 |
|
|
 |
 |
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
 |
 |
|
|
 |
.
.
Gözüm bir şey görmez
|
Derdim çoktur, inliyorum,
Dostlarımı ünlüyorum,
Ben kendimi dinliyorum,
Kimse dilim bilmez benim.
Konuştuğum kuş dilidir,
Öz vatanım dost ilidir,
Topladığım dost gülüdür,
Asla gülüm solmaz benim.
Dostum bana gelsin demiş,
Şu kadehi alsın demiş,
Kadehte ne varsa içtim,
Artık gönlüm ölmez benim.
Hem zahirde, hem bâtında,
Noksan olmaz sanatında,
Bildim artık Hak katında,
Sözüm geri kalmaz benim.
Buldum artık sonsuz hayrı,
Yunus olmaz ondan gayrı,
Bir zerrece Hak’tan ayrı,
Gözüm bir şey görmez benim
.
Canlar feda yoluna
|
Canlar feda yoluna,
Bu can kaygısı değil.
Sen can gereksin bana,
Cihan kaygısı değil.
Canlar içinde cansın,
Bize iki cihansın,
Hem din ile imansın,
İman kaygısı değil.
Yaramı yuyup sildim,
Yaram kimdendir bildim,
Bendeki yâr kaygısı,
Yaram kaygısı değil.
Derman ola mı bana,
Derdim benim kim ona,
Dertli varayım sana,
Derman kaygısı değil.
Ummanlara dalmışım,
İnci mercan bulmuşum,
Cevher olup gelmişim,
Umman kaygısı değil.
Dendi Yunus Emre’ye,
Kervan yok sen nereye?
Ben eriştim menzile,
Kervan kaygısı değil.
.
Gelir
|
Bu aşkın ateşiyle,
Gözlerden kan, yaş gelir.
Kavrulur yanar yürek,
Bu hâl bana hoş gelir.
Yanmakta imiş hayat,
Ruhum, nefsime dayat!
Dosta ettiğim feryat,
Münkirlere taş gelir.
Aşkımı yoktur bilen,
Hâlime bakıp gülen,
Sevgidir Hak’tan gelen,
Bu halka göz, kaş gelir.
Yunus öğren özünü!
Dostuna aç gözünü!
Uygun söyle sözünü!
Sultana güneş gelir.
.
|
|
|
.
.XXXXXXXXXXXXXXXX
A. VAHAP AKBAŞ (D. 1954 – … ; Eğitimci, edebiyatçı)
GAZEL GİBİ
Ezel ebed arası, mahya aydınlığında ezberledim Seni.
Kubbeleri okşayan tekbir seslerinde yuğdum Seni.
Yunus’tan güller diktim yolunun kıyılarına,
‘Ol kumru bülbüller ile’ duydum Seni.
Elif lam mim ile, dua ve amin ile,
Doruklarda gönlüm, ta doruklarda gördüm Seni.
Bir berrak vecd saatinde surelerle sulayıp,
Aşk ile çile bahçelerinden devşirdim Seni.
Soyut güzelliğini topladım mısra diplerinde,
Bir ter ü taze şi’rin imbiğinden süzdüm Seni.
ABDURRAHİM KARAKOÇ (D. 1932 – Ö. 2012; Şair)
MÜNACAT
Elimizden, dilimizden,
Bizi Sen kurtar Allah’ım.
Azad eyle bizi bizden,
Bizi Sen kurtar Allah’ım.
Şer mülküne açtık hasır,
Sırtımızda günah, kusur,
Nefsimize olduk esir,
Bizi Sen kurtar Allah’ım.
Menfaat başımızda taç,
Gözümüz aç, gönlümüz aç,
Aklımız törpüye muhtaç,
Bizi Sen kurtar Allah’ım.
Yığınlara ‘umut’ olan,
Bir acayip karayılan,
Gideni aratır gelen,
Bizi Sen kurtar Allah’ım.
Mücahit cihadı bilmez,
Akıncı firardan gelmez,
Dağıldık, toplayan olmaz,
Bizi Sen kurtar Allah’ım.
Kula kulluk eylemekten,
Ayıya dayı demekten,
Yağ çekip, haram yemekten,
Bizi Sen kurtar Allah’ım.
Hedefimiz ne sağ ne sol,
Muhammed yoludur hak yol,
Rahmetin bol, şefkatin bol,
Bizi Sen kurtar Allah’ım.
ADEM KONAN (D. 1964 – … ; Eğitimci, şair)
MÜNACAT
Söndü bütün ışıklar,
Ya isyandır tuttuğum ya nisyan,
Daha bilmedim şunu;
Belii diyen ırak olur beladan.
İstemeyi bilmedim.
Boynum büyüdükçe korktum gölgemden,
Şimdi ne yol ne yön kaldı,
Kaybolmuş bir gemiyim ben.
Nice kapılardan geçtim.
Alnıma sürüldü bir kurban kanı,
İçimden neler geçti; ne kötü düşünceler,
Vurup çalkanı çalkanı!..
Söz dağıldı.
Dünyanın direği çöktü.
Harap şehirlerde dolaşıyorum.
Künyemde Senin adın,
Yalnızım!
Zulme uğramışlardanım.
Bir oyun bildim dünyayı,
Gafletin getirdiği kuyu kenarındayım,
Ne dermanım kaldı Sana gidecek;
Ne duracak kararım…
Zulme uğramışlardanım.
Yalnızım!
Bilmem hangi mekândayım… Sesim nerde?
Çevrem yine sütlimanı?
Ya bir dal kırılır tutsam ya gönül,
Böyle başım belada.
Döker saçarım sözü.
Bir ses ver bana bir ses,
Göğe açık kapılardan.
Ya bir su… Ya bir duman…
Ya bir rüzgâr olmalıydım Sana doğru yollanan.
Mülkünde sözü geçmeyen bir garip sultanım ben,
Sana yönelecek gücü Sende arayan,
Bir ruh-ı revan…
Şimdi bir ağacım ben.
Dalını, yaprağını poyraz alıp götüren.
Adım-gölgem yok artık.
İçimde çığlığı var talan olmuş kuşların,
Bilmem nasıl ulaşılır gönül yurduna?
Eteğinden tutuyorum okumuşların!..
Ya bir su… Ya bir duman…
Ya bir rüzgâr olmalıydım Sana doğru yollanan.
Sözümün geçmediği bir mülke sultan oldum.
Yılanlar geziyor uykularımda,
Bayrağım yerde geziyor.
Bozguna uğradı ordum!
Kaybettim verdiğin güzellikleri,
Açıldı kapısı kötülüklerin,
Dost aradım ellerinden tutacak;
Kendimi taşımaktan eğildi kemiklerim!
Söndü bütün ışıklar…
İçime bir gül düştü.
Gül düştü ve aydınlattı çevremi…
Ve bildim;
Senden başka varılacak kapı yok!
Yıktım bütün köprüleri.
Bir su gibi dolanarak büklüm büklüm,
İşte kapına döküldüm,
Senindir söz ve hüküm!
Ey Sahibim!
Kimim var Sen’den başka iki cihanda kimim!
İşte kapına geldim.
Aç gözümü,
Beni doyur ve öğret!
Cahilim!
Ey Rahman ve Rahim olan!
Bağışlayan!
Sana döndür… Yürüt beni!
Bekliyorum kör-kötürüm,
Her şeyim Sana ayan…
Unuttum bildiklerimi…
Yeniden,
Ve yeniden kurdum söz çadırını…
İstemek aczimdendir,
Vermek Senin şanından…
Senindir,
Söz de, hüküm de Senin!
Ey en hayırlısı sevgililerin!
Elhamdülillahirabbilalemin!
AHMED KUDDUSİ (D. 1769 – Ö. ? ; Mutasavvıf, şair)
SANA YALVARMADAN GAYRI
Benim yok şuğlüm ey Mevla, Sana yalvarmadan gayrı.
İlacı bulmadım asla, Sana yalvarmadan gayrı.
Kesel deryasına daldım, gemiyi engine saldım.
Necat olmadığını bildim, Sana yalvarmadan gayrı.
Gönül ağyarı terk etmez, Sana ikbal edüp gitmez.
Ben anladım işim bitmez, Sana yalvarmadan gayrı.
Günahım gerçi gayet çok, velakin rahmetin artuk.
Elimde bir vesilem yok, Sana yalvarmadan gayrı.
İrüp maksuda gülmedim, visale nail olmadım.
Bu derde çare bulmadım, Sana yalvarmadan gayrı.
Benim halimi kim bile ki rahm idüp kerem kıla,
Çalıştım bulmadım hile, Sana yalvarmadan gayrı.
CÜRMÜM İLE GELDİM SANA
Ey rahmeti bol Padişah, cürmüm ile geldim sana.
Ben eyledim hadsiz günah, cürmüm ile geldim sana.
Hadden tecavüz eyledim, derya-yı zenbi boyladım.
Malum sana ki ben neyledim, cürmüm ile geldim sana.
Senden utanmadım heman, ettim hata gizli ayan.
Urma yüzüme el’eman, cürmüm ile geldim sana.
Aslım çü bir katre meni, halk eyledin andan beni.
Aslım deni fer’im deni, cürmüm ile geldim sana.
Gerçi kesel fısk u fücur, ayb-ı zelel çok hem kusur,
Lakin senin adın Gafûr, cürmüm ile geldim sana.
Zenbim ile doldu cihan, Sana ayan zahir nihan.
Ey lutfu bi-hadd Müsteân, cürmüm ile geldim sana.
Adın senin Gaffâr iken, ayb örtücü Settâr iken,
Kime gidem Sen var iken, cürmüm ile geldim sana.
Hiç Sana kulluk etmedim, rah-ı rızâna gitmedim,
Hem buyruğunu tutmadım, cürmüm ile geldim sana.
Bin kere bin ey Padişah, etsem dahi böyle günah,
“Lâ-taknetû” yeter penâh, cürmüm ile geldim sana.
İsyanda Kuddûsî şedid, kullukta bir battal pelîd,
Der kesmeyip senden ümid, cürmüm ile geldim sana.
AHMET EFE (D. 1886 – Ö. 1955; Halk ozanı)
BAĞIŞLAR MISIN?
Can yurduma nefsimin padişah olduğunu,
Günahımla gündüzün simsiyah olduğunu,
Şu lisan-ı halimin hep eyvah olduğunu,
İtiraf etsem sözün ah u vah olduğunu,
Bağışlar mısın?..
Aczini ikrar edip yollarına düşersem,
Zikrini tekrar edip dağlarını aşarsam,
Sevdiğini yar edip kollarına koşarsam,
Bin bir günaha rağmen ümidinle yaşarsam,
Bağışlar mısın?..
Toprağından sökülmüş bir al lale yüreğim,
Bilmem ki dayanır mı bu melale yüreğim?
Düşmüş ömrü boyunca kıyl u kale yüreğim,
Kendi de şaşırmakta iş bu hale yüreğim,
Bağışlar mısın?..
Hicran ile yüreği kan ağlayan gülünü,
Özünde sevda odu tutuşturan külünü,
Her seher çılgın gibi çırpınan bülbülünü,
Şu zavallı, çaresiz ve şu mücrim kulunu,
Bağışlar mısın?
AHMET TEVFİK OZAN (D. 1953 – … ; Tıp akademisyeni, Şair)
MÜNACAT
Ya İlahi ve Ya Rabbi! Sema, nur!
Ne yıldızlar, ne zerreler; habersiz
İsmin söyler, şanın yazar… Okunur!
Semavatta, kim demiş ki deveran,
Ve hareket, zerrenin bir anlık titremesi!
Senin iznin olmadan gerçekleşsin, ne tuhaf!
Kayan yıldızlar bile, izninle zaman zaman…
Yıldızlar, rüyalar gibi nazenin,
Işık ışık bir tebessüm, bir lahza
Bir şeyler söylüyor gibi gecede…
Ah bir gözüm görse, kulağım duysa!
Ey zemin ve gökleri yoktan yaratan Rabbim!
Ufkunda seyyareler, fezanın nokta nokta…
Hayal meyal seçilen uzak şehirler gibi
Işıklara boğulmuş bir şeyler var ufukta.
Aksa gözlerimden diyorum Dünya,
Tenim zerre zerre savrulup uçsa…
İşte ölüm geldi, gördüm ve bildim!
İlk uç nerelerde, bu hal son uç’sa?
Yağmurlar yağarken, kar savururken,
Aç, bi-tab topraklar “Hayy” ismine ram!
İlk müjde, belki de daha erkenden,
İlk kar çiçekleri görmemek haram!
Gördüm, bildim artık gözlerim nemli,
Her bahar, karların altında ölü.
Toprak, bir denize nur düşmüş gibi,
Renk renk çiçeklerle rakseder durur.
“Hayy” ismi tecelli eder, örtülü!
Seyreden gözlerde bir damla yaştır.
Ve bir salavattır “Kainat Gülü”…
Bir acaip mahşer, şimdi hayalde
Titrek dudaklarda korku ve sukut…
Ayrı yerde tenler, ruh başka yerde..
Yalnızca katında müjde ve umut!
Günahlar diz boyu, bir ateş gölü…
Dokunduğu her yer erimiş demir…
Kor ateşe karşı Rabbimin Gülü
Bir buzdan sarayın içinde midir?
Gökler, feza, zemin bir cam kadehte,
Nurunla can bulan kat kat bir deniz…
Sahi, eksilen ne en son nefeste?
Cesetler yerdeyken, bizler nerdeyiz?
Ey Halık-ı Rahman, ey Rabb-i Rahim!
Ölü topraklara nurun düşünce,
Ten bulan ruhların en acizi biz!
Ecel rüzgârın savurduğu toz,
Ak olup saçlara bir bir düşünce,
Bir düşünce alır, insanı sessiz…
Şu tohumlar, çiçekler, aslı bir, evveli bir!
Renk renk ışıklar gibi düşünce kudret eli,
Topraklardan fışkıran bin bir renk, bin bir eda,
Her biri ayrı dünya… Ne tuhaf… Ne demeli?
Ey Malik-i Yevmiddin! Ey o günün sahibi!
Günahım, aczim bildim; belki dünyalar kadar…
Varsa bir güzellik ruhumda, Sensen!
En gerçek bildiğin dostlar yanımda,
Yalnız mesafemiz rüyalar kadar…
Mümkün mü, mümkün mü, billah inanmam!
Ezeli ebedi bir dost olsun da…
Dostun köleleri ölümlü olsun!
Dünyada bülbüller güle doysun da…
Nura aşık güller, örtülü olsun!
İnandım, inandım; ezel, ebed hak!
Bildim, ecel; bir tebdil-i mekandır…
Ey Kadir-i Kayyum… Ey Rabb-i Rahim!
Rahmetinle gazabını utandır!
Ölüm geldi artık, renkler değişti!
Bir billur kadehte cümle kainat…
Çalınacak kapı; Nur-i Muhammed!
Çalan bir zavallı; günahı kat kat!
Ağlasam, dövünsem, çırpınıp dursam,
Bir başka kapı yok, başka kapı yok!
Yoklar denizinde boğulup kalsam,
Bu denizi kuşatmayan yapı yok!
Yarabbi rahmetin gazabın geçmiş…
Bildim, sır; ecelden önce ölmekmiş!
Ya İlahi ve ya Rabbi! Sema, nur!
Ne yıldızlar, ne zerreler; habersiz
İsmin söyler, şanın yazar… Okunur!
ALİ GÜNVAR (D.1953 - … ; Şair)
Çün server-i alem nazar eyler,
Nurundaki siraca.
Gönüller,
Aşkıyla erir, canları pürhun…
Sözden dağılır sineye küller.
Sergerde karanfilleri sarsar,
Şehrayini saf gölgelerin.
Yar,
Sim merhaleler terk edince,
Yorgun kapılar sonsuza çarpar…
Sırrında siyahın görünür şah.
Sis kuytuluğunda uzayan rah,
Nisyana durur.
Cem tutuştur…
Mirac-ı Vedud’a
Yönelir ruh…
Sözden
Dağılır sineye
Güller…
ARİF NİHAT ASYA (D. 1904 – Ö. 1975 ; Eğitimci, şair)
DUA
I
Biz, kısık sesleriniz… minareleri,
Sen, ezansız bırakma, Allaah’ım!
Ya çağır şurda bal yapanlarını;
Ya kovansız bırakma, Allaah’ım!
Mahyasızdır minareler… göğü de
Kehkeşansız bırakma, Allaah’ım!
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu,
Müslümansız bırakma, Allaah’ım!
Bize güç ver… cihad meydanını,
Pehlivansız bırakma, Allaah’ım!
Kahraman bekleyen yığınlarını,
Kahramansız bırakma, Allaah’ım!
Bilelim hasma karşı koymasını;
Bizi cansız bırakma, Allaah’ım!
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu,
Müslümansız bırakma, Allaah’ım!
Yarının yollarında yılları da
Ramazansız bırakma, Allaah’ım!
Ya dağıt kimsesiz kalan sürünü,
Ya çobansız bırakma, Allaah’ım!
Bizi Sen sevgisiz, susuz, havasız
Ve vatansız bırakma, Allaah’ım!
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu
Müslümansız bırakma, Allaah’ım!
II
Kulluğundan, rızandan hariç,
Ömür verme bana!
Uğur değilse, düşür safiline kevkebimi,
Ve nur verme bana!
Yolunda haz duyacaksam elin bükasından,
Sürur verme, ilahi, sürur verme bana!
Ufuk ufuk açılan layezal fecrini ver,
Fücur verme bana!
Saniham sen ve san’atın senden;
Gurur verme, ilahi, gurur verme bana!
Fesada kullanacaksam en ince zerresini,
Şuur verme bana!
Huzuru selb edeceksem cihanda bir lahza,
Huzur verme, ilahi, huzur verme bana!
Halka, mahlûka sevgiden gayri,
Kusur verme bana!
Gerek değilse kudumum bu hakidana eğer,
Zuhur verme, ilahi, zuhur verme bana!
AŞIK REYHANİ (D. 1932 – Ö. ? ; Halk ozanı)
AŞKINA
Ya ilahi nazar eyle,
Halime nun kaf aşkına!
Bana lutf u ihsan eyle,
Sırr-ı “men-‘aref” aşkına!
Sensin her derde ilaç,
Cümle alem Sana muhtaç,
Rahm et bize bir kapı aç,
Makam-ı Refref aşkına!
Kandil ber’at hem nübüvvet,
Ha mim ya-sin Elham ebced,
Dünya ukba cehim cennet,
Ay güneş kevkeb aşkına!
Al Reyhani’yi kul eyle!
Amelini makbul eyle,
Duasını kabul eyle,
Saat-i eşref aşkına!
AŞIK VEYSEL (D. 1894 – Ö. 1973; Halk Ozanı)
HEDER OLDU GENÇLİK ÇAĞIM
Heder oldu gençlik çağım,
Senin yolunda, yolunda…
Soldu çiçeğim yaprağım,
Senin yolunda, yolunda…
Ben ne idim nasıl oldum.
Kahi doldum kah boşaldım.
Yandım yakıldım kül oldum.
Senin yolunda, yolunda…
İşte geldi sonbaharım,
Beni ister sadık yârim,
Heder oldu namus arım,
Senin yolunda, yolunda…
Elinden bir dolu içtim.
Türlü türlü derde düştüm.
Cümle varlığımdan geçtim.
Senin yolunda, yolunda…
Dilsiz oldum, pepelendim;
Yağmur oldum, sepelendim;
Toprak oldum, tepelendim.
Senin yolunda, yolunda…
Sana uzanan el oldum.
Kahi uslu kah del oldum.
Nacizane Veysel oldum.
Senin yolunda, yolunda…
BİR TANE GAFFAR
Göz gezdirdim dört köşeyi aradım,
Ne sen var ne ben var; bir tane Gaffar…
İstersen dünyayı gez adım adım,
Ne sen var ne ben var; bir tane Gaffar…
Coşar deli gönül misal-i derya,
Mecnun’a sahrada göründü Leyla,
Gördüğün güzellik hepisi Mevla,
Ne sen var ne ben var; bir tane Gaffar…
Her nesnede mevcud, her cesdde can;
Anın için dedik biz ona Canan,
Evvel ahir odur onundur ferman,
Ne sen var ne ben var; bir tane Gaffar…
Bahar gelir çiçek olur açılır,
Zaman zaman yağmur olur saçılır,
Ehl-i aşka mey görünür içilir,
Ne sen var ne ben var; bir tane Gaffar…
Neyim ne olacak, elde neyim var,
Karac’oğlan derdi Yunus soyum var,
Mansur’a benzeyen bazı huyum var,
Ne sen var ne ben var; bir tane Gaffar…
O cihana sığmaz ondadır cihan,
O mekâna sığmaz ondadır mekân,
O devrana sığmaz ondadır devran,
Ne sen var ne ben var; bir tane Gaffar…
Hayyam’a görünmüş kadehte meyde,
Neyzen’e görünmüş kamışta neyde,
Veysel’e görünür mevcud her şeyde,
Ne sen var ne ben var; bir tane Gaffar…
AZİZ MAHMUD HÜDAYİ (D. 1541 – Ö. 1628; Mutasavvıf, şair)
GAZEL
Olmayıcak senden ata kul neylesin ya Rabbena…
Daim işi sehv ü hata, kul neylesin ya Rabbena…
İster Seni can bülbülü lakin irişmez akl eli,
Ger açıvermezsen yolu, kul neylesin ya Rabbena…
Kim gamda kim rahattadır alem buna hayrettedir,
Hep kabza-i kudrettedir, kul neylesin ya Rabbena…
Kim ki ezel dedi “bela”, andan ırağ oldu bela,
“Allahü yef’al ma yeşa”, kul neylesin ya Rabbena…
Hak anlamak merd işidir, sığmaz akla nerd işidir,
Çün sani-i ferd işidir, kul neylesin ya Rabbena…
Uçsa kafesten andelib, koma Hüdayiyi garib,
Et Gülşen-i vaslın nasib, kul neylesin ya Rabbena…
MEDET EYLE
Efendim güzel Allah’ım!
Medet eyle, medet eyle…
Rahmetli çok padişahım,
Medet eyle, medet eyle…
Esir-i nefsi dut etme,
Masivaya zebun etme,
Derd ile bağrım hün etme,
Medet eyl, medet eyle…
Senin hod rahmetin çoktur.
Bab-ı ihsanın açıktır.
Fazl u cuda gayet yoktur.
Medet eyle, medet eyle…
Sensin veren her muradı,
İnayet eyle ya Hadi!
Olalım lütfun azadı,
Medet eyle, medet eyle…
Eyle Hüdayiye nazar,
Ta ola fazlına mazhar,
Her muradın kıl müyesser,
Medet eyle, medet eyle…
BAHAETTİN KARAKOÇ (D. 1930 – … ; Şair)
BEYAZ DİLEKÇE
“Ve yalnızca Rabbine rağbet edip ( O’ndan) iste.” (94/İnşirah:8)
Rahman ve Rahim olan adına sığınarak,
Açtım iki elimi: Kor gibi iki yaprak…
Bir edep ölçeğinde umutlu ve utangaç,
İşte dünya önümde; benim ruhum Sana aç.
Bu seğriyen ellerle Senden Seni isterim,
Senden Seni isterken canımdan çıkar terim.
Sana aşık ruhumdur merceği yakan ışık,
Gözlerim cemalini görmeden de kamaşık.
Bir mirasyediyim ben iflasın eşiğinde,
Hep sabrım ölçülüyor ihlas bileşiğinde;
Kimim? Kimlik ararken hem güler, hem ağlarım,
Yükseklerden dökülen sular gibi çağlarım…
Çok tuzlu bir denizim, her an’ım med ve cezir,
Sana aşık olalı yüreğim kut’la esrir.
Döşeğim kara toprak, yorganım kara bulut;
Ben Seninle doluyken vurgun yapamaz kunut.
Her insan günah işler, Senden saklanır mı sır?
Tövbe dilekçesiyle sırttan kalkar bu nasır…
Kâinatı yarattın, donattın, rızık verdin;
Kimine sonsuz körlük, kimine ışık verdin;
Yanlış adım atmayın diye indi her kitap,
Sana açılan eli geri çevirmezsin Rab.
Ulu bir silsileden peygamberler gönderdin;
Gökyüzüne yıldızlar, yere çiçekler serdin;
Senden önce bir Sen yok, kâinatta ilk Sensin;
Bu kâinat bir meta, hepsine Malik Sensin…
Ey Malik, ey Esmaü’l Hüsna’nın cem’i ALLAH!
Kalbim buharlaşıyor içimden çektikçe ah…
Hakim-i Mutlak Sensin, Vahid-i Ehad Sensin,
Rahmani’r-Rahim Sensin, Kerim ve Samed Sensin.
Rabbim, Seni tanıyan, bilir doluyu-boşu,
Kapına geldi işte yorgun bir aşk sarhoşu.
Senden başkalarına el açtırma; kapı, Tek…
Her şey ışık ve gölge, bir sensin Mutlak Gerçek.
Garibim, muzdaribim, ama umutsuz değil,
Seninle dost olanlar cihanda mutsuz değil.
Sen kurdun kainatın görkemli yapısını,
Bu ev benim olsa açardım kapısını.
Her uzvum bana karşı, benimse halim işte;
Su alev alev yakar, diş kırıyor erişte…
Her damla ve lokma ben Sana hamd ederim,
Rezzak’sın, rızkım Senden, vermezsen ben neylerim?
Kovduğum şeytan bile, mülkünde zar atıyor,
Gaflette avlayınca kulunu aldatıyor…
Benimse Kıblem belli, secdelerim Sanadır,
Nefes alıp verirken, her seferim Sanadır.
Aklın bir sınırı var, Sen sınırsız büyüksün;
Kul azıp sapıtmazsa, gazabın niye çöksün?
Kin tutmak ve kan gütmek insana özgü maraz;
Kış başka hava söyler, başka çiçeklenir yaz.
Kulunum, kurbanınım, Rabbim Senin mülkünde
Garip kulun ne söyler, gülümse dilekçeme…
Tanyeri ışımada, uyandı tarlakuşu,
Sen varken tek bilici kim çözer kuşça düşü?
Ey, insanı kalbiyle kilitleyen ve açan;
Ey, karanlıkları yırtıp Zatından nurlar saçan
Sadıku’l-Va’dü’l-Kerim ve Kahhar-ı Zü’l-Celal!
Hayırlı amel varken kim ister hayırsız mal?
Dünya çürük bir tekne, batıp batıp çıkıyor,
Mal da put, makam da put, kabuk özü sıkıyor.
Güzel, çiçek çıkarmış, iki yüzü de çopur;
Her işin çarkı hile, kalmadı bereket, nur.
Her gece nöbetçidir bir ishak kuşu;
Nedir bu güzel sevda, nedir bu derin huşu?
Neden hep yanık ötüyor, neden hep geceleri?
Yoksa kapanmış mıdır gündüzlerin defteri?
Ey, mazlumun hakkını zalimde bırakmayan,
Özünde odun-ateş olmayanı yakmayan,
Aşkın yanıklarını başka türlü yandırma,
Dünyada ve ukbada sen bizi utandırma!
Işık için ölüme nasıl koşar pervane;
İşte ben de öyleyim, Sana deli divane.
Senin için verince verenin feyzi artar,
Gönülden bir sadaka, dağca bir ömrü tartar.
Her şeyim Sana açık, yak beni yakacaksan,
Hep Seni zikr eyleyen külüme bakacaksan;
Ey benim öz sahibim, yeter ki Sen ilgilen,
Cemalini görmeye namludan geçerim ben…
Ay’a, güneşe, çağa, emeğe ant içerim,
Azığımı azık yap Sıratı da geçerim.
Ne zaman ufka baksam, ufuklar bir kızıl gül,
Güllerle demetlenmiş beyaz lale, mor sümbül;
Gül, lale, sümbül, kekik… her çiçek Sana bakar,
Sular sevdalanınca sürünmez, kanat takar…
Hep Sana sığınmışım, tövbe benim ıtırım,
Geceden sehere dek özümü kanatırım.
Ellerim iki hüma, hep dal arar konacak,
Havada elif çizen bu yürek eller sıcak;
İçim ateş örtüsü, dışım bir garip buzul,
Sen cömert bir Halık’sın, ben ise yoksul bir kul.
Kâinatta ne varsa hepsinin zikrinde SEN,
Hamd ve şükür Sana’dır, her şey Seninle esen;
Sen ki Sana geleni çevirmezsin eli boş,
Aşık boşa dememiş; “Lütfun da, kahrın da hoş.”
Ey cennetler va’deden, va’dinde sadık Rabbim
Seni yar diye yansır dört köşe yedi iklim…
Görünmez bir el var ki ömrümüzü biçiyor,
Sevap hasatı için vakit gelmiş geçiyor;
Herkes evine gitmiş, tek oynanmaz körebe,
Ben kalbimi güneşin astım kirpiklerine.
Şair yanım yürüyor; şiir, canın dumanı,
Namazdaki kıyamdır, ruhumun secde anı;
Uzayan ve kısalan çöldeki çölün sesi,
Her mevsim çiçek açan bir umudun gölgesi…
Bir beyaz dilekçedir sana her yakarışım,
İmanımla amelim hem perdem, hem nakışım.
Seni bilen takılmaz ikiye, üçe, beşe;
Bütün kar taneleri tarak vurur güneşe.
Kadir ve kadim olan ey sınırsız tek BÜYÜK;
Bir çöksem hiç kalkamam, zimmetimde onca yük;
Bu yükün bir yarısını dağa koy, dağ çöker,
Senin lütfundadır bu, çökmediyse bu nöker…
Çalı bile kendine sığınan kuşu itmez,
Sen Gafursun, Azizsin, Senin keremin bitmez.
Geldim işte kapına, kul Senden ırak olmaz,
Sana adanmamışsa yürek de yürek olmaz…
Benden önce esirge Muhammed ümmetini,
Esen gitsin her kervan, en sona ula beni…
Önce çıksın düzlüğe öksüz, yetim, dul, garip;
Defterin sonuna da bizi düşsün Has Kâtip.
Balkanlarda yitirdik renkli heybeyi, çulu;
Eşkıya baskınından çok çekti Anadolu.
Yangınlar sık yaladı İstanbul’u Bursa’yı,
İhlas hesap verirken, küfür kaptı parsayı.
Yolunda Konya, Maraş çok şehitler vermiştir;
Erzurum yüreğini dağlarına sermiştir.
Mescid-i Aksa esir, Mekke, Medine küskün,
Teni gizlese bile derdi derinde gülün…
Kâinat bir mozaik, her şeye sahip ALLAH,
Ey gizli ve aşikar her derde tabip ALLAH!..
ARZUHALİM ASTIM RÜZGARA
Hayalde düşte gezerim
Mevlam Seni bulmak için
Yağmurda yaşta gezerim
Mevlam Seni bulmak için
Bir tahıl bir un olurum
Yolunda dil-hün olurum
Daha çok mecnun olurum
Mevlam Seni bulmak için
Soyundukça kazanırım
Çukur kazar uzanırım
Gök olmaya özenirim
Mevlam Seni bulmak için
Kervan çıkardım yollara
Ders olsun cümle kullara
Hem zenginim hem fukara
Mevlam Seni bulmak için
Sen işledin nakışımı
Sen bağladın akışımı
Gör boynumu büküşümü
Mevlam Seni bulmak için
Yüreğim dilim dilimdir
Niyazım kilim kilimdir
Rehberim aşktır ilimdir
Mevlam Seni bulmak için
Karakoç der; yaktım çıra
Masivayı dizdim tara
Arzuhal astım rüzgara
Mevlam Seni bulmak için.
ŞİŞEDEKİ MEKTUP
Tufanda durmadan yükselirken su
Gemiden sulara bırakmışlar bu mektubu
Bir balık karnında saklamış bir yıl
Sonra bir kıyıya bırakmış taşıl
Binlerce yıl sonra elime geçti
Tuzlu iyodlu kireçli –
Bismillahirrahmanirrahim
Ey güzel Rabbim
Ey rahman olan Rahim olan Rezzak olan
Ey tek olan ışığın kaynağı ey
Ne toy-düğün düşünülür ne alahey
Ey baki olan basir olan hak olan
Bütün canlılar kendi canı derdinde
Yerleri gökleri sarıyor tufan
Olacaksan senden olsun bize derman
Çamura karıştı sütün kaymağı ey
Ey güzel Rabbim
Ey kadim olan kadir olan alim olan
Ey adil olan, eksik yanlış tartmayan ey
Ne av törenleri kaldı ne alahey
Sadece ekili tarlalar değil
Köyler şehirler de vardır sular altında kalan
At kaçtı eyer düştü koptu kolan
Kainatın maliki sayıca artmayan ey
Ey güzel Rabbim
İklimler şaşırdı havalar bozdu
Herkes putuyla hemhal evinde –ocağında
Kazançları arttıkça kulların daha azdı
İnkar körükçüleri şeytanın kucağında
Habire fitliyorlar kardeşi kardeşine
Kimse kulak asmıyor hakikatın sesine
Bunca çelişki niye kalem böyle mi yazdı
Ey güzel Rabbim
Sözüm eğri göründü oğluma ve halkıma
Sapıklarla bir olup benden uzaklaştılar
Etmeyin eylemeyin dedim komşularıma
Dinlemeyip evlerden sokaklara taştılar
Bire bin verir oldu kötülük tarlaları
İşret masalarında arttıkça sayıları
Ateşi avuçlayıp ölüme yaklaştılar
Ey güzel Rabbim
Ve mukadder gün gelip çatıverdi sonunda
Hak aşıkları kaldı sola giden boğuldu
Gemimiz kuğu gibi süzülürken sularda
Yeri göğü ürpertti ağıtsı bir uğultu
Geminin bordasına ölüler çarpıyordu
Zifiri bir karanlık saçını kırpıyordu
Kötü hayaletlerle ölümcül uykularda
Ey güzel Rabbim
İşte sadık tebam ve işte yorgun gemim
Bir dağın doruğuna bulutça demir attık
Sular birden çekildi kanlı çamura battık
Akbabalar leş arar yaralıdır ümmetim
Küfürden kurtulsam da artık bir yanım yetim
Güneşin ışınları toprağa döl döküyor
Bu Nuh senin Nuh’undur diri kıl koyma batık
Ey Rabbim güzel Rabbim
Nuh’un kimliği belli bu çizgide ben kimim
Çağının bir tutanağı saydığım bu mektubu
Ne zaman yok edebilmiş ne ateş ne su
İzini Ağrı’da, Cudi’de arayıp durdum
Sonunda kendi hayal dünyamda buldum
Asırların öyküsünü anlatan bu taşılda
Binlerce kayıp nesillerin kaderini okudum
Ey Rabbim güzel Rabbim
Livechillah diyor da başka demiyor kalbim
Ölümüne yürürmüş kanatlanan karınca
Aklıma yağmur gelir ufuklar kararınca
Bela haksız gelmedi sapıtan Lut kavmine
İnce bir gönderi var günümüz put kavmine
Kalbi diri olanlar ışır ve ışık saçar
Akla hep sebep gelir bir yaprak sararınca
Ey Rabbim güzel Rabbim
Suları yükseliyor Sakarya’nın, Fırat’ın
Tarihin elleridir höyükleri kazıyan
Usum takla atıyor çevresinde sırat’ın
Ortak bir damar seyrir yüzyıllara uzayan
Taş ne ki taşıl ne ki yerler gökler yakaza
Şişedeki her mektup biraz kader ve kaza
Sarılmışız boynuna ömür denen bir atın
Doludizgin giderken beste yaparız saza
Bir insanlık tarihi saydığım bu mektubu
Ne zaman paslandırmış ne ateş silmiş ne su
CAHİD ZARİFOĞLU (D. 1940 – Ö. 1987; Edebiyatçı, şair)
SULTAN
Seçkin
Bir kimse değilim.
İsmimin baş harfleri acz tutuyor,
Bağışlamanı dilerim.
Sana zorsa bırak yanayım,
Kolaysa affı esirgeme…
Hayat bir boş rüyaymış.
Geçen ibadetler özürlü,
Eski günahlar dipdiri,
Seçkin bir kimse değilim,
İsmimin baş harflerinde kimliğim,
Bağışlanmamı dilerim…
Sana zorsa yanmaya razıyım,
Kolaysa affı esirgeme…
Hayat boş geçti.
Geri kalan korkulu,
Her adımım dolu olsa,
İşe yaramaz katında,
Biliyorum.
Bağışlanmamı diliyorum…
CAHİT SITKI TARANCI (D. 1910 – Ö. 1956; Edebiyatçı, Şair)
ALLAH’I ARARKEN
Bilirim ne yapsam hata,
Yanlış, attığım her adım;
Ellerim elma dalında;
Adem’le Havva ecdadım.
Belli ne birdir ne iki;
Günahım başımdan aşkın.
Yarab Sen de bilirsin ki
Bir Sen varsın bana yakın.
Yaşaran gözlerime bak,
Ben yalan söylemek bilmem.
Her şeyim güneşte çıplak;
Nedamet bende cehennem.
Ben ne geceleyin yıldız,
Ne kelebeğim gündüzün.
Bana ben gibi riyasız
Yüzün gerek Yarab yüzün
Boş değil ettiğim niyaz,
Halden bilmiyor kimseler.
Dost mu düşman mı tanınmaz,
Suda oynayan çehreler.
Gitmekle bitmiyor umman;
Sular azgın, teken delik.
Ah bu dağlar, ah bu duman!
Yolunu şaşırdı geyik.
Gün yoktur geçsin tasasız;
Geceler dersen Kerbela.
Sanırım her düşen yıldız
Göğsümden kopan vaveyla.
Merhem tutmuyor yarada;
Kırıldı kolum kanadım.
Gençliğim gitti arada,
Ah neden sonra anladım.
Ben de, Senden gayri hasret
Değmez gözyaşı dökmeye.
Medet büyük ALLAH medet,
Kulunu saran geceye.
CÜMALİ ÜNALDI HASANNEBİOĞLU (D. 1949 – … ; Teknokrat, Şair)
MÜNACAT I
Şiir
Derisi yüzülen bir kuzunun
Gömgök etinde
Uçuşup kıvrılan
Acısını yitirmiş seyirmelerde
Bir ılık buğu mudur?
/Yaz akşamı dükkânlar önünde seni iskemleler tozlu fotoğrafının tozbulutunda akşamı dönen bir koyun sürüsü güzel cümlelerini yeniler kısacık kıratlarla cümle mahlûkatın rızkını veren ya Rezzak/
Süt beyaz güvercinlerinin
Mülkü müdür masmavi
Gökyüzü
Takla pike süzülme
Ve ricat
Her nefesimiz eninde sonunda
Sorulacaktır ya ahi
/Akkor demirlerin üzerine su içirilir kan yürür damarlara foşur foşur metal çelikleşir can çürür su yiter ak çelikten can yürekten ya Müntekim/
Dersim
Munzur
Toprak yine türab
Ve dağ kıyamına berdevam
Hiçbir reng yakıştırılmadı meşe ormanında
Güzü doludizgin atlarıyla karşılayan dağ kavaklarına
Kayalarda hışırdayan
Delibaş sular da olsak
Hüzne kurumak yazılmamış mıdır gözemizin defterine
Nedir kararsız
Bir soluğu gözetleyen can
Ey ihvan
/Bölük bölük bölünmüş yürek kayalardan ak köpüklü sular kaynıyor dağların rezonansı olan zindan geçitlerde sıkıştırılmış yaralı yavru yaban hayvan gibi oğunan su ve dağ kim kime kalebend bu güzelliğe takat getirmez yürek her şeyin gizini bilen ya Alim Ya Samed/
Bir yumruk kar gibiydik lekesiz, bembeyaz
Pırıl pırıl sabi çocukluğumuz ve sonra
Katbekat günahlarımızı ekledik
Üst üste altalta yan yana ucuca
Ardı ardına ekledik
Biz ki soluk almanın bile
Şükrünü ödemedik
Bedelini bilemedik
Her kazmada çıkan bir uygarlık höyüklerde
Bir yontu
Bir taş
Dünya yatırılmış değil midir deneyine
Bir kadavra olarak
Ey kardaş
/Latmenatuzza kişioğlunun gönlünde faizi alınıp faizi verilmiş yığınla tapınak sanki zift dolu bir mağarada yarasa ıslıkları onlar tapınınca küçücük bebekleri öldürmek’çün törenler düzenlenip putlarına sunaklar alınları secdeyle ışımış çocuklar yürüyecek karanlığa kırık bir kuş kanadıysa gönlümüz ya Aziz ya Kahhar/
Saf tutmuş dağların duası ne
Koyup toprağa başını varmışsa su secdeye
Gökyüzünü tutmuşsa göğün münacatı
Kul olarak nice aciz
Ve nice yetersiziz
Neyse tenimizde hücrenin sonsuzda biri
Akıp giden evren içinde öyleyiz
Şiir
Dilse
Affolma niyazıyla duada her zerremiz
Kelimemiz
Söz içli bir çocuktur şimdi / kaçak ve yetim
Ya Gafur ya Rahman ya Rahim.
MÜNACAT II
Yönelir ya yüreğim rahm’ine, bir kupa baldırandır hüznüm erir.
Eritir gibi med-cezir bir suyu dünyaya tutunan yüzüm erir.
Harf erir, kelime erir; erir de akkor bir metal olur cümlelerim,
Yakarış kıvılcımları ağar, düşmeden toprağa sözüm erir.
Kar serper bu közlerin yakıcı çevresine / yüreğimde o umut,
Elimde ağlamakların erittiği bir mendil, sürerim gözüm erir.
Gece, açılmış çiçekleriyle kuşatıp gider çepçevre; yalnızken
Kendime yönelişlerin dipsiz sularında bir batık gemidir özüm erir.
Kişneyen bir baharken taşırdım utanç bohçalarında suçu,
Korkudan yazım sessiz, kışım tanınmaz peçeli; çırılçıplak gözüm erir.
Bu münacat göğerir; affolma topraklarına uzatmış boynunu umudun,
Bir şiir menekşesi arzolunur niyaz ellerine, tek çözüm erir.
DİLAVER CEBECİ (D. 1943 – Ö. 2008; Eğitimci, edebiyatçı)
İLTİCA
Kurşun benizli bulutlar gelir ufuklardan,
Sıkar üstümüze gömleklerini,
Çılgın bir sağnak vurur bahçemin güllerini,
Arsız böcekler iri yapraklara sığınır;
Ben sana…
Uyanır denizlerin bahadır askerleri,
Göklerse davranır kılıçlarına,
Ateşler düşer dervişimin avuçlarına,
Sefineler kaçışır limanlara sığınır;
Ben sana…
Masal kaçkını devler gezinir şehirlerde,
Kenetlenmiş sarı seyrek dişleri,
Söner birden bebeğimin pembe gülüşleri,
Ürperir örümcekler ağlarına sığınır;
Ben sana…
Uğultular gelir geceleri koyaklardan,
Rüzgârlar eser İsrafil nefesi,
Çatırdar tutsak ruhumun çürümüş kafesi,
Doruklarda kartallar kayalara sığınır;
Ben sana…
Güneş kanlar içinde yavaş yavaş boğulur,
Karanlık kuşanır pusatlarını,
Titretir bozkırların başıboş atlarını,
Yıldızlar uzakta Kehkeşanlara sığınır;
Ben sana…
DURMUŞ KAYA (D. 1957 – … ; Şair)
RABBİM
Hiçbir kapı yoktur Sen’den
Ve Sana duadan gayrı…
Kumaşımız Sen’den / terzimiz Sen’sin,
Ta Elest’ten beri / arzumuz Sen’sin,
Zalimin zulmüne,
Gürzümüz Sen’sin…
Düşküne, düşmüşe,
Tarzımız Sen’sin…
Rabbim,
Sana layık kul eyle bizi!
Güzel sancağın şanlı yolunda
Duman eyle bizi,
Kül eyle bizi!
Rabbim,
Sen’in yolundadır
Şol ölüşün güzelliği,
Rabbim, sözle anlatılmaz
O gülüşün güzelliği
Yere karanfil karanfil
Dökülüşün güzelliği…
Rabbim,
Bize bir muştu verdindi
Sancağını yükseklerde taşıdık,
Yeryüzünü gül eyledik!
Ne sıratındı bizi korkutan,
Ne cehennemindi, Senin sevginle çarpan yüreklerimiz,
Rahmetinden emindi!
Muştuladığın ülküler peşinde,
Zulmün karanlıklarını
Deldik mızraklarımızla,
Güneş gibi parladı çağlarca tuğlarımız,
Gülbang-ı Muhammedi aşkına,
Senin yollarında yürüdü
Başbuğlarımız! …
Rabbim
Yine güç ver, kuvvet ver bize,
Kerem et gönlümüze,
Peygamberin öğündüğü
Erler, sultanlar olalım,
Sen’in uğruna ölen
Canlar olalım!…
Rabbim,
Dinsin içimizde şu vesveseler,
Yine yükselsin davudi ezanlarla
Selimiye’ler,
Gökmedrese’ler! …
Bize Hakk aşkını sunsun
Şu gümüş sağraklar,
Altın kaseler! …
Rabbim,
Şu tekbirler ve şu nal sesleri
Sen’in ordundan geliyor,
Sen’in ordunun bu asmalardaki
Altın keseler! …
Beni can civan ettin o bir damlacık sudan,
Kurtulup gelebilmem nefis denen pusudan,
Şu çağın “dev” gördüğü cücelerden usandım,
Seninle solumayan hecelerden usandım,
Rabbim, şu asfalt yüzlü gecelerden al beni,
Beni ocaklara koy, bacalardan al beni…
Rabbim,
Senin sancağını taşıyan ordular
Şimdi hangi sulardadır?
Destan destan yaşayan ordular,
Hangi pusulardadır?
Rabbim, kerem et bize
Yere insin Kehkeşanlardan
Yıldızlarımız!..
Yine Fatihler doğursun
Genç kızlarımız!..
Yine fetihlerle gelsin
İlkyazlarımız!..
Rabbim,
Deste-kızıl güllere
Bezensin nevruzlarımız!..
Rabbim,
Senin aşkınla inlesin
Kopuzlarımız!..
Kurt başlı tuğlarını gersin
Görklü mabedlerine
Mahmut’larımız,
Yavuz’larımız! …
Rabbim,
Gönüllere kurduk Kâbe’lerini!..
Sezar’ın elinden alıp
Bizans harabelerini
Mevlana Mevlana
Yunus Yunus
Gönüllere kurduk Kâbe’lerini!..
Dağ-u taş okur şimdi
Kitabelerini!..
Rabbim,
Şu kara katranlı Basra
Bir kızıl kan gibi
Şakladı asra!
Rabbim,
Bu nice başlangıç
Bu nice son?
Öyle zalimler geldi ki Rabbim,
Kıskandı Neron?
Bu silahlar napalm,
Bu silahlar mavi gökyüzünde kızıl kor!
Bu gülüşler atom,
Bu bakışlar fosfor!
Bu çağ kara
Bu savaş zor! …
Rabbim,
Hangi nevruzda saklı baharımız?
Rabbim,
Çatladı gökyüzünde yıldızlarımız.
Rabbim,
Çatladı alnımızda ar’ımız,
Hangi nevruzda saklı baharımız?
Hangi gökyüzünde yıldızlarımız?
Kalkmaz mı, uyanmaz mı
Seni kuşanmaz mı yeniden ordularımız?
ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI (D. 1703 – Ö. 1780; Mutasavvıf, şair)
TEFVİZ-NAME
Hakk şerleri hayr eyler,
Zannetme ki gayr eyler,
Arif anı seyreyler,
Mevla görelim neyler;
Neylerse güzel eyler!
Sen Hakk’a tevekkül kıl,
Tefviz et ve rahat bul,
Sabreyle ve razı ol,
Mevla görelim neyler;
Neylerse güzel eyler!
Kalbin ona berk eyle,
Tedbirini terk eyle,
Takdirini derk eyle,
Mevla görelim neyler;
Neylerse güzel eyler!
Hallak-ı Rahim oldur,
Rezzak-ı Kerim oldur,
Fa’al-ı Hakîm oldur,
Mevla görelim neyler;
Neylerse güzel eyler!
Bil Kadı-ı hacatı,
Kıl ana münacatı,
Terk eyle muradatı,
Mevla görelim neyler;
Neylerse güzel eyler!
Bir işi murad etme,
Olduysa inad etme,
Hak’tandır o reddetme,
Mevla görelim neyler;
Neylerse güzel eyler!
Hakk’ın olacak işler,
Boştur gam u teşvişler,
Ol hikmetini işler,
Mevla görelim neyler;
Neylerse güzel eyler!
Hep işleri faiktır,
Birbirine layıktır,
Neylerse muvafıktır,
Mevla görelim neyler;
Neylerse güzel eyler!
Dilden gamı dur eyle,
Rabbınla huzur eyle,
Tefviz-i umur eyle,
Mevla görelim neyler;
Neylerse güzel eyler!
Sen adli zulüm sanma,
Teslim ol evde yanma,
Sabret sakın usanma,
Mevla görelim neyler;
Neylerse güzel eyler!
Deme, şu niçin şöyle,
Yerincedir o öyle,
Bak sonuna sabreyle,
Mevla görelim neyler;
Neylerse güzel eyler!
Hiç kimseye hor bakma,
İncitme gönül yıkma,
Sen nefsine yan çıkma,
Mevla görelim neyler;
Neylerse güzel eyler!
Mü’min işi reng olmaz,
Akil huyu ceng olmaz,
Arif dili teng olmaz,
Mevla görelim neyler;
Neylerse güzel eyler!
Hoş sabr-ı cemilimdir,
Takdir kefilimdir,
ALLAH ki vekilimdir,
Mevla görelim neyler;
Neylerse güzel eyler!
Her dilde Anın adı,
Her canda Anın yâdı,
Her kuladır imdadı,
Mevla görelim neyler;
Neylerse güzel eyler!
Naçar kalacak yerde,
Nagah açar ol perde,
Derman eder ol derde,
Mevla görelim neyler;
Neylerse güzel eyler!
Her kuluna her anda,
Geh kahr u geh ihsanda,
Her anda o bir şanda,
Mevla görelim neyler;
Neylerse güzel eyler!
Geh mu’ti u geh mani,
Geh dar ü gehi nafi,
Geh hafız u geh rafi,
Mevla görelim neyler;
Neylerse güzel eyler!
Geh abdin eder arif,
Geh eymen u geh haif,
Her kalbi odur sarif,
Mevla görelim neyler;
Neylerse güzel eyler!
Geh kalbini boş eyler,
Geh hulkunu hoş eyler,
Geh aşkına duş eyler,
Mevla görelim neyler;
Neylerse güzel eyler!
Geh sade vü geh rengin,
Geh tabın eder sengin,
Geh Hürrem ü geh gamgin,
Mevla görelim neyler;
Neylerse güzel eyler!
Az ye az uyu az iç,
Ten mezbelesinden geç,
Dil gülşenine gel göç,
Mevla görelim neyler;
Neylerse güzel eyler!
Bu nas ile yorulma,
Nefsinle dahi kalma,
Kalbinden irağ olma,
Mevla görelim neyler;
Neylerse güzel eyler!
Geçmişle geri kalma,
Müstakbele hem dalma,
Hal ile dahi olma,
Mevla görelim neyler;
Neylerse güzel eyler!
Her dem anı zikreyle,
Zirekliği koy şöyle,
Hayran-ı Hak ol söyle,
Mevla görelim neyler;
Neylerse güzel eyler!
Gel hayrete dal bir yok,
Kendin unut anı bul,
Koy gafleti hazır ol,
Mevla görelim neyler;
Neylerse güzel eyler!
Her sözde nasihat var,
Her nesnede ziynet var,
Her işte ganimet var,
Mevla görelim neyler;
Neylerse güzel eyler!
Hep remz u işarettir,
Hep gamz u beşarettir,
Hep ayn-ı inayettir,
Mevla görelim neyler;
Neylerse güzel eyler!
Her söyleyeni dinle,
Ol söyleteni anla,
Hoş eyle kabul canla,
Mevla görelim neyler;
Neylerse güzel eyler!
Bil elsine-i halkı,
Eklam-ı Hak ey Hakkı,
Öğren edeb u hulku,
Mevla görelim neyler;
Neylerse güzel eyler!
Vallah güzel etmiş,
Billah güzel etmiş,
Tallah güzel etmiş,
Allah görelim n’etmiş;
N’etmişse güzel etmiş!
EŞREFOĞLU ABDULLAH RUMİ (D. 1353 – Ö. 1469; Mutasavvıf, şair)
HOŞ
Cana cefa kıl ya vefa,
Senden o hem hoş hem bu hoş…
Ya derdin gönder ya deva,
Senden o hem hoş hem bu hoş…
Hoştur bana senden gelen,
Ya hil’attır yahut kefen,
Ya taze gül yahut diken,
Senden o hem hoş hem bu hoş…
Halimi bir dem soragel,
Diler isen bağrımı del,
Ey lutfu hem kahrı güzel,
Senden o hem hoş hem bu hoş…
Ya bağ u ya bostan ola,
Ya bend u ya zindan ola,
Ya vasl u ya hicran ola,
Senden o hem hoş hem bu hoş…
Gelse celalinden cefa,
Yahut cemalinden vefa,
İkisi de cana safa,
Senden o hem hoş hem bu hoş…
Gahi nuş u gahi nişdir,
Gahi merhem gahi rişdir,
Eşrefzade hem dervişdir,
Senden o hem hoş hem bu hoş…
FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL (D. 1898 – Ö. 1973; Eğitimci, Siyasetçi, Şair)
HAMD Ü SENA
Ne ki mevcud ise alemde, güzel, doğru, iyi;
Arayan fikri, bulan ruhu, seven sevgiliyi
Bize bahşetmiş olan Hazret-i Rahman’a şükür.
O büyük Rabb’e şükürler ki, ayak bastığımız
Yeri halketti barınsın diyerek varlığımız;
Ve yer üstünde hayalin cereyanınca uzun,
Serdi gök kubbeyi seyranı için ruhumuzun;
O büyük Rab ki, ışıklar yakıyor göklerde,
Lütfunun feyzini görsün diye insan yerde;
En büyük nimete hamd, en küçük ihsana şükür.
O büyük Rab ki, ufuklar boyu nimetlerini,
Hüsn ü an, reng ü füsun, aşk ü cünun mahşerini
Gayrı kafi görerek sevdiği biz kullarına
Şimdiden va’dediyor başka bir alem yarına;
Ma-i Tesnim’e şükür, Ravza-i Rıdvan’a şükür.
O ki sevdasına yandıkça bütün mahlukat,
Arş-ı A’lada Ezel kasrına çıkmış yedi kat,
Geriyor hüsn-i ilahisine atlas perde…
En güzel vuslatı tattırmak için mahşerde
Bize, gündüz gece, zehrettiği hicrana şükür.
O büyük Rab ki, dalalet yolu düşkünlerine
Ben gazubum diye seslendi derinden derine;
Ve meleklerle Kitab indirerek her yandan
Yine yol çizdi halas etmek için şeytandan…
Sayısız cürme bedel sonsuz inayetlere hamd,
Ve bu hizmetle celil ettiği Peygamber’e hamd,
Gökyüzünden yere indirdiği Kur’an’a şükür.
FATİH OKUMUŞ (D. 1968 – ... ; İlahiyatçı-Akademisyen, şair)
YAKARIŞ
I.
Dibace
ALLAH’ım,
Namazım senin için, niyazım Sana,
Hayatım adak yoluna,
Buyur et geleyim,
Kurban olayım Sana…
Damıttım yüreğimden damla damla aşkı,
Kimi gecelerin nur harmanında,
İnci diye saçtım ayı, yıldızı
Ayaklar altına…
Bunlar günahkârın gözyaşları,
Tevbe ağıtlarıydı,
Melekler
Toplanıp getirdiler mi Sana?
Yüzüm yere dönüktü, ellerim semaya,
Umudum daha da büyüktü,
Korkum bir Himalaya…
Rabbim,
Seni aradım Enfal’de, Tevbe’de,
Çöllerde, yollarda, gurbet ellerde…
Bedir’deki üç yüze,
Tabük’ten geri kalan üç kişiye sordum.
Duydum ki taht kurmuşsun,
Mümin gönüllerde…
IV. Arz-ı Hal
Ya Rab bana bir lahza bırakma beni,
Hacalet narına her dem yakma beni…
Sanadır hamd u sena, Sanadır dua,
Selam Resul’e, aline, ashabına…
Bu hakir can cürm ü isyan içindedir,
Ne ki Sen’den şefkat ve bağış beklenir…
Eyleme dergâhından fakiri cüda,
Olur mu merhum koysun kulunu hüda?
İlahi, eninlerimi müstecab kıl,
Ruhumu miracın şeref-yab kıl…
En nazlı yarin rehinde pervaneyim,
Belli ki akil şöhret bir divaneyim…
Tenimde yağma olunmadık nem kaldı?
Firakınla pare pare sinem kaldı.
Sen bari merhamet kıl aciz halime,
Ne olur halel getirme melalime…
Zira maksud u azimimdir bu halim,
Ben ölmem zail olmadıkça melalim…
Beni bir damla meniden Sen yarattın,
Bir avuç hak-i deniden Sen yarattın.
Cismimi seviyy ü müstakim eyledin,
Hem ruhumu ahsen-i takvim eyledin.
Habibini dü-cihana gül eyledin,
Beni de ol gülşene bülbül eyledin.
Aczimi gurbetine sermaye kıldın,
Fakrimi neyl-i izzete paye kıldın.
Zehrevanı görecek göz ihsan ettin,
Bostanı anlatacak söz ihsan ettin.
Yoktan varlığa çıkarıp suret verdin,
Hüsnünle hoşça donatıp siret verdin.
Eserine mahşerde hor bakar mısın?
Esirini cahiminde yakar mısın?
İlahi sırrımı ağyara çıkarma,
Din gününde yüzümü kara çıkarma.
Ki Sen benim sultanım kerem-kanımsın.
Candan öte, canandan özge canımsın…
FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA (D. 1914 – Ö. 2008; Şair)
TANRIMA
Gökler bugün de uzaklarda,
Yıldızların gittiğini arzederim.
İnsanlar başladı çalışmaya,
Güneşin doğduğunu arzederim.
Sular yine nur kesildi,
Yapraklardan geçti aydınlıklar.
Çiçekler açıldı dünkü gibi
Isındı hiç eksilmeyen rüzgâr
Gecenin lanetinden bir daha kurtulduk,
Çöktü eski aşinalık evlere.
Deniz yeniden mavilendi,
Ve bazı gemiler çıktı sefere.
Doldu bir selam gibi perdelerden,
Sonrasızlığın bilinmez vakti.
Koyuldu başaklar sararmaya,
Askerler talime gitti.
Gökler bugün de uzaklarda,
Kuşların uçtuğunu arzederim.
En büyük sessizlikler arkasından,
Kalbimin vurduğunu arzederim.
HASAN AKÇAY (D. 1963 - … ; Şair)
MÜNACAT
Gül şafaklı bir özlem çekirdeği içimde,
Dualar yağmuruna tutuluyor yüreğim.
Üşüyor, titriyorum her günün seherinde,
Uzaklardan gelmişim seni bulmak dileğim.
Susadım; denizleri içiyor kanmıyorum,
Bir yangın ortasında rüyalara dalmışım,
Yandıkça tükeniyor, heyhat uyanmıyorum.
Korkuyorum bu çölün girdabı yutar beni,
Karanlıklar basmadan gör de gel kurtar beni!
Güzelliğe kapalı günaha açık elim,
Gündüzden kaçıyorum yollar sonsuz önümde,
Kimi taşlardan katı, kimi çağlayan selim
Hesabım yok yarına ne varsa kalmış dünde.
Ne Seni ne de beni unutturmayan ışık,
Bir yansın istiyorum ateş gibi içimde,
Bu yalnızlık şehrinde her şey karmakarışık.
Senden bir iz taşıyor dönüp nereye baksam,
Kavuşsam, bir kavuşsam günün bittiği akşam.
En son sığınak Sensin çağır beni, al beni
Korkular aynalarda büyüyor hep baktıkça.
Huzur ile yıkanmış dünyalara sal beni,
Günahlar birer gölge kovalıyor kaçtıkça.
Sonsuzluğun sesinden uzak dağ gecesine,
Bir bulut örtünüp soyundan denizleri,
Salıverdim ruhumu öteler ötesine.
Bir ney sesinde sarhoş, bir çiçekte ölmüşüm,
Senin kokunu almış gözyaşımda gülmüşüm.
Bana düşmez konuşmak suçluların şehrinde,
Gözüme mil çektirmiş heveslerin ateşi.
Bedenim parça parça acıların nehrinde,
Sarıldığım gölgeyi silmiş akşam güneşi.
Hepsi bir rüya gibi uçup gitti elimden,
Bahar susup hazana uyanınca çiçekler,
Aynalar ötesinde hesap sordum kendimden.
Bir yalancı bahara aldandım, coştum, güldüm
Şimdi ağlamak için yüce kapına geldim.
Dün gördüğüm bugün yok gözlerim yine yaşlı,
Ben de garip bir yolcu düşmüşüm yollarına.
Pişmanlıklarla dolu yüreğim gamlı, yaslı
Beni de kat Allah’ım affolmuş kullarına.
Ey ezelden ebede her şeyi gören bilen!
Bu çölde susuz yaya bırakma merhamet et!
Sen sevensin kulunu bir tek Sensin sevilen!
Bütün güzelliklerin mühründe ismin vardır,
Seninle bakan gözde tüm mevsimler bahardır.
Yanık bir ney sesidir gözyaşımın akışı,
Yangındır alev alev dokunduğu coğrafya.
Bir sevdayı sayıklar kalbimin her atışı,
Eğilip bir çiçeğe bakarken doya doya.
Denizlerin kokusu yüklenir saçlarıma.
Yıldızlar gözlerimi asar gök tavanına
Binbir hayret içinde yol ararım aklıma.
Bir iniş bir yokuşlu mor lacivert ufuklar
Çözsün diye insanlar nice sırları saklar.
Su akar en derinden toprakla sarmaş dolaş,
Bir ağaç kayalara kök salar şaşırırım…
Beynimde sürer gider sorularla bir savaş,
Aşamam öteleri yücedir Allah derim…
Kara toprak üstünde çiçeklerde türlü renk,
Her meyvenin kokusu, tadı ayrı birinden
Ne eksik ne bir fazla, her şeyde tamdır ahenk.
Seni tefekkür edip kuşlar kanat vuruyor,
Yıldızlar gökyüzünde gücün ile duruyor.
Ey geceme inen ses, rüyamı yakan çiçek!
Avuçlarımda dünün gözyaşı fırtınası…
Bekliyorken bu melal şafaklarda bitecek,
Çekti aldı ruhumu bir gökyüzü adası.
Ey resimler üstüne resim çizen ressam ey!
Güle çevir rengimi, maviye al gönlümü
Yanıp yanıp tükendi içimde ağlayan ney.
Topraktan terliklerim.
Başımda gökler duvak,
İsmine sevdalandım öyle güzel ve sıcak.
Nice sevdalı yürek kanlara boyanıyor,
Adını kim siliyor üstünden bulutların!
Uykularıma şimdi bir Mansur uyanıyor,
Nesimi rengi kırık sonsuzda kanatlarım.
Ay ışığı gibisin gözlerimse bir deniz,
Rengine boyanırım çırpındıkça yüreğim
Garipleşir ağlarım her gece sessiz sessiz.
Bütün engeller kalkar karanlık bir sır olur,
Sana gelen yollarda ışıklar yağmur olur.
Karalar bürünmüş sevdamın yaz çiçeği,
Ellerimden günahın yağmurları akıyor.
Dün yandı pişmanlıkla, o meçhul geleceği,
Ümit edip yüreğim dallarına takıyor.
Yorgun, yalnız, yaralı, çöldeyim susuz, yaya
Her çizgi ufuklardan kalbime batan hançer
Yangınlar giyinmişim gücüm yok soyunmaya.
Gözlerimin önünde sonsuz şölen kurulur,
Çilesini çekenden aşk manası sorulur.
Çiçekler konuşuyor, dağlar yürüyor birden
Bir ağaç kök salıyor kayaları delerek.
Güçleşiyor kurtulmak hayret adlı nehirden
Cevaplar arıyorum önünde eğilerek.
Yaylalarda yaylaya bulutlar taşır suyu
Rüzgarların sesinden sevgilerin sıcağı,
Denizler gönlüm gibi hayat kazılmış kuyu…
Gölge gibi üstümde dolaşan el Senindir,
Düşündükçe gözümde çoğalan sel Senindir.
Hangi mevsime koşsan şaşırıp kalıyorum,
Bir diriliş başlıyor dalda, toprakta, suda…
Rüzgarların elinden bir yaprak alıyorum
Ölüm bir beyaz melek tükeniyor korkuda.
Dert mi tasa mı kalır Seni bildikten sonra,
Yollar hep uçurumdan gecelerden geçse de
Güneş sönmez bir daha Seni bulduktan sonra.
Bütün kuşlar içimden maveranın yolcusu,
Son çizgide tükenir yanmış gönül sancısı.
Bir yağmur bulutudur başımda dönen sevda,
İmbatlar dalga dalga yürüdüğüm kıyıda.
Denizlerin kokusu gonca bir gülden olsa
Anlarım benden başka bütün gözler uykuda.
Sana ulaşmak için geceler bir kanattır,
Gök çekim, deniz çekim, yollar mavi mavi nur,
Aşılmayan bir benim, ben önümde sırattır.
Dilersen dağlar yürür, tutuşur yanar sular,
Ebedle kucaklaşır tüm üç günlük arzular.
Seni bulduktan sonra zindanlar saray olur,
Üç günlük bir ömürdür gözünü aç ve kapa…
Sensiz sarayda iken dünya bile dar gelir,
Günler uzar yıl olur dinmek bilmez fırtına.
Her nerede olursa gönül bir şeye hasret,
Bir akşamın hüznünde bir ömrü yaşarız,
Asıl vatandan uzak içimizdedir gurbet.
Maveraya uzanır yollar sonsuz içimde,
Kavuşmak duasıyla uyandım her seherde.
Başka kim çare bulur üzüntüme derdime,
Senden uzak kapılar kapanırken yüzüme.
Ben bile yabancıyken aynalarda kendime
Senin cömert ellerin uzanır ellerime.
Affının yağmurundan bir damla bana yeter,
Günahın karanlığı ruhumdaki zindandır
Bağışlarsan çektiğim işkence dertler biter.
En son dönüşler Sana Sensin ebedi olan
Bir rüyadır bu hayat, dünya koca bir yalan.
Merhametin hududu çizilmiyor ülkende,
Rahmetin deryalardan taşmış semalar dolmuş.
Büyüksün bağışlarsın en yüce şefkat Sende
Sensin ulaşan sese bir Sensin cevap veren.
Kalpleri ve gözleri halden hale çeviren,
Kusurları yalnız Sen gizleyensin Allah’ım!
Sana ulaşan sese bir Sensin cevap veren.
Bu yollar bir uçurum; biçareye yardım et!
Ağırlaştı hesabım, merhamet ey merhamet!
HASAN ALİ YÜCEL (D. 1897 – Ö. 1961; Eğitimci, siyasetçi, şair)
“KUL HUVALLAHU AHAD”
“Söyle ALLAH Birdir”
Tanrım sana söylerim ki, birsin,
Kimdir, birsin diyen, bilirsin.
İmana adın yeter tanıktır,
Kalbiyle inanmayan sanıktır.
Kalmıştır akıl bu yolda ürkek,
İsbatını isteyendedir şek.
Olmuş güneşin güneş delili,
İsbatını istemez bedihi.
Bir silsile kurmadır tefekkür,
Üst üste vurulma kör düğümdür.
Gerçekse durur, tebeddül etmez;
Hak sabittir, teselsül etmez…
ALLAHsıza hiçlik oldu ALLAH
Varlıktan edince gönlü ikrah.
İmansızlık bir ayrı iman,
İnkâr ile sarsılır mı Rahman?
Zaten, yoksan nedir bu inkâr?
İnkâr ile sarsılır mı Rahman?
Zaten, yoksan nedir bu inkâr?
İnkâr edenin içinde ikrar.
Densin ne denirse Sen içinde;
Bilmem diyenin bilen içinde.
Senden çıkarak düşünmek olmaz,
Şüpheyle bu kainat dolmaz.
Senden konuşan Seninle bildik,
İmana gelir bu yolda müşrik.
Sen, kendini Sende bulduransın,
Nurunla cihan dolduransın!…
Yoktur ebedi küfr cihanda,
Varsın, birsin bütün zamanda.
Bir parçalanırsa parçalar bir,
Her parçası birliğinle eştir.
Tekten çıkacak ne varsa hep tek,
Hep birde birin hesabı gerçek.
HÜSREV HATEMİ (D. 1938 – … ; Tıp Akademisyeni, şair)
MÜNACAT
Sonumuzu unutmağa değil miydi?
Sonlu çizgilere o kadar bağlandığımız,
Bir güzel göz, gülünce çukurlaşan yanak,
Ve bir ses şimdi süzülen anılardan,
Sonumuzu unutmağa değil miydi?
Hep Seni anmağa değil miydi?
Pişmanlık kanatlarını kuşandığımız?
Suçlar gururumuzu kırar, eksiltirdi…
Sonra pişmanlık gelir, Sana yükseltirdi…
Nedamet zevkine alıştıksa,
Hep seni anmağa değil miydi?
Ama günahla kuşanılan, bu kanatlar,
Senden uzaklaştırırmış, düşünmedik.
Bilemedik fakat ne değiştirdi bilsek?
Sonumuz yine iterdi bu çıkmaza bizi
Ve Tanrım şimdi Sana yakın değilsek,
Neyi değiştiriyor üzüntümüz?
Neyi değiştirir ki üzüntümüz,
Nedametsiz erişilmez mi mutluluğa?
Ömür boyu aramaktan yorulmuş,
Kapını çalacağız soluk soluğa;
Senden bir ses gelecekse eğer,
Ne soracaksa sorsun melekler.
Bu gürültülü sessizlikten,
Diğer yanda çektiğimiz yeter.
İ.SADIK TELLİOĞLU (D. 1927 - … ; Şair)
YAKARIŞ
Uluların ulusuna,
Tövbe ile kapısına,
Kelam ile kelam ile,
Sürem yüzüm yapısına…
Nice nice nicesine,
Yücelerin yücesine,
Sarılalım sarılalım,
Bin ihlasla hecesine…
Gör de lütfet halimizi,
Tut kalkalım elimizi,
Var bağışla erenlere,
Bir de bizi bir de bizi…
O ki verdin kula gönül,
Her dem kala dolu gönül,
Senden içre Senin ile,
Ola gönül ola gönül…
Der ki aşık nerden nere,
Vurma bizi yerden yere,
Bin aleme yetti rahmin,
Salma bizi elden ele…
İBRAHİM ALAETTİN GÖVSA (D. 1889 – Ö. 1949; Eğitimci, siyasetçi, edebiyatçı)
ALLAH SEVGİSİ
Kim çıkarır sabahleyin erkenden,
Dünyamıza ışık veren güneşi?
Gece vakti denizlere serpilen
Ay doğuyor; kim yapıyor bu işi?
Kışın kuru sandığımız fidana,
Baharda kim yeşillik giydirir?
Bülbül öter, yuva yapmış ormana,
Bu sadayı ona acep kim verir?
Annenize sizi sevmek hissini,
Onun ruha şifa veren sesini,
Kalbinize doğru olmak hissini..
Kim veriyor bu şeylerin hepsini?
Vatan, millet ne demektir bilmeden
O sevgiyi kalbinize kim verdi?
Babanızdan güzel bir şey isterken,
Gönlünüze kim koyuyor ümidi?
Akşam- üstü karanlıklar içinden
Milyonlarca yıldızı kim parlatır?
İşte bütün bu şeyleri düşünen,
Yapan, eden, yaratan hep ALLAH’tır!
Hak sevgisi taşımalı vicdanlar,
Böylelikle mes’ut olur insanlar!
İBRAHİM DEMİRCİ (D. 1956 – … ; Eğitimci, edebiyatçı)
SESLENİŞ
Senden geldik Rabbim, Sanadır dönüşümüz,
Yankılanır her yanda “Elestü birabbiküm”
“Bela” dedik Rabbim, “bela” dedik, şükür,
Belaları sınav bildik, yürüdük…
Bir avuç akıl verdin, bir avuç bilgi,
Bir karış özgürlük sundun, bir tutam irade,
Düşündüm, bildim, seçtim, istedim Rabbim.
Kah dışımdaydı şeytan, kah içimde…
Babamın teninde Adem’den bir iz vardı,
Annemin yüzünde Havva’dan bir ışık,
Kah Kabil’in tutkusunu bir sarmaşık,
Kah Habil’in gönlünden bir sarmaşık…
Nuh’un çağrısı çınladı kulaklarımda,
Dalgalar altında kalan dağları gördüm,
Gördüm Salih’in devesine çalınan bıçağı,
Çağları çağlara bağlayan ipine tutundum.
Güneşe, aya, yıldızlara hayretle baktım,
Hasretle andım put kıran İbrahim’i,
Kalbimde saklamaktan paslandı baltam,
Merhemini esirgeme yaralarımızdan.
Gövdemin hayvanlarıyla boğuştum Rabbim,
Söyleştim omuzlarımdaki meleklerle,
Kah cehennem yalımları yaladı yüzümü,
Kah cennet serinliğinde yüzdüm.
Ölümü gördüm Rabbim, ölümü,
Kah kanımı dondurdu kıyamet gibi
Kah titretti yüreğimi vuslat ateşi,
Kıyamım secdeye dönüştü Rabbim.
Huzurunda yere kapanmaktan mutluyum,
Zulme boyun eğmişlikten mahcup,
Tut elimi, tut dilimi, tut kalbimi Rabbim…
Ya Muin, ya Settar, ya Rahman, ya Rahim…
İLHAN GEÇER (D. 1917 – Ö. 2004; Şair)
YAKARIŞ
Sürme üstüme üstüme karanlık geceleri,
Nasıl olsa siyaha açılacak son kapı,
Tevekküle ötüyor gönlümün serçeleri,
Ben şimdi çatırdayan sallanan köhne yapı…
Ümitlerimde hüznün simsiyah şemsiyesi,
Penceremin pervazında sevimsiz kuşlar,
Artık duyamıyorum özlediğim o sesi,
Nedense son bulmuyor bahçemde kara kışlar…
Siliver günahımı kara kaplı defterden,
Cennetinden bana da bir damlacık yer ayır,
Görüyorsun yorgun düştüm netameli seferden,
Yalvarırım Allah’ım beni de kayır…
İSMAİL AYKANAT (D. 1968 – … ; Şair)
DUA
Suç gözlerinin,
Dahlim yoktu inan ki…
Boşaltılmış bardaktı
Önüme sürüldükçe
-İçemezdim ki –
Adını çekiyorum,
Kalbimin tartımından,
Canhıraştır seherim.
Kaçak soruların ay kanadıyım,
Aklın incesine gidebilirim,
Yine de sahipsiz günahkâr saltanatıyım.
“Sana zorsa bırak yanayım,
Kolaysa esirgeme” Rabbim,
Bu tuzaklar evinde tenha bırakma.
Ya gel anlat beni,
Ya al yanına…
Bilirsin kaç kez yıkandım tevbelerle,
Daha kaç sonbahar sonrasın,
Yoruldum yürümekten leyla gölgelerinde,
Yüreğin ilmini öğret,
Rabbim bir de…
KAĞIZMANLI CEMAL HOCA (D. 1884 – Ö. 1957; Halk ozanı)
BÜLBÜL GÜLŞANDA ALLAH DER ALLAH
Bülbül gülşanda ALLAH der, ALLAH…
Dâim figânda ALLAH der, ALLAH…
Aşka giriftâr olan âşıklar,
Bak her mekânda ALLAH der, ALLAH…
Aşk ile mecnun oldu nicesi,
Âşıka bayram her bir gecesi,
Hep erenlerin olur hocası,
Zâhir nihânda ALLAH der, ALLAH…
ALLAH de kabul olur dilekler,
ALLAH der gel bak yerler, felekler
Sidreden uçan cümle melekler,
Arşurrahmanda ALLAH der, ALLAH…
ALLAH’ı yâd eyle, olma îmansız,
ALLAH’ı bilmez münâfık dinsiz,
Cümle mahlûkat canlı ve cansız,
Her bir zamanda ALLAH der, ALLAH…
Cemâl Hoca’n da akıtır yaşlar,
ALLAH dedikçe bağrını haşlar,
Beyhude değil kurt ile kuşlar,
Bülbül gülşanda ALLAH der, ALLAH…
OLMAK İSTER İSEN AŞKA GİRİFTAR
Olmak ister isen aşka giriftar,
Durdukça cihanda ALLAH de, ALLAH…
ALLAH ismin zikr et bak ki neler var,
Bul sırrını canda ALLAH de, ALLAH…
Zikr-i Hüda et ki, bulasın feyzi,
ALLAH ismi açar görmeyen gözü,
ALLAH de bir eyle gece gündüzü,
Dolaş gez her yanda ALLAH de, ALLAH…
Aşk oduna yansın benliğin varı,
Meyhane mescitte yâd eyle yâri,
Her bir budalaya açma esrarı,
Zâhirde, nihanda ALLAH de, ALLAH…
Sitemlere sabret kaddin dal eyle,
Kim sana taş vursa dilin lal eyle,
Ağla ağla göz yaşların sel eyle,
Katre ol ummanda ALLAH de, ALLAH…
Çalışıp aşkı bul kalma avara,
Bu derde düşene bulunmaz çare,
Mecnun ol Leyla’yı dağlarda ara,
Git berr ü yabanda ALLAH de, ALLAH…
Baykuş olup hû çek viranelerde,
Akıt gözyaşların ummanelerde,
Kesme ahuzârın gülşanelerde,
Bülbül ol figanda ALLAH de, ALLAH…
Her ne ki arzun var Mevladan dile,
Gönül yarasını gösterme kula,
Git teslim ol bir mürşid-i kâmile,
Gel Cemâl her anda ALLAH de, ALLAH…
KARACAOĞLAN (D. 1606 – Ö. 1679; Halk ozanı)
KOŞMA
Kadir Mevla’m senden bir dileğim var,
Muhannes kuluna muhtaç eyleme,
Cennet-i a’layı nasip et bana,
Sırat köprüsünden yolum bağlama…
Kapımıza kara deve çökünce,
Fırtınası şol alemi yıkınca,
Cehenneme kul seçilip çıkınca,
Kadir Mevla’m o kullardan eyleme…
Kadir Mevla’m ateş atma özüme,
Dünya malı görünmüyor gözüme,
Kadir Mevla’m Sen bak benim yüzüme,
Cehennemin ateşiyle dağlama…
Karac’oğlan hata çıkmaz dilimden,
Kocadım da hayır gelmez elimden,
Kadir Mevla’m asla geçmez kulundan,
Deli gönül ah çekip de ağlama…
KETENCİZADE MEHMED RÜŞTÜ (D. 1834 – Ö. ? ; Şair)
TEVHİD
Ey talib-i Feyzullah la ilahe illallah,
Gafletle olma gümrah la ma’bude illallah,
Kalbinden olup agâh la maksude illallah,
Sıdk ile oku her gâh la mevcude illallah…
Acz ile olup maşi la ilahe illallah,
Çeşminden akıt yaşı la ma’bude illallah,
Ehl-i aşkın yoldaşı la maksude illallah,
Budur imanın başı la mevcude illalah…
Allah’ı olma nasi la ilahe illallah,
Silsin gönlünden pası la ma’bude illallah,
İsm-i A’zam du’ası la maksude illallah,
Cümle zikrin a’lası la mevcude illallah…
Cümle sivadan el yu la ilahe illallah,
Zikrullahı eyle hu la ma’bude illallah,
Dergah-ı hakka tut ru la maksude illallah,
Nefy ü isbat budur bu la mevcude illallah…
Cümle sivadan el yu la ilahe illallah,
Zikrullahı eyle hu la ma’bude illallah,
Dergah-ı hakka tut ru la maksude illallah,
Nefy ü isbat budur bu la mevcude illallah…
Kalbini eyle hazır la ilahe illallah,
Kalbine Hak’tır nazır la ma’bude illallah,
Pirimiz Abdulkadir la maksude illallah,
Böyle olurdu zakir la mevcude illallah…
Kalbi dilinle bir kıl la ilahe illallah,
Ucb u riyayı hep sil la ma’bude illallah,
Ma’nasını hoşça bil la maksude illallah,
Baş üzre budur iklil la mevcude illallah…
Allah’dır ancak mescud la ilahe illallah,
Allah’dır ancak ma’bud la ma’bude illallah,
Allah’dır ancak maksud la maksude illallah,
Allah’dır ancak mevcud la mevcude illallah…
Halka-i tevhide gir la ilahe illallah,
Derya-yı vuslata ir la ma’bude illallah,
Hakkı seven böyle der la maksude illallah,
Rüşdi bunu de can ver la mevcude illallah…
M. HALİSTİN KUKUL (D. 1943 – … ; Eğitimci, edebiyatçı)
YALVARIŞ
Yağmur damlaları düşer de arasından,
Kara bulutların çisil çisil parlayan,
Okunur adın ayet ayet her zerrede,
Döşer ruh iklimini rengarenk ve yepyeni.
Dök merhametini gönlüme Rabb’im,
Dindir ne olur şer gecelerini,
Ve kavuştur ayla güneşi,
Haz sabahlarının arzusuna.
Dalmadan gaflet uykusuna ayılt beni.
Bir siyah zeytin tanesi umutlarımda,
Bir hurmanın şükrüne yar olayım,
Her dem Rabb’ım, tazelenen kâinatında,
Lütfuna, ihsanına ayan olayım.
Bu çokluk ummanından, kaynaşan yıldızlardan,
Kadir-i Mutlak’ınla hayra,
Yüce ahlak ile sahra sahra,
Susuzluklara akıt beni.
Zamansız ve mekânsızlığına,
Sığınak et kalbimi…
Madem ki her bir yerde Sen varsın,
Mahrum etme beni…
Uzak yakın bütün kâinat tiril tiril…
Biter mi arzular istemekle; elde değil!
Bellidir kalbe her dokunuşları,
Ha başucunda cümle alemin Ebabil kuşları,
Ha tükenmişlikte tahayyülüm,
Secdede ömrüm,
İki büklüm!
Tevhide giden yollarda ışıldaklar,
Alnımı dayasam sayanmaz.
Nasıl kaynarsa su, işte öyle kaynarım,
Çepeçevre sarar etrafı kıvılcımlarım.
Senden gelen ne varsa Rabb’ım
Elbette kabulüm…
Ben boşlukları bilemem,
Sonsuzluklarda yüzemez ki aklım.
Nasıl yalpalarsa bir kırık kanatlı kuş,
Yokuşlarda öyle yalpalarım.
Kimseli kimsesiz yalnızlıklarda,
Hep Seni sayıklarım,
Rabb’ım, hep Seni sayıklarım…
Bilseler, anlasalar, duysalar; duyduğumu, gördüğümü…
Çıkarıp fırsatlar bu yüreği… Sahipsiz!
Bir çile yumağı olmuş beynim başsız-dipsiz!
Rabb’ım, gönlüm çelişkiler kördüğümü!
Biliyorum, nihayet sönüp gidecek bir mumum,
Sabrın berraklığında acı sular içmek zor.
Sanki göğsüm üstünde binlerce meteor,
Onları taşımaya mahkûmum…
Günah ve tövbe sırlarını çözmek ilmek ilmek,
Kir… Ve yunak! Binlerce havuz önümde…
Urganlarla sarınmışlıktan çözülmek.
Sensiz olmuyor Rabb’ım, Sensiz olmuyor…
Bütün olmazların karşısına dikilmek.
Olmazların pası kindir,
Ne olur Rabb’ım kine darılt beni…
Harabe gönlüm, süslü konaklarda gezsin isterim,
Yıkıntı… Ve süslü konaklar nasıl bulunur yan yana!
Ellerimi boşlukta gezdirdim yıllar yılı,
Gönlümü astım sonsuz zamana!
Hıçkırık mı desem, ağlayış mı, hezeyan mı?
Bir göğüs daralması, bin bir taşa dönmesi mi?
Alevler sarmışçasına dört tarafımı,
Kimselere duyuramıyorum sesimi,
Ne olur Rabb’ım söndür beni!
Bütün yönelişler ve yönelişlerim Sana’dır.
Dinmeyen bir hasretin çektirdiği sızı var bende.
Sular taştığında, şimşekler çaktığında,
Kavurduğunda civan bir ateş,
Ve müthiş bir kasırga estiğinde…
Dönüşü gibi tomurcukların ışığa,
Bahar yağmurlarının buğu buğu yükselişi gibi
Ve hep bebek ağlayışlarında aradığım,
O müthiş sırrınla her dem tazelenen,
O gürül gürül gülücüklerle,
Merhametli ve kudretli Rabb’ım ne olur,
Güldür beni!
Ak zambaklar, güller, ıtırlar, karanfiller…
İstemem, istemem hiçbirini; haz isterim!
O yollar Rabb’ım asıl değiller,
Ne olur asıla döndür beni!
Sadece Seni anayım önümde seccade,
Kâh bir kilim, bir çimen, kâh bir ova uzayıp giden.
Dokunmasın yılana, çıyana, kâh bir ova uzayıp giden.
Ne ruhum, ne de bu beden.
Gökten yere, yerden göğe her şey Sana amade,
Ve hep, umutlu mutluluklara gebe.
Bir duvak arzusuyla ak kefene sardırt beni…
MUHSİN İLYAS SUBAŞI (D. 1942 – … ; Edebiyatçı, eğitimci)
VUSLAT TÜRKÜSÜ
Vuslat aşkıyla yanıp ümit bağlamak sana,
Makus hayat çığrında beklemek o müjdeni.
Duymak için geldiğim şu muamma cihana,
“Yok” ta “var”ını seçip tebcil eylemek seni…
Uzun minarelerde Senin adını duyup,
Fersude elbisemle her gün karşına vardım.
Fatiha’yı ihlas’ı doğru yanlış okuyup,
Himmetine sığınıp, affımıza yalvardım…
Suda, kuşta, rüzgarda varlığını duyunca,
Çılgınca “işte buldum, buldum” diye sevinip
Kapıp bağrıma bassam hayatım boyunca,
Saklasam “ sevdiğime erdim” diye övünüp…
Bir şekil verememek o muazzez adını,
Hayaller zincirinde ve rüyada uğraşıp.
Derviş olsam kanamam sebilinin tabına,
Erimek varlığında hilkat sırrını aşıp…
Kanlı dudaklarıma ismini derman edip,
Felce mahkum ruhumu yusam nar- ı beyza’nda
Hayat iksiri için beyt-i Huda’ya gidip,
Göyaşları akıtsam lütfun olur mu Huda?
Ve tövbeyle yoluna düşsem, her dem dolaşsam,
Dönsem kendi kalbime dinlesem hep ağıdımı.
Masiva’dan sıyrılıp varlığına ulaşsam,
Temizler misin rabbim, şu kirlenen adımı?
MUHYİ (16 – 17. yy; Halk ozanı)
ESTAĞFİRULLAH
Aşıkların hevası lailaheillallah,
Asilerin devası tevbe estağfirullah…
Beyt-i kalbin siracı lailaheillallah,
Ehl-i derdin ilacı tevbe estağfirullah…
Bu iklimin güneşi lailaheillallah,
Mücrim olanın işi tevbe estağfirullah…
Arife eriştiren lailaheillallah,
Sulh edip barıştıran tevbe estağfirullah…
Ehl-i tevhidin fi’li lailaheillallah,
Müznib olanın kavli tevbe estağfirullah…
Muhyi derdine derman lailaheillallah,
Ya gafur ve ya rahman tevbe estağfirullah…
MURAT ÇOBANOĞLU (D. 1940 – Ö. 2005; Halk ozanı)
ALLAH’IM
Sana yalvarırım canı gönülden,
Cümlemize doğru hal ver ALLAH’ım…
Çiçekler kurudu, yapraklar döküldü,
Kurumayan ağaç dal ver ALLAH’ım…
Bütün yaratılan hep sana muhtaç,
Rahmet kapıların kullarına aç,
Hastalar şifa, yaraya ilaç,
Hayırlı bir servet, mal ver ALLAH’ım…
Ya Rab doğrulara sen verme zeval,
Üstümüzde eksik olmasın hilal,
Eyleme kimseyi nefsine hamal,
Dergâhından rahmet bol ver ALLAH’ım…
Müslümana layık Muhammed dini,
Günahkâr kulunum bağışla beni,
Daim zikredelim aşk ile seni,
Kapanan ağza dil ver ALLAH’ım…
Sana yönelmişiz kenara atma,
Zalimi zulmedenin içine katma,
Anaya, babaya isyankâr etme,
Sen bizlere doğru yol ver ALLAH’ım…
Yeter yatma uyan, ey gafil insan,
En son yerin olacaktır kabristan,
Son günde nasip et din ile iman,
Kanadımız kırık, kol ver ALLAH’ım…
Çobanoğlu sade yalvarır Sana,
Yardımını esirgeme insana,
Günahkârız, bürünmüşüz isyana,
İman bahçesinden gül ver ALLAH’ım…
NECİP FAZIL KISAKÜREK (D. 1904 – Ö. 1983; Şair, düşünür)
ALLAH ve İnsan
Seni aramam için beni uzağa attın!
Alemi benim, beni Kendin için yarattın!
ALLAH Diyen
Ellerime uzanan dudakları tepeyim,
ALLAH diyen, gel; seni ayağından öpeyim.
ALLAH Diyene
Her şey, her şey şu tek müjdede;
Yoktur ölüm, Allah diyene,
Canım kurban, başı secdede,
İki büklüm, Allah diyene…
Akıl, kırık kanadı hiçin;
Derdi gücü ‘nasıl’ ve ‘niçin’…
Bağlı, perçin üstüne perçin,
Benim gönlüm Allah diyene…
İnsan ve ALLAH
İnsan… İplikte büklüm, suda bir anlık suret…
ALLAH… Olmanın O’na mahsus olduğu kudret…
Ecel
Yetişir boğuştuğum gece gündüz ecelle;
ALLAH Rahim ve Rahman, ALLAH Aziz ve Celle…
Nur
Sen ol dersin o olur!
Pırıltı dolu billur,
Çığlık içinde fağfur.
Bir renk bize öteden
Ve bir ses, o besteden;
Nur bize, ALLAH’ım, nur!
Büyük divan ve huzur…
Bekliyor mezarı Sur.
Sonsuzluk, ölümsüzlük,
Bitmez, tükenmez düzlük;
Nur bize, ALLAH’ım, nur!
Güneşi tuttu çamur;
Elmas mahcup, zift mağrur.
Yakın kandili, yakın!
Ne donanma, ne yangın;
Nur bize ALLAH’ım, nur!
Sen ol dersin ve olur!
YAKINLIK
İnsan, yaklaştığınca yaklaştığından ayrı;
Belli ki; yakınımız yoktur ALLAH’tan gayrı…
ORHAN SEYFİ ORHON (D. 1890 – Ö. 1972; Gazeteci, siyasetçi, edebiyatçı)
BİRLİK
İkilik yok, birlik var,
Yalnız bunda dirlik var,
Yalnız bundadır felah,
Lailahe illallah!
Bir aşk için gönüller
Çırpınırken beraber,
İkiye tapmak günah,
Lailahe illallah!
Şu münafık karanlık,
Sona erecek artık,
Sabah olacak, sabah,
Lailahe illallah!
Her türlü nimet bunda,
Beklenen Cennet bunda,
Yalnız bir din, bir ilah,
Lailahe illallah!
MÜNACAT I
Yıllardır bulamıyor seni bir türlü ahım,
Niye göklerin bomboş, niçin yoksun ALLAH’ım?
Sen olsan razıyım ben, aciz bir kul olmaya;
Varsın hatta herkesten fazla olsun günahım.
Bizi kör tabiatın fırlatıp pençesine,
Çekilmişsin yokluğun karanlık gecesine.
Ne güç ALLAH’ım, ne güç, senden imdat ummadan,
Göğüs germek hayatın bunca işkencesine!
Yazık göklerden artık inmiyor kitapların!
Hükümsüz günahların, değersiz sevapların.
Madem ki gelmeyecek o hesap günü,
Karşılığı yok demek çekilen azapların…
Bizi ister bir toz yap savur mahşer yelinde,
İster sürü çöp gibi tufanların selinde…
Sonunda bir varlığa ulaştır da, ALLAH’ım,
Bırakma tabiatın merhametsiz elinde!
Boğuşmak, hayat denen sebepsiz savaş için,
Yaşamak, en sonunda dikilen bir taş için…
Bütün ıstırapların en korkuncu işte bu:
Bir avuç toprak olmak düşünen bir baş için!
RIZA ÜMİT (D. 1922 – Ö. 1977; Şair)
YAKARIŞ
Ulu Rabbim… Başımızda duman var;
Yerler bozbulanık, gökler ışıksız!
Saadeti kör-şeytandan umanlar
Daldan yeşil uçmuş, kökler ışıksız!..
Bir zaman göklerde güneş, ay bizdik..
Ufka pembe-yeşil zaferler çizdik.
Ekmekten mübarek, sudan azizdik!
Şimdi sesler boğuk, renkler ışıksız!..
Şimdi bilgi serap, tefekkür sancı!..
Nefsani girdaplar boğmuş inancı!
Madde, esir etmiş yaşlıyı genci;
Kabuklar tam-takır, özler ışıksız!
Menfaat; köşeyi, bucağı tutmuş…
Nefis ejderhası, mana’yı yutmuş!..
Kulların çoğu Seni unutmuş;
Kalpler cin-çukuru, yüzler ışıksız!..
Uykular asırlık, duygular cüce..
Ruhlar hasret kalmış, ilahi güce!
Ne zaman mukaddes, ne mekan yüce;
Elemler kör kütük, hazlar ışıksız!..
Rabbim! Belli değil yar ile ağyar…
Ne aşkta şevk kalmış, ne meşkte tat var!
Dışta sahte gülüş, içler kan ağlar;
Bakışlar manasız, gözler ışıksız!
Umut tutsak, huzur demir kafeste…
Visal; Kaf Dağı’nda, aşk; son nefeste!
Ne sözde şiir var, ne sazda beste;
Pesler ses cinneti; tizler ışıksız!..
Varlıklı, düşkünü sorup gözetmez !
Kalemler, çıkarsız, bir tek söz etmez!
Bu sarhoş düzene akıl, sır yetmez;
Nağmeler notasız, sazlar ışıksız!
Ne sakimiz belli, ne üftademiz
Zehir-zıkkım peymanemiz, bademiz
Fakr ü zarurette sabit-kademiz!
Eller kıt kanaat, yüzler ışıksız!
Ey Rabbim, bizlere Sen eyle kerem!
Kimimiz Mecnunuz, kimimiz Kerem!
Rıza der, bu sırra, ben nasıl erem?
Yollar hep toz duman, izler ışıksız!
SEYYİD NİZAMOĞLU (16.yy; Mutasavvıf, şair)
GAZEL
Mevlam vir aşkunı bana hayranun olayın Senün,
Bülbül gibi cemalüne nalanın olayın Senün.
Yandur beni yandur beni ak meyine kandur beni,
Sarhoş idüp döndür beni mestanun olayın Senün.
Al bende benlik kalmasun kimseler halüm bilmesün,
Nam ü nişanum kalmasun pinhanun olayın Senün.
Bu can kuşın Sana uçur aşk meyinden bana içür,
Bu tac u hırkadan geçür üryanun olayın Senün.
Seyyid Nizamoğlu hocam ayırma kendüden yücem,
Eğer kan ağlasun bu çeşm-i giryanun Senün.
SİNAN ÜMMİ (D. ? – Ö. 1551; Mutasavvıf, şair)
İLAHİ
Gelin ALLAH diyelim,
Görelim neyler ALLAH…
Mürüvvetine girelim,
Görelim neyler ALLAH…
Adın alalım dile,
Bülbül olalım güle,
Allah diyelim hele,
Görelim neyler ALLAH…
Gündüz saim olalım,
Gece kaim olalım,
Zikre daim olalım,
Görelim neyler ALLAH…
Hak diyelim hepisin,
Yıkmayalım yapısın,
Bekleyelim kapısın,
Görelim neyler ALLAH…
Bir gün bundan göçüle,
Ol hazrete suç ile
Umarız yol geçile,
Görelim neyler ALLAH…
Ko bugünü yarını,
Dünyanın bazarını,
Umagör didarını,
Görelim neyler ALLAH…
Ümmi Sinan yol budur,
Söyleyene dil budur,
Evvel ahir dil budur,
Görelim neyler ALLAH…
SIRRİ (MUHAMMED HİLMİ EFENDİ) (D. ? – Ö. 1916; Mutasavvıf, şair)
YA RABBENA
Düştüm nefis sahrasına inayet kıl ya Rabbena…
Uğradım çok belasına inayet kıl ya Rabbena…
Cürm ü isyan eylemişem doğru yalan söylemişem,
Ahir kapına gelmişem inayet kıl ya Rabbena…
Eylemişem cürm ü günah gece gündüz eylerim ah,
Sensin kullarına penah inayet kıl ya Rabbena…
Günahım çok avareyim sevabım yok biçareyim,
Ya Rab kime yalvarayım inayet kıl ya Rabbena…
Ya Rab kapına gelmişem ismini Ğafur bilmişem,
Sıdkıyla tevbe kılmışam inayet kıl ya Rabbena…
Eyle imdat efganıma bakma benim isyanıma,
Gelmişem ben Ğufranıma inayet kıl ya Rabbena…
Aşkına meyil vermişem hakikat gülün dermişem,
Gülzar-ı dile gelmişem inayet kıl ya Rabbena…
Düşüp aşkın deryasına uydum anın fehvasına,
Gelmişem dil ihyasına inayet kıl ya Rabbena…
Meyl-i sivadan geçmişem aşkın şarabın içmişem,
Gülşen-i dille göçmüşem inayet kıl ya Rabbena…
Sırrı gel uykudan uyan aşkın boyasıyla boyan,
Söyle ya Rabbi el-eman inayet kıl ya Rabbena…
SÜMMANİ (D. 1862 – Ö. 1914; Halk ozanı)
MÜNACAT
İlahi budur ki sana niyazım,
Bizi hak rahına gidenlerden et!
“Ya ALLAH” çağırır kalb-i beyazım,
Lisanı mücevher seçenlerden et!
“ALLAH ALLAH” diyek kurtulak pastan,
Gönlümüz uyansın gam ile yaslan,
Can ki pervaz edip gider kafesten,
Bu burçtan o burca uçanlardan et!
Muhammed’dir cümle kulların hası,
İlim ile sadıklar çekerler yası,
Göğsüne uğrarsa ecel pençesi,
Elma ile candan geçenlerden et!
Ebubekir Ömer Osman ol Ali,
Hazret-i Resulün Çar-ı Yarları,
Orada görünür Hakkın cemali,
Cemalin aşkına yananlardan et!
Kavim kardaş seni yalnız koyunca,
Uryan edip her libasın soyunca,
Rabbın nebin kimdir diye sorunca,
Orda Hak cevabı verenlerden et!
Ben beni bilirim Hakkın kemteri,
Öldür asi nefsin o şerden beri,
Mahşerde dağılır amel defteri,
Sağ taraftan açıp verenlerden et!
Sümmani söylendi kendi özünden,
Dersi almış üç dervişin sözünden,
Ballar akar Bismillah’ın gözünden,
Kevser şarabını içenlerden et!
KUDRET-İ MEVLA
Seyreyle güzel kudret-i Mevla neler eyler…
ALLAH’a sığın adl-i Te’ala neler eyler…
Elbet yürüdür fermanını Kadir u Kayyum,
Herkese layık sırr-ı tecella neler eyler…
Alemleri var eylenen Allahü Alim’dir,
Gözler göricek mihr-i mualla neler eyler…
Eltaf-ı Kadım rahm-i Azim Bari Teala,
Kerem-i Kerim şems-i mücella neler eyler…
Lutfi der-i dergâh-ı İlahi’de sabat et,
Nazlı niyaz et Hakka temenna neler eyler…
TEVHİD
Varsın, Sen İlahi, yine varsın, yine varsın,
Aklımda, hayalimde, hissimde yaşarsın.
Her yer dolu Zatınla, sıfatınla, İlahi
Zatın da sıfatın da Senin na-mütenahi.
Kalbinde birer katredir eb’ad ile evkat
Titrer nabazanınla şerayin-i mesafat
Kuvvet bir elinde ve anasır bir elinde
Mi’marı elindir ebedin de ezelin de.
Şi’rin, dü-cihandır, kelimatın bütün ecram;
Her jale-i sun’un bana bir kuzlum-ı ilham.
Ruhumda, dimağımda ve kalbimde yaşarsın
Varsın Sen, İlahi, yine varsın, yine varsın!
ŞEMSEDDİN SİVASİ (D. 1519 – Ö. 1597; Mutasavvıf, şair)
GAZEL
Hudavenda şu alemde esen yeller Seni ister.
Ayakları gubar olmuş tozan yollar Seni ister.
Eger cindir eger hayvan eger melek eger insan,
Seni zikr etmede yeksan dönen diller Seni ister.
Bulam deyü diler anı gezer arayı arayı,
Dolaşıp kuh u sahrayı akan seller Seni ister.
Ayağın gerçi har almış velakin bi-karar olmuş,
Gezip elden ele salmış gezen güller Seni ister.
Seherlerde okur virdi verir aşıklara derdi,
Bahane eylemiş verdi gezen güller Seni ister.
Kevakıb ay güneş bi-can kararı yok ider seyran,
Olup serkeşte vü hayran dönen gökler Seni ister.
Tutuşup hecrile yanmış ezelde aşka boyanmış,
Duhanın göklere salmış yanan otlar Seni ister.
Boyanmış göklere taşın seherleri döker yaşın,
Çemende kaldırıp başın biten otlar Seni ister.
Çü sensin vahid-i mutlak mekanın yok ale’l-ıtlak,
Bahane kışlak u yaylak göçen iller Seni ister.
Yolun secdd eylemiş ağyar kalıp gurbetde eyler zar,
Bu şemsi gibi her kim var duyan kullar Seni ister.
ŞEREF HANIM (D. 1809 – Ö. 1861; Şaire)
ALLAH BES
Alemden ey dil her nefes,
Ser-rişte-i ümidi kes,
Yoktur cihanda hiç kes,
Mevla gibi imdad-res,
ALLAH bes, baki heves…
Olsan misal-i Kuhken,
Ber-aks eder çarh-ı kühen,
Daman-ı akl elde iken,
Kat’et alaka gayriden,
ALLAH bes, baki heves…
Gelmezden evvel et hazer,
Sermaye-i ömre zarar,
Olma Şeref-veş bi-haber,
Bu mısra’a eyle nazar,
ALLAH bes, baki heves…
ALLAH’IM
Hasta-i bi-mecalim ALLAH’ım!
Za’f ile bir hayalim ALLAH’ım!
Olsa Lokman bulmağa sıhhat,
Kalmadı ihtimalim ALLAH’ım!
Arza yok ihtiyaç ma’lumun,
Nik u bed cümle halim ALLAH’ım!
Nakd-i ömrüm abes telef oldu,
Budur işte melalim ALLAH’ım!
Hep heva ü hevesle geçti diriğ,
Çün şeref mah ü salim ALLAH’ım!
ŞÜKUFE NİHAL (D. 1896 – Ö. 1973; Eğitimci, edebiyatçı)
SON DUA
Sessiz, kara gecelerde ALLAH’ım
Senden nur isteyen, hasta bir ahım!..
Yıllar var ki bekliyoruz bir ümid,
Asuman-ı kudretinden, bu şehid
Vatan için… ellerimiz göklerde
Senden gufran ve şefaat bekledi;
Nedametli alnımız yerlerde;
Minareler niyazlarla inledi…
Gamlı gamlı der-gahında ağladık;
Milyonlarca kahramanı arşına
Kurban ettik… ümid ile yolladık;
Bir nur indir şehidlerin taşına!..
En kıymetli yerlerimiz –ne acı!-
Kalbimizden kopup kopup gittiler…
Bu inkıraz yollarında, sen acı
De ALLAH’ım, etme bizi derbeder…
Bir vatansız esir etme bizi Sen
Bi-günahlar hürmetine, ya Rabbi…
Bahtımızın son yıldızı düşmeden
Layık eyle rahmetine, ya Rabbi!..
YAVUZ BÜLENT BAKİLER (D. 1936 – … ; Gazeteci, şair)
YALVARIŞ
Siyah, korkunç ve derin,
Geceler sizin olsun.
Dualar kadar serin,
Bana sabahı verin.
Beni içimdeki yar,
Gezdirdi diyar diyar,
Sizin olsun tanrılar,
Bana ALLAH’ı verin.
İçimdeki bilmece,
Nursuz, uykusuz gece,
Çözülsün hece hece,
İçimdeki bilmece.
Nedir bu duyduğum ses,
Nerde en güzel heves,
Hani “hu” diyen nefes,
Nedir bu duyduğum ses?
Beni affeder misin?
Huzurunda bir sabah,
Dilimde ismin ALLAH
Ve yarım kalmış bir ah
İle gözyaşı döksem,
Saatlerce diz çöksem,
Yansam, yakınsam dursam,
“Hadi kulum” der misin?
Beni affeder misin?
Yedilerle, kırklarla,
Bir gün hıçkırıklarla,
Yoluna düşeceğim,
Bir gün hıçkırıklarla.
Dinleyin susun, susun
Suların hoş sesinden,
Veliler nefesinden,
Bir rüya kadar güzel,
Bir ömür kadar uzun,
İlahiler okunsun,
Dinleyin susun, susun!..
NİYÂZÎ-İ MISRÎ
ALLAH HU DİYEN
Cümle azadan gelir zikr-i ene’l Hakk haresi,
Cism içinde zar-ı efganımdır Allah Hu diyen…
Giceler ta subh olunca inletir bu dert beni,
Derdimin içinde dermanımdır Allah Hu diyen…
Yere göğe sığmayan bir müminin kalbindedir,
Katremin içinde ummanımdır Allah Hu diyen…
Kisve-i tenden muarra seyreder bu gökleri,
Çark uran abdalı uryanımdır Allah Hu diyen…
Her kişiye kendinden akrab olan dost zatıdır,
Ey Niyazi dilde mihmanımdır Allah Hu diyen…
RIFAT ARAZ
VUSLÂT YAKARIŞLARI
Yâ Rab, bir aşk verdin bana;
Yanıp durdum Sen’den yana!..
Canı kurban dedim Sana;
Rahîm Sen’sin, rahmet Sen’in!..
Ezel ebet devletin var;
Her zerrede, kudretin var!..
Ne tükenmez servetin var;
Rezzâk Sen’sin, nimet Sen’in!..
Benden yakın oldun bana;
Hangi yüzle dönem Sana?!..
Akıl yetmez bu devrâna;
Kâdir Sen’sin, kudret Sen’in!..
Gelen gider, giden gelmez;
Can Sen’indir bu can ölmez!..
Onca sırrı çözen olmaz;
Hakîm Sen’sin, hikmet Sen’in!..
Şükrü bulduk varlık ile;
Sabrı gördük darlık ile!..
Edep derdik erlik ile;
Rahmân Sen’sin, izzet Sen’in!..
Kalp, adınla Sen’i okur;
Okudukça bir aşk dokur!..
Elimdedir verdiğin nûr;
Samed Sen’sin, himmet Sen’in!..
BİLMEM
Aşkın ile bir hoş oldum;
İlki bilmem, sonu bilmem!..
Neye baksam, Sen’i buldum;
Yönü bilmem, yanı bilmem!..
Her hâl ile yandı yürek;
Dağ yükümde bin bir emek!..
Ömür bir çark, zaman elek;
Ten öğünür, canı bilmem!..
Safta döndü, doldu gönül;
Müptelâdır güle bülbül!..
Budur, böyle erkân, usûl;
Sevgimiz var, kini bilmem!..
Yâ Rab, sende her kararım;
Gönül arar, ben ararım!..
Ötede mi ilkbaharım?..
Dünü bilmem, günü bilmem!..
Tâ ezelden bu hâldayım;
Sana gelen bir yoldayım!..
Bir bîçâre akıldayım;
Malı, mülkü, şanı bilmem!..
Menzil menzil, kubbe kubbe,
Sebep, bağlı bir sebebe!
Ne sevdâdır iner kalbe;
Unuttum ben, beni bilmem!..
TÖVBEKÂR OLDUM
Yâ Rab bu aşk bende, benimle her an;
Aşk ile can buldum, canda var oldum!..
Bu zorlu nefsime neyledi zaman?..
Bazen kışa döndüm, kâh bahar oldum!..
Tevhîdin nûruyla, var ettin canı;
Ufkuna nakşettin eşsiz fermânı!..
Tedbirden, takdire dönen her sonu;
Tefekkür ettikçe tövbekâr oldum!..
Kader levhâsında, ince bir sır var;
Bir ömre sığmadı, aşk denen esrâr!..
Âlemi sardıkça bu derin efkâr;
Yanmış ney misâli, âh u zâr oldum!..
Ezelden ebede bu şevk, bu heves;
Firdevs’den,Mevâ’dan, Naim’den bir ses!..
Kutsal emanete yüklü her nefes;
Dal, budak saldıkça, lalezâr oldum!..
Hüzün tezgâhında, süsledin gülü;
Yardın, pâk eyledin mümin gönülü!
Sebepler içinde her tevekkülü;
Sezdikçe hem gizli, aşikâr oldum!..
Yâ Rab yakın sensin, ben benden uzak;
İçimde, iç içe binlerce tuzak!..
Ey gönül geç nefsi, benliği bırak;
Kim demiş âlemde bahtiyâr oldum?!..
YUNUS DURSUN (D. 1949 – … ; Şair)
SANA GELDİM
Ellerim boş, gözümde yaş,
Meydana geldim ALLAH’ım!
Usul usul yavaş yavaş,
Divana geldim ALLAH’ım!
Sen büyüksün ben neyim ki,
Gölgem bile yoktur belki,
Bir damlayım gölde sanki
Ummana geldim ALLAH’ım!
İçime sızı girince,
Boynum sana kıldan ince,
Börtü böceğin dilince,
Harmana geldim ALLAH’ım!
Yola düştüm salkım saçak,
Açık bağır yalın ayak,
Ben affına sığınarak,
Mizana geldim ALLAH’ım!
Gözüm melül gönlüm kırık,
Ruhumu sardı hıçkırık,
Yeter artık bu ayrılık,
Ben Sana geldim ALLAH’ım!
YANDIR BENİ
Sana dönük eller gibi
Dost arayan diller gibi
Suya hasret çöller gibi
Yandır beni yandır beni
Aşıkların nidasıyla
Yunus’ların sadasıyla
Mevlana’nın edasıyla
Döndür beni döndür beni
Duyan kulak bakan gözüm
Dünyaları tuttu sözüm
Çıra gibi yandı özüm
Söndür beni söndür beni
Çoktan yitirdim uykuyu
Kaybettim fikri duyguyu
Damal damla verme suyu
Kandır beni kandır beni
Doymuyorum hülyalara
Sığmaz oldum rüyalara
Yanındaki dünyalara
Kondur beni kondur beni
YUNUS EMRE (D. 1240 – Ö. 1321; Mutasavvıf, halk ozanı)
HAK ÇALABIM
Hak Çalabım Hak Çalabım sencileyin yok Çalab’ım,
Günahlıyım yarlıgagil ey rahmeti çok Çalab’ım…
Kullar Senin, Sen kulların, günahları çok bunların,
Uçmağına sal bunları binsinler Burak Çalab’ım…
Ben ayduram kim ey Gani nedir bu derdin dermanı,
Zinhar esirgeme beni aşk oduna yak Çalab’ım…
Kogıl beni hoş yanayım kül oluban uşanayım,
Ol sevdiğin Muhammede’e olayın çerka Çalab’ım…
Ne ilmim var ne taatım ne gücüm var ne takatım,
Meger kıla inayetin yüzümüzü ak Çalabım…
Yunus’u sen yarlıgagıl bu günahlı kullar ile
Eğer yargılamaz isen key katı firak Çalabım…
AŞKIN ALDI BENDEN BENİ
Aşkın aldı benden beni, bana Seni gerek Seni…
Ben yanarım dünü günü bana Seni gerek Seni…
Ne varlığa sevinirim ne yokluğa yerinirim,
Aşkın ile avunurum bana Seni gerek Seni…
Aşkın aşkılar öldürür aşk denizine daldırır,
Tecelli ile doldurur bana Seni gerek Seni…
Eğer beni öldüreler külüm göğe savuralar,
Toprağım anda çağıra bana Seni gerek Seni…
Sufilere sohbet gerek ahilere ahret gerek,
Mecnunlara Leyla gerek bana Seni gerek Seni…
Ne Tamu’da yer eyledim ne Uçmak’ta köşk bağladım,
Senin için çok ağladım bana Seni gerek Seni…
Cennet cennet dedikleri bir ev ile birkaç huri,
İsteyene vergil onu bana Seni gerek Seni…
Yusuf eğer hayalini düşde göreydi bir gece,
Terk ede idi mülklerin bana Seni gerek Seni…
Yunus çağırırlar adım gün geçtikçe artar odum,
İki cihanda maksudum bana Seni gerek Seni…
SENSİN KERİM
Sensin Kerim Sensin rahim, ALLAH, Sana sundum elim.
Senden artık yoktur umum, ALLAH, Sana sundum elim.
Ecel erdi vade yetdi, bu ömrüm kadehi doldu.
Kimdir ki içmeden kaldı, ALLAH, Sana sundum elim.
Dilim tetiği bozuldu, canım gövdemden üzüldü.
Uşda gözlerim süzüldü, ALLAH, Sana sundum elim.
Vurdular suyum ılıdı, kavim kardaş cümle geldi.
Esen kalsın kavim kardaş, ALLAH, Sana sundum elim.
Uş diktiler kefen donum, Hazrete gönüldü yolum.
Bunda kalan nemdir benim, ALLAH, Sana sundum elim.
Geldi salacam sarılır, dört yana sala verilir.
El namazıma derilir, ALLAH, Sana sundum elim.
Salacamı götürdüler, musallaya yetirdiler.
Görklü tekbir getirdiler, ALLAH, Sana sundum elim.
Toprağa çün düşürdüler, el toprağa üşürdüler
Taşlar ile bastırdılar, ALLAH, Sana sundum elim…
Çün cenazen şeştiler, üstüme toprak saçtılar.
Hep koyubanı kaçtılar, ALLAH, Sana sundum elim.
Geldi Münker ile Nekir, her birisi sordu bir dil.
İlahi sen cevab vergil, ALLAH, Sana sundum elim.
Yedi Tamu sekiz Uçmak, her birinin vardır yolu.
Her bir yolda yüz bin çarşı, ALLAH, Sana sundum elim.
Görün aceb oldu zaman, gönülden eyleriz figan.
Ölür çün anadan doğan, ALLAH, Sana sundum elim.
Yunus tap uzat bu sözü, ALLAH’ına tutgıl yüzü.
Didardan ayırma bizi, ALLAH, Sana sundum elim.
İSTER İDİM ALLAH’I
İster idim Allah’ı, buldum ise ne oldu?
Ağlar idim dün ü gün, güldüm ise ne oldu?
Erenler meydanında yuvarlanır top idim,
Padişah çevganında kaldım ise ne oldu?
Erenler sohbetinde deste kızıl gül idim,
Açıldım ele geldim soldum ise ne oldu?
Âlimler ulemalar medresede bulduysa,
Ben harabat içinde buldum ise ne oldu?
İşit Yunus’u işit yine deli oldu hoş,
Erenler manisine daldım ise ne oldu?
BANA SENİ GEREK SENİ
Aşkın aldı benden beni,
Bana Seni gerek Seni…
Ben yanarım dünü günü,
Bana Seni gerek Seni…
Ne varlığa sevinirim,
Ne yokluğa yerinirim,
Aşkın ile avunurum,
Bana Seni gerek Seni…
Aşkın aşıklar öldürür,
Aşk denizine daldırır,
Tecelli ile doldurur,
Bana Seni gerek Seni…
Aşkın şarabından içem,
Mecnun olup dağa düşem,
Sensin gün be gün endişem,
Bana Seni gerek Seni…
Sufilere sohbet gerek,
Ahilere ahret gerek,
Mecnunlara Leyla gerek,
Bana Seni gerek Seni…
Eğer beni öldüreler,
Külüm göğe savuralar,
Toprağım anda çağıra,
Bana Seni gerek Seni…
Yunus’dürür benim adım,
Gün geçtikçe artar odum,
İki cihanda maksudum,
Bana Seni gerek Seni…
ÇAĞIRAYIM MEVLAM SENİ
Dağlar ile taşlar ile
Çağırayım Mevlam seni!
Seherlerde kuşlar ile
Çağırayım Mevlam seni!
Su dibinde mahi ile
Sahralarda ahü ile
Abdal olup Ya Hu ile
Çağırayım Mevlam seni!
Gökyüzünde İsa ile
Tur dağında Musa ile
Elimdeki asa ile
Çağırayım Mevlam seni!
Derdi öküş Eyyüb ile
Gözü yaşlı Yakub ile
Ol Muhammed mahbub ile
Çağırayım Mevlam seni!
Bilmişim dünya halini,
Terk ettim kıyl ü kalini,
Baş açık ayak yalını,
Çağırayım Mevlam seni!
Yunus okur diller ile
Ol kumru bülbüller ile
Hakkı seven kullar ile
Çağırayım Mevlam seni!
GEL GÖR BENİ AŞK NEYLEDİ
Ben yürürüm yane yane,
Aşk boyadi beni kane,
Ne âkilem ne divâne,
Gel gör beni aşk neyledi!
Gâh eserim yeller gibi
Gâh tozarim yollar gibi
Gâh akarim seller gibi
Gel gör beni aşk neyledi!
Akarsulayin çaglarim,
Dertli cigerim daglarim,
Şeyhim anuban aglarim,
Gel gör beni aşk neyledi!
Ya elim al kaldir beni,
Ya vaslina erdir beni,
Çok aglattin güldür beni,
Gel gör beni aşk neyledi!
Ben yürürüm ilden ile
Şeyh anarim dilden dile,
Gurbette hâlim kim bile,
Gel gör beni aşk neyledi!
Mecnun oluban yürürüm,
O yari düşte görürüm,
Uyanip melûl olurum,
Gel gör beni aşk neyledi!
Miskin Yunus biçareyim,
Baştan ayaga yâreyim,
Dost ilinden âvâreyim,
Gel gör beni aşk neyledi!
ZEKİ ÖMER DEFNE (D. 1903 – Ö. 1992; Eğitimci, şair)
DUA
Hacet kapılarının önündeyim yine işte,
Durmuşum işte bir kutsal açlığın duasına, amin!
Bekliyorum bir zamansız saatin sesini,
Dinliyorum işte kalbimin vuruşlarında Seni, amin!
İzn olmuş da dönüyor gibi dönülmez bir iklimden
Tüm canlarım bugünler hürmetine şükür, amin!
Geçiyor gibi bir baharla gül, menevşe çevremden,
Her yaneden bir ilahi ezgileri, şükür, Amin!
Bir Zekeriyya sofrası şu fakir sofram sanki işte:
Şükür şu helal ekmeğe, suya, şu kara zeytine, amin!
Şu vücudum şehrinde kim varsa işte hepsi
Kendi dil-mikdarınca tesbih içre Seni, amin!
Büyük eller mi gerek büyük dualar için?
İşte masum bir çocuğun elleri ellerimde, amin!
ZEMÇİ ÇETİNKAYA (D. 1960 – Ö. 2004; Eğitimci, şair)
MÜNACAT
Biz na-ehil kullarız hidayet ver ALLAH’ım!
Feyz-i bi-nihayenden inayet ver ALLAH’ım!
Binbir derd ü mihnetle, binbir kahr ü zilletle,
Seyreden ömrümüze letafet ver ALLAH’ım!
Bunca tuğyan içinde hala Salih geçinen,
Enfüs-i facireye nedamet ver ALLAH’ım!
Çağdaş firavunlarla nemrutlar karşısında,
Mücahidin-i Hakk’a metanet ver ALLAH’ım!
Çeçenya’da Bosna’da bebekleri katleden,
Zalimlere her yerde rezalet ver ALLAH’ım!
Fukara-yı ümmete sabr u takatı amma,
Zenginlere de biraz sehavet ver ALLAH’ım!
Kendisi yatıp duran eslaf ile övünen,
Nesl-i hazıra gerçek necabet ver ALLAH’ım!
Liderinin gözüyle hadiselere bakan,
Vükela-yı millete feraset ver ALLAH’ım!
Sadaret makamını verdiğin kullarına, Güzelliğin yanında zekavet ver ALLAH’ım!
Ne çok Yezid türedi şu ümmetin başında,
Cihar-ı Güzin gibi riyaset ver ALLAH’ım!
İrşad-ı bırakarak şovmenliğe soyunan,
Günümüz şeyhlerine keramet ver ALLAH’ım!
Modern cahiliyyenin sindiği tavrımıza,
Müslümanca nezaket, zerafet ver ALLAH’ım!
Bin tufana layıktır zulm-i ebna-yı zaman,
Yetimler için arza selamet ver ALLAH’ım!
Hırs-ı dünya uğruna millet-i merhumenin,
Taşlaşan kalplerine merhamet ver ALLAH’ım!
Bu çorak gönüllere bir neşv ü nema için
Habibin hürmetine muhabbet ver ALLAH’ım!
ZİYA OSMAN SABA (D. 1910 – Ö. 1957; Şair)
RABBİM NİHAYET SANA
Rabbim, nihayet sana itaat edeceğiz…
Artık ne kin, ne haset, ne de yaşamak hırsı,
Belki bir sabah vakti, belki gece yarısı,
Artık nefes almayı bırakıp gideceğiz…
Ben artık korkmuyorum, her şeyde bir hikmet var.
Gecenin sonu seher, kışın sonunda bahar.
Belki de bir bahçeyi müjdeliyor şu duvar,
Birer ağaç altında sevgilimiz, annemiz.
Gece değmemiş sema, dalga bilmeyen deniz,
En güzel, en bahtiyar, en aydınlık, en temiz
Ümitler içindeyim, çok şükür öleceğiz…
|
Bugün 280 ziyaretçi (783 klik) kişi burdaydı! |
|
 |
|
|