|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
Farklı Bir Açıdan Kurban
Prof.Dr. Beşir Gözübenli
Giriş
Kurban kelimesi, Türkçe kökenli olmamakla birlikte, Türkçeleşmiş bir kelimedir. Arapça kökenli olan bu kelimenin sözlük anlamı, mastar olarak "yaklaşmak", isim olarak ise "yakınlık sağlamaya vesile olan şey" anlamına gelmektedir. Özellikle de Allah'a yakınlık sağlamaya vesile olan şeyleri ifade etmek için kullanılmaktadır.
Dini bir terim olarak kurban ise, ibadet maksadıyla belirli vakitte belirli şartları taşıyan bir hayvanı usulünce kesmek, ya da bu şekilde kesilen hayvanın adıdır.
Kurban bayramında kesilen hayvanı belirtmek üzere Türkçe'de, Arapça kökenli "kurban" kelimesi kullanıldığı halde, Arapça'da bu kavramı ifade etmek üzere daha ziyade, "udhıyye" ve "dahıyye" kelimeleri kullanılmaktadır. Kurban bayramındaki kurbanı ifade etmek için bu kelimelerin tercih edilmesi, genel kanaate göre, kesim vaktinden (kuşluk - "duha" vaktinde kesilmesinden) dolayıdır.
İnsanlık tarihi boyunca bütün semavi dinlerde kurban ibadetinin mevcut olduğu bilinmektedir. Ancak zaman içerisinde, başta Yahudilik ve Hıristiyanlık olmak üzere bazı semavi dinlerdeki kurban anlayış ve uygulamaları değişikliğe uğramıştır. Semavi dinlerin dışındaki dinlerde de, şekil ve gaye yönüyle farklılıklar bulunsa bile, kurban ibadetinin mevcut olduğu bilinmektedir.
Kurban Çeşitleri
İslam dininde kurban ibadeti, bir çok çeşidiyle önemli bir yere sahiptir. Kurban denilince, genellikle kurban bayramında ibadet niyetiyle kesilen kurban akla gelmekteyse de, İslam dinindeki ibadetler arasında, yine Allah rızasını kazanmak için ibadet niyetiyle kesilen başka kurban çeşitleri de bulunmaktadır.
İslam'daki kurban çeşitleri başlıca şunlardır: a- Kurban bayramında kesilen kurban (udhiyye), b- Adak (nezir) kurbanı, c- Hacda kesilen kurbanlar, d-Akika kurbanı, e- Nafile (tatavvu) kurbanlar. Bu kurban çeşitlerinin dini hükümleri veya mükellefiyet dereceleri ile, yükümlülük şartları ve kesilen kurbanların etinden yararlanma kuralları da aynı değildir.
Bu çalışmada ağırlıklı olarak kurban bayramında kesilen kurbanın (udhiyye) dini hükmü üzerinde durulacaktır. Bu itibarla yazıda mutlak olarak zikredilen "kurban" ifadesi, kurban bayramında kesilen kurbanı ifade etmektedir.
Kurban Bayramı'nda Kesilen Kurbanın (Udhiyye) Dinî Hükmü
Kurban bayramında kesilen kurban (udhiyye), İslam dinindeki mali ibadetlerden birisidir. Kurbanın meşruiyeti konusunda İslam alimleri görüş birliğinde oldukları halde, kurbanın dinî hükmü konusunda görüş birliği sağlanamamıştır.
Müçtehitlerden bazıları, kurban ibadetini İslam'ın değerler sisteminde en üst düzey hüküm olan farz hükümler kapsamında kabul ederken; bazıları, farza göre daha aşağıda, yani, ikinci derecede mükellefiyet olan vacip (Hanefi anlayışındaki vacip) kapsamında görmüş; bazıları da, müekked ayni sünnet olarak değerlendirmiştir. Kurbanı müekked sünnet olarak görenlerden bazıları ise, bir ailede kurban kesmeye mali olarak gücü yeten kimse için müekked ayni sünnet iken, bu kimsenin aile fertlerinden kurban kesmeye (mali) gücü yetmeyenler adına ise, kifai sünnet olduğunu kabul etmişlerdir.
Kurbanın dini hükmünün daha net bir şekilde ortaya konulmasına katkı sağlamak açısından, önce Kur'an ve Sünnet'teki konuyla ilgili ayet ve hadisleri sistematik olarak zikretmek faydalı olacaktır.
a- Kur'an-ı Kerim'de Kurban:
Kur'an-ı Kerim'de çeşitli vesilelerle birçok ayette kurban ibadetinden bahsedilmektedir. Kurban ibadetinin yer aldığı ayetlerin neredeyse tamamında, doğrudan veya dolaylı olarak Hz. İbrahim (a.s.) ile ilgili bir boyut bulunduğu görülmektedir.
Yukarıda da işaret edildiği gibi, Kur'an-ı Kerim'de (Maide 5/27), (Al-i İmran 3/183), (Ahkaf 46/28 surelerinde) "kurban" kelimesi yer almaktaysa da, bu ayetlerde geçen "kurban" kelimesi dini bir terim olan kurban (udhiyye, nesike vb.) anlamında kullanılmayıp, kelimenin sözlük (yakınlaşmak -yaklaşmaya vesile olan şey) anlamında kullanılmıştır.
Kur'an-ı Kerim'de Saffat, Hac, En'am, Maide, Bakara, Fetih ve Kevser surelerinde ise, doğrudan doğruya dini terim anlamındaki kurbanı, yani kurban ibadetini konu eden ayetler bulunmaktadır.
Bu ayetlerden bir kısmı, hac ibadetinin bir parçası olan hedy kurbanlarıyla ilgili; bir kısmı, normal durumlarda başlı başına bir ibadet olan udhiyye kurbanıyla ilgili; bir kısmı ise, genel anlamda kurban ibadetinin esaslarıyla ilgilidir. Nitekim, Hac suresindeki konuyla ilgili ayetlerden, 28-33. ayetler hacdaki hedy kurbanı ile ilgili, 34-37. ayetler ise, genel anlamda kurban ibadetiyle ilgilidir. Enam suresinin 162. ayeti ile, Kevser suresinin 2. ayeti de, genel anlamda kurban ibadetiyle ilgilidir. Bakara suresinin 196. ayetinde geçen "nüsuk" kelimesi ("nesike" kelimesinin çoğulu), kurban anlamına gelmektedir; ama bu ayette geçen kurbanla (nüsuk), kurban bayramında kesilen kurban kastedilmeyip, haccın ifası esnasındaki bir noksanlıktan (ihsar) dolayı kesilmesi gereken kurban kastedilmektedir. Bu çeşit kurbanların da hedy kapsamındaki kurbanlardan olduğuna yukarıda işaret edilmişti. Ayrıca, Maide suresinin 2, 95 ve 97 ile, Fetih suresinin 25. ayetlerinde de hedy kurbanından bahsedilmektedir.
Saffat suresindeki, Hz. İbrahim'in (a.s.) Cenab-ı Hak (c.c.) tarafından tabi tutulan imtihandan başarıyla çıkması süreciyle ilgili ayetlerde (100-112) de, genel anlamda kurban ibadetinden bahsedilmektedir.
Bilindiği gibi Hz. İbrahim (a.s.), Kur'an-ı Kerim'de çeşitli yönleriyle model bir şahsiyet olarak, hakkında en geniş bilgi verilen peygamberlerden birisidir. Aynı zamanda, Hz. İbrahim (a.s.), Kur'an-ı Kerim'de bizler için örnek ("üsve-i hasene" numune-i imtisal) teşkil etmesi açısından, Peygamber Efendimiz Hz.Muhammed (s.a.s.) ile birlikte (Ahzab, 21), özel olarak zikredilen iki peygamberden de birisidir. (Mümtehine, 4).
Saffat suresinde, Hz. İbrahim'in duaları sonucu halim bir erkek evlatla (Hz. İsmail) müjdelendiği ve çocuk babasıyla koşup oynayacak çağa geldiğinde, Hz. İbrahim'in (a.s.) rüyasında onu kesiyorken gördüğü ve durumu oğluna açıp, görüşünü sorduğunda, oğlundan "… Babacığım emredildiğin şeyi yerine getir, inşallah beni sabredenlerden bulacaksın (sabredenlerden olduğumu göreceksin)" şeklinde bir cevap aldığı ifade edilmektedir. Konunun devamındaki ayetlerde ise, "Baba oğul her ikisi de (bu emre) teslimiyet gösterip, onu (çocuğu babası kesme vaziyeti almak üzere) alnı üzerine yatırınca, "Ey İbrahim, rüyanı gerçekleştirdin, işte biz muhsin olanlara böyle karşılık veririz. Gerçekten bu açık - açıklayıcı (mubin) bir imtihandır, diye nida ettik. Ve oğlunu büyük bir kesim (kurban - zibh) karşılığında kurtardık. Sonradan gelenlere de (konuyla ilgili mesajı) onun namına bıraktık. İbrahim'e selam olsun. Biz muhsinlere bu şekilde karşılık veririz. O gerçekten mümin kullarımızdandır. Ve O'na salihlerden bir nebi olarak İshak'ı müjdeledik". (Saffat 100 -112).
Bu ayetlerde dikkat çekilen birkaç hususa kısaca işaret etmekte fayda mülahaza ediyoruz.
Birincisi: Oğlunun "emredildiğin şeyi yerine getir" şeklindeki cevabından, Hz. İbrahim'in gördüğü rüyanın normal bir rüya olmayıp vahiy olduğu anlaşılmaktadır.
İkincisi: Hz. İbrahim'in oğlunu kesmediği halde, sadece yatırıp kesme vaziyeti almasıyla, rüyasını gerçekleştirdiğinin ifade edilmesi bir çelişki değildir; zira, rüyasında oğluna "seni kestim" demeyip, "kesiyorken görüyorum" demektedir Ayrıca, bu ayetler, hiçbir şekilde, önceki şeriatlarda insan kurbanının meşru olduğu şeklinde de yorumlanamaz. Zira insan kurbanı, semavi dinlerdeki esaslarla hiçbir şekilde bağdaşmaz.
Üçüncüsü: Bu olay Hz. İbrahim'in muhsinlik (ihsan) konusunda tabi tutulduğu imtihanların son bir safhasıdır. Nitekim, hem rüyasını yerine getirdiği ifade edildikten sonra, ve hem de bunun açık - açıklayıcı bir imtihan olduğu ifade edildikten sonra, muhsin olanlara böyle karşılık verileceğinin tekrarlanarak zikredilmesi, Hz. İbrahim'in muhsinlik (ihsan) konusundaki imtihanda kesin başarı gösterdiğini anlatmak içindir.
Dördüncüsü: Konuyla ilgili ayetlerde geçen "muhsin" kavramını, Türkçe'ye tercüme etmeden "muhsin" olarak aktarmayı uygun gördük. Bilindiği gibi, muhsin, ihsanla davranan kimseyi ifade eder. Çok geniş bir anlam yelpazesine sahip olan ihsan kelimesi ise, en geniş anlamıyla, kişinin her alanda bilinçli ve akl-ı selimle davranmasıdır. Nitekim, meşhur Cibril hadisinde de "ihsan", "kişinin Allah'ı görür gibi ibadet etmesi" olarak tanımlanırken, inanç ve ibadet boyutundaki bilinçliliği ifade etmiştir. Buna göre, mezkur ayetlerde geçen muhsin, ihsanla davranan; yani Allah'ı görür gibi inanan ve bu inancına uygun davranan kişi anlamına gelmektedir.
Esasen, ihsan kelimesinin bu terim anlamı, onun kelime anlamıyla doğrudan ilgilidir. Zira, ihsan kavramı, sadece inanç ve ibadet konularına münhasır değildir. Dünyevi işlerde de aklı-ı selimle hareket etmek; güzel işler yapmak; mantıklı davranmak; kişinin bilinçli yani neyi nasıl yapması icap ettiğini bilip buna göre davranmasını da kapsamaktadır. İnanç ve ibadet konularında bu şekilde bilinçli davranmanın en üst seviyesi de, Allah'ı görür gibi inanıp, bu inançla ibadet etmektir.
Buna göre, Hz. İbrahim'in (a.s.) ihsan, yani Allah'ı görür gibi davranma (inanç, ibadet ve sair davranışlar) konusundaki imtihanının son safhası anlatılırken, sonradan gelecek insanlara da, hayatlarının her anında ihsanın hakim olması hususunda mesaj verilmektedir. Bu kapsamda kurban ibadeti de, kişinin Hz. İbrahim'in bu sınavını hatırlaması ve kendisinin de muhsin olabilmek için elinden geleni yapması gerektiği konusunda bilinçlenmesi adına önemli bir vesiledir.
Kurbanın bu özelliğine, kurban keserken okunması tavsiye edilen, Enam suresinin 162. ayetinde "De ki: şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi alemlerin Rabbi olan Allah içindir" buyurularak farklı boyutlarıyla dikkat çekilmiştir.
Saffat suresinde Hz. İbrahim kıssası anlatılırken, Hac suresinde de kurban ibadetinden bahsedilirken, ilgili ayetlerde öne çıkarılan en önemli hususlardan birisi de, bilinçli şekilde kurban keserek muhsin olabilmektir. Ya da, başka bir ifadeyle, bilinçli şekilde kesilen kurban, sahibinin muhsinliğinin (ihsan seviyesinde oluşunun) göstergesidir. Kur'an-ı Kerim'de (Maide, 2, Hac, 36), kurbanın şeair boyutlu bir ibadet (şeairillah) olduğuna özellikle dikkat çekilip, bundan dolayı da ona ayrıca bir saygı (ta'zim) gösterilmesi istenmektedir. Bunun yanında Hac suresindeki bir ayette (Hac, 32), Allah'ın şeairine saygı (ta'zim) göstermenin kalbin takvasından olduğu farklı bir anlatımla tekrar vurgulanıp: aynı suredeki bir başka ayette (Hac, 37) ise, kesilen kurbanların etlerinin de, kanlarının da hiçbir şekilde Allah'a ulaşmayacağı, ancak insanların takvalarının ulaşacağı ifade edilip, ayetin sonunda da, şuurlu olarak yerine getirilen kurban ibadetinin insanı ulaştıracağı manevi seviyeye dikkat çekmek açısından, "…muhsinleri müjdele" denilmektedir.
Hac suresinin 34. ayetinde ise, bütün semavi dinlerde kurban ibadetinin mevcut olduğu açık bir şekilde ifade edilirken, bu ayette aynı zamanda, kurbanın hangi hayvanlardan kesilebileceğine de açıklık getirilmiştir. "Biz her ümmete kurban ibadeti koyduk ki, (Allah'ın) kendilerine rızık olarak verdiği "en'am" (diye isimlendirilen) hayvanlardan bazıları üzerine Allah'ın adını ansınlar. Zira ilahınız bir tek ilahtır; siz de (İbrahim ve İsmail'in teslim olduğu gibi) O'na teslim olun. (Ey Muhammed!) Saygı ile itaat edenleri müjdele." (Hac, 34).
Buna göre, kurban olarak kesilebilecek hayvanın, Arapça'da "behimetu'l- en'am" diye ifade edilen hayvanlardan olması gerekir. Bu hayvanlar da, tek tırnaklı olmayan, otla beslenen ve geviş getiren ehli hayvanlar olup, deve, sığır, manda, koyun ve keçidir.
Kur'an-ı Kerim'de, eti yenen hayvanlarla ilgili çerçeve çizilirken, başka ayetlerle (Maide,3, Bakara, 173, En'am, 145, Nahl, 115) yasaklandığı açıklananların dışında "behimetu'l- en'am" diye isimlendirilen hayvanların helal olduğu bildirilmiştir. (Maide, 2). Esasen, Arapça'da behime kelimesi, dört ayaklı hayvanların genel adıdır; en'am ise, pençeli hayvanlar ile tek tırnaklı hayvanların dışındaki otla beslenip geviş getiren hayvanlardır. Dolayısıyla, eti yenen hayvanlar kapsamında olduğu halde, dört ayaklı olmayan kara hayvanları ile, deniz hayvanları da, ayette geçen "behimetu'l en'am" kapsamına girmemektedir. En'am suresinin 143 ve 144. ayetleri ile, Nahl suresinin 5-8. ayetleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde, behimetu'l-en'am kavramının, otla beslenip geviş getiren, dört ayaklı ehli hayvanları kapsadığı anlaşılmaktadır. Buna göre, deve, sığır, manda, koyun ve keçinin bu kapsamda olduğu nettir. Bu kavramın, karaca, geyik gibi yabani hayvanları kapsayıp kapsamadığı ise tartışmalıdır. Her ne kadar, behimetu'l- en'am kavramının kapsamına girseler bile, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) in kurbanla ilgili uygulama ve açıklamaları dikkate alındığında, karaca, geyik gibi eti yenen yabani av hayvanlarının kurbanlık hayvanlar kapsamına girmediği anlaşılmaktadır. Ayrıca, kurban edilebilecek hayvanlarla ilgili Hac suresi 28 ve 34. ayetlerde yer alan "min" edatı, "behimetu'l-en'am" kapsamındaki hayvanların da sadece bir kısmının kurban olarak kesilebileceğini göstermektedir. Nitekim, En'am suresi, 143 ve 144. ayetlerinde geçen hayvan isimleri ve Peygamberimizin (s.a.s.) kurbanla ilgili uygulama ve açıklamaları dikkate alındığında, "behimetu'l-en'am" kavramının kapsamındaki hayvanlardan sadece bir kısmının kurban edilebileceği,; bunların da, deve, sığır, manda, koyun ve keçiden ibaret olduğu anlaşılmaktadır. (Bkz., Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, III, 1548 - 1570, 2071- 2076, V, 3398 - 3406)
Dolayısıyla kurbanlık hayvanlarla ilgili değerlendirmelerde, ayetlerdeki bu kayıtların dikkate alınması bilimsel bir zorunluluktur.
Kur'an-ı Kerim'de kurbanla ilgili ayetlerde (Hac, 28, 36) bildirilen bir husus da, kesilen kurbanın değerlendirilmesine dairdir. İlgili ayetlerde, kesilen kurbandan kesen kimsenin yemesi (yiyebileceği) emir sigasıyla ifade edilirken, sıkıntıya düşmüş fakirler ile, dilenenler ve haline kanaatkar davranarak dilenmeyenlere de yedirmesi yine emir sigasıyla bildiriliyor.
Hz. Peygamber'in Sünnetinde Kurban:
Hadis kitaplarının kurban (udhiyye - edahi) bölümlerinde yer alan rivayetler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, konuyla ilgili hadisleri başlıca şu şekilde sınıflandırmak mümkündür:
a- İslam'ın değerler sistemine aykırı kurban gelenek ve uygulamalarının yasaklanmasına dair hadisler:
Bu gruptaki hadislerden bir kısmı, mutlak olarak Allah'tan başkası adına hayvan kesimini şiddetle yasaklayan hadisler (Müslim, H.No: 1978), bir kısmı ise, o günkü Arap toplumunda uygulandığı halde tevhid anlayışına aykırı unsurlar içeren kurban çeşitleri ve uygulamalarının (fera, atire gibi) yasaklandığına dair hadislerdir (Buhari, Akika, 3,4; Müslim, H.No:1976).
b- Peygamberimizin (s.a.s.) hiç aksatmadan her yıl kurban kestiğine dair rivayetler:
Hadis kitaplarında yer alan rivayetler incelendiğinde, Peygamberimizin (s.a.s.) kurbanın meşru kılındığı yıl olan hicretin ikinci yılından sonra vefatına kadar hiç aksatmadan, her yıl kurban kestiği ifade edilmektedir. (Tirmizi, Edahi,11).
c- Yeterli mali imkana sahip olan herkesin kurban kesmesinin gerektiğine dair hadisler:
Peygamberimiz’den, (s.a.s.) mali durumu müsait olan Müslümanların her yıl kurban kesmelerini emrettiği birçok hadis nakledilmiştir. Bu hadislerden bir kısmında, kurban kesmenin fazileti anlatılırken, bir kısmında ise, durumu müsait olduğu halde kesmeyenler kınanıyor.
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
KURBAN-HALİS ECE
Bugün 3 ziyaretçi (40 klik) kişi burdaydı!
Bugün 5 ziyaretçi (40 klik) kişi burdayd
Halis ECE
* Kurbanın sütünden istifade etmek, etini ve derisini satıp parasını almak, veya demirbaş olmayacak bir şey ile değiştirmek mekruhtur. Şayet böyle bir şey yapılırsa, kıymetini yani kaç para ise o miktarı sadaka olarak vermek gerekir. Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Kurbanın derisini satan kimsenin kurbanı olmaz.” (ez-Zeylâî, Nasbu’r-Râye, 4, 218)
* Kurbanın et ve derisinden kasap ücreti de verilmez. Yani kasaba, “gel benim hayvanımı kesiver; karşılığında bir miktar et vereyim yahut derisi senin olsun” denilemez. Peki, kasaba et veya deri vermek câiz olmaz mı? Tabii ki câiz olur; ancak, kasaplık ücretini de ayrıca vermek şartıyla... Nitekim Hz. Ali (r.a.)’den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Resûlüllah (s.a.v.), develer kurban kesilirken başında durmamı, derilerini ve sırtlarındaki çullarını paylaştırmamı emretti. Onlardan herhangi bir şeyi kasap ücreti olarak vermeyi bana yasakladı. Kasap ücretini biz kendimiz veririz.” (Müslim, Sahîh, Hacc, 348)
* Kurbanın derisi sadaka olarak verilir veya ondan seccâde ve saire gibi evde kullanılacak bir şey yapılır. Hz. Âişe (r.anhâ) vâlidemizin ve diğer bazı sahâbîlerin kurban derilerinden su tulumu yaptıkları rivâyet edilmiştir. (Müslim, a.g.e., Edâhî, 28)
* Kurbanın, kesilmezden evvel yünlerini kırkmak mekruhtur. Eğer kırkılacak olursa, bu yünler de sadaka olarak verilir. Fakat kesildikten sonra yünü yolunup veya kırkılıp kullanılabilir, bu câizdir. (Ö. N. Bilmen, B. İslâm İlm. İst. 1985, s. 413-414)
.
Halis ECE
Yaklaşan Kurban Bayramı münasebetiyle mü’minler, vaziyetlerini mutlaka bir gözden geçirmeli... Kurban kesip kesemeyeceği hususunu netliğe kavuşturmalıdır. Elbette kurbanı zengin Müslümanlar kesecektir; ancak, bu zenginliğin ölçüsü nedir? Bunu bilmemiz lâzım.
Kurban kesmek; kurban bayramı günlerinde hür, mukim (seferî olmayan), akıllı ve büluğ çağına erişmiş, Müslüman ve aslî ihtiyaçları ile borçlarından başka –üreyen olsun olmasın– en az 200 dirhem (560 gr.) gümüş veya yaklaşık 85 gram civarında altın ya da bunun değerinde paraya yahut mala sahip bulunan kimselere yani sadaka-i fıtır vermekle mükellef bulunanlara vaciptir.(1) Zekâtta olduğu gibi bunun üzerinden belirli bir zaman geçmiş olması gerekmez. Bu miktarın sadece kurban günlerinde elde bulunması yeterli görülür. Bir başka ifadeyle; kurban için zenginin serveti üzerinden sene geçmesi şart değildir. Bayramın üç gününden birinde kurban kesecek maddî imkân eline geçen Müslümana, hemen o gün kurban kesmek vâcip olur. Zekâtla kurban arasındaki farklardan biri budur. Aslında bu mevzuda sözü uzatmaya gerek yok. Kısaca diyebiliriz ki;borcu olmayan bir mü’min, kurban kesmesi hâlinde geçimine bir sıkıntı gelmeyecek, normal ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmayacaksa, kurban kesmeli... Hem kendi aile fertlerine, hem de etraftaki konu-komşuya ikramda bulunmalıdır. Şayet elinde fazladan imkân yoksa ya da borçlu ise zaten kurbanla mükellef olmaz. Ama buna rağmen kıt-kanaat biriktirmek suretiyle elde ettiği mütevazı imkânlarıyla kurban kesmek isterse, elbette ki kesebilir. Böylece çevresine fedakârlık ve cömertlik örneği sergilemiş, imkân sahibi olduğu halde kurban kesmekten kaçınanları teşvik etmiş olur.
Unutulmamalıdır ki; iktisadî vaziyeti müsait olduğu halde kurban almaktan imtina‘ edenleri Rasûlüllah (s.a.v.) Efendimiz, “Bir kimse malî bakımdan imkân bulur da kurban kesmezse, sakın bizim namazgâhımıza yaklaşmasın!”(2) buyurarak îkaz ve irşad etmişlerdir.
Görüldüğü üzere bu hadîs-i şerifte;
1. Kurban kesmeye gücü yeten kimsenin bunu terk etmesi hâlinde cemaatin (topluluğun) içine çıkamayacağı uyarısı ile bu sû-i misâlin (kötü örnekliğin) cezasını tek başına kalarak çekmesi ihtar edilmektedir.
2. Hâl böyle olduğuna göre; kurbanınızı kesin, namazgâha çıkın, din kardeşlerinizle müşterek sevincinizi paylaşın, ayrı-gayrı duruma düşmeyin, yoksulları gözetin ikazına kulak verin denilmektedir.
Hanefî mezhebine göre kurban vaciptir. Kurban kesmekle mükellefiyet için İmam-ı A‘zam ve İmam Ebû Yusuf’a (rahımehümallâh) göre akıl ve bülüğ şart değildir. O bakımdan zengin olan çocuğun veya mecnunun malından velisinin kurban kesmesi lâzımdır. Bu çocuk veya mecnun, o kurbanın etinden yer, geri kalanı da elbise gibi aynından istifade edecekleri bir şey ile değiştirilebilir.(3)
Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelîler’e göre kurban, sünnet-i müekkededir. Ancak bu hüküm, kurbanının ehemmiyetini zayıflatan bir hüküm değildir. Onların “usûl-i fıkıh” ıstılahlarında “vacip” mefhumu bulunmadığı için böyle ifade etmişlerdir. Hatta Hanbelîler’e göre, ödeme imkânına sahip olan kimse, borç ederek de olsa, kurban parasını temin edebiliyorsa, kurban kesmeye muktedir sayılır.(4)
Hanefîler’e göre aile içinde bulunan fertlerden malî vaziyeti müsait olan herkesin kendi adına kurbanını kesmesi veya kestirmesi icap eder. Yoksa bir evden bir kişinin kurban kesmesiyle borçtan kurtulmuş olmazlar.
Velhâsıl; kurban ibadeti mü’min için Hak yolunda fedakârlığın bir alâmeti, Allah Teâlâ’nın verdiği nimete karşılık bir şükür ifadesidir. Bunun neticesi de, âhirette sevaba ve rızâ-i İlâhi’ye nâiliyet, dünyada ise bir takım felâket ve belâlardan korunup muhâfaza olunmaktır. Bu dünyevî ve uhrevî mükâfatlara kavuşabilmek için, kurbanımızı ihmal etmememiz gerekiyor.
***
KURBANIN RÜKNÜ
Kurbanın rüknü; yani bu ibadetin tam ve sahih (geçerli) olması için yerine getirilmesi gereken şart, kurbanlık hayvanı boğazlayıp kanını akıtmaktır. Bu olmadıkça kurban vecibesi yerine getirilmiş olmaz.
Bu sebeple kurbanlık hayvanın, kesilmeksizin yoksullara tasadduk edilmesi caiz değildir. Fakat alınan kurbanlık hayvan, herhangi bir sebeple kesilemeden bayramın üçüncü günü güneş batmış olsa, artık bunun diri olarak tasadduk edilmesi gerekir. Çünkü kan akıtma işi, tasadduka intikal etmiş (dönüşmüş) olur. Bunun etinden sahibi yiyemez.(5)
***
HANGİ HAYVANLARDAN KURBAN KESİLEBİLİR?
Kurbanlar yalnız koyun, keçi, deve ve sığır cinsi hayvanlardan kesilebilir. Mandalar da sığır nev‘inden sayılır. Bunların erkekleri ile dişileri eşittir. Bununla birlikte koyun cinsinin erkeğini kurban etmek daha faziletlidir. Keçinin erkeği ile dişisi kıymetçe müsâvi olsalar, dişisini kurban etmek daha faziletlidir. Yine devenin veya sığırın erkeği ile dişisi et yahut kıymet bakımından aynı olurlarsa, dişisinin kurban kesilmesi daha faziletlidir.(6)
Yaban sığırı, geyik gibi yabanî hayvanlar ile tavuk, horoz, kaz gibi evcil hayvanlar kurban edilemezler; tahrîmen mekruhtur. Yani bu hayvanlardan herhangi birini kurban niyetiyle kesen kişi, harama yakın bir çirkinlikte iş yapmış olur. Çünkü bunda, Mecusîlere bir benzeyiş vardır.(7)
Diğer yandan ne Rasûlüllah Efendimiz’den (s.a.v.) ve ne ashâb-ı kiramdan (r.anhüm) bunların dışında bir hayvanı kurban ettiklerine dair bir haber de nakledilmemiş... Hele de balığın kurban edildiği garabetine hiçbir devirde rastlanmamıştır.
Koyun ve keçi ya birer yaşını bitirmiş bulunmalı veya koyunlar altı aylık olduğu halde birer yaşında imiş gibi gösterişli olmalıdır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) buyurmuşlardır ki, “Koyun cinsinden kurban olarak cezea yeterlidir.”(8)
“Cezea”, bir yaşını tamamlamış koyun manasına geldiği gibi, altı ayını doldurmuş, fakat bir yaşındaki koyunlar kadar gösterişli olan kuzuyu da ifade eder. Cezea; sığır nev‘inde üç, deve cinsinde beş yaşına basmış hayvan demektir.(9) Bu sebeple deve en az beş yaşını, sığır iki yaşını bitirmiş olunca kurban edilebilir.
Bir koyun veya keçi yalnız bir kişi için kurban kesilebilir. Bir deve veya sığır ise birden yedi kişi adına kadar kesilebilir. Nitekim Hz. Câbir'den (r.a.) şöyle rivâyet edilmiştir: “Hudeybiye’de Rasûlüllah (s.a.v.) ile birlikte kurban kestik. Deveyi de sığırı da yedi kişi için kestik.”(10) Ancak ortaklardan her birinin Müslüman olup, bu hayvanın yedide birine mâlik bulunması ve kendi hissesini Allah rızâsı için kesecek olması şarttır.
***
KURBANIN HÜKMÜ
Kurban bayramında, Allâh’a yaklaşmak niyetiyle kurban kesmek, Hanefîler’e göre hür, mukim, Müslüman ve zengin olan kimselere vâciptir. Zenginden maksat; temel ihtiyaçları dışında üreyici olsun veya olmasın, nisap miktarı mal yahut paraya sahip olmaktır. Bu da fitre nisabıyla aynı olup, üzerinden bir yıl geçmesi şartı da aranmaz. Yani bayram sabahı 200 dirhem (560 gram) gümüş veya bunun karşılığı olan para yahut ticaret malına sahip bulunan kimseye kurban kesmek vacip olur.
Hanefîler’in, kurbanın vacip oluşu hususunda dayandıkları deliller şunlardır: Kur’ân-ı Kerim’de, “Rabbin için namaz kıl, kurban kes” emri, amel bakımından “vücub” ifade eder. Çünkü sadece Rasûlüllah (s.a.v.)’a mahsus olduğu belirtilmeyen emir, ümmetini de içine alır. Ancak ayette cemi‘ sîgasının bulunmayışı, delâlette zan meydana getirdiği için kurbanın hükmü farz değil, vacip derecesindedir. Bu ayet-i kerimenin yanında diğer bazı hadîs-i şerifler de kurbanın bu hükmünü kuvvetlendirmektedir. Rasûlüllah (s.a.v.), “Kurban kesiniz. Şüphesiz bu, babanız İbrahim’in (a.s.) sünnetidir”(11) buyurmuştur. Burada Peygamber Efendimiz, kurban kesmeyi emretmiştir. Mutlak emir sîgası ise, amel bakımından vacibi ifade eder. Keza şu hadîs-i şerif de kurbanın vâcip olduğu hükmünü teyit eder: “Kim genişlik ve imkân bulur da kurban kesmezse, bizim namazgâhımıza yaklaşmasın.” (12) Böyle bir tehdit, ancak vacibin terki hâlinde bahis mevzuu olur. Diğer taraftan bazı hadîs-i şeriflerde, kurbanın ümmet için sünnet olduğunun belirtilmesi, vâcip oluşuna mâni teşkil etmez. Çünkü sünnet; yol, gidiş manalarına da gelir.
Kurban kesmek, Hanefîler’in dışındaki üç mezhebe göre müekked sünnettir. Gücü yetenin onu terketmesi mekruhtur. Şâfiîler’e göre, kurban kesmek, tek başına olan kimse hakkında aynî sünnettir. Eğer aile fertleri birden fazla ise kifâî sünnet olur. Dolayısıyla aile fertlerinden herhangi birisi bunu yerine getirecek olursa, hepsi için yeterli olur.(13)
Şevkânî Muhammed bin Ali rahımehüllah (v. 1250/1834), kurbanın sünnet olduğunu kabul edenlerin dayandığı hadîs-i şeriflerin tenkidini yaptıktan sonra şöyle demektedir: Bu hadislerden hiç biri delil olarak ileriye sürülecek kuvvette değildir.(14)
***
SEVABINI ÖLÜYE BAĞIŞLAMAK ÜZERE KESİLEN KURBAN
Hanefîlere göre bir kimse, kendi parasıyla alıp sevabını ölmüş bir yakınına veya herhangi bir mü’min kardeşine bağışlamak üzere bayram günlerinde veya sair günlerde kurban kesebilir. Kişi, kestiği bu kurbanın etinden kendisi yiyebildiği gibi, başkalarına da verebilir. Zira kendi kurbanı gibi hüküm alır, sevabı da bağışlanana gider.
Fakat bir kimse vefat eden kişinin, irtihalinden önceki emri ile onun adına keseceği kurbanın etinden yiyemez. Zira bu, adak hükmündedir, kesen ve yakını yiyemez. Bunu tam olarak tasadduk etmesi gerekir.(15)
Hâsılı, ebedî âleme göç etmiş mü’minler adına da kurban kesilebilir, sevabı onlara bağışlanabilir. Bunun da bayram günü yahut da öncesinde kesilmesi hususunda bir ayrı hüküm yoktur. Her zaman kesilebilir. Nitekim Hunneş’ten (r.a.) şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Hz. Ali'yi (r.a.) iki koç keserken gördüm ve ona, ‘Bunlar nedir?’ diye sordum. Hz. Ali, ‘Rasûlüllah (s.a.v.) bana, kendisi için kurban kesmemi vasiyet etmişti; işte ben onları kesiyorum’ dedi.” (16)
Şafiîlere göre, izni olmaksızın başkası adına kurban kesilemez. Vasiyet etmemişse, ölü adına da kurban kesilemez.
DİPNOTLAR
(1) Kâsânî, Bedâyîu's-Sanâyi', Kahire, 1327-28/1910, 5, 64
(2) İbn Mâce, Sünen, Edâhi, 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2, 321
(3) Ö. N. Bilmen, B. İslâm İlm. İst. 1985, s. 410
(4) el-Cezerî, el-Fıkhu ale’l-Mezâhibi’l-Erbaa, Kurban bahsi
(5) Ö. N. Bilmen, a.g.e., s. 414, md. 35
(6) Kâsânî, Bedâyiu’s-Sanayi‘, 5/69,80; el-Meydanî, el-Lübâb, 3/235; İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, 5/226 vd.; Zeylâî, et-Tebyîn, 6/7; İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, 8/76; Ö. N. Bilmen, Ö. N. Bilmen, a.g.e., s. 410
(7) Ö. N. Bilmen, a.g.e., s. 411
(8) İbn Mâce, Sünen, Edâhî, 7; İ. Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6/368
(9) eş-Şevkanî, Neylü’l-Evtâr, 4, 350
(10) Müslim, Sahîh, Hacc, 352
(11) İbn Mâce, Sünen, Edâhî, 3
(12) İbn Mâce, Sünen, Edâhî, 2
(13) İbn Kudâme, el-Muğnî, 8, 617
(14) Neylü’l-Evtâr, 4, 341 vd.
(15) İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, V, 229
(16) Ebû Dâvud, Sünen, Edâhî, 2
.
Son devir dersiâmlarından, Tarîkat-ı Aliyye-i Nakşibendiyye-i Müceddidîn kolu silsilesinin 33. ve son halkasını teşkil eden, Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) verâset-i tâmmesine sahip üstâzünâ Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretlerinden kurbanla alakalı şâyân-ı dikkat bazı anetdotlar:
“İbrâhim aleyhisselâm, oğlu Hz. İsmâil'i kurban etmek gibi büyük bir imtihana tâbi tutulmuştur. Muhyiddîn-i Arabî hazretleri Fütûhât'ında ve daha birçok ekâbir küşûfât-ı sahîhalarında, bu imtihanı şöyle îzah etmişlerdir:
İbrâhim aleyhisselâm, tâ âlem-i ezelde, kendisine bir evlat verildiği takdirde, onu rızâ-yı İlâhî için kurban edeceğini nezr etmiş. Bu nezrini âlem-i dünyada tekrarladıktan sonra aradan geçen zaman içinde unutmuş. Hazret-i Mevlâ da kendisini rüyâ vâsıtasıyla îkaz buyurunca, oğlu İsmâil'e hitâben;
‘— Ey yavrum! dedi. Ben rüyâmda görüyorum ki, seni kesiyorum. Bak artık, sen ne dersin?
Oğlu İsmâil de;
— Ey babacığım, ne emrolundunsa yap. İnşâallah beni sabredenlerden bulacaksın, dedi.’ (es-Sâffât, 102)
— ‘Muhakkak ki bu, açık bir belâ ve parlak bir imtihandır.’ (es-Sâffât, 106)
Ey 20. asrın insanları!
Vahşet devri diye vasıflandırılan o asırlarda, bakınız itâat-i İlâhîde olan mü'minler ne kadar medenî imişler. Şimdi böyle bir baba ve böyle bir oğulu nerede bulabilirsiniz?”
KURBAN BÜYÜK BİR İMTİHANDIR
“Kurban, Cenâb-ı Hakk'ın kullarına büyük bir imtihânıdır.
Bu imtihanların en büyüğünü de enbiyâ-yi izâm vermiştir.
Bütün nebîlerin verdiği imtihanların en muazzamını da Resûlüllah Efendimiz vermişlerdir. Nitekim İbrânim aleyhisselâmın bu imtihânına mukâbil Peygamber Efendimiz'in de, hânedân-ı Resûlüllah'tan 170 kişinin şehit olacağını bilmesi ve onların şehâdetini kabul etmesi ki; bu bir ‘sırr-ı kader’ işi olup, belki onların ‘Makâm-ı Mahmûd’da ve maiyyet-i Hazret-i Resûlüllah'ta bulunabilmeleri için olmuştur.”
MU‘CİZE-İ HABERİYE
“Hakikaten biz sana kevseri verdik.” (Kevser sûresi, 1)
“Bu sûre-i celile, bir mu‘cize-i haberiyedir. Çünkü Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur.
O zaman Resûlüllah Efendimiz'in etrafında toplanan Müslüman-lar'ın sayısı, 40 kişiden ibâret idi.
Daha ne ilim çokluğu, ne ümmetin çokluğu, ne de feyzin çokluğu vardı. Hiçbiri mevcut olmadığı halde Cenâb-ı Hakk'ın, ‘Verdik’ buyurmasının sebebi, tahakkuk-ı vukûuna binâen (mutlaka olacağı için)dir.”
ŞEHÂDETTEN BÜYÜK BAYRAM OLUR MU?
“Hazret-i Hüseyin (r.a.), Kûfe'ye hareket edeceği zaman rüyâsında kardeşi Hazret-i Hasan (r.a.)'ı gördü.
Hazret-i Hasan,
— Ey birâderim! Sen, Kûfeliler'in ecdâdımıza ne yaptıklarını bilmiyor musun? Sanki bayrama gidiyor gibi, en güzel elbiselerini giymişsin! deyince, Hazret-i Hüseyin,
— Ben şehit olmaya gidiyorum!.. Bundan büyük bayram olur mu? karşılığını vermiştir.”
ŞEHİTLERİN TEMENNÎLERİ
“Kıyâmet gününde şehitlere ne istedikleri sorulunca,
“— Yâ Rabbi, biz şehit olurken o esnada senin Cemâl-i İlâhî’ni müşâhede ettik. Bizi tekrar dünyaya gönder de yeniden şehit olalım, Cemâl-i İlâhî’ni bir daha müşâhede edip gelelim” derler.
Çünkü şehâdet zamanında aldıkları lezzeti hiçbir yerde bulamazlar. O tadı unutamadıkları için [tekrar tekrar] dünyaya gelip hiç durmadan şehit olup gitmeyi isterler.
Şehitlik çok büyük bir mertebedir. Bittabiî bu, i‘lâ-yi kelimetullâh ve harb-i mânevî uğrunda şehit olan ehl-i îman içindir.”
KURBANLAR DA ŞEHİTTİR
“Kurbanlık hayvanlar da şehittir. Çünkü onlar, Allah Teâlâ'nın emrine boyun eğerek kesilirler.
Hayvan kesileceğini bilir; Mevlâ ona ilhâm eyler. Onun için kesmeden önce onu hırpalamamalı; bilhassa kesileceği yere götürürken sürüklememelidir. Çünkü bu eziyettir. Ona eziyet ise haramdır.
Hayvanı keserken, canı çabuk çıksın diye iliklerini dahi kesmek doğru olmaz. O hayvan bizim için canını fedâ ediyor. Ne mutlu ona!.. Keşke onun yerinde biz olsaydık. Yani onun gibi Allah yolunda biz de can verseydik...”
.
Halis ECE
Her şeyden önce ibâdetler, hikmetlerinden veya faydalarından dolayı değil, Rabbimiz emrettiği için yapılır. Bununla beraber onların hikmetlerini-güzelliklerini-faydalarını da zamanla görüp öğrenebiliriz. Bu bilgiler de bize, Allâh’ın nimetlerini yâd etmek, ona şükretmek için vesîle olurlar.
99 Esmâ-i Hüsnâ’sından biri de “Hakîm” olan Allah Teâlâ’nın, her emir ve nehyinde muhakkak ki birçok hikmetler vardır. Ama bu hikmetlerin tamamının biz kulları tarafından bilinip idrâk edilebilmesi mümkün olmayabilir.
Diğer taraftan bildiğimiz hikmetlerinin yanında, zamanla, dinin getirdiklerinin insanlık için ne büyük faydalar ihtivâ ettiğini görüyor ve Rabbimizin kullarına olan rahmetinin büyüklüğünü bir kere daha müşâhede ediyoruz.
Kurban kesmek de Allâh’ın bir emri olması hasebiyle sayısız hikmetlerinin olduğunda şüphe yoktur. En başta, kurban kesmek, birçokpeygamberin (aleyhimüsselâm) atası ve Resûlüllah Efendimiz’in (s.a.v.) de ceddi olan İbrahim aleyhimüsselâmın, oğlu Hz. İsmâil’e bedel olarak Cenâb-ı Mevlâmızın gönderdiği koçu kesmesi hâdisesini bizlere hatırlatıyor. Hayat nimetine şükrün bir ifadesi olarak kurban kesiyoruz.
Ayrıca âhirete bir hazırlık olması, günahlarımızın affı ve kabirle başlayan yeni bir hayat yolunda kurbanın bizi mânevî bir burak gibi alıp selâmete ulaştıracağını da verilen haberler ışığında Rabbimiz’den umuyoruz.
Hac sûresinde, "Biz, kendilerini rızıklandırdığı(mız) dört ayaklı hayvanlar üzerine Allâh’ın ismini ansınlar diye, her ümmet için kurban kesmeyi meşru‘ kıldık. İşte sizin ilâhınız bir tek ilahtır. O halde ona teslim olun. (Habîbim) sen, mutı‘ ve mütevâzi olanları müjdele"(Âyet: 34) buyurulduğu gibi kurban kesmekten asıl maksat, Allâh’ın zikredilmesidir. Zira bizim varlık gâyemiz Allâh’ı bilmek, tanımak, ona kulluk ve kurbiyetten (yaklaşmaktan) ibârettir. Burada Allâh’a yaklaşma ameliyesi olan kurban ise, bir bayram olarak îlan edilmiştir.
Yine Hac sûresinde, "Onların ne etleri, ne de kanları hiçbir zaman Allâh’a ulaşmaz. Fakat ona (sadece) sizin takvânız ulaşır. Size verdiği hidâyetten (ve bu hayvanlara sahip kılmasından) dolayı Allâh’ı tekbir etmeniz içindir ki, o, bu hayvanları sizin istifadenize verdi. (Habîbim), güzel hareket edenleri (emirlerime imtisâl edenleri) müjdele" (Âyet: 37) buyurularak maddeden mânâya bir kapı aralanıyor ve esas hedef gösterilmiş oluyor. Yani öncelikle niyette ihlâs ve samimiyet lâzım ki, ameller sâlih olsun, Hakk’ın rızâsına muvâfık bulunsun. Yoksa takvâ şartlarına riâyet etmeden yapılan hiçbir ibâdet, tâat ve amel ind-i İlâhîde makbul olmaz.
Kurban kesmenin insan olarak hepimizin mutlaka almak zorunda olduğu gıdalarla da yakından alâkası vardır. Dinimiz, hayatımızın her safhasını kuşattığı gibi, bu cihetimize de hitap etmektedir. Etin, insan için zarurî gıdalardan olduğunda şüphe yok. Ama bu gıdanın herkes tarafından rahatlıkla temin edildiğini de söyleyemeyiz. Nâfile olarak başka zamanlarda kesilen kurbanların dışında, kurban bayramında da Müslümanlar, kestikleri bu kurbanlarla et yemekten mahrum bulunan mühim bir kitleyi bu nimetten istifade ettirmektedirler. Aslında, kurban için hikmet olarak sadece bu güzel paylaşma hareketi bile yeter herhalde.
İslâm’ın emrettiği bu hükmün, bazıları tarafından bir vahşet olarak görülmesi ise, ancak bir düşünce sapması olarak tavsif edilebilir. Çünkü zaten insanlık bu nimetten, Allâh’ın koyduğu bir kanun olarak vücudunun bir ihtiyacından dolayı istifade etmekte ve bunun için de her gün binlerce hayvan kesilmektedir.
Bu sayılanlar, kurban kesmenin hikmetleri adına söylenebilecek şeylerden bazıları. Kim bilir, Allâh’ın emrettiği bu yüce ibâdette daha nice hikmetler-maslahatlar-güzellikler gizlidir ve biz farkında olmadan onlardan istifade ediyoruzdur.
Ebû’l-Fârûk Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretleri, bir sohbetlerinde, kurbanın maddî ve mânevî faydalarından bahisle buyururlar ki:
“Kurban, gadab-ı İlâhîyi söndürür. Rızâ-i İlâhîyi celp eder. Çok kurban kesilen bir memlekette harp olmaz. Eğer bir insan, vakti müsâit olup da kurban kesmezse, muhakkak ki o adamın ya kendisinden veya çocuğundan yahut da malından, ticaretinden, servetinden, varlığından mutlaka bir kan çıkacaktır. Kurbanda çoluk-çocuk ve fakir-fukara için umumi bir maslahat ve mutlak bir menfaat vardır. Kurban Bayaramı’nda afv-ı umumî tecellî eder.”
.
Kurban kesmeye mâli vaziyeti müsait olmayanlar, birinci bayram günü öğleden sonra 6 rek’at namaz kılarlar.
Namaza şöyle niyet edilir:
“Yâ Rabbî, âciz kulun kurban kesemedi. Kurban yerine şu vücudumu huzurunda yere sererek kurban ediyorum. Beni de kurban kesenler meyânına kabul eyle.”
1. Rek’atte: 1 Fâtiha, 1 İnnâ enzelnâhü...,
2. Rek’atte: 1 Fâtiha, 1 İnnâ a’taynâ...,
3. Rek’atte: 1 Fâtiha, 1 Kul yâ eyyühe’l-kâfirûn...,
4. Rek’atte: 1 Fâtiha, 1 İhlâs-ı şerif,
5. Rek’atte: 1 Fâtiha, 1 Felak sûresi,
6. Rek’atte: 1 Fâtiha, 1 Nâs sûresi okunur.
Her iki rek’atte bir selâm verilir. (Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat, İstanbul, 1983, 52-53)
.
Halis ECE
Beyânü'l-Hak mecmuasının 88'inci sayısında, “KURBAN DERİLERİ” başlıklı enteresan bir yazı gözümüze ilişti. Okuyucularımızın da dikkatini celbedeceği düşüncesiyle, biraz sadeleştirip paylaşmak istiyoruz.
“KURBAN DERİLERİ
“Evvelden beri ilim tâliplerine verilegelmekte olan kurban derilerinin, bir müddetten beri Hicaz Demiryolu'na tahsîs olunduğu... Ve bunun, küçük-büyük birçok kimselere otlak (geçim kaynağı) hâlini aldığı basîret sahiplerince mâlumdur...
“Zâten dinî bir sadaka olması hasebiyle kurban derilerinin verileceği yer, 'İyilik ve takvâda yardımlaşınız' [Mâide suresi, 2]meâlindeki âyet-i kerimenin mûcibince, ilim tâlipleridir. Bu defa, geçmişte olduğu gibi, ilim tâliplerine verilmesini bildiren Şeyhulislâmlık makamının yazılı emrinin, bütün kadılara (hâkimlere) gönderilmiş olduğu, sevinçli haberini öğrenmiş olduk.” [Hicrî, 3 Zilhicce 1328 Pazartesi / Rumî, 22 Teşrîn-i sânî 1326 / Miladî, 5 Aralık 1910]
***
Evet, günümüzden tamı tamına doksan altı sene önce (2006 yılı itibariyle) kaleme alınan bu yazıda aynen böyle deniliyor.
Yine atalarımız, hepimizin bildiği üzere, "Târih tekerrürden ibarettir" demişlerdir. Biz de Cenâb-ı Hakk'tan; târihin müsbet gelişmelerini tekerrür ettirmesini niyâz ediyoruz. Âmîn...
.
|
Bugün 69 ziyaretçi (203 klik) kişi burdaydı!
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 28 ziyaretçi (30 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|