YEDİ HADİS İMAMININ İTTİFAK ETTİĞİ HADİSLER
Yazarın Önsözü
Rahman ve Rahîm Allah'ın olan Adıyla
Çevirenin Önsözü
Hadisin Önemi Ve Mahiyeti
Hadislerin Tespiti
Hadislerin Tedvini
Hadislerin Tasnifi
Şarkiyatçılar Ve Hadis
İslam Dünyasında Hadis Muhalifleri
Hz. Peygamber (s.a.v)'in Davranışlarının Sınıflandırılması
1. Dini Tebliğ Etmek ve Tamamlamak:
2. Fetva Vermek:
3. Dâvaları Hükme Bağlamak (Kazâ):
4. Devlet Başkanlığı (İmaret, İmamet):
5. Daha İyiye Teşvik (İrşâd):
6. Arabulmak, Anlaştırmak (Sulh):
7. Danışmada Bulunana Yol Göstermek (İstişârî Rey):
8. Öğüt Vermek (Nasihat):
9. Takva Ve Kemâl Eğitimi Vermek:
10. İnce Ve Yüce Gerçekleri Öğretmek:
11. Eğiterek Sakındırmak (Te'dib):
12. Örneklik İle İlgisi Olmayan Tabiî, Beşerî Davranışları:
YEDİ HADİS İMAMININ KISA BİYOGRAFİSİ
Rahman ve Rahîm Allah'ın Adıyla
BİRİNCİ BÖLÜM
NİYET BÖLÜMÜ
1. Niyet Ve Îhlas
İKİNCİ BÖLÜM
İMAN BÖLÜMÜ
1. İmanın Şubelerinin Sayısı
2. Tevhide Ve İslamı Hükümlere Davet Etmek
3. Allah'ın, İnsanın Gönlünden Ve İçinden Geçirdiği (Kötü) Düşüncelerden Sorumlu Tutmaması
4. İnsanlar, "Allah'tan Başka İlah Yoktur" Deyinceye Kadar Onlarla Savaşma Emri
5. İntihar Eden Kimsenin Hükmü
6. Din Kardeşini Kafirlikle İtham Eden Kimsenin Durumu
7. İmanın, Günahlarla Azalması Ve Günah İşleyen Kimsenin Kâmil Bir Mümin Olmaması
8. İslam'ın Şartları
9. Yüce Allah'a İman Etme
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TAHARET (TEMİZLİK) BÖLÜMÜ
1. Süt İçmekten Dolayı Ağzı Çalkalama
2. Hz. Peygamber (S.A. V)'İn Abdest Alış Şekli
3. Küçük Abdest Yada Büyük Abdest Sırasında Kıbleye Dönme Ruhsatı
4. Elbiseye Bulaşan Spermi Yıkama
5. Hayızlı Kadının, Kocasının Başını Yıkaması
6. Hayızlı Kadına, Namazın Değil De, Orucun Kazasının Vacip Olması
7. Teyemmüm
8. Cünüp Olan Kimseyle Tokalaşmanın Caiz Olması
9. İdrardan Sakınmaya Teşvik
10. Ayakta Bevletme
11. Süt Emen Çocuğun İdrarının Hükmü
12. Abdestte, Gusülde Ve Başka Yerlerde Hep Sağdan Başlamayı Teşvik Etme
13. Erkeğin, Hayızlı İken Hanımıyla Cinsel İlişkide Bulunamaması
14. Tuvalete Girerken Okunacak Dua
15. Müstehazanın Yıkanması Ve Namaz Kılması
16. Cünüp Kimsenin Uyumasının Caiz Olması
17. Cünüplükten Dolayı Yıkanmanın Şekli
18. Mestler Üzerine Mesh Etme
19. Sperm Gelmesi Sebebiyle Kadına Boy Abdestinin Vacip Olması
20. Uykudan Uyanıldığında Elleri Yıkama
21. Tuvalet İhtiyacı Sırasında Sağ Elin Kullanılmasının Yasaklanması
22. Misvak Kullanmak
23. Mezi
24. Tuvalet İhtiyacı Giderildiği Sırada Kıbleye Dönmenin Yasak Olması
25. Köpeğin Bir Kabı Ağzıyla Yalaması
26. Elbiseye Bulaşan Hayız Kanının Yıkanması
27. Durgun Suya İşemenin Yasak Olması
28. Fıtratın Hasletleri
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
NAMAZ BÖLÜMÜ
1. Namaz Kılarken Safların Duz Ve Doğru Tutulması
2. Namaza Sekinet Ve Vakarla Gelmenin Müstehab Olması
3. Namaz Kılan Kimsenin Önünden Geçmenin Haram Olması
4. Namaz Kılan Kimsenin Sütresi Ve (Önünden Geçilmesi Halinde) Namazın Bozulmaması
5. Namaza Başlarken Tekbir Almak Ve Elleri Kaldırmak
6. Besmeleyi Açıktan Okumama (Gizli Okunması) Meselesi
7. Namazda İken (Secde Yerinde Bulunan) Çakıl Taşlarını Düzleme Meselesi
8. Rüku Sırasında Elleri Dizlerin Üzerine Koymak Ve Avuçları Birbiri Üzerine Kapamanın Hükmünün Kaldırılması
9. Akşam Namazında Kıraat
10. Yatsı Namazında Kıraat
11. Fatiha Süresini Okumanın Vacip Olması
12. İmamlığa En Layık Olan Kimse
13. (Mescide Girildiği Zaman İki Rekat) Tahiyyatu'l-Mescid Namazı Kılmanın Müstehab Olması
14. Ezan Lafızlarının İkişer İkişer Ve Kamet Lafızlarının İse Birer Birer Okunması
15. Ezan Okunurken Müezzini İşittiği Zaman Kişinin Ne Demesi Gerektiği Meselesi
16. Sehiv Secdesi
17. Sıcak Yada Soğuk Zamanlarda Elbise Üzerine Secde Yapmanın Caiz Olması
18. Her İki Ezan Arasında Bîr Namaz Olması
19. Namazdaki "Amin" Sözü
20. Namaz Kılınan Yerde Namazı Bekleme
21. "Allahümme Rabbena Lekel-Hamd" Demenin Fazileti
22. Evde Nafile Namazı Kılmanın Müstehab Olması
23. Binek Üzerinde Nafile Namaz Kılmanın Caiz Olması
24. Ayakta Yada Oturarak Nafile Namaz Kılmanın Caiz Olması
25. Yolculukta Nafile Namaz Kılıp Kılmama Meselesi
26. Namazda, Namaz Dışı Bir Eylem Bir Yapmak
27. Cemaatle Kılınan Namazın Faziletli Olması
28. Namazdaki Rükunların İmamdan Önce Yapılmasının Haram Olması
29. İkindinin Farzından Sonra Nafile Namaz Kılmanın Caiz Olmaması
30. Namazın Bir Rekatına Yetişen Kimse
31. Sabah Namazı Ve İkindi Namazının Vakti
32. Zeval Vaktinden Sonra Namaz Kılmanın Yasaklanması
33. İkindi Namazının Vakti
34. Sabah Namazının Vakti
35. İkindi Namazını Kılmanın Önemi
36. Namazı Uyuyarak Yada Unutarak Geçiren Kimse
37. Geçmiş Namazın Kazası
38. Cemaatin İmama Uyması
39. Namazda Teşehhüd Okuma
40. Peygamber (S.A.V)'E Salevat Getirmenin Şekli
41. Yedi Organ Üzerine Secde Etme
42. "Salatu'l-Vusta" (=Orta Namaz) İle, İkindi Namazının11 Kast Edilmesi
43. Secdede İtidal Üzere Bulunma
44. Namaz Hususunda Orta Yolu Tutmak
45. Bir Tek Elbise İçerisinde Namaz Kılmaya Ruhsat Verilmesi
46. (Temiz Olan) Bir Şey Üzerinde Namaz Kılınması
47. Yolcuların Namazı Ve Namazlarını Kısaltmaları
48. Hususuyla Ve Rükusuyla Namazı Tamamlamanın Vacip Olması
49. Hazarda İki Namazı Birden Kılma
50. Namaz Kılarken Uyuklayan Kimse
51. (Namaz Kılarken İmamın Bir Yanılgısı Üzerine) Erkeklerin "Subhânallah" Demesi Ve Kadınların İse "El Çırpması"
52. Vitir Namazının Vakti
53. Sabah Namazının Farzından Önce İki Rekat Sünnet Namazı Kılmanın Müstehab Olması
54. Mescit İçerisine Tükürmenin Yasak Olması
55. Gecenin Sonunda Dua Etmenin Fazileti
56. Gece Namazında Ve Kıyamında Dua
57. Gece Namazının İkişer İkişer Kılınması
58. Gece Namazı Ve Peygamber (S.A.V)İn Geceleyin Kıldığı Namazların Rekat Sayısı
59. Küsûf (Güneş Tutulması) Namazı
60. İstiskâ (Yağmür İsteme) Namazı
61. Korku Namazı
Hamd, Allah'a mahsustur, O'na hâmd ederiz, O'ndan yardım dileriz, O'nunla doğru yolu buluruz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden O'na sığınırız. O kimi hidayete erdirirse onu hiç kimse saptıramaz. Kimi de saptırırsa onu da hiç kimse hidayete erdiremez.
Şehadet ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur, tektir, ortağı da yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed (s.a.v), O'nun kulu ve resulüdür.
Bu girişten sonra, hadis ilmi, ilimlerin en şereflisi ve en değerlisidir. Nasıl olmasın ki! İnsanların komutanı ve önderi, Muhammed (s.a.v)'dir.
Yüce Allah, "(Kıyamet) günü bütün insanları önderleriyle çağıracağız buyurmaktadır.
Allah'ın benim üzerime olan nimetlerinden birisi de; küçüklüğümden itibaren (devamlı bir surette) nebevi sünneti sevmem ve onunla meşgul olmamdır.
Hamd ve cömertlik, Allah'a mahsustur...
Allah, şöyle diyen Emîr San'ânî'ye rahmet eylesin:
Selamım, hadisçilerin üzerine olsun.
Çünkü ben, doğru yolu gösterme mahiyetinde olan hadisleri sevmeye bağlıyım."
Cenab-ı Allah, ister tahkik ve isterse te'lif konusunda olsun hadis ilmi ve nebevi sünnet alanında bir çok kitap yazma hususunda beni başarıya ulaştırdı. Bu kitaplarla ancak Allah'ın rızasını ve ahiret hayatını arzulamaktayım. Belki de bu kitapların en önemlisi, İmam Beğâvî'nin "Zılâlu'l-cenneti fî'l-muhtasari's-sahîhi min şerhi's-Sünne"sidir. Allah bu kitabı tamamlamayı (bana) kolaylaştırsm.
Elinizdeki bu kitabı, "Husnu's-sınâati fî beyâni'r-ruvâtiilezîne ehrace hadîsehumu'l-cemâat" adlı kitabı yazarken hicri 1414/1993 yılında te'lif ettim. Elinizdeki bu kitap, tür ve teknik açıdan bir ilki oluşturmaktadır... Çünkü bu konuda basılmış ya da el yazması bir kitap olduğunu bilmiyorum.
Bu kitap üzerinde yaklaşık beş yıl ya da daha fazla çalıştım, günlerce uğraştım.
Bu kitap üzerine çalışmayı, "İmam Muhammed b. Suûd el-İslâmiyye Ü-niversitesi"nin "Usûlü'd-Dîn Fakültesfnde iken başladım.
İlk önce Kütübü Sitte'yi okudum, sonra îmam Ahmed (rh.)'in "Müsned'ni okudum, ardından da Hafız el-Mizzî'nin "Tuhfetu'l-İşrâf" adlı kitabını okudum...
Sonra da Hafız İbnü'I-Esîr'in "Câmiu'I-Usûl" adlı kitabını okudum ve burada muhtelif rivayetlerle ilgili hadislerin en sağlamını gördüm. Çünkü burada hadisi rivayet eden tek ravi gösterilmiş. İşte ben de, bunu, bu kitapta uyguladım.
Bu kitap üzerinde çalışırken sadece Cenab-i Allah'ın bildiği zorluklarla ve sıkıntılarla karşılaştım.
Kütübü Sitte ile İmam Ahmed'in "Müsned"indeki hadisleri tahric ettim, mükerrerleri ise almadım.
Kitapta geçen hadisler ve sahabe isimleri için bir fihrist hazırladım.
Allah'ın, bu çalışmamı, (amel sahifelerinin) O'na sunulduğu günde iyiliklerimizin (bulunduğu) terazinin içine koymasını; dinimize, akidemize hizmet etme hususunda bizi başarılı kılmasını ve cömertliğiyle, lütfuyla, rahmetiyle bizi kötülükler ile çirkin şeylerden uzaklaştırmasını diliyorum. Çünkü O, her şeyin sahibidir ve buna gücü yetendir...
Allahım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim! Sana hamdde bulunurum! Şehadet ederim ki, Senden başka ilah yoktur. Senden bağışlanma dileriz, Sana tevbe ederiz.....
İbrahim B. Abdullah El-Hâzimî
Hadisler; ihtilafa düşülen konularda insanları aydınlatan, böylece hidayet ve rahmet kaynağı olan Kur'an-i Kerim'in kendisine indirildiği Peygamber'in sözü olarak üstün bir değer ifade eder ve büyük önem taşır.
Hz. Peygamber (s.a.v)'in insanlara sözleriyle açıkladığı, fiilleriyle uygulanışını gösterdiği ilahî emirlerin başında; namaz, oruç, zekat ve hac gibi ibadetler gelir. Namazların hangi vakitlerde, kaçar rekat ve nasıl kılınacağı, orucun nasıl tutulacağı, zekatın hangi mallardan, ne kadar verileceği, haccın nasıl yapılacağı gibi hususlar Kur'an'da yer almayıp hadislerle açıklık kazanmış, İslam hukukunun birçok meselesi hadislerde verilen bilgilerle çözüme kavuşturulmuştur.
Yine Kur'an'da birkaç türlü yorumlanabildiği için manası kolayca anlaşılmayan (müşkil) ayetler, hadis rivayetleri sayesinde yorumlanabilir.
Hadisler aynı zamanda Kur'an'da yer almayan bir çok meseleye açıklık getirmiş, bu konulardaki uygulama şekillerini göstermiştir. Örneğin bir kadının âdet halinde kılamadığı namazları kaza etmeyeceği, bir erkeğin bir hanımının üzerine onun teyzesi ve halasıyla evlenemeyeceği, nesep yakınlığı dolayısıyla evlenilmesi haram olan kimselerle süt yakınlığı sebebiyle de evlenmenin haram olduğu gibi hususlar, yine şuf'a hakkı ile ilgili hükümler, nineye ve baba tarafından akrabaya düşecek miras gibi meseleler Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından çözümlenmiştir.
Kur'an-i Kerim'de temas edilmekle beraber hakkında fazla bilgi verilmeyen âhiret hayatıyla ilgili hususlar, kabir hayatı, yeniden dirilme, mahşer, hesap, mîzan, cennet ve cehennemdeki hayat gibi konular da hadisler sayesinde öğrenilmektedir.
Ahlakî faziletler, manevî ve ruhî gelişimi sağlayacak kurallar, düzenli bir aile hayatı için gerekli olan davranış biçimleri, insanlar arasında içtimaî ve ticarî münasebetleri düzenleyen hükümler, yönetenler ile yönetilenler arasındaki ilişkiler gibi konularda da hadislerde geniş bilgi bulunmaktadır.
Fıkıh kültüründe yer alan bazı bilgilerin, hadis kitaplarında yer alan bazı hadislere aykırı gibi görünmesi; alimlerin, Hz. Peygamber (s.a.v)'in sünnetinin sübûtu, hükme delaleti, mahiyeti ve gayesi konusunda farklı değerlendirmelere sahip oluşundan kaynaklanmaktadır. Bu sebeple de bir konuda mevcut bütün hadisleri gözden geçirmeden veya fıkıh literatüründe ve gele-neğindeki söz konusu ayrımları, sünnetle ilgili yaklaşım farklılıklarını ve tartışmaları bilmeden, bir hadisten ilk bakışta anlaşılan anlamı esas alıp fakihle-rin buna aykırı düşen görüşlerine eleştiri getirmek yanıltıcı olabilir. Bu sebeple de Kur'an ve Sünnet; İslam dininin, İslam akaid ve fıkhının iki aslî kaynağı olmakla birlikte bu iki kaynağı anlama ve yorumlamada belirli bir ilmî metodun takip edilmesi, bu kaynaklar etrafında oluşan bilgi birikiminin, fıkıh kültür ve geleneğinin göz önünde bulundurulması kaçınılmaz olmaktadır.
Kitap, 'konularına göre' (ale'l-ebvâb) usulüne göre hazırlanmış olup 41 bölüm bulunmaktadır.
Yazar, tahric yaparken Buhârî için cilt ve sahife numarası, hadis numarası, bölüm ve bab başlığı; Müslim için hadis numarası, bölüm ve bab başlığı; Ebu Dâvud için hadis numarası, bölüm ve bab başlığı; Tirmizî için hadis numarası, bölüm ve bab başlığı; Nesâî'nin "el-Müctebâ"sı için cilt ve sahife numarası, bölüm ve bab başlığı; İbn Mâce için hadis numarası, bölüm ve bab başlığı; İmam Ahmed'in "Müsned"i için ise çoğunlukla cilt ve sahife numarası, bazen de hadis numarası vermiştir.
Günümüz Türkiye'sinde genellikle hadis kitabı çevirilerinde Concordan-ce usulü esas alındığı için, bu doğrultuda şu ana kadar çevrilen hadis kitapları; Müslim, Ebu Dâvud, Nesâî, İbn Mâce, Dârimî ile Muvatta"dır. Diğerleri, Concordance usulüne göre tercüme edilmemiştir. Dolayısıyla bu kitabın çevirisinde de Concordance usulü esas alınmış olup hadisler, Concordance usulüne göre verilmiştir. Bunun için de, bu doğrultuda hazırlanmış olan Kütüb-ü Tis'a (dokuz hadis kitabı) kitabı esas alınmıştır.
Yazar, bazen hiçbir işaret göstermeksizin Nesâî için çoğunlukla bölüm başlığı ve bazen de bölüm başlığı ile birlikte cilt ve sahife numarası göstermiş. Bununla Nesâî'nin "Sünemi'1-Kübrâ" adlı eseri kastedildiği için, bizzat konu ile ilgili hadislerin geçtiği yer tespit edilip okuyucuların rahatlıkla ulaşabilecekleri farklı cilt, sahife ve hadis numarası verilmiştir.
Yazarın, İbn Mâce için verdiği hadis numarası, Concordance usulüne uymamaktadır. Dolayısıyla İbn Mâce ile ilgili hadis numaralan, Concordance usulüne göre verilmiştir.
Yazar, konu ile ilgili hadisin tahricine, hadislerin bitiminde yer vermiştir. Fakat hadislerin tek tek tahricini göstermek için, yazann genel mahiyette verdiği tahric, ilk rivayetin bitiminde verilmiştir. Dolayısıyla da hadislerin tek tek tahricleri yapılmıştır. Dipnotta verilen bilgilerin çevirene ait olanını belirtmek için sembolü kullanılmıştır.
Yazar, ilk rivayetin geçtiği yer ile ilgili olarak Buhârî ile Müslim'i göstermesine rağmen bazen farklı ve bazen de karma bir metne yer vermiş, bu sebeple de okuyucuyu yanıltmamak için kaynak olarak kullandığımız kitaplar-daki metin esas alınmıştır.
"Abd" kelimesine muzaf olarak gelen Abdullah, Abdurrahman gibi isimlerin, maksûr {kesreli) ve meftûh (fethalı) durumları dikkate alınmamış, ayrıca "İbn-i" gibi bazı terkiplerde kullanılan kısa çizgi yaygın şekilde kullanılmadığı için atılmıştır.
Kitapta, bölüm ve bab başlığında numara verilmemesine rağmen yararı olacağı düşünülürek numaralar verilmiştir.
Kitabın sonuna, kaynak olarak kullanılan kitapların neler olduğunu gösteren bir kaynakça konulmuştur.
Okuyucuya hadis konusunda bilgi verme mahiyetinde "Hadisin Önemi ve Mahiyeti" ile ilgili bir bölüme de yer verilmiştir.
Bazen hadis metni içerisinde yer alan birtakım kelimeleri açıklamayâ yönelik müellifin bazı ifadeleri, ya normal metin içerisinde çevrildiğinden ya da faydalı görülmediğinden dolayı tercüme edilmemiştir.
Okuyucuya yararlı olacağı düşünülerek hadisin içinde geçen ifadeler ile ilgili olarak çeşitli açıklamalar yapılmıştır.
Kitap, sahabe ismine göre esas alınmış olup bu doğrultuda rivayet edilen hadislerin varyantlarına yer verilmiştir.
Kitabın çevirisi, beş ay gibi kısa bir sürede yapılmıştır.
Eserin tercümesi esnasında hadisin orijinal metnine bağlı kalınmıştır. Zaman zaman kastedilen mananın okuyucu tarafından iyice anlaşılması için "anlaşılabilir" bir dil kullanılarak, okuyucuya bıkkınlık vermemek için bazı durumlarda tekrarlardan kaçınılmıştır.
Azami dikkat ve gayretlere rağmen, gözden kaçan tercüme hataları olabilir. Yapıcı eleştirilerine ve uyanlarına her zaman ihtiyaç duyduğumuz ilim sahipleri ile okuyucuların tenkit, uyan ve katkılarına şimdiden şükranlarımı sunduğumu belirtirim.
Çalışmalarımı sürdürme noktasında yakın ilgi ve teşviklerini gördüğüm değerli hocam Yusuf Kerimoğiu'na, her zaman maddi ve manevi destekleri ile teşviklerini gördüğüm değerli dostlarım Abdulhalim Ünverdi Beye, Hanifi Yılmaz Beye, Zekeriyya Efiloğlu Beye, Salih Özbey'e, Abdulkadir Ermutaf a, Halid Kaygısız'a, Reşit Güngör Kalkan'a, tercüme edilen metinlerin bir kısmını gözden geçiren Mahmut Demir'e ve özellikle de yoğun iş temposuna rağmen tercüme edilen nüshalann bir kısmını gözden geçirip çeşitli değerlendirmelerde bulunan değerli dostum Mithat Sevin'e ve bu değerli eseri kısa zamanda okuyuculara ulaştırmada büyük gayret gösteren Karınca Yayınları'nin sahibi değerli dostum Feyzuflah Birışık'a şükranlarımı arzederim.
Hadîsin Etimolojik Yapısı ve Kapsamı
"Eski "anlamındaki "Kadîrtin zıddı olan "Hadîs" kelimesi, (çoğulu e-hâdîs) tahdîs masdanndan isim olup "haber" manasına gelir.
Hadîs kelimesi, İslamiyet'le birlikte farklı bir anlam kazanmış, âdeta o-nunla kadîm olan Kur'an-ı Kerim'in mukabili kastedilerek Resulullah (s.a.v)'in sözlerine "el-Ehâdîsu'l-kavliyye, fiillerine "el-Ehâdîsu'1-fi'liyye" ve tasvip ettiği şeylere de (takrir) "el-Ehâdîsu't-Takrîriyye" denilmiştir.
Hadis alimleri, Hz. Peygamber (s.a.v)'in yaratılışıyla ilgili özelliklerini (şemâil) ve ahlakî vasıflarını da hadisin kapsamı içerisine almışlardır.
Bazı alimler, hadis teriminin kapsamını daha da genişleterek sahabe ve tabiînin şahsî beyan ve fetvalarını da bu kapsama almışlar, Hz. Peygamber (s.a.v)'e ait olan hadislere "merfû", sahabeye ait olanlara "mevkuf", tabiîne ait olanlara da "maktu" adını vermişlerdir.
Sonraları merfû, mevkuf ve maktu terimlerinin hepsini ifade etmek üzere "haber" kelimesi kullanılmaya başlanınca, bir kısım alimler sadece sadece merfû rivayetlere, bazıları da merfû ve mevkuf rivayetlere hadis demeyi uygun görmüşlerdir.
Yine ilk devirlerde Resulullah (s.a.v)'in söz, fiil ve takrirleriyle birlikte sahabe ve tabiîne ait her türlü haberi ifade etmek üzere "eser" kelimesi de kullanılmıştır.
Hadis ile "sünnet"in kapsamları konusunda farklı görüşler bulunmakla beraber bu iki terimin eş anlamlı olarak Resulullah (s.a.v)'in söz, fiil ve takrirleri için kullanılması özellikle hadis alimleri arasında daha fazla kabul görmüştür. Ayrıca hadis ile sünnetin çerçevesini daha da genişleterek Hz. Peygamber (s.a.v)'in ahlakını, şemailini, peygamberlikten önce söylediklerini ve yaptıklarını da bu çerçeve içine alanlar da olmuştur.
Bunun yanı sıra hadisin; Resulullah (s.a.v) tarafından vaz' edilen sözlü mesajlar plduğunu, sünnetin ise bazen bu sözlü mesajların kendisi ve bazen de bu sözlü mesajlardan istinbat edilen hükümler olduğunu belirtenler de olmuştur.
Eskiden beri şiir, hitabet, savaş kıssaları ve nesep bilgilerinden oluşan kültürlerini şifahî yolla nakletme geleneğine sahip olan Arapların, ezberleme yetenekleri çok gelişmişti. Bununla beraber İslamiyet'in doğuşu sırasında önemli bir ticaret merkezi konumunda bulunan Mekke'de okuma yazma bilenlerin sayısı, Medine'ye nispetle daha çoktu. Bunlardan Müslüman olanlar, İslamiyet'in ilk devirlerinde Hz. Peygamber (s.a.v)'in emirleri doğrultusunda hareket ederek Kur'an-ı Kerim'i yazmakla meşgul olmuştu.
Sade ve tabiî yaşayışları sebebiyle zihinleri berrak olan bu insanların içinde, işittikleri uzun bir şiiri veya hitabeyi hemen ezberleyebilecek kadar güçlü hafızaya sahip bulunanlar vardı.
Hz. Peygamber (s.a.v)'in, bazı önemli sözlerini, üçer defa tekrarlaması ve kelimeleri 'sayılacak derecede' yavaş telaffuz etmesi sebebiyle dinleyiciler, söylediklerini kolayca öğrenebiliyorlardı.
Resulullah (s.a.v)'in meclislerine nöbetleşe katılan ve emirlerini dinleyip bellemeye gayret eden sahabiler de duyup öğrendikleri hadisleri kendi aralarında müzakere ediyorlardı.
Hz, Peygamber (s.a.v)'in, sahabilere; kendi sözlerini dinleyip öğrenmelerini emretmesi ve öğrendiklerini başkalarına tebliğ edenlere hayr duada bulunması onların hadisleri bir ibadet şekliyle öğrenip başkalarına nakletmelerini sağlamıştır.
Ayrıca Mescid-i Nebevî'nin bitişiğinde oturan ehl-i Suffe'de Resulullah (s.a.v)'den hadis tahsil ermişlerdir.
Hz. Peygamber (s.a.v)'in, Mekke'de iken hadisleri yazmak isteyen herkese izin vermek istemediği bilinmekle birlikte Resulullah (s.a.v)'den bu konuda izin alan sahabiler, duyup öğrendikleri hadisleri, hem ezberlediler ve hem de yazdılar.
"Sahîfe" adıyla anılan bu belgeleri kaleme alan sahabiler arasında, 1000 civarında hadis ihtiva eden "es-Sahîfetü's-Sâdıka"nm sahibi Abdullah ibn Amr başta olmak üzere Sa'd b. Ubâde, Muâz b. Cebel, Hz. Ali, Amr b. Hazm el-Ensârî, Semure b. Cündub, Abdullah ibn Abbâs, Câbir b. Abdullah, Abdullah b. Ebi Evfâ ile Enes b. Mâlik bulunmaktadır.
Bu ilk yazılı kaynaklardan biri olup Ebu Hureyre tarafından talebesi Hemmâm b. Münebbih'e yazdırılan ve içinde 138 hadis bulunan "Sahîfetü Hemmâm b. Münebbih" (es-Sahîfetü's-Sahîha) ilk defa Muhammed Hamidullah tarafından yayımlanmıştır.
Ebu Musa el-Eş'arî'den oğlunun, ondan da torunun rivayet ettiği "Müsnedü Büreyd" adıyla tanınan 40 hadislik cüz de vardır.
Hadis tedvinini çabuklaştıran sebeplerin başında, Hz. Osman'ın şehid edilmesi olayından hemen sonra Havâric ve Galiye gibi siyasî fırkaların, 1 (7.) yüzyılın sonlarından itibaren Kaderiye ve Mürcie, bir müddet sonra da Ceh-miyye ve Müşebbihe gibi mezheplerin ortaya çıkması gelir. Bu fırka ve mezhep taraftarlarının, işlerine gelmeyen hadisleri inkar etmeleri, görüşlerini güçlendirmek maksadıyla hadis uydurmaları, hadisleri toplamakla meşgul olan kişileri konu üzerinde düşünmeye ve önlem almaya sevketmiştir.
Özellikle Şia'nın kendi grupları, daha sonra Abbasî devleti taraftarlarının sultanlar lehinde rivayet icat etmeleri, ayrıca bazı menfaatçiler ile ırk ve mezhep taassubuna kapılmış cahillerin ve İslam aleyhtarlarının kendi düşünceleri doğrultusunda hadis uydurup yaymaları, bazı kimselerin iyi niyetle de olsa bunlara hadis uydurarak karşılık vermesi, tedvine taraftar olmayan muhad-dislerin bu konuya yaklaşımlarını değiştirin iştir.
I (7.) yüzyılın ilk yarısından itibaren rivayette, isnad konusu gündeme gelmiştir. İsnadın başlamasından itibaren Ehl-i sünnete mensup ravilerin rivayetleri kabul görmüş, Ehl-i bid'atin rivayetleri alınmamıştır.
Bunun sonucu olarak; hadisi bir uzmanlık sahası olarak gören kimseler tarafından raviler titizlikle takip edilmiş; yaşayışları, dine bağlılıkları ve dürüstlükleri, bid'atle ilgileri bulunup bulunmadığı, özellikle yalan söyleyip söylemedikleri, hafızalarının zayıf olup olmadığı araştınlmış ve böylece daha I. yüzyılda cerh ve ta'dil ilmi doğmuş, bunun sonucunda ravilerin hal tercümeleri (biyografileri) hakkında geniş bir birikim meydana gelmiştir.
Halife Ömer ibn Abdulazîz, ileri gelen alimlerin hadisleri yazma işine karşı çıkmayacağını anlayınca, hem samimiyetsiz kişilerin hadislere zarar vermesini önlemek ve hem de o güne kadar bir araya getirilmemiş olan sahih hadisleri kaybolmaktan kurtarmak için tedvin işini resmen başlatmaya karar vermiştir. Bu sebeple de valilere, Medine halkına, tanınmış alimlere ve kadısı Ebu Bekr ibn Hazm'a gönderdiği yazıda alimlerin ölüp gitmesiyle hadisin yok olmasından endişe duyduğunu, bu nedenle de Hz. Peygamber (s.a.v)'in hadislerinin ve sünnetlerinin araştırılıp yazılmasını istediğini ifade etmiştir.
Sahabilerin fetvalarını sünnet olduğu düşüncesiyle yazan, hatta duyduğu her rivayeti kaydettiği çok sayıda kitaba sahip bulunan İbn Şihâb ez-Zührî (ö. 124/742), ulaşabildiği hadisleri derleyerek halife Ömer ibn Abdulazîz'e göndermek suretiyle onun emirlerini ilk uygulayan muhaddis olmuştur. Ömer ibn Abdulazîz'de, toplanan bu hadisleri çoğaltarak çeşitli bölgelere göndermiştir.
Sahabe tarafından kaleme alınan sahifeler bir yana, bir tespite göre; I. (7.) yüzyılın ikinci yarısı ile II. (8.) yüzyılın ilk yansında 400 kadar muhaddis tarafından hadislerin yazıldığı artık belgeleriyle bilinmektedir.
Hadislerin tedvini tamamlanınca, bunların sistemli bir kitap haline getirilmesi ve böylece aranan hadisleri kolayca bulmaya imkan verecek usullerin geliştirilmesi yönündeki çalışmalar ağırlık kazanmıştır.
Bazı alimler, hadisleri konularına göre tasnif, etmeyi ve bu şekilde "Musannef" adı verilen türde eserler yazmayı denerken, bazıları da hadisleri ilk ravileri olan sahabilerin adlarına göre sıralayarak "Müsned" denen türde kitaplar te'Iif etmeyi tercih etmiştir.
Hadisleri bablara göre sıralamaya kimin daha önce başladığı bilinmemekle birlikte Tirmizî ve daha geniş bir şekilde Râ-mahürmüzî'nin verdiği bilgiye göre; bu konuda ilk çalışmayı, genellikle "el-Musannef diye anılan eserleriyle Mekke'de İbn Cüreyc (ö. 150/767), Yemen'de Ma'mer b. Râşid, Basra'da İbn Ebi Arûbe ile Rebî' b. Sabîh (Subeyh) Küfe'de Süfyân es-Sevrî, Medine'de Mâlik b. Enes, Horasan'da Abdullah b. Mübarek, Rey'de Cerîr b. Abdulhamîd, Şam'da Velîd b. Müslim gibi muhaddisler yapmıştır.
İlk tasnif çalışmalarıyla tanınan bazı muhaddislerin II. (8.) yüzyılın ortalarında vefat etmesi, bu çahşmalann aynryüzyıhn ilk çeyreğinden itibaren hazırlanmış olduğunu göstermekte, dolayısıyla tedvin ve tasnif işlerini kesin bir çizgiyle birbirinden ayırmaya imkan bulunmadığını ortaya koymaktadır.
III. (9.) yüzyılında hadis kitaplarında değişik ihtiyaçlara göre muhtelif sistemler uygulanmıştır. Bunların en yaygın iki şekli hadislerin ravi adlarıyla (ale'r-Ricâl) ve konularına (ale'l-Ebvâb) göre tasnif edilmesidir.
Hadislerin ilk ravisi olan sahabilerin adlanın esas alarak her saha-binin bütün rivayetlerini sağlamlık derecesine bakmadan bir araya getiren "Müsned"lerin ilk musannefileri olarak Esed b. Mûsâ (ö. 212/827), Ubeydullah b. Mûsâ el-Absî, Yahya b. Abdulhamîd el-Himmânî, Müsedded b. Müserhed ve Nuaym b. Hammâd'ın adlarını zikredilmektedir. Bunların eserleri hakkında fazla bilgi bulunmamakla beraber Ebu Dâvud et-Tayâlisî (ö. 204/819)'nin "el-Müsned"i ile Mekke'de kaleme alınan ilk "Müsned"ler arasında sayılması gereken Abdullah b. Zübeyr el-Humeydî (ö. 219/834)'nin "el-Müsned" ve en hacimli hadis külliyatından biri olan Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855)'in "el-Müsned"i günümüze ulaşmıştır.
Ravi adlarına göre tasnif edilen kitaplardan olan "Mu'cenT'lerde, rivayetler, sahabe adına göre yada "Mu'cem"i tasnif eden muhaddisin hocalarının adlarına göre ya da ravilerin yaşadığı şehirlere göre tertip edilmiştir. Taberânî (ö. 360/970)'nin üç "Mu'cem"İ bu türün en tanınmış örnekleridir.
Konularına göre tasnif edilen, bu sebeple genel olarak "Musannef" diye anılan hadis kitaplarının ilk Örnekleri de Ma'mer b. Râşid (ö. 153/770)'in "el-Câmi'"i ile Mâlik b. Enes (ö. 179/795)'in "el-Muvatta'"sıdır. Bu türün III. (9.) yüzyıhndakî örnekleri Abdurrezzâk es-San'ânî (ö. 211/826-827) "el-Mu-sannef'i ile Ebu Bekr ibn Ebi Şeybe (ö. 235/849)'nin "el-Musannef'i gösterilebilir III. (9.) yüzyılda tasnif edilen en önemli hadis kitapları olarak "Kütübü Sitte" kabul edilmektedir. Bunların içinde sadece sahih hadisleri toplamayı hedef aldıklarından Buhârî ile Müslim'in "el-Câmhı's-SahüTleri, Kur'an'dan sonra İslam'ın en güvenilir iki kitabı sayılır. Bu altı kitabın sonuncusu olarak Mâlik b. Enes'in "el-Muvatta"smi yada Abdullah b. Abdurrahman ed-Dârimî (ö. 255/868)'nin "es-Sünen"ini gösterenler olmuşsa da yaygın kanaate göre altıncı kitap, İbn Mâce (ö. 273/886)'nin "es-Sünen"idir. Diğerleri, Ebu Dâvud (ö. 275/888)'un "es-SüneiTi, Tirmizî (ö. 279/892)'nin "es-Sünen"i ve Nesâî (ö. 303/915)'nin "eI-Müctebâ"si diye bilinen "es-Sünen"idir.
Bu yüzyılda bir çok muhaddisin yetişmesinde emeği geçen, hadisler ile ravileri ve hadis kitaplarına dair tenkitlerinden faydalanılan diğer muhaddisler arasında Affân b. Müslim, Saîd b. Mansûr, İbn Sa'd, Yahya b. Maîn, Alî b. Medînî, İshâk b. Râhûye, Ebu İshâk el-Cüzcânî, Ebu'l-Hasan el-İclî, Ebu Zür'a er-Râzî, Baki' b. Mahled, Ebu Hatim er-Râzî, Ebu Zür'a ed-DImeşkî, İbn Ebi Asım ve Bezzâr'ın adları sayılabilir.
III. (9.) yüzyılda hadislerin muhtevasıyla ilgili çalışmalar yapılmış olup Ebu Ubeyd b. Kasım b. Sellâm (ö. 224/839)'ın kırk yılda meydana getirdiği "Garîbu'l-hadîs" adlı eseri bu yeni türün örneği olarak zikredilmektedir. Daha sonra da bu tür de pek çok yazılmıştır.
IV. (10.) yüzyılda hadislerin kitaplarda toplanmış olması sebebiyle şifahî rivayet yavaşlamaya başlamış, genellikle orijinal kitap te'lifi yerine daha önceki yüzyıllarda meydana getirilen hadis kitaplarından derleme ve ihtisarlar yapılmaya başlanmıştır.
Bundan dolayı alimler, IV. (10.) yüzyılın başını; mutekaddimîn döneminin sonu, müteahhirîn devrinin başlangıcı olarak değerlendirmişlerdir.
Bu dönemin en tanınmış muhaddislerinden Ebu Ya'lâ el-Mevsilî (ö. 307/919)'nin "el-Müsned"i, İbn Cerîr et-Taberî (ö. 310/922)'nin "Tehzî-bu'l-âsâr"ı, İbn Huzeyme (ö. 311/923)'nin "es-Sahîh"i, Ebu Avâne el-İsfe-râyînî (ö. 316/928)'nin "el-Müsnedü'1-muhrec alâ Kitabi Müslim ibnü'I-Haccâc"ı, İsmâilî (ö. 371/982)'nin "eI-Müstahrec"i, Ebu Ca'fer et-Tahâvî (ö.321/933)'nin "Şerhu Meâni'l-Âsâr'ı, İbn Hibbân (ö. 354/965)'m daha önceki hadis kitaplanndan tamamen farklı bir tertipte hazırladığı "el-Müsnedü's-Sahîh"i, Taberânî (ö. 360/970)'nin hocalarının adlarına göre tertip ettiği "el-Mu'cemu'I-Evsat" ile "el-Mu'cemu's-Sağîr" adlı eserlerinden daha hacimli olup sahabe adlarına göre alfabetik olarak tasnif ettiği "el-Mu'cemu'l-Kebîr"i, Dârekutnî (ö. 385/995)'nin "es-Sünen"i ve Hâkim en-Nîsâbûrî (ö. 405/1014)'nin "el-Müstedrek ale's-Sahîhayn"ı tasnif edilmiştir.
IV. yüzyılda daha sonraki çalışmalara kaynaklık eden önemli dirayet kitapları da te'lif edilmiştir. Bunların içerisinde; İbn Ebi Hatim (ö. 327/938)'in hem sika ve hem de zayıf hadis ravilerinin tenkidine dair yazdığı "el-Cerh ve Ta'dîl"i, Râmehürmüzî'nin ilk hadis usûlü çalışması çalışması olduğu kabul edilen "el-Muhaddisu'1-fasl ve beyne'r-râvî ve vâî" adlı eseri, İbn Adiyy (ö. 365/975)'in zayıf raviler hakkında münekkitlerin görüşlerini aktardığı ve bu ravilerin rivayetlerinden örnekler verdiği "el-Kâmii fî duafâi'r-ricâl"i, Hattâbî (ö. 388/998)'nin önce Ebu Davud'un "es-Sünen"ine "Meâlimu's-Sü-nen", ardından Buhârî'nin "el-Câmiu's-Sahîh"ine "İ'lâmu's-Sünen" adıyla yazdığı sahasında ilk çalışmalar olarak kabul edilen hadis şerhleri, Halef el-Vâsitî ö. 401/1010)'nin Etraf" kitaplarının ilk örneklerinden olan "Etrâfu's-Sahîhayı ile Ebu Mes'ud ed-Dımeşkî (ö. 401/1010)'nin Etrâfu's-Sahî-hayn"i, Hâkim en-Nîsâbûrî (405/1014)'nin hadis usûlüne dair ilk ve önemli kaynaklardan biri olan Ma'rifetu ulûmi'l-hadîs"i bu tür eserlerdendir.
V. (11.) yüzyılda ve daha sonraki dönemlerde yapılan çalışmaların temel özelliği değişmemiş, tanınmış hadis kitaplarının farklı şekillerde yeniden tertip edilmesinden ibaret olan tasnifler devam etmiştir. Bu yüzyılın başlarında Ebu Nuaym el-İsfehânî (ö. 430/1038) "el-Müsnedü'I-müstahrec alâ Sahihi Müslim"i ve sahabenin hayatına dair "Ma'rifetu's-sahâbe"yi, Mısırlı mu-haddis ve tarihçi Kudâî hadislerden kolayca faydalanılmasını sağlamak amacıyla kısa metinli 897 hadisi yarı alfabetik olarak sıraladığı "Şihâbul-Ahbâr"i yazmış, hadise dair çeşitli eserleri bulunan Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakî (ö. 458/1066} diğer hadis kitaplarında bulunmayan pek çok hadisi, sahabe ve tabiîn sözlerini muhtelif rivayetleriyle birlikte "es-Sünenü'l-Kübrâ"da bir araya getirmiş ve "Ma'rifetu's-sünen ve'1-âsâr" adlı eserinde ise Şafiî fıkhının dayandığı 20.881 hadisi, sahab ve tabiîn sözünü toplamış, Endülüslü muhaddis İbn Abdilberr en-Nemerî (ö. 463/1071) ise bütün sahabilerin hayatını yazmak amacıyla başladığı "el-İsti âb fî ma'rifeti'l-ashâb"da tekrarla-riyla birlikte 4225 kadar sahabiye yer vermiş ve "Câmiu'I-beyâni'l-ilm"de ise ilim ve ilmin öğrenilmesine dair Hz. Peygamber (s.a.v), sahabe, tabiîn ve daha sonraki alimlerin tavsiye ve tecrübelerine dair rivayetleri senedleriyle birlikte derlemiş ve yine "et-Temhid limâ fi'1-Muvatta mine'l-meânî ve'l-esânid"de ise İmam Mâlik'in "el-Muvatta"sını şerhetmiştir.
V. (11.) yüzyılın ikinci yarısından itibaren önemli hadis kitaplarından seçmeler yapmak, hatta bütün hadisleri biraraya getirmek düşüncesiyle çeşitli boyutlarda derleme eserler kaleme alınmıştır. Geniş kapsamlı hadis kitapları tasnif etme gayretleri arasında Hasan b. Ahmed es-Semerkandî (ö. 491/-1098)'nin İslam dünyasında o zamana kadar bir benzerine rastlanmadığı ve 800 cüz içinde muhtemelen mükerrer rivayetleriyle birlikte 100.000 hadis ihtiva ettiği belirtilen "Bahru'l-esânid fî sıhâhi'l-mesânid" adlı eserinin önemli bir yer vardır. Ancak bu eser günümüze kadar gelmemiştir.
Ferrâ el-Begâvî (ö. 516/1122)'nin 4931 yada 4719 hadis ihtiva eden "Mesâbîhu's-sünne" adlı eseri yüzyıllar boyunca büyük bir ilgi görmüştür.
Endülüslü muhaddis Rezîn b. Muâviye es-Sarakustî (ö. 535/1140) ise İbn Mâce'nin "es-Sünen"i yerine İmam Mâlik'in "el-Muvatta"sını koyarak Kütübti Sitte'deki hadisleri "et-Tecrîd li's-sıhâh ve's-sünen" adlı eserini toplamış, bu eseri yetersiz gören Mecdüddin İbnü'1-Esîr (ö. 606/1209) bölüm adlarını alfabetik sıraya koyarak bu eseri yeniden tertip etmiş ve çalışmasına "Câmiu'1-usûl li ehâdisi'r-resûl" adını vermiştir.
VII. (13.) yüzyılda ve daha sonraki dönemlerde hadis rivayeti geleneği eskiye göre azalarak devam etmiş, bu arada İbnü's-Salâh (ö.643/1245) "Ulûmu'l-hadîs" olarak da bilinen ve hadis usûlü çalışmalarının mihverini teşkil ederek yüzlerce çalışmaya konu olan "Mukaddime"sini kaleme almıştır.
Radıyyuddin es-Sagânî (ö. 650/1252)'nin "Sahîhi Buhârî" ile "Sahihi Müslim"den seçtiği 2267 merfu' hadisi senedlerini vermeden yarı alfabetik sırayla topladığı "Meşâriku'l-envâri'n-nebeviyye" adlı eseri uzun yıllar ders kitabı olarak okutulmuştur.
Hadis alanındaki te'lifleriyle biline Münzirî (ö. 656/1258), büyük rağbet gören "et-Tergîb ve't-Terhîb"ini pek çok kitabı taramak suretiyle meydana getirmiştir.
Bu yüzyılın en velûd alimlerinden olup hadis usûlü alanında da önemli eserler yazan Nevevî (ö. 676/1277), "el-Minhâc fi şerhi Sahîhi Müslim'den başka daha çok toplumsal ve ahlakî mahiyetteki hadisleri ihtiva etmesi sebebiyle günümüzde de elden düşmeyen "Riyâzü's-Sâlihîn" adlı eseri, dua ve zikir konusundaki hadisleri biraraya getiren "el-Ezkâr"ı tasnif etmiştir.
Özellikle ravilere ve tanınmış şahsiyetlere dair kaleme aldığı pek çok kitabıyla bilinen Zehebî (ö. 748/1348)'de "Tezkiretü'I-Huffâz"i ve zayıf ravilere dair "Mîzanu'I-İ'tidâl" ve tanınmış muhaddislere dair "Siyerü a'lâ-mi'n-nübelâ" adlı kitapları yazmıştır.
Ebu'1-Fidâ İbn Kesîr (ö. 774/1372)'in Kütübü Sitte, İmam Ahmed'in "el-Müsned"i, Taberânî'nin üç "Mu'cenT'i, Bezzâr ve Ebu Ya'lâ el-Mevsilî'nin "Müsned'lerini esas kabul ederek kaleme aldığı, fakat gözlerini kaybettiği için Ebu Hureyre'nin bir kısım rivayetlerini derleyemediği, bununla beraber 35.463 rivayeti biraraya getirdiği "Câmiu'l-mesânid ve's-sünen el-hâdî li akvemi sünen" adlı eseri büyük bir gayretin mahsulüdür.
Suyûtî (ö. 911/1505)'nin "Cem'u'l-cevâmr"iyîe İbn Kesîr'in başlattığı çalışmayı daha ileriye götürmüştür.
IX. (15.) yüzyılın dikkate değer çalışmalarından biri, "Zevâid" kitaplarının tasnifidir. Nureddin el-Heysemî (ö. 807/1405)'nin "Mecmâu'z-zevâid"i, Mısırlı muhaddis Ahmed b. Ebu Bekr el-Bûsirî (ö. 840/1436)'nin pek çok zevaid çalışması, asrının yegane hadis hafızı olarak bilinen İbn Hacer el-Askalânî (ö. 852/1447)'nin, İmam Ahmed'in de aralarında bulunduğu tanınmış 8 muhaddisin "Müsned"lerİn de bulunmakla beraber Kütübü Sitte'de yer almayan hadisleri biraraya getirdiği "el-Metâlibu'I-âliye"si bu türün örneklerindendir.
İbn Hacer'in hadisle ilgili yüzlerce te'lifi arasında "Feth'1-Bârî bi şerhi Sahîhi Buhârî" ile "el-İsâbe fî temyizi s-sahâbe" adlı eserleri özellikle kaydedilmelidir.
Halk arasında yaygın olan hadisleri, hadis diye bilinen hikmetli sözleri ve mevzu hadisleri biraraya getiren Muhammed b. Abdurrahman es-Sehâvî ö. 902/1497'nin "el-Mekâsidu'l-hasene"si ile İsmail b. Muhammed el-Aclûnî (ö. 1162/1749)'nin kaleme aldığı, bu eseri de ihtiva eden aynı konudaki geniş eseri "Keşfu'1-hafâ ve müzîlü'1-Übâs amme 'ş-t eh ere mine'l-ehâdisi alâ elsineti'n-nâs" adlı önemli çalışmalardır.
Çeşitli eserleri yanında hadis derlemecilîğiyle de tanınan Suyûtî (ö. 911/-1505)'nin 200.000 civarında olduğunu tahmin ettiği bütün hadis rivayetlerini biraraya getirmek amacıyla, bir kısmı günümüze ulaşmayan 71 kaynağı tarayarak kaleme almaya başladığı, ancak vefatı sebebiyle tamamlayamadığı "el-Cem'u'I-cevâmi'" adlı eseri ile bu eserden seçtiği ve alfabetik olarak sıraladığı kısa metinli 10.000 hadisi ihtiva eden "el-Câmiu's-sağîr"i, bu dönemin önemli hadis çalışmalarıdır.
Muttaki el-Hindî (ö. 975/1567)'nin "Kenzu'l-ummâl fî süneni'l-akvâl vci-ef'âl"i, hadis metinlerini ihtiva eden en hacimli kitap sayılabilir. Eser de, Suyûtî'nin söz konusu iki çalışması ile "Ziyâdetu'l-câmi's-sağîr"indeki hadisler, bölüm ve bablara göre sıralanmış, ardından bu bölümler adlarına göre alfabetik sıraya konmuştur.
Muhaddislerin tükenmeyen gayretleri sonunda; Hz. Peygamber (s.a.v)'in hadisleri biraraya getirilmiş, hadisler arasındaki rivayet farklılıkları azaltılmış, bu arada hadisleri rivayet eden kimselerin hayatlan, şahsiyetleri, bilgilerinin ve hafızalarının sağlamlık derecesi en ince noktasına kadar tespit edilmiştir.
İlk devirlerde yapılan seyahatler, hadisleri toplamayı hedef almakla beraber daha sonraları âlî isnad elde etmek ya da duyulmamış bir hadisi tespit edebiimek amacıyla sürdürüülmüştür.
Şarkiyatçılar, Hz. Peygamber (s.a.v)'in hadisleri yasaklaması sebebiyle sahabiler tarafından pek az hadisin rivayet edildiğini, hadis külliyatını dolduran rivayetlerin çoğunun Hz. Muhammed (s.a.v) ile ilgisi bulunmadığını, bunların, ortaya çıkan yeni meselelere çözüm getirmek için II. (8.) ve III. (9.) yüzyıllarda İslam hukukçuları tarafından uydurulduğunu ileri sürerler.
Ayrıca hadislerin farklı görüşlere mensup kimseler tarafından ortaya atılması yüzünden birbiriyle çeliştiğini esasen bir kısmının Tevrat'tan, İncil'den ve eski hurafelerden derlendiğini iddia ederler.
Şarkiyatçıların hadis konusunda farklı sonuçlara varmasının sebebleri arasında İslam alimleri tarafından güvenilir kabul edilmeyen Vâkidî, Ebu'l-Ferec el-İsfehânî gibi kişilere, ayrıca delil olarak kullanılmayan şaz, garîb, hatta mevzu rivayetlere fazlaca değer vermeleri zikredilebilir.
Şarkiyatçıların, ilmîlik iddiasıyla hadisleri tarihî olaylara göre uygun düşüp düşmediğine bakarak açıklamaya kalkışmalarını, en sahih hadislerin bile belli bir zamanda ve belli maksatlarla uydurulduğunu ileri sürmelerini ilmîlikle bağdaştırmak mümkün değildir. Onların bu tutumunun ardında yatan temel fikir ise islam'ın ilahî vahye dayanmadığı ön yargısıdır.
G. H. A Juynboll'ün belirttiğine göre; hadislerin büyük bir kısmının uydurma olduğunu ilk defa Avusturyalı şarkiyatçı Aloys Spren ger iddia etmiştir.
Hadis hakkında en geniş araştırmayı yapan ve daha sonraki şarkiyatçılar tarafından sözü senet kabul edilen Ignaz Goldziher'in kendini tarafsız göstermeye gayret eden tavrı ile, açıkça İslam aleyhtarlığı yapmaktan kendilerini alamayan İtalyan şarkiyatçısı Leone Caetani ve papaz Henri Lammens gibilerinin tavırları ve kanaatleri; hadisin, Kur'an'dan sonra İslam'ın ikinci kaynağı sayılabilecek güvene sahip olmadığı noktasında birleşmektedir.
Goldziher, başlangıçta hadislerin fazla bir yekûn tutmadığını, fakat sonradan uydurulan rivayetlerle bu miktarın arttığını ileri sürmekte, buna delil olmak üzere sahabilerin pek az hadis rivayet ettiklerini, rivayet sırasında son derece titiz davrandıklarını, ayrıca ilk zamanlarda Hz. Peygamber (s.a.v)'in hadislerin yazılmasına izin vermediğini, bunun sonucu olarak ta daha sonraki zamanlarda bir çok alimin hadislerin yazılmasını uygun görmediğini söylemekte ve buradan hareketle, "Bana Kitap ile birlikte onun bir benzeri verildi" mealindeki hadisi müslümanların uydurduğunu iddia etmektedir.
Hadislerin, başta sahabiier olmak üzere son derece raviler tarafından daha sonraki nesillere aktarıldığını gösteren delilleri, Goldziher'in yaptığı gibi hadislerin aleyhine olacak şekilde değerlendirmek, en iyimser bir yorumla İslam'ın ilk temsilcilerinin dinî heyecanlarını, Resulullah (s.a.v)'e bağlılıklarını ve dinin ancak onun uygulamalanyla doğru bir şekilde anlaşılabileceğine olan inançlarını bilmemekle izah edilebilir.
Nitekim bazı sahabiler, hadis rivayetinde titiz olmakla beraber kişiyi bildiğini gizlemekten sakındıran ayetler karşısında ölüm döşeğinde bile kendilerini hadis rivayetine mecbur hissetmişlerdir.
Öte yandan uzun bir hayat süren bir kısım sahabilerin karşılaştıkları olaylar üzerine Resulullah (s.a.v)'den duyup öğrendiklerini aktarmaları ve kısa ömürlü arkadaşlarına nispetle daha fazla rivayet etmeleri tabiî görülmelidir.
Aşere-i mübeşşerenin ittifakla naklettiği, Kütübü Sitte müellifleri başta olmak üzere bir çok hadis aliminin eserlerinde yer verdiği, en titiz muhaddislerin bile mütevatir hadisin yegane örneği kabul ettikleri, "Kim benim ağzımdan bilerek hadis uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın mealindeki hadisi, uydurma hareketini önlemek amacıyla muhaddislerin Ürettiğini söylemesi esasen Goldziher'in hiçbir bilimsel ölçeğe değer vermediğini göstermektedir.
Dinde önemli bir yeri bulunan "Yapılan işler, niyetlere göre değer kazanır mealindeki hadisin de güvenilir bütün hadis kitaplarında yer almasına, hem İslam'ın ruhuna ve hem de "Herkes kendi mizaç ve meşrebine
göre iş yapar" mealindeki ayete uygun olmasına, aynca Goldziher'in hadisleri değerlendirirken dikkate aldığı tarihi gelişmeyle ilgili bir yanının bulunmamasına rağmen sonradan uydurulduğunu ileri sürmesi şaşırtıcıdır.
Goldziher'in "Hadislerin büyük bir kısmının eyaletlerde kendiliğinden ortaya çıktığı", bunlann "mevziî bir görüşü desteklemek için vücut bulduğu şeklindeki iddiası, şarkiyatçıların hadisler hakkındaki genel kanaatinin yansıtmaktadır. Onun, bizzat müslüman münekkitlerin pek çok rivayetin bölgesel özelliğine işaret ettiğini söyleyerek görüşünü desteklemek üzere "Süneni Ebu Dâvud" ve "Süneni Tirmi-zî"den verdiği örnekler, aslında bir şehre yerleşen bir sahabinin belki de tek başına Resululİah (s.a.v)'den duyduğu sebeplerle bölgesel özellik taşıyan rivayetleridir.
Hadislerin Hz. Peygamber (s.a.v) zamanında yazılmaya başladığı konusundaki delilleri görmezlikten gelen, aynca tedvin ve tasnif çalışmalannı birbirine karıştıran Goldziher, meselenin içinden çıkamayınca İslamî kaynaklarda bu konuda çelişkili bilgiler bulunduğunu ileri sürmekte ve bu sebeple tedvinin başlangıcını III. (9.) yüzyılına kadar götürmektedir.
Böyle düşünen şarkiyatçılar ile tedvin faaliyetinin II. (8.) yüzyılında başladığını söyleyerek daha mutedil görünenlerin maksatları farklıdır. Bu ikinci gruptakilerin amacı, o tarihten itibaren yazıya güvenildiği, bu sebeple hadisleri ezberleyerek muhafaza etme geleneğinin terk edildiği düşüncesini ortaya atmaktadır.
III. (9.) yüzyılında başlatanların gayesi ise, geç bir tarihe kadar yazrlma-dığı için hadisleri sağlam bir şekilde korunamadığı kanaatini uyandırarak hadis tedvin edenlerin kendi görüşlerine uyan rivayetleri toplandıkları ve işlerine geldiği şekilde hadis uydurdukları hususundaki görüşlerine zemin hazırlamaktır.
Goldziher, hadislerin sonraki dönemlere güvenilir bir şekilde intikal etmediğişeklindeki tezine dayanak hazırlamak üzere önemli bazı hadis otoritelerinin güvenirlilii hakkında şüphe uyandırmaya çalışmış, bunun için de hadislerin resmi tedvininde birinci derecede rol oynayan İbn Şihâb ez-Zührî'yi seçerek onu hadis uydurmacılığıyla suçlamıştır.
İtalyan şarkiyatçısı Leone Caetani "Annali dell'Islam" İslam Tarihi adlı eserinde, "en mükemmel olan ve en şâyân-ı İ'timad isimlerden te-rekküb eden isnadlann bile II. Asır sonunda, belki III. asırda hadis uleması tarafından tertip ve adeta icat edilmiş olduğunu" iddia etmiştir.
Hadislerin güvenirlilik ölçüsünü ilk kademede ortaya koyan isnad sistemi hakkındaki bu ağır ithamını hiç bir belgeye dayandırmaması, onun en öenmli konularda bile zan ve tahmin ile konuşmakta sakınca görmediğini kanıtlamaktadır. Kendi kaynaklarından biri olan ve II. (8.) yüzyılın başlarında yazılan İbn İshâk'ın küçük hacimli "es-Sîre"sinde bile 200'e yakın isnadın kullanılmış olduğunu görmezlikten gelmesi, tıpkı hadis metinleri gibi isnadınların da daha sonraları icat edildiğini kabul etmesi sebebiyledir.
Caetani'nin hadisler hakkındaki peşin hükmünün örneklerinden biri de şudur: Hollandalı şarkiyatçı Reinhart Dozy'nin bütün müsteşrikler gibi Hz. Peygamber (s.a.v)'in uydurup Allah'a nispet ettiğini ileri sürdüğü Kur'an'a ve Resululİah (s.a.v)'e ağır hakaretler etmesi yanında "Sahihi Buhârî"nin yarısını "en titiz münekkitlerce bile sahih sıfatına layık" bulması, hadislerin çoğunun şifahî olarak korunduğunu ve bunların genellikle hicretin II. asrında yazıldığını söylemesi gibi olumlu sayılabilecek tavırlarını Caetani "ihtiyatsızca kendisini bıraki vermiş iyimser bir güven" olarak nitelemektedir Zira ona göre "Sahihi Buhârî" ile "Sahihi hadisler, İslamiyet'in en gelişmiş bir devresindeki dinî, siyasî, içtimaî şartların bir çevresinden ibarettir.
Bu hadisler, Hz. Peygamber (s.a.v)'in söylediği sözler değil, hicretin II. (8.) yüzyilındaki müslümanların onun söylemiş olmasını istedikleri şeylerdir.
Henri Lammens, Hz. Muhammed (s.a.v)'in erken vefat etmesinin Kur'-an'ı yeniden ele alıp ondaki bazı boşlukları doldurmasına fırsat vermediğini söylemekte, var olmayan sünneti ortaya çıkarmak veya mevcut fikirleri yerleştirmek hadisin başvuru kaynağı olması gerektiğini, bu sebeple diğer hadis metinlerinin çok dikkatli ve titiz bir şekilde yeniden üretildiğini ileri sürmektedir.
David Samuel Margoliouth, Hz. Muhammed (s.a.v)'in kendinden sonra bir hüküm ve dinî bir karar bırakmadığını söylemekte, ilk İslam cemaatinin uygulandığı sünnetin eski Arapların örfü olduğunu, bunların onun sünnetiyle bir ilgisi bulunmadığını, Peygamber'in temeli Kur'an'da olmayan bir kural ortaya koymadığını ileri sürmekte şarkiyatçıların, fıkhı hüküm ve kararların Hz. Peygamber (s.a.v)'e izafe edildiği şeklindeki genel kanaatini paylaşmaktadır.
Reynold Alleyne Nicholson da, muhaddislerin birbirine zıt bir çok hadisi Hz. Peygamber (s.a.v)'e isnad ettiklerini ve bunları te'lif imkanı bulamadıklarını iddia etmekte, buna örnek olarak köpeklerin bir yerde öldürülmesini emreden, başka bir yerde de bunu yasaklayan rivayetleri göstermekte, ayrıca Ebu Hureyre gibi bazı sahabilerin tarlaları bulunduğu için köpek beslemeyi mubah gördüklerini, nitekim Abdullah ibn Ömer'in "Ebu Hureyre'nin tarlası vardır" diyerek onun bu konudaki açığını ortaya çıkardığını ileri sürmektedir.
Nicholson'un, birbirini nakzeden pek çok hadis bulunduğu ve bunların metin tenkidine tabi tutulmadığı yolundaki iddiası gerçeği yansıtmamaktadır. Esasen birbirine zıt gibi görünen hadisler bulunmakla beraber bunlar diğer hadislere nispetle oldukça azdır.
İslam alimleri çok erken devirlerden itibaren hadisleri doğru anlamak, onların sahihini, zayıf ve mevzu olanını ayırmak için sened tenkidi yanında metin tenkidiyle ilgili prensipler de ortaya koymuşlar, özellikle birbirine muarız görünen rivayetler için geliştirdikleri şaz, münker, muzadarib, mensuh gibi ölçüler sayesinde bu tür problemleri çözmeye çalışmışlardır.
İmam Şafiî'nin "İhtilâfu'l-hadîs"i ile İbn Kuteybe'nin "Te'vîlu muhtelifi hadîs"i, muhaddisler tarafından başından beri uygulanan bu prensipleri erken devirde getirdiğini ortaya koymaktadır.
Ebu Hureyre'nin tarlası bulunduğu ve bekçi köpeğine ihtiyacı olduğu için köpek beslemeyi mubah gördüğü, Abdullah ibn Ömer'in de, "Ebu Hureyre'nin tarlası vardır" diyerek onun bu konudaki hadisi uydurmakla suçladığı iddiasının gerçekle ilgisi yoktur. "Ebu Hureyre benden daha hayrlıdır, rivayet ettiklerini de benden daha iyi bilir diyen, daha sonra bu hadisi "tarla köpeği" ilavesiyle bizzar rivayet eden Abdullah ibn Ömer'in Ebu Hureyre'yi suçlaması mümkün görünmemektedir.
Joseph Schacht, Hz. Peygamber hukukî mahiyette bir şey yapıp söylemeyi hiçbir zaman düşünmediği, esasen onun buna yetkisinin bulunmadığı kanaatini taşıdığı için, Goldziher gibi bu tür hadislerin II. (8.) ve III. (9.) yüzyılda yaşayan İslam alimleri tarafından uydurulduğunu ileri sürmüştür.
Schacht'in müsteşrikler tarafından çok beğenilen "Origins of Mu hanımadan Jurisprudence" adlı eserindeki cüretkar iddialarını Muhammed Mustafa el-A'zamî "On Schacht's Origins of Mu ha m ma dan Jurîs-pru-dence" adlı çalışmasıyla cevaplandırmıştır.
Siyasî, itikadî, hatta hukukî konularda hadis uydurulduğu tarihî bir vakıa olmakla birlikte bunların hadis otoriterleri tarafından zamanında tespit edilip değerlendirilmesi sebebiyle muteber fıkıh kitaplarında yer almadığı da bir gerçektir.
Philip Khuri Hitti, müslümanların hadisleri tıpkı Kur'an gibi vahiy mahsulü olarak kabul ettiklerini, halbuki hadislerin çoğunun Kitab-ı Mukad-des'ten, özellikle de İncil'den alındığını iddia etmekte; bunu ispatlamak amacıyla da suç işleyen kölesini dövmek için izin isteyen birine Hz. Peygamber (s.a.vj'in izin vermediği gibi onu günde 70 defa affetmesini öğütlediğine dair hadisin Matta İncili'nden Câbir b. Abdullah'ın, Medine'de Hendek Gazvesi'ne hazırlan ildiği sırada pişirdiği az bir yemeğin Resulullah (s.a.v)'in bereketiyle 1000 kişiyi doyurmasına dair hadisin de Hz. İsa'nın da aynı şekilde 4000 kişiyi doyurduğuna dair Matta încili'ndeki rivayetten (15/30-38) alındığını ileri sürmektedir.
Müslümanları Ehl-i kitaba benzemekten şiddetle sakındıran Hz. Peygamber (s.a.v)'in Kitab-ı Mukaddes'ten faydalanması sözkonusu olamaz. Üstelik tahrifata uğrayan Kitab-ı Mukaddes'teki sözlerin Hz. İsa'ya aidiyeti kesin olmadığı, bu sebeple Resulullah (s.a.v)'in bu ifadeleri kabul veya reddetmeyi yasakladığı bilindiğine göre
onun kendi yasağına uymaması, muhaddislerin de Hz. Peygamber (s.a.v)'in bu emrine karşı gelmeleri imkansızdır. Eğer Kitab-ı Mukaddes'teki bu sözler tahrif edilmemişse, aynı ilâhî kaynaktan beslenen iki peygamberin birbirine yakın sözler söylemesi ve benzer mucizeler göstermeleri tabiîdir, .
Theodor William Juynboll, "Encyclopedie de İslam"ın ilk baskısına yazdığı "Hadis" maddesinde hadis uydurmacılığı konusunu Goldziher'in görüşlerine dayanarak genişçe ele almış; muhaddislerin Hz. Peygamber (s.a.v)'e ait söz ve fiilleri yeni zamanın düşüncelerine uygun şekle soktuklarını ve gayelerine uygun bir çok hadis ortaya çıkardıklarını belirterek bütün muhaddisleri suçlamıştır.
Juynboll da, diğer teşrikler gibi Hıristiyan akidelerinden, İncil'in ve apokrif kitapların fıkralarından, Yahudi fikriyatından, Yunan filozoflarının nazariyelerinden faydalan ildiğini ileri sürmüş; akaid esasları, ahkâm, helal ve haram medenî ve cezaî hukuk, muaşeret, âhiret hayatı, yaratılış ve geçmiş peygamberler hakkında vb. dinî konulara dair hadis uydurulduğunu belirterek bütün hadisler üzerinde şüphe uyandırmak istemiştir.
Buna karşılık kötü niyetli uydurmacıların oyununu boşa çıkarmak maksadıyla gerçek muhaddislerin verdikleri mücadele ve geliştirdikleri tenkit metodundan söz etmemiş; hadis uyduranların birer hadis otoritesi olmadığı, bu sebeple onların ortaya attığı rivayetlere herkesin itimat etmediği ve bu sözlerin önemli muhaddislerin eserlerinde yer almadığı gerçeğini de dile getirmemiştir.
Juynboll, müslümanlarm hadis uydurma hareketini doğru bulmadıklarını belirtmekle birlikte Hz. Peygamber (s.a.v)'e izafe edilen, özellikle dinî ve ahlakî düstur mahiyetindeki sözler için haffiletici sebepler ileri sürdüklerini iddia ederek onların "terğîb ve Terhîb" konusunda hadis uydurulmasına göz yumduklarını söylemektedir.
Halbuki uydurma hadisleri konu alan bütün kitaplarda, Allah rızası için hadis uydurduklarını ifade eden sözde zâhidler hadislerin ruhundan ve manasından haberdar olmayan en zararlı sınıf olarak kabul edilir.
Juynboll'un, "Ebu Hureyre'nin doğru sözlülüğü pek çok kimselerce kabul edilmeyerek şiddetli itirazlarla karşılandı" demesi, çok hadis rivayet ettiği için Ebu Hureyre'yi gözden düşürme maksadına, "En büyük zaman tenakuzlarını ihtiva eden hadisler bile umuca itimada layık görüldü" sözü de hadisler hakkında şüphe uyandırma hedefine yönelik asılsız iddialardan ibarettir. Onun "Hadis" maddesindeki gerçek dışı görüşleri, bu ansiklopedinin Arapça tercümesinde Ahmed Muhammed Şâkir tarafından cevaplandırılmıştır.
Müsteşriklerin üzerinde en fazla durdukları hususlardan biri de; muhaddislerin bütün gayretlerini sened tenkidine yönelttikleri, şeklen kusursuz olan rivayetleri güvenilir sayarak metin tenkidiyle meşgul olmadıkları iddiasıdır. Halbuki hadislerin sağlamlık derecesini tespit etmek üzere muhaddislerin ortaya koyup geliştirdiği sened tenkidi, rivayetleri bir tür ön elemeden geçirme faaliyeti olup bundan sonra hadis metinleri de incelenerek bunların Kur'an'a, mütevatir sünnete, te'vil edilemeyecek kadar akla, duyu ve müşahadeye ve tarihî gerçeklere aykırı olup olmadığı tespit edilmeye çalışılmıştır. Muhaddis-ler, bu ölçülere göre hadisin lafzında ve manasında bir bozukluk bulunmasını ondan şüphelenmek için yeterli sebep kabul etmişlerdir.
Erken devirlerden itibaren metin tenkidi alanında yapılan çalışmalar geniş araştırmalara konu olmuştur. Bu çalışmalara örnek olarak, Selahaddin b. Ahmed Edlibî'nin "Menhecü nakdi'1-metninde ulemâi'l-hadîsi'n-nebevî" Misfir b. Gurmullah ed-Dümeynî'nin "Mekâyisü nakdi mütûni's-sünne Muhammed Lokman es-Selefî'nin "Ihtimâmü'l-muhaddisîn bi-nakdi'1-hadîs seneden ve metnen ve Muhammed Tâhir el-Cevâbf nin "Cühâdü'l-muhaddisîn fî nakdi metni'l-hadîs" adlı eserleri zikredilebilir.
Şarkiyatçıların hadis ve sünnet aleyhindeki görüşlerinin Arapça metinleri yeterince anlayamadıklarından kaynaklandığı fikrinde gerçeklik payı bulunmakla beraber söz konusu aleyhtarlığı sadece bu sebebe bağlamak fazla iyimserlik olur.
Hadislerin güvenilir olmadığı hususunda müsteşrikler gibi düşünen Emile Dermenghem'in, şarkiyatçıların yazdığı kitapların "kabataslak fikirler ihtiva ettiğini ve yıkıcı mahiyette" olduğunu söylemesi, şüphesiz daha gerçekçidir.
Eserlerinde polemiğe girmekten kaçındığı, hadis ve sünnet hakkında daha insaflı bir görüşe sahip olduğu anlaşılan Johann W. Fueck'ün söyledileri de, bu kanaati doğrulamaktadır. Ona göre; İslamî tenkit sistemi, hadise ilave edilmek istenen sahte unsurları ayıklamakta başanlı olmuştur. Bu sebeple sünnetin dayandığı malzeme sahihtir. "Sünnetin ilk iki yüzyılın bir icadı olduğunu ve onun sadece daha sonraki nesillerin Peygamber ve ashabı hakkındaki düşüncelerini yansıttığını ileri süren bazı şarkiyatçılar, Muhammed'in şahsiyetinin ashabı üzerindeki büyük etkisini ciddi bîr şekilde küçümsemektedir" diyen Fueck'e göre; müsteşriklerin her hukukî sünneti ispatlayıncaya kadar uydurma kabul etmeleri, hiçbir sınır tanımayan ve tamamen şahsî arzuya dayanan bir şüpheciliği beslemektedir.
İslamî konuları farklı açılardan ele alipn tartışan siyasî ve itikadı fırkaların ortaya çıktığı hicri I. (7.) .yüzyıldan günümüze kadar bazı grup veya şahısların hadisler üzerinde genel kabule ters düşen fikirler ileri sürdükleri bilinmektedir.
Günümüzde ve yakın geçmişte büyük ölçüde şarkiyatçıların etkisinde kalan çoğu Mısırlı bazı alimler ile Hindistan'da ortaya çıkan bazı gruplar, eldeki hadislerin sağlamlığı ve Hz. Peygamber'e aidiyeti hususunda şüphe uyandırmışlar; bunun sonucunda bir kısım aşırı görüş sahipleri hadislere hiçbir şekilde güven ilmem e. si ve tamamen Kur'an'la yetinilmesi gerektiğini ileri sürerken, nispeten mutedil bazı kimseler de cennet ve cehennemin tasviri gibi (gaybî) olayalara dair hadislere güvenilemeyeceğini savunmuşlardır.
İslam dünyasındaki hadis muhaliflerinin belli başlı iddialarını şu şekilde sıralamak mümkündür:
1. Hz. Peygamber, hadislerin yazılmasını yasaklamışken, daha sonraki devirlere binlerce hadis güvenilir şekilde intikal edemez; dolayısıyla III. (9.) yüzyıl gibi çok geç bir dönemde derlenip tedvin edilen hadis kitaplarına güvenilemez.
Hadisin tarihi incelenirken belirtildiği gibi, Resulullah (s.a.v), kendi sözlerinin Kur'an ile karışması ihtimalinin bulunduğu ilk dönemlerde hadislerin yazılmasını genel olarak yasaklamakla beraber bazı sahabilere özel şekilde yazma izni vermiş ve bir müddet sonra da bu yasak kalkmıştır.
Hz. Peygamber (s.a.v)'in yaptığı anlaşmalar, krallara, kabile liderlerine, kendi komutan ve valilerine gönderdiği mektuplar, zekat memurlarına verdiği yazılı emirler, onun hadislerinin ilk yazılı belgeleridir. Yine bazı sahabilerin hadisleri yazdığı yada yazdırdığı sahifeler de sünnetin ilk yazılı örneklerindendir.
Öte yandan Araplar, kültürlerini daha sonraki nesillere aktarma konusunda yazılı edebiyat kadar sözlü rivayete de önem vermişler, ezberlediği hiçbir şeyi unutmadığını söyleyen Ibn Şihâb ez-Zührî gibi hadis hafızları yetiştirmişlerdir.
Hadislerin ilk ravileri olan şahabı ve tabiîler ise hadislerin nakli hususunda Hz. Peygamber (s.a.v)'in "Size öğrettiklerimi iyice belleyip buraya gelemeyen halka öğretiniz "Burada bulunanlar bulunmayanlara tebliğ etsin şeklindeki tavsiyelerini dinî sorumlulukla yerine getirerek hadisleri, hem yazılı ve hem de şifahî olarak rivayet etmişlerdir.
İleri gelen sahabilerin pek az rivayet ettiği iddiası da; temelsiz olduğu gibi Resulullah (s.a.v)'in hadislerin nakledilmesine karşı çıktığı, buna gerek görseydi onları mutlaka yazıyla tespit ettireceği sözü de isabetli değildir.
Hadislerin tedvini, daha I. (7.) yüzyılda başlamış, II. (8.) yüzyılda hemen hemen kaydedilmedik hadis malzemesi bırakılmadığı gibi "Müsned"Ierin yanı sıra konularına göre tasnif edilen "Muvatta'", "Cami"' ve "Sünen" türü eserler meydana getirilmiştir.
2. Hadislerin büyük bir kısmı, mana ile rivayet edildiğinden onların Peygamber'e aidiyeti şüphelidir.
Hadislerin, Resulullah (s.a.v)'in kullandığı lafızlarla değil aynı manaya gelen ve az çok değişik olan lafızlarla rivayetin caiz olup olmadığı veya buna ne ölçüde izin verileceği konusu alimler tarafından ilk devirlerden itibaren tartışılmıştır.
Kısa ve özlü hadislerin, veciz konuşmaktan hoşlanan Hz. Peygamber'in bu özelliğiyle bağdaştığı belagat âlimlerince de kabul edilmekte, ibadet metinlerini oluşturan dua ve zikir hadislerinde mâna ile rivayete izin verilmediği bilinmektedir.
Uzun hadislerin çeşitli rivayetleri bii araya getirilip karşılaştırılınca ara-lannda farklar bulunmakla beraber bunların abartılacak kadar fazla olmadığı, lafızlan farklı bile olsa aynı mânanın isabetli bir şekilde ifade edildiği görülür.
Sahabe devrinden itibaren hadis âlimlerinin çoğunun, rivayet esnasında hadisin metninde "vav" ve "fa" gibi atıf harflerinin bile değişmesine göz yummadığı, hatta Hz. Peygamber'in söylediği bir kelimenin yerine eş anlamlısının konulmasına bile izin vermediği, ilk üç nesilde birçok hadis râvi-sinin mâna ile rivayeti caiz görmediği bilinmektedir.
Hadisin mâna İle rivayetinde sakınca görmeyenler ise bu şekilde rivayet edecek kimselerin sarf. nahiv ve lügat ilimlerini, lafızlar arasındaki anlam farkını iyi bilen, hadisi lahinsiz rivayet eden, lafızların delâlet ettiği mânayı ve maksadı anlayan râviler olmasını şart koşmuşlardır.
Bazı âlimler, mâna ile rivayeti, fesahat ve belagattaki üstünlükleriyle tanınan ve Resûl-i Ekrem'in sözünü işitip yaptığını gören sahabe neslinden başkasının yapamayacağını söylemişler ve Iafzen rivayeti esas kabul ettikleri için bu yola sadece ihtiyaç duyulduğunda başvurulabileceğini söylemişlerdir. İmam Mâlik gibi âlimler, merfû oimayan metinlerin mâna ile rivayetine izin vermekle beraber Resûl-i Ekrem'in sözlerinde bunun mümkün olamayacağını belirtmişlerdir.
Resûlullah'tan duyup öğrendiklerini yine onun emri gereğince duymayanlara nakletmek için hadisleri kendi aralarında titizlikle müzakere eden ve kültürlerini ezbere nakletme konusunda geniş bir tecrübeye sahip olan ilk nesillerin gayreti, titizliği ve bu nakli dinî bir heyecanla yaptıklan göz ardı edilmemeli, aynca hadislerin tedvininden sonra manen rivayete izin verilmediği de unutulmam alfair.
3. Hicrî I (7.). yüzyılın ilk yansından itibaren bazı itikadı ve siyasî fırkaların hadislerin yazılmamasını fırsat bilerek kendilerinin lehinde, muhaliflerinin. aleyhinde uydurdukları sözler sahih hadis kitaplarına bile girmiş ve bunlar, kitaplardan yeterince ayıklanmamiştır.
Mensup olduğu grubu başarıya ulaştırmak, insanları dine yöneltmek veya zındıkların yaptığı gibi dinden soğutmak, şahsî çıkar elde etmek vb. amaçlarla hadis uyduranlar ve uydurdukları sözlerin müslümanlar tarafından benimsenmesini temin etmek için çeşitli yollara başvuranlar bulunduğu bir gerçektir.
Esasen muhaddisler de hadis diye uydurulan sözlerin İslâm'a getireceği za-ran önlemek için isnad sistemini icat etmişlerdir. Bu sistemle birlikte hadislerin bir hocadan alınıp rivayet edilme yöntemleri sağlam esaslara bağlandığı gibi hadis râvisini dürüstlük, güvenilirlik ve rivayet ehliyetine liyakat açılanndan titiz bir şekilde değerlendiren cerh ve ta'dîl prensipleri sayesinde zayıf ve uydurma haberlerin ayıklanması sağlanmıştır.
Nitekim her devirde yetişen hadis münekkitleri bu prensipleri uygulamak suretiyle bir râvinin nerede ve ne zaman doğduğunu, nerelerde yaşadığını, hadis tahsiline ne zaman başladığını, kimlerle arkadaşlık yaptığını, hocalarını, talebelerini, hadisi kaynağından alıp rivayet etme usullerine ne ölçüde riayet ettiğini araştırmışlar, öte yandan onun davranışlannı, karakterini, inanç durumunu, akıl ve hafıza sağlamlığını, dolayısıyla ne ölçüde güvenilir olduğunu ortaya koymuşlardır.
Bir râviyi. kendisinden hadis almadan önce böylesine sıkı bir denetimden geçiren hadis münekkitleri bununla da yetinmeyerek onu yaşadığı sürece gözetleyip hafızasını sık sık kontrol etmişler, zihnî gerileme gibi bir değişiklik tesbit ettikleri andan itibaren ondan hadis alınamayacağını ilgililere duyurmuşlardır.
Buhârî ve Müslim'in "el-Câmiu's-Sahîh"leri gibi sahih hadis kitaplarının en belirgin özelliği, ihtiva ettikleri hadislerin güvenilir râviler tarafından rivayet edilmesidir. Bunlann içinde uydurma rivayetlerin bulunduğu iddiası ise bundan dolayı gerçek değildir.
Hadisi Allah elçisinin sözü olarak bilen ve onu Peygamber'in tavsiyesine uyarak daha sonraki nesillere aynen aktarmayı ibadet kabul eden kimselerin icat ettiği isnad sistemleriyle gelen rivayetlere güvenmeyenler, böyle bir itina ile nakledilmeyen, medeniyetin aynlmaz bir parçası sayılan tarih, kültür ve edebiyat rivayetlerine nasıl itimat edeceklerdir?
Hz. Peygamber'in otoritesini kötüye kullanarak hadis uydurmaya kalkan-lann ortaya çıktığı günden itibaren muhaddislerin samimi olmayan hadis talebelerini tanımak ve tanıtmak için geliştirdikleri rical bilgisi ve edebiyatı ile rivayetleri anlamaya ve onlar arasında görülebilecek uyumsuzluğu gidermeye yönelik ilimler hadisler üzerinde titizlikle çalışıldığını göstermektedir.
4. Hadis kitaplarında Kitâb-i Mukaddes'ten alınmış pek çok rivayet bulunmaktadır.
Bazı hadislerin, Kitâb-ı Mukaddes'teki bir kısım metinlere benzemesine bakarak bunlann yahudi veya hıristiyan asıllı râviler tarafından hadis kitaplarına sokulduğunu ileri sürmek, eğer bir maksada dayanmıyorsa bir vehim veya bilgisizlik ürünüdür.
Bazı Ehl-i kitap âlimlerinin, müslüman olduktan sonra herhangi bir art niyet taşımadan eski kültürleriyle ilgili birtakım rivayetlerden söz ettikleri ve İsrâiliyat denen bu haberlerin cahil insanlar tarafından dine sokulduğu bir gerçektir. Hadis âlimleri bunları belirleyip asılsız olanlarını tenkit etmek için büı, çaba harcamışlardır.
Ehl-i kitap'tan intikal eden bilgilerin bir kısmı, İslâmî nakillere uyduğu için doğru, bir kısmı gerçeklere ters düştüğü için yanlış, bir kısmı da doğruluğu veya yanlışlığı bilinmeyen haberlerdir. Bu sebeple Resûl-i Ekrem, Kitâb-ı Mukaddes'teki mahiyeti bilinmeyen hususlar konusunda ashabına ihtiyatlı davranmayı tavsiye etmiş, bu nevi haberleri doğrulamayı veya yalanlamayı uygun görmemiştir.
Buna göre Ehl-i kitabın İslâmiyet'e uygun haberlerini nakletmekte bir sakınca bulunmadığı gibi bu rivayetler peygamberlerin aynı ilâhî kaynaktan beslendiği gerçeğini ortaya koyması bakımından da faydalıdır,
Meseleye bu açıdan bakarak bütün semavî dinlerde bazı haber, hüküm ve ahlâk esaslarının birbirinin aynı olacağını kabul etmek yerine, Kitâb-ı Mukaddes'teki rivayetlere benzeyen bazı hadislerin ihtida etmiş olan sahâbî veya tabiîler tarafından uydurulduğunu iddia etmek yahut Ehl-i kitap asıllı tabii âlimi Kâ'b el-Ahbâr gibi râvilerin çok hadis rivayet etmekle ünlü sahâbîleri etkileyerek İsrâiliyat'ı onlar vasıtasıyla hadislere kanştırdığını ileri sürmek bu sahâbİ-lere iftira olur.
5. Kur'an âyetleri tevatür yoluyla geldiği için kesinlik ifade eder; fakat hadislerin tamamına yakını haber-i vâhid sayıldığı, yani Peygamber'e aidiyeti kesin olmadığı için zan ifade eder; din ise zan üzerine kurulamaz.
İmam Şafiî'nin belirttiğine göre; II. (8.) yüzyılın sonuna doğru hadislerin, özellikle haber-i vâhidlerin zan ifade etmeleri sebebiyle hukukî bakımdan kaynak olamayacağını ileri süren kimseler görülmeye başlanmıştır.
Hadislere güvenmeyenlerin, gerekçe olarak onların Kur'an âyetleri gibi kesinlik ifade etmediğini söylemeleri doğru değildir. Zira sübût ile delâlet tamamen farklı şeylerdir. Sübûtun da şüphe edilmeyen Kur'ân-ı Kerim'de de delâleti kafi olmayan âyetler bulunduğu halde hiç kimse bu âyetlerden şüphe etmemiştir.
Öte yandan iki kişinin şehâdetini yeterli gören Kur'an tevatür şartını aramadığı gibi, ne Resûl-i Ekrem ne de kendilerine sadece bir kişi vasıtasıyla mektup veya talimat gönderdiği krallar, müslüman kumandanlar veya kabile mensupları habercinin birden fazla olması gerektiğini düşünmüşlerdir. Zira haberi getiren kimsede aranan en önemli şart; zabtının sağlam, şahsiyetinin güvenilir olmasıdır.
Sahih sünnete zayıf ve mevzu haberlerin karışmaya başladığı tarihten itibaren İslâm âlimlerinin hadisleri koruma amacıyla ortaya koyup geliştirdikleri hadis ilimleri ve metotları, şâhidlik sırasında aranan şartlardan daha hassas ve sağlam ölçülerdir. Hiçbir haber Kur'ân-ı Kerim gibi en güvenilir şekilde gelmemekle beraber Hz. Peygamberin sözü olduğu bilinciyle titiz bir surette rivayet edilen haberci vâhidlerin kesinlik ifade ettiği hususunda İslâm âlimlerinin çoğu, özellikle de muhaddisler görüş birliğine varmışlardır.
Esasen bir haberin güvenilir sayılması için onun mütevâtir rivayette olduğu gibi büyük bir kalabalık tarafından nakledilmesi şartı; ne diplomatik konularda, ne ticarî meselelerde, ne de günlük hayatın herhangi bir muamelesinde hiçbir zaman aranmamaktadır. Zira böyle bir şartın gerçekleşmesi nadiren mümkün olacağı için haberi verenin güvenilirliği sözünün kabul edilmesi için yeterli görülmektedir.
Dinin anlaşılıp yaşanmasında Kur'an'ın yeterli olduğunu ileri sürenler, eğer ibadetlerin vazgeçilmezliğini kabul ediyorlarsa, bu dinî merasimlerin, Hz. Peygamber zamanındaki şekilleriyle ifa edilebilmesinin ancak hadis ve sünnet sayesinde mümkün olacağını göz ardı etmemeleri gerekir.
Dinin anlaşılması hususunda hadislerin dikkate alınmamasının doğuracağı en büyük tehlike; şahsi görüşlerin ön plana çıkması ve bunun tabii sonucu olarak herkesin kendi anlayışını isabetli görmesi yüzünden dinde büyük bir kargaşanın yaşanmağıdır.
Bu gerekçelerin ve benzeri görüşlerin hadislere güvenilemeyeceğini ortaya koyduğu, Kur'an'da her şeyin bulunduğu, dolayısıyla dinin yaşanması hususunda Kur'an'ın yeterli olduğu ve hadise ihtiyaç bulunmadığı yönündeki görüşler, ilk devirlerden beri ileri sürülmektedir. Nitekim sahâbî İmrân b. Husayn'ın hadislerden bahsettiği sırada orada bulunan birinin: "Bize Kurandan söz et" demesi bu kanaatlerin eskiliğini ortaya koymaktadır. Ancak İmrân'ın, hadisler olmadan namazın ve zekâtın ifa edilemeyeceğini söylemesi üzerine o şahsın itirazından vazgeçmesi ilk zamanlarda meseleleri sadece Kur'an'la çözmek isteyenlerin bu görüşü fikrî bir akım haline getirmeyen mutedil kimseler olduğunu göstermektedir.
Esasen Kur'an'da her şeyin açıklandığını onda hiçbir şeyin eksik bırakılmadığını belirten âyetlere dayanarak hadislere ihtiyaç bulunmadığını ileri sürmek doğru değildir. Zira Kur'ân-ı Kerîm. Hz. Peygamberin Allah'ın âyetlerini açıklamakla görevlendirildiğini ifade etmektedir. Onun açıklamalan ise ancak hadisle sabit olur.
Aynca Peygamber'in emrettiğini yapıp yasakladığından-uzak durmayı ve ona itaat etmeyi gerekli kılan âyetler, Resûl-i Ekrem'irMıadis veya sünnetle tesbit edilebilen buyruklanna ve açıklamalanna uymayı zorunlu hale getirmektedir. Bundan dolayı, hüküm koyma yetkisinin sadece Allah'a âit olduğunu belirten bazı âyetleri öne sürerek ahkâm hadislerini kabul etmeyen kimselerin görüşleri de tutarlı değildir.
Günümüzdeki hadis muhaliflerinin bazen birbirlerine ters düştükleri de görülmektedir. Meselâ bir kısmı,, muhaddislerin sadece sened tenkidi yapıp metin tenkidiyle meşgul olmadıklannı ileri sürerken, bazılan hadislerin hem senedlerinin hem de metinlerinin tenkit edildiğini, bu sebeple tenkit edilen bir şeyin din sayılamayacağını belirtmektedir.
Hadislere karşı kesin .şekilde tavır alan Hindistan'daki Ehl-i Kur'an'ın (Kur'â-niyyûn) bazı mensuplan, Kur'an'ın, müslümarilan birliğe çağırdığını, ancak rastgele insanlann rivayetlerinden meydana gelen ve Hz. Peygambere itaati emreden hadis kitapları terkedilmedikçe birliğin ve ilerlemenin sağlanamayacağını ileri sürmektedirler.
Bunlar, ayrıca Kütüb-i Sitte gibi hadis kitaplarının çok büyütüldüğünü, esasen bu kitapların Fslâm'a ve müslümanlara zarar vermek için Arap olmayanlar ve özellikle İranlılar tarafından meydana getirildiğini söylemekte bile sakınca görmezler.
Kur'an ile yetinmenin birliği sağlayacağını iddia edenlerin, namazın rekatları ve kılınış şekli bir yana, günde kaç vakit kılınacağı konusunda bile fikir birliği edemedikleri, dolayısıyla kendilerini yalanladıkları görülmektedir.
Hadise karşı tavır alan İslâmî gruplann sistemleşmemiş mahiyetteki görüşlerini benimseyen çağdaş bazı hadis muhalifleri, bu görüşlere yenilerin ekleyerek kanaatlerini sistemleştirmeye gayret etmişlerdir.
İslâm dünyasında XX. (20). yüzyılın sonlarında ortaya çıkmaya başlayan bu tavrın temelinde; Avrupalı araştırmacıların Kitâb-ı Mukaddes'e yönelttikleri, dinî metinleri insan ürünü gibi düşünerek eleştirme fikri (tarihî tenkit metodu) yatmaktadır. Bu metodu önce şarkiyatçılar, ardından da onlardan etkilenen müslüman araştırmacılar İslâm'ın dinî metinleri olan Kur'an ve hadislere uygulamak istemiş, hadisleri birer birer tenkit etmek yerine kurulacak bir sistem çerçevesinde onları daha kapsamlı bir şekilde değerlendirmeyi düşünmüşlerdir.
Buna göre gramer kurallarına bağlı kalarak haedisleri anlamaya çalışmak veya onların, Peygamber'e nisbetini araştırmak verimli bir yol olmadığından, hadislerden genel prensipler çıkarıp bu prensiplere göre toplumun ihtiyaçlarına çözümler getirmek daha isabetli bir yoldur. Bu tutum, muhaddislerin ve fakihlerin anladığı İslâm'ın yerine, bundan büyük ölçüde farklı ve modern dünyada yaşanan hayata daha yakın bir din olan onlann zihnindeki Müslümanlığı koymakta, Kur'an ve hadisin hüküm vazetme yetkisine bakışları ise bu tavırlarını daha da netleştirmektedir. Buna göre Kur'an'daki hüküm âyetleri son derece azdır; bunlar da nazil olduğu zaman ve mekanın dışında bir hukukî metin kabul edilmeyip dolaylı hukuk malzemesi niteliğinde görülmelidir.
Resûl-i Ekrem, ortaya çıkan meselelere hukukî çözümler getiren bir peygamber değil, daha ziyade ahlâkî bir ıslahatçı kabul edilmelidir.
Modem zihniyetli araştırmacılar, müsteşrikler gibi, hadislerin büyük bir kısmının Hz. Peygamberle ilgisi bulunmayıp ilk devir fukaha ve muhaddisle-rinin görüşü olduğunu ileri sürmüşlerdir. Kur'an ve hadislerdeki hukukî çözümleri, Peygamber devriyle sınırlayan bu zihniyetin sahipleri, âlimlerin kendi çağlarının, ihtiyaçlanna göre kanun koyabileceklerini iddia etmişlerdir.
Hz. Peygamber (s.a.v)'in sıfat ve davranışlarında hakim olan peygamberlik ve örneklik vasfıdır; bu sebeple sayısız ayet ve hadiste ona uyulması, itaat edilmesi, örnek alınması, sünnetine dört elle sarılmması istenmiştir, islam'ın yorumcuları ve gerekse uygulayıcıları, hadislerin, hangi sıfattan kaynaklandığını ve bu bakımdan bütün Müslümanlar için bağlayıcı olup olmadığını araştırmak ve göz önüne almak durumundadırlar. Bu konuda inceleme ve araştırma yapanlar söz konusu sıfat ve durumları 12'ye kadar çıkarmışlardır.
Resul, kendisine gelen vahyi, hem uygulamak ve hem de tebliğ etmekle görevli insan demek olduğuna göre onun önde gelen vazifesi- tebliğdir ve davranışlarının çoğu tebliğ mahiyetindedir... Resulullah (s.a.v)'in şu hadislerinde bu sıfat ve selahiyetlerini anlatmaktadır:
"Gafil olmayın! Bana Kur'an verildiği gibi, onun yanında, onun kadar daha (bilgi ve hüküm) verilmiştir. Bilin ki, yakın bir gelecekte karnı tok, koltuğunda gömülmüş biri çıkıp şöyle diyecektir: Siz şu Kur'an'dan ayrılmayın, onda helal bulduğunuzu helal, haram bulduğunuza da haram bilin.
Peygamberimizin bu sıfatına bağlı fiil ve sözlerini diğerlerinden ayırmak için bazı ipuçları vardır: Örneğin, Veda Hutbesini okurken herkes duysun diye uygun aralıklarla yüksek sesli tebliğciler koymuştur, "burada bulunanlar, bulunmayanlara duyursun" demiştir. Veda haccını ifâ ederken de "yaptıklarıma bakarak hac ibadetini öğrenin" buyurmuştur.
Dini tebliğ ve\ tamamlama mahiyetinde olan fetvanın farkı, hükmün soru üzerine açıklanması, bu açıklamada soru soranın hali ve çevre şartlarının gözönüne alınmasıdır.
Abdullah ibn Abbâs'm nakline göre; Veda Haccmda Resulullah (s.a.v) Mina'da, devesinin üzerinde birçok soruya muhatap olmuş ve bunları cevaplandırmıştır. Bu cümleden olarak birisi: "Kurbanı kesmeden tıraş oldum, ne yapayım?" diye sormuş, "Şimdi kes, zararı yok" cevabını vermişler. Bir ikincisi gelerek "Şeytan taşlamadan önce gidip Kabe'yi tavaf ettim, ne yapayım?" diye sormuş, "zararı yok, şimdi şeytanı taşla" buyurmuşlar.
Hâsılı; bilgisizlik veya unutma yüzünden insanların önce veya sonra yaptıkları her iş için "zararı yok, yap" cevabını vermişlerdir.
Amellerin en iyisi, insanların en hayırlısı hakkında sorulan sorulara, soranın durumuna göre farklı cevaplar vermiştir. Cahiliye devrinde içinde şarap yapılan bazı kaplarda haram olmayan- nebiz (bir nevi şerbet) yapmak isteyenleri bundan menetmiştir. Çünkü hem bu kaplann kötü hatıraları vardır, hem de Arabistan sıcağında bunlara konulan nebîz kısa zamanda şaraba dönüşmektedir.
İbnu'l'Kayyim, "İ'lâmu'l-muvakkiîn" isimli eserinin dördüncü cildinin sonunda, Resûlullah'm fetvalanni 147 sayfada toplamıştır.
Kazanın iki yönü vardır:
a. Muhakeme sonunda ortaya çıkan duruma göre verilen hüküm bakımından kaza, fetva gibi bir tebliğ ve teşridir. Aynı durumlarda aynı hükmün verileceğini, ilâhî iradenin böyle olduğunu gösterir.
b. İspat delillerine göre adaletin tevziî bakımından kaza isabetli de, hatalı da olabilir, İsbat delilleri hakkın yerini bulmasını sağlamış ise hem hâkim isabet etmiş ve ecir almıştır, hem de hükme muhatap olanlar sorumluluktan kurtulmuşlardır.
Hak sahibi dâvasını isbat edememiş, karşı taraf is-batta daha başanlı olmuş, hüküm de buna göre verilmiş ise hâkim hata etmiş, fakat elinden geleni yaptığı için yine ecir almış, adaleti yanıltan taraf ise manevî sorumluluk ile başbaşa kalmıştır. Re-sûlullah (s.a.v) kazanın bu yönünü şöyle anlatıyor: "Bana dâvanızı getiriyorsunuz, ben ancak bir beşerim, (kimin haklı olduğu konusunda) bana bir vahiy gelmemiştir, vahiy gelmeyen konularda ben ancak reyimle hükmediyorum. Olur ki biriniz, diğerine nispetle delilini daha tesirli anlatır, daha iyi ortaya koyar, ben de onu haklı zannederek lehine hükmederim, her kime, kardeşine ait bir hakkı hükmeder, verirsem sakın onu almasın, ben ona bir parça ateş vermiş olurum.
Hz. Peygamber'in kazâî hükümlerini diğerlerinden ayırmak oldukça kolaydır; çünkü bu hükümler genellikle açılan bir davayı takip etmekte, şahit ve delil istenmekte, hükmediyorum (akdî) vb. ifadeler kullanılmaktadır. Bu nevi hükümleri toplayan hususî kitaplar yanında hadis kitaplarının kaza bölümleri de birçok ömek ihtiva etmektedir.
Resûlullah'm devlet başkanlığı; peygamberlik, iftâ ve kaza selâhiyetlerinden farklı ve bunlara ek bir sıfat ve selâhiyettir.
Devlet başkanına toplumu idare etmek, onun menfaatini gözetmek, sosyal adaleti sağlamak, zararlı oluşum ve cereyanlarla mücadele etmek, ülkeyi dışa karşı savunmak vb. görevler verilmiştir. Bu görevler her peygambere verilmemiştir, bazı peygamberler yalnızca tebliğ vazifesi almışlardır.
Peygamberimiz'in risâlet ve iftâ selahiyetine dayanan davranışları bütün ümmet için geçerli ve bağlayıcıdır; bunlann icrası ve bağlayıcılığı başka bir makamın iznine veya hükmüne bağlı değildir. Devlet başkanı sıfatıyla yaptıkları ise hem diğer başkanları bağlamaz, hem de devrin devlet başkam izin vermedikçe benzeri haklar, mü'minler tarafından re'sen elde edilemez.
Ganimetin paylaştınlması, devlete ait mal varlığının en uygun bir şekilde kullanılması ve sarfı, cezaların infazı, orduların tertibi ve şevki, isyan ve terör hareketlerinin basünlması, toprak, maden, su gibi kaynakların Özel şahıslar veya kamu kuruluşlarınca işletilmesi; devlet başkanının selâhiyeti altındadır. Başkan veya onun temsilcileri hüküm ve izin vermedikçe bunların alınması, yapılması, icra edilmesi caiz değildir. Bu konularda bir önceki başkanın yaptıklarını, sonra gelen başkan amme menfaatini gözeterek- değiştirebilir; meselâ Hz. Ömer, müellefe-i kulûba zekâttan pay vermeyi terketmiştir, Hz. Osman isyancıların üzerine asker sevketmemiş, Hz. Ali sevketmiştir...
Hukukçular, yukarıda zikredilen hususların devlet başkanlığı selahiyetine dahil olduğunda birleşmekle beraber bazı konularda farklı anlayışları olmuştur:
a. Buhârî'nin, Hars 15'te rivayet ettiği hadiste; Peygamberimiz: "Bir toprağı işleyerek kullanılır hale getiren ona mâlik olur" buyurmuştur.
Buna göre bir kimsenin mülkiyeti altında bulunmayan toprağı imar ve ıslâh ederek verimli hale getiren şahıs toprağın sahibi olmaktadır. Ancak bu ifade Resûlullah'ın hangi sıfatına bağlıdır? Eğer devlet başkanı sıfatı ile söylemiş iseler bu hüküm, diğer başkanları bağlamaz; her biri kendi çağ ve ülkelerinde amme menfaatini gözönüne alarak devlete ait topraklar üzerinde tasarrufta bulunurlar ve toprak iman mülkiyet sebebi olması daima devletin iznine bağlı bulunur.
Ebû Hanîfe'nin içtihadı işte bu istikamettir. Çünkü toprak üzerinde ıktâ vb. şekillerde tasarruf hakkı ve görevi devlet başkanına aittir, imam Şafiî bu hadisi fetva ve tebliğ sıfatına bağlamış, "Çünkü Resûlullah'ın asıl işi ve sıfatı budur, aksine delil bulunmadıkça hadisleri buna göre yorumlamak gerekir" demiştir. Hadisin tebliğ (dini kaidenin açıklanması) mahiyetinde olduğu kabul edilirse bu hakkı kullanmak, hiçbir kimsenin iznine tabî olmaz, her vatandaş toprağı kendiliğinden ıslâh ederek ona sahip olur. îmam Mâlik bu konuda şehir ve mücavir alan topraklan ile yerleşim bölgesinden uzak yerlerdeki toprakları birbirinden ayırmış, birincisini devlet başkamlığı sıfatına bağlamıştır; çünkü buralarda oturan insanların huzur ve menfaatlerini korumak devlet başkanının sorumluluğu altındadır.
b. Ebû Süfyân'ın karısı Hind b. Utbe, Resûlullah'a başvurarak "Kocası Ebû Süfyân'ın cimri bir adam olduğunu, kendisine ve çocuğuna yetecek nafakayı vermediğini" söyledi, Peygamberimiz ona "normal ölçülerde sana ve çocuğuna yetecek kadarını bizzat al" buyurdu.
Bu hadis-i şerifi tebliğ ve fetva telakki eden müctehidler (Şâfiîler ve kısmen Hanefîîer) bundan şöyle bir kaide çıkarmışlardır: Bir kimsenin sübut bulmuş alacağını borçlu ödemekten imtina ederse alacaklı icra safhasında hâkime başvurmadan ve hattâ borçlunun haberi olmadan alacağına tekabül eden malı bulduğu yerde alabilir (Hanefîlere göre alacağı cinsinden malını alabilir). Mâlik ve Ahmed b. Hanbel gibi müctehidler hadisi kaza selahiyetine bağladıkları için "hâkim izin vermedikçe alacağını karşılayan malı bizzat alamaz" demişlerdir.
c. Hz. Peygamber "Savaşta düşmanı öldüren onun üzerinden çıkan eşyaya sahip olur" buyurmuştur.
Şafiî gibi bazı müctehidler bu hadis-i şerifi tebliğ saydıkları için "her zaman, her savaşta, düşmanını öldüren asker onun üzerindekilere sahip olur, bu onun mükâfatıdır" demişlerdir. Ebû Hanîfe ve Şafiî gibi düşünen müctehidler bunu, devlet başkanlığı sıfatına bağladıkları için başkan ve komutanların iradesine bırakmışlar, onlar izin vermedikçe kimsenin ganimetten birşey alamayacağına hükmetmişlerdir.
Ayet ve hadislerin ifade şekilleri ile uygulama vb. karineleri değerlendiren müctehidler, bazı talebleri kesin olarak bağlayıcı (farz, vacib, haram) saymışlar, bazılarını ise teşvik kabul etmişlerdir.
Güzel ahlâkı teşvik eden hadisler, cennetliklerin vasıflarını anlatan hadisler, nafile ibâdetlerin sevabını dile getiren hadisler böyle yorumlanmıştır. Ebû Zerr'i, takım elbise giymiş kölesi ile birlikte gören birisi "bu ne haldir?" diye sormuş, Ebû Zer de şöyle anlatmıştır: "Birgün köleme kızmış ve anasının durumunu zikrederek ona hakaret etmiştim, Köle beni Allah Resulüne şikâyet etti. O da 'doğru mu, ona annesi sebebiyle hakaret ettin mi?' diye sordu, 'evet' dedim, şöyle buyurdu: Sen hâlâ cahiliyye devri izleri taşıyan bir adamsın! Köleleriniz sizin kardeşi eri nizdîr, Allah onları sizin himayenize vermiş, elinizin altında kılmıştır, kimin böyle elinin altında bir kardeşi varsa ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin, gücünün yetmeyeceği bir işi ona yüklemesin, yüklerse yardım etsin!.
Bu hadiste geçen yedirme, giydirme ve ağır iş buyurmama, köleye yardımcı olma emirleri bağlayıcı (farz kılan) emirler olarak anlaşılmamıştır; bu sebeple köle ile sahibinin farklı şeyler yemesi ve giymesi caiz görülmüştür
Bir konuda anlaşmazlığa düşen tarafları, mahkemeye başvurup dâvayı isbat ile uğraşmaksızın kısa yoldan anlaştırmak için yapılan teşebbüsler sulha yöneliktir. Sulh için aracılık yapanlar hâkim gibi davranmazlar, tarafların iddialarını isbat edip istediklerini almalarını sağlamazlar, onları karşılıklı fedâkârlık ve anlayışa çağırırlar; bu iseteklif onları bağlamadığı için kabul etmemişlerdir.
Yine Peygamberimiz Kâ'b b. Mâlik ile Abdullah b. Ebî Hadred arasında, birincinin ikincisi üzerindeki bir alacağı sebebiyle çıkan anlaşmazlıkta Ka'b1-a, alacağının yansından vazgeçip geri kalanım almasını tavsiye etmiş, o da bu nü kabul ederek sulh olmuşlardır.
Hz. Zübeyr ile Medineli Humeyd arasında, birincisinin bahçesinden geçerek ikincisinin bahçesine gelen bir su yüzünden anlaşmazlık çıkmıştı. Durumu Resûlullah'a arzettiler, O da aralarını bulmak üzere "Zübeyr! Ağaçlannı sulayinca bırak o da sulasın" dedi. Humeyd buna razı olmayıp hiddetlenince de "Zübeyr! Ağaçlarını sula, sonra da havuzlardan taşıncaya kadar suyu tut!" buyurdu.
Birinci tavsiye, anlaşmayı sağlamak üzere fedâkârlık teklifi şeklinde, ikincisi ise karşı taraf anlaşmaya yaklaşmadığı ve haksız olduğu için- haklı olana, hakkını kullanması şeklinde ifade buyrulmuştur.
Burada Resûlullah (s.a.v) yukarıda gördüğümüz sıfatları ile değil, kendisi ile istişare edilen bir problemin çözümünde yol gösterici olarak hareket etmekte, çözümler teklif etmektedir.
Hz. Aişe, Berîre isimli bir cariyeyi satın alıp âzâd etmek istemişti. Bağlayıcı kaidelere göre (şerîate göre) bir köleyi âzâd eden kişi ile o köle arasında bir velayet ilişkisi doğuyordu. Berîre'nin sahibi bu velayet hakkının kendilerinde kalmasını şart koşuyor, ancak bu şartla satmaya yanaşıyorlardı. Hz. Aişe, hakkından vazgeçmeden cariyeyi nasıl alabileceğini sevgili Eşi (s.a.v) ile istişare etti, Peygamberimiz ona şöyle dedi: "Sen onların şartını kabul et ve onu al; sonuçta velayet hakkı ancak âzâd edene aittir." Hz. Aişe bunun üzerine gidip cariyeyi satın aldı ve âzâd etti, sonra Resûlullah minbere çıkarak halka şöyle seslendi: "Nasıl oluyor da bazı kimseler, Allah'ın Kitabı'na uymayan şartlar ileri sürüyorlar!.. Velayet hakkı yalnızca âzâd edene aittir.
Eğer Peygamberimizin ilk ifadesi "teşrî, tebliğ, fetva, kaza" kabilinden olsaydı şart muteber olacak ve velayet hakkı satanda kalacaktı; sonraki ifadesi bunun böyle olmadığını, ilk ifadesinin ise "meşru bir maksadı elde etmek üzere bulunmuş bir çözüm, bir istişârî reyden ibaret" olduğunu göstermektedir.
Medine'de zirâatçiler hurma meyvasmı daha olgunlaşmadan ağaç üzerinde satarlardı. Kesim zamanı gelince de meyva çeşitli sebeplerle az çıktı denir, karşı taraf buna itiraz eder ve böylece anlaşmazlık çıkardı. Hz. Peygamber bu yüzden meydana gelen anlaşmazlıkların çoğaldığım görünce şöyle buyurdu: "Böyle olup gidecekse (anlaşmazlıkların ardı arkası kesilmeye çekse) ağacın üzerinde olgunlaştığı belli oluncaya kadar meyvayı satmayın.
Hadisin Buhârî'deki rivayetinde râvî Zeyd b. Sabit şu yorumda bulunmaktadır: "Hz. Peygamber bu yüzden anlaşmazlıkların çoğaldığını gördüğü için ashaba, istişârî olarak yol göstermiştir." Bunun mânâsı, hadisin bağlayıcı olmadığı, meyvayı daha önce satmanın kesin olarak yasaklanmadiğidir.
Peygamberimiz adetâ "bana sorarsanız şöyle yapın daha iyi..." demektedir.
Peygamberimiz, haram ve yasak olmamakla beraber uygun ve yerinde bulmadığı bir davranış veya teşebbüse muttali olduğu zaman ilgililere öğüt vermek, doğru ve uygun olanı söylemek suretiyle nasihat etmiştir; bu da kesin ve bağlayıcı olmayan davranışları çerçevesine girmektedir.
Bu cümleden olarak Beşîr b. Sa'd isimli sahabi, oğlu Nu'mân'a bir hizmetçi hediye etmiş, diğer oğullarına böyle bir bağışta bulunmamıştı. Karısının isteği üzerine bu bağış-olayına Hz. Peygamber'i şahit tutmak istedi, Peygamberimiz Beşîr'e "bütün çocuklarına bu şekilde bağışta bulundun mu?" diye sordu; "hayır" cevabını alınca "beni haksız bir davranışa şahit kılma" dedi; bir başka rivayette "bütün çocuklarının sana eşit derecede itaatli ve bağlı olmalarını ister misin?" diye sordu, "evet" cevabını alınca da "öyleyse olmaz" dedi.
İmam Ebû Hanîfe, Mâlik ve Şafiî bu hadiste geçen yasaklamayı, kesin ve bağlayıcı bir yasaklama olarak değil, aile düzenini ve akrabalık bağlarını korumak için yapılmış bir nasihat olarak anlamışlar ve "kişinin, çocuklarından birine mal bağışlamasının caiz olduğunu" söylemişlerdir. Mezkûr müctehidler bu yorumu yaparken Resûlullah'ın bu konuda bağlayıcı bir yasaklamasının yaygın olarak bilinmediğini ve bir rivayette "başkasını şahit tut" dediğini gözönüne almışlardır. Buna karşı Ahmed, Dâvûd, Süfyân gibi müc-tehidler hadiste geçen yasaklamayı bağlayıcı ve kesin olarak almışlardır.
Aynı çerçevede başka bir örnek, Fâtıma b. Kays ile ilgilidir. Bu hanımı kocası boşamışü, iddeti dolunca Peygamber Efendimiz'e gelerek kendisini, hem Muâviye'nin, hem de Ebû Cehm'in istediğini söyledi. Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu: "Ebû Cehm eli değnekli bir adamdır. Muâviye b. Ebî Süfyân ise çok fakirdir, sen Usâme b. Zeyd ile evlen!" Fâtıma önce Üsâme'yi istememiş, fakat Resûlullah'ın isran üzerine onunla evlenmiş ve mutlu olmuştur.
Bu hadis bir öğüt ve tavsiye olarak anlaşılmıştır; çünkü islâm'da bir kadının gerek fakir ve gerekse sert kimselerle evlenmesi yasak değildir.
Eşsiz bir eğitimci olan Peygamberimiz'in bu sıfatla vâki davranışları daha çok ashaba yönelik olmuştur. Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadislerde ashâb öğülmüş, İslâm'ın bu ilk ve büyük neslinin müstesna özellikleri dile getirilmiştir.
Peygamberimiz nasıl en kâmil örnek insan ve peygamber ise, ashabı da öyle kâmil ve örnek bir nesildir. Peygamberimiz bu nesli yetiştirirken, eğitirken onlann bu ö/elliklerini dikkate almış, onlara mahsus yükümlülükler getirmiş, vazifeler vermiştir. Bunların parlak bir örneği hicreti takip eden günlerde yaşanmış, Peygamberimiz tarafından herbiri bir muhacire kardeş kılınan Ensâr (Medineli müslümanlar) onlarla herşeylerini paylaşmışlardır.
Sahabeden Berâ b. Azib rivayet ediyor: "Resûlullah (sav) bize yedi şeyi emretti, yedi şeyi de yasakladı: Hasta ziyaretini, cenazeyi kabre kadar götürmeyi, aksırana 'Allah sana rahmet etsin' demeyi, yemin edenin yeminine riâyet etmeyi, haksızlığa uğrayanın elinden tutmayı, herkese selâm vermeyi ve davete katılmayı emretti. Altın yüzük takmayı, gümüş kap kullanmayı, kırmızı eyer yastığı kullanmayı,.kabartma çizgili ipek, kalın ipek, ince ipek ve genellikle ipek kullanmamızı yasakladı.
Bu ondört maddenin bazılan farz, bazılan haram olmakla beraber, meselâ aksırana dua etmek farz değildir, kırmızı eyer yastığı kullanmak da haram değildir. Buna rağmen hepsinin bir arada zikredilmesi ashabı dünya ile fazla içli dışlı olmaktan alıkoymak, lüks ve refaha dalarak asıl maksattan uzaklaşmalarını önlemek içindi.
Sahabeden Râfi b. Hadîc'e amcası Zuhayr: "Resûlullah bizim için faydalı olan bir şeyi yasakladı" deyince Râfi: "Resûlullah ne demij ise o haktır, yerindedir" demiş ve ne olduğunu sormuştu, amcası anlattı: "Belli yerlerinden çıkan mahsul, yahut belli ölçekte ürün karşılığı kiraya veriyoruz" dedim. Efendimiz: "Öyle yapmayın, yi kendiniz ekin, ya ektirin, yahut da olduğu gibi tutun" buyurdu. Râfi amcasından bunu duyunca "emri başımın üstüne!" dedi. Müctehidlerin çoğu, Peygamberimiz'in bir sahâbi aileye yönelik bu emrini ümmetin tamamı için bağlayıcı saymamışlardır. Buharı de bu sebeple hadisi zikrettiği bölümün başlığında şöyle demiştir: "Ashabın aralarındaki yardımlaşmalar bölümü.
Resûl-i Ekrem'in eşlerine, çocuk ve torunlarına karşı tutumunda, emir ve tavsiyelerinde bu "kemâl, takva ve örneklik" eğitiminin müstesna örnekleri vardır.
Canı gibi sevdiği kızı Fâtıma'nın kolunda gümüş bilezik gördüğü için evine girmemesi; yine Fâtıma'nın bir hizmetçi istemesi üzerine evine gelerek hem hizmetçi vermeyeceğini bildirmesi, hem de Allah'ı zikir şeklinde ek vazifeler vermesi; hanımları, diğer kadınlar gibi giyinip kuşanmak, takıp takıştırmak isteyince "Ey peygamber! Eşlerine şöyle de: 'Eğer siz dünya hayatını, zînet ve refahını istiyorsanız gelin -istediklerinizi- size verip güzellikle sizi boşayayım. (Yok) eğer Allah'ı, Resulü nü ve âhiret yurdunu istiyorsanız, şüphesiz Allah, içinizden iyi amel sahibi olanlarınıza büyük bir mükâfat hazırlamıştır mealindeki âyetin gelmesi bu örneklerden yalnız birkaçıdır.
İslâm, insanların iman ve düşüncelerine de yön vermekte, ışık tutmaktadır, îman ve düşünce çerçevesine giren çok ince, zor ve yüce konular vardır. Bunları kavrama hususunda, sahabeden de olsa, kişiler aynı seviyede olamazlar, "insanın, Allah'ı anlayıp kavrayamayacağıni anlaması, anlamanın ta kendisidir" diyen Ebû Bekir ile "Allah nerede?" sorusunu göğü göstererek cevap veren, buna rağmen imanı geçerli sayılan bedevi kadının idrâki aynı seviye de tutulamaz ve gerçekler bu iki farklı seviyeye aynı üslûb ile anlatılamaz.
Resûlullah (s.a.v) bir akşam üzeri Ebû Zerr'e Uhud Dağını göstererek şöyle demiştir: "Ey Ebû Zer! Şu dağ kadar altınım olsa, üç dinar hariç, hepsini -Allah yolunda- harcamaktan başka bir şey istemezdim.
Peygamberimiz bu sözleri ile dünyaya, servet ve refaha bakışını dile getirmiş, gönlüne hâkim olan asıl sevginin ne olduğuna işaret buyurmuştu; alıkoyduğu üç dinar da borçları ve zaruri ihtiyaçları içindi, Ebû Zerr bunu böyle anlayacağı yerde müslümamn zarurî ihtiyaçları dışında para ve servet sahibi olmasının, bunları dağıtmayrp elinde tutmasının -zekâtını verse dahi- caiz olmadığı şeklinde anlamış, fakat diğer ashâb bu anlayışa katılmamışlardır.
Bağlayıcı, farz ve zarurî olmadığı halde, iyi, güzel uygun olan davranış ve ibâdetleri teşvikte heyecanlı ve itici ifadeler kullanıldığı gibi, bunların zıddı söz konusu olduğu zaman da caydırıcı, alıkoyucu, engelleyici ifadeler kullanılmıştır.
Eğitimde bu üslûb ve ifade hâlâ geçerliliğini korumaktadır. Müctehid, bı ifadelerden hangilerinin kesin olduğunu, hangilerinin böyle olmadığını diğeı delil ve karineleri değerlendirerek ayırmak mecburiyetindedir. Meselâ Peygamberimiz, namazı evlerinde kılıp cemâate gelmeyenler hakkında şöyle buyurmuşlardır:
"Hayatım elinde olana yemin olsun, içimden öyle geçiyor ki, emredeyim odun toplansın, sonra söyleyeyim ezan okunsun, sonra birisine emredeyim cemâate imam olsun, sonra ben onlardan ayrılıp evlerinde kalan adamların yanlarına varayım ve onlar içeride iken evlerini yakayım. Allah'a yemin ederim kî onların her biri yağlı bir kemik, yahut iyisinden iki ayak (paça) bulacağını bilse hemen yatsı namazına gelirdi.
Şüphe yok ki Allah Resulü, cemâate gelmeyenlerin evlerini yakacak değildir, aynca "yağlı kemik..." gibi sözleri nadiren söylemektedir; burada maksat, cemâatle namazın önemini anlatma'k ve cemâate gelmeme âdetini ortadan kaldırmak, müslümanlar cemâat sevabından ve bereketinden istifade etmelerini sağlamaktır.
Peygamberimiz yine bu maksatla "şöyle şöyle yapmayan iman etmiş olmaz" ifadesini çeşitli konular için kullanmıştır.
Bunlardan birinde şöyle buyurur: "Vallahi iman etmiş olmaz, vallahi iman etmiş olmaz!" "Kim, yâ Resti lullah?" diye sorarlar, devam eder: "Komşusu, kötülüklerindi de olmayan kimse.
Bu nevi kusurların kişiyi imandan çıkarmadığı kesin deliller ile bilinmektedir; bu ifadenin yöneldiği maksat sakındırmak ve bu gibi davranışların mü'minlere yakışmadığını etkili bir şekilde ortaya koymaktır.
Peygamberimiz bir insan olduğu, her İnsanda bulunan normal vasıfları, ihtiyaç ve temayülleri bulunduğu için bunlara bağlı davranışlarda bulunması da tabiîdir.
Günah ve yasak çerçevesine girmemek 'şartıyla gerek dinî hayatında ve gerekse dünya işlerindi günlük hayatında bu kabil davranışlarda bulunmuş, ümmetini de bu konularda serbest bırakmıştır. Yeme, içme, yatma, yürüme, binme şekli, bu konulardaki zevk ve tercihi burada örnek olarak zikredilebilir. Tamamen müsbet ilmin, tekniğin ve teknolojinin konusu olan dünya işleri de böyledir; O'nun bu konulardaki sözleri şahsî görüş, zan ve tecrübesine dayanmaktadır, ümmeti için bağlayıcı değildir.
Bedir savaşında mevzilenme yeri ile ilgili görüşü ve tavsiye üzerine yer değiştirmesi, ağaçlarının tozlaştırıİması konusundaki reyi ve bunun sonucu ile ilgili örneklere daha önce yer verilmişti.
Namazda secdeye giderken Resûlullah (sav) genellikle önce dizlerini, sonra ellerini yere koymuş ve böyle yapılmasını buyurmuştur.
Mâlik ve Evzâî gibi bazı müctehidlerin önce ellerin konması gerektiği şeklindeki görüşlerine, "Peygamberimiz yaşlandığı zaman, önce dizlerini yere koymakta güçlük çektiği için böyle yapmıştır, sünnet olan önce dizleri koymaktır" şeklinde cevap verilmiştir. İşte bu önce ellerin konması, ibâdet için de olsa, beşeriyet icabı bir davranıştır.
Peygamberimiz Veda Haccmda, Veda Tavafından önceki gün, Mekke ile Mina arasıdaki Abtah düzlüğünde konaklamış, burada öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını kılmış, biraz istirahat etmiş, sabaha karşı halkı uyandırmış ve Veda Tavafı için Mekke'ye gelmiştir. Abdullah ibn Ömer bu düzlükte konaklama, namaz ve istirahatı sünnet (tebliğ tasarrufu) olarak yorumlamış ve ömrü boyu buna riayet etmiştir. Hz. Âişe ise şöyle demektedir: "Bu konaklama sünnet değildir, Peygamberimiz buna halka kolaylık olsun burası müsait olduğu için rahatça toplanıp hazırlıklarını yaparak veda tavafına gidebilsinlerf. diye yapmıştır, isteyen burada konaklar, istemeyen konaklamaz.
Sabah namazından sonra sağ yanı üzerine yatıp istirahat etmesi de aynı şekilde farklı değerlendirilmiş; bazıları bunu sünnet telakki ederken bazıları beşerî, tabiî bir olay olarak yorumlamışlardır.
Hz. Meymûne'nin evinde Resûlullah'm (s.a.v) sofrasına kızartılmış çöl keleri konmuştu, yemek üzere elini uzattığı sırada bunun keler olduğunu söylediler ve elini geri çekti, "bu haram mıdır?" diye sorulunca "hayır, fakat bu bizim memleketimizde yoktur, ondan hoşlanmıyorum" dedi. Hadisi rivayet eden Hâlid b. Velid diyor ki: "Bunun üzerine Resûlullah'm gözü önünde keleri önüme çekip yedim.
Hâlid b. Velid'in bu davranışı, Hz. Peygamberin keleri yememesini bundan hoşlanmamasına, keler eti yemeye alışmadığı için bunu sevmemesine bağlamasına dayanmaktadır. Helal olan bir şeyi sevip sevmemek beşerî, tabiî bir zevk ve tercih meselesidir.
Buraya kadar Resûl-i Ekrem Efendimiz'in çeşitli sıfatlarla ortaya koyduğu, bağlayıcılık bakımından farklı hükümler ifade eden davranışlarını gördük.
Şüphe yok ki O'nun asıl vazifesi ve Allah tarafından eğitilerek insanlığa gönderilmesinin sebebi peygamberliktir, tebliğdir ve rehberliktir; bu sebeple de davranışlannm çoğu bu sıfatına dayanmaktadır.
Bunun en açık işareti de herkesin duyması için gayret sarfetmesi, herkesin gözü önünde uygulaması, buna uygun üslûblâr kullanmasıdır. Ancak verilen ve çoğaltılması mümkün bulunan örnekler O'nun başka sıfatlarla ve bağlayıcı olmayan davranışlarda da bulunduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Bu davranışlarının önemli işaretlerden biri herkesin duyması için gayret göstermemesi, uygulamada ısrar etmemesidir. Nitekim ebedî âleme intikalinden önceki hastalığında bazı tavsiyelerini yazmak üzere bir kâğıt istediği zaman yanında bulunan sahabe konuyu tartışmış, bazıları "Allah'ın Kitabı'nın elde olduğunu, dinin tamamlandığının bildirildiğini, bu halinde Hz. Peygamber'i bunlarla rahatsız etme ve yormanın doğru olmayacağını" veri sürerek kâğıt getirmeyelim demiş, bazılan İse getirmek istemişlerdi. Peygamberimiz tartışmayı keserek vazgeçtiğini bildirdi.
Eğer bu isteği bir tebliğ olsaydı, peygamberlik görevinin gereği bulunsaydı, "güneşi sağ eline, ay'ı da sol eline verseler yine bu isteğinden vazgeçmezdi", ısrar eder ve vazifesini yerine getirirdi.
YEDİ HADİS İMAMININ KISA BİYOGRAFİSİ
1. Bühârî: Ebû Abdullah Muhammed b. İsmâîl b. İbrâhîm ibnü'1-Mu-ğîre b. Berdizbeh (belde yönünden), el-Buhârî (ki bu nispet, Buhara şehrine'dir), el-Cu'fî (ki bu, azadhk nispetidir), ezberleme zirvesi, alimlerin imamı. H. 194/809 yılında doğdu, H. 256/870 yılında ise öldü.
2. Müslim: Ebu'I-Hüseyin Müslim ibnü'l-Haccâc b. Müslim el-Kuşeyrî (kabilesine nispet yönünden) en-Nîsâbûrî (şehir yönünden). H. 204/819 yılında doğdu, H. 261/875 yılında öldü.
3. Ebû Dâvud: Süleyman ibnü'l-Eş'as b. İshâk b. Beşîr b. Şeddâd el-Ezdî (Yemen'deki bir kabileye nispet yönünden) es-Sicistânî (şehir yönünden). H. 202/817 yılında doğdu, H. 275/888 yılında Basra'da öldü.
4. Tirmizî: Ebû îsâ Muhammed b. îsâ b. Sevre b. Mûsâ ibnu'd-Dah-hâk es-Sülemî (Benû Süleym kabilesine nispet yönünden) et-Tirmizî (belde' yönünden). H. 209/824 yılında doğdu, H. 279/892 yılında öldü.
5. Nesâî: Ebu Abdurrahman Ahmed b. Şuayb b. Alî b. Sinan b. Bahr en-Nesâî (Horasan şehirlerinden Nesâyâ nispet yönünden). H. 225/839 yılında doğdu, H. 303/915 yılında öldü.
6. İbn Mâce: Ebû Abdullah Muhammed b. Yezîd er-Rebe'î (ki bu, azadlıları olduğu Rebîa'ya nispettir), el-Kazvînî (Irak'ta meşhur bir şehir olan Kazvîn'e nispet yönünden). İbn Mâce el-Kazvînî adıyla meşhur oldu. H. 209/824 yılında doğdu, H. 273/886 yılında öldü.
7. İmam Ahmed B. Hanbel Eş-Şeybânî: Ehl-i Sünnet ve'l-ce-maâtin imamı. H. 164/780 yılında doğdu, H. 241/855 yılında öldü.
"Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz! Senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz Alîm (her şeyi bilen) ve hakîm (hüküm ve hikmet sahibi) olan ancak Sensin.
1. Hz. Ömer (r.a)'dan rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu işittim:
"Ameller, niyetlere (Bir rivayette: niyete ) göre değerlendirilir. Herkese ancak niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti, Allah'a ve Resülüne ise, onun hicreti Allah ve Resulünedir. Kimin hicreti de elde e-deceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına ise, onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir.
Buhârînin bir rivayetinde ise, Alkame b. Vakkâs el-Leysî der ki:
"Ömer ibnu'l-Hattâb (r.a)'ın minber üzerinde şöyle dediğini işittim:
Ameller, niyetlere göre değerlendirilir. Herkese ancak niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti, elde edeceği bir dünyalığa veya ni-kahlanacağı bir kadına ise, onun hicreti o hicret ettiği şeyedir.
2. Ebu Mûsâ el-Eş'arî (r.a)'dan rivayet edilmiştir:
Resulullah (s.a.v)'e; cesurluk, hamiyet ve riya için çarpışan kişinin, yani bunların hangisinin Allah yolunda olduğu soruldu. O da:
Sadece' Allah'ın kelimesinin hakim olması için çarpışan kimse' diye cevap verdi.
Bir rivayette İşte o kimse, Allah yolundadır" ilavesi yer almaktadır.
Nesâî ile Ebu Davud'un rivayetinde ise, Ebu Mûsâ el-Eş'arî şöyle der:
Birbedevî, Resulullah (s.a.v)'e gelip:
Bir adam, anılmak için savaşıyor, (bir adam) övülmek için savaşıyor, (bir adam) ganimet elde etmek için savaşıyor ve (bir adam da kahramanlıktaki) derecesini göstermek için savaşıyor. Bunların hangisi Allah yolundadır?' diye sordu. O da:
Kim Allah'ın kelimesinin hakim olması için savaşırsa, İşte o kimse, Allah yolundadır' diye cevap verdi.
Nesâî, (Bir adam) övülmek için savaşıyor" ifadesini zikretmemiştir.
3. Ebu Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
İman, yetmiş küsur şubedir.
Buhârî'nin bir rivayetinde, Ebu Hureyre şöyle der:
İman, altmış küsur şubedir. Haya da, imandan bir şubedir.
Bir rivayette ise, şu ilave vardır:
"İmanın en üst seviyesi, "Lâ ilahe illallah" (Allah'tan başka ilah yoktur) sözü ve en alt seviyesi ise, eziyet verecek şeyi yoldan kaldırmaktır.
Tirmizî, Haya da, imandan bir şubedir" ifade-sine yer vermemiştir. Fakat diğer bir rivayetinde blj lîjLjj âîu'jl İman, altmış dört bölümdür" ifadesine yer vermiştir.
Nesâî ise, diğer bir rivayetinde kısa olarak şu ifadeye yer vermiştir:
Haya da, imandan bir şubedir.
4. Abdullah ibn Abbâs {r.anhümâj'dan rivayet edilmiştir:
Resulullah (s.a.v), Muaz b. Cebel'i Yemen'e göndereceği sırada ona şöyle buyurdu:
"Gerçekten sen, Kitap ehli olan bir kavme gidiyorsun. Buna göre onları; Allah'tan başka ilah olmadığına, benim de Allah'ın resulü olduğuma şahadet getirmeye davet eyle. Eğer buna itaat edecek olurlarsa, o zaman onlara, her gün ve gecede beş vakit namazın farz olduğunu bildir. Buna itaat edecek olurlarsa, o zaman onlara, Allah'ın, kendilerine, zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecek olan zekatı farz kıldığını bildir. Eğer buna da itaat edecek olurlarsa, o zaman sakın mallarının en kıymetlilerini alma! Mazlumun bedduasından da sakın! Çünkü mazlumun yaptığı dua ile Allah arasında perde yoktur.
Konu ile ilgili bir rivayette ise; Resulullah (s.a.v), Muaz b. Cebel'e şöyle der:
Gerçekten sen, Kitap ehli bir kavme gitmektesin. (Gittiğinde) ilk önce onları, Allah'a ibadet etmeye çağır. Eğer Allah'a ibadet etmeyi bilirlerse, o zaman Allah'ın, gündüz ve gecelerinde beş vakit namazı onlara farz kıldığını bildir. Eğer bunu yapacak olurlarsa o zaman Allah'ın, zenginlerin mallarından zekatı alıp fakirlerine vermelerini farz kıldığını bildir. Eğer buna itaat edecek olurlarsa, o zaman onlardan zekatı al. (Fakat) insanlann mallarından en iyile-rini almaktan da sakın!.
5. Ebu Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Gerçekten yüce Allah, ümmetimin (fiilen) yapmadıkça yada (dilleriyle) söylemedikçe, gönüllerinden geçirdikleri (kötü) şeylerden sorumlu tutmaz.
Bir rivayette ise Gönüllerinden vesveseyi geçirmedikçe ifadesi yer almaktadır.
Ebu Davud'un rivayet ettiği lafız ise şu şekildedir:
"Gerçekten Allah, ümmetimin (fiilen) yapmadığı ya da (dille) söylemediği, (fakat) gönüllerinden geçirdikleri (kötü) şeylerden sorumlu tutmaz.
6. Ebu Hureyre (r.a)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Resulullah (s.a.v) vefat edip ondan sonra Ebu Bekr (r.a) halife seçildiği
ve bazı Arap toplulukları dinden döndüğü zaman Ömer ibnu'l-Hattâb, EbuBekr'e:
Allah'a yemin ederim ki, namaz ile zekatın arasını ayıranlarla mutlaka savaşacağım. Çünkü zekat, malî bir haktır. Allah'a yemin ederim ki, Resulullah (s.a.v)'e vermiş oldukları bir oğlağı bile bana vermezlerse, vermemelerinden dolayı onlarla muhakkak savaşırım' diye cevap verdi. Bunun üzerine Ömer:
Allah'a yemin ederim ki, Allah, Ebu Bekr'in gönlünü savaş için genişletmiş ve onun (bu konudaki) görüşünün hak olduğunu anladım dedi.
Bir rivayette ise, Vermiş oldukları bir deve yularını ifadesi yer almaktadır.
7. Ebu Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Kendisini dağdan aşağıya atıp da canına kıyan kimse, cehennem ateşi içinde ebedi ve daimi olarak yuvarlanıp duracaktır. Zehir yutup da canına kıyan kimse, o zehiri cehennem ateşi içinde ebedi ve daimi olarak yutmaya çalışacaktır. Kendisini bir demir parçasıyla öldüren kimse ise, elinde o demir parçası olduğu halde, onu karnına saplar bir vaziyette cehennem ateşinde ebedi olarak kalacaktır.
Bu hadisi(n bu şekildeki metnin)i; Buhârî, Müslim, Tirmizî ile Nesâî rivayet etmiştir:
Yalnız Nesâî, bir demir parçası" ifadesinden sonra. Demir parçasını karnına saplayarak" ilavesi yer almaktadır.
Ebu Dâvud ise, (bu hadisin) "zehir" ile ilgili bölümünü rivayet etmiştir. Konu ile ilgili hadisin lafzı şu şekildedir:
Zehir yutup canına kıyan kimse, o zehir (kadehin)i elinde, cehennem ateşi içinde ebedi ve daimi olarak yutmaya çalışacaktır.
8. Ebu Kılâbe yoluyla Sabit ibnu'd-Dahhâk (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Sabit, Ebu Kılâbe'ye; Resulullah {s.a.v)'e, ağacın altında bey'at ettiğini ve Aliah Rasulunun şöyle dediğini haber verdi:
Kim İslam'dan başka bir din adına yalan yere kasten yemin ederse, o kimse, dediği gibi (o dinden) olur. Kim de kendini herhangi bir şeyle öldürürse, kıyamet günü (kendini öldürdüğü) o şeyle azab olunur. Kişi, sahip olamadığı bir şey hususunda adakta bulunamaz' buyurmuştu.
Bir rivayette ise, şu ilave yer almaktadır:
Mümin kimseye lanet etmek, onu öldürmek gibidir. Herkim, mümin bir kimseyi küfürle itham ederse, onu öldürmüş gibidir. Kim kendisini herhangi bir şeyle keserse, kıyamet gününde, o şeyle kesilir.
Diğer bir rivayette ise, şu ilave yer almaktadır:
Kim malını çok göstermek için yalan yere bir şey iddia ederse, Allah, o enin malını daha ziyade azaltmaktan başka bir şey yapmaz.
Tirmizî'nin bir rivayetinde ise, Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Kişi, sahip olamadığı bir şey hususunda adakta bulunamaz. Mümine lanet eden kimse, onu öldüren gibidir. Bir mümini kafirlikle itham eden kişi, onu öldüren gibidir. Herhangi bir şeyle kendini öldüren kişiye, Alîah, kıyamel gününde, kendini öldürdüğü şeyle azab edecektir.
Bazı rivayetlerde, Hz. Peygamber (s.a.v)'in Sahip olamadığı bir şey hususunda..." ifadesi yer almaktadır.
9. Ebu Hureyre (r.a)'dan rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
"Zina eden kimse, zina ederken, mümin olarak zina etmez. Hırsızlık yapan kimse, hırsızlık yaparken, mümin olarak hırsızlık yapmaz. İçki içen kimse de, içki içerken, mümin olarak içmez.
(İbn Şihâb) der ki: (Hadisin) ravisi Ebu Bekr, Ebu Hureyre'den naklen der ki: "Ebu Hureyre, bu sözlere: İnsanların gözleri önünde kıymetli bir şeyi zorla yağma eden kimse, yağma ederken, mümin olarak yağma etmez1 ifadesini eklemiştir. (Hadisin lafeı Müslim'e aittir.)
Benzeri bir rivayette, değerli bir şey" ifadesi düşmüştür.
Başka bir rivayette ise İnsanların gözleri önünde yağma eden kimse" ifadesi düşmüştür. Diğer bir rivayette ise, şu ilave vardır;
Sizden biriniz ganimete hainlik ederken, mümin olarak hainlik etmez. Dolayısıyla (ganimetten mal aşındırmaktan) sakının! Sakının!
Müslim'in rivayetinde, olarak" ifadesinden sonra tır ifadesi, ilave olarak gelmemiştir.
Tirmizî'nin rivayeti ise, şu şekildedir:
İçkiyi içerken, mümin 'Tevbe (kapısı), henüz açıktır.
Zina eden kimse, zina ederken, mümin olarak zina etmez. Hırsızlık yapan kimse, hırsızlık yaparken, mümin olarak hırsızlık yapmaz. Fakat tevb (kapısı) açıktır.
Nesâî'nin rivayeti de, şu şekildedir:
Zina eden kimse, mümin olarak'tina etmez. Mümin olarak hırsızlık yap maz. Mümin olarak içki içmez. (Ebu Hureyre der ki: Dördüncü bir şey dahc söyledi. Fakat ben onu unuttum.) Bunları yapan kimse, İslam'ın bağlarını ko parmış olur. Eğer tevbe ederse, Allah onun tevbesini kabul eder.
10. Enes b. Mâlik (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Peygamber (s.a.v) ile birlikte mescitte oturduğumuz bir sırada deve üstünde bir kimse gelip devesini mescide çökertip sonrada onu bağladı. Ondan sonra:
Muhammed hanginizdir?1 diye sordu. Peygamber (s.a.v), sahabilerin
arasında dayanmış oturuyordu. Ona:
İşte dayanmış olan şu beyaz kimsedir' dedik. Adam:
Ey Abdulmuttalib'in oğlu!' diye hitap etti. Hz. Peygamber (s.a.v):
Seni dinliyorum1 dedi. Adam:
Ben sana bazı şeyler soracağım. Fakat soracaklarım pek ağırdır. Gönlün, bana incinmesin' dedi. Hz. Peygamber (s.a.v): Aklına geleni sor?' dedi. Adam:
Senin ve senden öncekilerin Rabbi aşkına, seni bütün insanlara (peygamber olarak) Allah mı gönderdi?' diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.v):
Ya Allah, evet' diye cevap verdi. Adam:
Allah aşkına, bir gün ve bir gece içinde beş vakit namaz kılmamızı sana Allah mı emretti?' diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.v):
Ya Allah, evet' diye cevap verdi. Adam:
Allah aşkına, yılın şu bilinen ayında oruç tutmamızı sana Allah mı emretti?' diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.v):
Ya Allah, evet' diye cevap verdi. Adam:
Allah aşkına, şu zekatı zenginlerimizden alıp da fakirlerimize dağıtmayı sana Allah mı emretti?' diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.v):
Ya Allah, evet' diye cevap verdi. Adam:
Sen ne getirdin ise, ben ona iman ettim. Kavmimden geride kalanların elçisiyim. Ben, Sa'd b. Ebi Bekr oğullarının kardeşi Dımâm ibn Sa'lebe'yim dedi.
Müslim'in rivayetinde, Enes b. Mâlik şöyle der:
Resulullah (s.a.v)'e bir şey sormaktan yasaklanmıştk. Bundan dolayı çöl halkından aklı başında bir adam gelerek biz de dinlemek şartıyla Hz. Peygamber (s.a.v)'e soru sorması çok hoşumuza giderdi. Derken çöl halkından bir adam gelip:
Ey Muhammed! Bize senin elçin gelip şöyle bir söz söyledi. Güya sen, Allah'ın seni peygamber olarak gönderdiği iddiasında bulunu-yormuşsun öyle mi?' dedi. Resulullah (s.a.v):
(Evet,) doğru söylemiş' buyurdu. O zat:
Şu halde gökyüzünü yaratan kimdir?' diye sordu. Resulullah (s.a.v):
Allah'tır' buyurdu. O zat:
Ya yeri kim yaratmıştır?' diye sordu. Resulullah (s.a.v):
Allah'tır' buyurdu. Adam:
(Peki) şu dağlan kim (bu şekilde) dikti ve onlarda her ne yarattı ise kim yarattı?' diye sordu. Resulullah (s.a.v):
Allah'tır' buyurdu. Adam:
Öyleyse gökyüzünü ve yeri yaratan, şu dağları diken Allah aşkına seni Allah mı (peygamber olarak) gönderdi?' diye sordu. Resulullah (s.a.v):
Evet' buyurdu. Adam:
Hem senin elçin, bize, günümüz ve gecemizde beş vakit namazın farz olduğunu söyledi?' dedi. Resulullah (s.a.v): Doğru söylemiş' buyurdu. Adam:
Öyleyse seni gönderen Allah aşkına, bunu sana Allah mı emretti diye sordu. Resulullah (s.a.v):
Evet' cevabını verdi. Adam:
Elçin bize, mallarımızdan zekat vermenin farz olduğunu söyledi' dedi. Resulullah (s.a.v):
Doğru söylemiş' buyurdu. Adam:
Seni gönderen Allah aşkına, bunu sana Allah mı emretti' diye sordu. Resulullah (s.a.v):
Evet' cevabını verdi. Adam:
Elçin bize, yılda bir, Ramazan ayı orucunun farz olduğunu söyledi1 dedi. Resulullah (s.a.v):
Doğru söylemiş' buyurdu. Adam:
Seni gönderen Allah aşkına, bunu sana Allah mı emretti' diye sordu. Resulullah (s.a.v):
Evet cevabını verdi. Adam:
Elçin bize, yoluna gücü yetenlerimize Beyt(ullah)ı hac etmenin farz olduğunu söyledi.' Resulullah (s.a.v):
Doğru söylemiş1 buyurdu. Enes der ki: Sonra o adam:
Seni hak (din) ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, bu farzlardan fazla ve eksik yapmam' diyerek dönüp gitti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v):
Yemin olsun ki, eğer bu adam doğru söyledi ise, mutlaka cennete girer buyurdu.
Tirmizî, Müslim'in rivayetine benzerbîr rivayeti nakletmiştir.
Nesâî'de, Buhârî ile Müslim'in rivayetine benzer bir rivayeti nakletmiştir.
Ebu Dâvud'da, Buhârî'nin rivayet ettiği hadisin baş tarafından "sana (bir şeyler) soracağım" ifadesine kadar rivayet edip daha sonra şöyle demiştir: "Bundan sonra Enes, hadisin tamamını zikretmiştir.
11. Abdullah İbn Abbâs (r.anhümâ)'dan rivayet edilmiştir:
Bir kadın, Abdullah ibn Abbâs'a, küpte yapılan şırayı (nebîzi) sordu. Bunun üzerine Abdullah İbn Abbâs şöyle dedi:
Abdulkays kabilesinin heyeti, Hz. Peygamber (s.a.v)'in yanına gelmişti. Hz. Peygamber (s.a.v):
Abdulkays, kabileler İçerisinde Hz. Peygamber (s.a.v)'e ilk gelen heyettir. Bu kabile, Mekke'nin fethedildiği yıl gelmiştir. Heyetin başında, Eşeccu'l-Asarî lakabını taşıyan Münzir b. Aiz bulunuyordu. Bunların kişi oldukları ihtilaflıdır.
Bu gelen heyet ya da kavim kimlerdir?' diye sordu. (Yanında bulunan kimseler:)
Rebîalılar' dediler. Hz. Peygamber (s.a.v):
Ey gelen heyet ya da kavim! Hoş geldiniz. (İnşallah) bu ziyaretten ötürü memnun kalır, pişman olmazsınız' buyurdu. (Gelen kimseler):
Ey Allah'ın resulü! Doğrusu biz, uzak bir yerden geliyoruz. Sizinle bizim aramızda şu kâfir kabile Mudarlılar var. Bu sebeple yanınıza ancak haram ayında gelmeye güç yetirebiliyoruz. Dolayısıyla bize, (kesin ve) açık bir amel emret ki, hem bu ameli geride bıraktıklarımıza da öğretelim ve hem de bu amelle cennete girelim' dediler.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v), onlara dört hususu emret ve dört hususu da yasakladı. (Emrettiği hususlar şunlar:)
(İlk önce) onlara tek olan Allah'a iman etmeyi emretti ve (daha sonra da onlara:)
İman nedir biliyor musunuz?' diye sordu. Onlar da.
Allah ve Resulü daha iyi bilir!' dediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna şahadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucu tutmak, harpte elde edilen ganimetten beşte birini ödemenizdir buyurdu.
Resulullah (s.a.v), onlara, (şıra yapmada kullandıkları şu kaplan kullanmalarını) yasakladı: Dubbâ (su kabağından yapılmış testiler), Hantem (topraktan yapılmış küp), Müzeffet (içi ziftle yada katranla cilalanmış kap), Nakîr (hurma kökünden aynlan çanak).
Hadisin ravisi Şu'be: 'Galiba Mukayyer'den de' dedi.
Resûlullah (s.a.v): 'Bunları iyi anlayın ve geride kalanlarınıza haber verin1 buyurdu.
Benzer bir rivayette, şu ifade yer almaktadır:
Dubbâ, Nakîr, Hantem, Müzeffet'te şıra yapmayı size yasaklıyorum. Bir rivayette ise, şu ilave vardır:
Resulullah (s.a.v), Eşecc b. Abdulkays'a;
Sende iki özellik var ki, Allah, senin bu iki özelliğini sever. Bunlar: Yumuşak huylu hık ve acele etmemek' buyurdu.
Başka bir rivayette ise, şu ilave vardır:
Allah'tan başka ilah yoktur" (buyurmuş, daha sonra da) bir parmağım yummuştur.
Tirmizî ise, hadisin bir kısmını rivayet etmiş olup rivayet ettiği hadisin lafzı şu şekildedir:
Abdulkays heyeti, Resulullah (s.a.v)'e geldiği zaman:
Biz Rebia'nm şu kabilesi (nin bir koiu)yuz. Fakat biz sana ancak haram aylarda gelebiliyoruz. Bize öyle bir şey emret ki, onu senden alakm ve arkamızda olanları da ona davet edelim' dediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v): Size dört hususu emrediyorum: Allah'a îman. Sonra bunu, onlara: 'Allah'tan başka ilah olmadığına ve benim Allah'ın resulü olduğuna şahadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek ve elde ettiğiniz ganimetin beşte birini vermeniz şeklinde açıkladı.
Nesâî ve Ebu Dâvud, bu hadisi uzunca bir şekilde rivayet etmiştir. Hadisin baş kısmı şu şekildedir:
Abdulkays heyeti, Resulullah (s.a.v)'e gelip:
Biz Rebia'nm şu kabilesi (nin bir kolu)yuz. Fakat biz sana ancak haram aylarda gelebiliyoruz. Bize öyle bir şey emret ki, onu senden alalım ve arkamızda olanları da ona davet edelim' dediler.
Bu hadis, Buhârî ve Müslim'in rivayetine benzemektedir.
Ebu Davud'un diğer bir rivayetinde, Naldr ve Mukayyer (kelimelerini rivayet etti. Fakat) Müzeffet (kelimesini) rivayet etmedi" ifadesi yer almaktadır.
Yine Ebu Davud'un başka bir rivayeti ise, muhtasar olarak Tirmizî'nin rivayetine benzemektedir. Fakat bu hadisin baş kısmı şu şekildedir:
Abdulkays heyeti, Resulullah (s.a.v)'e geldiği zaman, (Hz. Peygamber) onlara (ilk önce) Allah'a imanı emredip:
Allah'a iman nedir biliyor musunuz?' buyurdu. Onlarda:
Allah ve resulü daha iyi bilir' dediler. Hz. Peygamber (s.a.v):
Allah'tan başka ilah olmadığına (ve hadisin sonunda ise,) 'ganimet mallarının beşte birini vermeniz' buyurdu.
12. Abdullah İbn Abbâs (r.anhümâ)'dan rivayet edilmiştir:
Resulullah (s.a.v), süt içti. Bunun üzerine ağzını çalkaladı ve Bu (süt), yağlıdır buyurdu.
13. Abdullah ibn Zeyd ibn Asım el-Ensârî'den rivayet edilmiştir:
Abdullah ibn Zeyd'e:
Bize, Resulullah (s.a.v)'in abdest alışı gibi abdest al' dediler. Bunun üzerine Abdullah, (orada bulunanlardan) bir kap (su) isteyerek o kaptan ellerine su döküp ellerini üç defa yıkamış, sonra da elini kaba daldırarak ondan su almış ve bir avucundan, hem ağzına su çekmiş ve hem de burnuna su çekmiş. Bunu üç defa tekrarlamış. Sonra elini su kabına daldırarak su alıp yüzünü üç defa yıkamış, sonra elini kaba daldırarak su alıp ellerini dirsekleriyle beraber ikişer ikişer yıkamış. Sonra yine elini su kabına daldırarak su çıkarıp başını mesh etmiş. (Başını mesh ederken,) iki elini, öne ve arkaya doğru götürmüş, sonra ayaklarını topuklanyla birlikte yıkamış. Daha sonra da:
Resulullah (s.a.v)'in abdest alış şekli işte bu şekildeydi' demiş.
Bir rivayette İse, şu ifade yer almaktadır:
Başının ön tarafından başlayıp ellerini ensesine doğru götürür ve sonra da ellerini gerisin geriye ilk başlangıç yerine kadar getirirdi.
Bir rivayette is, Abdullah b. Zeyd şöyle der:
Resulullah (s.a.v) geldi. Biz onun için bakırdan bir tas içinde su çıkardık.
(O sudan) abdest aldı. (Abdest alışı sırasında) yüzünü üç defa, ellerini de iki şer defa yıkadı. Başını mesh edip başın önünü ve arkasını sıvazladı. Ayaklan-nı da yıkadı.
Bu hadisi(n bu şekildeki metinlerin)i, Buhârî iie Müslim rivayet etmiştir. Yine Buhârî'nin bir rivayetinde, şu ifade yer almaktadır:
"Hz. Peygamber (s.a.v), (abdest organlannı) ikişer İkişer yıkamak tiyle) abdest aldı.
Müslim'in bir rivayetinde ise, şu ifade yer almaktadır:
"(Abdullah b. Zeyd) Resuİullah (s.a.v)'i (n şu şekilde) abdest aldığını görmüş: (İlk önce) ağzına su çekti, (sonra) burnuna su çekti. Sonra yüzünü üç defa, sağ elini üç defa, diğer elini üç defa yıkadı. Elinin artığı olmayan (yeni) bir suyla başına mesh etti. Ayaklannı da, tertemiz edinceye kadar yıkadı.
Ebu Davud'un rivayetinde ise, Daha sonra) suyu ellerine suyu döküp ellerini yıkadı, sonra ağzına ve burnuna su üç defa su çekti ifadesi yer almaktadır.
Yine Ebu Dâvud bir rivayetinde, (Abdullah b. Zeyd'den bir önceki) hadisin aynısını rivayet edip (ilave olarak şunu nakletmiştir:)
Ağzına ve burnuna, bir eliyle su çekip bunu üç kere tekrarladı." Daha sonra Abdulla b. Zeyd, adisin geriye kalan kısmını aynen zikretti.
Yine Ebu Davud'un bir rivayeti ise şu şekildedir:
(Abdullah b. Zeyd,) Resuİullah (s.a.v)'in abdest alışını görüp onun abdest alış şeklini zikrederek şöyle demiş:
Başını, ellerinin artığı olmayan (yeni) bir su ile mesh etti. Ayaklarını da, tertemiz edinceye kadar yıkadı.
Nesâî'de, bu hadisin bir benzerini rivayet etmiştir. Tirmizî'nin bir rivayeti ise şu şekildedir:
Resuİullah (s.a.v), başını iki eliyle mesh edip başının ön tarafından başlayıp ellerini ileri ve geri hareket ettirdi. Başının ön tarafından başlayıp ensesine doğru götürür ve sonra da ellerini gerisin geriye ilk başlangıç yerine kadar getirirdi. Daha sonra da ayaklarını yıkadı.
Yine Tirmizî'nin diğer bir rivayeti de şu şekildedir:
(Abdullah b. Zeyd,) Peygamber (s.a.v)'in abdest alışını gor(üp (onun abdest alış şeklini şu şekilde zikret) m iştir: Peygamber (s.a.v), başını, ellerinin artığı olmayan (yeni) bir su ile mesh etti.
Yine Tirmizî'nin başka bir rivayeti de şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v) (şu şekilde) abdest aldı: Yüzünü üç ker yıkadı. Kollarını ikişer defa yıkadı. Başını mesh etti. Ayaklannı ikişer defa yıkadı. Nesâî'de diğer bir rivayeti ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v) (şu şekilde) abdest aldı: Yüzünü üç defa, kollarını ikişer defa yıkadı. Ayaklarını iki defa yıkadı. Başını da iki defa mesh etti.
14. Abdullah ibn Ömer (r.anhümâ)'dan rivayet edilmiştir:
Bir ihtiyacım sebebiyle (kız kardeşim) Hafsa'nın evinin damının üstüne çıkmıştım. Buesnada Hz. Peygamber (s.a.v)'i; önünü Şam'a ve arkasını da Kıbleye dönmüş vaziyette (büyük) abdestini bozarken (gözlerimle) gördüm.
Bu hadisifn bu .şekildeki metnin)!; Buhârî, Müslim ve Tirmizî rivayet etmiştir.
Buhârî'nin bir rivayeti şu şekildedir:
Abdullah ibn Ömer der ki: Bazı insanlar:
(Büyük) abdest bozmak için oturduğun zaman Kıbleye ve Beytu'1-Makdis'e karşı yönelme diyorlar. Abdullah ibn Ömer de:
Doğrusu bir gün bizim evin damının üstüne çıkmıştım. Bu esnada Resulullah (s.a.v)'i, (büyük) abdest bozmak için Beytu'l-Makdis'e doğru iki kerpiç üzerine oturduğunu (gözlerimle) gördüm' dedi.
Bir rivayette, Vâsi' ibn Hibbân şöyle der:
Mescitte namaz kılıyordum. Abdullah ibn Ömer'de sırtını Kıble'ye doğru dayanmış oturuyordu. Ben namazımı bitirince, bulunduğum yerden (kalkarak) onun yanına gittim. (Bu sırada) Abdullah şunları söylüyordu:
(Bazı) insanlar, (büyük) abdest bozmak için oturduğun zaman Kıbleye ve Beytu'l-Makdis'e karşı yönelme' diyorlar.
(Devamla:) Allah adına yemin ederim ki, bir evin damının üstüne çıkmıştım. Bu esnada Resulullah (s.a.v)'i, (büyük) abdest bozmak için Beytu'l-Makdis'e doğru iki kerpiç üzerine otururken (gözlerimle) gördüm1 dedi.
Nesâî ve Ebu Dâvud, bu rivayetin son bölümünü nakletmiştir. Hadisin başlangıcı,
Doğrusu çıkmıştım. (Büyük) abdest bozmak için" şeklindedir.
15. Hz. Aişe (r.anhâ)'dan rivayet edilmiştir:
"Ben, Peygamber (s.a.v)in elbisesinden cünüplük (izi olan sperm)i yıkardım.Peygamber (s.a.v), elbisesinde yıkama izi olduğu halde (insanlara) namaz (kıldırmak için mescide) çıkardı.
Konu ile ilgili bir rivayet şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v) (elbisesine bulaşan) spermi yıkar, sonra bu elbise ile namaz (kıldırmak için mescide) çıkardı. Ben, elbisede yıkamanın izini görürdüm.
Müslim'in konu ile ilgili bir rivayeti ise şu şekildedir:
Bir adam, Aişe'ye misafir olmuştu. Adam sabahleyin elbisesini yıkamaya başlamıştı. Aişe, (ona): Eğer spermi gördünse, (değdiği) yeri yıkaman sana yeterdi. Eğer görmedinse, etrafını yıkardın. Vallahi, ben, spermi Resulullah (s.a.v)'in elbisesinden ovalayarak çıkardığımı bilirim. Sonra da o elbiseyle namaz kılardı.
Müslim'in konu ile ilgili diğer bir rivayeti ise şu şekildedir:
Aişe, sperm hakkında der ki: Ben, onu, Resulullah (s.a.v)'in elbisesinden ovalardım.
Müslim'in konu ile ilgili başka bir rivayetinde, Abdullah b. Şihâb el-Hav-lânî şöyle der:
Aişe'ye misafirliğe gitmiştim. (Üzerimde bulunan) iki elbiseme birden il tilam olmuştum. Bunun üzerine elbiselerimi suya batırdım. Derken Aişe'n: bir cariyesi beni(m elbise yıkadığımı) görüp ona haber verdi. O da bana hi ber göndererek (yanına çağırtıp):
Elbiselerini böyle yapmaya seni ne sevk etti?' diye sordu. Ben de
Uyuyan kimsenin uyku halinde gördüğünü gördüm' dedim. Aişe:
Elbiselerde bir şey gördün mü? diye sordu. Ben de:
Hayır' diye cevap verdim. Aişe:
Eğer elbiselerinde bir şey görmüş olsaydın, onu yıkar miydin Çünkü ben, bizzat kendimin Resulullah (s.a.v) in elbisesinden spenr kuru olarak tırnağımla iyice kazıdığımı bilirim' dedi.
Tirmizî'nin konu ile ilgili rivayeti şu şekildedir:
Aişe, Resulullah (s.a.v)'in elbisesinden spermi yıkamıştı.
Yine Tirmizî'nin diğer bir rivayetinde, Hemmâm ibnu'l-Hâris şöyle der:
Aişe'ye bir misafir gelmişti. Aişe, gelen misafire, sarı bir yorgan veril meşini emretti. Yorganı örtünerek uyuyan misafir (o gece) ihtilam oldu. Misa fir, yorganı, üzerinde ihtilam eseri olduğu halde göndermekten utandı. Dola yısıyla da yorganı (yıkamak için) suyun içine soktu. Sonra da (yıkanmış vaziyette yorganı geri) gönderdi. Bunun üzerine Aişe:
Yorganımızı neden bozdu? (Yorgana değen spermi) sadece parmaklan arasında ovalaması yeterliydi. (Bu tür hallerde) Resulullah (s.a.v)'in elbisesini bazen parmaklarımla ovaladığım olmuştu' dedi.
Ebu Davud'un rivayetinde ise, Süleyman b. Yesar şöyle der:
Aişe'nin:
Ben, Resulullah (s.a.v)in elbisesinden spermi yıkardım. Daha sonra elbisedeki temizleme izlerini görürdüm' dediğini işittim.
Yine Ebu Davud'un diğer bir rivayetinde, Hemmâm ibnu'l-Hâris şöyle der:
(Bir gün) Hemmâm, Aişe'nin yanında (misafir) iken ihtilam olmuştu. Elbisesini yada elbisesindeki cünüplük izini (spermi) yıkarken Aişe'nin cariyesi onu gördü ve (onun bu halini) Aişe'ye haber verdi. Bunun üzerine Aişe:
(Şu anda) Resulullah (s.a.v)'in elbisesinden spermi ovaladığımı görür (gibiyim)' dedi.
Yine Ebu Davud'un konu ile İlgili kısa bir rivayetinde, Hz. Aişe şöyle der:
Ben, Resulullah (s.a.v)'in elbisesinden spermi ovalardım. Resululîah s.a.v'de, o elbiseyle namaz kılardı.
Nesâî'nin rivayetinde ise, Hz. Aişe şöyle der:
Ben, Resulullah (s.a.v)'in elbisesinden spermi ovaladığımı hatırlıyorum.
Yine Nesâî'nin diğer bir rivayetinde, Hz. Aişe şöyle der:
Ben, Resulullah (s.a.v)'in elbisesinde sperm gördüğümde onu bir şeyle kazırdım.
Yine konu ile ilgili başka bir rivayette, Hz. Aişe şöyle der:
Ben, Resulullah (s.a.v)'in elbisesinden spermi ovalardım. Resulullah (s.a.v)'de, o elbiseyle namaz kılardı.
16. Hişâm b. Urve, o da (babası) Urve ibnu'z-Zubeyr yoluyla Hz. Aişe (r.anhâ)'dan şöyle rivayet edilmiştir;
Urve ibnu'z-Zubeyre:
Hayızlı kadının bana hizmet etmesi yada kadının cünüp iken yanıma gelmesi caiz midir?' diye soruldu. Urve ibnu'z-Zubeyr'd e:
Bana göre, bunun hepsi caizdir. Bundan dolayı hiçbir taraf için bir sakınca yoktur. Bana, Aişe (bu durumu) şöyle haber verdi:
Kendisi hayızlı olduğu halde ve odasında otururken, Resulul-lah (s.a.v), mescitte i ti kafa girdiği zaman, Resulullah (s.a.v), başını
Aişe'ye doğru uzatır, o da Resulullah (s.a.v)in başını tarardı diye cevap verdi.
Konu ile ilgili bir rivayette, Hz. Aişe şöyle der:
Peygamber (s.a.v), itikafta iken, mescitten başını bana uzatırdı. Ben de hayızlı olduğum halde, onun başım tarardım.
Yine konu ile ilgili bir rivayet şu şekildedir:
Aişe hayızlı olduğu halde ve odasında otururken, Peygamber (s.a.v} mescitte itikafa girdiği zaman başını ona uzatırdı. O da, Peygamber (s.a.v)'in başını tarardı.
Bir rivayette ise Peygamber (s.a.v), itikafta olduğu zaman, eve, ancak bir hacet (büyük ve küçük abdesti) için girerdi" ilavesi yer almaktadır.
Diğer bir rivayette, Peygamber (s.a.v), eve ancak insanın hacetinden dolayı girerdi" ilavesi yer almaktadır. Konu ile ilgili başka bir rivayet ise şu şekildedir:
Ben, hayızlı olduğum halde Resulullah (s.a.v)in başını tarardım. Konu ile ilgili diğer bir rivayette ise şu şekildedir:
Ben, hayızlı olduğum halde Resulullah (s.a.v)'in başını yıkardım. Müslim'in konu ile ilgili bir rivayeti ise şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v), itikafta olduğu zaman başını mescitten bana doğru çıkarırdı. Ben de hayızlı olduğum halde onun (başını) yıkardım.
Konu ile ilgili başka bir rivayet ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v), itikafa girdiği zaman başını bana uzatırdı. Ben de onun başını tarardım. Eve de ancak insanın hacetinden dolayı girerdi. Ebu Davud'un rivayeti ise şu şekildedir:
"Resulullah (s.a.v) mescitte itikafa girdiği zaman odanın deliğinden (kapısından) başını bana doğru uzatırdı. Ben de onun başını yıkardım."
(Hadisin ravisi) Müsedded der ki: "Aişe'nin 'hayızlı olduğum halde başını tarardım' dediğini söyledi.
Diğer bir rivayette ise Peygamber (s.a.v), (mescitte) itikafta iken, ben de hayızlı olduğum halde onun başını yıkardım" ifadesi yer almaktadır.
17. Hz. Aişe (r.anhâ)'dan rivayet edilmiştir: "(Muâze adında) bir kadın, Aişe'ye:
Biz kadınlardan biri, (hayızdan) temizlendiği zaman (hayız zamanında kılamadığı) namazını kaza etmeli mi?' diye sordu. Aişe'de:
Sen, Harûriyye misin? Biz, Peygamber (s.a.v) ile birlikte (bulunduğumuz sırada) hayız olurduk. Fakat bize, (hayızlı iken kılamadiğimiz) namazı kaza etmeyi emretmezdi yada biz bunu yapmazdık1 diye cevap verdi.
Konu ile ilgili bir rivayette Muâze der ki:
Aişe'ye:
Neden hayızh kadın orucu kaza ediyor da, namazı kaza etmi yor?' diye soru sordum. Aişe:
Sen, Harûriyye misin?' dedi. Ben de:
Harûriyye değilim, fakat (bunun hükmünü öğrenmek için) soı yorum' dedim. Aişe:
(Peygamber hayattayken) bu iş, bizim başımıza gelirdi. Dolaı sıyla da orucu kaza etmekle emrolunurduk. Fakat namazı kaza et-me le emrolunmazdık diye cevap verdi.
Konu ile ilgili diğer bir rivayet ise şu şekildedir:
Kadının biri, Aişe'ye:
Bizden biri, hayız günlerinde kılamadığı namazlarını (daha soı ra) kaza eder mi?' diye soru sordu. Aişe'de:
Sen, Harûriyye misin? (Peygamber hayattayken) herhangi bh miz hayız olurdu. Fakat (hiç birimiz, kılamadığımız namazları) kaa etmekle emrolunmazdı' diye cevap verdi.
Konu ile ilgili başka bir rivayet ise şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v)'in hanımları elbette hayız görürlerdi. Yoksa Resululla (s.a.v), namazı kaza etme ile ilgili hammlanna bir şey mi emretmiş?
Nesâî'nin bir rivayeti ise şu şekildedir:
Biz, Peygamber (s.a.v) zamanında hayız olurduk. Daha sonra temizlendiğimizde, bize (hayızh iken tutamadığımız) orucu kaza etmeyi emrederdi. Fakat (kılamadığımız) namazı kaza etmeyi emretmezdi.
Yine Nesâî'nin bir rivayeti şu şekildedir:
Kadının biri, Aişe'ye:
Hayizlı kadın, (hayızh iken kılamadığı) namazı kaza etmeli mi?' diye sordu. Aişe:
Sen, Harûriyye misin? Peygamber (s.a.v) zamanında hayız olurduk (Hayız sırasında) namazı kaza etmezdik. Kaza etmekle de emr-olunmazdık' diye cevap verdi.
18. Abdurrahman ibn Ebzâ'dan rivayet edilmiştir: "Adamın biri, Hz. Ömer'e gelip:
Doğrusu ben cünüp oldum. Fakat su bulamadım' dedi. Ömer:
Namaz kılma' diye cevap verdi. Bunun üzerine Ammâr b. Yâsir:
Hatırlar mısın, Ey Müminlerin Emiri! Hani senle ben, bir seriyyede idik. İkimizde cünüp olmuştuk, fakat su bulamamıştık. Sen namaz kılmamıştın. Fakat ben, toprakta yuvarlanıp (sonra da) namazımı kılmıştım. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v):
Sana sadece ellerini yere vurman, sonra (ellerine bulaşan toprağı) üfürmeni, sonra da ellerinle, yüzüne ve kollarına mesh etmen yeterdi' buyurmuştu dedi. Bunun üzerine Ömer:
Ey Ammâr! Allah'tan kork1 dedi. Ammâr:
İstersen, bunu hiç söylememiş olayım' dedi. Ömer:
(Bu teyemmüm olayından) üzerine aldığın sorumluluğu sana bırakıyoruz1 dedi.
Ebu Davud'un rivayeti ise şu şekildedir:
(Abdurrahman ibn Ebzâ der ki:) Ben, Ömer'in yanında idim. Adamın biri gelip:
Biz, bir - iki ay bir yerde kalıyoruz. (Dolayısıyla cünüp olup su bulamıyoruz. Ne yapalım)' dedi. Ömer:
Ben olsam, su buluncaya kadar yıkanmam' cevabını verdi. (Orada bulunan) Ammâr:
Hatırlar mısın, Ey Müminlerin Emiri! Hani seninle deve (gütmek) de İdik. İkimizde cünüp olmuştuk. Bunun üzerine ben, yerde yuvarlandım. Resulullah (s.a.v)'a gelip durumu anlattım. Resulullah (s.av):
Şöyle yapman sana yeterdi' buyurup (daha sonra) ellerini yere vurdu, sonra ellerine üfledi, sonra da elleriyle yüzünü ve kolunun yarısına kadar kollarını mesh etti' dedi. Ömer:
Ey Ammâr! Allah'tan kork' dedi. Ammâr:
Ey Müminlerin Emiri! Allah'a yemin ederim ki, eğer istersen bu olayı ebediyen (bir daha) söylemem' dedi. Bunun üzerine Ömer:
Hayır, Allah'a yemin ederim ki, teyemmüm olayından üzerine aldığın sorumluluğu sana bırakıyorum' dedi.
Yine Ebu Davud'un bu hadis ile ilgili diğer bir rivayeti ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v):
Ey Ammâr! Şöyle yapman sana yeterdi' buyurdu.
Daha sonra Peygamber (s.a.v) ellerini bir kere yere vurdu, sonra bir elini diğer eline vurdu, sonra yüzünü ve dirseklerini aşmadan, kollarının yansına kadar mesh etti.
Yine Ebu Dâvud, bu kıssa ile ilgili başka bir rivayeti şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v):
(Ey Ammâr!) Sana sadece şunu (yapman) yeterdi' buyurdu.
Daha sonra Peygamber (s.a.v) elini yere vurdu, sonra eline üfledi, sonra da yüzünü ve ellerini mesh etti."
(Hadisin ravisi) Seleme şüphe edip: "Bu hadiste, (Resulullah'ın,) dirseklere kadar mı, yoksa bileklere kadar (manasına gelen bir şey) mi (dediğini) bilmiyorum' dedi.
Yine Ebu Davud'un bu hadisle ilgili bir rivayetinde Ammâr b. Yâsir şöyle der:
(Ammâr b. Yâsir der ki:) Peygamber (s.a.v)'e teyemmümü sordum. Bunun üzerine bana, hem yüz ve hem de eller için bir defa (yere ellerimle) vurmamı emretti.
Yine Ebu Davud'un bu hadisle ilgili diğer bir rivayeti de şu şekildedir:
Katâde'ye teyemmümün hükmü soruldu. O da, Ammâr'm: Resulullah (s.a.v), (bana, yüzü ve) dirseklere kadar (ellerimi mesh etmemi emretti)' dediğini haber verdi.
Nesâî'nin bir rivayetinde Ammâr b. Yâsir şöyle der:
Resulullah (s.a.v) İle birlikte toprakla teyemmüm yapıp yüzlerimizi, omuzlarımiza kadar mesh ettik.
Tirmizî ise bu hadisi şu şekilde rivayet etmiştir:
Peygamber (s.a.v), Ammâr'a, yüz ve eller için teyemmümü emretti.
Tirmizî der ki: Ammâr b. Yâsir'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Peygamber (s.a.v) ile birlikte omuzlara ve koltuklara kadar (meshi ulaştırarak) teyemmüm ettik.
19. Ebu Hureyre (r.a.)'tan rivayet edilmiştir:
"Ebu Hureyre, cünüp olarak, Medine sokaklarından birinde, Peygamber (s.a.v) ile karşılaşmıştı. Hemen onun yanında sıvışıp gitmiş, yıkanmış. Sonra (Peygamberin yanına geri) gelmişti. Peygamber (s.a.v),
ona:
Ey Ebu Hureyre! Neredeydin?' diye sormuş. Ebu Hureyre'de:
Cünüp idim. Temizlenmemiş bir vaziyetteyken seninle birlikte oturmayı uygun görmedim diye cevap vermişti. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v):
Subhanallah! Mümin kimse pis olmaz buyurdu. Yine Buhârî'nin bir rivayetinde Ebu Hureyre şöyle der:
Cünüp iken, Resulullah (s.a.v) benimle karşılaşıp elimden tuttu. Böylece onunla birlikte yürüdüm. Sonunda (bir yerde durup) oturdu. Hemen onun yanından sıvışıp barındığım yere geldim ve yıkandım. Sonra (onun yanına geri) geldim. O halen oturuyordu. Bana: 'Ey Ebu Hureyre! Neredeydin?' diye sordu. Ben de, ona, (yaptığım şeyi) anlattım. Bunun üzerine: 'Subhanallah! Mü'mİn kimse pis olmaz buyurdu.
Müslim'in rivayeti de şu şekildedir:
Ebu Hureyre, cünüp olarak, Medine sokaklarından birinde, Peygamber (s.a.v)'e rastlamıştı. (Onu görür görmez) hemen onun yanından sıvışıp gitmiş, yıkanmış. Peygamber (s.a.v), onu(n niçin sıvışıp gittiğini) araştırmış. Ebu Hureyre geldiği zaman, ona:
Ey Ebu Hureyre! Nerdeydin?1 diye sormuş. Ebu Hureyre'de:
Ey Allah'ın resulü! Bana, cünüb olduğum bir sırada rastladın. Ben de yıkanmadıkça senin yanında oturmayı doğru bulmadım' demiş. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
Subhanallah! Mümin kimse pis olmaz' buyurdu.
Tirmizî'nin birinci rivayetinde, olsüsaîtf ifadesi yer almaktadır. Haşiye'de ise doğru olanın, kelimesinin; gizlendim saklandım manasında olduğu belirtilmektedir.
Başka bir rivayette ise kelimesi, geri çekildim manasında tefsir edilmiştir.
Ebu Dâvud'da, gizlendim" kelimesi, Nesâî'nin rivayetinde ise sıvıştım" kelimesi geçmektedir.
20. Abdullah ibn Abbâs (r. anhümâ)'dan rivayet edilmiştir:
Peygamber (s.a.v), iki mezarın yanından geçiyordu. (Mezarda azab gören iki insanın sesini işitince;)
Bunlar, azab görüyorlar. Azab görmeleri, büyük bir şey değildir. Bunların biri, İdrardan sakınmazdı. Diğeri de, koğuculuk yapardı buyurdu.
Bunun üzerine (yapraklan soyulmuş) yaş bir hurma dalı alıp onu iki parçaya ayırdı. Sonra bir parçasını; kabirlerden birinin üzerine, diğerini de öbürünün üzerine dikti. (Yanında bulunan sahabiler, ona):
Ey Allah'ın resulü! Bunu niçin yapün?' diye sordular. Resulullah (s.a.v):
Bu dallar, yaş kaldıkları müddetçe belki onlardan azabları hafifletilir buyurdu.
Bir rivayette İdrardan uzaklaşmazdı" ifadesi yer almaktadır.
Diğer bir rivayette ise İdrardan korun m azdı" ifadesi yer almaktadır.
Başka bir rivayette ise, (Abdullah ibn Abbâs): Peygamber (s.a.v), Medine'de yada Mekke'deki bahçelerden birinin yanından geçerken mezarlarında azab gören iki insanın sesini işitti..."
deyip hadisi nakletmiştir.
Yalnız bu rivayette "lfrhurma dalı" yerine Aty?-i "yapraksız hurma dalı" ifadesi geçmektedir.
21. Huzeyfe ibnu'l-Yemân (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Peygamber (s.a.v) ile birlikte idim. Bir kavmin çöplüğüne gelmişti. Ayakta (dikelerek) işedi.
Sonra da: Yaklaş'dedi.
Bunun üzerine ben de, topuklarının yanına kadar yaklaştım. (Ona su verdim. Bu suyla) abdest aldı. (Ayaklarına gelince,) mestlerinin üzerine mesh etti.
Ebu Vâil yolundan gelen bir rivayet ise şu şekildedir:
Ebu Musa, idrar hususunda çok dikkatli davranırdı. Bir şi şeye işeyip (sonra da):
İsrail oğullarından birinin cildine idrar bulaşırsa, değen yeri makaslarla keserlermiş dedi. Bunun üzerine Huzeyfe:
Arkadaşınız (Ebu Musa)m (idrar konusunda) bu derece dikkat göstermemesini isterdim. Çünkü ben, Resulullah (s.a.v) ile beraber yürüdüğümüzü hatırlıyorum... Duvarın arkasındaki bir çöplüğe gidip sizden birinin yaptığı gibi ayakta işedi. Ben, ondan biraz ileriye gittim. (Bir müddet sonra yanına gitmem için) bana işaret etti. Ben de (onun yanına) gidip tuvalet ihtiyacının bitirinceye kadar arkasında durdum.
Ebu Davud'un rivayeti ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v)'i bir kavmin çöplüğüne gelip ayakta (dikilerek) işedi. Daha sonra su istedi. (O suyla abdest aldı. Ayaklarına gelince,) mestlerinin üzerine mesh etti.
Ebu Davud (devamla) der ki:
Müsedded, Huzeyfe'den naklen şöyle dedi: "Peygamber (s.a.v), abdest bozarken yalnız kalmak isteyeceğini düşünerek oradan uzaklaşmak istediğimde, beni yanma çağırdı. Ben de (ona sütre olmak için) hemen arkasında durdum.
Nesâî'de, Ebu Dâvud gibi, ayakta" kelimesini rivayet etmiştir.
22. Ümmü Kays bint. Mihsaıı (r.anhâ)'dan rivayet edilmiştir: "Ümmü Kays, (bir gün) henüz yemek yemeye (başlamâya)n küçük oğlunu Resulullah (s.a.v)'e getirmişti. Resulullah (s.a.v), çocuğu kucağına oturttu. Çocuk, Resulullah (s.a.v)'in elbisesine işedi. Resulullah (s.a.v), su istedi. Suyu, (idrar değen yerin) üzerine döktü. (İdrar değen yeri) yıkamadı.
Bir rivayette, Resulullah (s.a.v), idrar (değen yer)in üzerine su serpmekten fazla bir şey yapmadı" ifadesi yer almaktadır.
Başka bir rivayette ise Resulullah (s.a.v), idrar (değen yer)in üzerine su serpti" ifadesi yer almaktadır.
23. Hz. Aişe (r. anhâ)'dan rivayet edilmiştir:
"Ayakkabı giymede, saçını taramada, temizlenmede ve bütün işlerinde sağdan başlamak, Peygamber (s.a.v)'in hoşuna giderdi.
Bir rivayet ise şu şekildedir:
"Peygamber (s.a.u) temizlenme, saç tarama ve ayakkabı giyme (gibi) bütün durumlarda güç yetirdiğince sağdan başlamayı severdi.
Hadisin ravilerinden birisi şöyle demiştir:
"Misvak kullanırken de (sağdan başlamayı severdi)" diye rivayet etti. Fa kat "bütün işlerinde"187 (ifadesini) rivayet etmedi.
Diğer bir rivayet ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v) temizleneceği zaman temizlendiğinde, taranacağı zaman taranışında ve ayakkabı giyeceği zaman giymede, sağdan başlamayı severdi.
24. Hz. Aişe (r. anhâ)'dan rivayet edilmiştir:
Biz (müminlerin annelerinden) biri hayız olduğu zaman, Resuluf-lah (s.a.v) tenini onun tenine dokundurmak istediğinde, ona, hayızmın şiddetli olduğu zamanda (diz kapağı ile göbeği arasını örtecek) bir peştamal bağlamasını emrederdi. Daha sonra da tenini, o kadınının tenine d okun dururdu. Hangi biriniz, nefsine, Resulullah (s.a.v)in nefsine sahip olduğu kadar sahip olabilir?
Konu ile ilgili bir rivayet şu şekildedir:
Ben, Peygamber {s.a.v) ile birlikte her ikimizde cünüp iken bir kapdan yıkanırdık. (Hayız olduğumda) o, bana, (diz kapağı ile göbeği arasını örtecek) bir peştamal bağlamamı emrederdi. Ben de, peştamalı bağlardım. Hayızlı iken, tenini, tenime dokundururdu. Yine (mescitte) itikafta olduğu zaman başını mescitten bana doğru çıkarırdı. Ben de hayızlı olduğum halde onun (başını) yıkardım.
Ebu Davud'un bir rivayetinde Hayızınin şiddetli olduğu (yada başlangıcında)" ifadesi yer almaktadır.
Ebu Davud'un ve Nesâînin bir rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Bizden biri hayız olduğunda, Resulullah (s.a.v), ona (diz kapağı ile göbeği arasını örtecek) bir peştamal bağlamamı emrederdi. Daha sonra da onunla (aynı yatağa) yatardı."
Hz. Aişe bir defasında şöyle demiştir: 'Tenini, o kadınının tenine dokundururdu.
Nesâî'nin diğer bir rivayetinde ise, Cumey' ibn Umeyr şöyle der:
Annem ve teyzemle birlikte Aişe'nin yanma geldik. Annem ve tey (ona):
Sizden biriniz hayız gördüğü zaman Resulullah (s.a.v) ne yapardı?' diye sordular. O da:
Bizden birisi hayız olduğu zaman, (diz kapağı ile göbeği arasını örtecek) geniş bir peştamal giymemizi emrederdi. Sonra da (bizi) kollarına alır göğsüne basardı' diye cevap verdi.
25. Enes b. Mâlik (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Resulullah (s.a.v) tuvalete girerken: "Allahümme innî eûzu bike mine I-hubsi ve'1-habâis"
(Allahımi Erkek ve dişi şeytanların şerrinden sana sığıni buyururdu.
Bir rivayette Tuvalete girmek istediğinde..." ifadesi yer almaktadır.
Diğer bir rivayette ise Tuvalete girerken..." ifadesi yer almaktadır.
26. Hz. Aişe (r. anhâ)'dan rivayet edilmiştir:
"Resulullah (s.a.v)'in baldızı, Abdurrahman b. Avfın hanımı Ümmü Habîbe bint. Çalış yedi yıl istihaze olmuştu ve bu hususu Resulullah (s.a.v)'e sordu. Resulullah (s.a.v):
Bu, hayz (kanı) değil, bir damar (kam)dır. Boy abdesti al namazım kıl buyurdu."
Aişe der ki: Ümmü Habîbe, kız kardeşi Zeyneb bint. Cahş'ın odasında bir leğen içinde yıkanır, kanın kırmızılığı suyun yüzüne çıkardı.
İbn Şihâb'da der ki: "Bun bu hadis, Ebu Bekr b. Abdurrahman b. Haris b. Hişâm'a anklettim. Ebu Bekr:
Allah, Hind' rahmet etsin. Bu fetvayı o işi t şeydi, vallahi ağlardı. Çünkü o, (müstehaza olması nedeniyle) namaz kılmazdı' dedi.
Bu lafız, Müslim'e aittir.
Buhârî'nin kısa bir şekilde naklettiği rivayet ise şu şekildedir:
Ümmü Habîbe, yedi yıl istihaza oldu ve bu hususu Resulullah (s.a.v)'e sordu. Resulullah (s.a.v), ona, yıkanmasını emredip:
Bu, (hayz kanı değil,) bir damar (kam)dır' buyurdu.
Bunun üzerine Ümmü Habîbe, her namaz için boy abdesti alır oldu.
Buna benzer bir rivayet, kanın kırmızılığı suyun yüzüne çıkardı" ifadesine kadar nakledilmiş, bundan sonrası rivayet edilm em iştir.
Başka bir rivayette ise Hz. Aişe şöyle demektedir:
Ümmü Habîbe bint. Cahş, Rg s ulu İlah (s.a.v)'den fetva isteyerek:
Ben, istihazalıyım1 dedi. Resulullah (s.a.v):
Bu, hayz (kanı) değil, bir damar (kanı)dır. Boy abdesti al ve namazını kıl' buyurdu.
Bunun üzerine Ümmü Habîbe, her namaz için boy abdesti alır oldu.
Leys b. Sa'd der ki: "İbn Şihâb, Resulullah (s.a.v)'in, Ümmü Habîbe bint. Cahş' her namaz için yıkanmasını emrettiğini söylemedi. Her namaz için boy abdesti alma işi, Ümmü Habîbe'nin kendiliğinden yaptığı bir şeydir.
Yine Müslim'in bir rivayeti şu şekildedir:
Abdurrahman b. Avfın hanımı Ümmü Habîbe bint. Cahş, Resulullah (s.a.v)'e, (istihaze) kan (in) dan şikayet etti. Resulullah (s.a.v), ona:
Hayz in seni hapsettiği müddet bekle, sonra boy abdesti al " buyurdu.
Bunun üzerine Ümmü Habîbe, her namaz için boy abdesti alır oldu.
Yine Müslim'in bir rivayetinde, Daha sonra yıkan ve namazım kıl" ifadesi yer almaktadır. Bu rivayetin içinde, Aişe dedi ki: Ben, Ümmü Habîbe'nin leğenini kanla dolu olduğunu gördüm ifadesi de yer almaktadır.
Ebu Davud'un konu ile ilgili bir rivayeti şu şekildedir:
Abdurrahman b. Avfın hanımı Ümmü Habîbe bint. Cahş, yedi yıl istihaza oldu. (Resulullah (s.a.v)'den, istihaze kanı ile ilgili fetva istedi.) Resulullah (s.a.v), ona:
Hayz vakti geldiğinde namazı terk etmesini, bittiğinde ise boy abdesti alıp namaz kılmasını emretti' emretti."
Ebu Dâvud (devamla) der ki: "Bu sözü, Zührî'nin arkadaşlarından Ev-zaî'den başka hiç kimse söylememiştir."
(Ebu Dâvud ilave olarak der ki:) İbn Uyeyne: Resulullah (s.a.v), Ümmü Habîbe'ye, hayz günlerinde namazı terk etmesini emretti" ifadesini ilave etmiştir. Ebu Dâvud (devamla) der ki: Fakat bu, İbn Uyeyne'nin bir zannıdır.
Ebu Dâvud, bu hadisi, başka bir rivayetinde, kanın kırmızılığı suyun yüzüne çıkardı" ifadesine kadar rivayet etmiştir.
Yine Ebu Dâvud, bir rivayetinde, Aişe dedi ki: Bunun üzerine Ümmü Habibe, her namaz için boy abdesti alır oldu" ifadesini rivayet etmiştir.
Yine Ebu Dâvud, başka bir rivayetinde, Zeyneb bint. Cahş istîhaza oldu. Resulullah (s.a.v), ona: Her namaz için boy abdesti al" buyurdu. (Süleyman b. Kesir bunu naklettikten sonra bahsin başındaki) hadisi ilave etti" ifadesine yer vermiştir.
Yine Ebu Dâvud, diğer bir rivayetinde; Abdussamed, Süleyman b. Kesîr'den bu hadisi Her namaz için abdest al" şeklinde rivayet etti. Fakat bu, (hadisin ravisi) Abdussamed'in zannidir" ifadesine yer vermiştir.
Nesâî'nin bir rivayeti ise şu şekildedir:
Abdurrahman b. Avfın hanımı Ümmü Habîbc bint. Cahş isti haz e oldu. Kendisinden devamlı kan geliyordu. Onun bu durumu, Resulullah (s.a.v)e bildirildi. Resulullah (s.a.v):
Bu, hayız (kanı) değildir. Şeytanın rahme musallat olmasından meydana gelen bir kandır. Hayız gördüğü günler beklesin. Namazı bıraksın. Daha sonra (hayız müddeti bittiğinde, istihaze kanı sırasında) kalkıp her namaz için boy abdesti alsın' buyurdu.
Yine Nesâî'nin bir diğer rivayeti ise şu şekildedir:
Ümmü Habîbe bint. Cahş, yedi yıl boyunca istihaze oldu. Bu durumunu Peygamber (s.a.v)'e sordu. O da, ona; bu kanın hayız olmadığını, damardan gelen bir kan olduğunu, sağlıklı iken gördüğü hayız ve temizlenme müddet kadar namaz kılmamasını, daha sonra boy abdesti alarak namazını kılmasını söyledi. Bunun üzerine Ümmü Habîbe, her namaz için boy abdesti alır oldu.
27. Hz. Aişe (r. anhâ)'dan rivayet edilmiştir:
"Fatıma bint. Ebi Hubeyş, Ebu Hubeyş, Muttalib ibn Es e d in oğludur- Resulullah (s.a.v)'e:
Ben, (daimi surette) istihazalı bir kadınınım. Hiç temizlenemiyorum. Acaba namazı bırakayım mı? diye sordu. Resulullah (s.a.v), ona:
Bu, hayz (kanı) değil, bir damar kamdır. Hayız kanın geldiğinde namazı kılma. Hayız(ın) bittiği zaman kanı yıka ve namaz kıl. buyurdu.
Süfyân'm rivayetinde, Hayız kanı geldiğinde namazı kılma. Hayızın) bittiği zaman boy abdesti al ve namazı kıl" ifadesi yer almaktadır.
Diğer bir rivayette şu ifade yer almaktadır:
Fakat namazı, içinde hayızh bulunduğun günler sırasında kılma. (Hayızm bittikten) sonra boy abdesti al ve namaz kıl.
Ebu Davud'un bir rivayeti şu şekildedir:
Fatıma bint. Ebi Hubeyş, Peygamber (s.a.v)'e geldi. (Burada hadisin ravisi Urve,) yukarıda geçen Fatima ile ilgili haberi nakletti...
Resulullah (s.a.v):
(Hayızm bittikten) sonra boy abdesti al. Her namaz (vakti) için kıl abdest al ve namaz kıl1 buyurdu. Nesâ nin bir rivayeti ise şu şekildedir:
Fatıma bint. Ebi Hubeyş, istihaze olmuştu. (Resulullah (s.a.v)'e gelip durumunu sordu.) O da:
Hayız kanı, bilinen siyah bir kandır. Hayız günleri(nde), namazı kılma. Hayız günleri(n) bittiğinde abdest al' buyurdu.
Nesâî'nin bir rivayetinde, şu ilave yer almaktadır: Resulullah (s.a.v)'e:
Boy abdesti almayacak mı?' diye soruldu. Resulullah (s.a.v)'de:
Zaten hiç kimse bunda şüphe etmiyor diye cevap verdi.
28. Abdullah ibn Ömer (r. anhümâ)'dan rivayet edilmiştir:
Ömer, Resulullah (s.a.v)'e, geceleyin kendisine cünüplük isabet ettiğini zikretti. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v): Abdest al, cinsel organını yıka ve sonra da uyu buyurdu.
Buhârî'nin bir rivayetinde şu ifade yer almaktadır: (Ömer:)
Birimiz cünüp iken uyuyabilir mi? diye (Peygamber efendimizden) fetva istedi. Peygamber (s.a.v)'de:
Abdest aldığı zaman, evet' diye cevap verdi. Buhârî'nin başka bir rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
(Ömer:)
Birimiz cünüp iken uyuyabilir mi? diye sordu. Peygamber (s.a.v)' de:
Evet, herhangi bîriniz abdest aldıktan sonra cünüp olduğu halde (isterse) yatsın1 buyurdu.
Müslim'in rivayeti, buna benzemektedir.
Tirmizî'de, bu hadisi, Abdullah ibn Ömer yoluyla; Ömer, Peygamber (s.a.v)'e sordu. (deyip hadisin geri kalanını) nakletm iştir.
29. Hz. Aişe (r. anhâ)'dan rivayet edilmiştir:
Ebu Seleme (b. Abdurrahman) der ki: Aişe'ye:
Peygamber (s.a.v) cünüp iken uyur muydu?' diye sordum. Aişe'de:
Evet, abdest alı(p öyle uyurdu)' diye cevap verdi.
Urve yolundan gelen rivayette Hz. Aişe şöyle der: Peygamber (s.a.v) cünüp iken uyumak istediğinde, cinsel organını yıkar ve namaz için abdest alır (gibi abdest alırdi.
Bu hadîsi, Buhârî rivayet ermiştir. Müslim'in rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v) cünüp iken uyumak istediğinde, uyumadan önce namaz için abdest aldığı gibi abdest alırdı.
Müslim'in diğer bir rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v) cünüp olduğunda, yemek yada uyumak istediğinde namaz için abdest aldığı gibi abdest alırdı.
Müslim'in, Abdullah b. Ebi Kays yoluyla Hz. Aişe'den yaptığı bir rivayeti" de şu şekildedir:
Abdullah ibn Ebi Kays der ki: Aİşe'ye:
Resulullah (s.a.u)in vitir namazını' sordum diyerek hadisi zikretmiş ve sözüne şöyle devam etmiştir: (Aişe'ye:)
Resulullah (s.a.v) cünüp olduğunda ne yapıyordu? Uyumadan önce yıkanır mıydı? Yoksa yıkanmadan önce mi uyurdu?1 dedim. Aişe de:
Bunların her ikisini de yapardı. Çünkü bazı defa yıkanıp öyle uyurdu. Bazen de abdest alıp öyle uyurdu' diye cevap verdi. Ben de:
Bu işte kolaylık veren Allah'a hamd olsun' dedim. Ebu Davud'un rivayetinde Hz. Aişe şöyle der:
Peygamber (s.a.v) cünüp iken uyumak istediğinde namaz için abdest aldığı gibi abdest alırdı.
Ebu Davud'un bir rivayetinde, Cünüp iken (bir şey) yemek istediğinde ellerini yıkardı" ilavesi yer almaktadır.
Ebu Dâvud (devamla) der ki: Bu hadisi; İbn Vehb, Yûnus'tan rivayet edip "yemek yeme" hadisesini Hz. Aişe'nin sözü olarak göstermiştir."
Ebu Davud'un diğer rivayeti ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v) cünüp iken (bir şey) yemek istediğinde yada uyumak istediğinde abdest alırdı.
Ebu Davud'un, Gudayf ibnu'l-Hâris yoluyla Hz. Aişe'den yaptığı rivayet ise şu şekildedir:
Gudayf der ki: Aişe'ye:
Ne dersin? Resulullah (s.a.v) cünüplükten dolayı gecenin başında mı, yoksa gecenin sonunda mı yıkanırdı?' diye sordum. Aîşe:
Bazen gecenin başında ve bazen de gecenin sonunda boy abdesti alırdı' dedi. Ben:
Allahu Ekber!... Bu işte kolaylık veren Allah'a hamd olsun' dedim. (Tekrar ona:)
Vitri gecenin başında mı, yoksa sonunda mı kılardı? Bunu bana haber ver' dedim. O da:
Bazen gecenin başında ve bazen de gecenin sonunda kılardı' diye cevap verdi. Ben de:
Allahu Ekber!... Bu işte kolaylık veren Allah'a hamd olsun' dedim. (Tekrar ona:)
(Gece) namazında, (kıraati) açıktan mı, yoksa sessiz mi okurdu diye sordum. O da:
Bazen açıktan ve bazen de sessiz okurdu' dedi. Ben de:
Allahu Ekber!... Bu işte kolaylık veren Allah'a hamd olsun' dedim.
Tirmizî'nin rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v) cünüp iken, uyur ve suya el değdirin ezdi.
Tirmizî der ki: (Bir çok kimse,) Hz. Aişe'den Resulullah (s.a.v) (cünüp olduğunda) uyumadan önce abdest alırdı"
şeklinde rivayette bulunmuştur. Bu rivayet, (Esved yolundan gelen rivayetten) daha sahihtir.
Ebu Dâvud, Tirmizî'nin birinci rivayetini nakletmiştir.
Nesâî'nin rivayeti ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v) cünüp iken (bir şey) yemek yada uyumak istediği zaman abdest alırdı.
Nesâî, bir rivayetinde, (abdest alırdı)" ilavesini "namaz için abdest aldığı gibi yapmıştır.
Nesâfnin diğer bir rivayeti de şu şekildedir
Peygamber (s.a.v) cünüp iken uyumak istediğinde abdest alır (bir şey) yemek istediğinde ise sadece ellerini yıkardı.
Nesârnin başka bir rivayeti de şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v) cünüp iken uyumak istediğinde abdest alırdı. (Bir şey) yemek istediğinde yada (bir şey) içmek İstediğinde ellerini yıkar, sonra da (yemek) yerdi yada içerdi.
Müslim, Abdullah ibn Ebi Kays yolundan ve Ebu Dâvud'da, Gudayf ibnu'l-Hâris yolundan bu hadis "kolaylık" ifadesine kadar rivayet etmişlerdir.
Nesâi'nin Abdullah ibn Ebi Kays yolundan yaptığı rivayet ise şu şekildedir:
Abdullah ibn Ebi Kays der ki: Resululİah (s.a.v) cünüp olduğu zaman yatmadan önce mi boy abdestj alır, yoksa boy abdesti almadan mı yatardı' diye sordum. Aişe:
Her ikisini de yapardı. Bazen boy abdesti alıp yatardı. Bazen de (namaz) abdesti alıp öyle yatardı' diye cevap verdi.
30. Meymûne (r. anhâ)'dan rivayet edilmiştir:
"Resululİah (s.a.v) (önce) ayaklarını yıkamayarak namaz için ab dest aldığı gibi abdest aldı. Avret yerini ve (oraya) değen pis şeyleri yı kadı. Sonra da üzerine su döktü. Sonra da bir kenara çekilip ayaklarını yıkadı. Onun cünüplükten dolayı yıkanması, işte bu şekildedir.
Buhârî'nin bir rivayetinde Meymûne şöyle der:
Peygamber (s.a.v) cünüplükten dolayı yıkanırken onu perdeledim. O ellerini yıkadı, sonra sağ eliyle sol elinin içine su döküp avret yerini ve oraya değen şeyleri yıkadı. Sonra eliyle duvar üzerine yada toprağa mesti etti. Sonra ayaklannı yıkamayarak namaz için abdest aldığı gibi abdest aldı. Sonra kendi bedenine su döktü. Sonra bir kenara çekilip ayaklarım yıkadı.
Buhârî'nin bir rivayeti şu şekildedir:
Eliyle avret yerini yıkadı. Sonra elini duvara sürttü. Sonra elini yıkadı. Sonra namaz için abdest aldığı gibi abdest aldı. Nihayet yıkanmasını bitirince, ayaklannı da yıkadı.
Buhârî'nin diğer bir rivayetinde Meymûne şöyle der;
Peygamber (s.a.v) için (cünüplükten dolayı yıkanacağı) suyu hazırladım. (Su kabından) elleri üzerine su boşalttı, onları ikişer defa veya üçer defa yıkadı. Sonra sağ eliyle sol elinin İçine su döküp bu suyla avret yerlerini yıkadı. Sonra elini toprağa sürttü. Sonra ağzını çalkaladı ve burnuna su çekti. Sonra yüzünü ve ellerini yıkadı. Başını da üç defa yıkadı. Sonra bedenine su döktü. Sonra durduğu yerden bir kenara çekilip ayaklarım yıkadı.
Buhârî'nin diğer bir rivayetinde ise, Meymûne'nin şu ifadesi yer almaktadır:
(Kurulanması için) Peygamber (s.a.v)'e bir bez uzattım. Fakat o, eliyle şöyle yapıp onu istemediği işaret etti.
Yine Buhârî'nin buna benzer başka bir rivayetinde, Meymûne'nin şu ifadesi yer almaktadır:
(Kurulanması için) Peygamber (s.a.v)'e bir bez getirdim. Fakat o, bu bezi istemeyip eliyle silkelemeye başladı.
Yine Buhârî'nin başka bir rivayetinde şu ifade yer almaktadır:
(Kurulanması için) Peygamber (s.a.v)'e bir bez uzattım. Fakat o, bu bezi almadı. Ellerini silkeleyerek gitti.
Müslim'in bir rivayetinde şu ifade yer almaktadır:
(Kurulanması için) Peygamber (s.a.v)'e bir havlu getirildi. Fakat o, (bu havluya) dokunmadı. Suyu şöyle yapmaya, yani silkelemeye başladı.
Ebu Davud'un rivayetinde, Meymûne şöyle der:
Peygamber (s.a.v)'e cünüplükten dolayı yıkanacağı suyu hazırladım. Kabı sağ elinin üzerine eğdi. İki veya üç (bu şüphe A'meş'tendir) defa yıkadı. Sonra avret yerine su döküp orayı sol eliyle yıkadı. Daha sonra da (sol) elini yere sürttü ve yıkadı. Sonra ağzına ve burnuna su çekti. Yüzünün ve ellerini yıkadı. Başına ve vücuduna su döktü. Kenara çekilip ayaklarını yıkadı. Ona havluyu verdim. Fakat o, (bu havluyu) almadı. Suyu bedenînden (silkeleyerek) atmaya başladı.
(A'meş der ki:) Peygamber (s.a.v)'in havluyu kullanmayıp üzerinden suyu serptiğini İbrahim (en-Nehâî')ye söyledim. İbrahim: Onlar, havlu kullanmakta bir sakınca görmezlerdi. Fakat havlu kullanmayı adet edinmeyi mekruh sayarlardı' dedi.
Ebu Dâvud der ki: Müsedded dedi ki: Abdullah ibn Davud'a: "Onlar havlu kullanmayı adet edinmeyi mekruh sayarlardı" şeklinde bîr şey biliyor musun? dedim. O da: Evet, öyledir. (Meymûne'nin rivayetinde, onlar bunun adet edinmesini mekruh görürlerdi ifadesi yoktur,) fakat ben kitabımda bu ifadeyi mevcut olarak buldum.
Tirmizî'nin rivayetinde ise Meymûne şöyle der:
Peygamber (s.a.v)'e cünüplükten dolayı yıkanacağı suyu hazırladım. Kabı sol eliyle eğip sağ eline su döktü ve iki elini yıkadı. Sonra elini kaba daldırıp (içinden su alıp) avret yerine döktü. Sonra elini duvara veya toprağa sürttü. Sonra ağzına ve burnuna su çekti. Yüzünü ve kollarını yıkadı. Sonra başına üç kere su döktü. Sonra vücudunun geri kalan kısımlarına su döktü. Sonra kenara çekilerek ayaklarını yıkadı.
Nesâî'nin rivayetinde ise Meymûne şöyle der:
Cünüplükten dolayı yıkanacağı suyu Resulullah (s.a.v)'e getirdim. Önce iki veya üç kere ellerini yıkadı. Sonra sağ elini kaba daldırıp (içinden su alıp) avret yerine bir avuç su döktü. Sol eliyle de (avret yerini) yıkadı. Sol elini yere vurup iyice sürttü. Namaz için abdest aldığı gibi abdest aldı. Sonra başına üç avuç dolusu su döktü. Vücudunun geri kalan kısımlarını yıkadı. Sonra durduğu yerden bir kenara çekilerek ayaklarını yıkadı. Sonra ona bir havlu götürdüm. Fakat o,.bu havluyu istemedi.
Yine Nesâî'nin rivayetinde Meymûne şöyle der:
Resulullah (s.a.v) cünüplükten dolayı yıkanacağı zaman (önce) ellerini yıkardı. Sağ eliyle sol eline su dökerdi. Avret yerini (sol eliyle) yıkardı. Sonra elini yere vurup ellerini mesh ederdi. Sonra da ellerini yıkardı. Sonra namaz için abdest aldığı gibi abdest alırdı. Sonra başına ve vücudunun kalan kısımlarına su dökerdi. Sonra bir kenara çekilip ayaklarım yıkardı.
Yine Nesâî'nin diğer bir rivayetinde Meymûne şöyle der:
Peygamber (s.a.v) cünüplükten dolayı yıkanacağı zaman avret yerini yıkardı. Elini yere yada duvara sürerdi. Sonra namaz için abdest aldığı gibi abdest alırdı. Sonra başına ve vücudunun kalan kısımlarına su dökerdi.
31. Hz. Aişe (r. anhâ)'dan rivayet edilmiştir:
Peygamber (s.a.v) cünüplükten dolayı yıkanacağı zaman (önce) e-Ierini yıkamayla başlardı. Sonra namaz için abdest aldığı gibi abdest alırdı. Sonra parmaklarını suya daldırıp onlarla saçlarının diplerini ovalardı. Sonra iki eliyle başı üzerine üç avuç su dökerdi. Sonra suyu bütün bedenine dökerdi.
Buhârî'nin bir rivayetinde şu ifade yer almaktadır:
Sonra eliyle saçlarının arasına suyu iyice geçirirdi. Nihayet derisine iyice suyu geçirdiğini zannettiği zaman üzerine üç defa su dökerdi. Sonra bedeninin kalan kısmını yıkardı." Aişe der ki: "Ben, Resıı-lullah (s.a.v) ile aynı kabtan yıkanırdım. O kabtan beraberce su avuçlardık.
Müslim'in rivayeti ise şu şekildedir.
Resulullah (s.a.v) cünüplükten dolayı yıkanacağı zaman (Önce) ellerini yıkamayla başlardı. Sonra sağ eliyle sol eline su döküp avret yerini yıkardı. Sonra namaz için abdest aldığı gibi abdest alırdı. Sonra (elleriyle) suyu alıp parmaklarıyla saçlarının diplerini ovalardı. İyice temizlendiğine kanaat getirdiğinde başına üç avuç su dökerdi. Sonra vücudunun kalan kısmına su dökerdi. Sonra da ayaklarını yıkardı Yine Müslim'in diğer bir rivayeti ise şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v) cünüplükten temizleneceği zaman (önce) ellerini su kabına daldırmadan önce ellerini yıkamayla başlardı. Sonra da namaz için abdest aldığı gibi abdest alırdı.
Yine Müslim'in diğer bir rivayetinde Hz. Aişe şöyle der:
Resulullah (s.a.v) (cünüplükten dolayı) yıkanacağı zaman sağından başlardı. (Önce) sağ eline suyu döküp onu yıkardı. Sonra vücudundaki pisliğin üzerine sağ eliyle su dökerdi. Onu sol eliyle yıkardı. (Bütün) bu işleri bitirince, başına su dökerdi."
Aişe (devamla) der ki: "Ben ve Resulullah (s.a.v), cünüp iken, aynı kabtan yıkanırdık.
Yine Müslim'in başka bir rivayetinde Hz. Aişe şöyle der:
Resulullah (s.a.v) cünüplükten dolayı yıkanacağı zaman külek gibi bir kap isterdi. (Ondan) iki avucuyla (su) alıp (yıkanmaya) başının sağ tarafından başlardı. Sonra sol tarafını yıkardı. Sonra iki avucuyl (tekrar) su alıp onu başının üzerine dökerdi.
Ebu Davud'un rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v) cünüplükten dolayı yıkanacağı zaman -Süleyman ibn Harb'in rivayetine göre- önce sağ eliyle sol eline su dökerdi. Müsedded'in rivayeti göre ise önce kabtan suyu sağ eli üzerine dökerek ellerini yıkardı. -Sonra ikisinin ittifakla rivayetine göre ise ve avret yerini yıkardı. (Bundan sonra Müsedded:) Suyu sol eline dökerdi. Aişe (r. anhâ) bazen avret yerini kinayeli olarak söylerdi (sözlerini ilave etti).
(Hadisin bundan sonraki kısmında Süleyman ve Müsedded ittifak etmişlerdir:) Sonra Resulullah (s.a.v) namaz için abdest aldığı gibi abdest alırdı. Her İki elini de kaba daldırıp (su alırdı). Suyun, (başının) derisine ulaştığını anlayıncaya yada deriyi paklayıncaya kadar saçlarını ovalayıp (sonra da) başına üç defa su dökerdi. Sudan artan olursa, onu da vücuduna dökerdi.
Ebu Davud'un bir rivayetinde Hz. Aişe şöyle der:
Resulullah (s.a.v) cünüplükten dolayı yıkanmak istediği zaman (önce) ellerini bileklerine kadar, sonra da avret yerini kaşığıyla birlikte yıkayıp onların üzerine su dökerdi. Ellerini temizlediği zaman, onları duvara sürerdi. Sonra abdest almaya başlardı. (Abdest aldıktan) sonra da başına su dökerdi.
Ebu Davud'un başka bir rivayetinde, Teymullah ibn Sa'lebe oğullarından biri olan Cumey b. Umeyr'in şöyle söylediği nakledilmiştir:
Annem ve teyzemle birlikte Aişe'nin yanma gitmiştik. Onlardan birisi, Aişe'ye:
Boy abdesti (alırken Resulullah ile) neler yapardınız?' diye sordu. Aişe:
Resulullah (s.a.v) önce namaz için abdest aldığı gibi abdest alırdı. Sonra başına üç defa su dökerdi. Biz ise, saçımızdaki örgülerden dolayı beş defa (su) dökerdik' diye cevap verdi.
Ebu Davud'un diğer bir rivayetinde, Külek gibi bir kap isterdi" ifadesi yer almaktadır.
Nesâî'nin rivayeti ise şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v) cünüplükten dolayı yıkanacağı zaman ona bir kap su verilirdi. O da, ellerini o kaba sokmadan önce iyice temizleninceye kadar ellerine su dökerdi. Sonra sağ elini suya sokup onunla su dökerdi. Sol eliyle de avret yerini yıkardı. Bu iş bitince, sağ eliyle sol eline su döküp ellerini yıkardı. Sonra üç kere ağzına, üç kere de burnuna su verirdi. Daha sonra iki avucuyla su alıp üç kere başına dökerdi. (En son olarak ta,) vücudunun kalan kısmına su dökerdi.
Nesâî'nin bir rivayetinde Hz. Aişe şöyle der:
Resulullah (s.a.v) (önce) üç kere ellerine su dökerdi. Sonra avret yerini yıkardı. Sonra da ellerini yıkardı. Ağzına ve burnuna su verirdi. Sonra başına üç kere su dökerdi. (En son olarak ta,) vücudunun kalan kısmına su dökerdi.
Nesâî'nin başka bir rivayetinde Ebu Seleme b. Abdurrahman şöyle der:.
Aişe, Peygamber (s.a.v)'in şöyle boy abdest aldığını anlattı: - (Önce) üç defa ellerini yıkardı. Sonra sağ eliyle, sol eline su döküp avret yerini ve oraya bulaşan (pislik)leri yıkardı.
Ömer, bu hadisin ancak şu şekilde bildiğini söyler: "Sağ eliyle sol eline üç defa su dökerdi. Sonra üç kere ağzına, üç kere burnuna su verir ve üç kere de yüzünü yıkardı. Sonra üç kere başına su dökerdi. (En son olarak ta,) suyu üzerine dökerdi.
Nesâî'nin başka bir rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v) cünüplükten dolayı yıkanacağı zaman (önce) ellerini yıkardı. Sonra namaz için abdest aldığı gibi abdest alırdı. Sonra parmaklarını suya sokup (aldığı suyla) saç diplerini ovalardı. Sonra da başına üç avuç su dökerdi. (En son olarak ta,) bütün vücuduna su dökerdi.
Nesâî'nin diğer bir rivayeti de şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v) ellerini yıkardı. Abdest alırdı. Saçının diplerine suyun ulaşması için başını ovalardı. (En son olarak ta,) vücudunun kalan kısmına su dökerdi.
Yine Nesâî'nin dîğer bir rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v), suyu eliyle saçının her tarahna ulaştırırdı. Sonra da başına üç defa su dökerdi.
Tirmizî'nin rivayetinde ise Hz. Aişe şöyle der:
Resulullah (s.a.v), cünüplükten dolayı yıkanmak istediği zaman (önce) ellerini su kabına daldırmadan önce ellerini yıkamayla başlardı. Sonra avret yerini yıkardı. Sonra namaz için abdest aldığı gibi abdest alırdı. Sonra suyu saçlarını(n diplerine kadar) ulaştırırdı. Sonra başından aşağı üç kere su dökerdi.
32. Cerîr b. Abdullah (r. a)'tan rivayet edilmiştir:
Cerîr, küçük abdestini bozdu, sonra da abdest alıp mestler üzerine mesh etti. Ona:
Mestler üzerine mesh etmeyi yapar mısın?' diye soruldu. O da:
Evet, Çünkü Resulullah (s.a.v)'i abdestini bozduğunu, sonra ab dest alıp mestler üzerine mesh ettiğini gördüm diye cevap verdi.
A'meş der ki: ibrahim dedi ki: (Cerîr'in) bu sözü, Abdullah'ın arkadaş larının hoşuna giderdi. Çünkü Cerîr'in Müslüman olması, Mâide suresinin inmesinden sonradır."
Ebu Davud'un rivayetinde, Cerîr b. Abdullah şöyle der:
Cerîr, küçük abdestini bozdu, sonra da ab dest alıp mestler üzerine mesh etti. Sonra da: "Resulullah (s.a.v)'i mesh ederken gördüğüm halde (artık) beni (mestler üzerine) mesh etmekten ne alıkoyabilir?' dedi. (Ona:)
Yalnız Resulullah (s.a.v)'in mestler üzerine mesh etmesi, (galiba) Mâide suresinin inmesinden önce idî. dediler. O da:
Ben, Mâide suresi indikten sonra Müslüman oldum1 dedi. Nesâî'nin rivayeti de şu şekildedir:
Cerîr abdest aldı. Mestleri üzerine mesh etti. Ona:
(Mestler üzerine) mesh mi ediyorsun?' diye soruldu. O da:
Resulullah (s.a.v)'i mestleri üzerine mesh ederken gördüm' diye cevap verdi.
Cerîr'in bu sözü, Abdullah'ın arkadaşlannın hoşuna giderdi. Cerîr, Resulullah (s.a.v)'in vefatına yakın bir zamanda Müslüman olmuştu.
Tirmizî'nin diğer bir rivayetinde ise, Şehr b. Havşeb şöyle der:
Cerîr b. Abdullah'ı, abdest alıp mestlerinin üzerine mesh ederken gördüm. Bu hususu ona sordum. O da:
Ben Resulullah (s.a.v)'i, abdest alıp mestlerinin üzerine mesh ederken gördüm1 dedi. Ona:
Maide (süresindeki a yet) ten önce mi, yoksa sonra mı (Müslüman oldun) diye sordum. O da:
Mâide (süresindeki ayet)ten sonra Müslüman oldum' diye cevap verdi.
33. Muğîre b. Şu'be (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
Bir seferde Peygamber (s.a.v) ile beraberdim. (Resulullah, bana):
Ey Muğîre! (Yanına) bir su kabı al (benimle birlikte gel)' buyurdu.
Bunun üzerine (yanıma) su kabım aldım. Gözümden kayboluncaya kadar uzağa gitti. (Tuvalet) ihtiyacını giderdi. Üzerinde Şam (kumaşından yapılmış) bir cübbe vardı. Elini, cübbenin yeninden çıkarmaya çalıştı. Fakat cübbenin yeni dardı. Bunun üzerine elini, cübbenin altından çıkardı. (Yanımdaki su kabından) onun eline döktüm. Namaz için abdest aldığı gibi abdest aldı. Mestleri üzerine mesh etti. Sonra namaz kıldı.
Buhârî'nin bir rivayeti şu şekildedir:
Ben, Peygamber (s.a.v)'in (eline) abdest suyu döktüm. O, mestler üzerine mesh etti. (Sonra da) namaz kıldı.
Buhârî'nin başka bir rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v) (tuvalet) ihtiyacı için gitti. (İhtiyacını giderdikten) sonra (dönüp) geri geldi. Onu su (kabı)yla kaşıladım. üzerinde Şam (kumaşından yapılmış) bir cübbe olduğu halde abdest aldı. Ağza ve burna su verdi. Yüzünü yıkadı. Elinin cübbesinin yenlerinden çıkarmaya çalıştı. Fakat cübbesinin yenleri dardı. Ellerini (cübbenin) altından çıkarıp onları yıkadı. Başını ve mestlerini mesh etti.
Yine Buhârî'nin diğer bir rivayeti şu şekildedir:
Muğîre, bir seferde, Resulullah (s.a.v) ile birlikte bulunmuş idi. Resulullah (s.a.v) (tuvalet) ihtiyacını gidermek için (gözden uzak bir yere) gitmişti. (Dönüp geri geldiğinde) abdest alırken, Muğîre, onun eline su dökmüştü. İşte bu ab destte Resulullah (s.a.v), yüzünü ve ellerini yıkamıştı. Başına ve mestleri üzerine mesh etmişti.
Yine Buhârî'nin başka bir rivayeti şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v) bir ihtiyacım (gidermek için gözden uzak bir yere) gitmişti. Dönüp geri geldiğinde abdest alırken) -bunu ancak Te-bük gazvesinde söylediğini biliyorum- Kalktım, onun eline su döktüm. Yüzünü yıkadı. Kollarını yıkamak istedi. Fakat cübbesinin yeni dar idi. Bunun üzerine kollarını cübbesinin altından çıkarıp yıkadı. Sonra da mestleri üzerine mesh etti.
Yine Buhârî'nin diğer bir rivayeti şu şekildedir:
Ben, bir seferde, Peygamber (s.a.v) ile birlikte idim. Mestlerini çıkarmak için eğildim. (Resulullah, bana): Mestleri bırak! Çünkü ben, onları (ayaklarım) temizken (abdest!iyken) giydim deyip mestlerinin üzerine mesh etti.
Müslim'in rivayetin şu şekildedir:
Ben, bir gece Peygamber (s.a.v) ile birlikte yolda idim. Bana: 'Yanında su var mı?' diye sordu. Ben de: 'Evet' dedim. Bunun üzerine hayvanından indi ve gecenin karanlığında gözden kayboluncaya kadar gitti. Sonra (dönüp geri) geldi. Ben, onun eline bir kapdan su döktüm. Yüzünü yıkadı. Üzerinde yünden (yapılmış) bir cübbe vardı. Kollarını bu cübbedcn çıkaramadı. Nihayet kollarını, cübbesinin altından çıkarıp (öyle) yıkadı. Başına mesh etti. Sonra mestlerini çıkarmak için eğildim. (Bana:) 'Mestleri bırak! Çünkü ben, onları (ayaklarım) temizken (abdestliyken) giydim1 deyip mestlerinin üzerine mesh etti.
Müslim'in diğer bir rivayeti ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v) mestlerinin üzerine, başının ön tarafına ve sarıgına mesh etti.
Müslim'in başka bir Vivayeti de şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v) abdest aldı. Alnına, sarığına ve mestleri üzerine mesh etti.
Ebu Davud'un rivayeti şu şekildedir:
Biz Resulullah (s.a.v) ile birlikte bir deve süvarisi topluluğu içinde bulunuyorduk. Yanımda bir de su kabı vardı. Resulullah (s.a.v) (tuvalet) ihtiyacı için dışarı çıktı. (İhtiyacını giderdikten) sonra (dönüp) geri geldi. Onu su kabıyla karşıladım. (Yanımdaki su kabından) on(un elinje su döktüm. Ellerini ve yüzünü yıkadı. Sonra da kollarını (cübbesinin yenlerinden) dışarı çıkarmak istedi. Halbuki üzerinde yenleri dar, yünden (dokunmuş) bir Rum cübbesi vardı. Cübbe dar gelince, kollarını cübbenîn altından çıkarıp uzattı. Sonra mestlerini çıkarmak için onun mestlerine eğildim. Bana:
Mestleri bırak! Çünkü ben, onları ayaklarım temizken (abdest-liyken) giydim deyip mestlerinin üzerine mesh etti.
Şa'bî der ki: Urve, bu hadisi, babasından bizzat müşahede ettiğini, babasının da Resulullah (s.a.v)'den müşahede etmiş olduğunu kesinlikle ifade etmiştir.
Ebu Davud'un diğer bir rivayeti de şu şekildedir:
Nebi (s.a.v) mestleri üzerine, alnına ve sangı üzerine mesh ederdi.
Yine Ebu Davud'un başka bir rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v) mestleri üzerine mesh etti. Ben (de): 'Ey Allah'ın resulü! Yoksa (ayağınızı yıkamayı) unuttunuz mu?' diye sordu. O da: '(Hayır,) bilakis sen unuttun. Yüce Rabbim bana mestleri üzerine mesh etmeyi emretti' diye cevap verdi.
Tirmizî'nin rivayeti de şu şekildedir:
Nebi (s.a.v) abdest aldı. Mestleri ve sarığı üzerine mesh etti. Nesâî'nin rivayeti de şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v) (tuvalet) ihtiyacı için çıkmıştı. Döndüğünde, onu su dolu bir kapla karşıladım. Suyu döküp (önce) ellerini yıkadı. Sonra yüzünü yıkadı. Sonra kollarını yıkamak istedi. Cübbesinin yeni dardı. Bu sebeple kollarını cübbenin altından çıkarıp yıkadı. Sonra mestleri üzerine mesh etti ve bize namaz kıldırdı.
Nesâî'nin diğer bir rivayeti de şu şekildedir:,
Peygamber (s.a.v) (tuvalet) ihtiyacı için çıkmıştı. Muğîre'de, içinde su bulunan bir kapla arkasından gitti. Peygamber (s.a.v) (tuvalet) ihtiyacını bitirince, Muğîre (içinde su buluna su kabından Peygamberimizin eline) su döküp Peygamber (s.a.v) abdest aldı ve mestleri üzerine mesh etti.
Yine Nesâî'nin başka bir rivayeti de şu şekildedir:
Bir seferde Peygamber (s.a.v) ile beraberdim. Bana:
Ey Muğfre! Sen (insanlardan) geride kal. Ey İnsanlar? Siz seçip gidin' buyurdu.
Bunun üzerine ben geride kaldım. Yanımda bir su kabı vardı. İnsanlar geçip gitti. Peygamber (s.a.v), (tuvalet) ihtiyacı için uzaklaştı. Dönünce, eline su dökmek için yanına vardım. Peygamber (s.a.v)'in üzerinde, yenleri dar Bizans (malı) bir cübbesi vardı. Elini cübbenin yeninden çıkarmak istedi. Fakat cübbenin yeni dar geldi. Elini cübbenin altından çıkardı. Yüzünü ve kollarını yıkadı. Başını ve mestleri üzerine mesh etti.
Yine Nesâî'nin diğer bir rivayeti ise şu şekildedir;
Resulullah (s.a.v) ile birlikte bir seferde idik. Yolda giderken yanındaki asayla sırtıma hafifçe vurup yoldan ayrıldı. Ben de onunla birlikte (yoldan) ayrıldım. Resulullah (s.a.v) filan yere gelince, devesini çökertti. Sonra (tuvalet) ihtiyacı İçin gitti. (Hadisin ravisi der ki:) Gözümden kayboluncaya kadar gitti. Sonra gelip:
Yanında su var mı?' diye sordu. Yanımda bir (su) kırbam vardı. Onu Resulullah (s.a.v)'e getirip (eline) dökmeye başladım. Resulullah (s.a.v) ellerini ve yüzünü yıkadı. Kollarım yıkayacaktı. Fakat üzerinde, kollan dar Şam kumaşından yapılmış bir cübbe vardı. Elini, cübbenin altından çıkardı. Yüzünü ve kollarını yıkadı.
(Ravi) Resulullah (s.a.v)'in, mübarek alınlarından ve sangından bahsetti. (Hadisin ravisi) İbn Avn: Bunİan, istenilen şekilde ezberieyedim1 der.
Muğîre (devamla) der ki: Sonra mesh I eri üzerine mesh etti. Sonra da:
(Tuvalet için senin) bir ihtiyacın var mı?1 diye sordu. Ben de:
Ey Allah'ın resulü! (Tuvalet için) hiçbir ihtiyacım yok' dedim.
Sonra diğerlerinin yanma geldik. Abdurrahman ibn Avf, cemaate imam olup sabah namazından bir rekat kıldırmıştı. Abdurrahman ibn Avf a, Resulullah (s.a.v)'in geldiğini haber vermek istedim. Fakat Resulullah (s.a.v) bana engel oldu. Sabah namazının farzından yetişebildiğimiz kadarını cemaatle kıldık. Kaçırdığımız rekatı ise kaza ettik.
Nesâî'nin bir rivayetin de şu ifade yer almaktadır:
Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) (cübbenin yenini) omzuna atıp kollarını yıkadı. Alnına, sarığına ve mestlerine mesh etti.
Yine Nesâî'nin bir rivayetin de şu ifade yer almaktadır:
Bu sebeple kollarını cübbenin altından çıkarıp yıkadı. Sonra mestleri üzerine mesh etti ve bize namaz kıldırdı.
Yine Nesâî'nin başka bir rivayetin de şu ifade yer almaktadır:
Resulullah (s.a.v) abdest aldı. Alnına, sangına ve mestlerine mesh etti" ifadesi yer almaktadır.
34. Ümmü Seleme (r. anhâ)'dan rivayet edilmiştir: "Ümmü Süleym, Peygamber (s.a.v)'e gelip:
Ey Allah'ın resulü! Şüphesiz ki Allah, hak(kı açıklamak)tan haya etmez. Acaba İhtilam olduğu zaman kadına boy abdesti almak lazım mıdır?' diye sordu. Resulullah (s.a.v):
Evet! Suyu (spermi) görürse, (kadının boy abdesti alması) lazımdır' diye cevap verdi. Bunun üzerine Ümmü Seleme:
Ey Allah'ın resulü! Kadın hiç ihtilam olur mu?' dedi. Resulullah (s.a.v):
Allah iyiliğini versin. Çocuk, kadına neden benziyor (sanıyorsun)? diye cevap verdi.
Bir rivayette şu ilave yer almaktadır:
Ümmü Seleme dedi ki: (Ümmü Süleym'e:) '(Bu sözün sebebiyle) kadınları rezil ettin1 dedim.
Başka bir rivayette ise şu ifade yer almaktadır:
Bunun üzerine Ümmü Seleme, (utancından) yüzü örterek:
Ey Allah'ın resulü! Kadın hiç ihtilam olur mu?' dedi. Resulullah (s.a.v)'de;
Evet! 'Allah iyiliğini versin. Çocuk, kadına neden benziyor (sanıyorsun)?' diye cevap verdi.
Bir diğer rivayette ise Bunun üzerine Ümmü Seleme güldü" ifadesi yer almaktadır.
Tirmizî'nin rivayeti ise baştaki hadis gibi olup içerisinde şu ifade yer almaktadır:
Resulullah (s.a.v):
Evet! Suyu (spermi) görürse, (kadın) boy abdesti alsın1 buyurdu. Bunun üzerine Ümmü Seleme dedi ki: Ümmü Süleym'e: (Bu sözün sebebiyle) kadınları rezil ettin1 dedim.
Nesâî, bu hadisi, baştaki rivayete benzer bir şekilde rivayet etmiştir.
Ebu Dâvud'da, bu hadisi, Hz. Aişe'nin hadisinden sonra getirip sonunda şöyle der:
Hişâm b. Urve, Urve'den, Urve ise Zeyneb bint. Ebi Seleme'den, o da Ümmü Seleme'den; "Ümmü Süleym, Resulullah (s.a.v)'e geldi..." şeklinde rivayet etmiştir.
Görüldüğü üzere Ebu Dâvud, hadisi, Hz. Aişe hadisine göndermede bulunmadan (ayrı bir şekilde) rivayet etmiştir.
35. Ebu Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir: Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
"Sizden biriniz uykudan uyandığı zaman üç defa elini yıkamadan kaba sokmasın. Çünkü (kişi,) elinin nerede gecelediğini bilemez.
Müslim'in bir rivayeti şu şekildedir:
Sizden biriniz uykudan uyandığı zaman elini kabına sokmadan hemen eline üç defa su döksün. Çünkü (kişi,) elinin nerde gecelediğini bilemez.
Müslim'in bir rivayetinde Elini yıkamadan. ifadesine yer verilmiş, fakat "üç defa ifadesine yer verilmemiştir. Buhârî, bu manaya ilave yapmakla hadisi şöyle rivayet etmiştir:
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: Sizden biriniz abdest alacağı zaman burnuna su versin, sonra (burnuna verdiği suyu geri) çıkarsın. (Tuvalet ihtiyacını giderme esnasında) her kim taşla silinirce, sayısını tek yapsın. Sizden biriniz uykudan uyandığı zaman elini abdest suyunun içine sokmadan önce yıkasın. Çünkü sizden biriniz, (uykusunda) elinin nerede gecelediğini bilemez.
Ebu Dâvud'da bu hadisi (bu şekilde) rivayet etmiştir.
Tirmizî'nin rivayetinde Elinin üzerine iki yada üç defa su akıtmadan. ifadesi yer almaktadır.
Yine Ebu Davud'un rivayetinde ise, Çünkü elinin gece nerelerde gecelediğini yada nerelerde dolaştığını bilemez" ifadesi yer almaktadır.
Bu hadis, Nesâî'nin "Sünen"inde rivayet edilen ilk hadistir.
36. Ebu Katâde (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Sizden biriniz, işediği zaman erkeklik organına sağ eliyle dokunmasın. Tuvalete gittiğinde sağ eliyle silinmesin. Su içtiğinde de bir nefeste içmesin.
Bu lafız, Ebu Davud'a aittir. Buhârî'nİn rivayeti ise şu şekildedir:
Sizden biriniz, işediği zaman erkeklik organını sağ eliyle tutmasın. Sağ eliyle temizlenmesin. Su kabının içine nefesini vermesin.
Buhârfnin diğer bir rivayeti de şu şekildedir:
Sizden biriniz (su kabından) bir şey içtiği zaman onun içine nefesini vermesin. Tuvalete gittiği zaman erkeklik organına sağ eliyle dokunmasın. Sağ eliyle temizlenmesin.
Müslim'in rivayeti ise şu şekildedir:
Sizden biriniz işerken erkeklik organını sağ eliyle kesinlikle tutmasın.
Tuvalette sağ eliyle silinmesin. Kabın içine nefesini vermesin.
Peygamber (s.a.v) kabın içine nefes vermekten, erkeklik organını sağ elle tutmaktan ve (tuvalet ihtiyacı sırasında) sağ elle silinmekten yasaklamıştır.
Nesâî, Müslim'in ve Ebu Davud'un rivayetlerine benzer bir şekilde rivayette bulunmuştur.
Tirmizf nin rivayeti ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v), kişinin, erkeklik organını sağ elle tutmasını yasaklamıştır.
37. Ebu Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: Eğer ümmetime zorluk verecek olmasaydım, onlara misvak kullanmalarını mutlaka emrederdim.
Başka bir rivayette ise: "Eğer ümmetime yada insanlara zorluk verecek olmasaydım, onlara her namaz (başın)da misvak kullanmalarını mutlaka emrederdim.
Bu lafız, Buhârî'ye aittir. Müslim'in rivayeti ise şu şekildedir:
Eğer müminlere Züheyr'in sözünde: ümmetime zorluk verecek olmasaydım, onlara her namaz (başında)da misvak kullanmalarını mutlaka emrederdim.
Ebu Davud'un rivayeti ise şu şekildedir:
Eğer müminlere zorluk verecek olmasaydım, yatsı namazını geciktirmelerini ve her namaz (başm)da miavak kullanmalarını mutlaka emrederdim.
38. Hz. Ali (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Muhammed ibnu'l-Hanefiyye dedi ki: Hz. Ali der ki: "Ben, mezisi çok olan biriydim. Peygamber (s.a.v)'e meziyi sormaya, kızının ben (im nikahım altın)da olması sebebiyle utanıyordum. Bunun üzerine Mikda-d'a, (mezinin durumunu) Peygamber (s.a.v)'c sormasını istedim, O da, ona (mezi ile ilgili) sordu. Peygamber (s.a.v):
(Mezi gören kimse,) cinsel organını yıkar ve abdest alır' diye cevap verdi.
Bu lafız, Buhârî ve Müslim'e aittir.
Buhârî'nin, Ebu Abdurrahman es-Sülemî yolundan yaptığı rivayet şu şekildedir:
"Ben bir kimseye, (mezi ile ilgili) Peygamber (s.a.v)'e sormasını istedim. (O da sordu.) Bunun üzerine Peygamber (s.a.v):
Abdest al ve cinsel organını yıka1 diye cevap verdi.
Müslim'in, Abdullah yolundan yaptığı rivayet ise şu şekildedir:
Ali der ki: Mikdad b. Esvedi, Resulullah (s.a.v)'e gönderdik. Mik-dad, ona; insanın, kendisinden çıkan mezi ile ilgili ne yapacağım sordu. O da:
Abdest al ve cinsel organını yıka1 diye cevap verdi.
Ebu Dâvud'da, Urve yoluyla Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Ali, Mikdad'a şöyle dedi diyerek (bir önceki Süleyman b. Yesâr'ın riva-yetindekilerin) benzerini zikretti.
Sonra Urve der ki: Mikdad, Resulullah (s.a.v)'e (mezi kimsenin durumunu) sordu. O da:
Cinsel organını ve hayalarım yıkasın diye cevap verdi.
Ebu Davud'un başka bir rivayetinde, Peygamber (s.a.v)'in; Hayalarını" ifadesini zikretmediği belirtilmektedir.
Ebu Davud'un Hz. Ali'den yaptığı diğer bir rivayeti de şu şekildedir:
Ben, mezisi çok gelen biriydim. (Sperme kıyas ederek) yıkanmaya başladım. Öyle ki sırtım çatladı. Bunun üzerine durumu Peygamber (s.a.v)'e anlattım yada anlatıldı. O da:
Böyle yapma! Meziyi gördüğünde, Cinsel organını yıka ve namaz için abdest aldığın gibi abdest al. Sperm çıktığında ise, yıkan' diye cevap verdi.
Tirmizî'nin rivayetinde ise Hz. Ali şöyle der:
Peygamber {s.a.v)'e, mezi ile ilgili soru sordum. O da:
Meziden dolayı (namaz) abdesti alman ve sperm (meni) den dolayı ise boy abdesti alman gerekir' buyurdu.
Nesâî'nin Hz. Ali'den yaptığı bir rivayet ise şu şekildedir:
Ben, mezisi çok gelen biriydim. Peygamber (s.a.v)'in kızı (Farıma nikahım) altında idi. Bundan dolayı (mezinin durumunu) ona sormaya utandım. Dolayısıyla yanımda oturan birisine, bunu, Peygamber (s.a.v)'e sormasını söyledim. O adam da, Peygamber (s.a.v)'e (mezinin durumunu) sordu. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v):
(Mezi gelince,) abdest almak gerekir' diye cevap verdi. Yine Nesâî'nin Hz. Ali'den yaptığı diğer bir rivayet ise şu şekildedir: Mikdad'a:
Bir kimse, ailesiyle, cinsel ilişki yapmaksızın oynaştığında mezi gelirse ne yapmalıdır? diye bunu Peygamber (s.a.v)'e sor. Çünkü ben, Peygamber (s.a.v)in kızı (nikahım) altında olduğundan ötürü bunu sormaya utanıyorum' dedim.
O da, (bu meseleyi) Peygamber (s-.a.v)'e sordu. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v):
Cinsel organını yıkar ve namaz abdesti gibi abdest alır' diye cevap verdi.
Yine Nesâî'nin Hz. Ali'den yaptığı başka bir rivayet ise şu şekildedir:
Ammâr'a, Peygamber (s.a.v)'in kızının (benim nikahım) altında olmasından ötürü (mezi meselesini) Resulullah (s.a.v)'den sormasını istedim. O da bu meseleyi Peygamber' sordu.) Bunun üzerine Peygamber (s.a.v):
Mezi için abdest almak yeterlidir' diye cevap verdi.
Yine Nesâî'nin, Abdullah ibn Abbâs yoluyla Hz. Ali'den yaptığı rivayet şu şekildedir:
Ali, Mikdad ve Ammâr aralannda konuşuyorlardı. Ali:
Benden çok mezi akıyor, kızı nikahım altında olduğundan dolayı Resulullah (s.a.v)'e (mezi meselesini) sormaya utanıyorum. İkinizden birisi benim (bu meselemi) sorsa' dedi.
Bunun üzerine ikisinden birisi -hangisi olduğunu unuttum- (mezi meselesini) Resulullah (s.a.v)'e sordu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
O, mezidir. Kimden akarsa, cinsel organını yıkasın. Namaz ab-desti gibi abdest alsın1 diye cevap verdi.
Yine Nesâî'nin, Hz. Ali'den yaptığı rivayet şu şekildedir:
Ben, mezisi çok gelen biriydim. Birisine (bu mezi meselesini) Peygamber (s.a.v)'e sormasını istedim. O da (bu meseleyi) ona sordu.
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v);
Abdest almak gerekir' diye cevap verdi.
Yine Nesâî'nin bir rivayetinde, Abdest al ve cinsel organım yıka" ifadesi geçmektedir.
Yine Nesâî'nin bir rivayetinde, Cinsel organım yıkasın ve namaz abdesti gibi abdest alsın" ifadesi geçmektedir.
Yine Nesâî'nin, Râfi' b. Hadîc'den yaptığı rivayet ise şu şekildedir:
Ali, Ammâr'a; meziyi Resulullah (s.a.v)'den sormasını istedi. Resulullah (s.a.v):
Cinsel organını yıkar ve abdest alır' diye cevap verdi.
39. Ebu Eyyûb el-Ensârî (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Büyük abdeste gittiğiniz zaman önünü ve arkasını kıbleye dönmesin. Fakat (Medine'nin) doğu tarafına doğruyada batı tarafına doğru dönünüz."
Ebu Eyyûb der ki: "Biz Şam'a geldiğimizde yönleri kıbleye doğru yapılmış tuvaletler gördük. (Tuvaletlerin içinde kıbleden) dönüyorduk ve Allah'a istiğfar ediyorduk.
Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Ebu Dâvud, bu hadisi (bu lafızla) rivayet etmiştir.
Nesâî'nin, Râfi1 ibn İshâk'tan yaptığı rivayet şu şekildedir:
(Râfi' ibn İshâk,) Mısır'da bulunduğu sırada Ebu Eyyûb el-Ensârî'nin şöyle dediğini işitmiştir:
Resulullah (s.a.v): 'Herhangi biriniz büyük veya küçük abdeste gittiği zaman önünü ve arkasını kıbleye dönmesin buyurmuştu. Allah'ın adına yemin ederim ki, ben bu tuvaletlerde nasıl hareket edeceğimi bilemiyorum.
Nesâî'nin Ebu Eyyûb'tan yaptığı diğer bir rivayeti de şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: Büyük veya küçük abdest yaparken önünüzü ve arkanızı kıbleye dönmeyin. Doğuya ve batıya donun.
Yine Nesâî'nin Ebu Eyyûb'tan yaptığı diğer bir rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: Herhangi biriniz büyük abdesie gittiği zaman yönünü kıbleye doğru dönmesin. Yönünü, doğuya ve batıya dönsün.
40. Ebu Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: Köpek, sizden birinin kabından bir şey içtiği zaman hemen o kabı yedi defa yıkasın.
Bu hadisi; Buhârî ve Müslim (bu lafızla) rivayet etmiştir. Müslim'in rivayeti şu şekildedir:
Köpek, sizden birinin kabını yaladığı zaman hemen o kabın içindekini) döksün. Sonra da o kabı yedi defa yıkasın.
Müslim, bu rivayetin bir benzerini rivayet edip fakat hemen o kabi (n içîndekini) döksün" ifadesini kullanmamıştır. Yine Müslim'in rivayeti şu şekildedir:
Köpek, sizden birinin kabını yaladığı zaman o kabın temizliği, birincisi toprakla (olamk şartıyla) onu yedi defa yıkamasidir.
Yine Müslim'in diğer bir rivayeti de şu şekildedir:
"Köpek, sizden birinin kabını yaladığı zaman o kabın temizliği, onu yedi defa yıkamasıdır.
Ebu Davud'un bir rivayetinde, bu manada, Ebu Hureyre'den mevkuf olarak bir hadis rivayet edilmiştir. Fakat bu hadisin içerisine Ebu Hureyre:
Kedinin su içtiği kap bir kez yıkanır cümlesini ilave etmiştir.
Ebu Davud'un diğer bir rivayeti de şu şekildedir:
Köpek bir kabı yaladığı zaman, yedincisitoprakla (olmak şartıyla) onu yedi defa yıkayınız."
Ebu Dâvud (devamla) der ki: Bir topluluk, bu hadisi, Ebu Hureyre'den rivayet etmiştir. Fakat onlar, v'j^1 toprak" kelimesini zikretmem işlerdir.
Nesâî'de bu hadisi, (baştaki gibi değilde) ikinci şekliyle rivayet etmiştir. Tirmizî'nin rivayeti de şu şekildedir:
Köpek bir kabı yaladığı zaman o kap yedi kere yıkanır. Birincisi veya sonuncusu, toprakla (ovulur). Kedinin yaladığı kap ise bir kere yıkanır."
Tirmizî (devamla) der ki: Bu hadisi bir çok kimse rivayet etmiştir. Fakat bu hadisin içerisinde "Kedinin yaladığı kap ise bir kere yıkanır" cümlesi zikredilmemiştir.
41. Esma bint. Ebi Bekr (r.anhümâ)'dan rivayet edilmiştir:
Bir kadın, Resulullah (s.a.v)'e gelip: c
Ey Allah'ın resulü! Biz (kadınlardan) biri, elbisesine hayız kanı bulaştığında ne yapmasını buyurursunuz?' diye sordu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
(Birinizin elbisesine hayız kanı bulaşırsa,) o kanı (elleriyle y parmaklarıyla) kazır, sonra suyla ovalar, sonra üzerine su dök(üp yı-k)ar, sonra da o elbiseyle namaz kılar' diye cevap verdi.
Bu hadisi; Nesâî hariç diğer hadis imamları (bu lafızla) rivayet etmişlerdir.
Nesâî'nin rivayeti şu şekildedir:
Bir kadın, elbiseye bulaşan hayız kanı hakkında Resulullah (s.a.v)'den fetva istedi.
Resulullah (s.a.v), ona: (İlk önce leke değen yeri ellerinle yada parmaklarınla) kazı, sonra suyla ovala, sonra üzerine su dök ve o elbiseyle namaz kü1 diye ceverdi.
Ebu Davud'un bir diğer rivayeti ise şu şekildedir:
Bir kadının, Resulullah (s.a.v)'e: 'Biz (kadınlardan) biri temizlendiği zaman (hayızlı iken giydiği) elbisesini ne yapsın, onunla namaz kılsın mı?' diye sorduğunu işittim.Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
Baksın, eğer elbisesinde kan görürse, biraz suyla ovalasın, (bu suda yada elbisede kan izi) görmeyinceye kadar (elbiseyi) yıkasın ve (bu elbiseyle) namazını kılsın' diye cevap verdi.
Yine Ebu Dâvud, bu manada başka bir hadis daha rivayet edip bu hadi-sin içerisinde, O (kanı) kazı, sonra suyla ovala, sonra da yıka" ifadesi yer almaktadır.
42. Ebu Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Ebu Hureyre, Resulullah (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu işitmiştir: Bizler, sonra gelenleriz, (Kıyamet gününde ise) öne geçecek olanlarız.
Sakın sizden birisi akmayan durgun suya İşemesin. Sonra ondan (su alıp) yıkanır.
Lafız, Buhârî'ye aittir.
Müslim'de,bu hadisin bir benzerini rivayet etmiş, fakat "Bizler, sonra gelenleriz. (Kıyamet gününde ise) öne geçecek olanlarız" ifadesine yer vermemiştir.
Tirmizî ile Nesâî'nin rivayeti ise şu şekildedir:
Sakın sizden birisi durgun suya işemesin. Sonra ondan abdest alır. Ebu Dâvud ile Nesâî'nin bir rivayeti, Tirmizînin bir rivayeti gibi olup bu Sonra ondan (su alıp) yıkanır" ifadesi yer rivayetin içerisinde, almaktadır.
Yine Ebu Davud'un başka bir rivayeti şu şekildedir:
Sakın sizden birisi durgun suya işemesin. Sonra ondan yıkanır. Nesâî'nin bir rivayetinde Durgun su" ifadesi yer almaktadır.
Yine Nesâî'nin başka bir rivayeti şu şekildedir:
Sakın sizden birisi durgun suya işemesin. Sonra ondan yıkanır yada abdest alır.
Yine Nesâî'nin diğer bir rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v) durgun suya işemeyi, sonra da cünüplükten dolayı orada yıkanılmasını yasaklamıştır.
43. Ebu Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir: "Resulullah (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu işittim: Beş (şey vardır ki, bunlar,) fıtrat (tan) dır:
1. Sünnet olmak,
2. Kasıkları traş etmek,
3. Bıyıklan kısaltmak,
4. Tırnak kesmek,
5. Koltuk altındaki kılları yolmak.
Bir rivayette, Beş şey fıtrattır yada beş şey fıtrattandır" ifadesi yer almaktadır.
44. Nu'mân b. Beşîr (r.a)'tan rivayet edilmiştir: "Peygamber (s.a.v)'in şöyie buyurduğunu işittim:
Ya saflarınızı düzeltirsiniz yada Allah yüzlerinizi başka başka taraflara çevirir.
Buhârî ve Müslim, bu hadisi, (bu lafızla) rivayet etmişlerdir. Müslim'in diğer bir rivayeti ise şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v) bizjm saflarımızı düzeltir, hatta saflarımızı oklar gibi oluncaya kadar düzeltirdi. Safları düzeltme işine, biz (saf bağlamayı) anlayıp öğreninceye kadar devam etti. Sonra bir gün (mescide) varıp namaza kalktı. Tam tekbir alacağı sırada göğsü saftan dışarı çıkmış bir adam gördü. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v): Ey Allah'ın kulları! Ya saflarınızı düzeltirsiniz yada Allah yüzlerinizi başka başka taraflara çevirir' buyurdu.
Ebu Dâvud, Tirmizî ve Nesâî'de, bu hadisi (bu şekilde) rivayet etmişlerdir,
Yine Ebu Davud'un bir rivayeti şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v) (bif gün) cemaate yönelerek üç defa: 'Saflarınızı düzeltiniz1 buyurdu. (Sonra sözüne şöyle devam etti:) 'Vallahi, ya saflarınızı düzeltirsiniz yada Allah kalplerinizi başka başka taraflara çevirir.
(Ravi Nu'mân) der ki: Ben, (Resulullah'ın bu sözünden) sonra gördüm ki, herkes omuzunu arkadaşının omuzuna, dizini arkadaşının dizine ve topuğunu (da) arkadaşının topuğuna yapıştırıyordu.
Yine Ebu Davud'un başka bir rivayeti de şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v), biz namaza kalkınca saflarımızı düzeltirdi. Biz (saflarımızda iyice) düzelince de tekbir alırdı.
45. Ebu Hureyrc (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Namaz için kamet getirildiğini işittiğiniz zaman, sakin ve ağırbaşlı bir şekilde (namaz kılmaya) yürüyerek gelin. Hızlı bir şekilde gelmeyin. Namaza yetişebildiğiniz kadarını (imamla birlikte) kılın. Yetişemediğiniz kısmı ise (kendiniz) tamamlayın.
Müslim'in bir rivayeti şu şekildedir:
Namaz için kamet getirildiği zaman ona koşarak gelmeyin. Sakin bir şekilde yürüyerek gelin. Yetişebildiğiniz kadarını (imamla birlikte) kılın. Yetişemediğinizi (kendiniz) tamamlayın.
Müslim'in diğer bir rivayeti de şu şekildedir:
Namaz için ikamet getirildiği zaman namaza hiç biriniz koşmasın. Sakin ve ağırbaşlı bir şekilde yürüsün. Yetişebildiğinizi (imamla birlikte) kılın. Yetişemediğinizi ise kaza edin.
Yine Müslim'in bir rivayetinde, Çünkü sizden birisi, namaz maksadıyla yola çıkarsa namazda sayılır ilavesi yer almaktadır.
46. Büsr b. Saîd (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Zeyd b. Hâlid el-Cühenî, namaz kılanın önünden geçen kimse hakkında Resulullah (s.a.v)'den ne işittiğini sormak üzere Büsr'ü, Ebu Cuheym'e göndermişti. Bunun üzerine EbuCuheym (şunları) söylemişti: Resululiah (s.a.v): Namaz kılanın önünden geçen kimse, ne kadar günah işlediğini bilseydi, kırk.beklemeyi, (namaz kılanın) önünden geçmekten daha hayırlı bulurdu' buyurdu.
Ebu'n-Nadr: '(Ravinin) kırk gün mü, kırk ay mı, yoksa kırk yıl mı? Dediğini bilemiyorum' dedi.
Tirmizî der ki: "Peygamber (s.a.v)',n şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
Sizden birinizin yüz yıl durup beklemesi, namaz kılan (din) kardeşinin önünden geçmesinden daha hayrlıdır.
47. Abdullah ibn Abbâs (r.anhümâ)'dan rivayet edilmiştir:
Ebu's-Sahbâ1 der ki: Biz Abdullah ibn Abbâs'in yanında namazı bozan şeylerden bahsediyorduk. Abdullah ibn Abbâs şöyle dedi:
Ben ve Abdulmuttalib oğullarından bir çocuk, eşek üzerinde olduğumuz halde namaz kılmakta olan Peygamber (s.a.v)'e (önünden geçerek) geldik. Sonra o ve ben, eşekten inip eşeği safların önüne Salıverdik. (Bunu gören Peygamber) hiç aldırış etmedi. Ve (yine) Abdulmuttalib oğullarından iki genç kız gelerek safların arasına girdiler. Peygamber (s.a.v) bunu da Önemsemedi.
Ebu Davud'un bu hadisle ilgili başka bir rivayeti ise şu şekildedir:
Abdulmuttalib oğullarından iki genç kız gelerek (safların önünde) çekişmeye başladılar. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v), bu iki kızı tutup arasını ayırdı.
Ebu Davud'un diğer bir rivayetinde, Bunun üzerine Peygamber (s.a.v), birini diğerinden ayırdı. (Fakat) o, kızların bu durumuna önem vermedi" ifadesi yer almaktadır.
Ebu Davud'un başka bir rivayetinde Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
Sizden biriniz sütresiz namaz kılarsa, (önünden geçecek) köpek, eşek, domuz, Yahudi, Mecusi ve kadın onun namazını bozar. (Fakat bunlar, sizinönünüzden değü de,) bir iaş atım mesafesi uzaklıktan geçerlerse (o zaman) namazı(nız) tam olur.
Ebu Dâvud (devamla) der ki: "Abdullah ibn Abbas dedi ki: Bu hadisin, Resulullah (s.a.v)'den geldiğini zannediyorum."
Ebu Davud'un diğer bir rivayetinde ise Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
Hayızlı kadın ve köpek namazı bozar.
Ebu Dâvud (devamla) der ki: "(Katade'nin ravisi) Şu'be bu hadisi rnerfu olarak (Hz. Peygamber'den) rivayet etmiştir."
Ebu Davud'un başka bir rivayetinde ise Abdullah ibn Abbâs şöyle dedi:
Dişi bir eşeğe binerek geldim. O sırada ben ergenlik çağına yaklaşmıştım. Peygamber {s.a.v) Mina'da cemaatle namaz kılıyordu. Saffın birinin önünden (eşekle) geçtim. Sonra eşekden indikten otlasın diye onu (onların önüne) salıverdim. Kendim de saffa girdim. Hiç kimse bu durumu kötü karşılamadı.
Tirmizî'nin rivayetinde ise Abdullah ibn Abbâs şöyle dedi:
"Dişi bir eşeğin üzerinde Fadl'ın arkasında idim. Resululah (s.a.v) Mina'da sahabüeriyle birlikte (cemaat halinde) namaz kılarken (onların yanına) geldik. Hemen eşekden inerek saffa girdik. Eşek, onların önünden geçti. (Fakat) onlar namazlarını bozmadılar.
Nesâî'nin rivayeti ise şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v) Arafat'ta (sahabilerinden oluşmuş) cemaata namaz kıldırırken dişi bir eşeğin üzerinde Fadl ile birlikte (onların yanına) geldik.
(Daha sonra Abdullah ibn Abbâs, bu manada şöyle bir ifade kulandi:) Bir saffın önünden geçtik. Sonra eşekden inerek onu otlatmaya salıverdik. Resulullah (s.a.v) (önlerinden geçtiğimizden dolayı) bize hiçbir şey demedi.
Yine Nesâî'nin diğer bir rivayeti şu şekildedir:
Katâde der ki: Câbir b. Zeyd'de, namazı neyin bozduğunu sordum. O da: Abdullah îbn Abbâs, (namazı bozan şeylerin) hayızli kadın ve köpek olduğunu söylüyordu' dedi.
Şu'be'de, (bu) hadisi merfu olarak Resulullah (s.a.v)'den rivayet etmiştir.
Rezîn'in naklettiği rivayette ise şu ifadeler yer almaktadır:
Biz Abdullah ibn Abbâs'ın yanında namazı bozan şeylerden bahsediyorduk. Abdullah ibn Abbâs şöyle dedi:
Ben, insanlar namazda iken dişi bir eşeğin üzerinde geldim ve otlanması için onu safların önüne salıverdim. (Fakat) Resulullah (s.a.v) bu duruma hiç aldırış etmedi.
(Yine) Abdullah ibn Abbâs şöyle dedi:
İki genç kız, (namaz kıldığı sırada) Resulullah (s.a.v)in önüne gelip birbirleriyle çekişmeye başladılar. Resulullah (s.a.v) namazda olduğu halde bu iki kızın arasını ayırdı. Bu iki kız safların arasına girmişti. (Fakat) Resulullah (s.a.v) bu durumu hiç önemsemedi.
(Yine) Abdullah ibn Abbâs şöyle dedi:
Ben, Resulullah (s.a.v)'i, önünde sütre olmadığı halde sahrada namaz kılarken gördüm. Onun önüne salıverilmiş dişi bir eşek ile köpeğimiz vardı. (Fakat) Resulullah (s.a.v) bu durumu hiç önemsemedi."
48. Abdullah ibn Ömer (r.anhümâ)'dan rivayet edilmiştir:
"Resululah (s.a.v) namaz kılmaya kalktığı zaman ellerini omuzları hizasına kadar kaldırır. sonra tekbir alırdı. Rükuya gitmek istediği zaman da böyle yapar, rükudan doğrulduğu zaman da böyle yapardı. Başını secdeden kaldırdığı zaman bunu yapmazdı.
(Hadisin metni, Müslim'e aittir.)
Bir rivayette ise şu ifade yer almaktadır;
Resululah (s.a.v) başını rükudan kaldırdığı zaman ellerini de (omuzlarının hizasına kadar) kaldırır ve Semiallâhu limen hamideh Rabbena ve leke'1-hamd (Allah, kendisine hamd eden kimseyi işitir. Rabbimiz! Hamd, yalnızca sanadır) derdi.
Bunun benzeri başka bir rivayette ise,
Resululah (s.a.v) secdeye giderken ve secdeden başını kaldırırken (elleri kaldırma hareketini) yapmazdı" ifadesi yer almaktadır.
Buhârî'nin Nâfi'den yaptığı rivayet İse şu şekildedir:
Abdullah ibn Ömer, namaza başlarken tekbir alır ve iki elini fvu-karıva) kaldırırdı. Rükuya giderken yine ellerim kaldırırdı. Semiallâhu limen hamideh' (Allah, kendisine hamd eden kimseyi işitir) dediği zaman da ellerini kaldırırdı, ikinci rek'atten sonra ayağa kalktığı zaman yine ellerini (yukarı) kaldırırdı. Abdullah ibn Ömer, bu fiilleri, Peygamber (s.a.v)'e dayandırdı.
Ebu Dâvud, Buhârî'nin Nâfi'den yaptığı rivayeti nakledip daha sonra da şöyle der: "Gerçekte bu, Abdullah ibn Ömer'in (kendi) sözüdür. Hz. Peygamber (s.a.v)'den merfu olarak rivayet edilmiş bir hadis değildir. Ayrıca bu hadisi, es-Sekafî'de mevku olarak (Abdullah ibn Ömer'den) rivayet etmiş olup bu hadisin içerisinde şu ifade yer almaktadır:
"İkinci rek'atten (sonra üçüncü rek'ate) kalkarken ellerini gömisle-ri hizasına kadar kaldırırdı."
Doğru olan da bu (hadisin mevkuf olması)dır.
Yine Ebu Dâvud (devamla) der ki; Hammâd b. Seleme, bu hadisi Hz. Peygamber (s.a.v)'e dayandırdı. Fakat Eyyûb ile Mâlikfin rivayetlerinde,) ikinci rekatten (sonra üçüncü rekata) kalktığında (ellerini) kaldırdığından bahsetmemişlerdir.
İbn Cüreyc, bu rivayet hakkında dedi ki: Nâfi'ye: 'Abdullah ibn Ömer, ellerini iftitah tekbiri alırken mi daha yukarı kaldırırdı, yoksa diğerlerinde mi' diye sordum. O da: 'Hayır, (hepsinde) aynı seviyede (kaldırırdı) dîye cevap verdi. Bunun üzerine ben de: Bana (bunu) işaretle göster' dedim. O da göğüslerine yada biraz daha aşağısına işaret etti.
Ebu Davud'un diğer bir rivayeti ise şu şekildedir:
"Peygamber (s.a.v), (ilk) iki rekattan (üçüncü rekata) kalktığı man tekbir alır ve ellerini kaldırırdı.
Yine Ebu Davud'un başka bir rivayeti ise şu şekildedir:
"Peygamber (s.a.v), namaz kılmaya kalktığı zaman (iftitah tekbiri alırken) ellerini omuzları hizasına kadar kaldırırdı. Sonra tekbir getirip yine aynı şekilde ellerini kaldırır ve rükuya varırdı. Sonra (rükudan) belini doğrultmak isteyince de ellerini omuzları hizasına kadar kaldırır. sonra 'Semiallâhu limen hamiden' (Allah, kendisine hamd eden kimseyi işitir) derdi. Secde(ye eğileceğin) d e (ve secdeden kalkacağında ise) ellerini kaldırmazdı Namaz bitinceye kadar rükudan önce aldığı her tekbirde ellerini kaldırırdı.
Yine Ebu Davud'un diğer bir rivayeti ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v)'i; namaza başlarken, rükuya varmadan önce ve (başını) rükudan kaldırdığında ellerini omuzlarının hizasına kadar kaldırırken gördüm. Secdeye vardığında ve iki secde arasında ise ellerini kaldırmazdı.
Tirmizî'de, Ebu Davud'un naklettiği (721 nolu) hadisi rivayet etmiştir.
Nesâî ise, ilk (üç) rivayetini Buhârî ile Müslim'in rivayetlerine ve son rivayetini ise Ebu Davud'un (720 nolu) rivayetine (uygun bir şekilde) rivayet etmiştir.
Yine Nesâî'nin (konu ile ilgili) başka bir rivayeti de şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v) namaza başladığı zaman, rükuya giderken, rükudan kalkarken ve ikinci rekattan ayağa kalkınca ellerini omuzlan hizasına kadar kaldırırdı.
Yine Nesâî başka bir rivayetinde Vâsi' b. Habbân yolundan şu şekilde rivayette bulunmuştur:
Abdulah ibn Ömer'e, Resulullah (s.a.v)'in nasıl namaz kıldığını sordum. Bunun üzerine Abdullah ibn Ömer şöyle dedi:
(Rükuya) inişinde "Allahu Ekber" ve (rükudan) kalkışında "Allahu Ek-ber" derdi. Sağma selam verirken "es-Selâmu aleykum ve rahmetulah", soluna selam verirken "es-Selâmu aleykum ve rahmetulah" derdi.
49. Enes b. Mâlik (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Ben Resulullah (s.a.v), Ebu Bekr, Ömer ve Osman ile birlikte na maz kıldım. (Fakat) bunların hiç birinin (açıktan) (Bismillâhirrahmânirrahîm)'i okuduklarını işitmedim.
(Hadisin metni, Müslim'e aittir.) Bir rivayet ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v), Ebu Bekr ve Ömer -Allah her ikisinden de razı olsun- ile birlikte namaza hep (Elıamdu liİlâhi Rabbi'l-Âlemîn) ile başlardı.
Müslim'in bir rivayeti ise şu şekildedir:
Ömer, şu kelimeleri açıktan okurdu: (Subhâneke A Hainimin e ve bihamdik ve tebâre-kesmuk ve teâlâ cedduk velâ ilahe ğayruk)
Evzâî, Katâde'den naklen şöyle der: Katâde, Evzâî'ye Enes'ten naklen şu haberi yazmış: Enes dedi ki;
Peygamber (s.a.v) ile Ebu Bekr, Ömer ve Osman'ın arkasında namaz kıldım. Bunlar namaza (Elhamdu lillâhi Rabbi'l-Âlemîn) ile başlarlardı. (Fakat) (Bismillâhirrahmânirrahîm)'i kıraatin başında ve sonunda (açıktan) söylemezlerdi.
Nesâî, (bu hadisi) birinci rivayetinde, Tirmizî ile Ebu Dâvud ise ikinci rivayetinde nakletm iştir.
Nesâî'nin diğer bir rivayeti de şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v), Ebu Bekr ve Ömer Allah her ikisinden de razı olsun- ile beraber namaz kıldım. Onlar (kıraate) (Elham-du lillâhi Rabbi'l-Âlemîn) ile başlarlardı.
Yine Nesâî'nin başka bir rivayeti de şu şekildedir:
"Resulullah (s.a.v), bize namaz kıldırdı. (Fakat) Bismillâhirrahmânir-rahînı'i (açıktan) okuduğunu işitmedik.
50. Muaykib (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
Peygamber (s.a.v) secde edeceği yerdeki toprağı düzelten kişi hakkında:
Eğer yapacaksan, (bari bunu) bir defada yap' buyurdu.
Bu hadisifn metnini), Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir. Müslim'in bir rivayeti şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v) mescitte meshi (secde yerinde bulunan) çakıl taşlarını düzleme (işini) zikretti. (Daha sonra da:)
Eğer mutlaka yapacaksan, (bari) bir defada yap' buyurdu. Yine Müslim'in başka bir rivayeti de şekildedir:
Sahabiler Peygamber (s.a.v)'e; namaz (kılarken secde yerinde bulunan çakıl taşlarını) kaldınp atmafnın hükmünü) sordular. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v):
Bir defada (kaldırıp atmak gerekir)1 buyurdu.
Tirmizî'nin rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Resulullah (s.a.v)'e (secde yerinde bulunan) çakıl taşlarını düzleme (işini) sordum. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v): Mutlaka yapman gerekiyorsa, (bari bunu) bir defada yap1buyurdu.
Ebu Davud'un rivayeti ise şu şekildedir:
Namazda iken sakın (çakıl taşlarına) el sürme (düzleme). (Fakat) mutlaka yapman gerekirse, o zaman çakıl taşlarını düzeltme (işini) bir defada yap.
Nesâî'nin rivayetinde ise, Mutlaka yapman gerekiyorsa, (bari bunu) bir defada yap" ifadesi yer almaktadır.
51. Ebu Ya'fûr Abdurrahman ibn Ubeyd'den rivayet edilmiştir: (Ebu Ya'fûr der ki): Mus'ab ibn Sa'd'ın şöyle dediğini işittim: Ben, (bir defasında) babam Sa'd ibn Ebi Vakkâs'ın yanında namaz kıldım. Rükuda iki avucumu biribirine yapıştırdıktan sonra o vaziyette ellerimi iki diziminin arasına koydum. Babam, beni bundan nehyedip:
Önceleri biz bunu yapardık. (Fakat sonr bundan) nehyolunduk ve ellerimizi dizlerimizin üzerine koymakla emrolunduk' dedi.
52. Ümmü Fadl binti'l-Hâris (r.anhâ)'dan rivayet edilmiştir: "Akşam namazında Peygamber (s.a.v)'i And olsun ki birbiri ardınca gönderilenlere (dîye başlayan Mürselât suresini) okurken İşittim, Bundan sonra artık Allah onun ruhunu alıncaya kadar bize (hiç) namaz kıldırmadı. (Birinci rivayet)
(Müslim'in) bir rivayetinde, (s.a.v), bundan sonra Allah onun ruhunu alıncaya kadar (bir da Wıber maz kılmadı" ifadesi yer almaktadır.
Başka bir rivayette ise Abdullah İbn Abbâs şöyle der:
Ümmü Fadl, Abdullah ibn Abbâs'ı
And olsun birbiri ardınca gönderilenlere (diye başlayan Mürselât sUresinij okurken işitmiş. Bunun üzerine Abdullah ibn Abbâs'a:
Ey oğulcuğum! Vallahi sen bu sureyi okuyuşunla benim hafızamı tazeledin. Bu sure, ResuluHah (s.a.v)'i son defa akşam namazında okuduğunu işittiğim suredir' demişti. (İkinci rivayet)
Bu hadisifn metnini), Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir. İmam Malik ve Ebu Davud ise ikinci rivayeti nakletmiştir. Tirmizî'nin rivayetinde ise Ümmü Fadl şöyle der:
"ResuluHah (s.a.v) (ölümüne yakın) hastalığı sırasında başını sarmış olarak bizim için (yatağından kalkıp) gelip akşam namazını (evinde) kıldırdı ve (namaz sırasında) "Mürselât" suresini okudu. Bundan sonra Allah'a kavuşuncaya kadar (bir daha) akşam namazını kılamadı.
Nesâî'nin rivayetinde ise Ümmü Fadl şöyle der:
Resulullah (s.a.v), evinde, bize (vefatından önce) akşam namazım kıldırdı ve (namaz sırasında) "Mürselat" suresini okudu. Bundan sonra ruhu alınıncaya kadar (bize) bir (daha hiç) namaz kıldırmadı.
53. Berâ ibnu'1-Âzib (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
Peygamber (s.a.v) bir seferde idi. Yatsı namazını son (vaktinde) kıldı. (Namazın) iki rekatinden birinde "ve't-Tîni ve'z-Zeytûni" suresini okudu. (Bu zamana kadar) ses yada kıraat yönünden ondan (daha güzel sesli yada ondan daha güzel okuyuşlu) hiç kimseyi dinlemedim. Bu hadisi(n metnini), Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir. Ebu Dâvud ile Nesâî'nin rivayeti, ve Tîn ifadesiyle bitmektedir, Tirmizî ile Nesâî'nin rivayetinde şu ifade yer almaktadır:
"Resulullah (s.a.v) ile birlikte yatsı namazını kıldım. Bu namaz sırasında "ve't-Tîni ve'z-Zeytûni suresini okudu.
54. Übâde ibmı's-Sâmit (r.a)'tan rivayet edilmiştir: Resuluilah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
(Namazda) Fatiha suresini okumayan kimsenin namazı yok.
(Hadisin ravisi) Süfyân der ki: Fatiha'ya ek olarak bir miktar daha Kur'an okumak) yalnız başına namaz kılan içindir.
Nesâîde ise, "(Fatiha'ya) ek olarak (bîr miktar daha Kur'an okumak)" ilavesi vardır.
55. Mâlik ibnu'l-Huveyris (r.a)'dan rivayet edilmiştir: "Bizler, (yaşça) birbirine akran gençler Peygamber (s.a.v)'in yanına geldik. Onun yanında yirmi gün yirmi gece kaldık. Resuluilah (s.a.v) çok merhametli ve çok yumuşak huylu birisiydi. Ailelerimizi özlediğimizi anlayınca, geride kimleri bıraktığımızı sordu. Biz de ona (geride bıraktığımız kimseleri) haber verdik. Bunun üzerine Resuluilah (s.a.v):
Haydi ailelerinizin yanına geri dönün. Onların içerisine yerleşin. Onlara (burada öğrendiğiniz hususları) öğretin ve onlara, filanca namazı filanca vakitte ve filanca namazı da filan vakitte kılmalarım emredin. Namaz vakti geldiğinde içinizden biri size ezan okusun. (Yaşça) daha büyük olanınız ise size imam olsun buyurdu.
Bu hadisi(n metnini), Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir.
Buhârî'nin bir rivayetinde, Benim namaz kıldığım gibi namaz kılın" ifadesi yer almaktadır.
Müslim ise bu hadisi kısa bir şekilde şöyle rivayet etmiştir:
Ben ve bir arkadaşım, Peygamber (s.a.v)'in yanına geldik. (Onun yanından ailemizin yanına geri dönmek istediğimiz zaman) bize:
Namaz vakti geldiği zaman ezanı okuyun. Sonra kamet getirin. (Yaşça) daha büyük olanınız size imam olsun' buyurdu.
Yine Müslim'in bir rivayetinde, Bu iki genç kıraat hususunda da birbirine yakın idiler" ilavesi yer almaktadır.
Nesâî'nin kısa bir şekilde naklettiği rivayette Mâlik ibnu'I-Huveyris şöyleder:
Ben ve amcamın oğlu, (başka bir defada ise, ben ve bir arkadaşım} Peygamber (s.a.v)'in yanına geldik. (Onun yanından ailemizin yanına geri dönmek istediğimiz zaman bize):
Yolculuğa çıktığınız zaman ezan okuyun, kamet getirin (yaşça) büyük olanınız size imam olsun1 buyurdu.
Tirmizî ile Ebu Davud'un rivayeti de bu şekilde kısadır.
Tirmizî'nin rivayetinde, Ben ve amcamın oğlu" ifadesi yer almaktadır.
Ebu Davud'un başka bir rivayetinde ise, Biz ilim bakımından (o sırada) birbirimize çok yakındık" ilavesi yer almaktadır.
56. Katâde (r.a)'dan rivayet edilmiştir: Resululfah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Sizden biriniz mescide girdiğiniz zaman oturmadan önce iki rekat namaz kılsın.
Bu hadisifn metnini, bir topluluk rivayet etmiştir.
Ebu Davud'un rivayetinde, iki rekat namaz kılsın" ifadesi yer almaktadır.
Yine Ebu Davud'un başka bir rivayetinde, Bundan sonra isterse otursun, isterse (bir) ihtiyacı için (çıkıp) gitsin" şu ilave yer almaktadır.
Buhârî ile Müslim'in başka bîr rivayetinde Katâde şöyle der:
"Mescide girdim. Resulullah (s.a.v) cemaatin arasında oturuyordu. Ben de oturdum. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
Oturmadan önce iki rekat namaz kılmaktan seni ne alıkoydu?' buyurdu. Ben de:
Ey Allah'ın resulü! Seni otururken gördüm. Cemaat de oturuyordu. (Bunun için iki rekat namaz kılmadım)' dedim. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v)
Öyleyse sizden biriniz mescide girdiği zaman iki rekat kılmadan oturmasın' buyurdu.
57. Enes ibn Mâlik (r.a)'dan rivayet edilmiştir:
"İnsanlar çoğalınca, namaz vaktini tanıyacakları bir şeyle (insanlara) bildirmeyi konuştular. Kimi bir ateş tutuşturmayı yada kimi de bir çan çalmayı teklif ettiler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v), Bilâle; ezanı (n lafızlarını) İkişer ikişer ve kameti(n lafızlarını) da birer birer okumasını emretti.
(Hadisin lafzı, Buhârîye aittir.)
Bir rivayette ise, Yalnız 'kad kameti's-salâtu' lafzı müstesna (ki bu iki defa söylenir)" ifadesi yer almaktadır.
58. Ebu Saîd el-Hudrî (r.a)'dan rivayet edilmiştir:
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
Ezan sesi duyunca, müezzinin dediğini siz de söyleyin.
Bu hadisi(n metnini), bir topluluk rivayet etmiştir.
59. Abdullah ibn Mes'ud (r.a)'dan rivayet edilmiştir:
Peygamber (s.a.v) namaz kıldırdı. Fazla yada eksik (namaz kıldırdı). Bazı raviler (bu konuda) şüphe etti. Doğrusu, Peygamber (s.a.v)'in fazla kıldırmasıdır- Selam verince, ona:
Ey Allah'ın resulü! Namaz hakkında yeni bir şey mi var?1 denildi. Resulullah:
Ne oldu?' buyurdu. (Orada bulunan sahabiler:)
Namazı şöyle şöyle kıldın' dediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) hemen bacaklarını bükerek kıbleye karşı oturdu ve iki secde yaptı. Sonra selam verdi. Sonra yüzünü bize çevirip:
Gerçekten namaz hakkında yeni bir şey olsaydı, ben onu size haber verirdim. Fakat ben de ancak (ve ancak) bir insanım. Sizin gibi ben de unuturum. Bununla birlikte bir şeyi unuttuğumda hemen bana hatırlatın! Biriniz namazında şüphe ederse (kaç rekat kıldığı ile ilgili) doğruyu araştırıp namazını onun üzerine tamamlasın. Sonra da İki secde yapsın' buyurdu.
Başka bir rivayette ise şu ifade yer almaktadır: (Sahabiler:)
Namazı beş rekat kıldın' dediler.
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) kıbleye döndü ve iki secde yaptı. Sonra da selam verdi.
Bu hadisi(n metnini), Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir. Diğer bir rivayet ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v), iki sehiv secdesini selam ve kelamdan sonra yaptı.
Müslim, bunun benzeri bir hadisi kısa bir şekilde Abdullah ibn Mes'ud dan şöyle rivayet etmiştir:
Resulullah (s.a.v) bize beş (rekat) namaz kıldırdı. Bunun üzerine biz:
Ey Allah'ın resulü! Namaza (bir şey mi) ilave edildi1534 dedik. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
Ne oldu?1 buyurdu. (Sahabiier:)
Namazı beş (rekat) kıldırdın' dediler. Resulullah (s.a.v):
Ben de ancak (ve ancak) sizi gibi bir insanım. Sizin hatırladığınız gibi hatırlar, unuttuğunuz gibi ben de unuturum buyurdu. Sonra iki sehiv secdesi yaptı.
Yine Müslim'in daha önce geçene benzeyen başka bir rivayeti, Hz. Peygamber (s.a.v)'den naklen §u şekildedir:
Doğruyu bulmak için bunların hangisinin daha layık olduğuna bir baksın.
Yine Müslim'in diğer bir rivayetinde Doğruyu bulmak için bunların hangisinin daha layık olduğuna bir baksın"
ifadesi yer almaktadır.
Yine Müslim'in başka bir rivayetinde; Hasan b. Ubeydullah yoluyla İbrahim'b. Süveyd'in şöyle dediği geçmektedir:
Aikame bize öğle namazını beş rekat kıldırdı. Selam verince, (namazdaki) cemaat:
Ya Eba Şîbil! Namazı beş rekat kıldırdın'dediler. Aikame:
Hayır! Ben (bunu) yapmadım' dedi. Cemaat:
Evet! (Yaptın)' dediler.
(Hadisin ravisi İbrahim b. Süveyd der ki:) Çocuk olduğum halde ben de cemaatin tarafında idim. Ben dahi:
Evet! Beş rekat namaz kıldırdın' dedim. Aikame, bana:
Ey şaşı gözlü sende mî bunu söylüyorsun?' dedi. Ben de:
Evet!' cevabını verdim.
Bunun üzerine Aikame kıbleye dönüp iki secde yaptı. Sonra da selam verdi. Daha sonra da şöyle dedi: Abdullah ibn Mes'ud şöyle dedi ki:
Resulullah (s.a.v) bize beş rekat namaz kıldırdı. Namazı bitirince, cemaat kendi arasında kargaşalık çıkardı. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
Ne oluyor size?' buyurdu. Cemaat:
Ey Allah'ın resulü! Acaba namaza (bir şey mi) ilave edildi' dediler. 'Resulullah (s.a.v) :
Hayır!' diye cevap verdi. Cemaat:
Doğrusu beş rekat namaz kıldırdında...' dediler. Bunun üzerine
Resulullah (s.a.v) kıbleye döndü ve iki secde yaptı. Sonra selam verdi. Sonra da:
Ben de ancak (ve ancak) sizi gibi bir insanım. Sizin unuttuğunuz gibi ben de unuturum' buyurdu.
Yine Müslim'in bir rivayetinde, Sizden bîriniz (kaç rekat namaz kıldığını) unuttuğu zaman iki secde yapsın"
ilavesi yer almaktadır.
Yine Müslim'in konu ile ilgili başka bir rivayeti şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v) bize namaz kıldırdı. Ya fazla kıldırdı yada eksik kıldırdı. (Hadisin ravisi İbrahim der ki: Bu şüphe, benden kaynaklanmaktadır.) Selam verince, ona:
Ey Allah'ın resulü! Namaza bir şey mi ilave edildi?' diye soruldu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
Ben de ancak' (ve ancak) sizi gibi bîr insanım. Sizin unuttuğunuz gibi ben de unuturum. Sizden biriniz (kaç rekat namaz kıldığını) unuttuğu zaman oturduğu yerden iki secde yapsın' buyurdu.
Daha sonra Resulullah (s.a.v) (kıbleye) dönüp iki secde yaptı.
Ebu Dâvud ve Nesâî, Buhârî ile Müslim'in irtifak ederek rivayet ettikleri (en başta gelen hadisin metnini) rivayet etmişlerdir.
Yine Nesâî, Müslim'in rivayet ettiği bir hadisi(n metnini) de rivayet etmıştır.
Nesâî'nin buna benzer başka bir rivayetinde, Öğle namazını kıldırdı" ifadesi yer almaktadır. Tirmizfnin rivayeti ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v) öğle namazını beş (rekat) kıldırdı. Ona:
Namaza (bir şey mi) ilave edildi?' denildi. Bunun Peygamber (s.a.v) selam verdikten sonra iki secde yaptı.
Tirmizî'nin başka bir rivayeti ise şu şekildedir:
"Peygamber (s.a.v) konuştuktan sonra sehiv secdesi yaptı.
Ebu Dâvud ile Nesâi, Tirmizî'nin ilk rivayeti(ne uygun bir metinle bu hadisi) rivayet etmişlerdir.
60. Ebu Hureyre {r.a)'dan rivayet edilmiştir:
Resulullah (s.a.v) ikinci rekattan ayrıldı. Bunun üzerine Zu'I-Yedeyn, Resulullah (s.a.v):
Ey Allah'ın resulü! Namaz kısaltıldı mı, yoksa unuttun mu?' dedi. Resulullah (s.a.v):
Zu'1-Yedeyn doğru mu söylüyor?' buyurdu. İnsanlar:
Evet, doğru söyledi1 dediler.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) kalktı ve son iki rekatı da kıldırdı. Sonra slam verdi. Sonra tekbir alıp secdeye vardı. Her zamanki secdesi kadar yada daha uzun müddet secdede kaldı. Sonra başını kaldırdı.
(Hadisin metni, Buhârî'ye aittir.)
Seleme b. Alkame'den gelen rivayette şu ifade yer almaktadır:
Muhammed ibn Sîrîn'e Sehiv secdelerinde teşehhüd var mıdır' diye sordum. O da: - 'Ebu Hureyre hadisinde teşehhüd yoktur' diye cevap verdi.
Buhârî'nin diğer bir rivayeti de şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v) öğle yada ikindi namazlarından birini kıldırdı. - (Hadisin ravisi) Muhammed ibn Şîrîn: Zannimm çoğu ikindi namazı olmasıdır' der. - Peygamber (s.a.v) iki rekat kıldırdıktan sonra selam verdi. Ondan sonra mescidin önündeki bir tahta parçasına doğru kalkıp elini onun üzerine koydu. Bu cemaatin içinde; Ebu Bekr ile Ömer de vardı. Bu ikisi, (konu ile ilgili) Peygamber (s.a.v) ile konuşmaktan çekindiler. (Bazı) insanlar hızlı bir şekilde (mescitten) çıkıp (birbirlerine):
Namaz kısaltıldı mı?' diye sordular. (Bu cemaatin içerisinde yine) Peygamber (s.a.v)'in 'Zu'1-Yedeyn (iki el sahibi) adını verdiği bir kişi vardı. Bu kişi:
(Ey Allah'ın resulü!) Namaz kısaltıldı mı, yoksa unuttun mu?' dedi. Resululiah (s.a.v):
Unutmadım, (namaz da) kısaltılmadı' buyurdu. Zu'1-Yedeyn:
Evet! Unuttun' dedi.
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) (kalkıp) iki rekat (daha) kıldırdı. Sonra selam verdi. Sonra tekbir alıp secdeye vardı. Her zamanki secdesi kadar yada daha uzun müddet secdede kaldı. Sonra başını kaldırıp tekbir aldı. Sonra başım yere koydu. Sonra tekbir alıp yine (ilk) secde de yaptığı kadar yada daha uzun bir müddet secde yaptı. Sonra başını (secdeden) kaldırıp tekbir aldı.
Yine buna benzer bir rivayetin içerisinde, Mescidin kıble tararında duran bir hurma kütüğüne doğru gelip kızgın bir tavırla ona dayandı" ifadesi yer almaktadır. Yine bu rivayetin içerisinde şu ifade de yer almaktadır:
Zul-Yedeyn:
Ey Allah'ın resulü! Namaz kısaltıldı mı, yoksa unuttun mu?' dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) sağa ve sola bakıp:
Zu'1-Yedeyn ne diyor?' buyurdu. (Sahabiler:)
Zu'1-Yedeyn doğru söylüyor. Çünkü (dört rekat namaz kıldıracağına) sadece iki (rekat) namaz kıldırdın' dediler.
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) iki (rekat) namaz kıldı ve selam verdi. Sonra tekbir alıp secde etti. Sonra yine tekbir alıp (başını secdeden) kaldırdı. Sonra tekbir alıp secdeye gitti. Sonra yine tekbir alıp (başını secdeden) kaldırdı.
(Hadisin ravisi Muhammed ibn Şîrîn) der ki: İmrân b. Husayn'dan haber aldığıma göre, o: '(Peygamber başını secdeden kaldırdıktan sonra) selam verdi'demiştir.
Bu hadisifn metnini), Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir. Buhârî'nin başka bir rivayetinde ise Ebu Hureyre şöyle der:
Peygamber (s.a.v) Öğle namazını iki rekat kıldırdı. Ona: İki rekat kıldırdın' denildi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) iki rekat (daha) namaz kıldırdı. Sonra selam verdi. Sonra iki secde yaptı.
Peygamber (s.a.v) öğle yada ikindi namazını kıldırıp (ikinci re-katten sonra yanılarak) selam verdi. Bunun üzerine Zu'1-Yedeyn, Peygamber (s.a.v):
Ey Allah'ın resulü! Namaz kısaltıldı mı?' dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v), sahabilerine:
Zu'1-Yedeyn'İn söylediği şey doğru mu?' diye sordu. Onlarda:
Evet' diye cevap verdiler.
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) son iki rekatı da kıldırdı. Sonra (yanılmadan dolayı) iki secde yapü.
Sa'd ibn İbrahim der ki: Ben, Urve ibnu'z-Zübeyr'i gördüm. O, akşam namazını iki rekat kıldırdı ve (yanılmadan dolayı) iki secde yaptı. Ve: 'Ben, Peygamber (s.a.v)'in (yanılmadan dolayı namazın sonunda iki secde) yaptığını böyle gördüm1 dedi.
Müslim'in ravisi şöyle der:
Ebu Hureyre'yi şöyle derken işittim:
Resulullah (s.a.v) bize ikindi namazını kıldırıp ikinci rekatte(n sonra yanılarak) selam verdi. Bunun üzerine Zu'1-Yedeyn, ayağa kalkıp:
Ey Allah'ın resulü! Namaz kısaltıldı mı, yoksa unuttun mu?1 dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
Bunların hiçbiri olmadı' buyurdu. ZuYedeyn: Hayır, Ey Allah'ın resulü! Bunlardan biri muhakkak oldu' dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v), cemaate dönüp:
Zu'1-Yedeyn doğru mu söylüyor?' buyurdu. Cemaat:
Evet, Ey Allah'ın resulü!' dediler.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) namazdan kalan mikdan tamamladı. Selam verdi. Daha sonra da oturduğu yerden iki secde yapü.
Yine Müslim'in başka bir rivayeti ise şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v) bize öğle namazım iki rekat kıldırıp (yan il arak) selam verdi. Bunun üzerine Süleym oğullarından birisi gelip ona:
Ey Allah'ın resulü! Namaz kısaltıldı mı, yoksa unuttun mu?' demiş ve hadisi rivayet etmiş.
Ebu Davud'un rivayetinde ise Ebu Hureyre şöyle der:
Resulullah (s.a.v) bize iki aşiyy'den, öğle veya ikindi namazlarından birini kıldırdı. İkinci rekaü kıldırırken (yanılıp) selam verdi. Sonra mescidin Ön tarafında bulunan tahtanın yanında durup ellerini birbiri üstüne gelecek şekilde o tahtanın üzerine koydu. Yüzünde hiddet (belirtileri) görülüyordu. Bu sırada "namaz kısaldı, namaz kısaldı" diyerek aceleyle mescitten çıkanlar oldu. Cemaatin içerisinde Ebu Bekr ile Ömer de vardı. Fakat bu ikisi, (konu ile ilgili) Resulullah (s.a.v)'e bir şey söylemekten çekindiler. Bu esnada Resulullah (s,a.v)'in "Zu'1-Yedeyn" adını verdiği bir adam kalkıp:
Ey Allah'ın resulü! Unuttun mu, (yoksa) namaz kısaltıldı mı?1 dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
Unutmadım, (namaz da) kısaltılmadı' buyurdu. Zu'1-Yedeyn:
Evet! Unuttun' dedi.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.v), cemaate dönüp:
Zu'1-Yedeyn doğru mu söylüyor? buyurdu. Cemaat:
Evet' diye işarette bulundular.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) yerine dönüp kalan iki rekatı kıldırdı. Sonra selam verdi. Tekbir aldı, her zamanki secdesi kadar yada ondan daha uzun secde yapıp başını (secde yerinden) kaldırdı. Tekrar tekbir aldı, normal secdesi kadar yada ondan daha uzunca bir secde daha yaptı. Sonra (başını secde yerinden) kaldırdı ve takbir aldı. (Hadisin ravisi Eyyûb) der ki: Muhammed'e: '(Peygamber) yanılmada selam verdi mi?' denildi. O da: 'Bunu, Ebu Hureyre'nin söylediğini hatırlamıyorum, fakat İmran b. Husayn'ın "Sonra selam verdi" dediğini haber aldım' dedi.
Ebu Dâvud bununla ilgili olarak şöyle der:
Hammâd'm (bundan önceki) hadisi daha tamdır. (Hadisin ravisi Mâlik önceki hadisteki) Bize" sözünü söylemeden ResuluIIah (s.a.v) namaz kıldırdı" dedi. İşaret ettiler" sözünü İnsanlar: 'Evef dediler" şeklinde ifade etti. (Hadisin ravisi Mâlik rivayetine şöyle devam etti:) Sonra (başını secde yerinden) kaldırdı" (dedi, fakat) Tekbîr aldı. Sonra (sehiv secdesi için) tekbir aldı ve diğer secdeleri kadar veya onlardan daha uzun secde etti ve sonra (başım secde yerinden) kaldırdı" demedi."
(Mâlik'in) hadisi (bu şekilde) tamamlandı. Bundan sonrasını zikretmedi.
Ebu Dâvud (devamla) der ki: Hammâd b. Zeyd dışında hadisin ravi-Ierinden hiçbirisi tekbir aldı" sözü ile İşaret ettiler" sözünü, söylemedi.
Ebu Davud'un bu manada başka bir rivayeti de şu şekildedir:
Ebu Hureyre: "ResuluIIah (s.a.v) bize namaz kıldırdı (diye başlayıp) "İmrân b. Husayn'ın: Sonra selam verdi" dediği bana haber verildi' cümlesinin sonuna kadar tamamen Hammâd (bir önceki) hadisinin manasını (nakletti).
(Hadisin ravisi Seleme devamla) dedi ki: (Muhammed ibn Sîrîn'e:) Teşehhüd de (zikredildi mi)? dedim. O da: 'Teşehhüd hakkında bir şey işitmedim, fakat bana teşehhüdünde bulunmuş olması daha uygun geliyor' dedi.
(Seleme, Hammâd'ın hadisinde zikredilen) "ResuluIIah ona 'Zu'l-Yedeyn' adını vermişti" ifadesini, "işaret ettiler" ifadesini ve "(Resulullah'ın yüzünde) hiddet (vardı) ifadesini zikretmedi.
Yine Ebu Davud'un bu hadisle ilgili başka bir rivayetinde,
Allah kendisine kesin olarak bildirinceye kadar ResuluIIah (s.a.v) sehiv secdelerini yapmadı" ifadesi yer almaktadır.
Yine Ebu Davud'un başka bir rivayeti de şu şekildedir:
Bilahare selam verdikten sonra sehiv secdelerini yaptı.
Yine Ebu Davud'un diğer bir rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v) sehiv secdelerini yaptı.
Tirmizî, Buhârî ile Müslim'in ittifak ederek rivayet ettikleri (birinci rivayeti) nakletmişlerdir.
Yine Tirmizî'nin kısa olarak rivayet ettiği diğer bir rivayet ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v) sehiv secdesini selamdan sonra yaptı.
Nesâî'de, bu hadisi; Buhârî, Müslim ve Ebu Dâvud'da (geçen bazı rivayetlere uygun bir şekilde) rivayet etmiştir.
Yine Nesâî'nin diğer bir rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v,) Zu'1-Yedeyn günü, selamdan sonra iki secde yaptı.
Yine Nesâî'nin başka bir rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v), namazda yanıldığını zannederek selamdan sonra sehiv secdesi yapü.
Yine Nesâî'nin diğer bir rivayeti ise şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v), oturduğu halde sehiv secdelerini yaptı. Sonra da selam verdi.
Yine Nesâî'nin bir başka rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v), selamdan önce ve selamdan sonra hiçbir zaman secde etmedi.
61. Abdullah ibn Mâlik ibn Bu hay ne (r.a)tan rivayet edilmiştir:
"Resulullah (s.a.v), öğle namazının ilk iki rekatından sonra, aralarında (teşehhüd için) oturmadan (direkt üçüncü rekat için) ayağa kalktı. Namazını tamamladığında, iki secde yaptı. Daha sonra bu iki secdenin ardından selam verdi.
(Hadisin lafzı, Buhârî'ye aittir.) (Buhârî'nin) diğer bir rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Resulullah (s.a.v), bize namazların birinden iki rekat kıldırdı. Sonra (birinci teşehhüde) oturmadan (üçüncü rekat için) ayağa kalktı. Cemaat de, onunla birlikte ayağa kalktı. Resulullah (s.a.v) namazını tamamladığında, biz selam vermesini beklerken, o, selam vermeden önce (Allahu Ekber diye) tekbir alıp oturduğu halde (yanılmadan dolayı) iki secde yaptı, sonra da selam verdi.
Yine Buhârî'nin buna benzer bir rivayeti şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v), bize namaz kıldırdı. (İlk teşehhüde) oturmadan önce ilk iki rekattan (üçüncü rekat için) ayağa kalktı. Namazına devam etti. Namazını tamamladığında, cemaat, onun selam vermesini beklerken, o, selam vermeden önce tekbir alıp secde yaptı. Sonra başını (secde yerinden) kaldırdı. Sonra tekbir alıp secde yaptı. Sonra başını (secde yerinden) kaldırıp selam verdi.
Yine Buhârî'nin başka bir rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v), öğle namazının (ilk teşehhüdünde) oturması gerekirken (üçüncü rekat için) ayağa kalktı. Namazını tamamlayınca, selam vermeden önce oturduğu yerde her secde için tekbir alıp iki secde yaptı. Cemaat da, Peygamber (s.a.v)'in unuttuğu oturmanın teşehhüdün) yerine onunla birlikte bu iki secdeyi yaptı.
Bu hadisi{n metnini), Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir.
Ebu Dâvud'da, (en baştaki hadisin) bir benzerini rivayet etmiştir. Fakat bu rivayetinde "öğle namazı" ifadesini belirtmemiştir.
Yine Ebu Dâvud, bu manada başka bir hadis daha rivayet etmiş ve daha sonra da, "Bizden ayakta (kıyamda) iken tahiyyat (duası) okuyan kimseler vardı" sözünü ilave etmiştir.
Tirmizî'nin rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Peygamber (s.a.v), öğle namazının (ilk teşehhüdünde) oturması gerekirken (üçüncü rekat için) ayağa kalktı. Namazını tamamlayınca, selam vermeden önce oturduğu yerde her secde için tekbir alıp İki secde yaptı. Cemaat da, Peygamber (s.a.v)'in unuttuğu oturmanın (teşehhüdün) yerine onunla birlikte bu iki secdeyi yaptı.
Nesâî, Tirmizî'nin rivayetine (benzeyen bir hadisi) rivayet etmiştir. Yine Nesâî'nin bir rivayeti şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v), namaz kıldırdı. İkinci rekattan sonra oturmak isterken ayağa kalkıp namazına devam etti. Namazın sonuna gelince, selam vermeden önce iki defa secde etti. Sonra da selam verdi.
Yine Nesâî'nin başka bir rivayeti de şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v), namaz kıldırdı. İkinci rekatta(n sonra) ayağa kalktı. (Bunun sahabiler, uyarma mahiyetinde ona) tesbihde bulundular. (Fakat o) namazına devam etti. Namazı bitirince, selam vermeden önce iki defa secde etti. Sonra da selam verdi.
62. Enes b. Mâlik (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Biz, Peygamber (s.a.v) ile birlikte sıcağın aşın olduğu zamanlarda namaz kılardık, (içimizden) bîrimiz, (aşırı sıcaktan dolayı) yüzünü yere koymaya güç yetiremediğinde, elbisesini (yere) serip onun üzerinde secde ederdi.
Nesâî'nin rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Biz, öğlen sıcaklarında Peygamber (s.a.v)'in arkasında namaz kıldığımız zaman, sıcaktan korunmak için elbiselerimizin üstünde secde yapardık.
63. Abdullah ibn Muğaffel (r.a)'tan rivayet edilmiştir: "Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu:
Her iki ezan arasında bir namaz vardır. Her iki ezan arasında bir namaz vardır. Üçüncüsünde, 'dileyen kimse için (her iki ezan arasında bir namaz vardır)' buyurdu.
Bu hadisi(n metnini) bir topluluk rivayet etmiştir.
Bu ifade; Tirmizî'de bir defa, Ebu Davud'da ise iki defa geçmektedir.
64. Ebu Hurcyrc (r.a)'tan rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
İmam, "Amin" dediği zaman, siz de "Amin" deyiniz. Çünkü kimin "Amin" demesi, meleklerin "Amin" demesi (vakti)ne denk gelirse, o kişinin geçmiş günahları bağışlanır.
(Hadisin ravisi) İbn Şihâb dedi ki: "Resulullah (s.a.v)'de "amin" derdi." Bu hadisi(n metnini), Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir. Buhârî'nin rivayetinde Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
(Namazda Kur'an) okuyan kimse, "Amin" dediği zaman siz de "Amin" deyiniz. Çünkü kimin "Amin" demesi, meleklerin "Amin" demesi (vakti)ne denk gelirse, o kişinin geçmiş günahları bağışlanır.
Buhârî'nin başka bir rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Sizden birisi (namazda) "Amin" dediği zaman, melekler de gökte "A-min" deseler ve bunların her ikisi(nin söylemiş olduğu bu "Amin" sözü) birbirine denk gelirse, o kimsenin geçmiş günahları bağışlanır.
Müslim'de (buna benzer) bir rivayeti nakletmiştir.
Yine Buhârî'nin diğer bir rivayetinde.Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
İmam (namazda): Gayri'l-mağdûbi aleyhim vele'd-dâllîn1 dediği zaman, siz de "Amin" deyiniz. Çünkü her kimin Amin" sözü, meleklerin "Amin" demesi (vakti)ne denk gelirse, o kişinin geçmiş günahları bağışlanır.
Müslim'in bir rivayetinde Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
(Namazda Kur'an)"okuyan kimse, Gayril-mağdûbi aleyhim vele'd-dâllîn' dediği zaman, arkasında bulunan kimse de: "Amin" der ve o kimsenin (bu) sözü, gök halkının ("Amin") sözüne denk gelirse, o kimsenin geçmiş günahları bağışlanır.
Ebu Dâvud ile Nesâî; birinci, üçüncü ve dördüncü ve Tirmizî'de birinci rivayeti nakletmiştir.
65. Ebu Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
Sizden biri, namaz, kendisini (namaz kıldığı yerde) alıkoyduğu müddetçe namaza devam etmiş olur. (Çünkü) o kimseyi ailesine dönmekten alıkoyan şey, namazdan başka bir şey değildir.
Bu hadisifn metnini,) Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir.
Buhârî'nin rivayet ettiği hadisin başında, Müslim'in aynı senedle rivayet ettiği hadiste olmayan şu ilave vardır:
Sizden biri, abdestini bozmadıkça, namaz kıldığı yerde bulunmakta devam ettiği müddetçe melekler, ona: Allahümme iğflr lehu, Allahümme irhamhu' (Allahım! Ona mağfiret eyle. Allahım! Ona merhamet eyle) diye dua ederler.
Daha sonra Buhârî, bu hadisi sonuna kadar rivayet etmiştir.
Yine Buhârî'nin rivayetinde, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Sizden biri, namaz, kendisini (namaz kıldığı yerde) alıkoyduğu müddetçe namaza (devam etmiş) olur. Namazdan ayrılmadığı ve abdestini bozmadıkça, melekler, ona: 'AHahümme iğfir lehu Allahümme verhamhu
HAllahım! Ona mağfiret eyle. Allahım! Ve ona merhamet eyle) diye dua ederler.
Yine Buhârî'nin başka bir rivayetinde, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Bir kul namazı bekleyerek abdestini bozmadan mescitte bulunduğu müddetçe namaza devam etmiş olur. (Ebu Hureyre, bu hadisi söyleyince,) yabancı bir adam, ona:
Ey Ebu Hureyre! Hades (abdesti bozan şey) nedir?' diye sordu. Ebu Hureyre'de:
Sesli yellenmeyi kast ederek 'sestir' diye cevap verdi. Müslim'in bir rivayetinde, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Şüphesiz ki sizden birisi, (namaz için) oturduğu yerde bulunduğu müddetçe melekler ona salat getirirler ve abdestini bozmadığı müddetçe de, ona:
Allahümme iğfir lehu, Allahümme irhamhu' (Allahım! Ona mağfiret eyle. Allahım! Ona merhamet eyle) diye dua ederler. Sizden birisi, namaz, kendisini (namaz kıldığı yerde) alıkoyduğu müddetçe namazda (sayılır). Yine Müslim'in başka bir rivayetinde şu ifade yer almaktadır:
Kul, namaz kıldığı yerde beklediği müddetçe namaza devam etmiş olur. Melekler, o kişi (yerinden) gidinceye kadar yada abdestini bozuncaya kadar: 'Allahümme iğfir lehu, Allahümme irhamhu' (Allahım! Ona mağfiret eyle. Allahım! Ona merhamet eyle) diye dua ederler.
(Hadisin ravisi, Ebu Hureyre'ye:) 'Abdesti bozan şey nedir? diye sordum. O da: Sessiz ve sesli yellenmektir' diye cevap verdi.
Yine Müslim'in başka bir rivayetinde, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Sizden birisi namazı bekleyerek oturduğu müddetçe abdestini bozmadıkça namazda (sayılır). Melekler, ona: Allahümme iğfir lehu, Allahümme
irhamhu' (Allahim! Ona mağfiret eyle. Allahım! Ona merhamet eyle) diye dua ederler.
Ebu Dâvud'da (buna benzer bazı hadisleri) nakletmiştir.
Tirmizî'nin rivayetinde ise, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Sizden birisi, namazı (namaz kıldığı yerde) beklemeye devam ettiği müddetçe namaza devam etmiş olur. Sizden birisi abdestini bozmadıkça, mescitte kaldığı müddetçe, melekler, ona: 'Allahümme iğfir lehu, Allahümme irhamhu' (Allahım! Ona mağfiret eyle. Allahım! Ona merhamet eyle) diye dua ederler.
66. Ebu Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
"İmam (namazda rükudan doğrulurken): 'Semiallâhu limen ha mi d eh
(Allah, kendisini hamd eden kimseyi işitir) dediği zaman, siz de: 'Allahümme Rabbena leke'1-hamd" (Allahım! Rabbimiz! Hamd, yalnızca sana mahsustur) deyin. Çünkü kimin bu sözü, meleklerin bu sözüne denk gelirse, o kişinin geçmiş günahları bağışlanır.
67. Abdullah ibn Ömer (r.anhümâ)'dan rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
"Namazlarınızın bir kısmını evlerinizi kılın. Evlerinizi kabirlere çevirmeyin.
68. Abdullah ibn Ömer (r.anhümâ)'dan rivayet edilmiştir:
"Resulullah (s.a.v) (yolculuk sırasında) binek üzerinde yüzü nereye yönelik olursa olsun (o tarafa doğru) başıyla ima ederek teşbihte bulunurdu ( nafile namazını kılardı). (Hadisin ravisine göre;) Abdullah ibn Ömer de, böyle yapardı.
Bu hadisi(n metnini,) Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir. Yine Müslim'in rivayetinde, şu ifade yer almaktadır:
"Resulullah (s.a.v) (yolculuk sırasında) binek üzerinde yüzü nereye yönelik olursa olsun (o tarafa doğru) teşbihte bulunurdu (nafile namazı kılardı). Vitri de onun üzerinde kılardı. Yalnız binek üzerinde farz namaz kılmazdı.
Buhârî ile Müslim'in, Saîd b. Yesâr'dan şöyle rivayette bulunmuşlardır:
Ben, Abduiah ibn Ömer ile birlikte Mekke yolunda yürüyordum. Sabah olacağından endişe edince, (bineğimden) inip vitir namazını kıldım. Sonra ona yetiştim. Bunun üzerine Abdullah ibn Ömer, (bana):
Neredeydin?' diye sordu. Ben de;
Sabah olacağından endişe ettim. Bunun üzerine vitir namazını kıldım' diye cevap verdim. Abdullah ibn Ömer;
Resulullah (s.a.v)'de senin için güzel bir örnek yok mu?' dedi. Ben de:
Evet! Vallah dedim. Abdullah ibn Ömer:
Resulullah (s.a.v) vitir namazını deve üzerinde kılardı' dedi. Buhârî'nin bir rivayetinde, Nâfi' derki:
Abdullah ibn Ömer, bineği üzerinde (nafile) namaz kılardı ve vitri
de onun üzerinde kılardı. (Daha sonra da) Peygamber (s.a.v)'in böyle yaptığını haber verirdi.
Yine Buhârî'nin başka bir rivayetinde, Abdullah ibn Dinar şöyle der:
Abdullah ibn Ömer, yolculuk esnasında bineği üzerinde, bineği hanai arafa yönelirse (o tarafa doğru) ima ederek (nafile) namazın, kılardı tuaha Sonra da) Peygamber (s.a.v)'in böyle yaptığını bildirirdi
Yine Buhârî'nin diğer bir rivayetinde, Abdullah ibn Ömer şöyle der:
Peygamber (s.a.v) yolculuk esnasında bineği üzerinde, bineği yönünü hangi tarafa çevirirse (o tarafa doğru) namazını kılardı. Farzlardan başka gece namazını ima ederek kılardı. Vitir namazını da bineği üzerinde kılardı.
Müslim'in rivayetinde ise Abdullah ibn Ömer şöyle der:
Ben, Resulullah (s.a.v)'i bir eşek üzerinde Hayber'e doğru yönelmiş olduğu halde (nafile) namaz kılarken gördüm.
Yine Müslim'in başka bir rivayetinde ise Abdullah ibn Ömer şöyle der:
Peygamber (s.a.v)in bineği, onu nereye döndürürse (o tarafa doğru nafile) namaz kılardı.
Yine Müslim'in diğer bir rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Resulullah (s.a.v) in devesi, onu hangi tarafa döndürürse nafile namazım (sübha) (o tarafa doğru) kılardı.
Yine Müslim'in başka bir rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Resulullah (s.a.v), Mekke'den Medine'ye doğru gelirken, devesi hangi tarafa dönerse o tarafa doğru (nafile) namaz kılardı.
(Abdullah ibn Ömer) der ki: Her nereye dönerseniz dönün Allah'ın vechi oradadır ayeti bu konu hakkında nazil oldu.
Yine Müslim'in diğer bir rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Resulullah (s.a.v), bineği hangi tarafa dönerse (o tarafa doğru nafile) namaz kılardı.
(Hadisin ravisi Abdullah ibn Dinar der ki:) Abdulah ibn Ömer'de böyle yapardı.
Yine Müslim'in başka bir rivayetinde ise şu ifade almaktadır:
"Resulullah (s.a.v), bineği üzerinde vitir namazını kılardı.
Ebu Davud'un bir rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Yalnız binek üzerinde farz namaz kılmazdı.
Yine Ebu Davud'un başka bir rivayetinde ise "Hayber" kelimesi yer almaktadır.
Tirmizî'nin rivayetinde ise, Saîd b. Yesâr şöyle der:
Bir yolculuk esnasında Abdullah ibn Ömer ile birlikte idim. Derken ondan geri kaldım. (Tekrar ona yetişdiğimde, bana:)
Nerdeydin?' dedi. Ben de:
Vitir namazı kıldım' dedim. Bunun üzerine:
Resulullah (s.a.v)'de senin için güzel bir örnek yok mu? Çünkü ben, Resulullah (s.a.v)'i bineği üzerinde vitir namazı kılarken gördüm' dedi.
Yine Tirmizî'nin rivayet ettiği diğer rivayet ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v) Mekke'den Medine'ye doğru gelirken, bineği hangi tarafa dönerse o tarafa doğru bineğinin üzerinde nafile namaz kılardı.
Daha sonra Abdullah ibn Ömer,
Doğu da batı da Allah'ındır" ayetini okudu. Bunun üzerine Abdullah ibn Ömer:
İşte bu ayet, bu hususta nazil oldu' dedi.
Nesâî'nin rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Yalnız binek üzerinde farz namaz kılmazdı.
Ayrıca Saîd b. Yesâr'a dayanan rivayeti, içerisinde Bakara: 2/115 ayeti ile iniş sebebini bildiren rivayeti ve Müslim'in naklettiği rivayeti nakletmiştir.
69. Aişe (r.anhâ)'dan rivayet edilmiştir: Abdullah b. Şakîk der ki: Aişe'ye:
Peygamber (s.a.v) oturarak hiç namaz kılar mıydı?' diye sordunf: Aişe:
Evet! İnsanlar onu ihtiyarlattıktan sonra (oturarak kıldı)' diye vap verdi.
Müslim'in rivayetinde, Hz. Aişe şöyle der:
Peygamber (s.a.v)'in yaşı ilerleyip (vücudu) ağırlaşınca, çoğunlukla namazım oturarak kılardı.
Yine Müslim'in başka bir rivayetinde, Hz. Aişe şöyle der:
Peygamber fs.a.v), bir çok namazını oturarak kılmadan vefat etmedi.
Yine Müslim'in diğer bir rivayetinde ise, Alkame b. Vakkas şöyle der:
Aişe'ye:
Resulullah (s.a.v), oturarak kıldığı iki rekati nasıl yapardı?' diye sordum. O da:
İkisinde de (Kurandan bölümler) okurdu. Rükuya gitmek istediğinde ise ayağa kalkar, sonra da rükuya giderdi.
Resulullah (s.a.v) (bazen namazda) oturduğu yerde (Kurandan bölümler) okurdu. Rükuya gitmek istediğinde ise ayağa kalkıp bir insanın kırk ayet okuyabileceği kadar ayakta dururdu.
Buhârî ile Müslim, Urve'den şöyle bir rivayette bulunmuşlardır:
Aişe, Urve'ye; Resulullah (s.a.v)'iıı, gece namazını yaşlanıncaya kadar hiçbir vakit oturarak kıldığını görmediğini, (yaşı ilerleyince) oturarak (Kur'an'dan bölümler) okuduğunu, rükuya varmak istediğinde ise ayağa kalkıp otuz ayet yada kırk ayet kadar (Kur'an'dan bölümler) okuyup sonra rükuya vardığını haber vermiştir.
(Konu ile ilgili Müslim'in) rivayetinde ise, Hz. Aişe şöyle der:
Ben, Resulullah (s.a.v)'i, gece namazlarının hiç birinde oturarak (Kur'an'dan bölümler) okuduğunu görmedim. İhtiyarladığı zaman, oturarak (Kur'an'dan bölümler) okumaya başladı. Hatta okuduğu sureden otuz yada kırk ayet kalınca, ayağa kalkıp onları ayakta okurdu, Sonra da rükuya giderdi.
Buhârî'nin bir rivayetinde ise, Hz. Aişe şöyle der:
Resulullah (s.a.v) oturarak namaz kılardı. Oturarak namaz kıldığında, (Kurandan bölümler) okurdu. Okuduğu sureden otuz yada kırk ayet kadar kalınca, ayağa kalkar ve ayaktayken bir o kadar daha ayet okurdu. Sonraya rükuya varırdı. Sonra da secdeye varırdı. Sonra ikinci rekatta da, ilk yaptığı gibi yapardı. Namazını bitirince, bakardı; eğer ben uyanık olursam benimle konuşurdu. Eğer uyumakta isem yan üstü uzanırdı.
Ebu Dâvud ile Tirmizî'de bu hadisi rivayet etmiştir.
Yine Tirmizî, Ebu Dâvud ile Nesâî'nin rivayetinde, Abdullah b. Şakîk şöyle der:
Aişe'ye:
Resulullah (s.a.v)'in nafile namazını sordum. O da:
(Bazı) geceleyin uzun uzun ayakta durarak yada uzun uzun oturarak namaz kılardı. Ayakta (Kur'an'dan bazı bölümler) okuduğu zaman rüku ve secdesini ayakta yapardı. Oturarak (Kur'an'dan bazı bölümler) okuduğu zaman ise rüku ve secdesini oturduğu yerde yapardı.
Yine Nesâî'nin rivayetlerinde "Peygamber (s.a.v)'i bağdaş kurmuş oturarak namaz kılarken gördüm "bunun gibi Bu hadis ile ilgili bir hata olduğunu zannetmiyorum gibi ifadeler yer almaktadır.
70. Abdullah ibn Ömer (r.anhümâ)'dan rivayet edilmiştir: "Ben, Peygamber (s.a.v) ile birlikte yolculuk ettim. Onun yolculuk sırasında nafile kıldığını görmedim. Zikri yüce olan Allah, "Doğrusu Allah'ın resulünde sizin için güzel bir örnek vardır buyurdu.
(Lafız, Buhârî'ye aittir.)
Müslim'in, Yezîd ibn Züreyy'den yaptığı rivayet şu şekildedir:
(Hafs der ki:) Bir hastalığa yakalanmıştım. Abdullah ibn Ömer, bana geçmiş olsuna gelmişti. Ona, yolculukta nafile kılınıp kılınmayacağım sordum. Bunun üzerine Abdullah ibn Ömer:
Ben, Resulullah (s.a.v) ile birlikte bir yolculukta bulundum. Onu nafile kılarken görmedim. Eğer ben, nafile kılacak olsaydım, farz namazın tamarnını kılardım. Çünkü yüce Allah, Doğrusu Allah'ın resulünde sizin için güzel bir örnek vardır buyurdu.
Buhârî'nin, Âsım'dan yaptığı rivayet ise şu şekildedir:
Asım, Abdullah ibn Ömer'in şöyle dediğini işitti: Ben, Resulullah (s.a.v) İle birlikte bir yolculukta bulundum. O, yolculuk sırasında iki rekattan fazla kılmıyordu. Ebu Bekr, Ömer ve Osman ile de birlikte yolculukta bulundum. Onlar da yolculukta nafile kılmıyorlardı.
Müslim'in, Asım'dan yaptığı rivayette Abdullah ibn Ömer şöyle der:
Peygamber (s.a.v) Mina'da yolcu namazı kıldı. Ebu Bekr ile Ömer ve sekiz yada altı yıl Osman'da orada yolcu namazı kıldı.
Hafs der ki: Abdullah ibn Ömer, Mina'da iki rekat namaz kılardı. Sonra yatağına gelirdi. Ben:
Ey amca! Bu iki rekattan sonra iki rekat daha namaz kılsan olmaz mı?' dedim. O da:
Öyle yapsaydım, namazı tamam kılmış olurdum' dedi. Yine Müslim'in, Asım'dan yaptığı rivayet şu şekildedir:
Abdullah ibn Ömer ile birlikte Mekke yolunda yolculukta bulundum. Öğle namazını bize iki rekat kıldırdı. Sonra dönüp geldi. Biz de onunla birlikte döndük. Konakladığı yere gelip oturdu. Onunla birlikte biz de oturduk. Bir ara namaz kıldığı yere bir öz atıp bir takım kimselerin ayakta olduklarını görüp;
Bunlar ne yapıyorlar?' diye sordu. Ben de:
Teşbihte bulunuyorlar (nafile namaz kılıyorlar)' dedim. Bunun üzerine Abdullah ibn Ömer:
Ben teşbih yapacak olsam, mutlaka namazımı tamamlardım. Kardeşimin oğlu! Ben, Resulullah (s.a.v) ile birlikte bir yolculukta bulundum. Allah'ın onun ruhunu alıncaya kadar o (yolculuk sırasında) iki rekattan fazla (nafile) namaz kılmadı. Ebu Bekr İle birlikte yolculukta bulundum. Allah'ın onun ruhunu alıncaya kadar o da (yolculuk sırasında) iki rekattan fazla (nafile) namaz kılmadı. Ömer ile birlikte yolculukta bulundum. Allah'ın onun ruhunu alıncaya kadar o da (yolculuk sırasında) iki rekattan fazla (nafile) namaz kılmadı. Sonra Osman ile birlikte yolculukta bulundum. Allah'ın onun ruhunu alıncaya kadar o da (yolculuk sırasında) iki rekattan fazla (nafile) namaz kılmadı. Çünkü yüce Allah idi 'Doğrusu Allah'ın resulünde sizin için güzel bir örnek vardır. buyurdu.
Ebu Davud'un rivayeti, Müslim'in bu rivayetine benzer durumdadır. Tirmizî'nin rivayetinde ise, Abdullah ibn Ömer şöyle der:
Ben; Peygamber (s.a.v), Ebu bekr, Ömer ve Osman ile birlikte yolculukta bulundum. Onlar öğle ve ikindi(nin farzlarını) ikişer rekat olarak kılarlardı. Bundan önce ve sonra bir namaz kılmazlardı.
Abdullah ibn Ömer der ki: Ben (yolculuk sırasında iki rekat olarak kılınan farz namazların) öncesinde ve sonrasında (nafile) namaz kılacak olsam, (iki rekat olarak kıldığım namazları dört rekata) tamamlardım.
Nesâî'nin rivayetinde ise, Asım şöyle der:
Abdullah ibn Ömer ile birlikte bir yolculukta bulundum. O, öğle ve ikindi namazlarının farzlarını) ikişer rekat olarak kıldı. Sonra da yaygısına çekildi. Cemaatin teşbih çektiğini (nafile namaz kıldığını) görünce:
Onlar ne yapıyorlar?' diye sordu. Ben de:
Teşbih çekiyorlar (nafile namaz kılıyorlar) dedim. Bunun üzeri ne Abdullah ibn Ömer:
Eğer farz namazdan önce ve sonra namaz kılmam gerekseydi, (iki rekat olarak kıldığım) farz namazı tamamlardım. Resulullah (s.a.v) ile birlikte bulundum. O, yolculukta olduğu zaman iki rekattan fazla kılmazdı. Ebu Bekr ölünceye kadar böyle yaptı. Ömer ve Osman'da, böyle yaptı dedi.
71. Ebu Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
"Sizden birisi namaz kılmaya kalktığı zaman şeytan ona gelip Ç rekat kıldığını bilmeyecek kadar zihnini karıştırır. Birinize böyle bir şey olduğu zaman, oturarak iki defa secde yapsın.
(Lafız, Buhârî'ye aittir.)
Bir rivayette ise şu ifade yer almaktadır:
Namaz için nida getirildiği zaman şeytan ezanı işitmemek için dönüp sesli yellenerek kaçar. Ezan bitirildiği zaman dönüp geri gelir. Namaz için kamet getirilince, yine dönüp kaçar. Kamet getirme bitirilince yine gelir, (namaz kılan) kişi ile nefsi (kalbi) arasına sokulup: "filanca şeyi hatırla, filanca şeyi hatırla" diyerek (namazdan önce insanın) hiç de aklında olmayan şeyleri hatırlatır durur. Sonunda kişi kaç rekat kıldığını bilemez olur. İşte herhangi biriniz; üç rekat mi, yoksa dört rekat mi kıldığını bilemediği zaman oturduğu yerde iki secde yapsın.
Müslim'in rivayeti ise şu şekildedir:
"Doğrusu namaz için nida getirildiği zaman şeytan dönüp kaçar. (Kaçıp giderken) onun sesli bir yellenmesi olur (deyip) bu hadisin bir benzerini zikretti.
Ebu Dâvud ile Tirmizî, ilk (baştaki hadisin metnini) rivayet etmiştir.
Yine Ebu Davud'un bir diğer rivayetinde, Namaz kılan kişi selam vermeden önce otururken..." ilavesi yer almaktadır.
Yine Ebu Davud'un başka bir rivayetinde, Selam vermeden önce iki defa secde yapsın, sonra da selam versin" ifadesi yer almaktadır.
Nesâî'nin rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Namaz için nida getirildiği zaman şeytan dönüp sesli yellenerek kaçar. Kamet getirme bitirildiği zaman zaman dönüp geri gelir. (Namaz kılan) kişi ile kalbi arasına sokulup (namazdan önce insanın aklına gelmeyen şeyleri ona) hatırlatıp durur. Sonunda kişi kaç rekat kıldığını bilemez olur. İşte sizden birinin başına böyle bir durum gelirse, iki secde yapsın.
72. Ebu Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
"Şüphesiz ki münafıklara en ağır gelen namaz, yatsı ile sabah namazlarıdır. Fakat onlar, sabah İle yatsı namazlarında neler olduğunu bilseler emekleyerek bile olsa kesinlikle bu iki namaza gelirlerdi. İçimden öyle geçti ki; namaz için (kamet getirilmesini) emredeyim de kamet getirilsin, sonra bir adama emredeyim de cemaata namazı kıldırsın. Sonra yanlarında odun demetleri bulunan bazı adamları yanıma alarak namaza gelmeyen o gruba gideyim ve evlerini onların üzerine ateşle yakayım!
(Hadisin lafzı, Müslim'e aittir.)
Yine benzeri bir rivayetin sonunda, Namaza çıkmayan kimselerin evlerini onların üzerlerine) yakayım" ifadesi yer almaktadır.
Buhârî, Resulullah (s.a.v)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, içimden öyle geçti ki; (bir çok) odun toplanmasını emredeyim. Odunlar toplansın. Sonra namaz için (ezan okunmasını) emredeyim, ezan okunsun. Sonra birine emredeyim de o insanlara imam olsun. Sonra o cemaati bırakayım da namaza gelmeyen erkeklerin üzerine gidip evlerini onlann üzerlerine yakayım. Yine nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, onların herhangi birisi, (burada) semiz etli bir kemik parçası yada iki tane güzel paça bulunacağını bilseydi, muhakkak yatsı namazına gelip hazır bulunurdu.
Yine Buhârî'nin bir rivayetinde, Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
İçimden öyle geçti ki; namaz için (kamet getirilmesini) emredeyim, kamet getirilsin. Sonra (namaz için kamet getirildiğine) şahit olduğu halde namaza gelmeyen topluluğun üzerine gidip evlerini onlann üzerlerine yakayım.
Müslim'in rivayetinde, Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Resulullah (s.a.v), bir namazda bazı kimseleri görememişti. Bunun üzerine şöyle buyurmuştu:
İçimden öyle geçti ki; bir adama cemaata namaz kıldırmasını emredeyim. Sonra o cemaata gelmeyen bazı adamlara gideyim. Onlar hakkında emir vereyim de odun demetleriyle evlerini onlann üzerlerine yaksınlar. Bunlardan biri, yağlı bir kemik bulacağını bilseydi, ona (yatsı namazına) mutlaka gelirlerdi.
Yine Müslim'in başka bir rivayetinde, Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
İçimden öyle geçti ki; gençlerime benim için odun demetleri hazırlamalarını emredeyim. Sonra bir adama cemaata namazı kıldırmasını emredeyim. Sonra da bazı evler, içindekilerin üzerlerine yakayım.
Ebu Dâvud ile Nesâî, Buhârî'nin ilk (rivayetine benzer bir metni) rivayet etmişlerdir.
Yine Müslim ile Ebu Davud'un başka bîr rivayetinde, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
İçimden öyle geçti ki; gençlerime odun demetleri toplamalarını emredeyim. Sonra da özürsüz olarak (cemaata gelmeyip) namazı evlerinde kılanlara gideyim ve evlerimi yakayım.
(Hadisin ravilerinden Yezîd b. Yezîd der ki:) Yezîd ibnu'l-Esamm'a:
Ey Ebu Avf! (Resulullah, bununla;) Cuma namazını mı, yoksa başka bir namazı mı kast etti?' diye sordum. Bunun üzerine Yezîd ibnu'l-Esamm:
Eğer ben, bunu, Ebu Hureyre'yi, Resulullah (s.a.v)'den (böylece) rivayet ederken işitmemişsem kulaklarım sağır olsun. Çünkü Ebu Hu-rey re, bunun; Cuma namazı mı, yoksa başka bir namaz mı olduğunu söylemedi' dedi.
Tirmizî'nin kısa olarak rivayet ettiği rivayette, Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: içimden öyle geçti ki; gençlerime odun demetleri toplamalarını emredeyim, namaz için (kamet getirilmesini) emredeyim de kamet getirilsin. Sonra da Sonra (namaz için kamet getirildiğine) şahit olduğu halde namaza gelmeyen topluluğun evlerini onların üzerlerine yakayım.
73. Ebu Hureyre (r.a)!tan rivayet edilmiştir:
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Sizden birisi, başını, imam secdede iken kaldırınca Allah'ın, onun başını eşek başına yada suretini eşek suretine çevireceğinden korkmaz mı?
74. Abdullah İbn Abbâs (r.anhüma)'dan rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
"Kendilerinden razı olunmuş bir çok adamlar, ki, bence onların en razı olunanı, Ömer ibnu'I-Hattâb'tir- Peygamber (s.a.v)'in, sabah namazından sonra güneş işrak edinceye ( o vakte gelinceye) kadar (nafile) namaz kılmaktan yasaklamış olduğunu benim yanımda şahadet etmişlerdir.
Bir rivayette ise, (Güneş) tulu' edinceye (kadar) ve güneş batıncaya kadar ikindi namazından sonra (nafile namaz kılmaktan yasakladı)" ifadesi yer almaktadır.
Bu hadisi(n bu şekildeki metnini); Buhârî, Müslim, Ebu Dâvud, Tirmizî rivayet etmiştir.
Nesâî'nin rivayetinde ise Abdullah ibn Abbâs şöyle der:
Peygamber (s.a.v)'in bir çok sahabilerinden -ki bunlar içerisinde en çok sevdiğim, Ömer'dir Resulullah (s.a.v) in şafaktan sonra güneş doğuncaya kadar, ikindi namazından sonra da güneş batıncaya kadar (nafile) namaz kılmayı yasakladığını duydum.
Yine Nesâî'nin kısa bir şekildeki rivayetinde, Abdullah ibn Abbâs şöyle der:
"Resulullah (s.a.v) ikindi namazından sonra (nafile) namaz kılmayı yasaklamıştır.
75. Ebu Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
Resulullah {s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
"Kim namazın bir rekatına yetişirse, o namaza yetişmiş demektir.
Bir rivayette ise, Kim imamla birlikte kılınan namazın bir rekatına yetişirse," ifadesi yer almaktadır.
Başka bir rivayette ise, Namazın tamamına yetişmiş demektir" ifadesi yer almaktadır.
Bu hadisifn bu şekildeki metnini); Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir.
Geri kalanlar ise, birinci rivayet (hususunda) Buhârî ile Müslim'in rivayetine katılmışlardır.
76. Ebu Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
"Kim güneş doğmadan önce sabah namazının bir rekatine yetişirse, (sabah namazına) yetişmiş olur. Kim de güneş batmadan önce ikindi namazının bir rekatine yetişirse (ikindi namazına) yetişmiş olur.
Bu hadisi(n bu şekildeki metnini) bir topluluk rivayet etmiştir.
Buhârî ile Nesâînin rivayetinde şu ifade yer almaktadır:
Sizden birisi güneş batmadan önce ikindi namazından bir secdeye yetiştiğinde, namazını tamamlasın. Güneş doğmadan önce sabah namazının bir secdesine yetiştiğinde de namazını tamamlasın.
Yalnız Nesâî'nin rivayetinde, ilk secdesine" ifadesi iki defa yer almaktadır.
77. Ebu Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
"Sıcak şiddetlendiği zaman (öğle) namazı(nı) serinliğe bırakınız.
Çünkü sıcağın şiddeti, cehennemin kükremesindendir.
Bu hadisifn bu şekildeki metnini), bir topluluk rivayet ermiştir.
78. Aişe (r.anhâ)'dan rivayet edilmiştir:
"ResuluIIah (s.a.v) ikindi namazını henüz Aişe'nin odasında güneş varken ve gölge Aişe'nin odasından yükselmeden kılardı.
Buhârî der ki: Ebu Usâme, bu hadisi, Hişâm yolundan, "Aişe'nin odasının içerisinden" şeklinde rivayet etmiştir. Başka bir rivayette ise Aişe şöyle der:
Resulullah (s.a.v) ikindi namazım, güneş, Aişe'nin odasından çıkmadan kılardı.
Diğer bir rivayette ise şu ifade yer almaktadır:
Resulullah (s.a.v) ikindi namazını, güneş, benim odama vurmakta iken kılardı.
Bu hadisi(n bu şekildeki metnini), Buhârî iie Müslim rivayet etmiştir. Tirmizî ile Nesâî ise, ilk (baştaki hadisn metnini) rivayet etmişlerdir. Ebu Davud'un rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Resulullah (s.a.v) ikindi namazını, güneş, Aişe'nin odasında iken henüz (ışığı) yükselmeden (odadan çıkıp gölge yayılmadan) kılardı.
79. Aişe (r.anhâ)'dan rivayet edilmiştir;
Mümin kadınlar, Resulullah (s.a.v) ile birlikte sabah namazında örtülerine bürünmüş olarak hazır bulunurlardı. Sonra namazı kıldıkları zaman evlerine dönerlerdi. (Fakat daha henüz ortalık) alaca karanlık olduğundan dolayı onları hiç kimse tanımazdı.
(Hadisin lafzı, Buhârî'ye aittir.)
Bir rivayette ise şu ifade yer almaktadır:
Sonra mü'min kadınlar, evlerine dönerler. (Fakat) Resulullah (s.a.v) (sabah) namazını, alaca karanlıkta kıldırdığı için tanınmazlardı. Bunun bir benzeri rivayet daha var.
Bu hadisi(nu bu şekildeki metnini), bir topluluk rivayet etmiştir. Buhârî'nin diğer rivayeti ise şu şekildedir:
Mü'min kadınlar, (sabah namazını kıldıktan sonra evlerine geri) dönerler.(Fakat) alaca karanlıktan dolayı tanınmazlardı yada kadınlar birbirlerini tanımazlardı.
80. Abdullah ibn Ömer (r.anhümâ)Tdan rivayet edilmştir: Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
"İkindi namazını kaçıran kimse, sanki ailesini ve malını kaybetmiştir.
Bu hadisi(n bu şekildeki metnini), bir topluluk rivayet etmiştir.
Ebu Davud'un başka bir rivayetinde, ifadesi yer almaktadır.
81. Ebu Katâde (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
Bir gece Peygamber (s.a.v) ile birlikte yolculuk ediyorduk. Topluluktan biri:
Ey Allah'ın resulüf Bizlere bir gece sonu konaklaması yap tirs an dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
Uyuya kalıp namazı geçireceğinizden korkarım' buyurdu. Bilâl:
Ben sizleri uyandırırını' dedi.
Bunu üzerine yattılar. Bilal'de arkasını, bindiği deveye dayadı. Derken gözleri kapanıp o da uyuya kaldı. Sonunda Peygamber (s.a.v) güneşin doğmasıyla uyandı. Resulullah (s.a.v):
Ey Bilal! Sözün nerede kaldı?' buyurdu. Bilâl:
Üzerime böyle bir uyku hiç çökmedi' diye cevap verdi. Resulullah (s.a.v):
Yüce Allah, ruhlarınızı dilediği zaman kabzeder, dilediği zaman geri gönderir. Ey Bilâl! Kalk, insanlara namaz için ezan oku' buyurdu.
Daha sonra Resulullah (s.a.v) abdest aldı ve güneş yükselip beyaz-laşınca kalktı, kafileye cemaatle namaz kıldırdı.
Bu hadisi(n bu şekildeki metnini), Buhârî ile Nesâî rivayet etmiştir. Ebu Davud'un bir rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Peygamber (s.a.v) bir yolculukta idi. Birden yoldan ayrıldı. Onunla birlikte ben de aynldım. (Bana:)
Bak bakalım (hiç kimseyi görebiliyor musun)?1 buyurdu. Ben de:
Biz yedi kişi oluncaya kadar, bu bir süvari, bu ikisi iki süvari, bunlar üç süvari ...' dedim. Sabah namazını kast ederek:
Bize namazımızı geçirtmeyiniz1 buyurdu.
Uyuya kaldılar. Ancak güneşin hararetiyle uyanabildiler. Uyanır uyanmaz hemen kalktılar ve birazcık yürüdüler. Biraz sonra konaklayıp abdest aldılar. Bilal ezan okudu. Önce sabah namazının iki rekat (sünnet)ini, sonra da farzını kılıp (hayvanlarına) bindiler. Sahabiler, birbirlerine:
(Uyua kaldığımız için namazı kaçırdığımızdan dolayı) namazımızda kusur yaptık1 dediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
Uyuya kalmaktan dolayı kusur yoktur. Kusur, ancak uyamkken-dir. Biriniz namazı unutursa, hatırladığı zaman kılsın. Ertesi gün de ise (o namazı) vaktinde kılsın buyurdu.
Yine Ebu Davud'un diğer bir rivayetinde, şu ifade yer almaktadır:
(Ebu Katâde;) 'Resulullah (s.a.v), emirler ordusunu gönderdi' deyip (daha sonra) şu olayı anlattı:
Bizi ancak doğmakta olan güneş uyandırdı. Namazımız (geçti) diye korkuyla kalktık. Resulullah (s.a.v), güneş yükselinceye kadar:
Yavaş olun, acele etmeyin' buyurdu. (Güneş yükselince,) Resulullah (s.a.v):
Sizden, sabah namazının (sünnet olan) iki rekatini devamlı kılmakta olanlar (şimdi de) kılsın' buyurdu.
Bunun üzerine önceden (sünnet olan) iki rekati kılmayı itiyad eden de etmeyen de kalkıp kıldı. Sonra Resulullah (s.a.v), namaz için ezan okunmasını emretti. Ezan okundu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v), kalkıp bize (sabah) namazını(n farzını) kıldırdı. Namaz bitince:
Dikkat ediniz! Allah'a hamd ederiz ki, biz, bizi namazdan alıkoyan dünya işlerinden bir şeyde değildik. Fakat ruhlarımız, Allah'ın elinde (olduğu için uyuya kaldık). Allah, ruhlarımızı, dilediği zaman geri gönderir. Sizden her kim, yarının sabah namazına vaktinde yetişirse, onunla birlikte onun gibisini (bugün vaktinde kılamadığı sabah namazını) kaza etsin' buyurdu.
Yine Ebu Dâvud, Tirmizî ile Nesâî'nin rivayetinde şu ifade yer almaktadır:
Sahabiler, Peygamber (s.a.v)'e; (uyuya kaldıkları için) namazı kaçirdık-lannı söylediler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v):
Uyuya kalmaktan dolayı namazı kaçırmada bir kusur yoktur. Kusur ancak diğer namaz vakti girinceye kadar namazı kılmayan kimsede vardır. Buna göre kim uyuya kalma işini yaparsa uyandığı zaman o namazı kılsın' buyurdu.
Tirmizî ile Nesâî'nin rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Kusur, ancak uyamkkendir. Sizden birisi, namazı unuttuğu yada uyuya kaldığı zaman, hatırladığı zaman o namazı kılsın.
82. Enes b. Mâlik (r.a)'tan rivayet edilmiştir: Resululiah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Kim bir namazı (kılmayı) unutursa, onu hatırladığı zaman kılsın O namaz için bundan başka bir kefaret yoktur.
(Hadisin ravisi) Katâde, 'Beni zikretmek için namazı dosdoğru kıl ayetini okudu.
(Hadisin Iafeı, Buhârî'ye aittir.)
Bir rivayette ise şu ifade yer almaktadır:
Sizden birisi uyuya kaldığından yada gaflet (e dalıp unuttuğun) dan dolayı namaz kılmadığında, onu hatırladığı zaman kılsın. Çünkü Allah, 'Beni zikretmek için namazı dosdoğru kıl buyurmaktadır.
Tirmizî ile Nesâfnin rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Kim bir namazı (kılmayı) unutursa, hatırladığı zaman onu kılsın.
Nesâî'nin bir başka rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Resululiah (s.a.v)'e:
Bir kimse uyuya kalıp veya gafletinden dolayı namaz kılmayan kimsenin durumu (ne olacak)?' diye soruldu. Resululiah (s.a.v):
O namazın kefareti, onu hatırladığında kılmaktır' diye cevap verdi.
Ebu Dâvud ise, ilk (baştaki hadisin metnine uygun bir şekilde bu hadisi) rivayet etmiştir.
83. Enes b. Mâlik (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
Peygamber (s.a.v), bir attan düşüp vücudunun sağ tarafı zedelenmişti. Bunun üzerine biz, ziyaret için onuna yanma girdik. Derken namaz vakti geldi. Peygamber (s.a.v), bize oturarak namaz kıldırdı. Biz de arkasında oturarak namazı kıldık. Namazı bitirince:
İmam ancak kendisine uyulmak için (imam olmuş)tur. O tekbir alığı zaman sizde tekbir alın. Secde ettiği zaman siz de secde edin. (Başını secdeden) kaldırdığında siz de kaldırın. İmam, 'Semiallahu limen hamideh1 (Allah, kendisine hamd eden kimseyi işitir) dediği zaman siz de, 'Rabbena ve Ieke'1-hamd1 (Rabbimiz! Hamd yalnızca sanadır) deyin. İmam oturarak namaz kıldığında sîz de toptan oturarak namaz kılın' buyurdu.
(Hadisin lafzı, Müslim'e aittir.)
(Hadisin) ravilerinden birisi (bu hadisi rivayet edip daha sonra da), İmam ayakta kıldığı zaman siz de ayakta kılın" cümlesini ilave etmiştir.
Bu hadisifn bu şekildeki metnini), Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir. Humeydî der ki: "Diğer rivayetlerin manalan birbirine yakındır." Yine Humeydî şu ilaveyi yapmıştır: "'İmam oturarak namaz kıldığında siz de oturarak kılın' sözü; Peygamber (s.a.v)'in eski bir hastalığı sırasında olmuştu. Ölümüne doğru hastalığında İse yine oturarak namaz kıldırdı. İnsanlar, onun arkasında ayakta namaz kıldılar. Peygamber (s.a.v), onlara oturmayı emretmedi. Dolayısıyla Peygamber (s.a.v)'in sonuncu uygulamasını alırız.
Bu hadisi; Ebu Dâvud, Tirmizî ve Nesâî rivayet etmiştir. Yine Nesâî, bu hadisi kısa olarak şöyle rivayet etmiştir:
Resulullah (s.a.v) bir defasında attan sağ tarafı üzerine düşmüştü. Bunun üzerine sahabiler, Resulullah (s.a.v)'i geçmiş olsuna geldiler. Namaz vakti olmuştu. Resulullah (s.a.v), namazı kıldırmayı bitirince:
İmam kendisine uyulmak İçin (imam olmuş)tur. Rükuya vardığı zaman siz de rükuya varın. (Başını rüku d an) kaldırdığında siz de kaldırın. Secde ettiği zaman siz de secde edin. İmam, 'Semiallahu limen hamideh' (Allah, kendisine hamd eden kimseyi işitir) dediği zaman siz de, 'Rabbena leke'1-hamd' (Rabbimiz! Hamd yalnızca sanadır) deyin' buyurdu.
84. Abdullah ibn Mes'ud (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Resulullah (s.a.v), bana, teşehhüdü, Kurandan bir sure öğretir gibi öğretti: "et-Tahiyyâtu lillâhi ve's-Salavâtu ve't-Tayyibâtu es-Selâmu aleyke eyyuhe'n-Nebiyyu ve Rahmetullâhi ve Berakâtuhu es-Selâmu aleynâ ve alâ i badi İlâhi's-sâlihîn eşhedu enlâ ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resûluhu' (Bütün tehiyyeler, salavât ve tayyibât Allah'adır. Selam sana ey Peygamber! Allah'ın rahmet ve bereketleri de senin üzerine olsun. Selam, bizim ve Allah'ın salih kullan üzerine olsun. Ben, Allah'tan başka ilah olmadığına şahadet ederim. Ben, Muhammed'in; Allah'ın kulu ve resulü olduğuna da şahadet ederim)
(Hadisin lafzı, Buhârî'ye aittir.)
Bir rivayette ise Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Sizden birisi namazda oturduğu zaman: 'et-Tahiyyâtu lillâhi desin (deyip) hadisi zikretti.
Ayrıca ibâdillâhis-sâlihîn" (Selam, Allah'ın salih kullan üzerine olsun) sözü ile ilgili olarak; Çünkü sizler bu sözü söylediğiniz zaman muhakkak Allah'ın gökteki ve yerdeki her bir salih kuluna selam vermiş olursunuz" ilavesi var.
Başka bir rivayette ise, Bundan sonra (na-mazda) dilediğini istemekte serbesttir" ifadesi yer almaktadır.
Bu hadis(ler)i, Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir.
Nesâî ise birinci rivayeti nakletmiştir. Yalnız Nesâî'nin bu rivayetinde, ifadesi yerine sözü yer almaktadır.
Yine Nesâî ile Tirmizî'nin rivayetinde ise, Abdullah ibn Mes'ud şöyle der:
Resulullah (s.a.v), bize, ikinci rekatta(n sonra) oturduğumuzda: et-Tahiyyâtu dememizi öğretti.
Ebu Davud'un rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
"Biz Resulullah (s.a.v) ile birlikte namazda oturduğumuzda, -Selâmu alâllâhi kable ibâdihi' (Selam, kullarından önce Allah'ın üzerine olsun), es-Selâmu alâ fulân ve (Selam, filan ve filanın üzerine olsun) derdik. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v):
Selam, Allah'adır' demeyin. Çünkü Allah ('in bizzat kendisi) Selâm'dır. Sizden birisi, (teşehhüd için) oturduğu zaman: et-Tahiyyâtu lillâhi ve's-Salavâtu ve't-Tayyibâtu es-Selâmu aleyke eyyuhe'n-Nebiyyu ve Rahmetullâhi ve Berakâtuhu es-Selâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhi's-sâlihîn' (Bütün tehiyyeler, salavât ve tayyibât Allah'adır. Selam sana ey Peygamber! Allah'ın rahmet ve bereketleri de senin üzerine olsun. Selam, bizim ve Allah'ın salih kulları üzerine olsun. Ben, Allah'tan başka ilah olmadığına şahadet ederim. Ben, Muhammed'in; Allah'ın kulu ve resulü olduğuna da şahadet ederim) desin.
Sizden birisi 'ibâdillâhi's-sâlihîn (Allah'ın saiih kulları üzerine selam olsun) sözünü söylerse, yerdeki ve gökteki yada yer ve gök arasındaki bir salih kula isabet etmiştir. (Sonra da)
'Eşhedu enlâ ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resûluhu' (desin) buyurdu.
Resulullah {sözüne devamla):
(Bunu okuyan kimse daha) sonra beğendiği herhangi bir duayı seçip onu okusun' buyurdu.
Yine Ebu Davud'un başka bir rivayetinde, şu ifade yer almaktadır:
Biz namazda (teşehhüd için) oturduğumuzda ne diyeceğimizi bilmezdik. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v)'e de, (bizim bilmediğimiz) öğretilmişti."
(Daha sonra hadisin ravisi Temîm, önceki hadisi) buna benzer bir sekide rivayet etti.
Şerik der ki: Önceki hadisin bir benzerini (Abdullah ibn Mes'uddan) rivayet edip (sonra da) şöyle der:
ResuluIIah (s.a.v), bize bazı sözler öğretiyordu. Fakat onları, teşehhüdü öğrettiği gibi (düzenli) öğretmiyordu. Bu sözler şunlardır:
Allahım! Bizim kalplerimizi(n arasını) birleştir. Aramızdaki problemleri düzelt ve bize kurtuluş yollarını göster. Bizi (küfrün) karanlık-lar(ın)dan aydınlığ(ın)a çıkar ve büyük günahların görüneninden ve görünmeyeninden uzaklaştır. Bize, kulaklarımızda, gözlerimizde, kalbimizde eşlerimize ve çocukalrımızda bol hayr ver. Tevbelerimizi kabul eyle! Çünkü Sen, tevb eleri kabul edensin, merhametlisin. Bizi; nimetlerine şiikı edenlerden, onları itiraf edenlerden, razı olanlardan eyle! Ve bize nimetlerini tamamla!'
Başka bir rivayette ise, Alkame şöyle der:
ResuluIIah (s.a.v), Abdullah ibn Mesudun elinden tutup mazda (okunacak) teşehhüdü öğretti.
(Hadisin ravisi) A'meş'in rivayetindeki duanın aynısını zikretti. (Söz konusu olan A'meş, hadisine ilave olarak, ResuluIIah veya Abdullah ibn Mes'ud şöyle dedi:)
Bunu (^teşehhüdü) söylediğin veya tamamladığın zaman, namazını tamamladın (demektir). (Bundan sonra) istersen kalk, istersen otur.
Nesâî'nin rvayetinde ise Abdullah ibn Mes'ud şöyle der:
Biz, (her) iki rekati(n sonunda); Rabimizi tekbîr, tahnıîd ve tes-bîhden başka diyecek bir şey bilmiyorduk. Fakat Muhammed (s.a.v), bize, hayrın başlangıç ve bitimini (bütün hayrları) öğretip her iki re-katta(n sonra) oturduğunuzda:
et-Tahiyyâtu lillâhi ve's-Salavâtu ve't-Tayyibâtu es-Selâmu aleyke eyyuhe'n-Nebiyyu ve Rahmetullâhİ ve Berakâtuhu es-Selâmu aleynâ ve alâ ibâdîllâhi's-sâlihîn, Eşhedu enlâ ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resûluhu1 (Bütün tehiyyeler, salavât ve tayyibât Allah'adır. Selam sana ey Peygamber! Allah'ın rahmet ve bereketleri de senin üzerine olsun. Selam, bizim ve Allah'ın saîih kullan üzerine olsun. Ben, Allah'tan başka ilah olmadığına şahadet ederim. Ben, Muhammed'in; Allah'ın kulu ve resulü olduğuna da şahadet ederim) deyin buyurdu.
Nesâî'nin başka bir rivayetinde ise, Abdullah ibn Mes'ud şöyle der:
ResuluIIah (s.a.v), bize; namazdaki teşehhüdü ve ihtiyaç anındaki teşehhüdü de öğretti. Namazdaki teşehhüd şöyledir:
et-Tahiyyâtu lillâhi ve's-Salavâtu ve't-Tayyibâtu es-Selâmu aleyke eyyuhe'n-Nebiyyu ve Rahmetullâhİ ve Berakâtuhu es-Selâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhi's-sâlihîn, Eşhedu enlâ ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resûluhu1 (Bütün tehiyyeler, salavât ve tayyibât
Allah'adır. Selam sana ey Peygamber! Allah'ın rahmet ve bereketleri de senin üzerine olsun. Selam, bizim ve Allah'ın salih kullan üzerine olsun. Ben, Allah'tan başka ilah olmadığına şahadet ederim. Ben, Muhammed'in; Allah'ın kulu ve resulü olduğuna da şahadet ederim)
Yine Nesâî'nin diğer bir rivayetinde, Abdullah ibn Mes'ud şöyle der:
Biz, Resulullah s.a.v ile beraberdik. Hiçbir şey bilmiyorduk. Resulullah (s.a.v), bize, namazdaki her oturuşta:
et-Tahivyâtu Hllâhi ve's-Salavâtu ve't-Tayyibâtu es-Selâmu aley-ke eyyuhe'n-Nebiyyu ve Rahmetullâhi ve Berakâtuhu es-Selâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhi's-sâlihîn, Eşhedu enlâ ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resûluhu' (Bütün tehiyyeler, salavât ve tay-yibât Allah'adır. Selam sana ey Peygamber! Allah'ın rahmet ve bereketleri de senin üzerine olsun. Selam, bizim ve Allah'ın salih kulları üzerine olsun. Ben, Allah'tan başka İlah olmadığına şahadet ederim. Ben, Muhammed'in; Allah'ın kulu ve resulü olduğuna da şahadet ederim) deyin buyurdu.
Yine Nesâî'nin başka bir rivayetinde, Abdullah ibn Mes'ud şöyle der:
Namaz kılarken ne okuyacağımızı bilmiyorduk. Resulullah (s.a.v), bize, 'cevâmiu'l-kelim1 (=Az söz ile çok manayı ifade eden edebî vecizeler) öğretip bize:
et-Tahivyâtu lillâhl ve's-Salavâtu ve't-Tayyibâtu es-Selâmu aley-îıe evyuhe'n-Nebiyyu ve Rahmetullâhi ve Berakâtuhu es-Selâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhi's-sâlihîn, Eşhedu enlâ ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resûluhu' (Bütün tehiyyeler, salavât ve tay-yibât Allah'adır. Selam sana ey Peygamber! Allah'ın rahmet ve bereketleri de senin üzerine olsun. Selam, bizim ve Allah'ın salih kullan üzerine olsun. Ben, Allah'tan başka ilah olmadığına şahadet ederim. Ben, Muhammed'in; Allah'ın kulu ve resulü olduğuna da şahadet ederim) deyin buyurdu.
Yine Nesâî'nin bir diğer rivayetinde, Abdullah ibn Mes'ud şöyle der:
Biz, Resulullah (s.a.v) ile birlikte namaz kıldığımız zaman: 'es-Selâmu alâllâh' (Selam, Allah'ın üzerine olsun), es-Selâmu alâ Cibril' (Selam, Cebrail'in üzerine olsun), 'es-Selâmu alâ Mîkâîl' (Selam, Mikail'in üzerine olsun) derdik. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
es-Selâmu alâllâh' (Selam, Allah'ın üzerine olsun) demeyin. Çünkü Allahfın bizzat kendisi) Selâmdır. Fakat:
et-Tahivyâtu Hllâhi ve's-Salavâtu ve't-Tayyibâtu es-Selâmu aleyke eyyuhen-Nebiyyu ve Rahmetullâhi ve Berakâtuhu es-Selâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhi's-sâlihîn, Eşhedu enlâ ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resûluhu1 (Bütün tehiyyeler, salavât ve tay-yibât Allah'adır. Selam sana ey Peygamber! Allah'ın rahmet ve bereketleri de senin üzerine olsun. Selam, bizim ve Allah'ın salih kullan üzerine olsun. Ben,
Allah'tan başka ilah olmadığına şahadet ederim. Ben, Muhammed'in; Allah'ın kulu ve resulü olduğuna da şahadet ederim) deyin buyurdu.
Yine Nesâî'nin bir başka rivayetinde, Abdullah ibn Mes'ud şöyle der:
Biz, Resululah (s.a.v) ile birlikte namazda (teşehhüd için) oturduğumuz zaman: es-Selâmu alallâhi min ibâdihi' (Kullarmın selamı, Allah'ın üzerine olsun), 'es-Selâmu ala filan filan' (Selam, filan ve filan kimsenin üzerine olsun) derdik. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
es-Selâmu alallâh' (Selam, Allah'ın üzerine olsun) demeyin. Çünkü AHah('ın bizzat kendisi) Selâmdır. Fakat sizden birisi (teşehhüd için) oturduğu zaman şöyle desin:
et-Tahiyyâtu lillâhi ve's-Salavâtu ve't-Tayyibâtu es-Selâmu aley-ke eyyuhe'n-Nebiyyu ve Rahmetullâhi ve Berakâtuhu es-Selâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhi's-sâlihtn' (Bütün tehiyyeler, salavât ve tayyibât Allah'adır. Selam sana ey Peygamber! Allah'ın rahmet ve bereketleri de senin üzerine olsun).
Çünkü siz, ibâdillâhi's-sâlihîn' (Selam, Allah'ın salih kulları üzerine olsun) dediğiniz zaman, yerdeki ve gökteki bütün salih kullara dua etmiş olursunuz.
Eşhedu enlâ ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resûluhu' (Ben, Allah'tan başka ilah olmadığına şahadet ederim. Ben, Muhammed'in; Allah'ın kulu ve resulü olduğuna da şahadet ederim) (deyin).
(Bunu okuyan kimse daha) sonra beğendiği herhangi bir duayı seçip onu okusun.
85. İbn Ebi Leylâ'dan rivayet edilmiştir:
Bana, Ka'b b. Ucre (r.a) rastlamıştı. (Bana) şöyle dedi:
Sana bir hediye takdim edeyim mi? (Bir defasında) Resulullah (s.a.v) yanımıza çıkıp gelmişti. (Ona:)
(Ey Allah'ın Resulü!) Sana nasıl 'Selâm vereceğimizi öğrendik. Fakat sana nasıl 'Salât okuyacağı (m ızı bilmiyoru) dedik. Resulullah (s.a.v)'de:
Allahım! Muhammed'e ve Onun aile halkına, İbrahim'e salat buyurduğun gibi salat eyle! Şüphesiz ki Sen, Hamîd ve Mecîdsin. Allahım! Muhammed'e ve Onun aile halkına, İbrahim'e İhsan eylediğin bereket gibi bereket ihsan eyle! Çünkü Sen, Hamîd ve Mecîdsin' deyin buyurdu.
Bu, Buhârî ile Müslim'in rivayetidir.
Tirmizî, Ebu Dâvud ile Nesâî İse hediye" kelimesini zikretme-misler, bunların rivayet ettikleri hadisin baş kısmı, Ka'b b. Ucre dedi ki: Ey Allah'ın resulü!. dedik" şeklinde ve son kısmı ise İbrahim'e ihsan eylediğin bereket gibi bereket ihsan eyle! Çünkü Sen, Hamîd ve cîdsin" biçimindedir.
Nesâtnin bir rivayetinde hediye" kelimesi yer almaktadır.
86. Abdullah ibn Abbâs (r.anhümâ)dan rivayet edilmiştir:
"Peygamber (s.a.v): Yedi organ; alın, iki avuç, dizler ile ayaklar üzerine secde etmekle ve saç(lar) ile elbise(ler)i toplamamakla emr-olunduk. (Hadisin lafzı, Buhârî'ye aittir.)
Bir rivayet de ise, Peygamber (s.a.v): Secde etmekle em rol unduk ifadesi yer almaktadır.
Yine hadis ravilerinden birisi (bu hadisi bu şekilde) rivayet etmiştir.
Başka bir ravinin rivayetin de secde etmekleemrolundum ifadesi yer almaktadır. Yine bu ravilerden birisinin rivayetin de, yedi kemik üzerine" ifadesi yer almaktadır.
Başka bir rivayette ise şu ifade yer almaktadır:
Peygamber (s.a.v): Ben yedi kemik üzerine, eliyle burnuna işaret ederek (yüz eller, dizler, ayakların uçlan üzerine secde etmekle ve elbise ile saç(lar)ı toplamamakla emroİundum.
Yine diğer bir rivayette ise şu ifade yer almaktadır:
Peygamber (s.a.v), yedi (şey) üzerine secde etmekle emrolundu. Saç-ları ile elbiseflerini) toplamakla (da) yasaklandı.
Ebu Davud'un bir rivayetinde, emrofundum" ifadesi yer almaktadır.
Yine Ebu Davud'un başka bir rivayeti ise şu şekildedir:
Peygamberiniz, yedi organ üzerine secde etmekle ve saç ile elbiseflerini) toplamamakla emrolundu.
Yine Ebu Davud'un başka bir rivayetinde herhangi bir ilave olmaksızın, Yedi organ üzerine secde etmekle" ifadesi yer almaktadır.
Tirmizî ile Nesâî ise, bu hadisi, (en başta rivayet edilen hadise göre değil de) Buhârî ile Müslim'in son rivayetine (uygun bir şekilde) rivayet etmişlerdir.
87. Hz. Ali (r.a)'dan rivayet edilmiştir:
"Peygamber (s.a.v) Ahzab günü (bir rivayete göre ise: Hendek -savaşının yapıldığıgün) şöyle buyurdu:
Bizi, ta güneş batıncaya kadar orta namazdan nasıl alı koy dul arsa, Allah'da onların kabirlerini ve evlerini ateşle doldursun.
Bir rivayette ise, Bizi, orta namazdan, (yani) ikindi namazından alıkoydular" ifadesi yer almaktadır.
Sonra Bir başka rivayette ise, yatsıyı kıldırdı" ilavesi yer almaktadır.
Bu; Buhârî, Müslim ile Tirmizî'nin (naklettiği) rivayetlerdir. Ebu Dâvud İle Nesâfnin rivayetleri ise bunlara in rivayetleri ise bunlara benzerdir.
88. Enes b. Mâlik (r.a)'tan rivayet edilmiştir: Reulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Secdede itidal üzere bulunun. Sizden birisi, (secdede iken) köpeğin yayması (gibi) kollarını yaymasın.
Bu hadisi(n bu şekildeki metnini); Buhârî, Müslim, Ebu Dâvud, Tirmizî ile Nesâî rivayet etmiştir.
Buhârî'nin başka bir rivayetinde şu ilave vardır:
"(Namaz kılarken sıkışıp) tükürdüğü zaman, önüne ve sağ tarafına tükürmesin. Çünkü namaz kılan kimse, Rabbi ile münacaat etmektedir.
89. Aişe (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Peygamber (s.a.v)in bir hasırı vardı. Onu geceleyin kendisine hücre yapıp (-yada etrafına işaretler koyup) içinde namaz kılardı. Gün-düzleyin ise onu (yere) yayıp üzerinde otururdu. Derken cemaat Peygamber (s.a.v)'in (arkasında) toplanıp onun namazına uymaya başladılar. Ta ki (böylece) çoğaldılar. (Namazı bitirip) döndü ve şöyle buyurdu:
Ey cemaat! Güç yetirebileceğiniz amellere bakm. Çünkü siz usanmadıkça Allah usanmaz. Allah katında amellerin en sevimlisi, az da olsa devamlı yapılanıdır.
Bir rivayette, şu ilave vardır:
Muhammed'in ev halkı, bir amel işledikleri zaman, artık ona devam ederler.
Bir rivayette ise şu ifade yer almaktadır:
Resulullah (s.a.v)'e:
Allah katında amellerin en sevimlisi hangisidir?' diye soruldu. Resulullah (s.a.v)'de:
Az da olsa devamlı olanıdır buyurdu.
Bir rivayette ise, O Güç yetirebileceğiniz amelleri yapın" ilavesi yer almaktadır.
Bir rivayette ise Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Doğru yolu tutun. (İbadetleriniz ve amelleriniz hususunda) aşırı gitmeyin. Şunu iyi bilin ki; sizden birisini, kendi ameli cennete girdiremeyecektir. Amellerin Allah'a en sevimli olanı, az da olsa devamlı olanıdır.
Başka bir rivayette ise, şu ilave vardır:
(İnsanları, ameller üzerine sevabla) müjdeleyip sevdir)in. Şu muhakkak ki, hiçbir kimseyi kendi ameli cennete girdi re m ez' buyurdu. Sahabiler:
Ey Allah'ın resulü! Seni de mi (kendi amelin cennete girdiremez)' diye sordular. Resulullah (s.a.v):
Evet beni de! Ancak Allah, beni, bir mağfiret ve bir rahmetle bürüyüp korumuştur' buyurdu.
Bunlar, Buhârî ile Müslim'in naklettikleri rivayetlerdir. Buhârî'nin rivayetinde, Hz. Aişe der ki:
Resulullah (s.a.v)'in en çok sevdiği amel, sahibinin üzerinde (sürekli olarak) devam ettiği ameldir.
Müslim'in rivayetinde ise Hz. Aişe şöyle der:
Allah katında amellerin en sevimlisi, az da olsa devamlı olanıdır."
(Hadisin ravisi) der ki: Aişe bir ameli işlediği zaman onu devamlı yapardı.
Tirmizî'nin rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Resulullah (s.a.v)'e en çok sevdiği amel, az da olsa devamlı olanıdır. Yine Tirmizî'nin başka bir rivayetinde şu ifade yer almaktadır: da:
Aişe ile Ümmü Seleme'ye:
Resulullah (s.a.v)'e en sevimli olan şey nedir?' diye soruldu. Onlar
Az da olsa devamlı olan (amel)' dediler.
Ebu Davud'un rivayetinde ise Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Güç yetirebileceğiniz ameler)i yapın. Çünkü siz usanmadikça Allah maz. Allah katında amellerin en sevimlisi, az da olsa devamlı yapıla.
Yine Ebu Davud'un başka bir rivayetinde ise Alkame şöyle der:
Aişe'ye:
Resulullah (s.a.v)'in ibadet ediş şekli nasıldı? Günlerinden birine tahsis ettiği bir şey olur muydu?' diye sordum. O da:
Hayır! Onun ameli, devamlıydı. Resulullah (s.a.v)'in güç yetire-bildiği bir şeye hanginiz güç yetirebilir ki!1 diye cevap verdi.
Nesâî'nin rivayetinde ise Hz. Aişe şöyle der:
Resulullah (s.a.v)'in bir hasırı vardı. Gündüzleyin onu yayardı. Geceleyin ise onu hücre yapıp (=yada etrafına işaretler koyup) içinde namaz kılardı. Cemaat, Resulullah (s.a.v)'in hasır üzerinde namaz kıldığını öğrenince, Resulullah (s.a.v) ile birlikte namaz kılmaya başladılar. Resulullah (s.a.v) ile onların arasında o hasır vardı. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
Güç yetirebileceğiniz amel(ler)i yapın. (Çünkü siz usanmadıkça şanı yüce olan Allah usanmaz. Şam yüce olan Allah katında amellerin en sevimlisi, az da olsa devamlı yapılanıdır' buyurdu.
Daha sonra Resululiah (s.a.v) o hasır üzerinde namaz kılmayı terk etti. Şanı yüce olan Allah, onun ruhunu alıncaya kadar bir daha o hasırın üzerinde (namaz kılmaya) dönmedi. Resululiah (s.a.v) bir şey yaptığında onu devamlı yapardı.
90. Ömer b. Ebi Seleme (r.a)'dan rivayet edilmiştir:
Peygamber (s.a.v), bir elbise içerisinde, i kî ucunu çapraz bağlamış olarak namaz kılardı. (Birinci rivayet) Bir rivayette ise şu ifade yer almaktadır;
Ömer b. Ebi Seleme, Peygamber (s.a.v)'i, Ümmü Seleme'nin evinde, bîr elbise içerisinde, iki ucunu omuzlarının üzerine atmış vaziyette namaz
kılarken görmüştü. (İkinci rivayet)
Başka bîr rivayette İse, Ömer b. Ebi Seleme der ki:
Peygamber (s.a.v)'i, Ümmü Seleme'nin evinde, bir tek elbiseye8" sarınmış olarak, iki ucunu da omuzlannın üzerine koymuş olarak namaz kılarken gördüm. (Üçüncü rivayet)
Bir diğer rivayette, "bürünmüş olarak" ifadesi yer almaktadır.
Bir başka rivayette ise, bağlamış olarak" ifadesi yer almaktadır.
Bir rivayette ise, omuzlan üzerine" ilavesi vardır.
Bu rivayetleri, Buhârî ile Müslim nakletmiştir.
Tirmizî, bu hadisin ikinci şeklini; Nesâî'de birinci şeklini; Ebu Dâvud'da üçüncü şeklini rivayet etmiştir.
91. Enes b. Mâlik (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
Enes'in ninesi Müleyke, kendi yaptığı bir yemeğe Resulü I lalı (s.a.v)'i davet etmişti. Resulullah (s.a.v)'de (davete icabet edip) o yemekten yemişti. Sonra da:
Haydi kalkın! Size namaz kıldırayım buyurdu.
Enes der ki: Bunun üzerine ben, kalkıp çok kullanılmaktan kararmış bir hasın(mızı getirmeye) gittim. (Yumuşaması için) o hasırın üzerine biraz su serptim. Daha sonra Resulullah (s.a.v), o hasırın üzerinde namaza durdu. Yetim ile ben de, Resulullah (s.a.v) in arkasında saf tuttuk. Yaşlı kadın da arkamıza durdu. (Böylece) Resulullah (s.a.v), bize iki rekat namaz kıldırdı. Sonra çekip gitti.
Bu hadisi{n bu şekildeki metnini), Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir. Müslim'in bir rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v), Enes ile annesine yada teyzesine namaz kıldırmıştı. Enes der ki: Resulullah (s.a.v), beni sağ tarafına ve kadını da arkamıza durdurmuştu.
Müslim'in başka bir rivayetin de, Enes şöyle der:
"Resulullah (s.a.v), ahlak yönünden insanları en güzeliydi. O, bizim evde bulunduğu sırada bazen namaz (vakti) girerdi. Hemen altındaki yaygınıntemizlenmesini emrederdi. Bunun üzerine yaygı süpürülürdü. Sonra da (yumuşaması için hasınn üzerine biraz) su serpildi. Daha sonra ResuluUah (s.a.v) imam olurdu. Biz de onun arkasında dururduk. Bunun üzerine bize namaz kıldırırdı.
Enes'lerin yaygısı, hurma yaprağındandı.
Ebu Dâvud, Tirmizî ile Nesâî, birinci rivayeti nakletmiştir.
Ebu Davud'un başka bir rivayetinde ise Enes şöyle der:
Peygamber (s.a.v), (bazen) Ümmü Süleym'i ziyaret ederdi. Bazen (bu ziyaret esnasında) namaz (vakti) girerdi. Peygamber (s.a.v), bize ait ve üzerine biraz su serpilmiş hasırdan ibaret olan bir yaygı üzerinde namaz(mı) kılardı.
Nesâî'nin başka bir rivayetinde Enes şöyle der:
"Ümmü Süleym, ResuluUah (s.a.v)'den; evine gelip namaz kılmasını ve namaz kıldığı yeri de namazgah edineceğini söyledi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v), Ümmü Süleym'in evine geldi. Ümmü Süleym, hemen hasın getirdi. (Yumuşaması için) hasırın üzerine biraz su serpti. ResuluUah (s.a.v). hasır üzerinde namaz kıldı. Onlar da, ResuluUah (s.a.v) ile birlikte namaz İddilar.
91. Enes b. Mâlik (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Peygamber (s.a.v) ile birlikte Medine'den Mekke'ye (doğru yola) çıktık. Medine'ye döndüğümüz zamana kadar bize, (akşam namazından başka namazları hep) ikişer rekat kıldırdı.
Enes'e: 'Mekke'de biraz kaldınız mı?' diye soruldu. O da: 'Orada on (gün) kaldık' diye cevap verdi.
Buharı ile Müslim'in kısa bir şekilde naklettikleri rivayet de, şu ifade yer almaktadır:
"Peygamber (s.a.v) ile birlikte on gün kaldık. Namazı(mızı da) kısalttık.
48. Hususuyla Ve Rükusuyla Namazı Tamamlamanın Vacip Olması
93. Ebu Hurcyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Resulullah (s.a.v), mescide girmişti. Onun arkasından bir kişi (de mescide) girip namaz kılmıştı. Sonra da Resulullah (s.a.v)'e selam verdi. Resulullah (s.a.v)'de onun selamını alıp (ona):
Dön de namazını (yeniden) kıl. Çünkü sen namazını kılmadın' buyurdu. O kişi dönüp evvelce kıldığı gibi namazı tekrar kıldı. Sonra Peygamber (s.a.v)'e gelip selam verdi. Resulullah (s.a.v):
Dön de namazını (yeniden) kıl. Çünkü sen namaz kılmadın' buyurdu ve bunu üç defa tekrarladı. Nihayet o kişi:
Seni hak (din) ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, ben, bundan daha iyisini becereniiyorıım. Bana (namaz kılmanın doğrusunu) öğret' dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
Namaza kalktığın zaman tekbir al. Sonra kolayına geldiği kadar Kuran oku. Sonra rüku et ve (organların) yattşıncaya kadar rüku d a kal. Sonra (başını rükudan) kaldırıp iyice doğrul. Sonra secdeye varıp (organların) yatışın caya kadar secde et. Sonra (başını secde yerinden) kaldır ve (organların) yatışıncaya kadar otur ve bunu bütün namazlarında (böyle) yap' buyurdu.
Buna benzer bir rivayet daha olup bu rivayetin içerisinde, "Ve aleykesselâmu, (deyip daha sonra) dön" ifadesi yer almaktadır
Yine buna benzer bir rivayetin içerisinde şu ifade yer almaktadır:
Namaza kalktığın zaman güzelce bir şekilde abdest al. Sonra kıbleye dönüp tekbir al. Sonra da kolayına geldiği kadar Kuran oku..
Başka bir rivayette ise şu ifave yer almaktadır:
(Organların) yatışıncaya kadar otur. Sonra secdeye varıp (organların) yatışıncaya kadar secde et. Sonra (başını secde yerinden) kaldır ve (organların) yatışı ne aya kadar otur. Bunu bütün namazlarında (UIe) yap.
Ebu Davud'un bir rivayetinde ise şu ilave yer almaktadır:
"Bunu (böyle) yaptığın zaman namazın tamamdır. Bundan tiğin şey kadar namazından eksiltmiş olursun.
94. Abdullah ibn Abbâs (r.anhümâ)'dan rivayet edilmiştir: "Peygamber (s.a.v) Medine'de akşam ile yatsı namazını (n fanfan nı birleştirerek) yedi (rekat) olarak ve öğle ile ikindi namazını da (birleştirerek) sekiz (rekat) olarak kıldı."
Eyyûb: 'Acaba bunu yağmurlu bir gecede kıldı?' diye sordu. Abdullah ibn Abbâs:
Umulur ki' diye cevap verdi. (Birinci rivayet) Bir rivayette, Abdullah ibn Abbâs şöyle der;
Resulullah (s.a.v) ile birlikte iki namazı bir arada kılmak suretiyle sekiz (rekat olarak) ve (yine) iki namazı bir arada kılmak suretiyle yedi (rekat olarak) namaz kıldım.
Amr der ki: (Ebu Şa'sâa'ya:)
Ey Ebu Şa'sâa! Zannederim, öğleyi te'hir ve ikindiyi ise acele kıldı. Akşam namazını te'hir ve yatsı namazını da acele kıldı dedi. Ebu Şa'sâa:
Ben de bunu (öyle) zannediyorum1 dedi. (İkinci rivayet)
Müslim'in bir rivayetinde, Abdullah ibn Abbâs şöyle der:
Resulullah (s.a.v), hiçbir korku ve yolculuk hali yokken, öğle namazı ile ikindi namazını bir arada ve akşam namazı ile yatsı namazını (n farzlarını birleştirerek) bir arada kıldı.
Yine Müslim'in bir rivayetinde, şu ilave vardır:
(Hadisin ravisi) Ebu'z-Zubeyr der ki: '(Ravi) Saîd b. Cübeyr Acaba Resulullah (s.a.v), bunu niçin (böyle) yaptı?' diye sordum. Saîd (b. Cü-beyr)'de şöyle dedi:
Ben de, (bu meseleyi) senin sorduğun gibi Abdullah ibn Abbâs'a sordum.' Oda:
Resulullah (s.a.v), ümmetinden hiçbir kimseyi meşakkate sokmamak istedi' diye cevap verdi.
Yine Müslim'in buna benzer başka bir rivayeti daha var. Bu rivayette, Abdullah ibn Abbâs'ın, Hiçbir korku ve yağmur hali. yokken" ifadesi yer almaktadır.
Yine Müslim'in başka bir rivayetinde, Abdullah b. Şakîk el-Ukaylî der ki:
Bir gün Abdullah ibn Abbâs, ikindiden sonra bize hutbe verdi. Bu hutbe ta güneş kaybolup yıldızlar görününceye kadar devam etti. Halk: 'Namaza namaza ....' demeye başladı. Derken yanına Temîm oğullarından fütursuz ve sözünü esirgemeyen bir adam gelip:
Namaza namaza ....' dedi. Bunun üzerine Abdullah ibn Abbâs:
Annesiz kalasıca! Bana sünneti mi öğretiyorsun?' dedi. Sonra da:
Ben, Resulullah (s.a.v)in öğle namazı ile ikindi namazını ve akşam ile de yatsı namazım (n farzlarını birleştirerek) bir arada kıldığım gördüm' dedi.
Abdullah b. Şakîk: '(Abdullah ibn Abbâs'ın) bu sözünden kalbime bir şüphe düştü. Hemen Ebu Hureyre'ye gidip ona (Resulullah'ın öğle namazı ile ikindi namazını ve akşam ile de yatsı namazını birleştirerek bir arada kılıp kılmadığını) sordum.O, Abdullah ibn Abbâs'ın (bu) sözünü doğruladı dedi.
Yine Müslim'in diğer rivayetinde, Abdullah b. Şakîk el-Ukaylî der ki:
Bir adam, Abdullah ibn Abbâs'a:
Namaz(ı kıl)' dedi. Abdullah ibn Abbâs sustu. Sonra (yine ona):
Namaz(ı kıl)' dedi. Abdullah ibn Abbâs (yine) sustu. Sonra (yine ona):
Namaz(ı kıl)1 dedi. Abdullah ibn Abbâs (yine) sustu. Sonra (bu sözü söyleyen adama);
Annesiz kalasıca! Namaz (kılmay)ı, bize mi öğreteceksin? Biz, Resulullah (s.a.v) döneminde iki namazı (birleştirerek) bir arada kı-liyor-duk' diye cevap verdi.
Ebu Dâvud, Tirmizî ve Nesâî; Müslim'in 49 (705) nolu hadisine benzer bir şekilde rivayette bulunmuşlardır.
Yine Ebu Davud'un, Yatsı (namazı)" ile ilgili kısma kadar rivayet ettiği hadis, muttefekun aleyhtendir.
Yine Ebu Davud'un, başka bir rivayetinde, Hiçbir yağmur hali yokken..." ilavesi yer almaktadır.
Yine Ebu Davud'un, Hiçbir yolculuk hali yokken" ifadesine kadar rivayet ettiği başka bir rivayeti, Müslim'in bir rivayetine benzemektedir.
Yine Ebu Dâvud, şu rivayeti de ilave etmiştir:
(Hadisin ravisi) Ebu'z-Zübeyr, bu hadisi rivayet edip (sonra da) şöyle dedi:
(Bu olay,) Tebük seferine çıktığımızda oldu.
Nesâî, ikinci rivayeti nakletmiştir. Bu hadis, muttefekun aleyhtendir. Bu hadisin lafzı şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v) ile Medine'de sekiz (rekat olarak) bir arada ve yedi (rekat olarak) bir arada kıldım. Öğle namazını te'hir etti, ikindi namazını ta'ci! etti, akşam namazını te'hir etti ve yatsı namazını da ta'cil etti.
Yine Nesâî'nin başka bir rivayeti, ziyadesiz bir şekilde Müslim'in bir rivayetine benzemektedir.
Yine Nesâî'nin başka bir rivayeti de şu şekildedir:
Abdullah ibn Abbâs, Basra'da, (meşgul olduğu bir günde) öğle ile ikindi namazını ve akşam ile yatsı namazını (birleştirerek) bir arada kıldı. Aralarında başka bir namaz kılmadı.
Abdullah ibn Abbâs, Medine'de, Resulullah (s.a.v) ile birlikte öğle namazı ile ikindi namazını sekiz (rekat olarak) bir arada kıldığını ve ikisi arasında başka bir namaz kılmadığını söyledi.
95. Aişe (r.anhâ)'dan rivayet edilmiştir:
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Sizden birisi namaz kılarken uyuklarsa, uykusu dağılıncaya kadar uyuyuversin. Çünkü uyuklayarak namaz kılacak olursa, belki istiğfar edeyim derken, kendine söver. (Birinci rivayet)
Bir rivayette ise şu ifade yer almaktadır:
Sizden birisi, namaz kılarken uyuklarsa, (uykulu vaziyette namaz kılmayı) bıraksın. Çünkü (uykulu bir vaziyette kıldığı namaz sırasında) farkında olmadan kendine beddua edebilir. (İkinci rivayet)
Nesâî, ikinci rivayeti nakletmiştir. Geri kalanlar ise, ilk rivayeti nakletmişlerdir.
96. Ebu Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir: Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
"(Namazda imam yanıldığında) teşbih (subhânallah' demek) erkekler içindir. El çırpmak ise kadınlar içindir.
Tirmizî der ki: Hz. Ali şöyle dedi:
Peygamber (s.a.v) namaz kılarken ondan izin istediğim zaman, subhânallah derdi.
Nesâî'de, bu hadisi, rivayet etmiştir.
97. Aîşe (r.anhâ)'dan rivayet edilmiştir:
"Resulullah (s.a.v) gecenin her vaktinde; başında, ortasında ve sonunda vitir namazı kılmıştır. Onun vitir namazı kılma (vakti), seherde son bulmuştur.
Bu hadisifn bu şekildeki metnini); Buhârî, Müslim ile Nesâî rivayet etmiştir.
Buhârî'nin rivayet ettiği hadisin lafzı şu şekildedir:
"Resulullah (s.a.v), her gece vitir (namazı) kılmıştır. Onun vitir namazını kılma (vakti), seherde son bulmuştur.
Tirmizî'nin rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Vefatı yaklaştığında Resulullah (s.a.v)'in vitir namazını kılma (vakti), seherde son bulmuştur.
Ebu Davud'un rivayetinde, (hadisin ravisi Mesrûk) der ki:
Aişe'ye:
Resulullah (s.a.v), vitri hangi vakitte kılardı?1 diye sordum. O da: ye sordum.
Gecenin başında, ortasında ve sonunda kılardı. Bunların hepsini yaptı. Ama vefatına doğru (vitir namazını) seher (vaktin)e kadar geciktirirdi'dedi.
Tirmizî'nin rivayetinde ise, (hadisin ravisi Abdullah b. Ebi Kays) der ki:
Aişe'ye:
Resulullah (s.a.u)in, vitir namazı nasıldı; vitir namazım, gecenin başında mı kılardı, yoksa sonunda mı kılardı?' diye sordum. Aişe:
Bunların hepsini de yapmıştır. Vitir namazını, bazen gecenin başında kılardı, bazen de gecenin sonunda kılardı' diye cevap verdi. Bunun üzerine ben:
Allah'a hamd olsun ki, şeriat işinde (bize) genişlik (kolaylık) kılmıştır!1 dedim. Sonra, (Aişe'ye):
Resulullah (s.a.v)'in, (vitir namazındaki) kıraati nasıldı; gizli mi, yoksa açıktan mı okurdu?' diye sordum. Aişe:
Bunların hepsini de yapardı. Bazen gizli okurdu, bazen de açıktan okurdu!' diye cevap verdi. Ben:
Allah'a hamd olsun ki, şeriat işinde (bize) genişlik (kolaylık) kılmıştır!' dedim. Sonra, (Aişe'ye tekrar):
Cünüplük halinde ne yapardı; uyumadan önce mi yıkanırdı, yoksa yıkanmadan önce mi uyurdu?' diye sordum. Aişe:
Bunların hepsini de yapardı. Bazen yıkanıp sonra uyur, bazen de abdest alıp sonra uyurdu' diye cevap verdi. Ben (yine):
Allah'a hamd olsun ki, şeriat işinde (bize) genişlik (kolaylık) kılmıştır!'dedim.
Ebu Davud'un lafzı ise şu şekildedir:
(Abdullah b. Ebi Kays der ki:) Aişe'ye, Resulullah (s.a.v)'in vitir namazını (ne vakitte kıldığını) sordum. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
Bazen gecenin başında, bazen de sonunda (vitir namazını) kılardı' dedi. Ona:
(Vitir namazı kılarken) kıraati nasıldı? Gizli mi okurdu, yoksa açıktan mı okurdu?' diye sordum. O da:
Bunların hepsini yapardı. Bazen gizli okurdu, bazen de açıktan okurdu. (Cünüb olunca,) bazen gusledip uyurdu. Bazen de abdest alıp uyurdu diye cevap verdi.
Ebu Dâvud der ki: "(Aişe'nin 'Bazen gusledip uyurdu' sözüyle) 'cünüp olunca' (demek istediğini) Kuteybe değil, başkası söylemiştir.
98. Aişe (r.anhâ)'dan rivayet edilmiştir:
"Peygamber (s.a.v), nafile namazlardan hiçbirinde, sabah namazının (farzından önce) iki rekat (sünneti kılma)da olduğu kadar devamlı değildi.
(Birinci rivayet)
Bir rivayette ise, Sabah namazının (farzından önceki) iki rekat (sünnet kılmaya) devam etmede...." ifadesi yer almaktadır.
Bir rivayette ise, Hz. Aişe şöyle der:
Resulullah (s.a.v), nafile namazlardan hiçbirinde, sabah namazının (farzından önce) iki rekat (sünneti kılma) da olduğu kadar sürat gösterdiğini görmedim.
Bu hadis(Ierin bu şekildeki metnin)i, Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir. Müslim'in diğer bir rivayetin de, Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Sabah namazının iki rekat (sünnet)i, dünyadan ve dünyadaki her şeyden daha hayrhdır.
Yine Müslim'in başka bir rivayeti ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v), fecrin doğduğu vakitte (kılman) iki rekat (sünnet) hakkında:
Bu iki rekat namaz, bana, bütün dünyadan daha sevimlidir' buyurdu.
Ebu Dâvud, birinci rivayeti nakletmiştir. Tirmizî'de, (bu hadisi,) Müslim'in bir rivayetin(e uygun bir şekild)e nakletmiştir.
Nesâî ise şu rivayeti nakletmiştir:
Sabah namazınfm farzın)dan önce (kılınan) iki rekat (sünnet) namazı, bütün dünyadan daha hayrlıdır.
99. Enes b. Mâlik (r.a)'tan rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
"Mescide tükürmek, günahtır. Kefareti ise onu (yere) gömmektir.
Ebu Davud'un başka bir rivayetinde, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Mescide tükürmek, günahtır. Kefareti ise (kişinin) onu (yere) gömmesidir.
Yine Ebu Davud'un diğer bir rivayetinde ise, en-Nuhâa" (bal-gam çıkarma/sümkürme) ifadesi yer almaktadır.
100. Ebu Hureyre (r.a)'tan rivayet edilmiştir: Resululiah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Rabbîmiz, her gece, gecenin son üçte biri kaldığında en alt ya inip:
Hani Bana dua eden kimse? Onun duasını kabul edeyim ! Hani Benden istek dileyen? Onun istediğini vereyim! Hani Benden bağışl ma dileyen? Onu bağışlayayım!' buyurur.
(Birinci rivayet)
Bu hadisfn bu şekildeki metnin)i, Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir. Müslim'in bir rivayeti şu şekildedir:
Şüphesiz ki Allah, mühlet verir. Gecenin ilk üçte biri gittiği vakit en alt semaya inip:
Var mı bağışlanma dileyen! Var mı tevbe eyleyen! Var mı isteyen! Var mı dua eden!1 buyurur. (Bu durum,) tan yeri aydınlamncaya kadar (böyle devam eder).
Yine Müslim'in başka bir rivayeti de şu şekildedir:
Gecenin yarısı yada üçte ikisi geçtiği zaman şanı pek yüce olan Allah, en alt semaya inip:
Var mı isteyen? (İstediği şey ona) verilecek! Dua eden var mı? Duası kabul edilecek! Bağışlanma isteyen var mı? Ona mağfiret olunacak! buyurur. (Bu durum,) sabah aydmlamncaya kadar (böyle devam eder).
Yine Müslim'in diğer bir rivayeti ise şu şekildedir:
Allah, her gece, en alt semaya inip:
Melik, Benim! 'Melik, Benim Var mı Bana dua eden? Onun duasını kabul edeyim! Var mı Benden isteyen? İstediğini vereyim! Var mı Benden mağfiret dileyen? Onu affedeyim!1 buyurur. (Bu durum,) tan yeri ağanneaya kadar (böyle devam eder).
Yine Müslim'in buna benzer başka bir rivayeti daha var.
Yine Müslim'in diğer bir rivayetinde şu ifade yer almaktadır:
Daha sonra (yüce Allah): Yoksul ve zalim olmayan (Allah')a, kim ödünç (borç) verecek' buyurur.
Yine Müslim'in buna benzer diğer bir rivayeti daha var. Bu rivayetin içerisinde ise şu ifade yer almaktadır:
Sonra şanı pek yüce olan Allah, iki elini yayıp:
Yoksul ve zalim olmayan (Allah)a, kim ödünç (borç) verecek buyurur.
Ebu Dâvud, birinci rivayeti nakletmiştir. Tirmizî ise, beşinci rivayeti nakletmiştir.
56. Gece Namazında Ve Kıyamında Dua
101. Abdullah ibn Abbâs (r.anhümâ)'dan rivayet edişlmiştir:
Peygamber (s.a.v) geceleyin teheccüd namazına kalktığı zaman (şöyle) derdi:
Allahım! Rabbimiz! Gökleri, yeri ve bunların içindekileri ayakta tutan (Kayyim) Sensin. Hamd, Sana mahsustur. Göklerin, yerin ve bunların içindekilerin mülkü Senindir. Hamd, Sana mahsustur. Göklerin, yerin ve bunların içindekilerin nuru Sensin. Hamd, Sana mahsustur. Sen haksin. Senin va'din haktır. Sana kavuşmak haktır. Senin sözün haktır. Cennet (haktır) ve cehennem de haktır. Peygamberlerin haktır. Muhammed haktır. Kıyamet haktır. Allahım! Yalnız Sana teslim oldum. Ancak Sana iman ettim. Ancak Sana dayandım. Yalnız Sana yöneldim. Ben (Senin düşmanlarına karşı) ancak (Senin verdiğin oüç)le mücadele ettim. Ancak Senin hükmüne baş vurdum. Benim gerek önceki ve gerekse de sonradan işlediğim günahlarım ile gizli ve aşikar yaptıklarımı bağışla.
Bir rivayette şu ifade yer almaktadır:
Mukaddim olan Sensin, Muahhir olan sensin. Senden başka ilah yoktur. Senin dışında bir ilah da yoktur.
Bir başka rivayette ise şu ifade yer almaktadır:
Allahım! Hamd, Sana mahsustur. Göklerin, yerin ve bunların İçindekilerin rabbi Sensin.
Bu rivayetler, Buhârî ile Müslim'in naklettiği rivayetlerdir.
Tirmizî'nin de buna benzer bir rivayeti var. Fakat bu rivayetin içerisinde, "bunların içindekilerin Peygamberlerin haktır.
Senin sözün haktır Mukaddim olan Sensin, Muahhir olan sensin. Senden başka ilah yoktur. Senin dışında bir ilah da yoktur" ifadeleri olmayıp diğer ifadeler yer almaktadır.
Ebu Davud'un bir rivayeti, Tirmizî'nin rivayetine benzemektedir. Yalnız (burada) Mülk/melik kelimesi yerine Rabb" kelimesi geçmektedir.
Nesâî'nin bir rivayetinde ise şu ifade yer almaktadır:
Allah Hamd, Sana mahsustur. Göklerin, yerin ve bunların içindekilerin nuru Sensin. Hamd, Sana mahsustur. Gökleri, yeri ve bunların içindekileri ayakta tutan Sensin. Hamd, Sana mahsustur. Göklerin, yerin ve bunların içindekilerin meliki Sensin. Hamd, Sana mahsustur.
Sen haksin. Senin va'din haktır. Cehennem haktır. Kıyamet haktır. Peygamberler hakür. Muhammed haktır. Yalnızca Sana teslim oldum. Ancak Sana dayandım. Ancak Sana iman ettim. Ben (Senin düşmanlarına karşı) ancak (Senin verdiğin güç) mücadele ettim. Ancak Senin hükmüne başvurdum. Benim gerek önceki ve gerekse de sonradan işlediğim günahlarım ile gizli ve aşikar yaptıklarımı bağışla.
Mukaddim olan Sensin, Muahhir olan sensin. Senden başka ilah yoktu" Güç ve kuvvet, ancak Aliyy ve Azîm olan Allah'a aittir.
102. Abdullah ibn Ömer (r.anhümâ)'dan rivayet edilmiştir: "Bir kişi ayağa kalkıp:
Ey Allah'ın resulü! Gece namazı nasıl kılınır?' diye sordu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
(Gece namazı,) ikişer ikişer (kılınır). Sabah (vaktinin gireceğimden korkarsan, bir rekat kıl' buyurdu.
Bu hadis(in bu şekildeki metinin)i; Buhârî, Müslim, Ebu Dâvud ile Nesâî rivayet etmiştir.
Tirmizî, bu rivayete Namazının sonunu bir rekat yap" şeklinde bir ilave yapmış, fakat Hz. Peygamber (s.a.v)'e soru soran kimsenin sorusuna yer vermemiştir.
Yine Ebu Davud'un ve Nesâî'nin başka bir rivayetinde şu husus yer almaktadır:
Bedevilerden biri, Peygamber (s.a.v)'e; gece namazının (nasıl kılındığını} sordu. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v), iki parmağıyla şöyle işaret ederek:
(Gece namazı,) ikişer ikişer (kılınır). Vitir, gecenin sonunda ise bir rekat (olarak kılınır) buyurdu.
Tirmizî'nin, Ebu Davud'un ve Nesâî'nin bir rivayetinde ise, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
Gece ve gündüz (kılınan nafile) namazı, ikişer ikişer (kılınır).
Tirmizî der ki: "Abdullah ibn Ömer'den gelen bu hadis hakkında görüş ayrılığı olmuştur. Bazıları, bu hadisin merfu olduğunu söylemiştir. Bazıları da mevkuf olduğunu belirtmiştir. Bu konuda gündüz" kelimesi olmaksızın Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: "Gece namazı, ikişer ikişer (kılınır)" şeklinde Abdullah ibn Ömer'den rivayet edilen hadis sahihtir.
Nesâî der ki: Bu hadis, yani içerisinde gündüz" kelimesi geçen hadis yanlıştır.
103. Aişe (r.anhâ)'tan rivayet edilmiştir:
"Peygamber (s.a.v), geceleyin, sabah namazının iki rekat (sünnet)i ve (bir de, bir rekat) vitir namazı ile birlikte on üç rekat namaz kılardı.
Bir rivayette, Hz. Aişe şöyle der:
Resulullah (s.a.v)'in geceleyin (kıldığı) namaz, on rekat idi. Bir sec-yle (rekatla) vitir ve sabah namazının iki rekat (sünnet)ini kılardı. İşte bu şekilde geceleyin kıldığı namazlar on üç rekat olurdu. Başka bir rivayette, Hz. Aişe şöyle der:
Peygamber (s.a.v), geceleyin on bir rekat namaz kılardı. Şafak doğduğu zaman hafif iki rekat (daha) namaz kılardı. Sonra müezzin gelip ezanı okuyuncaya kadar sağ tarafına yaslanırdı.
Konu ile ilgili başka bir rivayet ise şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v), (geceleyin) on bir rekat namaz kılardı. İşte bu, onun (geceleyin kıldığı) namazdır. Sizden birisi, başını secde (yerinden) kaldırmadan önce elli ayet okuyacak kadar secde de beklerdi. Sabah namazı-(nın farzi)ndan önce iki rekat (daha) namaz kılardı. Sonra müezzin (sabah) namazı için (ezan okumaya) gelinceye kadar sağ tarafına yaslanırdı.
Bununla ilgili başka bir rivayet ise şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v), geceleyin, bir (rekat) vitir namazı ile birlikte on bir rekat namaz kılardı. Onu bitirdiği zaman müezzin (sabah namazı için el:an okumaya) gelinceye kadar sağ tarafına yaslanırdı. (Müezzinin gelişine müteakiben) hafif iki rekat (daha) namaz kılardı.
Yine başka bir rivayette, Hz. Aişe şöyle der:
Resulullah (s.a.v), yatsı namazını -ki insanlar, bu namaza 'Ateme' derler- bitirdikten sonra sabah namazıfn farzı)na kadar on bir rekat (daha) namaz kılardı. Her iki rekat arasında selam verirdi. Bir rekatta vitir kılardı. Müezzin sabah namazı için (ezan okuyup) sustuğu, sabahın olduğunu iyice anladığı ve {namaz vaktinin geldiğini haber vermek için) müezzin ona geldiği zaman kalkıp hafif iki rekat (daha) namaz kılardı. Sonra müezzin kamet için gelinceye kadar sağ tarafına yaslanırdı.
Yine diğer bir rivayette, Hz. Aişe şöyle der:
Resulullah (s.a.v), geceleyin, on üç rekat namaz kılardı. Bunlardan beş (rekat)i ile vitir kılardı. En son iki rekatta oturup selam verinceye kadar bu beş (rekat)in hiç birinde oturmazdı.
Yine başka bir rivayette, Hz. Aişe şöyle der:
Resulullah (s.a.v), geceleyin, on üç rekat namaz kılardı. Sonra sabah ezanını işittiğinde, hafif iki rekat namaz kılardı.
Konu ile ilgili başka bir rivayet ise şu şekildedir:
Ebu Seleme ibn Abdurrahman, Aişe'ye:
Resulullah (s.a.v), Ramazan (ayın)da nasıl namaz kılardı?' diye sordu. Aişe:
Ramazanda ve Ramazan'ın dışında (geceleyin) on bir rekattan fazla (nafile) namaz kılmazdı. (Önce) dört rekat namaz kılardı. Artık bu namazların güzelliğini ve uzunluğunu sorma! Sonra dört rekat (daha) namaz kılardı. Bunların da güzelliğini ve uzunluğunu sorma! Sonra üç rekat (daha) namaz kılardı. Ben;
Ey Allah'ın Resulü! Vitir namazını kılmadan mı uyuyacaksın?' dedim. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
Ey Aişe! Gerçekten beni gözlerim uyur, fakat kalbim uyumaz!
buyurdu.
Bu rivayetler, Buhârî ile Müslim'in naklettiği rivayetlerdir. Yine Buhârî'nin bir rivayetinde, Hz. Aişe şöyle der:
Peygamber (s.a.v) yatsı namazını kıl(ar)dı. Sonra ayakta sekiz rekat (daha) kıl(ar)dı. İki rekat ta, (sabah olunca) iki ezan arasında kıl(ar)dı. Bu iki rekatı, hiçbir zaman bırakmazdı.
Yine Buhârî'nin başka bir rivayetinde, Mesrûk ibnu'1-Ecda' şöyle der:
Yine Aişe'ye; Resulullah (s.a.v)'in geceleyin (kaç rekat nafile) namaz kıldığını sordum. Oda:
Sabah namazının iki rekat (sünneti) dışında yedi, dokuz ve on bir rekat idi1 diye cevap verdi.
Müslim'in rivayeti ise şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v), (geceleyin) sabah namazının iki rekat (sünneti) ile birlikte on üç rekat namaz kılardı.
Yine Müslim'in, Ebu Seleme'den yaptığı rivayet ise şu şekildedir:
Aişe'ye:
Resuluüah (s.a.v)'in (geceleyin kaç rekat) namaz kıldığını sordum. O da:
Resulullah (s.a.v), (geceleyin) on üç rekat namaz kılardı. (Önce) sekiz rekat kılardı. Sonra (bir rekat) vitir kılardı. Oturmuş olduğu halde iki rekat (daha) kılardı. Rükuya varmak istediğinde ayağa kalkıp (sonra da) ıtika varırdı. Sonra sabah namazıfnın farzından önce), ezan ile kamet arasmdai!: rekat (daha) namaz kılardı.
Yine Müslim'in buna benzer bir rivayeti daha var. Bu rivayetin içerisi^ şu ifde yer. almaktadır:
Ayakta, içerisinde (bir rekat ta) vitir namazının bulunduğu dokuz rekat namaz kılardı.
Yine Müslim'in başka bir rivayetinde, Ebu Seleme şöyle der:
Aişe'ye gelip (ona):
Ey anneciğim! Bana, Resulullah (s.a.v)'in (geceleyin kaç rekat) namaz kıldığını haber verir misin?' diye sordum. Bunun üzerine Aişe:
Resulullah (s.a.v)'in, Ramazan'da ve Ramazan'ın dışında geceleyin (İddığı) namazı; on üç rekat idi. Bu on üç rekat namazın içerisinde, sabahna-mazının iki rekat (sünneti de) var1 diye cevap verdi.
Yine Müslim'in, Ebu Ishâk'tan yaptığı rivayet ise şu şekildedir:
Esved ibn Yezîd'e:
Aişe'nin, kendisine, ResuluUah (s.a.v)'in namazları ile ilgili neler söylediğini' sordum. Aişe:
Resulullah (s.a.v), gecenin başında uyurdu. Sonunu ise ihya ederdi. Sonra ailesi ile ilgili.bir (cinsel ilişki) ihtiyacı olursa, ihtiyacını görüp (akabinde) uyurdu. Birinci ezan vakti olduğunda (yatağından) sıçrardı.
(Ravi: Vallahi, Aişe "kalktı" demedi' der.)
Sonra üzerine su dokunurdu.
(Ravi: 'Vallahi, Aişe "yıkandı" demedi. Fakat ben, onun ne demek istediğini biliyorum' der.)
Eğer cünüp değilse, bir insanın namaz için aldığı abdest gibi abdest alırdı. Sonra da namaz kılardı' demiş.
Ebu Dâvud, bu rivayetin; birinci, ikinci, dördüncü, yedinci, sekizinci ve dokuzuncu metnini rivayet etmiştir.
İkinci rivayetinin içerisinde, Sabah namazının iki rekatlik (sünnetini) kılardı" şeklinde ifade yer almaktadır.
Yine Ebu Davud'un, bu rivayetin birinci şekli ile ilgili rivayeti; Buhârî'nin naklettiği bir rivayete uygun düşmektedir.
Yine Ebu Davud'un, bu rivayetin ikinci şekli ile ilgili rivayeti; Müslim'in bir rivayetine uygun düşmektedir.
Yine Ebu Davud'un başka bir rivayeti de şu şekildedir:
ResuluIIah (s.a.v), yatsı namazını bitirdikten sonra sabah oluncaya kadar on bir rekat namaz kılardı. Her iki rekatta bir selam verirdi. Bir rekatta vitir kılardı. Secdede iken başını kaldırmadan önce elli ayet okuyacak kadar beklerdi. Müezzin sabah namazının birinci ezanını bitirince kalkıp hafif iki rekat namaz kılardı. Sonra da müezzin gelinceye kadar sağ tarafına yaslanırdı.
Yine Ebu Davud'un diğer bir rivayeti de şu şekildedir:
ResuluIIah (s.a.v), geceleyin on üç rekat namaz kılardı. Dokuz rekat ta, vitir kılardı - yada Aişe buna benzer bir şey söyledi ve oturarak iki rekat (daha) namaz kılardı. Sonra da ezan ile kamet arasında sabah namazının iki rekat (sünnetini) kılardı.
Yine Ebu Davud'un başka bir rivayeti ise şu şekildedir:
ResuluIIah (s.a.v), (geceleyin) dokuz rekat ta, vitir kılardı. (İhtiyarladıktan) sonra yedi rekat vitir kılar oldu. Vitri kıldıktan sonra oturarak iki rekat (daha) namaz kılardı. Bu iki rekatta (oturarak) okur, nikuya varmak istediğinde, ayağa kalkıp rükuya varırdı, sonra da secdeye varırdı.
Yine Ebu Davud'un Esved ibn Yezîd'den yaptığı başka rivayet ise şu şekildedir:
"Esved ibn Yezîd, Aişe'nin yanına girip ona; ResuluIIah (s.a.v)'in geceleyin (kaç rekat) namaz kıldığını sormuştu. Bunun üzerine Aişe:
Resulullah {s.a.v) geceleyin on üç rekat namaz kılardı. (İhtiyarladıktan) sonra iki rekatı terk etti. On bir rekat kılar oldu. Daha sonra vefat etti. Vefat ettiği sıralarda geceleri dokuz rekat kılmakta idi ve geceleyin (kıldığı) namazın sonuncusu da vitir olurdu.
Tirmizî ise bu rivayetin; beşinci, yedinci ve dokuzuncu metnini rivayet etmiştir. Yedinci rivayetin metninde şu ilave yer almaktadır:
Resulullah (s.a.v), (geceleyin sabah namazının farzından önce) müezzin ezan okuduğunda kalkıp hafif iki rekat namaz kılardı.
Yine Tirmizî'nin başka bir rivayetinde Hz. Aişe şöyle der:
Peygamber (s.a.v), geceleyin, dokuz rekat namaz kılardı. Yine Tirmizî'nin diğer bir rivayetinde Hz. Aişe şöyle der:
Peygamber (s.a.v), geceleyin, (gece) namazı kılamadığı zaman, (ki bazen) uyku onu namazdan aiıkoyar veya (uykulu) gözlerine yenilirdi gündüzleyin on iki rekat (nafile) namaz kılardı.
Nesâî'de; beşinci, dokuzuncu ve ikinci ile üçüncü rivayeti de Müslim'in iki rivayetine ve (ayrıca bu hadisi) Ebu Davud'un birinci rivayetine (uygun bir şekilde) rivayet etmiştir.
Yine Nesâî'nin başka bir rivayetinde Esved b. Yezîd şöyle der:
Aişe'ye; Resulullah (s.a.v)'in (geceleyin kaç rekat) namaz kıldığını sordum. Bunun üzerine Aişe:
Gecenin ilk bölümünde uyurdu. Sonra (ikinci bölümünde) kalkıp namaz kılardı. Sahur vakti geldiğinde, vitri kılardı. Daha sonra da yatağına gelip yatajrdı. Eğer (cinsel ilişki yapmak) ihtiyacı istediğinde, yatağına değil de hanımlarının yanına giderdi. (Üçüncü bölümünde ise) sabah ezanını işittiğinde hemen kalkardı. Cünüp ise guslederdi. Cünüp değilse, abdest alıp namaz (kılmak için mescide) çıkardı' diye cevap verdi.
104. Aişe (r.anhâ)'dan rivayet edilmiştir:
"Resulullah (s.a.v) zamanında güneş tutulmuştu. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) kalkıp halka namaz kıldırdı. (Ayakta iken) kıraati uzattı. Sonra rükuya vardı. Rükuyu uzattı. Sonra başını (kıyam için rü-kudan) kaldırdı. (Kıyamda iken yine) kıraati uzattı. Bu, ilk kıraattan daha azdı Sonra rükuya vardı. Rükuyu ilk rükudan daha az uzattı. Sonra başını (rükudan) kaldırıp (secdeye varıp) iki secde yatı. Sonra (ikinci rekat için) ayağa kalktı. İkini rekatı da bunun gibi yaptı. (Namazı bitirdikten) sonra ayağa kalkıp:
Güneş ve ay, bir kimsenin ölümü yada hayatı için tutulmazlar. Fakat güneş ve ay, Allah'ın varlığının delillerin d endir. Allah, bunları kullarına gösterir. Güneş ve ayın tutulduklarını gördüğünüz zaman hemen namaz kılmaya koşun!' buyurdu.
Yine buna benzer başka bir rivayet daha var. Yalnız bu rivayetin devamı şu şekildedir:
Sonra selam verdi. Güneş açıldı. Halka güneşin ve ayın tutulması ile ilgili bir hutbe irad edip:
Güneş ve ay, Allah'ın varlığının delilleı indendir Hiç bir kimsenin ölümü yada hayatı için tutulmazlar. Tutulduklarını gördüğünüz zaman hemen namaz kılmaya koşun!' buyurdu.
Konu ile ilgili başka bir rivayet ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v) zamanında güneş tutulmuştu. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) mescide çıktı. Halk da onun arkasında saf tuttu. Sonra (namaz için) tekbir aldı. Resulullah (s.a.v) uzunca bir (zammı) sure okudu. Sonra tekbir al(ıp rükuya var)di. Uzunca bir rüku yaptı. Sonra (rükudan doğrulur-ken): 'Semiallâhu limen hamiden' (Allah, kendisine hamd eden kimseyi işitti) buyurdu. Ayakta durup secdeye varmadı. (Yine) uzunca bir (zammı sure) okudu. Bu, ilk (okuduğu zammı) sureden daha kısa idi. Sonra tekbir al(ıp rükuya var)dı. Uzunca bir rüku yaptı. Bu, ilk (yaptığı) rükudan daha kısa idi. Sonra (rükudan doğrulurken): 'Semiallâhu limen hami deh. Rabbena vele-ke'1-hamd' (Allah, kendisine hamd eden kimseyi işitti. Rabbİmİz! Hamd, yalnızca senin içindir) buyurdu. Sonra secdeye vardı. Son rekatta da, bunun (ilk rekattakiler) gibi dedi. {Böylece namazı,) dört rüku ve dört secdeyle tamamlamış oldu. (Namazdan) ayrılmadan önce güneş açıldı. (Namazı bitirdikten) sonra ayağa kalkıp Allah'a layık olduğu şekliyle övgüde bulundu. Sonra da:
Güneş ve ay, Allah'ın varlığının delillerindendir. Hiç bir kimsenin ölümü yada hayatı için tutulmazlar. Tutulduklarını gördüğünüz zaman hemen namaz kılmaya koşun!' buyurdu.
Kesîr b. Abbâs, Abdullah ibn Abbâs'ın şöyle söylediğini haber vermiştir:
Peygamber (s.a.v), iki rekatlık (Küsûf) namazını, dört rüku ve dört secdeyle kılardı.
Zührî der ki: Urve'ye:
Kardeşin (Abdullah ibnü'z-Zübeyr,) Medine'de güneş tutulduğu gün, (Küsûf namazını, rekat ve kılma yönünden) sabah namazının (farzı) gibi kıldı. İki rekat üzerine (herhangi bir rekatı) ilave etmedi' dedim. Urve:
Evet! Öyle yaptı. Çünkü o, (bu konudaki) Sünneti ıskalamıştır dedi.
Buhârî der ki: "Küsûf namazında kıraati açıktan okuma ile ilgili bu hadisi, Zührî'den rivayet etme hususunda Süfyan ibn Hüseyin ile Süleyman ibn Kesîr, İbn Nemir'e mutabaat etmişlerdir.
Yine konu ile ilgili diğer bir rivayet ise şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v), Husuf (Ay tutulması) namazı sırasında kıraati açıktan okudu. Kıraati bitirdiği zaman (Allahu Ekber) diye tekbir alıp rükuya vardı. (Başını) rükudan kaldırdığı zaman 'Semiallâhu limen hamideh. Rabbena veleke'1-hamd' (Allah, kendisine hamd eden kimseyi işitti. Rabbimiz! Hamd, yalnızca senin içindir) buyurdu.
Sonra Küsûf (güneş tutulması) namazında da kıraate başlayıp (bu namazı,) iki rekat içinde dört rüku ve dört secdeyle (kıldırırdı).
(Hadisin ravisi Velîd der ki:) Evzâî ile bir çoğu; Zührî'den, Urve yoluyla Hz. Aişe (r.anhâ)'nin şöyle dediğini belirtmişlerdir:
"Resulullah (s.a.v) zamanında güneş tutulmuştu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
Bi's-salâti câmiaten' (Cematle namaza hazır olun) diye nida etmek üzere bir münadi çıkardı. Daha sonra (cemaatin) önüne geçip iki rekt içinde dört rüku ve dört secdeyle (Küsûf) namaz(ını) kıldırdı."
Buhârî der ki: "(Küsûf/güneş tutulması namazında kıraati) açıktan okuma ile ilgili bu hadisi; Zührî'den rivayet etme hususunda Süfyan ibn Hüseyin ile Süleyman ibn Kesîr, İbn Nemîr'e mutabaat etmişlerdir.
Baş kısmı buna benzer başka bir rivayet daha var. Bu rivayetin devamında şu husus yer almaktadır:
Sonra (rükudan doğrulurken): 'Semiallâhu limen hamideh. Rabbena veleke'1-hamd' (Allah, kendisine hamd eden kimseyi işitti. Rabbimiz! Hamd, yalnızca senin içindir) buyurdu. Sonra ayağa kalkıp uzunca (bir zammı sure) okudu. Bu, ilk kıraattan daha kısa idî. Sonra tekbir al(ıp rükuya var)dı. Uzunca bir rüku yaptı. Bu, ilk rükudan daha kısa idi. Sonra (rükudan doğrulurken): 'Semiallâhu limen hamideh. Rabbena veleke'l hamd' (Allah, kendisine hamd eden kimseyi işitti. Rabbimiz! Hamd, yalnızca senin içindir) buyurdu. Sonra secdeye vardı. (Hadisin ravisi Ebu't-Tâhir: 'Secdeye vardı' ifadesini zikretmedi) Sonra diğer rekatı da, bunun ilk rekattakiler gibi yaptı. (Böylece namazı,) dört rüku ve dört secdeyle tamamlamış oldu. (Namazdan) ayrılmadan önce güneş açıldı. (Namazı bitirdikten) sonra ayağa kalkıp layık olduğu şekliyle Allah'a övgüde bulundu. Sonra da:
Güneş ve ay, Allah'ın varlığının delillerindendir. Hiç bir kimsenin ölümü yada hayatı için tutulmazlar. Tutulduklarını gördüğünüz zaman hemen namaz kılmaya koşun!' buyurdu."
Yine Resulullah (s.a.v): Allah, (onları) üzerinizden açı(p korkularınız yok olu)ncaya kadar namaz lalın' buyurdu.
Yine Resulullah (s.a.v): 'Bu makamımda, size vaat edilen her şeyi gördüm. Kendimi, cennetten bir salkım üzüm koparmak isterken gördüm' buyurdu.
"Biraz daha ilerledim. (Bir rivayette hadisin ravisi: 'Ukaddimu' (ilerledim) yerine 'Etekaddemu' fiilini kullanmıştır.) Cehennemin birbirine çarpan dalgalarını gördüm. Bunun üzerine biraz geriledim. Orada, (Kabe için) adanan.develerin yükten ve binmekten azat edilmesi adetini getiren İbn Lühayy gördüm' buyurdu."
Görüldüğü üzere, (hadisin ravisi) Ebu't-Tâhir'in hadisi; "Hemen namaz kılmaya koşun!" ifadesiyle bitmektedir. O, bundan sonrasını nakletm emiştir.
Başka bir rivayette ise Hz. Aişe şöyle der:
Resulullah (s.a.v) zamanında güneş tutulmuştu. Bunun üzerine Resu-luilah (s.a.v) ayağa kalkıp (halka) namaz kıldırdı. Kıyamı gerçekten uzattı. Sonra rükuya vardı. Rükuyu gerçekten uzattı. Sonra başını (rükudan) kaldırdı. Kıyamı gerçekten uzattı. Bu, ilk kıyamdan daha az idi. Sonra rükuya vardı. Rükuyu gerçekten uzattı. Bu, ilk rükudan daha az idi. Sonra secdeye vardı. Sonra Resulullah (s.a.v) (namazdan) ayrıldı. Güneş açıldı. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v), halka hutbe irad edip Allah'a hamd etti ve övgüde bulundu, (sonra da):
Güneş ve ay, Allah'ın varlığının delillerindendir. Hiç bir kimsenin ölümü yada hayatı için tutulmazlar. Tutulduklarını gördüğünüz zaman tekbir alıp Allah'a dua edin, namaz kılın ve sadaka verin!
Ey Muhammed ümmeti! Köle ve cariyesinin zina etmesine, Allah'tan daha çok kıskançlık gösteren hiç kimse yoktur.
Ey Muhammed ümmeti! Allah adına yemin ederim ki, eğer benim bildiğimi bilseydiniz, mutlaka az gülüp çok ağlardınız' buyurdu.
Bir rivayette, Dikkat edin ki, tebliğ ettim mî?" ilavesi yer almaktadır.
Yine başka bir rivayette, Sonra ellerini kaldırıp: Allahim! Tebliğ ettim mi?' buyurdu" ilavesi yer almaktadır. Yine başka bir rivayette İse Hz. Aişe şöyle der:
Dilenen Yahudi bir kadın (bana) gelip:
Allah seni kabir azabından korusun' dedi. Bunun üzerine Aişe, Resulullah (s.a.v)'e:
Ey Allah'ın resulü! İnsanlar kabirlerinde azab görüyorlar mı?' diye sordu. O da:
Kabir azabından Allah'a sığınının' buyurdu.
Sonra Resulullah (s.a.v), (oğlu İbrahim'in son anlarını yaşadığını haber aldığından) erkenden bir bineğe bin(ip dışarı çik)tı. Derken güneş tutuldu. Kuşluk vakti geri dönüp (mescidin bitişiğinde hanımlarına ait olan) odaların aralarına uğradı.
Sonra kalkıp namaza durdu. Halk ta, onun arkasına (saf tutup) durdu. Uzun süren bir kıyamda durdu. Sonra uzun süren bir rüku yaptı. Rükudan kalkıp uzunca bir kıyamda durdu. Bu, birinci kıyamdan biraz daha kısa idi. Sonra uzun süren bir rüku yaptı. Bu, birinci rükudan biraz daha kısa idi. Sonra rükudan kalkıp secdeye vardı.(Secdeden sonra tekrar) kıyama kalktı ve uzun süren bir kıyamda durdu. Bu, birinci (rekattaki) kıyamda biraz daha kısa idi. Sonra uzun süren bir rüku yaptı. Bu, birinci (rekattaki) rükudan biraz daha kısa idi. Sonra rükudan kalkıp secdeye vardı. (Sonra namazdan) ayrıldı. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):
Allah, ne söylemesini diledi ise onları söyledi' buyurdu.
Sonra sahabilerine, kabir azabından (Allah"a) sığınmalarını emretti.
Yine buna benzeyen başka bir rivayet daha var. Bu rivayetin sonunda şu husus yer almaktadır:
Ben, sizin, kabirlerinizde, Deccâl'in fitnesi gibi fitneye uğradığı üm. Amre der ki: Bunun üzerine Aişe'nin:
Bunun üzerine Aişe'nin:
Ben, Rcsulullah (s.a.v)'in, bundan sonra cehennem azabından bundan sonra cehennem azabın
ve kabir azabından (Allah'a) sığındığını duyuyordum' dediğini işittim. Bu rivayetler, Buhârî ile Müslim'in naklettiği rivayetlerdir. Yine Müslim'in bir rivayeti şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v), (Küsûf/güneş tutulması namazını,) altı riiku ve dört secdeyle kılmıştır.
Yine Müslim'in başka bir rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v) zamanında güneş tutulmuştu. Bunun üzerine Resu-lullah (s.a.v) aşırı derecede bir kıyam yaptı. Uzun süre ayakta durdu. Sonra rükuya vardı. Sonra (rükudan) doğruldu. Sonra rükuya vardı. (Böylece) üç rüku ve dört secdeli iki rekat namaz kıldı.
Sonra güneş açılmış olduğu halde namazdan ayrıldı. Rükuya varacağı zaman, "Allahu Ekber" derdi. Sonra da rükuya varırdı. (Rükudan) başını kaldırdığı zaman, "Semiallâhu limen hanı i deh" (Allah, kendisine hamd eden kimseyi işitti) diyerek doğrulurdu. Allah'a, hamd ve övgüde bulunurdu. Sonra da:
Güneş ve ay, hiç bir kimsenin ölümü yada hayatı İçin tutulmazlar. Güneş ve ay, Allah'ın varlığının delillerindendir. Allah, onlarla kullarını korkutur. Şu halde siz, bir güneş tutulması gördüğünüz zaman, güneş açılıncaya kadar Allah'ı zikredin' buyurdu.
Tiımizî ise bu rivayetin, birinci metnini,
İkinci rekatı da, bunun (lk rekattakiler) gibi yaptı" ifadesine kadar rivayet etmiştir.
Yine Tirmizî'nin başka bir rivayeti de şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v), Küsûf (Güneş Tutulması) namazını kıldı ve bu namazda kıraati açıktan okudu.
Ebu Dâvud ise, H2. Aişe'den şöyle rivayet etmiştir:
Resulullah (s.a.v) zamanında güneş tutulmuştu. Bunun üzerine Re-sulullah (s.a.v) hemen mescide gitti, (namaza) durup tekbir aldı. Halk da onun arkasında saf tuttu. Resulullah (s.a.v), uzunca bir (zammı sure) okudu. Sonra tekbir al(ıp rükuya var)dı. Uzunca bir rüku yaptı. Sonra başını (rüku-dan) kaldırırken: 'Semiallâhu Iimen hamideh. Rabbena veleke'1-hamd' (Allah, kendisine hamd eden kimseyi İşitti. Rabbimiz! Hamd, yalnızca senin içindir) buyurdu. Sonra ayakta durup uzunca (bir zammı sure) okudu. Bu, ilk kıraattan daha kısa idi. Sonra tekbir alip rükuya vardı. Uzunca bir rüku yaptı. Bu, ilk rükudan daha kısa idi. Sonra (rükudan doğrulurken): 'Semiallâhu Iimen hamideh. Rabbena veleke hamd' (Allah, kendisine hamd eden kimseyi işitti. Rabbimiz! Hamd, yalnızca senin içindir) buyurdu. Sonra diğer rekat da, bunun (ilk rekattakiler) gibi yaptı. İşte böylece (güneş tutulması namazını,) dört rüku ve dört secde ile tamamlamış oldu. (Namazdan) ayrılmadan önce güneş açıldı.
Yine Ebu Davud'un bu rivayetin son rivayetini, Müslim'inkine benzemektedir. Yalnız bu rivayetin orta kısmından itibaren şu husus yer almaktadır:
Her rekatta üç rüku olmak ve üçüncü rükudan sonra secdeye varmak suretiyle iki rekat (namaz kılıyordu). Hatta o gün kıyamın uzunluğundan dolayı (bazı) insanlar bayılıp üzerlerine su kovaları(yla su) dökülürdü. Resulullah (s.a.v), (bu namazda) rükuya vardığı zaman, "Allahu Ekber", doğ-rulduğu zaman da 'Semiallâhu Iimen hamideh1 (Allah, kendisine hamd eden kimseyi işitti) derdi. Resulullah (s.a.v), bu namazı, güneş açılıncaya kadar devam etti. Sonra:
Güneş ve ay, hiç bir kimsenin ölümü yada hayatı için tutulmazlar. Onlar, Allah'ın varlığının delillerindendir. Allah, onlarla, kullarını korkutur. O halde ay ve güneşi tutulursa, hemen namaz kılmaya koşun' buyurdu.
Yine Ebu Davud'un başka bir rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v) zamanında güneş tutulmuştu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) (mescide) çıkıp cemaate namaz kıldırdı. (Bu namazda) kıyama durdu. (Kıyamdaki) kıraatini tahmin ettim. Bakara suresi (kadarı)nı okuduğunu zannettim.
(Hadisin ravisi, hadisi nakledip daha sonra sözüne şöyle devam etti:) Sonra iki defa secde yaptı. Sora kalkıp kıraati yine uzattı. Onun buradaki okuyuşunu d tahmin ettim. Al-i îmrân suresi (kadarı)nı okuduğunu zannettim.
(Hadisin ravisi bundan sonra) Ebu Davud'un lafzı ile ilgili hadisin geri kalanını rivayet etmiş, fakat hadisin (normal) lafzını rivayet etmemiştir. Yine Ebu Davud'un diğer bir rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v) zamanında güneş tutulmuştu. Bunun üzerine Re-sulullah (s.a.v): 'Namaz toplayıcıdır (diye çağırması için) bir kimseyi (halka) gönderdi.
Yine Ebu Davud'un başka bir rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v), yani güneş tutulması namazında, kıraati uzun tutmuş ve (bu namazda) kıraati açıktan988 okumuştur.
Yine Ebu Davud'un başka bir rivayeti ise şu şekildedir:
Güneş ve ay, bir kimsenin ölümü yada hayaü için tutulmazlar. O halde güneşin ve ayın tutulduklarını gördüğünüz zaman Allah'a dua edin, tekbir getirin ve sadaka verin.
Nesâî ise bu rivayetin, üçüncü metnini rivayet etmiş olup bu metnin içerisinde, Halk, onun arkasında saf tuttu" ifadesi yer almaktadır.
Yine Nesâî, bu rivayetin dördüncü metnini rivayet edip bu metnin içerisinde, Güneş tutulması namazında kıraati açıktan okudu
Yine Nesâî, bu rivayetin beşinci metnini rivayet edip bu metnin içerisinde "(Kabe için) adanan develerin yükten ve binmekten azat edilmesi adetini getiren" ifadesi yer almaktadır.
Yine Nesâî, bu rivayetin altıncı metnini rivayet edip bu metnin içerisinde, "zina" ifadesi yer almaktadır.
Yine Nesâî, bu rivayetin yedinci metnini rivayet edip bu metnin içerisinde, "kabir azabı" ifadesi yer almaktadır.
Yine Nesâî, bu rivayetin birinci metnini, Müslim'in bir rivayetine benzemektedir.
Yine Nesâî'nin başka bir rivayeti daha var. Fakat bu rivayeti, Ebu Davud'un naklettiği bir rivayete benzemektedir.
Bir rivayeti ise şöyle nakletmiştir:
Resulullah (s.a.v) zamanında güneş tutulmuştu. Bunun üzerine Resu-luilah (s.a.v) abdest alıp 'namaz toplayıcıdır' diye namaza çağrılmasını emretti. (Kalkıp namaza) durdu. Namazda kıyamı uzattı.
Aişe: '(Kıyamda) Bakara suresini okuduğunu zannediyorum1 dedi.
Sonra rükuya vardı. Rükuyu uzattı. Sonra (rükudan doğrulurken) 'Semiallâhu limen hamiden' (Allah, kendisine hamd eden kimseyi işitti) buyurdu. Sonra (önceki) durduğu kadar ayakta.durdu. Secdeye varmadı. Sonra (yine) rükuya varıp (akabinde) secdeye vardı. Sonra (ikinci rekat için) ayağa kalktı. Birinci rekatta yaptığı gibi iki rüku ile bir secde yapıp sonra oturdu. Bu sırada güneş açıldı.
Yine Nesâî'nin başka bir rivayeti ise şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v), zemzem kuyusunun önünde Kusûf (güneş tutulması) namazı kıldı. (Bu namazda,) dört rüku ve dört de secde yaptı.
Yine Nesâî'nin diğer bir rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v) zamanında güneş tutulmuştu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v), bir kimseye: 'Namaz toplayıcıdır diye (halka) çağrıda bu-lun-ması emretti. Bunun üzerine cemaat toplandı, saf oldular. Resulullah (s.a.v), dört rüku ve dört secdeyle iki rekat (cemaate) namaz kıldırdı.
Yine Nesâî'nin konu ile ilgili başka bir rivayeti de şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v), kusûf (güneş tutulması) namazında dört rüku ve dört secde yaptı. Namazda, kıraati açıktan okudu. Başını (her) rükudan kaldırışında: 'Semiallâhu limen hamiden. Rabbena veleke'1-hamd' O Allah. kendisine hamd eden kimseyi işitti. Rabbimiz! Hamd, yalnızca senin içindir) buyururdu.
Yine Nesâî'nin konu ile ilgili diğer bir rivayeti ise şu şekildedir:
Güneş tutulmuştu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v), birinin; 'namaz toplayıcıdır' diye çağırmasını emretti. (Bu çağrı üzerine) cemaat toplandı. Resulullah (s.a.v), onlara (güneş tutulması) namazı kıldırdı. Namazda (iftitah) tekbiri aldı. Sonra uzunca (bir zammı sure) okudu. Sonra tekbir alıp rükuya var)dı. Rükuyu, kıyam gibi yada kıyamdan daha fazla uzattı. Sonra başını (rükudan) kaldırırken: 'Semiallâhu limen hamiden' (Allah, kendisine hamd eden kimseyi işitti) buyurdu. (Doğrulduğunda) uzunca (bir zammı sure) okudu. Bu, ilk kıraatten daha kısa idi. Sonra tekbir al(ıp rükuya var)dı. Rükuyu uzunca yaptı. Bu, ilk rükudan daha kısa idi. Sonra başını (rükudan) kaldırırken: 'Semiallâhu limen hami d eh' (Allah, kendisine hamd eden kimseyi işitti) buyurdu. Sonra tekbir al(ıp secdeye var)dı. Secdeye, rüku gibi yada rükudan daha fazla uzattı. Sonra tekbir alıp başını kaldırdı. Sonra tekbir alıp secdeye vardı. Sonra tekbir alıp ayağa kalktı. (Kıyamda) uzunca (bir zammı sure) okudu. Bu, İlkinden daha kısa idi. Sonra tekbir al(ıp rükuya var)dı. Sonra bir rüku yaptı. Bu, ilk rükudan daha kısa idi. Sonra başını (rükudan) kaldırırken: 'Semiallâhu limen hamiden' (Allah, kendisine hamd eden kimseyi işitti) buyurdu. Sonra (bir zammı sure) okudu. Bu, ikinci kıyamdaki ilk kıraatten daha kısa idi. Sonra tekbir al(ip rükuya var)dı. Rükuyu uzunca yaptı. (Bu,) ilk rükudan daha az idi. Sonra tekbir alıp başını (rükudan) kaldırırken: 'Semiallâhu limen hami d eh' (Allah, kendisine hamd eden kimseyi işitti) buyurdu. Sonra tekbir alıp secdeye vardı. Bu secdesi, ilk secdelerinden daha kısa idi. Sonra teşehhüde oturdu. Sonra selam verdi.
Cemaatin içerisinde ayağa kalkıp Allah'a hamd etti ve övgüde bulundu. Daha sonra da:
Güneş ve ay, hiç bir kimsenin ölümü yada hayatı için tutulmazlar. Onlar, Allah'ın varlığının delillerindendir. İkisi yada ikisinden birisi tutulursa, şanı yüce olan Allah'ı anmak üzere namaza koşun!!' buyurdu.
60. İstiskâ (Yağmür İsteme) Namazı
105. Abdullah ibn Zeyd el-Müzenî (r.a)'tan rivayet edilmiştir:
"Peygamber (s.a.v), yağmur duası için şu musallaya çıktı. Dua etti. Yağmur istedi. Sonra kıbleye dönüp elbisesini ters çevirdi.
(Hadisin lafzı, Buhârî'ye aittir.)
Bir rivayette ise, Sonra iki rekat namaz kıldı" ilavesi yer almaktadır. Buhârî der ki:
(Süfyan) ibn Uyeyne, (bu yağmur duası hadisinin ravisini,) ezan sahibi olan Abdullah ibn Zeyd zannediyordu. Fakat bu zan, bir vehimdir. Çünkü bu (yağmur duası hadisinin ravisi olan) zat, Abdullah ibn Zeyd ibn Asım el-Mâ-zinî olup Mâzinu'l-Ensâr'dır.
Bu hadis(in bu şekildeki metinlerin)i, Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir. Ebu Davud'un bir rivayetinde, şu ifade yer almaktadır:
Resulullah (s.a.v), sahabeleriyle birlikte (musallaya) yağmur duasına çıkıp onlara iki rekat namaz kıldırdı. Bu rekatlarda kıbleye karşı durup bu iki rekatta kıraati açıktan okudu ve elbisesini ters çevirdi. Ellerini kaldırıp dua etti ve yağmur istedi.
Yine Ebu Davud'un diğer bir rivayetinde, Abdullah ibn Zeyd şöyle der:
Resulullah (s.a.v) bir gün yağmur duasına çıktı. Allah'a dua eder(ken), insanlara sırtını çevirerek -Süleyman b. Davud'un dedifğine göre): Kıbleye döndü- elbisesini ters çevirdi. Sonra da iki rekat namaz kıldı.
(Hadisin ravisi) İbn Ebi'z-Zibh (rivayetinde) 'Resulullah (s.a.v) bu iki rekatta okudu1 dedi.
İbnu's-Serh'de (İbn Ebi'z-Zibh'in, bununla;) açıktan okumayı kast ettiğini ilave etti.
Ebu Davud'un bu hadisle ilgili başka bir rivayeti daha var. Yalnız bu rivayette "namaz" ifadesi geçmemektedir. Bu rivayet, şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v) elbisesini çevirip sağ tarafını sol omuzu üzerine, sol tarafını da sag omuzu üzerine koydu. Sonra şanı yüce olan Allah'a dua etti.
Yine Ebu Davud'un başka bir rivayetinde, Abdullah ibn Zeyd şöyle der:
Resulullah (s.a.v), üzerinde 'Hamîsa denilen siyah elbisesi olduğu halde yağmur duasına çıktı. Resulullah (s.a.v) (önce) elbisesinin aşağısını yukarıya koymak istedi. Fakat ağır gelince, sağ tarafını sol tarafına, sol tarafını da sağ omuzu üzerine koydu.
Yine Ebu Davud'un konu ile ilgili diğer bir rivayetinde, Abdullah ibn şöyle der:
Zeyd şöyle der:
Resulullah (s.a.v), yağmur duası için musallaya çıktı. Dua etmek isteyince, kıbleye döndü. Sonra da elbisesini ters çevirdi.
Nesâî'de, bu rivayetin, birinci metnini ilaveyle rivayet etmiştir. Yine Nesâî'nin bir rivayeti şu şekildedir:
Resulullah (s.a.v), üzerinde 'Hamîsa' denilen (desenli) siyah bir elbise olduğu halde yağmur duasına çıkmıştı.
Yine Nesâî'nin başka bir rivayeti de şu şekildedir;
Abdullah ibn Zeyd, Resulullah (s.a.v) ile birlikte yağmur duasına çıkmıştı. Resulullah (s.a.v) elbisesini ters çevirdi. Arkasını da cemaate dönerek dua etti. Daha sonra da iki rekat namaz kıldı. Namazda kıraati açıktan okudu.
Yine Nesâî'nin diğer bir rivayeti de şu şekildedir:
Peygamber (s.a.v)yağmur duasına çıkmıştı. İki rekat namaz kıldı ve elbisesini ters çevirdi.
Abdullah ibn Zeyd, Resulullah (s.a.v)'i, yağmur duasında görmüştü. Resulullah (s.a.v), kıbleye dönmüştü, elbisesini ters çevirmişti ve ellerini kaldırmıştı.
Nesâî, bu rivayetin, ikinci şekli ile son şeklini Ebu Davud'un rivayetine (uygun bir biçimde) nakletmiştir.
Tirmizî'de, bu rivayetin, birinci şeklini rivayet etmiştir.
106. Sehl ibn Ebi Hasme (r.a)'tan rivayet edilmiştir: "Resulullah (s.a.v), korku anında sahabelerine namaz kildırmişti. Onları arkasına iki saf yapmıştı. Hemen arkasında bulunan kimselere bir rekat kıldırmıştı. Sonra ayağa kalkmış ve arkasındakiler bir rekat namaz kılıncaya kadar ayakta durmuştu. Sonra geri saftaki 1 er ilerlemiş, ön saftakiler de gerilemişler. Bu suretle (ilerleyenlere) bir rekat kıldırmıştı. Sonra Resulullah (s.a.v), gerileyenler bir rekat namaz kılıncaya kadar oturmuş, sonra da selam vermişti. (Hadisin lafzı, Müslim'e aittir.)
Yezîd b. Rûmân yoluyla, Salih ibn Havvâftan, onun da Zatu'r-Rikâa gazvesi meydana geldiği gün Resulullah (s.a.v) İle birlikte korku namazını kılan bir kimseden gelen rivayet ise şu şekildedir:
Bir grup, Peygamber (s.a.v) ile birlikte saf olmuş, bir grupta düşmanın karşısına durmuştu. Resulullah (s.a.v), yanındakilere bir rekat namaz kıldırıp sonra ayakta durmuş, (namaz kılan grup) namazı kendi kendilerine tamamlamışlar. Sonra namazı tamamlayıp düşmanın karşısına saf olmuşlar. (Bu defa) diğer grup gelmiş. Resulullah (s.a.v), onlara da kalan rekatı kıldırmış. Sonra oturup beklemiş. Cemaat, namazı kendi kendilerine tamamlamışlar. Sonra da Resulullah (s.a.v), onlara selam verdirmiş.
Tirmizî'nin de buna benzer bir rivayeti var. Fakat rivayetinin sonunda,
Bu namaz; imam için iki, (savaşa katılan Müslümanlardan her bir) grup için ise bir rekattır" ilavesi yer almaktadır.
Ebu Dâvud, bu rivayetin birinci şeklini; Buhârî ile Müslim'in rivayetlerine (benzer bir biçimde) rivayet etmiştir.
Nesâînin rivayeti ise şu şekildedir:
"İmam kıbleye dönüp ayakta durur. (Müslümanlardan) bir grup, imamla birlikte, diğer bir grup ta düşman tarafında yüzleri düşmana karşı durur, imam, arkasındakiler; bir rüku, iki secde ile bir rekat namaz kıldırır. Sonra bunlar, (durdukları) yerde kendi başlarına bir rüku ve iki secde yapıp diğerlerinin yerlerine giderler. (Bu defa) onlar, (imamın arkasına) geli(p saf oluklar. (Yine aynı şekilde) imam, onlara da; bir rüku, iki secde ile bir rekat na maz kıldırır. Böylece imam, iki rekat ve cemaat ise bir rekat namaz kılmış olur. Bunun için her iki grup ta bir rüku ile iki secde yapıp birer rekat daha namaz kılarlar. Bu namaz; imam için iki, (savaşa katılan Müslümanlardan her bir) grup için ise bir rekattır. Sonra onlar da bir rüku ve iki secde yaparlar.
Yine Nesâî'nin kısa şekildeki başka bir rivayeti de şu şekildedir:
Resuiullah (s.a.v), arkasındaki safa bir rekat namaz kıldırdı. Sonra bunlar, (düşmanın karşısında bulunan) diğerlerinin yerin)e gittiler. Onlar da (Resulullah'ın arkasına) gelip durdular. Resuiullah (s.a.v), onlara da bir rekat namaz kıldırdı.