Bu hastalığın sebebini Üstad Bediüzzaman Hazretleri çok güzel tespit etmiş. Üstad’ın tespitini özetle nakledelim.
Bu kişiler ilk önce müçtehitlere karşı üstünlük iddia ederler. Bunların müçtehit alimlere karşı üstünlük iddiasının sebebi şudur:
Bu mezhepsizler, haram dairesine girmiş ve sefahate öyle dalmışlardır ki, sefahatten kurtulamıyorlar ve sefahate mani olan farzları eda edemiyorlar. Kendilerine bir bahane bulmak için şöyle derler:
“Şu mesele içtihattır. Bu meselede mezhepler birbirine muhalif gidiyor. O halde bu hükme uymak gereksizdir. Hem onlar da bizim gibi insandırlar, hata yapabilirler. Öyleyse biz de onlar gibi içtihat ederiz, istediğimiz gibi ibadetimizi yaparız. Onlara tabi olmaya ne mecburiyetimiz var?”
İşte bu bedbahtlar, şeytanın bu desisesiyle başlarını mezhebin zincirinden çıkarıyorlar. Demek, mezhepleri inkâr etmenin temel sebebi: İslamî hükümlerin ağır gelmesi sebebiyle, nefislerine uygun bir İslam’ı ortaya çıkarma arzusudur. İçinde beş vakit namazın, zekâtın ve tesettür gibi emirlerin olmadığı; sefahatin ve nefsî arzuların helal olduğu bir dini çıkarma arzusu…
Ancak iş bununla bitmiyor. Çünkü mezhep imamlarının omuzunda olan yalnız dinin nazariyat kısmıdır, farzlar ve haramlar değildir. Halbuki bu hadis inkârcıları, dinin farzlarını dahi terk etmek ve değiştirmek istiyorlar. Eğer, “Müçtehitlerden daha iyiyiz.” deseler, işleri tamam olmuyor. Çünkü müçtehid farza değil; nazariyata ve kati olmayan teferruata karışabilir ve burada içtihat yapabilir.
Halbuki bu hadis inkârcıları, namazı dahi zar zor kılmakta, hatta bir kısmı beş vakit namazı bir iki vakte indirmektedirler. Kadın olanlarıysa, tesettür gibi emirleri inkâr edip İslam’ın farzlarına karşı gelmektedirler… O halde bunların meselesi, müçtehitleri inkâr etmekle tamam olmuyor. Dinin farzlarını değiştirmek ve İslam’ın farzlarına karşı gelmek için, İslamî hükümlerin nakilcileri, direkleri ve hadislerin ravileri olan sahabelere ilişiyorlar ve onlar tarafından nakledilen hadisleri inkâr etmeye başlıyorlar.
İşte hadisleri inkârlarının sebebi budur. O halde, hadis inkârcılığı ile tamamlanan basamakları şöyle maddeleyebiliriz:
1. Sefahate dalıyorlar ve kendilerini haramlardan kurtaramıyorlar. Sefahate mani olan farzları da eda edemiyorlar.
2. İstiyorlar ki, işledikleri haramlar helal olsun ve eda edemedikleri farzlar olmasın.
3. Bu arzularının sevkiyle müçtehid imamlara ilişiyorlar ve “Ben de onlar gibi içtihat yapabilirim, onlar da benim gibi insandır.” diyerek nefislerinin arzusu doğrultusunda içtihat yapıyorlar. Bununla kendilerini rahatlatıyorlar.
4. Ama bakıyorlar ki, iş müçtehitleri inkâr etmekle olmuyor. Çünkü onlar sadece dinin nazariyat kısmında Kur’an ve sünnetten hüküm çıkarmışlar. Dinin farzlarında içtihat yapılmamış ve yapılamıyor. Halbuki bu kişiler, dinin farzlarını da eda etmekten uzaktırlar. Bu sefer gözlerini bir üste dikiyorlar ve dinî hükümlerin taşıyıcıları, direkleri ve hadislerin ravileri olan sahabelere ilişiyorlar. Onları -haşa- yalancılıkla itham edip, hadisleri inkâr ediyorlar.
5. Ancak iş bununla da bitmiyor. Çünkü bazı farzlar hakkında çok açık Kur’an ayetleri mevcuttur. İşte bu sefer de gözlerini Kur’an’a dikiyorlar; ayetleri diledikleri gibi tevil ediyor ve nefislerinin arzularına göre hükümler çıkarıyorlar. Ve sonunda, şefkati dahi hak etmeyen zavallı bir insan oluyorlar… Üstad Bediüzzaman Hazretleri meseleyi gerçekten çok güzel tahlil etmiş.
Sevgili kardeşlerim, Hadis inkârcılarına karşı hazırladığımız bu eserimiz, meseleyi her yönüyle tahlil edeceğimiz uzun bir eser olacaktır. Eserimiz birçok bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm, hadisleri inkâr edenlerin en çok söylediği şu söze cevap olarak hazırlanmıştır. Onlar diyorlar ki: “Bizler Kur’an’a tabiyiz. Kur’an’da bulduğumuzla amel ederiz. Kur’an bize yeter.”
Aslında biz de onların Kur’an’a tabi olmalarını ve Kur’an’la amel etmelerini istiyoruz. Zira Kur’an’a tabi olan, hadisleri kabul etmek zorunda kalır. Kur’an bir çok ayetiyle bunu bize emretmektedir.
Eserimizin bu birinci bölümünde bu ayetleri gösterip, hadis inkârcılarını bu ayetlere tabi olmaya davet edeceğiz. Birinci ayetimizi bir sonraki derste bulabilirsiniz. Bir sonraki derste buluşuncaya kadar hepiniz Allah’a emanet olunuz.
.
2. Eğer bir şeyde çekişirseniz onu Allah’a ve Resulüne götürün… (Nisa 59)
Allah’a götürmek, kitabı olan Kur’an’a götürmekti. Peki, Resule götürmek ne?.. Fiziki olarak Peygamberimize gidip kapısını çalıp meseleyi direkt sormak mı? Hayır böyle değil. Peygamberimize götürmekten maksat, Onun hadis-i şeriflerini hakem yapmaktır. Eğer ihtilafımızı Kur’an halledemiyorsa, meselemizi hadislere götürmeliyiz. Bu, Kur’an’ın emridir.
Peki, bu emre kim boyun eğer? Ayetin devamı buna işaret eder ve der ki: إِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ اْلآخِرِ Eğer Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız.
Yani, eğer Allah’a ve ahirete imanınız varsa, meselenizi önce Kur’an’a götürür ve Kur’an’ı hakem yaparsınız. Eğer Kur’an meselenizi çözemediyse ve hâlâ inatlaşıyorsanız, o zaman meselenizi Resulullah’a, yani Onun hadis-i şeriflerine götürürsünüz. Böyle yapmanız imanınızın alametidir. Mana-yı muhalifiyle, eğer Kur’an’a ve hadislere götürmüyorsanız Allah’a ve ahiret gününe imanınız yoktur.
Bu beyanlardan sonra, şimdi hadis inkârcılarına bir çift sözümüz var:
Şimdi hadis inkârcılarına diyoruz ki, aramızda şefaat, tevessül ve kabir hayatı gibi birçok meselede ihtilaf ve çekişme var. Bizler bunların hak olduğuna inanırken, sizler bunları batıl kabul ediyorsunuz. Yapmamız gereken, Nisa suresi 59. ayetin emriyle amel etmek ve meselelerimizi ilk önce Kur’an’a götürmektir.
Meselelerimizi Kur’an’a götürdük. Bizler bunların hak olduğuna dair ayetleri delil gösterirken, sizler de kendinize göre yok olduğuna dair deliller gösterdiniz. Aramızdaki ihtilaf hâlâ devam ediyor. Peki şimdi ne yapıcaz? Yapmamız gereken, Nisa, 4/59’un hükmüyle amel edip meselemizi Peygamberimize götürmektir.
Şimdi biz onlara: “Gelin, meselemizi Peygamberimize yani Onun hadislerine götürelim.” dediğimizde, onlar bize: “Yok, biz Peygamberimize götürmeyiz, hadislerine itibar etmeyiz. Kur’an bize yeter, biz ancak Kur’an’la amel ederiz.” diyorlar.
İyi de siz Kur’an’la amel etmiyorsunuz ki… Kur’an size, meselenizi Resule de götürün, yani onun sözlerini, hadislerini de aranızda hakem yapın, diyor. Siz ise Kur’an’ın bu emrine muhalefet ediyorsunuz. Hani siz Kur’an’a uyuyordunuz?.. Sizin mushafınızda Nisa suresinin 59. ayeti yok mu?..
Kardeşlerim gördünüz mü, hadis inkârcıları Nisa, 4/59’u nasıl çiğniyor. Bir de “Kur’an’la amel ederiz.” diyorlar. Hadi amel etseler ya, ama etmezler, edemezler…
Daha Kur’an’ın çok ayetlerini çiğnediklerini bu eserde ispat edeceğiz. Bu dersimizi burada noktalayalım. Bir sonraki dersimizde, Kur’an’a tabi olduklarını iddia edenlerin çiğnedikleri ikinci ayeti göstereceğiz. Bir sonraki derste buluşuncaya kadar hepiniz Allah’a emanet olunuz.
.
3. “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun.” (Âli İmran, 3/31)
Bakın, Kur’an size, “Allah’ı seviyorsanız Kur’an’a tabi olun.” demiyor; Resulullah’a tabi olun diyor. Çünkü İslam, sadece Kur’an’dan ibaret değildir. Resulullah’ın sünneti de dinin bir kaynağıdır ve bu sünnete tabi olmak Kur’an’ın emridir…
Fakir, hadis inkarcılarına bu makamda son söz olarak der ki:
Vallahi siz Allah’ı sevmiyorsunuz! Çünkü Kur’an diyor ki: Eğer sevseydiniz Allah’ın Resulüne tabi olurdunuz. Madem siz sünnete ve hadislere tabi olmuyorsunuz, O halde Kur’an’ın açık beyanıyla, Allah’ı sevmiyorsunuz.
Ve Vallahi Allah da sizi sevmiyor! Çünkü Allah, ayet-i kerimenin açık beyanıyla, sevgisini, Habibine tabi olma şartına bağlamış. Siz bu şartı yerine getirmiyorsunuz ki Allah sizi sevsin.
Ve şundan da korkun; Allah, affını da bu şarta bağlamış. Resulullah’a tabi olmaya…
Artık bundan korkmayana daha ne denilebilir?
Sevgili kardeşlerim, hadis inkarcılarının, Kur’an’ın daha birçok ayetlerini çiğnediklerini, bu eserde ispat edeceğiz. Bu dersimizi burada noktalayalım. Bir sonraki dersimizde, çiğnedikleri üçüncü ayeti göstereceğiz. Bir sonraki derste buluşuncaya kadar Allah’a emanet olunuz.
.
4. “Allah’ın ve Resulünün haram kıldığını haram kılmayanlarla savaşın.” (Tevbe, 9/29)
2. Resulünün haram kıldığı şeyler.Allah’ın haram kıldığı şeyler, Kur’an’da geçen haramlardır. Peki, Resulünün haram kıldığı şeyler nedir?
Sakın, “Bunlar da Kur’an’da geçen haramlardır.” demeyin. Çünkü bu, Kur’an’da bahsi geçen haramlar olamaz. Arapça bilmeyenler için bunu izah edelim:
حَرَّمَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ ayetindeki “vav” harfi, atıf harfidir. Atıf harfi, kendinden sonrasıyla öncesinin farklı olduğunu gösterir. Biz bunu Türkçede de kullanıyoruz. Mesela, Ali ve Ahmet geldi. desek, Ahmet’in Ali’den farklı bir şahıs olduğunu anlarız. Ali farklıdır, Ahmet farklıdır. Bu farkı ortaya koyan edat da “ve” edatıdır.
Aynen bunun gibi, Allah’ın haram kıldığı şeyler ve Resulünün haram kıldığı şeyler… dediğimizde, Resulünün haram kıldığı şeylerin, Allah’ın haram kıldığı şeylerden farklı olduğunu anlarız. Eğer ikisi aynı olsaydı, arada “vav” atıf harfi kullanılmaz ve sadece “Allah’ın haram kıldıklarını haram kılmayanlarla savaşın.” denilirdi. Halbuki böyle denilmemiş… Peki ne denilmiş: Hem Allah’ın haram kıldığını haram kılmayanlarla, hem de Resulünün haram kıldığını haram kılmayanlarla savaşın, denilmiş.
Bütün bu izahlardan sonra sorumuz şu: Allah’ın haram kıldıkları, Kur’an’da geçen haramlardır. Peki, Resulünün haram kıldığı şeyler nerede geçmektedir? Aklınıza, hadis-i şeriflerden başka bir yer geliyor mu? Herhalde gelmiyordur.
Demek birisi, sadece Allah’ın haram kıldıklarını, yani Kur’an’daki haramları kabul etse, bu yeterli değildir. Resulullahın haram kıldıklarını da haram kabul etmelidir. Çünkü Resulullahın haram kılması da Allah’ın haram kılması gibidir ve bu haram kılmalar da Allah’ın emriyledir. Aradaki tek fark, bu haramlar Kur’an’da değil, hadislerde geçmektedir.
Bu izahlardan sonra, şimdi hadis inkarcılarına bir çift sözümüz var:
Şimdi hadis inkarcılarına diyoruz ki, siz: “Biz Kur’an’a uyarız. Kur’an bize yeter.” diyorsunuz. Peki, Tevbe suresinin 29. ayetini hiç okumuyor musunuz?.. Bu ayetin emriyle niçin amel etmiyorsunuz? Ayet-i kerime diyor ki: Resulullahın haram kıldıklarını haram kabul edin.
Ayetin bu emrine karşı siz hadisleri inkar ediyor ve Resulullahın haram kıldığı şeyleri haram kabul etmiyorsunuz.
Hem ayetin bu kadar açık beyanından sonra, hâlâ nasıl “Vahiy sadece Kur’an’dır, Peygambere başka vahiy gelmemiştir.” diyorsunuz. Peygambere başka vahiy gelmemişse, “Resulullahın haram kıldığı şeyler…” ifadesi ne manaya gelmektedir. Bu ifadeden, haram ların bizi iki şekilde bildirildiği açıkça anlaşılmaz mı?
1. Kur’an’la bildirilenler,
2. Hadislerle bildirilenler.
Hadisleri yok sayarsanız, hadislerin bildirdiği haramları nasıl öğreneceksiniz?
Siz Kur’an’a uyduğunuzu iddia ediyorsunuz, lakin Kur’an’dan hiç nasibiniz yok, Kur’an’ı hiç anlamıyorsunuz. Eğer anlasaydınız, Resulullah’ın sünnetine ve hadislerine muhalefet etmez ve ayetin emrettiği gibi, o sünneti kaynak kabul ederdiniz. İnanın Kur’an bir vadide, sizse başka bir vadidesiniz. Allah sizlere, ölümden önce uyanmayı nasip etsin…
Sevgili kardeşlerim, hadis inkarcılarının, Kur’an’ın daha birçok ayetlerini çiğnediklerini, bu eserde ispat edeceğiz. Bu dersimizi burada noktalayalım. Bir sonraki dersimizde, çiğnedikleri Dördüncü ayeti göstereceğiz. Bir sonraki derste buluşuncaya kadar Allah’a emanet olunuz.
.
5. “Peygamber size her neyi verdiyse onu alın. Ve size her neyi yasakladıysa ondan vazgeçin.” (Haşr, 59/7)
Bu makamda şu izahı da yapmak istiyoruz:
Bazı kimseler bu ayetin sadece fey hakkında nazil olduğunu söyleyip, “Sadece fey hakkında verdiğini alın, yasakladığından vazgeçin.” diyerek, ayetin ifade ettiği umumiliği reddetmektedirler. Fey, düşmanla muharebe bittikten sonra, İslamiyeti kabul etmeyenlerden sulh yoluyla veya zorla alınan mallardır. Harpte zorla alınan mala ise “ganimet” denir.
İşte bazı kişiler, ayetin üst kısmı fey hakkında olduğu için, “Peygamber size her neyi verdiyse onu alın. Ve size her neyi yasakladıysa ondan vazgeçin.” ayetinin, sadece fey hakkında olduğunu söylemektedirler. Onlara göre, Hz. Peygamber (asm)’ın fey hakkında verdiği hükmü almalıymışız; ama diğer sözlerine uymak zorunda değilmişiz…
Onların bu batıl sözlerine karşı üç sözümüz var. Birinci sözümüz şu:
Arapçada مَا ve مِنْ edatları arasında şöyle bir mana farkı vardır: مَا edatı, bütünü ifade eder. مِنْ edatı ise, teb’iz edatı olup parçayı ve bir kısmı ifade eder. Eğer ayeti kerime “ma” edatıyla değil, “min” edatıyla gelseydi, yani şöyle olsaydı:
وَمِنْ آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمِنْ نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانتَهُوا Eğer böyle olsaydı, manası şöyle olurdu: “Resulün size verdiğinin bir kısmını alın ve sizi nehyettiği şeylerin bir kısmından vazgeçin.”
İşte “min” edatı, ayete bu manayı verirdi. Eğer böyle olsaydı, o zaman, “Biz sadece Peygamberin fey hakkındaki sözüne uyarız, diğer sözlerine uymayız.” diyenlerin söyleyecek bir sözü olurdu. Lakin ayet-i kerime, parçayı bildiren “min” ile değil, bütünü bildiren “ma” ile gelmiş ve denilmiş ki: وَما آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَما نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانتَهُوا yani Peygamber size her neyi verdiyse bütününü alın. Ve size neyi yasakladıysa tamamından vazgeçin. İşte “ma” edatının manaya etkisi budur. Bu durumda, Efendimizin fey hakkındaki sözü “ma” edatına dahil olduğu gibi, diğer bütün sözleri de bu edata dahildir. Ve hepsini almamız gerekmektedir…
Bu husustaki İkinci sözümüz şu: Usul-ü fıkıhta bir kaidedir ki: Ayetin iniş sebebinin hususiliği hükmün umumiliğine engel teşkil etmez. Yani bir hüküm, hususi bir olay üzerine inmiş olsa da bu hüküm umumi kabul edilir. Eğer böyle olmazsa, İslam’ın neredeyse bütün hükümlerini yok saymak zorunda kalırız. Zira Kur’an’ın bir çok hükmü, hususi olaylar üzerine inmiştir. Eğer o hükümleri, sadece o olayla sınırlayıp, “Başka yerde hükmü geçmez.” dersek, o halde Kur’an, sadece o asra inmiş bir kitap olur.
İşte bu sebepten dolayı, Peygamber size her neyi verdiyse onu alın. Ve size neyi yasakladıysa ondan vazgeçin, ayetinin fey hakkında inmiş olması, bu hükmün sadece fey hakkında olduğu neticesini vermez. Hüküm umumidir. Peygamberimizin her verdiğini almalı ve her nehyettiğinden kaçınmalıyız.
Bu husustaki Üçüncü sözümüz de şu: Bütün alimler ve müfessirler, anlattığımız iki sebepten dolayı hükmün umumiliğine hükmetmişlerdir. Bütün alimlerin ittifak ettiği bir meselede onlara muhalefet etmek, ehli aklın kârı değildir. Mesela, “İmamların Güneşi” lakabıyla meşhur Fahreddin-i Razi Hazretleri bu ayet hakkında şöyle der:
“En güzel olan mana, bu ayetin, Resulullah’ın verdiği, emrettiği ve nehyettiği her şeye şamil bir hüküm olmasıdır. Bununla beraber, fey ile ilgili hüküm de bu umumiliğe dahildir.”
Bütün bu izahlardan sonra, şimdi hadis inkarcılarına bir çift sözümüz var:
Şimdi hadis inkarcılarına diyoruz ki, siz: “Biz Kur’an’a uyarız. Kur’an bize yeter.” diyorsunuz. Peki, Haşr suresinin 7. ayetini hiç okumuyor musunuz?.. Bu ayetin emriyle niçin amel etmiyorsunuz? Ayet-i kerime diyor ki:
“Peygamber size her neyi verdiyse onu alın. Ve size neyi yasakladıysa ondan vazgeçin.”
Siz niçin Peygamberin verdiklerini almıyor ve nehyettiklerinden vazgeçmiyorsunuz? Siz Kur’an’a uyduğunuzu iddia ediyorsunuz, lakin Kur’an’dan hiç nasibiniz yok, Kur’an’ı hiç anlamıyorsunuz. Eğer anlasaydınız, Resulullah’ın sünnetine ve hadislerine muhalefet etmez ve ayetin emrettiği gibi, o sünnetin size verdiklerini alır ve nehyettiklerinden vazgeçerdiniz. Allah size hidayet versin.
Sevgili kardeşlerim, hadis inkarcılarının, Kur’an’ın daha birçok ayetlerini çiğnediklerini, bu eserde ispat edeceğiz. Bu dersimizi burada noktalayalım. Bir sonraki dersimizde, çiğnedikleri Beşinci ayeti göstereceğiz. Bir sonraki derste buluşuncaya kadar Allah’a emanet olunuz…
.
6. “Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, hiçbir mümin erkek ve mümin kadın için işlerinde seçme hakları yoktur.” (Ahzab, 33/36)
Ayette إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman buyrulmuş. Ayet-i kerime iki şeyden bahsediyor:
1. Allah’ın bir şeye hükmetmesi,
2. Resulünün bir şeye hükmetmesi.
Allah’ın hükümleri, Kur’an’da geçen hükümlerdir. Peki, Resulünün hükümleri nerdedir?
Sakın, “Bunlar da Kur’an’da geçen hükümlerdir.” demeyin. Çünkü bu, Kur’an’da bahsi geçen hükümler olamaz. Arapça bilmeyenler için bunu izah edelim:
إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ ayetindeki “vav” harfi, atıf harfidir. Atıf harfi, kendinden sonrasıyla öncesinin farklı olduğunu gösterir. Biz bunu Türkçede de kullanıyoruz. Mesela, Selim ve Numan geldi, desek, Numan’ın Selim’den farklı bir şahıs olduğunu anlarız. Selim farklıdır, Numan farklıdır. Bu farkı ortaya koyan edat da “ve” edatıdır.
Aynen bunun gibi, “Allah bir işe hükmettiğinde ve Resulü bir işe hükmettiğinde…” dediğimizde, Resulünün hüküm verdiği şeylerin, Allah’ın hüküm verdiği şeylerden farklı olduğunu anlarız. Eğer ikisi aynı olsaydı, arada “vav” atıf harfi kullanılmaz, ve sadece, “Allah bir işe hükmettiği zaman.” denilirdi. Halbuki böyle denilmemiş. Peki ne denilmiş: “Allah bir işe hükmettiğinde ve Resulü bir işe hükmettiğinde…” denilmiş.
Bütün bu izahlardan sonra sorumuz şu:
– Allah’ın hükümleri, Kur’an’da geçen hükümlerdir. Peki, Resulünün hükümleri nerede geçmektedir?.. Aklınıza, hadis-i şeriflerden başka bir yer geliyor mu?.. Herhalde gelmiyordur.
Demek birisi, sadece Allah’ın hükümlerini, yani Kur’an’daki helalleri ve haramları kabul etse, bu yeterli değildir. Resulullahın hükümlerini de kabul etmelidir. Çünkü Resulullahın hükmü de Allah’ın hükmü gibidir. Onun haram kılması da Allah’ın haram kılması gibidir ve bu hükümler de Allah’ın emriyledir. Aradaki tek fark, bu hükümler Kur’an’da değil, hadislerde geçmektedir…
Ayet-i kerimenin devamına da dikkat çekmek istiyorum:
وَمَنْ يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ Kim Allah’a ve Resulüne isyan ederse, yani onların hükmüne karşı gelirse, فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً مُبِينًا şüphesiz ki apaçık bir şekilde sapmıştır. Bakın sapmak, sadece Allah’ın hükmünü beğenmemek değildir; Resulünün hükmünü beğenmemek de apaçık bir şekilde sapmaktır.
Bütün bu izahlardan sonra, şimdi hadis inkarcılarına bir çift sözümüz var.
Hadis inkarcılarına diyoruz ki, siz: “Biz Kur’an’a uyarız. Kur’an bize yeter.” diyorsunuz. Peki, Ahzab suresinin 36. ayetini hiç okumuyor musunuz?.. Bu ayetin emriyle niçin amel etmiyorsunuz?.. Ayet-i kerime diyor ki:
“Allah’ın Resulü bir işe hükmettiği zaman seçme hakkınız yoktur. Kim Allah’ın Resulüne isyan ederse, şüphesiz ki apaçık bir şekilde sapmıştır.”
Ayetin bu beyanına karşı, siz hadisleri inkar ediyor ve Resulullahın hükmünü kabul etmiyorsunuz. Bu halinizle, Kur’an’a muhalefet ettiğinizin farkında değil misiniz?
Hem ayetin bu kadar açık beyanından sonra, hâlâ nasıl “Vahiy sadece Kur’an’dır, Peygambere başka vahiy gelmemiştir.” diyorsunuz. Peygambere başka vahiy gelmemişse, “Resulullahın bir işe hükmetmesi…” nasıl olmuştur? Resulullah -haşa- kafasından mı hükmetmiştir?..
Siz, Kur’an’a uyduğunuzu iddia ediyorsunuz, lakin Kur’an’dan hiç nasibiniz yok, Kur’an’ı hiç anlamıyorsunuz. Eğer anlasaydınız, Resulullah’ın sünnetine ve hadislerine muhalefet etmez ve ayetin emrettiği gibi, o sünneti kaynak kabul ederdiniz. Allah sizlere, ölümden önce uyanmayı nasip etsin…
Sevgili kardeşlerim, hadis inkarcılarının, Kur’an’ın daha birçok ayetlerini çiğnediklerini, bu eserde ispat edeceğiz. Bu dersimizi burada noktalayalım. Bir sonraki dersimizde, çiğnedikleri Altıncı ayeti göstereceğiz. Bir sonraki derste buluşuncaya kadar Allah’a emanet olunuz.
.
7. “Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resulüne davet edildiklerinde müminlerin sözü ancak ‘İşittik ve itaat ettik.’ demeleridir.” (Nur, 24/51)
Hadis inkarcıları: “Biz Kur’an’a uyarız. Kur’an bize yeter.” diyorlar. Biz de onlara diyoruz ki: Madem siz Kur’an’a uyuyorsunuz, o halde Nur suresi 51. ayetin emrine de uymalısınız. Bu ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
إِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِنِينَ Müminlerin sözü ancak إِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ Allah’a ve Resulüne davet edildiklerinde لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ aralarında hüküm vermesi için أَنْ يَقُولُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا “İşittik ve itaat ettik.” demeleridir.
Manaya bir daha dikkat kesilelim:
“Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resulüne davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak ‘İşittik ve itaat ettik.’ demeleridir.”
Şimdi bu ayet-i kerime üzerinde biraz tahlil yapalım:
Ayeti kerimenin başında şöyle buyrulmuş: إِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِنِينَ Müminlerin sözü ancak… Yani müminler bir durumda bu sözden başkasını söyleyemez. Başka bir şey söylemek mümine yakışmaz. Söylemesi caiz de değildir.
Ne zaman söylemesi caiz değildir? إِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ Allah’a ve Resulüne davet edildiklerinde. Niçin davet edildiklerinde? لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ Aralarında hüküm vermesi için. Yani, aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resulüne davet edildiklerinde, müminlerin sözleri ancak şudur: أَنْ يَقُولُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا “İşittik ve itaat ettik.” demeleridir.
Ayetin beyanıyla mümin, Allah’ın ve Resulünün hükmüne itaat eder. Onların sözü üzerine söz söylemez. Allah ve Resulü bir işe hükmettiğinde müminin tek sözü, “İşittik ve itaat ettik.” sözüdür. Başka bir şey diyemez.
Şimdi şu nokta üzerinde durmak istiyoruz:
Ayette إِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ Allah’a ve Resulüne davet edildiklerinde… buyrulmuş. Ayet-i kerime iki şeyden bahsediyor:
1. Allah’a davet edilmekten,
2. Resulüne davet edilmekten.
Allah’a davet edilmek, herhalde Allah’ın zatının tecellisine mazhar olmak değildir. Allah’a davet, kitabı olan Kur’an’a davet edilmektir. Allah’a davet, Kur’an’ın hükümlerine davetse, Resulüne davet neye davettir?
Sakın, “Bu da Kur’an’a davettir.” demeyin. Çünkü bu, Kur’an’da bahsi geçen hükümlere davet olamaz. Arapça bilmeyenler için bunu izah edelim:
إِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ ayetindeki “vav” harfi, atıf harfidir. Atıf harfi, kendinden sonrasıyla öncesinin farklı olduğunu gösterir. Biz bunu Türkçede de kullanıyoruz. Mesela, “Hakan ve Kemal geldi.” desek, Kemal’in Hakan’dan farklı bir şahıs olduğunu anlarız. Hakan farklıdır, Kemal farklıdır. Bu farkı ortaya koyan edat da “ve” edatıdır.
Aynen bunun gibi, “Allah’a ve Resulüne davet edildiklerinde…” dediğimizde, Resulüne davetin, Allah’a davetten farklı olduğunu anlarız. Eğer ikisi aynı şey olsaydı, arada “vav” atıf harfi kullanılmaz ve sadece, “Allah’a davet edildiklerinde.” denilirdi. Halbuki böyle denilmemiş. Peki ne denilmiş: “Allah’a ve Resulüne davet edildiklerinde…” denilmiş.
Bütün bu izahlardan sonra sorumuz şu:
– Allah’a davet, Kur’an’a ve Kur’an’ın hükümlerine davettir. Peki, Resulüne davet neye davettir?.. Aklınıza, sünnetinden ve hadis-i şeriflerden başka bir şey geliyor mu?.. Herhalde gelmiyordur.
Bu beyanlardan sonra, şimdi hadis inkarcılarına bir çift sözümüz var:
Şimdi hadis inkarcılarına diyoruz ki, aramızda şefaat, tevessül ve kabir hayatı gibi birçok meselede ihtilaf ve çekişme var. Bizler bunların hak olduğuna inanırken, sizler bunları batıl kabul ediyorsunuz.
Bizler sizi, aramızdaki hüküm vermesi için Allah’a davet ediyoruz. Yani “Gelin, aramızdaki hükmü Kur’an versin.” diyoruz. Meselelerimizi Kur’an’a götürdük. Bizler bunların hak olduğuna dair ayetleri delil gösterirken, sizler de kendinize göre yok olduğuna dair deliller gösterdiniz. Aramızdaki ihtilaf hâlâ devam ediyor…
Bu durumda biz diyoruz ki, madem aramızdaki çekişme hâlâ devam ediyor, o halde gelin meselelerimizi Peygamberimize götürelim. Aramızdaki hükmü o versin.
Bizim bu teklifimize karşı, siz: “Yok, biz Peygamberimize götürmeyiz, hadislerine itibar etmeyiz. Kur’an bize yeter, biz ancak Kur’an’la amel ederiz.” diyorsunuz.
İyi de siz Kur’an’la amel etmiyorsunuz ki… Kur’an diyor ki, “Onlar aralarında hüküm vermesi için Resule davet edildiklerinde, onların tek sözü ‘İşittik ve itaat ettik.’ demeleridir.”
Kur’an size, سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا “İşittik ve itaat ettik.” demenizi emrediyor. Sizse, “Biz Resulün sözüne itaat etmeyiz.” diyorsunuz. Bu halinizle de Kur’an’dan fersah fersah uzak olduğunuzu ispat ediyorsunuz.
Kardeşlerim gördünüz mü, hadis inkarcıları Nur suresinin 51. ayeti nasıl çiğniyorlar. Bir de “Kur’an’la amel ederiz.” diyorlar. Hadi amel etseler ya, ama etmezler, edemezler…
Bu dersimizi burada noktalayalım. Bir sonraki dersimizde, Kur’an’a tabi olduklarını iddia edenlerin çiğnedikleri Yedinci ayeti göstereceğiz. Bir sonraki derste buluşuncaya kadar hepiniz Allah’a emanet olunuz.
.
8. “Andolsun ki Allah’ın resulünde sizler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 33/21)
Bu ayet-i kerime mana-yı muhalifiyle şöyle diyor: Kim Allah’a ve ahirete kavuşmayı ummuyor ve Allah’ı da çokça zikretmiyorsa, bu kişi Resulullah’ı kendine örnek yapmaz.
Demek, Resulullah’ın hadislerini kabul etmek ve sünnetine uymak, kişinin imanıyla ve ibadetiyle alakadardır. Allah’a ve ahirete imanda problem yaşayanlar ve başta zikir olarak ibadette kusurlu olanlar, Resulullah’ı kendilerine güzel bir örnek yapmazlar, yapamazlar. Bu nimet onlara ihsan edilmez. Onlar bu nimetten mahrum kalırlar…
Bu beyanlardan sonra, şimdi hadis inkarcılarına bir çift sözümüz var:
Hadis inkarcılarına diyoruz ki, siz: “Biz Kur’an’a uyarız. Kur’an bize yeter.” diyorsunuz. Peki, Ahzab suresinin 21. ayetini hiç okumuyor musunuz?.. Bu ayetin emriyle niçin amel etmiyorsunuz? Ayet-i kerime diyor ki: Andolsun ki Allah’ın resulünde sizler için güzel bir örnek vardır. Ayetin bu beyanına karşı, siz Resulullah kendinize örnek yapmıyor ve Onun sünnetini inkar ediyorsunuz. Bu halinizle, Kur’an’a muhalefet ettiğinizin farkında değil misiniz?
Hem ayetin şu beyanından korkmuyorsunuz:
“Allah’ın resulünü ancak, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler kendilerine örnek yapar.”
Siz Resulullah’ın sünnetini kendinize örnek yapmadığınıza göre, sizin Allah ve ahiret inancınız bozuk. Ve siz zikir ehli de değilsiniz. İbadet hayatınız da problemli… Kur’an sizi böyle tarif ediyor. Artık gerisini siz düşünün…
Sevgili kardeşlerim, hadis inkarcılarının, Kur’an’ın daha birçok ayetlerini çiğnediklerini, bu eserde ispat edeceğiz. Bu dersimizi burada noktalayalım. Bir sonraki dersimizde, çiğnedikleri Sekizinci ayeti göstereceğiz. Bir sonraki derste buluşuncaya kadar Allah’a emanet olunuz.
.
9. “Biz sana Kur’an’ı indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın!” (Nahl, 16/44)
Hadis inkarcılarına diyoruz ki, siz: “Biz Kur’an’a uyarız. Kur’an bize yeter.” diyorsunuz. Peki, Nahl suresinin 44. ayetini hiç okumuyor musunuz?.. Bu ayetin emriyle niçin amel etmiyorsunuz?.. Ayet-i kerime, Kur’an’ı açıklama vazifesini Peygamberimize vermiş ve bu vazifeyle Efendimizi vazifedar etmiş. Siz ise, Kur’an’ın tefsiri mahiyetindeki hadisleri inkar ediyorsunuz. Bu inkarınızla, Peygamberimizi Kur’an’ı açıklama vazifesinden azlediyorsunuz. Kur’an: “Ey Peygamber, Kur’an’ı insanlara açıkla. Vazifen budur.” derken, siz: “Yok, açıklayamaz. Ben dilediğim gibi anlarım. Peygamberin açıklamalarını da kabul etmem.” diyorsunuz. Şimdi siz, Kur’an’a mı uyuyorsunuz? Bu tavrınız, Kur’an’a uymak mıdır?.. Eğer biraz aklınız varsa, Kur’an’dan fersah fersah uzak olduğunuzu anlarsınız.
Sevgili kardeşlerim, bu dersimizi burada noktalayalım. Bir sonraki dersimizde, hadis inkarcılarının çiğnedikleri 9. ayeti göstereceğiz. Bir sonraki derste buluşuncaya kadar Allah’a emanet olunuz.
.
10. “Sonra biz seni din hususunda bir şeriat sahibi kıldık.” (Casiye, 45/18)
Sorumuza bir daha dönelim: Kur’an’da Peygamberimize hitaben: “Biz sana şeriat verdik.” buyrulmuş. Ama biz bu şeriatın bütün hükümlerini ve detaylarını, Kur’an’da göremiyoruz. O halde bu şeriat nerdedir?
Aklınıza, hadislerden ve Peygamber Efendimiz (asm)’in sünnetinden başka bir yer geliyor mu?.. Benim gelmiyor… Allah Teala, Peygamberimize bir şeriat verdiğini Kur’an’ın ayetiyle beyan buyurmuş ve Peygamberimize “Sen ona uy, bilmeyenlerin heva ve heveslerine uyma.” diye emretmiş. Bu şeriatın çok az hükmü Kur’an’da zikredilmiş, zikredilenlerin de detayına girilmemiş. Detay ve şeriatın ekser hükümleri, hadislerde izah edilmiş. Bu beyanlardan sonra, şimdi hadis inkarcılarına bir çift sözümüz var:
Hadis inkarcılarına diyoruz ki, siz: “Biz Kur’an’a uyarız. Kur’an bize yeter.” diyorsunuz. Peki, Casiye suresinin 18. ayetini hiç okumuyor musunuz?.. Bu ayeti kerimede, Peygamberimize bir şeriat verildiği açıkça beyan buyrulmuş ve Peygamberimize bu şeriata uyması emredilmiş. Hadi bize, şu şeriatı Kur’an’da gösterin!.. Kur’an’da şeriatla ilgili kaç hüküm gösterebilirsiniz? Mesela, Kur’an “İçki içmeyin!” diye emreder. Peki, içenin cezası nedir, Kur’an’da gösterebilir misiniz? Yine Kur’an “Faiz yemeyin!” der. Peki, faiz yiyenin cezasını Kur’an’da gösterebilir misiniz? Yine Kur’an “Zekat verin!” der. Peki, zekatın hangi maldan ve ne oranda verileceğini Kur’an’da gösterebilir misiniz?..
Örnekler saymakla bitmez. Sözün özü: Sizler hadisleri inkar ederseniz, Peygamberimize verilen şeriatı da inkar etmiş olursunuz. Çünkü şeriatın ekser hükümleri hadislerde geçmektedir. Şeriata uyabilmek için, önce şeriatın hükümlerinin geçtiği hadisleri kabul etmek lazım. Hadisleri inkar eden, hangi şeriata uyacak?..
Ey Kur’an’a tabi olduğunu iddia eden hadis inkarcıları! Kur’an, sizin inkar ettiğiniz şeriata uymanızı emrediyor. Kur’an’ın “Ona uyun.” dediği şeriatı niçin inkar ediyorsunuz?.. Hani siz Kur’an’a tabi oluyordunuz? Hadi tabi olsanız ya… Bizler sizi, Casiye suresinin 18. ayetine uymaya davet ediyoruz.
Sevgili kardeşlerim, bu dersimizi burada noktalayalım. Bir sonraki dersimizde, hadis inkarcılarının çiğnedikleri Onuncu ayeti göstereceğiz. Bir sonraki derste buluşuncaya kadar Allah’a emanet olunuz.
.
11. “Ey iman edenler! Allah’ın ve Resulünün önüne geçmeyin.” (Hucurat, 49/1)
– Öyleyse niçin ayetin emrine karşı geliyorsunuz?
– Niçin Resulullah’ın önüne geçiyorsunuz?.. Eğer siz Kur’an’la amel etseydiniz, Resulullah’ın önüne geçmez; Onun sünnetini ve hadislerini kabul ederdiniz.Sevgili kardeşlerim, bu dersimizi burada noktalayalım. Bir sonraki dersimizde, hadis inkarcılarının çiğnedikleri On birinci ayeti göstereceğiz. Bir sonraki derste buluşuncaya kadar Allah’a emanet olunuz.
.
12. “Seni hakem yapmadıkça iman etmiş sayılmazlar.” (Nisa, 4/65)
Ayette zikredilen imanın üçüncü şartı da وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا Tam bir teslimiyetle teslim olmaktır.
Üç şartı bir daha tekrar edelim:
1. Aramızda çekiştiğimiz meselede Peygamber Efendimiz (asm)’ı hakem tayin edeceğiz.
2. Efendimiz (asm)’in hükmünü öğrendiğimizde, gönlümüzde en küçük bir sıkıntı olmayacak.
3. Bu hükme tam bir teslimiyetle teslim olacağız.
İşte bunları yapabiliyorsak, iman etmişiz demektir. Yok bunları yapamıyorsak, imanımız geçerli değildir.
Bu beyanlardan sonra, şimdi hadis inkarcılarına bir çift sözümüz var:
Bizler hadis inkarcılarına diyoruz ki, aramızda “şefaat”, “tevessül” ve “kabir hayatı” gibi birçok meselede ihtilaf ve çekişme var. Bizler bunların hak olduğuna inanırken, sizler bunları batıl kabul ediyorsunuz. Yapmamız gereken, Nisa suresi 65. ayetin emriyle amel etmek ve meselelerimizi Peygamberimiz (asm)’e götürmektir. Ve Peygamberimizin hükmüne razı olup teslim olmaktır.
Biz size: “Gelin, meselelerimizi Peygamberimize, yani Onun sünnetine ve hadislerine götürelim.” dediğimizde, siz bize: “Yok, biz Peygamberimize götürmeyiz, onu hakem kabul etmeyiz ve hadislerine itibar etmeyiz.” diyorsunuz.
İyi de hani siz Kur’an’la amel ediyordunuz?.. Bakın Kur’an size: Tartıştığınız meseleleri Resule götürün, onun sözlerini ve hadislerini aranızda hakem yapın diyor. Sizse Kur’an’ın bu emrine muhalefet ediyorsunuz. Daha meseleleri Peygamberimize bile götüremiyorsunuz; nerde kaldı Onun hükmünü kabul etmek ve tam bir teslimiyetle teslim olmak!.. Benim en çok şaşırdığım şeyse, Kur’an’ın emrine böyle muhalefet ederken, Kur’an’a uyduğunuzu iddia ediyor olmanız! Allah size hidayet nasip etsin…
Sevgili kardeşlerim, bu dersimizi burada noktalayalım. Bir sonraki dersimizde, hadis inkarcılarının çiğnedikleri On ikinci ayeti göstereceğiz. Bir sonraki derste buluşuncaya kadar Allah’a emanet olunuz.
.
13. “Allah’a ve Resulüne karşı gelenler.” (Mücadele, 58/5)
2. Resulüne karşı gelenler.Allah’a karşı gelenler, Kur’an’daki hükümlere karşı gelenlerdir. Kim ki Kur’an’ın helalini helal, haramını haram kabul etmezse, bu kişi Allah’a karşı gelmiş olur. Peki ayette geçen, Resulüne karşı gelenler kimlerdir? Sakın, “Bunlar da Kur’an’daki hükümlere karşı gelenlerdir.” demeyin. Çünkü bunlar, Kur’an’daki hükümlere karşı gelenler olamaz. Arapça bilmeyenler için bunu izah edelim:
يُحَادُّونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ ayetindeki “vav” harfi, atıf harfidir. Atıf harfi, kendinden sonrasıyla öncesinin farklı olduğunu gösterir. Biz bunu Türkçede de kullanıyoruz. Mesela, Cüneyt ve Vedat geldi desek, Vedat’ın Cüneyt’ten farklı bir şahıs olduğunu anlarız. Vedat farklıdır, Cüneyt farklıdır. Bu farkı ortaya koyan edat da “ve” edatıdır.
Aynen bunun gibi, يُحَادُّونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ Allah’a karşı gelenler ve Resulüne karşı gelenler dediğimizde, Resulüne karşı gelenlerin, Allah’a karşı gelenlerden farklı olduğunu anlarız. Eğer ikisi aynı olsaydı, arada “vav” atıf harfi kullanılmaz ve sadece “Allah’a karşı gelenler.” denilirdi. Halbuki böyle denilmemiş. Peki ne denilmiş: Allah’a karşı gelenler ve Resulüne karşı gelenler denilmiş.
Bütün bu izahlardan sonra sorumuz şu:
Allah’a karşı gelmek, Allah’ın kitabının hükümlerine karşı gelmektir. Karşı gelmenin manası, itaat etmemektir. Yoksa burada fiziki bir karşı gelme değildir. Kim Kur’an’ın hükmüne itaat etmezse, Allah’a karşı gelmiş olur.
Peki, Resulüne karşı gelmek, nedir? Aklınıza, Peygamberimiz (asm)’in, hadis-i şerifleriyle bildirdiği hükümlere karşı gelmekten başka bir mana geliyor mu? Herhalde gelmiyordur.
İslam’ın hükümlerini bizler, Kur’an’dan ve Peygamberimizin hadislerinden öğreniyoruz. Kur’an’ın hükümlerini kabul etmeyenler, Allah’a karşı gelmiş olur. Peygamberimizin bildirdiği hükümleri kabul etmeyen de Resulüne karşı gelmiş olur.
Demek birisi, sadece Allah’ın haram kıldıklarını, yani Kur’an’daki haramları kabul etse, bu yeterli değildir. Resulullah (asm)’ın emir ve yasaklarını da kabul etmelidir. Kabul etmezse, ayetin ifadesiyle, Resulüne karşı gelmiş olur.
Bu izahlardan sonra, şimdi hadis inkarcılarına bir çift sözümüz var:
Hadis inkarcılarına diyoruz ki, siz: “Biz Kur’an’a uyarız. Kur’an bize yeter.” diyorsunuz. Peki, Mücadele suresinin 5. ayetine niçin uymuyorsunuz? Bu ayeti kerime, Peygamberimiz (asm)’e karşı gelmemizi, yani onun sözü üzerine söz söylememizi, onun hükmü üzerine başka bir hüküm vermemizi ve onun sünnetine muhalefet etmemizi yasaklıyor. Siz ise bu yasağı hiç umursamayıp, hadisleri ve sünneti inkar ediyorsunuz. Hadisleri ve sünneti inkar etmeniz, Peygamberimiz (asm)’e karşı gelmek değil midir?.. Ve bakın, ayet-i kerime sizin akıbetinizi haber veriyor: Peygambere karşı gelenler helak edilecek, rezil edilecek! Siz helak olmaktan ve rezil edilmekten hiç korkmuyor musunuz?
Sevgili kardeşlerim, bu dersimizi burada noktalayalım. Bir sonraki dersimizde, hadis inkarcılarının çiğnedikleri On üçüncü ayeti göstereceğiz. Bir sonraki derste buluşuncaya kadar Allah’a emanet olunuz.
.