…
Tutucu bir yaklaşımla, tahrif ettikleri Tevrat’a inanmaya devam eden ve bu inanış üzerinden paganlar ve şeytani güçlerle işbirliği içinde siyonist bir felfese geliştiren İsrailoğulları, dünya üzerinde yadsınamayacak bir güce ulaşmış bulunmaktadır.
İsrailoğulları, sahip oldukları bu güç ile ; Filistin topraklarını adım adım ele geçirmiş, Filistin halkını kaypak ve işbirlikçi yöneticiler vasıtasıyla bölüp parçalamış ve birbirine düşürmüş, Filistinlilerin arkasında duracak, onlara destek verecek bir gücün varlık kazanmasını büyük ölçüde engellemiş, küresel güçleri siyonizme hizmetkar kılmış, ve genetik kodlarına işleyen korkuyla da kendilerini korumak için kağıt üzerinde önemli addedilebilecek kapasitede bir askeri güç oluşturmuştur.
İşte İsrailoğulları, oluşturmuş oldukları bu gücün vermiş olduğu sarhoşluktan doğan bir özgüvenle, hedeflerini büyütmüş ve zulmünü arttırdıkça arttırmıştır. Onlar, kibir yüklü bir tavır ile hareket ederken, Kuran-ı Kerim’in İsra suresinde belirtilen sonla karşı karşıya gelecekleri gerçeğini de unutmamakla birlikte, alacakları tedbirlerle bu sonucu değiştirebilecekleri iddiasını ortaya koyma cüretini göstermekten de kendilerini alamamaktadırlar.
Ortadoğu’ya bakıldığında, İsrailoğullarını ve siyonizmin kölesi olmuş yöneticilerini, barış ve huzur içinde yaşamaya ikna edecek, sergiledikleri zulümden beri kılacak ya da onlara hak ettikleri sonucu yaşatacak bir gücün ve en önemlisi de iradenin olmadığını söyleyebilmek mümkündür.
İsrailoğulları, kendisine yönelebilecek ve yokolmasına neden olabilecek tek gerçek tehdidin, kadim tarihin hükümdarı ve savaş meydanlarının cengaveri olan Türk milletinden gelebileceğini gayet iyi bilmektedir. İŞTE BU BİLİNÇ ;
• Amerika Birleşik Devletleri’ni Türkiye ile İsrail arasına bir Pkk//Pyd//Ypg//Sdg devletçiliği projesi oluşturmak için bölgeye getiren,
• Irak’ın kuzeyinde Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin varlık kazanmasını sağlayan,
• Kıbrıs’ı, Türkiye’nin hakimiyet alanından çıkarmak için Birleşmiş Milletlere baskı yapan,
• Mısır’da darbeci Sisi’yi işbaşına getirip, bölgede ve Türkiye’de ihvan düşmanlığı yaptıran,
• Yunanistan’ı, hayal ürünü iddialarla ve askeri yardım havucuyla kışkırtarak Türkiye’nin başına musallat etmeye çalışan,
• Easmed doğalgaz boru hattı projesi bahanesini öne sürerek, Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de etkili olmaya çalışan devletlerle karşı karşıya getirecek oyunları tertipleyen,
• Azerbaycan ile yakın ilişkilerini ve Azerbaycan- Türkiye kardeşliğini kullanarak Türkiye’yi etkilemeye çalışan,
• Ermenistan ve Ermeni iddiaları üzerinden Türkiye ile batı dünyasını ilişkilerini gererek Türkiye üzerinde bir baskı unsuru elde etmeye çalışan,
• İran ile Türkiye arasında gerilim oluşturarak Türkiye’nin dikkatinin Ortadoğu’dan başka yönlere kanalize olmasını sağlamaya çalışan,
• Ortadoğu’nun fitne üretim merkezi konumundaki Birleşik Arap Emirlikleri vasıtasıyla, Türkiye ile Arap dünyası arasında gerilimler oluşması ve Türkiye aleyhine ekonomik manipülasyonlar yapılması için tertipler hazırlayan,
• İçimizdeki işbirlikçileri, kullanarak Türkiye’nin İsrail’in tezlerini destekleyecek bir edilgenliğe gelmesi için baskı ortamı oluşturan STRATEJİNİN ADIDIR…
İsrail, bu strateji doğrultusunda çalışırken, Türkiye de bu stratejiyi bertaraf edecek şekilde her cephede ayrı ayrı mücadele etmekte ve tüm destekçilerine rağmen her cephede İsrail’i başarısız kılmayı da başarmış bulunmaktadır.
Bu noktadan sonra daha büyük ve daha sert oynanacak bir oyun başlayacaktır. İsrail’in bu oyunu oynamaya yüreği olmasa da ürettiği politika onu, bu oyunu kendi koymadığı kurallarla oynamaya mahkum edecektir. Atasözümüzde belirtilen benzetmeyle ; köpek- ecel ve cami arasındaki ilişki burada tam anlamıyla tecelli edecek gibi durmaktadır. Böylece İsrailoğulları, tarihlerinde ilk kez kabile savaşı ya da hileli savaşlar yapmaktan kurtularak, Allah’ın yeryüzündeki kılıcı tanımına muhatap olmuş bir milletle, Bozkurt hüviyetindeki Aslan ile karşılaşmak durumunda kalacaktır.
İsrail’in oluşturduğu hegemonik politikalar, zulümde ortaya koyduğu sınır tanımazlık, Ortadoğu yönetimlerinin Arap halklarını temsil noktasında oluşturdukları zafiyet, küresel güçlerin Ortadoğu’ya yönelik negatif politikaları ve küreselcilerin emelleri, Türkiye’nin küresel güç merkezi olma yolunda varlığını ve hinterlandını geliştirme stratejisiyle karşılaştığında ; oluşacak ve yükselecek gerilim, tüm Ortadoğu’nun karışmasına neden olacaktır…
Son günlerde Mısır’ın, Türkiye’ye karşı yumuşama eğilimine girmesi de emin olunuz ki İsrail politikasının bir ürünü, Mısır’a güvenerek hareket eden Türkiye’yi boşa düşürme politikasının bir gereğidir…Herkes ama herkes, CHP zihniyetinin Mısır'da neşvünema bulmuş bir benzeri olan Mısır yönetimi değişmeden, Mısır’ın gerçek bir politika değişikliğine gittiğini söyleme lüksüne sahip değildir. Türkiye ve Katar’ın, Mısır’da bir siyaset ya da yönetim değişikliğini sağladığı an, Mısır’ın büyük kan dökülecek şekilde bir iç savaşa sürüklendiği an olacaktır.
Dolayısıyla Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de sular bulanmadan, İsrail ve arkasındaki güçler açık bir yenilgiye uğratılmadan, küreselcilerin emelleri bertaraf edilmeden ve en önemlisi içimizdeki zillet takımına karşı ezici bir üstünlük kurulmadan, Kudüs’ü kurtarmak mümkün olmayacaktır.
Bu vesileyle ; Kadir gecesi mesajı atıp, oruç tutup, dostlar alışverişte görsünler kabilinden İsrail’i kınayıp sonra da zillet partilerine oy taşıyanlara ;
• Siz önce boşa çıkan amellerinizi düşününüz,
• Kendinizi şeytanın ve işbirlikçilerinin tasallutundan kurtarınız,
• Kime hizmet ettiğinizi idrak ederek, birliğe katılınız,
• KUDÜS’Ü , ALEME NİZAM VERME ÜLKÜSÜNÜ DÜSTUR EDİNMİŞ BİZLER KURTARIRIZ şeklindeki beyanımı ifade ederken, tüm Müslüman kardeşlerimin Kadir gecesini kutlu kılmasını ve bu geceyi Alem-i İslamın yükselişi için vesile kılmasını Aziz ve Muktedir olan Yüce Rabbimden gönülden dilerim…
08.05.2021 // 19. 45
SEDAT ÇETİNKAYA
.KÜRESEL GÜÇLERİN BİR ÜLKEYİ ELE GEÇİRMESİNİN ANATOMİSİ- KARŞI HAMLE STRATEJİSİ VE DEĞİŞİME DİRENÇ GÖSTERENLERİN ANALİZİ…
Küresel güçlerin, tarihi ve sosyolojik olarak kayda değer etkiye sahip olmadıkları bir ülkeyi ele geçirmek için öncelikle bir planlarının olması ve bu planı uygulama noktasında da bir karar vermiş olmaları gerekmektedir. İşte bu durum, siyasi stratejinin kurulma aşamasını teşkil etmektedir.
Bu aşamadan sonra o ülkeyi kuşatacak ağın temel taşlarını oluşturma yani “sistem mühendisliği” aşamasının başlatılması gerekecektir. Bu noktada tabiri caizse, küresel güçlere çalışan bir eko sistemin dizayn edilebilmesi için gerekli olan ilk unsur, ekonomik kaynak olarak belirlenebilmektedir. Bu kaynağın sorunsuz bir şekilde ülkeye girişinin sağlanması ve geliştirilmesi için temel yapı ise bir banka kurmaktır. Bu bağlamda ülkemizdeki bankaların hizmet ettikleri efendileri incelediğimizde, ülkemizde kimlerin etkin olmaya çalıştığını anlayabilmemiz, temel perspektif açısından olanaklı hale gelmektedir.
Bu hamlenin ardından gelecek hamleler ise KABACA ;
• Ülke siyasetini ve toplum algısını etkileyecek bir medya ağı kurmak ve bu ağa hizmet edecek kimliksiz ve kişiliksiz yazarları ve de program formatlarını organize etmek,
• İşadamlarından kurulu bir çatı örgüt kurarak, bu yapıyı ve mensuplarını ; sağlanacak ekonomik imkanlar, krediler, distribütörlükler, temsilcilikler, acenteler gibi ekonomik enstrümanlarla büyüterek ülke ekonomisi üzerinde hakim güç olarak konumlandırmak,
• Toplumsal dinamiklere ilişkin hakimiyeti ele geçirmek için belirli amaçlar doğrultusunda yönlendirilmiş ; sendika, dernek, vakıf gibi oluşumlara varlık kazandırmak,
• Bir veya birkaç siyasi partinin oluşumunu ve gelişimini sağlayarak, kendilerine hizmet edecek siyasi ekollerin ve siyasetçilerin gelişimini temin etmek,
• Eğitim üzerinde ve özellikle ülke yönetiminde etkili olacak kişilerin seçilmesi ve oryantasyonunun sağlanması için özel okullar, kolejler ve yönetimi üzerinde hakimiyet tesis ettikleri üniversiteler kurmak,
• Ülke yönetiminde etkili olan ve ülkelere göre ismi değişebilen Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Sayıştay, Yüksek Seçim Kurulu, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu, Barolar, Yüksek Askeri Şura, Milli Güvenlik Kurulu, Meslek Birlikleri gibi tüm kurum, kurul, birlik ve makamların kendilerine hizmet edecek kişiler tarafından doldurulmasını sağlamak için özel çalışmalar yapmak,
• Ülke istihbaratını ele geçirmek için hassas çalışmalar yapmak ve diplomatik korumalı paralel istihbarat yapılanmaları kurmak,
• Ülkenin emniyet birimlerine ve askeri kadrolarına kendilerine hizmet edecek kişileri sızdırmak, çeşitli vasıtalarla kendilerine hizmet edecek personeli devşirmek, kendilerine hizmet etmeyen görevlileri tasfiye etmek, ilerlemelerini engellemek, kendilerine hizmet edenleri yükseltmek, emniyet birimlerinde ve askeri kadrolarda çeşitli tasniflerle kendilerine hizmet edecek özel birimler kurmak, gerektiğinde sivil yönetime müdahale edecek kadrolar oluşturmak,
• Devleti borçlandırarak ülke yönetimini üzerinde etkinlik kuracak, siyasileri kuşatarak diz çöktürecek ve aynı zamanda ülkeyi sömürecek ekonomik altyapıyı kurmak,
• Bağımsız- Özerk Merkez Bankası yaklaşımıyla, doğrudan veya dolaylı olarak, ülke sathında kurulan sömürü düzenini daim kılacak para – faiz- enflasyon – istihdam- yatırım – döviz kuru gibi politikaları dizayn etme gücünü elde etmek,
• Uluslararası finans kuruluşları , kredi derecelendirme kuruluşları, IMF, Dünya Bankası gibi yapılar vasıtasıyla oluşturulan dış baskıya çanak tutacak yerli işbirlikçiler sağlamak,
• Ülke geleceğini etkileyecek stratejik öneme sahip kıymetli maden üretimi, ulaşım projeleri, askeri hususlar başta olmak üzere stratejik öneme sahip projelerin ve faaliyetlerin ortaya çıkmasını, gelişmesini ve gerçekleşmesini engellemek ve bu konular üzerinden toplumsal karşıtlık politikaları geliştirmek,
• Devletin ekonomik düzenin işleyişindeki hakim girişimci pozisyonunu terk etmesi anlamına gelen özelleştirmeleri ve devletin borçlanma ihtiyacını kullanarak ülkelerin zenginliklerini ele geçirmek,
• Gerekli olduğunda, ülke içinde etkin olabilecek ve toplumsal akışı bozacak etkide eylemler yapabilecek terör örgütleri kurmak ve bu örgütlerin gelişimini desteklemek,
• Siyasette ; çok partili, güçlü olmayan yönetimleri ve istikrarsızlığı öngören sistemleri destekleyerek, karşılarında kendileriyle mücadele edecek bir siyasi gücün varlık kazanmasına imkan vermemek, oluşan güçlü siyasi partileri ise fırsatları ya da ajanlarını kullanarak bölmek,
• Bürokratik kadrolaşmayı sağlayacak dinamikleri oluşturarak, kendileriyle uyum içinde çalışmayan siyasi kadroların kısa süreler içinde tasfiye edemeyecekleri ve kendilerine hizmet eden oligarşik bir düzen kurmak,
• Toplumu ; din- felsefe- milliyetçilik- milli değerler- vatanseverlik gibi kavramlardan uzaklaştıracak ve bu kavramlar etrafında şekillenen sosyolojiden uzak tutacak bir yaşam biçimi geliştirmek için çok yönlü toplum mühendisliği stratejisi çerçevesinde çalışmak,
• Satılık kalemlerin dandik eserlerini allayıp pullayıp büyük eserler olarak lanse etmek, sanat ve sanatçılıkla uzaktan yakından ilgisi olmayan kimliksiz ve kişiliksiz etki ajanlarından oluşan ünlüler camiası ve bu camianın ön planda olduğu film- tiyatro- dizi gibi enstrümanlarla toplumu dizayn etmeyi hedeflemek ŞEKLİNDE BELİRLENEBİLİR…
İşte bu gerçeklik karşısında ülkemizde yaşayan HERKES ; var olan kuşatılmışlık karşısında ülkesinin durumunu , destek verdiği veya sempati duyduğu siyasi partilerin ve liderlerin pozisyonlarını, kimlerin tüm milli ve manevi değerlerimize ihanet içindeki bu düzeni sahiplendiğini çok iyi analiz etmelidir.
VE YİNE HERKES, bu düzeni gerek ülkemiz içinde ve gerekse dünya sathında parçalamak için mücadele eden yöneticilere destek vermenin, MİLLİ VE DİNİ BİR ZORUNLULUK VE SORUMLULUK olduğunu tam anlamıyla idrak etmelidir.
Yoksa ibadetleri, niyetleri ve inançları BOŞA ÇIKMIŞ MÜSLÜMANLAR, milli değerlerini küresel güçlere peşkeş çekmiş TÜRK’LER olarak tarihe geçeceğimiz muhakkaktır.
Zor günler, kişilerin ve stratejilerin test edildiği, kırılmaların yaşandığı zamanlardır. Zor günlerden geçiyoruz ancak yukarıda kaba hatlarını ortaya koyduğum düzenin sahiplerine karşı her zeminde hamle yapan bir lidere de sahip bulunuyoruz. Bizler kırılmak bir tarafa, her şart altında davasının ve inançlarının arkasında duran kişiler olarak yükselecek, küresel güçlerin ve içimizdeki işbirlikçilerin YALANLARINI VE BASKISINI boşa çıkarıp, temelsiz stratejilerini kırarak, hak edeceğimizin de üstünde bir zafere ulaşacağız…
Böylece herkes hak ettiğine kavuşacak, ya kutlu bir dünya düzenine varlık kazandıran ŞEREF SAHİBİ ASİL İNSANLARDAN ya da zillet çukurunda boğulan İŞBİRLİKÇİ- HAİN VE SÜNEPELERDEN olacaktır…
03.05.2021 //14.25
SEDAT ÇETİNKAYA
.ABD BAŞKANI JOE BİDEN’IN, 24 NİSAN 2021 TARİHİNDE YAPACAĞI AÇIKLAMADA, ERMENİ SOYKIRIMI İFADESİNİ KULLANMASININ YAKACAĞI STRATEJİK DÜŞMANLIK ATEŞİ…
Batının katliamcı ve sömürgeci ırklarının kurduğu bir devlet olan, Amerika kıtasının yerli ırklarının ve kara kıtanın köleleştirilmiş masum insanlarının kanları ve canları üzerine kurulmuş bulunan Amerika Birleşik Devletleri’nin başkanı JOE BİDEN, yüzlerce yıl Müslüman- Türk milletinin koruması altında yeşerdikten sonra Devlet-i Aliyye’nin Müslüman ahalisi aleyhine soykırım faaliyeti yürüten çeteleri göz ardı ederek, Ermeni soykırımını ilana hazırlanmaktadır.
ABD’nin “Yeniden Büyük Amerika” söylemleri ile Avrupa’yı hizaya getirmeye çalıştığı, Rusya’ya karşı düşmanlık politikalarını fütursuzca ilan ettiği bir aşamada, Türkiye’yi karşısına alma cüretini gösterip gösteremeyeceği hususu, gelecek analizleri açısından büyük önem taşıyan bir argüman olmakla birlikte ABD – Türkiye ilişkilerinin geri dönülemez biçimde bozulmasına neden olma potansiyelini barındırması sebebiyle, sonuçları açısından daha da büyük bir öneme sahiptir.
Aslına bakacak olursak ABD, hiçbir zaman Türkiye’nin dostu ve müttefiki olmamış bir devlettir. Zaten böyle bir sonucu beklemek ; tarihi-dini ve sosyolojik gerçekliklerden uzak olmayı gerektirdiği gibi SİYASİ APTALLIĞA sahip olmayı da lüzumlu kılmaktadır. Haliyle Joe Biden’dan medet umanlar ortada olduğu için, bu aptallığa kimlerin muhatap olduğunu söylemeye de gerek yoktur diye düşünüyorum. ABD’nin ikiyüzlü siyasi stratejisine karşılık Türkiye Cumhuriyeti Devleti , vasıfsız yöneticilerin yönlendirmeleri doğrultusunda ABD hegemonyası altına sokulan ve bu dönemde yetişen ABD işbirlikçileri vasıtasıyla da ara dönemler hariç ABD’nin direktifleri doğrultusunda hareket eden, her daim söz dinleyen, gözlerini sınırlarından dışarıya çıkarmayan, ezberletilmiş söylem ve ideolojilerin gölgesinde yaşatılan, terör- faiz ve geri kalmışlık sarmalında süründürülen, demokrasi oyunu ve parlamenter sistem saçmalığı ile oyalanan, NATO’nun ve CIA’nın kontrolünde yönetilen geri kalmış bir ülkeden ibaretti...
Ancak Türkiye Cumhuriyeti Devleti, son 20 yılda TARİHİ BİR DEĞİŞİMİ GERÇEKLEŞTİREREK , devam eden bazı sorunlarına rağmen bölgesel bir güç olmayı başardığı gibi kendisini küresel güce dönüştürecek dönüşümleri sağlayacak STRATEJİK EŞİĞE de ulaşmış bulunmaktadır. Her zaman ifade ettiğim gibi yükselen bir ivmeyle ilerlediğimiz bu yolda, raydan çıkmadan geçireceğimiz 10-15 yıllık bir süreye daha ihtiyacımız bulunmaktadır ki kendisini Müslüman ve Türk olarak tanımlayan herkesin, bu hedefe katkı sunma konusunda TARİHİ BİR SORUMLULUĞU da mevcuttur.
Bu bağlamda konuya dönecek olursam, Joe Biden’ın Ermeni soykırımından bahsetmesi, ABD- TÜRKİYE ÇATIŞMASININ farklı ve daha yüksek bir aşamada başladığı anlamına gelecektir. Bu noktadan sonra ise ; NATO içinde gerilimler, Türkiye’deki NATO ve ABD üslerinin kullanımından doğacak sorunlar, Kıbrıs- Yunanistan ve Mavi Vatan meselesiyle ilgili restleşmeler, Türkiye- Avrupa ilişkilerinde yaşanacak sıkıntılar- Suriye ve Irak üzerinden şekillenen çatışmalar- ekonomik manipülasyonlar yaşanacağı gibi Türkiye ile Rusya’nın stratejik olarak daha da yakınlaşması ve Türkiye’nin, Türk Birliği yöneliminin kuvvetlenmesi ön plana çıkacaktır.
ABD yönetimine hakim olan küreselciler, Türkiye’nin Türkistan’a açılan yollarını ve bu strateji üzerinden şekillenen gelecek perspektifini engelleme isteğini Ermenistan üzerinden geliştirmeye çalıştıkları gerilimle ortaya koymaktadır. Zira Rusya ile Türkiye’nin daha büyük bir uzlaşının alt başlığı olarak gerçekleştirdikleri her faaliyet, küreselcilerin karnına saplanan bir hançer görevi görmekte ve onları intikam duygusuna yönelterek hataya sürüklemektedir.
KÜRESELCİ YAKLAŞIMLARLA , küresel egemenlik mefkuresine dayalı milliyetçi ve dini söylemleri temsil eden ULUSAL DEVLETLERİN çatışması yaşanmakta ve bu çatışma, ABD ve Çin arasında oynanan oyunu bozacak bir stratejiyle sahaya çıkan Türkiye ( Türk Birliği ) ve Rusya üzerinde odaklanmaktadır. Belki Rusya da bizim için bir dost olmayacaktır ancak şuan için düşmanımız ortaktır ve bu bağlamda stratejik düzeyde tarafımızın asla ve asla ABD ve müttefikleri tarafında olmaması gereği bulunmaktadır. Bu noktada ABD’nin ; Karadeniz , Montrö Sözleşmesi ve Ukrayna üzerinden geliştirdiği SİHA alımı talebiyle, Türkiye’yi bir seçime zorlayarak, Rusya’nın düşmanlığını Türkiye üzerine çekmeye çalıştığını da görmek gerekmektedir.
Almanya’ya Kuzey Akım projesi için baskı yapan ABD’nin, çok yakında aynı baskıyı ülkemiz için de yapmaya başladığını gördüğümüzde şaşırmamamız lazımdır.
Türkiye’ye Ermeni meselesi üzerinden yöneltilecek baskının bir boyutu da İsrail ile Türkiye arasında kurulmak istenen tampon devletçiğin kurulması için yürütülecek faaliyetler noktasında ve Kıbrıs meselesinde ortaya çıkacaktır. Zira Türkiye’nin ; bu iki konuda sıkıştırılmak istenirken, Ermeni meselesinden mütevellit olarak geliştirilen baskı altında bırakılarak siyasi hareket alanı daraltılmak istenmektedir.
Küreselci paganların hizmetkarı Joe Biden, 24 Nisan 2021 tarihinde yapacağı açıklamada Türkiye’yi karşısına alacak bir tavır sergilerse bu tavır, Türkiye ile ABD ilişkilerinin SÖZDE STRATEJİK ORTAKLIKTAN STRATEJİK DÜŞMANLIĞA EVRİLDİĞİNİ göstereceği gibi Joe Biden’ın, AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİNİ BİTİRMEYE OYNADIĞINI da gözler önüne serecektir. Zira küreselciler bu siyasi stratejileri ile yeni merkezleri Çin’in önünden, ABD engelini de çekmek için ; ABD’nin tüm küresel ilişkilerini bozmak, ABD’yi yetersiz ve dengesiz bir devlet olarak ön plana çıkarmak, dünyanın sinir uçlarıyla oynayarak ABD karşıtlığını yükseltmek ve NATO’nun dağılmasını sağlamak için harekete geçtiklerini tescil etmiş olacaklardır.
Küreselcilerin SON PLANI , ABD eliyle küresel kaos ve savaş planlarını sahnelemek olacak olsa da bu planların hepsi, Müslüman- Türk milleti’nin feraseti , dirayeti ve mücadelesi karşısında parçalanıp çöpe atılmaya mahkum olacaktır.
Dost görünümlü düşmanımızın , şimdiye kadar ortaya koyduğu örtülü düşmanlığı bir tarafa bırakarak, bize karşı açık bir düşmanlık ilanında bulunmaya hazır olup olmadığını hep birlikte göreceğiz…
TARİH, Türk Milleti’nin ; haklı olduğunda, zalimle karşılaştığında ve kendisine düşmanlık yapıldığında ne mücadeleden ne de kan dökmekten kaçınmadığını binlerce kez yazmış ve tescil etmiştir. Kadim geçmişten bu tarafa, cihana hükmeden devletlerimizin varlık sırrı da bu gerçeklik üzerinden yükselmiştir. Yine HAKLIYIZ, yine ZALİMLE KARŞILAŞTIK ve yine BİZE DÜŞMANLIK YAPILMAKTADIR...
Dolayısıyla yeniden YÜKSELECEK ve yeniden CİHANA HÜKMEDECEĞİZ...
23.04.2021 // 00.19
SEDAT ÇETİNKAYA
.DÜNYA STRATEJİ TAHTASINDAN TÜRKİYE’Yİ İLGİLENDİREN KUVVETLİ YANSIMALAR VE SONUÇLARI…
Amerika Birleşik Devletleri’nin dünyadaki gelişmeleri okumaktan ve dünya siyasetini gerektiği gibi analiz edebilmekten uzak yönetimi, kapasitesini aşan bir yaklaşımla ve Ukrayna üzerinden geliştirdiği bir gerilimle, dünya siyasetini kontrolü altına almaya çalışmaktadır.
Görünüşte pragmatik ancak YETERLİ ALTYAPIDAN YOKSUN OLAN bu stratejinin, Avrupa-Rusya ve Türkiye-Rusya ilişkilerini bozmak ve ABD’nin bölgesel hegemonyasını diri tutmak gibi birincil nitelikte somut bir boyutu olduğu gibi ABD yönetimine hakim olan ve Çin’i yeni faaliyet merkezleri olarak tanımlayan küreselcilerin, yeni dünya düzeni projelerini gerçekleştirme noktasında Rusya’yı köşeye sıkıştırarak pasifize etmek gibi gizli bir boyutu da bulunmaktadır. Bu durum ise hem önemli bir ticaret yolu hakimiyetini tesis etmek hem de Rusya’yı, Çin için tehlike olmaktan çıkarmak gibi çok önemli bir anlam içermektedir. Zaten küreselcilerin gerek Rusya’yı ve gerekse Türkiye’yi karşıt cephede tanımlamalarının nedeni de aynı jeopolitik- tarihi ve sosyolojik gerçekliğe dayanmaktadır.
Rusya, kendisini etkisiz kılmaya matuf olan bu strateji ve kışkırtma karşısında geri adım atması durumunda, sonun başlangıcı sürecine gireceğini iyi bildiğinden ve ABD’nin, Rusya’yı etkisiz kılacak bir kararlığı ve gücü ortaya koyma noktasında yetersizlik içinde olduğunu da çok iyi gördüğünden, oyunun kapasitesini ve riskini yükselterek, gerilimi ; “YA GERİ ÇEKİLİRSİNİZ YA DA SONUCUNA KATLANIRSINIZ” noktasına kadar yükseltmiştir ki bu iştahın Rusya’yı Ukrayna’yı işgale yönelen bir hataya düşürme ihtimali dahi doğmuş bulunmaktadır.
Bu aşamanın daha ilerisine gitmek ise ABD açısından her halükarda bir yenilgi olarak tanımlanacaktır. Zira ABD bu aşamadan sonra geri adım attığında, Rusya kazanmış olacak ; geri adım atmadığında ise daha ileriye gidecek kararlığı ve gücü ortaya koyamayacağı için Rusya’nın ortaya koyacağı hamlelere cevap vermeyeceğinden tüm dünyanın gözünde sürklase olarak itibar kaybına uğrayacaktır… ELBETTE BU İTİBAR KAYBINDAN, ABD’NİN GÜDÜMÜNDE ŞEKİLLENEN NATO DA PAYINI ALACAKTIR.
Ancak belirtmek isterim ki ABD yönetimine hakim olan güçlerin, kolay kolay vazgeçmeyecekleri de bir gerçektir. YAPACAKLARI ŞEY ; gerilimi azaltma oyununu hakim kılarak zaman kazanmak ve bu arada Rusya’yı askeri olarak dengeleyecek bir kuvvet altyapısını adım adım şekillendirmek olacaktır. Bu arada tıpkı Türkiye’ye yönelik faaliyetlerde olduğu gibi Rusya’ya yönelik 5. kol faaliyetlerini de üst düzeyde harekete geçirecekler ve Rusya’yı ekonomik olarak köşe sıkıştırmak için herşeyi yapacaklardır.
İngiltere, Rusya ile Türkiye’nin hiçbir şekilde yakınlaşmasını istemeyen bir siyasi pozisyona sahip olduğu gibi Fransa ve Almanya’yı zayıflatmak, Almanya üzerinde etkinlik kurmak ve Almanya’yı enerji sıkıntısına sokmak için de Rusya’ya yönelik agresif bir düşmanlık politikasına sahip bulunmaktadır. Yine İngiltere ile Rusya arasında Ermenistan meselesi üzerinden şekillenen adı konulmamış bir düşmanlık politikası da göze çarpmaktadır. İngiltere bu noktada stratejik partner olarak Türkiye’yi kendi politikasına uygun görmekte ve Türkiye – Rusya yakınlaşmasını sağlayacak her meseleden büyük rahatsızlık duymaktadır. Zira İngiltere’nin ; Libya, Irak ve son dönem Kıbrıs politikası, Akdeniz’de Malta üzerinden Türkiye lehine şekillendirdiği siyasi yaklaşım ve saman altından su yürüten genel politik tavrının aksine Ukrayna meselesinde Rusya’ya karşı ortaya koyduğu kışkırtıcı strateji , Türkiye- Rusya yakınlaşmasına ilişkin İngiliz rahatsızlığını ortaya koyan argümanlar olarak okunabilmektedir.
Bu arada ABD politikaları açısından şimdilik dikkat çekmese de Balkanların büyük öneme sahip olduğunu belirtmek isterim. ABD, şimdilik sadece Rusya’ya yönelik faaliyet icra eder gözüküyor olsa da gizliden gizliye ve ikincil olarak Türkiye’ye yönelik bir çevrelemeyi de ihmal etmemektedir. BALKANLAR CIA AJANI KAYNAYAN BİR MERKEZ HALİNE GELME YOLUNDA HIZLA İLERLEMEKTEDİR... Gerekli taktik ve stratejik hazırlıklar yapıldığında, Balkanların ABD’nin bölgedeki nüfuzunu arttıracak bir politika doğrultusunda yeni bir çatışma ile karışması ise ihtimal dahilinde bulunmaktadır. ABD, BİR ÇATIŞMA DURUMUNDA Türkiye’nin Yunanistan’a yönelik olarak bir kara harekatına girişmesinin, Arnavutluk ve Makedonya ile irtibatlı hale gelebilmesinin önüne set çekmek için Dedeağaç’a ve muhtemel harekat alanına konuşlanmakta, olası bir Türk- Yunan çatışmasında dengenin kurulabilmesi için Yunanistan’ın Deniz ve Hava kuvvetlerinin takviye edilmesi ve hava savunma sistemlerinin güçlendirilmesi için kendisinin ön planda olmadığı girişimlerini hızlandırmaktadır. Yunanistan’ın Fransa ve İsrail’le yaptığı çalışmaların mahiyeti, hedefler ve silahlanma programı dikkate alındığında, 2026 YILI SONRASINA İLİŞKİN BİR PLANLAMANIN VARLIĞI ORTAYA ÇIKMAKTADIR...
ABD, Ukrayna üzerinden Rusya’ya yaptığının bir benzerini, daha düşük profilli bir yaklaşımla Yunanistan üzerinden Türkiye’ye yapmaya çalışmaktadır. Ancak var olan düşük profilin, bizleri aldatmaması gerekmekte ve hatta hazırlık faaliyetlerimize hız verme noktasında hayati önem arzeden bir zaruret şekillenmektedir. Çünkü ABD’nin Türkiye’ye yönelik Yunanistan politikası, Suriye ve Irak denkleminde adım attığı zaman önem kazanacak ve Yunanistan, arkasına ABD’yi ve avanesini almış bir maşa olarak Türkiye’yi karşısına alma gücünü kendisinde bularak harekete geçmeyi deneyecektir.
Bu noktada Türkiye’nin Kıbrıs’ın tanınmasını sağlama noktasında ortaya koyacağı faaliyetler ile Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasına yönelik olarak ortaya koyacağı askeri girişimler de tetikleyici olacaktır.
Bu arada ABD’nin Afganistan’dan çekileceğim derken, gizli müttefiki Taliban ile Afganistan’da barış ortamını bozma ve bu arada Türkiye’nin imajını bozarak Türkiye’nin bölgedeki etkinliğini kırma girişimleri devam etse de tüm planları elinde patlayacaktır. Zira ABD’nin ortaya koyduğu tavır tam bir blöften ibarettir ve küreselcilerin Afganistan’da barış ortamının şekillenmesine ihtiyaç duymaları bir gerçeklik olduğu müddetçe, küreselcilerin yönetimindeki ABD, Türkiye’nin ayağına gelmek durumundadır. Aslında stratejik olarak Afganistan’da barışın sağlanamaması Türkiye’nin lehine, Çin – ABD – İran ve küreselcilerin aleyhine bir durumdur. Ancak bizler ; hiçbir masum müslümanın zarar görmesine evet diyebilmemiz mümkün olmadığından, barışa evet diyecek ancak kolay olmasa da bu barış üzerinden ABD’yi kitleyecek, Çin’i de Afganistan ve Pakistan üzerinden bloke etme riskini barındıran bir stratejiyi sahaya sürmeyi de başaracağız…
İçinde bulunduğumuz bu süreçte ; Rusya ile ABD gerilimi devam ettiği müddetçe Yunanistan- Türkiye geriliminin pasif bir gerilim olarak kalacağını, ABD’nin Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanması üzerinden şekillendirmeye çalıştığı girişimleri aktive ederek yeni bir boyuta taşıyamayacağını, Türkiye’nin muhteşem bir zamanlama ile Rusya- Ukrayna arasındaki krizi donduracak bir aktör olarak devreye girerek Avrupa- Rusya – Ukrayna ve küresel siyaset üzerinde büyüt bir etki üretebileceğini, bu etkinin ise ABD’nin küresel planlarını bloke edici ve Türkiye’nin büyük bir güç merkezi olarak yükselmesini destekleyecek bir netice doğurabileceğini ve tüm bu dinamiklerden yararlanarak Türk Birliği hedefine kararlı bir şekilde yürüme mefkuresini temel hedefimiz olarak belirlemenin geleceğimizi şekillendirecek en büyük kazanımımız olacağını önemle ve özellikle belirtmek isterim.
BİRİLERİ ÖNÜNE VE SADECE İÇİNDE BULUNDUĞU GÜNE BAKIP GAFLETLE YAŞARKEN ; YÜKSEK BİR FERASETLE GELECEĞE BAKANLAR, GÜNÜMÜZDEN GELECEĞİ ŞEKİLLENDİRENLER VE DÜŞMANLARINI ETKİSİZ KILABİLME YETERLİLİĞİNİ ORTAYA KOYABİLENLER HER DAİM KAZANACAKLARDIR…
21.04.2021 //02.35
SEDAT ÇETİNKAYA
.İNSAN-I KAMİL’E ULAŞTIRAN UZUN İNCE ÇİZGİ…
İnsan, genetik varlığına yüklenen yaşam enerjisinin kaynağı olan ruhuyla, alemlerin Rabbi olan sonsuz kudret sahibi Yüce Allah’a vekil olma sıfatına mazhar olmuş çok kıymetli bir varlıktır. Ancak bu mazhariyet yolu her insan için açık olsa da herkesin bu mazhariyete kavuşabildiğini söyleyebilmek de mümkün değildir.
İnsan’ın , ayette belirtildiği şekliyle yeryüzünde Allah’a vekil ( halife) olmayı hak edebilecek kamil bir varlığa dönüşerek, evrende tasarruf yetkisine sahip olabilmesi ve vadedilmiş Cennet’lerde mutlak bir güven içinde sonsuz bir yaşam sürebilmesi için bazı değerlerle donanması gerekmektedir.
Öncelikle insanın, yaşam adı verilen tekemmül etme sürecinde, evrendeki yerini çok iyi analiz etmesi ve eskilerin deyimiyle kendini bilmesi gerekmektedir. Bu kendini bilme durumu, özellikle yaratılış amacını ve yaşam gayesini bilmeyi de içermektedir.
Her insan ; duyguları, düşünceleri, hayalleri, arzuları, pişmanlıkları, kederleri, fedakarlıkları, çabası, yaptıkları ve yaşamına giren tüm verilerle apayrı bir dünyadır. Ve işte Yüce Allah, insanı yaratırken onun bu dünyasına ortak olmayı, onun yaşadıklarını, seçimlerini ve tam anlamıyla ifade etmek gerekirse hayatını görmeyi istemiş ve böylece kendi varlığına ait isimlerin tecellilerini insan yaşamında seyretmeyi irade etmiştir. İnsan, kendisine şah damarından yakın olduğunu bildiren Allah ile bu bağlantısının bilincine ulaştığında, genetik yapısının ortaya çıkardığı maddi bedeninden kaynaklanan hayvani ve nefsani dürtüleri ıslah etmesi gerektiğinin de farkına varacaktır. Çünkü ondan güzel davranışlar bekleyen ve her daim onunla birlikte olan bir Rabbi olduğunu bilen bir insanın, onun vekili sıfatına haiz olabilmek için onurlu bir yaşam modelinin dışına çıkabilmesi de mümkün olmayacaktır.
Burada sorulması gereken soru, insanın bu onurlu yaşam modelinin ne olduğu olmakla birlikte bu soruya cevap verirken, öğretilmiş gerçekliklerin ya da içinde bulunulan yaşam biçiminin dayattığı algıların oluşturduğu bilinç dünyasından bağımsız olarak düşünme zaruretinin bulunduğunun gözden kaçırılmaması gerektiğini de önemle belirtmek isterim.
Kendini , evrendeki yerini ve yaratılış amacını bilen akıl- muhakeme ve irade sahibi insan, evrenin yaratıcısı olan Allah’ı da bilecek, yaşamında belirli ilkeler dahilinde hareket etmesi gerektiğinin aksi takdirde Allah’a vekil olamayacağının ve yaratıcısının hoşnutsuzluğunu celbedeceğinin de farkına varacaktır.
BİR KERE İMAN SAHİBİ İNSAN ;
• Her daim alçak gönüllü ve kibirden uzak olmak durumundadır.
• Merhamet sahibi olmalıdır.
• Canlıların yaşadığı her durumun, Allah’ın iradesinin bir görünümü olduğunun farkındalığıyla tahkir edici eleştiri yapmama olgunluğuna ulaşmalıdır.
• Her şeyin Allah’ın iradesinin bir tecellisi olduğu bilincinden hareketle, kıskançlık duygusundan uzaklaşmalıdır.
• Başkaları hakkında konuşmamayı, sır tutmayı ve gerekli olduğu ölçüde konuşmayı öğrenmelidir.
• Hatalarının sayılamayacak kadar çok, olumlu işlerinin ise hemen hemen hiç olmadığı fikrinden kaynaklı bir yönelimle her daim pişmanlık duygusu içinde olmalıdır.
• Yaratıcısının varlığının yüceliğini yaşatır ve ilan eder şekilde her daim fikren zikir halinde bulunmalıdır.
• Hiçbir davranışında ve düşüncesinde, aşırılığa tevessül etmeyen bir tarza sahip olmalıdır.
• Her zaman ahlak sınırları içinde bulunmalı hatta ahlak hususunda ileri davranışlar sergilemeyi başarabilmelidir.
• Fedakar olmalı, haksızlığa karşı durma cesaretini gösterebilmelidir.
• Mesele Allah’ı , peygamberini ve dinini savunmak olduğunda, hiçbir sınır tanımaksızın ve tek başına dünyaya karşı tavır alabilmelidir.
• Bilinçli bir zulme hiçbir şekilde taraf olmamalı, hiçbir şeyden korkmadığı kadar zulümden korkmalıdır.
• Her davranışı ve düşüncesiyle ilgili olarak, objektif koşullar dahilinde hesap verebilirlik bilincini asla yitirmemelidir.
• Sadece Allah’tan istemeli, sabır, şükür ve tevekkül halini hiçbir şart altında terk edip isyankar yaklaşımların inkara sürükleyen sahte korumasına sığınmamalıdır.
• Haram hiçbir kazancın ne bu dünyada ne ahir hayatında kendisine bir yarar sağlamayacağını hiçbir zaman aklından çıkarmamalıdır.
• İradi bir yaklaşımla başka varlıkların haklarına girmemeli, gücü yettiğince bu hakları gözetmelidir.
• Yaratılmış tüm varlıkların yaşamına karşı saygı içinde olmalı, yaşamın her alanında başka varlıklara zarar vermeme bilincini taşıyabilmelidir.
• Düşünmenin, muhakeme etmenin, ilim sahibi olmanın, Allah’a teslimiyetin ve ifa edilmeye gayret edilmiş kulluğun, kendisini daha ileri bilinç formlarına ulaştırabilecek tek yol olduğunu idrak etmelidir.
KISACA SÖYLEMEK GEREKİRSE İMAN SAHİBİ İNSAN ; İSLAM DİNİNİN ÇİZDİĞİ SINIRLAR, PEYGAMBERİMİZİN YAŞAMININ ÖĞRETTİKLERİ, AKIL VE RUH BİLEŞKESİNİN OLUŞTURDUĞU BİLİNÇ DAHİLİNDE YAŞAYARAK, KENDİSİNİ KAMİL İNSANA ULAŞTIRACAK DOĞRU YOL ÜZERİNDE BULUNABİLECEĞİNİ HİÇBİR ZAMAN UNUTMAMALI, BU YOLUN DIŞINDA KENDİSİNE HOŞ GELEN BOŞ YOLLARA SAPMAMA İRADESİNİ DE ORTAYA KOYABİLMELİDİR. AKSİ TAKDİRDE MAHİYETİNİ HAYAL BİLE EDEMEYECEĞİ VE KAÇAMAYACAĞI ŞİDDETLİ BİR AZABIN KENDİSİNİ KUŞATACAĞINI DA BİLMELİDİR...
İNKARCI İNSANININ DURUMUNA GELİNCE, O GAFİL VARLIK ; KAMİL İNSAN OLMA İLE İLGİLİ SÜRECE HİÇBİR ZAMAN DAHİL OLMAMIŞTIR VE BU NEDENLE BAŞTAN KAYBETTİĞİ İÇİN EBEDİ HAYATIN MEVZU OLDUĞU BİR VARLIK ALANINA İLİŞKİN OLARAK BİR HAK TALEBİ OLAMAYACAĞI GİBİ BİR BEKLENTİSİ DE OLAMAYACAKTIR…
ALLAH'IN ZAMANLARI AŞAN MUTLAK VAADİ KARŞISINDA İNKARCILARIN SÖYLEMLERİ , SUYA YAZILMIŞ YAZI GİBİ DEĞERSİZ VE BOŞ HÜLYALARDAN İBARET SAFSATALAR OLARAK TANIMLANACAK VE DEĞER BULACAKTIR...
16.04.2021 // 00.25
SEDAT ÇETİNKAYA
RUSYA VE UKRAYNA GERİLİMİNİN STRATEJİK ZEMİNİNDEN TÜRKİYE LEHİNE DOĞAN FIRSATLAR…
ABD yönetimine hakim olan küreselcilerin, Çin üzerinden oluşturmaya çalıştıkları “Yeni Dünya Düzeni” çerçevesinde , Rusya ve Türkiye’yi kendilerine en büyük engel olarak gördüklerini öncelikle belirtmek isterim.
ABD ; Türkiye’ye yönelik çevreleme girişimlerinin, Türkiye tarafından defalarca kez bozulması nedeniyle, uzun bir süreçte oluşturdukları stratejilerinin tamamen çökmesine neden olacak bir “Türk-Rus İttifakı”na yol açmamak için, Rusya’ya yönelik yoğun bir çevreleme harekatına girişmiş bulunmaktadır.
Özellikle Ukrayna üzerinden Rusya’nın damarına basılarak gerçekleştirilen bu tahrik neticesinde şekillenen gerilime bağlı olarak ;
• Rusya ve Avrupa ilişkileri bloke edilmek ,
• Rusya ile Avrupa’nın yakınlaşması engellenmek,
• Rusya Federasyonu’nun en önemli gelir kaynağı olan petrol ve doğalgaz satışına engel olunarak Rusya çökertilmek istenmektedir.
ANCAK İŞİN BİR DE TÜRKİYE’Yİ İLGİLENDİREN BOYUTU BULUNMAKTADIR…
ABD, Rusya’ya karşı tek başına hareket etmemekte, NATO ile birlikte yürümeyi tercih etmekte ve Ukrayna’yı da her zaman arkanızdayız söylemiyle kandırarak harcanabilir bir maşa olarak ileriye sürmektedir. Yine ABD, bu yaklaşımla da Türkiye- Rusya ilişkilerini bozmayı hedeflemektedir.
Türkiye’nin güvenliği için büyük önem arzeden Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin, Türkiye ve Rusya’nın güvenliği doğrultusunda değiştirilmesi, Türkiye’nin kendisini büyük bir savaşın içinde bulmasını engelleyecek kadar önemlidir. Aslında Karadeniz’de kıyısı bulunmayan ülkelerin, Karadeniz’de deniz kuvveti bulundurması da kesin olarak engellenmesi gereken bir duruma tekabül etmektedir ve Türkiye bu gerekliliği sağlayarak, ABD güdümündeki NATO’yu Karadeniz’den uzaklaştırmak durumundadır. Aksi takdirde Türkiye’nin NATO’ya yani Amerika Birleşik Devletleri’ne , Rusya’ya yönelik müdahale noktasında yanında değilim söylemini ortaya koyacak bir tercihle karşı karşıya kalması ihtimali doğmaktadır.
NATO’yu öne sürerek, Türkiye’yi de meseleye dahil etmek için kıvranan ve bu arada Rusya içindeki dinamikleri kullanarak Rusya’yı da Türkiye’ye karşı kışkırtan ABD, Rusya’yı Ukrayna üzerinden bir vekalet savaşıyla geri adım atmaya zorlamaktadır. Aslında bunu bir korkutma olarak okuyabilmek de mümkündür. Bu noktada Rusya’nın bir geri adım atması, Rusya içindeki tüm dinamiklerin çözülmesi sonucunu doğuracak, Suriye – Libya ve Sudan’daki Rus etkisi tamamen kırılacak, Rusya’nın boğazlar üzerinden gelişen ticareti de ABD’nin ve dolayısıyla küreselcilerin kontrolü altına girecektir.
Tabii bu noktadan sonra sırayı Türkiye’nin alacağını söylememe gerek yoktur diye düşünüyorum.
Ancak Rusya , ABD’nin tuzağına düşmeden süreci iyi yönetebilir, Ukrayna ile doğrudan doğruya bir çatışma zemine girmekten kaçınabilir ve hatta bu noktada Türkiye’nin devreye girmesiyle bir anlaşma zemininin tarafı olmayı sağlayacak esnekliği gösterebilirse , süreçten kazançlı çıkmayı da başarabilecektir. Bu arada Ukrayna’nın da ABD tarafından yapılan kışkırtmalara kapılmaması, kendi toprağı olan Donetsk ve Lugansk’taki ayrılıkçı hareketi zaman içinde ortadan kaldırma yolunu seçmesi ya da en ekstrem durumda kendi toprağında gerçekleştireceği operasyonlarda ABD provokasyonunu engellemesi gereği bulunmaktadır. Aslında bu hususta Rusya’nın amacının, Donetsk ve Lugansk’daki özerlik istemini kullanarak, Kırım’ın ilhakını kabul ettirmek olduğu da apaçık ortadadır.
Bu arada fırsattan istifade diye başlanan sözlerin bir örneğinin ülkemiz açısından şekillenmekte olduğunu da görmek gerekmektedir.
TÜRKİYE ; ABD’nin kendisine büyük ihtiyaç duyduğu bu siyasi – stratejik zemin dahilinde, Suriye’ye yönelik olarak bir operasyona girişmesi, Libya-ırak ve Mavi vatan sathında etkinliğini arttırması durumunda AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ gıkını bile çıkaramayacak ; RUSYA ise gerilimi farklı bir yöne kaydırması nedeniyle Türkiye’ye müteşekkir olacak, Türkiye’ye yakınlaşmak için daha da tavizkar bir tutum içine girecek ve en önemlisi Türk Konseyi çalışmaları noktasında Türkiye’nin karşısına dikilebilme iradesini büyük ölçüde kaybedecektir. Bu arada AVRUPA, Türkiye’nin gücünü bir kez daha iliklerine kadar hissedecek, ABD’nin yetersizliğini görecek, Türk- Rus yakınlaşmasının oluşturacağı riski anlayarak Türkiye ile yakınlaşma politikalarını yani kendisini peşkeş çekme politikalarını sonuna kadar sahaya sürecek ve bölgesel politikalarda mecburen Türkiye’nin dümen suyuna girecektir.
Ve tüm dünya sathında oluşturduğu itibar ve etkinlikle kazanan her daim Türkiye olacaktır.
Bu arada Ukrayna Devlet Başkanı’nın Volodimir Zelenski’nin Türkiye’ye yapacağı ziyaretin de 104 Eski Amiralin ABD işbirlikçiliği kokan ve tuvalet kağıdı kadar bile değer ifade etmeyen bildiri’sinin de Türkiye- Rusya ilişkilerine gölge düşürmek amacıyla ABD’nin yönlendirmesiyle tertiplendiğini, bizim oyunu bozucu nitelikte karşı adım atmamamız durumunda ya Rusya ya da ABD tarafından Türkiye aleyhine adımlar atılacağını da neticeten belirtmek isterim.
Tüm hainler, işbirlikçiler, İslam ve Türk düşmanları ne yaparlarsa yapsınlar, Allah C.C. hazretleri, kaderin hükmünü elinde tuttuğunu, yeryüzündeki ordusunun asil neferlerine ve evrene nizam vermede yetkili kıldığı vekillerine bu vesile ile bir kez daha gösterecektir…
04.04.2021 // 16.45
Sedat ÇETİNKAYA
.ZİLLET İTTİFAKI’NIN SİYASİ AÇMAZLARI VE BU İTTİFAKI ÇÖKÜŞE GÖTÜRECEK PASİF STRATEJİNİN ANALİZİ…
Bilindiği üzere CUMHURİYET HALK PARTİSİ ; İyi Parti’nin ve HDP’nin gölgeli katılımıyla bir ittifak oluşturarak, bu ittifaktan kaynaklanan güçle, Cumhur İttifakı’na karşı başarılı olma stratejisine yaslanmış bulunmaktadır. Elbette bu noktada ; Saadet Partisi’nden, FETÖ yandaşlarından , yeni dönemin FETÖ’sünü oluşturacak oluşumlardan, ismi var kendi yok partilerden ve marjinal sol oluşumlardan alınan destekleri de unutmamak gerekmektedir.
Bulunduğumuz an itibariyle Cumhuriyet Halk Partisi, ana partner olarak HDP ile İyi Parti arasında bir tercih yapma noktasına ulaşmış görünmektedir. Cumhuriyet Halk Partisi’nin, HDP’yi ana partner olarak belirlemesi durumunda, hep aynı partiye oy vermeye kendisini kanalize etmiş CHP SEÇMENİNİN BİR BÖLÜMÜNÜ , İyi Parti’ye kaptırması muhtemel görünmektedir. Çünkü İYİ PARTİNİN SİYASİ KONUMU ; Milliyetçi sol ile 1990’lı yılların merkez sağ tabanının bir bölümünü elde etmeye çalışan bir yaklaşıma sahip bulunmaktadır. Dolayısıyla Cumhuriyet Halk Partisi’nin HDP politikasından rahatsız olan CHP seçmeninin, DSP ve Vatan Partisi’ni de etkili bir alternatif olarak görememeleri ve sair oluşumların da etkili bir siyasi güç ortaya koyamamaları nedeniyle gidecekleri adres, uzun süredir faaliyette bulunan ve örgütlenmesini tamamlamış olan İyi Parti olacak gibi durmaktadır. BU DURUM İSE CHP YÖNETİMİNİN İŞİNE GELMEMEKTEDİR.
CHP’nin, İyi Parti ile ittifak oluşturması durumunda ise HDP seçmenin bir bölümünün bu birliktelikten rahatsız olacağını ve ittifaka destek vermeyeceğini söyleyebilmek mümkündür. Sadece görüntüye baktığımızda son dönemlerde bu hususta HDP ile İyi Parti arasında bir karşıtlığın oluştuğu da tespit edilebilmektedir. Burada SORULMASI GEREKEN SORULAR ;
• Meral AKŞENER , Türk Milleti’nin gözünü boyamak için oynuyor mu ?
• Yoksa yeni bir siyasi güç merkezi oluşturarak kendisini ve partisini hem zillet ittifakı hem de Cumhur İttifakı açısından değerli kılmaya mı çalışıyor ? sorusu olmalıdır.
Belirtmek isterim ki Meral Akşener bu noktada zor bir durumla karşı karşıyadır. Aslında sahip olduğu bağlantılar, bu noktada hem CHP ile hem de HDP ile rahatlıkla çalışmasına imkan vermekte ve hatta kendisini bu yönde faaliyette bulunmaya da zorlamaktadır. Ancak İyi Parti içerisinden Meral AKŞENER’e yönelik olarak yükselen muhalif yaklaşımlar ve Cumhur İttifakından yükselen eleştiriler, onun kesin bir tavır almasını da engellemektedir. İyi Parti, HDP’nin siyasi zeminine dayanan bir oluşumun içinde bulunduğu bir ittifaka dahil olacak olursa, siyasi varlığını ve oy potansiyelini büyük ölçüde kaybedeceğinin de farkındadır. MERAL AKŞENER’İN EN BÜYÜK KORKUSU, BÜYÜK DEVLET ADAMI SAYIN BAHÇELİ KARŞISINDA YENİK DÜŞTÜĞÜNÜ GÖRMEKTİR Kİ BU DURUM SİYASİ MUVAZENESİNİ DE BOZMAKTADIR...
HDP’nin kapatılması durumu ise boşta kalan HDP oylarının, CHP nezdinde temsiline olanak sağladığı için CHP’nin işine gelecek ve bu durumdan yararlanma arzusu, Kemal Kılıçdaroğlu’nu ve yandaşlarını İyi Partiye karşı kibirli politikalar noktasında kamçılayacaktır.
Bu arada CHP ile İyi Parti’nin bir ittifak oluşturacak şekilde yakınlaşması projesinin dayanağının, İÇ SİYASET DİNAMİKLERİ OLMADIĞINI da göz önüne aldığımızda, İyi Parti ile CHP’nin 2023 Başkanlık Seçimleri öncesinde mutlaka bir yakınlaşma içine gireceğini ve bu hususta küresel güç merkezleri tarafından zorlanarak teşvik edileceklerini de görmek gerekmektedir…
Bu durum karşısında SORULMASI GEREKEN SORU ; zillet partilerinin günümüzdeki karşıtlıkların nedeninin ne olduğu ve şuan alınan siyasi pozisyonların, seçim öncesi dönemde nasıl bir handikap oluşturmaya muktedir olacağıdır.
Bu bağlamda bir değerlendirme yaptığımızda, başbakan olmaya çok meraklı olan Meral AKŞENER’in, gizliden gizliye zillet ittifakının adayı olma arzusunu taşıdığını söyleyebilmek mümkün hale gelmektedir. Zaten kendisinin MHP’den koparken, eline tutuşturulan argüman da Başbakan olacağı söyleminden başka bir şey değildir. Dandik parlamenter sistem düşüncesinin peşinde hararetle koşmasının en önemli nedeni de bu arzusunu yaşatma hayaline olan bağlılığından başka bir şey değildir. İşte bu gerçeklik karşısında E. İmamoğlu’nun ; kendini ön plana çıkaracak bir yaklaşımla ve kendisinin çok kıvrak biri olduğunu, hem HDP seçmeninden hem de İyi Parti seçmeninden oy devşirebilecek kapasitenin kendisinde bulunduğunu ortaya koyan bir stratejiyi sahnelemeye başlaması, Meral Akşener’i kızdırmış görünmektedir. Yani CHP ile İyi Parti arasında da bir yol ayrımı oluşmuştur. Ancak bu yol ayrımının ne kadar derinleştirileceği de çok önemlidir.
Tüm bu siyasi altyapıdan hareketle, Meral Akşener’i parti içinden zorlayacak yaklaşımlara önem verilmesi, İyi Parti ile CHP ve HDP arasındaki karşıtlıkların büyütülmesi cihetinde bir strateji üzerinden politika geliştirilmesi gereği bulunmaktadır.
Diğer taraftan HDP’nin ve CHP’nin politik zemininin, Zillet İttifakı çatısı altında birleşmeyecek siyasi oluşumlarla parçalanması politikasını sahaya sürmenin de çok değerli sonuçlar üreteceğini görmek gerekmektedir. Bir nevi kısasa kısas uygulamak gerekmektedir ki kısasta hayat vardır…
Küresel güçler ve yerli işbirlikçileri gizliden gizliye çalışıyor olsalar da faaliyetleri ne gözümüzden ne de takibimizden kaçmamaktadır.
Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine düşmanlık politikası güdenler ve onların işbirlikçisi konumundaki sapkınlar, aradıkları belayı mutlaka bulacaklar, Büyük Türk Milleti’nin ve kutlu devletimizin hesap soran yüzüyle de tanışacaklardır…
03.04.2021 // 17.09
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE’NİN, BİRLEŞİK TÜRK DEVLETLERİ’NİN VE TÜRK-İSLAM DÜNYASININ GELECEĞİNİ GÖRMEK…
Geleceğe ilişkin bir perspektif oluşturabilmek için öncelikle bulunulan noktanın ve sahip olunan değerlerin iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti açısından bir tespitte bulunduğumuzda ÜLKEMİZİN ; misafirleriyle birlikte 90 milyonluk bir nüfusa, verimli ve işlenen topraklara, eşsiz bir coğrafi konuma, ticaret ve enerji yolları hakimiyetine, uluslararası taşımacılık ve lojistik imkanlarına, yetişmiş insan gücüne, iyi – çok yönlü ve atılım yapmaya müsait bir üretim altyapısına, büyük bir ekonomiye, güçlü – eğitimli ve iyi teçhiz edilmiş bir orduya, yükselen bir ivmeyle gelişmekte olan silah sanayine, geniş ve etkili siyasi ilişkilere, dünyanın en gelişmiş turizm altyapılarından birisine, güçlü yönetimlerin var olmasını sağlayan Başkanlık Sistemi’ne, etkili bir güvenlik altyapısına, dünyaya yayılan istihbarat ağına, çok yönlü uluslararası bağlantılara, Müslüman halklara liderlik etme kapasitesine , Türk Dünyası ile birliği sağlama noktasında önem kazanan girişimlere ve önemlisi de inanç ve ideal yüklü insanlara sahip olduğunu söyleyebilmek mümkündür.
Bu arada Türkiye’mizin, düşmanları tarafından kullanılabilecek tarzda YUMUŞAK KARNI OLMAYAN küresel bir güce dönüşmesi noktasında aşması gereken bazı sorunlarının bulunduğunu söyleyebilmek de mümkündür. Ödemeler dengesinde cari açık veren bir ülkeden cari fazla veren bir ülkeye geçiş yapmamız, yatırımlarımızı arttırmak için uluslararası alandan gerek sıcak para ve gerekse doğrudan yatırım çekme olanaklarımızı arttıracak girişimlerde bulunmamız, gıda güvenliğine özel bir önem vermemiz, enerji bağımlılığımızın bakiye bölümünü ortadan kaldırmamız, yeni ve büyük pazarlara açılmamız, yeni teknolojilere yatırım yaparak dünya konjonktüründe ön plana çıkmamız, askeri alanda var olan eksikliklerimizi hızla giderdiğimiz gibi dostlarımızı gerek askeri ve gerekse ekonomik açıdan destekleyebilecek bir konuma yükselmemiz, ülkemize yönelen iç ve dış tehditleri dengeli bir şekilde bertaraf edecek dirayeti ortaya koyabilmemiz ve ülkemiz içindeki işbirlikçi zihniyetin yönetime talip olma iradesini kıracak bir siyasi başarıyı tesis etmemiz gerekmektedir.
İşte Türkiye Cumhuriyeti Devleti, var olan konumu üzerine birkaç yıl içinde eksiklerini kapatacak bir atılımı gerçekleştirdiğinde, dünyaya ve küresel hakimiyet mefkuresine bambaşka bir pencereden bakabilme imkanını da elde edecektir….
GÖRÜNEN GERÇEKLİK, önümüzdeki 3 yıl içinde stratejik dengeyi ve yeterliliği sağlamadığımız bir alanının kalmayacağı bir perspektif sunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 3 yıl içinde dünya sathında bir güneş gibi parlayacak ve medeniyetler dünyasının ufkunda herkes tarafından görülebilecek şekilde yükselmiş olacaktır. İşte bu noktadan sonra sıra, güneşin zeval noktasına doğru yükselmesini sağlamaya gelecektir ki bunun için büyük çabalar sarfetmemiz de gerekmeyecek, oluşturmuş olduğumuz altyapı bizi zirveye doğru büyük bir güçle taşıyacaktır.
Küresel salgının olumsuz etkilerine rağmen, 2021 yılının ilk üç ayında 50 milyar Dolar ihracatı yakalayan ülkemiz, 12 aylık süreçte 200 milyar Dolarlık ihracat hedefini dahi aşacak bir yeterliliğe sahip olduğunu ortaya koymuş bulunmaktadır. Bu durum ise, üretim hacmimizin ve ihracatımızın artmasına bağlı olarak ve ithalatın azalma eğilimine paralel olarak, cari dengemizi sağlayacak şekilde ilerlediğimizi müjdelemektedir. Ülkemizin dövize olan ihtiyacı kullanılarak ve tamamen spekülasyonlara bağlı olarak şekillendirilen döviz kurlarının günümüzdeki seviyesinin bir BALON olduğunu ve özellikle Dolara bağlı olarak şekillenen bu kur seviyelerinin, önümüzdeki süreçte mutlak surette düşüş eğilimini ortaya koyma mecburiyeti içerdiğini herkesin bilmesi gerekmektedir. Para kazanacağız diyerek hiçbir altyapısı, gerçekliği ve sahibi bulunmayan sanal paralara yatırım yapanların durumu da tıpkı Dolara yatırım yapanlar gibidir hatta daha da vahimdir. Balon patladığında, balonun büyüklüğüne aldananlar , ÇARESİZ PİŞMANLIKLAR yaşayacaklardır. Tezgahtarları tarafından hazırlanan piyasalarda, rekor üstüne rekor kıran Bitcoin gibi sanal paralar, eninde sonunda alıcılarının elinde patlayacaktır. Dünyanın, gaflet ve dalalet içindeki aymaz yatırımcılarının parasını ele geçirerek, SATIN ALACAKLARI ALTIN İÇİN FON HAZIRLAMA PEŞİNDE OLAN küresel güçlerin, yeni dünya düzeni çerçevesinde oluşturacakları altın talebi nedeniyle yükselecek altın fiyatlarına herkesin hazırlanması gerektiği gibi Merkez Bankası’nın altın yatırımlarını bozarak Döviz stoğunu geliştirmeye yönelmek bir tarafa altın rezervlerini arttırması da gerekmektedir. Ayrıca üretimini hedeflediğimiz yıllık 100 tonluk altın üretimine kısa sürede ulaşmak için çabalarımızı arttırmamız da elzemdir.
Unutulmamalıdır ki finansal atyapısı güçlü olmayan siyasi talepler, ertelenmek ve bir başka bahara terk edilmek zorundadır. Ayrıca atı alan Üsküdar’ı geçince, atı da atlıyı da geriye döndürmek hiç kolay değildir.
İşte bu çerçevede Türkiye Cumhuriyeti Devleti güçlenerek, kardeşleri için her zeminde yol açarken, bağımsız Türk Cumhuriyetleri de kendilerini ileriye taşıyacak faaliyetleri arttırmak, milli bilinci yükseltmek, ortak dil kullanımını geliştirmek ve alfabe birliği sürecini hızlandırmak mecburiyetindedir…
Avrupa- Rusya- Amerika- İngiltere- Çin ve Türkiye ekseninde şekillenmeye başlanan yeni dünya, altyapısı büyük ölçüde şekillenen ve bu yılın Kasım ayında İstanbul’da düzenlenecek zirve ile Türk Konseyi’nden Türk Birleşik Devletleri konseptine geçişi öngören 2040 vizyonunun ilan edilmesiyle temelinden sarsılacak, KÜRESEL GÜÇ DENGESİNDEKİ ETKİNLİK ; büyük Türkistan coğrafyası , akraba topluluklar ittifakı ve kadim dostlarımızın katılımıyla birlikte dünyanın merkezinde, cihan hakimiyeti mefkuresine sahip olan ve çok uzun zamandan bu tarafa hayalini kurduğumuz kutlu devletin eline geçecektir.
Bu süreçte tüm Türk devletlerinin kendine olan güveni artacak, bağımsızlık aşkı bütün Turan coğrafyasını kuşatacaktır. Bölgede oluşturacağımız baskı ve sahip olduğumuz güçten doğan sinerji ise, düşmanlarımıza ve rakiplerimize diz çöktürebilmek için çok büyük fırsatlar sunacaktır.
Tüm dünyanın elitleri, Turan coğrafyasına akın edecek, İslam dini tüm değerleriyle yükselecek ve kıyamet öncesi dönemde büyük bir Türk- İslam medeniyeti YESEVİ’nin dergahından YENİDEN doğacak VE ALPEREN RUHUYLA ALEMİ KUŞATACAKTIR…
Oluşan bu gücün etkisi ise diğer küresel güçlerin yanında , Ortadoğu- Balkanlar - Hindistan ve Afrika üzerinde her adımda hissedilecek bir hal alacaktır.
Bu büyük gelişimden rahatsız olarak bu gelişmeyi engellemek isteyenlerin savaşa değin uzanan çabaları da Yüce Allah’ın lütfu ve büyük bir komutanın hatasız stratejisi karşısında sonuçsuz kalacak ve karşımıza dikilenleri perişan kılacaktır.
BİRLEŞİK BÜYÜK TÜRK DEVLETLERİ BİRLİĞİ, DÜNYANIN HÜKÜMRAN GÜCÜ HALİNE GELECEK, GÖK BAYRAK CİHANI SÜSLEYECEKTİR…
02.04.2021 // 19.45
SEDAT ÇETİNKAYA
.ULUSLARARASI SİYASETİN YÜKSEK BAHÇESİNDEN ; FİKİR FUKARALARINA, SAMANLA BESLENENLER TAKIMINA VE VATAN HAİNLERİNE ALLERJİ YAPAN BİR DEMET...
Rusya Federasyonu ; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, Türk Birliği’ni oluşturmak üzere çalıştığından ve yakın gelecekte bu hususta ciddi adımlar atılacağından emin olmuştur. Ancak bu durumu engellemek için yeterli kabiliyete sahip olmadığının ve atacağı adımların, kendisini dağılma sürecine sokacak gelişmeleri tetikleme riskini barındırdığının da farkındadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, Rusya’yı içine çektiği çok yönlü bağımlı kılma politikası ve stratejik işbirliği yaklaşımı, kısa vadeli taktik politikalar bir tarafa bırakılırsa, Rusya’nın Türkiye aleyhine bir politik çizgiye kaymasını büyük ölçüde engellediği gibi Rusya’yı, Türkiye lehine taviz vermeye de açık hale getirmektedir.
ABD ve Çin yönetimine hakim olan küreselcilerin, dünyayı yönetme stratejisi bağlamında ABD ve Çin arasında gerçekleşmesini temin ettikleri görüşmelerin gizli ajandasından, Türkiye’yi ikna etme zarureti ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Rusya ; Türkiye ile ABD’nin, yeni bir işbirliği zemini çerçevesinde gizlice anlaşmış olmasından korkmakta ve bu hususta Türkiye’den tatmin edici bir açıklama duyma ihtiyacı içinde bulunduğundan, Türkiye’yi kendisiyle ilişki kurmaya zorlayıcı agresif yaklaşımlar sergilemeye yönelmektedir.
ABD ile Çin arasında Alaska’da gerçekleştirilen görüşmelerden sonra Çin Devlet Konseyi Üyesi ve Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin Türkiye’ye gelmesi ve Sayın Erdoğan’la görüşmesi, Alaska’da yapılan görüşmelerin ana ekseninin, Türkiye ve etrafında şekillenen güç merkezinin yeni küresel düzendeki konumu üzerine olduğunu açık bir biçimde göstermektedir.
Çin Dış İşleri Bakanı’nın Türkiye ziyareti çerçevesinde ülkemiz tarafından karşılıklı çıkarlar dahilinde işbirliğine açık olunduğu ifade edilmiş olsa da Uygur Türkleri’nin durumunun, Türkiye ile Çin arasındaki ilişkileri ve işbirliğini bloke edebilecek bir sorun olduğu ve bu sorunu giderecek adımlar atılması gerektiği önemle vurgulanmıştır.
İyi adam- kötü adam oyununda, kötü adamı oynayan ABD Başkanı Joe Biden’ın, Sayın Erdoğan’la ilişki kurması ise engellenmektedir. Çünkü Sayın Erdoğan’ın yaşatacağı korku ve panik halinden dolayı, ABD başkanının aklının başından gidip kitleneceğinden , olmadık tavizler vereceğinden , ABD karşıtı politikalar açısından Sayın Erdoğan’ın ekstra güven kazanacağından ve bu durumun dünya üzerinde ABD aleyhine büyük kırılmalara yol açacağından korkulmaktadır !!! Elbette atasözümüzde belirtildiği üzere ; “korkunun ecele faydası yoktur.” ABD’nin tüm korktukları başına gelecektir. Çünkü Türkiye, bu gerçekliği başarmaya yeminli insanlar tarafından yönlendirilmekte ve yönetilmektedir…
Doğu ile ABD üzerinden tanımlanan batı arasındaki göstermelik kutuplaşmada Türkiye, keskin hatlar oluşturmayarak ancak iki tarafı da tedirginlik içine sokacak bir taktikle kendi programını yürütürken, batının saldırgan politikalarının Rusya üzerine odaklanmasının önünü açmakta ve daha doğrusu ABD merkezli saldırganlığı bu konuda alternatifsiz bırakmaktadır. Bu süreçten doğan sonuçları da konumunu güçlendirmek ve yeni ilişkiler tesis etmek için kullanmaktadır.
Türkiye , küresel güç merkezlerine karşı oynadığı bu oyunu uzattıkça ve siyasi strateji açısından idare edilmesi gerçekten çok zor olan bu süreçte ayakta kalmayı başardıkça, eli güçlenecek ancak Türkiye’ye yönelik saldırılar da artacaktır. Bilmemiz gereken, bu saldırıların içi boş ve yönlendirme maksatlı saldırılar olduğu ve ancak yüksek bir bilinç , kararlı bir duruş ve birlik ruhuyla bu saldırıların göğüslenebileceğidir.
Bugünden sonra Türkiye’ye yönelik olarak içimizden ve dışımızdan gerçekleşecek tüm saldırıların, provokasyonların, beşinci kol faaliyetlerinin, tehditlerin, baskıların ve yaptırımların arkasında, küresel güçlerin Türkiye’yi kendi istedikleri gibi hareket etmeye mecbur bırakma stratejisinin bulunduğu herkes tarafından bilinmelidir.
Türkiye, Avrupa Birliği’ni ikiye bölmüş ; İngiltere ise birçok politika açısından Türkiye’nin yanında konumlanmak suretiyle varlığını devam ettirebileceğinin farkına varmış ancak Türkiye’yi paylaşmak istemeyen bir yaklaşımla Rusya’ya karşı da cephe almıştır.
ABD işgali altında bulunan ve küreselci sermayenin kontrolündeki Almanya, Rusya ile ilişkilerini ve geleceğini bloke eden ABD baskısından, Türkiye ile ilişkileri vasıtasıyla bir kaçış penceresi açabileceğini idrak etmiş ancak ülkesindeki işbirlikçi yaklaşımın yoğun etkisi ve parlamenter sistemin kifayetsizliğiyle, siyasi strateji belirleme zorluğu ve yetersizliği içine düşmüştür.
Avrupa Birliği ülkelerinin önemli bir bölümü, Türkiye olmaksızın küresel siyaset arenasında hiçbir etkiye sahip olamayacaklarını görseler de geçmiş yüzyıldan getirdikleri bakış açısından kaynaklanan handikaplar, ırkçılık, dini taassup ve Türkiye’nin gücünü kabullenememeleri, politikalarını hatalı bir yaklaşımla şekillendirmelerine neden olmaktadır. Gerçeklikten ve akılcılıktan uzak bu siyasi tavırlarının bedelini ise, önümüzdeki yıllar içinde düşecekleri acziyet ile ödeyeceklerdir.
Türkiye ile yakın ilişki kurmadan, dünya üzerinde hiçbir etki üretemeyeceğinin farkına varan İsrail, Azerbaycan- Türkiye kardeşliğine yapay sos olarak dahil olarak, İran’ı sunağa yatırma koşuluyla Türkiye ile işbirliği zemini aradığını dillendirir olmuştur. Ancak Büyük İsrail hayaline, Türkiye ile arasında peydahlamak istediği Pkk//Pyd//Ypg/Sdg devletçiği projesine ve Filistin’lilerin haklarını ortadan kaldırmaya yönelik olarak devam eden politikalara desteği, İsrail Devleti ile Türkiye arasındaki ilişkilerin normalleşmesine olanak tanımayacaktır. Ve herkes tarafından görüleceği üzere bir zaman sonra İsrail halkının, siyonizmden ve paganların etkisi altında şekillenen politikalarından kaçan mensupları da Türkiye’ye sığınacaktır. Türkiye’nin oluşturduğu bu güvenlik çemberi, Turan coğrafyası altında yaşayan ve Hazar Türkleri’nin bakiyesi olarak günümüze ulaşmış Musevi- Türk’lerin etkisiyle de İsrail Devleti aleyhine genişleyecektir...
Avrupa Birliği, Türkiye’yi doğuya itip bu işin sonuçlarından endişe duyarken ; Rusya, Türkiye ile Avrupa ve ABD arasına set çekmeye çalışıp Türkiye ile yakın ilişkiler tesis etmek isterken ; İngiltere, Türkiye ile yakınlaşmak isteyip Rusya’yı bu yakınlaşmaya dahil etmek istemezken ; İsrail, Türkiye ile yakınlaşıp Türkiye’nin hassasiyetlerini görmezden gelmeye devam etmek isterken ; ABD ise Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşmasını istemeyip kendisine emir olması isterken, hepsi çok yakında BÜYÜK BİR TÜRKİYE İLE KARŞILAŞACAKLAR VE EN SONUNDA DA TÜRKİYE’NİN KURACAĞI DÜZENE TABİ OLACAKLARDIR…
TÜM DÜNYA ; MÜSLÜMAN- TÜRK MİLLETİ’NİN MAĞLUP EDİLEBİLMESİ MÜMKÜN OLMAYAN, MUTLAK KUDRET SAHİBİ YÜCE ALLAH’IN YERYÜZÜNDEKİ KILICI- HALİFESİ VE ORDUSU OLDUĞUNU BİR KEZ DAHA ÖĞRENECEKTİR…
MÜSLÜMAN - TÜRK MİLLETİ VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ YÖNETİMİ, ÖNÜNE ÇIKAN TÜM ENGELLERİ AŞMAYI BAŞARACAK, KARŞISINA DİKİLME GAFLETİNDE BULUNANLARI İSE ZİLLET ÇUKURUNDA BOĞACAKTIR...
26.03.2021 //18.23
SEDAT ÇETİNKAYA
.VATANA İHANETİN ESKİ AMA YENİ VERSİYONU…
BİZ ASLA TESLİM OLMAYACAK, DAYATMALARA BOYUN EĞMEYECEK , BU KİRLİ TEZGAHI PARÇALAYACAK VE ÇEKTİĞİMİZ SIKINTILARIN BEDELİNİ DE MUTLAKA ÖDETECEĞİZ...
Türkiye Cumhuriyeti Devleti , küresel bir salgının en etkin olduğu dönemde, tüm gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomiler küçülürken, Çin ile birlikte büyümeyi sağlamış nadir ülkelerden birisi konumunda bulunmaktadır.
Yine Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 2021 yılında Dünya’da en fazla büyüme gösteren ülkelerden biri olmayı hedeflerken ; ihracatını arttırmayı, ithalatını azaltmayı, cari dengesini sağlamayı, istihdamı arttırmayı, enflasyonu ve faiz oranlarını düşürmeyi hedefleyen bir ülke konumunda da bulunmaktadır.
ANCAK KÜRESEL GÜÇ MERKEZLERİ VE İÇİMİZDEKİ VATAN HAİNİ KONUMUNDAKİ İŞBİRLİKÇİ ODAKLAR, BU AMACIN GERÇEKLEŞMESİNİ ENGELLEMEK İÇİN ELLERİNDEKİ TÜM ARGÜMANLARI KULLANMAYA ISRARLA DEVAM ETMEKTEDİRLER.
Hükümetimiz, hedefleri doğrultusunda büyük bir özveriyle ve kararlılıkla çalışırken, her fırsatta sanal döviz talepleri oluşturarak ve Türk Lirası’ndan ani çıkışlar gerçekleştirerek, hükümet politikalarını ve ülkemizin gelecek projeksiyonunu akamete uğratmak isteyenlerin sinsice tertiplenmiş çeşitli planlarıyla karşılaştığımız bir dönemden geçmekteyiz.
Hükümetimizin, döviz kurlarını ihracatçılarımızın talep ettiği rekabetçi kur seviyesini bloke etmeyecek şekilde aşağıya çekmek ve özel bankaların hesaplarında bulunan 260 milyar Doları aşan döviz stoğunun bozulması suretiyle ters Dolarizasyon sürecini başlatmak için gerçekleştirdiği tüm ekonomik girişimler ; içten ve dıştan, kesin ve kararlı bir şekilde sabote edilmek istenilmektedir.
Bu ülke halkına ve ekonomisine hizmet için var olması gereken bankalar ve finans kurumları tarafından, kendi kazancından başka bir şey düşünmeyen bireylerin adeta bir hücum furyası halinde satın aldıkları döviz kullanılarak, bu ülkenin yönetimine ayar verilmeye çalışılmaktadır. İÇİMİZDEKİ İŞBİRLİKÇİLERİN VE KÜRESEL GÜÇ MERKEZLERİNİN TÜM DERTLERİ ;
• HÜKÜMETİN FAİZLERİ YÜKSELTMESİNİ SAĞLAYARAK, TÜRK MİLLETİNİ VE DEVLETİNİ ÖNCE YÜKSEK FAİZLE SOYALIM,
• FAİZ YÜKÜ NEDENİYLE DEVLETİN BORCUNUN YÜKSELMESİNİ SAĞLAYARAK, BÜTÇE DENGELERİNİ VE YATIRIM PLANLARINI BOZALIM,
• DEVLETİ IMF’DEN BORÇ ALMAYA MECBUR BIRAKIP, TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİN PARA KULLANMA YETKİSİNİ ELİNDEN ALIP, TÜM STRATEJİK PROJELERİ VE KÜRESEL GÜÇLERİN PLANLARINI SABOTE EDEN TÜRK ASKERİ OPERASYON İNSİYATİFİNİ BLOKE EDELİM,
• VE YÜKSEK FAİZ ALTINDA YATIRIM YAPILAMAYAN VE ÇARKLARI DÖNMEYEN BİR EKONOMİK ORTAM OLUŞTURARAK, BU ORTAM ÜZERİNDEN ŞEKİLLENEN OLUMSUZLUKLARIN ETKİSİYLE HÜKÜMETİ DEĞİŞTİREBİLELİM STRATEJİSİNİ HAYATA GEÇİREBİLMEKTEN MÜTEŞEKKİLDİR.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, yabancı güç merkezlerinin ve onların kripto yerli işbirlikçilerinin yönetiminde olduğunda, tüm çevrelerden olumlu açıklamalar peş peşe gelmekte ancak elindeki tek argüman, faiz artışı sağlamakmış gibi hareket eden Merkez Bankası ise uyguladığı politikayla, çaktırmadan ancak görenlerin gözünde : “acı var mı acı diyerek” hükümetin altını oymaktadır. Bu politikanın nereye gittiğini anlamamak için saf olmak, gereğini yapmamak için de zillete teslim olmak gerekmektedir. Hükümetin bu duruma karşı pozisyon geliştirmesi durumu ise küresel güç merkezleri ve onların yerli işbirlikçileri tarafından, bir MEYDAN OKUMA biçiminde telakki edilmekte ve önceden hazırladıkları plan hemen sahneye sürülmektedir. Her zaman olduğu gibi at izi it izine karışmış durumdadır. Ayırmak için yola sürüp, ipini gevşetip biraz koşturmak gereklidir.
ANCAK BU İHANET PLANLARI TUTMAYACAKTIR. HERKESİN BİRKAÇ AY İÇİNDE GÖREBİLECEĞİ ÜZERE BÜYÜK VE ÖNLENEMEZ BİR GELİŞİM SÜRECİ BAŞLAYACAK VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN GÖLGESİNDE BÜYÜK TÜRK MİLLETİ, KENDİSİNE KURULAN BU TEZGAHI , TÜM DÜNYANIN GÖZÜ ÖNÜNDE PARÇALAYACAKTIR…
Bu cihette verilen mücadele, ülkemizin ; tam bağımsız ve egemenliği vatan sathının her noktasına sirayet etmiş, cihan hakimiyeti mefkuresi hedefinde ilerleyen büyük bir güç merkezi olarak ortaya çıkması için hayati öneme ve değere sahiptir.
Bu mücadeleye karşı kayıtsız şartsız destek olmayanlar, haklı veya haksız eleştiriler getirip, kaypaklığa bahane devşirenler, ağızlarından salya boşaltanlar gerçekte hiçbir zaman bizim yanımızda olmayanlar, bu vatanın evladı onuruna talip bulunmayanlardır.
Onlar bu kutlu mücadeleden doğan şeref üzerinde de hak sahibi olamayacaklardır. Onlar menfaatleri için davasını satanlar, çıkarlarını şereflerine değişenler, vatana ihanet edenler ve münafıklar olarak kaydedilecek olanlardır… Onların şuan kendilerini nasıl tanımladığının bir önemi de olmadığı gibi maddi ve manevi bir değerleri de bulunmamaktadır.
Müslüman- Türk milleti olarak içimizdeki ve dışımızdaki hainlere karşı vermekte olduğumuz çok yönlü mücadele ; tarihin akışını değiştirecek ve yeni bir çağı başlatacaktır ve buna engel de olunamayacaktır.
Hüküm ve hikmet sahibi olan Allah , göklerin ve yerin gaybını bilmekte ve bütün yaptıklarımızı da hakkıyla görmektedir…
23.03.2021 // 18.12
SEDAT ÇETİNKAYA
.ABD BAŞKANI JOE BİDEN’IN, VİLADEMİR PUTİN’E YÖNELİK KATİL SÖYLEMİNİN ARDINDA YATAN STRATEJİ…
Amerika Birleşik Devletleri başkanı Joe Biden, hiçbir diplomatik teamüle uymayacak şekilde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in bir katil olduğunu düşündüğünü belirttikten sonra yine Vladimir Putin’e atfen, ABD seçimlerine müdahalede bulunma girişiminin bedelini ödeyecek şeklinde bir beyanda da bulunmuştur.
Öncelikle belirtmek isterim ki bir devlet başkanının, başka bir devlet başkanına katil şeklinde beyanda bulunması, askeri//siyasi konjonktür bağlamında ortamın gerilmek istendiğini, kontrollü de olsa çatışma talep edildiğini, seçimlere müdahale söyleminin ise gerilimin gerekçesi olarak şekillendirilmeye çalışıldığını ortaya koymaktadır.
Küresel strateji açısından değerlendirme yaptığımızda, Amerika Birleşik Devletleri’nin gündeminde Rusya ve Türkiye'nin yer aldığı hususunun tartışma götürmez bir gerçeklik olduğunu öncelikle ifade etmek isterim.
Çin, ABD yönetimine hakim olan güçlerin yeni gözdesi olduğundan, ABD yönetiminin Çin’i en önemli düşman olarak lanse eden yaklaşımının, dünyanın gözünü boyamak için uydurulmuş bir safsatadan ibaret olduğu, herkes tarafından görülmesi gereken bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. Bu gerçekliği göz ardı ederek yapılan analizlerin hepsinin çöp hükmünü haiz olduğunun da artık farkına varılmalıdır.
Bu bağlamda Amerika Birleşik Devletleri, Rusya ve Türkiye düşmanlığı ile bir taşla birkaç kuş vurmak istemekte, yüksek kapasiteli stratejik sonuçlar alarak, küreselci dünyanın önünü açmak istemektedir.
Amerika Birleşik Devletleri, ortada ciddi bir neden olmamasına rağmen Rusya’yı yeniden düşman olarak tanımlayarak ve Rusya ile ilişkileri gererek, Avrupa ile Rusya’nın yakınlaşmasını ve işbirliğini engellemeye çalışmakta ve ortaya yapay bir korku yaymaktadır. Bunun için de Rusya’yı tahrik edecek her türlü faaliyeti icra ettiği gibi Avrupa üzerinde de ciddi baskılar oluşturmakta, temelsiz yaptırımlarına Avrupa’yı zorla ortak etmeye çalışmaktadır.
Bu arada Türkiye’nin güçlenmesi ve Türkistan coğrafyasında yeni bir güç merkezi oluşturma çabaları da ABD’li stratejistlerin ve CIA analistlerinin dikkatinden kaçmamaktadır. Ancak bu hususta büyük bölümünün yeterli donanıma ve kültürel hinterlanda sahip olmadıklarının görüldüğünü de ifade etmek isterim. Bu noktada ABD’yi endişelendiren durum, gittikçe güçlenen Türkiye ile yine Türkiye’nin stratejik etki alanına girmeye başlayan Rusya’nın gerçekleştireceği bir güç birliğinin, dünya üzerinde büyük değişimlere yol açma ihtimalini barındırmasıdır.
Türkiye’nin etrafında şekillenen güç merkezi ile Rusya’nın oluşturacağı bir işbirliğinin, küreselcilerin Çin üzerinden geliştirdiği bir kuşak- bir yol projesini etkisiz hale getireceği daha doğrusu Türkiye ile Rusya’nın kontrolü altına sokacağı açıktır. Hatta bu noktada Türkistan- Kafkasya - Doğu Akdeniz – Pakistan- Balkanlar - Afrika ve Ortadoğu üzerindeki etkinliği nedeniyle, Türkiye’nin çok daha önemli bir pozisyonda olduğunu söyleyebilmek de mümkün bulunmaktadır.
Diğer taraftan, İngiltere’nin Türkiye ile yakınlaşmasından oluşan stratejik güç merkezinin, Türkiye’nin Rusya ile yakın ilişkiler içinde olmasından doğan güçle, Türkiye üzerinden birleşmesi durumunda, ABD’nin ; Avrupa üzerindeki hakimiyetini kaybetmesi, Avrupa Birliği’nin parçalanması ve hatta NATO’nun dağılma sürecine girmesi, ABD açısından uzak bir ihtimalden çok, yakın bir tehlike olarak varlık kazanacak gibi durmaktadır.
Yine bu stratejik ilişkilerden doğacak etki, Doğu Akdeniz, Irak- Suriye – Ortadoğu ve Afrika’daki güç dengelerini de doğrudan etkileyecek ve küreselcilerin hem ticaret yolları hakimiyetini hem de Büyük İsrail Devleti başta olmak üzere bölgesel projelerini ortadan kaldıracaktır.
İşte Türkiye ile Rusya’yı çok yönlü olarak karşılaştırdığında, zayıf halka olarak Rusya’yı tespit eden Amerika Birleşik Devletleri, Rusya’nın üzerine oynamaya başlamış görünmektedir. Ukrayna meselesi, Gürcistan ve Ermenistan sorunları ve Rusya’nın Japonya ile ihtilaflı olduğu Kuril Adaları sorunu ABD’nin kaşıyacağı noktalar olarak ön plana çıkmaktadır. Bu arada ABD’nin ; Karadeniz’de oluşturacağı askeri etkinlik, Ermenistan’ı kullanmak- Kazakistan ve Özbekistan ile Rusya arasında ihtilaf çıkarmak , Suriye ve Libya üzerinden provokasyonlar yapmak ve Kafkasları karıştırmak suretiyle Türkiye – Rusya ilişkilerini baltalamak isteyeceği de ayan beyan ortada durmaktadır.
Elbette Amerika Birleşik Devletleri Türkiye açısından da rahat durmayacağını oluşturmakta olduğu Türkiye’yi çevrelemeye çalışma stratejisiyle de adeta ilan etmekte ancak Türkiye’nin etrafını boşaltmadan, Türkiye içindeki dengeleri lehine çevirmeden Türkiye’ye karşı harekete geçme gücünü kendisinde görememektedir.Çünkü Türkiye’ye karşı alınacak erken bir mağlubiyet, oluşturulan 50 yıllık uygulama planlarının, en başından yok olması anlamını taşıyacağından, bu risk alınmak istenmemekte, zayıf halka olan Rusya’nın koparılarak denklem dışına çıkarılması sonucunu doğuracak girişimlere hız verilmektedir. Böylece tek başına kalacak olan Türkiye’nin, küreselci paganlara ve onların emrindeki siyonistlere biata zorlanması ya da mağlubiyeti yaşayacağı bir savaşla diz çöktürülerek, küresel hakimiyetin önündeki tüm engellerin bertaraf edilmesi düşüncesi, gizli bir ajanda dahilinde benimsenmektedir.
Bu süreçte Türkiye’nin kazanacağı zaman ve uygulayacağı strateji çok önemli olduğu gibi Rusya’nın kışkırtmalara itibar etmeden göstereceği tavır da büyük önem taşımaktadır. Rusya ; Japonya ile çatışmayı değil, Çin’e ve ABD karşıtlığına karşı ittifakı seçmeli, Ukrayna ile sorunlarını barışçıl biçimde gidermeli, ABD’nin gazına gelerek Avrupa’yı tehdit edici yaklaşımlardan uzaklaşmalı ve Türkiye ile karşıtlık oluşturabilecek girişimlerden geri durmalı, Türkiye’nin Büyük Türk Birliği hedefine köstek olma düşüncesinden sıyrılarak, bu birliğe destek vermenin kendi geleceği için de büyük bir kazanım olduğu düşüncesine ulaşabilmelidir.
Bu arada Sayın Erdoğan’ın, durum üzerine yapmış olduğu değerlendirmede, Joe Biden’ı açıkça karşısına alarak, Rusya Devlet Başkanı’nın vermiş olduğu cevabı takdir eden ve Putin’i değerli kılan söylemi, Kamala Harris’i başkan zanneden bir şahıs tarafından yönetilen ABD’nin gizli yöneticilerini paniğe ve sinir krizine sokacaktır…
Sonuç olarak şunu söyleyebilirim ki ABD ve arkasındaki güçler ne plan yaparsa yapsın tüm planları, Müslüman- Türk Milleti’nin iman ve vatan sevgisi ateşinde dövülmüş çelik iradesine çarparak parçalanacaktır.
Kartal’ı kafeslemek isteyenler, pençesinin tadına bakmaya hazır olmalıdır…
19.03.2021 //18.27
SEDAT ÇETİNKAYA
.MISIR- SUUDİ ARABİSTAN VE BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ İLE TÜRKİYE İLİŞKİLERİNİN GELİŞİM YÖNÜ IŞIĞINDA AÇILAN BİR GELECEK PENCERESİ…
Türkiye’nin Ortadoğu siyasetini etkileyen faktörleri değerlendirirken, bu değerlendirmeye Birleşik Arap Emirlikleri’nden (BAE) başlamanın, sahadaki stratejiyi anlamak için büyük önem taşıdığını öncelikle belirtmek isterim.
Bu bağlamda Birleşik Arap Emirlikleri yönetiminin siyasi stratejisini incelediğimizde, hem kendi halkının geleceğiyle ilgili kaygılarının hem de İslam dünyasıyla ilgili bir hassasiyetinin olmadığını söyleyebilmek mümkündür. Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail’in Truva atı ya da koşulsuz hizmetkarı şeklinde tanımlanabilecek bir siyasi perspektifte hareket eden bir devlet konumunda bulunmaktadır.
Birleşik Arap Emirlikleri’nin ;
• İsrail ile yapmış olduğu ihanet anlaşmaları,
• Suriye ve Irak coğrafyasında, İsrail lehine gerçekleştirdiği fitne faaliyetleri,
• Katar üzerinde kurulan baskıdaki lokomotif konumu ve bu baskının kurulmasındaki siyasi hedefi ,
• Etiyopya’da inşa edilen ve Mısır’ın savaş sebebi olarak gördüğü Rönesans Barajı’na yönelik olarak gerçekleştirdiği finansal destek,
• Suudi Arabistan’ı zor durumda bırakacak şekilde Yemen’deki ayrılıkçıları destekleme, Aden Limanı’nı ve Sokotro adasını kontrol altında tutma politikası,
• İsrail politikalarıyla paralel şekilde geliştirdiği Lübnan, Ürdün ve Afrika politikası,
• Yine İsrail politikalarıyla eşgüdüm içinde Libya’da terörist Hafter’le ittifak içinde yürüttüğü Türkiye aleyhtarı siyaset,
• Muhammed Bin Dahlan üzerinden Filistin’in, İsrail tarafından ilhakını sağlamaya yönelik olarak uygulamaya sokmak istediği teslimiyet stratejisi,
• Doğu Akdeniz’de Yunanistan’la birlikte Türkiye aleyhine gerçekleştirmekte olduğu düşmanlık politikası,
• Türkiye ile Mısır arasında çatışma çıkarma yönünde yapmış olduğu girişimler vb. dikkate alındığında, BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ YÖNETİMİNİN, TAMAMEN İSRAİL’E TABİ OLDUĞUNU VE ÖN AÇMA POLİTİKASI UYGULADIĞINI ve TÜRKİYE İLE GERÇEK BİR DOSTLUK İLİŞKİSİ KURABİLMESİNİN MÜMKÜN OLMADIĞINI AÇIK BİR ŞEKİLDE GÖREBİLMEK OLANAKLI HALE GELMEKTEDİR.
Bu durumda MISIR açısından bir değerlendirme yaptığımızda ;
• Sisi yönetimini iktidara taşıyan darbenin kodlarının, CIA’nın ve Mossad’ın elinde bulunduğunu,
• Sisi yönetiminin İsrail’in çıkarlarına aykırılık olarak tanımlanabilecek stratejilere angaje olma bağımsızlığından ve yeterliliğinden uzak olduğunu,
• Dış ekonomik desteğe muhtaç konumdaki Mısır’daki yönetimin, Birleşik Arap Emirlikleri’ne güven duymamakla birlikte tabi olduklarının eline bakmak dışında bir yaklaşımının da olmadığını,
• BAE- ABD- İsrail – İran- Katar ve Türkiye tarafından değişik açılardan sıkıştırılan Suudi Arabistan’ın da mezhebi farklılıklar ve politik açmazlar nedeniyle Mısır’a destek olmaya meyilli olmadığını,
• Mısır’ın, Akdeniz’de kendi münhasır ekonomik bölgesinden çıkaracağı doğalgazı, LNG olarak satma düşüncesini, İsrail ve ABD’ye rağmen gerçekleştirebilme olanağına sahip olmadığını,
• Sisi yönetiminin, alternatif oluşturmak amacıyla ilişkilerini iyi tutmaya çalıştığı Rusya’ya yanaşmayı planlaması ve bu noktadan bir kaçış öngörmesi durumunda ise ipliğinin pazara çıkarılacağını bildiğini ,
• Yine Sisi yönetiminin, İsrail istemedikçe Etiyopya’ya yönelik olarak da hiçbir olumsuz faaliyette bulunamayacağını,
• Mısır yönetiminin Türkiye’ye yönelik olarak ortaya koymuş olduğu olumlu yaklaşımların temelinde dahi Türkiye- İsrail ilişkilerinin önünü açma stratejisinin bulunduğunu,
• Türkiye’ye karşı Libya’da kaybeden şeytani ittifakın, tüm cephelerde gerilediği gibi Mısır cephesinde de güç kaybettiğini,
• Mısır’ın başında firavun Abdulfettah El- Sisi bulunurken, Mısır’la SAMİMİ VE DERİNLİKLİ BİR İLİŞKİ KURULABİLMESİNİN GERÇEKÇİ OLMADIĞINI, bu dönemde Türkiye –Mısır ilişkilerinin KISA VADELİ ÇIKARLAR , YAKIN GELECEKTE YENİDEN ORTAYA ÇIKMASI MUHTEMEL FİTNE İTTİFAKINA KARŞI ZAMAN KAZANMA VE MISIR YÖNETİMİNİ DEĞİŞTİRME STRATEJİSİNE HİZMET üzerine bina edilmesi gereğinin bulunduğu da önemle belirtmek isterim. Ayrıca belirtmiş olduğum bu yaklaşımın karşısında konumlanan düşüncelerin, ya temelsiz hülyalardan ya da işbirlikçi yaklaşımlardan mütevellit olarak geliştiğini de ifade etmek isterim.
Suudi Arabistan’a yönelik bir değerlendirme yaptığımızda ise ;
• ABD’nin, Suudi Arabistan’ı tamamen kendi kontrolüne alarak, İsrail’in bölgesel çıkarlarını teminen parçalamak istediğini,
• ABD’nin, Suudi Arabistan’ı mutlak kontrolü altına almak için gizli müttefiki İran’ı , Suudi Arabistan rejimi üzerine sürdüğünü,
• Aslında karşıt gibi gözükmeye çalışsa da BAE yönetimiyle ABD’nin, Suudi Arabistan’a karşı müttefik ruhuyla çalıştığını,
• ABD yönetiminin, Suudi Arabistan’a satmış olduğu silahların Yemen’de kullanımına engel getirirken ve Cemal Kaşıkçı cinayeti üzerinden Suudi Arabistan’ı tehdit ederken ; Yemen’de, BAE eliyle ayrılıkçıları desteklemekte ve Husiler üzerinden yapılan saldırılarla da Suudi yönetimini sıkıştırmakta olduğunu,
• Suudi Arabistan yönetiminin, Yemen konusunda Türkiye’den açık bir şekilde yardım isteme arzusunda olsa da ABD’ye ve İsrail’e karşı açık bir karşıtlık içerecek bu kırılmayı ortaya koyma cesaretinin olup olmadığının tartışmalı olduğunu,
• Suudi Arabistan’ın Yemen konusunda Türkiye’den üstü kapalı bir yardım talep etmesi durumunda elde edilecek olumlu sonuçların ; Suudi Arabistan yönetimi açısından Türkiye ile müttefiklik ilişkisine girme hususunda bir eksen değişikliğinin söz konusu olmaması durumunda, Suudi yönetiminin uzun vadeli çıkarlarına aykırılık teşkil ettiğini,
• Suudi rejiminin, Türkiye ile müttefiklik ilişkisi içine girecek şekilde bir değişime uğramasında, İngiltere- Türkiye ilişkilerinin önemli olduğunu,
• Suudi Arabistan’ın Türkiye ile yakınlaşması durumunda, İsrail- BAE- Bahreyn ve İran’ın, Suudi Arabistan’a karşı düşmanlık politikası içine gireceğini,
• Suudi rejiminin açık bir eksen değişikliğine yönelmesi durumunda, ABD nezdindeki paralarının, ABD menşeli silahlarla ağzına kadar dolu olan ordusunun ve günümüze değin oluşturduğu düzenin üzerine bir bardak su içmesi gerektiğini söyleyebilmek mümkündür.
İşte bütün bu siyasi zeminden ve gerçeklikten hareketle gelecekte şekillenecek ve Türkiye açısından önem kazanacak hususlara ilişkin sonuç değerlendirmesi yaptığımızda ise ;
• Mısır rejiminin seçimle değişmesi düşük bir olasılık olduğundan, ancak bir iç çatışma neticesinde değişerek Türkiye ile müttefik olabilecek Mısır’ın ortaya çıkabileceğini,
• Mısır’da rejimin değişmesi durumunda, Nil nehri ile İsrail arasındaki bölgeye ve bu bağlamda Süveyş kanalına ABD ve müttefikleri tarafından müdahalede bulunulması olasılığının çok yüksek olduğunu,
• BAE rejiminin, eninde sonunda İsrail – ABD ve yandaşlarıyla birlikte Suudi Arabistan’a saldırarak sonunu hazırlayacağını,
• Suudi Arabistan’ın ise ancak ve ancak, Türkiye ve Katar etrafında şekillenen güç merkeziyle gerçekleştireceği bir ittifakla ayakta kalabileceğini,
• Türkiye’nin, Doğu Akdeniz- Suriye ve Irak ekseninde elde edeceği başarıların, Ortadoğu’daki Müslümanların içine düşecekleri büyük cendereden çıkmaları için tek kurtuluş yolu olarak varlık kazanacağını ve bu süreçte yaşanılacak korkunun da mücadelenin de büyük olacağını ifade edebilmek mümkündür.
CİHAN HAKİMİYETİ SANCAĞINI KALDIRARAK BÜYÜK BİR KARARLILIKLA İLERLEYEN, İLERLERKEN DE BİR ÇIĞ GİBİ BÜYÜYEN TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ VE MÜSLÜMAN- TÜRK MİLLETİ KARŞISINDA, ŞEYTANIN ÜRETTİĞİ HAYAL ALEMİNDE YAŞAYAN PAGANLARIN, SİYONİSTLERİN VE BİLUMUM YANDAŞLARININ BEŞBİN YILLIK MEFKURELERİNİN TÜM DÜNYANIN GÖZÜ ÖNÜNDE YOK OLACAĞI VE BU SONDAN KURTULAMAYACAKLARI BİR SÜREÇ BAŞLAMIŞTIR…
ALLAH İÇİN MÜCADELE ETTİKÇE ; CİHAN, MÜSLÜMAN- TÜRK’ÜN AYAKLARI ALTINA SERİLECEK, TÜM IZTIRAPLARIMIZ DİNECEK, DUYDUĞUMUZ HUZURDAN MÜTEVELLİT RUHUMUZA YÜKLENEN POZİTİF YÜK, VARLIĞIMIZI YÜKSEK CENNETLERE ULAŞTIRACAK VE İKİ CİHAN GÜNEŞİ HZ. MUHAMMED SALLALLAHÜ ALEYHİ VESELLEM EFENDİMİZİN SANCAĞI ALTINDA ŞEREFLE GÖLGELENMEMİZİ SAĞLAYACAKTIR.
15.03.2021 //18.30
SEDAT ÇETİNKAYA
.ORTA DÜNYA’DAN YÜKSELEN TÜRK GÜNEŞİ, DÜNYAYI ŞEKİLLENDİRECEK ; GÖK BAYRAK, DÜNYA HAKİMİYETİ İÇİN DALGALANACAKTIR…
İlahi kudretin yönlendirmesinde, büyük ve kutlu bir geleceğe doğru, yükselen bir ivme ile ilerleyen TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ, Kafkaslardan Moğolistan’a kadar tüm Türkistan coğrafyasında büyük bir hareketlenmenin ateşini yakmış bulunmaktadır. Türkistan coğrafyasında bulunan tüm devletlerde yakılan ve HARLANMAYA BAŞLANAN BU ATEŞ ; askeri yönden gelişmeyi ve ekonomik olarak büyümeyi içerdiği gibi siyaseten bağımsız olmayı ve en önemlisi “Büyük Türk Birliği Bayrağı” altında toplanmayı da içermektedir.
İlahi kudretin şekillenmesindeki mükemmelliği görmeyi ve tarihi sürecin akışını okumayı başarabilenler, bu büyük birliğin şekillenmesindeki sürecin, bozucu etkileri dışladığını ve boşa çıkardığını da görebileceklerdir.
Kadim tarihin günümüze taşıdığı bilince sahip olmadıkları için, kendilerinde oluşan aşırı güvenin vermiş olduğu kibirle, Sümer metinlerinin bozuk çevirisinden ve bozulmuş Tevrat metinlerinden hareketle, insanlığı yönlendirmeye ve dünyayı şekillendirmeye kalkanlar, Türkiye’nin oluşturmuş olduğu siyasi strateji karşısında afallayıp kalmışlardır. Beyinleri dumura uğratılmış insanlığa karşı Tanrılık iddiasında bulunacak fitne merkezinin temsilcisi olan güçler, Müslüman- Türk Milleti’nin inancı , kudreti ve genetik kabiliyetleri karşısında NİHAİ OLARAK diz çökeceklerdir.
Bu bağlamda İRAN ve RUSYA’nın, Türkiye’nin etkisi altında şekillenen güç merkeziyle stratejik açıdan bir karşıtlık içinde olacağını söyleyebilmek mümkündür. Türkiye ile Rusya arasında var olan ilişkileri, bu perspektif çerçevesinde ve kabaca değerlendirdiğimizde ;
• Rusya’nın Türkiye’ye olan çok yönlü ihtiyacı,
• Rusya’nın, Türkiye’nin yönlendirmesinde şekillenen siyasi ve stratejik gelişmeleri engelleyebilme gücünden yoksun oluşu,
• İkili ilişkilere, çatışma yerine kazan- kazan düşüncesinin hakim oluşu,
• Çin’in, Rusya açısından da büyük bir tehlike arzediyor olması,
• ABD ve Avrupa’nın dengelenmesinde Türkiye’nin ve oluşturmakta olduğu güç merkezinin Rusya’nın da çıkarına oluşu,
• Türkiye’nin batı dünyası- Ortadoğu ve Afrika ile olan bağlarının, Rusya Federasyonu’na da önemli kapılar açıyor olması,
• Ve Türkiye ile karşıtlık politikasına sarılmanın, Rusya Federasyonu açısından dağılma ve kaybetme riskini barındırması nedeniyle Türkiye,’nin, Rusya’yı kontrol altına alabilecek STRATEJİK HAMLE ALTYAPISINA sahip olduğunu ve ilahi kudretin iradesi doğrultunda bu hamlelerin re’sen sahaya sürüldüğünü söyleyebilmek mümkündür.
Türkiye’nin, İran ile ÇİN ve HİNDİSTAN arasındaki kara bağlantısını bloke etmek için ön plana çıkan ülke ise AFGANİSTAN olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’nin gücünü ve tarihi misyonunu ortaya koyarak ve Pakistan’la birlikte hareket ederek, Afganistan’ı huzura kavuşturduğunda ve Afganistan’da, Türkiye’nin gölgesinde bir yer kapmak isteyen AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİNİ AFGANİSTAN’DAN KOVMAYI BAŞARDIĞINDA ; Edirne’den Moğolistan’a , Kazakistan’dan Hint Okyanusu’na kadar olan bölgede YENİ VE BÜYÜK BİR MERKEZ VE GÜÇ BİRLİĞİ oluşacaktır. Bu güç birliği sayesinde, KEŞMİR sorununu çözmek için büyük bir etki oluşacağı gibi İran- Pakistan ve Afganistan arasındaki BELUCİSTAN meselesinin çözülmesi de kolaylaşacaktır. Bu arada Çin, bu yeni güç merkezinin oluşturacağı blokajın bedelini de ödemek durumunda kalacaktır. Bu bedeli Doğu Türkistan konusu başta olmak üzere nasıl ödeteceğimiz ise dönemin koşullarına kalacaktır. Kısaca söylemek gerekirse ;
• Çin Seddi önünde yeniden buluşacak,
• Küreselcilerin hizmetkarı Çin’e haracımızı kesecek,
• Doğu Türkistan’ı bağımsız kılmayı başaracak,
• Gök sancağı Doğu Türkistan’da göndere çekeceğiz…
Türkiye’nin ; Rusya’yı sınırlaması, Çin’i oluşturduğu güç merkezi ve yönlendirmesinde hareket eden Rusya ile birlikte bloke etmesiyle elde edeceği gücün İran üzerindeki etkisi, İRAN’IN BÖLGESEL POLİTİKA DENKLEMİNİN DIŞINA ÇIKARILMASI İMKANINI BAHŞEDECEKTİR. Türkiye- Azerbaycan- Türkmenistan- Afganistan ve Pakistan ile kuşatılan ve üreteceği negatif politikalar açısından da Rusya’dan herhangi bir destek bulamayacak olan İran, bölgede pasifize olacak ve Türkiye ile karşı karşıya gelme riskini alamayacaktır. Bu durumda İRAN, ya Türkiye merkezli ittifakla çatışarak KÜÇÜLECEK , ya istediğimiz şekilde bir Türk devletine DÖNÜŞECEK ya da parçalanarak BÖLÜŞÜLECEKTİR…
Türkiye’nin İran üzerindeki baskısını gözle görülür şekilde yükseltmesi ; İran’ın, Irak- Suriye- Yemen- Lübnan ve Filistin politikalarında geri çekilmesine de neden olabilecektir. Bu sonucun ortaya çıkabilmesi için İran’ın bağımsız politika üreten bir devlet olması ve akılcı bir yönetimin idaresinde olması şarttır. Bu durum söz konusu olmadığına göre İran’ın arkasındaki güçlerin, İran’ı feda etmeye hazır olup olmadıklarını ya da nasıl bir kazanım için bunu uygun göreceklerini sorgulama gereği bulunmaktadır. Ancak belirtmek isterim ki TÜRKİYE, hızlı bir şekilde istediği hedefe ulaşırsa ; kendisine yönelik olarak kullanılma olasılığı yüksek olan İRAN KARTINI , KÜRESEL GÜÇ MERKEZLERİNİN ELİNDEN ALABİLECEK, İRAN’IN ETKİ ALTINA ALDIĞI BÖLGELERDEKİ SİYASİ- ASKERİ KONJONKTÜRÜ DE DEĞİŞTİREBİLECEKTİR.
BÖYLECE TÜRKİYE ; karşısına çıkmaktan korktuğu için maşa kullanan güçlerle doğrudan doğruya karşılaşma imkanı bulacak, Papa ve yandaşları avucunu yalayacak, devletçik peşinde olanlar boyunun ölçüsünü alacak, ak koyun ile kara koyunun belli olacağı meydan kurulacak, ARYALARLA TURANLILAR ÇARPIŞACAK, BÜYÜK İSRAİL BOŞ BİR HAYAL OLARAK DAMGALANACAK, MÜSLÜMAN- TÜRK'ÜN KUDRETİ , TEKBİRLERLE CİHANI KUŞATACAKTIR…
13.03.2021 // 19.11
SEDAT ÇETİNKAYA
.SLAM DÜNYASININ SIRTINA SAPLANMIŞ BİR HANÇER OLAN İRAN’IN, TÜRKİYE’NİN KÜRESEL DEVLET STRATEJİSİNE YÖNELİK FAALİYETLERİ ÜZERİNDEN, PAPA’NIN IRAK ZİYARETİNİN İŞARET ETTİĞİ GİZEMİN İZAHI…
TARİHTEKİ HAŞHAŞİ- SABBAHİ VE HAÇLI İTTİFAKI , SİYONİSTLERİN VE PAGANLARIN HİZMETİNDE YENİDEN İŞ BAŞINDADIR…
Şeytan ile ittifak halindeki ezoterik bir yapılanma ile dünya yönetimini büyük ölçüde ele geçirmiş olan paganların gizli teşkilatına ilişkin açıklamaları gündeme getirdiğimiz her zeminde, dünya üzerindeki gerçekleri anlamaktan uzak beyinler tarafından ortaya konan komplo teorisi suçlamaları, özellikle son 5 yılda ortaya çıkan küresel gerçekler karşısında çökmüş bulunmaktadır.
Tüm dünya bilmelidir ki dünya yönetimini, uluslararası teşkilatları, ekonomik kaynakları, finans ve medya gücünü büyük ölçüde ele geçiren güçler, Katolik Hristiyanlığın temsilcisi konumundaki Vatikan’ı ve Papa’lık kurumunu da ele geçirmiş bulunmaktadır. Katolik Hristiyanlık düşüncesine tepki olarak gelişen Protestanlık içinde yer almasına rağmen, siyonist politikaların etkisinde şekillenen ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki hristiyanların tutucu kanadını teşkil eden Evanjelistler ; Yahudilerin Allah’ın seçilmiş halkı olduğunu, vaadedilmiş toprakların Yahudilerin malı olduğunu, Hz.İsa’nın ( Mesih ) dünyaya gelişi ile birlikte Yahudilerin dünya egemenliğine ulaşacaklarını ve kendilerine düşen en büyük görevin, bu hedefe ulaşılması için mücadele etmek olduğu inancını taşımaktadırlar.
İşte herkes ama herkes bilmeli ve emin olmalıdır ki Amerika Birleşik Devletleri’nin Ortadoğu merkezli olmak üzere ve özellikle de Irak ve Suriye özelinde yürüttüğü politikaların temelinde ; paganların- siyonistlerin ve evanjelistlerin inançları üzerinden şekillenen ortak politikaları bulunmaktadır. Katolik Hristiyanları temsilen Papa’nın, Irak’a yönelik olarak yapmış olduğu ziyaretin bu zeminden kopuk bir girişim olduğunu söyleyebilmek ise mümkün değildir. Zaten Papa’nın BARIŞ VE İYİLİK söylemi altında gölgelediği bu ziyaret esnasında yapmış olduğu görüşmelerin de bu gerçekliği ifşa ettiği görülmektedir.
Suriye’de almış olduğu tutumla Suriye’nin, Irak’da sahaya sürmüş olduğu Şia politikasından hareketle de Irak’ın bölünmesine zemin hazırlayan ve bu zemini gölgelemek için de Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail karşıtlığından ve de Suudi Arabistan rejimi muhalifliğinden beslenir görünürken aslında İsrail’e hizmet eden İran, ülkemizin geleceği açısından bir handikap olarak ortaya çıkmakta ve bence Türkiye’ye karşı ön alıcı bir faktör olarak sahaya sürüleceği dönem için de konumlandırılmaktadır.
İşte Ortadoğu’ya ilişkin plan yapan küresel güç merkezlerinin stratejileri, Türkiye’nin tahmin edilemez yükselişi, yeni bir güç merkezi olarak ortaya çıkması ve ortaya koymuş olduğu askeri-siyasi strateji karşısında büyük bir belirsizliğe ve hatta kaosa sürüklenmiş bulunmaktadır. Türkiye’nin karşısında konumlanan güç merkezlerinin yaşadığı paniğin ve dengesiz adımların temelinde de bu kaosun oluşturduğu gerilimin bulunduğu açıktır.
Projeksiyonu genişletecek olursak İran rejimi, Türkiye’nin ; Türk dünyası , Afganistan ve Pakistan ile oluşturmaya çalıştığı ittifaktan son derece rahatsızdır. İran’ı çevreleyen devletlerin güç kazanması ve bir ittifak halinde ortaya çıkması, İran’ın hem küresel politikalarına hem de Ortadoğu politikalarına tamamen karşıt bir içeriğe sahip bulunmaktadır. Bu bağlamda İran rejimi, göstermelik bir yaklaşımla Türkiye öncülüğünde şekillenen yeni güç merkezi içinde kendine bir yer ararmış izlenimi vermek istese de aslında küreselciler ile birlikte hareket etme stratejisi içinde bulunmaktadır. Bu nedenle İran, büyük bir düşmanlık politikasının arkasına geçmeyi başaramasa da gerek Suriye’de ve gerekse Irak’da Türkiye’nin çıkarlarını baltalamaya çalışmaktadır.
Bir iktidar değişikliği söz konusu olmadığı müddetçe, Türkiye’nin Irak ve Suriye politikasında geri adım atması mümkün olmayacağına göre Türkiye’nin ABD ve İsrail ile ilişkilerinin düşmanlık zemininden çıkabilmesi de mümkün görünmemektedir. Türkiye’nin ; İsrail ve ABD yönlendirmesiyle aleyhine kurulan Doğu Akdeniz ittifakını çökertmek ve Mavi Vatan-Balkanlar ve Libya stratejisi çerçevesinde uyguladığı politikalarla Yunanistan’ı baskı altına almak şeklinde tezahür eden yaklaşımı ise ; ABD’nin ve İsrail’in, Suriye ve Irak’da sahnelemek istediği oyunu onlar açısından çok riskli bir hale sokmaktadır. Zira Türkiye’nin, başka bir alandan sıkıştırılmadan, Irak ve Suriye politikasından taviz vermesini sağlamak, stratejik açıdan mümkün değildir. Bu noktada Türkiye’nin Irak Kürt Bölgesel Yönetimi üzerindeki baskısı, Pkk’ya yönelik olarak ortaya koyduğu etkin yok etme politikası, Türkiye- İngiltere işbirliğinin Irak üzerindeki ABD politikasını zayıflatıcı etkisi ve Türkiye- Rusya ilişkilerinin, ABD-İsrail politikalarını bozucu içeriği de dikkate alındığında, ABD ve İsrail acısından yeni bir bakış açısı geliştirme mecburiyeti doğmaktadır.
Bu mecburiyetten hareketle ilk olarak geliştirdikleri Ermenistan- Azerbaycan çatışması üzerinden, Türkiye- Rusya karşıtlığı//çatışması çıkarmak ve bu gerilimden hareketle Suriye üzerinde hem Rusya’yı hem de Türkiye’yi etkisiz kılma politikası ellerinde patladığı ve Türkiye’nin bölgeyi ( Suriye- Irak ) yeni bir operasyon alanı haline getirme planının oluşturduğu korku, beyinleri dumura uğrattığı için ; yeni bir haçlı ittifakı için Katolik Hristiyanların dikkatini ve desteğini bölgeye çekebilmek, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ni Türkiye karşıtlığına ikna edebilmek ve Pkk’nın bölgedeki Hristiyanların koruyucusu olduğu izlenimi için altyapı oluşturarak bölgede oluşturulmaya çalışılacak bir paravan devlet için varlık zemini oluşturabilmek için Papa’nın siyaseti bir faktör olarak devreye sokulduğunu söyleyebilmek mümkündür. Bu noktada Irak üzerinde İran’a düşen yükümlülüğün ise ; Pkk’nın Haşdi Şabi bünyesinde koruma altına alınmasını sağlamak, Türkiye’nin operasyonlarına karşı güç merkezi oluşturmak, Irak yönetimi ile Türkiye arasındaki bir yakınlaşmayı engellemek, Türkiye’nin Orta Irak bölgesinde etkinlik kurmasının önüne geçmek ve Irak Kürt Bölgesel Yönetimini baskı altında tutmak şeklinde tanımlanabilmesi mümkündür.
Bu noktada Rusya’nın Türkiye’nin Turan politikası üzerinden korkutulmaya ve kışkırtılmaya çalışılacağını, Pakistan yönetiminin siyaseten baskı altına alınacağını ve Rusya’nın, Avrupa – Ukrayna ve Karadeniz üzerinden kontrollü tehdit altına alınarak NATO üyesi Türkiye ile yakınlaşmaktan uzaklaştırılmaya çalışılacağını da şimdiden görmek gerekmektedir.
Günümüzün Fatımi – Haçlı İttifakı’na karşı- Türkiye’nin Büyük Turan ittifakı karşılaşacak, Büyük Selçuklu Devleti’mizin bakiyesi İran, Müslüman-Türk kimliği altında yeniden şekillenerek, İslam dünyasının sırtındaki hançer çıkarılacak ve Cennet Krallığı hayalinde olanlar, Müslüman Türk Milleti’nin kahredici gücü karşısında zillet çukurunu boylayacaktır…
TARİH, DOĞU'NUN VE BATI'NIN SAHİPLERİNİN YENİDEN YÜKSELİŞİNE VE HÜKÜMRANLIĞI'NA ŞAHİTLİK ETMEYE HAZIRLANMAKTADIR...
08.03.2021 //16.33
SEDAT ÇETİNKAYA
.COVİD 19 AŞISINDAN ÖNCE, İSLAM DİNİ VE TÜRK TARİH BİLİNCİYLE AŞILANMA MECBURİYETİ…
Öncelikle belirtmek isterim ki ; ülkemizdeki insanların bir bölümünün, ZİLLET PARTİLERİNİ hangi nedenle desteklediğini anlamakta zorlandığımız bir dönemden geçmekteyiz.
İNSAN, beyin faaliyetleri ile ruh gerçeğinin bileşkesinden oluşmuş bir varlık olduğundan, insanın vermiş olduğu kararların da bu iki faktörün birlikte oluşturduğu bir sonuçtan ibaret olduğunu söylemek hatalı olmayacaktır.
İnsanların çok ama çok büyük bir bölümü, bilinçli bir yaklaşımdan ve sosyal ortamın yüklediği algılardan uzak şekilde tercihler ortaya koyabilmekten de uzak bulunmaktadır. İNSANLARIN ÇOĞU ; edindiği alışkanlıkların, içinde bulunduğu sosyal ortamın kendisine yüklediği algıların, popüler yönlendirmelerin, beğeni ve kabul görme duygusunun, edinilmiş ve öğretilmiş kalıpların ve uyum sağlama güdüsünün etkisi altında bulunmaktadır. Ayrıca bu verilere inanç boyutunun ortaya koyduğu nefis ve Şeytanı da eklemek gerekmektedir.
Bu bağlamda konuya girdiğimizde, insanların SİYASİ TERCİHLERİNİ BELİRLEYEN en önemli unsurun, beyin ve ruh birlikteliğinin en etkili olduğu alanı teşkil eden DİNİ İNANÇ olduğunu söyleyebilmek mümkün hale gelmektedir. Bu noktada sair ayrıntıları bir kenara koyacak olursak, “bizler gerçekten müslüman mıyız ? ” sorusu ortaya çıkmaktadır. Çünkü bilinçli bir şekilde MÜSLÜMAN OLAN BİRİSİNİN ; GEREKÇESİ NE OLURSA OLSUN bir siyonist politikaya destek verebilmesi, diğer müslümanları dışlayabilmesi hatta aşağılayabilmesi, inancına aykırı siyasi politikaları savunabilmesi, kendisini temsil etmekten fersah fersah uzak olan siyasi partileri ya da kişileri alkışlayabilmesi , müslümanların aleyhine faaliyet gösteren siyasi- askeri ve stratejik ittifakların arkasında durabilmesi, birlikten ayrılabilmesi, fitne politikalarına destek verebilmesi, müslümana ve insanlığa yapılan zulme ortak olabilmesi mümkün değildir… Öyleyse sadece SONUCA BAKARAK BİR DEĞERLENDİRME YAPACAK OLURSAK, bizlerin önemli bir bölümünün gerçek anlamda Müslüman olmadığını söyleyebilmek aklen mümkün hale gelmektedir.
Diğer taraftan konunun şekilsel boyutundan çıkıp doğrudan içine girecek olarsak ; dininin emirlerini bir kez bile okumamış, peygamberinin yaşamından habersiz, kelime-i şehadet nedir bilmeyen, kıblesinin neresi olduğunun farkında olmayan, namaz kılmaktan bihaber, her türlü şarkıyı -şiiri ezbere bildiği halde 3-5 sureyi usulüne uygun şekilde okuma yeterliliğine ulaşamamış, dört büyük meleğin ismini bile sayamayan, iman etmek bir tarafa imanın şartlarını bilmekten ve anlamaktan aciz ve her şey bir tarafa gusül abdesti almayı bile öğrenememiş bir kitlenin Müslüman olduğunu söyleyebilmek için BÜYÜK ZORLAMALARIN YAPILMASI GEREKTİĞİ gerçeği de ortada durmaktadır. İşte bu gerçek ortada dururken, bir bireyin dini bir hassasiyetle siyasi bir fikir geliştireceğini veya bu hassasiyet içinde siyasi mücadele eden kişi ve partileri, inancı doğrultusunda destekleyeceğini beklemek, olası mantıksal çıkarımların dışında bir yerde tanımlanabilir bir mahiyet arzetmektedir. Bu bağlamda bireylerin, laiklik sarmalıyla paketlenmeye çalışılmasının temelinde de bu gerçeklik doğrultusunda hareket etmelerinin engellenmesi düşüncesinin yattığını herkesin görmesi gereğinin bulunduğunu da ek olarak belirtmek isterim. KISACASI, KİMSEYİ TAHKİR ETMEYE GEREK OLMAKSIZIN KISTAS ORTADADIR VE GENELDİR… HERKES KENDİ YERİNİ VE DURUMUNU DEĞERLENDİRMELİ, DEĞERLENDİRMESİNİN GEREĞİNİ YAPMALI VE SONUÇLARINA DA KATLANMALIDIR. SONRA NE CENAZE NAMAZINDA NE DE AHİRETTE, BİZLERDEN ŞAHİTLİK BEKLEMEMELİ, NEDEN UYARMADINIZ DİYE DE YERİNMEMELİDİR…
Benzer bir durum siyasi bakış açısını etkilen diğer bir unsur olan MİLLİYET VE TARİH BİLİNCİ hususunda da geçerlidir. Bir birey ; kendi milletinin oluşum temellerini, tarih boyunca geçirdiği evreleri, mücadeleleri, stratejik düşmanlarını, dostlarını, milletinin ve devletinin günümüzdeki durumunu, ülkesine baskı yapan ya da ülkesini tehdit edenlerin kimler olduğunu , küresel güçlerin içimizdeki politikalarını, bunların yerli işbirlikçi temsilcilerini, ülkesi – devleti ve milleti üzerinde oynanan oyunları, bu oyunda kullanılan araçları BİLMİYORSA , o kişiden ; milli, bağımsız ve güçlü bir politikaya destek vermesini beklemek de hayal olacaktır. Bu kişi bir yerde ABD şakşakçılığına soyunabilecek , bir yerde Fransız hayranlığına kapılabilecek, ülkesini Sayın Erdoğan yerine J.Biden’ın ya da sempatik bulduğu Macron’un yönetmesine talipli olabilecektir. Hatta onlarla işbirliği içinde ülkesinin yönetimini devirmek için ittifaklar kurabilecektir. Ya da 100 yıl öncesinde ülkesini işgale yeltenen, hamile kadınların rahimlerini keserek çocuklarını çıkaracak kadar alçalmış milletlerin yöneticileriyle, üç- beş yıl sonra kol kola olacak şekilde aşağılık bir tavır sergilemeyi başarabilecektir.
Ya da ülkesindeki binlerce vatan evladının ölümünden sorumlu bir örgütün siyasi ayağıyla ittifak halinde ülkesi aleyhine gerçekleştirilen tüm saldırılara destek olabilecek, her evden bir oy dilenebilecek, teröristleri vatanlarını savunan kişiler, devletini ise seri katil olarak tanımlayabilecektir. Bu ülkenin üniversitelerinde öğretim görevlisi olarak faaliyette bulunurken, devlete isyan bayrağı açan teröristleri korumak için barış bildirileri yayınlayabilecek, kobani düşkünleri için milleti isyana çağıranları alkışlayıp barış kahramanı ilan edebilecek, istihbarat teşkilatının tırlarını zorla aramaya kalkan, devleti darbe ile ele geçirmeye kalkışan, millet meclisini bombalayan, milletimizi öldüren sonra da yurtdışına kaçan hainler için güzellemeler yapabilecek, sözde fikir hüviyeti gölgesinde ajanlık yapanların savunuculuğunu üstlenebilecektir.
Belki de ülkesini IMF’e teslim etmek için ekonomik kaos peşinde koşacak, otel odalarında yakalanacak, ülkesi zarar görsün diye Dolara sarılabilecek, kimliğini ve haysiyetini açlık ve yokluk propagandasına satabilecek, şehitler ölmez vatan bölünmez sözünden iğrenebilecek, Fatih Sultan Mehmet Han’ın İstanbul’u fethini kastederek zulüm 1453’te başladı diyebilecek, tüm kahpeliklere rağmen ülkesini 3.dünya ülkesi sınırından küresel güç merkezi olma sınırına getirenleri çirkef bir tutumla eleştirebilecek, sağlanan gelişmeye ve sunulan hizmetlere karşı kör olabilecek, düşmanlarımızla aynı çizgide sövgü yağmurunda bulunup, yıkanabilecektir (vb) …
Dini, milliyeti ve geçmişi konusunda bu kadar bilgisiz ve karşıtlık içinde olanların, Allah’ı ve atalarını tanımayanların ; Sayın Erdoğan’ın yaptıklarını, Sayın Bahçeli’nin gösterdiği büyük devlet adamlığını görebilmeleri ve takdir edebilmeleri mümkün değildir. Bunun mümkün olabilmesi için, bu köhnemiş ve kokuşmuş zihniyeti oluşturan algının, tümdengelim metoduyla uygulanacak bir bilinç aşılaması ile kırılması şarttır…
Herkes ama herkes, Covid 19 aşısından önce bu bilinç ve idrak aşıyla aşılanmalı ve çevresini de aşılatmalıdır...
06.03.2021 // 13.45
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ DE MÜSLÜMAN TÜRK MİLLETİ DE SAHİPSİZ DEĞİLDİR…
Büyük Türk Milleti’nin geleceği için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan Sayın Devlet Bahçeli gibi değerli bir şahsiyeti beğenmeyip arkasına topladığı ve neyin milliyetçisi olduğu bilinmeyen güruhla kendisine parti kurup, HDP’ye siyasi bastonluk, zillet ittifakına da yancılık yapan Meral AKŞENER grup toplantısında, HDP’li milletvekilleri hakkında düzenlenen fezlekelerle ilgili olarak niteliksiz safsatalar yaptıktan sonra ; “Elbette milletimizin hür iradesine saygı duyacağız, elbette siyasi şovun değil, hakkın ve hakikatin yanında duracağız, bu kadar basit, bu kadar net” şeklinde bir beyanda bulunmuştur. Kısacası, HDP’li milletvekillerini milletimiz seçmiştir, biz buna saygı duyuyoruz, iktidar bir şov yapmaktadır, HDP’li milletvekilleri haklıdır, hakları yenmektedir, bizim tavrımız bu kadar basit ve açıktır demek istemektedir.
Bu arada CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel’in, çocukları Pkk tarafından dağa çıkarılan annelere yönelik olarak gerçekleştirmiş olduğu ve gerçekte başka amaçlara matuf olduğu açık olan ziyarette bir annenin, “ CHP HDP’ye kardeş midir” sorusuna halkla yüzyüze gelince görmüş olduğu tepki karşısında afallayarak “hayır değil, hiç değil” yanıtını verirken, CHP’nin izlediği ve kendisinin de zaman zaman sözcülüğünü yaptığı politik duruşu nereye koyduğunu ya hiç düşünmediğini ya da bu pişkin tavrıyla bizi aptal yerine koyduğunu söyleyebilmek mümkündür.
Bu bağlamda her türlü kanıksanmış ihanet ve melanet rüzgarına kapılıp savrulanlara hitap etmek gerekirse ;
Ey büyük bir aymazlıkla zillet ittifakının peşinde, kendisine ve ülkesine gelecek arayanlar !
CHP- HDP- İyi Parti ve Saadet Partisi arasında bir fark olduğunu zannedenler !
Ey hala FETÖ’nün ve Pkk’nın yancılarının, yardakçılarının, destekçilerinin ve içimizdeki işbirlikçilerin kim olduğu konusunda gerçeklerin farkına varamayanlar !
Küresel güçlerin ülkemizdeki ajanları gibi çalışanların, iktidarı devirmek için yabancı güçlerin işbirliği içinde olduğu kişi ve grupların olduğunu idrak edemeyenler !
Ülkemizin 80 yıl boyunca kasıtlı olarak bir 3.dünya ülkesi olarak bırakıldığını anlayamayanlar !
Kuruluşundan itibaren bu ülkenin milli değerlerine ve inancına savaş açan hainlerin zihniyetini deşifre edemeyenler !
Ey bu ülkede darbe tertipçilerinin ve onlara alkış tutan şakşakçıların hizmet ettiği güçlerin farkına varamayanlar !
Ülkemizin ve devletimizin tüm birimlerinin, yıllar boyunca küresel güçlerin kontrolüne bırakıldığını göremeyenler !
Ey bu ülkenin ekonomisinin gelişmesi ve ülkenin sahip olduğu değerlerin artması noktasına bir çivi bile çakmadığı halde her icraata karşı çıkanların, IMF yetkilileri ile otel odalarında basılanların kim olduğunu ve hedeflerini anlayamayanlar !
Ülkesinin askeri savaşa giderken, yenilgiye uğraması için dua eden hainleri tanıyamayanlar,
Ülkesinin savunma sanayisini kötülemek, gelişimini engellemek için süzme bir hain gibi çalışanların peşinden koşanlar !
Devlete isyan bayrağı açan çetelere, devletin polisiyle hendek kazıp çatışan teröristlere destek vermek için bir yerlerini yırtan sözde sanatçıları ve teröristlere destek bildirileri yayınlayan sözde akademisyenleri alkışlayanlar !
Devletinin gizli sırlarını ifşa edenleri korumak için yürüyüşler düzenleyenleri göremeyip, yürüyüşe ayak uyduranlar !
Devlete isyan çağrısı yapıp, onlarca insanın ölümünden ve yaralanmasından sorumlu kişilerin tahliyesi için kampanyalar düzenleyip, Avrupa ülkeleri ile birlikte ülkemize baskı yapmaya çalışan güruhun arkasına dizilenler !
Terör örgütü üyelerine , teröristlere ve yardakçılarına selam gönderenleri, ülkemizi yabancı ülkelerde şikayet konusu edenleri baştacı edenler,
Türk Devleti, ittifak halindeki düşmanlarına karşı mücadele verirken, devleti zafiyete uğratmak için yabancı devletlerin ağzıyla açıklama yapıp, muhalefet şemsiyesinin altına sığınarak kurtulmak isteyenlere kol- kanat gerenler !
Hiçbir hizmeti olmayan vasıfsız belediye başkanlarını ve niteliksiz siyasetçileri bağnaz siyasi tutumları nedeniyle gözü kapalı destekleyenler !
Vatan haini FETÖ’cülerle işbirliği halinde ortak siyasi emeller peşinde koşanları bağrına basanlar,
Gazetecilik ve medya faaliyeti altında 5.kol çalışması yürütenlerin ardından gidenler !
Hükümeti devirmek için bağnaz bir yaklaşımla, düşmanlarımızla ve hatta şeytanla bile işbirliği yapabilecek kadar haset, kin ve intikam duygularının esiri olmuş ZAVALLILAR !
GERÇEKLERİ GÖRMEK İÇİN ; BÜYÜK FELAKETLERE UĞRAMANIZ , BÜYÜK ACILAR ÇEKMENİZ, KEŞKELER İÇİNDE BOĞULMANIZ, DÜŞMAN DİPÇİKLERİ ALTINDA EZİLMENİZ, İŞGALCİLERE KUL- KÖLE OLMANIZ, ASALETLE YAŞAMAK YERİNE SEFALET VE ZİLLET İÇİNDE BULUNMANIZ MI GEREKMEKTEDİR !!!
BİLMENİZ GEREKİR Kİ YA KENDİNİZE GELECEKSİNİZ YA DA KADİM VE KUTLU DEVLETİMİZ SİZİ KENDİNİZE GETİRECEKTİR…
YAPILAN HİÇBİR İHANET KARŞILIKSIZ KALMAYACAKTIR. TÜM İHANET SAHİPLERİ VE YANDAŞLARI DA YAPTIKLARININ BEDELİNİ MUTLAKA ÖDEYECEKTİR…
HERKESİN YAPTIĞINI ,SÖYLEDİĞİNİ VE DÜŞÜNDÜĞÜNÜ DE BİR NOT EDEN BULUNMAKTADIR…
DEVLETİMİZİN KURALSIZLARA KARŞI MÜCADELE ETMESİNİ BİLEN İSİMSİZ KAHRAMANLARI SAHNEYE ÇIKTIĞINDA, AMAN DİLEMEK HAİNLER İÇİN BİR KURTULUŞ VESİLESİ OLMAYACAKTIR.
EY ZİLLET EHLİNİN İHANET SARMALINDA ÇOŞMUŞ TEMSİLCİLERİ ! BİLİNİZ VE İDRAK EDİNİZ Kİ ! BU KUTLU VATANIMIZ VE DEVLETİMİZ, NE İÇİMİZDEKİ NE DE DIŞARIDAKİ HAİNLERE HİÇBİR ŞART ALTINDA BIRAKILMAYACAKTIR…
Tüm dostlarımı, hüküm ve hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Yüce Allah’a emanet ederim…
04.03.2021 // 02.16
SEDAT ÇETİNKAYA
.AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ’NİN TÜRKİYE’Yİ ÇEVRELEME STRATEJİSİ VE TÜRKİYE’NİN ŞAH HAMLELERİ…
Amerika Birleşik Devletlerini yöneten güçler için ülkelerinin geleceğinin hiçbir önemi kalmamış ve aslında Amerika Birleşik Devletleri, FEDA EDİLEBİLİR BİR ÜLKE olarak tanımlanmış bulunmaktadır. Elbette bu durum, Amerika Birleşik Devletleri’ni doğrudan doğruya çöpe atacakları anlamına da gelmemektedir.
Bu bağlamda belirtmek gerekir ki ABD yönetimine hakim olan güçlerin TEK MESELESİ ; dünya üzerinde mutlak hakimiyetlerini tesis etmek , insanlığı köleleştirmek , İslamiyeti ve Din-i Mübin-i İslam’ın bayraktarı olan Tür Milleti’ni yok etmektir. Tüm dünya bilmelidir ki bu hedefin önündeki tek engel, TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ ve MÜSLÜMAN- TÜRK MİLLETİ’dir. Yüzyıl boyunca bizi değiştirmeye ve özümüzü oluşturan değerlerden uzaklaştırmaya çalışmalarının en önemli nedeni ise, Türk Milleti’nin sahip olduğu kudret ve cihan hakimiyetine ulaşma noktasında genetik kodlarına yerleşmiş olan Kızıl Elma ufkudur… İşte bu yüzden, “HER TÜRK ASKER DOĞAR ve BİR TÜRK DÜNYAYA BEDELDİR ” sözleri, tarihe altın harflerle yazılmıştır…
Amerika Birleşik Devletleri’ni yöneten güçler, yukarıda belirtmiş olduğum hedef doğrultusunda ancak açık bir deklarasyona gitmeden çeşitli bahanelerle Ortadoğu’ya girmişler ve bu bölgeyi, oluşturmuş oldukları vesayet odaklarıyla dizayn etme çalışmasına yönelmişlerdir. Bu konuyla ilgili olarak gündeme taşınabilecek enerji kaynaklarına sahip olmak gibi diğer tüm gerekçeler ise gerçek amacı gölgeleyen hususlar olarak dizayn edilmiş bulunulmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri, eninde sonunda “Irak- Suriye hattında” Türkiye ile askeri açıdan karşı karşıya geleceğini bilmektedir. Türkiye’deki yönetimi değiştirmek ilk hedefleridir ancak bunun mümkün olmaması durumunda, askeri bir karşılaşma kaçınılmaz bir gerçeklik olarak belirmektedir. İşte bölgede şuan yaşananların tamamı, bu karşılaşma ihtimaline binaen yapılan faaliyetlerden ibarettir. Zaten Türkiye’nin bölgedeki askeri faaliyetleri nedeniyle planları ciddi biçimde zedelenmiş ve gecikmeye uğramıştır. Bu nedenle aceleci ve panik içeren tavırları da dikkat çekmektedir.
Elbetteki Amerika Birleşik Devletleri, SAVAŞ SANATININ TARİHİNİ YAZMIŞ TÜRK MİLLETİNİN KURDUĞU BİR DEVLETİN KARŞISINA ; “Buna er meydanı derler, Bunda söz olmaz yandım aman aman” diyerek çıkmayacaktır. Amerika Birleşik Devletleri’nin faaliyetleri incelendiğinde görülebileceği üzere MUHTEMEL SAVAŞ SAHASININ SINIRLARINI ÇİZDİĞİ ve STRATEJİK HAMLELERİN ALTYAPISINI OLUŞTURMAYA ÇALIŞTIĞI görülebilmektedir. Bu doğrultuda ; Mısır- Libya – Girit – Yunanistan- Bulgaristan- Romanya – Moldova ve Ukrayna hattı ile Gürcistan- Ermenistan- İran- Irak ve Suriye hattının, bölgeyi ve Türkiye’yi çevrelemeye yönelik ana güzergahlar olarak hazırlanmaya çalışıldığını söyleyebilmek mümkündür. Bu strateji ise önümüzdeki dönemde ; Bulgaristan- Moldova ve Gürcistan açısından, CIA’nın etkin olduğu karışıklıkların ortaya çıkması ihtimalini güçlendirdiği gibi bu çevreleme hattındaki ülkelerle Türkiye’nin ilişkilerinin bozulmaya çalışılacağı gerçeğini de ortaya koymaktadır.
Bu noktada iki ülkenin varlığına özellikle dikkat çektiğimi de belirtmek isterim. Bunlardan birisi YUNANİSTAN, diğeri ise İRAN’dır. Amerika Birleşik Devletleri, Yunanistan’ın Türkiye korkusundan ve hayalperest politikasından yararlanarak, bu ülkeyi adeta paravanı ve merkez üssü gibi kullanmaya başladığı gibi Türkiye ile Irak- Suriye hattında yaşayacağı bir savaşta, Yunanistan’ı Türkiye’yi arkadan hançerleyecek bir tehdit unsuru olarak kullanmayı planladığı da açıkça görülmektedir. Benzer bir durum İran açısından da söylenebilir durumdadır. Amerika Birleşik Devletleri’ne ve İsrail’e düşman gibi görünen ancak gerçekte müttefik olan İran, hem Türkiye hem de Ortadoğu’nun tamamı açısından bir tehdit olarak öne sürülmekte ve Ortadoğu Devletleri’ni, ABD’NİN KUCAĞINA ATMAK İÇİN BASKI UNSURU OLARAK KULLANILMAKTADIR. ABD, Türkiye’yi Yunanistan ile engelleyememesi durumunda “Türkiye // Azerbaycan// Türkmenistan // Pakistan” ve İran ilişkilerini gererek hatta İran’ı feda ederek bir engelleme yapmanın da planlarını yapmaktadır...
Bu arada hazırlıklar noktasında gerekli zamanı kazanmak için Türkiye ile Ortadoğu arasına CIA güdümünde bir terör devletçiği yerleştirmek de planın diğer bir unsuru olarak göze çarpmaktadır. Yine ABD ile İsrail arasında bir karşıtlık varmış izlenimi oluşturmanın da bu amaç doğrultusunda izlenen bir taktik olarak göze çarptığını belirtmek isterim.
Ayrıca dikkat çeken bir unsur da Yunanistan’ın Türkiye’yi tahrik etmeye yönlendirilmekte olduğu hususudur. Böylece ABD, Yunanistan üzerinden Avrupa ülkelerini de Türkiye ile olan mücadelesinde yanına çekmeye çalışmaktadır. Yunanistan da Türkiye ile ABD’nin hemen devreye gireceği sınırlı bir çatışmayı arzulamakta ve bu çatışmadan tezlerini güçlendirecek bir desteğe ulaşmayı hedeflemektedir.
Bu noktada sorulması gereken soru, adım adım yaklaşan BU GERÇEKLİK KARŞISINDA TÜRKİYE NE YAPMALIDIR şeklinde ortaya çıkmaktadır. Belirtmek isterim ki yapmamız gereken en önemli şey, birliğimizi muhafaza etmek ve yönetime olan desteğimizi, hiçbir zafiyete uğratmaksızın devam ettirmek olmalıdır. Bu ülkede zillet partilerinin yönetime gelmeyi başarması demek, Türkiye’nin altından kalkması kolay olmayan bir baskıyı ve yenilgiyi baştan kabullenmesi ve insanlığın umudunun da ortadan kalkması demektir.
Yapmamız gereken diğer şeylerin ise kabaca ;
• TAHRİKLERE KAPILMADAN, askeri hazırlıklarımıza mümkün olduğunca hız vermek,
• Güney cephesinin ana hatlarını ve askeri yerleşimini şimdiden oluşturmak,
• Kıbrıs’ı , bir saldırı üssü haline getirmek,
• Libya’yı, ABD ve yandaşlarına kaptırmamak için gerekli tedbirleri almak,
• Arnavutluk başta olmak üzere tüm Balkanları ABD karşıtlığı üzerine örgütlendirirken, Yunanistan’ı arkadan kuşatacak askeri faaliyetlere ve ittifaklara hız vermek,
• Bulgaristan – Ukrayna ve Gürcistan ile ilişkilerimizin bozulmasına ve bu devletlerin ABD hegemonyası altına girmesine izin vermemek,
• Güney Azerbaycan’ın bağımsızlık hareketini destekleyecek kol faaliyetlerini genişleterek, ABD’nin İran hamlesini boşa çıkaracak şekilde ters etki oluşturmak,
• Türkmenistan- Afganistan ve Pakistan ile ilişkileri, bir askeri ittifak oluşturacak şekilde geliştirerek, ABD’yi arkadan ve yeni bir cepheden tehdit eder hale gelmek,
• İngiltere’yi ABD politikalarına destek vermekten uzak tutmak,
• Mısır’daki yönetimin değişmesi için çalışmalar yapmak,
• Suudi Arabistan rejimi ile ABD arasındaki ilişkilerin bozulması için stratejik çalışmalar yapmak,
• BAE rejimini çökertecek gizli saldırılar tertiplemek,
• Suriye ve Irak hattında stratejik noktaları ele geçirmek,
• Kuveyt- Katar- Umman – Yemen- Somali- Sudan- Etiyopya hattındaki ilişkilerimizi ve faaliyetlerimizi geliştirmek şeklinde BELİRLENEBİLMESİ MÜMKÜNDÜR.
Bu arada Rusya ile ilişkilerimizi geliştirirken, Rusya’yı meselelere dahil etmek suretiyle etkinlik kazanıp yayılmasını engellemek durumunda olduğumuzu ve Rusya’nın Avrupa’yı hedef almasını sağlayacak politikaları desteklememiz gerektiğini de unutmamalıyız.
Her insan gibi her devlet ve millet de bir seçim yapar ve seçtiklerinin bedelini de öder.
Türk Milleti, Bozkurt hüviyetinde yaşamayı seçmiş bir millettir. Mekanın da gerçek sahibidir. İhanetler neticesinde aldığı yaraları iyileşmiş, kuvveti yerine gelmiştir.
Bu dem ; kimin Bozkurt, kimin kurtçuk olduğunun belli olacağı demdir…
Geçmişte olduğu gibi ; Bu dünyada bir biz varız, bir de küffar…
27.02.2021 //16.55
SEDAT ÇETİNKAYA
.SAVAŞ KAZANDIRACAK SİLAHLAR…
KONVANSİYONEL bir savaş durumunda, bazı silahlara sahip olmak, savaş alanına ilişkin olarak kağıt üzerinde belirlenen tüm stratejileri etkisiz kılacak sonuçlar üretebilmektedir. Bu bağlamda fazla savaş aracına sahip olan güçlerin değil, STRATEJİK ETKİ ÜRETEN SİLAHLARA sahip olan güçlerin savaşı kazanabilme imkanının olduğunu söylemek daha gerçekçi bir yaklaşıma tekabül etmektedir. Ülke olarak bizim de böyle etki üreten silahlara ve araçlara sahip olmamız gerektiği izahtan varestedir.
Bu bakış açısıyla ve hava kuvvetlerine ilişkin bir değerlendirme yaptığımızda ; jet motorlu, uzun menzilli radarlara , kısa mesafe ve dikey iniş- kalkış imkanına sahip, çok yönlü elektronik savaş kabiliyeti ile donatılmış, geliştirilmiş en iyi görüş içi ve görüş ötesi hava-hava füzelerini taşıyabilen, hava muharebesi yapabilme kabiliyetini haiz, sürü halinde hareket edebilen, yapay zeka destekli savaş algoritmaları ile donatılmış, uydu üzerinden yönetilebilen, uydu haberleşmesine sahip, bağımsız uçuş kabiliyeti bulunan, seyir füzesi kullanabilen, hava ve kara hedeflerine saldırı yapabilmesine olanak sağlayan makineli topu bulunan, sahadaki tüm savaş unsurlarının aydınlattığı hedeflere angaje olabilen bir SİHA platformuna ihtiyacımız bulunmaktadır. Böyle bir savaş aracına erken sahip olmak, ülkemize ; düşman hava unsurlarını yok etme ve hava hakimiyetini tesis etme noktasında EMSALSİZ BİR KABİLİYET KAZANDIRACAKTIR.
Ayrıca merkezi savaş yönetim sistemine bağlı olarak harekat icra edecek, silahlı veya patlayıcı yüklü, uzun bir menzile ulaşma imkanına kavuşturulmuş SÜRÜ DRONE’lardan kurulu bir saldırı sistemi de savaş sahasının hakimiyetini ve psikolojisini değiştirecek bir etkiye sahip bulunmaktadır. Üzerine, patlayıcı yüklü ya da makineli tüfek kurulmuş binlerce drone gelen bir birliğin, normal şartlar altında bozguna uğramaması ve paniğe kapılmaması mümkün değildir. Bu tür drone'lardan oluşan birliklerin, BÜYÜK SAVAŞ GEMİLERİNİ ETKİSİZ KILMASI ve geniş deniz alanlarını kontrol altına alması da olanaklıdır ki bu durum bir deniz savaşı esnasında da gidişatı değiştirecek düzeyde bir öneme sahip bulunmaktadır.
Kara birlikleri açısından bir değerlendirme yaptığımızda ise tanklara, zırhlı muharebe araçlarına (ZMA) ve askeri personel taşıyan zırhlı araçların (ZPT) tamamına , BEKA KABİLİYETİNİ arttırmak için Aselsan’ın “Pulat” ve “Akkor” sistemleri örneğinde olduğu gibi gelişmiş ve etkili AKTİF KORUMA SİSTEMLERİ ENTEGRESİ büyük önem taşımaktadır. Böylece savaş araçlarımız, bir roketle savaş dışı kalmak yerine uzun süre savaş alanında kalabilecek, düşman birliklerini yok etmeye devam edebilecek ve askeri nakilleri güvenle yapabilecektir.
Diğer taraftan, topçu destek sistemlerindeki füzelere, LAZER ARAYICI BAŞLIK TAKILMASI, lazerle işaretlenen tüm hedeflerin SİHA saldırısına bile gerek kalmadan TRLG 230 topçu destek sistemi örneğinde olduğu gibi 20-70 km aralığında ve SİHA’ların taşıdığı düşük patlayıcı yüküne sahip mühimmatlar yerine 50 kg savaş başlığı ile yok edilmesi imkanını bahşetmektedir ki bunun DİĞER FÜZE PLATFORMLARINA da dahil edilmesiyle elde edilecek sonuç ; istediğimiz füzeyi , nokta atışıyla istediğimiz hedefe ulaştırmak olacaktır. Bu kabiliyetin ordumuza sağlayacağı güç ise çok büyüktür. Böylece örneğin İHA’larca güvenli mesafelerden işaretlenen yüzlerce hedef, birkaç dakika içinde etkili biçimde ve TAM İSABETLE yok edilebilecek, insansız hava araçları dahil hiçbir kuvvetimiz de risk altına girmeyecektir.
Bu bağlamda lazer arayıcı başlığa sahip topçu destek sistemlerinin ATIŞ MENZİLİNİ ARTTIRMAK VE SAYISINI ÇOĞALTMAK ilk hedeflerimiz arasında yer almalıdır. Aynı sistemin yaklaşık 500 KG SAVAŞ BAŞLIĞI TAŞIYAN Yıldırım ve Bora gibi füzelere entegre edilmesiyle ; uçak gemisi – muhrip gibi çok büyük deniz hedeflerine karşı kullanılabilmesinin dahi mümkün hale geleceğini görmek gerekir diye düşündüğümü ilgililer nezdinde ifade etmek isterim.
Bu arada tanklarda kullanılan mühimmatları, muadillerine göre geliştirmek ve DAHA UZUN MENZİLLERE ULAŞMASINI SAĞLAMAK da büyük önem taşımaktadır. Gelişmiş, daha etkili ve daha uzun menzilli bir tank mühimmatına sahip olunması, bir tankın belirsiz sayıdaki tankı ve zırhlı aracı, düşmana ait tankların-tanksavar silahlarının ve helikopterlerin atış menziline girmeden imha etmesini sağlayacaktır ki bu gücün bir savaşın kazanılmasında büyük bir etki oluşturacağını söyleyebilmek de mümkündür.
Yine kara birliklerinde uzun menzilli tanksavar silahlarını, cephe hattında piyade tüfeği gibi kullanacak ÖZEL BİRLİKLER oluşturulmasının büyük önem taşıdığını da tecrübeler ışığında görmek ve bu gerçeklik doğrultusunda teşkilatlanmak gerekmektedir.
Ayrıca birçok askeri harekat alanında, yakın mesafeli çatışmaya yönelik ilk saldırıda ; ateş üstünlüğünü sağlamak, zayiatı azaltmak ve tuzak bölgelerini sorunsuz geçmek için , İNSANSIZ KARA ARAÇLARINDAN KURULU SALDIRI BİRLİKLERİ oluşturulması da çatışmaların hızlı ve olumlu biçimde neticelendirilmesi açısından yadsınamaz bir öneme sahip bulunmaktadır.
Savaş gemileriyle denizlerde bulunmak da önemlidir. Ancak çevre denizlerdeki bir deniz savaşında, hiçbir savaş gemimizi riske atmadan, düşmana ait deniz hedeflerinin vurulması için ; KARA KONUŞLU, uzun menzilli, etkili bir tespit ve atış kontrol radarına bağlı olarak çalışan GÜDÜMLÜ MERMİ PLATFORMLARININ ( Gemisavar Füzesi ) oluşturulması, düşmanın büyük ölçüde yok edilmesini sağlayacak, caydırıcı bir etki oluşturacak ve ülkemize saldırmaya çalışanları perişan edecek bir yaklaşım olacaktır.
Diğer taraftan hareketli, uzaktan aktif edilebilen, tespiti mümkün olmayan DENİZ MAYINLARI geliştirmek, bir veya iki adet torpido atabilecek KÜÇÜK VE İNSANSIZ DENİZALTILAR, güdümlü mermi atabilecek küçük ve hızlı insansız deniz araçları üretmek gibi faaliyetler de bir savaşın kazanılmasında belirleyici olabilecek hususlardır.
Bu arada nükleer silah, ramjet ya da scramjet motor teknolojisine sahip hipersonik füze, kıtalararası balistik füze, uzun menzilli seyir füzesi, lazer silahı teknolojisi, manyetik ateşlemeye sahip silah teknolojisi, düşman uydularını etkisiz kılacak sistemler, elektronik harp ve hava savunma sistemleri gibi faaliyet alanlarındaki çalışmaları da ihmal etmememiz gerekmektedir.
Özellikle önemli düzeyde HAVA VE FÜZE GÜCÜNE SAHİP BİR DÜŞMANI etkisiz kılmak için sahip olunması gereken en önemli savaş kabiliyeti ; tüm kademelerde etkili, uzun menzilli ve NOKTA HAVA SAVUNMASI YAPABİLECEK KADAR YÜKSEK TEKNOLOJİYE SAHİP bir hava savunma sistemine sahip olmaktan geçmektedir. Bu kabiliyete sahip olmayan bir ordunun, elinde hangi silah bulunursa bulunsun bir savaşı kazanabilmesi mümkün değildir. Çünkü hava savunmasını yapamayan bir ülke, elindeki tüm silahların ve imkanların, düşman savaş uçakları ve füzeleri tarafından yok edilmesinden kurtulamayacaktır. Bu durumun ise SAVAŞAMADAN SAVAŞI KAYBETMEK demek olduğu önemle ve özellikle dikkate alınmalıdır.
HAVA ETKİNLİĞİNE GÜVENEN GÜÇLÜ BİR DÜŞMANLA YÜZLEŞEBİLMEK İÇİN ONU HAVADAN KARAYA İNDİRMEK , ORDU DÜZEYİNDE UYGULANACAK ASİMETRİK BİR MÜCADELEYE VE KARŞI HAZIRLIK YAPILABİLMESİ ÇOK ZOR OLAN KARMA BİR SAVAŞA MECBUR BIRAKMAK GEREKMEKTEDİR…
Ey KILIÇDAROĞLU ve Pkk sevici ve sözde milliyetçi yandaşları ! ABD boşuna mı S 400 diye "dediğim dedik, çaldığım düdük" türküsünü söyleyerek ortada gezmektedir ! Bizler ürettiğiniz fitne politikası çerçevesinde sizin amacınızı da çok iyi biliyoruz. Siz hala sözde müttefiklerimizin türküsüne nakarat yaparak, S 400’ler kutusunda duruyor ya da Saray’ı koruyor safsatasına devam mı ediyorsunuz ? Zavallılıkta, fitne politikasında ve işbirlikçilikte büyük bir çığır açtınız…
Tarih sizi, zillet çukuruna düşmüş işbirlikçiler diye mürekkebi çirkef yosunu olan ve yılan dilinden yapılmış bir kalemle, HATIRLANMAYACAKLAR ya da İĞRENİLEREK HATIRLANACAKLAR başlığı altında yazacaktır…
Ey bu dünyada zillete talip olanlar ! En sonunda da Yüce Allah’ın vaadi doğrultusunda, tabi olduklarınızla birlikte Cehennem’e sürüleceksiniz… Hazır mısınız ? Hala bir şansınız var…
26.02.2021 //17.11
SEDAT ÇETİNKAYA
.AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ BAŞKANI JOE BİDEN’E SESLENİŞ…
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı J.Biden, Münih Güvenlik Konferansına video konferans yoluyla katılarak yaptığı değerlendirmede ; “yeni dönemde ABD'nin, Avrupa başkentleri başta olmak üzere dünyanın dört bir tarafındaki müttefikleriyle ilişkilerini yeniden güçlendireceğini belirterek, Amerika geri döndü, transatlantik ittifakı geri döndü. Artık geriye değil, birlikte önümüze bakacağız. ABD, NATO ittifakına tamamıyla bağlıdır. İttifak üyesi bir ülkeye yapılan saldırı, tüm ittifaka yapılmış sayılacak ve bu tür bir duruma karşı hep birlikte hareket edilecektir” şeklinde bir söylem ortaya koymuştur.
Bu bağlamda müttefik (!) olduğumuza göre Joe Biden’a ;
• Türkiye’deki darbeleri neden tezgahladınız !
• FETÖ’yü neden koruyorsunuz ve FETÖ elebaşı dahil tüm teröristleri Türkiye’ye teslim edecek misiniz ?
• Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başkanı Sayın Erdoğan’ı muhalefetle işbirliği içinde devirmekten vazgeçtiniz mi ?
• ABD’nin gerçek başkanı D.Trump’ın da ifade ettiği gibi kendi oluşturduğunuz örgüt olan DEAŞ ile mücadele bahanesiyle Türkiye’ye karşı silahlandırdığınız Pyd//Ypg//Sdg terör yapılanmasına verdiğiniz silahları geri alıp, bu örgütten desteğinizi çekecek misiniz ?
• Fitne tohumları ektiğiniz ve sömürdüğünüz Suriye ve Irak’tan ne zaman defolup gideceksiniz ?
• Afganistan’daki “Amerikan Talibanı” isimli herkesçe malum terörist ajanlarınızı ne zaman çekecek, Uygur Türkleri’nin yakasından ne zaman düşeceksiniz ?
• Yıllar önce kurduğunuz ve binlerce vatandaşımızın kanına girmiş bir terör örgütü olan Pkk’yı desteklemekten vaz mı geçtiniz ?
• Geçmişte işbirlikçilerinizle birlikte Türkiye’de patlattığınız bombalardan dolayı ayağına kapanarak Türk Milleti’nden af dilemeye mi karar verdiniz ?
• Türk askerinin başına çuval geçirme edepsizliğine başvururken amacınız neydi ve bunun bedelini nasıl ödemeyi planlıyorsunuz ? Bu edepsizliği yaparken, NATO ittifakı içinde olduğumuzu unutmuş muydunuz ?
• S 400’ler bizi saldırılardan korumayı hedeflediğine göre S 400’lerden vazgeçmemizi bize rahat rahat saldırmak için mi istiyorsunuz yoksa bu isteğinizden vaz mı geçtiniz ?
• Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne geçmişte İHA- SİHA- Saldırı Helikopteri, Hava Savunma Sistemi satmama iradesi ortaya koyarken, Türkiye'yi F 35 programından çıkarırken, TCG Muavenet isimli gemimizi vururken, Ermeni iddialarını üzerimizde bir sopa gibi kullanırken ya da yaptırımlar peşinde koşarken müttefik olduğumuzu hatırlıyor muydunuz yoksa düşmanca amaçlarınız vardı da hergün sizden haber bekleyen Kılıçdaroğlu’ndan mı saklıyorsunuz ?
• Hala Libya’dan çıkmamızı istiyor musunuz ? Pekiyi çıkmazsak ne yaparsınız?
• Ege Adaları ve Doğu Akdeniz’deki çıkarlarımızı korumak için mücadele ederken, Yunanistan’ı kışkırtmaktan vazgeçecek misiniz ya da Yunanistan bize saldırma densizliği içine düşerse bizim yanımızda mı yer alacaksınız ?
• Dedeağaç’ta Yunan dışkısı mı arıyorsunuz ?
• Sakıncası yoksa ; Kemal Kılıçdaroğlu, Meral Akşener ve Pervin Buldan’la nasıl bir ilişkiniz var açıklayacak mısınız ?
• HDP’yi siz mi kurdurdunuz ? İpini çektiğimizde sakin kalabilecek misiniz ? Canınız acıyacak mı ?
• Selahattin Demirtaş’ı ve diğer işbirlikçi yandaşlarınızı tahliye etmemizi müttefik olduğumuz için mi yoksa müttefikiniz oldukları için mi istiyorsunuz ? Bırakmazsak ne yapacaksınız, mesela ağlayacak mısınız ?
• Hizmetçisi olduğunuz küreselcilerin çarkına çomak sokup, çomağın sivri ucunu size çevirdiğimizde, ortaya koyduğunuz sahte tavrı sergilemeye devam edip, aynı tatlı dille konuşabilecek misiniz ?
• Küreselcilere hizmet ettiğinize göre küreselcilerin yeni karargahı Çin’e yönelik olarak düşmanlık diye sattığınız söyleme sahiden inanıyor musunuz yoksa bizi aptal mı zannediyorsunuz ?
• Türlü türlü Türkiye düşmanlığına rağmen, bize hala nasıl müttefik diyebiliyorsunuz ? Bu bağlamda ; yalancı, sahtekar ya da düzenbaz tabirlerinden hangisini kendinize daha çok yakıştırıyorsunuz ? Çekinmeyin, istediğinizi alabilirsiniz…
• Türkiye’deki askeri üslerden ne zaman sektire sektire gitmeyi düşünüyorsunuz ? İllaki kovmamız mı lazım !
• Özel olacak ancak İsrail’in yardakçısı mısın yoksa yaltakçısı mı ?
• Suriye ve Irak’a operasyon yaptığımızda, engel olmaya çalışacak mısınız ya da bunu yapabilmek için yeterli büyüklükte yüreğiniz var mı ? İsterseniz D.Trump’a sorabilirsiniz…
• Yaptığınız kahpeliklere karşı kendi yolunu çizen Türkiye’ye nasıl engel olacaksınız ? Türkiye- Rusya işbirliğinden çok mu korkuyorsunuz ? Türk Birliği mefkuresi, sizi inim inim inletmeye başladı mı ? Ermenistan’ın yaşadığı yenilgi ağır mı geldi ? Yoksa ölümüm bu yenilginin acısından olacak diye mi düşünüyor sunuz ?
• Ve neticeten, bu sözler ya da açıklamalar senin mi yoksa Kamala Harris’in mi ? DİYE SORMAK İSTERİM…Niye soruyorsun dersen, sen de öyle bir beyin olmadığı için bu açıklamaları kim yumurtlamış merak ettim diyebilirim…
Bu arada aklıma gelmişken K.Kılıçdaroğlu’na Sayın Erdoğan’a beyin yakan düzeysizlikte sorular soracağına bari bu sorulara cevap vermeyi denemesini önerdiğimi de ifade etmek isterim.
Ne de olsa ha Kemal Biden ha Joe Kılıçdaroğlu !
Arkadaş arkadaşın , yandaş yandaşın, müttefik müttefikin külüne muhtaçtır…
20.02.2021 //01.02
SEDAT ÇETİNKAYA
.GARA OPERASYONU'NUN SONUCU VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ…
Kısa bir süre önce, Türkiye ile birlikte hareket edebilecekleri izlenimini verecek tavır, söylem ve ziyaretler ortaya koyan IRAK YÖNETİMİ’nin , Türkiye’nin Gara bölgesine yapmış olduğu operasyon sonrasında gerçek yüzü hemen ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Daha önceki makalelerimde özellikle belirttiğim üzere IRAK, ABD işgali altında bulunan, karşıt gibi görünse de gerçekte İsrail ve ABD işbirlikçisi konumundaki İran’ın kısmi hegemonyasına teslim edilmiş olan bir ülkedir. İNGİLTERE’nin, Irak üzerinde hakimiyet elde etmeye yönelik girişimleri ve politikaları ise güç merkezi oluşturmaktan ve durumu desteklemekten uzak olduğu için dikkate değer bir etki oluşturmamaktadır.
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin varlığı ise ; CIA- İsrail ve Fransa bileşkesindeki bir politikanın ürünü olarak şekillenmiş olsa da söz konusu yönetim, Türkiye’nin baskısı altında bulunduğundan, “iki arada bir derede kaldım” politikası izlemekte, konjonktüre göre zaman zaman Türkiye’ye yaklaştığı izlenimini verse de MOSSAD politikalarının dışına çıkmama stratejisi takip etmektedir. Kısa ve net olarak belirtmek gerekirse, ilk fırsat doğana ve şartlar olgunlaşıncaya kadar Türkiye’yi idare etme politikası gündemdedir…
Dikkat edilecek olursa, SDG’yi legalize etmek için ABD tarafından gözden çıkarıldığı izlenimi verilen Pkk, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne ateş püskürür gibi görünmekte, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ise Türkiye’nin Kuzey Irak’a yönelik baskısının, Pkk’nın faaliyetleri nedeniyle oluştuğu söylemini ortaya koyarak Pkk’yı suçlamakta ancak Türkiye’yi de egemenliğine saygıya ve üstü kapalı olarak operasyonlara son vermeye çağırmaktadır. Bu arada Irak yönetiminin güdümünde harekete geçen İran yanlısı Haşdi Şabi’ye tabi Nuceba Hareketi milisleri, Başika kampındaki askerlerimize dikkat çekerek, olası Sincar operasyonu için ön alma babından bir tavırla Türkiye’yi tehdit etme cüretini göstermektedir. İran ise Türkiye’nin Musul’a kadar ineceği ve Musul’a yerleşeceği yönünde bir planının olduğunu düşündüğünden, Türkiye’yi karşısına almadan hem Pkk’ya destek vermekte, hem de Irak yönetimini Türkiye karşıtı bir politika için yönlendirmektir. Bu arada herkese, kısa bir süre önce Pkk’nın Sincar’dan çıkarılması ile ilgili olarak oynanan tiyatroyu ve oyuncuları hatırlatırken, Pkk militanlarının Haşdi Şabi bünyesinde gizlenerek maaşa bağlanmış olduğu ve Sincar’ı hiçbir şekilde terketmedikleri gerçeğini de hatırlatmak isterim…
Bu bağlamda, ABD – İsrail ve yandaşları tarafından elde edilmek istenen şeyin, Türkiye’nin "Sincar- Musul- Kerkük" hattına yönelik olarak bir operasyonda bulunmasını engellemek olduğunu belirtmek gerekir. Zira Türkiye’nin bu operasyonu engellendiği takdirde, uygun şartlarda yeniden canlandırılmak istenecek ve Türkiye ile Ortadoğu arasına konumlandırılması planlanan Kürt Devleti stratejisi için bir olasılık her daim mevcudiyetini koruyacaktır. Küreselci ABD ekolünün yönetimi ele geçirir geçirmez yaptığı ilk stratejik icraatın, USS Nimitz Uçak Gemisi Görev Grubu’nu, CENTCOM yetki alanından Hint- Pasifik Görev Bölgesine ( INDO- PACOM) yönlendirmesi olduğu dikkate alındında, kimlerin nasıl bir ittifak içinde olduğu da bir nebze olsun anlaşılabilir hale gelmektedir. İRAN, Batınilerin ve Mecusilerin günümüzdeki yeşermiş tohumu, Ermenistan’ın müttefiki ve varlığına nazaran daha ulvi bir hedef için uygun zamanda feda edilmek için İsrail tarafından hazırlanan bir “kurban”dır…
Bu arada Gara operasyonu sonrasında, içimizdeki işbirlikçilerin oluşturduğu ittifakın temelinden sarsıldığını, her şart altında çatıda bir birlik hedefi devam ediyor olsa da tabanda fırtınaların koptuğunu belirtmek isterim. İyi Parti'nin şakşakçılarının da mal bulmuş mağribi gibi Kemal Kılıçdaroğlu’nun peşinde koşan CHP’nin sözde milliyetçi geçinen zavallı destekçilerinin de millete bakacak yüzü, siyaset yapacak gücü kalmamıştır. Zillet ittifakının, milletimizin tüm düşmanları tarafından desteklenen gözde ortağı HDP’nin Pkk bağlantısı ise ; onunla işbirliğine yönelik siyasi kabulü milletimiz nezdinde imkansız kılacak bir şekilde ortaya çıkmıştır…
Bu zıvanadan çıkmış ve Kürt kökenli vatandaşlarımızın iradesini ipotek altına almak için teşkilatlanmış HDP isimli organizasyonun varlığına bir daha açılmamak üzere son vermek, milletimizin ONUR MESELESİ haline gelmiştir. Bu süreç, yüce Allah’ın takdiri ve devletimizin dirayetiyle tam zamanında neticelenecektir…
Yaşananların ; HDP’nin kapatılması meselesine, Anayasa değişikliği çalışmalarının şekillenmesine ve iç siyasete yönelik önemli sonuçları olacağı gibi Türkiye’nin bölgesel hakimiyetini güçlendiren stratejik öneme sahip bir sonucu da bulunmaktadır. Zira artık Türkiye’nin bölgede girişeceği bir operasyona, birilerinin yüksek sesle karşı çıkabilmesi ve bu karşı çıkışın taraftar bulabilmesi olanaksız hale gelmiştir.
Artık hamle sırası bizdedir…
Zaman bizim için akmaktadır ancak zamanlama da herşeydir…
Stratejik hedef ; Kobani'nin ele geçirilmesi tehdidi altında, Suriye'nin Cezire Kantonu ve Musul olmalıdır.
Sayın Erdoğan’ın ; “Eğer biz sizinle NATO'da berabersek, eğer biz sizinle dünyada, NATO'da bu birlikteliğimizi sürdüreceksek bize samimi davranacak, teröristlerin yanında yer almayacaksınız. Gara'da yaşanan bu katliamdan sonra artık hiçbir ülke, kuruluş, yapı ve kişi, Türkiye'nin Irak ve Suriye harekatlarını sorgulayamaz. Teröristler için ne Kandil ne Sincar ne de Suriye'de bulundukları hiçbir yer artık güvenli değildir” söylemi ise dirayet ve cesaret içerikli perspektifimizi ortaya koyarken, karşımızdakilerin dizlerinin bağını çözmektedir...
"Görelim mevlam neyler, neylerse güzel eyler" diyerek sözlerime son verirken, MHP Grup toplantısında yapmış olduğu tarihi konuşmadan ötürü Sayın Devlet Bahçeli’ye en derin teşekkürlerimi ifade eder, tüm şehitlerimize Yüce Rabbimden rahmet ve Cennet dilerim…
Şehitlerden elli milyon bekçisi olan,
Aşılmaz bir kayadır bu ebedi vatan…
17.02.2021 //21.02
SEDAT ÇETİNKAYA
.DOLAR ANALİZİ ÜZERİNDEN 2021 YILI TÜRKİYE EKONOMİSİ VE TERS DOLARİZASYON…
TÜRKİYE’YE , TÜRK MİLLETİNE VE TÜRK LİRASINA GÜVENEN'İN KAZANACAĞI, DÜŞMANLARIMIZIN VE İŞBİRLİKÇİLERİNİN KAYBEDECEĞİ BİR DÖNEM BAŞLAMAKTADIR…
2023 ZAFERİNE GİDEN YOLDA, DAVULUN TOKMAĞINA BİR DE SİZ VURUNUZ...
Bilindiği üzere ülkemizin uzun yıllardır devam eden bir cari açık (ödemeler dengesi ) problemi bulunmaktadır. Cari açığın, ithalat ihracat ilişkisinden kaynaklanan bir boyutu olduğu gibi ülkeye giren ve çıkan parayla ilgili bir boyutu da bulunmaktadır. Dolayısıyla, ithalatımızda yaşanan artışlar cari açığı arttırdığı gibi ülkemizde bulanan ve genellikle portföy yatırımlarına yönelmiş yurtdışı kaynaklı sıcak paranın çıkışı ve ülke dışına gerçekleştirilen yabancı para transferleri cari açığı arttırmaktadır.
Bu bağlamda cari açığın azalması yani diğer bir deyişle döviz ihtiyacımızın azalması için kabaca ;
• İthalatı zorunlu olmayan malların, ara malların ve hizmetlerin, ülkemiz içinden karşılanmasını mümkün kılacak politikaların geliştirilmesi ve gerekli tedbirlerin alınması,
• İhracat artışı sağlayacak ekonomik faaliyetlerin ve yeni pazar arayışlarının desteklenmesi,
• Dünya çapında rekabet edebilir ürün kapasitemizin geliştirilmesi için gerekli yönlendirmelerin yapılması,
• Üretim faktörlerinin ve girdilerin fiyat düzeyinin, rekabeti mümkün kılacak olan asgari seviyeye çekilmesi için özel çalışmalar yapılması,
• Aynı ihraç malından daha yüksek kazanç elde edilebilmesine olanak sağlayan marka oluşumuna ve kalite algısını yükselten reklam çalışmalarına önem verilmesi,
• İleri teknoloji içeren ve yüksek döviz kazancı sağlayan faaliyet alanlarının geliştirilmesi ve desteklenmesi,
• Yerel para birimleri ile ticareti mümkün kılan anlaşmalara imza atılması,
• Yurtdışından döviz girişi sağlayacak doğrudan yatırımların desteklenmesi,
• Yurtdışındaki Türklerin ve yabancıların, mevduatlarını Türkiye’de değerlendirmelerini sağlayacak koşulların oluşturulması,
• Yüksek düzeyde döviz çıkışına neden olan enerji giderleri, altın ve diğer kıymetli madenlerin ithalatı gibi hususlarda alternatif çözümler üretilmesi GEREKMEKTEDİR...
Belirtmek isterim ki Ak Parti hükümetleri uzun yıllara sari çalışmalar neticesinde bu hususta ciddi bir altyapı oluşturmuş bulunmaktadır. Yapılan ancak henüz ticari kazanca dönüşmemiş yatırımların da devreye girmesi ve yukarıda belirtmiş olduğum kalemlerin her birindeki pozitif yönlü gelişmeler, Türkiye’nin ödemeler dengesindeki açığını ve bu bağlamda ekstra döviz ihtiyacını da ortadan kaldıracaktır.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası istatistiklerini incelediğimizde, 05.02.2021 tarihi itibariyle ;
• Yabancı para mevduatları toplamının 262.235. milyar Dolar olduğunu,
• Bu 262.235 milyar Doların, 232.085 milyar Dolarının Mevduat Bankaları’nda,
• 30.150 milyar Dolarının, Katılım Bankaları’nda bulunduğunu,
• 205.583 milyar Dolarının, yurtiçi yerleşik gerçek ve tüzel kişilere,
• 23.563 milyar Dolarının ise yurtdışı yerleşik gerçek ve tüzel kişilere ait olduğunu GÖRMEKTEYİZ...
• Bu arada yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın ilgili ülkelerdeki mevduatlarının bu kapsamda bir değerlendirmeye tabi tutulmadığını ve Dolar üzerinden oluşturulan bu veri sunumunda, DOLARIN GERÇEK PAYININ 136.868 milyar Dolar civarında olduğunu da unutmamalıyız…
Bu arada 2020 yılının Kasım ayında Türk Lirası karşısında Dolar kurunun 8,58 seviyesinde oluştuğu ve Mevduat Hesapları ve Katılım Bankası hesaplarında dikkate değer düzeyde bir Dolar çıkışı olmadığı da dikkate alındığında, Dolar kurunda 7.02 seviyesine kadar oluşan gevşemenin nedeninin, YURTDIŞI KAYNAKLI PARA GİRİŞİ olduğunu söyleyebilmek mümkün bulunmaktadır. Bu para girişi neticesinde yaşanan gevşeme sonucunda, Dolar kurunun 7,02 seviyesinden yukarı yönlü tepki vermesine rağmen ciddi bir tepki verememesi ise, Dolar talebinin bulunmadığını ve muhtemelen Merkez Bankası’nın rezerv arttırma hazırlığı bağlamında çalışmalar yaptığını da göstermektedir. Ayrıca ülkemizin, fiyat rekabeti oluşturacak uygun fiyatlı mal ihracatının desteklenmesi noktasında, Doların aşağı yönlü bir hareketinin ya da diğer bir ifadeyle Türk Lirası’nın değerlenmesinin istenmediğini söyleyebilmek de mümkündür.
Dolar kurundaki bu düşüş eğilimi, gecikmeli de olsa Türkiye’de var olan enflasyonun düşmesine katkıda bulunacak, bu durum da bir süre sonra faizlerin gevşemesine, yatırımların ve istihdamın artmasına ve enflasyonda kalıcı bir düşüşün sağlanmasına neden olacaktır. Dolar kurunda gerçekleşen düşüşle sağlanan gelir etkisinden kaynaklı talep ise üretim artışını destekleyecek talep olarak şekillenecek, ancak üretim de arttığından enflasyona neden olmayacaktır. Türkiye’nin ekonomik durumunda yaşanan bu gelişmeler, Türkiye’ye ciddi anlamda doğrudan yabancı yatırım furyasının başlamasını ve tüm küresel fonların yatırımları için kapının aralanmasını sağlayacaktır. Böylece Türkiye’nin eline Uluslararası Kredi Derecelendirme Kuruluşları’nı davul yerine koyup çalmak için büyük bir fırsat geçecektir. Zaten Covid -19 salgınına rağmen Türkiye’nin uluslararası piyalardaki risk priminin ( CDS) ciddi anlamda gerilemesi de gören gözler nezdinde bu gerçeği müjdelemektedir…
Bu arada yüksek getirili Türk Lirası karşısında, Dolar’da kalmanın oluşturduğu dezavantaj ve Dolar kurunun gerileme sürecine girmesinin mevduat sahiplerinde oluşturacağı korku, TERS DOLARİZASYON SÜRECİNİ başlatacak ve mevduat hesaplarında bulunan Doların bozularak, TÜRK LİRASINA GEÇİŞ SÜRECİ HIZ KAZANACAKTIR. Bu durum ise zaten ciddi bir Dolar ihtiyacı kalmamış olan ülkemizin pozitif durumu nedeniyle Ters Dolarizasyon sürecine hız kazandırarak Doların şimdiden tahmin bile edilemeyecek bir değer kaybı içine girmesine neden olabilecektir. Elbette bu süreçte Merkez Bankası ; ciddi manada rezerv biriktirmesine giderek , Doların ekonomiye zarar verecek bir seviyeye düşmesine izin vermeyerek, enflasyonu kontrol altına alıp faizlerin düşüşünü ve yatırımların artmasını sağlayarak da bir taşla birçok kuş vuracaktır.
İfade ettiklerim bir yatırım önerisi değildir ancak geleceği gören kazanır en azından zarar etmez diyorum…
13.02.2021 // 16.27
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE İLE KÜRESEL GÜÇLERİN MÜCADELESİ’NİN SONUÇLARI VE GELECEĞİN MİHENK TAŞLARINDAKİ SIRLAR…
Dünya üzerinde oluşturdukları ve kendilerine güç sağlayan unsurları kullanarak dünyayı yeniden tanımlamak isteyen güçler, insanlığın “yüksek bir bilinç seviyesinden ve ulvi bir hedefe sahip olma düşüncesinden yoksun oluşundan” yararlanarak, büyük güç sahibi haline getirdikleri “ŞEYTANİ GÜÇLER İTTİFAKI” ile insanlığı bir yok oluşa sürükleme dönemini başlatmış bulunmaktadır.
Bu süreçte Amerika Birleşik Devletleri, söz konusu ittifak tarafından bir baskı aracı ve patlamaya hazır bir silah haline getirilecek ve bu silahla, yeni dünya düzenine biat etmeyen devletler, güç kullanılarak hizaya getirilmeye çalışılırken ; karşı koyma yeterliliğine sahip olmayanlar, Şeytani güçlerin Çin üzerinden kurguladığı yeni düzenin kucağına itilecektir.
Şeytani güçlere, paganlara ve siyonistlere biat etmeyen kişilerin ve devletlerin üzerindeki baskılar artarken, kendi düzenini tesis etme yolunda hızla ilerleyen Türkiye’ye yönelik karşıtlık da körüklenecektir. Türkiye ise önümüzdeki süreçte ortaya koyacağı büyük ekonomik gelişimin de etkisi ile siyasi ve askeri gücünü, günümüzde tahmin bile edilemeyecek olan bir seviyeye çıkaracaktır. Türkiye’nin oluşturacağı askeri güç, bütün düşmanlarını tek başına karşılayabilecek bir yeterliliğe ulaşacak, sahip olacağı siyasi güç ise dünyanın tamamı açısından büyük ve inkar edilemez bir etkiye ve derinliğe sahip olacaktır.
Türkiye’nin karşı konulamaz şekilde gelişecek bu gücü karşısında, doğal olarak ve stratejik düzeyde pasifize olacak olan Rusya’nın zorunlu olarak geri çekilmesinden sağlanacak pozitif etki neticesinde ; tüm Türkistan coğrafyası büyük bir hızla yakınlaşacak, Türkçe’nin ortak kullanım seviyesi yükselecek, Türk devletlerinin organizasyon kabiliyeti artacak, büyük askeri ve siyasi ittifaklar oluşacaktır. En önemlisi de Türk Devletleri’nin halkları, Kazak- Kırgız- Oğuz- Başkurt- Türkmen- Özbek-Tatar değil TÜRK OLDUKLARININ ; Kazakça- Kırgızca- Özbekçe- Azerice- Türkmence- Tatarca- Başkurtça değil farklı lehçelerde de olsa TÜRKÇE konuştuklarının farkına varacaklar, üzerlerindeki asimilasyon politikalarının negatif etkilerinden kurtularak TÜRK TARİH BİLİNCİNE ulaşacaklardır.
Bu arada TÜRKİYE ; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınmasının sağlanması, Kuzey Irak- Musul- Kerkük ve Kuzey Suriye’nin hakimiyet altına alınması, Mavi Vatan’ın teşekkülü noktasında Yunanistan’ın etkisizleştirilmesi , Afrika kıtasıyla ve Karadeniz kıyısı ülkelerle yakın ilişkiler tesis edilmesi, Balkan coğrafyasında hakimiyet tesisi gibi hususlarla aktif tavrını yükselterek devam ettireceği gibi kendisiyle irtibatlı bütün ülkelerle stratejik içerikli ilişkilerini de üst düzeye çıkaracaktır. KRİTİK NOKTA, küresel güçlerin birçok güç unsuruna ve özellikle ekonomik güce sahip olsalar da Türkiye’nin sahaya sürdüğü bu atağa karşı koyacak düzeyde güçlerinin olmamasıdır. Yine bu konuda çok önemli bir husus, Türkiye’nin ortaya koyacağı etkinin, küresel güçlerle galibi belirleyecek bir karşılaşmayı da zorunlu kılmasıdır. Çünkü iki tarafça ezici bir üstünlüğün ortaya konulamadığı bir ortamda, gerilim ve çekişmenin devam etmesinin, bir savaşı zorunlu kılacağı hususu, akıl ve tarih çizgisinde ulaşılan bir sonuç ve bir gerçekliktir. Kısaca söylemek gerekirse bir geri çekilme olmayacağına göre savaş, KAÇINILMAZDIR...
ABD’nin bölgemizde oluşturacağı gerilim arttıkça, Balkanlar ve özellikle Arnavutluk büyük önem kazanacak, Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik baskısı arttıkça da Yunanistan, Türkiye’yi sırtından hançerlemek üzere yönlendirilen bir maşa hüviyetine bürünecektir. Geçmişte birçok defa ifade ettiğim şekliyle, Kıbrıs’ta çözümsüzlüğü çözüm kabul eden ve kendi devletimizi dünyaya kabul ettirmeyi hedefleyen bir taktiği benimsememiz, Girit açıklarında sondaj faaliyetlerine girişecek olmamız, Ege Adaları’nın antlaşmalara aykırı olarak silahlandırılmasına yüksek sesle karşı çıkmamız, Yunanistan’ın karasularını 12 mile çıkarma arzusunu savaş nedeni sayarak bloke etmemiz, Batı Trakya Türklerinin haklarını en üst perdeden dillendirmemiz, tıpkı Ermeniler gibi hayal dünyasında yaşayan - sorunlu ve saplantılı bir algıya sahip olan Yunanistan’ın, Türkiye ile kaçınılmaz biçimde ve savaş çizgisinde karşılaşmasına neden olacaktır. Yunanistan geçmişinde olduğu gibi doğrudan doğruya bu cesareti ortaya koyamayacağından, süreç içinde ufak tefek çatışmalar yaşansa da bu karşılaşmanın gerçek zamanının, Türkiye ile ABD ve avanelerinin karşı karşıya geleceği vakitle eş zamanlı olacağını söyleyebilmek mümkündür.
Burada sorulması gereken soru ise ; TÜRKİYE VE ABD NEREDE VE ZAMAN KARŞI KARŞIYA GELİR SORUSUDUR !!!
Büyük bir ekonomik –siyasi ve stratejik güç kaybı içinde bulunan Avrupa Birliği, Türkiye ile karşı karşıya gelebilecek ya da bunu talep edebilecek bir yeterliliğe sahip değildir. Küreselcilerin kuklası olan Fransa ve Yunanistan’ı dışarıda bırakacak olursak, Avrupa Birliği için Türkiye, çok daha vazgeçilemez bir ülke olacaktır. ABD, Türkiye’ye Libya’dan çıkması önerisini getirse ve Birleşmiş Milletler’i kullanarak kendi düzenini tesis etmeye kalksa da, evdeki hesabı çarşıya uymamıştır ve Libya, bir süre sonra tamamen Türkiye’nin kontrolüne girecektir. “Zulüm ile abad olunmaz” ilkesi gereğince, şimdilerde sessiz görünen ve son olarak Filistin konusunda sinsi bir yaklaşımla faaliyetler yürüten Firavunların yardakçısı Sisi’nin yönettiği Mısır’ın, eninde sonunda kaosa sürüklenmesi ve dış müdahalelere açık hale gelmesi de muhakkaktır. Kader, tecelli etmek için “ol emri” gereğince kendisine tahsis edilen zamanı beklemektedir.
Bu arada Suudi Arabistan – Yemen – İran ve BAE arasındaki sorunlu ilişkiler yumağından, Katar- Türkiye- Umman- Pakistan //ABD- İsrail ve Mısır bloklarının da katılımıyla Ortadoğu’da büyük bir karışıklık çıkacak ve bu karışıklık, bölgede büyük bir güç boşluğu oluşturacaktır. Elbette bu güç boşluğu, büyük ölçüde Türkiye tarafından doldurulacak ancak ABD ve avanesi de İsrail’i ve kendi çıkarlarını korumak için bölgede savaş konumu alacaklardır. Bu arada Suriye rejimi çökmüş, Irak da parçalanmış olacağından, Türkiye’nin etkisi ve kontrolü de genişleyecektir. Muhtemelen ABD ile ters düşecek olan SUUDİ ARABİSTAN, İsrail beslemesi BAE rejimi güdümünde oluşturulan ve ABD birliklerince de desteklenen bir askeri güçle İŞGAL EDİLMEK İSTENECEKTİR. Kanaatimce İran da Suudi Arabistan rejimi muhalifliği ve Yemen politikası üzerinden oluşan bir stratejiden hareketle ve Irak üzerinde Şia perspektifinde oluşan hakimiyetinden kaynaklanan bir yönelimle, bu furyaya katılarak meseleyi daha da girift bir hale sokacaktır ancak küreselcilerle aynı çizgide politika geliştiren İran’ı çok iyi günlerin beklemediği hususu da bir başka gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. Bu süreçte MEKKE ve MEDİNE’nin durumu tehlikeye girecek, paganların- siyonistlerin – evangelistlerin ve İslam dünyasındaki işbirlikçilerin yönlendirmesinde şekillenen ve Türkiye’yi durdurmak isteyen ittifak güçleri ile Türkiye arasında ; Yavuz Sultan Selim Han’ın MERCİDABIK zaferi kadar önemli sonuçlar doğuran ancak MOHAÇ , ÇALDIRAN , MALAZGİRT ve PREVEZE savaşlarının bileşkesinin modern versiyonu sayılabilecek kadar da büyük bir mücadele yaşanacaktır. İşte herkesin MELHAMEİ-İ KÜBRA ya da karşıt cephenin tabiriyle ARMEGEDDON olarak bildiği ve dillendirdiği savaş, bu savaş olacaktır. Ve Yunanistan’ın fırsat bu fırsattır diyerek Türkiye’ye ve özellikle İstanbul’a saldıracağı zamanı belirleyecek husus da bu savaşın tarihi olacaktır. Ancak kurulduğu andan itibaren kendisine şans getiren bu fırsatçılık, Yunanistan’ın da sonunu getirecektir. Önemli olan bizim, kağıt üzerinde büyük görünen bu güçlerle ; Hava - Deniz ve Kara savaşını farklı cephelerde aynı anda yapabilecek seviyeye ulaşmayı başarmamızdır ki bunu başaracağız ve tüm düşmanlarımıza diz çöktürerek, yeni bir çağı açacağız. Bu çağın adı ise ALTIN ÇAĞ’dır…
ALTIN ÇAĞ ; Müslüman- Türk Milleti’nin dünya üzerinde mutlak bir hakimiyet tesis ettiği, Türk’ün kudret timsali sancağını yeniden cihana yaydığı, mezhep ayrılıklarının ortadan kalktığı, hilafetin sahibini bulduğu ve hilafet güneşinin cihanı kuşattığı, yaşanacak olağanüstü olaylar karşısında insanların Din-i Mübin-i İslam’a koştukları, Şeytanın mağlubiyetinin tescil edildiği, Hakkın gelip batılın zail olduğu ve Cennet Krallığı’nın sahibinin Allah’a isyan eden zayıf karakterli İsrailoğulları’nın değil, her daim Allah’a şükreden, Allah ismini zikrederek savaşan ve Allah için yapılan fedakarlıkta sınır tanımayan, İsrailoğulları gibi kıytırık kabile savaşları vererek değil, nice ölüm- kalım savaşlarından varlığını koruyarak çıkan ve tarihin derinliklerinden süzülüp gelen Müslüman- Türk milleti olduğunun Hz.Süleyman’ın mührü ile mühürlendiği bir kutlu dönem olacaktır…
Ne mutlu bu dönemin hazırlığı için çalışanlara ve ne mutlu bu dönemi yaşayacak Altın çağ Müslümanlarına …
12.02.2021 // 17.12
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRK DÜNYASI’NA VE İSLAM ALEMİNE BİR SESLENİŞ…
Kadim geçmişten bu tarafa cihana hükmeden devletler kurmuş, yeryüzünü titreten ordular sevketmiş, emsalsiz zaferler kazanmış ve her daim tarihe yön vermiş olan Büyük TÜRK Milleti, geçmişte aldığı yaraları, içine düştüğü cendereleri, kendisini sırtından hançerleyenleri ve yaptığı yanlışları, düşünmekle hissetmek arasında bir hal üzere yeniden yaşayıp için için efkarlanırken, dumanlı dağların yüksek zirvelerine yerleşmiş bir kurt gibi düşmanlarına saldıracağı günlerin de gizliden gizliye hayalini kuran bir tavır içinde bulunuyordu…
Bozkurt hüviyetli TÜRK milleti, onu cihana hükmetmek üzere ve bu hususta gerekli hususiyetlere malik olarak halketmiş bir yaratıcıya sahip olduğunu ezelden beri biliyordu. Herkes unutsa da yaratıcısının, onun sahip olduğu kabiliyetleri, yapabileceklerini ve geçmişte yaptıklarını unutmayacağının da farkındaydı. Kadim tarihten bu tarafa asalet içinde yaşamış ve yaratıcısının seçip “KUT” verdiği kağanlarının liderliğinde, hakkın sancağını cihana taşımış ; başlıya baş eğdirmiş, dizliye diz çöktürmüştü. ALLAH’IN YERYÜZÜNDEKİ ORDUSU, ŞEYTANİ GÜÇLERİ VE KURDUKLARI DÜZENLERİ DAĞITAN İNTİKAM KILICI GİBİYDİ… Bu görev, hassaten de ona aitti ve “Ben bu tahta tanrının izniyle oturdum… Ey TÜRK Milleti ! üste mavi gök basmadıkça, altta yağız yer delinmedikçe, senin ilini töreni kim bozabilir ! diyerek, insanlığa kudretini haykıran Kağanları da bunun en büyük deliliydi…
Alemler sultanı Hz. MUHAMMED Sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin, dünyamıza teşrifi sonrasında kaldırdığı kutlu İslam sancağı ile TÜRK milleti , doğunun ve batının sultanı ünvanına sahip ve Çiftbaşlı Kartal’ın sahibi ŞAH’ları ve Devlet-i Aliyye’nin cihanı titreten, yedi düvele meydan okuyan kudretli HAN’ları ile Alem-i İslam’ın varlığını baki kılıp, Din-i Mübin-i İslam-ı da cihana hakim eylemiştir…
İşte uzun yıllardır kendi dünyasına çekilen Bozkurt, yokluğunda cihanı saran çakal vasfındaki düşmanlarına ve onlardan oluşan sürülere karşı yeniden diklenmeye , onlara gözdağı verip korkutmaya , kendi hakimiyet alanlarını işaretlemeye, silahlanmaya, güçlenmeye, kardeşlerini uyarmaya, himaye alanlarını tesis etmeye başlamıştır. Kısaca söylemek gerekirse Aziz ve Hakim olan yüce ALLAH’ın takdiriyle yeniden MEYDANA İNMİŞTİR. Bozkurtun meydana indiğini ise dost ve düşman herkes görmüştür. TARİH ; EN KADİM YAZICISINA , ÇAĞLAR AÇIP ÇAĞLAR KAPAYAN HAKANINA YENİDEN KAVUŞMUŞTUR. Yüce Allah’ın Türk Milletine bahşettiği bu kutlu mücadele yolundan geri dönüş de yoktur. Bu noktadan sonra ; kim daha kararlı, daha atılgan, daha cesur, daha hazırlıklı , daha iyi stratejiye sahipse ve manen daha mukavemetli ise o kazanacaktır DENİLEBİLECEK OLSA DA GERÇEKTE ALLAH CELLE CELALÜHÜ HAZRETLERİ KİMİN YANINDAYSA O KAZANACAKTIR DEMEK DAHA DOĞRU OLACAKTIR… BU BAĞLAMDA HADDİMİZ OLMASA DA VARLIĞINA DUYDUĞUMUZ SEVGİDEN MÜTEVELLİT BİR SAMİMİYETTEN HAREKETLE, YÜCE RABBİMİZİN ; YERYÜZÜNDEKİ ORDUSUNUN, KILICININ VE BEKLENEN KOMUTANIMIZIN YANINDA OLACAĞINI SÖYLEMEK DE YANLIŞ OLMAYACAKTIR...
Ey TÜRK Milleti ! Ey yılların intikamı ile pençelerini bilemiş KARTAL ! Ey düşmanına saldırmak için kahpeliğin zirve yapmasını , ilk hamlenin düşmandan gelmesini bekleyen ASLAN ! yeniden birlik olma ve cihana nizam verme vaktimiz gelmiştir. Düşmanlarımız, haçlı ruhuyla karışık pagan düzeninde üzerimize gelmeden önce, çok yönlü bir birlik oluşturarak dünyaya yeniden ; “senin devletini, düzenini , hakimiyetini kim bozabilir” diye haykıracağımız bir kudrete hızla ulaşmalıyız.
Bu günden sonra, birliğe, lidere ve kutlu davalarımıza karşı tavır alanlara karşı, en net ve tavizsiz tutumları sergilemek, hepimizin üzerine milli ve manevi bir borçtur. Allah’a , peygamberimize ve atalarımıza karşı sorumluluğumuzdur.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Müslüman Türk Milleti’nin, küresel güçlere ve paganların kurmaya çalıştığı şeytani düzene karşı oluşturduğu stratejinin, tüm dünya tarafından görülmesi ve anlaşılması gereği bulunmaktadır. İNSANLIK VE ÇOCUKLARIMIZ, HEM MANEN HEM DE BİYOLOJİK OLARAK BÜYÜK BİR TEHDİT ALTINDADIR… Bu tehdidin karşısında durabilecek ve bu tehdidi ortadan kaldırabilecek mücadeleyi ortaya kayabilecek tek güç, MÜSLÜMAN- TÜRK MİLLETİ’DİR. Ancak ruhunu ve aklını Şeytana satmamış olan tüm insanlığın, bu mücadelede Müslüman Türk Milleti’nin yanında olması ve CİHANA YAYILAN BİR DALGA İLE ŞEYTANİ GÜÇLERİ TASFİYE ETMEYE HAZIRLANMASI gereği bulunmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Müslüman- Türk Milleti’nin karşısında yavaş yavaş saf tutmaya başlayanlar, oyunu KURALSIZ OYNAMANIN peşindedir. Lakin gerçekte çok iyi bilmelerine rağmen göz ardı ettikleri şey ; yenilgiye uğratılabilmesi mümkün olmayan mutlak kudret sahibi Allah’ın evren üzerindeki nihayetsiz tasarruf gücü ve İslam sancağının bayraktarı Müslüman- Türk Milleti’nin sergileyeceği emsalsiz mücadele kabiliyetidir. Bu aziz millet, Rabbimizin ; “ Onlar Allah yolunda mücadele ederler ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar” ifadesine mazhar olmuş bir millettir ve bu mazhariyeti hak ettiğini bir kez daha tüm cihana ispat edecektir.
HİLAFET ; kanunla değil, sahibinin onu üstlenmesiyle düştüğü yerden kalkacak, yeniden yeşerip ihya olacak ve kudretli bir hükümdarın varlığında cihanı kuşatacaktır.
Bu arada “Ayı görmek istiyorsan, gökyüzüne ; Beklenen Komutanı bilmek istiyorsan önce Satürn’e sonra da Sirius’a bak sloganlarını da birleştirmek isterim.
Yeşermesi ektiğimiz tohumun haktır,
İşte o gün ruhlarımız şad olacaktır…
06.02.2021 //01.35
.OCAK AYI DIŞ TİCARET VERİLERİNDEN HAREKETLE TÜRKİYE EKONOMİSİNİN GELECEK PERSPEKTİFİ…
ÇIKARLARIMIZ İÇİN DEĞİL ; ADAM OLMAK, MÜSLÜMAN OLMAK, TÜRK OLMAK, VATANSEVER OLMAK İÇİN YAŞAMAMIZ VE BUNUN İÇİN DE DİRAYET, SABIR , FEDAKARLIK , BİRLİK VE MÜCADELE BİLEŞKESİNDEN YÜKSELEN GÜÇLÜ BİR TAVIR SERGİLEMEMİZ GEREKTİĞİNİ BİLMELİYİZ…
Bilindiği üzere dünyamız, Covid-19 isimli bir laboratuvar virüsünün etkisi ve bu çerçevede insanlık üzerine pompalanan korku algısıyla, küresel bir karantinanın etkisi altına girmiş bulunmaktadır.
Bu virüs ilk ortaya çıktığında ifade ettiğim gibi Covid – 19 salgınının arkasında , bu konuya ilişkin olarak yıllardır özel çalışmalar ve denemeler yapan paganlar ya da diğer bir deyişle küreselciler bulunmaktadır. Dikkat edilecek olursa bu virüs Çin’den çıkmış ancak en fazla Amerika Birleşik Devletlerini etkilemiş hatta ABD başkanlık seçimlerinin sonuçlarını değiştiren bir faktör olarak tanımlanmıştır.
Bu virüsün etkisiyle dünya ekonomilerinin hemen hemen tamamı büyük ölçüde gerilerken, kalıcı hasarlar da almış bulunmaktadır. Ancak yine dikkat edilirse Çin açısından ekonominin çarklarının durmadığı ve dünyadaki daralmanın aksine büyümenin sürdüğü bir dönemin yaşandığı görülebilmektedir. Sadece bu gerçeklik dahi, bu virüsün en büyük etkisinin ; Çin’i dünya ekonomisinin en büyük gücü haline getirirken, ABD ve batı ekonomilerini geriletmek şeklinde ortaya çıktığını söyleyebilmek mümkün hale gelmektedir. Bu sürecin devamı noktasında, oluşan bu zemin üzerinden yeni bir küresel sistem dizayn edilmesinin hedeflendiğini görmemek için de beyin körü olmak gerekmektedir.
İçimizdeki işbirlikçilerin sergilediği negatif tutumun da etkisiyle bir denge politikası uygulamak durumunda kalan ülkemiz ise bu süreçten büyük bir kayıp yaşamaksızın hatta önümüzdeki süreçte meyvelerini toplayacağı birçok kazanımla çıkıyor görünmektedir. Elbette insanımız büyük zorluklar çekmiş, kazanç kayıplarına uğramış ancak ekonomik altyapısını korumayı başarmış ; daralan ekonomik alanları, büyüyen ekonomik alanlarla ikame etmeyi de sağlayabilmiştir.
Belki kişiler yalan söyleyebilir, aldatıcı ya da yönlendirici ifadelerde bulunabilir ancak rakamların yalan söylediğinden bahsedilebilmesi mümkün değildir. Bu bağlamda 2021 yılı Ocak ayı ihracatımız, tüm zamanların en yüksek ihracat rakamına ulaşarak 15 milyar 48 milyon Dolar , ithalatımız ise % 5,6 azalışla 18 milyar 123 milyon Dolar olarak gerçekleşmiştir. Ocak ayı dış ticaret açığı ise 3 milyar 75 milyon dolar olarak gerçekleşmekle birlikte bu meblağın, bir önceki yılın Ocak ayına oranla yüzde 32'lik bir azalışa karşılık geldiği de gözden kaçırılmamalıdır. Böylece, ihracatın ithalatı karşılama oranı % 83 , altın hariç ihracatın ithalatı karşılama oranı ise yüzde 87 olarak gerçekleşmiştir.
Burada dikkat edilmesi gereken husus, Ocak ayının ülkemiz ekonomisi açısından en sıkıntılı ay olmasına rağmen, bu olumlu sonucun alınmış olmasıdır. 2020 yılı büyüme rakamları [(+4,5) , (-9,9) , (+6,7) ( ?) ] bu verilerle birlikte dikkate alındığında ise ; küresel salgın koşullarına rağmen, ülkemizde üretimin artarak devam ettiğini , ithalatımızın da ülkemizde gerçekleşen arz artışıyla ikame edildiğini göstermektedir.
Yine Ocak ayını dikkate aldığımızda Döviz kurlarında aşağı yönde bir gelişmenin, ülkemize para girişinde ve doğrudan yatırımlarda önemli miktarda bir artışın olduğu ve parasal genişleme olarak addedilebilecek mali yardımlara rağmen enflasyon ve faizlerde ise bir artışın olmadığı görülmektedir. Ayrıca küresel salgın nedeniyle turizm gelirlerindeki büyük düşüşe rağmen, döviz kuru ihtiyacına bağlı olarak bir sıkıntı yaşamadığımız da görülmektedir. Bu noktada bazı gıda ürünlerinde tıpkı patates soğan örneğinde olduğu gibi spekülatif temelli artışlar olsa da bunların ülke ekonomisini negatif yönde etkileme vasfı taşımayan geçici durumlar olduğunu da belirtmek isterim.
TÜRKİYE’NİN ; büyük enerji yatırımları, altın üretiminde 5 yıl içinde yıllık 100 ton seviyesini yakalayacak olması, oluşturmuş olduğu lojistik altyapı, enerji güzergahındaki merkez olma konumundan sağlayacağı gelirler, tespitini yaptığı doğalgaz rezervlerinden elde edeceği gelirler, silah sanayisinin sağladığı tasarruf etkisi ve ihracat gelirleri, kısa süre sonra dış ticarette fazla vererek oluşturacağı cari fazladan kaynaklanan rahatlık, Covid-19 salgınının etkilerinin azalmasına bağlı olarak artacak turizm gelirleri, alternatif üretim merkezi olarak ortaya çıkmasının önümüzdeki dönemde sağlayacağı kazançlar, yükselen bir finans ve üretim merkezi olarak çekeceği finansın oluşturacağı yatırım , üretim ve ticaret etkisinden sağlayacağı kazançlar ile ulaşım ve lojistik hizmetleri, gelişen ihracat kapasitesi ve genel marka değeri nedeniyle oluşacak gelirleri şuan sahip olduğu kapasite ile birlikte dikkate alındığında, BÜYÜK BİR EKONOMİK GÜCE ULAŞMAK İÇİN SAYILI GÜNLERİN KALDIĞINI SÖYLEYEBİLMEK MÜMKÜN BULUNMAKTADIR.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve hanehalkının borçluluk seviyesinin düşük olması, genç nüfusun ve koşullara uyum sağlayabilme hızının tüketim ihtiyacını yani talebi destekliyor olması, bakir pazarlara hitap edebilme imkanına sahip oluşu , yetişmiş - dinamik ve arayış içindeki insan gücüne malik oluşu, aktif- etkin ve çok yönlü bir üretim altyapısına sahip olması ve Dünya ticaretinin merkezinde konumlanmış olması da Türkiye’nin gücünü arttıran unsurlar olarak belirlenebilmektedir.
Bu gerçeklik karşısında, ekonominin bitip tükendiğine ilişkin halüsinasyon görenlerin ; bağnaz, dar görüşlü, ben merkezli düşünen, kısa vadeli çıkarları peşinde değerlendirme yapan, ülke ekonomisini sadece kendi kazancından ibaret sayan, küresel gerçeklikleri göz ardı eden, dövizi yatırım aracı olarak görmeyin denildiği halde ülkesinin dövize ihtiyaç duyduğu anda döviz satın alarak mevduat hesaplarında 230 milyar Dolar biriktirip vurgunculuk peşinde koşan, ülkesine ekonomik operasyon çekmek için yedi takla atan işbirlikçiler ve en önemlisi de ekonomi cahilleri olduğunu anlamamız ve bunlara fırsat vermememiz gerekmektedir.
Bu ülkenin yönetimi, var gücüyle ülkesinin insanı ve onların geleceği için çalışmaktadır. Kimse kendisi için ekstra bir ayrıcalık, pışpışlama, ziyaret, olanak beklememeli, herkes kendisinden ziyade başkalarının durumuna karşı hassas olmalıdır.
Nice yokluklar içinde mücadele ederek bu vatanı bize bırakan atalarımızın yaşadıkları karşısında bizlerin yaşadığı sıkıntıların devede kulak bile olmadığını herkes aklından çıkarmamalıdır. Bu tavrımıza karşı bize eleştiri getirenlerin ; bizimle kan ve inanç uyuşmazlığı bulunan, organize hareket ederek her fırsatta bize ve değerlerimize saldıran militanlar güruhu ve onların meydana çıkamayan korkak şakşakçıları olduğunu da zihnimizde yer eden bir küpe gibi taşımalıyız.
Herkes, hükümetimizin ilk fırsatta ve şartlar olgunluk kazandığında, insanımızın refah seviyesini yükselteceğini bilmeli, bu ülke yönetiminin zillet partilerinin eline geçmesi durumunda, ülkemizin 3.Dünya ülkesi sınırından bulunduğu saygın konuma gelmesini sağlayan kazanımlarının yok edilmesi noktasında uygulanması muhtemel iğfal politikasına ilişkin sorumluluğunu da asla unutmamalıdır…
BU DÜNYADA EKONOMİK ÇIKARLARI İÇİN DEĞİL, YARATILIŞ GAYELERİ VE KUTLU AMAÇLAR İÇİN YAŞAYANLAR ; EN VAHİM ŞARTLAR ALTINDA DAHİ İSYAN EDEMEZ, DEVLETİNE VE MİLLETİNE BAĞLILIĞINDA EN KÜÇÜK BİR ZAFİYET DAHİ ORTAYA KOYAMAZLAR...
DAVA ADAMI OLMAK DA MÜKAFATA MAZHAR OLMAK DA KOLAY DEĞİLDİR...
KISTAS DA ARŞIN DA BURADADIR... HERKESİN ÖLÇÜLMEDEN ÖNCE KENDİNİ ÖLÇMESİ DİLEĞİMLE...
02.02.2021// 17.46
SEDAT ÇETİNKAYA
.ABD KARADENİZ’DE FİTNE, MERAL ABLALARI İSE SEÇİM PEŞİNDE ?
YIKILASIN, YOK OLASIN ZİLLET İTTİFAKI , ENKAZINI GÖRELİM… SANA İTTİFAK DİYENİN, MİLLİ DİYENİN YÜZÜNE TÜKÜRELİM…
Amerika Birleşik Devletleri’nin güdümlü füze destroyeri USS Donald Cook 25 Ocak 2021 tarihi itibariyle Karadeniz’deki kışkırtma ve tahrik görevine başlamış bulunmaktadır. Ancak herkes ve özellikle fitne medyası köpürte köpürte Rusya’nın bu duruma karşı aldığı önlemlerden bahsediyor olsa da analiz edilmesi gereken ve sorgulanması gereken husus, ABD’nin bu girişiminin nedeni olmalıdır...
Amerika Birleşik devletlerinin, ortada hiçbir anlamlı neden olmamasına ve ülkesi nezdinde çözmesi gereken birçok önemli sorun bulunmasına rağmen, Karadeniz’e bir güdümlü füze destroyeri göndermesinin nedenini, Türkiye ile Rusya ilişkilerini bozmaya matuf bir girişimde bulunmak olarak ifade edebilmek mümkündür.Bu girişim neticesinde Amerika Birleşik Devletleri, NATO ülkelerinin savaş gemilerinin Karadeniz’de bulunmasını Türkiye’nin de desteklediği izlenimini vererek, Rusya’nın Türkiye’yi karşı cephede tanımlamasını sağlamak istemektedir. Bu hedeflemenin gerçek amacı ise Türkiye ile Rusya arasında açık veya zımni bir ittifakın doğmasını engellemek ve ayrıca Libya ve Suriye gibi ülkelerde Türkiye- Rusya yakınlaşmasını ortadan kaldırarak ABD etkinliğini tesis etmenin önünü açmaktır. Bu uygulama ise Türkiye ve Rusya’yı ayrı ayrı alt etmenin daha kolay olduğu stratejisine dayandığı gibi Türkiye ve/veya Rusya ile yakın ilişki kurmak isteyen Avrupa ülkelerine göz dağı vererek hizaya sokma amacına da hizmet etmektedir. Birbirini gölgeleyen ve üst üste binen bu taktik yaklaşımlarla ulaşılmak istenen gerçek hedef ise İPEK YOLU HAKİMİYETİNİ, HERHANGİ BİR ÜLKENİN BASKISINI VE BOZUCU YÖNDE GELİŞEN BİR STRATEJİSİNİ HİSSETMEDEN, PROJE SAHİPLERİ LEHİNE TESİS EDEBİLMEKTİR.
Ancak belirtmek isterim ki ABD’nin bu tuzağına ne Rusya ne de Türkiye düşmeyecektir. ABD, gerilim oluşturarak Türkiye’yi tarafını seçmeye zorlamak isterken, kendisine de biat ettirmeye çalışmaktadır. Aslında bu noktada Rusya’nın Türkiye ile danışıklı dövüş içerecek şekilde göstermelik bir sertliğe bürünerek, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni tartışmaya açması ve bu tartışma sonucunda Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkelerin savaş gemilerinin bu denize girmesinin yasaklanması cihetinde bir gelişimin, Türkiye’nin aktif desteği ve Ukrayna’nın da ikna edilmek suretiyle sağlanması güzel bir karşılık olurdu. Aksi takdirde I.Dünya savaşında Almanların Goben ( Yavuz ) ve Bersleau ( Midilli ) isimli gemilerinin, Rus gemilerine ve Sivastapol’a saldırarak Devlet-i Aliyye’nin savaşa girmesine sebebiyet vermesi gibi bir durumun benzerini yaşayabilmek hiç de imkansız değildir.
Bu arada kendisine Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir vizyon, bir duruş ve küresel bir hedef koyan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, tüm küresel güç merkezlerine karşı Afrika’dan Kafkasya’ya değin mücadele verirken, kendisini ülkücü zanneden Meral Hanım ; Demirtaş sempatizanı, Hdp destekçisi İyi bir kafayla olsa gerek analiz yaparak, nasıl uydurduğu belli olmayan bir tarih olan 21 Haziran 2021 günü erken seçim olması gerekir şeklinde bir söylem ortaya koymaktadır. Bir partinin başkanın, meramını ben seçim istiyorum diye ortaya koyabilmesi mümkündür ancak “Gördüğüm kadarıyla 2021 Haziran gibi seçim olabilir. Erdoğan kışı sevmez. Haziranda seçim bekliyorum, olması da gerekir.” şeklindeki bir söylemin ; küresel destekçilerine ve içimizdeki işbirlikçi güruha biz Haziran için uygunuz siz de siyasetinizi ona göre geliştirin , Haziran’da yapılacak bir seçim için en geç Nisan ayı gibi sonuç almamız gerekmektedir demek olduğu, karanlığı delen gözlerimizden ve fısıltıları duyan kulaklarımızdan kaçmamaktadır.
Hızla eriyen ve güç kaybetmeye başlamış olan Zillet İttifakı, ancak bir seçim söylemiyle ve uluslararası baskılardan yararlanılarak toparlanmak ve ayakta tutulmak istenilmektedir.
Yurtta Sulh ile Başkan olamadınız mı Meral Hanım ? O zaman sür eşeğini Demirtaş’a özgürlük türküsü ittifakına da boyunu görelim…
YIKILASIN, YOK OLASIN ZİLLET İTTİFAKI , ENKAZINI GÖRELİM… SANA İTTİFAK DİYENİN, MİLLİ DİYENİN YÜZÜNE TÜKÜRELİM…
31.01.2021 00.45
SEDAT ÇETİNKAYA
.GÜCÜN YETİYORSA GEL ÇIKAR…
Amerika Birleşik Devletleri’nin Birleşmiş Milletler nezdindeki daimi büyükelçisi Richard Mills, Libya'dan tüm yabancı askerlerin çekilmesi için tanınan sürenin dolduğunu belirterek, "Rusya, Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri dahil tüm yabancı güçleri, Libya'nın egemenliğine saygıya ve Libya'daki askeri müdahaleyi derhal ve tamamen durdurmaya çağırıyoruz" diyerek Libya’dan ÇEKİLME ÇAĞRISI yapmış bulunmaktadır.
Oysa küresel terör politikalarının mimarı , “İŞGALCİLİKTE DEVRİM VE KATLİAM FELSEFESİ”nin kitabını yazmış olan Amerika Birleşik Devletleri ; halen Irak’da, Suriye’de ve Afganistan’da işgalci konumunda bulunduğunu, darbeci sözde general Hafter’i yıllarca CIA gözetiminde ülkesinde besledikten sonra Libya’nın başına bela edenin kendisi olduğunu da unutmuş görünmektedir.
Yine Amerika Birleşik Devletleri, Afganistan’da özel eğitime tabi tuttuğu ve isimleri literatüre “AMERİKAN TALİBANI” olarak geçen küresel teröristlerini, Irak ve Suriye coğrafyasına getirerek, burada DEAŞ isimli bir terör örgütünü kurduğunu, bu örgütle mücadele etmek için ise PKK tabanından Pyd//Ypg//Sdg yapılanması olarak yeni bir terör örgütünü peydahladığını da nedense hatırlamamaktadır. Amerika Birleşik Devletleri , Irak ya da Suriye’de tek bir mahalle derneği bile olmayan bir terör örgütünün, Irak ve Suriye’de kendiliğinden ve aniden peydah olduğunu iddia edecek ve böylece dünyayı kandırmaya çalışanın kendisi olduğunu görmezden gelecek kadar da akıl tutulması yaşayan bir devlet olduğunu ortaya koymuştur.
Türkiye’nin önünü kesmek, oyalamak, kaynaklarını heba etmek, iç dengeleriyle oynamak ve kendisine mahkum kılmak için bir koz olarak tertiplediği Pkk’nın arkasındaki konumunu ise tamamen yok sayan bir tavır içinde bulunmaktadır.
Oysa beyin fukarası ABD yönetimi, Libya’da savaşan taraflar arasında Türk güçlerinin bulunmadığını ve Libya’da bulunan Türk güçlerinin uluslararası anlaşmalar dahilinde teşekkül eden yasal statü çerçevesinde Libya’da bulunduğunu da görmezden gelmektedir.
Aynı Amerika Birleşik Devletleri’nin kendi milli egemenlik alanıyla hiç ilgisi olmayan Doğu Akdeniz’de, Yunanistan’a destek olmak suretiyle ve uluslararası anlaşmalara aykırı biçimde Dedeağaç’a 30 adet Blak Hawk tipi helikopteri konuşlandırıp burada bir askeri üs tesis etmeye çalışmakla ne yapmaya çalıştığını da açıklaması gerekmektedir.
Gerçi sözde müttefik ancak gerçekte binbir başlı yılan konumundaki ABD’nin, kendisi açıklamasa ve içimizdeki işbirlikçileri ilan etmese de biz ne yapmaya çalıştığını çok iyi biliyoruz…
Unutulmamalıdır ki ABD nezdinde iktidarda olan küreselci ekol, Türkiye ile son bir mücadeleye girişmeden, bizi iyice tartıp zorlamadan iddialarından vazgeçecek gibi görünmemektedir. Bu bağlamda ; YA OLACAK VE KAZANACAĞIZ. YA DA ÖLECEK VE KAZANACAĞIZ… BÖYLECE MÜSLÜMAN TÜRK MİLLETİ İÇİN KAYBETMENİN SÖZ KONUSU OLMADIĞINI BİR KEZ DAHA GÖSTERECEĞİZ…
ABD’nin amacı ; Libya ve Suriye’de Rusya’yı sıkıştırırken, V.Putin’in koltuğunu sarsmak ve hatta düşürmek için şartları zorlamak olduğu kadar Türkiye’yi çok yönlü olarak sıkıştırarak, Sayın Erdoğan’ın kendilerine biat etmesini sağlamaktır.
Oysa ne V.Putin’i düşürebilmeleri ve ne de Sayın Erdoğan’ı kendilerine biat ettirebilmeleri mümkün değildir. Onlar savaşın ne demek olduğunu gayet iyi bilmektedir ve yaptıkları savaşın kuralları da bulunmamaktadır. Bu nedenle her türlü saldırıya karşı tedbirli olma gereğinin bulunduğunu, ilgililerin dikkatine sunmak isterim.
ABD Başkanı J.Biden’ın dış politika- strateji ve istihbarat ekibinin , geçmişte ABD’nin DEAŞ ile Mücadele Özel Temsilciliğini yürüten Pkk//Pyd//Ypg//Sdg aşığı Brett McGurk, Antony Blinken, Jack Sullivan, Willam Burns gibi Türkiye düşmanı küreselcilerden teşekkül etmesi, ABD'nin önümüzdeki süreçte ortaya koyacağı TÜRKİYE SİYASETİNİN ŞİFRELERİNİ vermiş bulunmaktadır.
Türkiye’nin, ABD’NİN RUSYA POLİTİKASINA KARŞI GELİŞTİRECEĞİ SİYASET VE GÖSTERECEĞİ TAVIR , cephelerin ve mücadele sahalarının şekillenmesinde stratejik bir öneme sahip bulunmaktadır. Ancak şimdiden belirtmek isterim ki Türkiye, mevcudiyetine yönelik düşmanlığı çok açık olan ABD’nin pozisyonunu ve sonraki hedefin kendisini olduğu gerçekliğini göz ardı ederek, Rusya’ya karşı tavır almayacaktır. Bu yaklaşım biçimi ise ABD ile Türkiye’nin ve dolayısıyla NATO ittifakının ilişkilerini büyük ölçüde gereceği gibi bu gerilim ; Balkanlar- Kuzey Afrika- Ortadoğu ve tüm Akdeniz’i saracak, bölgeler adeta ALEV ALACAKTIR…
Gerilimin ŞİDDETİNİ, küreselcilerin isteklerini gerçekleştirme arzusunun büyüklüğü, DEVAMINI İSE katlanmaya hazır oldukları fedakarlığın düzeyi gösterecektir.
Bu arada tarihi- siyasi ve stratejik perspektife çok yönlü ve dikkatli bir şekilde baktığımızda, Yunanistan’ı iyi günlerin beklemediğini söyleyebilmek mümkün hale gelmektedir.
Ülkemizde, işbirlikçi ve zillet çukuruna düşmüş bir yönetim işbaşına gelmediği ve bizler yüksek bir ferasetle hareket ederek böyle bir sonuca yol açmadığımız müddetçe, Türkiye Cumhuriyeti Devleti tüm ihtişamıyla doğrulacak ve geleceğine uzanan şeytani elleri kıracak, dalını budağını kesecektir…
Bize Libya’dan çıkın çağrısı yapan ABD’ye ; GÜCÜN YETİYORSA GEL ÇIKAR, , ülkemizden ve egemenlik alanlarımızdan DEFOL GİT diye sesleniyor ve endişeye kapılan ABD yalakalarının tavrının aksine bu tavrımızdan da büyük bir zevk duyuyor ve Nihal Atsız’ın veciz ifadeleriyle ;
Olma öyle sinsi çakal yahut engerek,
Bozkurt gibi kartal gibi dövüşmek gerek…
Savaşmaktan kaçınır kim varsa alnı kara,
Kan dökmeyi bilenler hükmeder topraklara diyerek de meydana davet ediyoruz…
29.01.2021 // 18.18
SEDAT ÇETİNKAYA
.GÜNCEL BAKIŞ AÇISINDAN SIYRILIP GELECEĞE BAKABİLMEK ; İNANÇ , SABIR VE FERASET GEREKTİRİR…
İnsan, biyolojik varlığına hakim olan hayvani güdüleri ve tutumları, ruhsal varlığına hakim kılacak bir yaşam formu içinde bulunduğunda, onun için değer taşıyan şeylerin ölçütü de ; ÇIKAR, FAYDA ve ZEVK olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla kendisine fayda ve zevk sağlamayan her şey, hayvani güdülerin etkisindeki insanın çıkarına aykırılık teşkil etmekte ve bu nedenle de REDDEDİLMESİ , ELEŞTİRİLMESİ, UZAKLAŞILMASI VE DIŞLANMASI gereği ortaya çıkmaktadır.
Oysa olması gereken insan formuna hakim olması gereken temel unsurlar ; akıl, muhakeme, bilgi, feraset, adalet ve ahlak gibi değerler ve faktörlerdir.
Çıkar sahibi olan ve hayvani güdülerin etkisindeki insan, diğer tüm faktörlerin olumlu katkılarına sahip olsa da güncel çıkarlarının etkisiyle NE GEÇMİŞİ NE DE GELECEĞİ adalet ve doğruluk çizgisi üzerinde değerlendirebilme imkanına sahip değildir.
Bu gerçekliğin önemli bir sonucu da SİYASET ALGISINDA ortaya çıkmakta ve şekillenmektedir.
Çıkarlarını en üst seviyeye çıkarmak isteyen ve çıkarlarını korumak üzerine bir yaşam biçimi şekillendirmiş olan insan, çıkarlarını etkileyen en küçük bir değişimde yıllarca kendisine en üst seviyede hizmet etmiş siyasetçileri acımasızca eleştirmekte bir beis görmediği gibi etkisinde olduğu bağnaz bakış açısıyla, GELECEĞİNE KET VURACAK VE HATTA VARLIĞINI TEHDİT EDECEK RİSKLERİ görmezden gelerek, güncel çıkarları uğruna hareket etmeyi bir marifet addedebilmektedir…
Siyaset arenasında fikir sahibi insanlarla olumlu bir sonuca ulaşmak mümkün olmasa da stratejik düzeyde mücadele edebilmek kolaydır ancak toplumsal desteği elde etmek üzerine kurulu DEMOKRATİK YÖNELİME SAHİP REJİMLERDE, çıkar sahibi insanların ve güç gruplarının çıkarlarını sağlamak ile doğru- adil – gerçekçi ve zamana yayılı stratejiler içeren politikalar yürütebilmek ve bu bağlamda devletin ve milletin çıkarını en üst seviyede gözetebilmek, STRATEJİK KARŞITLIK İÇEREBİLMEKTEDİR. Daha açık ifade etmek gerekirse, devletin ve milletin çıkarları ile iktidarı belirleyen bireylerin çıkarları ters düştüğünde, devletin ve milletin çıkarlarından yana tavır almanın, iktidarı kaybetmekle neticelenecek bir sonuca varlık kazandırabilme ihtimali bulunmaktadır.
Dolayısıyla bir siyasi iktidarın bu hususta üst düzeyde bir hassasiyet taşıması ve DENGE oluşturması gerektiği gibi SİYASİ BİLİNCİ YÜKSELTECEK söylem ve çalışmalara önem vermeyi de ihmal etmemesi gerekmektedir.
• Türkiye’nin kuruluşundan bu tarafa ekonomisinin, medyasının, devlet yapılanmasının, ordusunun ve hülasa tüm egemenlik alanlarının küresel güç merkezleri tarafından büyük ölçüde kontrol altına alınmış olduğunu,
• Eğitim sisteminden inancına kadar, kontrol ve yönlendirme politikalarının etkisinde olduğunu,
• Ülkemizde yapılan darbelerin ve tesis edilen darbe anayasaların tamamının, devletimizi ve milletimizi yönetme ve yönlendirme stratejisinin bir ürünü olduğunu,
• Ülkemizde tesis edilen parlamenter sistemin, ülkemizin siyasi sorunlar içinde debelenip durması , darbelere ve dış müdahalelere açık hale getirilmesi için oluşturulmuş ve bu amaçla bilinçli bir şekilde desteklenen bir sistem olduğunu,
• Ekonomik alanda kurulan tüm mekanizmaların, ülkemizin gelişmesi için değil, gelişmemesi için oluşturulmuş olduğunu,
• Türk ordusunun geçmişte NATO’nun silah çöplüğü, sadece asker gücüne dayalı bir yapı ve devşirmeler suretiyle kontrol altında tutulup yönlendirilmesi sağlanacak bir organizasyon olarak şekillendirildiğini,
• Ülkemizde siyasi yelpazenin en solundan en sağına kadar, vesayet dönemi politikalarının temsilciliğini üstlenmiş ve küresel güçlerin kontrolündeki siyasi partilerin işgaline uğramış olduğunu,
• Dünya dengelerinin değiştiğini, ABD ve Batı Avrupa merkezli dünya düzeninin gerilemekte olup yerine yeni ve çok merkezli bir dünya düzeninin kurulmakta olduğunu,
• Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ; güçlü ordusu, yönetim sistemi, nüfusu, tarihi geçmişi ve etki alanı, çok yönlü üretim hacmine sahip ekonomisi, bulunduğu coğrafi konumdan kaynaklanan avantajları, ticaret ve enerji yollarını kontrol eden yapısı, sahip olduğu değerler, gelişme- ilerleme- yönlendirme ve yönetme potansiyeli ve ortaya koyabileceği işbirlikleri ile dünyanın en önemli güç merkezi haline gelebileceğini,
• Ülkemiz nezdinde, gerek iç siyasette ve gerekse dış siyasette yaşanan tüm gerilimlerin, küresel güç merkezlerinin ve onların yerli temsilcileri ile gerçeklerin farkına varmış Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşları arasındaki hakimiyet mücadelesinden kaynaklanmakta olduğunu,
• Bu ülkenin dış etkilerden uzak tüm milli güçlerinin, değerli siyasetçilerin stratejik öneme sahip siyasi bilinç ve yaklaşımlarının da etkisiyle, Cumhur İttifakı çatısı altında toplandığını ve toplanmaya devam ettiğini,
• Cumhur İttifakı’nın davasının, bir milletin ve devletin ; bağımsızlık- egemenlik ve gelecek mücadelesi davası olduğunu GÖRMELİ, BİLMELİ VE ÖĞRENMELİDİR.
Yine ÜLKEMİZDEKİ HER BİREYİN ; parlamenter sisteme dönüşü kimlerin istediğini, kimlerin ekonomik gelişmenin önüne set çekmek için uğraştığını, kimlerin ülkemizi IMF’nin kucağına düşürmeye çalıştığını, kimlerin ülke ekonomisinin bozulması için uluslararası operasyonlara çanak tuttuğunu, kimlerin Dolarizasyon sürecine destek verdiğini, kimlerin ülkemizin Azerbaycan-Suriye- Irak- Kıbrıs- Libya - Mavi Vatan- Katar – Somali politikaları gibi stratejik yaklaşımlarının tam karşısında konumlandığını, kimlerin ülkemizin doğalgaz ve petrol aramalarına- altın üretimine -nükleer santral projelerine- otoyol- havalimanı- köprü- hastane - silah üretimi gibi stratejik proje ve girişimlerine doğrudan veya dolaylı söylemlerle karşı çıktığını, kimlerin Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasını terör örgütü olarak nitelendirmekten uzak olduğunu, kimlerin kaos çıkarma politikaları peşinde olduğunu, hangi partilerin siyasi temsilcilerinin terör örgütü cenazelerinde boy gösterdiğini, kimlerin bu ülkede sapkınlığı ve marjinal zihniyetleri desteklediğini, kimlerin yabancı güçlerle işbirliği içinde hareket ettiğini, kimlerin kendi ülkesini yabancı merciler ve temsilciler nezdinde kötülediğini, kimlerin ülkesine yapılacak yatırımları engelleme çağrıları yaptığını ve BU ÜLKENİN SON 18 YILDA İÇTEN VE DIŞTAN GELEN TÜM ENGELLEME GİRİŞMELERİNE RAĞMEN , BİR 3. DÜNYA ÜLKESİ SINIRINDAN, GELECEĞİN BÜYÜK BİR GÜCÜ OLMA NOKTASINA NASIL ULAŞTIĞINI ANLAMASI SAĞLANMALIDIR…
Gerçekleri bilen, davayı ve mücadeleyi bilir, mücadeleyi bilen ise bu mücadelenin ; Allah için, Din-i Mübin-i İslam için, Devletimiz ve Milletimiz için olduğunu da bilir ve hiçbir şart altında bu mücadeleye sırtını dönemez…
Aziz ve Muktedir olan Allah c.c. hazretleri bizleri, yaşamı boyunca doğru yol üzerinde bulunan izzet ve şeref sahibi kullarından eylesin…
27.01.2021-16.19
SEDAT ÇETİNKAYA
KARANLIĞIN ARDINDAKİ AYDINLIĞA YÖNELEN KARARLI YÜRÜYÜŞ…
Dünya üzerinde, önümüzdeki yüzyılı şekillendirecek bir düzenin altyapısının kurulması noktasında, büyük bir mücadelenin ve gerilimin yaşanmaya başladığı günlerden geçmekteyiz.
Dünyamız ve insanlık üzerinde, küresel yaklaşımlarla mutlak bir hakimiyet tesis etmek isteyen güçlerin bu amaca matuf faaliyetleri iyice açığa çıktığı gibi bu güçlerin faaliyetlerini bloke etmeyi amaçlayan BİR UYANIŞ VE MİLLİYETÇİ YAKLAŞIMLAR da yükselmeye başlamış bulunmaktadır.
Türkiye ise son dönemde ortaya koymuş olduğu siyasi- askeri ve ekonomik perspektif ile bu mücadelenin adeta MERKEZİNİ oluşturmuş bulunmaktadır. Küresel güç dengelerini ilgilendiren ve içinde Türkiye’nin bulunmadığı hemen hemen hiçbir mesele yok gibidir. Ayrıca Sayın Erdoğan yönetimindeki Türkiye, hiçbir devletin ya da ittifakın kolayca bertaraf edebileceği, kontrol altına alabileceği ya da gözardı edebileceği bir ülke konumunda da değildir.
Küreselciler ; önemli miktarda paraya, büyük şirketlere, medya gücüne ve yönetimler üzerinde etkiye sahip olsalar da milliyetçilik akımıyla desteklenmiş merkezi devletlerin gücüne sahip değillerdir ve YÜZYILLIK KAZANIMLARI HER ZAMAN YOK OLMA TEHLİKESİ ALTINDADIR. Her daim kontrol altında tutabilecekleri ve kendilerini koruyacak devletlere ihtiyaçları bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ise tarihi kapasitesi, gücü ve vizyonu ve Türk Milleti’nin genetik kabiliyeti ile bu yok oluşu sağlayabilecek güç olarak hızla yükselmekte ve büyük bir tehlike arzetmektedir. Bu nedenle ve küreselcilerin bakış açısı çerçevesinde Türkiye ; YA KONTROL ALTINA ALINMASI YA ANLAŞILMASI YA DA BLOKE EDİLMESİ gereken bir ülke konumunda bulunmaktadır. Küreselcilerin, J.Biden yönetimi ile birlikte hangi politikayı seçeceklerini ya da Türkiye’nin bu hususta nasıl bir yönlendirme yapacağını hep birlikte göreceğiz…
Dünya yönetiminde söz sahibi olma potansiyeline sahip güç merkezi konumundaki devletler de henüz saflarını çok net biçimde ortaya koymadıkları gibi siyasi stratejileri, SAF DEĞİŞTİRME POTANSİYELİNİ de bünyesinde barındırmaktadır. Bu durum ise bağımsız politika takip etme yeterliliğinden uzak olan baskı altındaki ülkelerle, tali nitelikli devletlerin kararsız kalmasına, DEĞİŞKEN VE İKİRCİKLİ POLİTİKALAR geliştirmelerine neden olmaktadır.
Ancak önümüzdeki süreçte tarafları saf belirlemeye itecek politikaların güç kazanacağını, SİLAHLANMA YARIŞININ TEKRAR BAŞLAYACAĞINI , küresel bir savaşa hazırlık politikalarının dünya sathında etkinlik kazanacağını da şimdiden görmek gerekmektedir. Kanaatimce, ciddi bir gerilim süreci ve çatışma riski taşıyan bölgelerde riskin gerçekleşmesini sağlayacak kırılmalar yaşanmadan ve de ticari- siyasi ve askeri bloklar oluşmadan, küresel çapta etkili olacak değişimlerin şekillenmesi mümkün olmayacaktır.
Bu arada Türkiye, artık herkes tarafından fark edilmiş olsa da kendisini küresel bir güç haline getirecek olan bir stratejiyi etkili adımlarla ve dirayetle yürütmeyi sürdürmekte ve KENDİSİNE ENGEL OLUNABİLECEK GÜÇTE BİR ETKİ ORTAYA KONULAMAYACAĞI için cılız seslere ve ambargo tehditlerine de aldırış etmemektedir.
Bu bağlamda İran- İngiltere – İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri’nin baskısı altında varlığını sürdüren ve BAĞIMSIZ BİR POLİTİKA ÜRETMEKTEN UZAK OLAN IRAK’ın, Türkiye ile ortak ya da yakın bir çizgide politika üretmeye çalışmasını önemine binaen değerlendirme gereği bulunmaktadır.
Herşeyden önce belirtmek isterim ki ABD işgali altındaki Irak’ın, bağımsız bir politika yürüttüğünü söyleyebilmek AKLEN MÜMKÜN DEĞİLDİR. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin de ABD ve özellikle İsrail etkisinden kurtularak, Türkiye ile gerçek anlamda müttefiklik ilişkisi içine girdiğini iddia etmek de ALDATICI OLACAKTIR. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi sadece ama sadece bir DENGE POLİTİKASI yürütmekte ve gerekli şartlar oluşuncaya kadar varlığını devam ettirme güdüsüyle hareket etmektedir. Aksi takdirde sonucun, Irak hükümetinden ziyade Türkiye tarafından ortadan kaldırılmasıyla neticeleneceğini gayet iyi bilmektedir. Kuzey Irak Bölgesi’nin önemli noktalarının, Türkiye tarafından oluşturulan üs bölgeleriyle kontrol altına alınmasından, gerek Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin gerekse Irak yönetiminin rahatsızlık duymadığını söyleyebilmek ise aklen ve siyaseten imkansızdır.
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi, ABD’nin bir taktik olarak sahaya sürdüğü Pkk’yı dışlama söylemine paralel şekilde Pkk’ya karşı tavır alır görünürken, yine ABD politikasına uygun olarak Pyd//Ypg//Sdg yapılanması ile işbirliğini geliştirme stratejisini de devam ettirmektedir.
Irak hükümeti ile Irak Kürt Bölgesel yönetiminin ortak bir mücadele doktrini geliştirdiği izlenimini verecek şekilde Sincar üzerinden Pkk’ya yönelik olarak ortaya koymuş oldukları baskı ve bu çerçevede Peşmerge ile Pkk güçleri arasında çıkan çatışmalar da tam bir GÖZ BOYAMA FAALİYETİNDEN İBARETTİR.
Irak hükümetinin ve arkasındaki güçlerin en önemli korkusu, Türkiye’nin MİSAK-I MİLLİ ( Milli Yemin ) çerçevesinde şekillenen yeni vizyonunun, MUSUL- KERKÜK- SÜLEYMANİYE HATTI için de uygulanmasıdır. Türkiye’nin, Suriye’nin Cezire kantonundan Sincar- Musul- Kerkük- Süleymaniye hattını kontrol altına alacak şekilde bir operasyona girişmesi durumunda, Türkiye’nin güney hattı boyunca oluşturulmaya çalışılan Pkk//Pyd//Ypg//Sdg devletçiğinin HAYALİ BİLE tarihin çöplüğünde kokuşarak yok olacaktır.
Ancak İpek yolu projesi bağlamında, Türkiye ile ilerlemek isteyen İngiltere’nin, Irak yönetimi ile Türkiye’nin ilişkilerinin gelişmesini tesis noktasında ön açıcı bir yaklaşım içine girmiş olabileceği argümanını bu noktada göz ardı etmesem de İngiltere’nin, ABD- İsrail ve İran ortaklığında şekillendirilen Irak yönetimi üzerinde tek başına belirleyici olduğunu ve diğer cepheyle açığa çıkmayı mümkün kılan bir çıkar uyuşmazlığı içinde bulunduğu iddia edebilmek mümkün olmadığından, bu argümanın geçerli ve kabul edilebilir siyasi zemini bulunmadığı da ortaya çıkmaktadır.
Öyleyse bayram değil, seyran değil bu Irak yönetimi neden Türkiye’ye yakın bir politika izlediği görüntüsü veriyor, bunlar ABD işgalinden kurtularak bağımsız politika uygulama gücüne mi eriştiler yoksa Irak’da yaşayan İran yanlısı Şiilerin varlığı ortadan mı kalktı ya da İran, Irak’ı her türlü ilişkisini yürütmekte serbest mi kıldı diye sorduğumuzda, sorunun cevabını ; Türkiye’yi kandırmak, oyalamak, kontrol altında tutmak, aksi bir harekette uluslararası baskılara açık hale getirmek ve hatta şimdilik derinliğini açıklamayacak olsam da tuzağa çekmek için şeklinde verebilmek mümkündür.
Türkiye TUZAĞA DÜŞER Mİ ? diye soracak olursanız da kurdu tuzağa düşürdüğünü zannedenlerin, tuzağa düşenin kendileri olduğunu ancak kurdun dişleri arasında can verirken anlayabileceğini hatırlatarak sözlerime son vermek isterim.
Unutulmamalıdır ki ; SUNGUR'UN UÇTUĞU YERDE YARASA, BOZKURTUN GEZDİĞİ DAĞLARDA DA ÇAKAL BARINAMAZ...
21.01.2021 //18.01
SEDAT ÇETİNKAYA
.DÜNYA’NIN SİYASİ GERÇEKLİĞİNİ, GERÇEK BOYUTUYLA ANLAMAK…
Bir zamanlar “ ÜZERİNDE GÜNEŞ BATMAYAN İMPARATORLUK” HALİNE GETİRDİKLERİ BİRLEŞİK KRALLIK üzerinden kendi dünya hakimiyetlerinin temelini atan küresel güçler, kuruluşundan itibaren yatırım yapmaya başladıkları Amerika Birleşik Devletleri’nin ön plana çıkmaya başlamasıyla kendilerine yeni merkez olarak Amerika Birleşik Devletleri’ni seçmişler ve geride kalan 100 yıllık süreç içinde de dünyaya bu ülke üzerinden yön vermişlerdir. Ancak bu durumun İngiltere’yi tamamen terk ettikleri anlamını içermediğini de belirtmek isterim.
Devleti Aliyye’nin yıkılışında büyük rol oynayan bu küresel güçler, GÜNÜMÜZÜN YENİ FİTNE MERKEZİ olarak ise Çin’i belirlemiş bulunmaktadır. Ancak bu durum da Amerika Birleşik Devletleri’ni tamamen terk edecekleri anlamına gelmemektedir. Bu nedenle J.Biden yönetiminde gerçekleştirecekleri yumuşak geçiş dönemi öncesinde, Amerika Birleşik Devletleri nezdinde Küreselciler ve ABD merkezciler olarak derin çizgilerle ikiye bölünmüş bir siyasi yapının ve gerilimin oluşmasını sağlamış, kendi içlerinde de Rockfeller ve Rothschild ailesi önderliğinde ikiye bölünmüş bir yapı oluşturdukları izlenimini vermişlerdir. Aslında bu PAGANİST VE SİYONİST yapının varlığında gerçek bir ikilem olmadığı gibi aralarında ŞEYTAN’a hizmetlerine yönelik bir amaç farklılığı da bulunmamaktadır.
POZİTİVİZM’İN , MATERYALİZM’İN VE BİLİME TAPMANIN oluşturduğu beyin yapısı tarafından anlaşılamayacak olsa da ; Şeytan ve İnsan’ın, Hak ile Batıl’ın , Deccal ile Mehdi’nin kıran kırana mücadelesi başlamak üzeredir. KAĞIT ÜZERİNDE DECCALİYET ; Hak davasının bayraktarı olan Türk Milleti’nden çok ileride bir güce sahip gibi görünmektedir. Türk Milleti’nin en önemli gücü ise ; Kutlu Devleti, Peygamber Ocağı Ordusu, Teşkilatı, Disiplini, Ülküsü, İnancı ve Allah’ın yeryüzündeki ordusu olduğu bilincinden ve şehadete ulaşma arzusundan doğan yenilmez bir ruha ve yüce Rabbimizin destek verdiği kut sahibi yöneticilere sahip oluşudur.
Konuya dönecek olursam, Amerika Birleşik Devletleri ile Çin arasında büyük bir düşmanlığın var olduğunu düşünen stratejistlerin, büyük ve su katılmamış bir beyin fukarası olduğunu belirtmek isterim. Bu yaklaşım içinde olanlar, hala 50 yıl öncesinin düşünde ufkunda yaşayan zavallılardır. Oysa Mao yönetiminin oluşmasında etkin olan ve Hong Kong merkezli sermaye ile Çin’i adım adım kontrol altına alanların da ABD’yi yöneten gücün de paganist- siyonist yaklaşımlı küreselciler olduğu gerçeği tartışmasız bir biçimde ortada durmaktadır. Görünürde ne olursa olsun var olan gerçeklik, ABD ile Çin'in MÜTTEFİK olduğu gerçeğidir...
İngiltere ise Avrupa Birliği’nden ayrılarak büyük oyuncu olma iradesini ortaya koymuştur. Ancak kanaatimce İngiltere Kraliçesi, tarihi bir tecrüben hareketle adımlarını dikkatle atmaktadır ve küreselcilerin çıkarlarıyla örtüşmeyen farklı bir stratejiye de sahip bulunmaktadır. İşte İngiltere’nin alttan alta Türkiye ile yakın duran stratejisinin arkasında da bu yaklaşım biçimi bulunmaktadır.
Küreselcilerin, aslında kendilerine tarihi ve stratejik olarak yakın olan Rusya’yı hedef tahtasına koyarken de iki amacı bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Avrupa’yı, Rusya korkusuyla hizaya getirerek kontrolleri altına almak, diğeri ise Rusya ile küresel hakimiyetten ve zenginlikten alınan pay noktasında pazarlığı kızıştırmaktır. Rusya ise ani ve tepkisel politika değişimlerinden kaçınmak ve Türkiye ile yakınlaşma perspektifini veya değişik bir söylemle Türkiye ile ittifak tehdidini ortaya koymak şeklinde akıllı bir strateji ile bu yaklaşıma karşılık vermektedir. Yine Rusya, Avrupa’ya hissettirmese de küreselcilere, istediğimi vermezseniz ; Avrupa’yı işgal eder , Kafkaslarda ve Akdeniz’de önünüze geçer, oyununuzu ve dengenizi bozarım tehdidinde bulunmaktadır.
Türkiye ise Sayın Erdoğan’ın liderliğinde ; Rusya ile yakınlaşma, İngiltere ile iyi ilişkiler kurma, Avrupa Birliği’ni korkutma// birlikte çalışma// tehdit ve dağıtmaya çalışma sarmalında oyalama, Amerika Birleşik Devletleri’ni ise endişeye sevk etme// idare etme derinliğinde bir stratejiyi sahaya sürerken, KENDİ AJANDASINDA ; Büyük Türkiye’ye, Turan’a ve İslam Birliğine yönelik bir stratejiyi de adım adım geliştirmektedir.
Bu noktada Türkiye ile Rusya’nın önümüzdeki süreçte nasıl bir politika geliştirecekleri ve atacakları adımlardaki zamanlama büyük önem taşımaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ; Çin- ABD- İngiltere hattıyla yürümeye başlayacak olursa, Rusya’nın dağılma süreci için düğmeye basılmış olacak, Turan önündeki en stratejik engelin ortadan kalkması için yollar, fikren ve kağıt üzerinde de olsa açılmış olacaktır. Rusya’nın küreselci ittifakla birlikte yürümeye başlaması durumunda ise Avrupa Birliği dağılma sürecine girecek, Türkiye’nin de ; güçlenecek ve bölgesel ittifaklarla üzerine yüklenmeye çalışacak Rusya faktörüne bağlı olarak sıkışması söz konusu olacaktır.
Türkiye ve Rusya’nın tarihi değerde bir akılla birlikte hareket ederek strateji geliştirmeleri durumunda ise dünyada yeni bir güç merkezi ortaya çıkacak ve dünya güç dengesi ; Karadeniz çevresi - Türkiye – Hazar Denizi – Basra Körfezi ve Doğu Akdeniz’i kapsayan coğrafyada teşekkül edecektir. Bu teşekkülden orta ve uzun vadede karlı çıkacak olan ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti- Türk Devletler Birliği ve İslam dünyası olacaktır.
Bu süreçte İsrail ise pusuya yatmış bir tilki gibi hareket etmekte, “armut piş ağzıma düş politikası” izlemekte ve en önemlisi de Türkiye’nin düşmanlığını kendisinden uzak tutmaya çalışmakta, ABD ve tasmalısı Pkk//Pyd//Ypg/Sdg yapılanmasını Türkiye ile arasına tampon yapmanın ve Türkiye ile İran’ı savaştırmanın gayretini taşımaktadır.
İŞTE DÜNYA SİYASETİNİ OKUMAK İSTEYENLER ; Covid-19 salgınını dünyaya bela edip Amerika’da zirve yaptıranların, önceden hazırlanmış aşı çalışmalarını yeni çalışmalar gibi piyasaya sürenlerin, Ermenistan- Azerbaycan arasındaki çatışmayı ortaya çıkarıp körükleyenlerin, Doğu Akdeniz’de gerilim peşinde koşanların, Libya’yı kontrol altına almak isteyenlerin, Katar’a ambargolar koyanların, Yemen’i kan gölüne çevirenlerin, Mısır’da darbe yaptıranların, Pakistan ve Hindistan arasındaki gerilime oynayanların, Afganistan’ı işgal edenlerin, DEAŞ diye bir örgüt peydahlayanların, Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasını kurup binlerce tır silah verenlerin, BAE’nin siyonizmin hizmetkarı rejimini İslam dünyasının üzerine salanların, Lübnan limanını patlatanların, FETÖ’ye sahip çıkarların, Erdoğan’ı diktatör ilan edenlerin, Türkiye’ye gizli ve açık ambargolar koyanların, Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de sindirmeye çalışanların, Kıbrıs’ta satılmış bir işbirlikçiyi yönetimde tutmak isteyenlerin, ülkemize döviz kuru üzerinden operasyon çekenlerin, Türkiye’yi karıştırmak isteyenlerin, Türkiye’de darbe tezgahlayanların, Türkiye’nin büyümesinden, gelişmesinden ve güçlenmesinden rahatsız olanların kimler olduğunu ve amaçlarını bu büyük resim çerçevesinde değerlendirmeleri ve bu resmi hiçbir zaman gözden kaçırmamaları gereği bulunmaktadır.
Bu büyük resim çerçevesinde iç siyasete yönelik bir okuma yaptığımızda ; Türkiye ile yakın ilişkiler kuran İngiltere Kraliçesi’nin ülkemizdeki temsilcilerinin, Sayın Erdoğan’ın karşısında konumlanmalarının imkansız hale geleceğini , küreselcilerin Sayın Erdoğan karşısında pes ederek Türkiye’yi kazanma yolunda atacakları adımların ise , ülkemizdeki temsilcilerinin kuyruğunu bacaklarının arasına almış şekilde pasifize olmalarını sağlayacağını söyleyebilmek mümkün hale gelmektedir. Bence Sayın Erdoğan’ın Saadet Partisi ve DSP ile yapmış olduğu görüşmelerin temelinde de bu mantık ve strateji bulunmaktadır. Yakında HDP ile aralarında genetik uyuşmazlık bulunan İyi Parti’nin yan çizmeye başladığını görmek, CHP’de bir yönetim değişikliğini yaşamak ve HDP’nin kapatıldığını duymak da sürpriz olmamalıdır…
Hak şerleri hayr eyler
Zan etme ki gayr eyler
Ârif ânı seyr eyler
Mevlâ görelim neyler
Neylerse güzel eyler…
16.01.2021 // 16.01.2021
SEDAT ÇETİNKAYA
.BAŞLIYA BAŞ EĞDİRİP, DİZLİYE DİZ ÇÖKTÜRECEĞİMİZ BİR DEVRİN BAŞLANGICINDA, BİR ÜLKÜNÜN MEHABETİNİN ZİRVESİNİ YAŞAYACAĞIMIZ GÜNLERİN İLKİNDEYİZ…
Gerimizde kalan yüzyıl boyunca, dünyaya demokrasi dersi vermeye kalkan ve varlığını ; insan hakları , hukuk devleti, demokrasi ve girişim özgürlü altında tanımlayan Amerika Birleşik Devletleri, seçilmiş bir başkanın fikirlerine dahi tahammülün söz konusu olmadığı, kişisel hakların ayaklar altına alındığı, medyanın susturulduğu, başkanın sosyal medya hesaplarının kapatıldığı, para sahiplerinin ; “egemenlik halka değil bize aittir” diyerek güçlerini konuşturduğu bir medeniyetsizliği ve acziyeti yaşamış bulunmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri nezdinde yaşanan bu gelişmeler, ORTADAN KALDIRILAMAZ NİTELİKTEKİ BİR KUTUPLAŞMAYA da varlık kazandırmış bulunmaktadır. Ekonomisi çökme eşiğinde bulunan, sahip olduğu küresel hakimiyet unsurlarını kaybetme sürecine girmiş bir Amerika Birleşik Devletleri’nin, “dünyaya tek başına yön veren bir siyasi merkez olma kabiliyeti” de kalmamış bulunmaktadır.
Avrupa Birliği ise gerçek bir birlik olmaktan, siyasi ve askeri bir güç teşkil etmekten çok uzak, niteliksiz ve hantal bir teşkilatlanmaya sahip bulunmaktadır. Ancak bizim için ; “ İYİ BİR PAZAR VE TİCARİ PARTNER’DİR.” Bu bağlamda Avrupa Birliği, Türkiye ile ticaretinden vazgeçemeyecek olması nedeniyle de ABD’ye karşı kullanabileceğimiz bir DENGE UNSURUDUR. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanı Sayın R.Tayyip ERDOĞAN’ın son dönemde Avrupa Birliği’ne yönelik olumlu ve işbirliği aradığı izlenimi veren söylemlerinin temelinde de bu dengeye oynamasının etkili olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Sayın Erdoğan önce İngiltere ve Rusya ile işbirliğini geliştirip AVRUPA BİRLİĞİ’NİN GÖZÜNÜ İYİCE KORKUTTUKTAN SONRA Amerika Birleşik Devletleri’nin, Yunanistan ve Fransa üzerinden Türkiye’ye yönelik olarak negatif içerikli politika geliştirmesini engellemek için AVRUPA BİRLİĞİ’NE KARŞI KOYAMAYACAĞI BİR HAVUÇ SUNMUŞ BULUNMAKTADIR. Ancak Sayın ERDOĞAN, bu havucu sunmasının bir zafiyetten kaynaklanmadığını göstermek için de Libya ve Yunanistan’a ilişkin politikalarında aktif bir tutum içine girmiş ; İtalya-Malta-Arnavutluk-Bulgaristan- Macaristan- Ukrayna gibi Avrupa Birliği açısından önemli devletlerle, AVRUPA BİRLİĞİ’Nİ STRATEJİK OLARAK TEHDİT EDECEK ŞEKİLDE ülkemiz ilişkilerini geliştirmeye de önem vermiştir.
Sayın Erdoğan’ın bu stratejik hamlesinin ise İKİ YÖNLÜ SONUCU OLACAKTIR. Bunlardan BİRİNCİSİ, Avrupa Birliği’nin baskısı nedeniyle, Fransa ve Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı düşmanca tutumunu SINIRLANDIRMASI biçiminde tezahür edecektir. Bu durum ise Türkiye’nin LİBYA’DAKİ POZİSYONU’NUN RAHATLAMASINA VE RUSYA’YA KARŞI DA DAHA GÜÇLÜ HALE GELMESİNE neden olacaktır. Yine bu sonuca bağlı olarak, Fransa’nın yönlendirmesi ve Yunanistan’ın kışkırtmasına bağlı olarak şekillenen MISIR’IN LİBYA’YA YÖNELİK SALDIRGAN TUTUMU DA BÜYÜK ÖLÇÜDE ZAYIFLAYACAKTIR. Dolayısıyla Türkiye, küreselcilerin yönetimindeki ABD’nin baskısını hissetmeden, Libya’yı istediği şekilde dizayn etmeyi, Yunanistan- Kıbrıs Rum Kesimi- Fransa ve Mısır ittifakını bloke etmeyi başaracaktır. Aksi ihtimalde ABD’nin yol vermesiyle ilerleyen Fransa’nın, oluşturmuş olduğu ittifakın rüzgarıyla Mısır’ı, Libya’yı işgal hususunda ikna ettiğini ve ciddi biçimde yönlendirdiğini , bu durumun ise Türkiye’yi Rusya ile birlikte politika geliştirmeye ve dolayısıyla Rusya’ya karşı denge gözetmek durumuna ittiğini önemle ifade etmek isterim.
Sayın Erdoğan’ın stratejik hamlesinin ikinci yönü ise ABD ve Avrupa Birliği politikaları etkisinde savrulan Suudi Arabistan üzerinde sonuç doğuracaktır. Siyonizmin tasmalı hizmetlisi BAE yönetiminin etkisinde politika geliştiren Suudi Arabistan yönetimi, küreselcilerin Suudi Arabistan’a yönelik olumsuz politikalarının etkisinden kurtulup varlığını devam ettirebilmek ve küreselcilerin işbirlikçisi İran’ın rejim üzerindeki baskısını dengeleyebilmek için Türkiye aleyhine yürüttüğü politikaları terk etmek durumunda kalacaktır. Bu durum ise Suudi Arabistan’ın, Mısır rejimini destekleyen politikalardan uzak durması ve Yemen politikasını değiştirmesi anlamını da taşımaktadır.
Yine bu durumun bir sonucu olarak Türkiye’nin ; Katar, Umman ve Kuveyt ile ilişkilerini geliştirmesinin önündeki bazı psikolojik ve stratejik engeller de ortadan kalkacak ve BAE rejimi, istemeyerek de olsa Türkiye’nin karşısında tam anlamıyla YÜZÜSTÜ SÜRTEREK diz çökecektir. Bu neticenin ise Türkiye’nin Suriye - Irak – Lübnan ve İsrail politikalarına değin yansıyan önemli sonuçları olacaktır. Özellikle bölgede yalnızlaşan ve tüm planları birbirine bağlı olarak çökerek Türkiye’ye muhtaç hale gelecek olan İsrail, hırsından ve hıncından ne yapacağını bilemez hale gelecek , DENGEYİ SAĞLAMA GÜDÜSÜYLE, ÇOK BÜYÜK VE STRATEJİK HATALAR YAPACAKTIR…
Bu arada Türkiye, oyalama ve havuç politikası çerçevesinde kazanımlarını devam ettirerek ekonomik- siyasi ve askeri açıdan gelişirken, Nükleer Silah bombasını da patlatmak durumundadır. Çünkü Türkiye’nin önümüzdeki 10 yıl içinde geliştireceği siyasi- ekonomik ve askeri konsept, asgari 1500 yıllık tarihi yaraları kanatacak bir mahiyette ve hızla ilerlemektedir. Asya ve Avrupa Hun Devleti’nin, Göktürk Kağanlığı’nın, Büyük Selçuklu Devleti’nin , Babür Devleti’nin ve Devleti Aliyye’nin hakimiyet alına giren tüm bölgeler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kaldırdığı kutlu sancağın etrafında birleşmek için savaş çeliğine bürünmekte ve kurt postuna sarılmaktadır. Nihayete ermesi 29 yıllık bir süreç alacak olsa da büyük bir diriliş için artık sayılı günler devri başlamıştır.
İleri atılmış Bozkurdun karşısına çıkacak cesareti bulamayıp, uzaktan uzağa çemkiren bir mahlukata benzeyen içimizdeki işbirlikçilerin, tüm çabaları ise ancak kendi sonlarını hazırlamaya yetecektir…
TARİH, MÜSLÜMAN TÜRK MİLLETİ'NİN BÜYÜK VE KUTLU YÜKSELİŞİNE VE AMANSIZ BİR MÜCADELEYE HAZIRLANMAKTADIR…
YAPMAMIZ GEREKEN TEK ŞEY ; HAZIR MIYIZ VE DOĞRU SAFTA MIYIZ DİYE KENDİMİZE SORMAKTIR…
13.01.2021//21.54
SEDAT ÇETİNKAYA
.OYUN KURARKEN OYUNA DÜŞMEK NASIL OLUR ÖĞRETECEĞİZ…
Geçmiş yüzyılın en büyük sömürge imparatorluğu olan Amerika Birleşik Devletleri, onu bu konuma taşıyan küresel çeteyi oluşturan paganların, kendilerine yeni merkez olarak Çin’i seçmiş olmaları nedeniyle ÇÖKÜŞ DÖNEMİ’NE girmiş bulunmaktadır.
Artık Amerika Birleşik Devletleri, kendisine en büyük küresel güç imkanını bahşeden olanakları teker teker kaybedecek, bu süreçte yaşayacağı ekonomik ve toplumsal kriz nedeniyle büyük sıkıntılar yaşayarak içe kapanacak, küresel güç olma iddiasını karşılayabilecek stratejik açılımları ortaya koyma gücünden de yoksun kalacaktır. Amerika Birleşik Devletleri’nin durumu, perde arkasındaki gerçek sahipleri tarafından tasfiye edilmeye çalışılan bir holding’in , içinin boşaltılarak hukuka uygun şekilde iflas ettirilmesi öncesindeki durumu gibidir…Elbette durumun farkında olmadan bu sürece direnmeye çalışan, holdingi kurtarmaya ve eski haline getirmeye çalışanlar da bulunmaktadır. Ancak onların faaliyetlerinin, süreci engelleyemeye yetecek gücü ve kapasitesi bulunmamaktadır. Geri dönüş ve çöküş süreci başlamış, karizma da düzeltilemeyecek şekilde çizilmiştir…
Herkes şunu anlamalıdır ki küreselcilerin, ABD’nin yumuşak şekilde tasfiyesi için zamana ihtiyacı vardır ve J.Biden gibi düşük profilli bir başkanın onlara kazandıracağı tek şey de bu ZAMANDIR.
Küreselcilerin Türkiye ile ilgili en büyük sıkıntısı, Türkiye’nin kendilerine engel teşkil edecek bir tutum içine girmesi ve bunu gerçekleştirmek için KENDİ GÜÇ MERKEZİNİ OLUŞTURMASI KORKUSUDUR. Panik içinde ortaya koydukları tüm girişimlere ve saldırılara rağmen, Türkiye onların kontrol edemediği bir güçtür ancak Türkiye’nin üzerine gitmeleri de onlar için hiç kolay değildir. Çünkü taraflar geri dönülemez yollara girdiklerinde, dünya için büyük bir kaos’un ve çatışmanın fitili de ateşlenmiş olacaktır. İşte SAYIN ERDOĞAN’IN SİYASİ STRATEJİSİ VE GÜCÜ , tam bu noktada kendini göstermektedir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni temsilen sayın Erdoğan, sözle ve bazı yaklaşımlarla uzlaşmacı bir tavır ortaya koyuyor gibi davranarak, ülkemize küresel güce dönüşme öncesinde gerekli olan çok kıymetli bir zamanı kazandırmaya çalıştığı gibi Türkiye’nin karşı konulamaz bir güce dönüşmesi için gerekli siyasi ve stratejik açılımları da tüm engelleme girişimlerine rağmen adım adım gerçekleştirmektedir.
Bu bağlamda Türkiye, tarihi mirasının uzandığı tüm genetik kodları harekete geçirmekte, teşkilatlanmasını tamamlamaya, askeri-siyasi ve ekonomik açıdan kendisini yükseltecek altyapıyı hazırlamaya ve çeşitli siyasi ve stratejik mahiyeti haiz işbirliklerini tesis etmeye çalışmaktadır.
Bu büyük ufuktan habersiz yaşayan gafiller, avanaklar ve işbirlikçiler sürüsü ise günlük çekişmelerin , saplantıların, yetersiz beyinlerinin ürettiği niteliksiz fikirlerin ve küçük hesapların peşinde ömür tüketmektedirler. Emin olunuz ki onlar ne bu dünyada ne de ahir hayatlarında şerefli ve kapasiteli bir yaşama ulaşamayacaklardır.
J.Biden’ın seçilmesiyle Sayın Erdoğan’ı yönetimden düşürmek için pisliğinde boncuk bulmuş çocuk gibi sevinerek harekete geçen zavallıları bekleyen tek şey ise HÜSRAN’dır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Başkanına, “CUMHURBAŞKANLIĞI KOLTUĞUNU İŞGAL EDEN ZAT ” diye hitap eden bir kişinin, kendisine DHKP-C militanı diye hitap eden Başkan Erdoğan hakkında yapacağı suç duyurusunda , sayın Erdoğan’a dava açacak savcıyı ve ceza verecek hakimi görmek için merakla beklediğimi de ifade etmek isterim. Asıl ben buradan bu şahıs hakkında Cumhurbaşkanı’na işgalci diye hitap etmesi nedeniyle CUMHURİYET SAVCILARINI VE TÜM DUYARLI VATANDAŞLARIMIZI HUKUKEN HAREKETE GEÇMEYE DAVET EDİYORUM…
Birileri, Müslüman- Türk milletine karşı oyun kuran efendileri gibi OYUN KURARKEN, OYUNA DÜŞMEK NASIL OLUR ÖĞRENECEKLERDİR…
Bu vatanı seven, Allah’a inanan, Türk milletine mensup olan ve İslam inancına sahip herkes ama herkes, çok yüksek bir bilinçle bu mücadele içindeki yerini belirlemeli ve TÜM ÇEVRESİNİ BU BİLİNÇ DOĞRULTUSUNDA ORGANİZE ETMELİDİR.
İplerin atılacağı, mücadelenin keskinleşeceği günler yaklaşmaktadır.
Ya atalarımızın yolunda ve HAK uğrunda mücadele eden şeref-inanç ve ülkü sahibi insanların tarafını seçeceğiz ya da medeniyetsizlerin türettiği dandik kavramların peşine düşmüş, küresel güçlere peşkeş çekilmiş, şeytana yenilmiş, kimliksiz ve kişiliksiz bir zihniyetin oluşturduğu pislik çukurunda debelenerek, zilletin bir parçası olmayı tercih edeceğiz…
Unutmayınız ki bizim içimizden en kötü yönetici, karşımızdaki işbirlikçilerin en iyi yöneticisinden sonsuz defa iyidir. Bu, BASİT VE NİTELİKSİZ BİR SEÇİM DEĞİL , BİR SAF BELİRLEME MÜCADELESİDİR ve safını yanlış belirleyenlerin, kendini bizimle birlikte tanımlayabilmeleri ise mümkün değildir.
BİZ KİM MİYİZ ? diye soracak olursanız ; önce Müslüman sonra da Allah’ın yeryüzündeki kılıcı- ordusu ve halifesi konumundaki Türk’leriz… İşte bu noktada "AMA- LAKİN-FAKAT" diye başlayan bir cümle kuracak olan varsa, onunla maddi - manevi ve fikri bağı bulunmayan, hatta onunla kan uyuşmazlığı bulunan bir MİLLET ve ÜMMETİZ…
09.01.2021 //18.00
SEDAT ÇETİNKAYA
.KÜRESEL ÇETENİN FAŞİST VE SU KATILMAMIŞ VATAN HAİNİ KONUMUNDAKİ YERLİ TEMSİLCİLERİ VE İŞBİRLİKÇİLERİ , ORTAK BİR MERKEZDEN HAREKET ETTİKLERİNİ ORTAYA KOYACAK VE ERKEN SEÇİMİ ZORLAMAK İÇİN SİNERJİ OLUŞTURMAYI HEDEFLEYECEK ŞEKİLDE HAREKET ETMEYE BAŞLAMIŞTIR…
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİ, AZİZ TÜRK MİLLETİNİ, HÜKÜMETİMİZİ VE BAŞKANIMIZI SIRTINDAN VURMAK İÇİN PLAN YAPAN HAİNLER GÜRUHU, SİYASİ VE HUKUKİ SINIRLAR DAHİLİNDE BEKLEDİKLERİNİN ÖTESİNDE BİR CEVABI ALACAKLAR VE TARİHİ ÖNEMİ HAİZ BİR HEZİMETİ, İLİKLERİNE KADAR HİSSETMEK SURETİYLE YAŞAYACAKLARDIR…
Küresel güç merkezlerinin yönlendirmesiyle harekete geçen ve gerçek bir Türk düşmanı olan ABD Başkanı J.Biden’a hazırlık yapan içimizdeki işbirlikçiler, terörist zihniyetli odaklar tarafından “ GENELE YAYILMAYA ÇALIŞILAN BİR KAOS STRATEJİSİNİ” sahaya sürerek algı yönetimini ele geçirmeye çalışmaktadır. SMA hastalarının durumu üzerinden oluşturulan saptırılmış ve gerçek dışı bir algı kullanılarak, tornadan çıkmışçasına aynı yönde oluşturulan sosyal medya paylaşımları ve sonrasında Boğaziçi Üniversitesi bünyesinde yerleşmiş ve öğrencileri ağlarına düşürerek militan devşiren terörist grupların, malum siyasi çevrelerce kanalize edilmesiyle tertiplenen gösterilerle yeşertilmeye çalışılan gezi ruhu, gerçek amacı ortaya koyan argümanlar olarak ön plana çıkmaktadır.
Bu arada Eski Genelkurmay Başkanlarından İlker Başbuğ’un : “Eğer Menderes, 25 Mayıs 1960 günü Eskişehir'de erken seçim tarihini açıklasaydı, 27 Mayıs askeri darbesi büyük bir olasılıkla önlenebilirdi. Çünkü erken seçim kararı almış bir hükümete karşı bir askeri darbenin gerçekleştirilmesi, açıkça milletin siyasi iradesine de vurulacak bir darbe olurdu.” söyleminin açılımının ; EY ERDOĞAN, BAK ERKEN SEÇİM KARARI AL YOKSA SONRA ÇOK GEÇ OLACAK” demenin dolaylı yoldan bir anlatımı ve kendini savunma zemini tesis ederek etki oluşturmanın bir taktiği olduğunu da görmek gerekmektedir.
Unutulmuş ve fosil fikriyatının son temsilcilerinden Fikri Sağlar’ın, başörtüsü konusunda yapmış olduğu çıkışın zamanlamasının ve açıklamasının toplumsal karşıtlığı arttırma yönünde değerlendirilmesinin de gözden kaçırılmaması gereği bulunmaktadır.
Yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Selahattin Demirtaş hakkında vermiş olduğu kararın ve bu karar üzerinden, karar içeriğiyle bağdaşmayacak şekilde oluşturulan baskı ve söylem birliğinin, aynı amaca yönelik olarak ve uluslararası destek için yönlendirilmiş bir veri olduğunu ifade edebilmek de mümkün bulunmaktadır.
Ancak şimdilik HDP’nin ve PKK’nın, ters yönlü bir toplumsal tepki çekmemek için süreç dışında tutulduğu da görülmektedir. Lakin onların da çeşitli siyasi örtüleri kullanarak sürece dahil olduklarını ve olacaklarını söylemek de olanaklıdır...
İçimizdeki işbirlikçiler, küresel güç merkezlerinin kaşarlı temsilcileri, vatan hainleri, teröristler, İslam, Müslüman ve Türk düşmanları, faşist zihniyetlerini göstermeden ve hiçbir özelliği ve önemi bulunmayan durumları büyütüp, kitlesel eylemlere ulaşmak için çalıştıklarını ve boş durmayacaklarını açıkça göstermişlerdir.
BU ÜLKEDE ALGIYI KIRAN ŞEY ; devletin KAHREDİCİ GÜCÜNÜ sonuna kadar hissettirmek ve içimizdeki hainlerin iplerini elinde tutanların çıkarlarını GÖSTERE GÖSTERE , EZE EZE BOZMAKTIR…
Türkiye’den Suriye cephesinde intikam almak için adeta için için yanan J.Biden, küresel güçlerin tasmalısı Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanmasının temsilcileri ve içimizdeki işbirlikçiler, bu topraklarda kazanmanın hayalini kurdukları günlerin çok gerilerde kaldığını ve kazanmak için illegal hiçbir yöntemin başarı şansının olamayacağını acı tecrübelerle öğreneceklerdir.
Türkiye'nin, kendisini bir cihan devleti hüviyetine kavuşturacak büyük bir ekonomik- siyasi ve askeri gelişimi ortaya koyacağını hissettirmesi, küresel güç merkezlerini paniğe sevketmekte ve içimizdeki hainleri de kullanarak bir çıkış aramaya itmektedir.
Ancak Büyük Türk Milleti, çapulcu sürüsüne ne devletini ne de Abdülhamid Han döneminde olduğu gibi liderini kaptırmayacaktır.
KUTLU VATANIMIZIN VE EBEDİ DEVLETİMİZİN EN KÜÇÜK BİR PARÇASI DAHİ İÇİMİZDEKİ VE DIŞIMIZDAKİ HAİNLERE VERİLMEYECEKTİR…
06.01.2021 //01.51
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN YÜKSELİŞİ VE BİR CİHAN DEVLETİNE DÖNÜŞME UFKUNDA İLERLEYİŞİ KARŞISINDA PANİKLEYENLERİN ESKİ TÜRKİYE ARAYIŞI, KENDİLERİNİ NEFESSİZ BIRAKACAK BOŞ BİR HAYALDİR…
Zillet güruhunun arzuladığı TÜRKİYE, Amerika Birleşik Devletleri’nin itaatkar cephe ülkesi ve Avrupa Birliği’nin kapı kulu konumunda bekleyen sindirilmiş ülkedir.
Onların nazarında TÜRKİYE : iradesi , inancı ve hakimiyet perspektifi iğdiş edilmiş bir ülke olmalı ve her daim siyonizmin ve batının hizmetkarı, ticari pazarı ve emir eri olmalıdır.
Zillet güruhunun AMACI ; batının gönüllü uşağı olarak ve icat ettikleri düzmece kavramların arkasına sığınarak yönlendirdikleri, darbe ve dikta rejimleriyle hizaya çektikleri eski Türkiye’yi yeniden ihdas etmektir.
Kendi içine kapanmış, parlamenter sistemin kıskacında debelenen, erken seçim ve hükümet kurma safsatasında yönetim bilinci kaybettirilmiş, stratejik hiçbir girişimi ve hedefi bulunmayan, ordusu dahil tüm devlet birimleri milli irade üzerinde birer vesayet odağına dönüşmüş, istihbarat servislerine kadar yabancı devlet ajanlarının kontrolüne girmiş, ekonomisi yabancı güç merkezleri ve onların yerli temsilcileri tarafından topaç muamelesiyle kontrol edilen, Müslüman ve Türk olmanın baskı altında utanılacak bir kimlik unsuru haline getirildiği, ahlaksızlığın ve inançsızlığın modern ve batılı olma etiketiyle niteliksiz beyinlere satıldığı, hiçbir küresel siyaset argümanına sahip olmayan, siyasetini stratejik müttefik yaftalı ABD yandaşlığına göre şekillendiren, IMF’in boynuna taktığı tasmanın ipleriyle istenildiği yöne çekilen, Müslüman ve Türk kimliğine göre değil, batının düşünce biçimine göre yaşamı şekillendirilen, medyası ; algı operasyonlarının ve beyin yıkama faaliyetinin odağı haline gelmiş, "yargılamanın adilliğini değerlendirme yetkisini" aşağılık bir birliğin sözde İnsan Hakları Mahkemesi’ne terk etmiş, İsrail yardakçılığı iliklerine kadar işlemiş korkak ve kişiliksiz yöneticilerle doldurulmuş, kuruyunca sulanan- uzayınca budanan, var olduğu ilk andan itibaren “ruhu kokuşmuş bir zihniyet” tarafından idare edilen ESKİ TÜRKİYE ÖZLEMİ , hem küresel düşmanlarımızı hem de onların içimizdeki işbirlikçilerini sarmış bulunmaktadır.
Türkiye’nin ; Irak ve Suriye’yi , Balkanları, Kafkasları, orta ve güney Asya’yı, orta ve kuzey Afrika’yı kontrol noktasında büyük adımlar atmaya başlaması, bir enerji üssü haline dönüşmesi, ticaret yollarını kontrol etme stratejileri geliştirmesi, İngiltere ve Rusya ile küresel düzenin dengesini bozacak ilişkiler ağı kurmaya başlaması, askeri – siyasi ve ekonomik kapasitesini dünyanın ilk 5 gücünden biri olmaya imkan verecek bir perspektifte hızla geliştirmekte oluşu ; Amerika Birleşik Devletlerini, Avrupa Birliği’ni, İsrail’i ve karakter yoksunu dinsiz Arap milliyetçilerini ciddi biçimde endişelendirmekte ve çeşitli platformlarda ortak hareket etmeye zorlamaktadır…
İçimizdeki zillet güruhu ise ; biz bu tiyatronun bir parçasıyız, biz yabancıların çıkarları ile kendi çıkarlarını birleştirmiş gafilleriz, biz vatan hainiyiz, milletini satan dönmeleriz diyememekte, bunu bastırmak için ; “ Erdoğan bir diktatördür, Türkiye’de medya ve hukuk baskı altındadır, Türkiye’nin Libya’da- Suriye’de- Irak’da ne işi var ! , Selahattin Demirtaş masumdur ve hemen serbest bırakılmalıdır , erken seçime gidilmelidir, parlamenter sisteme dönülmelidir, Türkiye SİHA çöplüğüne döndü, Kanal İstanbul yapılmamalıdır, Nükleer santraller gereksizdir, hava limanları- yüksek hızlı trenler- otoyollar – şehir hastaneleri gereksiz yatırımlardır, Türkiye saman ithal eder konuma gelmiştir, IMF’den borç alınmalı, Stand- by anlaşması imzalanmalıdır, ekonomimiz batmaktadır, Dolar 15 lira olacak, Pyd’liler vatanını savunan savaşçılardır, Esed bir kahramandır, İhvancı Mursi’nin öldürülmesi nedeniyle darbeci - katil Sisi'nin yönettiği Mısır ile ilişkiler bozulmamalıdır, İsrail’le işbirliği yapmalıyız, Türkiye teröristlere silah veriyor, Türkiye Azerbaycan’a Suriyeli savaşçı gönderdi, çevre katliamı yapılıyor, tank-palet fabrikasını Katar’a sattılar, Katar Türkiye’yi satın alıyor ” gibi akla hayale gelmeyen her türlü fitne unsuru söylem sahaya sürülmektedir.
Bu düşünce biçimi bunları, UYUŞTURUCU TİCARETİNDEN VE ORGAN TACİRLERİNDEN vergi alınmasını gündeme getirebilecek kadar da sapıttırmış, beyinlerini dumura uğratmıştır.…
YILLARDIR, TERÖRE KARŞITLIK EDEBİYATI YAPANLAR ; hükümet PKK terörünü bitirmek için barışçıl bir zemin aradığında, milliyetçiliğin doruğuna çıkarak vatanseverlik sloganları atanlar şimdi ; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin sözde hukuk mahsulü dandik kararının içeriğini bile okumadan hükümeti, hukukun yüzkarası, ahlaksız ve siyasi içerikli bir kararı TIPIŞ TIPIŞ uygulamaya yönlendirmekten utanmadan zevk alıp , terör örgütü PKK//PYD//YPG//SDG yapılanmasının ülkemizdeki kaşarlı temsilcileriyle ittifak yapıp ; kendilerine Mustafa Kemal’in itleri diyenlerle, sırtımızı Pkk//Pyd/Ypg/Ypj’ye yasladık söylemlerini dile getirenlerle ve terörist Apo’nun heykelini dikme naraları atan Selahattin Demirtaş’ın eş başkanı olduğu partiyle müttefiklik ilişkisi kurmakta bir beis de görmemektedir. Hatta milletvekillerini terörist cenazelerine göndermek, FETÖ mensuplarından danışman devşirmek, IMF yetkilileriyle otel odalarında basılmak, kirli seçim ittifaklarına girmek, Türkiye’yi bölme planlarının yapıldığı Anayasa çalışmaları yapmak, yabancı devletlere adi bir yabancı dil telaffuzuyla Türkiye’yi şikayet etmek de bunlar için sıradan hale gelen uygulamalardır.
En son olarak da hakimin başındaki BÖŞÖRTÜSÜ ile Kuran’ın Arapça okunması, faşist zihniyetin temsilcilerine yine batmış görünmektedir. Umarım battığı gibi kanatmıştır da…
Ey kendisini Müslüman- Türk olarak tanımlayamayan düşünce biçimlerinin sahipleri ! sizlerin düşüncelerinizi değiştirmenizi talep etmiyoruz ancak destek verdiğiniz ve vatana ihanet çizgisinde bir siyaset üzerine kendini konumlandırmış partilerinizi ve desteğinizi sorgulayarak, sizleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir cihan devletine uzanan kutlu geleceğine destek olmaya davet ediyoruz. BU GELECEĞE İNANMAYARAK EBEDİYYEN FİTNE VE AŞAĞILIK KOMPLEKSİ İÇİNDE SÜRÜNECEĞİNİZE , İNANARAK MÜCADELE ETMEYİ BAŞARINIZ…
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN HİÇBİR ŞEREFLİ VATANDAŞI, BÖYLE BİR ZİLLETİ VE BÖYLE KOKUŞMUŞ BİR ZİHNİYETİ DESTEKLEMEK DURUMUNDA KALMA ACZİYETİNİ HAK ETMEMEKTEDİR. Yedi değil sekiz düvele karşı mücadele ettiğimiz, gelişmek ve büyümek için gece gündüz çalıştığımız, her stratejik mevzimizde tarihi kazanımlar elde ettiğimiz, ülkemizi yıkmak için her gün yeni planların yapıldığı ve birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde, her olayı içimizdeki işbirlikçileri ortaya çıkaracak bir turnusol kağıdı olarak kullanarak, HER İCRAATI VE SÖYLEMİ ; yalan, taciz tecavüz, ihanet, gaflet, satılmışlık, aşağılık kompleksi, zavallılık, tükenmişlik, uşaklık, fikirsizlik, eylemsizlik, acziyet ve saygısızlık kokanları tespit ederek, onları siyaseten desteklemekten vazgeçiniz. Bunu yapma noktasında beyninizde beliren, ezberletilmiş, gerçeklikten uzak ve sizleri fikren saplantılı bireyler haline getiren fikriyatı da bir tarafa bırakınız… Bizler neden bu partilere oy veriyoruz diye bir daha ve bir daha düşününüz. Siz de onlar gibiyseniz peygamber de gelse size bir etkisi olmayacaktır. Ancak bu anlamsız saplantının tarafı değilim diyorsanız, ya gelin birlikte mücadele edelim ya da bu zillet güruhuna destek veren kişiler olmaktan kendinizi kurtarmayı başarınız…
Şehitlerden elli milyon bekçisi olan,
Aşılmaz bir kayadır bu ebedi vatan…
01.01.2021 // 16.01
SEDAT ÇETİNKAYA
YENİ BİR SAVAŞA DOĞRU LİBYA GERÇEĞİ ETRAFINDA ŞEKİLLENEN SİYASİ DENGELER…
Libya’da, Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne karşı faaliyet gösteren güçlerin başındaki düzmece halife Hafter, yapmış olduğu açıklama ile Türkiye’yi tehdit etme cüretini göstermiş bulunmaktadır. Burada sorulması gereken ilk soru, terörist Hafter’in kimleri temsil ettiği diğer bir deyişle kimler adına açıklama yaptığıdır. Bu hususu bilmek, olayları doğru bir zeminde değerlendirerek gerekli konumu alabilmek için stratejik önem taşımaktadır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki Hafter, su katılmamış bir CIA ajanıdır. Yıllarca ABD nezdindeki yaşamı ve ilişkileri de bunun en büyük delilidir. Dolayısıyla yapılacak bir analizde unutulmaması gereken şey, ipin bir ucunda Amerika Birleşik Devletleri’nin bulunduğu gerçeğidir. Sorulması gereken ikinci soru ise Amerika Birleşik Devletleri’nin Libya’da arzuladığı şeyin ne olduğudur.
ABD, Akdeniz’i ve Afrika’yı kontrol etme noktasında Libya’yı bir üs olarak belirlemiş ve Hafter’i de bu noktada kullanmak arzusuyla, Halife ve Mareşal ünvanlarıyla da süsleyerek sahaya sürmüştür. Ancak Birleşik Arap Emirlikleri’nin boyundan büyük faaliyetleriyle Wagner’i finanse ederek Rusya’yı da oyuna katması karşısında Amerika Birleşik Devletleri ; Hafter’i , Rusya ile yakınlaştırmak suretiyle ikili bir oyuna sokarak, Avrupa’yı Rus tehdidine karşı korkutarak stratejik anlamda kendi yanına çekmeyi de hedefler hale getirmiştir. Elbette bu noktada Avrupa’yı, İsrail’in Akdeniz’den geçirilmesi planlanan doğalgaz projesine doğru yönlendirme arzusu da göz ardı edilemez şekilde ön plana çıkmıştır.
Hafter’in ikili oynadığını anlama hususunda, Hafter’in çeşitli zeminlerde ve son anda yapmış olduğu geri çekilmeleri ve hatta uluslararası platformlardan kaçma durumlarını görmek , Rusya’nın bu gerçeklik karşısında geçici de olsa Tobruk meclisini temsilen Akile Salih üzerine bir politika geliştirmeye başladığını farketmek yeterli olacaktır. Ayrıca Rusya’nın bu durumu anlamış olmasının ; Libya’da ateşkesin tesisi ve Türkiye ile Rusya arasında esnek, bağlayıcı olmayan ve adı konulmamış bir mutabakatın gelişmesini sağlamış olduğunu da belirtmek isterim.
Bu arada Fransa ve İtalya kendi çıkarlarının derdine düşerek politika geliştirmeye başlamıştır. İtalya her iki tarafla görüşerek ikili oynamaya devam etse de Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne daha yakın bir pozisyona sahip bulunmaktadır. Fransa ise panik hali politikası ile Türkiye’ye karşı cephe açmış ve bu bağlamda Yunanistan ve Mısır üzerinden Türkiye’ye yönelik bir düşmanlık siyaseti üzerine konumlanmış bulunmaktadır. Fransa, Yunanistan- Türkiye gerilimini devamlı bir biçimde arttırarak, Türkiye’yi Libya’yı ikincil bir konumda değerlendirmeye bir başka anlatımla terk etmeye zorlamayı hedeflerken, Mısır üzerinden gerçekleştirdiği yönlendirmeyle Mısır ordusunun desteği ve gücüyle Hafter’in elini güçlendirerek, Libya konusunda çekim merkezi ve belirleyici güç olmaya çalışmaktadır.
Türkiye’nin ve Rusya’nın, Libya’dan uzaklaştırılması Amerika Birleşik Devletleri’nin çıkarına bir durum olduğundan, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa’nın politikalarına herhangi bir ses çıkarmamaktadır. Bu arada Suriye karşılığında Libya’da varlığını gösterme üzerine ABD ile Rusya arasında sonradan kurulmuş ihtiyatlı ve gönülsüz bir mutabakatın varlığı da mümkün olabileceğinden ; Rusya’nın Fransa eliyle etkisizleştirilmesi, ABD’nin çıkarlarına herhangi bir muhalefet de oluşturmamaktadır. Ayrıca bu noktada Fransa’nın Afrika üzerindeki hakimiyetinin, ABD yönetimine hakim olan küreselcilerin ekonomik çıkarlarıyla da uyumlu olduğundan, Fransa’nın politikalarının arkasında ABD politikalarının olduğu da ifade edilebilir olmaktadır. Bir yerde ABD politikası varsa, orada ABD hegemonyası altındaki Almanya’nın da bu politikanın içinde olduğunu söyleyebilmek mümkündür.
Ancak Fransa ve Almanya ile çıkarları örtüşmeyen, bilakis Rusya ve Türkiye ile aynı perspektiften stratejik okumalar yapan İngiltere’nin, arka bahçesi Malta’nın siyasi yaklaşımlarından da anlaşılabileceği üzere Libya’da ; ABD-Fransa- Almanya egemenliğini arzulamadığı şimdilik kaydıyla okunabilmektedir...
Sağlanan ateşkes döneminde gerek Ulusal Mutabakat Hükümeti ve gerekse Hafter güçleri, durup düşünme fırsatı bulmuşlar ve hazırlıklarını arttırmışlardır. Hafter, Fransa ve Mısır desteğinde bir operasyon için zemin kollamakta ve bu arada Ulusal Mutabakat Hükümeti bünyesindeki çatlakların genişletilmesi için her türlü zorlama da topluca yapılmaktadır.
Yakın geçmişte Türk nakliye gemisine yapılan operasyonun temelinde de Türkiye’nin desteğini akamete uğratma ve Türkiye üzerindeki baskıları arttırma düşüncesi bulunmaktadır.
Hafter şuan Rusya’nın desteğini almak için girişimlerde bulunmanın eşiğindedir. Rusya’nın burada göstereceği tavır, Hafter’in gerçekleştireceği saldırının zamanını belirleme noktasında belirleyici olacaktır. Rusya bu noktada Türkiye’ye onlar bana şunları sunuyorlar sen ne sunuyorsun diye soracaktır ki bu noktada Türkiye, ihtiyatlı bir yaklaşım içinde olacaktır. İşte bu ihtiyatlı ancak gerçekçi tutumun Rusya tarafından nasıl okunacağı büyük önem arzetmektedir. Rusya, Hafter’in galip gelebileceğine inanması durumunda Hafter güçlerini destekleyecek, buna inanmaması ya da Türkiye ile ilerlemesini gerektiren başka stratejik yaklaşımlara öncelik vermesi durumumda ise Ulusal Mutabakat Hükümeti güçlerinin karşısında yer almayarak konumunu belirleyecektir.
Fransa’nın bela arayan tavrı nedeniyle gelişmeler, bir çatışma zeminine doğru hızla kaymaktadır.
Bu çatışmanın şekillenmesinde Mısır’ın tavrı önem taşıyacaktır ve istihbarat okumalarından edindiğim kanaat ; Fransa’nın, Mısır’ı Libya’ya müdahale etmesi konusunda ikna etmiş olduğudur…
Kanaatimce önemli olan husus, Mısır’ın operasyon stratejisini bertaraf edecek ve Libya savaşını nasıl kazanacağımızı belirleyen bir harekat için şimdiden hazırlanmamız gerektiği gerçeğidir.
Bu bağlamda, Sirte – Cufra hattına yüklenmeden hemen önce Libya’nın Doğu sahillerine hava harekatı eşliğinde yapılacak bir çıkarmanın bu hususta etkili olabileceği fikrimi de ilgililerin dikkatine sunmak isterim…
27.12.2020 // 23.19
SEDAT ÇETİNKAYA
.İNCE ÇİZGİ...
Uluslararası siyasette her meselenin , zaman ve mekan boyutunda ve olayları etkileme gücü babında önemli olarak değerlendirilebilmesi mümkün olsa da günümüzde, küresel siyasete yön veren stratejik öneme sahip gelişmeler bulunmaktadır.
Bu bağlamda belirtmek gerekirse ; Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği askeri- siyasi ve ekonomik açıdan çok yönlü olarak güç kaybederken, çok merkezli bir dünya da hızla şekillenmektedir. Eksik stratejik değerlendirme yapanların aksine bu şekillenmenin tamamının, küreselcilerin faaliyetlerine ve hedeflerine bağlanabilmesinin mümkün olmadığını da önemle belirtmek isterim.
İpek yolu güzergahında şekillenecek ticaret, günümüz dünyasının en önemli siyasi gelişmelerinden birisini oluşturuyor olmakla birlikte, dünya nüfus dengesinin bazı ülkeler lehine kırılma oluşturan ciddi bir ivme ile yükselmekte oluşu, dünyanın önümüzdeki yıllarda nüfus probleminden kaynaklanan gıda ve su temini ve toprak talebi gibi savaşmaya yönelten sorunlarla karşı karşıya kalmasına da neden olacak gibi görünmektedir.
Bu arada dünyanın çok eski bir ticaret yolu olan ancak yeni bir bakış açısıyla şekillenen İpek yolunun kontrolüne kimlerin sahip olacağı ve bu yol üzerinde şekillenen ticaretten ve stratejik üstünlükten kimlerin yararlanacağı hususu büyük önem kazanmaktadır. Ayrıca oluşan bu yeni perspektifin meydana getireceği değişimler de en az İpek Yolu kadar önemli bulunmaktadır. Çünkü İpek Yolu’nun günümüzdeki versiyonunun oluşturacağı yeni dengeler noktasında ; uluslararası kurumların, küresel rezerv paranın, askeri ittifakların, üretim ve finans merkezlerinin, lojistik üstlerin mutlak anlamda yeniden şekillenmesi söz konusu olacaktır. Artık günümüzdeki gibi bir Birleşmiş Milletler’den, Dünya Bankası’ndan, Dolar ve Euro’nun rezerv para üstünlüğü teşkil etmesinden, üretim ve finans merkezinin ABD ve Avrupa oluşundan ve NATO’nun varlığından bahsedilebilmesi mümkün olmayacaktır.
Bu çerçevede ise iki husus özellikle dikkat çekmektedir. Küreselciler, devletler var olsalar da dünyanın zorunlu nedenlerden dolayı , devletlerin bazı yetkilerini devredeceği, belirli kıta kotaları ve ülke nüfusları doğrultusunda temsil edilecekleri bir Birleşmiş Milletler idaresi tarafından yönetilmesini dillendirmeye ve şekillendirmeye başlayacaklardır. Bu stratejileri ile hedefledikleri ise ; dünya yönetimini ele geçirmek ve dünyayı istedikleri biçimde yönlendirebilecekleri bir zemini elde etmektir. Kısaca TEK DEVLET'e ulaşma hedefleri bulunmaktadır.
Dikkati çeken diğer husus ise küresel rezerv para olarak Dolar ve Euro gibi batının kontrolünde olan para birimlerinin değil, tüm katılımcı devletlerin oluşturacağı "ORTAK BİR MERKEZ BANKASI " çerçevesinde kıymetli madenlere bağlı olarak tedavüle sürülecek "KÜRESEL REZERV PARA BİRİMİNİN" oluşturulması olarak tezahür edecektir. Böylece oluşacak ekonomik ilişkiler ağı , geçmiş dünyanın tüm ekonomik altyapısını değiştirecek, elinde kıymetli madenler bulunan ülkelere de büyük bir avantaj sağlayacaktır. Doların veya Euro’nun bir sopa gibi kullanılmasından endişe duyan ülkeler ise bu oluşuma ciddi katkı vererek, ABD’nin ve Batının küresel hakimiyetine büyük bir darbe vuracaktır. Bu bağlamda geliştirilecek "YENİ BİR PARA TRANSFER AĞI" da ABD’nin küresel gelirlerinin önemli bir bölümünü ortadan kaldıracak ve ABD ekonomisi para transferlerinden sağladığı gelirin ortadan kalkmasıyla büyük bir gerileme yaşayacaktır. Bu hususta küreselcilerin tamamen kendi kontrollerinde şekillenecek bir para ağı kurma hayallerinin bulunduğunu ve tedavüle sürdükleri Bitcoin – Bitcoin Cash- Ethereum – Ripple gibi sanal paralarla bu konuda altyapı oluşturmaya çalıştıklarını ve bu hususta bazı oldu- bittiler oluşturmaya çalışsalar da başarılı olamayacaklarını da ayrıca belirtmek isterim.
İşte küreselcilerin, ABD yönetimini kullanarak ABD’den yumuşak bir çıkış yapmaya çalıştıkları, Avrupa’nın yeni dengeler ve ABD’nin alışılagelmiş varlığı arasında ikilemler içinde bulunduğu ve Türkiye ile Rusya’nın çok yönlü baskısını iliklerine kadar hissettiği, İngiltere’nin eski gücünden ve potansiyelinden uzaklaşmış olduğu, Rusya’nın gelişen Türk etkisine karşı koyabilecek yeterliliklere sahip olmadığı ve küreselcilerin de Türkiye’yi kontrol edebilme imkanlarının olmadığı bir dönemde Türkiye, yeni bir güç merkezi olarak varlık kazanmış ve dünyanın karanlık ufkuna bir GÜNEŞ gibi doğmuş bulunmaktadır.
Günümüzde yaşanan ve dünyanın küreselcilerin istediği tarzda şekillenmesine engel olabilecek kapasiteye, küresel bilince, kadim tarih bilgisine ve cihan hakimiyetine yönelik mefkureye sahip olan tek ülke Türkiye olduğu gibi tek güç de Müslüman- Türk milleti ve onun etrafında toplanan kardeşlerinden oluşacak birliktir.
İçinde bulunduğumuz an itibariyle Türkiye bu iradeye sahip olduğunu gösteren kutlu sancağı kaldırmıştır. Tüm devletler nezdinde, yüksek bir bilgelikle ileriyi gören analistler ve stratejistler, Türkiye’nin yükselişini ve yönelimini görmüşler ve etkili uyarılara başlamışlardır.
TÜRKİYE , önce TURAN’a sonra da KIZILELMA’ya doğru gitmektedir.
Türkiye’nin ; İpek yolunun tam ortasında, ve yolların düğüm olduğu Akdeniz’de büyümeye, Afrika sahillerinde köşe başlarında , Kafkas Dağlarının zirvesinde yurt tutmaya, Orta Asya semalarında şah kartal olup uçmaya, Altay dağlarında Bozkurt hüviyetinde ulumaya başlaması, DÜNYA'YA YENİDEN HÜKMETMEYE KARAR VERDİM söyleminin ilanından başka bir şey değildir.
Kıymetli Dostlarım, BU BİR HAYAL DEĞİLDİR. İhtiyacımız olan şeyler ; her türlü baskıya direnerek aleme yeniden nizam verebilmek için yeterli güce ulaşacak zamanı elde etmek, mutlak bir mücadeleyi birlik içinde sürdürmek , başkanımıza ve yol arkadaşlarına sonuna kadar destek olmak, bireysel ve küresel bazda yüksek bir strateji ile çalışmak ve gerçek hedef olarak Allah’ın rızasını kazanmayı hedef edinmek olmalıdır.
Türkiye’nin büyük ve kutlu yükselişi karşısında, çareyi bize karşı savaş açmakta bulacak olan küresel güçleri ve onların arkasındaki şeytani güçleri mağlubiyete uğratarak, insan ile şeytan ve yandaşları arasındaki mücadelede tarihi bir üstünlüğü hep birlikte elde edecek ve insanın onurlu varlığını tesis edeceğiz...
Önümüzdeki süreç, sıradanlık içinde gelişen bakış açıları tarafından tahmin bile edilemeyecek kadar önemli olayların sahneleneceği bir Arena’ya dönüşmenin eşiğinde bulunmaktadır. Bu süreç, insanlık tarihinin en zorlu mücadelelerine sahne olacak ve safını doğru seçenlere iki cihanda da gururla taşıyacakları emsalsiz bir şeref bahşedecektir.
ANCAK, Devlet stratejisi ve çıkarlarımız gereği İsrail ile yakınlık kurmamız lazım diyerek siyonizmin zulmünü sineye çekme arzusunu istekle ortaya koyan İLKESİZLERDEN başlayarak, namaz yetmiyormuş gibi İslam dinine "YENİ İBADET ŞEKLİ İCAT EDEN" ve bunları gösteri şeklinde icra ettirerek kendisini dini bir vazifeyi ifa etmiş zanneden gafilleri de akıl- mantık ve ilimden oluşan İNCE ÇİZGİ’yi görerek hareket etmeye davet ettiğimi de neticeten belirtmek isterim...
25.12.2020//21.40
SEDAT ÇETİNKAYA
.IRAK COĞRAFYASINDA GELİŞEN, KİRLİ İLİŞKİLER...
İsrail, Amerika Birleşik Devletleri ve bazı Avrupa ülkeleri tarafından, Irak topraklarını kullanmak suretiyle Türkiye’ye yönelik saldırılar yapmak üzere teşkilatlandırılan, korunan ve desteklenen PKK, Irak topraklarında ciddi güç kaybetmiş ve kendisini Suriye ile ilişkilendirecek biçimde güneybatı istikametine doğru çekilmek zorunda kalmıştır.
Pkk’nın yıllarca yerleşmiş olduğu bölgelerdeki gücünü kaybederek geri çekilmek zorunda kalması, örgütün dağıldığını ve silinmek üzere olduğunu gösteren en büyük delil olarak da karşımızda durmaktadır. Ancak bu durum sindirilememiş olduğundan, Pkk ile Irak Kürt Bölgesel yönetimi arasında devam eden ve çatışmalara sebebiyet veren bir gerilim de gözlenmektedir.
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne karşı önemli karşıtlıklara sahip olan Irak yönetimi de PKK ile Irak Kürt Bölgesel Yönetimi arasında devam eden bu gerilimden ziyadesiyle memnundur. Bu durumdan memnun olan diğer bir devlet de kendisini göstermeden sinsice planlar yapan İran’dır.
Irak yönetimi, PKK’nın Sincar’dan çıkarılmasını sağlamadığı gibi Pkk militanlarını, İran güdümündeki Şii milislerden kurulu Haşdi Şabi bünyesinde koruma altına da almış bulunmaktadır. Kısaca PKK militanları, Irak yönetiminin paralı askeri konumuna getirilmiş bulunmaktadır.
Irak yönetiminin, Irak’ı işgal etmiş olan Amerika Birleşik Devletleri güdümündeki bir devlet olduğu ve ABD tarafından da İran nüfuzuna terk edildiği düşünülürse, bu devletin ; yine ABD’nin kurduğu ve beslediği ve İran tarafından desteklenen PKK’ya yönelik olarak etkili bir tavır içine girmesinin, PKK’nın tasfiyesi istenmediği sürece mümkün olmadığını da görmek gerekmektedir. Net ve açık olarak belirtmek gerekirse, Pkk’ya karşı tavır aldığını söyleyen Irak yönetimi de İran da yalan söylemekte ve Türkiye’yi aldatmaya matuf çalışmalar içine girmektedir.
Bu bağlamda Irak yönetiminin PKK’nın Sincar’dan tasfiyesi edildiği söylemini içeren tutumu kesinlikle bir aldatmaca olduğu gibi Irak Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin’in ve Başbakan Mustafa Kazımi’nin Türkiye’ye yönelik ziyaretleri de bir göz boyama ve Türkiye’nin muhtemel faaliyetlerine karşı bir ön alma çabasından ibarettir.
Ayrıca Pkk ile Irak Kürt Bölgesel yönetimi ya da diğer bir deyişle Kürdistan Demokrat Partisi ( KDP ) arasındaki bu gerilimin, ABD kontrolündeki Pyd//Ypg//Sdg yapılanması tarafından kontrol edilen bölgede de etkisini göstermeye başladığı iddia edilmektedir. Zira KDP’den yana tavır koyan Suriye Kürt Ulusal Meclisi’nin ( ENKS ) ofislerinin, PKK’dan yana tavır koyan PYD//YPG//SDG yapılanması tarafından saldırıya muhatap olduğu ve ENKS ile birlik oluşturmak için yapılan görüşmelerin de sekteye uğradığı izlenimi ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Burada sorulması gereken soru ; "bu yaşananlar gerçek midir yoksa bir tiyatronun oynanmasından ibaret midir ? " şeklinde olmalıdır. Şahsen ben, IKBY yönetimi ve ENKS ile Pkk//Pyd//Ypg//Sdg yapılanması arasında gerçek bir çatışmanın ve gerilimin olduğunu düşünmüyorum. Ortaya konan gösteriler, CIA ve Mossad ajanları güdümünde oynanan bir oyundan ve sahtekarlıktan başka bir şey değildir. İran da bu oyunda iyi figüranlık yapmaktadır.
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin, DEAŞ ile mücadele Komisyonu’na çağrıda bulunması da Irak hükümeti ile PKK konusunda işbirliği çabaları sergilemesi de Türkiye’yi bir operasyona başvurmaması noktasında oyalama ve zaman kazanma taktiğinden başka bir şey değildir.
Bu arada Türkiye’nin Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ( IKBY) ile birlikte yapabileceği bazı şeylerin olduğunu söyleyebilmek de olanaklı değildir. IKBY’nin yakın geçmişte, İsrail yönlendirmesinde sergilediği tam bağımsızlığa ve toprak genişletmeye yönelik tavrının, bu kadar kısa sürede ortadan kalktığını söylemek mümkün olmadığı gibi o gün yaşananların, Türkiye’nin tavrını tespit için yapılan bir test olduğunu ve Irak hükümeti kullanılarak bu tavrın şekillenmesinin engellendiğini düşündüren izlenimlerin olduğunu da önemle belirtmek isterim. Zira Pkk’dan ya da Irak hükümetinden rahatsız olan IKBY’nin, kontrol ettiği toprakların yarısını fiilen egemenliği altına almış ve sabit askeri üstlerle bölgeye yerleşmiş Türkiye’den rahatsız olmaması aklen kabul edilebilir değildir...
Kanaatimce tüm bölgesel aktörler, Yeni ABD yönetiminin bölgede atacağı adımları beklemekte ve çok yönlü oynayarak gerçek rengini belli etmemeye, kıvırmak ve gerektiğinde U dönüşü yapmak için kendine alan açmaya çalışmaktadır.
Unutulmamalıdır ki çakalların dansı, KURT MEYDANA ÇIKANA KADARDIR. ELBET BİZİM DE DOĞUNUN VE BATININ HÜKÜMDARI "KUT" SAHİBİ ATALARIMIZDAN VE TARİHİN DERİNLİKLERİNDEN SÜZÜLÜP GELEN BİR BOZKURT PLANIMIZ VARDIR... AYRICA BİZ SİSLİ HAVAYI DA ÇOK SEVERİZ...
MİSAK-I MİLLİ YANİ MİLLİ YEMİN İLE BELİRLENEN SINIRLARIMIZ DA ORTADADIR…
EMPERYALİSTLERİN KALEMİNDEN TÜREYEN IRAK VE SURİYE GİBİ DEVLETLERİN, TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNE SAYGI DUYMA SAFSATASI SÖYLEMLERİNE DE KARNIMIZ TOKDUR…
KADİM KÜRESEL DÜŞMANLARIMIZ, İÇİMİZDEKİ İTTİHATÇI ARTIKLARI, MANDACILAR VE İŞBİRLİKÇİLER İSTEMESE VE HER FIRSATTA YALANDAN MANDA DERİSİ GİBİ OLMUŞ YÜZLERİYLE VE UTANMA DUYGUSUNDAN YOKSUN SÖYLEMLERİYLE KARŞIMIZA ÇIKIP FİTNE ÜRETMEYE DEVAM ETSELER DE BÜYÜK TÜRKİYE HEDEFİNE ULAŞMAYI BAŞARACAĞIZ…
19.12.2020//02.48
SEDAT ÇETİNKAYA
.İNSAN VE OLMASI GEREKEN İNSAN…
İnsan ; ben merkezli düşünen, egoist, kindar, kıskanç, yalancı, saldırgan, rahatına düşkün, güç sahibi olmayı seven, zalim, kibirli, doyumsuz, caka satmaktan- eleştiri ve dedikodu yapmaktan tarifsiz bir zevk alan, sorumsuz ve düşünce dünyasında akıl- zeka ve muhakemesini yeterince kullanmayan tarifi zor bir varlıktır. Aslında bu insan betimlemesi, nefsin kontrolündeki hayvani kimlik taşıyan ve hatta “esfeli safilin’e indirilerek” hayvanlardan da aşağı bir konumda tanımlanan insanın, basitçe yapılmış tanımından başka bir şey değildir…
Elbette bu kadar olumsuz algı ve davranış modeli, değişik seviyelerde de olsa insanda kendini gösterince, insanın kendisine tahsis edilen ömrü heba etmesi ve kendisine tekrar çocukluğuna dönsen yeni hayatında ne yapmak isterdin sorusu sorulduğunda ;
• Sınırsızca oyun oynamak isterdim,
• Hiçbir şeyi kafama takmadan, hiçbir sorumluluk almadan yaşamak isterdim,
• Gezmek, tozmak, dünya turu atmak, eğlenmek, güzel yemekler yemek, plajlarda güneşlenmek, tertemiz sularda yüzmek, çimenler üzerinde kayıtsızca uyumak, neşe içinde bulunmak isterdim gibisinden sayfalar dolusu hayali sıralayabilmesi de olağan bir duruma tekabül etmektedir.
Oysa insanın, çok küçük bir bölümünü gördüğümüz bu devasa evrenin bir yaratıcısı olduğunu algılayabilmesi için önce evrene sonra da kendi iç dünyasını yöneten ruhuna yönelip, kendisini sınırlayan ve yönlendiren tüm algılardan, öğretilmiş ve ezberletilmiş gerçekliklerden uzaklaşarak birkaç dakika düşünmesi yeterlidir.
Evreni var eden bir yaratıcının varlığını algıladıktan sonra insanın, kendisinin hangi nedenle yaratılmış olduğunu düşünmesi ise olması gereken insana ulaşmak için atılacak ilk adım mahiyetini taşımaktadır.
Yaratıcının varlığına yönelik bir inanmışlıkla, yaratılış nedenini arayan insanın, peygamberlerin ve semavi dinlerin mahiyetini değerlendirip, son ilahi verilerin belirlediği insan formu içinde ; kendi benliğini, yaratılış nedenini ve yaşam amacını tanımlaması ise en tutarlı ve en değerli akli yaklaşım biçimine tekabül etmektedir.
İşte bu bağlamda kendisini, Kuran-ı Kerim ve Hz. Muhammed sallallahü aleyhi vesellem efendimizin sünneti ile belirlenen düşünce ve yaşam biçimi ile tanımlayan insana, heba edilmiş ömrünün başına dönsen nasıl bir yaşam sürmek isterdin diye sorulduğunda vermesi gereken cevabın, hem etkin ve daimi bir pişmanlığı, hem de olması gereken insanın duygu- düşünce ve yaşam biçimini tanımlaması gerekmektedir.
Bu tanımlamayı müteakiben, fikren var olan gerçekliğin, yaşamaya yansıması ile de doğrulanması gereği bulunmaktadır. Zira insanın fikir dünyasında ; fedakar – merhametli- bağışlayıcı- yardımsever- ikram sahibi vb. olmasıyla bunu fiilen gerçekleştirmesi arasında çok önemli bir fark bulunmaktadır.
İşte o fark da hayal edilen para ile elde olan para arasındaki fark gibidir… Birisinin sadece hayalini kurar, diğerini ise harcayabiliriz. Cennet ve Cennette sahip olacağımız imkanlar için harcayacağımız da işte amellerimizden doğan bu kazancımızdır…
Ancak her bilançonun olduğu gibi işin bir de borç hesabı tarafı bulunmaktadır. Bilançomuzun aktiflerinin (sevap) pasiflerinden (günah) yüksek olabilmesi yani pozitif yönlü bir bilanço olabilmesi için ise ; ya borcumuzun hiç olmaması ya da borcumuzun aktiflerimizden (sevap) daha az olması gereği bulunmaktadır. Bunu sağlamak için yapmamız gereken de hiç günah işlememek, bu mümkün olmazsa az günah işlemek, bu da mümkün olmazsa günahları sildirmek için af müessesesine başvurarak, borçları defterden sildirmeye yönelmek olmalıdır. Bağışlamayı seven, izzet ve ikram sahibi bir Rabbimiz bulunmaktadır. Yarın hesap günü geldiğinde, madem günah işlemekten geri durmayı başaramadın , af dilemeyi de mi başaramadın sualiyle karşılaşmamak ve kafamızı yerden yere vurmamak için hayatımızın her anında af dileyen bir zikri ve tavrı devam ettirme mecburiyetimiz de bulunmaktadır.
BİZLERİN GERÇEKTEN AKIL VE BECERİ SAHİBİ OLUP OLMADIĞIMIZ, BU DÜNYADA ELDE ETTİĞİMİZ DÜNYEVİ UNSURLARA GÖRE DEĞİL, SAHİP OLDUĞUMUZ UHREVİ DEĞERLERE GÖRE MAHŞER MEYDANINDA BELİRLENECEKTİR.
DOLAYISIYLA HİÇKİMSENİN, BU DÜNYADA YAŞADIKLARINDAN DOLAYI YERİNMESİNE, ÜZÜLMESİNE, TAHAMMÜLSÜZLÜK GÖSTERMESİNE VE İSYAN ETMESİNE GEREK YOKTUR…
ALLAH’A VE RESULÜNE İNANMAK, İYİ BİR İNSAN OLARAK VE ALLAH’IN RIZASINI KAZANMAYA YÖNELİK OLARAK YAŞAMAK, HER DAİM KİBRİ DIŞLAYAN BİR BAKIŞ AÇISI VE TÖVBE HALİ İÇİNDE OLMAK, CENNET NİMETİ İÇİNDE EBEDİ HAYAT SUNAN BİR YAŞAMIN ANAHTARINA SAHİP OLMAK DEMEKTİR.
ALLAH CELLE CELALÜHÜ HAZRETLERİ, BU GERÇEĞİ KAVRAMAYI VE EBEDİ KURTULUŞ ANAHTARINI ELDE ETMEYİ , İMTİHAN DÜNYASINDAN GEÇECEK TÜM İNSANLARA NASİP EYLESİN…
17.12.2020 // 17.48
SEDAT ÇETİNKAYA
.S 400 HAVA SAVUNMA SİSTEMİ’Nİ SATIN ALDIĞIMIZ İÇİN, BİZE KARŞI UYGULADIĞI AMBARGOYU BELİRGİN HALE GETİREN AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİNE, BEDEL ÖDETEN BİR MİSİLLEME YAPMALIYIZ…
Amerika Birleşik Devletleri, yapmış olduğu uzun vadeli planlarda, Türkiye’nin günümüzdeki askeri- siyasi ve ekonomik kapasiteye ulaşacağını öngörememiş bulunmaktadır.
ABD’nin, askeri strateji açısından Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni sınırlayabilmesi için en önemli husus ise, Türkiye’nin etkili bir Hava Savunma Sistemi’ne sahip olmamasıdır. Çünkü Amerika Birleşik Devletleri Ordusu’nun kurmay kadrosu, kara ve deniz gücü ne kadar yüksek olursa olsun, hava operasyonlarına ardına kadar açık bir ülkenin, bir savaşı kazanamayacağını çok iyi bilmektedir. Çünkü ABD’nin askeri hegemonyası dahi hava hakimiyeti teorisi üzerine kuruludur ve ABD, bir savaşı kesin bir biçimde kazanamasa da hava hakimiyetini kullanarak gerçekleştireceği bombalama programıyla, o ülkeyi birkaç ay içinde neredeyse taş devrini yaşatacağı bir ülke seviyesine kadar düşürebilir...
İşte Amerika Birleşik Devletleri, yakın bir gelecekte Türkiye’yi askeri açıdan karşısına alma ihtimalini yüksek gördüğü için, Türkiye’ye ne hava savunma sistemi satmış ne de Türkiye’nin dünya piyasalarından bu sistemi almasına olumlu bakmıştır. Hatta ABD, Türk Hava Kuvvetleri'nin "görüş içi ve görüş ötesi hava-hava füzelerine" dahi adı konulmamış bir sayı kısıtlaması getirmiştir. Benzer uygulamalar, saldırı helikopterleri ve silahlı insansız hava araçlarının satışı konusunda da yaşanmıştır.
ABD’nin F 35 savaş uçakları konusunda Türkiye’yi üretim programına kabul etmesinin nedeni, ( birileri hala bu uçakları çok iyi bir uçak gibi lanse etse de) uçan bir tenekeden ibaret olan bu uçaklarla Türkiye’yi, hava kuvvetleri açısından tamamen kontrol altına alma düşüncesine sahip olmasıdır. Zira bu uçaklar, yazılımları değiştirilmediği müddetçe, tamamen ABD kontrolünde harekat icra edebilecek, ABD istemediğinde ise savaşmak bir tarafa hangardan bile çıkamayacak ve her yönüyle de ABD’ye istihbarat sağlayacak olan uçaklardır. F 35 uçakları kendisini kullanan pilottan, silah yüküne, görevine, yakıtına, icra ettiği göreve kadar herşeyi, ABD ile paylaşan bir platformdur. Hala saf salak bir tutumla, bu uçakları satın almaktan bahseden yetkililerin iyiniyetinden şüphe etmek gerektiğini önemle belirtmek ve dikkatinize sunmak isterim. Muhtemelen bunlar, devşirme ABD ajanlarının içimizdeki son mohikanlarıdır… Bir dönem Türkiye’de iki günde bir düşen//düşürülen F-4 uçaklarının düşme//düşürülme nedeninin bile, F 35 uçaklarının alımına yönlendirecek psikolojik altyapıyı oluşturmak , F 16’ların yazılımlarını millileştirmek üzere çalışan mühendislerinizin öldürülmesinin nedeninin de Türkiye’yi hava kuvvetleri açısından ABD kontrolünde tutmaya yönelik bir uygulama olduğunu idrak etmek gerekmektedir.
ABD, mahallenin sınır tanımaz bıçkın delikanlısı gibi hareket ederken, bizim iyiniyetli efendi genci oynamamız, ABD yanlısı açıklama yapanları da bu vatanın evladı gibi görmemiz abesle iştigalden ibarettir.
Herkes şunu iyi bilmelidir ki ABD, Türkiye- İsrail ilişkileri kötüleştiği andan itibaren F 35 savaş uçaklarını Türkiye’ye vermemeyi planlamış bulunmaktadır. Çünkü İsrail, bu uçakların Türkiye’ye verilmesini Türkiye'nin geliştireceği teknolojilere dayanak teşkil etmesi hasebiyle kendi güvenliği için bir tehlike ve bu durumu gelişen Doğu Akdeniz ve Suriye perspektifi doğrultusunda da stratejik bir baskı unsuru olarak değerlendirmiş bulunmaktadır.
ABD ise savunma sanayi alanında Türkiye’ye yönelik olarak adı konulmamış bir ambargoyu zaten uzun süredir uygulamaktadır. Almış olduğu yaptırım kararlarının, bazı odaklarca abartıldığı gibi bizi etkileyecek bir yönü olmadığı gibi savunma sanayimizin çok daha verimli biçimde gelişmesini sağlayacak ve gelişim hızının yükselmesi için bizi gayrete getirecek bir etkisi de bulunmaktadır. ANCAK MESELE BU DURUMDAN İBARET DEĞİLDİR.
Amerika Birleşik Devletleri, siyasi- askeri ve ekonomik bağları içeren KÜRESEL GÜÇ DENGELERİYLE ilgili olarak verilen mücadelede, tarihi bir hata yaparak, Türkiye’yi zorlamak suretiyle sonuç alabileceğini düşünme yanlışına düşmüş gibi görünmektedir. Ancak bu durum ; Amerika Birleşik Devletleri , Avrupa Birliği, İsrail ve küreselcilerin Türkiye’ye karşı bedel ödemelerini de beraberinde getirecektir.
KANAATİMCE ŞİMDİ SIRA BİZDEDİR.Bu bağlamda ;
• F 35 savaş uçağı için parça üreten şirketlerin bu faaliyetlerine derhal son vermelerini sağlayarak, bu uçağın üretim programını akamete uğratmalı,
• F 35 programı için ödediğimiz parayı geri talep etmeli,
• Her ne kadar ABD, alternatifler konusunda gizlice hazırlıklar yapmış olsa da ABD’nin Türkiye’deki tüm askeri üslerini kapatmalı,
• İhtiyacımız olmakla birlikte sırf ABD’yi dünyaya rezil etmek için Rusya’ya yeni bir S 400 siparişi vermeli,
• Rusya’nın ürettiği 5.Nesil Su 57 Savaş uçaklarına talip gibi davranarak ABD’ye ve NATO ittifakına gözdağı ile karışık korku salmalı ancak işi uygun şartlar dahilinde Su 57’nin yeni Satürn İzdeliye 30 motorlarını birlikte üretme konusunda GÖRÜŞMELER yapmaya çevirmeliyiz…
Türkiye’ye karşı yaptırım kartını sahaya süren ABD’nin diğer hamlelerini, Irak- Suriye hattında, Doğu Akdeniz ve Libya konularında atacağını ve bu adımlarını Türkiye’ye yönelik ekonomik saldırılar ve iç siyasette dozu arttırılmaya çalışılacak baskılarla desteklemeyi hedefleyeceğini de görmek gerekmektedir. Zira bazı zillet partilerinin, ABD beslemesi ajan kadrolarına sızan ve zaman zaman dillendirdikleri erken seçim söyleminin temelinde de işte bu siyasi gerçeklik bulunmaktadır.
ABD, tarih açısından bakıldığında genç bir devlettir ve henüz Türk Milleti ile karşı saflarda mücadele etmek nedir bilmemektedir. Kore Savaşındaki 5000 Mehmet’in gösterdiği kahramanlıkla Çin ordusu karşısında hezimetten kurtulduğunu da çoktan unutmuş görünmektedir.
Savaşmaktan kaçınır kim varsa alnı kara,
Kan dökmeyi bilenler hükmeder topraklara diyerek ileriye atılanların ve cihana yansıyan simalarıyla ölümü korkutanların torunlarıyız…
Şimdiden, ALTTA KALANIN CANI ÇIKSIN DİYORUZ…
16.12.2020 //02.20
SEDAT ÇETİNKAYA
.GERÇEKTE DÜŞMAN ANCAK SÖZDE MÜTTEFİK ABD’NİN, SURİYE ESKİ ÖZEL TEMSİLCİSİ JAMES JEFFREY’İN SÖYLEMİNDEN HAREKETLE DÜŞMANIMIZIN DÜŞÜNCE BİÇİMİNİN ANALİZİ…
Amerika Birleşik Devletlerinin eski Türkiye Büyükelçilerinden Suriye Eski Özel Temsilcisi James Jeffrey, Al Monitor haber sitesine vermiş olduğu röportajda, öncelikle Erdoğan’ın Türkiye’den ayrı düşünülmesi gerektiğinden bahsetmektedir.
Bu söylem ise, bir kitleyi kontrol altına almak için liderin yıpratılmasının gerekli olduğu durumlarda uygulanan, sosyolojik- psikolojik temelli bir istihbarat uygulamasından başka bir şey değildir. Kısaca belirtmek gerekirse ABD VE YANDAŞLARI : “ Biz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ve vatandaşlarına değil ; diktatör- baskıcı- saldırgan- nefret edilmesi gereken ve laik- çağdaş- demokrat – batının ayrılmaz bir parçası ve Nato müttefiki olan Türkiye’nin yönetiminden düşürülmesi gereken ERDOĞAN’a karşıyız” şeklindeki bir politikayı esas alan bir düşünce yapısına sahip olduğunu göstermektedir. Elbette her fırsatta Sayın Erdoğan’ı olumsuz gösteren argümanların kasıtlı biçimde kullanılmasının, bu yaklaşımın bir gereği olduğunu da idrak etmek gerekmektedir. HERKES, yakınlaşma çabaları için gösterilen stratejik tavırlar hariç olmak üzere ; batının güç merkezlerinin SEVDİĞİ, DESTEKLEDİĞİ, İLİŞKİ KURDUĞU VE DEĞER VERDİĞİ bir Türk devlet adamının, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Türk Milleti’nin çıkarı için hareket eden bir insan olmadığını, ONUN İŞBİRLİKÇİ BİR VATAN HAİNİ olduğunu anlamalı ve siyasi fikriyatını ona göre şekillendirmelidir…
Yine J.Jeffrey, yeni ABD Başkanı Joe Biden için en önemli beş meseleyi ; Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile ilişkiler, İran'la nükleer anlaşma ve iklim krizi olarak sıralarken, altıncı konunun Türkiye olduğunun altını çizmekte ve ayrıca ilk beşte yer alan İran ve Rusya meseleleri ile sekiz veya dokuzuncu sırada yer alacak olan terörizm meselesinin doğrudan Türkiye’yi ilgilendirdiğinden de bahsetmektedir. Bu beyan noktasında dikkat çeken husus, James Jefrey’in asıl meseleleri bilinçli olarak gözden kaçırmaya çalıştığı gerçeğidir. Çünkü Orta ve Kuzey Afrika’yı, Asya ve Avrupa kıtasını, Akdeniz’i, Karadeniz’i- Kafkaslar’ı- Balkanlar’ı – Ortadoğu’yu ve Ortaasya’yı ilgilendirip de Türkiye’nin dışında olduğu hemen hemen hiçbir konu bulunmamaktadır. Türkiye’nin bizzat müdahil olduğu konuların ise, Türkiye’nin uygun gördüğü şartlar kabul edilmeden çözüme kavuşturulmasına olanak bulunmadığı gibi ABD lehine şekillenmesi de fiili imkansızlık içermektedir. DOLAYISIYLA ABD, Türkiye’nin karşısında biat edip, Türkiye’nin her istediğine destek verecek bir siyaset tarzını benimsemeden, bölgede ABD’ye Türkiye tarafından açılacak hiçbir kapı bulunmamaktadır. Bilakis kapılar, sıkıca kitlenecek ve tehlikelere karşı desteklenecektir. Ancak belirtmek isterim ki DAHA BÜYÜK BİR BEDEL ÖDEME RİSKİNİ göze alabilirlerse, Türkiye’yi şöyle iyi bir zorlayalım da demek isteyebilirler. Ancak Türkiye, onların düşüncelerinde olan yani CHP zihniyetinin peşkeş çektiği Türkiye’ye ilişkin “MUHTEŞEM MÜTTEFİK” konumunu, ABD’nin kalleşliklerini üst üste koya koya “MUHTEŞEM DÜŞMAN”a çevireli çok olduğundan, Türkiye’yi sıkıştırma düşüncelerinden sonuç alabilmeleri de mümkün görünmemektedir.
Türkiye, bölgede ortaya koymuş olduğu işbirliği izlenimleri ve çok yönlü stratejik yönelimleri ile tüm küresel güçleri dumura uğrattığı gibi hepsini de gelecek noktasında korku içinde bırakmış bulunmaktadır. Türkiye’nin sonuç itibariyle ortaya koyacağı siyasi strateji, abartısız bir söylemle ifade etmek gerekirse, dünyanın geleceğini ve yüzyılımızı şekillendirecektir. Bu nedenle ne Avrupa Birliği’nin ne de ABD’nin bize karşı uygulayabileceği gerçek bir yaptırım da bulunmamaktadır. Ancak bizim onlara karşı uygulayabileceğimiz çok yaptırım bulunmaktadır. Siyasi stratejilerin, her türlü deliliğin ortaya konabileceği OLAĞANÜSTÜ ŞARTLAR düşünülerek oluşturulması gereği bulunmaktadır. ( Örnek olarak Türkiye’nin Rusya ile birlikte hareket edip, Avrupa’nın enerji vanalarını kapattığı, Çin ile Avrupa’nın kara ticaretini bloke ettiği ya da Türkiye’nin, Akdeniz’i düşman gemiler için bir ölüm denizi haline getirip, güçlünün hukuku geçerlidir ilkesinden hareketle uluslararası hukuku falan tanımayıp boğazları istediği ülkelerin gemilerine kapattığı, ABD - NATO üslerini ve radar tesislerini ortadan kaldırdığı ve Avrupa’yı askeri güçle tehdit ettiği bir gerçekliğin resmini verebiliriz.) Biz, maliyeti çok düşük olan bu basit uygulamaları gerçekleştirdiğimizde, ne yaptıklarımızı engelleyecek ve karşı koyabilecek bir güçleri ne de bu gücü kullanabilecek bir yeterlilikleri bulunmamaktadır. İŞTE BİZE DÜŞEN, BU GİBİ DURUMLARA YÜKSEK SEVİYEDE HAZIRLIKLI OLMAKTIR. Çünkü batı dünyasıyla ve Atlantik paktıyla ilişkilerimizin üst düzeyde gerilip, iplerin karşılıklı olarak atılacağı günler çok uzak değildir. Bu nedenle ticaretimiz başta olmak ilişkilerimizi çok yönlü olarak geliştirmek, dostlarımızın sayısını ve stratejik ilişkilerimizi arttırmak, yabancı ülkelerde askeri üsler kurmak , ticaret yollarını , gıda ve hammaddeyi kontrol altına almak , silah sanayimizi nükleer silah üretmek dahil en üstün savunma ve saldırı kapasitesine ulaştırmak cihetinde zorunluluklarımız bulunmaktadır.
Ayrıca James Jeffrey, Erdoğan’ın mantıklı bir aktör olduğunu , Erdoğan’ın son sekiz ayda İdlib, Libya ve Dağlık Karabağ’da yaptıklarına bakılacak olursa ve dünyanın eşitler arasındaki bir yarış olarak görülmesi durumunda, Türkiye’nin son derece önemli bir yere geldiğini belirttikten sonra Rusya’nın ve müttefiklerinin Türkiye karşısında kaybettiğinin üzerini çizerek, üstü kapalı olarak yeni yönetime, Rusya’ya karşı kazanmanın anahtarının Türkiye olduğu tavsiyesini vermektedir. Konuşmasının devamında belirttiği ; "İran'a karşı koruma sağlayan anti-balistik füze sisteminin tamamının merkezindeki NATO radarı Türkiye'de yer alıyor. Burada çok büyük askeri varlıklar bulunuyor. Türkiye olmaksızın Ortadoğu, Kafkaslar veya Karadeniz'de iş yapamayız. Ve Türkiye, Rusya ile İran'ın doğal rakibi" şeklindeki yönlendirmesiyle de Türkiye ile Rusya ve İran’ı rakip halinde tasavvur ettiklerini ortaya koymaktadır. Bu bağlamda belirtmek isterim ki James Jeffrey, Türkiye’nin küresel güçlere karşı Rusya ve Azerbaycan ile birlikte ortaya koyduğu henüz adı konulmamış ittifakı, İran ve Rusya karşıtlığı üzerinden bozmaları gerektiğini üstü kapılı olarak söylemek istemiş ve Türkiye’ye karşı atılacak adımlar değerlendirilirken, Türkiye’nin elinde bulunan stratejik ABD varlıklarına da dikkat çekmiş bulunmaktadır. Ancak bu bağlamda atalarımızın “ECELİ GELEN KÖPEK, CAMİ DUVARINA İŞERMİŞ ” sözünü de bir köşeye yazmak, ya da aklımızda tutmak iyi olacaktır diye düşündüğümü de ifade etmek isterim.
Ancak işin sonunda James Jeffrey’in söylediği ; "SDG (savaşçıları), temiz çocuklar. Onları ve liderliklerini çok iyi tanıdım. Ortadoğu standartlarına göre gerçekten olağanüstüler. PKK'nın son derece disiplinli bir Marksist kolu. Ayrıca PKK gündemini takip etmekle pek ilgilenmiyorlar, dağları da yok." söyleminin, meselenin ABD nezdinde nasıl anlaşıldığını, çelişkilerin nasıl yok edildiğini ve yaptıkları kalleşliğe nasıl bir kılıf giydirdiklerini göstermesi bakımından ibretlik bir durum olduğunu ifade ettikten sonra gelen tehdidin adiliğine de dikkat edilmesi gerektiğini ifade etmek isterim. Çünkü J.Jeffrey, Ankara yönetiminin Ekim 2019’da Rojova’da başlattığı operasyonları durdurması için ABD yönetiminin devreye girdiğini ve operasyonlara son vermemesi durumunda EKONOMİLERİNİ YIKMAYA HAZIRDIK şeklindeki söylemiyle, Türkiye’nin Suriye’ye yönelik olarak yapacağı bir operasyonda bu argümanı kullanacaklarını ifşa etmektedir. Bunun mefhumu muhalifinden çıkan sonuç, ABD’nin Suriye üzerine yükleneceği ve Türkiye’nin tepkisini engellemek için de ekonomi silahını kullanacağıdır.
Sonuç olarak belirtmek isterim ki ; herkesin ve her devletin bir planı olsa da Müslüman- Türk milletinin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve her şeyden önemlisi uğruna mücadele ettiğimiz mutlak kudret sahibi yüce Allah’ın da bir planı ve hükmünün icrası engellenemeyecek bir takdiri vardır.
Bizimle yapılacak mücadeleler güçlü olanların, ya da kendini güçlü görenlerin kazanacağı mücadeleler değildir. Allah’ın ordusuna ve Hz.Muhammed’in askerlerine karşı savaş açacak olanların tadacakları tek şey, MAĞLUBİYET olacaktır…
Bu topraklarda mücadele, önceden belirlenen kağıt üstündeki dengelerle değil, Müslüman- Türk Milleti'nin anlık olarak sahneleyeceği , karşı konulamaz güce ve esnekliğe sahip bir stratejiyle yaşanacaktır...
14.12.2020 // 01.30
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ CUMHURBAŞKANI SAYIN RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN BAKÜ’DE OKUDUĞU ŞİİR, HEDEFİNİ BULMUŞ VE FİTNE YUVASINI DUMURA UĞRATMIŞ GÖRÜNÜYOR...
Türkiye Cumhuriyeti Devleti Sayın R.Tayyip Erdoğan’ın, Bakü’de düzenlenen Zafer Töreninde okumuş olduğu şiir, bölgesel hedefini vurduğunu ; “YARASI OLAN GOCUNUR” sözüne uygun olarak hareket eden İran’ın ortaya koymuş olduğu “ YANDIM ANAM ” çığlığındaki tavırla kendini göstermiş bulunmaktadır.
İRAN, kendisinin ismi dahi geçmeyen ve kendisinin hedef alındığı noktasında hiçbir içerik taşımayan ve İran dışındaki bir ülkede okunan şiirden dolayı, Dışişleri bakanları Cevat Zarif aracılığıyla anlamsız bir tepki ortaya koyduğu gibi Tahran Büyükelçimiz Derya Örs’ü de İran Dışişleri Bakanlığı’na çağırarak, bir AHLAKSIZLIK ÖRNEĞİ teşkil edecek şekilde konuyla ilgili izahat istemiş bulunmaktadır …
Oysa etrafındaki milletleri sırtından hançerleme konusunda tarih yazmış farsilerin sözde İslam Cumhuriyeti sıfatını taşıyan ve ikiyüzlülük konusunda master yapmış olan günümüzdeki devletine, “YAVUZ HIRSIZ, EV SAHİBİNİ BASTIRIRMIŞ ” misalince davranıp etrafa saldırmadan önce ;
• Yıllardır PKK’ya verdiği koşulsuz destekten ve korumadan dolayı, binlerce evladını şehit veren Türk Milleti’ne izahat vermeyi hiç düşünüz mü ?
• Daha yeni Sincar’ı terk ettiği izlenimini veren Pkk ile işbirliği içinde bölgede ve özellikle Süleymaniye’de kaos oluşturmaya çalışan devlet siz değil misiniz ?
• Ya da Azerbaycan- Ermenistan savaşında, ülkesinde yaşayan milyonlarca Güney Azerbaycan Türk’ünü göz ardı ederek, Ermenistan’a yardım edip, Azerbaycan’ı tehdit eden ülke kimdir , gün gelir bunun bedeli bana ödetilir demediniz mi ?
• Ya da Suriye rejimi ile birlikte Türk askerine saldıran çapulcuların hangi ülkenin milis gücü olduğunun hesabını da vermek ister misiniz ? diye SORMAK GEREKMEKTEDİR.
İSRAİL, Türkiye ile yakınlaşma çaresi olarak " İRAN'I YEM ETMEK" durumunda olduğunun farkına dün itibariyle kesin olarak varmış bulunmaktadır. Yeni ABD yönetiminin de bu yaklaşıma stratejik olarak onay vermesini engelleyecek bir husus bulunmamaktadır. Zira yeni dünya düzeninde toprak bütünlüğü korunan güçlü ve tehlikeli bir İran mı yoksa tehlikelerden uzaklaşmış ve Büyük İsrail'e ilişkin umutlarını geleceğe taşıyan bir İsrail mi sorusuna, ABD yönetimi tarafından verilecek cevap çok net bir biçimde Ortadoğu'yu domine eden İsrail olacaktır…
Bu bağlamda HEM İsrail’in çıkarlarını gerçekleştirmenin HEM DE İpek yolu projesinde küreselcilerin istediği zeminin oluşmasını temin noktasında Rusya- Azerbaycan ve Türkiye işbirliğini sağlamanın anahtarının, İran’ın parçalanmasının önünü açmak olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Çünkü İsrail, kendini ancak ve ancak Türkiye tehlikesinden kurtardığında rahat hissedecektir. Bunun için de Azerbaycan üzerinden Türkiye ile ilişkilerini kurmak, İran’ın parçalanması ve bu çerçevede Güney Azerbaycan topraklarının Azerbaycan’ın kontrolüne girmesi için politika geliştirmek yolunu seçecektir. Kısaca İsrail, bölgede hem Rusya’yı hem de Türkiye’yi dengeleyebilecek ve aynı zamanda bu ülkelerle ilişkileri noktasında bağlantı teşkil edebilecek bir Azerbaycan’ın hayalini kurmaya başlayacaktır. Elbette bu hususta Amerika Birleşik Devletleri’nin piyon olarak kullanılması ve İran- Türkiye çatışması çıkması için de çaba sarfedecek ve bu çatışmada, tıpkı Ermenistan- Azerbaycan savaşında olduğu gibi Türkiye ile Azerbaycan’ın yanında olduğu izlenimini de verecektir.
İşte yılan deliklerini iyi bilen ve bu gizli saklı, fitne kokan, alengirli işlerin müdavimi İran yönetimi, kendisine yönelen tehlikeyi şimdiden görmüş ve ortaya koymuş olduğu herkese anlamsız ve aşırı gelen tavrıyla, bu meselede ÖN ALMA POLİTİKASI yürütmeye başladığını gören gözler nezdinde açık etmiş bulunmaktadır...
Gidişatın yönünü çok iyi okuyan Sayın Erdoğan’ın, Sayın İlham Aliyev ile birlikte ortaya koydukları strateji de tam anlamıyla TUZAĞA TUZAK yaklaşımını tanımlamaktadır. Zira Sayın Erdoğan ve Aliyev’in , Rusya’yı ve Gürcistan’ı da dahil ederek geliştirdikleri projeksiyona, İran ve Ermenistan’a uzatılan işbirliği teklifini de eklemeleri , Rusya’yı ; Ermenistan ve İran politikalarında bloke etmeyi amaçladığı gibi küreselcilere yönelik olarak da “bizimle anlaşmak sizin lehinize olur aksi takdirde oluşturmakta olduğumuz birlik çerçevesinde, politikalarınızı akamete uğratmaya gücümüz yetmektedir” sinyalini taşımaktadır. Bu arada İran’ı aba altından gösterilen sopa ile tahrik etmenin, gerek İsrail – ABD ikilisini Türkiye ile iyi ilişkiler çizgisine çekmek ve gerekse dini ve milli çıkarların tesisi açısından önemli olduğu da anlaşılmalıdır. Bu arada Türkiye’nin uluslararası strateji tahtasında İsrail’e de ABD’ye de oynayacağı " ÇOK GÜZEL HAMLELER"bulunmaktadır.
Ancak bu arada kendi toprak bütünlüğünün ve geleceğinin endişesine düşen İran’ın, "TÜRKİYE'YE TABİ OLARAK POLİTİKA GELİŞTİRMEK ile Ermenistan’ı karıştırmaya çalışarak Rusya YA DA Irak ve Suriye politikaları üzerinden Türkiye'ye cevap vermeye çalışmak" biçiminde bir YOL AYRIMINA gireceğini de şimdiden görmek gerekecektir…
Ancak İran için Türkiye aleyhine gireceği her yol çıkmaz yoldur.
Çok uzak olmayan bir gelecekte cihana hükmeden, Doğu’nun ve Batı’nın hükümdarı ünvanlı atalarımız Büyük Selçuklu Devleti’nin bakiyesine sahip çıkar hale gelerek, İran Türklüğü ile bağımsızlık coşkusu altında buluşmayı da başaracağız…
Cihan , Doğu’nun ve Batı’nın sahiplerinin yeniden dirilişine sahne olacaktır…
Şimdilik görelim mevlam neyler, neylerse güzel eyler demekle yetinerek, gelişmeleri izleyelim…
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN, AZERBAYCAN’DA VERECEĞİ TARİHİ MESAJ...
Büyük ve asil Türk Milleti’nin, Kafkaslardaki onurlu temsilcilerinden Azerbaycan, Ermeni işgaline karşı yürüttüğü mücadeleden başarıyla çıkışını ilan etmek için 10 Aralık 2020 tarihinde bir Zafer Töreni gerçekleştirecektir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de bu kutlu törene, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla en üst düzeyde iştirak edecektir...
Sayın Erdoğan , şerefli Türk ordusunun da katılımıyla gerçekleşecek bu törendeki varlığıyla ; tüm dünya halklarına , Rusya Federasyonu’nun gölgesinden çıkmakta zorlanan Türk dünyasına, Türk Milleti’ne düşmanlık içinde olan devletlere ve güç merkezlerine tarihi bir mesaj verecektir.
Belirtmek isterim ki “ABD – AVRUPA” İTTİFAKI”na yatırım yapan herkes kaybedeceği gibi böyle bir ittifakın oluşacağını düşünen Ergün DİLER gibi yazarlar da en başından itibaren yanılmaktadır. ÇÜNKÜ Amerika Birleşik Devletleri’nde yönetimi ele geçiren güç , ÇİN’İN DÜŞMANI DEĞİL, İPEK YOLU PROJESİNE YATIRIM YAPAN KÜRESELCİ EKOLÜN SU KATILMAMIŞ TEMSİLCİLERİDİR…Onların amacı, ABD’nin kendilerine engel olacak bir yola girmesini engellemek ve ABD ile işleri bitinceye kadar ABD’yi kontrol altında tutmaktan ibarettir.
Bu süreçte kağıt üzerinde de olsa stratejik olarak aynı çizgide buluşanlar ; ÇİN- İNGİLTERE- RUSYA VE TÜRKİYE’DİR. ANCAK RUSYA VE TÜRKİYE İLE KÜRESELCİLER ARASINDAKİ GÜÇ ÇEKİŞMESİ DE TÜM HIZIYLA DEVAM ETMEKTEDİR. Küreselci ekolü temsil eden yönetimlerin amacı , Türkiye’yi ve Rusya’yı etkisiz kılacak, kendi güdümlerindeki yönetimlerin teşekkül etmesini sağlamaktır. Sayın R. Tayyip ERDOĞAN’a ve VİLADEMİR PUTİN’e yönelik saldırı ve yıpratma politikasının temelinde de işte bu gerçek bulunmaktadır. ANCAK RUSYA FEDERASYONU DA TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ DE BU HUSUSTA TARİHİ DEĞERE SAHİP BİR DİRAYETLE DİRENMEKTE , MESELEYİ ZAMANA YAYARAK VE ETKİ ALANLARINI GENİŞLETEREK KÜRESELCİLERE DİZ ÇÖKTÜRMEYE ÇALIŞMAKTADIR.Lakin Türkiye’ye yönelik saldırıların konumu itibariyle daha yüksek dozda olduğunu ve bizim içimizdeki işbirlikçilerin, Rusya’dan daha fazla olduğunu söylemeden geçemeyeceğimi de ifade etmek isterim.
Gelişen süreç içinde Avrupa Birliği ve Avrupa Birliği devletleri, dünyaya yön verecek güçler için sadece bir figürandan ve harcanacak bir yapıdan daha büyük bir anlam ifade etmemektedir. İşgal altındaki Almanya’nın da yetersiz ve niteliksiz Fransa’nın da bu gelişmelere ne karşı koyabilecek ne de yönlendirebilecek bir gücü bulunmamaktadır.
Türkiye’nin Azerbaycan ile birlikte elde etmiş olduğu zafer ; küresel güç dengesinin aktörlerine, Türkiye olmadan güç dengesini belirleyecek hiçbir şey yapamazsınız ; Türkiye olmadan Ortadoğu’yu, Akdeniz’i, Afrika’yı ve Balkanları şekillendiremeyeceğiniz gibi Kafkasları ve Ortaasya’yı da şekillendiremezsiniz anlamını taşıdığı gibi Rusya’ya ; Türkiye’yi göz ardı eden yaklaşımlarla sonun parçalanmaktan öteye gidemez, ikincil çıkarlarımız farklı olsa da ortak stratejik çıkarlarımız gereği her zeminde bir konsensüs çerçevesinde hareket etmeliyiz mesajının da iletilmesinden müteşekkil bulunmaktadır.
Ayrıca Türkiye, Azerbaycan’daki güçlü varlığıyla, Türk Dünyası için de bir çekim merkezi oluşturarak ; ben buradayım, savaş dahil her şart altında sizlerle beraberim, hep birlikte çok daha güçlü olacağız, Azerbaycan’a ulaşabiliyorsam, size de ulaşabilirim düşüncesinin güçlü bir mesajını verecektir. Bu durum Rusya’yı rahatsız edecek olsa da Rusya’da adım adım bazı gerçekleri kabullenmek ve orta vadede Türkiye’nin etki alanını boşaltmak durumunda kalacaktır. Zaten Rusya’nın Ermenistan meselesindeki tavrı, Türkiye’nin etkisini kabullenmeye başladığını ve geleceğe ilişkin korkularını ötelemeye çalıştığını gösteren büyük bir delil olarak karşımızda durmaktadır.
Türkiye’nin vermeye hazırlandığı bu önemli mesajın içeriği, İngiltere ve Rusya tarafından yeterince algılandığı gibi bu gelişimden kopmak istemeyen Alman derin devleti tarafından da gayet iyi bir biçimde algılanmıştır. Fransa’nın çabaları ise, tabiri caizse meseleye salça olabilme yaklaşımından ve özellikle küreselcilerin Türkiye’yi zorlayarak kontrol altına alma çabalarına değnekçilik yapmasından ibarettir. Bu yönüyle ALMANYA İYİ POLİSİ, FRANSA İSE KÖTÜ POLİSİ OYNAMAKTADIR. ASLINDA HER İKİ MERKEZİN İPLERİNİ ELİNDE TUTAN GÜÇLER DE AYNIDIR. Küreselcilerin bu baskıları bir süre daha Almanya’nın da siyasi ve stratejik hususlar noktasında Türkiye’ye karşı ikircikli bir politik tutum içinde bulunmasına neden olacaktır. Zira Almanya’nın Türkiye ile ticaret hacmi 40 milyar Euro , Çin ile ticareti ise 200 milyar Dolar , Rusya ile ticareti ise 60 milyar Dolar civarındadır ki Almanya’nın böyle bir ticareti dışlayabilmesi, bilinçli olarak intihar etmesi anlamını taşıyacaktır…Dolayısıyla Almanya, millet olarak bu oyunu okuyup kendi geleceğini çizme noktasında irade ortaya koyabilirse, Türkiye’ye yaklaşacaktır. Bu durum ise 1.Dünya savaşının çekişmeli zemininin, bazı aktörlerin katılımı, bazılarının da çıkmasıyla yeniden şekillenmesi gibi bir siyasi altyapıyı oluşturmaktadır. Bu bağlamda Türkiye’nin uygulaması gereken stratejik yaklaşım ; Almanya- Türkiye ilişkilerinin bir ittifaka dönüşmesine izin vermemek ve Rusya’nın, İngiltere – Çin ve İsrail ile yakınlaşmasını engellemek üzerine kurulmalıdır. Böylece Türkiye, kendisini merkeze alarak ; tüm küresel aktörler açısından kıymetli olmayı ve aradan çok daha güçlü bir ivme ile yükselebilme imkanını elde etmeyi başaracaktır.
Bu arada küreselcilerin güdümündeki devletlerin ve kendisini Büyük İsrail olarak bölgede konumlandırmak isteyen siyonistlerin, Türkiye’nin karşısına İran kartını açıp açmayacaklarını, Yunanistan, Libya ve Suriye kartını oynayıp oynamayacaklarını , siyasi strateji içeren bu kartların gündeme gelmesine ilişkin sonuçların nasıl şekilleneceğini ve Türkiye’nin karşı adımlarını görmek de heyecan verici olacaktır…
Bu noktada Sayın Erdoğan’ın ABD yönetimi ile uzlaşı içinde meseleleri çözme ve bu bağlamda küreselcilere ılımlı bir tavır sergileme izlenimi verecek taktik bir politika içine girmesinin, Türkiye üzerindeki baskıları geçici de olsa ortadan kaldırabilme olanağının bulunduğunu da görmek gerekmektedir. Böyle bir politikanın ; Yunanistan’ın dengesiz politikasının gerilemesine, Avrupa Birliği’nin Türkiye aleyhtarı politikasının gevşemesine ve iç siyasetteki işbirlikçilerinin seslerinin kesilmesine neden olabilecek bir zemin oluşturabilme imkanı bulunmaktadır. Emin olmasam da Sayın Erdoğan, yeni ABD yönetiminden gelecek olumlu yaklaşımlar sezmesi durumunda, bir süre bu taktik yaklaşım üzerinden Türkiye’ye ihtiyacı olduğu zamanı kazandırabilir gibi gelmektedir. Bu arada ABD yönetiminin kendi iç meselelerinden zaman ve enerji bulup, küresel politikalara yön verebilecek bir iradeyi ve feraseti ortaya koyabilmesinin kolay olmadığını da belirtmek isterim. Son zamanlarda ABD’den gelen en stratejik tespiti CIA ajanı Graham Fuller tespit etmiş ve Türkiye’nin Osmanlı Devleti’nin de ötesinde bir vizyona sahip olduğunu belirterek bu vizyonun ; “Türkiye’nin bir Avrupa gücü, bir Balkan gücü, bir Akdeniz gücü, bir Ortadoğu gücü, bir Kuzey Afrika ve hatta sınırlı olarak Afrika gücü, bir Kafkas gücü, bir Orta Asya gücü, bir Avrasya gücü olarak kabul edilmesi gerektiği şeklinde özetlenebileceğini” ortaya koymuştur.
İŞTE AZERBAYCAN’DA , TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN BU YENİ VİZYONU TÜM DÜNYAYA KARŞI İLAN EDİLECEK VE TÜM GÜÇ MERKEZLERİ BUNA SAYGI DUYMAYA ÇAĞRILACAK VE AKSİ TAKDİRDE SONUÇLARINA KATLANMAK DURUMUNDA KALACAKLARI KONUSUNDA SİYASETEN UYARILACAKTIR…
BÖYLECE DÜNYA, BÜYÜK TÜRK MİLLETİNİN ÖNÜNDE BİR KEZ DAHA SAYGIYLA EĞİLMENİN EŞİĞİNE BİR ADIM DAHA GETİRİLMİŞ OLACAKTIR…
YENİ BİR YÜZYIL, AZİZ VE MUKTEDİR OLAN ALLAH’IN, MÜSLÜMAN- TÜRK MİLLETİ’NE BAHŞETTİĞİ KUDRET İLE ŞEKİLLENECEĞİ GÜNLERİ HASRETLE BEKLEMEKTEDİR…
ASLINDA DÜNYA, KENDİSİNE ADALET VE KUDRETLE HÜKMEDECEK YENİ BİR KOMUTANI BEKLEMEKTEDİR...
09.12.2020 – 18.00
SEDAT ÇETİNKAYA
.ULUSLARARASI SİYASET VE YÜKSEK STRATEJİ PENCERESİ…
Amerika Birleşik Devletleri’nin küresel hakimiyet mücadelesinde güç kaybına uğradığı bir sürece girmesiyle, dünya güç dengelerinin yeniden şekillendiği bir dönem ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Bu bağlamda AVRUPA’ya ilişkin bir değerlendirme yapıldığında, Avrupa Birliği’nin küresel hakimiyet mücadelesi yürütecek gerçek bir birliğe, genç ve yeterli bir nüfusa , enerji ve hammaddeye , ekonomik- siyasi ve askeri kapasiteye ve en önemlisi de liderlik zihniyetine sahip olmadığını söyleyebilmek mümkündür.
Kendisini Avrupa Birliği dışında konumlandıran İNGİLTERE’nin ise, 100 yıl önceki dünya düzenin yapısından yararlanma imkanından yoksun olduğu ve tek başına küresel dengeleri dizayn edecek bir güç teşkil etmediği açıktır. Benzer bir durum devamlı biçimde güç kaybeden ve İngiltere’ye rakip olması çok güç olan Fransa için de sözkonusudur. FRANSA, Avrupa Birliği içinde sıkışıp kalarak küresel dengelerin şekillendirilmesinde etkinlik kuramayacağının farkındadır. Zira küresel dengeler içindeki gerçek konumu, dış kapının dış mandalı gibidir. İngiltere ile aynı siyaset çizgisinde bulaşabilmesi de taktik açıdan olmasa da stratejik açıdan imkansız gibidir. Bu nedenle Fransız politikasının, küreselcilerin de etkisiyle ABD ekseninde gelişeceğini söyleyebilmek mümkündür. Ancak kendisini Avrupa Birliği içinde konumlandırmayan ve Çin ile mücadele etme strateji üzerinden yürüyen ABD derin devleti ile de ters düşen İngiltere’nin, Rothschild ailesiyle yakın ilişkileri de düşünüldüğünde, Avrupa Birliği ülkelerini bir şekilde harcamadan İpek yolu projesine evet diyebilmesi mümkün bulunmamaktadır. Ancak İngiltere bu projeyi desteklediğine göre, gerek ABD ve gerekse içinde Almanya ile Fransa’yı barındıran Avrupa Birliği şimdiden kaybetmiş demektir. Çünkü ABD yönetimini ele geçiren küreselciler, Çin’in kaybetmesini değil, kazanmasını isteyen ve İngiltere Kraliçesi ile işbirliği içindeki güçlerdir. Kara Avrupası ülkeleri ise onların kullandığı figüranlardır. Bu bağlamda ABD tarafından ortaya konacak göstermelik Çin karşıtlığı içeren hiçbir politikanın gerçeği yansıtmadığını ve bu tarz politikaların oynanan oyunun bir parçası olduğunu da görmek gerekmektedir. Kısaca İngiltere, ABD’yi de Avrupa Birliği’ni de sessizce harcamıştır ancak onlar bunun farkında bile değildir…
ALMANYA ise II.Dünya savaşı sonrasında üzerinde oluşan ABD hegemonyasını hala iliklerine kadar hissetmektedir. Özellikle ABD yönetimini üstlenecek olan Joe Biden yönetiminin küreselci ekolün bir temsilcisi olması, ABD’nin Almanya üzerindeki etkisinin artmasını sağlayacak gibi görünmektedir. Bu durum ise, Almanya’nın ABD hegemonyasından kurtarılması doktrini üzerinden çalışma yürüten Alman derin devleti siyaseti ile Alman hükümeti arasında karşıtlıkların doğmasına ve Almanya’nın politik tercihlerinde ikiliklerin oluşmasına neden olacaktır. Ancak kanaatimce Almanya, şartlar kendisi açısından uygun hale geldiğinde ve uzun dönem politikası çerçevesinde tıpkı Japonya gibi ABD hegemonyasından kurtulmayı esas alacak bir siyaseti benimseyecektir. Bu altyapının oluşması için ise hem ABD’nin güç kaybetmesi, hem de Rusya ve Türkiye tehditlerinden en azından birisinin bertaraf edilmesi gereği bulunmaktadır.
Bu gerçeklik karşısında Almanya, kısa dönemde ABD ile yakın ilişkiler kurmayı, NATO ittifakının Avrupa üzerindeki etkisinin arttırılması fikrini savunurken, fırsattan istifade kendi ordusunu güçlendirmeyi esas alan uygulamalar içine de girecektir. Aynı Almanya, İngiltere ile Türkiye’nin yakınlaşmasını engellemek, Türkiye-Rusya’nın arasını açmak ve Türkiye’nin gelişmesine engel olmak amacıyla da elinden gelen herşeyi yapacak ve fakat bu politikayı uygularken ; Türkiye ile ticari ve sosyal dengelerini gözeterek, gerilimi yükseltilmiş ve adı konulmuş bir düşmanlık da oluşturmayacaktır. Kısaca nötr karakterli düşmanı oynayacaktır.
Vilademir Putin ile istikrarı yakalamış görünüyor olsa da ekonomik sıkıntılar içinde, dağılma ile varlığını koruma arasında dalgalanan bir çizgide yön bulmaya çalışan RUSYA ise, küresel dengelere yön verecek bir altyapıya, enerjiye ve hinterlenda sahip değildir.
Türkiye’nin Rusya ile kuracağı yakın ilişkiler, Türkiye’nin ABD’yi ve Avrupa Birliği’ni dengeleyerek stabil kılabilmesi açısından önem taşımaktadır. Zira günümüz Türkiye’sinin Rusya ile yakınlaşma ihtimali, Amerika Birleşik Devletleri’ni ve Avrupa Birliği ülkelerini ciddi biçimde korkutmaktadır. Çünkü Türkiye ile Rusya’nın bir ittifak ilişkisi içine girmeleri, Pasifikten Avrupa’ya ve Afrika derinliklerine kadar uzanan bir bölgenin Türkiye ve Rusya’nın etki alanına girmesi demektir ki bu durum, Çin’in küresel güç dengelerinin değişimini dayatan yükselişinden daha büyük ve önemli bir konudur. Ancak gerek Rusya ve gerekse Türkiye, kendi tarihlerine ve perspektiflerine dayanan sebeplerden ötürü böyle bir ittifaka girmeyecekler ve fakat bu kozu ; Amerika Birleşik Devletleri’ne , Avrupa Birliği’ne, İngiltere’ye ve Çin’e karşı ellerinde tutarak , mümkün olduğu ölçüde ikili işbirliklerini sürdüreceklerdir. Bu arada Türkiye de Rusya da, düşmanlarının çıkarlarına hizmet ettiğini bildikleri için askeri bir çatışmanın karşılıklı tarafı olmaktan da uzak durmaya çalışacaklardır. Bu noktada Ermenistan’ı kullanarak gerçekleştirilen saldırganlığın gerçek amacının, Türkiye ile Rusya’yı çatıştırmak ve çatışmadan kaynaklanan etkilerle dengeleri kurmak olduğu da asla gözden kaçırılmaması gereken bir husus olarak karşımızda durmaktadır.
İŞTE dünyanın bir bölümüne ilişkin bu dengeler ışığında, küreselcilerin yönlendirmesinde gelişen ÇİN etkisi dikkate alındığında, KÜRESELCİLERİN ; ABD- Avrupa Birliği – İsrail ve bilumum yandaşları ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni öncelikle çok yönlü olarak zorlayacaklarını, kurulacak pusulara düşmeden bu cendereden başarı ile çıkmamız durumunda ise kapımızda yalvaran köleler olacaklarını, Türkiye’nin önlenemez yükselişinin bu aşamadan itibaren başlayacağını ve herkesin kendisini bu gerçeklik doğrultusunda konumlandırması gereğini ilanen bildirmeyi milli ve dini bir sorumluluk addettiğimi ifade etmek isterim.
Herkes unutmamalıdır ki Çin’in İpek yolu projesi, bir TÜRK YOLU projesine dönüşecek ; bu proje Çin’e, İngiltere’ye veya Avrupa Birliği’ne değil, Müslüman- Türk Milleti’ne ve İslam dünyasına hizmet edecektir.
ABD’nin zayıflayan gücü, Uzakdoğu’dan JAPONYA başta olmak üzere yeni küresel müttefiklerimizin ortaya çıkmasına neden olacak, Paganların- Siyonistlerin ve İsrail’in dünyayı fitne ile şekillendirmeye yönelen politikalarına müdahalesi nedeniyle Türkiye’nin etrafında toplanan ülkelerin teşkil edeceği güçlü bir ittifak ise Müslüman- Türk milletinin önderliğinde aleme yeniden nizam verecek, hakkı ve adaleti tesis edecektir.
Bu bir hayal ya da teori değil, gelecekte yaşanacak gerçeğin günümüzden ifade ediliş şeklidir...
Bu neticeye meşakkati yüksek ancak onurlu bir yoldan gidilmektedir... BU YOL ; sarsılmaz bir iman, olmazları olur kılan yüksek bir irade ve mutlak birlik ruhu gerektirmektedir. Bizimle birlikte yürümek isteyen herkese de yolumuz açıktır...
Tüm dostlarıma sevgi ve saygılarımı sunarım...
05.12.2020 // 16.59
SEDAT ÇETİNKAYA
.YENİ BİR DÖNEMİN EŞİĞİNDE , ALLAH’IN MEHMED İSİMLİ ORDUSUNA SAHİP TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİN, CİHAN DEVLETİNE DÖNÜŞECEĞİ SÜRECİN BAŞINDAYIZ…
İçimizdeki işbirlikçilerin bilinçli yönlendirmeleri, zararlı ve yıkıcı faaliyetleri neticesinde çöküş süreci içine sokulan Devlet-i Aliyye’nin yıkılışından bu tarafa, zulüm- sömürü- materyalizm- kapitalizm – liberalizm ve pozitivizm sarmalında kendisine yalancı bir demokrasi ve insan hakları cenneti oluşturan batı medeniyetinin küresel hakimiyeti, ite kaka bir vaziyette ve ancak 100 yıl kadar sürmüş bulunmaktadır.
Devlet-i Aliyye, her şey göz önünde şekillenmesine rağmen, nasıl ki yıkılışına engel olacak etkiyi ortaya koyamamış, bir değişimi ve gelişmeyi yeterince sağlayamamışsa, batı medeniyetini temsil eden devletlerin de bu etkiyi ortaya koyabilmekten uzak oldukları iyice açığa çıkmış bulunmaktadır.
Büyük devletlerin ve medeniyetlerin yıkılmasına neden olan en büyük faktörlerden birisi olan tarihi unutmak, yani diğer bir deyişle kendi yükseliş temellerini felsefi- siyasi ve ekonomik açıdan kaybetmek ve bu temelden hareketle günümüze ve geleceğe ilişkin stratejik öneme sahip analiz yapma yetisinden yoksun kalmak, batı medeniyetinin fertleri açısından da önemli ölçüde varlık kazanmış bulunmaktadır. Böylece dostunu düşmanını tanımayan, nasıl zenginleştiğinin ve bu zenginliğini nasıl koruyacağının farkında olmayan bireylerin oluşturduğu batı toplumları ortaya çıkmıştır.
Bir de bu toplumların savaşmayı unutmuş hatta savaşa karşı çıkan bireyleri ve kağıt üzerindeki envanter kaydından ibaret orduları konuya dahil edildiğinde, batı toplumlarında olduğu gibi işler iyice sarpa sarıyor demektir. Bu sıkıntılı duruma yaşlanan nüfus, kaybedilen üretim gücü, kaptırılan pazarlar, dünyanın başka noktalarında yükselen ve nüfus potansiyelleri itibariyle asimile edilmesi mümkün olmayan başka güçler de eklenince yıkılışa götüren çözümsüzlük iyice artmaktadır.
Bu çözümsüzlük süreci ; kendini korumaya matuf ve içe kapanmayı esas alan sosyolojik davranışlar çerçevesinde ortaya çıkan yabancı düşmanlığı, dinsel dışlama ve ırkçılık, inançsızlık temelinde gelişen kayıtsızlık, korkaklık ve kaos oluşturmaya yönelik kitlesel protestolar, ekonomik ve siyasi koruma duvarlarının teşekkülü ile siyasi bölünmeler neticesinde oluşan yönetim zafiyetleriyle de birleştiğinde, tam bir çöküş sürecine dönüşecektir.
İŞTE DÜNYA ÜZERİNDE TÜRKİYE’NİN ROLÜ, TAM DA BU NOKTADA ORTAYA ÇIKMAKTADIR. ÇÜNKÜ TÜRKİYE, BATI MEDENİYETİNİN ÇÖKÜŞÜNÜ HIZLANDIRIRKEN KENDİ YÜKSELİŞİNİ ŞEKİLLENDİREN EŞSİZ BİR ÜLKE KONUMUNDA BULUNMAKTADIR. TÜRKİYE, GÜÇLÜ GİBİ GÖRÜNMEYE ÇALIŞSALAR DA GERÇEKTE BU GÜCE SAHİP OLMAYAN BATI MEDENİYETİ TARAFINDAN ASKERİ- SİYASİ VE EKONOMİK OLARAK CENDERE ALTINA ALINAMADIĞI GİBİ BATILI DEVLETLER, TÜRKİYE'NİN GÜCÜNÜ ARTTIRMAYA YÖNELİK STRATEJİK HAMLELERİNE CEVAP VERECEK YETERLİLİĞİ DE ORTAYA KOYAMAMAKTADIR.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kadim güçleri, Sayın Erdoğan’ın mücadelesi ve Cumhur İttifakı’nın ortaya koymuş olduğu dirayet çizgisinde şekillenen bu gerçekliği iyi okumuş ve küresel konjonktürün sağladığı imkanlardan ziyadesiyle yararlanmayı başarmışlardır. Türkiye’nin denge politikası temelinde geliştirdiği daha da güçlenmek ve büyümek için zaman kazanma stratejisi, fırsatını bulduğunda gücünü orta koyma, kazandıran bir gerilimi devam ettirme taktiğiyle birlikte kullanılarak, ülkemizi küresel bir güç haline getirecektir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ortaya koymuş olduğu siyasi - askeri ve ekonomik politikalarla büyük bir güç ve çekim merkezi oluşturacak bir stratejiyi sahaya sürmüş ve ilerlemesini de kararlılıkla sürdürmektedir. Karşımızda saf tutan güçler, bir süre sonra kendisine karşı kazanma imkanlarının bulunmadığı bir ülkeyle karşılaşmak ve yüzleşmek durumunda kalacaktır. Bu hataya düştüklerinde ise beklemedikleri ancak bizim iple çektiğimiz son, onları bulmuş olacaktır…
BU KUTLU MÜCADELEDEN GERİYE DÖNÜŞ OLMADIĞI GİBİ CİHAN HAKİMİYETİ İLE TAÇLANDIRILAN BİR ZAFER DE MÜSLÜMAN- TÜRK MİLLETİNE TAHSİS EDİLMİŞ BİR HEDİYE OLACAKTIR. YÜKSEK BİR STRATEJİNİN VE GELECEĞİ GÖREN BİR FERASETİN PERSPEKTİFİYLE İLERİYE BAKANLAR, BU GALİBİYETİN GURURUNU ŞİMDİDEN YAŞAYANLAR OLACAKTIR.
Ancak medeniyetini zulüm ve sömürü üzerine kurmuş olan batının, elinden halen gelmekte olan fitneden son ana kadar vazgeçmeyeceği ve içimizdeki işbirlikçilerini her daim aktif tutmaya çalışacağı da bir başka gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. Gerek uluslararası alanda ve gerekse ülkemizde şuandan itibaren yaşayacağımız her olayın ve karşılaşacağımız her meselenin bu temel üzerinden anlaşılması ise bizler için bir zaruret oluşturmaktadır. HEM MÜSLÜMAN TÜRK MİLLETİNİN HEM DE İSLAM ALEMİNİN GELECEĞİNİN, BİZİM BU KONUDA GÖSTERECEĞİMİZ FERASETE VE DİRAYETE BAĞLI OLARAK ŞEKİLLENECEĞİ, BU KUTLU MÜCADELENİN CEPHESİNDE SAF TUTAN HERKESİN EN YÜKSEK BİLİNCİ OLMALIDIR.
BİLİNMELİDİR Kİ BU DÜNYADA BİRLİKTEN KOPARAK KENDİSİNE VE SEVDİKLERİNE ZİLLET İÇİNDE BİR ÇUKUR ARAYANLAR, BU MÜCADELENİN ŞEREFİNE VE SEVİNCİNE NAİL OLAMAYACAKLARI GİBİ AHİR HAYATLARINDA DA BU BİRLİK İÇİNDE KENDİLERİNE YER BULAMAYACAKLARDIR.
MÜSLÜMAN- TÜRK MİLLETİNİN YENİ BİR DİRİLİŞ ATEŞİYLE ORTAYA KOYDUĞU BU KUTLU MÜCADELEDE YER ALMAMAK VE HATTA AYAK BAĞI OLMAK İÇİN BAHANE PEYDAHLAYAN VE ONLARA AÇIK VE ZIMNİ OLARAK DESTEK VEREN ZAVALLILAR ; İMANINDAN, KANINDAN, HEDEFLERİNDEN, GAFLETİNDEN, İŞBİRLİKÇİLİĞİNDEN VE İHANETİNDEN ŞÜPHE ETMESİ GEREKENLERDİR…
HERKESİN ŞEREFİNE KALMIŞTIR… HALEP ORADAYSA, ARŞIN DA BURADADIR... MÜSLÜMAN- TÜRK MİLLETİ'NİN KARŞISINDA SAF TUTANLARI , ÖLÇÜNMELERİ İÇİN BEKLERİZ...
03.12.2020 / 22.08
SEDAT ÇETİNKAYA
.İSRAİL’İN PİYONU MURAT KARAYILAN, AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ'NE ; PKK ÇOK KULLANIŞLI BİR ÖRGÜTTÜR, SON KULLANMA TARİHİMİZ HENÜZ GEÇMEDİ, BİZİ YENİ BİR MİSYON DAHİLİNDE BİRAZ DAHA KULLANIN DERKEN, CHP’YE VE ZİLLET İTTİFAKINA TAM DESTEĞİNİ BİR KEZ DAHA İLAN ETMEKTEDİR.
ZİLLET İTTİFAKI’NA “PARDON ! ” SİYASİ KANADIYLA KOL KOLA GİRİP PKK’YA DESTEK VERENLERE ÖNEMLE DUYURULUR….
ABD’nin Pyd//Ypg yapılanması üzerinden geliştirmeye çalıştığı strateji çerçevesinde dışlanmış bir örgüt pozisyonuna sokulmak istenen terör örgütü Pkk’nın lider kadrosundan MURAT KARAYILAN, İsrail'in aşırı sağcı gazetesi Jerusalem Post'a vermiş olduğu beyanatta AK PARTİ'nin ; Atatürk ilkeleri yerine İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin politikalarını takip ettiğini ve Osmanlıcı olduğunu iddia ettiği İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin de Ermenilere, Yunanlılara, Süryanilere ve Hristiyanlara karşı soykırım yaptığını" iddia etmiş bulunmaktadır. Bu iddiayı gündeme getirebilecek kadar organ fukarası olan bu zavallının, cümlelerine yansıyan kokuşmuş cehalet dikkate alındığında ; kendisini malum istihbarat örgütlerine satmak suretiyle dağlarda andavallık yapmasının normal karşılanması gerektiğini de ifade etmek isterim…
Zira II.Abdülhamid Han’ı, tıpkı günümüzdeki Zillet cephesinin söylemleriyle ve işbirlikçi avarellerden, dönmelerden ve hainlerden teşekkül etmiş bir çapulcu hareketiyle tahtan indirerek, küresel güçlerle ittifakı içeren bir yaklaşımla Devlet-i Aliyye’nin yıkılışına yol açan politikaları sahaya süren ve Jön Türk akımının temsilcileriyle ırkçılık temelli milliyetçiliği yücelterek ayrılıkçılığı körükleyenler, Osmanlıcılar veya ümmet savunucuları değil, İttihatçı hainlerdi...Ve Cepheden cepheye koşturulmak suretiyle kırdırılarak yok edilmeye çalışılan Müslüman - Türk milletinin, büyük fedakarlıklarla yürüttüğü kurtuluş hareketi sonrasında İttihatçıların devamı olarak ülkemizin başına çöreklenenlerin geliştirdiği CHP zihniyetinin başını çektiği bir siyasi hareket neticesinde günümüzde oluşan Zillet İttifakı ise atası konumundaki İttihat ve Terakki Partisi’nin oluşum şekli ve temsiliyle birebir örtüşen bir yapıya sahip bulunmaktadır. Bütün batıcılar, İngiliz severler, ABD mandacıları, Kürt Teali Cemiyeti’nin ayrılıkçıları, içimizdeki kripto Ermeni ve Rumlar, kendilerini İslami bir yapı olarak lanse eden Teali İslam Cemiyeti’nin günümüzdeki piyonları, inançsızlar ve ahlaksızlıkta çığır açan bilumum toplumsal süprüntüler geçmişte İttihat ve Terakki Partisi’nin çatısı altında nasıl birleşmişlerse şimdi de Zillet çatısı altında birleşmişlerdir. Ne de olsa her şey aslına rücu etmektedir. Genetik yaşamda olduğu gibi sosyal hayatta da Bozkurt’dan Bozkurt, Yılan’dan da Karayılancık peydah olmaktadır ki Karayılancığın ne ve kim olduğunu anlama noktasında arife tarif gerekmeyeceği de açıktır.
Yine MURAT KARAYILAN ; CHP, konu Kürt meselesine gelince AK Parti ile aynı düşünüyor ancak Cumhur İttifakı’na karşı oldukları için diğer meselelerde biz CHP ile aynı düşünüyoruz demekle HDP ile PKK arasındaki ilişkiyi yok saymak suretiyle CHP ile olan dolaylı ittifaklarını da gölgelemeye çalışmış bulunmaktadır. Oysa ülkemizde akıl ve mantık çizgisinde düşünen çocuklar dahi HDP ile PKK arasındaki ilişkiyi ve bu ilişkinin aynı ayrılıkçı siyasi stratejinin, silahlı- silahsız güçler ayrımını temsil ettiğini bilirler. Bu durumda CHP’nin HDP ile kurmuş olduğu ittifaktan çıkan “mantıksal sonuç” için önerme kurmaya bile ihtiyaç duymadan ortaya çıkan sonuçlar ;
"1. CHP, HDP ile ittifak kurmakla, Kürt ayrılıkçı hareketi PKK’ya üstü örtülü de olsa destek vermektedir.
2. CHP ile HDP//PKK aynı üst akıl tarafından yönetilen veya yönlendirilen yapılardır.
3. CHP ile HDP//PKK’nın, aralarında var olan ittifaka rağmen, zaman zaman ortaya çıkan karşıt söylemleri ; birbirlerini korumaya, uygulanan stratejiyi gölgelemeye ve rakiplerine karşı siyasi savunma geliştirmeye yöneliktir.
• CHP’yi siyaseten destekleyenler kişiler ve teşkilatlar, yukarıdaki ilk 3 şıkta belirtilen yaklaşımları benimsemiyorsa ; CHP yönetimi, HDP //PKK ile aynı çizgide birleşen zihniyete sahip kişilerce ele geçirilmiş veya bu amaca matuf uluslararası bir istihbarat operasyonun süjesi olmuştur.
• CHP, HDP//PKK yapılanmasını kuran ve destekleyen yapılarla en azından amaçsal düzeyde işbirliği içindedir.
• CHP, Türkiye’nin Suriye ve Irak operasyonlarını hiçbir zaman desteklemeyecek ve siyaseten açığa düşmemek için her daim farklı bahaneler geliştirecektir.
• CHP, PKK’yı kuran ve destekleyen güç merkezlerinin siyaset diliyle konuşacak, onların çıkarlarına aykırı bir siyasetin içinde olmayacak ve onların karşısında olanlara düşman olacaktır.
• CHP ile aynı ittifak içinde bulunanlar da kendilerini nasıl tanımlarsa tanımlasın yukarıda belirtilen tüm içeriğe katkı sunan ve aynı amaçlar doğrultusunda çalışan kişi ve kurumlardır."ŞEKLİNDE BELİRLENEBİLİR...
Ayrıca söz konusu röportajda MURAT KARAYILAN, ABD ile ilişki kurulmasına karşı olmadıklarını, ABD ile tüm Kürtler arasındaki muazzam ilişkileri tamamen desteklediklerini ve hatta Rojovalı (Suriye) ve Rojhılatlı (İran) Kürtleri, ABD ile ilişki kurmaları için teşvik ettiklerini belirterek, efendilerinin kim olduğunu da açıkça deklare etmiş bulunmaktadır. Röportajın gelişen aşamalarında biz sizin için hala kullanışlı bir hizmetkarız, bizi tasfiye etmeyin kullanın, bunun yolu da ABD ve Avrupa’nın, Türkiye üzerinde oluşturacağı bir baskıyla ; A.Öcalan dahil tüm siyasi mahkumların serbest bırakılması ve Kürtlere özerklik tanınması temelinde Pkk ile Türkiye arasında barışı yani böyle bir yaklaşım Türkiye tarafından kabul edilmeyeceği için aslında çatışmayı öngören ve gerekçelendiren bir denklem geliştirilmesidir demek istemiştir. Diğer efendisi İsrail’in politikalarına da alkış tutmuştur.
EY HALA GAFLET UYKUSUNDA YAŞAYIP, KENDİSİNİ ZİLLET İTTİFAKI TEMELLİ SİYASİ OLUŞUMLAR İÇİNDE KONUMLANDIRANLAR ! beyinlerinizde oluşturduğunuz eften püften gerekçeleri, temelsiz düşmanlıkları, kişisel çıkar içerikli yaklaşımları, bağnaz düşünceleri, günü kurtarmayı hedefleyen düşünce ve yaşam biçimini, geçmişten bu tarafa üzerinizde uygulanan algı operasyonlarının ve beyin yıkama faaliyetlerinin etkilerini, takım tutma modunda geliştirdiğiniz siyasi saplantıları bir tarafa bırakarak gerçekleri görünüz … MİLLİ BİR ALTERNATİF OLUŞTURMADIĞINIZI VE MİLLİ BİR ALTERNATİFE DESTEK VERMEDİĞİNİZİ FARKEDİNİZ… SİZ BU KAFAYLA J.BİDEN, TÜRKİYE'DEKİ İŞBİRLİKÇİLERİNİ TEK TEK SAYSA, AYMAZLARI OYNAMAYA DEVAM EDERSİNİZ...
EY ZİLLET CEPHESİNİN DESTEKÇİLERİ ! Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve yönetimi, küresel güçler için tehlike arzeden milletleri sınırlamak için tertiplenmiş parlamenter sistemden kurtularak, geçiş yaptığı Başkanlık Sistemi ile büyük ve kutlu bir geleceğe doğru yol alırken ; ülkemiz kabuğuna çekilmiş, ezik, niteliksiz, basiretsiz, kabiliyetsiz, aşağılık kompleksine bulanmış zihniyetinden kurtulup, bir dünya gücü olmanın mücadelesini verirken ve bu uğurda nice riskler üstlenirken ; her şeye kulp takmak , fitne çıkarmak ve kaostan beslenmeye hazırlanmak yerine ülkemizin geleceği için verilen kutlu mücadelenin bir kenarından tutmayı ve mücadeleye destek vermeyi deneyiniz. En azından bu mücadelenin karşısında yer alan zillet çukurundaki çirkefe batmış cephede yer almaktan vazgeçerek milli bir alternatif oluşturmaya yöneliniz. Aksi takdirde ve sonuçta elinizde bir şey kalmayacağı gibi fitnecilik, gaflet ve ihanet sarmalına dolanmış bir hayat, onurunuz üzerindeki çıkmayan bir leke gibi geçmişinizde baki kalacaktır. HEM BU DÜNYADA HEM DE AHİR HAYATINIZDA ZİLLET EHLİ OLARAK TANIMLANACAKSINIZ…Sizler farkında olmasınız da siyasi sonuç üreten her faaliyetiniz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Müslüman- Türk milletinin sırtına sapladığınız bir hançer gibi işlev görmektedir. Biz bu hançerden de onu saplayan ellerden de kurtuluruz ancak sizin gelecek nesillerimiz karşısında aynaya bakacak , Allah’ın huzurunda ise af dileyecek yüzünüz olur mu bilinmez…
Unutmayınız ki Kurt kışı geçirir ancak yediği ayazı unutmaz…
28.11.2020 // 14.03
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRK HAVA KUVVETLERİ’NİN YAKIN DÖNEM KONSEPTİNE YÖNELİK DEĞERLENDİRMELER VE ÖNERİLER…
Öncelikle Türk Hava Kuvvetleriyle ilgili son dönemde yapılan yorumları takip ettiğimde bunların büyük bölümünün ; eksik bilgiyle, saplantılı yaklaşımlarla, belirli mahfillerin ezberletilmiş borazanlığını yaparak, kasıtlı Türkiye düşmanlığı güdülerek ve en önemlisi de askeri stratejiye ilişkin zayıf bakış açılarıyla yapıldığını söyleyebilirim.
Öncelikle, Türkiye’nin ulaşmış olduğu askeri teknoloji ve altyapı itibariyle elinde bulunan tüm F 16 filosunu, birkaç yıl içinde, şekil itibariyle olmasa da teknoloji ve kabiliyet olarak Blok 70 + seviyesine ulaştırabilmesi mümkün bulunmaktadır.
Bir miktar kaynak ayrılıp iyi bir bakım programının uygulanması durumunda F-4 serisi uçaklarımızın bir süre daha görev yapabilmesi de olanaklıdır.
Bu arada Türkiye’nin gerek keşif ve gerekse operasyonel anlamda kullanabileceği helikopter sayısı da giderek artmaktadır.
Ayrıca Hürkuş Eğitim uçağının üretilecek silahlı versiyonu Hürkuş- C ; keşif, yakın hava desteği gibi birçok faaliyeti yürütebilecek yeterliliklere sahip bulunmaktadır.
Milli Muharip Uçağımızdan ( TFX) daha önce üreteceğimiz ; keşif, yakın hava desteği ve hafif taarruz hususlarında kullanmayı planladığımız HÜRJET isimli uçağımız ise herkesin gözünden kaçıyor olsa da büyük öneme sahip bir savaş uçağıdır. Aslında bu uçağın, silah taşıma kapasitesi ve motor faktörüne bağlı olarak ulaştığı hız bir tarafa bırakılırsa, en gelişmiş F 16’tan daha gelişmiş bir uçak olduğunu söyleyebilmek de mümkün bulunmaktadır. Bence son şeklini verirken bir adım durarak, bu uçağı eğitim uçağı modellemesini geride bırakacak bir hüviyete kavuşturmanın, hem ordumuzun ihtiyaçlarını gözetmek hem de uluslararası pazarlarda ciddi bir yer edinebilmek için büyük öneme sahip olduğunu da belirtmek isterim. Bu uçak sahip olacağı nitelikli AESA radarı, taşıyacağı uzun ve kısa menzilli Hava- Hava füzeleri, yüksek manevra kabiliyetine imkan veren hızı (1,4 mach) ve aerodinamik yapısıyla, çok yüksek kapasiteli ve maliyetli savaş uçaklarıyla dahi mücadele edebilecek bir yeterliliğe ve kapasiteye sahip olacaktır. Şahsen bu Hürjet isimli savaş uçağımızın, kabiliyetlerinin biraz daha geliştirilmesi durumunda ; düşük maliyetli, bakımı kolay ve etkin kullanımı mümkün kılan yapısıyla, hem ordumuzun hem de silah sanayi pazarının yüksek ilgisine ve tercihine mazhar olacağını düşündüğümü ifade etmek isterim.
Diğer taraftan, Akıncı – Aksungur – Anka- Bayraktar – Karayel gibi benzer yapıya sahip Silahlı İnsansız Hava Araçlarına yatırım yaparak kaynak israfı oluşturmaktan vazgeçerek, doğrudan doğruya Milli Muharip Savaş Uçağımızla ileride teknolojik olarak kesişecek ; jet motorlu, kısa mesafeden ve hatta uçak gemilerinden iniş kalkış yapabilen, asgari 2 ton mühimmat taşıyabilen, yüksek manevra kabiliyetine sahip, hava – hava füzesi kullanabilen insansız savaş uçağı üretimine yönelmeyi başarmalıyız. Bu bizim için hiç zor değildir. Üreteceğimiz veya tedarik edeceğimiz uygun bir jet motoru, hassasiyetle gerçekleştirilecek dizayn ve üretim faaliyeti bizi istediğimiz sonuca kolaylıkla ulaştıracaktır. UNUTMAMALIYIZ ki hava hakimiyeti kurabilen bir savaş uçağı, savaş uçaklarını hedefe koyamayan yani hava- hava füzesi ateşleme imkanı olmayan, manevra kabiliyeti ve gerektiğinde kaçmak için hızı bulunmayan SİHA'ları, bir kartalın havadaki ördeği avladığı gibi avlayabilir...
Bu arada Akıncı insansız hava aracının, taşıyacağı AESA radarıyla savaş uçaklarını çok uzak mesafelerden tespit edip atış menzilinde kitlenerek, taşıyacağı hava –hava füzelerini kullanmak suretiyle 70-80 km gibi mesafelerden hava saldırısı yapabilme olanağına sahip olacağı, uluslararası boyutta çalışma yapan askeri analistler dahil henüz kimselerin dikkatini dahi çekmemiş bulunmaktadır. Hatta Akıncı’nın kara ve deniz hedeflerine karşı kullanılabilecek seyir füzeleri taşıyabileceği ve bunun askeri denklem üzerindeki değiştirici etkisi de henüz tam anlamıyla dikkatleri çekmiş de değildir. Demek ki bunları göstereceğimiz bir kapışmaya da ihtiyaç bulunmaktadır ki bunun hangi ülke ile olacağı da herkesin malumudur diye düşünüyorum...
Bu arada hala F 35 peşinde koşan andaval bir zihniyetin olduğunu görmenin de şahsımı üzmek bir tarafa ziyadesiyle sinirlendirdiğini de belirtmek isterim. Bilmeyenler için ve özellikle Savunma Sanayi Başkanı için söylüyorum ki ; F 35 demek ; ABD’ye göbekten bağlanmak, ABD'nin izni olmaksızın operasyon bile yapamamak demektir. F 35 demek havada uçan bir elektronik teneke demektir. Geçmişte değişik saiklerle farklı düşünülebilse de şuan F 35 demek, Türkiye’yi ABD hegemonyasına peşkeş çekmek, İsrail’e köle yapmaya çalışmak demektir. Biz 10 yıla kadar Milli Muharip Uçağımızı üretmeye başlamanın planlamasını yapmaktan ve bu gayretle çalışmaktan başka bir şey yapmamalı, İngiltere ile yapılan görüşmelere bağlı olarak Euro Fighter Typhoon almak gibi bize hiçbir şey kazandırmayacak olan yaklaşımlara da girmemeliyiz. TFX projemiz için hazırlanacak milli motorun üretiminde bir gecikmenin olması ve ilişkilerimizin muhtemelen gerileceği batının bize bu hususta ambargo koyması durumunda, Rusya’nın Su-57 için ürettiği ve çifti F – 22 Raptor’un toplam itki gücünden ( 70.000 Lb ) daha fazla güç veren ( 73.000 Lb) Satürn İzdeliye 30 motorlarının kullanılması için görüşmeler yürütülebileceğini de göz ardı etmememiz gerekmektedir. Böylece sistemsel olarak çok daha kısa süre içinde hazırlayacağımız TFX uçağımızı, motor üretiminin gecikmesinden kaynaklanabilecek etkilerden kurtararak çok güçlü motorlarla gökyüzünün en etkili kartalları haline getirebiliriz. Şuan TFX'in prototiplerinde kullanacağımız General Elektrik'in 27.000 Lb'lik F110 motorlarını, tıpkı Almanların Altay tankının motoru ve güç grubu için yaptığı gibi ABD'nin de ileride bize yönelik bir tehdit olarak kullanacağını şimdiden görmek gerekmektedir.
Hava Kuvvetlerimizin, dünyanın kendini gelişmiş zanneden hava kuvvetlerinden önce ; uydu etkileşimli radarlarla bağlantılı olarak görev yapacağı, lazer silahlarıyla saldıracağı, hipersonik füzelerle donanacağı ve nükleer yakıtlı insansız savaş uçaklarıyla gökyüzünü saran ve dehşet veren akınlar düzenleyeceği, sayıyla değil sürüyle uçağı , sadece dünya semasını değil, Ye'cüc ve Me'cüc belasını başımıza saracak güçlere karşı uzayı da kontrol edeceği günler çok uzak değildir.
Müslüman- Türk milleti, tarihin derinliklerinde kalmış atalarının sahip olduğu gücü yeniden ortaya çıkaracak ve evrene, ilahi kudretin bayraktarı olarak yeniden nizam verecektir…
20.11.2020 / 23.11
SEDAT ÇETİNKAYA
.ALLAH’A İMANIN VE İSLAM DİNİNİ KABUL ETMENİN AKLİ TEMELLERİ…
GERÇEĞİ İDRAK ETMEYE ANCAK BİR NEFES KADAR VAKTİMİZ VARDIR…
Evreni, duyu organlarıyla algıladığı uzay temelli bir yapıdan ibaret sanan insan için felsefi açıdan sorulması gereken en temel soru : “Evren nasıl oluşmuştur ? ” sorusudur. Bu soruya verilebilecek iki tane cevap vardır. Bu cevapların ise : Evren kendi kendine oluşmuştur veya kudret sahibi bir varlık tarafından yaratılmıştır şeklinde ortaya konulabilmesi mümkündür. Bu cevapların birisinden maddecilik, diğerinden ise deizm bir tarafa bırakılırsa, doğmatizm ya da diğer bir tabirle nasçılık ortaya çıkmaktadır.
Evrenin kendi kendine oluşabilmesi için ise öncelikle evreni oluşturan maddenin ve maddenin bulunduğu mekanın oluşması mecburiyeti bulunmaktadır. Dolayısıyla evrenin kendi kendine oluştuğunu iddia edenlerin, öncelikle mekanın ve maddenin, nasıl varlık kazanmış olduğunu da açıklamaları gereği bulunmaktadır. Zira madde ve mekan varken, maddenin kendi kendine bir devinim içine girdiği, bu devinimden hareketle evreni oluşturacak büyük bir patlamanın oluştuğu ( Bing-Bang teorisi ) ve sonrasında dünya ismini verdiğimiz gezegende ilkel düzeyde yaşam koşullarının oluştuğu , bu yaşam koşullarında oluşan organizmalardan da bir evrim sürecine bağlı olarak insanın oluştuğu İDDİA EDİLEBİLSE DE, o ilk maddenin ve mekanın nasıl oluştuğu açıklanamamaktadır. Bu nedenle ilk maddenin ve bu maddenin kapladığı mekanın, YARATILMIŞ OLDUĞUNU VE YOKTAN VAR EDİLMİŞ OLDUĞUNU KABUL MECBURİYETİ BULUNMAKTADIR. Yoktan kendine kendine var olmak ise insan beyni açısından kabul edilebilir bir durum değildir yani akli ve ilmi değildir. Dolayısıyla evrenin yaratılışındaki maddenin ve mekanın, yaratılmış yapılar olduğunu kabul, AKLİ VE İLMİ BİR ZORUNLULUK olarak ortaya çıkmaktadır. Zira bir madde , şekil değiştirse de ne yok edilebilmekte ne de yoktan var edilebilmektedir.Yoktan var etmek için bir yaratma kudreti gerekmektedir ki bu kudretin Allah dışında bir varlıkta bulunması da söz konusu dahi değildir. Dolayısıyla ortada, yoktan yaratılan bir şey varsa, bir yaratanın varlığı mutlak bir gerçekliğin ve akli bir çıkarımın ifadesidir.
Diğer taraftan, bir mekanın ve maddenin varlığını kabulden hareketle meseleyi değerlendirmeye başladığımızda ; hareketsiz olması gereken bu maddeye, hareket etme olanağının nasıl sağlandığı da açıklanması gereken bir durum olarak karşımızda durmaktadır. Hiçbir yapı, sürtünmesiz bir ortamda da olsa kendisine hareket sağlayacak bir etki olmadan hareket edemeyeceği ve hızını arttıramayacağı gibi evreni oluşturacak bir tepkimenin oluşmasını sağlayacak bir sistemsel düzenliliğe de kendiliğinden sahip olamaz. Ayrıca bu sistemsel düzenlilik neticesinde oluşan evrenin, milyarlarca yıl boyunca korunmasını sağlayacak fizik ve kimya kurallarını barındıran düzeninin, tesadüfler eseri olduğunu düşünmek de gerçekten akli bir yaklaşıma tekabül etmemektedir. Evren oluşmadan önce var olduğunu düşündüğümüz ilk maddenin, Periyodik Cetvel’de belirtilen ve her biri birer yaratılış harikası bulunan atomların ve maddelerin oluşumunu sağladığı gerçeği düşünüldüğünde ; bu durumun üstün bir akıl, yönlendirme ve mutlak bir kudret olmadan gerçekleşemeyeceği de ortaya çıkmaktadır. Eğer ilk madde, bu atomların tamamını da içeren bir karışıma sahipse, bu hazırlığın kendi kendine oluştuğunu kabul de ilmen ve aklen imkansız bir duruma denk düşmektedir. Dolayısıyla gerek evrenin yaratılışından önce ve gerekse yaratılış esnasında, her şeyi gerektiği şekilde ve ölçüde var eden bir gücün varlığı, tartışmasız bir biçimde ortaya çıkmaktadır.
Ayrıca bu evrende, dünya ismini verdiğimiz gezegendeki canlılığın oluşmasına ilişkin şartlardaki mükemmellik, canlıların yaşamına ilişkin hayretler uyandıracak ölçüdeki farklılıklar ve üstünlükler dikkate alındığında, ne bu canlıların ve ne de aklı ve iradesiyle ön plana çıkan insanın, kendi kendine oluştuğunu kabul etmek, hiçbir akli ve ilmi temelle de bağdaşmamaktadır. Günümüzde ulaştığımız teknoloji dahi bir kara sineğin gözlerini, bir arının yapısını, bir karıncanın çene gücünü, bir çekirgenin sıçrama kabiliyetini, bir hamam böceğinin yaşam kabiliyetini, bir kartalın dizaynındaki mükemmelliği açıklayacak ve benzerini ortaya koyacak yeterliliğe sahip değildir. Tek hücreli canlılardan kompleks doku, organ ve sistemlere sahip varlıkların bir evrimsel süreç içinde oluştuğunu gösteren hiçbir gerçek delinin bulunmaması da evrim teorisini olduğu kadar, yaşamın kendi kendine oluştuğu iddiasını içeren teoriyi de çöp haline getirmektedir. Organik bazlardan, DNA ismini verdiğimiz ve canlıların şifresini oluşturan ve sonsuz şeçeneklerin kodlandığı genetik sarmalın, bir tesadüf neticesinde oluştuğunu iddia edebilen bir bilim adamının, bilim adamlığı bir tarafa, akıl sağlığının yerinde olduğundan bile şüphe duymak gerekmektedir.
Ancak herşeyin bir şekilde kendi kendine var olduğu iddiası, canlıların oluşumu aşamasına kadar bir şekilde kabul edilse dahi, canlı olarak tanımlanan madde formlarına can veren şeyin maddeci yaklaşımlarla açıklanması da mümkün olmamaktadır. Zira insan gibi maddeden ibaret olması gereken bir yapıya, canlılık kazandıran, onun üzülmesini- sevinmesini- sevmesini ve sair hislerini tanımlayabilecek ve anlamlı kılabilecek vasfın ne olduğu, onun insanla nasıl bütünleştiği ve ortada hiçbir ilmi neden olmasa dahi ölümüne neden olan şeyin ne olduğu, maddeci ve evrimci yaklaşımlarla açıklanamamaktadır. Ölümü ilmen ve fiziken açıklayabileceklerini düşünenler, evrenin yaratılışından tamamen bağımsız olarak yaratılmış ruhun varlığıyla karşılaştıklarında, temelinden ve ezelden çökmüş bir felsefenin temsilcileri olduğu gerçeğiyle karşılaşacaklardır…
Oysa insanı bir amaç doğrultusunda yarattığını ve dünyaya indirdiğini bildiren yüce Allah, bildiğimiz ve bilmediğimiz tüm evrenleri ve bu evrenlerin tabi olduğu sistemi “OL” emriyle kendisinin yarattığını, dünyayı ve yaşamı da kendisinin var ettiğini, türleri ayrı ayrı yarattığını, canlılara yaşam sağlayan yapının ruh olduğunu, canlı ve cansız her varlığın bir amaçlılık doğrultusunda yaratılmış olduğunu, yaşamı da ölümü de kendisinin var ettiğini bizlere bildirerek, insanoğluna ilk görevinin kendisini bilmek olduğunu OKU emriyle başlamak suretiyle ısrarla ve ikazla hatırlatmaktadır.
Bu noktada işin tarihi ve sosyolojik boyutuna girdiğimizde ; Hz.Adem’den itibaren insanlık tarihinin çeşitli anlarında birilerinin ortada bir gereklilik de yokken, “ben bir amaç doğrultusunda evreni ve sizi yaratan Allah isimli bir varlığın, sizin aranızdan seçtiği bir uyarıcıyım, o sizin kendisine inanmanızı, kendisini anmanızı, iyi işler yapmanızı ve kötülüklerden sakınmanızı bildirmek için beni görevlendirdi, insan ölecek ve öldükten sonra diriltilerek hesaba çekilecektir, yaptıklarının karşılığında Cennet ve Cehennem olarak iki karşılık insanı beklemektedir” diyerek ortaya çıkmalarını ve ortaya koydukları dini metinlerin varlığını da açıklamak gerekmektedir. İnsanlık tarihi boyunca var olan ve ilkeleri değişmeyen bu inanç çağrısının, ilkel bazı gerekliliklerden doğan tesadüfi bir sonuç olarak addedilebilmesi ve birbirinden etkilenme biçiminde gelişen bir silsilenin devamı olarak değerlendirilebilmesi de olanaklı görünmemektedir. Yani insanlık tarihi boyunca devam eden bu akış ve tarihsellik de Allah’ın varlığının ve Allah’ın insanlarla kendi aralarından görevlendirdiği kişiler vasıtasıyla dolaylı da olsa iletişim kurduğunun bir göstergesidir.
Yine bu duruma, akli bir değerlendirme ile tarihi süreci de dikkate alarak yeni bir bakış açısıyla baktığımızda, insanlığa en yakın süreçte bildirilen kutsal kitabın içeriğinin geçerli olması ve onu tebliğ eden peygamberin de son peygamber olması gerekmektedir. Oysa günümüz dünyasında insanların, Allah’ın varlığını kabul etmesine rağmen, kendi geçmişlerine ilişkin geleneksel bağlılıktan hareketle tarihi dönemlerden kalma, hükmü ortadan kaldırılmış ve değiştirilmiş ilahi söylemlere itibar ettikleri görülmektedir ki bu durum çok açık bir biçimde akli olmayan bir yaklaşıma tekabül etmektedir. Çünkü Hz.İsa’nın, Hz.Musa’nın ve diğer peygamberlerin ilahı da, son ilahi kitap olan Kuran- ı Kerim’i tebliğ eden Hz.Muhammed’i insanlara elçi olarak gönderen Aziz ve Muktedir olan Allah Celle Celalühü hazretleridir. Bu nedenle geçmiş tarihteki bir peygamberin tebliğ ettiği ilahi nasların geçerliliğinden ve devamından bahsedilebilmesi mümkün olmamalıdır. Bu bağlamda semavi kitaplara dayanarak olsa da farklı inançların peşinde koşanlar, aslında gerektiği gibi düşünmeyen, akıl ve mantık kuralları çerçevesinde değerlendirme yapmayan ve geleneksellikten gelen bir kabulle dini aidiyetini belirleyen insanlardır. Bu cümlenin mefhumu muhalifinden çıkan sonuç ise akli olanın, son din olarak İslam dininin kabul edilmesi olduğu gerçeğidir. Bu bağlamda ifade etmek gerekir ki insan gerçekten çok GAFİL bir varlıktır…
Sonuç olarak da belirtmek gerekirse insan ; Evrenin ve kendisinin Allah tarafından ve bir amaçlılık prensibi doğrultusunda yaratıldığını, Allah’ın kendisini başıboş bırakmadığını, uyması gereken kuralları peygamberleri aracılığıyla kendisine bildirdiğini, birgün dünyadaki yaşamının sona ereceğini ve sonra yeni bir diriltiliş ile hayat bulduğu mahşer meydanında dünyadaki yaşamından dolayı hesaba çekileceğini ve durumu itibariyle kendisini bir cezanın ya da mükafatın beklemekte olduğunu, dünyada yaşadıklarının bir adaleti değil, kendisi için takdir edilen bir kader çizgisi içinde imtihan olma ya da farklı bir yaklaşımla kendini geliştirme durumunu yansıttığını, evrenin meliki ve maliki olan yüce Allah’ın rızasını kazanma dışındaki hiçbir şeyin gerçek bir öneminin olmadığını, Allah’a inanmanın akli ve ilmi olduğu kadar sonuç itibariyle de akılcıl bir yaklaşım olduğunun farkına varmalı , tüm hayatını bu gerçeklik doğrultusunda ve son ilahi tebliğin temsilcisi olan iki cihan sultanı Hz.Muhammed sallallahü aleyhi vesellem efendimizin yaşamı ve söyledikleri doğrultusunda şekillendirmenin gereğini fark etmelidir. ( Bunun CHP'ye ve yandaşlarına oy verip, Türk- İslam dünyasının geleceği için var gücüyle çalışan Sayın Erdoğan'a muhalif olurken yapılamayacağı da güncel bazda ulaşılması gereken en önemli sonuç olarak bir köşeye not edilmelidir )
Unutulmamalıdır ki bizim için de bir son ve bu sonun belirlediği ebedi bir başlangıç vardır.
17.11.2020 // 19.45
SEDAT ÇETİNKAYA
.İYİ PARTİ'NİN VE ZİLLET İTTİFAKI'NIN ÇÖKÜŞÜ…
İstihbarat konusuna meraklı , MHP küskünü, yeni ülkücülük merkezi arayışındaki Ümit Özdağ’ın, içinde bulunduğu İyi Parti oluşumunda gereğince ağırlanmamış olmasından mütevellit bir yaklaşımla, İyi Parti İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu’nun FETÖ’cü olduğunu iddia etmesi ve bu iddia neticesinde de disipline sevkedilmesi sonrasında, çitayı yükselterek ; “ İyi Parti , HDP ile masaya oturup anayasa hazırladı ” şeklinde bir söylemde bulunduğu milletimizce malumdur…
Hizmet ettiği odaklar ve taşıdığı zihniyet bizce malum ancak kendini ülkücü olarak tanımlayan fakat ülkücülük bilincinden fersah fersah uzak siyaset fukaralarının ablalığına soyunmuş konsey başkanı Meral Akşener ise, bu iddiaları yapmacık tarzıyla açık bir şekilde yalanlayarak ; “Hiçbir siyasi oluşum , platform , şahıs , kişi ve partiyle herhangi bir anayasa çalışmamız yoktur” şeklinde açıklamalar yapmıştı. Elbetteki bu ülkede yaşayan ve aklı başında hiçbir insan, siyaseten ortaya konan gerçekliği, işbirliklerini ve söylemleri dikkate aldığında, bu açıklamalara inanmak bir tarafa, kargalarla birlikte kahkahalar atarak münasip yerleriyle de gülmüştü.
Ancak bu bağlamda VURUCU DARBE , İyi Parti eski tanıtım ve medya başkan yardımcısı Adem Taşkaya’nın “Buradan İyi Parti’nin palavracı kurmaylarına sesleniyorum. Gizlice anayasa hazırladığınız yalansa beni savcılığa verin. Ses kayıtlarını ve daha vahim olan şeyleri yüce Türk mahkemelerine vermekten ve maskelerinizi düşürmekten şeref duyarım” şeklindeki açıklamasıyla gelmiş bulunmaktadır. ( Elbette bu noktada yalnız da olmayacaktır )
Şimdi, bu Anayasa değişikliği çalışması doğal bir şeydir, böyle bir çalışma yapmak her partinin hakkıdır diyenler olabilecektir. Ancak Türk Milleti’nin gözünün içine baka baka, hem seçimlerde HDP ile ittifak yapmıyoruz hem de ülkücülüğün gerçek temsilcisi ve milli kimlikli bir oluşumuz diye ortaya çıkan bir partinin ; Sorosbu Denge ve Denetleme Ağı’nın hazırladığı , temsilcilerinin de yapılan görüşmelere katıldığı ve Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalması durumunda, Kürt kökenli vatandaşlarımızın oyunu almak için Federasyon yaklaşımının kabul edildiği bir anayasa çalışmasının ilan edileceği kirli bir ittifakın içine dahil olması, o partinin varlığının bir yalan ve ihanet üzerine kurulmuş olduğu gösteren en büyük ve en açık delil olarak karşımızda durmaktadır.
Böylece ABD’nde yaşanan seçimlerdeki usulsüzlerin muhatabı Joe Biden’in, Türkiye’de hangi muhalefetle ittifak içinde çalışarak, Sayın Erdoğan’ı devirmeyi planladığı da bir kez daha ortaya çıkmış bulunmaktadır. Zaten Kılıçdaroğlu’nun daha ortada "fol yok- yumurta yok" durumu sözkonusuyken, Joe Biden bir tarafa tarihe geçecek bir zavallılık ve aşağılık kompleksiyle Kamala Harris’i de tebrik etmesi, başka söz söylemeye bile gerek bırakmaktadır. Bu arada İstanbul’un parklarının, Pkk kamplarına dönüştürülme faaliyetlerinin, ittifakın derinliğini ortaya koyan boyutunu da göz ardı etmemek gerekmektedir. İşte bu durumlar, yakın geçmişte İyi Parti ile HDP arasında çıkan atışmaların, hangi nedenle ve nasıl bir tiyatro senaryosu dahilinde oynandığını da açıkça ortaya koymaktadır. Çok yakında İyi Parti binalarında APO’ya ya da FETÖ'cülere özgürlük isteyen afişleri görürsek şaşırmamamız gerekmektedir çünkü zihniyetlerinin buna yatkın olduğunu ortaya koymuşlardır.
Şimdi buradan Türk Milleti’nin CHP-HDP-SP gibi oluşumlarına destek veren ve Atatürkçülük, milliyetçilik, ülkücülük, vatan, din, iman gibi kavramlar sözkonusu olduğunda mangalda kül bırakmayan kesimine sesleniyorum. Ülkemiz, her mecrada, 8 düvele karşı mücadele verirken ; büyümek, gelişmek , güçlenmek ve büyük bir dünya devleti olmak için var gücüyle gayret gösterirken ve ülkemizin yöneticileri dur durak bilmeksizin çalışırken ; bir tek proje dahi üretmeden, ülkenin geleceğine 18 yıldır tek bir katkı sunmadığı halde her icraata köstek olan ve ülkenin bölünmesi için anayasa hazırlığı yapan partilere nasıl ve hangi zihniyetle oy verebilirsiniz ! Sizler küresel güç merkezlerinin ülkemizdeki taşeronluğunu yapan kişi ve grupları nasıl destekleyebilir, bunlardan destek alanların arkasında nasıl durabilirsiniz ! Sizler yabancı devletlere ülkemizi ve ülkemizin yöneticilerini kötüleyenleri, yabancı ülkelerin yöneticilerince ülkemizde desteklenen siyasileri nasıl kabullenebilirsiniz ! Ya sizler bu ülkenin bir mensubu ve vatandaşı değilsiniz, ya da kendi şahsi çıkarlarınızı, küresel güç merkezlerinin çıkarları ile birleştirmiş müstevliler olduğunuzu kabul etmelisiniz.
Üçüncü bir yol istiyorsanız da ; aklınızı başına alıp, gerçekleri görmelisiniz…
Siz de bu ülkedeki vatanını, milletini seven herkes gibi ; Cumhur İttifakı’nın bu ülkenin milli ve manevi değerlerinin temsil edildiği ve geleceğinin şekillendirildiği bir toplanma merkezi olduğunu idrak etmeli, küresel güç merkezlerinin piyonlarıyla yol yürümekten vazgeçme iradesini gösterebilmelisiniz…
Korkmayınız, yalnız da değilsiniz ; Tüm dünya Türkleri , İslam alemi ve ezilmiş haklar, bizimle birlik olma yolunda hızla şekillenmektedir...
15.11.2020 / 12.55
SEDAT ÇETİNKAYA
.TARİH BİLİNCİYLE GELECEĞİ OKUMAK VE SARSILMAZ BİRLİĞİN RUHUNA ULAŞMAK…
TARİH, onu okumasını bilen kabiliyetli ve nitelikli insanların nezdinde, geleceğin nasıl şekilleneceğini gösteren ve İLERİYE DOĞRU YANSITMA YAPAN bir ayna gibidir. Ancak bu aynanın yansıttıkları, geçmişten geleceğe doğru ilerlerken, zamanın kendisine kattıklarını da içine alarak, GELECEK BOYUTUNDA YENİ BİR GÖRÜNTÜ ortaya koymaktadır. İşte tarihten hareketle geleceği tasavvur etmeye çalışan kişiye düşen şey ; geçmişteki görüntüye, zamanın kattıklarını ekleyerek yeni durumu analiz edip, kırılmaların ve değişimlerin gücünü de görüntüye dahil ederek, ortaya çıkacak YENİ GÖRÜNTÜYÜ TARİF ETMEKTEN ibarettir.
Bu bakış açısının bir de İLAHİ TAKDİRİ KAVRAMA BOYUTU vardır ki onu okumak için ise ; insanlık tarihine TÜMDENGELİM metoduyla bakarak yaşananları kavramamızı kolaylaştıracak ve ilahi kudretin, zaman içindeki takdirini anlamaya müteallik dokunuşlarını idrak etmemizi sağlayacak bir bakış açısını ve hissiyatı edinmek gerekmektedir.
Bu bağlamda son yüzyıla ilişkin tarihimize kabaca bir baktığımızda ; 15 Temmuz darbe girişiminin ; Serdar- ı Hakan II.Abdülhamid Han’ın, dönemin siyonistleri ve onların güdümündeki işbirlikçi çapulcular tarafından alçak bir kalkışma ile tahtan indirilmesiyle eşleştiğini söyleyebilmek mümkündür. İşte bu noktadan hareketle aynayı günümüze tuttuğumuzda ; geçmişte yaşananların, yeniden bir güç olarak doğuşumuzu destekleyecek biçimde ve adeta bir geri sarımla açıklanabilecek tarzda günümüzü şekillendirdiğini söyleyebilmek mümkündür. Zira 100 (+) yıl öncesinden başlayarak bir değerlendirme yaptığımızda ;
• Geçmişte kudretli bir geçmişe sahip olan devletimiz çöküş süreci içindeydi, şimdi ise küresel güç olma yolunda ve yükselme süreci içinde ilerlemektedir.
• Geçmişte donanmamız yoktu , şimdi bölgenin en güçlü donanmasına sahibiz.
• Geçmişte ordumuz, imkansızlıklar içinde ve yorgundu, şimdi ise ordumuz her türlü imkan ve kabiliyete sahip, eğitimli ve dinamik bir yapı içindedir.
• Geçmişte yönetim sisteminde zafiyetimiz sözkonusuydu şimdi ise kendimize özgü Başkanlık Sistemi’yle güçlü ve etkin bir yönetime sahibiz.
• Libya elimizden çıkmıştı, şimdi bizim kontrolümüz altına girmektedir.
• Rusların silahlandırdığı Ermeniler, milletimize büyük zulümler yapmıştı, şimdi ise yaptıklarının bedelini ödedikleri bir sürecin içinden geçmektedirler.
• Rusya’ya karşı devamlı gerilediğimiz bir sürecin sonuna gelmiştik, şimdi ise Rusya’yı pasifize etme cihetinde ilerlediğimiz bir sürecin başlangıcında bulunuyoruz.
• Geçmişte tüm yurtlarımız tek tek elimizden çıkmıştı, şimdi ise Katar- Kuveyt- Arnavutluk- Somali gibi noktalardan hareketle tek tek kontrolümüze girecekleri bir dönem başlamış bulunmaktadır.
• Geçmişte Pakistan bize yardım etmişti, şimdi ise bizim Pakistan halkına yardım edeceğimiz bir sürecin başındayız.
• Geçmişte Arap topraklarında yerel işbirlikçilerin ihanetine uğramıştık, şimdi o işbirlikçi yönetimleri yıkacağımız ve hesap soracağımız bir dönemin içinden geçmekteyiz.
• Geçmişte Ortaasya ile bağımız kopmuştu, şimdi kapılar açılmaktadır ve daha da açacağız…
• Geçmişte Doğu Türkistan bize karşı büyük oranda ilgisiz kalmıştı, şimdi maalesef onlar ilgisizlikle karşı karşıyadır.
• Geçmişte bizi terk etmeyen, sadakatle mücadele eden devletler, milletler, halklar vardı, şimdi biz de onların yanındayız.
• Geçmişte farsiler Türk Milleti’ne karşı fırsatçılık yapmıştır şimdi ise biz fırsatçı olacağız.
• Geçmişte Ege Adaları terk edilmiş, peşkeş çekilmişti, şimdi hakimiyetimiz altına girmek için zaman sürecindeki sıralarını beklemektedir.
• Geçmişte bize karşı kurulan ittifakla büyük bir savaşa girmiş ve kaybetmiş sayılmıştık şimdi aynı savaşa yeniden gireceğiz ancak bu sefer Allah’ın izni ve yardımıyla şanlı bir zafer kazanacağız ve kaybedenler de karşımızdakiler ve hükmen yenik sayılan Almanlar olacaktır.
• Geçmişte ülkemizde yeni bir düzen kurulmuştu şimdi ise daha yeni bir düzen kurulacak ve milletimize rağmen ortadan kaldırılanlar ve yok edilen hasletlerimiz yeniden kazanılacaktır.
• Geçmişte NATO’ya üye olmuştuk, şimdi çıkacağız.
• Geçmişte ABD güçleniyor ve ayrılıkçı kürtleri destekliyordu şimdi ise zayıflamakta ve ayrılıkçı kürtleri terk etmeye hazırlanmaktadır.
• Geçmişte İngiltere çok güçlüydü şimdi ise tıpkı Devleti Aliyye gibi geçmişin gücü ve imajıyla yürümeye çalışmaktadır.
• Geçmişte İsrail kurulmuştu, şimdi ise kurulduğu tarihlere denk gelen süreçte yıkılacaktır.
Ve işte bu bakış açısından hareketle her şeyi yeniden değerlendirdiğimizde, geçmişten geleceğe tutulan aynanın günümüzde hangi gelişmelere ışık tutuğunu görebilmek de olanaklı hale gelecek, yaşananlardan hareketle yaşanacakların gerçekleşeceğinin doğrulaması da yapılmış olacak ve böylece kader tecellisi de hissiyatın ve fütühatın dışında akılla da okunmuş olacaktır.
İşte bu süreç değerlendirilirken, kendimizi tatmin için bunu yapmak da elbette boş bir uğraş hatta hayalperestlik olarak tanımlanabilecektir. Ancak günümüzdeki İngiliz Muhipleri’nin, ABD mandacılarının, Kürt Teali Cemiyetinin temsilcilerinin, Jön Türklerin, İttihat ve Terakki Partisi ile aynı işlevi gören Zillet ittifakı temsilcilerinin mahiyetini anlamak , yapılan zihni faaliyete büyük bir anlam katacaktır.
İşte böylece herkes ; gerçek milli kuvvetlerin Cumhur İttifakında tezahür eden mahiyetini, Yıldız Teşkilatının günümüzdeki Milli İstihbarat Teşkilatı ile şekillenen karşılığını, gerçek kurtarıcıların ve mücadele insanlarının Sayın Erdoğan ve Sayın Bahçeli olduğunu , neden Cumhur İttifakının safında bulunmamız gerektiğini, iman-vatan ve dava bilincinin ve de mücadele ruhunun tüm eksikliklerimizi kapatma gücünü taşıması gerektiğini, birlikten ayrılmanın her şeye ihanet ile aynı anlama geldiğini, birliğe ihanet edenlerin iki cihanda da yüzlerine tükürüleceğini, bu uğurda verilen her mücadelenin Allah yolunda mücadele, her ihanetin de önce Allah’a sonra milletimize sonra da tüm geçmişimize ve kutsallarımıza ihanet anlamını taşıdığını idrak edecektir.
Bu idrake ulaşamayanlar ile tüm yakınlığımız, bu ülkenin topraklarında birlikte yaşıyor olmamızdan ibarettir ki yeri geldiğinde onların, fırsatını yakaladığında milletimize alçakça saldırmış vahşilerden hiçbir farkının olmadığı da görülmelidir.
Bilinmeli ve asla unutulmamalıdır ki küfür ehli, tek milletten ibarettir ve onların çıkarları bir ittifakı her zaman mümkün olacak güçte ve mahiyettedir.
Herkes etrafına değil, kendi durumuna bakmalı ; haklı ve doğru da olsa fitne üretmekten büyük bir ihtimamla sakınmayı başarmalıdır.
13.11.2020 // 14.35
SEDAT ÇETİNKAYA
.ERMENİSTAN KARŞISINDAKİ ZAFERİMİZ VE ÇAĞRIŞTIRDIKLARI…
ALLAHU EKBER…TÜRKLER GELİYOR…
Ve Ermenistan, bir zamanlar kendisine sağlanan olanakları sınır tanımaksızın kullanarak işgal ettiği Azerbaycan topraklarını, perişan bir şekilde terk etmeyi kabul etmek durumunda kalmıştır.
Bu zafer, yüzyıllık bir aradan sonra elde ettiğimiz zaferlerin büyüyerek devam ettiğini, karşımızda pozisyon alanların da devamlı bir biçimde güç kaybına uğradığın gösteren tarihi bir delil hükmündedir.
Şartlar çerçevesinde dengeyi kurduğunda ve organizasyonunda bir sıkıntı olmadığında ; Türk Milleti’nin, cesaret ve fedakarlığın timsali olan ordularını yenebilecek bir güç olmadığı, bir kez daha kanıtlanmış ve bu gerçeklik tüm dünyaya şanlı bir zaferle ilan edilmiş bulunulmaktadır.
Kardeş devletimiz Azerbaycan’ın elde etmiş olduğu bu zaferin, önümüzdeki süreçte elde edeceğimiz galibiyetler için stratejik öneme sahip bir gelişme olarak da addedilmesi gereği bulunmaktadır.
Rusya’nın ; askeri, ekonomik ve stratejik perspektif dahilinde kendi içine kapanmak durumunda kalacağı, nüfus olarak ve askeri açıdan Rusya’yı dengelediğimiz ve Türk Birliği’nin etkin ve bağımsız bir yaklaşım içinde geliştiği bir dönemde, Ermenistan’ın bu coğrafyadaki varlığını koruyabilmesinin mümkün olmadığı da görülecektir ki bu günlerin tarihi açıdan çok uzak olmadığını söyleyebilmek de mümkündür. Ermenistan tıpkı işgal ettiği topraklardan çıkarıldığı gibi fırsattan istifade ederek kendini konumlandırdığı topraklar üzerindeki hakimiyetini de kaybedecektir.
Azerbaycan’ın kazandığı bu tarihi zafer, Rusya’nın süreli olarak konuşlandıracağı barış gücü gibi siyasi ve stratejik açıdan bazı kılçıklar barındırıyor olsa da Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti ile Azerbaycan arasındaki bağlantının tesis edilmesine yönelik olarak kabul edilmiş bulunan yaklaşımlar, tarihi öneme sahip bulunmaktadır. Zira Azerbaycan, bu bağlantının varlığı ve bozulması üzerinden gelecekte askeri operasyonlar geliştirebilme ve talepte bulunma imkanını da elde etmiş bulunmaktadır.
Azerbaycan’ın bu tarihi öneme sahip zaferle ortaya koymuş olduğu güç, bağımsızlık için biraz uyarılmayı biraz da uygun koşulların oluşması bekleyen Güney Azerbaycan toprakları ve halkı için de büyük bir umut ışığının doğmasını ve gittikçe yükselen bir “Diriliş Ateşi”nin yakılmasını da sağlamış bulunmaktadır. Bu ateşin, söndürmek için kendisine müdahale edenleri yakmak için ne zaman harlanacağı ise sadece bir zaman meselesi olarak varlık kazanmış bulunmaktadır.
Bu arada İran ile iyi ilişkiler kurmak isteyecek olan yeni ABD yönetiminin, Hazar Devleti’nin bakiyesi üzerinde yükselen ve Selçuklu’nun bakiyesine de hitap etmeye başlayacak olan güçlü Azerbaycan’ın yanında kendisini konumlandırmak durumunda kalacak olan İsrail’in, İran’ı parçalamaya matuf politikası karşısında nasıl bir şekil alacağını seyretmek de önemli olacaktır…
Türkiye ile Rusya’yı, Azerbaycan ile Türkiye’nin üstün strateji içeren yaklaşımları nedeniyle Ermenistan üzerinden bir savaşın içine çekemeyen siyonist odakların, güçlenen Azerbaycan’ın siyasi ve stratejik pozisyonundan ve Türkiye ile ilişkilerinden hareketle Türkiye ile iyi ilişkiler kurmayı hedefleyecekleri ve aynı zamanda Türkiye// Azerbaycan ittifakı ile İran arasında çıkacak bir çatışmaya oynayacakları da ayan beyan görülmektedir. Böylece İsrail, bir taşla iki kuş vurma imkanını elde edeceğini düşünerek, tarifsiz bir sevinç duymaktadır…
Bu arada İpek yolu projesinin en önemli noktalarından biri olan Kafkasya’da tesis edilen Türkiye- Azerbaycan hakimiyetinin, küresel para baronları ile Türkiye arasındaki çekişme noktasında, Türkiye’nin elini güçlendiren bir değer oluşturduğu da asla gözden kaçırılmaması gereken bir durum olarak not edilmedir. Tabiri caizse Türkiye, küresel para baronlarını iki eliyle ve boğazlarından yakalamış, sıkmaya da başlamıştır. Suriye- Irak – Kıbrıs- Doğu Akdeniz – Adalar Denizi- Orta ve Kuzey Afrika- Balkanlar– Kafkasya ve hatta Ukrayna dahi Türkiye’nin etkisi ve kısmen de kontrolü altında bulunmaktadır. Bu bağlamda Türkiye’nin sahip olduğu stratejik pozisyonun ve hamle gücünün, Türkiye’nin döviz kuru seviyesinden, Türkiye’de gerçekleşecek seçim ittifaklarına ve İngiltere – ABD ve Avrupa Birliği ile olan ilişkilere değin oluşturacağı derin etkileri söz konusudur. Önemli olan husus, küresel para baronlarının, Türkiye ile mücadeleye kesintisiz biçimde devam mı edecekleri yoksa Türkiye’nin gücünü kabul edip uzlaşma mı arayacakları noktasında şekillenmektedir. Şahsi kanaatim samimi olmasalar da uzlaşma arayacakları noktasındadır ancak İsrail’in politikalarının bu uzlaşma arayışını etkisiz kılabilme ihtimali oluşturduğunu da şimdiden görmek gerekmektedir. Belki de bu çerçevede oluşacak bir belirsizlik durumunun , ülkemiz açısından çok daha iyi sonuçlar vereceğini ve aradan sivrilerek bir küresel güç olarak yükselmemiz için zaman ve fırsat sağlayacağını da düşünmek gerekmektedir.
Azerbaycan- Ermenistan arasındaki meselede, Rusya’nın dışlanmayarak etkisini sürdürmesine izin verilmesinin, Rusya’nın Suriye ve Libya pozisyonunda bir zayıflamaya işaret ettiği de gören gözler nezdindeki yerini almıştır. Daha da açıkça söylenecek olursa Rusya, Türkiye’ye adı konulmamış bir taviz vermiştir. Bu bağlamda Rusya, yakın bir süreçte Türkiye’nin Suriye’de gerçekleştirebileceği operasyonlara karşıt tepki geliştirmeyecek ve hatta iyi bir tiyatro sahnesi geliştirerek, bir süre sonra Suriye’den çekilme şeklinde bir yaklaşım içine de girebilecektir.
Bu bağlamda Türkiye’nin, Rusya- İngiltere yakınlaşmasına çok dikkat etmek ve hatta bu yakınlaşmayı engellemek, Almanya ile 1.Dünya savaşı döneminde olduğu gibi stratejik ilişki kurmamak ve küresel güçlere karşı geliştirilecek stratejik ilişkileri bir süre Rusya’ya karşıtlık oluşturmayacak şekilde yürütmek şeklinde bir yaklaşımı benimsemesi uygun olacaktır. Bu durum, ABD’nin ve Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye yönelik agresif politikalarının önüne geçeceği gibi Türkiye’nin ; küresel para baronlarına, İngiltere’ye ve Çin’e karşı pozisyonunu da ekstra güçlendirmesine olanak sağlayacaktır.
Ayrıca Rusya ile oluşan karşılıklı çıkar dengesi, Kafkaslara ve Ortaasya’ya yönelik politikalarımız açısından da kolaylaştırıcı bir içeriğin oluşmasına zemin hazırlayacaktır. Rusya, ekstra bir olumsuzluk yaşanmazsa, bölgedeki gerilim politikasının tarafı olmak yerine, asgari 100 milyar Dolarlık bir ticaret hacmine sahip olduğu Türkiye ile ilişkilerini geliştirme stratejisine doğru evrilen bir politikaya geçecek gibi durmaktadır. Ancak Rusya’nın bunu destekleyecek bir sosyolojik altyapıya sahip olmadığı hususu, hiçbir zaman gözden kaçırılmaması gereken bir durum olarak gündemde tutulmalıdır.
Stratejiler ve hamleler neyi gerektirirse gerektirsin, sonunda Allah’ın istediği olacak ve Allah c.c hazretleri, mücadele için kılıcını kınından çekmiş, cesaretin ve fedakarlın zirvesinde kutlu bir sancağı dalgalandıran yeryüzündeki ordusunu hiçbir zaman yalnız bırakmayacaktır…
09.11.2020 / 14.48
SEDAT ÇETİNKAYA
.AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ’NİN DOLAR ÜZERİNDEN GELİŞTİRDİĞİ STRATEJİ VE TÜRKİYE AÇISINDAN SONUÇLARI…
Amerika Birleşik Devletleri’nin finans piyasasına ve Merkez Bankası’na ( FED) hakim olan küresel para baronlarının, ABD üzerinden dünyaya ihraç ettikleri ve neredeyse hiçbir maliyeti bulunmayan tek şey DOLAR’dır… İşte bu küresel güçlerin ve dolaylı olarak da Amerika Birleşik Devletleri’nin zenginliğinin ve küresel hakimiyetinin temelinde de Dolar üzerinden gelişen bu gerçeklik bulunmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri, yapmış olduğu işgallerin, devasa askeri ve istihbarat harcamalarının bedelini ( Yıllık 1 Trilyon Dolar + ), karşılıksız olarak dünya piyasasına sürdüğü Dolar ile satın almış olduğu mal ve hizmetleri kullanarak gerçekleştirdiği yatırımlarla çıkarma yolunu seçmiştir. Dünyaya narkoz verilen bu süreci takip eden dönemde ise, FED üzerinden gündeme getirilen faiz artışlarıyla, dünya piyasasına sürülen Dolar, evine geri çağrılmış ve büyük ölçüde de toplamıştır. Böylece Dolar arzında yaşanan sıkışma, ABD Dolarının sanki bir mal gibi değerinin yükselmesi için gerekli piyasa zeminini oluşturmuştur. Bu bağlamda Amerika Birleşik Devletleri, dünya para birimlerine karşı yükselen Dolar kuru neticesinde, dünyanın geri kalanına karşı kağıt üzerinde zenginleşmiş gibi görünmüş, dönemsel de olsa büyüme trendine girmiş ve Covid-19 salgınının oluşturduğu etkiler değerlendirme dışı tutulursa, istihdamı da artmıştır.
Bu arada Amerika Birleşik Devletleri’nin, 22 Trilyon Dolar borcunu ve küresel para baronlarının kendilerine yeni üs olarak Çin’i seçmiş olmaları gerçeğini de dikkate alarak, Dolar’ın kendisine karşı bir silah olarak kullanılabilmesinin önünü almak istediğini söyleyebilmek de mümkündür. ABD’nin, bu ekonomik stratejisinin bir gereği olarak, birçok ülkenin ABD fonlarına yatırımını adeta zorunlu hale getirdiği ve hatta onları tehdit ettiği de algılanabilen başka bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır.
Yine Amerika Birleşik Devletleri’nin, para sahiplerini bir seçime zorlayarak, “ya kendinizi ABD merkezli olarak konumlandırır ve yatırımlarınızı ABD üzerinden geliştirirsiniz ya da size yaşam hakkı tanımam” yaklaşımı üzerinden bir tehdit algoritması geliştirdiğini de görmek gerekmektedir.
D.Trump’ın tüm yetersizliklerine ve dengesizliklerine rağmen yönetimini üstlendiği merkezi ABD yaklaşımı, küreselcilerin yeni dünya düzenine karşı şiddeti gittikçe artan ve adı konulmamış bir savaş yürütmektedir. Bu savaşın, ABD’nin en ücra kesimlerine kadar etki eden bir derinliğinin bulunduğu ve ABD nezdinde de tıpkı Türkiye’de olduğu gibi bir cepheleşmenin geliştiğini söyleyebilmek mümkün hale gelmiştir. Bu arada küreselcilerin, esnek teşkilat yapıları nedeniyle, satranç tahtasında ABD yönetiminden çok daha başarılı bir şekilde ve çok yönlü olarak oynadığını söyleyebilmek de mümkündür.
Karşılıksız olarak basılan ve değeri de az bulunan bir mal gibi artan ABD Doları, orta ve uzun vadede ABD’nin ihracat kapasitesini ve dolayısıyla üretim gücünü ortadan kaldıracak ve ABD açısından büyük bir ekonomik yıkımın oluşmasına neden olacaktır. Bu arada ABD, ucuzlayan yabancı ülke mallarına karşı da ancak ve ancak koruma duvarları ve ithalat kısıtlamaları getirerek, ekonomisini koruyabilir hale gelecektir. Bu durum ise Amerika Birleşik Devletleri’ni küçülen ve kendisine yeten bir ekonomi pozisyonuna doğru yönlendirecektir. Ancak ABD’nin gerek borcunun ve gerekse hane halkı borçluluk seviyesinin yüksek olması ise ; ihracat yapamayan, pazarlarını kaybeden, ithalat açısından devamlı zorlanan ve büyük oranda küçülmek durumunda kalacak bir ekonominin iflasına neden olacak gibi durmaktadır.
Ya da Amerika Birleşik Devletleri bir süre sonra gerçekleri idrak ederek, gücünün öngördüğü bir para değerini kabullenecek ya da ordusunu kullanarak, karşısındaki cepheyi yok etmeyi seçecektir ki buna fiilen imkan olmadığı da izahtan varestedir.
Ayrıca bir halk devrimi olmadığı müddetçe küreselcilerin, ABD nezdinde dahi kendileri üzerinde baskı kurulmasına izin verecek gibi durmadıkları da görülmektedir. Zira ABD yönetiminin küreselcilerin eline geçmesi durumunda, ABD nezdinde var olan alacaklarını yavaş yavaş tahsil ettikten, ABD’yi küresel bir güç olmaktan çıkaracak altyapıyı tesis edip kaçtıktan sonra pimi çekilmiş bombayı, ABD halkının eline tutuşturacakları açıktır. Gören gözler nezdinde şimdiden algılanabilen bu durum, bu gerçekliği algılayamayanlar açısından bomba patladığında dahi algılanabilecek gibi de durmamaktadır. Bu durum ise ( fazla izahata gerek olmaksızın) ülkemizdeki CHP zihniyeti ve yandaşlarının durumuyla da birebir örtüşmektedir.
Sonuç olarak belirtmek gerekirse, ülkemizde Dolar kurunda yaşanan artışın temelinde ; ülkemizin döviz ihtiyacı, dövizin bir kazanç aracı olarak görülmesi nedeniyle dövize yapılan gereksiz yatırımlar ve spekülatif yaklaşımlı planlı operasyonlar bulunsa da asıl faktör, ABD’nin bir süredir Dolar üzerinden uyguladığı küresel stratejidir. Dolayısıyla Döviz kurundaki artışı, cehaletinden ya da bir iç siyaset malzemesi olarak kullanma yaklaşımından hareketle, hükümetin ya da ekonomi yönetiminin bir başarısızlığı olarak görmek ve ilan etmek abesle iştigalden ibarettir.
Benzer bir yaklaşımla altın fiyatları da Türk ekonomisindeki bir olumsuzluktan dolayı değil, altına olan talebin dünya sathında artmasına bağlı olarak şekillenen bir yapı azetmektedir. Altın, önümüzdeki süreçte yeni rezerv paralarının teşekkülüne bağlı talepler ve yaşanma ihtimali yüksek siyasi ve askeri gerilimler çerçevesinde de fiyat artışını sürdürecek gibi görünmektedir. Altın fiyatlarının artmasının, kısa vadede cari açığı arttıracak bir etkisi olsa da genel ithalat ve ihracatımız açısından ekonomiye olumsuz bir yönü de yoktur. Hatta altın üretimimizi, şuan bulunduğu 38 ton civarından yıllık 150 ton civarına yükseltebilmemiz durumunda ciddi kazançlar elde edeceğimiz de ortadadır.
Dolar kurundaki yükselme ya da diğer bir deyişle Türk lirasının değerinde yaşanan düşüş ise, ilk başta olumsuz bir etkiye sahip olsa da ithal ettiğimiz malların Türkiye’de üretilmesini sağlayarak ithalatımızın düşmesini temin etmek, ucuzlayan mallarımız nedeniyle de ihracat pazarlarımızın genişlemesini ve dolayısıyla üretim ve istihdamımızın artmasını sağlayarak daha fazla kazanç elde etmemizi mümkün kılmak gibi olumlu etkileri de bulunmaktadır. Bu durumun diğer bir olumlu etkisi de üretimi esas alan yabancı yatırımlar için bir cazibe merkezi haline gelmemizdir ki orta ve uzun vadede ; ekonomik geleceğimiz açısından çok büyük bir sıçramayı yapabilmek, üretim ve ihracat avantajı elde ederek zenginleşmeyi sağlayabilmek için bu etkiye ihtiyacımız bulunmaktadır.
Böylece Türkiye ; kaliteli üretim yapan, Çin’den daha yüksek fiyatla mal satabileceği pazar ve alıcıları rahatlıkla bulabilen, lojistik avantaja, yetişmiş ve yeterli iş gücüne sahip, güvenilir bir ülke olarak varlık kazanabilme imkanı bulacaktır. Bu konumu elde etmemesi için özellikle Sayın Erdoğan üzerinden oluşturulmaya çalışılan algıları da teker teker yıkacaktır.
Bugün olumsuz gibi görünen bazı gelişmelerin dönemsel olduğunu ve ileride olumlu sonuçlara neden olacağını ancak ileriye bakıp, geleceği analiz edebilenler anlayabilir.Herkesin bu bilinç seviyesine ulaşması dileğimle…
04.11.2020 // 16.45
SEDAT ÇETİNKAYA
.SİLAHLI İNSANSIZ DENİZ ARAÇLARI’NIN, DENİZ SAVAŞLARINA VE BÖLGESEL ÜSTÜNLÜĞÜMÜZE KATKILARI…
Bilindiği üzere yüzen platformlar çerçevesinde donanmaların muharip gücü kabaca ; uçak gemileri, amfibi hücum gemileri , destroyerler (muhrip) , fırkateynler, korvetler, çıkarma ve mayın gemileri , hücumbotlar ve denizaltılardan oluşmaktadır.
Türkiye yarı kapalı ve sığ sayılabilecek denizlerle çevrilmiş bir ülke olduğu için, ülke savunmasının gerçekleştirilmesinde devasa gemilere ihtiyaç duyan bir konumu da bulunmamaktadır. Özellikle Adalar Denizi’nin irili ufaklı adalarla kesilen ufuk çizgisi ve sığ yapısı ; bu denize özgü küçük, hızlı ve etkili deniz platformlarının varlığını destekleyen bir askeri stratejiyi zorlamaktadır. Ancak bu durum, büyük gemilere mutlak anlamda ihtiyacımız olmadığı anlamına da gelmemektedir. Bu gerçekliği gören devletimiz ; Milgem projesi bağlamında Ada sınıfı korvetlerin ve İ sınıfı fırkateynlerin yanında ; 7 adet muhrip, 1 Adet Uçak gemisi ve 1 adet Amfibi hücum gemisinin de planlamasını yapmış ve çalışmalara da başlamış durumdadır.
Bu arada, yüksek kapasiteli bir hücumbot geliştirilmesi, 6 Adet Reis sınıfı denizaltının üretilmesi ve Milli Denizaltı Projesi ( Milden) bağlamında ve özellikle Adalar Denizi bölgesinde etkinlik oluşturabilecek şekilde dünyanın en gelişmiş denizaltılarının geliştirilmesi için önemli çalışmalar da yürütülmektedir.
Yine tüm gemi ve denizaltı envanterimizin ; tüm yönleriyle modernize edilmesi, birlikte savaşacak sistemler ( Genesis Advent) ve elektronik harp yeteneğiyle donatılması, milli gemisavar füzemizin ( Atmaca ) geliştirilmesi, menzilinin arttırılması ( KTJ 3200 motoru) ve kara konuşlu olarak kullanılabilmesi , uzun menzilli Gezgin füzesinin Reis sınıfı denizaltılardan ve muhriplerden atılabilmesi, insansız denizaltı geliştirilmesi ( İsatar), Deniz platformlarından da kullanılabilecek Hava Savunma füzelerinin ( Hisar A plus / Hisar O plus / Hisar-U ) geliştirilmesi, Deniz Helikopterleri- İnsansız hava aracı ve uçaklardan atılabilecek gemisavar füzelerinin geliştirilmesi, lazer işaretleyiciler ve lazer arayıcı başlıklar kullanılarak kara konuşlu füzelerin, deniz sahası için de vurucu bir güç oluşturması gibi irili ufaklı onlarca konuda önemli çalışmalar yürütülmektedir.
Ancak deniz harbiyle ilgili stratejiyi temelden değiştirebilecek yeni bir olanak daha ortaya çıkmış bulunmaktadır ki bunun adı ; İNSANSIZ SİLAHLI DENİZ ARAÇLARI ORDUSU'DUR...
Sürü halinde hareket edebilecek, radar görünürlüğü düşürülmüş, yapay zekalı, elektronik karıştırmaya karşı korumalı, elektronik harp kapasitesine sahip, yüksek hızlarda hareket edebilen, vurulması zor, denizaltı tespiti ve denizaltı harbi ifa edebilecek, gemisavar füzesi fırlatabilecek, hava savunma füzeleri bulunan, mayın avlayabilen, torpido kullanabilen , keşif-istihbarat ve saldırı görevleri ifa edebilen, denizdeki ve hava sahasındaki tüm platformlarla haberleşerek müşterek görev ifa edebilen ve her biri 10 – 20 milyon dolar aralığında maliyete sahip olacak platformlar, DENİZDEKİ ZAFERLERİMİZİN KAPISINI DA SONUNA KADAR AÇACAKTIR.
Bir (1) Milyar Dolar fiyatındaki 1 adet FIRKATEYN FİYATINA sahip olacağımız, 50 -100 KADAR silahlı insansız deniz aracı, denizlerimizde AMAN VERMEYECEK bir güç olacak ve EN BÜYÜK DONANMALARI DAHİ PERİŞAN EDEBİLECEKTİR...
Bu arada Silahlı İnsansız Deniz Araçları filosunun, torpido atabilen mini denizaltılarla da takviye edilmesi durumunda, dünyadaki tüm deniz envanterinin, Akdeniz ve Karadeniz’deki Türk Donanması karşısında neredeyse, VURULUP ATILMAYI BEKLEYEN BİR ÇÖP HALİNE GELECEĞİNİ de şimdiden ifade etmek isterim…
GELECEK , onu şimdiden gören ve herkesten önce yol alan öncülerin olacaktır… ( Ancak belirtmeliyim ki kesinlikle kokuşmuş ve köhnemiş CHP zihniyetinin , işbirlikçilerinin ve yandaşlarının olmayacaktır...)
01.11.2020 / 17.42
SEDAT ÇETİNKAYA
.ABD SEÇİMLERİNİN, TÜRKİYE’NİN İSRAİL POLİTİKASI BAĞLAMINDA OLUŞTURACAĞI SİYASİ VE STRATEJİK DEĞİŞİM…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin son dönem politikası incelendiğinde dikkatli gözlerden kaçmayacak husus, Türkiye’nin birçok ülke ve ittifakla önemli mücadelelere girmesine rağmen, İsrail ile önemli bir sürtüşme içine girmemiş olması gerçeğidir...
Bu durumun ortaya çıkmasında ; İsrail’in, Türkiye’nin düşmanlığını üzerine çekmek istemeyen stratejisinin ve Türkiye ile ilişkileri düzeltebilme imkanı için fırsat kollayan yaklaşımının önemli etkisi olsa da Türkiye’nin de bu hususta üstün bir stratejik yaklaşımla izlediği denge ve pusu politikasının belirleyici olduğunu söyleyebilmek mümkündür.
İsrail, Türkiye’nin desteğini kazanmadan, Ortadoğu’da oluşturmaya çalıştığı kazanımların gerçek bir kazanım olmadığını, tüm aktörlerden daha iyi bilen bir devlettir. Bu bağlamda ;
• Türkiye’nin askeri açıdan gelişmesini engellemeye,
• Türkiye ile İsrail arasında tampon bir Kürt devleti kurulmasına,
• Türkiye’nin, İran ve Rusya ile olan ilişkilerine dair karşıtlıkları olumsuz noktalara çekecek şekilde kullanmaya,
• Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkilerini, Kıbrıs- Yunanistan- Fransa ve EastMed projesi gibi faktörler üzerinden hareketle, İsrail’in yönlendireceği şekilde geliştirip kontrol altına alarak, Türkiye’ye karşı etkinlik alanı oluşturmaya ,
• Doğu Akdeniz’de bilinçli olarak bir gerilim ortamı tesis ederek, Türkiye üzerinde baskı tesis etmeye,
• ABD’nin siyasi etkisi ve aktif istihbarat uygulamaları ile kontrol altına aldığı Arap yönetimleri üzerinden, Türkiye’yi dışlayan ve zorlamayı hedefleyen politikalar takip etmeye,
• Küresel para baronlarını ve finans çevrelerini kullanarak, Türkiye’yi şimdilik tek açık kapısı olan döviz kuru üzerinden kontrol altına almaya,
• Azerbaycan ile ilişkileri kullanarak yakınlık sinyali vermeye matuf ÇOK YÖNLÜ bir politika izlediğini söyleyebilmek mümkündür.
Kısaca İsrail ; Türkiye’nin karşısında diz çökmeden beklemek, Erdoğan hükümetinden bir şekilde kurtulmak için zaman kazanmak ve bu arada kendince yapılması gerekenleri yaparak, Türkiye’yi kendisinin büyüklüğünü kabul edecek noktaya getirmek veya en azından Türkiye’nin kendisi için düşmanlık yapan çizgiden uzaklaşarak, işbirliği yapan noktaya gelmesini sağlamak istemektedir.
Türkiye ise ; Suriye meselesi, Irak nezdinde takip ettiği politika, Libya konjonktürünün oluşturduğu sorunlar, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki çatışmanın boyutlarının ulaşabileceği ve taşıdığı riskler, Doğu Akdeniz gerilimi, Kıbrıs’ta yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri, Avrupa ile yaşanan stratejik mahiyeti haiz çatışma, yürüttüğü büyük öneme sahip faaliyetler, içimizdeki işbirlikçilerin oluşturduğu risk ve tehditlere karşı ihtiyatlı hareket etme mecburiyeti, ABD – Rusya ve İngiltere ilişkilerinde korunması gereken dengeler, Covid 19 meselesinden kaynaklanan olumsuzlar, ekonomik koşulların sınırlayıcı etkileri gibi nedenlerle, İsrail’i doğrudan hedef almamayı , cepheyi şimdilik büyütmemeyi tercih etmiş bulunmaktadır.
ANCAK, Amerika Birleşik Devletlerinde yapılacak seçimlerin sonucunun, bu tercihi ciddi biçimde değiştirme ihtimali, strateji tahtasında görünür bir hal almaya başlamıştır.
İçimizdeki işbirlikçilerin, vatan hainlerinin ve daha doğrusu günümüzdeki ittihatçıların en önemli destekçilerinden Joe Biden’in seçimleri kazanması durumunda, Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinde iplerin tamamen atılacağı bir döneme girilebilmesi dahi mümkün görünmektedir. Zira Joe Biden’ın seçilmesiyle ; Suriye ve Irak politikası, Pyd//Ypg yapılanmasını açık bir şekilde desteklemek ve tüm bölgede stratejik anlamda Türkiye düşmanlığı üzerinden hareket etmek şeklinde değişime uğrayabilecek olan ABD politikası, Türkiye’yi de bu politikaya karşı açık ve sert bir tavır almaya itecektir.
Türkiye, öncelikle Ortadoğu’da ve tüm İslam aleminde, Kudüs meselesi üzerinden İsrail aleyhine büyük bir karşıtlık oluşturacak, yapacağı çağrılarla Ortadoğu’nun rejimlerinin sarsılması ve yıkılması için büyük bir etkinin oluşmasını sağlayacaktır. Bu bağlamda Ortadoğu bölgesinde iç savaşlar ve rejim değişiklikleri için kapılar sonuna kadar açılacak ve İsrail’in, Filistin toprakları üzerinde oluşturmaya çalıştığı işgali legalleştirme hareketi iflas edecektir.
Türkiye’nin oluşturacağı bu etkinin İsrail tarafından hissedilmemesi ise mümkün olmayacak, korkuları zirveye ulaşacak, tüm dengeleri sarsılacak, politikalarına korku ve panik hakim olacaktır.
Ayrıca Mısır’ın, İsrail tarafından planlanan durumun dışında bir iç savaşa sürüklenmesi, İslam karşıtlığı üzerinden geliştirilen düşmanlığın Mısır’da yaşayan hristiyanlar üzerinden devam ettirilmesini ve bağlı sorunları da beraberinde getirecek ve Suriye’de, Türkiye’nin Pyd//Ypg yapılanmasının kontrolündeki bölgelere yönelik operasyonu ile başlayan, ABD ve müttefiklerinin Türkiye’nin karşısında saf tutmasıyla gelişen, Rusya’nın çekimser kalacağı, Yunanistan’ın ise fırsattan istifade Türkiye’ye saldıracağı bir savaşın yaşanabilmesini de mümkün kılacaktır.
Böylece ABD seçimlerinin sonuçları, küreselcilerce kademeli olarak yok edilmeye çalışılacak olan ABD’den ziyade İsrail’i ve bölgesel hakimiyetini tam anlamıyla tesis etmek isteyecek olan Türkiye’yi etkileyecektir.
Herşey için zamana ihtiyacımız olsa da kervanı yolda düzmek zorunda kalacağız gibi görünmektedir…
Ancak unutmayalım ki evrendeki herşeyi mutlak kudretiyle elinde bulunduran, sonsuz güç sahibi Allah’ın arzu ettiği olacak, Allah’ın yeryüzündeki ordusu ve ümmetin sancaktarı olan Müslüman- Türk milletinin zorlu şartlar altında şekillenecek galibiyeti, yeni bir devrin tarihine, altın harflerle ve “ Galip Olan Ancak Allah’tır” başlığı altında yazılacaktır…
01.11.2020 //00.01
SEDAT ÇETİNKAYA
.BATININ HİZMETKARI TÜRKİYE’DEN, YENİ BİR CİHAN DEVLETİNE…
Büyük devlet ve dava insanı ve emsali az bulunur bir stratejist olan Abdülhamit Han’ın ; içimizdeki işbirlikçilerin, hainlerin ve dönemin küresel güçlerinin işbirliği ile gerçekleşen alçak bir çapulcu hareketi ve darbeyle tahtan indirilmesinden sonra, Devlet-i Aliyye’nin kurtlar sofrasında parçalandığı acı dolu yılları yaşayan bir millettik…
Her biri değişik bir sırtlan vasfına bürünmüş düşmanlarımıza karşı, son bir mücadele gayretiyle vatanımızı kurtarırken, aslında yıllarca hatta yüzyıllarca savaştığımız düşmanlarımızın hizmetkarı haline getirildiğimizi ne yazık ki ancak başımızı kaldırıp etrafa bakacak duruma geldikten sonra fark edebildik. Bu dönemde gerçekleştirilen hiçbir değişimin, egemenliğin kayıtsız şartsız atfedildiği millete sorulmamış olduğunu, baskının ve haksızlığın tüm ülkeyi sardığını ve ülkeyi milletin temsilcilerinin yönetmemiş olduğunu söyleyebilmek de mümkündür.
Bu arada ne kadar düşmanımız varsa hepsi dostumuz ve müttefikimiz haline gelmiş ve onlara benzemek için yaptığımız faaliyetler neticesinde, aşağılık kompleksine batmış bir şekilde onların emir eri ve hizmetkarı konumuna gelmeyi de bir şekilde başarmıştık. Sanki 57. Alay ve yüzbinlerce şehidimiz, bu düşmanları Çanakkale’den geçirmemek için değil, bunlarla müttefik haline gelebilmemiz için ve onlara benzeyecek bir hale bürünebilmemiz için kendisini feda etmiş, Kurtuluş Savaşı’nı da Yunanlılarla dost olabilmek için yapmıştık. Sanki dedelerimiz, yahudinin şapkasını takmak için ölüm sırasına girmiş ; ninelerimiz, annelerimiz ve bacılarımız da tarifsiz fedakarlıklara, başörtülerine Fransa’nın düzmece laikliği gelerek kendilerine gerici yaftası takılsın diye katlanmıştı. Asli şekliyle yüzyıllardır okunan ezanımız, tıpkı günümüzdeki örneklerinde olduğu gibi bunlara batmış, Kuran öğreten ve okuyanlar ise bunların yedi sülalesini katletmiş gibi bir muameleyle karşılaşmıştı…
Bir milletin, milyonlarca evladının kanına giren düşmanlarıyla çabucak nasıl da dost ve müttefik olunması sağlanmış, nasıl büyük bir oyun göz göre göre oynanmış ve bu durum bir de süslü sözler ve ideolojik söylemlerle nasıl da gizlenmişti… Yapılan her şey, Müslüman bir milletten, ateist veya en azından dinle nüfus kağıdı dışında irtibatı bulunmayan bir millet çıkarabilmek için yapılmış, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yönetiminden ekonomisine, Müslüman- Türk milleti ile aynı kökten beslenmeyen bir zihniyet, ülkeye hakim kılınmıştı.
Bu süreçte elde edilen kısmi başarı ise, uluslararası siyasete ilişkin hiçbir politikada ülkesinin yöneticileriyle asgari müşterekte bile buluşamayan, vatandaşı olduğu devletini kötüleyen ; kendi ülkesinin yöneticilerini iktidardan düşürmek için teröre destek vermek, İslam düşmanlığı yapmak, yabancı devletlerle işbirliğine girişmek, ajanlık yapmak ve vatana ihanet etmek bir tarafa ruhunu satmaya bile hazır bir kitlenin varlığı ile kendisini açıkça göstermektedir.
Ülkemiz yöneticileri, Yunanistan’la mücadele ederken Yunan, Fransa ile çekişirken Fransız, Ermenistan ile mücadele ederken Ermeni, dönmelerle mücadele etse doğuştan dönme olabilen ; öğretilmiş gerçekliğin , boş sloganların ve marşların arkasına sığınarak düşündüğünü zanneden, ahlaki çöküntüye ve batı kaynaklı yaşam erozyonuna uğramış, idealsiz, milli kimliğini kaybetmiş, inançsız bireyler aramızda gezmekte ve oluşturdukları kirli , temelsiz ve yalan dolu gündemle de gençliğimizi kirletme cihetindeki faaliyetlerine fütursuzca devam etmektedirler. Elbette bu hususta ülkemizde faaliyet gösteren küresel güçlerin ve istihbarat teşkilatlarının fonlama faaliyetlerinin rolünü de göz ardı etmemek gerekmektedir.
Ancak içimizdeki işbirlikçiler ne kadar kıvranırsa kıvransın, artık yeni , büyük, her türlü baskıya ve engele rağmen küresel güç olma yolunda hızla ilerleyen ve Müslüman- Türk milletinin yönetiminde şekillenen, tam bağımsız bir devlete ulaşmış bulunuyoruz. İçimizdeki sancı ; geçmişin işbirlikçi zihniyetinin ve kurumlarının tasfiyesi nedeniyle oluşan ve iktidarı yeniden ele geçirme amacına matuf kontrolsüz ve kuralsız faaliyetlerden ve can çekişmeden kaynaklanan böğürtülerden başka bir şey de değildir.
Tıpkı yakında tam olarak kurtarılacak Karabağ’ın ve Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarının durumunda olduğu gibi Türkiye’nin bulunduğu her yer, Büyük Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir cihan devleti olarak şekillenmesine hizmet eden algı merkezleri olacaktır. Rusya’ya ve dünyanın diğer güçlerinin varlığına rağmen, “Her şekilde Azerbaycan’ın yanındayım, boyunun ölçüsünü almak isteyen buyursun gelsin” diyerek göz dağı veren Türkiye’nin bu tarihi iradesi , işgal altındaki Azerbaycan topraklarının kurtulmasını sağlayan en önemli faktör olmuştur. Bu güç, içimizdeki hainler tarafından görülmese ve Ermenistan’a dostluk ve barış mesajları gönderiliyor olsa da dünyanın geri kalanı tarafından tüm gerçekliğiyle görülmekte ve içtenlikle alkışlanmaktadır. Artık ; sıkışan, zorda kalan, yardım isteyen, destek bekleyen, yeni bir düzen ve dünya umuduyla yaşayan tüm ülkeler ve bireyler, yönünü Türkiye’ye çevirecektir.
Böylece Türkiye, zorla sokulduğu batının hizmetkarı rolünden, Müslüman- Türk milleti tarafından kontrol edilen bir cihan devletine dönüşme yolunda çok daha güçlü bir şekilde ilerleyecektir.
Fransız siyasetçi Marine Le Pen’in “İslamiyeti topraklarımızdan silip atın” diye seslendiği ve çokça da destek bulduğu bir ortamda, içimizdeki hainleri tespit etmek ve dünya siyasetinin yönünün okumak için artık turnusol kağıdına da ihtiyaç kalmamıştır. Milli irade, tam bağımsızlık, Misak- Milli- Büyük Türkiye ve benzeri içerikteki tüm kavramları arayanların adresi, tartışmasız biçimde Cumhur İttifakı olarak ortaya çıkmıştır.
Görmek isteyenler için her şey çok açıktır. Geçmişe bakıp analiz eden, geleceği de görecektir…
İçinde bulunduğumuz dönem, açık ve gizli savaşın birlikte yaşandığı bir dönemidir. Artık hizmete değil, bulunulan safa önem verme ve stratejiye değer verme dönemi mutlak anlamda gelmiştir.
Mücadele etme iradesinden yoksun olanlar ve yanlış safta yer tutanlar, gerçek kaybedenler olacaktır…
29.10.2020 // 23.00
SEDAT ÇETİNKAYA
.AVRUPA’NIN ÇÖKÜŞÜ VE MÜSLÜMANLARIN DURUMU…
Bir toplumdaki bireyler arasında, milletini sevmek ve milli değerleri geliştirmeye çalışmak gibi insani yaklaşımların dışında, farklı etnik kökenlere ait bireyleri dışlamak ve bunlar üzerinde üstünlük iddia etmek gibi yaklaşımlar gelişiyorsa, o toplum açısından ters giden bazı şeyler var demektir.
Yine bir toplumdaki bireyler arasında ; farklı dinlere yönelik olarak baskı , dışlama ve yok etme temelinde düşünce biçimleri etkinlik kazanıyor ve bu durum, o toplumun yöneticileri tarafından korunan bir hal de alıyorsa, o toplumun öngörülebilir bir gelecekte büyük bir krize gireceğini söyleyebilmek de mümkündür.
Bu kriz ise tartışmasız bir biçimde, bir iç çatışma ve bu çatışmaya bağlı olarak şekillenecek katliam, gasp, işkence ve tecavüz olarak kendini gösterecektir.
Tarihsel süreçte, milliyetçilik ve İslam düşmanlığından dolayı büyük sıkıntılara düçar olmuş olan Avrupa, artık genetik yapısına sirayet etmiş bulunan bu düşünce ve yaklaşım biçimini terk edebilme yeterliliğinden uzak olduğunu yeniden ve açıkça ortaya koymaya başlamıştır.
Avrupa Devletleri, dünyayı sömürmekten gelen ekonomik kaynaklarla zevk içinde yaşarken ve gelişmişlik bayrağını gururla dalgalandırarak dünyaya demokrasi ve insan hakları dersi vermeye kalkarken, milliyetçilik ve İslam düşmanlığı fikriyatından doğan duygularını bastırmayı büyük ölçüde başarmış olsa da dünya düzeninin değişmeye başlamasıyla ; eski sevdalar depreşmiş, gerçek yüzler de ortaya çıkmaya başlamıştır.
İşte bu gerçek yüzlerinin yansımasının bir sonucu olarak, Hz.Adem’den devam eden silsilede insanlığa gönderilen tek dinin son peygamberi olan Hz.Muhammed sallallahü aleyhi vesellem efendimize hakaretler yağdırmayı bir hak olarak değerlendirebilecekleri bir seviyeye kadar da düşmüşlerdir. Bunlar tıpkı ülkemizdeki CHP zihniyeti gibi hak kavramını kendileri için olduğunda hak, insan haklarını da sadece kendilerine yönelik olarak gerçekleştiğinde insan hakkı olarak kabul eden bir zihniyetin temsilcileridir. Zaten küfür tek millettir diye de boşuna söylenmemiş, Allah celle celalühü hazretleri de Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmemezi , onların birbirlerinin dostu olduğunu, onları dost edinenlerin de onlardan olduğunu (Maide 51) bizlere boşuna bildirmemiştir.
Dünya üzerinde yeni güç merkezlerinin doğuşu , bilim ve teknolojinin yaşlı Avrupa kıtasından, dünyanın farklı bölgelerindeki öncü ülkelere doğru yayılması, Avrupa kıtasının sömürgelerini ve ihracat pazarlarını tek tek kaybediyor olması, Avrupa dışında güçlü üretim ve lojistik merkezlerinin oluşması, Avrupa'nın sermayenin ve yatırımların öncelikli tercihi olma durumunun ortadan kalkmaya başlaması, yaşlı Avrupa kıtasının enerji ve hammadde açısından dışarıya bağımlı olması, kıtaya özgü bir dayanışma ruhunun bulunmaması, askeri tehditlere açık olması, önümüzdeki süreçte savunma faaliyetlerine büyük kaynaklar aktarmak durumunda olmaları gibi faktörler, Avrupa’nın hızlı çöküşünü başlatmış bulunmaktadır.
İşte Avrupa’da ortaya çıkan daha doğrusu açık bir şekilde görülmeye başlayan milliyetçilik ve İslam düşmanlığı, bu çöküşün bir sonucu olarak şekillenmekte ve yükselmektedir. Bu çöküş süreci arttıkça da Avrupa’nın milliyetçilik ve İslam düşmanlığı kavramları içinde büyük bir buhrana gireceğini ve bir noktadan sonra bu durumun sınırlanamayacağını söyleyebilmek de mümkündür.
Bu bağlamda peygamberimiz, evrenin yaratılmış en güzide varlığı, iki cihan güneşi Hz.Muhammed sallallahü aleyhi ve selem efendimize yönelik hakaretleri tüm benliğimle kınarken ; Avrupa’da yaşayan müslümanlara da şimdiden ve tekraren akıllarını başlarına almalarını, Avrupa ile entegre olmak, Avrupalı olmak, Avrupa’ya yerleşmek gibi düşüncelerden vazgeçmelerini özellikle ve ihtaren hatırlatmayı kendime bir borç addediyorum. Emin olunuz ki Avrupa, biz çizgiyi geçtiğinde öldürdükleri kişilerin ne zihniyetine ne de dinlerine bakacaktır. Kişilerin katledilmeleri ve tüm mallarının gasbedilmesi için Türk ve Müslüman olmaları yeterli görülecektir.
Avrupa'ya karşı gaflet içinde bulunmak değil ; bir an olsun yüksek bilinç seviyesinden uzaklaşmadan her türlü tedbiri alarak karşılık vermek gerekir.
Cahiller sürüsünün yaşadığı Avrupa için Müslüman demek, Türk demektir ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti, küresel bir güç olma yolunda hızla ve emin adımlarla ilerleyip Avrupa’nın köhnemiş ülkelerini diz çökmeye mecbur bıraktıkça, Avrupa’daki Türk ve İslam düşmanlığı da katmerli bir şekilde artacaktır.
İşte Avrupa'nın Erdogan düşmanlığının temelinde de küresel bir güç olma yolunda ilerleyen ve Avrupa'nın çıkarlarını tehdit eden Türkiye'nin bulunmasıdır. Herkes bilmelidir ki içimizdeki Erdoğan ve Cumhur İttifakı düşmanları da bilinçli olarak veya bir gaflet halinin tezahürü şeklinde, ülkemizin düşmanlarına hizmet etme yolunda ilerlemektedir.
Avrupa’ya üstadın sözleriyle;
Olma öyle sinsi çakal, yahut engerek,
Bozkurt gibi kartal gibi dövüşmek gerek… derken ,
Şehitlerden elli milyon bekçisi olan,
Aşılmaz bir kayadır bu ebedi vatan diye de sonlarını hatırlatmak için sesleniyorum…
25.10.2020 // 13.05
SEDAT ÇETİNKAYA
.İNSAN VE YAŞAM FELSEFESİNİN SİNİR UÇLARI…
İnsan ; yüce yaratıcısı tarafından kendisine sunulan yaşam süresiyle sınırlı olarak, dünya isimli imtihan alanında bulunan ve hayatını sürdüren bir varlıktır.
İnsanın bir yaşam süresiyle sınırlı olarak bulunduğu bu dünyadaki amacının ise ; mücadele içine sokulduğu Şeytan’a ve nefsine karşı mücadelesinde başarılı olacak şekilde kendini geliştirmek ve bu yolda Allah’ın hoşnutluğunu kazanabilmek olarak tanımlanabilmesi mümkündür.
İnsanın ulaşması gereken ilk bilinç evresini, yüce yaratıcısının varlığını idrak etmek oluşturmaktadır. Bu idrak gerçekleşmediği müddetçe, insanın ulaştığını zannettiği değerlerin ve medeniyet seviyesinin netice açısından büyük bir önemi yoktur. Zira insanının dünyada bulunma gerçekliği karşısında, yüce yaratıcısının varlığını idrak edemeyen medeni insanın durumu basitçe, temelsiz yükselen ve eninde sonunda yıkılacak süslü bir binaya benzetilebilir. İlahi imtihan açısından insanın yaptıklarına değer kazandıran şey, vasıflarına uygun olarak yaratıcısının varlığına inanmaktan ve onun bildirdiklerini kabul etmekten geçmektedir.
İnsanın yüce yaratıcısını idrakinden sonra ise önünde iki yol belirmektedir. Bu yollardan birincisini, yüce yaratıcının insana bildirdiği ilkeler doğrultusunda ve akıl - ilim çizgisinde yaşamak, diğerini ise yüce yaratıcıyla gönül çizgisi dahilinde bir irtibat kurarak, bu irtibatın gerekleri doğrultusunda yaşamı sürdürmek oluşturmaktadır.
Bu noktada önemli olan, aklın ve Allah sevgisinin çizdiği yolların seyrinde ; gerçeklikten kopmamak, kişisel bakış açılarının ve ulaşılan yaşam seviyesinin etkisiyle ilahi ve dini gerçekliği değiştirmeye yönelik fikri açılımlar yapmaktan kaçınmaktır. Bu konuda hataya düşenler, ya akla çok fazla güvenerek ya da ulaştıkları manevi mertebelerin etkisinde kalarak kibre düşmüşler, ilahi emirlerin oluşturduğu gerçeklikten saparak, bilinçsiz de olsa Fatiha suresinde belirtilen sapkınların ve gazaba uğrayanların yoluna dahil olmuşlardır.
İnsan, önce hareket edeceği alanın sınırlarını iyi bilmeli , dış etkilerle veya isteklerinin oluşturduğu algıyla, bu sınırları aşmaya da tevessül etmemelidir. Çünkü bu sınırların aşılması demek, imanın kaybına ve ebedi azap yoluna girilmesi demektir. İşte sınırlarını bilen insan, bu sınırlar dahilinde kendisini aklen ve ruhen geliştirmeye yönelmeli ve ölüm kendisine gelmeden önce Allah’ın rızasını kazanmaya matuf faaliyetler ortaya koymalıdır. İnsanın sınırlarını belirleyen şey ise Allah’ın insanlara gönderdiği son ilahi metin ( Kuran-ı Kerim ) , bu metni insanlara ulaştıran peygamberlerin söylediği sözler, yaşam biçimi ve uygulamalarıdır.
Herşeyden önce insan, yüce yaratıcısına yönelik olarak ve daimi bir biçimde teşekkür duygusu içinde olmalıdır ve bu duyguyu hiçbir şart altında kaybetmemeyi de başarmalıdır. Zira imtihanın bir gereği olarak muhtemeldir ki insan, Allah’a isyan etme yani onun takdir ettiklerini kabul etmeme noktasında birçok defa test edilecektir. Bu noktada aklen ve ilmen cahil, ruhun de yetersiz olan insanın tavrı ; kader tecellisini kabul etmeme, şükretmeme ve Allah’ı inkara değin uzanan bir perspektifte şekillenecektir.
Diğer taraftan insan, ne kadar itina gösterse de günahkar olan bir varlıktır. Bu durum insanının Allah’a yönelik olarak her zaman taşımak durumunda olduğu teşekkür (Hamd) duygusu yanında özür duygusunu da taşıması gerekliliğini ortaya koymaktadır. Aslında insan teşekkür ve özür duygularını sadece taşımaktan öteye de bir şeyler yapmalı ve bu duygularını ifadeye çevirerek ; her daim Allah’a hamd etmeli ve özür beyanlarını da dile getirerek tövbe iradesini ortaya koymayı başarmalıdır.
Ayrıca insan, bu dünyada var olan ömrünün her an sona erebileceği , sahip olduğu şeyleri her an kaybedebileceği, ne yaşamının ne de sahip olduklarının aslında kendisine ait olmadığı bilincine erişmeli ve yaşamını bu bilinç dahilinde sürdürmeyi de sağlamalıdır. Böylece insan ; kestiği kurbanın dahi gerçek amacının, canı dahil herşeyi feda edebileceğini ve hiçbir şeye sahip olmadığını gösterebilme iradesini canlı tutmaya yarayan bir sunum olduğunu anlama yeterliğine de kavuşacaktır.
Yine insan, sonsuz kudret sahibi bir yaratıcının aciz bir kulu olduğunun farkına vararak, tüm evrene karşı kibirden uzak bir bakış açısıyla hareket etmeyi ve hiçbir insanı yaşadıklarından dolayı kınamamayı, haksız eleştiriler yapmamayı, başkaları hakkında olumsuz konuşmalarda bulunmamayı, fitneye neden olacak şekilde davranmamayı da başarmalıdır. Nice insan vardır ki kibrin doruğunda bir yaşam sürdüğü halde kendisini alçakgönüllü zannetmekte, nice cahil de vardır ki alçakgönüllü insanları kınamakla ve yetersizlikle suçlamakla ömrü geçmektedir.
İnsan, hak ve batıl mücadelesinin yaşandığı bu imtihan dünyasında, ilahi kurallar dahilinde üzerine düşen mücadeleyi ortaya koymalı ve bu mücadele yolunda her türlü kişisel fedakarlığı yapmaktan da asla kaçınmamalıdır. Çünkü insan, güttüğü davanın sahibinin Allah olduğunu ve ortaya koymuş olduğu mücadeleyi de Allah için yaptığını unutmamalıdır. Allah kendine dost olanları ve ne kadar dostluk güttüklerini hakkıyla bilen tek varlıktır. Nasıl ki lafta insanın dostu çok, icraatta yoksa, Allah da kimlerin kendisine ne kadar dost olduğunu ; onların yaptıkları fedakarlık ve hazır oldukları fedakarlık seviyesiyle kaydetmektedir. İşte şehitlik bu fedakarlığın zirvesinde bir yer tuttuğu için Allah nezdinde de aynı şekilde karşılık görmüş bulunmaktadır.
Bu bağlamda Allah rızası için mücadele yolunda bulunan insan, yüksek bir siyasi bilinç taşımalı ve siyasi duruşunun, devlet nezdinde temsili ve içinde bulunduğu toplumu şekillendirmesi için gerekli tavrı ortaya koymalıdır. İnsan bu tavrın, onun tüm inandıkları ve yaşadıkları üzerine bina edilen küresel bir birliğin parçası olduğunu ve bu husustaki iradesinin ; inancını, yolunu ve mutlak geleceğini etkilediğini bilmelidir.
Bu bağlamda insan ; bu dünyada kimlerle birlikte hareket ettiğini, kime ve neye hizmet ettiğini bilmeli, küresel birlik bilincinden ( Ümmet ) ve Allah yolunda mücadele ruhundan koptuğunda, kümülatif bazda batıl olarak adlandırılan canavara yem olacağının, ebedi ve mutlak bir cezanın muhatabı bedbaht bir varlık olarak damgalanacağının şimdiden farkına varmalıdır.
Allah’ın yeryüzündeki ordusu konumundaki Müslüman- Türk’ün küresel bir güç olarak dünyaya nizam vermeye başladığı bu dönemde ; nice büyük fedakarlıklarla yürütülen bu kutlu davaya omuz vermeyenlerin, birlikten ayrılmak için bahaneler üretenlerin, fitne ateşini harlayanların, kişisel çıkarlarını küfre karşı verilen mücadelenin önüne geçirenlerin, sapkınların- vasıfsızların- işbirlikçilerin ve vatan hainlerinin yolunda izzet, başarı ve kurtuluş arayanların, kendileri ne söylerse söylesin, iman nurundan nasiplendiklerini söyleyebilmek aklen mümkün değildir.
İşte herkesin kendi durumunu ölçmesi için Halep oradaysa, bir arşın da buradadır…
Tüm dostlarıma sevgi ve saygılarımı sunar, şimdiden hayırlı Cuma’lar dilerim…
22.10.2020 // 19.42
SEDAT ÇETİNKAYA
.KÜRESEL GÜÇ MERKEZLERİNİN, HDP TEMELLİ MAĞDURİYET ÜZERİNDEN GELİŞTİRMEYE ÇALIŞTIĞI YENİ SİYASİ STRATEJİNİN TEMELLERİ…
Cumhur İttifakı’nın hiçbir gerileme yaşamadan varlığını koruyor ve hatta geliştiriyor olması, Türkiye üzerinde etkili olmak isteyen ve bu bağlamda Türkiye’deki bazı muhalefet partileriyle dayanışma içinde iktidara yürümek isteyen küresel güç merkezlerini yeni arayışlara itmiş bulunmaktadır.
Bu bağlamda Millet İttifakı cephesinin durumunu dikkate aldığımızda ; CHP ile HDP’nin yakınlaşması durumunda, CHP içinde ulusalcı olarak kendilerini tanımlayan bir kesimin, İyi Parti ile HDP’nin aynı ittifak içinde olması durumunda ise İyi Parti içindeki sözde milliyetçi kesimin bundan çok rahatsız olduğunu söyleyebilmek mümkündür.
İşte yeni siyasi strateji ise tam da bu düğüm üzerinden şekillendirilmek , Millet ittifakı içinde bulunmak isteyecek hiçbir partinin rahatsız olmayacağı bir siyasi zemin oluşturulmak, Cumhur İttifakı'na yönelik oy kaymalarını önlemek ve oluşan bu siyasi zeminden doğacağı umulan sinerjiden ziyadesiyle istifade edilmek istenilmektedir.
Kanaatimce ortaya konacak en üst düzeyde tahrik edici faaliyetler neticesinde, hükümetin HDP üzerine iyice yüklenmesini öngören bir süreç yaşanması teşvik edilecek ve bu sürecin sonucunda da HDP ortadan kaldırılacak gibi durmaktadır. Millet İttifakı açısından bakıldığında, bu durumdan faydalanılması ve oluşan boşluğun da doldurulması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. İşte bu noktada Cumhuriyet Halk Partisi, HDP içinde bulunan ve doğrudan doğruya bünyesine adapte edebileceği sol oyları toplayacak ve böylece, kendisini milliyetçi bir parti gibi göstererek yolunu şaşırmış ülkücülerin oylarını toplamayı hedefleyen İyi Parti’nin ortaya koyduğu sahte ihtirazi kaydı, bir yönüyle ortadan kaldırılmış olacaktır. Ayrıca CHP, kendi içindeki rahatsızlıkları gidermeyi ve ayrılıkçı yaklaşımları da bloke etmeyi de başarmış olacaktır.
Diğer taraftan HDP içinde bulunan ve eski tabirle kendisini merkezde tanımlayan ve din- milliyetçilik gibi kavramlara yönelik güçlü aidiyetleri bulunmayan Kürt vatandaşlarımızın oyları da tabiri yerindeyse “concon” bir tipleme olan Ali Babacan’ın partisi tarafından toplanmaya çalışılacaktır. Son dönemlerde Ali Babacan’ın Kürt vatandaşlarımızın oylarına yönelik olarak geliştirdiği söylemin, bu altyapıya hizmet için ortaya konulmuş bir stratejinin ürünü olduğunu gözden kaçırmadığımızda ve HDP’nin bir Türkiye partisi olamadığını betimleyen parti içi söylemleri de dikkate aldığımızda, büyük resmi okumak çok daha kolay bir hal almaktadır.
İşte böylece 2023 seçimleri geldiğinde, CHP- İyi Parti – Deva Partisi- Saadet Partisi ve kendisini Cumhur İttifakı içinde tanımlamayan diğer partilerin, içlerinde eritmiş oldukları HDP’yi dikkate dahi almaksızın, milletin gözünün içine baka baka bir aldatma politikasını sahaya sürerek ve gönül rahatlığıyla ittifak yapabilmeleri mümkün hale gelecektir. Ancak her gün yeni ve daha büyük bir ufka pencere açan , basiret ve feraseti devamlı bir şekilde gelişen milletimiz, bu seviyesiz ittifaka yönelik olarak da gereken cevabı layık olduğu şekilde verecektir.
Başarılı olup olmamaları bir tarafa, emin olunuz ki kurgu budur ve bunu gerçekleştirmek için de yeni bir tiyatro sahnesi, alttan alta peydahlanmaktadır. Bu tiyatronun senaryosundan da baskıcı bir hükümet ve diktatör bir Erdoğan algısı, HDP lehine gelişen bir mağduriyet, uluslararası baskı ve destek talebi ve birlik ruhundan doğan bir ivme geliştirmek isteyeceklerdir.
Kemal efendinin, pisliğinde boncuk bulmuş bir çocuğun tavrıyla erken seçim söylemi geliştirmesinin de bu senaryoyla bağlantısı kurulduğunda, saman altından su yürütülmek istendiği görülebilmektedir.
Bir süre sonra adı konulmadan, ortak adayın parlatılmaya başlandığı da dikkatli gözlerden kaçmayacaktır.
İhanet her yanımızı sarmış olsa da ihanet odaklarının ördüğü ağı tamamen parçalamak ve aleme nizam verecek kutlu sancağı, ufuklara dikmek bizlere nasip olacaktır…
El mi yaman yoksa bey mi yaman hep birlikte göreceğiz...
18.10.2020 // 16.25
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE’NİN ORTAYA KOYDUĞU KÜRESEL PERSPEKTİF VE ETKİ KARŞISINDA, MISIR VE İRAN’IN DURUMU…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ; CHP zihniyetinin ülkede hakim kılmış olduğu teslimiyetçi, işbirlikçi, vizyonsuz, aşağılık kompleksi içinde kıvranan, milli ve dini değerlerden uzak, batı hayranı, kafasını kuma gömerek ve laiklik benzeri düzmece kavramların arkasına sığınarak yaşamayı ilke edinmiş, hiçbir stratejisi ve gelecek ufku bulunmayan bir yönetim anlayışından, önemli mücadeleler neticesinde ve büyük ölçüde kurtulmuş bulunmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Sayın Erdoğan’ın liderliğinde ve Cumhur İttifakı’nın desteğinde oluşturmuş olduğu yönetim anlayışı ile küresel güç olma yolunda hızla ve kararlılıkla ilerleyen bir ülke konumuna gelmiş bulunmaktadır.
Ülkemizin bu süreçte askeri , ekonomik ve siyasi olarak alması gereken uzun bir yol ve aşması gereken birçok engel de bulunmaktadır. Ancak şuan ulaşmış olduğumuz seviye dahi, ileride ulaşacağımız gücün büyüklüğü ve mahiyeti hakkında yeterli izlenimi vermeye yetmektedir. Türkiye, Sayın Erdoğan’ın yönetiminde dünyanın en büyük askeri, siyasi ve ekonomik güçlerinden biri olma yolunda yükselen bir ivme ile ilerlemektedir.
Türkiye’nin bu stratejik değişimi yaşarken, etrafındaki tüm güç merkezlerini etkilememesi ve çevresini kendi stratejisi doğrultusunda bir değişime zorlamaması ise işin tabiatına aykırı bir durumdur. Zira küresel siyaset sahnesini bu çerçevede değerlendirdiğimizde Türkiye etkisini ; Afrika’dan Ortaasya’nın derinliklerine, İngiltere’den Japonya’ya kadar hissetmemek mümkün değildir. Tüm devletlerin askeri ilişkiler kurabilmek için kapımızda sıraya girdiği, güvenilir bir finans merkezi ve üretim üssü olarak yükseldiğimiz, dostluğu değerli ve fakat düşmanlığından korkulan bir ülke olarak varlık kazanmamız ise sadece ama sadece bir zaman meselesinden ibarettir.
Bu bağlamda tarihi , günümüzün bakış açısıyla yeniden okumak suretiyle düşünce bazında bir dizayn gerçekleştirdiğimizde ; Devlet-i Aliyye’nin, Safevilerle ve Memlüklülerle yaptığı mücadeledeki aktörleri ve bu aktörlerin günümüze yansıyan boyutlarını iyi değerlendirmemiz gerekmektedir. Devleti Aliyye’nin, Büyük Selçuklu Devleti’nin, Hazarların, Avrupa Hun Devleti’nin ve Göktürk Kağanlığı’nın bakiyesine hitap eden bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin varlık kazanabilmesi için, coğrafya bazında Safevilerin yerine denk düşen İran ile Memlüklülerin yerine denk düşen Mısır’ın bölgesel etkilerinin kırılması ve bu ülkelerin yönetim kontrolünün Türkiye’ye geçmesi gereği bulunmaktadır.
Bu perspektif doğrultusunda İran’ı değerlendirdiğimizde, ekonomisi zayıflamış, yönetimine karşı güvensizliği artmış ve özellikle Ermenistan’ı açıkça destekleyerek Türk kökenli halkının milliyetçilik duygusundan kaynaklı tepkisini üzerine çekmiş olan İran yönetimi için sonun başlangıcı noktasına gelinmiş bulunulmaktadır. Artık bu süreçten sonra İran’ın birliğini koruyabilmesi kolay değildir. İran’ın küreselcilerle birlikte hareket ettiği çok açıktır. Ancak İran’ın bu konumunun, kendisinin korunmasına mı hizmet edeceği yoksa parçalanmasına mı neden olacağı hususu, dünyanın büyük bölümü açısından belli olmasa da bizim nezdimizde durum çok açıktır.
Küreselcilerle ABD derin devleti arasındaki çekişme varlığını koruyor olsa da İran’ın, İsrail açısından risk teşkil eden mevcudiyeti ; Kuzey, Güney ve Batı İran olarak asgari üçe ayrılmak suretiyle ortadan kaldırılmak istenecektir. Türkiye olarak bizim de İslam dünyasında ikilik çıkaran, soydaşlarımız üzerinde asimilasyon politikaları uygulayan ve Türkiye’nin, Türk dünyası ile bağlantısını kapatmak üzere konumlandırılmış olan İran’ın parçalanmasından büyük memnuniyet duyacağı ortadadır. Bu arada Rusya’nın, Çin ile günümüzdeki İran arasında kurulacak güçlü bağlantıdan rahatsızlık duyacağı da açık olduğundan, parçalanmış bir İran’ı daha fazla tercih edeceğini söyleyebilmek de mümkün bulunmaktadır.
Bu gelişmeler yaşanırken dikkat edilmesi gereken husus, Türkiye’nin ortaya koyacağı zamanlama olacaktır. İran’da iç çatışmalar başladığında, Batı İran bölgesinde oluşturulacak ve Kuzey İran’da teşekkül edecek Türk kökenli bir yönetim ile Türkiye’nin arasına sokulmak istenecek bir Kürt devletçiği’ne karşı zamanında adım atmak büyük önem taşıyacaktır. Benzer bir uygulamanın Türkmenistan ile İran arasındaki bölgede de yaşanacak olduğunu ve bu hususta gerekli stratejik yaklaşımların şimdiden geliştirilmesi gerektiğini önemle belirtmek isterim. Zira ekte sunduğum haritalardan görülebileceği üzere, küresel güçler tarafından bu hususa ilişkin stratejiler çoktan oluşturulmuş ve fikri altyapısı da hazırlanmış bulunmaktadır.
Ancak unutulmamalıdır ki bu dünyada Şeytan’ın ve Deccal’in ve takipçilerinin değil, önce Allah’ın sonra da onun yeryüzündeki temsilcisi Hz.Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin ordusu Müslüman Türk Milleti’nin istediği olacaktır….
Bu arada bir iç çatışmaya doğru hızla ilerleyen bir ülkenin Mısır olduğunu söyleyebilmek de mümkün bulunmaktadır. Mısır’ın Müslüman halkı büyük bir baskı, fakirlik ve zulüm altında inlemektedir. Diğer taraftan Mısır Hristiyanları, bugüne kadar görülmediği ölçüde desteklenmekte ve gizliden gizliye biraraya getirilmeye çalışılmaktadır. Çünkü Büyük İsrail Projesi açısından düğmeye basılmadan önce Mısır’ın bir savaşa gark olması ve Mısır’daki Hristiyanları korumak üzere uluslararası bir operasyonun teşekkül ettirilmesi yönünde stratejik bir gereklilik bulunmaktadır. Unutulmamalıdır ki Sisi yönetimini iktidara getirenler de , Sisi’nin toplam nüfusu 100 milyonu aşan Mısır halkını uzun süre kontrol altında tutamayacağını gayet iyi bilmektedir. Bu arada Türkiye’nin Mısır’a yönelik faaliyetlerinin etkilerinin de bir süre sonra meyvelerini vermeye başladığını görmek mümkün olacaktır. Böylece Türkiye, Müslüman kardeşlerinin kanını dökmeden, kendisi için ayak bağı olan ve karşı cephede ortaya çıkan firavunların yönetimindeki Mısır’dan kurtulmuş olacaktır…
Devlet-i Aliyye’nin yıkılması aşamasında darbe vuran ve Mehmetçiğin kanının sebil gibi akmasına, Anadolu’nun çilekeş insanlarının acılar içinde kalmasına neden olan her coğrafya, üzerine yüklenen sorumluluğun ve atalarının yaptıklarının bedelini , biz bedel ödemelerini arzu etmesek de ilahi hükmün bir tecellisi olarak ödeyecekler ve bu süreçte edindikleri bilinçle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne sarılacaklardır. İtirazı olanların şöyle bir Filistin’e, Yemen’e Irak’a, Suriye’ye, Lübnan’a, Libya’ya bakmaları yeterli olacaktır…
Ve böylece 100 yıl önce kurtulmak istedikleri Türk milleti, kurtarıcı olarak yeniden talep edilen haline gelecektir. Bu sürecin sonucunda ise beklenen komutanımızın liderliğinde Ortadoğu’nun tüm fitne odakları ezilecek, başlıya baş eğdirilecek, dizliye ise diz çöktürülecektir…
Yeşermesi ektiğimiz tohumun haktır,
İşte o gün ruhlarımız şad olacaktır…
15.10.2020 // 21.10
SEDAT ÇETİNKAYA
.AZERBAYCAN- ERMENİSTAN ÇATIŞMASINDA, ATEŞKESİN ANLAMI VE GELECEĞİ …
Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarını kurtarma temelinde geliştirdiği harekatın hızlı ilerlemesi gerektiğini, Rusya’nın bir noktadan sonra Ermenistan lehine meseleye ağırlığını koyacağını daha önceki yazılarımda belirtmiştim. Ancak harekat alanının geniş olması , Ermeni güçlerinin oluşturduğu güçlü bir savunma hattının ve askeri yığınağın bulunması ve bölgenin askeri operasyon açısından zor bir coğrafya olması, harekata ilişkin ilerlemenin hızını kısmen düşürmüş bulunmaktadır.
Azerbaycan’ın, bölgesel dengeler çerçevesinde Rusya’yı göz ardı edebilmesi mümkün olmadığından, ateşkes temelli görüşme çağrısına katılmama ve sonucu her ne olursa olsun harekatı devam ettirme yaklaşımını sürdürmesi de mümkün olmamıştır. Bu yaklaşımın, gerek Azerbaycan üzerinde ve gerekse Rusya üzerinde artan baskılar dikkate alındığında, olumsuz görünmekle birlikte “kırk katır mı, kırk satır mı ? ” tercihi arasında akılcı bir yaklaşım olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Zira ;
Ermenistan, işgal ettiği Azerbaycan toprakları üzerinde kaybettiği hakimiyeti tesis etmek için ateşkesi uzun süre devam ettiremeyecek ve kendisini bu yola çıkaran küresel güçlerin kışkırtmalarına uzun süre direnemeyecektir. Ermenistan’ın isteği nefes alabilmek, kendisi için bir yol haritası belirleyebilmek ve bu arada uluslararası destek arayışını belirli bir sonuca ulaştırabilmektir. Azerbaycan’ın arzusu ise üzerindeki baskıları ortadan kaldırabilmek ve Rusya’yı kendisine yönelik olarak tavır alabilecek bir pozisyonunun dışına çıkarabilmektir.
Ayrıca Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve Minsk Grubu bağlamında yürütülmesi öngörülen görüşmelerden sonuç alınamayacağı da ortadadır. Çünkü Azerbaycan, işgal altındaki topraklarının tamamını talep etmekten vazgeçmeyecek, Ermeni güçleri de bu topraklardan kendi arzularıyla asla çekilmeyecektir…
Yapılması gereken şey ; sorunun çözümüne yönelik görüşmelerin başlaması aşamasına geçilmeden ve Ermeni güçlerin yeni bir savunma hattı oluşturup bu hattı lojistik olarak takviye etmesi gerçekleşmeden önce, Ermenilerin ateşkesi bozmaya yönelik ilk girişiminin ardından harekata kaldığı yerden devam edilmesini öngören bir stratejiyi sahaya sürmektir.
Bu durumda Azerbaycan akıllı bir taktikte Rusya’yı açığa düşürmüş olacak ve böylece Rusya’nın yeni bir ateşkes talep etmesinin zemini de ortadan kalkmış olacaktır. Ayrıca Azerbaycan üzerindeki uluslararası baskıların, Ermeni güçlerin saldırgan tutumu nedeniyle fikren bloke edilmesi de sağlanacağı gibi Türkiye’nin meseleye fiilen müdahil olabilmesinin de önü açılacaktır.
Sorunun çözümüne yönelik görüşmelerin başlaması durumunda ise sonuç alınamayacağı şimdiden belli olduğundan, Azerbaycan yeniden oluşturulmuş bir savunma hattını tekraren aşmak durumunda kalacaktır. Ancak bu noktada önemli olan husus, Rusya’nın nasıl açığa düşürüleceği noktasında önem kazanmaktadır. Zira Ermenistan - Rusya ilişkilerinin bu dönemde, Rusya’nın arzuladığı şekilde gelişmesi durumunda, Rusya’nın Ermeni güçleri lehine bir pozisyon alması mümkün görünmektedir. Bu durumun engellemesi için Türkiye’nin İsrail , Fransa ve ABD’ye yönelik politikasını sertleştirmesi gereği bulunmaktadır. Çünkü Türkiye ve Rusya arasında bir çatışma veya en azından gerilim ortamı oluşmasını sağlamak için, Ermenistan’ı Azerbaycan’a saldırması noktasında harekete geçiren güç merkezleri bu devletlerdir. Türkiye bu devletlerle ilişkilerini gerdiği müddetçe de Ermenistan üzerinden geliştirdikleri kurguyu devam ettireceklerdir. Böylece Azerbaycan- Ermenistan arasındaki çatışma zemini varlığını koruyacağı gibi Rusya’nın Ermenistan lehine tavır alması da engellenmiş olacaktır.Çünkü Rusya, Ermenistan yönetiminin tavrının ve hizmet ettiği stratejinin farkındadır… Minsk grubunun ABD- Fransa ve Rusya’dan oluşmasının tesadüfi bir durum olmadığı da ülkemizdeki monşerler ve gafiller güruhu nezdinde BELKİ anlaşılabilir bir hal alacaktır…
Bu arada gelecek perspektifinde geliştirdiğimiz stratejinin başarısı açısından, yıllardır ve her fırsatta uyardığım Kıbrıs’taki hain’den mutlak surette kurtulmamız gerektiğini belirtirken, İsrail – ABD ve Fransa’yı can evinden vuracağımız noktanın Suriye olduğunu , Yunanistan , Ermenistan gibi piyonları öne sürüyor olsalar da karşımıza mutlaka ama mutlaka Suriye'de çıkacaklarını gözden kaçırmadan siyasi stratejimizi geliştirmemiz gerektiğini önemle ve özellikle belirtmek isterim...
Hiçbir zaman unutmayalım ki ;
KIZIL ELMA uğruna kılıç çekince kından,
Bahtiyarlık denen şey artık geçmezmiş yakından …
10.10.2020 // 15.15
SEDAT ÇETİNKAYA
.KÜRESEL GÜÇLERİN, ERMENİSTAN ÜZERİNDEN GELİŞTİRDİĞİ SAVAŞ STRATEJİSİNİN ANALİZİNDEN HAREKETLE, GERÇEK FAİLLERİ BULMA VE KARŞILIK VERME SANATI…
Ermenistan’ın enerji ve ulaşım yollarının geçtiği Tovuz’a yönelik saldırısı sonrasında, Azerbaycan ile Türkiye’nin yaptığı askeri hazırlık biliniyor olmasına rağmen, Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarına yönelik olarak gerçekleştirmiş olduğu son saldırı, Ermenistan’ın daha büyük bir stratejinin maşası olarak kullanıldığını açıkça ortaya koymaktadır.
Suriye- Doğu Akdeniz- Libya - Kıbrıs ve Adalar Denizi’nde tüm stratejileri başarısız olan, Türkiye’nin gücünü ve bloke edici pozisyonunu bir türlü kıramayan küresel güçlerin, sıkıştıkları an Ermenistan üzerinden bir strateji geliştireceğini geçmiş makalelerimde birçok defa belirtmiştim. Hatta İsrail’in Azerbaycan’a destek veren pozisyonunun bu planın bir parçası olduğunu, Azerbaycan ordusu içindeki bazı kliklerin temizlenmesi gerektiğine de özellikle dikkat çekmiştim.
Bu bağlamda belirtmek isterim ki Türkiye’ye istikamet vermek isteyen ve Türkiye’yi kendilerine tabi olması için zorlamaya çalışan küresel güçler, Sayın Erdoğan üzerindeki baskıyı arttırmak ve kontrolsüz bir ortam oluşturmak için öncelikle Türkiye ve Rusya arasında bir çatışma ortamı geliştirmenin peşine düşmüş bulunmaktadır.
ONLARIN DÜŞÜNCESİNE GÖRE, Türkiye ve Rusya arasında bir çatışma ortamı çıkarsa Rusya ; Suriye – Kıbrıs- Libya- Doğu Akdeniz – Yunanistan meselelerinde Türkiye’nin karşısında bir konum alacak ve bu durum ; Türkiye’nin tüm cephelerde zor duruma düşmesine , geri adım atmasına ve hatta geçmişte olduğu gibi batıya sığınmasına neden olacaktır. Böylece Türkiye’ye istikamet çizmek isteyen küresel güçler için ulaşılmak istenen neticeye açılan kapı sonuna kadar açılacak ve Sayın Erdoğan’ın hakimiyet döneminin de sonu gelmiş olacaktır.
Bu arada Türkiye ile Rusya’nın, geri adım atamayacakları bir mesele yüzünden sıcak savaşın eşiğine gelmeleri, tüm Kafkasya’yı , Ortaasya’yı ve İran’ı da etkileyen bir hal alacak ve bu zeminde çıkacak bir savaş, İpek yolu projesini büyük ölçüde bloke edeceği gibi uzun yıllar sürecek bir mücadelenin de fitilini ateşleyecektir. Hatta bu çatışmanın Afganistan- Pakistan – Hindistan ve Çin’i içine alacak şekilde genişleyebilmesi de mümkün bulunmaktadır.
İşte soru tam da bu strateji tahtasında, “bu durumdan kim yarar sağlar” ? şeklinde şekillenmektedir. Zira bu durumdan yarar sağlayacak olanlar, bu sonucun oluşması için gerekli şekillendirmeleri yapanlardan başkası değildir.
Ermenistan’da Rusya karşıtı yönetimi destekleyenlerin, bölgede hakimiyet sağlamak isteyen İngilizler ve Rothschild’ler olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Ancak Fransa , İSRAİL ve Amerika Birleşik Devletleri’nin bu noktada farklı bir kulvardan çalışma yaptıklarını görmemek de mümkün değildir.
Bu arada İsrail’in, gizli ve kadim dostu konumundaki İran’ı, bölgesel çıkarlarını temin ve Türkiye’yi kendinden uzak tutma hedefi için kurban etmeye hazırlandığını söyleyebilmek de mümkün bulunmaktadır. Elbette bunu yaparken İsrail’in, Azerbaycan’ın yanında görünerek, savaşın şiddetlenmesini teminen kışkırtıcılık koltuğunda konumlanacağı da tespit edilebilmektedir.
Rusya, büyük devlet yaklaşımıyla kendisi için öngörülen rolün ve tuzağın farkına varmış ve net bir biçimde bu tuzağa düşmemiş bulunmaktadır. Ancak bu durum Rusya’nın, Ermenistan ile ilgili olarak kendi planlarının olduğu gerçeğini bize unutturmamalıdır. Rusya bir noktadan sonra Ermenistan’ın yanında konumlanarak, ağırlığını hissettirmek isteyecektir. Rusya Ermenistan yönetimini değiştirmek ancak Azerbaycan ile de ilişkilerini geliştirmek istemektedir. Yine Rusya, bu bölgede Türkiye ile karşıtlık içine girmesinin, tüm Kafkasya’yı ve Ortaasya’yı kaybetmesine neden olabileceğini anladığı gibi batıya karşı geliştirdiği siyasi ve askeri konsept noktasında, Türkiye olmadan başarı kazanamayacağını da fark etmiş görünmektedir. Bu noktada sürece ilişkin algı operasyonlarının yapısını takip etmenin çok önemli olduğunu ve çıkarlarımız doğrultusunda yönlendirmelerin yapılması gerektiğini de önemle belirtmek isterim.
İran ise Güney Azerbaycan sorunu ve içindeki Türk nüfus nedeniyle, yaşayabileceği sıkıntıların kısmen farkına varmış ancak yine de sinsi devlet politikasının bir gereği olarak Ermenistan’ı desteklemeye devam etmektedir. İran'ın en büyük korkusu, Ermenistan ile sınır bağlantısının ortadan kalkması, Nahçıvan ile Azerbaycan topraklarının birleşmesidir.
Bu temel gerçeklik doğrultusunda meseleyi değerlendirdiğimizde ise Ermenistan meselesinde karşımızda olan gerçek gücün, hiçbir biçimde kendisini ortaya koymayan Amerika Birleşik Devletleri derin devleti ve İsrail olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Zira Ermenistan- Azerbaycan geriliminden hareketle yarar sağlamak isteyen diğer güçler, işin geldiği boyut itibariyle sahadan çekilmiş ve meselenin suhulete kavuşmasını isteyen yaklaşımlar içine girmiştir. Ancak Pentagon- CIA ve İsrail üçlüsü, sinsi planlarının arkasında durmaya devam etmektedirler. Onları ortaya çıkarmak için can damarlarına ve stratejik pozisyonlarına basmak gerekmektedir.
BİZ bu oyunu görüyoruz ve bu kurgunun cevabını en yakın sürede ve en uygun stratejik koşullar altında Suriye ve Irak’da vereceğiz… Dünyayı ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni uyutmaya kalksa da faaliyetleri gözümüzden kaçmayan J.Jeffrey’in, içimizdeki işbirlikçilerin ve ismi önemsiz yandaşlarının fişini mutlaka çekeceğiz… Zira yıllarca bu topraklarda yaşamış olsa da genetik aidiyeti bu topraklara müteallik olmadığından ve Türk genetiğinin davranış biçimini asla tam anlamıyla idrak edemeyecek niteliksiz bir DNA'yı temsil ettiğinden, son anda direkten dönmenin mahiyetini idrak durumu ile kendisini tanıştırmaktan zevk alacağız…
Bu mücadeleye ilişkin kurgudaki en önemli stratejik adım, Türkiye’nin askeri kapasitesini en kısa süre içinde, hiçbir ülkenin ya da ittifakın savaşmayı göze alamayacağı bir seviyeye yükseltmesidir… Zira devletlerin yaşamı açısından yakın sayılabilecek bir gelecekte, bu stratejik adımın sonuçlarına çok ihtiyaç duyacağımız tarihi öneme sahip günler bizi beklemektedir. Bundan kaçınmamıza imkan yoktur. Sadece düşmanlarımızın eksikliklerinden yararlanmak suretiyle hazırlık yapmak için zaman kazanma imkanımız bulunmaktadır.
Kısa zamanda büyük işler başarmak, kararlı ve birlik içinde olmak, bizim en önemli şiarımız olmalıdır…
06.10.2020 // 15.26
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE VE SOĞUK SAVAŞ STRATEJİSİ…
Biran için batı dünyası ve onlarla işbirliği içindeki ülkelerle gerilim politikası içine girdiğimizi düşünmekle işe başladığımızda, Türkiye’ye karşı neler yapılabileceğini ve Türkiye’nin buna nasıl cevap verebileceğini görerek, önümüzdeki döneme ilişkin siyasi, askeri ve ekonomik stratejiyi, bu gerçeklik üzerinden kurgulamak büyük önem arzetmektedir.
Kısa ve net olarak ifade etmek gerekirse, stratejik çıkarlara ilişkin farklılıklar ile milli ve dini altyapı üzerinden şekillenen gerilimler dikkate alındığında, içimizdeki işbirlikçilerin , Müslüman – Türk milletinin iradesini fesada uğratarak Türkiye ile batı dünyası arasında zoraki olarak kurduğu ilişkilerin çökmesinin çok uzak olmadığını söyleyebilmek mümkündür. Çünkü tüm ilişkiler üzerindeki elektrik yükü, iki tarafında kaldıramayacağı ölçüde artmış bulunmaktadır.
Bu bağlamda batının, kendisi zarar görse dahi Türkiye’ye karşı yapabileceği şeyleri kabaca ;
• Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkilerini tamamen kesmek ve bu durum üzerinden Türkiye ekonomisinin bozulması için propaganda yapmak,
• Türkiye’ye askeri ve teknolojik anlamda uygulamakta oldukları gizli ambargoları sertleştirmek ve aleni hale getirmek,
• Türkiye’yi Gümrük Birliği anlaşmasından dışlamak,
• Türkiye’ye yönelik doğrudan yatırımların ve fonların önünü kesecek girişimlerde bulunmak,
• Türkiye’ye yönelik turist akışını etkileyecek girişimlerde bulunmak,
• Türkiye’ye yönelik siyasi baskının dozunu arttırmak,
• Türkiye ile ticari ilişkileri azaltmak şeklinde İFADE EDEBİLMEK OLANAKLIDIR.
Buna karşılık Türkiye’nin ortaya koyabileceği hamleleri ise ;
• Kıbrıs ile ilgili müzakere sürecini tamamen bitirmek ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınırlığını sağlamak,
• Türkiye’deki ABD ve NATO üslerini kapatmak, Kürecik radarının faaliyetlerine son vermek,
• Ege adalarının silahtan arındırılması noktasında Yunanistan’a baskı yapmak ve Yunanistan üzerinden Avrupa Birliği’ni tehdit etmek,
• Avrupa’da ve dünyada birçok ülke ile askeri anlaşmalar imzalamak ve askeri üsler kurmak,
• Kanal İstanbul’u tamamlayarak, boğazlardan geçişi ücretli hale getirmek,
• Sığınmacıların hiçbir sınırlamaya tabi tutulmadan Avrupa’ya geçişine izin vermek,
• Suriye ve Irak konusunda , Türkiye lehine bu ülkelerin toprak bütünlüğünü esas almayan, Pkk//Pyd yapılanmasını yok etmeyi hedefleyen ve tam anlamıyla batılı devletler aleyhine bir politika geliştirmek,
• Rusya ile dönemsel bazda ve sırf görüntü düzeyinde de olsa işbirliği izlenimi vererek ve Avrupa’nın güvenliğini tehdit eder bir strateji benimseyerek, Avrupa’yı önemli düzeyde askeri harcama yapmaya zorlamak,
• Yeni pazarlara açılmak ve batılıların pazarlarını ellerinden almak için sistem dahilinde faaliyette bulunmak,
• Yeni finans kaynakları bulmak ve bu kaynakları Türkiye’ye çekecek işbirlikleri ve altyapılar geliştirmek,
• Avrupa Birliği’ne karşı gümrük vergileri yoluyla ticari baskı uygulamak ve Türkiye’ye yönelik ihracatlarını bloke etmek suretiyle Avrupa ekonomisi üzerinde olumsuz etkide bulunmak,
• Jeopolitik konumumuzun sağladığı lojistik avantajı , maliyet , kalite ve üretim çeşitliliği unsurları noktasında sahip olduğumuz yeterliliği kullanarak ekonomik etkinliğimizi dünya sathında arttırmak,
• Nükleer silah üretmek için program açıklamak,
• Batılıların desteklediği tüm Ortadoğu rejimlerinin yıkılması için siyasi faaliyet icra etmek,
• İsrail’i baskı altına alacak stratejik programlar geliştirmek,
• Batılı kaynaklı ; Birleşmiş Milletler, Dünya Sağlık Örgütü, IMF, Dünya Bankası ABD Merkez Bankası, Avrupa Parlamentosu gibi tüm yapılar, Dolar – Euro gibi para birimleri aleyhine siyasi ve stratejik bir yıpratma politikasıyla hareket etmek,
• Küresel Rezerv Para noktasında yeni girişimlerin içinde olacak ve destekleyecek bir politik yaklaşım içinde olmak,
• Askeri kapasitemizi 10 yıl içinde, NATO İttifakı’nın tamamıyla karşılaşmayı göze alabilecek şekilde büyütmek,
• Doğu Akdeniz kaynaklı tüm enerji projelerini bloke etmek, Türkiye’nin merkezde olmadığı hiçbir anlaşma zeminine yanaşmamak,
• Stratejik enerji hamleleri ile enerji konusunda kendimize yetebilen bir ülke haline gelmek,
• Türk ve İslam dünyası ile ilişkileri çok yönlü geliştirerek, siyasi- askeri ve ekonomik gücümüzü arttırmak,
• İlaç üretiminden gıda alanına kadar her türlü milli politikanın uygulanmasına büyük önem veren bir yönetim anlayışı ile hareket etmek,
• İçimizdeki işbirlikçiler ve ülkemizdeki etki ajanları üzerindeki adli, siyasi ve toplumsal baskıyı arttıracak faaliyetlere hız vermek OLARAK BELİRLEYEBİLMEK MÜMKÜNDÜR.
İşte bu gerçeklik ve altyapı dahilinde ve mümkün olduğu müddetçe düşmanlık zemini itiraf edilmeden yürütülecek bir siyasi stratejiyle ; batılı devletlere, onların yardakçılarına ve içimizdeki işbirlikçilere karşı büyük avantajlar elde edilebilmesi mümkündür. İçine yeni yeni girmekte olduğumuz bu altyapı, diğer bir değişle kurtlar sofrası, asla göz ardı edemeyeceğimiz bir duruma tekabül etmektedir. Ne kadar hızlı bir şekilde bu gerçekliğin gereğini yerine getirmeye başlar ve adımlarımızı mümkün olan en doğru sıralamayla atarsak, başarıya ulaşan biz oluruz. Unutulmamalıdır ki bu sofranın başında oturanlar, 100 yıllık dengeleri kuranlardır. Ancak biz de denge bozmakta, tezgahları düşmanlarının başına geçirmekle ünlenmiş ve cihana hükmeden devletler kurmuş, Allah’ın yeryüzündeki kılıcı hükmündeki aziz ve asil bir milletiz.
Ermeniler birgün Karabağ’ı geri almak için Türk Milleti’nin geleceğini nasıl biliyorsa ; Avrupa’lılar Viyana’yı ve Roma’yı , İsrailoğulları Kudüs’ü, ruhlarını satılığa çıkarmış diktatörler Mekke ve Medine’yi , Mısır’ın firavun soylu tasmalısı Sisi de Kahire’yi almak için geri geleceğimizi ve artık herşeyin sadece bir zaman meselesi olduğunu çok iyi biliyorlar…
03.10.2020 // 19.17
SEDAT ÇETİNKAYA
.KARABAĞ CEPHESİNİN ANLATTIKLARI...
Ermenilerin, savunmasız Azerbaycan topraklarının bir bölümünü ele geçirmesinde ve ele geçirdikleri bu topraklarda katliama girişmelerinde, Ermenileri korumayı ve onlar eliyle bölgeyi şekillendirmeyi hedefleyen bir güç olarak Rusya ön planda bulunmaktaydı...
Rusya’nın bu pozisyonu ; Azerbaycan topraklarındaki Ermeni işgalinin ortadan kaldırılmasıyla ilgili olarak, Azerbaycan’ın stratejisini zayıflatan en önemli unsur olarak da varlığını korumaktaydı...
Ancak görülebileceği üzere Rusya, Ermenistan içinde Rusya aleyhine gelişen ve açık bir Rus karşıtlığı olarak addedilebilecek siyasi yönelimlere bir cevap olarak, Azerbaycan’ın karşısında etkili bir cephe açmamış ve Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarını kurtarmaya yönelik karşı saldırısına göz yumar bir pozisyon içine girmiş bulunmaktadır. Rusya’nın bu pozisyonunun mutlak olmadığını ve mutlaka değişeceğini şimdiden görmek ve bu gerçeklik doğrultusunda stratejik anlamda hazırlıklı olmak da gerekmektedir. Rusya, bir süre için Ermenistan’ın içinde bulunduğu yanlızlığı ve kendisinin değerini anlamasını bekleyecek, gizliden gizliye kendisine yalvarmasını isteyecek ve sonrasında ağırlığını hissettirme yolunu seçecektir. Bu bağlamda Ermenistan ile Rusya ilişkilerini olumsuz yönde etkileyecek olayların yaşanması için güzel bir zaman olduğunu da ilgililerin dikkatine sunmak isterim...
Önemli olan, sahanın büyük oranda boş olduğu ve uluslararası anlamda ateşkes baskısının yoğun olarak hissedilmediği zaman süreci içinde, Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarının ne kadarını kurtaracağı ve Ermenistan üzerinde nasıl bir baskı oluşturacağıdır.
Ruslar, Ermeniler için savaşmazlar ancak Ermenistan’ın ezilmesine müsaade ederek, kendileri için tüm Kafkasya’yı etkileyecek bir zafiyetin doğmasını da istemeyeceklerdir.
Yine Ruslar, bu bölgede Türkiye ile karşıya karşıya gelmeyi istemeyecek olmakla birlikte, Türkiye ve Rusya'nın jeopolitik anlamda ve etkileşimli güç gösterimi açısından en uygun bölgenin burası olduğunu da gözden kaçırmamak gerekmektedir. Yani Rusya, soğuk savaş gerilimi oluşturarak, bu bölgenin hakimi ve patronu benim havasına bürünüp, Ermenistan üzerinden Türkiye'ye ve dünyaya güç gösteriminde bulunabileceği gibi bu meseleyi, Suriye ve Libya bağlamında Türkiye’ye karşı siyasi bir koz haline de getirebilir...
Diğer taraftan Türkiye’yi sınırlamak ve konsantresini bozmak için çalışanlar, Yunanistan’dan sonra Ermenistan’ı sahneye sürmüş olsalar da hiçbir zaman istediklerini elde edemeyecek, eninde sonunda ve yakın zamanda tüm maşalarını kaybedeceklerdir...
Azerbaycan topraklarının diğer bir deyişle vatanımızın işgalden kurtarılmasını sağlamak için, uluslararası söylemlere ve baskılara kulaklarımızı kapatarak, Ermenilerin üzerine yıldırım hızıyla inmeli ve bir karabasan gibi üzerlerine çökmeliyiz...
Haklı ve savaşmayı göze almış Büyük Türk Milleti ile hiçbir gücün savaşmayı göze alamayacağını, bir savaş stratejisi olarak değerlendirmeyi bilmeli ve mutlak bir kararlılık içinde neticeye ulaşmayı başarmalıyız.
Ve bu arada müslüman görünümlü yılan konumundaki bir ülkenin, Ermenistan sevgisi üzerinden şekillenen ve Azerbaycan aleyhine gelişen faaliyetlerine geleceğe yönelik olarak not düşerken, ileride hiçbir müslümanın, bu rejimi ve devleti savunmak için karşımıza dikilme cesaretini göstermemesini de şimdiden beyan ve ilan etmek isterim.
Soyun kurusun İran... Seni tarihin tozlu sayfaları içine gönderirken, her sendelemenden çok büyük bir zevk alacağız... Yeni bir Selim, kağanlık ufkunda belirmiştir. Haşhaşi zihniyetinin devamı ve siyonizmin asli yaveri soyunuzun çöküşü için biraz daha beklemeniz yeterli olacaktır... Sıra size gelmek üzeredir...
28.09.2020 // 19.58
SEDAT ÇETİNKAYA
.DÜNYA GÜÇLER DENGESİNİN GELİŞİM YÖNÜ IŞIĞINDA KADİM GÜÇLERİN UYANIŞI VE ORTA DÜNYA'NIN YÜKSELİŞİ...
Amerika Birleşik Devletleri , küresel para baronlarının ve siyonist örgütlerin şekillendirdiği bir ülke olarak yükselirken, kadim destekçilerinin yeni bir vatan bulduğu İngiltere, stratejik olarak çöküşe geçmiş ve Amerika Birleşik Devletleri’nin küresel hakimiyeti tamamen elde etmesiyle de geri plana düşmüştür.
İngiltere’nin, İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın ilerlemesi ve askeri baskısı karşısında ABD yardımına ihtiyaç duyması, bu gerileme açısından önemli bir düşüş trendi oluşturmuş ve İngiltere, günümüze değin ABD gölgesi altında ve küresel para baronlarıyla iyi ilişkilerini kullanarak durumu idare etmek durumunda kalmıştır. Daha doğrusu küresel para baronlarına itibarını kaybetmeden teslim olmuştur.
Bu arada küresel hakimiyetini günümüze değin herhangi bir ciddi zaafiyet göstermeden devam ettiren ABD, küresel para baronlarının kendilerine yeni üs olarak Çin’i seçmesi ve stratejik hakimiyet teorilerini Çin üzerinden tanımlamaya başlamaları ile paniğe kapılmış ve bu süreci durdurmayı hedef alan politikaları sahaya sürmüştür. Çin’e yönelik ambargolar, enerji merkezleri ile Çin arasındaki ilişkileri kesme girişimleri, ticaret yollarını güvensiz hale getirme politikaları, askeri tehditler, batılı yatırımcıları Çin’den uzaklaştırmaya yönelik uygulamalar hep bu stratejinin bir ürünü olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Ancak ABD’nin bu adı konulmamış savaş yaklaşımına kuralsız şekilde cevap veren küresel para baronlarının boş durduğunu söyleyebilmek de mümkün değildir. Bu mücadelenin düğümünü çözecek olay, ABD’de yapılacak seçimler gibi görünmektedir. ABD seçimlerinde küreselcilerin desteklediği demokrat adayın kazanması durumunda, Çin ve İngiltere güzergahında işbirliği üretilmesini hedefleyen bir yaklaşımın gündeme oturması söz konusu olacaktır. Bu durum, Çin- Rusya- İran - Almanya – Fransa ve İngiltere arasında yakın ilişkilerin doğması için jeopolitik bir zemin oluşturmaktadır. Ayrıca siyonist ekolün iki önemli temsilcisi olan Rothschildler ile Rockfeller ailesi arasındaki ilişkinin de yumuşayarak, İsrail lehine politikaların ABD tarafından çok daha etkili bir biçimde desteklenmesinin önünün açılacağı bir politika da sahaya yansıyacak gibi durmaktadır.
Bu arada İngiltere Kraliçesi de ABD’yi kandırmak için iki arada bir derede durma politikasından kurtularak, kadim destekçisi Rothschillerle ; Doğu yönünde ortaya çıkan Çin’i, Batı yönünde karşılayacak yeni bir İngiliz İmparatorluğu kurmak için kolları sıvayacaktır.
ABD seçimlerini D.Trump’ın kazanması durumunda ise ABD’yi hiç de iyi günlerin beklemediğini, Doların küresel rezerv para vasfını kaybetmesinin büyük hız kazanacağını, ABD’nin birliğini muhafaza noktasında sıkıntılı günler yaşama ihtimalinin bulunduğunu söyleyebilmek mümkündür. Bence Türkiye için bu sonuç, çok daha verimli olacak gibi görünmektedir.
Her halükarda ABD baskısından kurtulmaya başlayacak olan ve kendini İkinci Dünya Savaşı’ndan bu tarafa güvende hissetmeyen Almanya’nın, Orta Avrupa hakimiyetini tesis etmek , Fransa- Türkiye ve Rusya tehditlerine karşı kendini güvende hissetmek için silahlanma faaliyetlerini ciddi biçimde arttıracağını ve siyasi stratejisinde politik yayılmacılığı esas alacağını öngörmek de mümkün bulunmaktadır. Ancak ekonomisinin, demografik yapısının ve küresel siyasete ilişkin dengelerin, bu rüyayı mümkün kılacağını söyleyebilmek ise mümkün değildir.
Rusya ise muhtemelen İngiltere ile yakınlaşma ile Türkiye ile yakınlaşma arasında bir tercih yapmak durumunda kalacaktır. Türkiye ile yakınlaşmak, Rusya’ya büyük imkanlar sunduğu gibi Türkiye’nin Ortaasya – Kafkaslar ve Karadeniz bölgesinde oluşturacağı hinterlanda ses çıkaramama durumuna varlık kazandıracağı için kendisi açısından büyük tehlike de içermektedir. Kanaatimce Rusya, Türkiye ilişkileri olumsuz bir zemine çekmeden durumu idare ederek, İngiltere ile yakın ilişkiler kuracak ve Avrupa’yı etkisi altına almaya çalışırken, Almanya ile çıkarları çatışacak ve gerilim yaşayacaktır. Ancak Türkiye’nin bölgesel faaliyetleri, stratejik hedefleri ve İsrail ile ilişkilerinin gelecek versiyonu dikkate alındığında, Rusya ile ilişkilerimizin uzun süre sorunsuz olarak yürütülmesinin mümkün olmadığı da ortaya çıkmaktadır.
Türkiye, Rusya’nın oluşturacağı jeopolitik tehdide karşı, ya tek başına büyük bir güç haline gelerek, oluşturacağı kendi güç merkezi üzerinden Rusya’yı dengelemek ya Almanya ile stratejik ittifak içinde olmak ya da Rusya’nın İngiltere ile yakınlaşmasını mutlak surette engellemek durumundadır. Türkiye, İngiltere ile Rusya’nın yakınlaşmasını engelleme noktasında ise Rothschild ailesi ve Çin ile ilişkilerini yakın tutmak ve küresel para baronlarının yönlendirmesinde ve İpek yolu projesi üzerinden şekillenen pagan dünyaya merhaba demek durumdadır. Bu bizim için kabul edilebilir olmadığından, Almanya ile de benzer ittifak durumunu 1.Dünya savaşında da yaşamış olduğumuzdan, kendi güç merkezimiz üzerinden dünyaya meydan okumak durumunda olduğumuzu şimdiden görmek gerekmektedir.
ABD’nin güç kaybetmesiyle dünya üzerinde varlığını hissettirecek ve tıpkı Almanya gibi silaha sarılacak bir başka güç ise Japonya olacaktır. İşte Türkiye’nin en iyi ilişki kuracağı müttefik olarak Japonya çok önemlidir. Zira Japonya demek, Çin’in korkulu rüyası ve ABD derin devletinin de intikam butonu demektir… Gizli silah üretimi ve savaş hazırlıkları içindeki Japonya, Çin rüyasına en büyük darbeyi vuracak ülkelerin başında gelmektedir. Bu noktada Çin ile karşıtlık içindeki Hindistan ile Hindistan ile karşıtlık içindeki Pakistan da gözden kaçırılmaması gereken ülkeler olarak dikkat çekmektedir.
Bu bağlamda önümüzdeki süreç, ABD- Çin- İngiltere- Rusya- Türkiye- Japonya- Almanya ve İsrail üzerinden gelişecek olaylar silsilesine gebedir.
İpek yolu projesi ile ilgili olarak Rothschildlerin dayatmalarına izin vermeyecek , İsrail’in bölgesel politikalarının karşısında yer alacak, Almanya aleyhine büyüyecek, Rusya aleyhine güçlenecek, İngiltere’nin hegemonyasına girmeyecek ve Çin’in Uygur Türkleri üzerindeki asimilasyon politikasına göz yummayacak olan Türkiye’nin, muhtemel bir küresel haydutlar cephesiyle karşı karşıya kalması olası görünmektedir. Ancak bizim bu haydutları mağlubiyete uğratmak için yeterli kabiliyetlere sahip olduğumuzu da belirtmek isterim… Süreç içinde eksikliklerimizi tamamlamak ve şimdiden savaş moduyla hareket etmek, başarıya ulaşmamız noktasında büyük öneme sahiptir.
Her ne olursa olsun, Türkiye düşmanlığının realitesi ve bahanesi, İsrail’in güvenliği ve Kürt devleti politikası üzerinden şekillenecek ve ilk etap ; maşaların helakı, Suriye - Akdeniz ve Adalar Denizi hakimiyetimiz ile nihayete ulaşacaktır…
19.09.2020 // 23.11
SEDAT ÇETİNKAYA
.AVRUPA BİRLİĞİ’NİN YUNANLILARIN BOYNUNA TAKTIĞI KEMENT, MÜSLÜMAN – TÜRK MİLLETİNİN BOYNUNA TAKILAMAYACAK ; YAPTIRIM KORKUTMASI , TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NE İŞLEMEYECEKTİR…
Avrupa Parlamentosu, Türkiye’yi Doğu Akdeniz konusunda diyaloğa çağırarak, aksi bir yaklaşım sergilenmesi durumunda da ek yaptırımları devreye sokmaya hazır olunması gerektiğini tavsiye etmiş bulunmaktadır.
Bilinmelidir ki bu tavsiye kararı, içi boş ve Türkiye’yi tehditlerle yıldırmaya çalışma politikasının bir görünümünden başka bir anlam ifade etmemektedir. Çünkü Avrupa Birliği ;
• Küresel pazarlarını devamlı şekilde kaybederek küçülmekte olan ve Türkiye’yi kaybetmesi durumunda kaldırılamayacak bir fatura ile karşılaşacak olan,
• Siyasi etkisi devamlı bir biçimde zayıflayan,
• Demografik açıdan hızla yaşlanan ve etkinliğini yitiren,
• Göç tehdidi ile iç dinamikleri sarsılan,
• Aşırı milliyetçi akımların güç kazandığı,
• Hammadde ve enerji tedariği noktasında büyük ölçüde dışa bağımlı olan,
• Üretim maliyetleri yüksek olup, bu çerçevede birçok ara malı üretimini Türkiye’ye yaptıran ,
• Ve en önemlisi de harbe hazır nitelikli askeri kapasitesi bulunmayan bir birliktir…
İşte böyle bir birliğin, Türkiye gibi ;
• Büyüyen ve küresel pazarlarını çeşitlendirerek devamlı bir biçimde genişletme yolunda ilerleyen,
• Siyasi ve jeopolitik etkisi yüksek bir ivme ile artan,
• Demografik olarak devamlı güçlenen, genç, yetişmiş ve etkin bir nüfus karakterine sahip bulunan,
• Göç durumunu stratejik bir avantaja çevirmeyi başarmış,
• Müslüman- Türk kimliği üzerinden gelişen birlik akımları ile yükselişe geçmiş,
• Hammadde ve gıda yeterliliği bulunan ve enerji tedariği konusunda dışa bağımlı yönlerini ortadan kaldırmak için büyük atılımlar yapan ve özellikle enerji vanalarını elinde bulunduran,
• Üretim maliyetleri düşük, çok yönlü üretim yapabilen ve Turizm geliri bulunan,
• Ve en önemlisi dünyanın en yetişmiş , en cesur , savaş direnci en yüksek ve yine dünyanın en büyük ilk beş ordusundan biri olma yolunda hızla ilerleyen bir ülke karşısında almış olduğu yaptırım tavsiyesi kararı, vasıfsız bir tehdit olduğu gibi ve havlamaları için içimizdeki işbirlikçilere atılan bir kemik gibidir.
Bu arada Kıbrıs’da yaşanacak seçimler yaklaştıkça, Kıbrıs’taki CHP zihniyetinin kıdemli temsilcisi üzerinden gerçekleştirilecek provokasyonlara dikkat edilmesi ve Kıbrıs üzerindeki ağırlığımızın hissettirilmesi suretiyle, Kıbrıs seçimlerinde Türkiye’nin elini zayıflatacak bir sonucun doğmaması için gerekli olan herşeyin yapılması gerektiğini de Avrupa Parlamentosu kararının içeriğindeki Kıbrıs atfına binaen ifade etmek isterim…
Cumhur İttifakı ve Müslüman- Türk kimliği güçlendikçe, daha büyük bir ivme ile yükselmesini sağlayacağımız Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı, her yönüyle çökmüş, dişleri olmadığı halde bir Alfa kurdun karşısına dikilen köpek örneğindeki Avrupa Birliğini lime lime parçalayacaktır.
Hazırlıklarımızı tamamladığımızda ve hedeflerimize yaklaştığımızda ; kadim düşmanlarımızın yere basmayan ayakları yere basacak, üst perdeden konuşan sesleri yeni doğmuş oğlak sesi gibi olacak ve cihana adalet ve korku salan geçmişimiz tüm ihtişamıyla yeniden hatırlanacaktır… İşte o zaman Bozkurt'un sesi tüm eski yurtlardaki ocakları kaldırmak için yeniden yükselecek ve cihanı saracaktır…
Dünya, hem kadim ırkların, hem de hak ve batılın mücadelesine sahne olacaktır…
Ayrıca ileride eski bir yurdumuz olan Etrükslerin topraklarını ( Roma ) ele geçirme noktasında kullanacağımız ancak daha önce bizi tehdide yeltenen Yunanistan’ın ve Avrupa Birliği’nin kalbini sıkmak, Yunanistan’ı fiziken Avrupa Birliği’nden ayırmak ve Avrupa Birliği’ni küçültmek için stratejik olarak değerlendireceğimiz ; Arnavutluk- Bosna- Hersek, Kosova- Karadağ- Makedonya - Bulgaristan- Macaristan- Moldova- Ukrayna gibi ülkelerle olan çok yönlü ilişkilerimize büyük önem vermeli ve bu ülke coğrafyalarını Avrupa Birliği etkisinden kurtarmak için çalışırken, Yunanistan’ı askeri olarak çevrelemek için girişimlerimizi de hızlandırmalıyız…
Batılıların Yunanlıların boyunlarına geçirdikleri kement, kurda işleyemeyecek ; kutlu bir devlet ve kutlu bir millet, ilahi bir bayrağı vecd ile göndere çekecektir…
Bu mücadelenin içinde korkusuzca ve fedakar bir ruhla bulunanlar ; isimleri ebedi alemde şerefle anılan ve herkesin korkuyu iliklerine kadar hissettiği gün Hz.Muhammed sav. efendimizin sancağının altında azametle ve yüzlerinde sonsuz yaşamın mutluluğunu yansıtan tebessümle bulunan insanlar içinde yer alacaktır…
H.Nihal Atsız’ın ifadesiyle ;
Yeşermesi ektiğimiz tohumun haktır,
İşte o gün ruhlarımız şad olacaktır…
18.09.2020 // 00.01
SEDAT ÇETİNKAYA
.KRAL KILIÇDAROĞLU ÇIPLAKTIR ANCAK CANAN KAFTANCIOĞLU’NUN DURUMU DA ORTADADIR….
Cumhuriyet Halk Partisi, tarih sahnesine çıktığı ilk andan itibaren, milletimizin değerleriyle karşıtlık içinde olan ve her şeyini feda eden Müslüman- Türk milleti tarafından neticelendirilen milli mücadele başarısının üzerine oturarak, kendisine güç devşirmiş bir zihniyeti ve bu zihniyetin ihdas ettiği bir rejimi temsil etmektedir...
Bu partinin İslam dinine yakın bir bakış açısı olmadığı gibi kurulduğu dönem bir tarafa, gelecekte de İslam dünyası üzerinde etkinlik kurmayı hedefleyen bir yönelimi olmadığından, neredeyse ilk iş olarak Halifeliği kaldırmıştır. Yaptıkları bununla da sınırlı kalmamış, önce İstiklal Mahkemeleri vasıtasıyla kendisine muhalif olabilecek herkesin asılmasını sağlamış, asılmayanları da yahudinin şapkasını takmadığı gerekçesiyle adeta sorgusuz süalsiz infaz etmiştir. Sonra bu ülkenin köylerinde kadar girilerek Kuran-ı Kerim’ler toplatılmış, yakılmış, Kuran okumayı öğretenler nice zulümlere muhatap kılınmış, alfabe değişikliğiyle geçmişle bağlantımız kesilmiş, cenaze yıkayıp namazı kıldıracak imam bile bulunamadığı için Avrupa’da alay konusu edildiğimiz günler yaşanmıştır. Hatta camiler bile bir aşağılama ve bir intikam hissiyle ahıra çevrilmiştir. Ancak bu ülkede bir tek Kilise, Havra, İncil ve Tevrat zarara uğramamış, bilakis büyük bir ihtimamla korunmuş ve kollanmıştır. Düzmece bir laiklik anlayışıyla devlet, Müslüman- Türk milleti üzerinde en büyük zulüm aracı olarak konumlandırılmış ; şeriat, gericilik, yobazlık, başörtüsü, sakal gibi kavramlar üzerinden yürütülen algıyla hayali bir korku imparatorluğu oluşturulmuştur. Bu yaklaşım biçimi karşısında, ibadete açılmasını sağladığımız Ayasofya’nın günümüze değin korunmasını sağlayan şeyin, geçmişinde kilise olarak kullanılması olduğunu söylemek çok da abes olmayacaktır...
Bu arada tam bir diktatörlükle ülkeyi yöneten ve yıllarca bir tek seçim bile yapmayan, Adalar Denizi’ndeki haklarımızı adeta satılığa çıkarıp, savaş tazminatını bile denize döktüğümüz Yunan’a ikram eden CHP’nin eliyle, ülkemizin tüm kaynakları, oluşturulmak istenen hegemonyanın temsilcilerine peşkeş çekilmiş, büyük gayretlerle yeşermeye çalışan Müslüman- Türk kimlikli milli yapılar, devlet erkiyle adeta yok edilmiştir. Hala bu dönemde yapılan üç beş dandik şeker ve rakı fabrikasını bir türlü kurtulamadıkları devletçi zihniyetin bir yansımasıyla yere göğe sığdıramayanlar ; yok edilen uçak ve silah fabrikalarını, yapımına engel olunan Devrim otomobilini, CHP zihniyetiyle adeta bir 3.dünya ülkesi konumunda bırakılan Türkiye’yi hatırlamalı, bakacak gözü ve idrak edecek kapasitesi varsa bir de günümüzün eşsiz bir elmas gibi parlayan Türkiye’sine bakmalıdır diye düşünüyorum.
Yine CHP zihniyeti tarafından, negatif anlamda büyük bir değişimi sağlamak, hristiyanlaşmış ve batının yancılığını yapmaya hazır bir uşak ve siyonizmin hizmetkarı bir ülke oluşturmak için her türlü yöntem de uygulanmıştır. Milletin hakimiyeti tesis etmek için atılım yaptığı her dönem ise ; darbelerle, parti kapatmalarla, baskılarla, kaos faaliyetleri ve terörizm ile akamete uğratılmış ve her seferinde müsesses nizam kendini korumayı başarmıştır. Ülkemizde geçmişte oluşturulan parlamenter sistemin, tüm kurumların ve devlet içinde ayrı bir devlet haline getirilen ordunun tek amacının, bu düzenin devamını mümkün kılmaktan ibaret olduğu herkes tarafından iyi anlaşılmalıdır…
İşte şuan bu milletin değerleriyle taban tabana zıt fikirlere ve siyasi yaklaşımlara sahip olan ve hepimizin rahatsız olduğu bireyler, CHP’nin geçmişte oluşturduğu bu uygulamaların bir ürünü olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bunlar, ulaşmış oldukları zihniyet itibariyle, ülkesinin çatışma halindeki ordusunu desteklemekten, ülkesi için sevinmekten, en hayati konularda bile ülke yöneticilerinin yanında durmaktan uzak bir anlayışa sahiptirler. Ancak yine bunlar, Müslüman kimlikli bir başkan, siyaseten zayıf düşsün veya ülke yönetimini bırakmak durumunda kalsın diye her türlü ihaneti sergilemekten de çekinmeyecek bir yapının temsilcileridir. Bu bağlamda IMF destekçiliği yapmak, ülkesini yabancı ülkeler ve kurumlar nezdinde şikayet ederek zaafiyet oluşturmak, Ermeni soykırımı iddialarına destek vermek, terör örgütlerine zımni destek olmak, Joe Biden örneğinde olduğu gibi yabancı devlet yöneticileri ve CIA gibi gizli örgütlerle adı konulmamış işbirlikleri tesis etmek, darbe şakşakçılığı yapmak, bürokratik oligarşiyi de kullanarak ülkemizin ilerlemesi için yapılan her çalışmayı engellemeye ve geciktirmeye çalışmak, bunların sıradan, alışılagelmiş ve artık kanıksanmış davranışlarıdır. Ve hala ülkemizdeki stratejik mahiyeti haiz şirketlere kamulaştırma yoluyla el koyacakları tehdidini savuracak kadar da faşist bir zihniyeti temsil etmektedirler.
Ancak bu klasik CHP zihniyetinin durumu ve ülke sathına yayılmış hakimiyeti, AK parti yönetiminde gelişen ve küresel bir güç olma yolunda ilerleyen Türkiye’nin varlığı nedeniyle felsefi ve stratejik bir çöküşe girmiş bulunmaktadır. Bu çöküşün engellenebilmesi ise artık mümkün değildir. Çünkü CHP’nin varlığını mümkün kılacak ve gelişmesini sağlayacak bir felsefi temeli bulunmamaktadır. Geçmişte klasik çizgisinden ayrılarak komünist- sosyalist devlet kurma ideolojisi için ülkeyi kaosa sürükleyenlerin odağı haline gelerek, varlığını bir süre daha korumayı başarmış olsa da artık ne yeni bir varlık nedeni ne de bunu oluşturacak gücü kalmamıştır. Bu durumun aksine söylenebilecek afaki cümleler ise ancak bitmiş bir hayalin ve niteliksiz bir hezeyanın dile getirilmesinden başka bir anlam ifade etmeyecektir. Bu arada Başkanlık sisteminin iktidara gelmek için iki bloklu bir siyasi yapıyı zorunlu kılmasının, CHP’yi ve yabancı işbirlikçilerini yeni bir arayışa itmiş olduğunu da söylemek gerekir.
İşte bu arayıştan doğan sonuç ise ; her türlü fitne tohumuyla işbirliği içinde bulunan, hiçbir ilkesi kalmamış, kurucusunu katliamla suçlayan hatta elinde olsa ismini partiden bile kazıyarak atacak olan, teröristlerle kol kola gezen, terörist cenazelerinde boy gösteren, Ermeni tezlerinin savunuculuğunu yapan, FETÖ sevdalısı, insan onuruyla bir araya getirilemeyecek her türlü ahlaksızlığı normal gören, vatansızlığı marifet sayan, Yunan aşığı tiplerin CHP yönetimi üzerinde etkinlik kurmuş olmalarıdır.
Diğer bir sonuç ise kökü dışarıda olan tüm işbirlikçi benzemezlerin bir araya gelmeyi temin etmeleri ve oluşturdukları algı yönetimiyle de bunu milletimize yutturarak, Recep Tayyip Erdoğan karşıtlığı üzerinden tıpkı Abdülhamid Han’ın tahtan indirilişinde olduğu gibi bir cephe oluşumunu sağlamaya çalışmalarıdır. Kılıçdaroğlu da herhalde tam ve su katılmamış bir çapulcu olan Mahmut Şevket Paşa’nın sivil versiyonunu oynamaya meyletmiş gibi durmaktadır.
Ancak belirtmek gerekir ki yalancının mumunun yanacağı süre, yatsıya kadardır…
Kral çıplaktır eyvallah ancak Canan Kaftancıoğlu’nun durumu da ortadadır… Nasıl yani diye soruyorsanız farklılık olsun diye anadan üryandır diyebilirim…
15.09.2020 //14.13
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜM MÜSLÜMANLAR VE EZİLEN HALKLAR, DÜNYAYA MÜSLÜMAN TÜRK MİLLETİNİN VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN GÖZÜNDEN BAKMAYI ÖĞRENMEK VE HAYATINI BU PERSPEKTİF ÜZERİNDEN ŞEKİLLENDİRMEK DURUMUNDADIR…
İslam dünyasının büyük bölümünü, Türk milletinin kanı ve Allah inancıyla şekillenen kudretinin gölgesinde yüzyıllarca koruyan DEVLET-İ ALİYYE'nin dünya hakimiyetinin sona ermesini müteakiben, batılı devletler ve onları yöneten güç merkezleri tarafından, dünya üzerinde siyasi- ekonomik ve askeri açıdan büyük bir hakimiyet tesis edilmişti…
Anadolu’nun, şehitlerimizin kanıyla sulanmış toprağından filizlenen diriliş akımlarının gelişmesi ve nihayetinde ülkemizde etkin kılınan müesses nizamı büyük ölçüde değiştirerek hakimiyetini tesis etmesi ise yeni bir devrin başlaması için gerekli olan altyapıya varlık kazandırmış bulunmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Müslüman- Türk Milleti olmasaydı, batının ve arkasındaki şeytani güçlerin kurmuş olduğu adaletsiz köle düzeninin değiştirilebilmesi mümkün olmayacağı gibi insanlığın devamı da mümkün olmayacaktı. Dini bir bakış açısıyla ve ifade tarzıyla söylemek gerekirse de Müslüman- Türk Milleti olmasaydı Şeytan ; insana karşı mücadelesinde başarıya ulaşacak, tüm insanlığı genetiği değiştirilmiş köleler haline getireceği bir devri başlatacak ve Allah’ı kıyamete zorlayarak ( haşa ) , kovulmuş olduğu bu dünyadan haklı çıkmış bir tövbekar olarak kurtulmayı başarabilecekti…
İşte Müslüman- Türk Milleti, hem şeytani güçlerin hem de onların kullandığı devlet ve milletlerin karşısında duran ve onların küresel hakimiyet planları yaptığı masanın tam ortasına bir yıldırım gibi düşen, şeytani planların yapıldığı o masaya Sirius’tan kopma bir metal gibi çökerek kaldırılamayan, güç yetirilemeyen ve Allah’ın yeryüzündeki ordusu konumuyla yeniden yükselişe geçmiş evrensel bir güçtür.
Allah’ın yeryüzündeki ordusunun ; dağıtılmış, baskı altına alınmış, çaresizliğe sürüklenmiş, mücadele gücü bilinçli ve kasıtlı yöntemlerle ortadan kaldırılmaya çalışılmış savaşçıları ise önemli ölçüde kendine gelmiş, düşünmeye başlamış, geçmişi analiz etmeye, hatalarını, kandırıldığı noktaları ve kendisini kandıranları tespite, içindeki hainleri deşifre etmeye, devlet olarak yeniden teşkilatlanmaya, silahlanmaya, düşmanlarını tepelemeye, korkutmaya, onlara meydan okumaya, planlarını bozmaya başlamış ve kaldırdığı kutlu sancak tüm müslümanlar tarafından görünür hale gelmiştir.
Dünya üzerinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk Milleti dışında hiçbir devlet ve hiçbir millet, dünya müslümanları ve insanlık için liderlik yapacak, birliği tesis edecek bir kabiliyete ve küresel güçleri yenilgiye uğratabilecek bir iradeye ve stratejiye sahip değildir. İçinde bulunduğumuz dönem, Müslüman- Türk Milleti’nin bu vasıflarının olgunlaşacağı, çeşitli mücadeleler ile kapasitesinin gelişeceği ve yeni bir güç merkezi olarak dünyayı şekillendirmeye başlayacağı bir dönemdir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, askeri ve ekonomik olarak güçlenip, etrafındaki kardeşlerini de kendisiyle birlikte yukarıya doğru çektikçe, birlikler ve stratejik ilişkiler tesis edip etki alanını genişlettikçe , karşısında yer alan cepheyi ve onlarla birlikte hareket eden içimizdeki işbirlikçileri de zayıflatacak ve tarihin tozlu sayfaları içindeki yerlerini almasını sağlayacaktır. Sürece ilişkin olgunluk durumunu takip etmek isteyenler ise ; Türkiye’nin tam anlamıyla ve tartışmasız bir biçimde büyük bir güç olarak ortaya çıktığı, Türk Birliği’ni tesis ettiği ve tüm dünya müslümanlarına seslendiği sürecin hangi aşamasında olduğumuzu isabetle değerlendirerek gerçekçi bir sonuca ulaşabileceklerini ve ancak bu tespit üzerinden nitelikli bir strateji geliştirebileceklerini unutmamalıdır.
Dünya'nın tüm ezilmiş milletleri ve müslümanlar ise, kendilerini Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ve müslüman Türk milletinin küresel stratejisine destek verecek şekilde konumlandırmaktan başka çareleri olmadığını şimdiden idrak ederek, geleceklerinin mahvolmasını engellemek için çaba sarfetme bilincine ulaşmalıdır.
Tarihi açıdan kısa addedilebilecek bir süre sonra dünyaya nizam verecek bir güç olarak ortaya çıkacağımızın farkına varan güç merkezlerinin üzerimizdeki baskıyı arttırmaya başladığı ve henüz gelişme aşamasını tamamlamadan bu gücü boğmak üzere hareket geçtikleri de dünya siyasetinden rahatlıkla görülebilmektedir. Ancak dünya üzerindeki hakimiyetleri açısından yeterli bilinç ve irade düzeyini kaybeden, siyasi- ekonomik ve askeri güçleri itibariyle de gerileme dönemine giren küresel güçlerin, netice itibariyle başarılı olma kapasitelerinin bulunmadığı , akıl - feraset ve gelecek çizgisinde bakanlar nezdinde net bir biçimde görülebilmektedir.
Bu arada ruhu çirkefe bulanmış, her türlü cinsel sapkınlığı içinde barındıran zihniyetin müslüman kimliğinin toplumsal gelişimine engel teşkil etmek üzere ortaya koyduğu senaryolara, hak ve batıl arasındaki küresel mücadelenin zeminini teşkil eden Cumhur İttifakı’nı bozmaya ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti hükümetini yıpratmaya matuf algı operasyonlarına karşı uyanık olma mecburiyetimizin bulunduğu da gözden kaçırmamamız gereken bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır.
Yeri gelmişken belirtmek isterim ki çok istisna durumlar bir tarafa bırakılırsa ; bu ülkeye ihanet içinde olanlar, sapıklar, tecavüzcüler, vatan hainleri, teröristler, batı hayranları , dinsizler, ateistler, vicdansızlar, suçlular ve ahlaksızlar içinde İMAM HATİP LİSESİ mezunları yoktur. Çünkü İmam Hatip Lisesi mezunları, bu ülkenin müslüman ailelerinin, genel ilimler dışında dini altyapıya da sahip olması için çocuklarını okuttuğu, tarihini, değerlerini ve dini verileri bilen nitelikli gençlerin yetiştiği devlet okullarıdır. İMAM HATİP LİSESİ MEZUNLARI , etrafına bilumum pisliğin saçılmış olduğu bir ortamda biten, rengarenk ve tertemiz güller gibidir…
Bu ülkede uyanış ve diriliş, ateist ve terörist yuvalarından değil ; İMAM HATİP LİSELERİNDEN ve her türlü olumsuz şart altında zulme başkaldıran ÜLKÜ OCAKLARINDAN başlamış ve gelişmiştir. Bu yapılara saldıranlar ve bunlar üzerinden milletimize tuzak kuranlar ise içimizdeki işbirlikçilerin ta kendileridir.
İç ve dış saldıralar ne kadar artarsa artsın, hedefimiz tüm cihana hükmetmek ve Allah’ın izniyle aleme nizam vermektir.
Baskılar bizi sindiremeyecek bilakis mücadele gücümüzü yükseltecek, birliğimizi pekiştirecektir...
Bu uğurda bütün Türk yurtları vatanımız, tüm Türk devletleri devletimiz, tüm müslümanlar kardeşimiz olmalıdır…
Bu arada milletimiz ve Allah c.c. hazretlerinin rızası için canını ortaya koymakta hiçbir zaman tereddüt dahi göstermeyen kıymetli gazi kardeşim Şamil Nur Checenov'a hayata tutunup yeniden aramıza katıldığı için en kalbi duygularımla "hoşgeldin" diye seslendiğimi de ifade etmek isterim...
11.09.2020 // 15.13
SEDAT ÇETİNKAYA
.BATI DÜNYASININ ÇÖKÜŞÜ VE BATI DÜNYASINDA YAŞAYAN MÜSLÜMANLARIN VE TÜRKLERİN KENDİNİ KORUMA ALTINA ALMA ZARURETİNİN DOĞUŞU…
Amerika Birleşik Devletleri’nin gölgesinde bir yaşamla etkinlik alanını sürekli genişleten Avrupa devletleri, sahip oldukları küresel hakimiyet alanlarını kaybederken, tabiatın akışı gereği ; durağanlık, gerileme ve çöküş olarak tarif edilebilecek bir sürecin de içinden geçeceklerdir. Bu devletlerin bulundukları noktaya gelmeleri, asgari 300 yıllık bir sömürü, hırsızlık ve katliama dayanıyor olsa da dünyanın kazandığı yaşam hızı dikkate alınırsa, çöküşleri 30 yıllık bir süreyi aşmayacak gibi durmaktadır.
Batının küresel güçlerinin sahip olduğu borç yükünün fazlalığı, yaşlı ve azalan bir nüfus yapısına sahip olmaları, küresel pazarlarını kaybetmekte oluşları, siyasi ve askeri güçlerini yitirme süreci içine girmiş olmaları , yeni ekonomik kaynakları elde etme noktasındaki yetersizlikleri , kullandıkları para değerlerinde yaşanacak önemli zayıflamalar ve çöküşler, toplumsal dayanışma mekanizmalarından yoksun oluşları ve en önemlisi de artık güven vermeyen riskli ülkeler haline gelmeleri, batı medeniyetinin çöküşünü hızlandıracak olan temel hususlardır.
Özellikle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm dünyanın dikkatini çekecek tarzda yürüttüğü siyasi ve askeri stratejilerin, gerek NATO’nun ve gerekse Avrupa Birliği’nin yetersizliklerini ve ikiyüzlülüğünü net bir biçimde ortaya koyması, batı dünyasının ürettiği medeniyet hayalini ve bu dünyaya yönelik inancı ortadan kaldırdığı gibi bebek yüzlü bir canavar olan batının çöküş sürecini de hızlandırmış bulunmaktadır.
Bu arada paganist bir düşünceye ve örgütlenmeye sahip olan küreselcilerin, tası tarağı toplayıp Çin’i kendilerine yeni merkez olarak seçmeleri ve bu seçime yönelik olarak batının derin güçleri ile aralarında yaşanan mücadele de batı medeniyetinin çöküşünü hızlandırmaya etki eden önemli bir faktör olarak karşımızda durmaktadır. Bu noktada Avrupa Birliği’nden ayrılan İngiltere’nin yürüttüğü ; kendisi için iyi ancak batı medeniyetinin geleceği için kötü olan sinsi politikanın etkilerini de atlamamak gerekir. Böylece İngiltere, stratejisini doğru yönetebilirse, hem 2.Dünya savaşının intikamını alacağı hem de Fransa ile 100 yıl savaşları ile başlayan çekişmenin nihai neticesine ulaşacağı bir sürece doğru yelken açmış görünmektedir. Ancak gören gözler nezdinde olmasa da genele arz itibariyle stratejik yönelimini saklamakta halen kararlı olduğu da görülmektedir…
Genetik altyapılarında emperyalizm, vahşet, sömürü, katliam, hırsızlık, gaspçılık ve ihanet bulunan batının, böyle bir çöküş sürecini yaşaması durumunda, içinde barındırdığı Müslümanlara ve Türklere nasıl davranacağını da şimdiden iyi okumak gerektiğini önemle vurgulamak isterim. Bunu bir nebze olsun anlamak için Kızılderililere ve siyahilere yaptıkları katliamları ve 2. Dünya savaşında yaptıklarını hatırlamanın yeterli olacağını söyleyebilmek mümkündür.
Bu bağlamda Amerika – Fransa – Almanya – Hollanda - Belçika- Avusturya gibi ülkelerde yaşayan Müslümanlara ve Türklere söylemek istediğim şey, bu ülkelerde söylenen entegrasyon gibi göz boyamaya ve asimilasyona matuf kavramlara asla inanmamaları , tüm malvarlıklarını nakit hale getirerek bir vesileyle ülkelerine veya güvenli gördükleri merkezlere ulaştırmaları ve risk ortaya çıktığında bu ülkeleri terk etmekte tededdüt etmemeleridir. Çünkü çok da uzak olmayan bir gelecekte, bunları yapabilmelerine olanak tanınmayacak, hatta biz herşeyimizi bırakarak ülkenizi terk ediyoruz denildiğinde yaşam hakları bile korunmayacaktır. Avrupa milletlerinin büyük bölümü, ırkçı ve faşist milletlerdir. Şimdi eğitilmiş kedi gibi sadece rol yapmaktadırlar ve gerçek yüzlerini görmeniz için biraz aç bırakıp önlerine bir fare atmanız yeterli olacaktır…
Batılı devletler, Türk- İslam dünyasının liderliğini üstlenecek olan ve her geçen gün aleyhlerine bir biçimde büyüyecek olan Türkiye ile bir gerilim ve açık bir çatışma içine girdiğinde, NATO’da oynanan tiyatroya son verilip eteklerdeki taşlar döküldüğünde, İsrail ve siyonist güç merkezleri Türkiye’ye karşı batıyı mücadeleye davet ettiğinde, küresel ambargolar ortaya çıkıp siyasi bloklar yeniden şekillendiğinde, Dolar ve Euro’nun rezerv para vasfı ortadan kalkıp büyük değer kayıplarına uğradığında, emperyalistler sömürgelerini kaybettiğinde, Avrupa ve Amerika’da yaşayan Müslümanları kolay günlerin beklemediği kanaatini taşıdığımı ifade etmek isterim. Çünkü batının genetik kodlarına hakim olan zayıfı katletme yaklaşımı yeniden hortlayacak ve bu durum ABD’de iç savaşa, Avrupa’da ise katliama dönüşecektir. Özellikle Türkiye ile batı arasında yaşanacak sıcak bir çatışmada Türkiye’nin açık bir galibiyet elde etmesi, batılıların evlerine ceset torbaları içinde dönmeleri, birçok Avrupa ülkesini Müslümanlar açısından yaşanması imkansız yerler haline getirecektir. Mal bir tarafa canını kurtaran nihayetsiz bir şükür içinde olacaktır.
Tüm dünya müslümanları, yakında her biri batacak olan Avrupa devletlerine ve Amerika Birleşik Devletleri’ne sermaye sağlamaktan, borç vermekten, bu ülkelerin halklarını ve ekonomilerini finanse etmekten , bu ülkelerin karşılıksız, ekonomik bir silah ve soygun aracı olarak kullandıkları paralarına yatırım yapmaktan vazgeçmeli, verdiği borçları dahi geri alamayacağının farkına varmalıdır. Bu bağlamda ve halen zaman varken, durumu kurtarmayı sağlayacak tedbirlerin uygulamaya konulmasında acele edilmedir. Amerika Birleşik Devletleri 22 Trilyon Dolar’ı aşan borcunu ödemeyeceği gibi ABD halkı da Avrupa devletleri ve halkları da borçlarını ödemeyecek, tüm Müslümanların mallarına da el koyacaklardır. Piyasaya sürdükleri karşılıksız ve miktarını kendilerinin bile bilmediği trilyonlarca Dolar ve Euro’dan elde ettikleri vurgun da cabası olacaktır…
Herkes, bu dünyadaki gerçek paranın altın- gümüş ve günümüzde ortaya çıkan platin- paladyum gibi değerli madenler olduğunu idrak etmeli, batının sömürü düzeninden kurtulmuş dünyanın, değerli madenler üzerinden geliştirilecek bir küresel rezerv para ile geleceğe devam edileceğinin şimdiden farkına vararak yatırımlarını bu gerçeklik üzerinden şekillendirmelidir. Devletler de yine bu gerçeklik üzerinden stratejilerini geliştirmelidir.
Bu bağlamda Türkiye’nin, oluşmakta olan bu ihtiyacı karşılamak üzere, Türk ve İslam dünyası için alternatif bir yatırım ve finans merkezi oluşturması da elzemdir. Bu strateji üzerine bina edilecek faaliyetler, ülkemizin 10 yıl içinde büyük bir güç merkezi olarak yükselmesini ve güvenilir bir liman olarak ortaya çıkmasını sağlayarak, ülkemize ve insanlığa büyük hizmetler yapabilmemize vesile olacaktır…
Gelecek uzun yaşayanların değil, onu önceden görerek hızla yaşayanların olacaktır…
04.09.2020 – 13.33
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE’NİN GEÇMİŞİNDEN, BÜYÜK TÜRKİYE'NİN GELECEĞİNE YANSIMALAR…
Türkiye Cumhuriyet Devleti’nin , 2002 yılına değin ekonomik, askeri ve siyasi olarak ulaştığı seviye, küresel açıdan dikkate alınmayı dahi gerektirmeyecek bir seviyeye tekabül ettiği gibi zaman zaman sürpriz yaparak ülke yönetimini üstlenen iyiniyetli yöneticilerin etkisini kıramadıkları bir hakimiyet ve kontrol ağı ve bu ağa hizmet eden işbirlikçiler tarafından kuşatılmış bir Türkiye’nin varlığı söz konusuydu.
Bağımsızlığımızı ve egemenliğimizi fiilen terk ettiğimiz bu kontrol ağı ise ; ekonomik kriz, iç çatışma, darbe , muhtıra gibi çeşitli yöntemlerle ülkemizin ekonomik – askeri ve siyasi olarak gelişmesini devamlı bir biçimde engellediği gibi toplumsal dinamiklerimizi bozmak, iç barışımızı dinamitlemek, inanç ve değer yargılarımız değiştirmek, nüfusumuzu kontrol etmek gibi tüm stratejik çalışmaları da yürütmüş bulunmaktadır. 1990’lı yılları hatırlayanlar, kontrolü elinden kaybetmemek için bu yapının, TRT dışında faaliyet gösterecek bir televizyon kanalının varlığına karşı nasıl ayak dirediğini, nasıl sudan gerekçelerle parti kapatma yoluna gidebildiklerini, el birliğiyle nasıl darbe tezgahları tertipleyerek milleti kandırdıklarını, bunların demokrasi – insan hakkı ve hukuk söylemlerinin tamamen içi boş söylemler olduğunu, dandik ve embesillere özgü bir laiklik anlayışı kullanılarak sadece ama sadece müslümanları baskı altına alıp, İslamiyetten uzak bir toplum oluşturmaya doğru nasıl yönlendirme yaptıklarını acı bir tebessümle hatırlayacaklardır.
İŞTE ŞUAN KARŞIMIZA ÇIKAN ; Müslüman- Türk kimliğine yabancı, ülkesine hiçbir aidiyet bağı taşımayan, bilinç ve fikir yoksunu, bilgi kirliğine maruz kalarak muhakeme yeteneğini kaybetmiş, milletimiz için yapılan her faaliyete ve çalışmaya bir kulp takmayı marifet sayacak kadar ahlaksız, ruhunu çirkef yosunu kaplamış , benliğini kokuşmuş batı medeniyetine satmış, ezan okunurken içinden kusmak gelen, Ayasofya’nın açılışını anasına edilmiş bir küfür misali kabullenemeyen, zulüm 1453’te başladı sloganları atan, domuz etiyle beslenip, cenabet gezmekle övünen, sapkın yaşamlarını bir hak olarak dayatıp nesillerimizi ifsat etmeye çalışan, hiçbir etik değere sahip olmayan, ülkesi işgal edilse işgal edenleri alkışlayacak kadar vatansız, siyaset uğruna ülkesinin liderini ve geleceğini satmaya hazır halde bekleyen, yabancı devletlerle işbirliği içinde ülkesi aleyhine gizli çalışmalar yürüten, terör örgütlerinin ve mensuplarının kitlesel savunuculuğunu yapan, devlet görevlilerinin ölümünden sorumlu olduğu mahkeme kararıyla ve fiilen ortada olan kişileri çeşitli bahanelerin arkasına sığınarak savunmaya çalışacak kadar fikir ve zihniyet kaybına uğrayarak terörize olmuş ve kısaca bizimle , devletimizle ve vatanımızla hiçbir bağı kalmamış kişi ve gruplar, BU ÇALIŞMALARIN BİR NETİCESİ OLARAK ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Aziz ve Muktedir olan Allah’a hamd olsun ki bu işbirlikçi ve benliğini kaybetmiş kişi ve grupların karşısında sıradağlar gibi yükselen ve ülkemizin geleceğine yön verme noktasında büyük çaba sarfeden bir kesim de oluşmuş bulunmaktadır. Bir zamanlar ben ülkücüyüm, ben müslümanım diyebilenin bile sınırlı olduğu bir toplumdan, açık açık Turan’ı ve Allah’ın ismini yeryüzüne hakim kılma davasını ilan edebilen bir topluma dönüşmek için büyük mücadeleler verilmiş ve bedeller ödenmiştir. Bu mücadele verilirken ve hakimiyet ellerinden kayıp giderken, ülkemizdeki müesses nizamın temsilcilerinin, sahneye sürmedikleri hiçbir tertip ve gayrı nizami savaş taktiği kalmamıştır. Şuan ulaştığımız seviye itibariyle artık geriye dönüş söz konusu dahi değildir. Efendilerinin istemi üzerine tüm benzemezler bir araya gelse de her gün yeni yalanlar ve ancak kendileri gibi fikir fukaralarının inanacağı algılar oluştursalar da arzuladıkları sonuca ulaşmaları mümkün olmayacaktır.
Ayyaşlık, çıplaklık, ezberletilmiş kalıplar, bağnazlık, gericilik, batı hayranlığı, aşağılık kompleksi, dinsizlik, işbirlikçilik, vatan hainliği ve yalan bir tarih üzerine kurdukları düzen çökmüştür, çökertilmiştir…Tüm niteliksiz söylemleri artık sadece bir ölüm çığlığı hükmündedir.
Askeri açıdan bir dev gibi yükselmeye başlayan Türkiye, devletlerin yaşamında önemsiz sayılabilecek bir süre zarfında dünyanın en güçlü askeri konseptinin ve savaş sanayisinin sahibi olacaktır. Şuan bazı krizler noktasında yaşadığımız gecikmeler ve sıkıntılar, geçmişte bize kaybettirilen ve hızla telafi etmemiz gereken eksiklikleri barındıran zamanların bir bedelidir. Ülkemizin bugün savaş uçağından hava savunma sistemine, füzeden nükleer başlığa, denizaltıdan uçak gemisine, güdümlü mühimmattan tanka kadar ne kadar eksiği varsa, geçmişte bizi yönetenlerin ihaneti , işbirlikçi zihniyete teslim oluşu veya onları aşamaması nedeniyledir. Ülkemiz, tüm düşmanlarımızı karşısına alarak, milli çıkarlarımızın bir gereği olarak onları bir zaruret ve strateji gereği tehdit ederken, barış söylemleriyle ya da "bizim Libya’da ne işimiz var" kabilinden üstü kapalı söylemlerle düşmanın safında yer tutanlar ve onlara destek verenler, anlayacakları dilden söyleyecek olursam ; gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde olanların ta kendileridir… Halep oradaysa arşın da Turnusol kağıdı da buradadır. Görmek isteyenler için de kral çıplaktır...
Bu bağlamda halen, çeşitli mahiyette krizler üretmek ve parçalı temsilden faydalanarak ülke yönetimi üzerindeki kontrolü daim kılmak için tasarlanmış olan Parlamenter sistemi savunanların, küresel güç merkezlerinin bir mantar gibi yükselerek kendisini belli etmiş zavallı ve vasıfsız uşakları olduğunu da görmek gerekmektedir.
Ülkemizde , kokuşmuş CHP zihniyetinin ve işbirlikçiliğin ; medyadan ekonomiye, sanat dünyasından memuriyete, barolardan diğer meslek odalarına, siyasi partilerden sendikalara değin uzanan köklerinin olduğu asla unutulmamalı, 2023 seçimlerine değin toplumsal alanın tamamında büyük bir mücadelenin kapıları ardına kadar açılarak, mücadele ateşi her zeminde hakimiyeti tesis edecek seviyede yükseltilmelidir.
18 yılda devletimiz ve özel sektörümüz tarafından yapılan trilyonlarca Dolar tutarındaki yatırımı , milli gelir –üretim -ihracat ve turizm gelirlerindeki artışı, ihracatın ithalatı karşılama oranındaki iyileşmeyi, cari dengedeki pozitif değişimi, ülkemize yönelik tüm ekonomik saldırılara rağmen ulaştığımız direnci, yaşantımızdaki değişimi, küresel vizyonumuzu, hedeflerimizi ve bu hedeflere ulaşma noktasındaki yeterliliğimizi, askeri kapasitemizdeki gelişmeyi, yönetim anlayışımızdaki değişimin getirdiği gücü, küresel siyasetteki rolümüzü ve geleceğimizi ve Büyük Türkiye’yi göremeyenlerin ve üstüne üstlük her yanı ihanet kokan eleştiriden başka bir faaliyet ortaya koyamayanların, bu ülke için mücadele edenler olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Onların ancak ve ancak, bu ülkeyi yok etmek için çaba sarfeden irili ufaklı TRUVA AT’LARI olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Bunların Truva atı olduğunu bildiğimize göre bunlardan kurtulmamız zor da değildir.
Mücadele bizden, takdir Aziz ve Hakim olan Allah’tandır…
02.09.2020 // 21.21
SEDAT ÇETİNKAYA
.KDENİZ - LİBYA VE SURİYE MESELESİ ÜZERİNDEN KÜRESEL SİYASET STRATEJİSİNİ ANLAMAK VE BOZMAK…
Doğu Akdeniz’in sıcak ve derin sularında, TÜRKİYE’nin karşısına çıkaracak terörist bir örgüt bulma ve oluşturma yeterliliğinden yoksun olan güçler, öncelikle ve en akılcı çözüm olarak YUNANİSTAN’ı kullanmayı planlamış bulunmaktadır. Bu güçler ise ön planda hangi devlet olursa olsun, İsrail’den ve Amerika Birleşik Devletleri’nden başkası değildir.
ALMANYA, Türkiye’nin gözünü boyamak için Yunanistan ile Türkiye arasına girmeye çalışır gibi görünse ve bu hususta iki NATO müttefikinin çatışmasını engellemeye gayret ettiği izlenimini veriyor olsa da daha büyük bir planın parçası olduğunu nihayet net bir biçimde göstermiş bulunmaktadır.
Almanya, Avrupa Birliği içinde Fransa ile çekişiyor olsa da ABD ve İsrail politikaları açısından, ŞEYTANİ İTTİFAKA dahil olduğunu göstermekte ancak bu hususta Türkiye’nin düşmanlığını üzerine çekmekten de şimdilik uzak duran bir siyaset tarzını benimser görünmektedir. Daha da açıkça ifade etmek gerekirse Fransa ve Yunanistan ikilisi gönüllü olarak kötüyü, Almanya ise ite kaka da olsa iyiyi oynamaktadır.
Ancak Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in ; “Avrupa Birliği , haklı olduğu konularda Atina’yı ciddiye almakla ve desteklemekle yükümlüdür” ifadesiyle, Yunanistan’ı desteklediklerini ve bu desteği, tüm Avrupa Birliği’nden de görmek istediklerini şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde ortaya koymuş bulunmaktadır.
Aslında Almanya’nın Libya ile ilgili meseleler noktasında da benzer bir tutum içinde olduğu hatta Hafter’in, Berlin Konferansındaki tavrına göstermelik olarak tepki ortaya koyarak, OYUNDAKİ ROLÜNÜN ANLAŞILMASINI GİZLEMEYİ hedeflediği ve kısaca “POLİTİK TUZAK” kurduğu fark edilmelidir. Küresel güçlerin, bir sömürge devleti olan Almanya’ya vermiş oldukları görev ve etki alanının ; Türkiye’yi kontrol etmek, dengelemek ve oyalamak olduğu hususunun yüksek bir hız ve kuşatıcı bir perspektifle anlaşılması gereği bulunmaktadır. Almanya’nın, "ALTAY TANKI"nın motoru konusunda sergilemiş olduğu olumsuz tutum ve içimizdeki işbirlikçilerini kullanarak bu hususta Türkiye içinde oluşturmuş olduğu polemiklerin tamamı, Türkiye’nin savunma alanındaki ivmesini ortadan kaldırmaya yönelik bu oyalama taktiğinin bir görünümünden başka bir şey değildir. Ayrıca bu taktiğin ; altın çıkarılmasından, nükleer santral inşasına kadar hemen hemen her stratejik alanı kapsadığını da görmek gerekmektedir.
Tüm bu gerilim politikasıyla yapılmak istenen şey ise , Avrupa Birliği’nin büyük ölçüde desteğini almış bir Yunanistan kullanılarak, Doğu Akdeniz’in ABD ve özellikle İsrail çıkarları için şekillendirilmesi, Türkiye’nin ; jeopolitik olarak sınırlandırılarak Akdeniz coğrafyasından ve Afrika’dan uzak tutulması, Suriye ve Irak’ta tezgahlanan Kürt Devleti oluşumu noktasında bir oldu – bitti ile karşı karşıya bırakılması, gerici ve kokuşmuş CHP zihniyetinin Kıbrıs uzantıları kullanılarak Kıbrıs’tan dışlanmasının temin edilmesidir.
Bu bağlamda ; Libya meselesi, Türkiye- Yunanistan sorunları ve Suriye – Irak topraklarında kurulması planlanan Kürt Devleti noktasında öncelikli ve ehemmiyetli olan meselenin hangisi olduğunu görmek, BU OYUNU BOZABİLMENİN İLK ŞARTI olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Libya’dan başlayacak olursak, Libya’da ortaya çıkan ateşkesin aslında Türkiye ile Rusya arasında var olan ve net olarak ortaya konulmamış bir mutabakatın ürünü olduğunu , Hafter’in olumsuz tutumunun ise bu mutabakatı baltalamak isteyenlerin tavrının bir tezahürü olduğunu anlamak gerekir diye düşünüyorum. Bu bağlamda Afrika’daki sömürge düzenini korumak isteyen Fransa’nın, Libya üzerine daha büyük bir ehemmiyetle eğilmesi söz konusu olsa ve Türkiye ile Libya arasında imzalanan Münhasır Ekonomik Bölge anlaşması tüm bölgesel aktörleri etkiliyor olsa da birincil öncelikli konunun Libya olmadığını söyleyebilmek mümkündür.
Münhasır Ekonomik Bölge’lerin paylaşımına ilişkin olarak uluslararası yaklaşımlar ve kararlar ortadayken, Türkiye ile Yunanistan arasında bilinçli olarak oluşturulan sorun ve Türkiye’nin meseleyi sıcak bir çatışmaya dönüştürmemesi için araya girenler tarafından oluşturulan fren etkisi de dikkate alındığında, bu meselenin de gerçek hedef olmadığı ortaya çıkmaktadır.
GERÇEK HEDEF ; ABD’nin ve İsrail’in, Suriye ve Irak bağlamında oluşturmaya çalıştığı Kürt Devleti ve Lübnan’da tezgahlamaya çalıştıkları iç savaştır. ABD ve İsrail, gerek Suriye’nin ve gerekse Irak’ın kendi istedikleri zemin doğrultusunda şekillenmesi için gerekli gördükleri adamları atmakta, bu adımların bir şekilde engellenmesi durumunda ise engeli dolaşarak yeni bir adım atmakta kararlılık göstermektedir.
ABD ve İsrail’in beklediği şey, ABD seçimleridir ve atacakları adımları bu seçimlerin neticesinde güçlü ve etkili bir yaklaşımla şekillendirmeyi hedeflemektedirler. Bu arada amaçları ve stratejileri ise ;
• Türkiye’nin, Suriye ve Irak’da oyun bozucu bir adım atmasını engellemek,
• Türkiye’yi Lübnan’dan uzak tutmak,
• Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde 11 Ekim 2020 tarihinde yapılacak seçimlerde yandaş bir işbirlikçinin galip gelmesini sağlamak,
• Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin Libya’da etkinlik kurmasına imkan verecek bir duruma sebebiyet vermeden, durumun stabil şekilde devam etmesini temin etmek,
• Yunanistan’ın fazla ileri gitmeden Türkiye’yi oyalamasını sağlamak,
• Ve Türkiye üzerinde gündeme taşınacak ekonomik baskılar ve yerli işbirlikçilerin algı yönetimi uygulamalarıyla, hükümeti dış politikadan uzaklaştırarak, iç politika ile uğraşır hale getirmekten teşekkül etmiş bulunmaktadır.
Bu durumda Libya’da, çıkarlarımızın bir gereği olarak Rusya ile anlaşma zeminini derinleştirip, UMH ile Tobruk yapılanmasını temsilen Akile Salih üzerinden hareketle Hafter’i süreçten tamamen dışlamaya matuf girişimleri adım adım uygularken ; küresel güçlerin arzuladıkları sürecin dışına çıkarak, Yunanistan’a devamını getirmesini imkansız kılacak şekilde hızlı ve etkili bir askeri karşılık vermek ve Suriye’de kaldığımız yerden devam edecek tarzda Pyd//Ypg yapılanması üzerine, Irak’ta ise Musul üzerine konsantre olmaya başlamak en etkili ve en oyun bozucu yol olacaktır…
Ne de olsa BOZKURT, puslu havayı sever…
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİN OLMASI GEREKEN ASKERİ PERSPEKTİFİ…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, günümüzdeki askeri kapasitesi itibariyle dahi dünyanın en güçlü ordularından birisine sahip bulunmaktadır. Ancak bu bizim için asla yeterli kabul edilmemesi gereken bir durumdur. Zira ellerinde bulunan silahlarla, varlığımızı tehdit edecek nitelikte askeri güce sahip ülkeler olduğu gibi bunların tarihte olduğu gibi birleşik bir cephe oluşturarak bizi yok etme amacı ile hareket edebilmesi de mümkün bulunmaktadır.
Bu bağlamda bir değerlendirme yaptığımızda öncelikle, bağımsız birlik olarak savaşacak en küçük kara gücü tanımımızı yeniden yapmamız , günümüzün savaş ufkuna bağlı olarak bu gücün silahlarını , donanımını ve kabiliyetlerini de yeniden tespit etmemiz gerekmektedir.
Ayrıca kara konuşlu tüm savaş araçlarını hem imha edilmekten korumak hem de hızlı ve bağımsız nakil kabiliyetine ulaştırmak için mobil hale getirmek, bu araçların beka kabiliyetlerini güçlendirmek, çatışma hattını dağıtarak ordumuz için alan açacak insansız savaş birlikleri oluşturmak ve ordumuzun muharip gücünün tamamını mobilize etme gereği bulunmaktadır.
Diğer taraftan, günümüzden çok daha uzun menzilli obüs topları, güdümlü mermiler, uzun menzilli seyir füzeleri, kıtalararası balistik ve hipersonik füzeler de ordumuz envanteri içindeki yerini hızla almalıdır.
Deniz kuvvetleri açısından ise her biri 18 hücumbot, 6 korvet 6 fırkateyn, 2 muhrip , 8 denizaltı, 1 LHD, yeterli ölçüde çıkarma, istihbarat, elektronik harp , lojistik ve mayın gemilerinden oluşan ve Karadeniz- Adalar Denizi ve Akdeniz donanması olmak üzere asgari 3 adet donanmaya, çeşitli görevler için hazırda bekletilen yedek görev gücüne ve stratejik güç aktarımları için asgari 1 adet Uçak gemisine sahip olmamız da gerekmektedir... Zira bu donanmalarımızın her birinin, diğer donanmalardan destek almadan tek başına bölgemizdeki düşmanlarımızla karşı karşıya gelebilecek güçte olması büyük öneme sahiptir. Bu kabiliyette bir donanma gücü, Türkiye’nin farklı deniz bölgelerinden askeri bir tehditle sıkıştırılmasını önleyeceği gibi zor durumlarda mevcudundan yapacağı eksiltme ile askeri bir zafiyete neden olmadan ihtiyaç duyulan noktalara rahatlıkla güç aktarılmasına da olanak sağlayacaktır.
Yine tüm kıyılarımız bir deniz savaşını desteklemek ve ülkemize yapılacak çıkarmaları engellemek üzere öncelikle Atmaca füzesi sonrasında ise asgari 600 kilometre menzilli ve hipersonik hızda seyreden kara konuşlu gemisavar füzeleri ile donatılmalıdır. Böylece donanmamıza ihtiyaç dahi olmadan, düşman donanmalarının kıyılarımıza yaklaşmasına olanak verilmeyecek, düşmanın tüm deniz unsurları karadan yok edilebilecektir.
Ayrıca tüm deniz helikopterlerinde kullanılabilecek ölçülerde uzun menzilli gemisavar füzesi üretimi yapılmalı, tüm denizaltılarımız da uzun menzilli seyir füzesi ve balistik füze fırlatabilecek bir kapasiteye ulaştırılmalıdır. Bu bağlamda tüm denizaltılarımız, havadan bağımsız tahrik sistemine ve gelişmiş batarya kapasitesine sahip denizaltılardan kurulu hale getirilmelidir. Ayrıca insansız, küçük ve torpido atışı yapabilecek denizaltıların üretimi için de ciddi çalışmalar yapılmalıdır.
Kara ve deniz sahalarında kullanılabilecek, etkili mühimmat gücüne sahip, yapay zeka ile hareket eden, yüzlercesi hatta binlercesi bir arada harekat icra edebilen sürü dronelardan oluşan saldırı birlikleri oluşturulmalı ve bunlar hava platformlarından da koordine edilmek suretiyle kullanılabilmelidir. Böyle bir gücün oluşturacağı saldırıyı ve oluşturacağı etkiyi karşılayabilecek hiçbir kara ve deniz ve hava gücünün olmadığı hususu özellikle dikkate alınmalı ; bu sürü droneların, menzil ve patlayıcı madde gücünün arttırılmasına özellikle önem verilmelidir.
Çok yüksek irtifada görev yapabilen, seyir füzesi , gemisavar füzesi ve Hava- Hava füzesi kullanabilme imkanına sahip insansız hava araçlarından oluşan filolar oluşturulmalıdır. Bu filoların ; düşman kuvvetlerine seyir füzeleri ile baskın yapmak, onları yüksek kapasiteli AESA radarları ile tespit etmek ve bir saldırı durumunda öncelikli olarak karşılamak için 24 saat havada bekleyen güçler olduğu unutulmamalıdır.
Ayrıca kısa mesafelerden, LHD ve uçak gemilerinden iniş- kalkış imkanına sahip jet motorlu insansız hava araçları geliştirilmeli ve bu araçlar üzerinden, TFX savaş uçağımız ile insansız savaş uçağı üretimi arasında bir kesişme noktası oluşturularak, insansız ve yapay zekalı jet üretimi gerçekleştirilmelidir. Ara çözüm noktasında ise TFX savaş uçağımızdan ve devamında geliştirilecek seriden hızla ve asgari 1000 civarında bir savaş uçağı kapasitesine ulaşmayı başarmalıyız.
Savaş helikopterlerimiz ise ; daha hızlı, sessiz ve daha uzun menzilli füzeler kullanabilen platformlar haline getirilmeli, nokta uçar birlik harekatları için tek seferde bir tugayın nakli mümkün hale getirilmedir.
Hava savunma sistemlerinin , alçak- orta ve yüksek irtifa açısından yeterli bir seviyeye ulaştırılması kısa sürede temin edilmeli, Çok Yüksek İrtifa Hava Savunması ve Hipersonik Füze savunması için S 500 benzeri özel bir sistem geliştirilmesi çalışmalarına da şimdiden başlanmalıdır. Bu sistemle düşman uydularına yapılacak saldırılar noktasında özel planlamalar yapılması da unutulmamalıdır.
Hava- Deniz ve Kara görev gücü açısından dost devletlerde görev ifa etmek için hazırlanmış , ordu envanterine dokunulmadan dost ülkelere kuvvet nakli için her türlü Tank- Obüs- Zırhlı Muharebe Aracı- Helikopter- İnsansız Hava Aracı- Hava Savunma Sistemi Bataryası- Elektronik Karıştırma ve Saldırı Silahı- Savaş Uçağı gibi silah donanımına ve savaş kabiliyetine sahip özel birlikler oluşturulmalıdır.
Düşman birliklerin savaş araçlarını elektronik olarak bloke edecek ve üzerimizde kullanılacak elektronik saldırıları pasifize edecek sistemlerin, tek başına savaş kazandıracak sistemler olduğu dikkate alınarak, hava/kara ve deniz sahasında etkili olacak elektronik savaş sistemleri , yüksek kapasiteli radarlar ve casus uydular geliştirmeli ve uzay teknolojisi alanında kendi uydularımızı fırlatacak ve yörüngeye yerleştirecek teknolojiye ulaşmalıyız.
Ayrıca elektromanyetik ateşlemeli silahlar ve lazer silahları konusunda da çalışmalarımızı yoğunlaştırmalı, yüksek kapasiteli lazer silahlarının tüm savaş stratejilerini değiştirebileceğini unutmadan bu konuya özel bir önem atfetmeliyiz.
Ve en önemlisi bizim karşımızda zor duruma düşecek düşmanlarımızın, tüm dengeyi değiştirebilecek nükleer silah tehdidine karşı onları tehdit edecek nükleer silah kapasitesine ve ikincil saldırı yapacak denizaltı ve üs yeterliliğine ulaşmayı da mutlaka başarmalıyız…
Ne kadar cesur olursak olalım, kaba hatlarını çizdiğim bu kapasiteye ulaşmadan birçok savaşı kazanabilecek olsak da her savaşı kazanma imkanına sahip olamayacağımızı ve dostlarımızı güçlü kılarak küresel gücümüzü arttırma ve derinleştirme olanağına kavuşamayacağımızı hiçbir zaman unutmamamız gerekmektedir.
Türkiye bu askeri kapasiteye ulaştığında, hiçbir askeri güç, Türkiye’nin karşısına çıkmaya cesaret edemeyecektir… Bu gerçeklikten çıkan sonuç ise bizimle savaşma gerekliği üzerinden plan yapanlar için en uygun tarihin, önümüzdeki 5 yıllık dönem olduğudur. Bu dönemi kaçıranlar için ise her gün küresel güç olmaya bir adım daha yaklaşan bir Türkiye’nin mevcudiyeti söz konusu olacaktır...
Askeri altyapısını sağlam temeller üzerine kurmuş ve yeterli kapasiteye ulaşmış bir Türkiye’nin karşısına çıkabilecek , cesaret ve asalette zirveye ulaşmış ve Allah’ın ismini yeryüzünde hakim kılmak için Allah En Büyüktür diyerek savaşan Müslüman- Türk milletini yenilgiye uğratabilecek bir dünyevi güç yoktur…
Ve bu durum, önümüzdeki süreçte karşımıza çıkma cesaretini gösterenler ve tüm izleyenler tarafından ibretle müşahade edilecektir.///
Yeşermesi ektiğimiz tohumun haktır,
İşte o gün ruhlarımız şad olacaktır….
25.08.2020 // 21.21
SEDAT ÇETİNKAYA
.ABD ESKİ BAŞKAN YARDIMCISI VE DEMOKRAT PARTİ BAŞKAN ADAYI JOE BİDEN’A VE İÇİMİZDEKİ İŞBİRLİKÇİ MUHALEFETE GÜZEL BİR DERS VERMEK…
Rusya’nın, ABD seçimlerine etki ettiğini iddia ederek, ABD Başkanı D.Trump’ın üzerinde büyük bir baskının oluşmasına neden olan Demokratların ve arkasındaki küresel güç merkezlerinin temsilcisi konumundaki ABD başkan adayı Joe Biden, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin başkanı Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’ı muhalefet ile işbirliği içinde devirmeyi düşündüğünü ilan etmiş bulunmaktadır.
Bu şahsın 2009 – 2017 döneminde Amerika Birleşik Devletleri Başkan Yardımcısı olduğu düşünüldüğünde, söz konusu dönem içinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti topraklarında yaşanan her olumsuz durumun arkasında Amerika Birleşik Devletleri’nin bulunduğunu açık açık itiraf etmiş olduğunu söyleyebilmek mümkündür.Aslında Joe Biden, Sayın Erdoğan’ı darbe ile devirmeyi başaramadık ama bu sefer ben, muhalefeti kullanarak devireceğim demek istemekte ve bu çerçevede her ne kadar bizim tarafımızdan biliniyor olsa ABD Devlet politikasını açıkça ifşa etmektedir.
Açıkça ifade etmek gerekirse herkes bilmelidir ki ; Deniz Baykal’ın CHP Genel Başkanlığı koltuğundan edilmesinden, Pkk’nın silah bırakma sürecinin dışına çıkarılarak yeniden terörize edilmesine, Türkiye’de yaşanan bombalı eylemlere, sinir uçlarımıza yönelik terörist saldırılara, Gezi Pakı olaylarına, dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün gezi olaylarına göz kırpan bir tavır sergilemesine, hendek kalkışmasına, Deaş saldırılarına, Mit Tırları’na operasyon düzenlenmesine, Başkanlık Sistemi’ne geçiş oylaması çerçevesinde yaşanan siyasi atmosferin şekillenmesine , 17-25 Aralık darbe girişimine, 15 Temmuz kalkışmasına, yapacağımız askeri operasyonlarının bloke edilmesi çabalarına, iç siyasetin sistem mühendisliği uygulamalarıyla dizayn edilmesi çabalarına, uluslararası politikalarımızın iç siyaset yoluyla etkisiz kılınmaya çalışılmasına, ülkemizde yürütülen 5 nci kol faaliyetlerine, sosyal medya başta olmak üzere tüm medya alanları üzerinden geliştirilen R.Tayyip Erdoğan karşıtlığına, açık ve gizli askeri ambargolara ve ekonomimize yönelik saldırılara kadar her olumsuzluğun altında Amerika Birleşik Devletleri’nin veya başka bir söylemle ABD yönetimine hakim olan güçlerin yürüttüğü bir SAVAŞ POLİTİKASI bulunmaktadır.
Ancak önemli olan husus, Amerika Birleşik Devletleri’nin bu savaş politikasını içimizdeki işbirlikçi bir muhalefetle yürüttüğünü eski başkan yardımcının ağzıyla itiraf etmesi gerçeğidir. Şimdi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni seven, bu ülkeye aidiyet bağıyla bağlı herkesin sorması gereken soru ; bu muhalefet tanımı içine ülkemizdeki hangi muhalefet partilerinin dahil olduğudur.
Joe Biden, bilinç altına yerleşen bir yaklaşımla Kürt meselesine ilişkin bakış açısını ortaya koyarken, Suriye’de bir Kürt Devleti oluşumunu desteklediğinden açıkça bahsetmekte ve Türkiye açısından da Sayın Erdoğan’ı otoriter olmakla suçlarken, üstü kapalı bir söylemle Pkk//Pyd//Ypg/Sdg siyasetine ilişkin anlayışının, Türkiye’yi parçalamaya yönelik açılımlarla uyumlu olduğuna müteallik izlenimler de vermektedir.
Bu bağlamda ABD mandacılığının günümüzdeki yaşayan temsilcisi, sırtını Pkk ve bilumum ABD destekli terör örgütlerine dayamış olan HDP’nin, Joe Biden’in desteklediği muhalefet anlayışı içinde olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. HDP ile ittifak içinde olanlar ile 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında FETÖ yapılanması ile ilişkilerini devam ettiren ve onların koruyuculuğunu üstlenen siyasi partilerin de Joe Biden’in çizdiği destek şemşiyesinin altında olduğu da ortaya çıkmaktadır.
Konunun tersinden bir sağlamasını yapacak olursak ; Joe Biden’ın bu açıklamasına yönelik olarak açıkça muhalefet geliştirmeyen ya da laf olsun torba dolsun kabilinden eleştiri getiren muhalefet partilerinin, Türkiye’nin ilerlemesine yönelik olarak takoz siyaseti yapanların, uluslararası ilişkiler noktasında yabancı devletlere koz vererek Türkiye’nin elini sınırlamaya çalışanların, ülkesini yurtdışında ve yabancı kurumlar nezdinde şikayete yeltenenlerin, fikir özgürlüğü adı altında açıkça ihanet siyaseti yapanların, Joe Biden’ın işbirliği yapacağını açıkladığı ve geçmişte işbirliği yaptığı gruplar olduğu tespit edilebilmektedir. Elbette bu kişi ve grupların en net şekliyle VATAN HAİNİ olduklarını söylemek de boynumuzun borcudur.
Yine herkes bilmelidir ki TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ ; Suriye , Irak, Kıbrıs, Doğu Akdeniz, Adalar Denizi , Azerbaycan, Libya gibi sıcak gerilim bölgelerinde ABD’yi net bir şekilde karşısında bulmamak, ABD İSE ; NATO’nun dağılmasını engellemek, Avrupa’ya ve Rusya’ya karşı Türkiye’yi bir koz olarak kullanmak, girişmek durumunda kalabileceği savaşlarda Türkiye’nin varlığından, gücünden ve üslerinden yararlanmak, Türkiye’nin Türk ve İslam dünyası ile yeni bir güç merkezi oluşturma politikasını kontrol altında tutmak ve Türkiye’nin kendisi ve İsrail için oluşturabileceği zorluklardan uzak kalmak için Türkiye ile ilişkileri koparma noktasına getirmeden yürütmektedir. Gerek Türkiye ve gerekse ABD, müttefiklik ilişkisinin bulunmadığını ve hatta NATO ortaklığının da sadece kağıt üzerinde ve göstermelik olarak devam ettiğini , taraflardan birinin hazır olduğunda bu ilişkilerin tamamen ortadan kalkacağını çok iyi bilmektedir. Dolayısıyla akıllı olan taraf, bu sürecin sonunun açık bir düşmanlık , gerilim, restleşme , karşılıklı ambargo ve hatta sıcak bir savaş ile biteceğini yüksek bir gerçeklik algısıyla idrak ederek hazırlık yapan taraf olacaktır.
Bu arada Cumhur İttifakı’nın karşısında toplanan ve en hafif tabiriyle gafiller olarak isimlendirilebilecek cephenin, başkan adayının Abdullah GÜL olduğu da deşifre olmuş bulunmaktadır. Bakalım bu deşifre olma durumuna rağmen, çakma filozof Gandi’nin yönlendirmesi doğrultusunda şekillenen Abdullah Gül’ün başkan adaylığı üzerinden devam edilip edilemeyeceğini hep birlikte göreceğiz. Ayrıca Muharrem İnce’nin oluşturma ihtimali bulunan siyasi partinin, şimdilik kendisi tarafından aksi söylense de merkez solda, Millet İttifakı ile uyum sağlayamayacak derinlikte bir ayrışmayı mümkün kılması durumunda, Türk siyasetinde önemli değişimlerin olabileceğini de şimdiden görmek ve gereğince hareket etmek gerekir.
2023 yılında yapılacak başkanlık seçimlerini Cumhur İttifakı kazanarak Türkiye’nin küresel bir olarak yükselişine hız verdiğinde, Suriye’deki Pyd//Ypg yapılanması tarafından kontrol edilen ve ABD tarafından korunan alan Türkiye’nin eline geçtiğinde, Misak- ı Milli sınırlarına fiilen ulaştığımızda , Adalar Denizi ve Doğu Akdeniz kontrolümüz altına girdiğinde, Türkiye hiçbir ülkenin ambargosundan etkilenmeyecek hatta dostlarıyla birlikte ambargo koyacak bir güce kavuştuğunda, Devleti Aliyye’nin- Büyük Selçuklu Devleti’nin ve Göktürk Kağanlığı’nın topraklarından çok daha büyük bir coğrafya Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hükmüyle şekillenen bir hale büründüğünde, AŞAĞILIK EMELLERİNİ TÜRK MİLLETİ ÜZERİNDE ETKİN KILMAK İÇİN FÜTURSUZCA HAYAL KURANLAR VE ONLARIN İÇİMİZDEKİ İŞBİRLİKÇİLERİ, TARİHİ BİR DERSİ ALMIŞ VE YAPTIKLARININ BEDELİNİ DE ÖDÜYOR OLACAKLARDIR.
Her Türk ve Dünya üzerindeki her Müslüman bu anlayışa ; fikren, manen, siyaseten ve icraen destek vermelidir. Bu anlayış ve kutlu yürüyüş bizleri ; Nizam-ı Alem’e, Kızılelma’ya ve Hz.Muhammed’in bizlere bıraktığı devlete ulaştıracak yolun ta kendisidir.
Şehitlerden milyonlarca sahibi ve vatandaşı olan
Büyük, kutlu ve aşılmaz bir kaledir bu ebedi vatan….
18.08.2020 // 18 .34
SEDAT ÇETİNKAYA
.KURT, KUZUYU YEMEYE KARAR VERDİYSE, HERŞEY BAHANEDİR…
İçinde bulunduğumuz yüzyıl, 1.Dünya Savaşı öncesindeki durumla karşılaştırıldığında, daha fazla küresel aktörün etkin olduğu bir mücadeleyle şekillenmeye başlamış bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ise askeri – siyasi – ekonomik ve en önemlisi de dini yaklaşımlar üzerinden gelişen bu çok yönlü mücadelenin tam ortasında bulunmaktadır. Türkiye’nin bu durumu, geliştirmekte olduğu güç merkezi nedeniyle hem hedefte olmasını hem de aktif bir tutumla hedef almasını gerektirmektedir. Unutmamamız gereken tek şey ; hedefte olduğumuz, hedef olmaktan kurtulmak için de bizi hedef alanları hedefe koyma, etkisiz kılma veya yok etme yeterliğini gösterme mecburiyetinde olduğumuz gerçeğidir…
Yunanistan ile Türkiye arasında, Kızılhisar ( Meis ) üzerinden gelişen soruna müdahil olan ve sonrasında, Yunanistan ile Mısır arasında imzalanan Münhasır Ekonomik Bölge Sınırlandırılmasına ilişkin kısmi anlaşma ile açığa düşen Almanya, hükümet sözcüsü Steffan Seibert’in “Fransa’nın bu adımını not ettik” açıklamasıyla bu meseleye ilişkin sorumluluğun Fransa’ya ait olduğunu açıkça ilan etmiş ve Fransa ile karşıtlık içinde bulunduğunu en azından şekilsel olarak göstermiş bulunmaktadır. Ancak bu karşıtlığı tam anlamıyla ortaya koymaktan uzak olan Almanya’nın, bu yaklaşımının bir gölgeleme politikası olması da mümkündür. Ancak ateş olmayan yerden duman çıkmazmış düşüncesinin bir tezahürü olarak, Almanya içinde bu yönde güçlenen bir damarın bulunduğunu söyleyebilmek de olanaklıdır…
Bu arada Fransa’nın Doğu Akdeniz’deki kuvvetlerini arttıracağını açıklaması, Rum kesimi ve Yunanistan’la ortak tatbikata girişmesi, Mısır’ın Milli İstihbarat Teşkilatı ile bağlantıya geçerek göz boyama amacına matuf ve tansiyonu düşürücü bir tutum sergilemesi, ABD ve Avrupa Birliği’nin de gerilimi düşürücü nitelikte yaklaşımlar içinde olması ; Türkiye’yi test ettiklerini gösterdiği gibi sahada daha büyük bir planın var olduğunu da ortaya koymaktadır…
Aslında bu meseleyi Lübnan üzerinden değerlendirme noktasında büyük yarar olduğu düşüncesini taşıdığımı öncelikle ve önemle ifade etmek isterim. Lübnan, sınırlarını Fransa’nın çizdiği ve Ortadoğu’nun kalbine Hristiyan dünyasını temsilen yerleştirilmiş bir dinamit hüviyetini taşımaktadır. Bu bağlamda Fransa ve İsrail arasındaki ilişkinin varlığını görmemek için de kör olmak gerekir. Dolayısıyla Beyrut limanında yaşanan patlamanın, Lübnan’da İsrail ve Fransa açısından arzu edilen bir iç savaşı sağlamaya yönelik olarak gerçekleştirildiğini anlamamak için de idrak yoksunu olmak gerekir diye düşünüyorum. Lübnan nüfusu kabaca ; % 92 Arap, % 4 Ermeni, % 1 Yahudi, % 1 Türk, % 1 Kürt etnik yapısından, % 55 Müslüman, % 40 Hristiyan ve % 5’i ise Dürzilerden oluşmaktadır. Müslüman nüfusun % 60’ı ise Şii’dir. Hristiyanların çoğu Maruni Araplar olup, bunları Grek Ortodoks ve Katolikler ve Ortodoks Ermeniler izlemektedir...
Lübnan’da Cumhurbaşkanlığı ve ordu yönetimi Hristiyanlarda, Başbakanlık Sünni Müslümanlarda, Meclis başkanlığı ise Şiilerde bulunmaktadır. Lübnan iç savaşı sonrasında Lübnan’da etkin hale gelen ve Hristiyanlar lehine meseleye müdahil olan Suriye’nin etkisi azalmasına rağmen, Şiileri temsil eden Hizbullah’ın ve dolayısıyla İran’ın etkisi artmaktadır. İç savaş döneminde ülkeden kaçan Hristiyanların durumunu da düşündüğümüzde, İsrail ve Hristiyanlar aleyhine ancak İran lehine bir durumun şekillendiğini söyleyebilmek mümkündür.
İşte bu etnik, dini ve siyasi yapı dikkate alındığında, Lübnan’ın yeni bir iç savaşın içine sürüklenmesinin bir kıvılcıma baktığını söyleyebilmek de mümkün bulunmaktadır. Elbette bu kıvılcımı çakan, İsrail olmakla birlikte şimdilik bu işten faydalanan ülke olarak Rothschildlerin tasmalı köpeği E.Macron yönetimindeki Fransa ortaya çıkmış gibi görünmektedir. Fransa özellikle Hristiyan Greklerin ve Ermenilerin desteğini ve bunlar vesilesiyle de tüm Hristiyanların desteğini yoklamakta ve Lübnan’ın yeniden şekillenmesi için iç savaş hazırlığı yapılmasına ilişkin manifestoyu da zımnen ilan etmektedir...
İsrail’in, ABD’ye rağmen Çin ile ilişkilerini geliştirmeye devam etmesi ve Beyrut Limanı’nın Çin eliyle yapılmasını desteklemek suretiyle de Lübnan’ı siyaseten yutmak istemesi ; Müslümanların birbirini , Hristiyanların ise tüm müslümanları öldürmesini temin etme ve sonunda İsrail’in güdümünde bir Lübnan meydana getirme projesinin varlığını ortaya koymaktadır ki bu durum, ilgili herkes tarafından şimdiden görülmesi gereken bir stratejidir. Bu durum ise ABD seçimlerinin önemine büyük bir atıf yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Zira Doğu Akdeniz’de oluşan İsrail- Fransa- Mısır- Suudi Arabistan- Yunanistan- Birleşik Arap Emirlikleri ve Kıbrıs Rum Kesimi İttifakının geleceği, bu seçimin sonuçlarıyla doğrudan ilgili bir hal almış bulunmaktadır. Aslında Libya- Suriye- Kıbrıs- Lübnan -Doğu Akdeniz ve Adalar Denizi sorunlarının tamamı, bu meseleyle doğrudan ilgili bulunmaktadır.
Küresel para baronları, Türkiye’nin elindeki gücü ve güç çeşitliliğini bildiği için Türkiye’yi doğrudan doğruya karşısına alamamakta ancak Türkiye’yi sınırlandıracak ve sıkıştıracak cepheler üzerinden hareket etmeyi yeğlemektedir. Etrafımızda gelişen ve gelişecek olan her mesele, bu stratejinin bir ürünü olarak şekillenmektedir.
Ancak tüm küresel güçlerin fark edemedikleri şey, Türkiye’nin oyun bozma kabiliyeti ve bu kabiliyeti takip eden tuzak kurma kapasitesidir.
Uyuyan Kurt uyanmıştır. Tek başına da değildir. Kuzuyu yemeye karar vermenin de arifesindedir. Sonra her şey bahane olacaktır… Demedi demeyin… Bir savaş ve mücadele uzmanı olan Bozkurt’un tuzağından da kurtulamazsınız. Pişman olursunuz ancak pişmanlığınız da fayda vermez…
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE VE YUNANİSTAN ARASINDAKİ GERİLİMDE HEPİMİZ DOĞU AKDENİZ’İ TARTIŞIYOR OLSAK DA DANANIN KUYRUĞU, BİNLERCE ADANIN BULUNDUĞU EGE DENİZİNDE KOPACAKTIR…
TÜRKİYE’nin, Yunanistan’ı ve tüm destekçilerini büyük bir deniz savaşında mağlup etmesi veya tüm düşmanlarına korku salması için devasa bir donanmaya ihtiyacı yoktur.Bunun için ;
• Eğe ve Akdeniz kıyıları ile Kıbrıs’a , kara konuşlu gemisavar füzeleri yerleştirmemiz ve bu füzelerin 220+ km olan menzilini geliştirmek için hızlı bir çalışma başlatmamız,
• Tüm bölgeyi, S 400 – Hisar O , Hava Savunma Fırkateynleri ve envantere sonradan dahil olacak Siper gibi platformlarla etkili bir hava savunma sistemi şemşiyesi altına almamız,
• Su üstü hedeflere ve denizaltılara karşı havadan taarruz edecek insanlı ve insansız hava araçları için özel hazırlıklar yapmamız,
• Torpido atışı yapabilecek kabiliyette insansız denizaltılar, uzaktan yönlendirilebilir ve tespit edilmesi çok zor mayınlar üretme konusunda çalışmalar yapmamız,
• İç deniz mücadeleleri için savaş, beka ve manevra kabiliyeti yüksek, yüksek hızlarla seyredebilen, kolay üretilen, hücumbot tarzı gemilerin inşasına önem vermemiz,
• Düşman Denizaltılarını tespit ve imha için gerekli koordinasyonu yürütmemiz yeterlidir.
Böylece diğer tüm askeri kabiliyetlerimiz ve sahip olduğumuz envanter, ikincil darbe gücümüz olarak korunmuş olacak ve düşmanla yüksek değere ve insan mevcudiyetine sahip gemilerimizle doğrudan bir çatışmaya girilmeden, düşman güçleri yok edilmiş olacaktır.
DİĞER TARAFTAN, Doğu Akdeniz başlığı altında yaşamakta olduğumuz mücadele noktasında, Yunanistan’ın uluslararası anlaşmalara aykırı olarak silahlandırdığı adalar ile mülkiyeti hiçbir zaman Yunanistan’a bırakılmamış olan 150 civarında ada ve kayalığın, Yunanistan’a karşı bir anti tez geliştirilmesi noktasında kullanılması gereğinin gözden kaçırılmaması gereken bir durum olduğunu da önemle ifade etmek isterim.
Ayrıca hiçbir platformda dile getirilmemiş olsa da DİĞER TÜM ADALAR GİBİ Kıbrıs Adası’na da münhasır ekonomik bölge hakkı tanınmaması ve Türkiye’nin münhasır ekonomik bölge sınırlarının bu çerçevede belirlenmesi gerektiğini de neticeten belirtmek ve ilgililerin dikkatine sunmak isterim.
SEDAT ÇETİNKAY
.ALLAH'A KUL, CUMHURBAŞKANIMIZA VE HÜKÜMETİMİZE YOL ARKADAŞI VE KÜRESEL DEVLET STRATEJİSİ’NE ORTAK OLMAK…
Türkiye’miz, ekonomik olarak gelişmek istemekte ancak BU İSTEĞİ ; sermaye yetersizliği, dış baskılar, gizli ambargolar, ekonomi temelli saldırılar, kredi derecelendirme kuruluşları ve uluslararası medya ile oluşturulan algı yönlendirmeleri ve küresel güç merkezlerine hizmet eden yerli işbirlikçilerin 5.kol faaliyetleriyle SINIRLANDIRILMAK VE KIRILMAK istenmektedir. Çünkü Türkiye’nin ekonomik olarak büyümesi ve yeni bir ekonomi ve finans gücü oluşturması ; Türkiye’nin karşısında yer alan güçlerin ekonomik geleceklerini tehdit ettiği gibi Türkiye’nin küresel bir güç olarak yükselmesini ve her türlü askeri ve siyasi stratejisini finanse edebilmesini de mümkün kılmaktadır. Bu gerçeklikten ortaya çıkan sonuç ise ; Türkiye’nin uluslararası güç merkezleriyle yürütmekte olduğu amansız mücadele noktasında kim ÇEŞİTLİ BAHANELERİN ARKASINA SIĞINARAK engelleyici ve ön alıcı bir pozisyon üstleniyor, adı konulmamış biçimde ve üstü kapalı da olsa Türkiye aleyhine bir tutum takınıyorsa, içimizdeki fitne ekolünü temsil edenler ve işbirlikçiler, bunların ta kendileridir. Bu bağlamda üzerine alınıp konuşanlara ve savunma mekanizmalarının ardına sığınarak necaset saçanlara ; “YARASI OLAN GOCUNURMUŞ ” atasözünü nişane olarak taktığımı da belirtmek isterim…
Yine Türkiye isimli ülkemiz, kendisini yönetim sorunlarından kurtararak çok daha iyi bir şekilde yönetilmesini mümkün kılacak tarzda kendine özgü bir BAŞKANLIK SİSTEMİ’ne geçerken ; batılı güç merkezlerinin bir ülkeyi kontrol edebilmek için tezgahladıkları ve kokuşmuş bir zihniyeti temsil eden PARLAMENTER SİSTEME yeniden dönüş hayaliyle siyasi faaliyette bulunanların da bu ülkenin gelişmesini ve iyi yönetilmesini istemeyen odaklara hizmet eden kişiler olduğunu söyleyebilmek mümkündür.
Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kendi içine hapsedecek siyasi yaklaşımlar içinde olanların VE ne Türk dünyasına ve ne de İslam dünyasına uzaktan merhaba demenin ötesine geçecek bir perspektifi bulunmayanların, ülkemizi Türk düşmanı batı dünyasının yalakası, yedekli ineği ya da bekçi köpeği haline getirmek isteyenler olduğu da tartışmasız bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır.
Diğer taraftan Türk Milleti’ni tarihinden, geçmişte sahip olduğu tüm kıymetli değerlerden ve en önemlisi dininden koparmak için, devletimizin kuruluşundan bu tarafa faaliyet yürütenlerin de gerçekte ne Türk ırkıyla ne de Müslüman kimliğiyle yan yana gelebilmesi mümkün olmayan kişileri ve grupları temsil ettiğini de görmek gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, iktidar kim olursa olsun, MASONİK- SİYONİST GÜÇ MERKEZLERİ ve bu güç merkezlerinin geçmişteki kıdemli temsilcisi ABD tarafından yönetilen bir ülke olmaktan öteye geçememiş ; iç çekişmeler, mezhep gerilimleri, bölünme tehlikesi ve düzmece laiklik anlayışı çerçevesinde geliştirilen kısır döngülerle oyalanıp durmuş, askeri darbelerle de hizaya sokulmuştur.
Yine ülkemiz askeri açıdan gelişirken, ülkemizin askeri kapasitesinin artmaması için açık ve gizli uygulamalarla elinden gelen her türlü zorluğu çıkaranların, ülkemizi NATO’nun bağımlı jandarması, cephe önünde ateşe atılacak hizmetkarı kılmak isteyenlerin, SIFATLARI ORGENARAL , BAŞBAKAN VE HATTA CUMHURBAŞKANI DA OLSA de bu ülkenin milli kimliğini temsil etmedikleri tereddüte yer bırakmayacak bir şekilde ortada durmaktadır.
Ülkemizde son 18 yılda trilyonlarca Dolar tutarında altyapı yatırımı yapılmış, bir 3.Dünya ülkesi konumundaki ülkemiz, gerek nitelik ve gerekse nicelik olarak dünyanın en gelişmiş ülkelerini geride bırakmak için yapacağı TARİHİ BİR ATILIMIN eşiğine kadar gelmiştir. Zira bölünmüş yollar, otobanlar, küresel ölçekte öneme sahip köprüler, tüneller, hastaneler, sağlık sistemi yatırımları, sosyal güvenlik yatırımları, devasa barajlar, petrol ve doğalgaz transferi yatırımları, okullar, üniversiteler, demiryolu ve metro yatırımları, hızlı trenler, havaalanları, limanlar, antrepolar, sulama kanalları ve tesisleri , devlet binaları, konutlar, şehircilik yatırımları, orman yatırımları, tarım ve hayvancılık teşvikleri, nükleer santral ve yüzlerce enerji tesisi yatırımı, eğitim yatırımları, öğrenci yatırımları ve burslar, ülkemizi bağımlılıktan kurtaran savunma sanayi yatırımları, uydu ve uzay faaliyetleri gibi yüzlerce alt başlıkta , Türkiye Cumhuriyeti tarihinin tamamında yapılan yatırımların toplamının asgari 3 katından başlamak üzere 10 katına değin uzanan bir gelişim performansı ortaya konulmuştur. // Bu noktada süzme salak iddialarla ortaya çıkan, genel tabloyu okumaktan habersiz ve gerçeklikten kopmuş beyin fukaralarına öncelikle acıyarak baktığımı ve ruhlarındaki çirkefe en galiz sözleri sarfettikten sonra utanma duygusundan yoksun suratlarına sükürdüğümü de ifade etmek isterim.
Üstelik yukarıda kabaca belirttiğim yatırımlar yapılırken, geçmişten kaynaklanan IMF ödemeleri, Konut Edindirme Yardımı ödemeleri , Zorunlu Tasarruf Fonu ödemeleri, çoğu günümüzdeki bir harçlık bile etmeyecek Emekli Maaşlarının durumu gibi onlarca sorun da tek tek çözüme kavuşturulmuş, ayağımıza yeniden vurulmak istenen prangalar ve darbe girişimine değin uzanan nice isyan girişimleri ve engellemeler bertaraf edilmiştir.
Yine tüm bu şartlar altında ; çevremizde oluşturulmaya çalışılan fitne düzeni bozulmuş, Suriye ve Irak topraklarında herkese ve her şeye rağmen gerçekleştirdiğimiz operasyonlarla, ülkelerin toprak bütünlüğüne saygı safsatası tarafımızca yıkılarak Misak-ı Milli hedefimize ulaşmak için güçlü bir altyapı oluşturulmuştur. Bu arada Afrika’nın derinliklerinden Pakistan’a değin her zeminde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yükselen sancağı dalgalandırılmış ve tüm dünya sathında GELECEĞE YÖNELİK İTTİFAKLARIN VE İŞBİRLİKLERİN ZEMİNİ HAZIRLANMIŞTIR .
Ekonomik- siyasi ve askeri gücün bileşimi açısından dünyanın ilk 10 devleti sınırını zorlamaya başlayan Türkiye, önümüzdeki 10-15 yıl içinde dünyanın ilk beş gücü içinde kendine yer bulmasını sağlayacak altyapıyı da oluşturmuştur.
Bize lazım gelen şeyler ; her şeye eleştiri getirme ve kendi kuyumuzu kazacak şekilde fitne üretme anlayışından ve aşırılıklarımızdan sıyrılarak ve her türlü süslü tekliften uzak durarak, birlik içinde hareket etme ve her durumda lidere destek verme yaklaşımı içine girmek, ülkemiz aleyhine sonuç doğuracak durumlar noktasında bireysel çıkarlarımızı ve alışkanlıklarımızı feda edecek bir tutumu benimsemek , önümüzdeki süreçte çok ama çok lüzumunu hissedeceğimiz stratejik öneme sahip silahları süratle üretmemiz noktasında hükümete ufuk açıcı cihette baskı yapmak ve HAYATI MÜCADELE RUHUYLA YAŞAMAKTIR. Unutmamamız gereken şeyler ise yaşadığımız her sorunun mutlaka çözüme ulaşacağı ancak küresel güçler tarafından herhangi bir şekilde ülkemize diz çöktürülürse, sonumuzun 1. Dünya savaşında yaşadıklarımızdan daha acı olacağı ve bunun vebalinin kendini Müslüman ve Türk zannettiği halde , küresel çeteye ve onun içimizdeki temsilcilerine destek verenlere ait olacağı gerçeğidir.
Biz Müslüman- Türk milleti olarak birlik içinde olursak, tüm Türkler ve Müslümanlar da bizimle birlikte olacaklardır. Ve bizim mağlup edilmek bir tarafa mağlup edemeyeceğimiz bir güç kalmayacaktır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir Demir Nitrür mıknatısı gibi kendisiyle irtibatlı herşeyi kendine çekecek, küresel bir güç ve zikir halkası kuracaktır…
Böylece ; Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi ve Türk Dünyası’nın kağanı olmanın, birilerinin verdiği bir yetkiyle, tasarrufla ve kanunla değil, Müslümanların ve Türk Milleti’nin kabulü ve sahip çıkmasıyla oluşan bir kavram ve değer olduğu hususu idrak edilebilir hale gelecektir.
TARİH, Müslüman- Türk Milleti’nin liderliğinde yeniden şekilleneceği bir devre “Allah En Büyüktür” nidalarıyla adım adım girecek ve buna hiçbir şeytani güç de engel olamayacaktır. Bu büyük ve kutlu mücadeleden kaçanlar ve yanlış tarafı seçenler ise ÜSTLERİNE SİNECEK ZİLLET KOKUSUNDAN VE ALINLARINA VURULACAK ŞEYTANIN HİZMETKARI DAMGASINDAN ne bu dünyada ne de çoğunlukla inanmadıkları ancak ölünce farkına varacakları ahir hayatlarında kurtulamayacaklardır.
11.08.2020 / 16.11
SEDAT ÇETİNKAYA
.SAVAŞA BİR ADIM DAHA YAKLAŞMAK…
BASKIN ; PLAN ÜSTÜNE PLAN YAPANLARIN DEĞİL, BASANINDIR…
Yunanistan ile Mısır, Türkiye’nin Libya ile yapmış olduğu Münhasır Ekonomik Bölgelerin Sınırlandırılmasına ilişkin anlaşmayı ve bu anlaşma çerçevesinde Libya ve Türkiye açısından oluşan hakları haleldar edecek şekilde bir anlaşma imzalamış bulunmaktadır.
Oysa aynı Yunanistan, kısa bir süre önce Meis Adası kaynaklı ve donanmasının Türkiye tarafından yok edilmesi ile başlayacak bir savaşın eşiğinden dönmüştür. Üstelik bu hususa ilişkin arabuluculuk görevini de Almanya şansölyesi A.Mergel üstlenmişti. Ancak Yunanistan’ın bu gerilim hiç olmamış gibi durumdan faydalanarak ve bir By-Pass stratejisi geliştirerek Mısır ile yapmış olduğu anlaşma, ortada farklı bir planının işler halde olduğunu göstermektedir. Zira Yunanistan’ın bu yaklaşımının, bir akıl tutulmasını temsil edebilmesi imkansız olduğu gibi Almanya’nın da tüm siyasi etkisini kaybedeceği bir strateji içine girmesinin anlaşılabilir olmadığı da ortadadır. Kısaca Almanya her zamanki gibi ikiyüzlü ve Türkiye düşmanı politikaların taşeronudur.
Kanaatimce Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta yaşanan ve altından İsrail gizli servisi Mossad’ın taşeronlarının çıkacağı saldırı ile Türkiye’ye yönelik olarak planlanan ve 28 Temmuz 2020 tarihli makalemde uyarısını yaptığımın kur saldırısının da aynı planın bir parçası olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Zira Lübnan’daki patlama ile Lübnan yönetimi, Türkiye ile yakınlaşmaması ve ilan edilmeden yürütülen Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması’nı imzalamaması noktasında tehdit edilmiş ve hemen bu olayın sonrasında üzerine düşen görev için hazır kıta beklemekte olan Fransa yönetimi de, Lübnan’ın üzerine bir kurtarıcı edasıyla çullanmış bulunmaktadır. Benzer bir durumun, Türkiye ile Mısır’ın Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması için yakınlaşması nedeniyle Mursi yönetimine yapılan darbe noktasında yaşanmış olduğunu da hatırlamak gerekir diye düşünüyorum.
Diğer taraftan bu gelişmeler yaşanırken Türkiye’nin bu meselelere yönelik konsantresinin başka bir yöne kaydırılmasının gerekmesi nedeniyle, klasik bir yaklaşımla kur üzerinden bir saldırı gerçekleştirilerek hükümetimizin sıkıştırılmaya çalışıldığı, oluşturulacak kamuoyu baskısı nedeniyle Türkiye’nin geri çekilmesinin sağlanmaya çalışıldığı da açık biçimde görülmektedir. Zira kur saldırının yapısı incelendiğinde görülebileceği üzere ortada bir neden yokken ısrarlı bir şekilde yurtdışı kaynaklı bir Türk Lirası talebinin gündeme geldiği ( Türk Lirası karşılığı dolar alarak Dolar kurunu yükseltmek için) , bu talebin desteklenmesini sağlayacak Türk Lirası’nın bulunamaması nedeniyle yüksek faizlerin oluştuğu, bu durumun aşılabilmesi için de hisse senedi ve tahvil satışına gidildiği, merkez bankasının faiz artışına zorlandığı ve ikincil bir dalga olarak Türkiye içinden gelecek bir Dolar talebinin tetiklenmek istendiği görülmektedir.
Bu arada Rusya’nın da Türkiye ile Libya konusunda bir iyiniyet mutabakatına ulaşmış olmasına rağmen, oluşan boşluktan istifade ederek Libya’ya yerleşmeye devam ettiğini, Akdeniz’de ben de varım anlamına gelecek girişimlerde bulunduğunu ve bu girişimleri zorlamaya devam ettiğini de gözden kaçırmamak gerekmektedir.
İşte bu siyasi ve stratejik zeminden hareketle bir değerlendirme yaptığımızda ; Türkiye’nin, Mısır ve Yunanistan arasında yapılan ve yok hükmünde olduğunu ilan ettiği Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması’nı ayakları altına aldığını açık açık gösterecek şekilde bir girişimde bulunması mecburiyetinin doğmuş olduğunu söyleyebilmek mümkündür. KÜRESEL GÜÇ OLMA YOLUNDA İLERLEYEN TÜRKİYE , BU MECBURİYETİN GEREĞİNİ MUTLAKA YAPACAKTIR. Ancak karşımızdaki cephenin temsilcilerinin bunun için gizli bir hazırlık içinde olmadığını söyleyebilmek de mümkün değildir. Yani Yunanistan- Mısır ve muhtemelen de Fransız donanması, Türk donanmasına karşı henüz ilan edilmemiş bir savaş ittifakı kurmuş bulunmaktadır. İşlerin bizim için kötüye gitmesi durumunda, bu donanmalara İsrail başta olmak üzere başka ülke donanmalarının katıldığını görmek de şaşırtıcı olmamalıdır.
Türkiye olarak yapmamız gereken tek şey vardır o da Türk Donanması için Ege ve Akdeniz’de hazırlanmış bir yayılma planı içinde ve ani bir kışkırtma neticesinde, ilk saldırı girişimini başlatması sağlanacak olan Yunan Donanmasını denizaltıları da dahil olmak üzere 30 dakika içinde yok etmek ve Mısır Donanması başta olmak üzere diğer tüm karşıt güçleri şoka sokmak ve hareketsiz kılmaktır. Donanması yok edilen Yunanistan, Türkiye ile topyekün bir savaşı göze alamayacağı gibi bu icraatımız, bölgedeki tüm güçler için de büyük bir gözdağı olacaktır. Bu planı uygularken önemli olan, planın sızmaması için gerekli tedbirleri almak ve bu saldırı sonrasında Meis adası başta olmak üzere Ege ve Akdeniz’deki diğer haklarımızın anlaşma masasında resmen talep edilir hale gelmesini sağlayabilmektir.
Böylece Türkiye’nin gücü ve kararlılığı, Libya açısından da sonuç doğuracak ve Türkiye Libya açısından arzuladığı sonuca ulaşabilecektir. Zira gözü korkacak ve en istekli müttefikini kaybedecek olan Mısır, Libya üzerinde askeri girişimde bulunma gücünü kendisinde bulamayacak, Mısır’ı kullanmak isteyen güçler de Türkiye’yi karşısına alma cesaretini gösteremeyecektir.
Baskın ; plan üstüne plan yapanların değil, basanındır gerçeği bir kez daha vücut bulacaktır…
07.08.2020 // 15.40
SEDAT ÇETİNKAYA
.NSAN VE EVREN
“İNSAN” ; evrende yaratılmış en üstün ilahi kumaşın üzerine, insan bedeninin giydirilmesi ve ilahi kudretin insana vermiş olduğu güçlerin, “beyin” adı verilen bir sınırlayıcıyla kontrol altına alınması sonucunda ortaya çıkan ve gerçek evreni algılamaktan uzak bir çevreleme neticesinde kendisine sunulan gerçeklik içinde “yaşam” olarak isimlendirilen dönemi geçirmesi sağlanan bir varlıktır.
İnsanın bu durumu, sanal ortam deneyimine olanak sunan bir kask ile bir bilgisayar oyununa katılıp, oyundaki seviyeleri içinde bulunduğumuz dünyada yaşıyor gibi deneyimlemeye benzetilebilir. Aslında dışarıda gerçek bir yaşam vardır ancak kaskı takan insan, bilgisayar oyunu içinde sanal bir gerçekliği yaşamaktadır. İşte RUHUNA BEYİN ADAPTE EDİLMİŞ İNSAN da canlılık kazandığı andan itibaren benzer bir durumu yaşamaktadır. Ölümü ile de bu durum son bulmakta ve insan ruhuna takılmış kask çıkarılarak, gerçekle yüzleşmesi sağlanmaktadır. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz sanal dünyada var olan ve bizimle gerçek yaşam arasında doğru bir bağ kurmamızı sağlayan gerçeklikler ; Amentü duasında belirtilen hususlar, Şeytan’ın varlığı, Ruhumuzun mevcudiyeti ve sınırlı yaşama son veren faktör olarak da ÖLÜM’dür… Dolayısıyla bu çizginin dışına çıkanların ; bu oyunda, bu imtihanda veya başka bir tabirle bu süreçte başarılı olma imkanlarının bulunmadığını önemle ve özellikle belirtmek isterim…
Allah cc. hazretleri, ruhlarına beyin takarak ve bir beden giydirerek dünyaya gönderdiği insanlara, bulundukları ortamın bir test ortamı olduğunu ve bu test ortamında kurallara uygun olarak hareket edip başarılı olmaları durumunda gerçek yaşam ortamında hediyeler sunacağını ( Cennet ) bildirmekte ancak insan ise kurallara uygun davranmayıp kendini sanal gerçekliğe kaptırdığı gibi gerçek yaşamı ve sürecin sahibini inkar etmeyi başaracak kadar kendini dünyada yaşanan sürece ya da yukarıdaki benzetmeyle bağlantılı olarak ifade edilecek olursa oyuna kaptırabilmektedir. Elbette insanın bu duruma düşmesinde, rakibi olan şeytanın faaliyetlerini, gerçek manasıyla anlayamamasının da büyük rolü bulunmaktadır. Zira şeytanın, insanın habersiz olduğu gerçeklikten haberdar olan kuralsız bir oyuncu olduğunu ; insanlardan, cin ve ifrit tayfalarından kendisine önemli düzeyde yardımcılar edinmiş olduğunu da söylemek gerekir. İnsan, Cennet’ten kovulurken, “birbirinize düşman olarak inin” denilen Şeytanı ve içinde bulunduğumuz evrenin kadim sakinlerini unutmuş olsa da onlar Şeytan’ın yönlendirmesiyle düşman olarak gördükleri insanı hiçbir zaman gündemlerinden çıkarmamıştır. İnsan kendisini yaratan Allah’ı dahi unutmuş ve kendisine yapılan ilahi hatırlatmaları da boş sözler olarak nitelendirmiş olduğundan ; insanın , Şeytanı ve yaverlerini unutmuş olmasına ve kendisini dünyanın tek sahibi olarak addetmesine normal olarak bakmak gerekir.
Bu bağlamda günümüz insanını değerlendirirken, Nuh tufanı öncesinde de dünyada fitnelere yol açmış olan, karışım varlıklarla genetik yapıyı ifsat etme çalışmaları güden ve Allah’a nispetle üstün insanlar oluşturmaya çalışan şeytanilerin varlığını anlamayan, Yecüc ve Me’cüc’ü insan ırkları zanneden ve hala bunları dünyada bulunan iki dağın arkasındaki bir bölgeye kapatılmış insanlar olarak değerlendiren, şeytanilerin Allah’ı kıyamete zorlamak için Nuh tufanından bu tarafa yattığını zanneden kişilere de acımak gerekir. Zira bunların muhtemelen önümüzdeki süreçte yaşayacağımız ve insanlardan daha ileri teknoloji sahibi olan Cin ve ifrit takımının içimizdeki insan görünümlü yandaşlarıyla birlikte oluşturacağı güç gösterisini ve muhtemel sahte uzaylı istilasını anlayabilmeleri, Deccal’ın insan beyninin çalışma mekanizmasını etkileyerek oluşturacağı serapların mahiyetini idrak edebilmeleri, Yecüc ve Me’cüc’ün Hz.Zülkarneyn tarafından kapatılan uzay geçiş kapısının, yaşanacak elektromanyetik bir değişim neticesinde yeniden geçişe imkan vermesiyle dünya atmosferine girerek tüm dünya üzerinde gerçekleşecek bir yabancı varlık istilasına neden olacağını kabullenebilmeleri, zamanda yolculuğunun mümkün olduğunu , paralel evrenleri, kuantum fiziğini ve hülasa bağlı onlarca meseleyi kavrayabilmeleri mümkün değildir. Bunları kavrayamayanların ise yüksek bir ilim sahibi olan Hz.Mehdi’yi kavrayabilmelerinin mümkün olmadığı, ucube tiplerin Hz.Mehdi olarak ortaya çıkmasından ve bunların peşine takılanlardan bellidir.
İnsanın durumuna geri döndüğümüzde, insanın sahip olduğu iki temel altyapının bulunduğunu söyleyebilmek mümkündür. Bunlardan birincisi insanın bedeni varlığını, ona ait davranış kalıplarını, kabiliyetlerini ve kapasitesini tanımlayan ve ondan önce yaşama dahil olan atalarının ; tecrübe, kazanım, kusur ve zafiyetlerini aktaran DNA ( Deoksiribo Nükleik Asit ), diğeri ise manevi varlığını tanımlayan Ruh’tur. DNA ve ruhun aynı bedende birleşimiyle yeni bir sürüm olan bebek insana, atalarıyla bağlantılı ve fakat kendine özgü bir kader boyutu da açılmaktadır. Yani yukarıda belirtmiş olduğumuz şekilde sanal gerçeklik oyununda yeni bir oyuncu olarak kendisine önceden hazırlanmış olan yer açılmaktadır. Beyin ise ruh ve DNA sarmalında oluşan şifrelerin görsellik kazanmış şekli olan beden arasındaki her türlü bağlantıyı sağlayan ve dengeyi kuran yapıdır. Beyin, insan ruhunu ve ona Allah tarafından bahşedilen kapasiteyi sınırladığı gibi insanın maddi bedenine de , gerçekte onda var olmayan özelliklere sahip olduğu hissini vermektedir. İnsan ruhu ; ışık hızının üstünde hızlarla hareket edebilen, Hz.Muhammed sav. efendimizin Ay’ı parmağıyla iki parçaya ayırması örneğinde olduğu vekil sıfatıyla tasarruf yetkisine sahip olan ve kendisine yüce yaratıcı tarafından ilim verilmiş bir varlıktır. Ancak insan, giymiş olduğu beden elbisesi ve başına geçirilmiş bulunan beyin isimli çözücü, kaydedici , sınırlayıcı ve belirli kurallara bağlı olarak çalışan biyolojik yapı nedeniyle ; bu dünyada varlığa ait ilimden yoksun bırakılmış, biyolojik bedenine bağlı arzularla donatılarak şeytani telkinlere de açık hale getirilmiş bir varlıktır. Ancak aynı insan ölümsüzlük hissine, bir yaratılış fıtratına, maddi bir bedenle tanımlanamayacak olan merhamet- sevgi- acıma- üzüntü- umut- huzur- mutluluk gibi hislere de sahiptir.
İçinde bulunduğumuz evren ise Allah’ın yarattığı sonsuz evrenlerin sadece bir tanesidir ve insan ve şeytan arasındaki mücadelede, Allah’ın kudretini gösteren bir gerçekliktir. Ancak tüm yaratılmış varlıklar gibi bilinen evrende ve yaratılmış diğer evrenlerde yaşayan hiçbir varlık ve hiçbir gökcismi, Allah’ın kudretinin dışında değildir. Allah tüm kulları ve tüm yarattıklarıyla bağlantı içindedir ve onların her halinden de haberdardır.
İşte insan, kendine ve evrene ilişkin bu temel gerçeklerin farkına vararak, YAKINDA ÇOK İHTİYAÇ DUYACAĞI İÇİN beynini her türlü aldatma faaliyetinden korumayı başarmalı, ruhunu sınırlayan beyin fonksiyonlarının oluşturduğu duvarı aşarak ve yaratıcısı ile bağını geliştirerek ; gerçek evreni, dünya yaşamında kavrayabilmelidir.
Ve yine insan, mahiyetine göre bireysel olarak düşünmenin, hayal kurmanın ve diğer bir ifadeyle dua etmenin kendi yaşamı açısından , kolektif beyin faaliyetinin ise dünya tarihi ve insanlık açısından önemini ve gücünü kavramalıdır…
Yüreklerimiz toplu vurdukça ve yüce Allah’a yöneldikçe, hiçbir güç, ne Türk milletinin ne de İslam ümmetinin yükselişini engelleyemeyecektir...
05.08.2020 // 22.50
SEDAT ÇETİNKAYA
.ULUSLARARASI İLİŞKİLER VE BÜYÜK DEVLET OLMA STRATEJİSİNİN TEMELLERİ…
Dünyayı uluslararası ilişkiler üzerinden değerlendirmeye başladığımızda ;
• Diplomasi ve strateji,
• İstihbarat ve psikolojik harp,
• Ekonomik büyüklük ve yönlendirilme şekli,
• Askeri kapasite ve güç kullanma kabiliyeti,
• Tarihi, dini ve kültürel geçmiş,
• İnsanların siyasi hedefleri ve yönlendirilme şekli,
• Küresel güç merkezlerinin durumu gibi başlıkların ön plana çıktığını görürüz.
Uluslararası ilişkiler ; tarihsel altyapıları ile birlikte güç merkezlerinin tanınmasını , bu merkezlerin kurduğu ilişkilerin ve dengelerin çok iyi analiz edilmesini gerektiren bağlardır. İşte bu dengeler ve ilişkiler bilindiğinde ; bunları bozmak, etkisiz kılmak , istenildiği şekilde evrilmesini sağlamak ya da değiştirmek için var olan yolları tanımlayan şey ise stratejidir. Ancak bu strateji, sabit ve kırılgan bir strateji değil ; derin, esnek, gerçekçi , ihtiyatlı, aktif, fırsatları kollayan, gerektiğinde risk alan ve geleceği öngören bir strateji olmalıdır. Bu tür stratejiler ; ünvanı, adı , temsil ettiği makam ya da ekonomik gücü ne olursa olsun, strateji üretme kabiliyetini haiz üstün kapasiteli kişiler tarafından üretilmediği takdirde o ülkenin başarısızlıkla karşılaşması kaçınılmaz bir durumdur...
Büyük devlet olma yolunda ilerleyen bir ülkenin uluslararası ilişkileri iyi yönetebilmesi ve stratejilerini etkin kılabilmesi için gerekli olan bir diğer şey ise “beyin” niteliğindeki insan kabiliyetinin gücüdür. Zira bu ilişkilerin yürütülmesi ; nitelikli istihbarat , analiz ve değerlendirmeler ve temsil kabiliyeti açısından üstün kabiliyette personele ihtiyaç duymaktadır. Ulaşması gereken bilginin ne olduğunu ayırt edebilen , bu bilgiye ulaştığında ya da varlığını hissettiğinde gerekli değerlendirmeleri yapabilen ya da önüne gelen verilerden çok değerli çıkarımlar yapabilen bir dış operasyon sorumlusu diplomat, devletinin ve milletinin geleceğini etkileyecek kadar büyük işlere imza atabilir...
Diğer taraftan ; propaganda, belirli bir amaç doğrultusunda yapılan haber, sunulan görsel, eleştiri, yalan haber, eylem, algı oluşturma amaçlı faaliyetler gibi tüm unsurları kapsayan psikolojik harp ve bu harbe ilişkin olarak gerçekleştirilen karşı faaliyetler de büyük bir devlet için hayati öneme sahip bulunmaktadır. Zira büyük devlet olmanın gereklerinden birisi de üzerine yönelen psikolojik savaş unsurlarını etkisiz hale getirebilme becerisini gösterebilmekten ve hedefine koyduğu devletleri bu yolla etkileyebilmekten geçmektedir. Bir ülkenin yönetimine yönelik olarak, siyasi muhalefet çizgisinin dışında bir yaklaşımla ve devamlı bir biçimde bir saldırı varsa, yazılı ve görsel medya devamlı bir biçimde yönlendirilmiş haberler ve programlar yapıyorsa, yalan haber ve söylemler almış başını gitmişse, ülke içinde eylem ve başkaldırıya yönelik bir altyapı hazırlanmaya çalışılıyorsa, yapılan hiçbir icraat takdir edilmiyor en ufak bir olumsuzluk dünyanın en önemli meselesi gibi büyütülüyorsa ve bunları yapanların hukuken üzerine gidildiğinde ya da sorunlu görülen yapılar için bir ıslah ortaya konulmak istendiğinde büyük bir direnç ve yeni bir propaganda alanı oluşuyorsa, biliniz ki orada baskıcı bir rejim değil, psikolojik bir savaş vardır. Ve devlet, psikolojik harekatın etkilerinden kurtulmak için mutlaka ama mutlaka ve öncelikle bu savaşı yürüten güç merkezini hedef almak durumdadır. Ayrıca psikolojik bir harekatı, etkide bulunmak istediğimiz ülkeler nezdinde yürütmek için milli ve yerel etki ajanları yetiştirmeyi, çeşitli etkilere sahip gazete, dergi, siyasi parti, televizyon, sosyal medya hesabı, sivil toplum örgütü, yardım kuruluşu gibi psikolojik harekat merkezleri oluşturmayı da ihmal etmemeliyiz. Bu yolla derinliği olmayan niteliksiz yönetimleri, hükümetleri ve hatta devletleri bile yıkmanın çok kolay olduğunu göreceğiz. Biz bu amaçla çalışırken, karşımızdaki devletlerin faaliyetleri de daha kolay anlayabilir hale gelecek ; içimizdeki gazetecilerin, sanatçıların, siyasi parti yöneticilerinin, spor kulübü yöneticilerinin , televizyonlarda boy gösteren niteliksiz eski ordu mensubu , profesör , bilim adamı etiketli kişilerin ve onları programlarından eksik etmeyen moderatörlerin ve hatta bu işleri tertiplemek için aldığı gizli finans desteği ile o medya şirketini işleten kişilerin ve de dernek, vakıf , meslek örgütü gibi yapılanmaların gölgesinde faaliyet icra eden sivil toplum kuruluşlarının gerçek yüzlerini de deşifre etmeyi başaracağız...
Uluslararası ilişkilerin diğer yüzleri ortadan kalktığında ya da güçlü olan ben oynamıyorum diyerek, zor oyunu bozar yaklaşımı gereğince silaha sarıldığında ise öncelikle kimin silahının büyük olduğu, kimin askeri stratejisinin iyi olduğu ve kimin bu sıkıntılı sürece dayanma gücünün bulunduğu önem taşır hale gelecektir. Diğer taraftan böyle bir durumda samimi ittifaklar da güç dengesinin kurulmasında büyük önem taşıyacaktır. Dolayısıyla konvansiyonel açıdan güçlü, nitelikli, eğitimli, disiplinli bir orduya sahip olmak önemli olduğu gibi savaşı sürdürecek beşeri ve ekonomik kaynaklara sahip olmak da büyük bir öneme sahiptir. Ayrıca nükleer silah kapasitesine ve bunları farklı ülkelerdeki üslerden kullanabilecek bir yeterliliğe sahip olmak da caydırıcılık açısından çok önemli ve kıymetlidir. Zira caydırıcı olmak, hiçbir devletin diplomasiden ayrılarak size silah çekememesi , sizin güvenliğinizi savaşla tehdit edememesi , bunu yapmak istediğinde kendisinin yok edilebileceğini bilmesi demektir. İşte bu nedenle büyük devlet olmak için nükleer silah kapasitesine sahip olmamız gerektiği gibi buna karşı çıkacak devletlerin ; yok etme gücünü kendi elinde tutmak isteyen, bizim küresel bir güç olmamızı istemeyen ve bize karşı psikolojik savaş taktikleri ile saldıran devletler olduğunu da anlamamız gerekmektedir...
Dünya’ya hala sulh ve barış sözcükleri üzerinden bakanlar, güçler dengesi içinde yaşamak için mücadele edenler değil, kafalarına dayanmış silahın ateşlenmemesi için şirinlik yapmaya çalışan, hayatın gerçeklerini kavramaktan uzak, boş sözlerle gününü gün eden , baştan teslim olmuş zavallılardır. Onları ne geçmişte ne de şimdi dikkate almamız mümkün değildir...
Büyük devlet olmak için ortaya konması gereken faaliyetleri ifa etmek ve halkın refahını sağlamak için önemli bir ekonomik güce de ulaşmak gerekmektedir. Bu güç ise yatırım, üretim, ticaret, finans, coğrafi konum, siyasi ve askeri güç üzerinden sağlanabilecek bir durumdur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ; yatırım yaptıkça, ürettikçe, ticaret yaptıkça, coğrafi konumunun avantajlarını, askeri ve siyasi gücünün etkilerini kullandıkça, büyük bir ekonomik güç ve aynı zamanda küresel bir güç olma yolunda hızla ilerlemeyi de başaracaktır. Tarihi geçmişinin sağladığı dini ve kültürel hinterland ise bu noktada yol açıcı bir fonksiyon olarak ön plana çıkacak ve Türkiye’nin büyük bir devlet olarak yükselmesinde atalarımızın şehadete ulaşan ruhlarıyla hazırladığı bir altyapı olarak emsalsiz bir görev ifa edecektir.
Büyük devlet olma noktasında önemli olan bir diğer husus ise siyasi bilince sahip ve dünya gerçekliğine hakim seçmenlerdir. Günümüz dünyasında bu seçmen kitlesi, ülkesi üzerinde kurgulanan her şeyi boşa çıkarma kapasitesine sahip olması nedeniyle çok önemlidir. Bir yöneticinin, halkının kendisine güven duyduğunu bilmesi ve kendisini hangi zorluk altında olursa olsun yarı yolda bırakmayacağını bilmesi, büyük başarıların önünü açacak sihirli bir anahtar gibidir. İşte bizim ülke olarak sahip olmamız gereken şeylerden biri de büyük halk desteğini arkasına almış bir başkandır. İçimizde birlikten ayrılmak ve fitne çıkarmak için faaliyet icra edenlerin, büyük devlet olmamızın önündeki en büyük engeller olduğunun bilinmesi, bunların içimizdeki işbirlikçiler olarak tanımlanması ve en azından dikkatli bir kontrolden geçirilmeleri gerektiği açıktır…
Ve büyük devlet olarak yükselme noktasında kimilerine göre tarihin,bize göre ise yüce Allah’ın sunduğu çok değerli bir unsur da küresel güç merkezlerinin içinde bulunduğu durumdur. İçinde bulunduğumuz süreç, gören gözler nezdinde ; bir kırılma, bir değişim ve dönüşüm anını simgelemektedir. Bu durum ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak bize tarihi bir olanak sunmaktadır. Tüm kutlu ideallerimizi gerçekleştirmek, önümüzdeki 15 yıl içinde yapacağımız atılımlarla doğrudan ilgilidir. Bu nedenle 15 yıl içinde siyasi- askeri ve ekonomik açıdan büyük bir güç haline gelmeyi başarma mecburiyetimiz bulunmaktadır...
Kızıl Bir Elma, sahibine kavuşmak ; kutlu bir sancak ise menziline dikilmek için bizi beklemektedir…
Bu vesile ile tüm İslam aleminin Kurban Bayramı'nı kutlar ; yüce Rabbimden kutlu bir mücadele uğruna kurban olma niyetiyle ayağa kalkıp cihan hakimiyetine soyunacağımız günlere bizleri ulaştırmasını gönülden dilerim...
SEDAT ÇETİNKAYA
.KÜRESEL REZERV PARAMIZI OLUŞTURMAK…
Bilindiği üzere bağımsızlığın en önemli simgesi olarak ülkelerin MİLLİ BİR PARA BİRİMİ ve bu para birimine bağlı olarak tedavüle sunulan bir para miktarı bulunmaktadır. Ancak değerli madenler, teminat mektubu, kredi, çek, bono, kredi kartı gibi ekstra parasal genişleme sağlayan satın alma araçları da bulunmaktadır.
Paraların karşılıklı değişim değerinin belirlenmesiyle oluşan denge ise KUR olarak adlandırılmaktadır. Bir paranın dünya piyasalarında serbest alınıp satılabilmesi, değiştirilebilmesi veya altın//gümüş gibi değerli madenlerle değiştirilebilmesi ise onun konvertibilitesi ile ilgilidir.
Bu temel bilgilerden de anlaşılabileceği üzere öncelikle paranın bir karşılığının olması , tedavülünün bu karşılığa uygun şekilde yapılması, bu durumun denetlenebilir olması , karşılıklı bir etkileşimle kur değerinin belirlendiği piyasalarda manipülasyonların oluşamayacağı bir düzenin var olması ve her para biriminin birbiriyle değişiminin rahatlıkla mümkün olması gerekir. ANCAK DÜNYA ÜZERİNDE BÖYLE BİR DURUM SÖZ KONUSU DEĞİLDİR. GÜNÜMÜZDE KURULU BULUNAN SİSTEM ; TÜM DÜNYA ÜLKELERİNİN, KÜRESEL REZERV PARA HAKİMİYETİNİ ELİNDE BULUNDURAN GÜÇLERCE SOYULMASINA HİZMET ETMEK İÇİN KURULMUŞ YAPIDAN BAŞKA BİRŞEY DEĞİLDİR.Bunun aksini iddia edenler de bu güç merkezlerinin değirmenine su taşımak için yetiştirilmiş etki ajanları ya da sisteme bağımlı hale getirilmiş ve sistem dışı düşünemeyen bağımlılardır…
Devletler ve milletler tarafından binbir fedakarlıkla yıllarca yapılan tasarruflar , yatırımlar, üretim ve ticari faaliyetler neticesinde elde edilen zenginlik, bir kur manipülasyonu sonrasında yok edilebilmektedir. Türkiye gibi ülkelerin büyük fedakarlıklarla oluşturduğu rezervler, birileri için sadece matbaayı bir gece fazla çalıştırmakla ya da bilgisayarın tuşuna birkaç sıfır eklemekle elde edilebilmekte ve böylece sömürü ve paraya bağlı olarak oluşturulan güçe hiçbir zahmete girilmeksizin ulaşılabilmekte ; yatırım malları, madenler, fabrikalar ve şirketler kağıt maliyetine satın alınabilmektedir. İŞTE BÜYÜK DEVLET OLMAK İÇİN GEREKEN EN ÖNEMLİ ŞEYLERDEN BİR TANESİ DE BU DÜZENE ÇOMAK SOKMAKTIR…
Günümüz dünyasında teknolojinin ulaşmış olduğu seviye, nakit paranın kullanımını önemli ölçüde sınırlamış bulunmaktadır. Kısa bir süre sonra nakit paranın varlığının dahi kalmadığı bir dünyaya geçiş yapacağımız hususu mutlak bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. Bu geçiş ; SANAL PARAYA DEĞİL, ELEKTRONİK PARAYA GEÇİŞDİR. Yani insanlar ; nakit para değil, elektronik olarak altyapısı tanımlanmış kart- telefon – kimlik belgesi gibi araçlarla paralarını kullanabilecek ve yine paralarını bankalarda ya da yetkili birimlerce aktarılan kasalarda elektronik olarak saklayabilecek, güncel kur üzerinden para değişimleri yapabilecek, hatta borç para transferleri dahi elektronik ortamda temassız olarak gerçekleştirilebilecektir.
Bu altyapının ; vergisiz ve kaynağı belli olmayan paraların ve para hareketlerinin tespitinde , vergi tahsilatında, kayıt dışı ekonominin ortadan kaldırılmasında ve ekonomik verilerin anlık olarak belirlenmesinde mükemmel bir sonuç sağlayacağı da ortadadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, siyasi – askeri ve ekonomik olarak küresel bir güç olma yolunda önemli adımlar atan bir ülke konumunda bulunmaktadır. Ancak küresel güç merkezlerinin etkisinden kurtularak, kendisini bir güç merkezi haline getirebilmesi için ya kendi parasını rezerv para haline getirecek çalışmalarda bulunması ya da bir oluşumun başını çekerek, uluslararası ticarette kullanılacak, konvertibilitesi bulunan yeni ve ortak bir küresel para oluşumunu gerçekleştirmesi gerekmektedir. Örneğin TURA ismini vereceğimiz, altın ve gümüş gibi değerli madenlere bağlı olarak değeri ve tedavül miktarı belirlenecek bir küresel para oluşturularak, bu paranın Dolar – Euro- Sterlin- Japon Yeni gibi para birimlerine karşı etkili bir değişim aracı olarak kullanımını ve uluslararası ticarette elimizde olmayan Dolar ve Euro’ya muhtaç olmadan ticaret yapma imkanını sağlamamız gerekmektedir. Şuan üzerinde durduğumuz, ikili ticaretin yerel paralarla gerçekleştirilmesi yaklaşımının ancak geçici bir çözüm olarak kullanılabilir olduğunu görmek gerekmektedir. Değerlendirme yaparken, Türkiye'nin orta vadede dünyanın ilk 5 ekonomisi içine girebilme kabiliyetine sahip olmasının, küresel rezerv para oluşturma çabalarımızı destekleyecek bir zemin oluşturacağı gerçeğini de dikkate almak lazımdır...
Elbette bankacılık sisteminde köklü bir değişiklik yaparak swift sistemi yerine yeni oluşturulacak para birimiyle ticaret yapan ülkeler nezdinde geçerli olacak yeni bir transfer sisteminin tanımlanmasının gerektiğini de belirtmek isterim.
Gerçek bağımsızlık arayanlar için kendi ya da ortağı olduğumuz küresel rezerv paramızı oluşturmamızın en büyük hedeflerimizden biri olması gerektiği açıktır. Özellikle TÜRK kökenli, Müslüman ve Türkiye ile yakın ilişki içinde bulunan ülkelerin katılımıyla gerçekleştirme imkanı bulunan bu sistemin, İstanbul’u dünyanın en büyük finans ve çekim merkezi haline getirmesi, sebep- sonuç ilişkisine bağlı doğal bir sonuç gibidir...
13 Haziran 2019 tarihinde yayınlamış olduğum makalemin başlığında belirtmiş olduğum ; “Dolara Değil, Altına Yatırım Yapmak Gerekir” yaklaşımına uygun hareket edenler, hem Dolar talebine katkıda bulunmayarak ülkelerine hizmet etmişler hem de öngörümüze uygun olarak artan altın fiyatları nedeniyle zenginleşmişlerdir. Yine bu makalede belirtmiş olduğum gerçeklerin farkına varan bazı gelişmekte olan ülkelerin oluşturmayı planladıkları yeni bir küresel para için şimdiden hazırlık yapmak için adı konulmamış bir yaklaşımla altın talebinde bulunmaları söz konusu olduğundan , Altın fiyatındaki artışın devam edeceği kanaatini taşıdığımı da ifade etmek isterim.
Bu arada Türkiye’nin ; ALTIN - GÜMÜŞ ve değerli madenlerin üretimine de büyük önem vermesi ve küresel rezerv para için altyapısı hazırlanmış nitelikli bir girişimde bulunma tarihine kadar, devlet rezervlerini devamlı bir biçimde arttırmayı hedeflemesi de elzemdir.
Yine Merkez Bankası’nın yapısının yeniden düzenlenmesi ve bu bankanın, faaliyeti itibariyle bağımsız çalışması kabul edilebilecek olsa da tartışmasız bir biçimde bir devlet birimi haline getirilmesi gereğinin olduğu hiçbir zaman gözden kaçırılmaması gereken bir durumdur.
Bu dünyada bir Müslüman için para BELA sebebi olsa da, devletler için para ; HAKİMİYET ve BEKA sebebidir. Paraya bağlı gelişmelerden etkilenecek olanlar da devletlerin vatandaşları ve o devleti yönetenler olacaktır.
Neticeten, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ve Türk Milleti’ne yönelik olarak kur üzerinden yeni bir manipülasyonun tezgahlanmakta olduğuna dair piyasa izlenimleri edindiğimi ifade eder, devlet birimlerini dikkate ve ön alıcı yaklaşımlar sergilemeye davet ederim…
28.07.2020 // 15.24
SEDAT ÇETİNKAYA
.YENİ BİR STRATEJİK ORTAK OLARAK UMMAN SULTANLIĞI VE TÜRKİYE AÇISINDAN ÖNEMİ…
İngiltere ile yakın ilişkiler içinde olan Umman Sultanı Kabus Bin Said’in, 10 Ocak 2020’de vefat etmesinden sonra yerine Heysem bin Tarık bin Teymur Al Said geçmiş bulunmaktadır.
Umman’ın yeni sultanının babası İstanbul’da doğmuş ve büyümüştür. Babaannesi ise Kamile isimli bir Türk’tür ki kız kardeşinin ismi de buradan gelmektedir.
Müteveffa Umman Sultanı Kabus Bin Said, tüm yaşamı boyunca edilgen bir politika izlemiş ve böylece önemli bir sorun yaşamadan yönetimini devam ettirmiştir. Yönetimine hakim olan ilkelerin ; tarafsızlık, görmezden gelme, geriye çekilme, güce itaat etme, durumu idare etme olarak tanımlanabilmesi mümkündür.
Ancak yeni Umman Sultanı Heysem Bin Tarık’ın, içinde bulundukları ve Umman Sultanlığı tarihine yakışmayan bu silik politikadan rahatsızlık duyduğu açıktır. Zira Birleşik Arap Emirlikleri’nin siyonizmin hizmetine soyunmuş kokuşmuş yönetiminin, Umman’ın ana karasından uzak olan ve Basra körfezini ( Hürmüz Boğazı’nı ) kontrol eden topraklarını ele geçirmek ve bu toprakları ABD’ye peşkeş çekmek arzusu olduğu gibi Yemen üzerinden Umman’ı baskı altına almak ve karıştırmak gibi alışılagelmiş süfli stratejilerini sahaya sürmesi de söz konusudur. Hatta bu noktada Suudi Arabistan’la birlikte Umman’da gerçekleştirmek istedikleri bir darbenin, isimsiz kahramanlarımızca deşifre edilmesi durumunun söz konusu olduğunu da belirtmek isterim.
Bu bağlamda Umman Sultanı, ülkesindeki projeleri kasıtlı bir yaklaşımla geciktiren BAE ile bağlantılı şirketlerin işlerine son vermiş ve hatta onların Umman nezdindeki ticari faaliyetlerini yasaklayarak kovmuş bulunmaktadır. İŞTE MESELENİN BİZİM İÇİN ÖNEM ARZEDEN BÖLÜMÜ DE TAM BURADA BAŞLAMAKTADIR.
Umman Sultanı, Katar örneğinde olduğu gibi bölgedeki yamyamların kendi varlığını tehdit ettiğini, kendisine yaşam hakkı tanımayacaklarını tereddütsüz biçimde anlamış bulunmaktadır. Bu nedenle tıpkı Katar örneğinde olduğu gibi Türkiye’den destek talep etmiş ve Türkiye’ye Umman’da bir askeri üs kurmasını teklif etmiştir. BU ÖYLE BİR İSTEKTİR Kİ, SONUÇLARININ TÜM BÖLGESEL DENGELERİ DEĞİŞTİREBİLME OLANAĞI BULUNMAKTADIR. Bu cümlemi okurken altta bulunan haritayı özellikle incelemenizi tavsiye ettiğimi de belirtmek isterim. Umman ; Kızıldeniz’in girişini kontrol eden ve İran- Suudi Arabistan ve BAE şeytan üçlüsünün yönlendirmesiyle üretilen bir iç savaş ile büyük acılara sürüklenen Yemen’in, BAE ve Suudi Arabistan’ın komşusu olduğu gibi Basra körfezinin girişini kontrol eden topraklara ve Pakistan’la da karşı karşıya olan sahillere sahiptir. Bu yönüyle Umman, Hem Hint Okyanusu’ndan gelen ticaret yollarına, hem Kızıldeniz girişine hem de Basra körfezine hakimiyeti nedeniyle Mısır ve İran üzerinde de büyük bir baskı ve kontrol elde etme kapasitesine de sahip bir ülkedir.
Bu hal ve şartlar altında Türkiye’nin Umman’da bir askeri üs kurması durumunda, BAE ve Suudi Arabistan yönetiminin Türkiye korkusunu iliklerine kadar hissetmesi söz konusu olacağı gibi tüm şer odaklarının Yemen’de bulunan faaliyetlerinin bloke olacağı ve Yemen’in en azından bir bölümünün Türkiye tarafından kontrolünün önünün açılacağını söyleyebilmek de mümkündür.
Ayrıca Türkiye’nin Umman’da tesis edilecek kara ve deniz üssü ile Pakistan arasında geliştirilecek işbirliğinin, gerektiğinde Türkiye’ye ; Basra körfezi çıkışını , Hint Okyanusu’nun çok önemli bir bölümünü ( Umman Denizi- Aden Körfezi ) ve Kızıldeniz girişini kontrol altına alma imkanı vereceği de açıktır. Bu imkan ise ABD – İngiltere- Çin gibi ülkeler üzerinde Türkiye’nin büyük bir stratejik üstünlük elde etmesine neden olacaktır. İŞTE HAYATİ ÖNEME SAHİP NETİCE, TÜRKİYE’NİN UMMAN’DA ASKERİ ÜS KURMASI İSTEĞİ TAM ANLAMIYLA ORTAYA KONULDUĞUNDA , UMMAN SULTANLIĞI’NIN GELEN TEPKİLERİ KARŞILAMA YETERLİLİĞİNİ GÖSTERİP GÖSTEREMEYECEĞİ NOKTASINDA ŞEKİLLENECEKTİR.
TÜRKİYE, kendisine yönelebilecek her türlü baskıyı etkisiz kılabilecek yeterliliğe sahiptir. Katar örneği ortadadır. Türkiye’nin dostluğunu isteyenlerin, bu dostluğun ebedi olduğunu bilmeleri ve gereğince hareket etmeleri gerekmektedir.
Küresel bir güç olarak yükselen Türkiye, tüm Müslüman coğrafyalar için gönülden talep edilen bir kurtarıcı , düşmanlarımız için ise varlığından korku duyulan bir güç merkezi olma yolunda yükselen bir ivme ile ilerlemektedir.
27.07.2020 // 16.07
SEDAT ÇETİNKAYA
.İSRAİL’İN AZERBAYCAN STRATEJİSİ ÜZERİNDEN, TÜRKİYE-İSRAİL VE RUSYA İLİŞKİLERİNİ OKUMAK…
İsrail , Türkiye’yi güneyden bir Kürt devleti ile kuşatarak, kendi güvenliğini garanti altına almak ve geleceğe yönelik hedefleri açısından da Türkiye’yi Ortadoğu’dan uzak tutmak istemektedir.
Yine İsrail, Ortadoğu petrollerinin ve doğalgaz kaynaklarının, Akdeniz’e kendi kontrolünde ulaşmasını istemektedir...
İsrail’in diğer bir politikası da Doğu Akdeniz’de çıkarılacak petrol ve doğalgaz’ın ,Türkiye’nin etki alanına girmeyecek şekilde Avrupa’ya ulaştırılmasını sağlamak şeklinde oluşmuş bulunmaktadır.
Ancak Türkiye, oluşturmuş olduğu küresel devlet politikasıyla, İsrail’in bu planlarının varlık kazanabilmesine olanak tanımamıştır. Zira Türkiye ; Irak ve Suriye’nin kuzey bölgelerinin büyük bir bölümünü, sınırlarını fiili olarak genişletmek suretiyle kontrolü altına almış, Doğu Akdeniz’i askeri açıdan bloke etmiş, Libya’da gerçekleştirmiş olduğu siyasi ve askeri faaliyetlerle, Türkiye’nin izni olmadan Akdeniz’de sonuç alıcı nitelikte hiçbir stratejinin varlık kazanamayacağını herkese göstermiştir.
Yine Türkiye kendi iç bünyesine ilişkin sorunları da büyük ölçüde geride bırakmış ve güçlenen istihbarat ağıyla küresel güçlerin faaliyet alanını daraltarak, onları etkisiz kılmayı başarmıştır.
Türkiye bir taraftan da daha büyük mücadeleler için askeri projelerini hızlı bir biçimde tamamlamaya devam etmektedir.
Bu arada bölgesel ve küresel güçlerin hiçbirinin Türkiye’nin karşısına çıkma yeterliliği olmadığı gibi Türkiye’yi tehdit ederek politikalarına yön verme imkanı da bulunmamaktadır. Haddini aşmaya yeltenenler ise gören gözler nezdinde adeta rezil edilmekte, sonrasında da küresel politik merkezlerin alay konusu yapılmaktadır...
İşte İsrail, Türkiye’nin Kuveyt- Umman- Katar- Somali- Sudan- Fas- Cezayir- Tunus- Pakistan gibi ülkeler üzerinde artan etkisinden rahatsız olmaktadır. Oysa Türkiye’nin sadece Kafkaslara ve Ortaasya’ya yönelmesi, İsrail’in kendisi açısından bir tehlike olarak gördüğü Türkiye’den kurtulması noktasında bir alternatif olabileceği gibi Türkiye- Rusya ve Türkiye İran ilişkilerinin gerilmesinden doğacak etkinin, Türkiye’nin bir anlaşma zeminine razı edilmesi noktasında İsrail lehine birçok olanağa varlık kazandırması da mümkün gibi görülmekte daha doğrusu HAYAL EDİLMEKTEDİR. Hatta bu hususta Türkiye’nin Rusya ve İran konusunda sıkıştığı bir noktada devreye girecek olan ABD ve avanesinin, İsrail lehine gelişmelerin sağlanmasında ekstra bir etki sağlayacağı da düşünülmektedir.
Bu noktada sorulması gereken soru ; İsrail’in, Azerbaycan- Rusya ve Ermenistan üzerinde etkili olup olmadığıdır.
İsrail’in, Rusya üzerinde etkili olduğu ve özellikle küreselcilerin politikalarıyla ters düşmediği müddetçe, Rusya ile yakın ilişkileri bulunan Rothschild ailesi ve baronlarının İsrail’e destek veren politikaların arkasında durdukları ve her türlü toleransın varlığına imkan sağladıkları, ilgilileri tarafından bilinen bir gerçekliktir.
İsrail’in benzer bir yöntemle ve İngiltere- Fransa- ABD ve Rusya üzerinden, Ermenistan üzerinde etkili olduğunu söyleyebilmek de mümkündür.
Dünya’nın en adi ülkelerinden birisi olan sözde İslam Cumhuriyeti İran ise , Güney Azerbaycan bölgesinde yaşayan Müslüman- Türk kardeşlerimizi asimilasyon politikası ile baskı altında tuttuğu gibi Ermenistan’ın da en büyük destekçisi konumunda bulunmaktadır.
İşte bildiğimiz terör devletçiği İsrail ise bu İran’ın sözde en büyük düşmanı konumunda bulunmaktadır. Ancak bölgede yaşayan tüm halkların da bildiği üzere İran ile İsrail hiçbir zaman düşman değillerdir. İran rejimi , FETÖ hareketinin bir benzeri olarak İran’a yerleşmiş ve üstün bir takiyyecilik yaklaşımı ve Şiilik ile gölgelenmiş Fars milliyetçiliği üzerinden bölgeye fitne yayan bir yönetimi temsil etmektedir.
İşte ikinci soru da bu noktada “ Bu İsrail, Azerbaycan’ı neden desteklemektedir ?” şeklinde ortaya çıkmaktadır. Öncelikle belirtmek isterim ki bu durum, İsrail’in bölgenin merkezine koymuş olduğu bir nükleer bombadan başka bir şey değildir. İsrail, kendi güvenliğini sağlamak ve ileride doğrudan doğruya üzerine yüklenmeye başlayacak olan Türkiye’yi kendisi için çok daha önemli bir bölgede ve çok daha hayati düşmanlarla karşı karşıya bırakmak için alternatif geliştirmiş bulunmaktadır.
Zaman zaman İsrail etkisine giren ve zaman zaman bu etkiden kurtularak, küresel stratejiye uygun bir siyaset anlayışına bürünen Rus devlet aklı, üzerinde oynanan oyunu fark etmiş ve Libya’da Türkiye ile birlikte bir yol açma iradesini ortaya koyduğu gibi Suriye rejimini de kontrol altında tutarak, sağlanan dengeleri bozucu bir tutum içine girmesini engellemiştir. Oysa İsrail, Rusya üzerinde etkili olmak ve Suriye rejimini harekete geçirmek için Şam’a saldırı gerçekleştirme tezgahını dahi sahaya sürmüş bulunmaktadır.
Diğer taraftan Rusya, Ermeni ordusu içinde bulunan ve kontrol dışı hareketler gerçekleştiren yapının da farkına varmıştır. Yine de gel-gitler yaşayan Rus devlet aklına mutlak anlamda güvenmenin mümkün olmadığını ve en az İsrail kadar bu aklı etkilemek için faaliyette bulunmamız gerektiğini de önemle belirtmek isterim…
Ancak bence asıl farkına varılması gereken husus, Azerbaycan ordusu ve yönetimi içindeki SVR ve Mossad ajanlarıdır.
İsrail tarafından, Azerbaycan- Ermenistan ilişkileri üzerinden bölgede kurulan bu stratejinin ve tuzağın bozulabilmesi mümkündür. Ancak bunun için büyük zorluklar içeriyor olsa da Azerbaycan Devlet yönetiminde revizyona gidilmesi, İsrail silahlarının Azerbaycan ordusunda kullanımının önüne geçilmesi, Ermenistan’ın çok yönlü olarak baskı altına alınması , Güney Azerbaycan Türklerinin bağımsızlık hareketine destek verilerek İran’ın iç güvenlik riski altında tutulması , Ermenistan’ın kısa sürede işgal edilerek barışa zorlanması bağlamında askeri strateji geliştirilmesi ve Rusya’nın Ermenistan’a yönelik muhtemel desteğini kıracak siyasi kozlar elde edilmesi gereği bulunmaktadır.
Bu makaleyi kaleme alırken ve sonuca doğru yaklaşırken, bölgemizde yaşadığımız tüm sorunların ve meselelerin arkasındaki devletin İsrail, zihniyetin siyonizm, varlığına hizmet edilen gücün Paganizm, bu yapı etrafında toplananların efendilerinin de kovulmuş Şeytan olduğunu bir kez daha anladım. Bu nedenle etrafımızda hangi sorun gelişirse gelişsin, aslında odaklanacağımız tek yer İSRAİL’dir…
Bu ufku ve gerçekliği kaybetmek, bizi hayali düşmanlarla mücadele etmek durumunda bırakacağı gibi yaşamımıza kasteden gerçek faili unutmamıza da neden olacaktır…
Bize ne lazım derseniz, önce İMAN, sonra Allah’ın varlığına üflediği ruhla lanetli Şeytan’a ve düzenine her zeminde savaş açacak mücadele insanları ve neticeten de büyük liderlerin etrafında tesis edilecek ve ayrılmanın Okçular Tepesi’ni terk etmek olduğu bilinciyle her daim yaşatılacak BİRLİK lazımdır…
26.07.2020//03.33 – M-298-D
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE VE RUSYA’NIN, LİBYA’DA FAALİYETTE BULUNMAK İSTEYEN TÜM BÖLGESEL VE KÜRESEL AKTÖRLERİN FAALİYETLERİNİ BOŞA ÇIKARAN,HEPSİNİ OYUN DIŞINA İTEN STRATEJİ DEĞİŞİMİ…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Libya’da bulunuşu ; Birleşmiş Milletler tarafından, ülkenin yasal temsilcisi olarak tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin daveti ve bu hususta imzalanan ikili anlaşmalara bağlı olarak gerçekleşmiş bir durumdur.
Türkiye’nin içinde bulunduğu temel stratejik duruma baktığımızda ise , Libya’da etkinlik kurmak isteyen tüm bölgesel ve küresel güçlerle bir karşıtlık içinde olduğunu ve gerçekleşmesi muhtemel çatışmaların tarafı olma pozisyonunda bulunduğunu öncelikli olarak söyleyebilmek mümkündür. Bu bağlamda Türkiye’nin , çok önemli hazırlıklar yapmış olsa da konvansiyonel bir savaş tehdidini bertaraf etmek için Suriye ve Irak coğrafyasında olduğu gibi tam anlamıyla yeterli bir askeri altyapıyı Libya’da oluşturmamış olduğu da bir gerçektir.
Türkiye, Libya noktasında varlığı iyice zayıflayan Rusya ile bir mutabakat zemini tesis ederek, Libya coğrafyasında Rusya’yı adeta hayata döndürmüş, oyuna yeniden dahil etmiş bulunmaktadır. İşte denklemin anlaşılmasını mümkün kılacak ve çok yönlü cevabı bulunan soru, “Türkiye Neden Bunu Yaptı ?” şekliyle tam da bu noktada oluşmaktadır.
Öncelikle Rusya, Ulusal Mutabak Hükümeti’nin varlığına karşı olan bir devlet değil, kendi çıkarlarını teminen Libya’da bulunan bir devlettir. Bu faaliyeti ile ilgili olarak da ABD ile aralarında Suriye ve Libya ekseninde gelişen gizli ancak fikir sahibi herkes tarafından okunabilen bir mutabakat bulunmaktadır. Ancak ABD beslemesi terörist Hafter, bu mutabakatı ABD lehine bozan ve Rusya’yı Libya ile ilgili olarak birkaç defa oyuna getiren bir aktör olarak sahada bulunmaktadır. Bu bağlamda Rusya, Libya’da etkinliğini korumak istemekle birlikte, bu işin Hafter ile olmayacağını ve Türkiye’yi ; dengesiz, yalancı ve çok kocalı bir oyuncu olan Hafter konusunda ikna edemeyeceğini ve bunun anlamsızlığını görmüş bulunmaktadır. Bu nedenle de kendisine kabul edilebilir yerel bir destekçi arayışına girerek, şimdilik Akile Salih’i ön plana çıkarmış bulunmaktadır. Türkiye ise bu silik kişilikle barışı sağlamaya yönelik görüşmelerin yürütülmesi noktasında büyük bir karşıtlığa sahip değilim görüntüsü vererek, Hafter’i devre dışı bırakmayı ve karşısındaki cepheyi parçalayarak güçsüz kılmayı hedeflemektedir.
Diğer taraftan Rusya’nın, Türkiye destekli UMH güçleri ile çatışma ve bu çatışmayı kazanma gibi bir imkanı da bulunmamaktadır. Çünkü Rusya’nın Libya nezdinde konvansiyonel bir gücü, bu gücü konuşlandırmasını mümkün kılacak bir hukuki zemini , bu işleri finanse edecek bir yeterliliği ve bu tür bir çatışmayı göze alacak bir iradesi ve isteği bulunmamaktadır. Zira Rusya, Libya’daki askeri varlığını bizzat kendisini inkar eden bir devlettir.
Ayrıca Rusya, Türkiye’yi ; Suriye’deki etkinliğini ve Azerbaycan- Ermenistan arasındaki hassas durumu kullanmak suretiyle dize getiremeyeceğini de görmüş bulunmaktadır. Hatta Rusya, gerek Suriye’de ve gerekse Azerbaycan- Ermenistan ilişkileri noktasında Türkiye’ye karşı çok zor durumda kalabileceğini, büyük stratejik kayıplara muhatap olacağını hatta İngiltere’nin etkisiyle bizzat Ermenistan yönetimi tarafından oyun dışına itilebileceğini anlamış bulunmaktadır.
Yine Rusya, batının Türkiye ile Rusya’yı karşı karşıya getirme ve bu karşıtlık üzerinden politika geliştirme iradesi taşıdığını da son anda farketmiş bulunmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri, ikili oynayan Hafter’i kullanarak Türkiye ile Rusya’yı karşı karşıya , Türkiye’yi de ABD’den destek talep eden bir pozisyona getirmeyi hedeflemekteydi ve Rusya’nın üstün bir strateji ve fikir içermeyen niteliksiz politikaları nedeniyle de bunu başarmak üzereydi.
ABD ise Rusya ile aralarında var olan ve Suriye ile Libya ekseninde oluşan mutabakat nedeniyle açık açık Rusya’ya karşısına alan bir politika geliştiremediği için bu politikayı Türkiye’ye destek vermekle sağlarken, Türkiye’yi de Fransa- Yunanistan – Mısır- BAE. ve Suudi Arabistan ile dengelemeyi hedefliyor ve hatta politik çıkarları gereği Türkiye ile yakın pozisyon alan İngiltere- Malta ve İtalya’nın faaliyetlerine de ses çıkarmayan bir stratejiyi benimsiyordu.
İsrail ise hem ABD’yi hem de Rusya’yı kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirirken, Türkiye’yi köşeye sıkıştıracak bir koz elde etmek için bölgedeki her devleti ayrı ayrı kullanmanın da zevkini yaşıyordu.
Ayrıca ABD, F-35 ve S – 400 meselesi, Türk- Yunan ilişkileri- Kıbrıs- Suriye- Irak politikaları ve Doğu Akdeniz konusunda Türkiye’ye karşı düşmanlık politikası dahilinde kendisini konumlandırdığını ve bu hususlarda ısrarlı olduğunu da ortaya koymuş bulunmaktadır.
İşte uzun zamandır ifade ettiğim bu stratejik altyapının anlaşılması,Türkiye ile Rusya’nın, meselenin çatışmasızlık ve Libya’nın toprak bütünlüğü korunarak çözülmesi için tüm dengeleri bozacak bir ilişki geliştirmelerinin önünü açmış bulunmaktadır.
ŞİMDİ TÜM DEVLETLER VE KİŞİLER, SÜRECİN DIŞINA İTİLMİŞTİR.
Bakalım Mısır, ABD ve İsrail beslemesi midir yoksa bazı fikir fukaralarının iddia ettiği gibi kendi çıkarları için politika üretebilen bir devlet midir ? şimdi göreceğiz.
Bakalım Hafter'e destek veren ülkeler, bu yardımları bundan sonra nasıl gerçekleştirecekler ve Libya'da yaşanan çatışmalara dahil olmak isteyen ülkeler bunu şimdi kimin üzerinden ve hangi argümanla gerçekleştirecekler göreceğiz. BÖYLECE TÜM GÜÇLERİN, ETEKLERİNDEKİ TAŞI DÖKMEK DURUMUNDA KALACAĞI BİR DÖNEME GİRDİĞİMİZ YAKINDA DAHA NET BİR ŞEKİLDE ANLAŞILABİLECEKTİR...
Bu arada Türkiye’nin Rusya ile oluşturmuş olduğu bu stratejinin ; Mısır’ın, Libya’ya yönelik müdahale ihtimalini bloke ettiğini de görmek gerekmektedir.
Türkiye’nin Libya konusunda elde ettiği rahatlama, Libya’ya çok daha büyük bir güçle yerleşmesinin önünü açacağı ve zaman kazandıracağı gibi Doğu Akdeniz’e konsantre olması için de daha güçlü bir olanak sağlayacaktır. Ayrıca Türkiye’nin ; Libya’nın Afrika’ya giriş sağlayan ve Akdeniz’i kapatan stratejik konumundan ve sahip olduğu petrol ve doğalgaz rezervlerinden mütevellit elde ettiği siyasi ve ekonomik güç, Avrupa üzerindeki baskısının da iyice artmasına neden olacaktır.
ABD’nin ikiyüzlü politikasının farkına varan Rusya’nın, ABD’ye bedel ödetme iradesi, Türkiye’nin Suriye politikasında yol açıcı sonuçlar doğuracağı gibi Ermenistan’ın saldırganlığını ortadan kaldırma noktasında Rusya’yı Türkiye’ye karşı da edilgen kılacaktır…
KÜRESEL SİYASET ZEMİNİ ÇOK DEĞİŞKEN VE KIRILGAN OLSA DA, gören gözler nezdinde herşeyin, Büyük Türkiye'nin mevcudiyeti ve beklenen komutanın kutlu bir sancağı kaldırması için ilahi bir kudretle şekillendiği açıktır...
Atı alan Üsküdar'ı geçmiş, su akmış mecrasını bulmuştur...
Görelim Mevlam Neyler, Neylerse Güzel Eyler derken, tüm müslüman kardeşlerim için Ayasofya Cami-i Şerifi'nde kılınacak Cuma'mızı kutladığımı da ifade etmek isterim ...
23.07.2020 // 22.15 - X-29
SEDAT ÇETİNKAYA
.BİLGELİK VE KURTULUŞ…
Tam hedeflediğim noktadayım derken, başladığı noktayı dahi mumla arayacak olan, insanların duygu ve düşüncelerini anlamak bir tarafa dinlemeye dahi tevessül etmeyen, hayatın kendi etrafında döndüğünü zannedecek kadar bencil, herkese ve her şeye acımasız ve eleştirel bir gözle bakan, kaderin hükmünü elinde tutan gücün varlığını kavramaktan habersiz, gönülleri delecek kadar sivri dilli, ruhlara işleyecek kadar kem bakışlı, yaşamı intikam peşinde koşmakla geçen, merhamet duygusunun kapısına bile uğramadığı, yaşamı-huzur ve mutluluğu madde ile tanımlayan, insani değerlerin fakiri olmuş, gösteriş ve enaniyet duygusu mevcudiyetini sarmış, ruhunda oluşan boşluğu doldurmak için şeytani sapkınlıklara uzanan bir yolda koşar adım gider olmuş, ölüm ve Allah’ın huzurunda hesap verme korkusunu bastırma güdüsüyle ruhsal dengesi bozulmuş, uçurumun kenarında yaşayan kibirli insanların çokça bulunduğu bir dünya hayatının, geçici serapları ya da hafızalarda iz bırakan acıları içinde yaşarken ; yüzlerce yıl yaşamı arzulayan bir gençlik döneminden, gelse artık diye ölümün bile talep edileceği, başarma arzusunun içsel bir kabullenişe, yeni nesillerin ufkuna ve kişisel bir atalete bırakıldığı bir dönüşümün varlığını bilmek, büyük bir bilgelik olarak tanımlanabilir.
İnsan yükselirken, gözetilirken, korunurken, yolu açılırken ; ilahi bir kudretin, gizli ve tanımlanamaz bir gücün kendisine şah damarından yakın varlığını ve sağladığı lütufları unutmamalıdır. Zoru yaşarken de tutunmak isteyeceği dalın nerede olduğunu iyi bilmeli, düşmüşlük içinde yolunu şaşırmamalıdır. Temel gerçeklikleri kavramaktan uzak olmak, bencillikle karışık nankörlük içinde bulunmak ; makus bir sonucun, bilinmeyeni takip edenlerce yaklaştırılması anlamını taşıdığı göz ardı edilmemelidir.
Gerçek bilgelik ; düşünmeyi bilmek, gerçeklere ulaşmanın metodolojisini bilmek, ilahi düzeni bilmek, kendini bilmek, Allah’ı bilmek, hayatın her anında teslimiyet içinde olmak, sahip olduklarının gerçekte kendisine ait olmadığını ve devamlı olmadığını bilmek, son nefese kadar tavizsiz bir inanış, mücadele ve duruş sahibi olmak, Allah’tan geleni kabullenmeye hazır kul olduğunu bilmek, her daim edeb-sabır ve tevazü sahibi olmak demektir…
Bilmek, kurtuluşa ermenin ve başarıya ulaşmanın ilk ve en önemli adımıdır...
BİLMEK, ÖMRÜNDE BİR KERE SEVİNMEKTİR...
20.07.2020 // 20.45
SEDAT ÇETİNKAYA
.AKDENİZ - LİBYA – SURİYE - IRAK VE AZERBAYCAN BAĞLAMINDA TÜRKİYE’NİN STRATEJİSİNİ ETKİLEYEN ARIZİ FAKTÖRLER…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Irak ve Suriye bağlamında ve Pkk//Pyd//Ypg yapılanması öncülüğünde oluşturulmaya çalışılan Kürt Devleti planını büyük ölçüde bloke etmiş ve bu plan çerçevesinde atılan adımlarla orantılı olarak ETKİ SAHASINI ve fiilen de olsa SINIRLARINI genişletmiştir. Rusya ve ABD’nin, Türkiye ile yapmak durumunda kaldığı mutabakatlar ise Türkiye’nin ilerleyişini engellemeye matuf politikalar olarak okunmalıdır. Ancak her iki ülke de kendi çıkarları gereğince, Türkiye’nin Suriye ve Irak coğrafyasında elde etmiş olduğu kazanımlardan ve kendi planlarının bozulmasından oldukça rahatsızdır. Ancak Türkiye’nin bölgedeki varlığını etkisiz hale getirebilecek bir dengeyi kurabilme kapasitesinden yoksun olduklarını söyleyebilmek de mümkündür.
Zira Türkiye’yi bölgesinde karşısına alabilmek için ; çok güçlü bir donanmanın varlığı, minumum 1.000.000. iyi yetişmiş askeri barındıran bir ordunun mevcudiyeti, üstün bir askeri yönetim, trilyonlarca Dolar yatırımı gerektiren bir lojistik altyapı ve bu orduyu uzun süre besleyebilecek finansman gerekmektedir. Bu şartlar gerçekleşmediği takdirde, hiçbir ordunun Türk Ordusu’nun karşısına çıkma cesaretini gösterebilmesinin mümkün olmadığı ve dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni etki altına alabilme olanağının bulunmadığı açıktır...
ABD’nin AKDENİZ'de ; İsrail – Mısır - Suudi Arabistan - Birleşik Arap Emirlikleri – Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi ile birlikte kurmaya çalıştığı hakimiyet ise Türkiye’nin Akdeniz’i egemenlik sahası olarak bloke edici ve Libya’da Hafter vasıtasıyla arzulanan gelişmeyi engelleyici stratejisi nedeniyle büyük bir darbe almış bulunmaktadır.
Fransa ise ABD’nin ve Rusya’nın etkisiyle ; Suriye, Akdeniz ve Libya bağlamında şekillenen küresel stratejiye kendi çıkarları dahilinde etkide bulunmaya çalışan ancak etkisiz kalan bir ülke olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bölgeye ilişkin dengeyi kendi çıkarları dahilinde tanzim etmeye çalışan küresel güç merkezlerinin, Türkiye’yi Libya’da etkisiz kılma çabaları da etkisiz ve güdük kalmış bulunmaktadır. Rusya – Fransa ve BAE’nin, Hafter’e destek vermeye yönelik pozisyonları, DEVAMLI BİÇİMDE ZAYIFLAMAKTADIR. Ancak bu arada Libya’daki Hafter güçlerine destek hususunda, LOJİSTİK GÜCÜ KUVVETLİ OLAN MISIR ÖNE SÜRÜLMEKTE ve UMH güçlerinin, Sirte ve Cufra’ya yönelik olarak gerçekleştireceği muhtemel harekatın, Mısır’ın olası müdahalesiyle ULUSLARARASI BİR BOYUT kazanmasının önü açılmaya çalışılmaktadır. Ancak gerek darbeci Sisi yönetiminin taşıdığı kaygılar ve gerekse Türkiye’nin kararlılığı, küresel güçleri ciddi biçimde endişeye sevketmektedir.
Bu arada İsrail’in gizliden gizliye Türkiye ile yakınlık kurulması noktasında etki oluşturabilecek bir argüman arayışı da gören gözler nezdinde dikkat çekmektedir.
Derin tarihi dengeyi okumayı iyi bilen İngiltere ise ; Malta ve İtalya ile birlikte, Libya hükümetinin ve dolayısıyla Türkiye’nin yanında saf tutuyor görünmektedir. Bu noktada İngiltere’nin ; Fransa’nın, Akdeniz- Suriye ve Irak’da oluşturmaya çalıştığı etkinliği bozma çabasının dikkate değer olduğunu da belirtmek isterim.
İşte tam da bu dengeler ışığında Rusya’nın, TÜRKİYE’NİN KONSANTRESİNİ DAĞITMAK üzere harekete geçerek, Ermenistan- Azerbaycan arasında Dağlık Karabağ dışındaki bir bölgeden, stratejik boru hatları ve tren yolu hattını tehdit edecek bir yaklaşımla çatışma çıkmasını sağladığını görebilmek mümkündür. Ancak Rusya’nın bu çatışmanın genel bir savaş halini almasını istediğini söyleyebilmek mümkün değildir. Rusya sadece ama sadece Türkiye’nin konsantresini bozmak istemekte ve Türkiye destekli UMH güçlerinin Sirte ve Cufra operasyonunu ertelemesini sağlamaya çalışmaktadır. Çünkü Ruslar da ABD de Türkiye’nin Libya operasyonunun çok yakın olduğunun istihbaratını almışlardır. Ancak Türkiye’nin stratejik bir taktik olarak son anda yapmış olduğu ertelemelerin ve karşı istihbarat uygulamalarının oluşturduğu gerilim, sahadaki tüm istihbarat birimlerinin sinirlerini iyice bozmuş bulunmaktadır. Çünkü TÜRK İSTİHBARATI KENDİLERİYLE KEDİNİN FAREYLE OYNADIĞI GİBİ OYNAMAKTADIR… Libya’daki Hafter yanlıları ; “şu operasyon biran önce başlasa da ÖLSEK ya da arkamıza bile bakmadan KAÇSAK” noktasına gelmiş, bölgedeki ajanlar ise YALANCI ÇOBAN pozisyonuna düşmüş bulunmaktadır. Birgün operasyon başladı dediklerinde, kimse kendilerine inanmayacak hatta telefonlarına çıkan bile olmayacaktır…
Bu arada Ermenistan, Türkiye’nin meseleye dahil olup, büyük bir saldırı altında kalmaktan korkmakta, Rusya’nın varlığını arkasında tam olarak hissedemediği için doğasına uygun olarak YILAN GİBİ KIVRILMAKTA ve DAYAK YEMİŞ İT GİBİ BÜZÜŞEREK sahnelediği acındırma politikasıyla tansiyonu düşürmeye çalışmaktadır. ANCAK YAKIN BİR GELECEKTE, HİÇBİR ŞEYİN KENDİSİNİ KURTARMAYA YETMEYECEĞİNİ YAŞAYARAK TEREDDÜTSÜZ BİR BİÇİMDE ANLAYACAKTIR…
Daha önce Ermenistan yönetimini ele geçirmeye çalışmış olan İngiltere’nin sessiz kalması da Rusya’yı bu noktada endişeye sevketmektedir. Rusya, ABD ve İngiltere tarafından ve TÜRKİYE ÜZERİNDEN BİR TUZAĞA ÇEKİLİP ÇEKİLMEDİĞİ NOKTASINDA CİDDİ ENDİŞE DUYMAKTADIR…
İsrail ise uzun süreli ilişkilerinin bulunduğu Azerbaycan yönetimini destekler görünmektedir. Bu durumun İsrail’e Türkiye ile ilişkilerini geliştirme noktasında uzun süredir beklemekte olduğu avantajı sunup sunmayacağının ise gelişmeler doğrultusunda tartışılması gereği bulunmaktadır. Rusya’nın bölgede ağırlığını hissettirmesi ve ayrıca gerilimi arttırması durumunda, bu husus İsrail’in işine gelecek ve kullanabileceği stratejik bir koz elde edecektir. Zira İsrail’in istekleri, Rusya açısından büyük önem arzetmek durumundadır. Çünkü İpek yolu projesinin finansörü konumundaki küresel para baronu Rothschild ailesinin, Rusya üzerinde büyük bir etkisi ve gücü bulunmaktadır. Ancak aynı zamanda Kafkaslarda düzenin bozulmaması da bu aile için önemlidir. Zira İpek yolu projesi açısından Kafkasların güvenliği büyük önem arzetmektedir. Bu durum ise İngiltere’nin bölgeye yönelik politikalarını şekillendirmekte, ; Rothschild ailesini, Rusları bölgeyi etkilemekten uzak durması konusunda baskı yapması için yönlendirmektedir. Rusya’nın Türkiye ile karşı karşıya kalması ve NATO’nun Rusya’nın etki altına almaya çalıştığı her yere müdahil olması, Rusya’nın ekonomisini, geleceğini ve tüm stratejilerini olumsuz yönde etkileyen bir gelişme olacaktır. Rusya, Ermenistan için böyle bir adımı atacak kadar devlet yönetiminden bi haber bir ülke değildir. Böyle beyin fukarası bir politikayı dünya üzerinde uygulayabilecek tek zihniyet CHP ZİHNİYETİ, tek kişi ise yüksek (!) siyasette level atlamış KILIÇDAROĞLU ’dur… 
Bu siyasi altyapıdan çıkan durum ise Rusya’nın ve diğer tüm güçlerin Libya’da kaybettiğinin tescil edilmesidir. Rusya’nın Suriye’nin El- Bab bölgesinde yaptığı bombalama girişiminin, ABD’nin Türkiye’ye yönelik Rusya ile yürütmekte olduğu boru hattı projelerinden ayrılması şeklindeki abesle iştigal olarak nitelendirilebilecek talebinin ve çok isteyen varmış gibi ikide bir gündeme taşıdığı F- 35’lerle ilgili söylemlerinin, yaşadıkları kayıptan mütevellit panikten kaynaklandığını da önemle belirtmek isterim…
Karşımızdaki güçler, birbirlerine güvenemedikleri için birlik oluşturamadığı gibi karşımıza çıkacak cesareti de gösterememektedir. Ayrıca Türkiye ile yol almanın kendilerine kazanç getireceğinin farkına varanlar da az değildir. Bu nedenle küresel siyaset, birbirine kazık atan atana konumuna gelmiş bulunmaktadır.
Böylece yol, dikkatli bir şekilde olsa da bizim ilerlememiz için her daim açıktır…
17.07.2020 // 16.15 -297
SEDAT ÇETİNKAYA
.ALLAH’A İMAN’IN SUNDUĞU BÜYÜK HİKMET VE ŞEYTANİ BİR SUNUM OLARAK DEİZM…
Bir varlığın kusursuz bir yaratıcı olabilmesi için onun ; tek olması, doğmamış ve doğurulmamış olması, sonsuz ezelden geliyor olması, varlığı dışındaki herşeyin yaratılmış varlıklar olması, mevcudiyetinin hiçbir şeye ihtiyaç duymuyor olması, sonsuz ve mutlak bir kudrete sahip olması, hiçbir şeyin onun arzusu veya izni dışında hareket etme kabiliyetine sahip olmaması, varlığına zarar verebilecek hiçbir gücün olmaması, herşeyin mevcudiyetinin ve yaşamın onun varlığına bağlı olması, zaman- mekan gibi yaratılmış kavramların onu sınırlayan ve içine alan bir yapısının olmaması gibi eşşiz sıfatların sahibi olması gerekir.
O Allah ki en yalın cümle ile ; TEK VE MÜKEMMEL bir varlıktır.
Oysa kendini beğenmiş ve kibirli insan, sınırlarını bilmediği, devamlı genişleyen bir evrenin içinde devasa gök cisimlerinin ışığı altında yaşamını sürdürmekte ve en küçük bir canlının örneğin görme organında tarifi imkansız bir tasarımı var eden yaratıcının bu büyüklüğünü görmezden gelerek, mutlak kudret sahibi yaratıcısının gücünü bağnazca ve hadsizce sınırlama hakkını kendisinde görmektedir.
Yine o haddini bilmeyen, terbiye yoksunu insan, kendi anlayışını ve algısını, yaratıcının iradesi karşısında bir tercih unsuru kılarak veya bir dayatma vasfına büründürerek ve Allah’ı kastederek ; neden böyle yapmadı, neden buna izin verdi , bu haksızlık değil mi , neden müdahale etmedi, böyle adaletsiz ve acımasız bir yaratıcı olamaz, imtihana ne gerek vardı ki , şeytan ona nasıl karşı çıkabildi, şimdi benim kiminle evleneceğime ya da hangi okulda okuyacağıma Allah mı karar verdi , madem benim ne yapacağımı biliyor o zaman neden imtihan ediyor, ilahi emirlerde böyle bir bildirimde bulunan varlık Allah olamaz, ben kutsal metinleri okudum kafama yatmadı zira çelişkiler dolu, bence bunlar insanlar üzerinde hakimiyet kurmak için tarihi mitlerden hareketle oluşturulmuş metinler diyerek kendini imtihandan ve dini emirlerden soyutlamaya yönelmektedir.
Yani kısaca bir yaratıcıya inanıyorum bu yönüyle ateist değilim denilirken ; peygamberlere, meleklere, kutsal kitaplara, dine, kıyamete ve hesap gününe , kadere ve kazaya, Cennet ve Cehenneme ve ölümden sonra dirilişe inanmıyorum. Evrendeki düzen, varlıkların etkileşimi ile gerçekleşen bir düzendir ve bu düzenden yaratıcının haberi yoktur ya da bu düzenin işleyişiyle ilgilenmemektedir savı getirilmektedir.
İşte aklı ile ruhunu birleştiremeyen, bunlara ilişkin verileri kullanamayan ve vesveseye ( yönlendirmeye ) açık nefsini dizginlemeyen insan, her türlü noksandan beri olan Rabbini unutacağı ve bağnaz zihniyetinin ve kibrinin bir ürünü olarak Allah’ı kendi kafasına göre şekillendirmekten utanmayacağı gibi her biri aynı Allah’ı hatırlatmak ve onun emirlerini bildirmek için gönderilen ve insanlığa ışık tutan peygamberleri inkar edecek, insanın yaratılış nedenini kabullenmeyecek, evrenin düzenine hakim olan ilahi iradeyi yok sayacak, kıyameti ve yeniden dirilmeyi inkar edecek , sonsuz bir yaşama kendisini layık görmeyecek, iyi bir insan olmanın vasıflarına kendini ulaştırabilecek iradeyi ortaya koymak yerine hayvanlara özgü bir hayat yaşayıp, çürüyüp yok olmayı akılcı bir tercih olarak benimseyecektir.
Bu mümkün değildir diyenler çok olmuştur ancak ŞEYTAN ve hizmetkarları, insanın kibirli yapısı ve nefsi üzerine oynayarak bunu mümkün kılmıştır. Oysa Allah insana, neden ve nasıl yaratıldığını yüzüne vurarak, düşmanının kim olduğunu defalarca hatırlatarak ve insanı düşünmeye ve akletmeye sevkederek çok büyük bir uyarı yapmaktadır.
Çok az insan, bu zorlu sınavdan başarı ile çıkıp ; varlığını, evrenin yüksek seviyelerine ulaştıracak, kendisine üstün kabiliyetler ve lütuflar kazandıracak olan ve sevap olarak adlandırılan pozitif yükü kendi manevi benliğine yükleyebilecektir. İnsan ; ruha yüklenen negatif yükü ( günah) yakarak ortadan kaldıran Cehennemin çekim alanı ile karşılaştığında, kendini bu çekim alanının etkisinden kurtaracak itkiyi ancak ve ancak sevapları ile elde edecektir. Kimi insanlar ışık hızında, kimi insanlar da sürünerek bu çekim alanının etkisinden kurtulacak ve kendisini o bir tek sevabın bile önemli olduğu bir ince çizgiden geçerek yüksek Cennet’lerin çekim alanı içine atabilecektir…
Bizler ; kendimizi, ailemizi , nesillerimizi ve insanlığı, şeytanın masonik anlayış biçiminin yeni versiyonu olarak sahaya sürdüğü DEİZM’den uzak tutmayı başarmalıyız. Bu anlayışın tek bir bakış açısını benimsemenin dahi kişinin imanını kaybetmesi için yeterli olduğunu unutmamalıyız. İnsanın günahkar olması anlaşılabilir bir şeydir. Ancak insanın iman konusunda eksik ve inkarcı olması ;
• Ne anlaşılabilir,
• Ne kabul edilebilir,
• Ne korunabilir,
• Ne de telafisi olan bir şeydir...
İnsanlığın, kıyamet öncesi son düzlükte Deccal başta olmak üzere karşılaşacağı büyük sınamalar arifesinde Deizm ile Şeytan’ın hükümranlığına hazır hale getirilmeye çalışıldığı unutulmadan, Paganların ve Siyonistlerin oluşturacağı algıya, sarsılmaz bir İMAN nuru ile cevap verme mecburiyetimiz bulunmaktadır. Bu ; bizim şerefimiz, onurumuz ve ruhlar aleminde Allah’a verdiğimizin sözün bir gereğidir.
Tereddütsüz bir İMAN, her türlü günahımıza rağmen bizim yanımızda duran, bize zaman tanıyan ve bize güvenen Allah’a karşı HÜKÜMRANLIĞINI TANIMA VE TESLİMİYET BORCUMUZDUR…
O Allah ki Eşi ve Benzeri olmayan, tüm kahredici kudretine rağmen Rahman ve Rahim olandır…
14.07.2020 // 22.25
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRK DÜNYASI'NIN ÖNÜNDEKİ ERMENİSTAN SORUNU VE ERMENİSTAN’IN TARİH SAHNESİNDEN SİLİNİŞİ…
Ermeni’ler, uzun yıllar boyunca Devleti Aliyye’nin korumasında varlıklarını sürdürdüğü, inançlarını ve değerlerini özgürce yaşayıp yeni nesillere aktarabildiği halde, Ortodoks Rusya’nın yönlendirmesiyle, yüzyıllarca birlikte yaşadıkları insanları sırtından vurarak açık bir soykırımı hedeflemiş ancak yavuz hırsız misali kendilerine soykırım yapıldığını iddia edecek kadar gerçeklikten uzak bir düşünce ve ruh yapısına sahip olduklarını da göstermiş bir toplumdur.
Tarihi süreci ve bu sürecin günümüze yansımalarını incelediğimizde ise ; Birinci Dünya Savaşı öncesinde ve sonrasında, Devleti Aliyye’ye yönelik olarak gerçekleştirilen askeri ve siyasi hareketleri tertipleyen, yeterli direnişi sergilemeyen, yaşananlara karşı tepkisiz ve umarsız kalan müslümanların, bu yaklaşımlarının bedelini ödedikleri bir dönemden geçtiği, gören gözler tarafından arife tarif gerektirmeyecek bir şekilde seyredilebilmektedir. Bu bağlamda, Irak- Suriye- Filistin- Yemen – Libya gibi ülkelerde yaşanılanları ise ; ceza mahiyetini haiz bir bedelin, ilahi takdirle şekillenmesi , yeni bir diriliş ve hak sahibine teslimiyet için açılan bir ufuk olarak görmek gerekir. Bu ufukta yükselecek güneş ise ; Müslüman- Türk Mileti’ni temsil eden, Allah’ın yeryüzündeki kılıcı hükmündeki , kökü Altay’a- Ötüken’e – Horasan’a dayanan, nice isimsiz kahramanın omzunda yükselen, Cennet’in en büyük hükümranlığına sahip, Hz. Muhammed sav. efendimizin tartışmasız ezeli ve ebedi lideri olduğu kutlu devletimizdir.
Bu bağlamda bedel ödeme sırası, içimizdeki sürecin şekillenmesine bağlı olarak ve yavaş yavaş, Ermenistan ve Yunanistan gibi gerçek bedel ödemesi gereken devletçiklere de gelmektedir.
Türkiye’nin küresel güç merkezlerine karşı elinde büyük kozlar olan karşı konulamaz bir güç merkezi olarak yükseltmekte olduğunu gören ülkeler, bir taraftan Türkiye ile birlikte çalışmanın yollarını ararken, diğer taraftan Türkiye’yi nasıl sınırlandırabileceklerini çok yönlü olarak değerlendirme altına almış ve bu amaca hizmet eden her fırsatı değerlendirmenin de çabası içine girmiş bulunmaktadırlar.
Öncelikle belirtmek isterim ki Ermenistan başlığı altında bir değerlendirme yaptığımızda karşımıza çıkan ilk ve en etkili ülke olan Rusya’nın, Türkiye’ye karşı güçlü yönleri olduğu gibi zayıf yönleri de bulunmaktadır. Dolayısıyla bu mücadeleden güçlü şekilde çıkmak için zayıf yönlerimizi ortadan kaldırmamız, güçlü noktalarımızı da çok daha etkin kılmamız gerekmektedir.
Türkiye nüfus gücü açısından Rusya’ya yönelik olarak daha zayıf bir ülkedir ancak ivme Türkiye’den yana bir gelişme içindedir. Türkiye’nin nüfusu devamlı bir biçimde artarken, Rusya’nın nüfusu genel anlamda düşüş eğilimindedir ve kendi içindeki kısmi artış da Müslüman- Türk halkları lehine gerçekleşmektedir. Türkiye’nin uygulanacak politikalarla demogratif gücüne kısa süre içinde ekstra bir katkı da bulunması ve orta vadede 135.000.000’a düşecek olan Rusya nüfusunu, tek başına dengeleyecek bir seviyeye ulaşması gereği bulunmaktadır.
Rusya, Türkiye’den daha fazla bir nüfusa sahip olmasına rağmen, nüfusu günümüz dünyasının gereklerine yeterince cevap verebilecek bir eğitime ve genetik yeterliliğe de sahip değildir. Ayrıca Rusya içinde önemli miktarda Müslüman ve Türk olmasına rağmen, Türkiye içinde Rusya’nın yönlendirmede bulunabileceği bir Rus nüfus bulunmamaktadır. // Rusya’nın tarihi süreçte Devleti Aliyye’ye karşı sağlamış olduğu dönemsel üstünlüğün temel nedeninin nüfus gücü olduğu dikkate alındığında, bu hususa verilmesi gereken önem de daha iyi anlaşılabilecektir.
Türkiye, eşsiz coğrafi konumu nedeniyle 4 mevsimin yaşandığı bir ülke olduğu gibi tarımsal üretim açısından kendine yeten, tüm dünyaya tarımsal ürün ihraç eden ve bu potansiyeli gün geçtikçe de artan bir ülkedir. Yakın gelecekte Türkiye, tüm çevremizin tarımsal ürün ihtiyacını karşılayacak bir ülke konumuna gelecek ve sadece bu alana ilişkin ihracatı, günümüzdeki toplam ihracat miktarının da üzerinde bir seviyeye ulaşacaktır.Bu durum ise askeri gerilim siyaseti yürütecek bir ülke için hayati öneme sahip, çok yönlü kullanım potansiyeli barındıran bir yeterliliktir.
Ayrıca Türkiye ekonomisi, hemen hemen bütün ekonomik faaliyetleri ve üretim çeşitlerini barındıran çok yönlü , gelişmiş ve kaliteli üretim yapan bir yapıdan teşekkül etmekte olduğu halde Rusya Federasyonu ekonomisi, kapasitesi giderek azalacak olan petrol ve doğalgaz satışına bağlı, sınırlı alanlara matuf olarak üretim yapan, rekabet gücü zayıf bir ekonomi olarak ite – kaka varlığını sürdürmektedir.
Türkiye’nin, coğrafi konumundan ve kurulu ekonomik altyapısından hareketle, gelişmiş ve gelişmekte olan pazarlardaki hakimiyetinin ve pazar payının artmasını sağlayacak bir yolda hızla ilerliyor olması , gelişmekte olan ticaret yollarının merkezinde oluşu, enerji yollarını kontrol ediyor olması, lojistik kabiliyetinin ekonomik varlığına büyük imkanlar bahşedecek olması , yakın gelecekte genç nüfusu ile Almanya’dan daha büyük bir ekonomik güce ve hinterlanda ulaşacak olması, Rusya’ya karşı sahip olacağımız avantajların küçük bir bölümünü teşkil etmektedir.
Diğer taraftan Türkiye ile Ortaasya Türk Cumhuriyetleri arasında Türk Keneşi bağlamında gelişen ilişkilerin, Türkiye’nin artan ekonomik gücü ve askeri kapasitesi ile ivmelenmeye başlaması ile Ortaasya’nın bir Rus işgaline açık konumdaki güvenlik zafiyeti de giderilmiş olacak ve Birleşik Türk Orduları, dünya çapında etki oluşturacak bir güce ulaşacaktır. Bu öyle bir güçtür ki siyasi ve askeri stratejinin eksenini değiştirecek, Ötüken ve Çin Seddi önündeki dirilişimiz yeniden yaşanacaktır.
Bu arada Afganistan ve Pakistan gibi kadim Türk yurtları ile kuracağımız ilişkiler de siyasi gücümüzü ve strateji üretme kabiliyetimizi büyük ölçüde geliştirecektir.
Bu bağlamda belirtmek isterim ki silah sanayine yapacağımız ve teknolojik kabiliyeti yüksek yatırımlarımız, Rusya’yı bu alanda çok geride bırakmamızı sağlayacak ve elde edeceğimiz nükleer silah kapasitesi ve Türkiye’nin operasyonel askeri kabiliyeti, Türkiye’yi ve etrafında topladığı kardeşlerini bölgenin en korkulu ve dokunulmaz gücü kılacaktır.
Bu süreçte etki üretemeyen ve devamlı bir biçimde gerileyecek olan Rusya’nın ekonomik açıdan yaşayacağı zayıflama, siyasi ve askeri açıdan da zayıflamasına ve bir süre sonra bizim de kol faaliyetlerimizin etkisiyle gerçekleşecek teşvikimizle dağılma sürecine girmesine neden olacaktır.
Rusya’nın siyasi ve askeri açıdan zayıflamasının gözle görünür bir hal aldığı durum, strateji tahtasında darbeyi vuracağımız en akılcı zaman dilimi olarak ön plana çıkmaktadır. İşte Ermenistan’ın silahsız insanlara saldırmanın dışında, bir varlık – yokluk savaşının nasıl yapılacağını uygulamalı olarak öğreneceği, Taşnak- Kara Haç – Hınçak- Armenekan gibi çetelerin ve Rusya desteğinde Karabağ başta olmak üzere işgal ettiği Türk yurtlarında yaptığı katliamların bedelini ödeyeceği zaman da tam bu zaman olacaktır.
Ermenistan, yüzlerce varlık yokluk savaşından başarı ile çıkarak günümüze şeref ve asaletle ulaşmış olan Türk Milleti ile aşık atabilme kabiliyetine sahip olup olmadığının görüleceği ve zillet başlığı altında tarihe geçecek bir sınava girecektir. Ermenistan bu testi verirken, Kafkasların tüm Kurtları da şölene davetli olacaktır… Rusya’yı soracak olarsanız kendi derdine düşmüş , batının Ermeni savlarının destekçisi ülkeleri ise Suriye – Libya ve Akdeniz’de Türkiye’den yedikleri darbe sonucunda inlerine sinmiş olacaklardır.
Böylece zor bir kez daha oyunu bozacak, tabiatın yürüyüşüne hız verecek biricik şeyin savaş olduğu bir kez daha idrak edilecektir. Ancak mücadelenin kaçınılmazlık şartlarını dayattığı durumlarda, gerekli şartlar oluşmadığı ve çok iyi bir bütünsel strateji belirlenemeyeceği için var olan en temel gerçekliğin, düşmanın kurduğu bir tuzağı barındırdığı gözden kaçırılmamalı fakat YİNE DE her türlü fırsat gözetilerek ve bazen de risk alınarak hareket edilmesi durumu ikincil bir yol olarak gözetilmelidir... Zira saldırmadan, saldırının ne gibi sonuçlara yol açacağını tüm yönleriyle önceden bilmek mümkün değildir. Savaşta kural ; ölmeden öldürmek, mağlup olmadan kazanmaktır. Kağıt üzerindeki güçle sahaya yansıyan gücün farklı olabileceği, bunu belirleyen ve önceden açıklanamayacak onlarca faktörün devreye girebileceği unutulmamalıdır...
Güçlü olan değil , ALLAH'ın istediği kazanacaktır... Müslüman- Türk Milleti kazanacaktır. Allah'ın yeryüzündeki ordusu kazanacaktır...
Ermenistan’ın haritadan silinmesi ile Türk dünyasının sınırları, bir daha kapanmamak üzere birleşecek ; İran, sıradaki bedeli ödemek ve Güney Azerbaycan’ı bağımsız kılmak üzere namlunun ucuna yerleştirilecektir…
13.07.2020 // 17.05
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ ; IRAK’TAN VE IRAK KÜRT BÖLGESEL YÖNETİMİ’NDEN, PKK’NIN TÜRKİYE’YE YÖNELİK FAALİYETLERİNİ UZUN YILLARDIR ENGELLEMEMESİ VE TÜRKİYE’NİN, IRAK DEVLETİ’NİN YAPMASI GEREKEN BU MÜCADELEYİ MİLYARLARCA DOLAR HARCAYARAK, ŞEHİT VE GAZİLER VEREREK İFA ETMESİ NEDENİYLE, YAPTIĞI TÜM HARCAMALAR VE UĞRADIĞI ZARARLAR BAĞLAMINDA BÜYÜK BİR TAZMİNAT TALEP ETMELİDİR…
TAZMİNATIN ÖDENMEMESİ DURUMUNDA, MUSUL- KERKÜK VE KUZEY IRAK ŞİMDİLİK BİZE YETER…
TÜRKİYE’NİN YAPMIŞ OLDUĞU OPERASYONLARA KARŞI TAVIR ALMANIN BEDELİ MUTLAKA OLMALI VE BU BEDEL, AR DAMARI ÇATLAMIŞ, HEM ARSIZ HEM HIRSIZ KONUMUNDAKİ İŞBİRLİKÇİ REJİMLERE MUTLAKA ÖDETİLMELİDİR…
Ortadoğu coğrafyasında kendi stratejik yaklaşımlarını dayatmaya çalışan küresel ve bölgesel güçler, Türkiye’nin Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ( IKBY ) sınırları dahilinde yapmış olduğu askeri operasyonların boyutundan, hakim noktalarda tesis edilen askeri üslerden ve bu durumun geleceğe yönelik olarak evrilme ihtimali bulunan şeklinden dolayı büyük bir endişeye kapılmışlardır. Bu bağlamda Irak yönetimi üzerinden söylemlerini sertleştirmeye başladıkları gibi Kürdistan Yurtseverler Birliği aracılığıyla, IKBY bölgesinin özerkliğinin tartışmaya açılması tehdidi üzerinden de Kürdistan Demokrat Partisi üzerindeki baskının arttırılmaya çalışıldığı görülmektedir.
Ayrıca dost görünümlü bir yılan, Ahameniş İmparatorluğu’nun ve Darius’un ulaştığı sınırların hayaliyle yaşayan sinsi devlet İran’ da Türkiye aleyhine bilindik düşmanca tavırlarını gizlice sergilemeyi sürdürmektedir. Zira hem Libya’da Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni desteklediğini açıklayarak hem de Pkk’ya karşı operasyon başlattığı izlenimini verdiği halde tek bir mermi bile atmayarak, Türkiye’ye karşı göz boyama taktiği uygulamaktadır. Çünkü Türkiye’nin desteğine ihtiyaç duyduğu bir dönemden geçmekte olduğunun ve iç barışının Türkiye tarafından sarsılabileceğinin farkındadır ve bu bağlamda İdlib mutabakatına açıkça karşı olmasına rağmen, Türkiye’ye karşı açık bir tavır geliştirmekte de yetersiz kalmaktadır. Ayrıca İran, Türkiye’nin Türk dünyası ile ilişkilerini geliştirmesinden, Pakistan ve Afganistan’la yakın ilişkiler kurmasından ve Türk Keneşi bağlamında Turan idealinin canlanmasından son derece rahatsızdır.
Ancak aynı İran, İsrail’in ve arkasındaki küresel güçlerin bölgeye dayatmaya çalıştığı Büyük İsrail Projesi’nden hiçbir şekilde rahatsız değildir. Çünkü İran, İslam dünyasının huzuru ve geleceği için politika üreten bir ülke değil, Şiilik üzerinden geliştirdiği bir algıyla ; İslam dünyasında fitne çıkarmak, Pers hakimiyetini pekiştirmek ve Ermenistan ile birlikte Türkiye ile Türk yurtları arasında set vazifesi ifa etmek için çaba gösteren ve bu doğrultuda strateji üreten bir ülkedir.
Türkiye’nin ABD- İsrail ve yandaşlarının geliştirdiği stratejiye dayanan ve uğrunda trilyonlarca dolar para harcanan 30 yıllık bir uygulama planını, büyük ölçüde çöp haline getirmiş olması, İran’ı sevindirmek bir tarafa adeta kahretmektedir. Bu çerçevede İran Yönetimi, Irak ve Suriye’de yaşayan ABD güdümündeki Kürtleri birleştirmek suretiyle İsrail ile Türkiye arasında tampon bir bölge oluşturmak ve böylece Ortadoğu’ya şekil verilmesi aşamasında İsrail’in güvenliğini garanti altına almak şeklinde tanımlanabilecek olan siyonistlere ait planı var gücüyle desteklemektedir.
Geçmişte siyasi perspektifinin büyük bölümünü göstermelik İran düşmanlığı üzerine kurmuş olan CHP’nin, İran’la nasıl dost ve müttefik olduğu da bu bağlamda anlaşılabilir hale gelmektedir. Yeri gelmişken, Pkk lideri Abdullah Öcalan’ın nasıl yıllarca Suriye’nin koruması altında yaşamını devam ettirdiği ve CHP’nin Esed aşkının da nasıl bir işbirliği temelinde yeşerdiği de ortaya çıkmaktadır. Tüm bu siyasi altyapı, CHP- HDP – PYD //YPG yapılanması – Esed rejimi- İran- ABD ve İsrail arasında bir ittifak çizgisi olduğunu gözler önüne sermektedir.
Türkiye, görünürde Pkk’nın ancak aslında İsrail ve arkasındaki küresel güçlerin oluşturduğu terör sorunu nedeniyle, yüzmilyarlarca Dolar zarara uğramış, geleceğine yapması gereken yatırımları yapamamış, terörle anılan durumu nedeniyle ekonomik olarak ilerlemesi engellenmiş, kaynaklarını kendisinin üretmediği silahlara aktarmak durumunda kalarak NATO ülkelerine olan bağımlılığı güçlü tutulmuş ve en önemlisi binlerce insanını teröre kurban vermiş bir ülkedir. Bu durumun ortaya çıkışındaki en büyük suç , içimizdeki işbirlikçi CHP zihniyetinde ve bu zihniyetin Türk ordusunu sarmış, NATO tarafından devşirilmiş, Gladyo hizmetindeki subaylarında olduğu gibi devlet olmanın gereğini yerine getiremeyen, ülkelerinde terörist yapıların varlığına ve Türkiye’ye saldırısına izin veren ve yapılan saldırıları keyifle izleyen Suriye ve Irak Devletlerindedir. Ancak hala koltuklarında oturup, Türkiye aleyhine beyanatlar vermekten ve Türkiye aleyhine kamuoyu oluşturma çabalarına destek olmaktan da geri durmamaktadırlar.
Bu arsız ve ahlaksız tutumun karşılıksız kalabilmesi ise mümkün değildir.
Türkiye en kısa zamanda büyük bir tazminatı öncelikle Irak’tan talep etmeli ve ödenmesi için süre vermelidir. Ödenmemesi durumunda ise Musul – Kerkük ve Kuzey Irak’ın büyük bölümünü , tazminat karşılığında ilhak etmekten çekinmemeli, bölgesel ticaret yollarını da denetim altına almalıdır.
MERHAMETTEN OLMASA DA İYİNİYETTEN MARAZA DOĞMASINA İZİN VERMEMELİYİZ.
IRAK VE SURİYE GİBİ YENİ YETME VE VATANIMIZDAN ZORLA KOPARILAN YURTLARDA KURULAN DÜZMECE DEVLETLERİN VARLIĞINA VE TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNE SAYGI DUYMAK GİBİ SAFSATALARDAN VE AŞAĞILIK KOMPLEKSİYLE YEŞERTİLMİŞ İRADESİZLİĞİN, SINIRLAYICI VE BAHANE ÜRETİCİ ZİHNİ TUTUMUNDAN KURTULMALIYIZ.
BİN ATLI AKINLARDA, DEV GİBİ ORDUYU YENENLERİN ZİHNİYETİNE VE KUDRETİNE ULAŞMALIYIZ.
ULUSLARARASI ALANDA HUKUK KAVRAMININ OLMADIĞINI, GÜÇLÜNÜN KOYDUĞU KURALIN ESAS OLDUĞUNU VE ADALETİN ANCAK HAK YOLUNDA YÜRÜYENLER, KIZILELMAYA KOŞANLAR TARAFINDAN SAĞLANABİLECEĞİNİ MUTLAK BİR ŞEKİLDE İDRAK ETMELİYİZ…
SEDAT ÇETİNKAYA
.GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE ve GENÇLİĞE SESLENİŞ…
CHP’Lİ OLMAK BİR AYRICALIK DEĞİL ; İNSANA YAPIŞTIĞINDA KOLAY KOLAY ÇIKMAYACAK BİR ÇİRKEF, YAŞAMI MAHVEDEN BİR ZİLLETTİR...
Ülkemizde tam bir yokluk ve fakirlik hali söz konusuydu. Temel ihtiyaç maddeleri dahi karneye bağlı olarak satılıyordu. Sözde milliyetçi CHP güdümündeki gençler, komünist- sosyalist devrim için örgütlenmiş, Anadolu’nun bağrından çıkmış kurt yeleli vatan evlatlarına kahpece saldırıyor, güya Türk vatanını korumakla görevlendirilmiş ordu ise CIA güdümündeki bir darbe için fitneyi körüklüyor, emniyet güçlerini de oluşturduğu baskı ve ikilik ile etkisizleştiriyordu. Zaten batılı küresel güçlerin maşası vasfıyla kendilerine biçilen rolün bir gereği olarak, Türk Milleti üzerindeki baskıyı devam ettirmek için 10 yılda bir darbe yapmayı da alışkanlık haline getirmişlerdi.
Siyaset arenası ise birçoğu bu ülkenin geleceğini zerre kadar düşünmeyen ve kökleri dışarıda bulunan siyasi partilerle ve onların kaşarlı ve her biri masonlukta level atlamış, kaos oluşturmakla görevlendirilmiş temsilcileriyle dolup taşıyordu. Türkiye’nin asla gelişememesini temin etmek amacıyla özel olarak kurgulanmış bir parlamenter sistem ile ; hükümet kuramamak, erken seçime gitmek, milletvekili satın almak, hükümete dışarıdan destek vermek, hükümete destek verme noktasında şantaj uygulamak, ekonomik krizler, IMF görüşmeleri, memur maaşlarının ödenememesi tartışmaları gibi hususlar sıradan ve günlük meselelerden ibaretti.
Ekonomi diye bir şey ise emin olunuz ki yoktu. Döviz olmadığı gibi bulundurmak da suçtu. Ülke sathında kurulmuş üç beş dandik fabrika, zengin ailelerin kurduğu birkaç montaj tesisi, zor bela yapılmış birkaç baraj, halkın büyük bölümünün yaşadığı köylerde üretilen geçimlik tarım ürünleri, küçük çapta tekne balıkçılığı, geleneksel usullerle yapılan hayvancılık ülke ekonomisi olarak tanımlanmaktaydı. 1980 yılında % 64’ü tarım ürünlerinden oluşan ve toplam 2.9 milyar Dolar, 1990 yılında ise 12,9 milyar Dolar, 2001 yılında ise 31,3 milyar Dolar tutarında bir İHRACATIMIZIN bulunduğu dikkate alınırsa, ekonomik gerçeklerin çok daha iyi bir şekilde anlaşılabileceğini belirtmek isterim. Hatta bu noktada biraz artan ihracatımızın, para kazanma amacına matuf bir yaklaşımla değil, modern köleliğin bir gereği olarak ülkemizde yaptırılan ucuz üretim ve hayali ihracat kalemlerinin etkisiyle gelişmeye başladığını da önemle ifade etmek isterim.
Bu arada ülkede her şeye burnunu sokan, savaş için hazırlık yapmaktan başka her şeyle ilgilenen ve düzmece bir laiklik anlayışıyla Müslüman- Türk Milleti’nin inancı ve özellikle de kadınlarımızın başındaki örtüyle azılı bir kafir edasıyla mücadele eden, kendisini bu milletin fertlerinin başını koparmak için kalkmış kılıç yerine koyan bir ordu anlayışı mevcuttu. Bu ordunun ne Müslüman kimliğiyle ne de Türk’lükle uzaktan yakından ilgisi de yoktu. Bu ordu ABD ve NATO’nun devşirme güçlerinin yönetiminde bulunan ve amacı Müslüman- Türk Milleti’nin başını kaldırmasını engellemek olan bir orduydu. Ancak FETÖ’yü el üstünde tuttukları, annesi baş örtüsü takıyor diye nice nitelikli subayı ordudan atarken ; NATO devşirmesi , CIA ajanı, ABD köpeği FETÖ mensuplarını en kritik noktalara taşımaları ile görülmüş bulunmaktadır. Bu dönemde askerlik dediğiniz şey ise ; 18 ay yapılan, tüm askerlik boyunca 1.Dünya savaşından kalma tüfeklerle birkaç mermi atıp, hergün 6 – 8 saat gereksiz yerlerde nöbet tutup, mıntıka temizliği ve yanaşık düzen eğitimi yapıp zaman öldürülen, berber- bahçıvan- terzi- çaycı- aşçı - kantinci- şoför gibi hizmetlerin vatan evlatlarına bedava yaptırılıp, oluşturulan bu güç vesilesiyle de siyasetin baskı altına alındığı bir uygulamadan başka bir şey değildi. Türk ordusunda Türk olmak, peygamber ocağında namaz kılmak hatta ALLAH demek bile mümkün değildi. Ordumuz Türk Ordusu değil, gerektiğinde İsrail’e hizmet etmek için hazırlanan dinsiz ve milliyetsiz bir NATO ordusuydu. Zaten kullandığı hiçbir silah, ülkemizin üretimi olmadığı gibi envanterdeki her silah da Amerikan artığından ibaretti...
Ülkenin anayasal kurumları da ordunun durumundan farksızdı. Her biri vesayet düzenin şekil değiştirilmiş görünümünden ibaretti. Zira bu kurumları, yöneticilerini, yöneticilerinin atama şekillerini darbe yasaları belirlemişti. Kazara iş yapmak için faaliyette bulunmaya çalışan hükümetlerin hepsi, bu vesayet odakları tarafından bloke edilmiş, ancak onlarla işbirliği içinde hareket edenlere belli kriterleri aşmamak koşuluyla ilerleme fırsatı verilmiştir. İşte iktidar olursunuz ancak muktedir olamazsınız sözünün ve gerçekliğinin temeli de bu aşağılık, işbirlikçi ve vatana ihanet ile tütsülenmiş düzende yatmaktadır.
Medya dediğiniz yapı ise TRT televizyonu ve sonradan uydudan yayın yapması nedeniyle varlığına mecburen izin verilen bir özel televizyondan ve hemen hemen hepsi, belirli odakların tekelinde yayın yapan bağnaz- faşist- ABD yanlısı, batı yalakası gazetelerden ve çoğu CIA ajanı konumundaki gazetecilerden ibaretti. Televizyonlarda öyle her talep ettiğinizi izlemek, her aklınıza geleni yazmak, istediğiniz gibi gösteri yapmak, basın açıklamasında bulunmak, yürüyüş yapmak hayal bile edilemezdi. Bildiğiniz Ahmet Hakan, ülkedeki en muhafazakar, sakallı, dinci , şeriatçı görünümlü gazeteciydi ki artık gerisini sizin ufkunuza ve hayal gücünüze bırakıyorum.
Yıllarca başımıza bela olan PKK terör örgütü bile , hem yönetim üzerindeki etkisi nedeniyle ordunun varlığını güçlendirmek, hem de Türkiye’nin gelişimini engellemek için bu ülkenin istihbarat birimlerine kurdurulmuş bir yapıdan başka bir şey değildi. Bu ülkenin diyorum ancak Sayın Hakan FİDAN’ın dönemin müteşarlığına atandığı tarihe kadar bu ülkenin istihbarat birimi diye bir şey de yoktu. Sistem tüm iyi niyetli kişilerin varlığına rağmen, CIA ve Mossad için çalışan bir yapıdan ibaretti. CIA’ya biat etmeyenlerin orduda yükselmesine imkan olmadığı gibi MİT içinde serpilmelerine de olanak yoktu. Zaten MİT’in yapılanmasında yurt dışında görev icra etmek diye bir kavram dahi bulunmuyordu. Bu bağlamda Pkk’nın bu topraklarda yıllarca nasıl büyütüldüğünü, görmezden gelindiğini, Pkk ile mücadele ediyoruz diyerek Türk- Kürt ayrışmasının nasıl temellendirilmeye çalışıldığını, kahraman gibi gösterilen bazı kişilerin aslında gladyonun tetikçileri olduğunu ancak bugün anlayabilir hale gelmiş bulunmaktayız. Hatta HDP’nin, PKK’nın ihanet politikasına açık ortak oluşunu düşünerek, HDP etrafında kümelenen halk kesimlerini siyaset sosyolojisi çerçevesinde değerlendirdiğimizde, Kürt kökenli vatandaşlarımızın bu anlayışı ve bu gerçekliği yakalamaktan henüz uzak olduğu da görülmektedir.
2001 yılı öncesinde ülkemizin altyapısının ve sisteminin ise tam bir 3.dünya ülkesi olduğunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Adliyeleri iş hanından bozma binalarda varlığını sürdüren, bir sınıfta 80 öğrencinin okumaya çalıştığı, öğrencilerin kitap bile bulamadığı için aylarca kitapsız okula gittiği, öğretmen eksikliğinden eğitimin yıl boyu yapılamadığı, memurların terör bölgesinde ve olağanüstü hal yönetiminde görev yapmak ile istifa etmek arasında sıkıştığı, muayene kuyruklarında insanların öldüğü, bir göz muayenesi olmak için bile günlerce gece vakitlerinde hastane önünde sıraya girildiği, reçete edilen ilaçları bulmanın mümkün olmadığı, bütçenin ordunun ihtiyaçları ve Kamu İktisadi Teşekkülleri'nin borçlarına dahi yetmediği,enflasyon ve faiz sarmalının toplumu ve devleti esir aldığı, emekli olamayan insanların ayrı bir sıkıntı ile olanların da maaş kuyruklarında vefat ettiği, hastaların senetle hastaneye kabul edildiği, ölülerin bile borç nedeniyle morglarda rehin kaldığı, ülkede tek şeritli bakımsız yollar nedeniyle oluşan kazalarda hergün onlarca insanın vefat ettiği, tren’in ancak kara tren diye isminin kaldığı, 2019 yılında hava yollarında iç ve dış hatlarda 180.844.809 kişiye ulaşmış olan yolcu sayısının 1980 yılında sadece 1.836.167 olduğu, köylerinde su- elektrik ve kanalizasyonun bulunmadığı- gecekonduların alıp başını gittiği , şehirlerinde çöpler patlayan, arıtma diye bir şeyin olmadığı, CHP’nin mezradan bozma şehri İzmir’de olduğu gibi tüm kanalizasyon pisliğinin denize boca edildiği ve hülasa tüm baskılara rağmen ölmeyen ancak kafasını pislikten ve yokluktan çıkarmaya çalıştığında kafasına basılarak bayılıncaya kadar bataklıkta nefes almaya zorlanan, ekonomik krizlerle adeta ezilen ve sömürülen bir ülkemiz vardı.
Şimdi ise ordusunu kendi ürettiği en gelişmiş silahlarla donatan, dünyanın ilk 10 ekonomisi içine girmenin eşiğine gelmiş ve kısa süre içinde bu kulvarda da ilerleme kapasitesi oluşturmuş bulunan, altyapısına yaptığı yüzmilyarlarca Dolar yatırımla gelişmiş bir dünya ülkesi ve küresel bir güç haline gelmiş bulunan, başkanlık sistemine geçmiş, vesayet odaklarını ve düzenini büyük ölçüde ortadan kaldırmış, cari dengesini kurmuş, bölgesinde ve dünyada askeri- siyasi ve ekonomik olarak ön plana çıkmış, devasa operasyonları çok yönlü olarak icra edebilir hale gelmiş, vatandaşlarını çok daha ileriye taşımak için devasa yatırımlar yapmış, büyük stratejileri sahaya sürmüş, tüm dünyada parmakla gösterilen, dostluğu arzu edilen, sevilen ve sayılan, küresel aktörlerin oyunlarını bozup, oyun kuran bir ülke halini almış bulunmaktayız.
Her türlü baskıya, fitneye, kaos politikalarına, algı operasyonlarına rağmen, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşundan 03 Kasım 2002 tarihine kadar bu ülke için yapılanların toplamının minumum 5 katı icraatı 18 yıla sığdıran Sayın Erdoğan’ın, ne kadar büyük bir iş başardığını görmemek için ancak beyin olarak kör, algı olarak bağnaz, ruh olarak satılmış, kümülatif olarak ise hain ya da gafil olmak gerekir…
Bu ülkede diktatörler, ancak ve ancak CHP rejimi ile anılacak kişilerdir…
Bölücü terör örgütü sevicisi, Türk ordusunun bölgesinde yaptığı stratejik önemi haiz operasyonlardan rahatsız, adaları peşkeş çekmeye alışkın olduğu için Mavi vatan gibi bir kavramı literatüründe barındırmayan, geçmişinde idam- baskı ve zulümden başka bir şey olmayan ve bu ülkeyi yönetmeye dair hiçbir projesi ve ajandası olmayan bir partinin arkasından gitmenin, akılcılıktan ve gerçekçilikten fersah fersah uzak bir yaklaşım biçimi olduğu, yakın tarihin CHP faşizmiyle dolu dehlizlerinden habersiz genç bireylerce çok iyi anlaşılmalıdır.
Bilinmelidir ki CHP’li olmak, bir ayrıcalık değil ; insana yapıştığı zaman kolay kolay çıkmayacak bir çirkef, yaşamı mahveden bir zillettir…
İHANETİ GÖRMEK İÇİN , HAİNİN TAKTIĞI GÖZLÜKLERİ ÇIKARMAK ve İHANETE ÇIPLAK GÖZLE BAKMAK GEREKİR…
SEDAT ÇETİNKAYA
.AYASOFYA KEBİR CAMİ-İ ŞERİFİ…
Ayasofya ; Müslüman- Türk Milleti’nin, küfrün kalbine diktiği sancağın ismidir.
Ayasofya, Hz.Adem’den günümüze Allah yolunda mücadele eden şehitlerimizin kanıyla yükselen mabedimizdir.
Ayasofya ; din-i mübin- İslam’ın, diğer tüm semavi dinlerin hükümlerini ortadan kaldırdığını simgeleyen tarihi bir anıttır.
Ayasofya, Müslüman- Türk Milleti’nin hakimiyet sembolüdür.
Ayasofya, Müslüman- Türk’ün tarihe uzanan ve cihanı titreten kudretinin simgesidir.
Ayasofya, Müslüman- Türk Milleti’nin, aleme korku salan kurt başıdır.
Ayasofya, alemlerin sultanı Hz.Muhammed sav. efendimizin ; ne büyük ordu, ne büyük komutan, ne büyük asker nitelemesiyle bizleri şereflendirdiği bir fethin nişanesidir.
Ayasofya ; manevi ufkumuza can veren, diriliş ateşimizi körükleyen, fetih ruhunu harlayan bir ocaktır.
Ayasofya, içimizdeki ve çevremizdeki düşmanları, Müslüman- Türk’ün elinde olmakla delirten bir büyülü taş, kutlu bir nefestir.
Ayasofya ; Müslüman- Türk Milleti’nin bedelini kanı ile ödediği ve zilyetliğini Allah c.c. hazretlerinin lütfuyla üstlendiği, insanlığa değil, Müslüman- Türk Milleti’ne ait olan bir taçtır.
Ayasofya ; mazlumları ve müslümanları koruyan, Allah’ın hükmünü gücünün yettiği her yere taşıyan Bozkurt ruhlu bir milletin, cihana hükmeden ulu sesinin yeniden duyulacağı zirvedir.
Ayasofya ; tek gözlü şeytanın, gözüne saplanacak mızrakları geren yaydır.
Ayasofya ; paganların, siyonistlerin ve hizmetkarlarının, rüyalarına giren karabasandır.
Ayasofya ; beyin, fikir ve inanç fukaralarınca inkar edilse de Hz.Mehdi’nin kutlu bir sancağı kaldıracağı, yeni bir devrin kapılarını açacağı karargahtır.
KIZILELMA’NIN BAŞLANGIÇ NOKTASIDIR…
DOĞDUĞUMUZDAN BERİ KAVUŞAMADIĞIMIZ SEVDAMIZDIR…
CENNETE AÇILAN KAPIMIZ, KANAYAN YARAMIZDIR...
KÜFRÜN PERDESİYLE KAPANAN MİHRABIMIZDIR…
MÜSLÜMAN İLE KAFİRİ - MÜNAFIĞI VE BİLUMUM İNANÇSIZI AYIRAN, TURNUSOL KAĞIDIMIZDIR.
HERKESE VE HERŞEYE RAĞMEN MUTLAKA AÇACAĞIMIZ EVİMİZDİR...
Ve en önemlisi Ayasofya ; İstanbul’un yeniden fethinin önünü açan, BEKLENEN KOMUTANI DAVET EDEN kutlu ve sırlı bir meşaledir…
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE’NİN, KUZEY IRAK VE SURİYE STRATEJİSİ’NDE ŞAH HAMLESİ VE GELECEK PERSPEKTİFİNDE AÇTIĞI MİLLİ YEMİN HEDEFİ…
Türkiye üzerinden bölgemize baktığımızda, Amerika Birleşik Devletleri ve Fransa’nın, İFLAS ETMİŞ BİR POLİTİKAYI Kuzey Irak ve Suriye üzerinden Türkiye’ye karşı halen yürütmeye çalıştığını görebilmek mümkündür. Bu ülkelerin, Türkiye’nin eski Türkiye olmadığının farkında olmadıkları çok açık olduğu gibi bölgeye yönelik siyasi analizlerinde de ön yargıların ve bilimsellikten uzak yaklaşımların hakim olduğu bir BAĞNAZLIK içinde bulundukları okunabilmektedir…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Kuzey Irak Bölgesi’ne yönelik olarak başlatmış olduğu harekatlar çerçevesinde ; doğu yönünde Hakurk bölgesinin güneyindeki Sidekan hattından başlamak üzere batıda Zaho’nun kuzeyine kadar olan bölgede bulunan : Sinat – Haftanin, Zendura- Metina- Zap- Mezi –Sine-Avaşin- Basyan- Hakurk - Lelikan- Derkar – Batufa- Bamerni- Kanimasi- Derelok- Şeladize- Amediye- Gara-Barzan-Piran bölgelerinin TAMAMINI KONTROL ALTINA ALMAYI ve buralara askeri ve stratejik açıdan YERLEŞMEYİ planlamış bulunmaktadır. Bunun anlamı, Pkk’nın Kuzey Irak’tan sökülüp atılması ve Kerkük hattına kadar tüm Irak’ın, TÜRKİYE'NİN ASKERİ BASKISI ALTINA GİRMESİ demektir.
Türkiye bölgeye ve bölgede at koşturmaya çalışan güçlere, DAĞLARA HAKİM OLAN BÖLGEYE DE HAKİM OLUR , gücünüz varsa , kendinize güveniyorsanız, güdümünüzde hareket eden bir Kürt devleti kurma amacınız sizin için çok değerliyse ben buradayım, kağıt üstünde oluşturduğunuz hedefi demir pençemle , bir kaplan edasıyla ve gücüyle parçalıyorum, gücünüz yetiyorsa yıllarca beslediğiniz yılanı gelip pençemden kurtarın diyerek adeta rest çekmektedir. Bu hamle strateji tahtasında ; gören gözler nezdinde küresel güçlerin rezil edildiği, yerin dibine sokulup çıkarıldığı, korkaklıklarının ve kapasitesizliklerinin tüm dünyaya ilan edildiği bir ŞAH HAMLESİDİR. Bu hamlenin ilk muhatabı, her fırsatta ve ilk baskıda Türkiye aleyhine faaliyette bulunmaktan geri durmayan, korkak, basiretsiz ve hain Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’dir. İkinci muhatabı, hem İran’a yeşil ışık yakan hem de ABD- İsrail ve Fransız taşeronluğuna oynayan Kürdistan Yurtseverler Birliği ve yandaşlarıdır. Üçüncü muhatabı ise içimizdeki devşirme işbirlikçileri vasıtasıyla ülkemizi yöneten ve yönlendiren, Türkiye’ye müttefik olarak hitap ettiği halde şeref yoksunu sinsi düşmandan başka bir şey olmayan İsrail- ABD – Fransa ve bölgesel müttefikleridir. Son muhatabı ise, isimsiz güçlerimizin faaliyetleri neticesinde kaos planları ellerinde patlayan içimizdeki işbirlikçi, bölücü, faşist hainler ve kripto destekçileridir.
Diğer taraftan ismi devamlı surette değiştiriliyor olsa da Suriye’de Türkiye’nin asla kabul edemeyeceği bir Pyd//Ypg yapılanması bulunmaktadır ki Türkiye, bu yapı ile Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin birleştirilmeye çalışıldığının ve bu birleşmeden vatandaşlarının kanının döküleceği bir fitne hayalinin kurulduğunun farkında olan bir devlettir. Bu bağlamda BU KURGUYU EBEDİYEN BOZMAK İÇİN GİRDİĞİMİZ Kuzey Irak Bölgesi’ne, tam anlamıyla yerleştikten sonra ilk yapacağımız faaliyet, Irak ile Suriye’nin kuzey yönlü bağlantısını KAMIŞLI- SİNCAR HATTINI KONTROL ALTINA ALARAK KESMEK OLACAKTIR. Bu girişime bağlı olarak başlayacak olaylar neticesinde ise ; Devleti Aliyye’nin son meclisi’nin " MİLLİ YEMİN" ile belirlemiş olduğu vatanımıza ilişkin coğrafi hattı, askeri olarak ele geçirmeye yönelik olarak harekete geçeceğimizi söyleyebilmek mümkündür. Bu iddia siyasi- stratejik yönelişin yönünü ve kapasitesini göremeyen kişiler için şimdilik hayal olsa da yaşayan herkes Türkiye’nin ; Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ni, Irak Devleti’ni ve Suriye rejimini karşısına alacağını görecektir. Elbetteki bu süreçte karşı cephemizde ; Ortadoğu’nun batı devşirmesi , İsrail yalakası, satılmış Arap Birliği rejimlerini ve bunların arkasındaki küresel güçleri de göreceğiz.
Gerilim arttıkça, küresel güçlerin Türkiye’yi çevreleme isteği de artacak ve bu durumdan Türkiye düşmanlığında zirveye ulaşmış olan Mısır rejiminin ve Yunanistan’ın faydalanma isteği de önemli ölçüde yükselecektir. Artan bu düşmanlığa bağlı olarak şekillenen akıl tutulmasının düşmanlarımız nezdinde oluşturacağı strateji ise önümüzdeki süreçte küresel bir güç halini alacak olan Türkiye’nin, Yunanistan’ı coğrafi, askeri ve siyasi olarak sınırlayacak büyük bir mağlubiyete uğratmasına, Mısır’ın ise batılı devletlerin de müdahale ettiği bir iç savaşa sürüklenmesine neden olacaktır. KANAATİMCE MISIR HALKI ; ilahi kudretin geçmişe müteallik olarak hesap soran iradesinin bir izdüşümüne bağlı olarak büyük bedeller ödemeden, içine düşeceği perişanlıktan kurtulamayacaktır…
Bu süreçte MISIR ve YUNANİSTAN’ın ön plana çıkmasına neden olan husus ise ; Türkiye’nin Libya’da elde edeceği büyük başarı, Akdeniz’de oluşturacağı askeri ve siyasi hakimiyet , Suriye rejiminin içine düşeceği ve yaşayacağı felaketler nedeniyle Türkiye’nin desteğine muhtaç kalmasının oluşturacağı siyasi konjonktür , Türkiye’nin Katar- Yemen- Somali -Sudan ve Filistin politikalarının etkileri ve Yunanistan’ın boyundan büyük siyasi emellerinin küresel güçlerce kışkırtılmasına bağlı olarak şekillenecek dengesiz politikası olacaktır.
Elbette Türkiye’nin bu perspektifte ilerlemesi, ekonomik- askeri ve siyasi açıdan küresel bir güce doğru evrilmesi, dünya düzeninde yaşanan değişimlerin Türkiye’yi ön plana çıkarmasına bağlı olarak oluşan etkinin sınırlandırılmak istenecek olması, Türkiye’nin etrafında şekillenmeye başlayan ittifakların oluşturacağı korkular yakın bir gelecekte küresel aktörlerle Türkiye’nin karşı karşıya gelmesine de neden olacaktır. Çünkü Türkiye, ARADAKİ MAŞALARI VE PİYONLARI TEK TEK OYUNDAN ÇIKARMAKTADIR ve bunu engellemeye de hiçbir devletin tek başına gücü yetmemektedir. Yakın gelecekte satranç tahtasında çok az sayıda taş kalacaktır ve ŞAH çektiğimizde MAT ile oyunu bitirme mecburiyetimiz bulunmaktadır.
Tek tek karşımıza çıkamayanlar, birleşerek geleceklerdir...
Niğbolu’nun, Mohaç’ın, Mercidabık’ın, Preveze’nin ve Çanakkale’nin bileşkesi bir mücadele yaşanacaktır.
Kader ve tarih, bu mücadelenin kahramanlarını şeref ve şehadet başlıkları altında yazacak, dünya ; Müslüman- Türk’ün Allah vergisi kudreti, adaleti, çağ kapatıp çağ açan kapasitesi ve zalimi ezen cesaretiyle yeniden tanışacaktır…
25.06.2020 //03.30
SEDAT ÇETİNKAYA
.MISIR’IN, LİBYA’YA MÜDAHALE OLASILIĞI…
Bilindiği üzere Ulusal Mutabakat Hükümeti, Türkiye’nin desteğiyle ve yok olma noktasından yapılan zorlu bir dönüşle Libya’nın önemli bir bölümünü kontrol altına almış ve henüz kontrol edemediği bölgeleri de Sirte ve Cufra hattına yapılacak askeri bir operasyonla kurtarma noktasına gelmiş bulunmaktadır.
Hafter unsurlarının ( LNA ) hemen hemen tüm gücü, Sirte ve Cufra arasındaki bölgede toplanmış bulunmaktadır. Hafter güçlerinin, bu hat üzerinde gerçekleşecek bir çatışmada Ulusal Mutabakat Hükümeti güçleri ( GNA ) tarafından yenilgiye uğratılması durumunda , Libya’nın tamamının kontrol edilmesinin önünde hiçbir engel kalmayacak ve tüm Libya birkaç gün içinde kontrol altına alınabilecektir. İşte Sirte- Cufra hattı üzerinde, Türkiye tarafından oluşturulan gerilimin gerçek nedeni, yenilgiye uğratılacak Hafter birliklerin bu bölgede toplanmasını sağlamaktan başka birşey de değildir...
Türkiye destekli Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin karşısında yer alan güçler olan ; Fransa,Rusya, Mısır, İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Yunanistan, her türlü baskı, şantaj ve yıldırma politikasını izlemiş ancak Türkiye’nin iradesinin kırılması noktasında hiçbir gelişme sağlayamamıştır.
Fransa, sahadan çekilmek ve İngiltere ile işbirliği aramak durumda kalmış ancak Türkiye ile ortak çıkarları ve işbirliği perspektifi bulunan İngiltere’den olumlu bir cevap alamamıştır. Fransa, tedirginlik ve geleceğe ilişkin korku içinde kıvranmaktadır.
Yunanistan ise dahil olacağı etkili bir ittifak bulamaması ve Türkiye’yi karşısına alabilecek bir gücünün de olmaması nedeniyle etkisiz kalmış, Akdeniz’e ilişkin olarak çöken savlarını kurtarmak için panikle etrafa savrulmakta ve zaman zaman belasını aradığını ortaya koyacak mahiyette tavırlar sergilemeyi sürdürmektedir.
İsrail, Türkiye karşısında hiçbir etki gücünün bulunmaması ve ileride gerçekleşmesi muhtemel iyi ilişkilerin beklentisiyle tavrını sertleştirme ve Türkiye’yi karşısına alma gücünü kendisinde bulamamakta, Türkiye’nin dikkatini kendi üzerine çekmekten de endişe etmektedir.
Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan ise Türkiye tehlikesinin kendilerini için uzakta olduğu düşüncesinden hareketle efendilerine hizmet için ve temelinde Arap milliyetçiliği ve Selefi ekolü bulunan bir fikri tutumla, Türk ve İslam düşmanlığı yapmaya tam gazla devam etmeyi sürdürmektedir.
Rusya ise son derece kararlı olan Türkiye’yi, Libya’da askeri olarak durdurma imkanının olmadığını görmüş ve bu hususta diplomatik bir dille ABD’den yardım istemiş ve bir nevi bekle gör ve fırsatları değerlendir politikasına yönelmiş bulunmaktadır. Ayrıca şekillenecek duruma göre Suriye ile ilgili politika değişikliği kozunu da hissettirmektedir.
Amerika Birleşik Devletleri’nin durumunu belirleyecek şey ise Libya konusunda Rusya ile nasıl bir ilişki ya da daha doğru bir tabirle nasıl bir anlaşma içinde olduğu ile ilgilidir. Zira Hafter, gerçekte bir CIA ajanıdır ancak bu ajan aynı zamanda, Rusya tarafından da desteklenmekte ve Rusya’ya Libya’da ekonomik ve askeri çıkarlar sağlamaktadır. Aynı ABD ise gerçekte Libya bünyesinde Rusya’yı istememesi gereken taraftır. Çünkü ; Avrupa’nın güneyden kuşatılması, Avrupa’nın enerji hakimiyetinin Rusya’nın eline geçmesi , Akdeniz’de güçlenen Rus varlığı gibi hususlar, ABD’nin ve NATO ittifakının aleyhine olan durumlardır. Ancak dikkat edilirse ABD, günümüze değin Libya’da var olan Rus varlığına karşı açık bir tepki almamıştır. Kanaatimce bu durum, ABD ile Rusya arasında, Suriye ile Libya üzerinden kurulan gizli bir anlaşma zeminini ifşa etmektedir. Rusya, ABD’nin Suriye üzerinde varlığını korumasına engel teşkil etmemekte, ABD’de Rusya’nın Libya üzerindeki varlığına göz yummaktadır. Ancak yine aynı ABD, Rusya’nın Türkiye tarafından Libya’dan çıkarılmasını da göz ardı etmekte, görmezden gelmektedir.
İşte bu noktada Mısır’ın, Sirte ve Cufra’nın kırmızı çizgileri olduğundan bahisle Libya’yı askeri müdahale ile tehdit etmesinin arkasında ABD’nin mi yoksa Rusya’nın mı bulunduğu hususunun öncelikle tartışılması gereği bulunmaktadır.
Mısır lideri darbeci- terörist- katil Sisi’nin bu açıklamasının arkasında şayet ABD varsa, bu açıklama Rusya’ya karşı ; "bak ben Yunanistan- Fransa- Mısır- BAE ve Suudi Arabistan’ı her şekilde Türkiye’yi engellemek için devreye soktum. Ayrıca bu hususta NATO bünyesinde de bir ayrışma durumu söz konusu olduğu için NATO’yu Türkiye'ye baskı noktasında devreye sokamıyorum, Türkiye’nin gücü de malum, hiçbir devlet doğrudan karşısına alamıyor" savunmasının hazırlanmasından başka bir anlam ifade etmemektedir.
Mısır’ın bu açıklamasının arkasında önemli askeri ve ticari ilişkileri olan Rusya varsa bu husus ; Mısır’ın, ABD’nin izni ile Rusya lehine yaptığı bir açıklamadan ve Türkiye’ye karşı gündeme getirilen göstermelik son bir restten ibaret bulunmaktadır.
Mısır bu restinin gereğini yapabilecek olsa Sirte hattına kadar Mısır’ın müdahalesini engelleyebilecek bir güç de bulunmamaktadır. Ancak operasyonel kabiliyeti bulunmayan Mısır ordusunun, böyle bir çatışmaya katılması durumunda yaşayacağı muhtemel iç karışıklıkların oluşturduğu riskin, Mısır’ın iplerini elinde tutan ABD ve İsrail tarafından alınamayacağı da belirtmek isterim. Zira Mısır yönetimine hakim olan askeri diktatörlüğün kaybı demek ; tüm bölgenin tartışmasız bir biçimde Türkiye’nin kontrolüne girmesi, Suudi Arabistan ve BAE rejimlerinin çökmesinin önünün açılması, Filistin meselesinin gündeme oturması , İsrail’in güvenliğinin tehlikeye girmesi, Kızıldeniz hakimiyetinin Türkiye eline geçmesi , Afrika kıtası ve ticaret yolları üzerinde oluşan Türkiye kontrolü nedeniyle Türkiye'nin Çin üzerinde büyük bir baskı unsuru elde etmesi demektir ki küresel güçlerin hiçbirinin bu olanağı Türkiye’ye altın tepsi içinde sunmak istemeyecekleri de açıktır.
Diğer taraftan IMF kredileriyle varlığını sürdürmeye çalışan ve halkın yoksulluk içinde kıvrandığı, ordunun piyasada salatalık satma işine kadar el attığı ve siyaseten patlayacak bir bomba durumundaki bir ülkenin, herhangi bir savaşın maliyetini üstlenemeyeceği de ortadadır.
Dolayısıyla, Mısır’ın Libya’ya yönelik askeri tehdidi ; göstermelik, Türkiye’yi caydırmaya, Libya hükümetini anlaşmaya zorlamaya matuf , uluslararası hukuk tarafından korunan bir zemine sahip olmayan , işgalcilik üzerine kurulmuş, ABD hegemonyasına ve İsrail tarafgirliğine hizmet eden taktik bir açıklamadır.
Bilinmelidir ki ; eğitimsiz kağıt üzerinde ve hantal ordulara sahip devletlerin çabaları, bu niteliksiz durumu gören, tarihin en büyük ve kudretli savaş makinası Türk Ordusu karşısında beyhudedir.
İyi bildiğimiz bir gerçek ;
ZOR OYUNU BOZAR kuralıdır…
21.06.2020 // 13.55
SEDAT ÇETİNKAYA
.PENÇE- KARTAL OPERASYONU ; IRAK VE SURİYE COĞRAFYASINDA, PKK ÜZERİNDEN GELİŞTİRİLMEYE ÇALIŞILAN KURGUNUN, TÜRKİYE TARAFINDAN MUTLAK ŞEKİLDE BOZULACAĞININ GÖSTERİLDİĞİ, TÜM AKTÖRLERİN BELKİ DE SON DEFA AÇIK ŞEKİLDE UYARILDIĞI BİR STRATEJİK GİRİŞİMDİR…
Amerika Birleşik Devletleri yönetimi kendi içindeki sorunlarla uğraşırken, CIA ve Pentagon’un siyonizmin hizmetindeki temsilcileri, Irak ve Suriye üzerinden Türkiye’yi kontrol altına alma ve Türkiye’nin geleceğini Pkk güdümündeki Kürt kartı üzerinden bloke edecek yaklaşımları geliştirme politikalarına sinsi bir yaklaşımla devam etmeyi sürdürmektedir.
Bu bağlamda Pyd//Ypg yapılanması altında birleşen gruplarla, Suriye Kürt Ulusal Konseyi ( ENKS) arasında bir anlaşma oluşturulmuş bulunulmaktadır. Daha net bir ifade ile Suriye topraklarında faaliyet gösteren ve kendilerini Kürt halkının temsilcisi zanneden gruplar arasında, James F.Jeffrey’in de özel takibiyle kağıt üzerinde bir birlik tesis ettirilmiştir.
Yine Irak coğrafyasında ABD güdümünde siyasi faaliyet yürüten Kürdistan Yurtseverler Birliği , Goran ve yandaşlarının, Suriye’de kağıt üzerinde oluşturulan Kürt Birliği’ne katılmak ve birliğin Kuzey Irak’ta temsil edilmesi için gerekli altyapıyı sağlamak üzere şimdiden hazır olduğunu da önemle ifade etmek isterim.
ABD ve bu konudaki partneri Fransa, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ni ( IKBY) bu oluşumun içine çekerek, Irak ve Suriye coğrafyasında Pkk güdümünde birleşik bir Kürt platformu oluşturmak hedefine yönelmiş bulunmaktadır. Bunu görmemek veya inkar etmek ise ; siyaseten kör, fikren özürlü olmak demektir ki açık ve zımni olarak bu platforma destek olan siyasilerin, gerek bu tanıma ve gerekse bu tanımın bir adım ötesi olan vatan ihanet iddiasına muhatap olması gerektiği de su götürmez bir gerçektir. Daha net ifade edilecek olursa ; Pyd//Ypg yapılanmasını terör örgütü olarak tanımlayamayan, Türkiye’nin Suriye ve Irak’a yönelik müdahalelerine çeşitli şekillerde cephe alan, arkasını Pyd//Ypg’ye dayayan, Pkk’nın ülkemizdeki temsilcilerini demokrasi havariliği kılıfı altında koruma altına almaya çalışan, yabancı devletlerin ajanları, etki mahfilleri ve medyası ile geliştirilen ortak bir strateji ile Türkiye aleyhine algı oluşturmaya çalışan siyasetçilerin, gafil olmadıkları da belli olduğundan, tartışmasız bir ihanet içinde olduklarını söyleyebilmek mümkündür.
ABD’nin ve yandaşı Fransa’nın bu oluşumla amaçladıkları farklı bazı hususlar olsa da özel siyaset yaklaşımları yüklenmeden ifade edilen somut amaçlarının, Irak ve Suriye Kürtlerini siyaseten birleştirmek, bağımsızlıkları kazandırmak, Türkiye’yi Suriye ve Irak’da kontrol ettiği bölgelerden çıkarmak ve sonrasında Türkiye’den de taleplerde bulunulmasını sağlayacak bir Kürt devleti zeminine mevcudiyet kazandırmaktır.
Bu noktada en önemli husus, 06 Mayıs 2020 tarihinde kaleme aldığım “ Suriye ve Irak Coğrafyasında Askeri Hareketlilik İhtimali” başlıklı yazımda da belirttiğim üzere Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin, bu sinsi plana destek verip vermedikleri noktasında şekillenmektedir. Bu bağlamda Ferhat Abdi Şahin ( Mazlum Kobani ) ve James Jeffrey’in en yetkili saha elemanı William Robak’ın da katılımıyla gerçekleşen açıklamada, Mesut Barzani’ye ve Neçirvan Barzani’ye teşekkür edilmesi oldukça düşündürücü bir durum olarak ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede Kuzey Irak'da var olan Barzani hakimiyeti ile ilgili konularda özellikle düşünmek ve tedbirleri önceden almak gerekmektedir.
Türkiye'nin uygulaması gereken askeri- siyasi stratejinin omurgası ;
• Irak yönetimi ile iyi ilişkileri korurken, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin Suriye Kürtleri açısından oluşturulan ittifaka açık ve zımni olarak dahil olması durumunda gerekli askeri müdahaleyi yapacağını deklare etmek ve durumu hassasiyetle takip etmek,
• Suriye’de CIA güdümünde oluşturulan yapının, Kürt halkını temsil etmediği ve Kürt halkının perişan olmasına neden olacak bir anlayışla ile hareket ederek bölgesel güçlerin önüne attığı hususuna özellikli vurgu yapacak şekilde tarihi ve fiili gerçekleri yansıtan bir söylemi benimsemek,
• Kuzey Irak Bölgesi’nin tüm stratejik noktalarına dev bir orduyla dahi çıkarılamayacak şekilde askeri olarak yerleşmek,
• Türkiye- Irak ve Suriye arasındaki bölgenin, Suriye’nin Cezire Kantonu’ndan Musul’a uzanacak şekilde kontrol altına alınması durumunu, askeri operasyonun öncelikli ve olmazsa olmaz öznesi haline getirmek,
• Suriye’de kontrol altında tutulan bölgeleri, tüm Suriye’li sığınmacılar için yerleşim yeri haline getirmek,
• Ve Pyd//Ypg//Pkk//Sdg//Dsg yapılanmasını ilk fırsatta ezmek şeklinde GELİŞTİRİLMELİ ve ŞEKİLLENDİRİLMELİDİR…
Tüm bu proje çerçevesinde İran’ın, ABD -Fransa ikilisi ve sahadaki Pyd//Ypg//Pkk yapılanması ile uyum içinde olduğunu da önemle ve özellikle belirtmek isterim. Bu noktada İran’ın, Libya ile ilgili olarak UMH hükümetini destekleyen açıklamalarının da Türkiye’yi oyalamaya ve desteğini kaybetmemeye matuf bir göz boyamadan ibaret olduğunu ve söz konusu yaklaşımın, İngiltere ile aynı düzlemde şekillenen politikalarının bir yansıması olduğunu belirtmek isterim.
İşte bu siyasi- askeri ve stratejik şartlar dahilinde, Türkiye’nin gerçekleştirdiği Pençe- Kartal operasyonu, karşımızdaki cepheye siz filmi çevirmeye karar verseniz de senaryoyu mürekkebi düşmanlarımızın kanından olan bir kalemle ancak BİZ yazarız anlamını taşımaktadır.
Umarım tüm muhataplar, üç beş kabile savaşından değil, tarihin yazdığı en büyük ve stratejik önemi haiz yüzlerce varlık yokluk savaşından günümüze ulaşmış olan Müslüman- Türk Milleti ile aşık atmanın bedelinin büyük olacağını idrak noktasına ulaşmayı başarırlar.
Burası, devletler ve ordular mezarlığıdır…
Geride bıraktığımız binlerce yıl sonra bu mezarlıkta bir ölü değilsek, düşmanlarımızın büyüklüğüne ve ittifaklarına rağmen herkesi hak ettiği mezarlığa gönderme kabiline sahip olduğumuz ve var olmayı başardığımız içindir…
Müslüman- Türk Milleti, büyük ve kutlu tarihinin en güçlü dönemine doğru hızla ilerlerken, karşısına çıkacak yeni güçleri ve onların maşalarını, hem gerçek mezarlarına hem de tarih mezarlığına göndermekten asla geri durmayacaktır.
Görelim mevlam neyler, neylerse güzel eyler…
18.06.2020 / 21.15
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE’NİN BÜYÜKLÜĞÜNÜ VE GÜCÜNÜ KABUL ETMEK, TÜM KÜRESEL GÜÇLER İÇİN EN MAKUL VE AKILCI ALTERNATİFTİR.
PAROLAMIZ ; TÜRK VATANINDA MUTLAK HAKİMİYET, CİHANDA MÜCADELE VE GALİBİYETTİR.…
Libya’da, Türkiye destekli Ulusal Mutabakat Hükümeti güçlerinin Sirte ve Cufra ekseninde yapacağı harekat için taktiksel zamanlamanın gözetildiği ve geri sayımın başladığı bir süreç yaşanırken, Türkiye halen daha konsantresini dağıtacak etkilere maruz bırakılmak istenmektedir.
Bu bağlamda Türkiye’ye karşı kullanılabilmesi mümkün olan ve stratejik öneme sahip her taş bir kere yoklanmış ve kullanıma elverişliliği test edilmiş bulunulmaktadır.
• Mısır’ın, Libya sınırına tank ve zırhlı araç nakliyesi yaptığı ve bu durumun Türkiye ile Mısır arasında bir savaş durumuna neden olabileceği fikri üzerinden oluşturulmaya çalışılan gerilim,
• Rusya’nın, Libya’ya savaş uçağı sevkettiği ve bu savaş uçaklarının Sirte ve Cufra harekatını engellemek için kullanılacağı ve bu çerçevede oluşacak karşıtlığın Türkiye- Rusya arasında bir savaşa neden olabileceği veya Rusya’nın bu hususa yönelik olarak Suriye topraklarında ve özellikle İdlib cephesinde karşılık verebileceği iddiasından mütevellit olarak şekillenen siyasi tehdit,
• Kıbrıs’ın, kaliteli vatan haini, İngiliz hizmetlisi malum yöneticisinin ortaya attığı ; Kıbrıs’a Türk askeri yerine İngiliz ve Yunan askerlerinin de dahil olduğu ortak bir görev gücünün konuşlanması teklifi ile gündem değişikliği noktasında oluşturulmak istenen etki,
• PKK’nın 15 Haziran 2020 sonrasında harekete geçeceği yönünde yapmış olduğu açıklamalar ve bu bağlamda HDP cephesinin ortaya koymuş olduğu eylem sancısı içeren provokasyonlar,
• Türkiye’de önemli can kaybına neden olacak bir bomba patlatarak milletimizi, galeyana getirmeye ve iç karışıklık çıkarmaya matuf girişimler,
• Yunanistan ve Fransa tarafından sinir bozucu açıklamalar ve tahrikler üzerinden ilerleyen ve Türkiye’yi hedefinden saptırmaya yönelik kışkırtmalar,
• İran’ın, İdlib’e belirgin bir yaklaşımla milis gücü yığmaya yönlendirilmesiyle Türkiye üzerinde oluşturulmaya çalışılan algı,
• Almanya ile İsrail arasında Türkiye’yi zorlama ve sınırlama amacıyla sınırlı olarak şekillendirilmek istenen ; Türkiye turizmini baltalayarak güç kaybettirmeye ve Türkiye’nin hassas noktalarını kaşımaya yönelik politik angajman,
• Türkiye’nin güç ve destek kaybına uğraması için, Arap milliyetçiliğini ve selefi akımları ön plana çıkarmaya yönelik bölgesel girişimler ve algı yönetimi uygulamaları olarak İFADE EDİLEBİLİR…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ise yapılmak istenen yönlendirmelerin tamamını üstün bir yetkinlikle karşılamış ve bunları ; yapılan blöfleri görmezden gelmek, sözle değil icraatla tehdit etmek, istihbarat faaliyetleri ile tehlikeleri bertaraf etmek, Akdeniz’de gerçekleştirdiği deniz ve hava tatbikatları ve yayınlamış olduğu navtexler ile güç gösterisinde bulunmak, Libya’da harekat icrasına dair tüm hazırlıkları ilan ederek ortaya koymak, İdlib’e bir çatışma gerçekleşecekmiş gibi harekat hazırlığı yapmak, Pkk’yı tek seferde büyük bir etkiyle vurmak suretiyle mağaradan çıkamayacak hale getirerek genetik değişliğe zorlamak, Türkiye’yi olumlu bir şekilde ön plana çıkarmak, gündem değişikliğine müsaade etmemek, içimizdeki etki ajanlarını pasifize etmek gibi yöntemlerle karşılık vermiş bulunmaktadır.
Şimdi sıra öncelikle Libya’da, Sirte ve Cufra hattına yönelik olarak yapılacak operasyona gelmiştir ancak Türkiye’nin İdlib’de Suriye Ordusu’nu insansız hava araçları ile 2 gün içinde büyük bir bozguna uğrattığını bilen Rusya’nın, Türkiye’nin Libya’da sınırlı sayıda bulundurduğu SİHA gücünü, hava kuvvetlerinin kısa ve uzun menzilli hava- hava füzelerini kullanarak bertaraf etmek isteyeceğine şimdiden dikkat çekmek isterim. Bu nedenle ilk saldırının, askeri üstlerde bulunan savaş uçaklarının kalkmasını engellemeye yönelik olarak, tepki imkanını ortadan kaldırmak ve tespiti zorlaştırmak amacıyla kısa mesafeden SOM Seyir füzeleri ve Fırtına Obüsleri kullanılarak yapılması gerektiğini belirtmek isterim. Aslında doğru taktik ; Sirte’de mevziye girilerek, Cufra’ya saldırı yapılması biçiminde olmalı ve hatta Sirte körfezinin merkezine yapılacak bir çıkarma ile de bölgeye korku salmak suretiyle operasyon desteklenmelidir. Gerektiğinde hava- hava savaşından da kaçınılmamalıdır. Çünkü karşımızda Rusya değil, Rusya’nın varlığını bile kabul etmediği ve Hafter’e bağlı güçlere ait olan ve teröristlerce kullanılan uçaklar bulunmaktadır ki bu uçakların mevcudiyeti, sayısı ve halen mevcut olup olmadıkları da kanıtlanmış değildir.
Bu arada Türkiye’nin Sirte ve Cufra hattına yönelik bir operasyonu başlattığında, hemen olmasa da bu operasyona Suriye bağlamında bir cevap verilmesi olasılığının yüksek olduğunu da belirtmek isterim. Aslında bu durum, Rusya’nın nasıl bir ruh hali ile hareket edeceği hususuna bağlıdır. Rusya tarihi bir fırsatı görüp, Türkiye ile birlikte hareket etme siyasetini benimsemediği sürece, Akdeniz- Afrika –Ortadoğu- Avrupa ve Ortaasya’da istediğini hiçbir zaman elde edemeyecek, İsrail’in ve Rothschild ailesinin hizmetkarı olmaktan öteye geçemeyecek ve bir süre sonra Türkiye tarafından çevrelenerek, etkisiz bir ülke konumuna doğru itilecektir.Gerçekçi bakacak olursak, Rusya’nın bizim için düşündüğü ; kısa dönemde çıkar ilişkisi- uzun dönemde hakimiyet ilişkisi olarak tanımlanabilecek politikanın bir benzerini biz de Rusya için düşünmeliyiz.
Rusya, Türkiye ile ilgili olarak Devleti Aliyye’nin zor dönemlerindeki Rus etkinliğinden kaynaklanan bir güvenle kontrollü risk politikasını benimseyerek, Türkiye’yi kısa dönemde çeşitli tavizler ve ekonomik ilişkilerle yemlemek suretiyle , uzun dönemde etkisiz kılma taktiği ile hareket etmektedir. Oysa Rusya’nın hayalinde canlandırdığı, geçmiş yüzyılda kalan ve temelsiz hakimiyet politikasının, küresel bir güç olma yolunda hızla ilerleyen, büyük bir nüfusa, çevreye, etkiye, ekonomik ve askeri güce ve küresel ilişkilere sahip Türkiye karşısında etkili olabilmesi mümkün değildir.
Artık Türkiye, attığı tokatların sesi henüz heryerden duyulmasa da ilgilileri nezdinde büyük etkiler uyandıran, strateji üreten, küresel siyaset arenasında oyun bozup, oyun kuran bir ülkedir.
Bu temelden hareketle bir değerlendirme yaptığımızda, Esed rejiminin ekonomik olarak çok zor durumda olduğu ve İsrail’in Golan tepelerini risk alanı dışına çıkarmak için Suriye’deki Dürzileri dahi aktif hale getirdiği de gören gözler nezdinde aşikardır.Ayrıca Esed rejiminin, Rusya’nın korumasındaki Rami Mahluf’un parasını gasbetmesi, Suriye rejimini ayakta tutan İran – Rusya- BAE ve Suudi Arabistan’ın Suriye’yi daha fazla finanse etme imkanlarının kalmaması birkaç şekilde sonuçlanabilir. Bunlardan birinin de İdlib’de son bir zorlama ile Türkiye’nin doğrudan doğruya Suriye rejimini yıkmayı hedefleyeceği bir çatışmanın içine çekilerek ve böylece cephenin büyümesi için gerekli provokasyonun yapılmasına imkan verecek bir stratejinin üretilmesi olacağını da önemle belirtmek isterim.
Zira İsrail’in çıkarlarının korunabilmesi, ABD- Rus gizli ittifakının sonuç alabilmesi ve küresel güçlerin de çıkarına olacak şekilde Türkiye’nin sınırlandırılabilmesi ve hatta durdurulabilmesi için karşımızdaki güçlerin elinde fazla bir alternatif kalmamış bulunmaktadır :
Türkiye’nin büyüklüğünü ve gücünü kabul etmek dışında…
16.06.2020 //23.05
SEDAT ÇETİNKAYA
.AKDENİZ'DEN DOĞAN GÜÇ…
Küresel para baronu konumundaki paganların ve siyonistlerin çıkarlarına hizmet etmek üzerine dizayn edilmiş olan ABD devlet yapılanması, kendilerine yeni bir merkez oluşturan küresel para baronlarına karşı gerek küresel alanda ve gerekse iç siyaset noktasında başarılı olabilmek için tarihi öneme sahip adı konulmamış bir savaşı yaşamaktadır. Mücadelenin varlığı zaman zaman unutturuyor gibi görünse de her iki güç merkezinin en önemli ortak paydalarının İsrail’in geleceği olduğunu söyleyebilmek de mümkündür.
İsrail ise her yönden Türkiye’nin baskısı altındadır ve İsrail’e hizmeti esas alan güç merkezleri, netice alıcı bir önlem alamamaları durumunda bu baskının ulaşacağı noktanın, İsrail’in varlığını tehlikeye sokacağının farkına varmışlardır. Zira ;
• Türkiye’nin Libya politikası bağlamında Afrika kıtasının büyük bölümünde oluşturacağı güç ve hakimiyetin çok yönlü yansımaları,
• Adeta patlamaya hazır bir bomba konumundaki Mısır’ın, Türkiye’nin siyasi etkisi ve stratejik faaliyetleri neticesinde yaşayacağı bir iç karışıklık ve sonrasında şekillenecek devrime bağlı olarak İsrail açısından meydana getireceği tehlike,
• Türkiye’nin, mükemmel bir yaklaşımla, çözümsüzlüğü çözüm olarak görme düşüncesinden hareketle Kıbrıs’da oluşturmaya başladığı aktif politikanın İsrail açısından oluşturduğu askeri ve stratejik riskler,
• Türkiye’nin Libya ve Kıbrıs politikaları ile Doğu Akdeniz’e ilişkin münhasır ekonomik bölge yaklaşımının oluşturduğu, bölgedeki tüm ülkeleri ve özellikle doğalgaz ihracatçısı olmak isteyen İsrail’i etkileyen ekonomik ve stratejik blokaj,
• Türkiye’nin Arap yarımadasını güneyden kuşatmayı ve Kızıldeniz’i kontrol altına almayı hedefleyen ve askeri strateji içeren politikalarının İsrail açısından oluşturduğu tehdit,
• Türkiye’nin, Katar- Kuveyt- Umman ve Lübnan üzerindeki siyasetinin, Suudi Arabistan- BAE ve Bahreyn ittifakı ve yönetimleri açısından ulaşacağı muhtemel sonuçların İsrail açısından oluşturduğu riskler,
• Türkiye’nin Suriye ve Lübnan politikalarının, ABD’nin ve Rusya’nın bölgede oluşturacağı bir boşluk durumunda İsrail açısından şekillendireceği riskin büyüklüğü,
• Türkiye’nin devamlı bir biçimde gelişen donanma ve kara kaynaklı tespit ve ateş gücünün, Ege ve Akdeniz’i kontrol etme noktasında yakın gelecekte herkese karşı tek olma pozisyonunu dahi karşılayabilecek bir etkinliğe ulaşacak olması,
• Türkiye’nin ; gıda güvenliği, gaz akışı, Kanal İstanbul projesiyle boğazların kontrolü, Türk Birliği, Rusya içindeki Müslüman nüfusun yönlendirilmesi, ikili ticaret ve turizm gibi Rusya’yı dengeleyebilecek kozları önemli ölçüde eline geçirmiş olmasının, İsrail üzerindeki baskıyı arttıran yönleri,
• Avrupa’nın, Türkiye üzerinde baskı oluşturacak etkisinin kalmaması bir tarafa ; enerji güvenliği ve bağımlılığı, ortaya koyduğu askeri riskler, mülteci sorunu üzerindeki rolü ve ekonomik pazarların adım adım ele geçirilmesi nedeniyle bizzat Türkiye tarafından baskı altına alınmış olması,
• Küresel düzeyde Çin hakimiyetine karşı mücadele eden ABD’nin, gerek Çin hakimiyetini kontrol altına almak ve gerekse Çin ile işbirliği içindeki ülkeleri askeri ve siyasi açıdan baskı altında tutmak için Türkiye’ye olan ihtiyacı,
• Türkiye’nin her geçen gün ve yıl daha büyük bir askeri- siyasi ve ekonomik güç olarak yükselmekte oluşu,
• Ve İsrail’in kendi varlığı ve hedefleri açısından büyük ödünler vermeden Türkiye ile anlaşmak veya Türkiye’yi anlaşmaya zorlamak için hiçbir argümana sahip olmayışı, İSRAİL’İN GELECEĞİNİ OLUMSUZ ANLAMDA ŞEKİLLENDİREN VE RİSKLİ HALE GETİREN HUSUSLAR OLARAK SİYASİ AKLI OLAN HERKESİN GÖREBİLECEĞİ BİR AÇIKLIKLA ORTADADIR...
İşte bu gerçeklikten doğan sonuç ise duyma kabiliyeti olanların kulaklarını sağır edecek şekilde bağırmaya hatta çığlık atmaya başlayan bir İsrail’in varlığıdır. Bu çığlık, muhatapları nezdinde ve yukarıda bahsettiğim hemen hemen her konuda karşılık bulacak ve bu karşılık, Türkiye’nin işini zorlaştırmak için yeni bir plan ve vizyon çerçevesinde sahaya yansıyacaktır…
Sağlam bir duruşla yoluna devam eden, BİRLİĞİNİ VE YÖNETİMİNİ MUHAFAZA EDEN BİR TÜRKİYE ; Libya- Kıbrıs- Mısır- Suriye- Katar- Sudan- Yemen- Somali- Kuzey Afrika- Ege ve Akdeniz Münhasır Ekonomik Bölgeleri- Boğazlar- Avrupa Birliği ilişkileri- kur baskıları- Akdeniz’e yönlendirilecek ABD ve yandaşlarına ait donanma baskısı- Yunanistan’ın savaşa yaklaştıran kışkırtmaları, Suriye ve Irak üzerinden şekillenecek baskılar ve içimizdeki işbirlikçilerin ihanet politikaları olmak üzere tüm negatif yönlü girişimleri kıracak, kendi politikalarını strateji tahtasında ve sahada hakim kılacak girişimleri ortaya koyabilecektir…
TÜM DÜNYA, MÜSLÜMAN- TÜRK MİLLETİ İÇİN YÜKSELMENİN SINIRI OLMADIĞINI BİR KEZ DAHA VE YAŞAYARAK ÖĞRENECEKTİR…
KIZIL ELMA UFKUNDA YÜKSELEN KUTLU SANCAK, TÜM CİHANI KUDRET VE AZAMETLE KUŞATACAKTIR…
13.06.2020 //18.55
SEDAT ÇETİNKAYA
.LİBYA DENKLEMİNDE TÜRKİYE’NİN BİLİNMESİ GEREKEN SİYASİ STRATEJİSİ VE KOZLARI…
Yeni dünyanın yükselen küresel gücü Türkiye’nin, Libya’da neden bulunduğunu, Libya’da başarılı olup olamayacağını, başarılı olması durumunda nasıl bir gelişimin kapılarını açacağını anlamak için hem kurulu dünya düzenini hem de Türkiye’nin siyasi perspektifini iyi analiz etmek gerekmektedir…
Libya, sahip olduğu petrol ve doğalgaz kaynakları açısından Akdeniz’in ortasında ve Avrupa’nın enerji çeşitliliği için büyük öneme sahip olduğu gibi İsrail’in Avrupa’ya doğalgaz satarak Avrupa üzerinde etkili olmasını sağlayacak bir pozisyon elde etme amacını zayıflatan durumu itibariyle de stratejik bir öneme sahiptir. Benzer bir etki, doğalgaz ve petrol piyasası üzerinde çıkarları bulunan ülkeler için de geçerli bulunmaktadır.
Bu nedenle aynı siyasi çizginin arkasındaki ülkeler olan ; İsrail, Mısır, BAE, Suudi Arabistan ve Bahreyn aynı birlik çatısı birleşebilmekte ve Türkiye ile farklı çekişme konuları bulanan Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi , Fransa gibi ülkelerle de benzer politikalar üzerinde ittifaklar gelişebilmektedir...
Ancak strateji tahtasında bir üst boyuta geçildiğinde, Çin-İngiltere ilişkileri ve İpek Yolu projesi çerçevesinde şekillenen zımni küresel güç ittifakı’nın, Rusya’nın devreye girmesiyle çok boyutlu hale gelen yapısı dikkate alındığında, Türkiye’nin kendi yanında konumlanmasını isteyen bir ABD karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda ABD’nin, Libya nezdinde Türkiye lehine mecburen takındığı tutum, İsrail - BAE- Suudi Arabistan - Mısır – Bahreyn - Kıbrıs Rum Kesimi , Yunanistan ve Fransa ittifakının faaliyetlerini sınırlamakta ve ABD’nin İsrail ile Türkiye arasında ikili bir politika izlemesine neden olmaktadır.
İtalya ise İngiltere- Türkiye- ABD- Fransa- İsrail ve Yunanistan ilişkileri bağlamında başka bir denge politikası izlemekte ve bu politikadan bölgesel kazanımlar elde etme amacını hedeflerken ; gelişmelerin yönünü ve gücünü dikkate alarak, Türkiye’ye yakın durmaya mecbur kalmaktadır.
Fransa’nın ise ABD – İngiltere- Rusya ve Türkiye ilişkilerinin gündemde olduğu bir güç dengesinde, etkili politika üretecek gücü kendinde bulamaması ve adeta dışlanma durumuyla karşı karşıya kalmaktan dolayı rahatsız olması söz konusudur ki bu noktada İngiltere’nin küresel para baronları üzerinden Fransa’ya biçtikleri kısıtlı rol de etkili olmaktadır.
Bu arada kara Avrupa’sını temsil eden Almanya’nın ; ABD ile çözülen ilişkiler ve ABD’nin içine kapanma politikası çerçevesinde önümüzdeki süreçte Almanya’yı Rusya tehdidi ile karşı karşıya bırakma ihtimaline karşılık, Rusya ve Rusya’yı dengeleyebileceği Türkiye ile ilişkileri geliştirme yaklaşımına doğru evrileceğini öngörmek de mümkün hale gelmektedir. Ancak bunun için Almanya’nın, CIA’nın yönlendirmesiyle Türkiye’ye karşı yıllarca ilmek ilmek geliştirdiği bağnaz ve ırkçı politikadan kurtulup kurtulamayacağının önemli ölçüde belirleyici olacağını da belirtmek isterim.
Avrupa’nın enerji kanallarını kontrol etmek ve bu çerçevede Çin – İngiltere ve ABD’ye karşı büyük bir koz elde etmek isteyen Rusya, Libya üzerinden politika geliştirmeye ve aynı zamanda Afrika kıtasında etkin olmaya çalışmaktadır. Rusya’nın bu siyasi stratejisini dengelemek ve ortadan kaldırmak, Avrupa’ya kendi doğalgazını satmak ve Avrupa üzerindeki siyasi ve askeri etkisini devam ettirmek isteyen ABD ise bu hususta Türkiye’nin yanında yer almak durumunda kalmaktadır. Bu gereklilik ise diğer konuların yanında Türkiye’nin Pyd//Ypg//Pkk ve FETÖ siyaseti ile ilgili olarak ABD’den talepte bulunmasını mümkün hale getirmektedir. İŞTE tüm mesele de bu noktada yeni bir boyut kazanmaktadır.
Tamamen Türkiye’nin insiyatifine ve talep gücüne tabi olmak istemeyen Amerika Birleşik Devletleri, Yunanistan içindeki kripto yapılarını uyararak, Türkiye ile ilişkileri gererek, Türkiye’yi sınırlamaya ve etkisini zayıflatmaya çalışmaktadır. Yunanistan nezdinde askeri yeterliliklerine bakmaksızın son dönemlerde artan savaş çığlıklarını, bu ses düzeni içinde dinlemek gerektiğini belirtmek isterim. Bu bağlamda şahsi kanaatim, İsrail’in bölgesel politikalarına angaje olması nedeniyle Pyd//Ypg // Pkk politikalarında değişikliğe gitmeyi kolay kolay kabul edemeyecek olan ABD’nin, FETÖ üzerindeki korumasını veya F -35 savaş uçakları ile ilgili taktik ambargoyu kaldırmak şeklinde bir tavizi kabullenebileceğini söyleyebilmek mümkündür.
Bu arada Libya’da Ulusal Mutabakat Hükümeti güçlerinin ( GNA ), alan hakimiyetini sağlayacak ve yeterli baskıyı oluşturacak bir askeri güç büyüklüğüne henüz gelmemiş olduğunu, bu nedenle çok daha etkili olabilmek için koruma, ihtiyat güçleri dışında asgari 30.000 kişilik bir güce sahip olmaları gerektiğini ve Sirte dahil tüm kuzey hattının düşürülmesini mümkün kılmak için öncelikle Cufra’yı güneyden ve doğuya uzanacak bir şekilde çevreleyecek bir taktikle mücadele edilmesi gerektiğini önemle ifade etmek isterim. Bu askeri taktik, güneyden kuzeye ve batıdan doğuya ilerleyen birliklerin varlığı hisseden tüm Hafter yanlılarının paniğe kapılmasına, silah bırakmalarına ve teslimiyet açıklamalarına neden olacaktır. Bu uygulamanın hızlı bir şekilde yapılabilmesi durumunda, başkaca hiçbir gücün Libya’ya dahline izin verilmeksizin sorun Türkiye’nin mutlak hakimiyeti ile çözülecektir.
İşte bu noktadan sonra yeni dengeler oluşuncaya ve hazım sorunları giderilinceye kadar tehdit ve rest politikaları ayyuka çıkacak ; Mısır, Yunanistan ve Suriye kaynaklı sorunlar ise zirve yapacaktır ki bunlara şimdiden hazır olmak gerektiğini de önemle ve özellikle belirtmek isterim…Özellikle Yunanistan’ı büyük bir acziyet içinde bırakacak ve arkasındaki güçlere adeta diz çöktürecek askeri, siyasi ve stratejik tüm hedeflemeler, aciliyetle ve icra öncesi hazırlık aşaması itibariyle tamamlanmalıdır.
Artık hiçbir güç Türkiye’yi kontrol edebilecek ve yönlendirebilecek bir etkinliğe sahip olamayacağı gibi tüm dünya, Müslüman - Türk Milleti’nin hakimiyeti dönemine doğru etkili bir giriş yapmak durumunda kalacaktır : TESLİMİYETLE VEYA SAVAŞLA…
İki ırkın kabarmalı asırlık kini, HELENLERLE TURANLILAR KARŞILAŞMALI...
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRKİYE’NİN 2023 YILI BAŞKANLIK SEÇİMLERİNE UZANAN YOLDA, CUMHUR İTTİFAKI'NIN OLMASI GEREKEN SEÇİM STRATEJİSİ VE YAŞANACAKLAR…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, seçimlerin ilk turunda ülke yönetimini üstlenmek için oy kullananların yarısından bir fazlasının oyunu zorunlu kılan başkanlık sistemine geçiş yaptıktan sonra siyasi konjonktür, bu sistemin gereklerine uygun olarak şekillenmeye başladığını, açık ve üstü kapalı ittifakların oluşmasıyla, yerel seçimler dahilinde ortaya koymuş bulunmaktadır.
Ak Parti ile MHP arasında oluşan ve diğer bazı partiler ve halk kesimleri tarafından desteklenen Cumhur İttifakı, Sayın Erdoğan’ın şahsında şekillenmek suretiyle başkanlık seçimlerine yansımış olsa da bu ittifakın hükümete yansıyan boyutuyla şekillenmiş olduğunu söyleyebilmek ve daha da açık biçimde MHP’nin hükümette temsil edildiğini ifade edebilmek mümkün değildir. /// Dolayısıyla önümüzdeki başkanlık seçimlerinde çok daha güçlü bir etki oluşturabilmek için, MHP’nin ve katılım sağlayan diğer kişi ve grupların çeşitli şekillerde yer alacağı bir hükümeti öngören siyasi katılım zeminin oluşturulması gereği bulunmaktadır.
Bu uygulama ise birkaç seçim sonra aynı çatı altında siyasi faaliyet icrasının mümkün olmasını sağlayacak süreci de başlatmış olacaktır. Böylece ülkemizde ; milliyetçi- muhafazakar ve pragmatist ekolü temsil eden bloğun, her daim iktidarı hedeflemesine imkan sağlanacağı gibi hem de Cumhur İttifakı ile temelleri atılmış olan siyasi yapının çatısı da inşa edilmiş olacaktır.
Diğer taraftan, CHP’nin bana göre ta temelinden Müslüman- Türk Milleti’nin değerleri ile bağdaşmayan ve İttihat ve Terakki Partisi'nin kısmen devamı olan zihniyetinin, günümüz CHP yönetiminin Müslüman- Türk milleti bir tarafa, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin mevcudiyetiyle dahi ters düşecek bir zeminde siyaset üreterek adeta vatana ihanet çizgisinde bir anlayışla hareket etmesi nedeniyle, alternatif sol yapıların ortaya çıkıp, merkez oluşturmasıyla güç kaybedeceğini görmek gerekmektedir. Ancak bu güç kaybının, başkanlık seçimlerinde bir oy kaybı oluşturacak nitelikte olup olmadığını belirleyecek şey ise alternatif yapının ortaya koyacağı çekim gücü ve CHP’nin ortaya çıkaracağı veya destekleyeceği başkan adayının siyasi kapasitesi veya İmamoğlu örneğinde olduğu gibi bu hususta oluşturulacak algı olacaktır. Bu tespitten ortaya çıkan sonuç ise ; CHP’ye alternatif olacak ancak Cumhur İttifakı için tehlike arzetmeyecek olan sol yaklaşımlı siyasi yapıların şimdiden bir miktar ön plana çıkmasını desteklemek, bu yapıların içine sızmak, bu yapıları yönlendirecek güce ulaşmak ve aynı zamanda CHP’nin çıkaracağı adaya ilişkin olarak ön çalışma yaparak, bu adayı bloke etmek ve bu aday üzerinden geliştirilecek algı operasyonuna karşılık vermek için hazırlıklı olmak olmalıdır.
Yine Kürt kökenli vatandaşlarımızı temsil etme niteliğinden yoksun olmasına ve küresel güçlerin hiçbir zaman neticeye ulaştıramayacakları yıkıcı ve zararlı etkilere maşa olma görevini üstlenen HDP’nin, Pkk’nın baskı ve yönlendirmesiyle Kürt kökenli vatandaşlarımız üzerinde geliştirdiği hipnoz durumunun kırılması ve aşılması da mutlak surette temin edilmelidir. Ülkemizde yaşayan Kürt kökenli vatandaşlarımız, bu ülkede yaşayan insanların sahip olduğu tüm haklara sahip olduklarının ve bu ülkenin şerefli bir temsilcisi olduklarının farkına varmalı ve HDP isimli siyasi yapının kendilerini temsil etmediği gibi ağızlarından barış kelimesini düşürmeseler de geleceğimiz için hiçbir olumlu yaklaşımı benimsemediklerini, HDP’nin küresel güçlerin temsilcisi olarak ülkemizin barış ve huzur içinde yaşamasını, gelişmesini ve tüm bölgeyi kuşatan bir güce ulaşmasını engellemek için oluşturulmuş olan silahlı bir örgütün siyasi tetikçiliğini yapan, terörizm açısından ön açıcı ve zemin sağlayıcı bir yapı olduğunu artık idrak etmelidir. Dolayısıyla Pkk’nın etkisiz kılınmasından elde edilen güçle, HDP’nin bu olumsuz vasfı ülkemiz insanına çok iyi anlatılarak, HDP’nin Kürt vatandaşlarımız üzerinde oluşturmaya çalıştığı oy tekeli, çok daha etkin bir şekilde kırılmalı ve bu oy potansiyelinin, en az HDP kadar tehlikeli bir yapı olan CHP’ye kaymasının engellemesi açısından da etkin bir siyasi blokaj uygulanmalıdır. Ayrıca içinde bulunduğumuz andan itibaren HDP’nin terörizme çanak tutan siyasetine hiçbir taviz verilmeden, HDP siyaseten etkisiz bir parti konumuna getirilmelidir.
Milliyetçi söylemlerle ortaya çıkmış olsa da içi boş bir milliyetçilik söyleminin temsilcisi olan, Ülkücü kimliğiyle ise uzaktan yakından ilgisi bulunmayan, kendisini dini ve milli değerlerden uzak sol bir milliyetçilik ile küresel güçlerin taşeronluğu konumuna yerleştirmeye çalışan İyi Parti’nin ise arkasına almış olduğu sahte rüzgarın FOS demesiyle ulaştığı zirve noktasından aşağıya aynı hızla düşüşe geçtiğini söyleyebilmek mümkündür. Ancak bu partinin CHP’den kaçan oyları toplama noktasında niteliksiz de olsa aldığı konum itibariyle siyasi bir zemini bulunmaktadır. Bu durum ise kanaatimce zillet ittifakının siyasi altyapısını kuran üst akıl tarafından fark edilmiş bulunulmaktadır. Bu nedenle İyi Parti üzerine yüklenerek bu parti ile HDP arasında açık ve gizli ittifakı imkansız kılacak bir denklem oluşturmak büyük önem taşıdığı gibi, CHP’den kaçan oyların bu partiye kanalize olmamasını engelleyecek tedbirleri almak da stratejik bir önem taşımaktadır.
Bu arada Saadet Partisi’nin temsil ettiği siyasi çizginin, Abdülhamid Han’ı tahtan indirmeye çalışan ve kendini Müslüman zanneden kişilerin durumunda olduğu gibi tam bir ihanet ve vahamet çizgisi olduğunu göremeyecek kadar beyinleri örümcek ağı bağlamış ve gözlerine at gözlüğü takmış destekçilerini silkeleyerek uyandırmak için, zor da olsa elimizden geleni yapmalıyız…
Kalleşlikte ve ihanette doktora yapan diğer fukaraların ise adını bile almaya gerek yoktur ki hepsi hiçlik içinde, etkisiz eleman olarak yok olup gideceklerdir. İsimlerini kendi çocukları bile hatırlamayacaktır. Bu nedenle kendilerini ön plana çıkarmak için yırtınsalar da gereksiz reklamdan uzak durmak asıl olmalıdır.
İşte bu siyasi zemine eklenecek ; yükselen bir ekonomi, gelişen ve başarıdan başarıya koşan bir ordu, artan kişisel kazançlar, sağlanan mali olanaklar, iyileştirilen maaş ve ücretler, düşen faiz ve enflasyon, ortadan kaldırılan terör, artan üretim ve ihracat, azalan borç ve ithalat, gelişen turizm, dünyanın gözdesi haline gelme noktasında hızla ilerleyen bir ülke, siyaseten ve stratejik açıdan güçlenen bir Türkiye ve küresel düzeyde etkinlik kazanmış çok tecrübeli bir başkanla seçimlere ulaştığımızda, seçimlerin ilk turunda % 60 oy potansiyelinin zorlanacağı tarihi bir sonuca ulaşacağımızı söyleyebilmek mümkündür.
Sayın Erdoğan'ın toplumun tüm kesimlerine uzak durmayan, dışlamayan, derinlikli eleştiri getirmeyen tutumunun altında ileriyi hedefleyen bir stratejik yaklaşımın olduğunu, bu hususa ilişkin olarak kalıplara saplanmış bir zihniyetle eleştiri getirenlere de önemle hatırlatmak isterim...
İşte bu bilincin oluşturmuş olduğu birlik ruhu ile hareket ederek ; milletine, tarihine , dinine, geleceğine ve en önemlisi Aziz ve Muktedir olan Allah'a hizmet edenler, kutlu bir devletin yükselişinde varlıklarına altın harflerle kazınacak bir payın sahibi olacakları gibi gerçek anlamda da kurtuluşa erenler ve kutlu sancağın altında toplananlar safına dahil olacaklardır...
Gerçek yarın unutmayınız ki bir gün SİZİNDİR, BİZİMDİR…
SEDAT ÇETİNKAYA
.DÜNYA’NIN, BÜYÜK BİR SAVAŞA GİRMEDEN YENİ BİR DÜZENDE ŞEKİLLENME İHTİMALİ…
Dünya üzerinde hepsi tanınmamış olsa da varlığını ilan etmiş 236 ülke bulunmaktadır. Bu ülkelere elekten geçirilmiş bir değerlendirme ile baktığımızda ; ABD, İngiltere, Rusya, Almanya, Çin, Fransa, Japonya, Hindistan ve Türkiye bölgesel ve küresel hakimiyet iddiası taşıyabilecek ülkeler olarak ön plana çıkmaktadır. Bu ülkelerin ise hakimiyet iddialarını destekleyen ve sınırlandıran yönleri bulunduğu gibi , çıkar ilişkisi doğrultusunda gerçekleştirecekleri ittifaklarla kendilerine yer edinebilme ve ufuk açabilme olanakları da bulunmaktadır.
Geride bıraktığımız 100 yıl boyunca ; askeri kapasitesi, oluşturmuş olduğu NATO ittifakı çerçevesinde tesis ettiği ve genişlettiği hakimiyeti, küresel sermayeye sahip olan güçlere ev sahipliği yapıyor olması , küresel rezerv para olan Dolar’a sahip oluşu, enerji ve ticaret yollarını kontrol ediyor olması ve ismi "Dünya" ile başlayan tüm kurumların gayrıresmi sahibi olması gibi nedenlerle Amerika Birleşik Devletleri, dünyanın gerçek anlamda hakimi konumunda bulunmaktaydı.
Rusya ise ABD’nin bu hakimiyeti kurmasına olanak sağlayan görünürde bir düşman ancak belirli sınırlar dahilinde anlaşılmış gizli bir müttefikti. Elbette bu durumun Rusya’ya sağlamış olduğu bir gücün ve bu güce bağlı olarak oluşan hakimiyet alanlarının olduğunu da gözden kaçırmamak gerekir.
Ancak Rusya’nın dağılma sürecine girmesi ve Çin’in de belirli ölçüler ve kurallar dahilinde dış dünyaya açılmaya karar vermesi ve ABD üzerinde yerleşik küresel güçlerin bir bölümünün, alternatifler üzerine yatırım yaparak bir süre sonra ABD devlet yapılanması ve bu yapılanmaya destek veren güçlerle çatışma içine girmesi, dünya üzerindeki kırılmanın ana eksenini oluşturmuş bulunmaktadır.
Diğer taraftan, bu kırılma üzerinden oluşturulan İpek yolu projesi ve bu projeye bağlı olarak ABD’nin egemenliğini sarsacak şekilde geliştirilmesi öngörülen yeni dünya düzeni, ilişkilerin daha da gerilmesine ve karşılıklı düşmanlıkların ilan edilmesine neden olmuş bulunmaktadır.
ABD kendi çevresindeki ülkeleri, safını belirlemeye davet etmiş ancak birçoğundan beklediği ilgiyi ve karşılığı bulamamıştır.
Bu bağlamda İngiltere ikili oynarken, ABD işgali altındaki Almanya çıkarları doğrultusunda olabildiğince ihtiyatlı hareket etmeyi seçmiş , Japonya Çin düşmanlığı ile ABD’den intikam alma arasında nötr durumda kalmış, Fransa Rothschild ailesinin ülke üzerindeki etkisi nedeniyle gitgeller arasında kendisine tam bir yer belirleyememiş, Rusya Çin hakimiyetini kabullenmek ile ABD ve kendisinin kurduğu düzen arasında zamana yayılan bir politikaya sığınmış, Hindistan ise Pakistan ve Çin karşıtlığının kendisini ABD’ye yaklaştıran pozisyonu ile İpek yolu projesinin ve Shangay işbirliği örgütü üyeliğinin kendisine sağladığı avantajların çekim alanı içinde politika belirlemeye çalışır bir konumda kalmıştır.
Bu arada ABD ise agresif bir politika tarzı benimseyerek ; Çin’in enerji tedariği sürecini baltalayacak, Avrupa Birliği ülkelerini kendisine tabi olmaya zorlayacak, Rusya ile imzalanan çeşitli anlaşmalardan çekilme, düşmanlık olarak addedilebilecek füze ve askeri birlik kaydırmaları, tatbikatlar ve ambargolar gibi karşıtlığı körükleyen uygulamalar ile NATO ittifakına bağlı olma sürecini güçlendirecek , ABD ile ticareti değerli kılacak, küresel yatırma yönelmiş ABD vatandaşlarını ülke içinde üretime yönlendirecek, küresel sahaya yayılmış bulunan Doları ABD’ye toplayacak ve kısaca küresel hakimiyetini güçlendirecek bir stratejiye doğru yönelmiştir.
Bu arada 20.yüzyıl boyunca önemsiz, sıradan, rahatlıkla kontrol edilebilir ve emir eri konumunda bulunan bir ülke olan Türkiye, tarifi imkansız bir şekilde ortaya çıkmış ve bununla da kalmayarak tüm küresel dengelerin odağına demir bir yumruk, keskin ve ihtişamlı elmas bir parça olarak oturmuştur.
Bu öyle güçlü ve değerli bir ortaya çıkıştır ki Türkiye olmadan hiçbir uzun vadeli denklem kurulamayacağı gibi kurulan hiçbir denklemin huzurlu bir şekilde çalışabilmesi de mümkün değildir. Ayrıca bu noktada ortaya çıkan diğer bir sorun ise Türkiye’nin tüm bu güç dengelerinin arasından sıyrılarak, kendi güç dengesini dayatma ihtimalinin bulunmasıdır ki bu durumun tüm küresel güçleri alttan alta korkutmakta olduğunu da görmek gerekmektedir.
Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve hükümetinin varlığına , iç huzurumuzun ve düzenimizin sekteye uğramasına , ekonomik açıdan gerilememize, büyük bir güç olarak ortaya çıkmamızın engellenmesine, ülkemize yönelik olarak uygulamaya konulan gizli ve açık ambargoların varlık kazanmasına neden olan tüm faaliyetlerin dayanağının bu gizli korku olduğunu ve bu faaliyetleri yürütenlerin Türkiye’nin yükselmesinden rahatsızlık duyan küresel güçler ile onların yerli işbirlikçileri ve başka bir tanımlamaya gerek olmaksızın net bir ifade ile vatan hainleri olduğunu da önemle belirtmek isterim.
Bir süre sonra tek başına dünyanın ilk dört ( ABD- Çin- Rusya – Türkiye ) askeri gücünden biri ve ilk beş ( Çin- ABD- Japonya-Türkiye- Almanya) ekonomisinden biri haline gelecek olan Türkiye’nin, gerek genetik köklerini paylaştığı kardeşleri ve gerekse dini , tarihi ve kültürel yakınlığı bulunan coğrafyalarla geniş çaplı bir perspektif dahilinde oluşturacağı ilişkiler ve ittifaklar ile içinde bulunduğumuz an itibariyle tahmin bile edilemeyen bir küresel güce evrileceği, gören gözler nezdinde tartışmasız bir gerçekliği ifade etmektedir.
Bu siyasi altyapı dahilinde daha fazla ayrıntıya inmeden genel bir değerlendirme ile yetindiğimde ; dünyadaki küresel para baronları dahil olmak üzere şimdilik birbirini tehdit ediyor olsalar da hiçbir devletin diğeri ile gerçek anlamda savaşmayı göze alamayacağını, bir birlik de oluşturamayacaklarını ancak tüm gözlerin Türkiye’nin bulunduğu coğrafyaya yöneleceğini ve Türkiye’nin gelişmesini engelleme çabasının birçok küresel gücün en önemli hedefi haline geleceğini belirtmek isterim. Bu hususa ilişkin gelişmelerin dinamiğini teşkil edecek olan husus ise ; Türkiye’nin bölge hakimiyetini sağlamasını müteakip ortaya koyacağı sert politika ve figüranların sahadan çekilmesini sağlamasıyla aracısız olarak gelişecek Türkiye- İsrail karşıtlığı olacaktır. Elbette bu karşıtlık, bazı küresel güçler tarafından kendi toprakları dışında varlık gösterebileceği ve Türkiye’nin yükselişini sınırlamayı hedefleyebilecekleri bir fırsat gibi görülecektir. Geçmişte hep yedi düvelle mücadele eden Türk Milleti’nin, 8 düvelle savaşması da çok fazla bir değişime neden olmayacak ve Allah’ın yeryüzündeki aslanı hükmündeki Müslüman- Türk milleti ; kadim düşmanlarını, savaş tarihinin barut ve kan kokan sayfaları içine gömerek gerçek liderin kim olduğunu tüm insanlığa bir kez daha gösterecektir.
Doğu ve Batı hakimiyetimizi simgeleyen çift başlı kartalımız, Türk’ün mavi güneşi Tarık’ın ışığı altında yükselecek ve kıyamet gününe değin ihtişamla dalgalanacaktır…
SEDAT ÇETİNKAYA
.BÜYÜK TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN BALKAN COĞRAFYASINA HAKİMİYETİ VE YUNANİSTAN’IN KÜÇÜLTÜLEREK SINIRLANDIRILMASI…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Yunanistan ilişkileri, batı medeniyetini yönlendiren güçler tarafından uzun yıllar boyunca askeri ve ekonomik açıdan dengede tutulmaya çalışılmış bulunmaktadır. Ancak Türkiye’nin, 2002 yılından sonra gerçekleştirmiş olduğu ekonomik büyüme , nüfus artışı ve savunma sanayi alanında yapmış olduğu küresel devrim ; Yunanistan ile Türkiye’nin, karşılaştırılması imkansız iki ülke haline gelmesine neden olmuş bulunmaktadır.
Fakat bu durum, kendini dev aynasında gören ve gerçeklikten uzak düzmece bir senaryo dahilinde çekilen 300 Spartalı filminin etkisinde hareket eden ve adeta hayal aleminde yaşayan Yunanlılar tarafından hala fark edilemediği gibi içimizdeki kripto dönmeler tarafından da kabullenilememiş bulunulmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, var olan donanma gücünün ve yakın zamanda ürettiği 4 Adet Ada sınıfı korvetlerinin üzerine ( + Ufuk İstihbarat Gemisi ) 2021-2024 döneminde her yıl bir adet olmak üzere toplam 4 adet İstif sınıfı fırkateyni ve 2027 – 2033 yılları arasında 7 adet destroyeri , 2020 – 2025 tarihleri arasında 6 adet Reis sınıfı denizaltıyı, 2020 yılı içinde TCG Anadolu Çok Maksatlı Hücum Gemisini envantere katması ve bu envanterin ; Yeni Tip Hücumbot – Milli Denizaltı Projesi- envanterdeki gemilerin ve denizaltıların modernizasyonu ve Atmaca Gemisavar Füzesi- Gezgin Seyir Füzesi – Gökdeniz yakın ve nokta savunma sistemi – Gemi konuşlu alçak- orta ve uzun menzilli hava savunma füzeleri – lazer silah sistemleri ve onlarca yerli - milli silah ve teknoloji ile donatılmasını müteakiben Akdeniz’in en güçlü, modern ve etkin donanması’na sahip olacaktır.
Bu donanmanın ; kıyı konuşlu füzeler, balistik füzeler, seyir füzesi atma kabiliyetine ve Hava- Hava füzesi kullanma kabiliyetine sahip Akıncı ve Göksungur başta olmak üzere üreteceğimiz jet motorlu SİHA’lar, Hava Savunma Sistemleri, mayın gemileri gibi unsurlarla da desteklenmesi durumunda, Yunanistan’ın bize ne saldırma kabiliyeti ne de saldırılarımızı durdurma kabiliyeti kalmayacaktır. Bu koşullar altında Yunanistan’ın tüm deniz platformlarını, hava alanlarını, hangarlardaki uçaklarını ve hava platformlarını, askeri tesislerini, radarlarını, hava savunma sistemlerini ve tüm stratejik tesislerini vurmak, sadece dakikalar içinde gerçekleştirilebilecek bir durumdur. Bu noktadan sonrası ise gözden kaçan hedeflerin ortadan kaldırılmasını ve kara birliklerinin yok edilmesini hedefleyen bir programın hızına bağlıdır...
Bu durumu tasvir etmemin nedeni, Doğu Akdeniz’de ve Kıbrıs’ta devamlı bir biçimde önümüze çıkan ve etrafımıza köpekbalığı vasfını haiz ülkeleri toplayan ve Türkiye’ye yönelik bir saldırı için fırsat kollayan ve bizim kendilerinden korktuğumuzu iddia edebilecek kadar beyinleri sulanmış Yunanistan ile eninde sonunda askeri olarak karşılaşmak ve 100 yıl önce büyük zorluklar içinde olduğumuz bir zaman sürecinde gerçekleştirmiş oldukları işgal girişiminin hesabını sormak durumunda kalacağımız gerçeğini şimdiden belirtmek istememdir....
Ancak bu hesaplaşmayı yaparken, işimizi şansa bırakmayacak kadar akıllı hareket etmemiz ve hedeflerimizi iyi belirlememiz de gerekmektedir. Bu çerçevede Libya galibiyetimizin ve hakimiyetimizin pekişmesini müteakiben, Libya’da oluşturacağımız deniz- hava ve kara üssü ile Yunanistan’ı güneyden kuşatmayı gerçekleştirmemiz gerektiği gibi Arnavutluk ve Makedonya üzerinden geliştireceğimiz askeri ittifaklar ve üslerle, Yunanistan’ı arkadan kuşatmamız gerektiğini de belirtmek isterim. Bu arada Bosna Hersek- Kosova- Sırbistan ve Bulgaristan’la ilişkilerin de şimdiden ciddi bir yakınlık ve hatta bağlılık seviyesine çıkarılması gerektiğini hatırlatmakla birlikte stratejik konumdaki Karadağ’ın bölge açısından merkez üs olarak belirlenmesi gerektiğini de ifade etmek isterim. Bu arada bir CIA hedeflemesi olarak Türkiye’nin etki alanını daraltmak için Balkanları mesken tutan ve bölgede adeta bir fitne merkezi gibi hareket eden FETÖ yapılanmasının, bölgeden tasfiyesinin gerçekleştirilmesi için istihbarat faaliyetlerine hız verilmesi , kol faaliyetlerinin etkin bir şekilde sahaya sürülmesi ve sistematik bir operasyonun başlatılması gerektiğini de ilgililerin dikkatine önemle sunmak isterim.
Önümüzdeki süreçte adım adım oluşturacağımız bu çevreleme ve gerginlik politikası neticesinde, uygun siyasi ve konjonktürel koşulları da yakaladığımızda gerçekleştireceğimiz bir operasyon ile Yunanistan’ı zelil bir halde Balkan savaşları öncesindeki konuma getirip bırakacağımız gibi Balkanlara uzanan hattı tamamen açarak ve İtalya ile komşu olma pozisyonunu elde ederek, Avrupa Devletleri’ne Devleti Aliyye’nin korkusunu iliklerine kadar yaşatmamızın çok da zor olmadığını da şimdiden ifade etmek ve hatta müjdelemek isterim.
Elbetteki bu strateji sonucunda oluşacak ateşkes ve barış anlaşmasının doğal sonuçlarının ; Batı Trakya’nın, Ege adalarının büyük bölümünün ve Girit’in kontrolümüze girmesi ve de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının tanınması olacağını da gözden kaçırmamak gerekmektedir.
Bu perspektifin ; gelecek ufku bulunmayan,geçmişi bilmediği gibi bir sonraki günü bile zor tanımlayabilen, korkak, birilerinin çizdiği kurallara göre yaşamaya alışmış, kendisini küresel güçlerin NATO- Birleşmiş Milletler gibi köle devşirmek için oluşturmuş olduğu yapılara kapı kulu olmaya mahkum hissedecek kadar aşağılık kompleksine batmış, zulme başkaldırı gücünü kendinde bulamayan, Allah’ın dinini dünyaya hakim kılma gibi bir ulvi mefkuresi bulunmayan, cihan hakimiyeti diye bir kavramı ömrü boyunca duymamış ve duyduğunda bu kavramı dünya turu yapmakla karıştıran, batı medeniyetsizliğinin yaydığı fuhşiyatın derinliklerinde boğulmuş, siyonizmin menfaat sarmalında hizmetkar olmuş , dolu zannettikleri içi boş beyinleri algı operasyonlarıyla dumura uğratılmış, yaşamı laiklik söylemi altında din düşmanlığı yapmaktan, modernizmi ise çıplaklık- fuhuş, sapkınlık- alkol- eğlence ve üçbeş vasıfsız sanatsal aktiviteden ibaret gören ZAVALLILAR tarafından algılanabilmesi mümkün değildir.
Onlar ; Ege adalarını , 12 Adayı ve Batı Trakya’yı Yunana peşkeş çeken, Yunanistan’ın ödemesi gereken savaş tazminatını bile babasının malı gibi bağışlayan, yetmedi diyerek Yunan savaş malullerine bağışta bulunan, Barış safsatasıyla milleti efsunlayıp Türk Milleti’nin tüm haklarını Yunan’a altın tepside hediye eden, Müslüman- Türk milletine zulüm üzerine zulmü reva gören, milletin temsilcilerini idam eden, Yahudi şapkası takmadı diyerek dini ve milli açıdan temsil kabiliyeti bulunan değerlerimizi yargısızca ve ahlaksızca asan, diktatör ve totaliter rejimlerini ve zihniyetlerini darbe tezgahçılığı ve şakşakçılığı ile ortaya koyan zihniyetin temsilcileridir.
Onlar memleketimizi işgal için gelen , silahsız atalarımızı, onların çocuklarını ve hatta hamile kadıları bile katleden, ormanlarımıza kadar yakan Yunan’ı dost addedip, tatilini bile Yunanistan’a gitmek suretiyle geçirmekten utanmayan, üstüne üstlük de Sayın Erdoğan’a diktatör- hain, Sayın Devlet Bahçeli’ye de ülkeye ne faydası dokunuyor diyecek kadar aşağılık bir siyasetin temsilciliğine soyunan FETÖ artıklarının, kraliçenin nereden peydahladığı belli olmayan, Müslüman gömleği giymiş dönmelerin ve münafıkların ta kendileridir.
İçimizdeki hainlerin ve işbirlikçilerinin sesinin çok çıkıyor olması ve agresifleşmeleri, artık devleti yönetme imkanını elde edemeyecek olduklarının farkına varmış olmalarındandır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bölgesel ve küresel ölçekte yükselirken, Yunanistan gibi önümüze çıkacak engelleri aşacağımız gibi içimizdeki işbirlikçi hainleri ve fitne tohumlarını da tarihin tozlu sayfaları içine gömmeyi başaracağız…
SEDAT ÇETİNKAYA
.GELECEK KİTABINDAN İZDÜŞÜMLER…
DÜNYA ; ÇİN DEĞİL, TÜRKİYE MERKEZLİ BİR GEZEGEN OLMAYA DOĞRU HIZLA İLERLEMEKTEDİR.
Son dönemde dünya üzerinde yaşanan gerilimin temelini teşkil eden konu, Çin üzerinden geliştirilen ve Amerika Birleşik Devletleri’nin küresel egemenliğine son verme neticesini doğuracak olan modern İpek yolu projesidir. Bu projenin sahipleri ise ABD sermayesinin önemli bölümünü teşkil eden küresel para baronları ve bu baronlarla çatışma içinde görünüyor olsa da gizli bir anlaşma içinde olan ve daha doğru tabiriyle ikili oynayan İngiliz Kraliyeti’dir.
Elbette Çin derin devletinin, bu noktada sinsi yaklaşımları olsa da işbirliği yaptığı güçlerin şeytana pabucunu ters giydiren cinsinden varlıklar olduğu dikkate alındığında, sürecin nihayeti açısından etki kabiliyetinin olduğunu söyleyebilmek mümkün değildir.
Bu bağlamda bir derinlik oluşturduğumuzda, Sun Tzu gibi Savaş Sanatı’nın inceliklerini yazan bir stratejiste sahip olsa da Çin’in, tarihin hiçbir döneminde üstün bir siyasi strateji ve perspektifle dünya hakimiyeti mefkuresine yelken açan bir ülke olmadığını görmek gerekmektedir. Her zaman ifade ettiğim gibi ; savaşmak, zeka, atılganlık, yönetme, liderlik gibi kavramlar bir miktar geliştirilebilse de sonradan edinilebilen kazanımlar değil, genetik ile elde edilen değerlerdir. Dolayısıyla ırksal açıdan ; yönetmek – liderlik- hakimiyet kurmak gibi değerlere sahip olmayan ve bu gerçeği binlerce yıllık tarihleri içinde Çin coğrafyasının dışına çıkma cesaretini gösteremeyerek, Japonların- Türk Milleti’nin ve Moğolların hakimiyetine girerek göstermiş olan Çin halkının , bu değerleri çeşitli ölçülerde taşıyan ulusların hemen hemen hepsinin ayakta olduğu bir dönemde, küresel güç olarak etkinlik kazanabilmesi, ancak ve ancak kağıt üzerinde ifade edilebilecek bir iddiadan başka bir anlam taşımamaktadır. Kısaca bu iddia ; tarihe, sosyolojiye ve genetik ilmine aykırı bir iddiadır…
Bu noktada küresel güç konumundaki ülkelerden Rusya’nın durumunu incelediğimizde bu ülkenin, ekonomik olarak Çin’le ilişkilerinin gelişmesini arzu etmekle birlikte Çin’in kendi hakimiyetini tehdit edecek küresel bir güç olarak ortaya çıkmasını arzulamadığını ve hatta Çin ile ABD arasındaki çatışmanın artmasından ve uzun bir süre devam etmesinden ziyadesiyle memnun olacağını da ifade etmek gerekir. Çünkü bu durumda Çin, gerek enerji ve gerekse askeri destek anlamında Rusya’ya ciddi anlamda ihtiyaç duyacak ve böylece Rusya, hem Çin hem de ABD üzerinde etkili politikalar gerçekleştirebilecektir.
Türkiye’nin durumu da Rusya’nın durumuna benzer bir yapı arzetmektedir. Türkiye de Çin ile ticari ilişkiler geliştirmekten memnun olacak olsa da Çin’in yeni bir küresel güç olarak mevcudiyet kazanmasına olumlu bakmayacak olan bir ülkedir. Zira Çin’in güçlenmesi, Türkiye’nin Ortaasya Türk Cumhuriyetleri ile ilişkilerini olumsuz yönde etkileyeceği gibi Doğu Türkistan meselesinin Çin’in bağnaz , ırkçı ve asimilasyonu esas alan politik yaklaşımı nedeniyle çıkmazda oluşu da ilişkilerin gelişmesini frenleyen stratejik bir faktör olarak karşımızda durmaktadır. Ayrıca Çin- Türkiye ilişkilerinin stratejik temelde ilerlemesi, ABD- Türkiye ilişkileri açısından da yakın dönemde olumsuz, yıpratıcı, bölge politikalarını ve iç politikayı negatif yönde etkileyen gelişmelere yol açacaktır ki siyasi- askeri ve ekonomik açıdan gelişme noktasında büyük hamleler yapan Türkiye’nin ; ABD’nin olumsuz yönelimlerinin muhatabı olmaktan kaçınmayı arzulayacağı, zaman kazanmaya matuf bir yaklaşımı hedefleyeceği açık olduğu gibi çeşitli vasıtalarla dirense ve karşıt saldırılar gerçekleştirerek çırpınıyor olsa da ABD’yi istediklerini yapma noktasında zorlayacağı bir strateji kanalına sokmaya çalışması da etkin ve güncel bir siyasi taktik olarak varlığını korumaktadır.
Ayrıca Türkiye’nin, Çin’e yönelik siyasi stratejisini , gerek Rusya’ya ve gerekse ABD’ye karşı etkili politik bir argüman olarak kullanma olanağının olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Zira Türkiye’nin Çin ile olumlu ilişkiler ittifakının içinde yer alması durumunda, kendisine karşı gelişme ihtimali bulunan Çin- Türk- İngiliz ittifakını engellemek için Rusya da bir karar vermek ve bu ittifakın içinde yer almak durumunda kalacaktır. Böyle bir durum ise kağıt üzerinde de olsa ABD’nin kaybettiğinin ilanı demek olacaktır. Ancak bu durumda Türkiye’nin, Rusya ve Çin arasında bir denge politikası oluşturmak ve Ortaasya Türk Cumhuriyetleri’ni olası bir Çin etkisine karşı koruma altına almak için siyasi perspektif geliştirme ihtiyacı ortaya çıkacaktır.
Bu durum ise kağıt üzerinde Türkiye- Rusya yakınlaşmasının ; hem Çin’i durdurmak, hem ABD’yi dengelemek hem de Avrupa Birliği ve Afrika pazarını kullanmak için en iyi yakınlaşma olduğunu ortaya koymaktadır. Hatta bu yaklaşıma Türkiye’nin ilişkileri dışlamaması ve ABD’ye bir adım daha yakın durması koşuluyla, ABD’nin bile olumlu bakma ihtimali bulunmaktadır. Ancak bu durumu sınırlayan faktör olarak da Rusya’nın beyninin arkasındaki Türk korkusu karşımıza çıkmaktadır. Zira Türkiye’nin, Ortaasya Türk Cumhuriyetleri ile oluşturmaya başladığı ittifakın oluşturacağı gücün ; demografik – siyasi – ekonomik - askeri ve stratejik açıdan Rusya’dan çok daha büyük bir gücün doğmasına neden olacağı ve Rus topraklarının da bu güçten etkilenerek küçülme ve dağılma süreci içine gireceği, Pakistan- Afganistan - Ukrayna- Moldova- Macaristan- Bulgaristan- Makedonya- Arnavutluk, Balkan coğrafyası ve Kafkasya’nın da bu ittifaka dahil olacağı öngörülmektedir. Ayrıca Türkiye’nin Afrika Kıtası üzerinde oluşturmaya başladığı hakimiyetin yakında tüm Afrika Kıtası'nı saracağı da gören gözler nezdinde aşikar olduğundan, Rusya’nın bir süre daha, ne Çin’e ne de Türkiye’ye angaje olmadan ; Çin ile ABD politikalarında gerilim oluşturma , Türkiye ile taktik bir karşıtlık, İngiltere ile flört, İsrail ile seviyeli ve dengeli bir ittifak, ABD ile kontrollü ve temelsiz bir gerilim ve Avrupa ile de aba altından gösterilen bir sopa ile baskı ve tehdit siyasetine devam etmeyi ve böylece zaman kazanmayı hedefleyeceği görülmektedir.
ABD’nin ise gerek Çin, gerek Rusya gerek NATO’nun mevcudiyetinin devamı ve gerekse küresel hakimiyetinin korunması noktasında Türkiye’ye büyük ihtiyacı bulunmaktadır. ABD’nin istediği geçmişte olduğu gibi tamamen kendi kontrolündeki Türkiye’dir ve bunu sağlamak için yaptığı tüm faaliyetler ile Türkiye’nin ekstra düşmanlığını kazanmış bulunmaktadır. Ancak Türkiye, bulunduğu aşama itibariyle ABD ile açık bir düşmanlığı öngörmediğinden ve ABD ile olan ilişkilerini diğer küresel güçler için denge unsuru olarak kullandığından, şimdilik dengeleri korumayı amaçlamakta ve tıpkı Rusya gibi zamana oynamaktadır. Ancak Rusya’dan farkımız, zamana oynarken büyümek ve gelişmek için yapacağımız çok şey olması ve önümüzün açık olmasıdır. Oysa Rusya’nın yapacağı çok şey olmadığı gibi hareket alanı da çok sınırlıdır. Bu nedenle Rusya ; Suriye- Libya- Ermenistan- İsrail gibi sinir uçlarına baskı yaparak, Türkiye’yi kendi istediği gibi yönlendirme ve zaman zaman Türkiye ile mükemmel olduğu izlenimi verdiği ilişkileri kullanarak da tüm küresel güçlere gözdağı verme fikriyatıyla hareket etmektedir.Ancak söylediğim gibi bu durum sadece göstermelik bir durumdur zira Rusya, bir süre sonra dünyadaki en büyük sorununun küresel bir güç haline gelmiş olan Türkiye olacağını en iyi bilen ülkedir ve gerçek stratejisini bu bilinçle şekillendirmektedir.
Bu arada İsrail’in, gerçekte dizleri üstüne çökmüş olarak Türkiye’ye yönelik olarak yaptığı ilişkileri tamir etme önerisinin kabul edilmemiş olduğunu, Rusya’nın Libya’da askeri olarak bulunmak yerine Tobruk Temsilciler Meclisi Başkanı Akile Salih üzerinden geliştireceği bir ilişki ile siyasi olarak bulunmak şeklinde bir yaklaşımı benimseyeceğini ve böylece daha fazla kaybetmemeyi tercih eden bir siyaset içine gireceğini ve hatta fırsat bulursa Libya’da bölünmüşlük üzerine oynayabileceğini de şimdiden belirtmek isterim.
Bu bağlamda ABD’yi oyalarken, Rusya- Türkiye- İsrail ve Çin ile ayrı ayrı stratejik açılımlar oluşturan İngiltere’nin , çok akıllı ve soğukkanlı bir siyasetle, tıpkı Rusya ve Türkiye gibi bekleme sürecini esas aldığını ve Avrupa Birliği üzerinde yıkıcı etkiler geliştirmek üzere çalışmaya başladığını ; Türkiye’den olumsuz bir cevap alan İsrail’in ise, Suriye cephesinden ve Yunanistan üzerinden Türkiye’ye cevap vermeye çalışacağını da önemle ve özellikle belirtmek isterim…
Tüm gelişmeler göstermektedir ki dünya Çin merkezli bir dünya değil, Türkiye merkezli bir dünya olarak şekillenmeye doğru hızla ilerlemektedir.Bu gerçek henüz kimseler tarafından dillendirilmese de önümüzdeki süreçte tüm dünyanın kabul ettiği bir gerçek haline gelecektir.
Geleceği görmek için, geleceğe uzanan bir akla ve zamanı aşan bir ruha sahip olmamız gerektiğini hatırlatma ihtiyacı duyduğumu da neticeten ifade etmek isterim.
SEDAT ÇETİNKAYA
.GÖRÜNEN KÖYÜN KILAVUZU…
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ ; DEVLET-İ ALİYYE'NİN, BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİNİN VE GÖKTÜRK KAĞANLIĞI'NIN BAKİYESİNE HİTAP EDEN BİR DÜNYA GÜCÜ OLARAK DOĞMAKTADIR...
Hüzünlü bir bayram gününün Arifesinde, büyük savaşlardan çıkmış bir insanın donuk, keder dolu, yılların hüznünü ve yaralarını taşıyan ancak kadere iman etmiş, bilinçle aydınlanmış ve Allah’ın yüce kudretine teslimiyete dayanan umutla şekillenmiş bir ruh hali varlığımı kapladığı gibi sorumluluklarımızı hatırlatan, tehlike ve ihanetlerle dolu bir yaşamın bizi amansız bir mücadeleye sevkeden adrenalin kokan şevki de çok sevdiğim “Muktedir” esmasının benliğimi saran azametiyle varlığını hissettirmektedir.
Bu ruh halinin ağırlıyla yaşanan akıl tutulmalarını, ihanetleri, tutarsızlıkları ve şeytani güçlerin faaliyetlerini tek tek düşünürken , ülkece yaşamakta olduğumuz gelişmelerin de ruh halimin belirlediği minval üzere şekillendiğini hissederek, yeni bir boyutun açılmakta olduğunun bir kez daha farkına varmış bulunmaktayım.
Dünya’nın Covid-19 pandemisi nedeniyle almış olduğu ekonomik darbeye bağlı olarak içine düşeceği durgunluk, geri çekilme ve sistem yenilemesi zarureti, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “Orta Gelir Tuzağı”na düşmeden yani yaşlanmadan zenginleşmesi için büyük bir avantaj sağlayacak ve Türkiye’nin adeta bir tramplene basarak ileriye ve yükseğe sıçramasına neden olacaktır. Çünkü Türkiye, dünyanın en önemli ve en stratejik üretim alanı olan Gıda üretiminde dünyanın belki de en iyi konumda olan ülkesi olduğu gibi hemen hemen hiçbir ekonomik başlıkta geri çekilmeyi yaşayacak olumsuz bir pozisyona da sahip değildir. Bilakis ; kaliteli üretimi, lojistik kabiliyeti ve coğrafi avantajı, güvenilirliği, kur kaynaklı fiyat ve rekabet avantajı, değişimlere hızlı adapte olabilen genç nüfusu ve dinamik altyapısı olan bir ülke olmamız, Covid-19 salgınının yeni ve büyük ihracat kapılarının açılması bir tarafa ithalatın azalmasını ve yerli mal ikamesini teşvik eden yönü nedeniyle cari dengede yaşanacak çok yönlü iyileşme, petrol ve doğalgazda düşük fiyat seyri, Türkiye’nin salgından dünya ülkelerine nazaran çok daha güçlü ve hızlı bir çıkış ivmesi yakalayacağını çok yönlü olarak ortaya koymuş olması, Türkiye’nin Turizm’de güvenli bir destinasyon olarak adını zirveye taşımaya hazırlanmakta oluşu ve bu durumdan kaynaklanan ekstra gelir etkisi, yıllardır hazırlanan ulaşım- üretim- lojistik ve ticaret altyapısının Türkiye’yi kısa vadede başkalarının kazanamayacağı bir üstünlükle destekliyor olması ve en önemlisi herşeyin farkında olan, sistemli, akademik veriler ile piyasa verilerini etkin bir yetkinlikle harmanlayan ve dinamik yaklaşımlı bir ekonomi yönetiminin iş başında olması gibi büyük avantajlarımız bulunmaktadır.
Bu arada Türkiye’nin Ege ve Akdeniz’de ortaya koymuş olduğu güçlü siyasi ve askeri tavrın, Libya’da devam eden stratejik öneme sahip uzantısı, uzun süre önce belirtmiş olduğum şekilde mutlak galibiyetimize doğru hızla evrilmektedir. Çok yakında Libya’da Hafter’in çöküşünü hızlandıracak gelişmeler peşe peşe gelecek, Hafter’i desteklemenin kendilerine bir şey kazandırmak bir tarafa telafisi imkansız itibar kayıplarına yol açacağını gören ülkeler, bir ateşkes rejimi uygulatma imkanı da bulamamaları ve bu noktada Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin (UMH) de elini biraz çabuk tutarak Hafter etrafında şekillenen güçlere ilişkin askeri ve siyasi kırılmayı ani bir çöküşü sağlayacak şekilde hızlandırması durumunda, Fas- Tunus- Cezayir ve Libya’yı etkileme ve yönlendirme gücüyle bölgede güçlü bir hakimiyet tesis edecek olan Türkiye’nin önünde adeta diz çökeceklerdir. Türkiye’nin, Libya’da adeta ikinci bir Türkiye kurması , Türkiye’nin önümüzdeki 30 yıl içinde 2,5 milyar nüfusa sahip olacak Afrika kıtasının anahtarını ele geçirmesi, özellikle Avrupa ve Rusya’ya karşı hem stratejik açıdan hem de özellikle enerji boyutuyla ekonomik açıdan büyük bir üstünlük ve koz elde etmesi anlamını taşıyacaktır.Bu koz, ABD ve İngiltere ile ilişkilerden, İsrail- Rusya- Avrupa Birliği, küresel baronlar ve hatta Çin’e değin uzanan ilişkileri derinden etkileyebilecek bir kozdur. Türkiye’nin Libya’da ne işi var diyenler, kafasını kuma gömerek yaşamaya alışmış, barış safsatasıyla korkaklıklarını ve beceriksizkliklerini gizleyen, tek parti zihniyetinin hastalıklı beyinleri veya küresel güçlerin ülkemizdeki işbirlikçi mankurtlarıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti hükümeti, İtalya’yı Libya’da hareketsiz kılıp, Türkiye’ye tabi olma noktasına getirmişken ; geri kalmış, faşist beyinlerinin bir göstergesi olarak cami hoparlörlerinden İtalyan partizanların söylediği Cav Bella (Elveda Güzelim ) isimli şarkının yayını yaparak gerçekleştirdikleri provokasyon, bu ülke ile hiçbir bağı bulunmayan mihraklarla karşı karşıya olduğumuzu bir kez daha gözler önüne sermiş ve algı operasyonlarının hedeflediği nihai sonucu açık bir biçimde göstermiştir. Tarih bilinci ve bilgisi olan birisi olarak şunu söylüyorum ki biz gerçek kurtuluş savaşını şimdi yapıyoruz ve Yunan’ı denize dökmemiz de çok yakındır. Kuruluşundan 100 yıl sonra içindeki İttihatçı artığı asalakları pasifize etmiş, tam bağımsız bir devlet kudretine ulaşmış, bir dünya devi olarak yükselmiş, hem Devleti Aliyye’nin hem Büyük Selçuklu Devleti’nin hem de Göktürk Kağanlığı’nın bakiyesine hitap eden Büyük Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ulaşacağız. Bu bir hayal değil, gerçeğin ta kendisidir.Gelecekte yaşanacak gerçekleri görmek için geleceğe uzanan bir akla ihtiyaç vardır ki Türk Milleti’nin vatanında, Ermeni ve Rum pisliği karıştırmayı marifet sanan zihniyetin ve onların içimizdeki kripto yöneticilerinin ; temeli genetik bir kabiliyet, çatısı ise bağnazlıktan arınmış evrensel bir bilgi ve ulvi bir inançtan teşekkül eden bu akla ulaşma noktasında kendilerini fazla zorlamalarına gerek olmadığını da ifade etmek isterim. Sikletleri , kutlu davalarımıza hizmeti esas alan ve bizleri kutlu bir geleceğe ulaştıracak tarihi devrimi gerçekleştirecek ve geleceği bugünden gören büyük ve üstün aklı asla kavrayamayacaktır.
Bu arada fazla dikkat çekmiyor olsa da ABD ve Fransa’nın başını çektiği, Ortadoğu’nun siyonizmin hizmetkarı yönetimlerinin ve en önemlisi de Türk düşmanı İran rejiminin destek vermekte olduğu bir ittifak, Türkiye’nin Ortadoğu’ya müdahil olmasını engellemek ve İsrail’i koruma altına almak amacıyla Türkiye’nin önüne bir set teşkil etmek ve Türkiye’nin bölgeye yönelik olarak gerçekleştirmiş olduğu operasyonlardan elde edilen kazanımları boşa çıkarmak üzere jelatini yenilenmiş bir Kürt hareketine yön vermek üzere yoğun bir çalışma içine girmiş bulunmaktadır.
İşte zillet ittifakı cephesinde, yerel yönetimler özerklik şartını savunma noktasındaki tavrıyla özerklik iddiasının kıdemli ve yılmaz temsilcisi Kemal Kılıçdaroğlu başta olmak üzere tüm avanesi, çeşitli siyasi birlikteliklerle ve tüm işbirlikçi yapıların elbirliğiyle altyapısı hazırlanmaya çalışılan bu projenin, CHP’nin kurumsal kimliğinin ve Atatürk’ün arkasına sığınarak politika üreten hadimleri konumunda bulunmaktadır. Türkiye nezdinde gerçekleştirilen tüm provokasyonların da Sayın Erdoğan’a ve Sayın Bahçeli’ye yönelen nefretin de gerçek nedeni budur.
Buradan sesleniyorum ki biz asil Türk Milleti’nin ve kadim devletimizin hizmetkarları olarak bu oyunu görüyoruz ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Büyük Türk Milleti’nin irade etmesiyle de bu oyunu bozarız.
Sonra ne kartalın gözlerinden sakınacak bir delik ne de kaçacak bir ülke bulamazsınız…
Üstadın veciz ifadesiyle ;
Sungurun uçtuğu yerde , barınmaz yarasa,
Ve bütün dirliğin üstünde yürür sade yasa… diye sözlerime son verirken ;
Bu vesile ile tüm dostlarımın Ramazan Bayramı’nı şimdiden kutlar, nice bayramlara iman nurunun ışığı altında sağlık , huzur ve refah içinde ulaşmanızı gönülden dilerim…
SEDAT ÇETİNKAYA
.BİR İSTİHBARAT TAKTİĞİ OLARAK TÜRK MİLLETİ ÜZERİNDE UYGULANAN ALGI YÖNETİMİ – UYGULAYACILARI VE HEDEFLERİ…
İstihbarat teşkilatlarının algı operasyonu ve propaganda ile espiyonajı yürütürken uyguladıkları bir yöntem bulunmaktadır. Bu yöntem ;
• Yalan söylemek, ( Örn : IMF’ten borç alınacak, gizli görüşmeler yapılıyor )
• Yalanı , kasıtlı ve bilinçli bir yaklaşımla geliştirerek devamlı tekrarlamak, ( Örn : Sağlık Bakanı verileri gizliyor, bilim kurulu buna alet ediliyor, yapılan sahra hastaneleri rant sağlamak için yapılıyor, bu hastaneler nedeniyle hava alanı kullanılamaz hale geldi, 50 milyar çöpe atıldı şeklinde bir yalan treni oluşumu…)
• Yalan söylenirken küçük değil, büyük yalanlar söylemek, ( Ak parti’nin oyu % 25’e düştü – Türkiye, Afrin’de bataklığın içine düşecek vs. )
• Etkilenmek istenen kitlenin yönlendirilmesinde devamlılığı sağlamak,
• Hataları ve yanlışları asla kabul etmemek, ( Örn : Ben Şehir Hastaneleri yapılmasın demedim… )
• Karşıdaki grubun yaptığı hiçbir şeyi olumlu bulmamak, devamlı eleştirmek, ( Hızlı Tren- Nükleer Santral-Türk Akım- Yol ve Tünel Yapımları- İmar Barışı-Havaalanları- Üniversiteler- Altın Arama Çalışmaları- Savunma Sanayi Yatırımları- Marmaray- Üçüncü Köprü- İstanbul Hava Limanı- Kanal İstanbul- Tanap Projesi- Baraj İnşaatları ve sonsuza değin uzanan bir liste bu stratejiye örnek gösterilebilir)
• Hiçbir işin sorumluluğunu üstlenmemek, sorumluluğu hep karşıya atmak,
• Kötü giden işlerin, felaketlerin tüm sorumluluğunu karşıya yıkmak ve devamlı eleştirmek, ( Örn : Hükümet, depreme karşı gerekli tedbirleri almamıştır, zamanında müdahale yapılmamıştır, halka battaniye bile verilmemiştir, insanlar açlığa terk edilmiştir, ben hiç çadır görmedim, devlet nerede…)
• İlk sözü güçlü şekilde söylemek ve yaygarada devamlılığı sağlamak, ( Selçuk Bayraktar’ın başkanı olduğu vakfa İstanbul Belediyesi’nden önce para verilmiştir, sonra usulsüz kaynak aktarılmıştır örneğinde olduğu gibi )
• Bu operasyonu yapacak medya organlarına ve tanınmış insanlar cephesinden yalaka ordusuna sahip olmak, ( Örnek vermeye gerek yoktur diye düşünüyorum )
• Herkesin değer verdiği, iyilik, güzellik, sevgi, adalet, barış gibi kelimeleri kullanarak söylem geliştirmek, ( Bu taktiği, Canan Kaftancıoğlu , HDP yöneticileri ve sefir bey gayet güzel kullanmaktadır )
• En negatif durumu dahi güzel sözler söyleyerek absorbe etmek, ( Örn : Ben it demedim, basit dedim, canım benim, her şey çok güzel olacak, bu bir prototip… )
• Yalanları, ispatlanması araştırma gerektiren ve saygınlığı olan kişi ve kurumlara veya durumlara dayandırmak, ( Örn : Danıştay Raporu’na göre, Büyükşehir Belediye Meclisinde Alınan Karar Uyarınca, İstatistiklere göre gibi )
• Kasıtlı bir biçimde ve her zaman savunması yapılabilecek, ben öyle söylemedim denilebilecek muğlak ifadeler kullanmak, ( Bu noktada Kemal beyin eline kimse su dökemez ancak arkadan zorlayan sefir beyi de unutmamak lazım )
• Olayın bir yüzünü ifade edip, diğer yüzünü ifade etmemek, ( Türkiye Teknoloji Takımı Vakfına, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden kaynak aktarıldı… Havaalanının pistlerine hastane yapılıyor gibi… )
• Eleştirilere cevap vermemek, ( Örn : Meral Akşener’in kendisine sorulan sorulara karşı stüdyoyu inleten zavallı kahkahaları )
• Herkes bu şekilde düşünüyor gibi ifadelerle farklı düşünenleri, a tipik kişi konumuna sokarak, oluşturulmak istenen kitle içine yönlendirmek,
• Korku tekniği ile endişeye sevkederek bireyin kontrolünü ele geçirmek ( Örn :Hükümetin bu basiretsizliği yüzünden herkes hasta olacak, ölenlerin sayısı gizleniyor, 50 milyon Covid-19 hastası var, Türkiye batıyor, Dolar 10 TL olacak gibi)
• LGBT üyelerinin yanında yer alma örneğinde olduğu gibi göstermelik olarak hedef kitlenin yanında yer almak ŞEKLİNDE YÜZLERCE ALT BAŞLIĞIN BELİRLENEBİLECEĞİ BİR STRATEJİYE DAYANMAKTADIR…
İşte Cumhur İttifakı’nın karşısında yer alan yapının, bir espiyonaj uygulaması olarak ülkemizde yürütmüş olduğu taktik kabaca budur.Elbette bu taktiği aciz muhalefet anlayışı ve kapasite yoksunu zihniyetleriyle kendilerinin geliştirmediğini söyleyebilmek de mümkün bulunmaktadır.
Bu noktada her başlık altında çalışılan onlarca mesele olduğunu düşünürseniz, bunun bir organizasyon altyapısı ve eşgüdüm gerektirdiği de ortaya çıkmaktadır.
Herkes, son 8 yılda yaşananları, bu uygulama ışığında düşünürse, bir türlü anlam veremediği durumları anlamlı kılabilmesi mümkün hale gelecektir. Böylece ; Cumhur İttifakı karşısındaki cephenin neden devamlı yalan söyleyip bu yalanlarda ısrarcı oldukları, hatta neden Şehir Hastaneleri ve limon üreticisi olayında olduğu gibi düzmece haberler tezgahlandığını, neden hiçbir zaman kendi hatalarını kabul etmeyip, herşeyin sorumluluğunu hükümete attıklarını, neden hiçbir önerileri olmadığı halde devamlı eleştiri içinde olduklarını ve hiçbir beğeniye sahip olmadıklarını, neden İmamoğlu gibi agresif tipli bir kişiliği her şey güzel olacak gibi söylemlerle pazarladıklarını, terör örgütünü doğrudan ve dolaylı yolla desteklemenin nasıl mümkün olabildiğini, bir araya gelmesi mümkün olmayan siyasi yapıların nasıl bir araya gelip halk desteği alabildiğini, ülkesinin çıkarları yerine yabancı devletlerin çıkarlarını nasıl destekleyebildiklerini ve yüzlerce anlamsız durumu anlayabilmek mümkün hale gelecektir.
İşin en önemli noktasının ise bu faaliyetlerden beklenen sonuç olduğu unutulmamalıdır. Bu sonucun ise legal bir amaca hizmet etmesinin beklenemeyeceği açıktır. Çünkü, bu projenin sahiplerinin, milli olmadıkları ve ulvi amaçlar taşımadıkları izahten varestedir. İllegal yaklaşımlara ise saf bir yaklaşımla ; sevgi , adalet, demokrasi , insan hakları gibi söylemlerle karşılık verilemeyeceği de açıktır. İllegaliteyi bozmak ise etkin bir devlet gücünün organizasyonu dağıtacak bir yaklaşım içine girmesiyle mümkündür.
Espiyonaja , üstün ve agresif bir strateji içeren kontrespiyonaj ile karşılık verilmelidir.
Çantadan çıkacak olanları görünce şaşırmamak için fırsat tanımamak, kurguyu ; gerekli altyapıya ulaşıp atağa geçmeden bozmak gerekir…
Dünya Siyaset Sahnesi’nde, Büyük Oyun Kurucu Olarak Yükselen Büyük Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni Kontrol Altına Alabilmek İçin Büyük Oynayacaklardır.
Kendisini ; Müslüman, Türk ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin varlığına ve geleceğine inanan bir vatandaş olarak addedenlerin, bu kirli kurgudan uzak duracak şekilde konumlarını belirlemeleri, milli - dini ve tarihi bir sorumluluk olarak varlık kazanmış bulunmaktadır.
Şehitlerden elli milyon bekçisi olan,
Aşılmaz bir kayadır bu ebedi vatan…
17.05.2020 // 15.18
SEDAT ÇETİNKAYA (M
.TÜRKİYE’NİN BİLEĞİNİ BÜKEMEYEN KÜRESEL GÜÇLER, LİBYA’DA YANIMIZDA OLDUKLARINI İLAN ETMEYE MECBUR KALMIŞTIR…
TÜRK ORDUSU ; SINIRLI BİR ASKERİ GÜÇLE, NASIL BÜYÜK BİR DESTAN YAZILACAĞINI TÜM DÜNYAYA YENİDEN GÖSTERMİŞTİR.
Türkiye’nin NATO üyesi olmasına rağmen Akdeniz’de, Suriye ve Libya’da kendi gündemini uyguladığına yönelik soruya cevap veren NATO Genel Sekreteri J.Stoltenberg : "NATO'da 30 ortağız ve pek çok konuda farklı pozisyonlarımız olabilir ancak Ankara önemli bir müttefiktir. Libya ve Suriye'de Birleşmiş Milletler’in barış anlaşmasına varma çabalarını desteklemekteyiz. Libya’da tüm tarafların uyması gereken bir silah ambargosu bulunmaktadır. Ancak bu, Birleşmiş Milletler tarafından tanınmış olan Fayiz es-Serrac hükümeti ile Hafter tarafından idare edilen güçleri aynı kefeye koymak anlamına gelmez. Bu nedenle NATO, Trablus hükümetine destek vermeye hazırdır." şeklinde beyanda bulunmuştur.
NATO Genel sekreteri tarafından verilen bu cevap, küresel güçlerin Türkiye karşısındaki aczinin en somut ifadesidir. Akdeniz’de ve Libya’da karşımıza çıkamayan, Libya’ya yönelik deniz ikmal hattımızı İRİNİ operasyonu ile denetlemeye yönelik kurguları ellerinde patlayan, ittifakları daha ilk gün Malta’nın ortaya koymuş olduğu tavır nedeniyle çöken güçler, şimdi de Türkiye’nin başarısına ortak olmanın peşine düşmüşlerdir.
NATO Genel Sekteri bu açıklamasıyla, sözcülüğünü yaptığı küresel güçler adına ve diplomatik bir dilin ifade edilmeyen boyutuyla, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ; “Libya’da Rusya ile karşı karşıya gelme ihtimaliniz var, tek başınıza bu süreci yönetemeyebilirsiniz , bölgeyi bir bütün olarak düşünmeniz gerekir, biz sizin Akdeniz ve Suriye’deki pozisyonunuza saygı duyuyoruz ancak Libya’da NATO güçlerinin çıkarlarını göz ardı etmemeniz durumunda desteğe hazır olunduğunu belirtmek isterim” demektedir.
Bu noktada Malta’nın, kraliçe Elizabet’in yönlendirmesiyle Türkiye lehine bir siyasi - stratejik tavır takınıp, Avrupa Birliği’nin arkasına sığınarak iş görmek isteyen Akdeniz’in tescilli yamyamlarının hareket kabiliyetini sınırlamasının ve İtalya’nın, Türkiye’yi karşısına almaktan çekinen ve geleceğini Türkiye ile aynı çizgide tanımlamaya çalışan yaklaşımının büyük önem arzettiğini de görmek gerekir. Kısaca Türkiye- İngiltere ve İtalya, aynı çizgide politika üretmeye başlayıp, Libya’da ortaklık zeminini oluşturunca, Fransa- Almanya- ABD ve yandaşı küresel güçler, bu ortaklığın dışında kalmanın ve kendilerinin içinde bulunmadığı ve sonuçlarını okuyamadıkları bir şekillenmenin endişesine kapılmışlardır.
Kısa süre önce Rusya Federasyonu Başkanı V. Putin ile ABD Başkanı D.Trump arasında geçen telefon konuşmasında, Türkiye ve Libya hususunun gizli bir başlık olarak değerlendirildiğini de bu bağlamda ve önemle belirtmek isterim.
Bu cümleden olarak, ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi ve DEAŞ ile Mücadele Koalisyonu Temsilcisi James Jeffrey’in, Hudson Enstitüsünde yaptığı konuşmada, ABD'nin Suriye'de askeri varlığını devam ettireceğini ve amaçlarının Suriye'de savaşı Rusya için "çıkmaz haline getirmek" olduğunu söylemesi dikkate alındığında, ABD ile Rusya’nın Libya konusunda bir anlaşma zemininde buluşamamış oldukları da açığa çıkmaktadır. Kısaca Rusya ben Türkiye ile anlaşırım siz kendi derdinize yanın demiş, bu söylem üzerine de NATO Genel sekreteri açıklama yapmıştır.
Diğer taraftan, Akdeniz’de Yunanistan yerine Türkiye ile anlaşmanın çok daha akılcı olduğunu ve Akdeniz’de Türkiye’nin izin vermediği hiçbir projenin gerçekleşme ihtimali olmadığını kabullenmek zorunda bıraktığımız İsrail’in, dizlerinin üzerine çökmüş bir biçimde kapımıza gelmesinin yakın olduğunu da belirtmek isterim. Ancak İsrail’in niteliksiz kibri ve gururu nedeniyle bu duruma düşmesi kolay olmadığından, bir iyiniyet göstergesi olarak Türkiye’ye muhalif yaklaşımlardan uzaklaşmasının bekleneceği bir sürecin yaşanabileceğini de ifade etmek gerekir. Kısaca Türkiye İsrail’e samimiyetini göreyim ondan sonra konuşabiliriz demektedir. Bu durum ise Türkiye ile İsrail’in arasında Rusya’nın arabuluculuk yaptığını gözler önüne sermektedir.
Yine bu noktada ABD’nin, Çin ile yakınlaşması nedeniyle İsrail’e sitemlerini iletmiş olması da küresel düzenin akış yönünün, ABD ve batı medeniyeti aleyhine şekillenmeye devam ettiğini ve Rothschild ailesi ve baronlarının İsrail üzerinde de etkili olduğunu gözler önüne sermektedir. Bu önermeden hareketle Türk Lirası aleyhine Londra merkezli olarak düzenlenen kur atağının arkasında bulunan Rothschild sermayesinin bu strateji ile , oyundaki gücünü ve etkinliğini ortaya koymak arzusunu taşımakla beraber, Rusya ve İngiltere ile birlikte Türkiye’yi anlaşma zeminine çekmeyi hedeflediği de ortaya çıkmaktadır. Bu durumun nasıl şekilleneceği ise önümüzdeki sürecin askeri- siyasi ve stratejik altyapısının ortaya çıkmasında çok büyük bir etkiye sahip olacaktır.
James Jeffrey’in dediği gibi ABD, Türkiye’yi kendi yanına çekebilmek için Suriye’de ve Libya’da Türkiye- Rusya ilişkileri üzerine oynayacaktır. Bu oyuna düşülmemesi, ABD ve yandaşlarının da iyi idare edilmesi , İsrail’in denklem üzerindeki bozucu etkisinin iyi kullanılması ve herkesin ağzına ayrı ayrı bir parmak bal çalan ancak Türkiye ile yol almaya mahkum olan İngiltere ile ilişkilerin olumlu seyrine bir dönem olanak tanınması, ilk fırsatta Rusya’yı üzerimize yönlendirme ihtimali bulunan İngiltere’nin Rusya ile ilişkilerinin de kontrol altında tutulması gereği bulunmaktadır. Rusya, bir zaman sonra İngiltere mi Türkiye mi sorusunu sorduğunda, tereddütsüz Türkiye diyebilecek bir politik sarmalın içine çekilmeli, bu sarmal geliştirilirken de Türkiye Cumhuriyeti Devleti, tüm kardeşleri ve hinterlandı ile birlikte hareket etme kabiliyetine ulaşmış küresel bir güç haline dönüştürülmelidir.
Batı medeniyetinin iğdiş ettiği, aşağılık kompleksi içinde debelenen, mankurtlaşmış zihniyetle aynı ufka bakmadığımız bilinciyle ; kutlu davalarımızın çevrelediği, atalarımızın, ezeli ve ebedi liderimiz Hz.Muhammed sav. efendimizin şerefle yükselen tuğlar ve kutlu sancağımız altında bizi hasretle beklediği bir geleceğe korkusuzca ve koşar adım ilerlemeliyiz…
Ülkü denen nazlı gelin, erde şan ister…
Büyük devlet kurmak için büyük kan ister…
SEDAT ÇETİNKAYA
.FİTNENİN YENİ SAHNESİ…
Öncelikle algı yönetimiyle desteklenen ve FETÖ-CIA güdümündeki yargı operasyonları ile değerli dava adamı, bilge siyasetçi Sayın Devlet Bahçeli’yi siyaset sahnesinden silmek ve Milliyetçi Hareket Partisi’ni ele geçirmek için büyük bir operasyona girişen yapının, başarısızlığa uğradıktan sonra siyaset sahnesinde İYİ PARTİ oluşumuyla ortaya koymuş olduğu tavrın, 15 Temmuz Darbe Girişimi ve yerel seçimler bağlamında ilkesizliğin nirvanasına ulaştığı zannedilmişti.
Oysa tiyatronun daha yeni sahnelenmeye başlandığı daha doğrusu yeni bir versiyonla icra edildiği görülmektedir.
Geçmişte Milliyetçi Hareket Partisi’nin bu yapı tarafından ele geçirilmiş olması durumunda, günümüzde varlığından övünç duyduğumuz ve geleceğimize ışık tutan Cumhur İttifakı’ndan bahsedilemeyeceği gibi Sayın Erdoğan’ın ülkeyi yönetmesinden ve yerel seçimlerde gerçekleşen sonuçların önemli bir bölümüne ulaşılmasından bahsedilemeyeceğini de dikkatle ve hassasiyetle görmek gerekir. Bu önermeden çıkan sonuç ise gelecek projeksiyonunun, herkes uyurken birileri tarafından çok ama çok önceden yapıldığı gerçeğidir…
Yerel seçimler sonrasında gelişen konjonktür çerçevesinde yetersizliği, samimiyetsizliği ve bünyesini kaplayan ikiyüzlülüğü tüm vahametiyle ortaya çıkan İYİ PARTİ, hızla erimeye başlamış, adeta sokakta siyaset yapamaz hale gelmiş, en kıdemli temsilcileri dahi İyi Parti temsilcisi olmaktan utanır olmuş, çeşitli bahanelerle partiden ve görevden uzaklaşmanın telaşı içine düşmüşlerdir. Böylece İYİ PARTİ’nin Sayın Devlet Bahçeli’ye çamur atarak, onu yetersiz göstermeye çalışarak, milliyetçi camiada oluşturmaya çalıştığı sahte pozisyon da yok olmaya başlamıştır.
İşte Zillet İttifakı Cephesi bu gerçekliği gördüğü için, İYİ PARTİ’nin rahat bir siyaset yürütebilmesi ve varlığını koruyabilmesi için, HDP ile karşıt söylem içerecek bir tiyatroyu sahnelemeye başlamıştır. Bu tiyatro oyununa, danışıklı dövüşün bir gereği olarak HDP de katılmış ve herkesçe bilinen bir durumu yani İYİ PARTİ- HDP ittifakını ifşa ederek, İyi Parti ile aralarında bir karşıtlık varmış imajı oluşturmaya çalışmıştır. Bunu yaparken de HDP’nin itici tiplerinin en elle tutulanı olan Sırrı Süreyya Önder taktik bir yaklaşımla seçilirken, oluşacak tepkilerin absorbe edilmesinin sağlanması da ihmal edilmemiştir. Elbetteki bu yaklaşım biçimi, gerçekleri yansıtmayan bir duruma tekabül etmektedir. 2023 seçimleri geldiğinde bu toplama ve düzmece ittifakı oluşturan partilerin nasıl bir araya geldiği herkesçe izlenecektir. Çünkü hangi siyasi – sosyolojik tabana hitap ediyor olursa olsunlar, bu partilerin iplerini elinde tutan güç merkezi tektir. Karşımızdakiler sadece ama sadece kendine düşen görevi yapmakla mükellef olan birer piyondur. Bunlar İttihatçı zihniyetin, ülkemizdeki işbirlikçilerin ta kendileridir.
Ancak mesele ve plan bununla da kalmamaktadır.
Sahnelenen tiyatronun ikinci perdesinin suflesi de verilmiş bulunmaktadır.
Şimdi bir de gündeme darbecilere alkış tutan Hacı Temel güdümündeki Saadet Partisi, densiz kahkalarıyla birleşen yetersizliği stüdyoları inletenin partisi ve Kraliçenin çocuklarının kurduğu derin stratejik partiler ve yardakçıları, hep birlikte bir güç oluşturmanın ve böylece 2023 yılında yapılacak başkanlık seçimlerini ikinci tura bırakılmasını sağlayacak bir stratejinin altyapısı için hazırlık yapmaya başlamışlardır.
İşte bu hal ve şartlar altında ; kendini kutlu davalarımızın temsilcisi addeden, Allah’a- Hz.Muhammed’e- İslam’a- Türklüğe- Atalarımıza ve gelecek nesillerimize karşı sorumluluğunun farkına varmış her bireyin, Cumhur ittifakının karşısında şekillenen işbirlikçi yapıdan uzaklaşması, eksiklik- noksan- kusur ve hata aramaktan vazgeçerek, görse de kapatarak Cumhur İttifakı’na sadakat noktasında kemikleşmiş bir irade ortaya koyması görevi ve sorumluluğu bulunmaktadır.
Bu görev ve sorumluluk, tarihin en kritik varlık- yokluk savaşlarında olduğu gibi omzumuza yüklenen ve yerine getirmediğimizde pişmanlığın fayda etmeyeceği bir duruma tekabül etmektedir.
Geri dönenler, yarı yolda bırakanlar ve yeni yollar arayanlar, şehitler tepesini terk etmenin ya da o tepede görev almaktan kaçmanın yükünü bu dünyada kendilerini kandıracak olsalar da iki cihanda da taşıyacaklardır…
Allah'a ve vatana ihanetin telafisi yoktur ya da çok zordur...
Bir gün olur tarih sizi elbet alkışlar…
SEDAT ÇETİNKAYA
.DÜNYA GERÇEKLİĞİ ÜZERİNDEN, BÜYÜK TÜRKİYE’Yİ VE OYNANAN OYUNLARIN STRATEJİK ZEMİNİNİ OKUMAK…
Büyük bir resmi görebilmek için resme ait parçaları önce görmek, değerlendirmeyi sonra yapmak gerekmektedir. Bu bağlamda siyasi ve stratejik öneme sahip meseleleri ortaya koyduğumuzda ;
• Türkiye’nin , sınırlı sayıda personel ile Libya’da adeta destan yazmakta olduğunu,
• Suriye’de, Türkiye korkusundan dolayı tüm küresel güçlerin etkili hiçbir adım atamadığını,
• Doğu Akdeniz’de çıkar ve etkinlik peşinde koşan tüm güçlerin, Türkiye ile karşı karşıya gelmekten korkarak, kaçmış olduğunu,
• Avrupa Birliği’nin, artık kendileri bile söylediklerine inanmayan kaşarlı temsilcileri dışında kimsenin, Kıbrıs konusunda bir çözümü dillendirme gücünü dahi kendinde bulamadığını,
• İran’ın Ortadoğu’daki baskısının, Türkiye’nin devreye girmesi ve İran’ın, Türkiye’yi karşısına alabilme gücünü kendinde bulamaması nedeniyle kırıldığını,
• Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’ın, siyonizmin köpekliğini yapma yaklaşımıyla şekillenen ve boylarını aşan emelleri ve faaliyetleri noktasında ortada bırakılma riskiyle karşı karşıya olduklarını,
• Türkiye’nin ; Katar’da kurmuş olduğu askeri üssün, eğittiği askerlerin ve teşkil ettiği ordunun, BAE ve Suudi Arabistan rejiminin korkulu rüyası haline geldiğini,
• Siyonist- Pagan ittifakı tarafından yönetilen Mısır’ın, içten içe gelişen bir halk hareketiyle şekillenme güzergahına doğru sürüklenmekte olduğunu,
• Yunanistan’ın, Türkiye ile tek başına ve karşı karşıya kalma korkusundan, gördüğü her yılana, babacığım diye sarılan korkak bir kız çocuğu olarak ortaya çıktığını,
• Rusya’nın Türkiye karşısında sürklase olma korkusu, ekonomik durumundaki yetersizlikler, riske edilemeyecek ve stratejik öneme sahip ekonomik bağımlılıklar ve içindeki Müslüman- Türk kimlikli halklar üzerindeki Türkiye sevgisi ve etkisinden dolayı, Türkiye’yi karşısına alamadığını,
• Gerçek amacı Türkiye’yi kapıda bekleterek oyalamak, istediği şekilde yönlendirmek ve Avrupa’nın pazarı kılmak olan Avrupa Birliği’nin, Türkiye üzerinde hiçbir etkisinin kalmamış ve hatta ekonomik- askeri ve stratejik ilişkiler bağlamında Türkiye’den ciddi biçimde korkmaya başlamış olduğunu ,
• ABD’nin Türkiye ile ancak ve ancak, kazan- kazan temelli ve her zaman Türkiye lehine ağır basan ilişkiler çerçevesinde pozitif bağlantılar kurabileceğini, istemeyerek de olsa öğreneceği bir dönemin içinden geçtiğimizi,
• Çin- Rusya- ABD temelli ilişkilerde çok yönlü oynayan İngiltere’nin, Türkiye’nin pozisyonunu en iyi idrak eden ve Türkiye ile ters düşmemesi gerektiğini en iyi anlayan ülke olduğunu ancak yine de iç dengeleri test ederek Türkiye'yi kendisine bağlı kılabilmek için fitne peşinde koşmaktan bir türlü vazgeçemediğini,
• Türkiye’yi IMF ağına düşürmek ve teslim almak isteyen ülkelerin, güçlerin ve maşalarının, Türkiye ile ilgili olarak ekonomik manipülasyona başvurmak ve CHP üzerinden gerçekleştirmeye çalıştıkları baskıyı kullanmak dışında ellerinde hiçbir enstrüman kalmadığını,
• Türkiye’nin ; Afrika-Ortadoğu- Kafkaslar- Balkanlar ve Ortaasya başta olmak üzere tüm dünyaya yönelen yayılımı ve pozitif anlamda domine edici etkisi nedeniyle yeni bir siyasi ve ekonomik merkez olarak ortaya çıkmış olduğunu,
• Türkiye’nin İpek yolu projesini, kendisini merkeze koymak suretiyle şekillendirme gücünü elinde tuttuğunun farkına vardığını,
• Türkiye’nin tek başına hiçbir ülkenin karşısına alamayacak bir askeri potansiyele ulaşmasının, ekonomik anlamda ortaya koymuş olduğu gelişmenin ve başkanlık sistemine geçiş ile yönetim organizasyonunda yapmış olduğu değişimin, bağımsız ve esnek siyasi stratejiler geliştirmesinin temelini teşkil ettiğini SÖYLEYEBİLMEK MÜMKÜNDÜR…
İşte kabaca ortaya koymuş olduğum bu şartlar dahilinde küresel güçlerin yapması gereken şeylerin ise ;
• Türkiye’deki hükümetin yeniden seçilmesini engellemek veya hükümetin başarısızlık içinde düşürülmesini sağlamak,
• Bir bahane üreterek, Türkiye ile savaşmak ve yönetimi değiştirmek,
• Türkiye Cumhuriyeti Devleti hükümetini, üstlenmekte olduğu siyasi- askeri ve ekonomik pozisyondan geri çekilmeye ikna etmek OLDUĞU İFADE EDİLEBİLİR…
Görülebileceği üzere Türkiye’yi savaşarak ele geçirmek ve Sayın Erdoğan yönetimde olduğu müddetçe kendisini geri çekilmeye ikna etmek de mümkün olmayacağından, hükümetin yeniden seçilmesini engellemek ve hükümeti başarısızlık içinde düşürmek seçeneği , küresel güçlerin en büyük hedefi ve en realist yaklaşım olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır...
Bu bağlamda gerek küresel aktörler ve maşaları ve gerekse içimizdeki işbirlikçileri tarafından, Türk Lirası’nın değerine ilişkin olarak gerçekleştirilen saldırıların arkasında Abdülhamıd Han’a yapılan saldırılarda olduğu gibi Rothschild ailesinin ve yandaşlarının olduğunun herkes tarafından bilinmesi gereği bulunmaktadır.
Türkiye'nin Libya başta olmak üzere atmakta olduğu tüm stratejik adımlar, tüm küresel güçleri korkutmakta ve paniğe sevketmektedir...
Yine herkes tarafından bilinmesi gereken bir gerçeklik de Sayın ERDOĞAN’ın doğrudan doğruya değil, Hazine ve Maliye Bakanı Sayın BERAT ALBAYRAK üzerinden hedef alınmaya çalışılması gerçeğidir. Sayın Selçuk Bayraktar’a yapılan saldırılar dahi Sayın Berat Albayrak üzerinden yapılmaya çalışılan saldırıyı gölgelemeye matuf bir taktikten ibarettir. Bilinmelidir ki bu ülkede üzerinden sıkıntı çıkarılmaya çalışılan kişiler ile Sayın Berat ALBAYRAK arasında önce algıya dayalı bir polemik oluşturulmakta ve bu polemik üzerinden ayrışma ve çatışma planları yapılarak, Sayın ERDOĞAN’ın kurmuş olduğu düzenin bozulması hedeflendiği gibi henüz kimse farkında olmasa da Sayın ERDOĞAN’ın siyaset üzerindeki mirası tasfiye edilmeye çalışılmaktadır. Sayın Süleyman SOYLU'nun son istifa durumunda dahi bu gerçekliğin aranması gerektiğini de önemle hatırlatmak isterim.
Yine her zaman olduğu gibi oyunu gören bilge ve kurt siyasetçi Sayın DEVLET BAHÇELİ’yi bu bağlamda özellikle tebrik etmek istediğimi de ifade etmek isterim.
Fitne ne kadar büyük olursa olsun, birlik ruhunu kaybetmez ve birlikten ayrılanı çakalların parçalayacağını unutmazsak, yakın gelecekte tüm dünyanın umudu olacak büyük bir siyasi- askeri ve ekonomik güç olarak ortaya çıkacağımızdan, bu geleceği görmüş birisi olarak kimsenin kuşkusu olmamalıdır diye sesleniyorum…
Üstadın ifade ettiği gibi ;
Yeşermesi ektiğimiz tohumun haktır,
İşte o gün ruhlarımız şad olacaktır…
09.05.2020 // 22.07
SEDAT ÇETİNKAYA
.SURİYE VE IRAK COĞRAFYASINDA ASKERİ HAREKETLİLİK İHTİMALİ…
Türkiye’nin Barış Pınarı Harekatı bağlamında tüm bölgeyi ele geçirme ihtimali karşısında paniğe kapılan Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri ile oluşturulan mutabakatlar neticesinde önemli kazanımlar elde etmekle birlikte harekatlarımıza son vermek durumunda kalmıştık. Benzer bir durum, İdlib bölgesinde başlattığımız ve sahanın koruma altına alınması ve askeri birliklerin bölgeye yerleşmesi içerikli olmakla birlikte Suriye ordusunu, SİHA’larımızla tam anlamıyla bozguna uğrattığımız operasyon sonrasında Rusya ile oluşturduğumuz mutabakat çerçevesinde de yaşanmıştı.
Ancak gözünü kan bürüdüğü için dünya siyasetini ve etrafını okumaktan aciz olan Esed rejimi, siyonizmin hizmetindeki bazı Arap rejimlerinin temsilcileri tarafından gerçekleştirilen yönlendirmelerin ve sağlanan parasal desteklerin etkisiyle, Türkiye ile Rusya arasında oluşan mutabakatı bozma arayışı içine girmiş ve bunun için de fırsat kollamaya başlamıştır. Bu durumdan faydalanmak isteyen BAE ve Suudi Arabistan’ın Selefi bir yapılanma olan Şam Kurtuluş Heyeti ( HTŞ ) içindeki bazı grupları kışkırtarak, Rusya ile Türkiye arasında gerilim oluşturmaya yönelik bazı provokasyonlara başvurduğu da görülmüş bulunmaktadır.
Bu arada gerek Libya ve gerekse Suriye’ye yönelik askeri faaliyetleri finanse etme kapasitesi gittikçe azalan Rusya’nın, gerekli kolaylıkların sağlanması ve bazı menfaatlerinin garanti altına durumunda Esed rejimini satmasının sağlanabileceğini daha önceki makalelerimde de ifade etmiştim. İşte bu kırılmanın sağlanması noktasında gündem dışı bir zeminin bulunduğuna da dikkat çekmek isterim. Dikkat edilecek olursa İngiltere, Türkiye’ye yakın bir politika izlemeye , İtalya ise adeta Türkiye’nin yönlendirmesinde hareket etmeye başlamış, Rothschild ailesinin etkili olduğu Fransa ise uyumlu bir rotaya girmiş gibi görünmektedir. İtalyan petrol şirketi Eni ve Fransız Total’in Doğu Akdeniz’de petrol ve doğalgaz arama çalışmalarını 1 yıl süre ile ertelemesi ve İtalya’nın East Med projesinin uygulanırlığının olmadığından bahisle ve üstü örtülü biçimde Türkiye olmadan bu tarz bir projenin yürütülemeyeceğini ortaya koyması, ortada Çin –Rusya ve İsrail’in de dahil olduğu adı konulmamış bir ilişkiler ağının stratejik düzeyde şekillenmeye başladığını ortaya koymaktadır. Kısaca Kraliçe Elizabet, Türkiye’nin büyüklüğünü ve oyundaki yerini kabul etmek durumunda kalınca, Çin’i kontrolünde tutan Rothschild ailesi, Çin- Rusya- Fransa gibi ülkelerin sürece olumlu yönde katılımlarının önünü açmış, süreç dışı kalmak istemeyen ve Türkiye ile yakın ilişkiler kurmanın tarifsiz faydalar getireceğini düşünen İtalya da bu sürece dahil olmuştur. Elbette İsrail de bu gelişmeler neticesinde zamana yayılacak olsa da kendisi için olumlu gelişmelerin meydana geleceğini ve İngiltere ve Rusya’nın katkısıyla Türkiye ile düşmanlık temeline dayanmayan bir zeminde çalışma imkanı yakalamayı planlamaktadır. Elbette henüz safların tam anlamıyla şekillendiğini söyleyebilmenin olanaklı olmadığını da belirtmek isterim.
Bu sürecin Suriye’ye yansıması ise, Türkiye’nin Rusya etkisinde şekillenen bölgeye askeri açıdan müdahalede bulunmasının önünü açacak olmasıdır. Sayın Erdoğan’ın son ulusa sesleniş konuşmasında bu hususa yönelik beyanlarını bu cihette ortaya konmuş ön veriler olarak değerlendirme gereğinin bulunduğunu da ifade etmek isterim.
Diğer taraftan ABD’nin Covid- 19 meselesi nedeniyle Suriye ve Irak bölgesine yönelik ilgisi azalmış gibi görünse de Pentagon’un boş durmadığını ve Irak’ı karışmaya matuf girişimlerin altyapısını hazırlamakla meşgul olduklarını da önemle belirtmek isterim. Zira ABD tezgahıyla, Selahattin- Kerkük ve Diyala’ya yönelik olarak gerçekleştirilen son saldırılar, DEAŞ’ın yeniden kullanıma sokulmak istendiğini gözler önüne sermektedir ki bu hususta PYD//YPG militanlarının aktif rol aldığı hususu, dikkatle değerlendirilmesi gereken bir istihbari pozisyona tekabül etmektedir. Yine bu noktada, Türkmen Cephesi tarafından deşifre edilen Mahmur kampına silah teslimatının da özel bir yaklaşımla ele alınması gereği bulunmaktadır. Zira Süleymaniye ve Halepçe kentlerinde, KYB- Goran Hareketi ve yandaşları tarafından alınan özerklik kararının da bu yönde ve hem Pkk’nın hem de İran’ın faaliyetleriyle bağlantılı bir şekilde okunması mecburiyeti bulunmaktadır.
Özellikle Irak’ta hükümetin kurulması noktasında yaşanan sıkıntılar, Şiiler arasındaki bölünmüşlük, petrol fiyatlarındaki düşüşün Irak ekonomisine etkisinin merkezi hükümetle IKBY ( Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ) arasında gerilim oluşturmaya matuf bir altyapıyı besliyor olması dikkate alındığında ; Türkmenlere yönelik olarak oldu-bittilerin ve saldırıların tertiplenmesi zemininin varlık kazandığını söyleyebilmek mümkün bulunmaktadır. Zira Kandil için çok önemli bir bölgede, Türkiye’nin baskısıyla peşmergenin konuşlandırılmasına karşı çıkan Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ile “buralar PKK bölgesi değildir buradan çıkın” söylemini geliştiren Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) arasında yaşanan gerilimin, diğer unsurlarla ve Türkiye’nin Pkk üzerindeki baskısıyla birlikte değerlendirildiğinde, yeni bir harekatın siyasi ve stratejik zeminini şekillendirmeye başladığını şimdiden görme ve hazırlıkları bu doğrultuda geliştirme zaruretini hasıl ettiğini ifade edebilmek mümkündür.
Uzun zamandır ifade ettiğim gibi Türkiye, Irak ve Suriye sınırından Musul hattını tehdit etmeyi ve aynı zamanda IKBY üzerindeki baskısını arttırıp bölgeyi Pkk’dan temizlerken, KYB’yi etkisiz kılacak yaklaşımları geliştirmeyi başarmalıdır. Ya da bu durumu bahane edip, Suriye’nin Cezire kantonu üzerinden gerçekleştireceği bir harekatla, Musul- Kerkük hattını ve çevresini kontrol altına almalı ve aynı zamanda kuzeyden gerçekleştireceği bir harekatla da IKBY bölgesini baskı altında tutmalıdır.
Türkiye Irak’da yaşayan Sünnilerin ve Türkmenlerin talep ettiği bir güç olarak kendisini ön plana çıkarmalı ve Irak’ın toprak bütünlüğü safsatasını dillendirmekten yavaş yavaş vazgeçmelidir.
Hedef, Misak-ı Milli’nin gerçekleştirilmesidir.
Yufka yüreklilerle çetin yolların aşılamayacağı ve büyük davaların öngördüğü mücadelelerin göğüslenemeyeceği unutulmamalıdır…
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRK HAVA HAKİMİYETİ STRATEJİSİNDE ; MİLLİ MUHARİP UÇAK - SİLAHLI İNSANSIZ HAVA ARAÇLARI - HAVA SAVUNMA SİSTEMLERİ VE S-400 MESELESİ…
Günümüz savaş anlayışının ve kabiliyetinin gelmiş olduğu aşama dikkate alındığında, hava savunmasının ve hava hakimiyetinin ; savaşı kaybetmeme, savaşı kazanma ve caydırıcı olma başlıklarına sirayet eden üç temel etkisinin bulunduğunu söylemek mümkündür.
Bir ülkenin milyonlarca askeri , binlerce tankı ve zırhlı muharebe aracı ve mükemmel teçhiz edilmiş bir ordusu olsa dahi, etkin ve yenilenebilir bir hava savunma sisteminin bulunmaması durumunda savaşı kazanabilmesi mümkün değildir. Zira o ülkenin bütün altyapısı , tüm kritik tesisleri ve istenilen ordu birimleri, seçmece bir yaklaşımla vurulabilir ve ülkeye ; tarım arazilerini ve tahıl silolarını yok etmek, yangınlar çıkarmak, elektrik üretimini ve iletimini engellemek, barajları ve köprüleri yıkmak, demiryollarını tahrip etmek, iletişim olanaklarını ortadan kaldırmak, biyolojik ve kimyasal saldırılarda bulunmak gibi yöntemlerle istenildiği şekilde zarar verilebilir.
İşte bu gerçekliği çok iyi bilen sözde müttefiklerimiz ancak gerçekte ezeli ve ebedi düşmanımız konumundaki güçler, bizim bir hava savunma sistemine sahip olmamamız için elinden geleni yapmışlar, hava hakimiyetinde kullandığımız uçakların, diğer hava araçlarının ve bu araçların kullandığı mühimmatların ülkemize ait olmaması için de her çeşit sinsi taktiği kullanmışlardır. Elbette bu taktiklerin dışında geçmişte ordumuz bünyesinde görev yapan komuta kademesi nezdinde oluşturmuş oldukları, ajan ve hizmetkar ağını da hiçbir zaman unutmamak gerekmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Sayın Erdoğan’ın yönlendirmesi neticesinde ; Alçak ve Orta İrtifa Hava Savunma sistemleri üretimine ilişkin problemi teknik düzeyde çözmüştür. Bu bağlamda elimizde bulunan Stinger füzesi temelli Atılgan- Zıpkın gibi sistemler dışında, parçacık tesirli ve istenilen noktada patlamaya kodlanabilen mühimmat kullanabilen ve sahada çok etkili performansı bulunan Korkut Alçak İrtifa Hava Savunma Sistemi ile çok üstün bir Alçak İrtifa Hava Sistemi olan Hisar- A’nın ve Orta İrtifa Hava Savunma Sistemi olan Hisar- O’nun envantere giren sistem sayısının artmasıyla, kısa bir süre sonra bu husustaki açığını reel olarak da ortadan kaldıracaktır. Ancak bu yeterli değildir. Yüksek İrtifada etkili önleme yapabilen bir sisteme sahip olmamız gerektiği gibi hipersonik yapıdaki silahlarla yapılacak saldırılara karşı koyabilecek bir sisteme de ihtiyacımız bulunmaktadır.
Bu bağlamda belirtmek isterim ki S-400 Yüksek İrtifa Hava Savunma Sistemi, ülkemizin bu husustaki açığını bir ölçüde kapatacaktır. Rusya’dan satın almış olduğumuz 2 sistem S-400 bataryasının aynı anda ateşlemeye hazır füze sayısı 144 olacaktır ki Türkiye’nin bu hususta batarya sayısını yükseltmeye yönelik opsiyon hakkının bulunduğunu da belirtmek isterim. Bu arada içimizdeki işbirlikçi güruh tarafından S – 400’lerin aktif hale getirilmediğinden bahisle paramızın boşa gittiği şeklinde gündeme getirilen söylemin, Türkiye’yi açıklama yapmaya matuf bir taktik olduğunu önemle belirtmek isterim. Kadim bilgeliğe sahip devletimiz, bu hususta ne küresel güçlere ne de onların içimizdeki işbirlikçilerine bir açıklama yapmak durumunda değildir.
Diğer taraftan ülkemizin Hisar- U veya diğer adıyla Siper adı altında yürütmekte olduğu Hava Savunma Projesinde ise henüz yeterli teknik koşullar elde edilebilmiş değildir. Bu hususta Fransa’nın tutumu nedeniyle, Sampt-T Füze sisteminde kullanılan Aster füzelerinin geliştirilme projesinden istediğimiz sonuçları elde edebilme imkanımız olmamıştır. Bu bağlamda S 400 anlaşmasından bahisle elde edeceğimiz teknoloji transferinden hareketle geliştireceğimiz füzelerin, yerli Uzun Menzilli Hava Savunma Sistemi’nin temelini teşkil edeceğini de belirtmek isterim.
Bu arada F-35’lerin görünmezlik teknolojisini çöp haline getirecek olan pasif radar teknolojisinin, hava savunma sistemlerinin faz dizinli radar ağına entegrasyonu ile hava savunmasında yüksek bir kapasiteye ulaşacağımız da açıktır.
Söz konusu hava savunma sistemlerinin ; hava savunması yapacak İstif sınıfı fırkateynlere, imal edeceğimiz 7 adet destroyere, Reis sınıfı denizaltılara ve halen kullanımda bulunan hava savunma fırkateynlerine entegre edilmesi ile koruma ağımızın ileri engellemeyi de içerecek şekilde genişlemesi mümkün bulunmaktadır.
Ancak ben bu hususta geleceğe dikkat çekerek, ülkemiz üzerinde kurulacak ve yüksek irtifaya hitap edebilecek güçte lazer ağıyla gerçekleştirilecek bir koruma üzerine yatırım yapılması gerektiğini düşündüğümü önemle ve özellikle belirtmek isterim.
Diğer taraftan hava hakimiyetinin tesisi ve çok yönlü kullanım prensibi doğrultusunda geliştirme çalışmaları devam eden Milli Muharip Uçağımızın motor dışındaki üretim aşamalarının tamamını rahatlıkla gerçekleştirebilir durumda olduğumuzu, meselenin sadece bir hazırlık, bütünleştirme ve test aşamasından geçiş ve imalat sürecinin organizasyonundan ibaret olduğunu belirtmek isterim. Bu bağlamda dikkat çekmek isteğim ise 2 temel konu bulunmaktadır. Bunlardan birincisini kullanacağımız motorların uçağa vereceği kapasite dikkate alındığında, SU- 57’nin şuan kullanımda olan Saturn AL- 41F1 motorunun yerini alacak 35.000 pound güç üreten İzdeliye 30 motoru veya F-22’nin 35.000 pound güç üreten Pratt&Whitney F119- PW-100 motoru gibi bir motor olması gereği bulunmaktadır. Diğer husus ise Milli Muharip Uçağımızın ( TFX ) 6. nesil teknolojisine geçişi öngören yapıda yani insansız bir jet konfigürasyonuna uygun şekilde yapılması gerekliliğidir. Çünkü bu uçağı aynı zamanda hem insanlı hem de insansız şekilde kullanabilme imkanını içerecek şekilde imal etme zorunluluğumuz bulunmaktadır. Bu zorunluluğu göz ardı ettiğimiz takdirde, SİHA teknolojisi ile Savaş uçağı teknolojisinin kesişim noktasını yakalayamayacağımızı ve büyük bir teknolojik atılım hatası yapacağımızı şimdiden belirtmek isterim. Yani daha açık belirtmem gerekirse TFX, 5. ve 6.nesil arasında bir uçak olmalıdır ve hem insanlı hem de insansız şekilde kullanılabilecek bir donanımla dizayn edilmelidir.
İnsansız hava araçlarına yapmış olduğumuz yatırımın ise insansız savaş uçağına ulaşma noktasında açılan yan bir yol olduğunu ve gerçek hedefin insansız savaş uçağı olduğunu unutturmayacak bir yaklaşımla yönlendirilmesi gerektiğini ve aynı mahiyetteki araçları imal etmek yerine doğrudan doğruya jet motorlu ( yüksek elektrik depolama kapasitesine sahip pil teknolojisi ile elektrik motorlu da olabilir) - düşük görünürlüğe sahip- hava - hava saldırı kabiliyeti bulunan, sürü algoritması ile hareket edebilen- seyir füzesi fırlatabilen - SİHA kabiliyetinin hedef alınması gerektiğini de ifade etmek isterim.
İşte hava hakimiyeti açısından bu altyapıya ulaşıp yeterli miktarda üretimi de gerçekleştirdiğimizde konvansiyonel savaş anlamında hiçbir ülkenin bizimle boy ölçüşmeye gücü yetmeyecektir.
SEDAT ÇETİNKAYA
.KIZIL ELMA İTTİFAKININ DOĞUŞ TEMELLERİ VE STRATEJİK GÜCÜ...
Henüz birçok kişi tarafından görülememiş olsa da tarihin gelecek ufkunda, güneş gibi parlayan bir ülke ve bu ülkenin üstünde de Sirius gibi parlayan kutlu bir yıldız doğmaya başlamıştır.
Kökleri kadim geçmişten ve ulu atalarından gelen, Hz.Zulkarneyn’in kudretini temsil edecek güce ev sahipliği yapacak bu ülke, içinde bulunduğumuz süreçte yaşanan küresel güç savaşlarına, milli doktrinini kabul ettirmek suretiyle dahil olan ve tüm küresel güçleri dize getireceği şimdiden inkişaf etmiş olan Büyük Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Türkiye üzerine doğan güneş ise Nuh dedemizden bu tarafa taşıdığımız Kızıl Elma mefkuremizin ateşinin yeniden yakıldığını ilan eden, Sirius’un mavi ışınının yükseldiği, Gökkurt’un varlığını simgeleyen Türk Keneşi’nin güneşidir…
Büyük Türkiye Cumhuriyeti Devleti ; siyasi , ekonomik, askeri ve stratejik boyutta dünyaya yön vermeye henüz başlamışken, Oğuz neslinin tüm boylarına değmeyi ve izlenecek küresel stratejinin temellerini atmayı da başarmıştır…
Bu stratejinin yükselen sütunlarından bir tanesini, Türk ve akraba topluluklara mensup olmanın yeterli olduğu bir başlık , diğerlerini ise müslüman halklara ve mazlum milletlere aidiyet şeklinde belirlenebilecek başlıklar oluşturmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin siyasi stratejik açılımları dikkatlice incelenecek olursa ; 7 büyük kardeşten kurulu Türk Keneşi’nin etki alanını, Ukrayna- Macaristan- Moldova- Bulgaristan- Balkanlar- İtalya- Girit- Kıbrıs- 12 Ada – Libya- Misak-ı Milli sınırları – Pakistan- Hindistan – Moğolistan- Çin- Rusya- Kafkaslar- Güney Azerbaycan gibi devlet ve bölgelerin tamamına yayma planı bulunduğu gibi bu planı sahaya sürmeye de başlamış olduğu da görülebilecektir. Üçlü bir zemin stratejisi üzerine kurulması hedeflenen bu gücün ve çekim merkezinin daha ilki şekillenmeye başladığında oluşacak güç, tarihin gördüğü en büyük devlet olan Devleti Aliyye’nin oluşturduğu güçten çok daha büyük bir gücü temsil ediyor olacaktır. Etrükslerin toprağı Roma’dan Ulan Batur’a – Bering Boğazına kadar uzanan bir coğrafya Türklüğün gücü altında şekillenecek, yenilenecek ve değişecektir…
Yine bu stratejinin diğer bir ayağını teşkil eden Müslüman halklara ulaştığımızda ve onları temsil eden , onların yüzünü döndüğü ve onlara yüzünü dönmüş bir ülke haline geldiğimizde, milyarlara hitap eden bir güç haline geleceğimizi, bu halkların devletlerinin ve yönetim yapılarının Türkiye’nin yönlendirmesi altında hareket eden yani eski tabiriyle biat etmiş ülkeler halini alacağını da belirtmek isterim.
Elbette bu süreç bu yönüyle devam ederken, oluşan büyük sinerjiden ve Türk Milleti’nin etkinliğinde şekillenen adil ve asil bir medeniyetin güneşinden etkilenen mazlum milletler ile materyalist- pozitivist felsefenin ve içi boşaltılmış dinlerin etkisinde yaşarken sömürü sarmalında hayatını tüketenler de bu büyük güce sempatiyle koşacaklar ve birçoğu ülkelerindeki düzeni dahi değiştirmeye muvaffak olacaktır.
İşte kabaca resmini çizdiğim ve önümüzdeki sürecin sonunda erişeceğimiz bu gerçekliğe ulaşabilmemiz için aşmamız gereken engeller olduğunu belirtmek isterim. Elbette bu engelleri anlatırken, Türkiye’de enflasyon ne olacak, faiz oranları nasıl şekillenecek, saman ithal etmemiz lazım mı, İmamoğlu İstanbul’u bir çöplüğe dönüştürmeden devredebilecek mi gibi ilkel politik argümanların içine girmeyeceğimi de öncelikle belirtmek isterim.
Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin küresel stratejik politikalarının karşısında kimlerin olabileceğini ve bunların bize karşı başarı şansının ne olduğunu görmek gerekmektedir. Dünya stratejik siyaset tahtası değerlendirildiğinde ; Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, İngiltere ve küresel para baronlarının en önemli güçler olduğunu görebiliriz. Bu noktada nüfusuna bakarak Çin ve Hindistan’ı bu güçler arasında değerlendirilmesinin mümkün olmadığını, zira liderlik meselesinin ; coğrafi, ekonomik, siyasi ve sosyal şartların dışında, genetik ve psikolojik temellerinin bulunduğunu da önemle belirtmek isterim. Dolayısıyla Alfa genetik yapıya sahip olduklarını gösteren hiçbir emareye sahip olmayan ırkların, dünyaya şekil vermeye çalışması, mahallenin pısırık gençlerinin biraraya gelip bitirim kahvehanesine girip racon kesmesine benzer ki sonlarının ne olacağını söylemeye gere bile yoktur diye düşünüyorum… Bu hususa örnek olarak yakın dönemden Japonya’nın Çin’i işgalini ya da geçmişten Çin’in Türk korkusundan meydana getirdiği Çin seddinin bile kendilerini korumaya yetmemesi durumunu örnek olarak verebiliriz.
İngiltere ; Avrupa Birliği’nden fikren ayrıldığına, Libya’da Türkiye’nin önünde durmayacağını belirleyen bir yaklaşım içine girdiğine, Türkiye’den Covid-19 yardımı kabul ettiğine ve Boris Johnson’ın başbakanlığında ısrarcı olduğuna göre geleceği görmüş , Türkiye ile aynı çizgide bulunması gerektiğini fark etmiş ve dolayısıyla taktik bir yaklaşımla da olsa Türkiye’nin büyüklüğünü kabul etmek durumunda kalmış demektir. Bu durumun, genel perspektif dahilinde Kraliçenin içimizdeki köpeklerinin de etkinliğinin zayıflayacağı anlamını da bünyesinde barındırdığını da hatırlatmak isterim...
Çin üzerinden dünyayı şekillendirmek isteyen güçler ise sahaya sürdükleri tüm hamlelerin Türkiye tarafından bozulması nedeniyle, ne kendi kontrollerindeki dijital paranın ne kişilerin bir çiple kontrol edilmesi planının ne tüm ülkelerin kendi kontrollerindeki IMF gibi yapıların kucağına düşürülmesi stratejisinin hayata geçirilmesinin önünü açamamışlardır. Tam anlamıyla söylemek gerekirse, PLANLARI VE STRATEJİLERİ ELLERİNDE PATLAMIŞTIR… Dünya üzerindeki herkes, uzun yıllar sonra Sayın Erdoğan’ı da Sayın Bahçeli’yi de şükranla anacaktır. Zira Cumhur İttifakı ile küresel güçlerin planlarına engel olan tek güç, Büyük Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir…Bu bağlamda küresel ilişkileri çok iyi okuduğunu düşündüğüm Jacop Rothschild başta olmak üzere tüm para baronları, küresel oyuna ilk beşten dahil olan Türkiye’nin gücünü kabul etmek durumunda kaldıkları gibi Türkiye’ye engel olma kapasitelerini de kaybedeceklerdir. Çünkü Türkiye’nin gerek sahip olduğu etki gücü , gerekse coğrafi konumu itibariyle onların boğazlarını sıkma, yaşamlarına son vermese de ölüm ile yaşam arasında nefessiz bırakma gücü bulunmaktadır ve bu güç, Sayın Erdoğan gibi oyunun kurallarını iyi okuyan, Ulu Hakanımız Abdülhamid Han’ın koltuğunu dolduran bir siyasetçi tarafından doldurulmaktadır.
ABD’nin durumuna gelince evlere şenlik diyerek ; horon tepebilir, güreş tutabilir hatta sevinç kahkahası bile atabiliriz. Çünkü onlara D. Trump şimdilik yeter derken, tek gerçek sorunumuzun şuan ekonomik sıkıntı içine düşmenin sinyallerini vermekte olan ancak ; İsrail- İngiltere- Rothschild ailesi ve Almanya tarafından Türkiye'ye karşıt bir ittifaka sokulma veya kullanılma ihtimali bulunan Rusya olduğunu söyleyebilirim. Elbette Rusya’ya yönelik olarak birçok dengeleme politikamız bulunmaktadır ancak bu konuda ; din- nüfus – kimlik- silah sanayi- gıda ve enerji konuları başta olmak üzere özel ve nitelikli çalışmalar yapılması gerektiğini de ilgililerin dikkatine sunmak isterim…
Neticeten ; mücadele sahasından çekilmediğimiz ve ülkemizin yönetimini yerel seçimler örneğinde olduğu gibi işbirlikçilere teslim etmediğimiz müddetçe senin ilini , töreni kim bozabilir, senin geleceğini kim elinden alabilir ey Büyük Müslüman - Türk Milleti diye seslenirken ve
Türk milletinin şan dolu bir satvetidir bu…
Müslüman Türk’ün yeniden doğuşunun haşmetidir bu … diyerek sözlerime son verirken , tüm dostlarıma sevgi ve saygılarımı sunarım…
SEDAT ÇETİNKAYA
.KÜRESEL SİYASETİN EGEMEN GÜÇLERİ BATAKLIKTA DEBELENİRKEN, BÜYÜK TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN ÇOK YÖNLÜ DEPAR ATMA FIRSATI…
Dünya üzerinde insanlığı birçok açıdan test eden epidemi düzeyinde bir salgın yaşanırken ; söz konusu salgının , küresel siyaseti ve güçlü devletlerin yerleşmiş stratejilerini etkileyen boyutları da ortaya çıkmış ve HENÜZ OKUNAMASADA bir güç, masadaki tüm dengeyi yeniden dizayn etme iradesini adeta dikte etmiştir.
Bu salgın, Batı Medeniyetini temsil eden devletlerin kokuşmuş düzenlerinin çok açık bir şekilde görülmesini sağladığı gibi metaryalist- pozitivist felsefenin şekillendirdiği yaşamlarına ilişkin zayıflıklarını da gözler önüne sermiştir. Artık dünya üzerindeki hiçbir devlet, batı medeniyetini temsil eden devletleri ; ulaşılması gereken bir rüya, eleştirilemez bir organizasyon, itaat edilmesi gereken bir efendi, ayrıcalıklara sahip insanların yaşadığı bir merkez olarak görmeyecektir. İşte bu durum, önümüzdeki süreçte batının önünü kesen ve zayıflatan en önemli psikolojik - stratejik argüman olacağı gibi küresel güç merkezinin ön Asya ve Akdeniz’e doğru kaymasını da hızlandıracaktır.
ABD başta olmak üzere Batı Medeniyeti’ni temsil eden ülkeler, bu salgın sonrasında asla geçmişte ulaştıkları güce ve itibara ulaşamayacaklardır. Ancak Türkiye’nin durumu başkadır. İçimizde var olan ve ülkemizin büyük bir güç olarak ortaya çıkmasını asla istemeyen tek parti rejiminin gerçek temsilcisi , faşist- totaliter- otoriter- dinsiz-İslam düşmanı- terörist sevici- Ermeni ve Rum aşığı – LGBT hamisi – darbe şakşakçısı – vesayet odaklarından ve kaostan beslenen- dikili bir taşı bulunmadığı halde çok bilmiş geçinerek sonsuz eleştiri kabiliyetine sahip işbirlikçi eziklerin engellemelerine rağmen, bu süreçten en başarılı şekilde çıkan ülke konumunu elde edeceğimiz hususu, yadsınamaz bir gerçeklik olarak yakında tüm haşmeti ve azametiyle ortaya çıkacaktır. Büyük Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin salgın karşısında göstermiş olduğu eşsiz dirayeti ve yapılan yardımlarla tüm dünyaya yayılan itibarı ve gücü, geleceğin süper gücünün ayak sesleri olarak algılanması gereken bir gerçekliğe işaret etmektedir.
Dünya hakimiyetini elinde tuttuğu iddia edilen küresel güçler, gözünün önünü bile göremeyecek bir zafiyet içine düşüp dünya siyaset sahnesinden bir süreliğine de olsa çekilirken Türkiye ; Suriye – Irak - Libya – Akdeniz ve Ege’ye yönelik stratejilerini hız kesmeksizin uygulamakta ve böylece atı alanın Üsküdar’ı geçtiği söylemini dillendireceği zaman için hızla ve ihtiyatla mesafe almaktadır.
Durmasına izin vermediğimiz ekonomik altyapımız, salgın sonrasında, kaybedilen zamanın acısını çıkaracak bir şevkle tüm ihracat pazarlarına adeta atılarak, üretim bandlarımızın gece gündüz çalışmasını temin edecek bir kapasiteye yüksek bir ivme ile ulaşmanın zevkini şimdiden hissettirmektedir. Bu arada ülkemize ihanet noktasında bir zihniyetle adeta koruma altına alınmış bulunan “Döviz Mevduatı” hesaplarında 10 milyar Dolara yakın bir çözülme oluşmuşken , içimizdeki işbirlikçilerin köpekliğini yapan bazı özel bankaların ihtiyaç sahibi olmayan müşterilerine kredi açıp, bu kredilerle Dolarizasyon sürecini tetiklemeyi veya en azından yüksek Dolar kuru uygulamasını devam ettirmeyi arzuladıkları hususu da gözümüzden kaçmamaktadır. Ancak bu seviyeden Dolar alanlara geçmiş olsun diyeceğimiz günler yakın olmakla beraber, bu riski üstlenen birilerinin olduğunu ve bu yaklaşımın içimizdeki kaos planlayıcılarının faaliyetleri ile paralellik arzettiğini de ilgililerin dikkatine özellikle sunmak isterim...
Askeri kapasitemiz bu dönemde dahi gelişimini sürdürmekte ve küresel bir güç olarak varlık kazanmamız noktasında var olan zamanı bize kısmen kazandıracak olan bu salgından ziyadesiyle faydalanmaktadır. Ülkemiz bu süreçte, Rusya’nın salgının etkilerini yeni yeni hissetmeye başlaması, Rusya’nın petrol fiyatlarının dibe vurması nedeniyle ekonomik açıdan zor bir dönemin kendisini bekliyor olduğunun farkına varması , gıda tedariği açısından Türkiye’nin yardımına ihtiyaç duyacak olması, Esed rejiminin BAE’den gelen fonlamaya istinaden Rusya’nın barış sürecine katkı vermeye yönelik söylemlerine ayak diriyor olması, Suriye’de tarihi bir imkanın varlığını önümüze serecek gibi durmaktadır. Şartların bu minvalde devam etmesi durumunda, Rusya’nın Esed’i sattığını görmek, çok uzak değil gibi durmaktadır. Aynı durumun, benzer nedenlerle ABD açısından Pyd//Pkk yapılanması açısından gündemde olduğunu da görmek gerekir ki tüm bu stratejik açılımların, 100 yıl önce kabul edilen Misak-ı Milli’yi gerçekleştirme ufkumuza büyük bir derinlik katacağını da değerlendirmek suretiyle stratejik hedeflerimizi bu kutlu hedef doğrultusunda şekillendirmemiz gerekmektedir.
Benzer bir durumun Libya açısından da gündemde olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Zira Suriye’de yerleşik durumda birçok güç dengesi olmasına rağmen, Türkiye’nin karşısında Libya’da sadece Rusya’nın bir denge oluşturacak kapasitesinin olduğunu söylemek mümkündür. Ancak Türkiye’nin müdahalesiyle Libya’da son dönemde yaşanan gelişmeler, Rusya’nın bu etkisinin de kırılmasına neden olacak gibi durmaktadır. Zaten şuana kadar kimse ortaya koymamış olsa da Hafter’in kendisini Libya’nın gerçek temsilcisi olarak ilan etmesi, arkasındaki güçlerle yaşadığı sorunları ve kendisinin artık desteklenmemesine karşılık bir tepki verdiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Taktik ve stratejik açıdan biraz erken dillendiriyor olsam da Türkiye için artık Libya, bitmiş bir meseledir. Libya Türkiye’nin ilk fethettiği ve kendisine gönülden bağlanan bir ülke olacaktır. Bu durumu değiştirmeye bölgede etkili olmaya çalışan hiçbir devletin gücü de yetmeyecektir. Tek yapmaya çalışacakları, ateşkes ilan edilmesini sağlayıp zaman kazanmaktır ki bu konuda Suriye’den terli olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu tuzağa Allah’ın izniyle hiçbir zaman düşmeyeceğini ve düşmemesi gerektiğini de şimdiden ve yeniden ifade etmek isterim…
Bu arada Türkiye’nin Mısır üzerindeki beşinci kol faaliyetlerinin, bir süre sonra siyonizmin yalağından beslenen Şeytan’ın yamağı Sisi yönetimindeki Firavun düzeninin hüküm sürdüğü Mısır’ı domine etmeye başlayacağını da şimdiden müjdelemek isterim. İçinde bulunduğumuz dönem, Türkiye gibi yükselmekte olan bir güce karşı faaliyette bulunmak isteyen çapsızların başarı elde edeceği ve hakimiyetlerini geliştirip pekiştirecekleri bir dönem değil ; bilakis diz çökecekleri ve kadim bir gücün kutlu hakimiyetini tanıyacakları bir dönemdir. Bu süreçte değerli Mısır halkına büyük ihtiyaç duyacağımız da inkar edilemez bir realitedir.
Unutulmamalıdır ki hiçbir mücadele, bedel ödenmeden başarıya ulaştırılamaz ve bu mücadele noktasında herkesten daha fazla bedel ödeyenler, bu tasarruflarının karşılığını ilahi bir kaynaktan alacaklardır…
Gelecek mefkuresi açısından önemli bir eşikte bulunduğumuz bu noktada dikkat etmemiz gereken şey ; kasıtlı ve yıkıcı bir yaklaşımla hükümet ve Cumhur ittifakı aleyhine faaliyet yürütenlerin varlığıdır. Kendisine sorulan sorulara dahi ancak gülmekle cevap verdiğini zanneden çapsızların, gladyo artığı hainlerin, İngiliz ve ABD mandası özlemiyle yanıp tutuşanların ülkemizde etkili olmasına hiçbir şart altında müsaade edilmemelidir…
Gizli ajandası olanlar, gizli ajanda ile karşılanmalıdır…(M)
SEDAT ÇETİNKAYA
.KAOS’UN YENİ AŞAMASI VE ANKARA BAROSU…
KADİM TARİHİN BİLGELİĞİNE SAHİP KUTLU DEVLETİMİZ VE ASİL MİLLETİMİZ, HADDİNİ BİLMEMEKTE ISRAR EDENLERE BU HADDİ BİLDİRME KAPASİTESİNE DE YETERLİLİĞİNE DE SAHİPTİR.
İktidara ulaşma gücünü kaybeden CHP zihniyetinin temsilcileri, tıpkı 1980 öncesinde olduğu gibi toplumun sinir uçlarına dokunarak, toplumsal karşıtlık oluşturma ve bu karşıtlıktan da kaos devşirme politikasını, özel bir gündem haline getirdiklerini ortaya koymaya başlamışlardır.
CHP’li belediyelerin paralel devlet yapılanmasını anımsatan siyasi yaklaşımları, Tabipler Odası – Mimarlar Odası gibi yapıların faaliyet tarzı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın kaos çizgisini teşvik edici mahiyette ortaya koymakta olduğu icraatlar ve en son olarak da Ankara Barosu’nun Diyanet İşleri Başkanı’mız nezdinde ortaya koymuş olduğu tavır ve uygulamalar, CHP zihniyetinin ve arkasındaki küresel güç odaklarının özel bir gündemle hareket ettiği fikrini güçlendirmektedir. Zira bu kadar tesadüfün peş peşe oluşmasının, hayatın doğal akışıyla açıklanabilecek bir durum olarak nitelendirilebilmesi mümkün değildir.
Ancak bu yazımda bu tür siyasi meselelere girmeyeceğim. Bu yazımda vurgulamak istediğim nokta ; bir ülkenin hukuk sistemini temsil eden bir yapının, insan doğası dikkate alındığında olmaması gereken cinsel tercihlerin savunuculuğuna soyunarak, ülkenin Diyanet İşleri Başkanı’nın nezdinde İslam dinine yönelik bir saldırganlık içine girerek, adeta dine , müslümanlara ve dolaylı olarak da hükümete ayar vermeye çalışmasıdır...
Normal hiçbir toplumda bireyin sadece kendisini ilgilendiren durumlar anlamında bilinçli bir tercih olarak ; uyuşturucu kullanması, alkol içerek ölmeyi veya intihar etmeyi tercih etmesi, çıplak gezmesi, dışkısını istediği yere yapması, devletin verdiği cezayı yeterli bulmayıp kendi cezalandırma tercihlerini hayata geçirmesi gibi durumlar kabullenilemeyeceği gibi insan formu için olması gereken şeklin dışındaki cinsel tercihlerin savunulup , hukuken korunabilmesi de mümkün olmamalıdır. Bu cinsel tercih kelimesi de , şeytani güçlerin literatüre soktuğu tamamen hatalı bir kelime olup, bu durumun gerçek nitelemesi ; cinsel sapkınlık veya en iyi tabiriyle hastalıktır. Kimse ben uyuşturucu kullanmayı tercih ediyorum bu benim en doğal hakkımdır diyemiyorsa ; insan medeniyetinin düzeninin, şerefinin, asaletinin ve kimliğinin korunması için kimsenin ben ; ibne, gay, lezbiyen, biseksüel ya da transeksüel’im diyerek bu unsurlar açısından hukuki koruma talep etme hakkı da bulunmamalıdır. Bu durum hukuk felsefesine hakim olan en temel yaklaşım biçimi olan doğal hukuk algısına da tamamen uzak bir anlayış biçimine tekabül etmektedir. Aynı mantıksızlıkla hareket edecek olursak ; içimizden birilerinin, yaşamda doğal seleksiyon diye bir şey vardır ve zayıf olanların yaşama hakkı yoktur, dolayısıyla güçlü olan yaşar, hukuk zayıfları korumak için uydurulmuş bir sistemdir diyerek öldürmeye başlaması da gayet anlaşılabilir ve normal kabul edilmesi gereken bir durum olarak savunulabilir olacaktır. Zira onun tercihi de bu durumda öldürmek şeklinde tezahür etmektedir.
Ancak birileri için meselenin ; hak , hukuk, özgürlük, demokrasi falan olmadığı da tartışma götürmez bir netlik dahilinde ortadadır. Onların meselesi, içlerinde biriktirdikleri kinden beslenen bir enerjiyle, İslam dinine, Müslümanlara ve onların temsilcisi olarak gördükleri hükümete saldırmaktır. Adeta “Gökten indiği sanılan kitapların doğmaları” söyleminin günümüz versiyonu dillendirilmekte, Türk toplumunun ahlaki yapısı erozyona uğratılmaya çalışılmakta, ahlaki yapının korunması noktasında faaliyet gösteren kişiler baskı altına alınıp hizaya çekilmeye çalışılırken, toplumun hassasiyetleri en üst düzeye çıkarılmaya, intikam ve tepki hisleri uyandırılmaya ve yönlendirilmeye çalışılmaktadır.
Şimdi bu noktada birisinin Şeytanın avukatlığını yaptığını varsaydığımızda ; bu işin arkasından dini hassasiyeti yüksek bir kişi kullanılarak örneğin İmamoğlu’na yapılacak bir silahlı saldırı durumunda veya ilk LGBT yürüyüşünün provoke edilmesi ve ciddi neticeleri olan olayların yaşanması durumunda, toplumun kaosa sürüklenmeyeceğini söyleyecek olan kimse var mıdır ? Bu soruya kolay kolay kimsenin evet diyebileceğini düşünmediğimi şimdiden ve önemle ifade etmek isterim.
İşte toplumsal düzenin mihenk taşlarını kolayca ayak altına alan sorumsuz kişilerin neden olabileceği bir sorunun boyutunu ve bu sorundan kaynaklanacak vahim gelişmelerin nerede durdurulabileceğini söyleyebilmenin mümkün olmadığını da belirtmek isterim. İnsanların en temel ve en önemli hassasiyeti, inanç hassasiyetidir ve hiç kimse kişileri Allah ile kendisi arasında tercihe zorladığında, kendisinin kazanacağını düşünme gafletine düşmemelidir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti Başkanı Sayın Erdoğan’ın söylediği gibi herkes, kendi işini yapmalı ve haddini bilmelidir…
Aksini düşünmek bile istemediğimi belirtirken, Sayın Ali Erbaş’a hiçbir zaman yalnız olmadığını, büyük bir ümmetin yanında olduğunu da belirtmek isterim…
SEDAT ÇETİNKAYA
.FIRSAT KOLLAYAN GİZLİ BİR HAZIRLIK VE YANSIMALARI…
Deniz Baykal’a düzenlenen itibar suikastinden kısa bir süre önce medya yoluyla parlatılmaya başlanan Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına geçirilip, hiçbir zaman teslimiyetçi bir politika izlememiş olan ve inatçı bir karaktere sahip olduğu bilinen Deniz Baykal’ın adeta suskunluğa itilmesinden sonra Türkiye’de yaşanan olaylar ve bu olayların oluşumunda rol alanların kimliği, ülkemizin akıl-idrak ve feraset sahibi bireyleri nezdinde izahtan varestedir.
Bu süreçte CHP kadrolarındaki trajik değişim bir tarafa, CHP nezdinde ön plana çıkan kişileri şöyle bir incelediğimizde ; ajanların, FETÖ mensuplarının, Pkk destekçilerinin, örgüt militanlarının cenazelerine katılıp ağlayacak kadar terörist sevicilerin , İran yanlılarının, Esed destekçilerinin, Gezi sempatizanlarının, MİT düşmanlarının, din karşıtlarının, ezandan rahatsız olup iğrenenlerin, teröristlere selam gönderenlerin, Siha düşmanlığı yapanların, IMF sevicilerin, FETÖ ağzıyla siyaset yapanların, Bank Asya ve Zaman gazetesi destekçilerinin, devlete seri katil diyenlerin, valiye it diye hitap edenlerin, düzmece haber yaptırıp bunun üzerinden siyaset yapmaya çalışanların, hükümeti kaos ile tehdit edenlerin ve her fırsatı Sayın Erdoğan’ı düşürmek için kullanma siyasetini benimseyenlerin vb. Cumhuriyet Halk Partisi’ni adeta işgal ettiğini tespit edebiliriz.
Diğer bir husus aynı uygulamanın geçmişte Milliyetçi Hareket Partisi’ne de yapılmak istenmesi gerçeğidir. Sayın Bahçeli’nin dirayetli duruşu bu oyunu bozmuş, ülkücü hareketin geçmişi ve temsil ettiği değerlerle uyum sağlayamamış kişiler, oluşturulan algıdan doğan rüzgarla birlikte savrularak, kuruluş felsefelerinin ve Sayın Bahçeli’ye yöneltmiş oldukları eleştirilerin tam tersine bir siyasi pozisyon alarak, Kemal Kılıçdaroğlu ile birlikte aynı yalaktan su içmeye başlamışlardır.
Benzer bir durum, rahmetli Erbakan’ın kemiklerine siyaseten sülfirik asit döken Saadet Partisi ile ideoloji, mefkure ve vizyon yoksunu ve ilk seçimlerin sonrasında hak ettikleri çöplükte yerlerini alacak olan malum siyasi partilerin kuruluşları noktasında da açıkça görülmektedir.
İŞTE TAM DA BU NOKTADA, BU OLUŞUMLARIN VE ORTAYA ÇIKAN FİGÜRLERİN HİÇBİRİNİN, BİR İÇ SİYASİ DİNAMİĞİN ÜRÜNÜ OLMADIĞINI ÖNEMLE VE ÖZELLİKLE BELİRTMEK VE İLGİLİ HERKESİN DİKKATİNE SUNMAK İSTERİM…
Covid-19 salgını çerçevesinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi nezdinde yaşanan olayları ve son olarak 23 Nisan nedeniyle, çocuklar için dağıtılan kolilerdeki kitapçıkta ; Aleviliğin bir din olarak algılatılmasını hedefleyen, Allah isminin bir Haham’ın sandalyesinin altında gizli bir imaj olarak sergilenerek aşağılanmaya çalışıldığı, Abdullah Öcalan- Abdullah Gül ve Meral Akşener izlenimi oluşturacak yüzlerin “ Başkan Şaşırma Sabrımızı Taşırma” yazılı dövizin arkasında ve gençlerle birlikte yürüyüş yaparken resmedilip, gençlerin ayaklanmaya davet edildiği çizimlere yer verilmiş olduğu görülmektedir.
Parantez içinde belirtmek isterim ki Aleviliği İslamiyet dışına çıkararak, bir Anadolu dini olarak lanse etmeye çalışanlar ; komünist- sosyalist- zerdüşist- siyonist ideolojilerin etkisinde bulunan, ırksal mensubiyeti de Türk olmayan kişi ve grupların ta kendileridir. Hedef, ülkemiz nezdinde bitmekte olan Pkk’nın yerini alacak silahlı – asimetrik mücadeleyi esas alan ve geniş bir şehir yapılanması bulunan bir örgütün altyapısını hazırlamaktır. Allah’ın ismini alçaltma cüretinde bulunarak kendilerine güç devşirmeye çalışanlar ise kendileriyle büyük bir hesaplaşma yaşayacağımız adi varlıklar sürüsüdür ki bu sürüye bu imkanı veren dindar görünümlü sünepelerin, ortaya çıkan sonuçtan birebir sorumlu olduklarını da belirtmeden geçemeyeceğim.
Bu arada malum TV’lerin kaşarlı kompradörleri tarafından ; Hdp’nin, Pkk’nın silahlı mücadelesine bağlı olarak edinmiş olduğu sözde gücün övülmesi suretiyle, CHP’nin de benzer bir güç devşirmesi gerektiği yönünde gündeme getirilen üstü kapalı söylemlerin, vatana ve millete ihanet noktasında şekillenen alçaklığın somut bir görünümü olduğunu belirtirken, bu hususu gereği için ilgililerin de dikkatine sunmak isterim…
Yine bu noktada İyi parti lideri Meral Akşener’in başına gökten bir taş düşmüşcesine, HDP’nin Pkk’nın uzantısı olduğuna yönelik taktik söylemi de siyaseten dikkat çekmiş bulunmaktadır. Buradan kendisine, fırtınadan kaçmak, Cumhur İttifakını gaflete düşürmek için sergilemiş olduğu bu tavra asla inanmayacağımızı belirtirken, samimi ise zillet ittifakına şimdi rest çekmesini ve 2023 yılında zımni bir şekilde de olsa zillet ittifakı ile birlikte yer almayacağını deklare etmesini ve bu ittifaka muhalif bir siyaset içine girmesini talep ediyor ve HODRİ MEYDAN DİYORUM…ASLA YAPAMAYACAĞINI DA ŞİMDİDEN BELİRTİRKEN İYİ PARTİ NEZDİNDE ÜLKESİNE GELECEK ARAYANLARA DA GÜNAYDIN DİYORUM…
İŞTE YİNE BELİRTMEK İSTERİM Kİ BU GELİŞMELER DE ASLA BİR İÇ SİYASİ DİNAMİĞİN ÜRÜNÜ DEĞİLDİR. BÜTÜN BUNLAR, BİRBİRİYLE BAĞLANTILI BİR HAZIRLIĞIN ÜRÜNLERİ VE BU HAZIRLIĞIN SU YÜZÜNE ÇIKAN BÖLÜMLERİDİR…
Her daim uyanık kalmak, Allah c.c. hazretlerine ve vatanımıza olan en kıymetli borcumuzdur...
SEDAT ÇETİNKAYA
.İTTİHAT VE TERAKKİ PARTİSİ ZİHNİYETİNİN, SİYONİST ODAKLAR VE KRİPTO DÖNMELERLE İĞFAL EDİLMİŞ ŞEKLİYLE DEVAMI OLAN SİYASİ ANLAYIŞIN ÇÖKÜŞÜ VE YENİ TÜRKİYE…
Ak Parti hükümetinin iktidara geldiği 3 Kasım 2002 tarihinden önce 65.000.000 nüfusa sahip olan Türkiye ; tüm ekonomik, siyasi , sosyal ve askeri parametreler açısından vasıfsız ve gelişmekte olan ülkeler kategorisine ancak arka vagondan tutunabilmiş bir ülke konumunda bulunmaktaydı.
Bu duruma düşmemizin en temel nedeni ise ; kurtuluş mücadelemizin hemen sonrasında, bu mücadelenin gerçek sahibi olan Müslüman- Türk Milleti’ne alçakça ve zımni bir yaklaşımla darbe yaparak, Müslüman- Türk Milleti’nin inancı ve geçmişi ile bağlarını koparmak üzere teşkilatlanan zihniyetin gizlenen siyasi kodlarında yatmaktadır.
Hristiyanlığın serbest, ateizmin popüler, İslam dini üzerindeki baskının ise ayyuka çıktığı, kısa süre önce savaştığımız ülkelere sempatinin en yüksek seviyede temsil edildiği, tek dişi kalmış canavar olan batının soysuz-emperyalist devletlerinin müttefikimiz addedildiği, bira içmenin faziletlerinin pompalanıp, alkolik bir ülkenin hayalinin kurulduğu, oluşturulan niteliksiz bir laiklik anlayışı ve gericilik sendromu ile İslam dininden uzak ateist- deist nesiller yetişmesinin hedeflendiği, adı Cumhuriyet olan rejimde yıllarca süren diktatörlükten sonra 10 yılda bir darbe tezgahlanarak millet iradesinin hizaya getirilmeye çalışıldığı, tüm devlet teşkilatının NATO’nun gizli yapılanmalarına peşkeş çekildiği, ülke ekonomisinin ve siyasetinin yabancı güç merkezlerinin kontrolüne terk edildiği, ülke medyasının siyonizmin ayakçılığını yapan üç- beş zibidiye hasredildiği, teslimiyetçiliğin genlere sirayet ettirildiği, silah üretimi anlamında Kırıkkale tabancası ile yetinmeye mahkum edildiğimiz, Müslüman- Türk milletinin baskı altında varlıklarını sürdürmeye çalışan çocuklarının, hususiyetle üzerine gidilmeyerek hoş gösterilen ve gelişmesi sağlanan FETÖ gibi yapıların bilinçli ve kasıtlı olarak kucağına itildiği, teröristle işbirliği içindeki kadrolarla terörle mücadelenin yürütüldüğü, ülke ekonomisinin siyonist- masonik odakların ve uluslararası para fonunun kontrolüne terk edildiği, darbeciler tarafından oluşturulan anayasalarla tasarlanan kontrol mekanizmaları, vesayet odakları ve kaos oluşturmak için tezgahlanmış parlamenter sistem ile ülkenin her daim bataklıkta debelenir halde bırakılmasının öngörüldüğü, halkımızın fakirlik , enflasyon, faiz, işsizlik, yokluk ve umutsuzluk sarmalında süründürüldüğü BİR DÖNEM YAŞANMIŞTIR.
İşte kurdun olmadığı bir ortamda çakalın fütursuzca hüküm sürdüğü gibi içimizdeki işbirlikçilerin, vatan hainlerin ve alçakların serbestçe yeşerdiği bu dönemde, ayakta kalan ve ezilse de gerilemeyen, iman ve mücadele nurunun bileşkesinden dikilmiş elbiseler giyerek, adım ilerleyen milletimizin kıymetli fertleri, 3 Kasım 2002 tarihinde bu makus talihi kırmışlardır.KURT, İŞTE BU TARİHTE AYILMIŞ, VARLIĞININ FARKINA VARMIŞTIR...
Abdulhamid Han’a yapılan darbe ile başladığını söyleyebileceğimiz makus talihimizin ilk kırılma anından bu tarafa, her alanda büyük hizmetlerin yapıldığı ve büyük değişimlerin gerçekleştirildiği bir mücadele dönemi yaşanmıştır.
Ancak bu dönem, bu kadar kolay ifade edilse de sözle ifade edildiği gibi kolay geçmemiştir. AK Parti ve Sayın Erdoğan’ın niyeti ve potansiyeli anlaşıldığında ; üzerindeki baskı kademe kademe artmış, komplolar, tezgahlar, algı operasyonları, ihanetler, darbe teşebbüsleri, suikast girişimleri birbirini kovalamıştır. Bu arada tüm olumsuzluklara rağmen yaşanan gelişmeler, ülkemizin siyasi- ekonomik ve askeri açıdan bir dünya gücüne doğru evrilmesinin de önünü açmış bulunmaktadır. Milletimizi kontrol altında tutmak ve topluma yön verecek büyük bir siyasi oluşumun varlık kazanmasını engellemek amacıyla, ülkemizin başına bela edilen parlamenter sistemden kurtuluşumuz da büyük bir değişimin lokomotifi olmuş bulunmaktadır. Ülkemize özgü şekilde tasarlanan Başkanlık sistemiyle yönetilmeye başlamamızı müteakiben, her alanda üstün başarılara imza attığımız ve devlet teşkilatımıza ilişkin her birimimizin, önemli hizmet adamları ve liderler çıkarmaya başladığı da herkes tarafından görünür bir hal almıştır.
Ancak % 50 + 1 oy ile başkan seçilmesini zorunlu kılan Başkanlık Sistemi, iki partili bir sistemi kendiliğinden zorunlu kıldığından, yıllarca vesayet odaklarının arkasına sığınan dinsiz, gerici- yobaz- batı hayranı- Müslüman ve Türk düşmanı zihniyet ve bu zihniyetin iğdiş ettiği güruh, yeni arayışlara girerek gerçek yüzlerini ve efendilerini mecburen deşifre etmiştir.Böylece poker masasından, taşların açık oynandığı satranç tahtasına geçiş sağlanmıştır. Bu çerçevede kökü , kadim tarihin derinliklerine uzanan milletimiz ; bu ülkedeki ayrılıkçıların- bilumum teröristlerin-dindar görünen dinsizlerin ve siyonist beslemelerin, milliyetçi görünümlü kendine ülkücü süsü vermiş sürtüklerin ve zağarların, kraliçenin yalından beslenen köpeklerin, Gladyo artıklarının kimler olduğunu tereddüte yer bırakmayacak bir netlikte görmüş bulunmaktadır. Bu zillet güruhunun arkasından gitmeyenler ve her türlü benlik kaygısından arınarak, Cumhur İttifakı saflarında biraraya gelenler ise büyük ve kutlu bir gelecek için birleşenler olarak tarihe altın harflerle yazılacak olanlardır.
Bugün ve gelecekte, Cumhur İttifakı safında birleşenler, Allah’ın isminin yeryüzüne hakim kılınması ve Kızıl Elma’ya ulaşılması için tarihi bir misyona ortak olan, bu uğurda saf tutup, mücadele eden nadide insanlardır. İsimleri, gerek bu cihanda ve gerekse ahir hayatında, şan ve şerefle anılacaktır. Onların ortaya koymuş olduğu mücadele ; Bedir’de Hz.Muhammed sav. efendimizle, Malazgirt ovasında Alparslan’la, Miryokefalon’da Kılıçarslan’la, Mohaç’da Süleyman’la, Sur dibinde Fatih’le, Çaldıran’da Yavuz’la, Preveze’de Barbaros’la ortaya konan mücadeleden farklı değildir. Bu şeref, ebedi yaşamımız müddetince taşıyacağımız, her insana nasip olmayan ve Allah’ın huzurunda hiçbir sevap şey getiremedim ama bir büyük mücadeledeki yerimi getirdim diyerek af talep edebileceğimiz bir değerdir…
2023 seçimlerine doğru hızla akmaya başladığımız bu sürecin sonunda ise, tarihin gördüğü en büyük devletin temellerinden yükselen ulu sütunların dikileceği bir dönem bizleri karşılayacaktır.
Bize düşen, sonuna kadar mücadele etmek, basiretsizlik içine düşüp bugün olduğu gibi zillete dahil olacak tavırlar sergilememek ve kumandasız hazır olup, kutlu bir geleceği ve onun şerefli liderini selamlamaktır...
SEDAT ÇETİNKAYA
.KONJONKTÜRÜN SUNDUĞU TARİHİ BİR FIRSAT…
Küresel güçler ; Covid-19 ile mücadeleyi sürdürürken, ciddi ve önlenemez bir yükselişle ön plana çıkan ve kendi gelecekleri için büyük riskler üretmeye başlayan Türkiye’yi sınırlamak için, vatana ihanet çizgisinde politika üreten yerli odakların insiyatifine sığınma noktasına kadar düştüklerini ortaya koymaya başlamışlardır... İçimizdeki işbirlikçiler ise “kelin ilacı olsa kendi başına sürer” ya da “dostlar alışverişte görsün” kabilinden ortaya koydukları siyaset anlayışıyla, komedi filmlerine taş çıkaracak vasıfsızlıkta bir perspektife sahip olduklarını cümle cihana ilan ettikleri gibi “duymayan - bilmeyen kalmasın, biz iflah olmaz hainleriz, kripto ajanlarız, dönmeleriz, ruhunu çirkef yosunu kaplamış adileriz” şeklinde tanımlanabilecek duruş ve söylemleri içeren taşları da eteklerinden dökmüşlerdir. Artık kral çıplaktır ve gözü açık olan herkes de bu içler acısı durumu görmektedir. Görmeyenler ise gözlerini açma cesareti olmayanlar ve saplantılar içinde yaşamaya meyilli olan zavallılar, cahiller, beyin fukaraları ve beyinlerini satılığa çıkarmış gafillerdir... Türkiye'nin yıllar boyunca neden gelişemediği, neden her 10 yılda bir darbeye maruz kaldığı, neden terör sorununu ortadan kaldıramadığı ve neden kendi vatandaşı arasında ayrılıklar oluşturacak damarlar ürettiği en kesif haliyle ortaya çıkmış bulunmaktadır...
İşte bu ahval içinde, tarihin en kadim askeri gücü, Büyük Türk Milleti’nin yaşam pınarı, Hz.Muhammed sav. efendimizin sancağının sahibi , Allah’ın yeryüzündeki ordusu konumundaki Türk Ordusu, Türkiye- Libya arasındaki güzergahta, Libya topraklarında yapacağı muhtemel hava saldırısının ön hazırlığını yapmış bulunmaktadır. Bu stratejik öneme sahip gösteri ; tüm dünyaya kudretimizin mahiyetini gösteren bir gözdağı, ayaklarınızı denk alın, sakın önümüze çıkmayın uyarısı hükmündedir.
Libya, mutlak surette Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kontrolüne girecektir. Bu dönemde Hafter’i barışa yönlendirmeyi amaçlayan girişimlerin tek hedefinin ise Türkiye’yi oyalamak olduğu gerçeği gözden kaçırılmadan, Libya’nın kontrolü sağlanıncaya kadar Hafter güçleri üzerindeki baskımız sürdürülmelidir.
Petrol fiyatlarındaki tarihi düşüş sürecinin sağladığı avantaj, İngiltere ve İtalya’nın Türkiye lehine takındığı stratejik pozisyon , Rusya’nın mecburi kayıtsızlığı, Mısır- BAE ve Suudi Arabistan’ın sadece para ile sonuca gidebileceğini düşünen kabile siyasetinden mütevellit vasıfsızlığı maksimum düzeyde kullanılarak, Doğu Akdeniz hakimiyeti için hayati öneme sahip Libya, kontrolümüz altına alınmalıdır.
Bu arada Yunanistan ile Akdeniz’de var olan çekişmemize yeni bir boyut kazandırılarak, Ege Denizi’ne ilişkin münhasır ekonomik bölgemiz üzerindeki çalışmalar da el altından sızdırılarak baskı ortamı oluşturulduğu gibi uluslararası anlaşmalara aykırı olarak silahlandırılan Ege adaları üzerinde hak talebi ve anlaşmaya aykırılık durumundan kaynaklanan haklar üst perdeden dillendirilmeye de başlanmalıdır. Bu husus, içimizdeki işbirlikçi hainler çok üzülse de ileride Türkiye ile Yunanistan arasındaki kontrollü ve kısa süre içinde Yunan Ordusu üzerinde gerçekleştirilecek bir yıkımla neticelenecek savaşın nedeni olacak olan argümanı şekillendirecektir.
Yunanistan’ın dillendirilmeyen en büyük korkusu ; Türkiye’nin, Ege Denizi’ne ilişkin münhasır Ekonomik Bölge ilan etmesi ve adalar üzerinde hak talebinde bulunarak, adaları ilhak etmeye kalkmasıdır. Çünkü Türkiye böyle girişimde bulunduğunda, bunu engellemeye güçlerinin yetmeyeceğini bizden bile daha iyi bilmektedirler. Yurtta ve dünyada sulh söylemlerinin ardına sığınarak ; Türk yurtlarını, adaları ve özellikle 12 adayı Palikarya’lara peşkeş çeken zavallıların ardılı konumundaki zihniyetin, bizim Libya’da ne işimiz var demelerinin ardındaki gerçeği çok iyi analiz etmemiz gerekmektedir.
Büyük ekonomik borç altında bulunan, mevcut durumu idare etmesi turizm gelirlerine bağlı olan Yunanistan’ın, Covid-19 salgınının da etkisiyle bir süre sonra Türkiye ile askeri açıdan aşık atmak bir tarafa niteliksiz ordusuna yemek verme yeterliliğini dahi kaybedeceğini ancak yine de kuyruğunu dik tutmayı sürdüreceğini ve bu durumun da ekmeğimize yağ ve bal sürmek şeklindeki bir durumun gelişmesini sağlayarak , Yunanistan’ın sonunu hazırlayacağını şimdiden belirtmek isterim.
Yunanistan’ın Türkiye’nin karşısında dengeleyici bir unsur olmaktan tamamen uzaklaşması ise oluşturacağımız baskıyla bize ; bölgede rahat hareket etmek, Avrupa- ABD ve Rusya’ya karşı stratejik güç devşirmek, Kıbrıs’ın bağımsızlığını tanınır kılmak, “Mavi Vatan”ımızın varlığını her zeminde kabul ettirmek ve alanını genişletmek, Afrika kıtasının en önemli gücü haline gelmek, Mısır’daki Sisi rejimini devirmek, Sudan ve Somali üzerindeki emperyalist- siyonist baskıyı ortadan kaldırmak, BAE ve Suudi Arabistan rejimleri sallamak ve Yemen’de etkili bir güç olmak için büyük kapılar açılacaktır.
Gelecek onu şimdiden görerek, hedefleri doğrultusunda adım atanların olacaktır…
SEDAT ÇETİNKAYA
.İÇİMİZDEKİ SİYASİ VİRÜS VE ENFEKTE ETTİĞİ KİTLE…
Üç kıtaya hükmeden, karşısına çıkan tüm birleşik güçleri savaş meydanlarına gömerek büyüyen, kutlu sancağının gölgesi mazlumlara sığınak, zalimlere mızrak olan ve tarihin gördüğü en kudretli Türk devletlerinden biri olan Devlet-i Aliyye’nin, güç kaybetmesiyle etkinliğini arttıran ve çeşitli tavizlerle devleti kuşatan yapılar, Abdülhamid Han’a karşı tertipledikleri darbe ile bir cihan devletinin yıkılışı için son darbeyi de vurmayı başarmışlardır...
İşte günümüzde yaşayan ve siyasi çizgisine yön vermek isteyen herkes bilmelidir ki Abdülhamid Han’a "kızıl sultan" diyerek darbe tezgahlayanlar ; vatan topraklarını peşkeş çekenlerin, içimizdeki hain ve işbirlikçilerin ve Din-i Mübin-i İslam’ın karşısında yer alanların ta kendileridir. Zaten bu zihniyetin devamının halen, Abdulhamid Han’a karşı takındığı olumsuz tutumun temelinde de bu gerçeklik bulunmaktadır. Onların Sayın Erdoğan’a karşı geliştirdikleri olumsuz tutumun temelinde de Sayın Erdoğan ile Abdulhamid Han arasında kurdukları çok yönlü benzerlik bulunmaktadır. Aradaki fark ; çöken bir devletin, mücadele etmekten bıkmış ve kırılmış bir hükümdarın yerini, yükselen bir devletin ve mücadele azmini devamlı yükselten bir başkanın almış olmasıdır.
Ancak halen değişmemiş olan tek gerçeklik ; şekil ve isim değiştirmiş, argümanları ve dayanak noktaları değişmiş olsa da içimizdeki işbirlikçilerin varlığıdır. Geçmişte İttihat ve Terakki Partisi olarak karşımıza çıkan bu yapı, bugün Cumhur İttifakı’nın karşısında yer alan ve henüz adı konulmamış olan gevşek siyasi birlik olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Ülkesinin gelişip büyümesi ve büyük bir gelecek oluşturulmasına katkı sunmak için var olması gereken muhalefet çizgisine baktığımızda ; bölücülük yapmak, yapılan her işe algı operasyonu oluşturmaya hizmet edecek şekilde kasıtlı eleştiri getirmek ve engel olmaya çalışmak , terörizme alkış tutmak ve terörist yapılarla eşgüdüm içinde siyasi faaliyet sürdürmek, küresel güçlerin siyasi emellerinin taşeronluğunu üstlenmek, kendi gelecekleri ile yabancı güçlerin siyasi emellerini birleştirmek, ülkesini çeşitli vasıtalarla küresel güç merkezleri ve yabancı ülkeler nezdinde şikayet ederek vatana ihanet siyaseti yürütmek, demokrasi – insan hakları ve hukuk uygulamalarının sağladığı korumayı ihanet noktasında sürdürülen faaliyetlere koruyucu kılıf yapmak, kaos ortamı oluşturmaya ve böylece ülkemizde bir iç çatışma çıkararak hükümeti istifaya ülkemizi ise kutlu geleceğinden alıkoyup niteliksiz bir ülke haline dönüştürmeye çalışmak gibi olumsuzlukların odağı haline geldiklerini görebilmemiz mümkündür.
İşte tabanda olmasa da tabanı yönlendiren merkezlerde var olan bu siyaset anlayışının bir ürünü olarak, Sayın Erdoğan’ın yönetiminde gerçekleştirilen hiçbir hizmet ve gelişme hazmedilememekte , yapılan hizmetler, yatırımlar sanki yapılmamış gibi davranılmakta, kendileri tarafından taş üstüne taş konulmadığı halde ; yalan, manipülasyon ve algı yönetmeye matuf haber ve söylemler, sinsice oluşturulmuş ve çoğu yabancı istihbarat örgütlerinin güdümünde faaliyette bulunan bir medya ağı vasıtasıyla devamlı bir biçimde pompalanmaktadır.
Ortada içimizdeki işbirlikçilerin yardımıyla profesyonel olarak sürdürülen tam bir psikolojik harp ve algı yönetimi uygulaması bulunmaktadır. Örnek olarak ; İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin salgını yaymaktan başka bir amaca hizmet etmeyen kısıtlı otobüs seferlerini, ülkemizde gerçekleştirilen dayanışma kampanyasına karşı kullanılan argümanları, Adana’da kurulduğu iddia edilen sahra hastanesini , İmamoğlu’nun dandik yardım kolilerini, salgınla mücadelede dünyaya örnek olan Türkiye’yi Uganda ile karşılaştırmaktan utanmayan içi boş söylemleri, Sayın Süleyman SOYLU’ya yönelen kasıtlı eleştirileri, 3.havalimanına, yerli otomobile, nükleer santrallere, savunma sanayine , Altay tankı üretimine, Kanal İstanbul projesine , altın aranması ve çıkarılmasına, insansız hava araçlarına , karayolu ve hızlı tren projelerine, İstanbul Boğazı'na yapılan 3.köprüye, şehir hastanelerine, yurtdışı yardım ve operasyonlara ve daha irili ufaklı nice proje ve uygulamaya yönelik sayısız argümanı ortaya koyabilmek mümkündür.
Bütün bunlar, amacın hizmet değil, ideolojik bir durum olduğunu ortaya koymaktadır. Bölücü , terörist, vatan haini, Türk ve İslam düşmanı olmayan tüm Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşlarının ; ülkemizde yerleşik ve birbiriyle irtibat içindeki bir grup yapının, klişe kavramların arkasına sığınarak ve varlıklarını gölgeleyerek kendilerini kullandığını ve yönlendirdiğini artık fark etmeleri gerekmektedir. Bu yapıların, ekonomik- siyasi ve örgütlü sosyal yapılar ile medya örgütlenmesinden teşekkül etmiş bir bütün olduğu herkes tarafından idrak edilmeli ve bu hususun deşifre edilip, faaliyetlerinin bloke edilmesi için sistemli bir organizasyon oluşturulmalıdır.
Bu ağ çökertilmeden ülkemizdeki fitnenin kontrol altına alınabilmesinin mümkün olmadığı tüm ilgili ve yetkili kişilerce iyice anlaşılmalıdır. CIA’nın merkezinden verilen bir talimatın, BND ve Mossad’ın da desteğiyle ülkemizdeki büyükelçilikler, muhalif siyasi yapıların merkezleri , ticari örgütlenmeler, bankalar, birçok sivil toplum kuruluşu, medya, sözde sanat çevreleri, yazar görünümlü ajanlar, sosyal medya trolleri, provokatörler, medyatik ajanlar, teröristler, gönüllü ve paralı işbirlikçiler vasıtasıyla uygulanır hale gelmesinin önü mutlaka ama mutlaka ve sistemli bir yaklaşımla çökertilmelidir.
İçimizdeki virüsün, demokrasi- insan hakları- özgürlük- hukuk gibi kavramların arkasına sığınarak, büyük bir rahatlıkla milletimizi enfekte etmesine izin verilmemelidir.
Ülkemizin kutlu ve aydınlık geleceğine ulaşmasının önündeki en büyük engel olarak kalan ve devamlı bir biçimde fitne üreten bu yapının çökertilmesiyle, ülkemiz siyasetinin muhalefet açısından da milli bir kimliğe doğru evrilmesinin önü sonuna kadar açılacaktır. Aksi takdirde her zaman arkamıza bakmamız ve sırtımıza ne zaman saplanacağını bilmediğimiz bir hançer için devamlı teyakkuz halinde bulunmamız gerekecektir.
Tespit ve söz bizden, gereği ve takdir mercidendir…
SEDAT ÇETİNKAYA
.BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ VE ORTADOĞU ŞEYTANLARININ, TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’Nİ SINIRLAMA FAALİYETLERİ…
Tüm dünyaca bilindiği üzere, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Rusya Federasyonu arasında, İdlib konusunda oluşturulan bir anlaşma zemini bulunmaktadır. Ancak bu anlaşma zemininden memnun olmayan ve Ortadoğu bölgesinde siyonizmin finansörlüğüne ve Türk düşmanlığı’nın öncülüğüne soyunmuş bulunan Birleşik Arap Emirlikleri yönetiminin temsilcileri, Türkiye ve Rusya tarafından dengeleri korumak ve çatışma zeminini geçici de olsa ortadan kaldırmak için oluşturulmuş bulunan mutabakattan memnun olmadıklarını açık bir biçimde ortaya koymaya başlamışlardır.
Suriye’de oluşturduğu denge kaynağında şekillenen bir konsantreden hareketle , Birleşik Arap Emirlikleri’nin doğrudan müdahale içinde olduğu Libya’ya yönelik faaliyetleri arttıran Türkiye Cumhuriyeti Devleti, herkese ve her şeye rağmen Libya’da kontrolü ele geçireceğinin sinyallerini vermiş bulunmaktadır. Zira sınırlı asker gücüne ve halk desteğine sahip Hafter güçlerinin, 1.760.000.km2 yüzölçümüne sahip olan Libya’yı, Türk Ordusu’nun operasyon desteğini kazanmış gerçek Libya Ordusu’na karşı koruyamayacağı açıktır. İşte siyonizmin finansörlüğüne ve tetikçiliğine soyunarak Libya’ya ilişkin olarak gerçekleştirdiği faaliyetlerin sonucunu gören Birleşik Arap Emirlikleri yönetimi, Türkiye’nin Libya’dan elini çekerek Suriye meselesi ile uğraşır halde kalmasını ve bu bağlamda Türkiye üzerindeki uluslararası baskının artmasını arzulamaktadır.
Diğer taraftan Türkiye’nin, Yemen meselesine yönelik olarak istihbarat ve altyapı faaliyetlerini arttırması , Sudan rejimi ile ilişkileri devam ettiriyor olması , Katar ile askeri, ekonomik ve stratejik açıdan yüksek seviyeli bir ilişki trendi içine girmesi, Akdeniz hakimiyetini pekiştirecek uygulamaları strateji tahtasından icraat aşamasına taşıyarak ön plana çıkması, küresel güçlere Türkiye’ye rağmen Akdeniz’de etkili bir politika gerçekleştiremeyeceklerini göstererek bütün saldırgan girişimleri bloke edip püskürtmesi, Birleşik Arap Emirlikleri’ni ve arkasında güçleri korku ve endişe içinde bırakmış bulunmaktadır.
Bu arada petrol ve doğalgaz fiyatlarında yaşanan düşüş, siyonizmin finansörlerinin bölgeye yayılan faaliyetlerinin geleceğini ve istikrarını etkileme riskini de doğurmuş bulunmaktadır. Hatta bu hususa ilişkin gelişmelerin, Rusya ile Suriye ilişkilerinin önemini stratejik açıdan etkilemese de , Rusya’nın Suriye’ye yönelik ilgisini zayıflatacağını söylemek de mümkündür.
Ekonomisi petrol ve doğalgaza bağlı olarak şekillenen Rusya, petrol ve doğalgaz fiyatlarında yaşanan geri çekilme nedeniyle, çevresine yönelik olarak geliştirmeye çalıştığı aktif politik tutumdan ve müdahaleci yaklaşımdan da uzaklaşmak durumunda kalacaktır.
Diğer taraftan, Doğu Akdeniz bölgesinden çıkarılacak doğalgazı, Türkiye’nin etki alanına girmeksizin Avrupa’ya ulaştırmayı hedefleyen projenin, yüksek maliyet – düşük pazar fiyatı karşısında şimdiden kadük olduğunu da görmek gerekmektedir.Dolayısıyla hem Rusya, hem de bu projenin arkasındaki küresel güçler, bu projenin bir süre daha varlık kazanamayacağı fikrinin kabulünden hareketle politika geliştirmeye mecbur kalacaklardır. Bu durum ise bir süre sonra Türkiye’nin, Libya ve Kıbrıs noktasında elinin güçlenmesine ve rahatlamasına neden olacak gelişmelerin şekillenmesini sağlayacaktır.
Dünya’nın Covid-19 salgını ile yaşadığı ve yaşayacağı ekonomik sıkıntı da Türkiye’nin bölgesel politikalarını etkin kılma noktasında elini güçlendirmektedir. Bu noktada tüm küresel güçlerin bu gerçekliği gördüğünü ve Türkiye’ye bu aşamada zaman kaybettirerek daha fazla bölgeye yerleşmesini engellemek için içimizdeki işbirlikçi muhalefeti yönlendirdiklerini, siyasete ve ekonomiye ilişkin algı operasyonları ve kamuoyu yönlendirmesine ilişkin espiyonaj faaliyetleri ile sonuç almaya çalıştıklarını söyleyebilmek mümkündür.
Bu arada Birleşik Arap Emirlikleri ve yandaşlarının, Suriye rejimini fonladıklarını, Türkiye ile Rusya arasındaki mutabakatı bozmak için kışkırttıklarını, HTŞ bünyesindeki bazı grupları Türkiye aleyhine hareket etmeye yönlendirerek , Rusya ile Türkiye arasında sorun çıkarmaya çalıştıklarını, bölgeye Pkk//Pyd//Ypg yapılanmasına mensup kişilerce takviye yapılmasını sağladıklarını söyleyebilmek de olanaklıdır.
Bu noktada önemli olan hususun, Rusya’nın Suriye üzerindeki çıkarlarının garanti altına alınması güvencesini içerecek bir yaklaşımla, Suriye rejimini satmasını sağlamak olduğu mutlak suretle görülmelidir. Bu durumda Türkiye, sınırları boyunca uzanan tüm güzergahı kontrol etme imkanına sahip olacağı gibi Rusya ile daha güçlü temellere dayanan ve karşıtlık doğurmayacak bir zeminde çalışma imkanına da kavuşmuş olacaktır. İşte dış politikamızın üzerinde çalışması gereken nokta bu zeminin nasıl sağlanabileceği, dengenin bu çerçevede nasıl oluşturulabileceği üzerine olmalıdır. Aksi takdirde süreç, Sayın Erdoğan'ın feraseti ve tecrübesiyle ertelenmiş olsa da Rusya ile bir noktada istenmeyecek bir şekilde karşı karşıya gelmenin hiç de zor olmadığı unutulmamalıdır.
NATO konseptinden bağımsız politikalar üretmeye çalışırken, nüfus-silah- ekonomik ve siyasi güç dengesinin henüz Türkiye'nin lehine olmadığı bir ortamda, Rusya ile karşı karşıya gelmeme yolunu tercih etmemiz akli ve stratejik bir gereklilik olarak karşımızda durmaktadır. Ortaya koyacağımız stratejik yaklaşımların, Türkiye’yi yeniden NATO güçlerine muhtaç bırakacak bir pozisyonun varlığına sebebiyet vermesine izin verilmemelidir.
Ancak, Ortadoğu ve Akdeniz’de küresel dengeler gözetilirken, piyonları düşürmekten kaçınmamamız ve bölgedeki çıban başı konumundaki odakları operasyon odağı haline getirmemiz gereken dönem de hızla yaklaşmaktadır...
İş bilenin, kılıç kuşananındır…
Mücadele sahası ; büyük bir feraset, çevrelenemeyen bir strateji, yıkılmaz bir metanet, üstün bir dirayet, düşmanları kahreden bir güç ve sarsılmaz bir birlik ruhu gerektirmektedir. Zillet çukurundan kurtularak İman sahibi olmuş her Müslüman ve yüce Türk Milleti’ni temsil eden her birey, herhangi bir uyarıya mahal vermeksizin, mücadele sahasının gereklilikleri doğrultusunda şekillenme mecburiyeti içinde olduğunu asla unutmamalıdır…
Mücadele bizden, takdir Aziz ve Muktedir olan Yüce Allah'tandır diyerek sözlerime son verirken, tüm dostlarıma sevgi ve saygılarımı sunarım…
SEDAT ÇETİNKAYA
.SEVİYORUZ SENİ VE YALNIZ DEĞİLSİN SÜLEYMAN SOYLU
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Büyük Türk Milleti’nin düşmanlarına karşı fedakar ve yıpratıcı bir mücadele tarzıyla büyük başarılar elde etmiş olan Sayın Süleyman SOYLU’nun, istifa etme şeklinde neticelenen bir sonuca ulaşmış olması düşündürücü olduğu kadar çok yönlü olarak da değerlendirilmesi gereken bir durumdur.
İçimizdeki işbirlikçilerin, vatan hainlerinin ve Müslüman- Türk Milleti’nin yönetim üzerindeki hakimiyetinden rahatsızlık duyanların teşkil ettiği cephenin en ön saflarında yer tutan provokatörlerin , psikolojik harp elemanlarının ve içimize sızmış yabancı devlet ajanlarının uzun bir süredir yapmaya çalıştığı tek şey ; hükümetimizi ve Sayın Erdoğan’ı düşürmek ve Cumhur İttifakı’nı bozmaktır. Bu neticenin sağlanması ile hedeflenen şey ise ; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Büyük Türk Milleti’nin ufukta şekillenen büyük ve kutlu geleceğini, küresel güç odaklarına peşkeş çekmek ve Türkiye’nin dünya siyaset sahnesindeki etkinliğini yok ederek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni parçalanmaya ve işgale açık hale getirmektir.
İşte meseleyi bu bağlamda değerlendirdiğimizde Sayın Süleyman SOYLU’nun bu istifa süreci ; zillet cephesine ve arkasındaki güç odaklarına heyecan vermiş, mücadele gücü aşılamış ve istifa yoluyla da olsa vezir kellesi alma imkanlarının bulunduğunu göstermiştir. Bu yaklaşım surda gedik açılabileceğini gösteren çok büyük bir hata olduğu gibi tüm leşçillere yol gösterici bir ışık ve iştah açıcı bir koku olmuştur.
Sayın Süleyman SOYLU, istifasına birçok geçerli, haklı sebep bulabilecek ve bu husus olumlu karşılanabilecek olsa da duyguları ile hareket ettiğini, değerli bir yönetici olsa da büyük lider olacak bir kabiliyeti haiz olmadığını en net biçimde göstermiştir. Bu davranış şekli kendisine, gelecekte AK Parti’nin başına geçerek Cumhur İttifakı’nı belki de tek çatı altında birleştirme imkanını temsil edecek bir misyonu yürütme imkanını maalesef ki kaybettirmiştir. Çünkü tüm Cumhur İttifakı Camiası, kendisine büyük bir değer atfetse de kırılgan ve duygusal yapısının ulaşabileceği noktaları görmüştür. Liderlik ise zaaf bir tarafa, kırılganlığı dahi kaldırmayan bir pozisyondur ve bu pozisyonun hakkı, en güçlü noktadayken kırılgan olmak bir tarafa, yerde tekmelenirken dahi düşmana yalın kılıç saldırabilecek ve arkasındaki herkesi bu mücadeleye davet edebilecek kadar güçlü olmaktır. Ancak bu noktada kaderin sahibi olan yüce Allah c.c. hazretlerinin, varlık aleminde henüz inkişaf etmemiş ve ülkemizin büyük ve kutlu geleceğinin şekillenmesi noktasında önem arzeden planlarının olduğunu düşündüğümü de ifade etmeden geçemeyeceğim.
Diğer taraftan, ortaya koyduğu büyük ve cumhuriyet tarihi itibariyle emsalsiz mücadelesi noktasında, aile fertlerine kadar uzanan tehditlere, en basit şekli "Soysuz Süleyman- Halk Düşmanı-Keltoş- Piyon" gibi olan aşağılayıcı hakaretlere yıllarca göğüs gererek çalışmasına rağmen, gaflet ve dalalet anlayışının bir ürünü olarak ortaya koymuş olduğu söylem ve davranışlarla, Sayın Süleyman SOYLU’nun bu emsalsiz mücadelesine zarar verip köstek olanlar olduğu da açık bir biçimde görülmektedir.
Herkes bilmelidir ki ; Cumhur İttifakı’na , Sayın Erdoğan’a, Müslüman Türk Milleti’ne, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ve Türk- İslam Dünyası’nın geleceğine karşı ülkemiz merkezli ve kuralsızca yürütülen bir mücadele bulunmaktadır. Herkes, söylediği sözün, yaptığı hareketin ve eylemin, hangi hedefe yöneldiğini, kime hizmet ettiğini iyi analiz etmelidir.
Zillet cephesinin algı operasyonlarına kapılmak suretiyle siyasi söylem geliştirmek ve baskı oluşturmak, en hafif tabiriyle gafilliktir.
Cumhur İttifakı’nın tüm fertleri ; dışarıya karşı dikene -gül , zehire -bal demek zorunluluğunu taşıdığını, fertler önemli olmakla birlikte daha önemli olan hususun, kutlu davalarımız olduğunu unutmamalıdır.
Özel nedenler dışında sosyal medyada dahi yerim dar, sonra gerim dar diyerek hesap kapatanların, hesaplarını gizli gizli idare edenlerin, korkusundan haklı bir söze beğeni bile yapamayanların, iyi ilişkiler kurmak adına zillet cephesi mensuplarına şakşakçılık yapanların, en basit şekliyle de olsa Sayın Süleyman SOYLU’ya eleştiri getirme hakkı bulunmamaktadır. Bilinmelidir ki Sayın Süleyman SOYLU’yu rahatsız eden şey, dünyanın en adi ve aşağılık cephesiyle yaptığı mücadele değil, 1 tane de olsa arkasından atılan taştır…
Kendisini Müslüman ve Türk olarak addeden herkesin, bu kutlu mücadeleye yaşamı boyunca ve gücü nispetinde hizmet etmesi en büyük bilincimiz olmalıdır. Bu bilinç ise İMAN’ın ta kendisidir…
Iztırap çek inleme... Ses çıkarmadan aşın.
Bir damlacık aksa da bir acizdir göz yaşın…
Ezilmekten çekinme... Gerilemekten sakın !
İradenle olmalı bütün uzaklar yakın…
Iztırabı kanına kat da göz kırpmadan iç !
Varsın gülsün ardından, ne çıkar, bir iki piç...
SEDAT ÇETİNKAYA
.TÜRK TARİH BİLİNCİ İLE GELECEĞİ ŞEKİLLENDİRMEK…
Kökleri, insanlık tarihinin derinliklerine uzanan kadim bir soyu temsil eden TÜRK MİLLETİ , tarihi süreç içinde ve bulundukları coğrafyalar dahilinde birçok boy ve devlet tarafından temsil edilmiş bulunmaktadır. Binlerce yıllık geçmişinde çeşitli nedenlerle oluşan ayrılıkların, fetih ve göçlerin etkisiyle farklı toplumlarla karşılaşmaların neticesi olarak, bir zamanlar hemen hemen tüm Türk yurtlarında aynı şekilde konuşulan TÜRK DİLİ ; farklı lehçeler, kelime biçimleri ve söylem şekilleri kazanmış bulunmaktadır. Ayrıca günümüzde Türk Milleti tarafından kullanılan ORTAK BİR ALFABENİN BULUNMAMASI , Türkçe konuşan ve Türk Milleti’nin bir temsilcisi olan bireylerin birbiriyle irtibatını ve kucaklaşmasını da geciktirmekte ve hatta engellemektedir.
Öncelikle kendisini ; Kazak- Kırgız- Özbek- Türkmen-Oğuz- Başkurt- Nogay- Tatar- Saha- Çuvaş-Altay- Tuva-Uygur-Tacik-Gagavuz ve diğer Türk boylarının ve akraba topluluklarının isimleriyle isimlendiren tüm halklarımızın, kendisini sadece ama sadece TÜRK olarak isimlendirmekle yetineceği bir tarihi dönem gelmiş bulunmaktadır.
TÜRK MİLLETİ’ne tabi olmak ; bizim dağılmadan, çeşitli nedenlerle bilinç kaybına uğramadan, savaşlar ve mücadeleler içinde yıpranmadan önce sahip olduğumuz en eski bilincimiz ve en büyük gerçeğimizdir. Bu gerçek, ayrılığımızdan ve ayrışmamızdan çıkarı olan küresel güçler tarafından özellikle son 150 yılda, çeşitli yöntemlerle hepimize unutturulmuş bulunulmaktadır. Şimdi ise unuttuklarımızı hatırlayarak , tüm hesapları boşa çıkarma günüdür. Devir ; milletleri hizaya getiren, başlıya baş eğdirip, dizliye diz çöktüren, ordular salıp ordular yok eden Bozkurt’un dirilişini sağlama günüdür. Görenler için Diriliş ateşi, Anadolu’dan yakılmıştır, şimdi tüm TÜRK YURTLARI’nda yakılacak ve demir dağları eritecek ateşin yakılması sırası gelmiştir.
Buradan büyük ve asil Türk Milleti’nin her bireyine ayrı ayrı sesleniyorum ki şuandan itibaren, üzerinizdeki tüm kimlik elbiselerinin üzerine, alttaki kimliğiniz görünmeyecek şekilde TÜRK elbisesini giyiniz ve kendinizin başka isimlerle tanıtılmasına da asla izin vermeyiniz. Bizim aramıza sokulan bu tanımlamalar, Türk Milleti’nin tarihte olduğu gibi büyük bir güç olarak yükselmesinin önünü kesmek için kasıtlı olarak derinleştirilmiş kimliklerdir. Tarihteki devletlerimizin isimleri olan ; Büyük Hun Devleti- Batı Hun Devleti- Avrupa Hun Devleti- Göktürk Kağanlığı - Kutluk Devleti- Avarlar- Hazarlar-Uygurlar- Karahanlılar- Gazneliler- Harzemşahlar- Altın Orda Devleti- Babür Devleti- Timur İmparatorluğu-Büyük Selçuklu Devleti ve saymadığım daha nicelerinin her birinin mevcudiyetinde Türk Milleti’nin tüm fertlerinin Türk isimli ataları bulunmaktadır. Herkes kendisine öğretilen SIĞ TARİHTEN sıyrılmalı, gerçek Türk tarihinin ve kimliğinin bilincine ulaşmalıdır. KUTLU GELECEĞİMİZ, sadece Oğuz Türkleri’nin 24 boyundan oluşturulacak farklılıkta olduğu gibi ayrılıkta değil, KAYI boyundan bir cihana hükmeden bir devletin doğuşunda olduğu gibi birlik ruhunda ve kimliğindedir. Bu ruhtan uzaklaşan ; Avrupa Hunları- Kıpçaklar- Peçenekler- Kumanlar kaybolup eriyip gitmişlerdir. Aynı sona hepimiz uğrayabiliriz. Oysa CİHAN, yeniden Türk ismiyle kendisine hükmedilmesi için özlemle gün saymakta, dünya ezelden ebede emrinde olduğumuz ve geçmişte Gök Tenğri olarak isimlendirdiğimiz Allah C.C. hazretlerinin yeryüzündeki aslanı hükmündeki Türk Milleti’nin adaletini mumla aramaktadır.
Teknolojik olarak gelişen dünya, Türk Milleti’nin tüm boylarının ve devletlerinin ; yakınlaşması, ortaklıklar kurması , küresel bir güç olarak yükselmesi için büyük imkanlar sunmaktadır. Bizler geçmişimize ilişkin cehaletten, bizleri ayrıştırmak için kurulan yüzlerce yıllık planların üzerimizde oluşturduğu bağlardan ve gaflet halinden derhal ve hızla kurtularak, geleceğimizi şekillendirmek için bir araya gelmenin planlarını yapmalıyız. Bunun için ise Türk Milleti’ne ait olduğumuzu bilmek, Türk tarih bilincine sahip olmak, geleceğin başkalarıyla değil, birlikteyken bizim olduğunu görerek, cesaretle yeni bir birlik arzusu içine girmek yeterlidir.
Türk Birliği mefkuresine şekil vermek için yapılması gereken en önemli şey ise ; tüm Türk halklarını ortak bir alfabe ve herkesçe anlaşılabilen ancak yerel zenginliği de bulunan bir Türkçe altında birleştirmektir. Kısaca ve somut olarak bizler, Türkiye’den Yakutistan’a kadar anlaşabileceğimiz ortak bir Türkçe oluşturmayı en kısa süre içinde başarmalı, bu hedefe ulaşmak için her türlü girişimi de devreye sokmalıyız.
Ve elbette bunlar olurken, bağımsızlığın en önemli unsuru olan askeri gücü geliştirmeyi asla ihmal etmeden, devletlerimizi askeri açıdan güçlü devletler haline getirmeli ve sonra bu devletler arasında güçlü bir birlik ekonomik ve siyasi birlik oluşturmanın gayreti içine girmeliyiz.
Türk Milleti bu hedef doğrultusunda ilerlediğinde etrafında topladığı sinerji ile, dünyanın yeni güç merkezi olarak yükseleceği, Ortadoğu- Afrika- Avrupa ve Asya kıtasına hükmedeceği bir devrin kapılarını sonuna kadar açacaktır.
Tüm küresel güçler, varlığına engel olamayacakları ve dünyanın merkezinden yükselen bu birliğin karşısında siyasi ve stratejik üstünlüğünü kaybedecektir. Dünya’nın geleceği için plan yapan malum odaklar ise dışkılarında boğulacaktır…
TÜRK VE İSLAM DÜNYASININ GELECEĞİ, TÜRK BİRLİĞİ’NİN OLUŞTURACAĞI GÜÇ ÜZERİNDEN ŞEKİLLENECEK VE CİHANA YÖN VERECEKTİR.
TARİHİ ; KORKAKLAR, ZAVALLILAR VE OKUYANLAR DEĞİL, KORKUSUZCA MÜCADELE EDENLER , GELECEĞİ GÖRÜP STRATEJİ ÜRETENLER YAZACAKTIR…
SEDAT ÇETİNKA
.MÜSLÜMAN- TÜRK’ÜN YENİ DÜNYA DÜZENİ…
Dünya nezdinde yaşamakta olduğumuz salgın hastalıkla ilgili olarak yapılan değerlendirmelerde ; dünya üzerindeki dengeleri anlamaktan çok uzak yaklaşımlarla, gerçeklikten kopmuş senaryolar üretildiği ve birçok kişinin de oluşan boşlukta şekillenen bu HAYALİ ve NİTELİKSİZ senaryoların peşine takıldığı görülmektedir.
Bu bağlamda belirtmek isterim ki dünyamız içinde bulunduğu noktaya binlerce yıllık bir birikim , mücadele, ayrışma ve tecrübe ile gelmiş bulunmaktadır. Bu kurulu düzenin, bir süre sonra varlığı unutulacak olan bir virüse bağlı olarak büyük değişimler yaşayacağını söylemek ise mümkün değildir. Yaşayacağımız değişiklikler, bu virüs nedeniyle değil ; bu virüsün, KRALIN ÇIPLAK OLDUĞUNU GÖSTERMESİ NEDENİYLE oluşacak olan değişimler olarak tanımlanabilir.
Bu noktada ; söz konusu virüs’ü bir biyolojik saldırı unsuru olarak üreten, bu virüsü Çin- İran ve İtalya nezdinde kullanan sonra da dünya’ya ve ABD’ye yayılmasını temin edecek şekilde epidemik bir salgın haline gelmesini sağlayan ve bu salgınla kendi küresel çıkarlarını gerçekleştirmeye çalışan küresel para baronlarının olduğunu görmek ve gerçekleştirilecek analizlerde bunları asla ihmal etmemek gerektiğini de önemle belirtmek isterim.
Küresel para baronları, Çin’i tamamen kendi kontrolleri altına almayı hedeflerken, ABD ve Avrupa kaynaklı yerel güç merkezlerini ve devletleri etkisiz kılmayı, Kuşak ve Yol projesi güzergahındaki tüm SİYASİ VE EKONOMİK şekillenmeyi kendi kontrollerine almayı, dünya üzerindeki ve yine kısmen kendi kontrollerindeki Dolar hakimiyetini kırarak, kendi kontrollerinde şekillenen yeni bir ekonomik düzen getirmeyi ve kitleleri kendi istekleri doğrultusunda yönlendirerek devletleri etkisiz kılmayı ve hatta mümkün olduğunca yüksek katılımlı bir küresel dünya devletine ulaşmayı hedeflemektedirler. ANCAK BELİRTMEK GEREKİR Kİ BU SADECE BİR HEDEFTİR. BUNUN GERÇEKLEŞMİŞ BİR SONUÇ OLARAK ADLANDIRILABİLMESİ İÇİN, KÜRESEL PARA BARONLARININ AŞMALARI GEREKEN ÇOK VE CİDDİ ENGELLER, TARİHİ VE SOSYOLOJİK SÜREÇLER BULUNMAKTADIR. EN BÜYÜK ENGEL İSE TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN ETKİNLİĞİNDE ŞEKİLLENEN VE BÜYÜK BİR ÇEKİM MERKEZİ OLUŞTURMAYA BAŞLAYAN TARİHİ NİTELİĞİ HAİZ GÜÇTÜR. BU GÜCÜN EVRENİN YARATICISI OLAN VE HER ZAMAN ONDAN DAHA İYİ TUZAK KURANIN OLMADIĞINI BELİRTTİĞİMİZ AZİZ VE MUKTEDİR OLAN ALLAH’IN HİMAYESİNDE ŞEKİLLENEN BİR GÜÇ OLDUĞU, ÖNÜMÜZDEKİ SÜREÇTE HERKES TARAFINDAN ŞÜPHEYE YER BIRAKMAYACAK ŞEKİLDE MÜŞAHADE EDİLECEKTİR.
Dünyayı saran bu epidemik salgından, bir süre sonra kurtulacak olan dünyanın, ekonomik ve siyasi çarkları yeniden dönmeye başladığında, ayakta kalan ve küresel bir atılım yapmaya en uygun güç, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Büyük Türk Milleti olacaktır. İşte o zaman, tarihte defalarca kez ispatladığımız gibi, az zamanda, HAYAL BİLE EDİLEMEYECEK KADAR BÜYÜK İŞLER BAŞARABİLECEĞİMİZİ bir kez daha göstereceğiz.
Yapacağımız üretim ve ihracat atılımı, güvenli liman olarak küresel piyasalardan çekeceğimiz para ve yatırım, lojistik kabiliyetimizden ve küresel konumumuzdan kaynaklanan avantaj, salgın döneminde geliştirdiğimiz siyasi altyapı ve güven ortamı, kısa bir süre içinde dünyanın yeni küresel ekonomik gücü ve finans merkezi olarak yükselmemize olanak sağlayacaktır. HERKES BU YÜKSELİŞE HAZIR OLMAK VE İVME KAZANDIRMAK İÇİN ŞİMDİDEN HAZIRLANMAK DURUMUNDA OLDUĞUNU UNUTMAMALIDIR. Dünyanın ; finans , üretim, ihracat ve ürün pazarlarında büyük boşluklar oluşmuş durumdadır ve bu boşluklar, salgın sürecinde ciddi biçimde de artacaktır. İşte üretim bantlarını veya üretim altyapısını hazır halde tutarak BU KOŞUNUN STARTINI BEKLEYENLER , yüzyıl içinde ulaşacakları seviyeye ve büyüklüğe, 3-5 yıl içinde ulaşabileceklerini unutmamalıdır. Türkiye ; üretim kapasitesi – hızı ve kalitesi, lojistik konumu, ihracatı ve üretimi destekleyen para değeri, güvenilirliği ve imajı ile en mükemmel konumdaki ülkedir...
Küresel güç çatışmasının merkezinde olan ülkemize, tüm küresel oyuncuların ve oluşumların stratejik hamleler noktasında büyük ihtiyacı bulunmaktadır. Küresel güç merkezlerinin ülkemizle ilgili en önemli sıkıntısı , bu ülkenin geçmişte olduğu ve uzun süreli planlarında düşündükleri gibi işbirlikçi bir hükümete sahip olmamasıdır. İçimizden çıkan tüm çatlak sesler ; istisnasız , sualsiz ve sorgusuz bu küresel güç merkezlerinin içimizdeki temsilcilerinin sesidir ve herkes bu sesi kısmak için hukuki zemin dahilinde bireysel olarak üzerine düşeni yapmakla yükümlü olduğunu unutmamalıdır. KİMSE BU İŞBİRLİKÇİ DÜZENİN TEMSİLCİLERİNİ DESTEKLEMEMELİ, OY VERMEMELİ, ONLARIN SÖZCÜLÜĞÜNE SOYUNMAMALI, ONLARIN EKMEĞİNE YAĞ SÜRECEK BİR YAKLAŞIM İÇİNDE OLMAMALI , ONLARIN ALGI OPERASYONLARININ SÜJESİ KONUMUNUNDA BULUNMAMALIDIR. AKSİNE ONLARI YIPRATACAK VE ZAYIF DÜŞÜRECEK VE DAĞITACAK GİRİŞİMLERE HIZ VE ÖNEM VERMELİDİR.
Epidemik salgın sonrasında ekonomik bir güç olarak yükselecek olan Türkiye’nin bu konumu, Türkiye’nin siyasi perspektifini de artan şekilde güçlendirecek ve Türkiye’yi tüm bölgeyi domine eden siyasi bir güç konumuna ulaştıracaktır. Ayrıca artan bu ekonomik ve siyasi güç, ülkemizi küresel bir askeri güç olmaya doğru kendiliğinden yönlendirecektir. İleriyi gören gözler, gelişmelerin yönünün ve niteliğinin, 15 yıl sonra ve kağıt üzerinde olmasa dahi etki gücü itibariyle dünyanın en büyük ekonomik , siyasi ve askeri gücü olarak varlık kazanacak bir Türkiye Cumhuriyeti’ne işaret ettiğini söylemektedir.
Böyle bir ülkenin varlık kazandığı bir noktada ; ne küresel epidemik saldırıların, ne dijital dünyanın ne birileri tarafından oluşturulmaya çalışılan para düzeninin ne de paganların kontrolündeki bir dünya devletinin etkinlik kazanabilmesi mümkün değildir.
Ancak bu durumun , karşımızdaki güçlerin boş duracakları anlamına gelmediğini, temelinde dini yaklaşımlar olan ve olağanüstü niteliği haiz başka olayların tecellisine hazır olmak gerektiğini de önemle ve şimdiden belirtmek isterim.
Sonuç itibariyle belirtmek isterim ki ; ne korkumuz ve ne de neticeye ilişkin tedirginliğimiz olmamalıdır. Bize düşen mücadele sahasında bulunmaktır. Yapmamız gerekenler ; birliğimizi korumak, gücümüzü geliştirmek, ekonomik , siyasi ve askeri bir güç olarak yükselmek için büyük bir hızla çalışmak ve bunu yaparken karşımızdaki ve içimizdeki hainlerin faaliyetlerinin farkına vararak, sanal gündemlerin içine düşmemeyi başarmaktır.
BAHTİYARLIK ; SON NEFESTE BİLMEK VE ÖMRÜNDE BİR KERE SEVİNMEKTİR…
SEDAT ÇETİNKAYA
.GELECEK UFKU VE ULAŞMAMIZ GEREKEN GERÇEKLİK…
İnsan ırkı, alışılagelmiş şekliyle devamını beklediği bir sürecin içinden geçerken ; Müddessir Suresi’nden kaynaklanan hissi bir izdüşümle ve batıni bir yaklaşımla irtibat kurduğum, "ÜZERİNDE 19 İBARESİ BULUNAN" bir virüs ( COVİD–19 ), dünyamızın gelecek ufkunda büyük değişimlerin yaşanacağı bir sürecin kapılarını açmış görünmektedir.
Tüm insanlık bilmelidir ki artık ; güç dengelerinin değişeceği, olağanüstü olayların, inanılması mümkün olmayan durumların, insanların inançlarını sarsan gelişmelerin yaşanacağı , beyinlerin algı kabiliyetini çökerten efsanevi görüntülerin seyredileceği bir döneme girilmiş bulunmaktadır.Zira yine Müddessir Suresi’nden hareketle diyebilirim ki Hz.Muhammed sav. efendimize buyrulduğu gibi kıyamet öncesi son düzlükte ÖRTÜSÜNE BÜRÜNENLERİN KALKMASI GEREKEN ZAMAN gelmiştir. Bu bağlamda uyuyanlara ve uyutulanlara, KALK emrinin verileceği bir sürecin kapıları da aralanmış olup, söz konusu kapılar açılmak için ise SON BİR DEHŞETİ daha beklemektedir.
Yine tüm insanlık bilmelidir ki ne yaşanacaksa, TÜRK MİLLETİ’nin dahil olduğu coğrafyada ve Müslüman TÜRK MİLLETİ’nin liderliğindeki güçlerle, ŞEYTANİ GÜÇLERİN ORDULARI arasında yaşanacaktır.
Bu bağlamda belirtmek isterim ki İRAN, sahip olduğu Şia anlayışından mütevellit fikri ve duygusal zemini nedeniyle, BÜYÜK BİR FİTNENİN MERKEZİ olarak ortaya çıkacak, Irak ve Suriye coğrafyasının ve hatta tüm Ortadoğu’nun büyük bir karışıklık içine girmesine sebebiyet verirken, şeytani güçlerin en büyük mümessili olarak da ön plana çıkacaktır. Şeytan ile işbirliği içindeki küresel güç odaklarının ; Hz.Mehdi’yi beklediğini iddia eden Şiileri, Deccal’ın ve ordularının hizmetkarı haline getirdiği görülecek ve bu durum düşünen beyinler ve gören gözler nezdinde ibretle seyredilecektir.
Bu tarihi bir süreci , yüksek bir dirayet ve kudretle yönetecek olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Müslüman Türk Milleti’nin, siyasi ve stratejik altyapısını üstün bir yetkinlikle şekillendirmek durumunda olduğunu da şimdiden belirtmek isterim. 2023 yılında yapılacak Başkanlık seçimlerine uzanan yolda hızla ilerlerken, CUMHUR İTTİFAKI'NIN İKİ KANADININ DA HÜKÜMET NEZDİNDE TEMSİLİNİN SAĞLANMASINI zaruri kılan bir gerçekliğe ulaşmamız gerektiğine de , içinde barındırdığı risklere istinaden önemle dikkat çekmek isterim.
Sayın DEVLET BAHÇELİ, büyük devlet adamlığının bir yansıması olarak, devletin ve milletin geleceğinin her türlü siyasi yaklaşımın önünde olduğunu göstermek kabilinden Cumhur İttifakı’na koşulsuz destek vermiş olsa ve bunu devam ettirme niyetini taşıdığını ortaya koymuş olsa da , ZİLLETİN sınır tanımaz bir yaklaşımla AMİP KOLONİSİ kurmaya çalıştığı bir ortamda Cumhur İttifakı’nın, büyük bir çekim merkezi oluşturmak üzere şekillenme ve birliği geliştirme mecburiyeti bulunduğunu önemle ve özellikle ifade etmek isterim.
Önümüzdeki süreç, en küçük bir çatlağın varlığına dahi olanak tanınmaması gereken , birlik ruhunun ve bu ruhtan yayılan bir sinerjinin en üst düzeyde hissedilmesinin sağlanması gereken bir dönemdir.
Vatandaşı olan ülkenin Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi garabet bir kurumdan borç alarak boynuna kontrol tasması takmasını ısrarla öneren, vatandaşları arasındaki dayanışmayı tesis etmek ve güçlendirmek için ilan edilen yardım kampanyasını devlet ve hükümet düşmanlığına dönüştüren, devlet başkanı güç durumda kalsın diye virüs salgınını kasten yayabilecek bir zihniyete dahi rahatlıkla ulaşabilecek olan, ülkesinde okunan dualardan rahatsız olacak kadar ülkesine , geçmişine ve komşularına yabancılaşmış, ülkesi başka bir ülkeyle savaşa girse düşmanı destekleyeceğini açıklayacak kadar adileşmiş, kendi devletini ve hükümetini yabancı devletlere ve güç merkezlerine şikayet ederek iç siyasetin şekillenmesinde onlardan medet umacak kadar vasıfsız ve karaktersiz bir siyaset anlayışına sahip olan, terörist ile arasında farklılaştıran bir çizginin olup olmadığı dahi anlaşılamayan, devleti ve milleti dış destekli darbe ve KAOS tehdidi ile hizaya getirmeye çalışan, yabancı ülkelerin gizli servisleriyle tertip ve tezgahlar peşinde koşan, ülkesinin ekonomisinin bozulması için her türlü manipülasyonu ve algı operasyonları tertip eden, kurduğu televizyon kanallarından sabah- akşam yalan ve kurgu haber pompalayan, ülkesinin gelişmesi noktasında atılan her stratejik adımı iftira ve kumpas sarmalında engellemeye çalışan ve kısaca ne idüğü belirsiz işbirlikçi, güdük beyinli , bağnaz, dinsiz – putperest karışımı, Müslüman ve Türk düşmanı (vs.) bir kitleye karşı AMANSIZ BİR SİYASİ MÜCADELE yürütülmesi gerekmektedir.
Bir köyü bile huzur ve güvenlik içinde yönetmekten aciz olan bu kitlenin ; kiyayetsiz, zübük, sümsük temsilcilerine bu ülkenin teslim edilmesi durumunda, oluşacak karanlıktan çıkabilmemizin mümkün olmayacağı ve tam ayağa kalkmışken, sırtına büyük bir bıçak saplanan kişi konumuna düşeceğimizi ihtiyaten ifade etmek isterim.
Yaşayacağımız siyasi bir olumsuzluk ve bu çerçevede oluşacak bir FETRET DEVRİ ; savunma sanayi yatırımlarımızın tamamen çökmesine ve engellenmesine, askeri stratejilerimizin çöp haline gelmesine, ordumuzun- güvenlik güçlerimizin ve istihbarat teşkilatımızın stratejik açıdan ele geçirilip gizli oluşumlarımızın deşifre edilmesine, Kıbrıs - Akdeniz ve Ege Denizindeki egemenlik haklarımızın peşkeş çekilmesine, Suriye ve Irak coğrafyalarından çekilmek suretiyle ülkemizin işgale ve bölünmeye açık hale getirilmesine, devletimizin her noktadan küresel güçlerin emrine girecek şekilde bağlanmasına, Nükleer Santral Yapma- Altın çıkarma – Kenevir Üretme- Kanal İstanbul- Tıbbi Yatırımlar- Yerli Otomobil gibi onlarca stratejik girişiminin ve yatırımın akamete uğramasına, Turan coğrafyasının – Balkanların- Kafkasların ve ulaştığımız tüm kardeş coğrafyaların dayanaksız kılınmasına, Türk Birliği ufkumuzun akamete uğratılmasına ve kısaca ekonomik, askeri ve siyasi açıdan telafisi olmayacak şekilde gerilememize neden olacaktır.
Bu duruma neden olacak her bireyin ise, gerek bu dünyada ve gerekse ahir hayatımızda bu sonuç için vereceği manevi bir hesap ve yaşayacağı büyük bir pişmanlık olacaktır…
Kutlu geleceğimize uzanan yolda tedbir, gelecekte değil ; şimdi alınmalıdır...
SEDAT ÇETİNKAYA
.İMAN BİLİNCİ IŞIĞINDA YAKLAŞMAKTA OLAN GÜNE VE MÜCADELEYE BİR BAKIŞ…
Ondan başka hiçbir şey yoktu.Tam bir yokluk hali söz konusuydu. Madde, zaman, mekan ve ışık dahi mevcut değildi.Ancak hiçbir şey yok iken, varlığı hiçbir şeye ve sebebe bağlı olmaksızın kendiliğinden var olan, doğmamış ve doğurulmamış, ortağı, eşi ve benzeri olmayan, her türlü eksiklikten uzak , sonsuz ve mutlak bir kudretin sahibi olan bir varlık vardı. O varlık sahip olduğu mutlak güce ve kudrete rağmen, sonsuz bir merhametin ve tarifsiz bir asaletin sahibiydi. O gerçek ve sınırsız bir ilmin ve dizayn kudretinin de malikiydi. Sıcağın içine dondurucu soğuğu, acının içine neşeyi, umutsuzluğun içine umudu, yokluğun içine varlığı, hastalığın içine şifayı , ölümün içine yaşamı sokabilen ve hülasa tüm zıtlıklar içinde düzen kurabilme kudretine sahip mutlak bir gücün ve mükemmelliğin yegane temsilcisiydi. Onun, bir şeyin var olması için sadece “ol” demesi yeterliydi. İşte bu sonsuz kudret sahibi varlık , tıpkı bir babanın çocuğunda kendisini seyretmek istemesi gibi bir istekle, kendisine ait her güzelliği, her sıfatının değişik görünümlerini sonsuz bir değişim içinde bir süre için görmek istedi ve tabiri hoş görünüz bir anlık bir düşünce ile var edeceği her şeyi, mutlak kudretiyle yaratmaksızın tasarladı ve bu tasarımının enerji boyutunda ve korunmakta olan bir levha üzerine kaydedilmesini sağladı. Bu kayıt, ismine kader denilen ve tasarımın bozulacağı zamana kadar (kıyamet günü ) yaşanacak herşeyi ve buna ilişkin gerçekliği içeren bir bilgiden ibaretti. Ancak bu tasarımda bir varlığa özel bir yer açtı ve kulu olan o varlığı, kuracağı sistemde kendisinin vekili olarak görevlendirmeye karar verdi. İşte bu aşamadan sonra “ol” dedi ve tüm ilmi aşamalarıyla ve hiçbir varlığın dahli olmaksızın bildiğimiz ve bilmediğimiz boyutları ve içeriğiyle kainatı yarattı.. Ve yaratılmış bir durum olan zamanın, kendisini sınırlamadığı o yüce yaratıcı, tasarımının özel bir ürünü olan İnsan isimli varlığı Adem ismiyle fiilen yarattığında ise olanlar oldu. İrade sahibi kıldığı Cinlerin temsilcisi olan Şeytan, insana karşı üstünlük iddiasında bulunma cüretini gösterdi ve o yüce yaratıcıdan bu husustaki iddiasını ispat için mühlet istedi. Ve böylece yüce yaratıcı, ilahi kudretinin bir gereği olarak yaşanacak olanları bilmekte olduğundan, yaratmış olduğu insan ruhlarından söz almış olduğu için Şeytan isimli Cin’i huzurundan kovmakla birlikte, Şeytan tarafından ortaya konan irade karşısında , İnsan ile Şeytan arasındaki mücadelenin başlamasına da izin vermiştir. İşte belirlenen müddet olan ve yüce yaratıcımızdan başka hiçbir yaratılmışın kalmayacağı yok oluş anına kadar bu mücadele devam edecektir. Bu mücadele insan için ; HAK ve BATIL, İMAN ve İNKAR, GÜNAH ve SEVAP, İYİ ve KÖTÜ mücadelesi OLDUĞU KADAR , ALLAH'I HAKLI ÇIKARMA MÜCADELESİDİR...
Ancak insana nazaran sınırsız bir etkinliğe sahip olan Şeytan karşısında kendisine sığınan insanı tek başına bırakamayan yüce yaratıcımız, peygamber ismini verdiği ve içimizden seçtiği görevlilerle ; varlığını, bizi ve evreni neden yarattığını, varlığına verdiğimiz sözü, bir imtihanın ve kıyamet isimli nihai bir sürenin söz konusu olduğunu, emirlerine uymamız gerektiğini, ölümün ve yeniden dirilişin mevcut olduğunu, iyi ve kötü tüm faaliyetlerimizden dolayı hesaba çekileceğimizi, bu işin sonunda Cennet ve Cehennem şeklinde iki seçeneğin mevcut olduğunu biz insanlara hatırlatmış, defaatle ve şiddetle uyarılarda bulunmuştur.
Oysa insan ; varlığını ALLAH ismiyle tanımlayan herşeyin gerçek sahibi olan yaratıcımızın, kainata rahmet olarak göndermiş olduğu son temsilcisi Hz.Muhammed Sav. efendimizi ve Allah’ın insanlara uyarısının son hali olan Kuran-ı Kerim’i bir tarafa bırakarak, görmezden gelerek, Şeytan’la işbirliği içinde Allah’ı inkar etmeyi, akıl dışı yaklaşımlarla ona ortaklar koşmayı, onun emirlerinin değiştirilmiş ve hükmü ortadan kaldırılmış şeklini içeren kitaplara inanmayı sürdürmeyi kendisi için uygun görmüş bulunmaktadır. Ortada Allah tarafından gönderilen ve hiçbir değişime uğramadığı ve uğramayacağı mutlak olarak bilinen ve bildirilen Kuran-ı Kerim varken, insanın düştüğü durumun tanımı ise tam bir aptallık ve sapkınlıktır…
Oysa insan başını kaldırıp evrene baktığında ve sadece görebildikleri ve ilmen tespit edebildikleri anlamında, dehşet verici bir büyüklüğün içindeki aciz bir varlık olduğunu görebilecek, yaşamın manasını ve yaşam içinde kendisine sunulan konumu anlayabilecek, yaratılmışlar üzerinden Allah’ın kudretini seyredebilecek ve geleceğin onun için hazırladığı neticenin tahayyülünü yapabilecektir. İnsan kendi varlığına baktığında ise ; acı çeken, üzülen, sevinen, mutlu olan, düşünen, hisseden, değerlendirebilen, geçmişe, hatıralara ve gelecek tahayyülüne sahip olan bir varlık olduğunu ve biyolojik olarak canlı hücreler bütünü olmanın dışında tanımlanabilmesi imkansız olan ancak çok nitelikli bir yapıya ve kapasiteye sahip olduğunu fark edebilecektir. Ancak insan ; nasıl bir bağnazlığın ve akıl tutulmasının, bu yapının yaratıcısını inkar etmeye ve onun emirlerine karşı gelmeye yönelttiğinin cevabını ise veremeyecektir. Çünkü kendisini kandıran Şeytan’ın ve yardımcılarının farkında bile değildir. İnsan o kovulmuş Şeytan’ı bir hayal ürünü, sanal bir efsane , Elm Sokağı Kabusu’ndan bir enstantane sanmakta ya da öyle davranmaktadır.
İşte içinde bulunduğumuz an da bu gerçeklikten uzakta değil, bu gerçekliğin tam merkezinde bulunmaktadır. Bizler Allah’a , kulu ve resulü olan Hz.Muhammed’e ve apaçık bir mucize olan Kuran-ı Kerim’de bize bildirilen gerçeklere inanmadan ve bu gerçeklikten tecelli eden çizgi dahilinde mücadele içinde bir yaşam sürmeden, kurtuluşa yani imtihandan başarı ile çıkarak ebedi bir lütufla karşılanacağımız noktaya eremeyiz. İnandığını söyleyen hiçbir insan ; Allah’ın , peygamberinin ve insanlara göndermiş olduğu emirlerin karşısında saf tutarak, şeytanla işbirliği yaparak, şeytanla işbirliği yapanları destekleyerek, oy vererek, müslümana yapılan zulme ortak olarak ya da alkış tutarak, hangi nedenle olursa olsun Müslüman kardeşini dışlayarak, ağzıyla olması bile fiilen Allah’a ortak koşarak, Allah’ın vasıflarını yok sayarak, Allah’ın peygamberinden sadır olan hadisleri inkar ederek, dinin emirlerini işine geldiği gibi yorumlayarak, düzeysiz beyin faaliyetleri ve yetersiz ilimle çıkarımlar yaparak ya da bunları yapanları alkışlayarak DOĞRU BİR YOL üzerinde olduğunu iddia etmek suretiyle kendisini kurtaramaz. Karşısında kandırabileceği aciz bir merci değil, insana şah damarından daha yakın olan, mutlak adalet ve kudret sahibi ALLAH vardır…
Şeytan, dahi Allah’ı inkar eden bir varlık değildir, tövbe etmek için ise kıyamet öncesindeki bir fırsatı kollamaktadır. Ancak insan , tüm uyarılara rağmen, kibri ve düşüncesizliği ile yaratıcısı olan Allah’ı inkar edebilecek kadar zavallı duruma düşebilen, Allah’ı kıyamete zorlamak suretiyle mutlu olabileceğini düşünecek kadar zevzek bir düşüncenin peşinden gidebilen ve bu yolda her türlü adiliği yapmayı göze alabilen bir varlıktır. İnsan, Allah nezdindeki en kıymetli meleklerden çok daha üst seviyeye çıkabilen ve Allah’ın vekili sıfatıyla evrende tasarruf edebilen bir varlık seviyesine yükselebileceği gibi Tin suresinde ifade bulan şekliyle “esfeli safilin”e ( aşağıların aşağısı – hayvandan da daha aşağı) değin de düşebilen bir varlıktır.
Kıymetli dostlarım, ne olacağımıza biz karar vereceğiz. İMAN BİZİM İÇİN EN BÜYÜK NİMETTİR. MÜCADELE İSE ; İMAN ATEŞİNİ YAKAN VE CANLI TUTAN İLAHİ BİR ATEŞTİR. GERİSİ İSE YA İMAN NURUYLA VE İLAHİ RAHMETLE CENNETTE AÇAN BİR ÇİÇEK YA DA CEHENNEM ATEŞİYLE YANARAK YOK OLACAK BİR GÜNAHTIR…
BEKLENMEKTE OLAN GÜN DE MÜCADELE DE LİDER DE YAKLAŞMAKTADIR…
ALLAH’IN ACİZ, VASIFSIZ, GÜNAHKAR ANCAK ALLAH’I KARŞISINA ALANLARA KARŞI MÜCADELE BAYRAĞINI YİNE ALLAH C.C. HAZRETLERİNİN LÜTFUYLA HİÇBİR ZAMAN İNDİRMEME AZMİNDEKİ KULU SEDAT ÇETİNKAYA…
.DOLAR- ALTIN VE COVİD-19 ÜÇLÜSÜ IŞIĞINDA, TÜRKİYE VE DÜNYA EKONOMİSİ UFKUNDA GÖZE ÇARPAN GERÇEKLER…
İçinde bulunduğumuz an itibariyle ve kısıtlı da olsa, dünya geneline yayılmış bulunan Covid-19 salgınıyla ilgili olarak AŞI VE İLAÇ çalışmaları devam etmektedir. Şuan devletlerin yaptığı şey ; virüsün yayılma hızını yavaşlatacak tedbirler almak ve böylece hem sağlık kuruluşlarının limitlerini zorlamadan çalışmalarına imkan tanımak hem de aşı ve ilaç konusunda yaşanacak gelişmeler için ZAMAN KAZANMAKTIR. İlacın bulunmadığı bir ortamda , tam karantina uygulamaları yapılmadan virüsün yok edilmesi tıbben imkansızdır ancak bu tür uygulamalara başvurulsa dahi sonucun garanti edilemeyeceği de ortadadır. Oysa bir ülkede, TAM KARANTİNA gibi bir durumdan bahsedilebilmesi de MÜMKÜN DEĞİLDİR. Çünkü çok yönlü karakteriyle devam eden bir YAŞAM ve gıda başta olmak üzere karşılanması gereken HAYATİ İHTİYAÇLAR bulunmaktadır.
Bu bağlamda yapılması gereken şey, virüsün yayılma hızını yavaşlatacak tedbirleri almak, sadece kendimize güvenerek aşı ve ilaç çalışmalarına hız vermek ve muhtemel sağlık tedbirlerini üst seviyeye çıkarmaktır ki ülkemizin büyüklüğü ve nüfusu dikkate alındığında, bu hususun büyük bir başarıyla uygulandığını söyleyebilmek de mümkündür. Önümüzdeki sürecin ülkemiz açısından yaz ayı olması nedeniyle, virüsün yayılma hızı da kendiliğinden ve ciddi bir şekilde düşecektir.
Bu arada bu VİRÜSÜ ORTAYA ÇIKARIP YAYANLAR ile mücadele ettikleri ABD DERİN DEVLETİ VE YANDAŞLARI arasında büyük bir çekişmenin ve restleşmenin olduğu da gören gözler nezdinde aşikardır. Söz konusu virüsün zaten var olan ilacının bulunduğu hususu ise , yakın bir süreçte ve bağlantılı oldukları bir noktadan ilan edilerek , BEKLENEN İLAÇ YA DA AŞI PİYASAYA SÜRÜLMEYE BAŞLANACAKTIR. Zira küresel para baronları, borsalar üzerinden yeteri miktarda kazanç ve olanak elde ettikleri gibi oluşturmak istedikleri GELECEĞE İLİŞKİN DÜZEN İÇİN GEREKLİ ALTYAPI VERİLERİNİ de elde etmişler, dünyaya nasıl diz çöktüreceklerini de göstermişlerdir. Bu sürecin dünya ekonomisinin ve insanlığın kaldıramayacağı şekilde uzaması, KENDİLERİ AÇISINDAN DA YAŞAMSAL SIKINTILARIN DOĞMASINA neden olabilecek bir içeriği bünyesinde barındırmaktadır. Dolayısıyla SON ZORLAMALAR YAPILDIKTAN SONRA , geçici de olsa bir uzlaşma zemininin doğacağı kanaatini taşıdığımı ifade etmek isterim.
İşte bu noktada ÜLKEMİZ AÇISINDAN ÖNEMLİ OLAN HUSUS, üretimini durdurmadan ve ani üretim artışlarına hazır bir şekilde bekliyor olmayı başarabilmektir. BU BİLİNÇ, önümüzdeki süreçte ve kısa bir zaman zarfında BÜYÜK BİR ATILIM yapabilmemize ve KÜRESEL BİR EKONOMİK GÜÇ olarak yükselmemize imkan verecek olan AKLI ve İRADEYİ temsil etmektedir. Biz de küresel para baronlarının kendi planları için ihtiyaç duyduğu süreyi, kendi hazırlığımız için kullanma olanağını oluştururken, gücümüzü de zirveye çıkarmanın gayreti içinde olmalı, İÇİMİZDEKİ İŞBİRLİKÇİ HAİNLERİN ALGI OPERASYONLARININ SÜJESİ OLMAKTAN KURTULMALIYIZ...
Diğer taraftan yaşananların ve gelişmekte olan dijital dünyanın DÜNYAMIZI SÜRÜKLEYECEĞİ SONUCU ŞİMDİDEN GÖREREK , Türk Lirası’nı elektronik bir para haline getirmeyi ve nakit para kullanımını ortadan kaldırmayı hızlı bir şekilde gerçekleştirmemiz gerektiğinin farkına varmalıyız. KISACA BELİRTMEK GEREKİRSE BAĞNAZ BİR ZİHNİ TUTUMDAN KURTULARAK VE GELECEĞİ GÖREREK,KENDİ SANAL PARAMIZI OLUŞTURMALI VE HAKİMİYET ALANLARIMIZI GELİŞTİRMELİYİZ...Aksi takdirde dünya nezdinde Dolar hakimiyetini bitirerek, kendi kontrollerindeki küresel sanal parayı hakim kılacak olanların bir FİGÜRANI olmaktan kurtulamayacağımızı unutmamamız gerekmektedir.
Yine bu noktada GERÇEK VE TÜZEL KİŞİLERİN DÖVİZ İHTİYAÇLARINI, merkezi bir sistemle ve ödeme kartları üzerinden anlık olarak karşılayacak ELEKTRONİK VE SANAL BİR ÖDEME YAPISI KURARAK, bankalarda ve merkez bankasında döviz rezervi depolama anlayışını da sona erdirmeliyiz. Böylece KUR SPEKÜLASYONLARININ ZEMİNİNİ ORTADAN KALDIRIRKEN , döviz rezervimizin çok büyük bir bölümünü, ileride çok daha kıymetli hale dönüşecek olan ALTIN VE DİĞER KIYMETLİ MADENLERE yönlendirebilme imkanına da kavuşmuş oluruz. Ayrıca böylece oluşan döviz talebini her daim karşılayacak bir arz mekanizmasına ulaşmamız nedeniyle bir döviz sıkıntısına girmemiz de ASLA SÖZ KONUSU OLMAYACAKTIR.
Diğer taraftan ; YENİ, GÜVENİLİR, KARŞILIĞI OLAN , sadece uluslararası ticarette veya kabul eden ülkeler arasında yerel olarak da kullanılabilecek olan bir sanal paranın, BU AMAÇLA BİR ARAYA GELEN DEVLETLER TARAFINDAN , ortak bir kontrol mekanizması dahilinde oluşturulması ve tedavülünün sağlanması da mümkündür. Böylece küresel bir baskı aracı ve silah olarak kullanılan Dolara ihtiyaç ortadan kaldırılacağı gibi karşılıksız bir parayı elde tutma riski de bertaraf edilmiş olacaktır.Ayrıca küresel para baronlarının oluşturmaya ve kontrolünü ele geçirmeye çalıştığı sanal para kullanımı da olması gereken şekilde tedavüle sokulan sanal para nedeniyle BERTARAF EDİLMİŞ OLACAKTIR. Bu noktada ve her halükarda ülkemizin ciddi miktarda altın rezervine sahip olması gereğinin bulunduğu ortaya çıkmaktadır. ALTIN'I ŞİMDİ SATIN ALAN ÜLKELER , gelecekte satın alacak olanlardan ciddi şekilde avantaj sağlayacaktır ve bu avantaj, altın başta olmak üzere TÜM KIYMETLİ MADENLER açısından da söz konusu olacaktır. Bu bağlamda ÇİN ve RUSYA'nın, ciddi altın yatırımlarının gözden kaçırılmaması ve amacın mahiyetinin idrak edilmesi gereği bulunmaktadır.
Dolayısıyla GELECEĞİ GÖREN DEVLETLERİN ve büyük finans kuruluşlarının , bir süre sonra hiçbir kıymeti harbiyesi kalmayacak ve zarar ettirecek olan Dolar’ı bir yatırım aracı olarak görmekten vazgeçerek, kıymetli madenlere yönelmesi akılcı bir ekonomik yaklaşım olacaktır. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın da bu bağlamda 150 ton altın almasının, bu anlayışın bir ürünü olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Ancak Bankaların DÖVİZ MEVDUAT HESAPLARINDA 210-220 milyar Dolar döviz bulunduran vatandaşlarımızın ve şirketlerin bu zihniyeti karşısında, bu ülkenin yöneticilerinin başardıklarını TARİHİ VE HAYATİ BİR BAŞARI olarak değerlendirmek mümkündür. Vatandaşları akılsız, bilinçsiz ve bilgisiz olan bir toplum ; devletine, kendisine ve geleceğine ancak bu şekilde zarar verebilir ki bizim de bu konuda tarihe geçecek bir başarıya sahip olduğumuz da tartışmasız bir biçimde ortadadır. İhtiyacı olanlar dışındakilerin Dolar satarak altın almaları durumunda ; Doların değeri düşer, ülkece zenginleşiriz ve aynı zamanda talep nedeniyle altınımızın değeri yükselir yine zenginleşiriz. Ayrıca altınımızı kullanarak, devletimizin borç ihtiyacını ya da ülkemizin finansman ihtiyacını da karşılayabiliriz. Ayrıca DEĞERİNİ BİZİM BELİRLEMEDİĞİMİZ BİR KAĞIT YERİNE elimizin altında bulunan ve dünyanın her yerinde benzer bir değere sahip olan bir yatırım nedeniyle dış riskleri de ortadan kaldırmış oluruz…
Üretim, doğru yatırım ve istikrarın, geleceğimizi şekillendirecek üç gerçekçi kavram olduğunu asla unutmamalı ve bizi bu gerçeklikten koparacak IMF ve CHP gibi hayali ve işbirlikçi odaklardan uzak durmayı ve CUMHUR İTTİFAKI’na mutlak bir desteği ilke edinmeliyiz…
| | |
Yoksa en basit bir cismin dahi tesadüfen ve kendiliğinden oluşma ihtimali sonsuzda sıfırken, bir madde yığınından ibaret olan dünyadaki yaşamın, mükemmelliğin ve zeka- muhakeme ve irade sahibi olan insanın, evrimsel bir süreçle yaratıldığını düşünecek kadar ilkel bir düşünceye mi sahipsin