|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
Kabir azâbı vardır
“Allahü teâlâ, bazı kimseleri, insanların ihtiyaçlarını gidermek için yaratmıştır. İnsanlar, ihtiyaçları için onlara başvururlar. İşte bunlar, kabir azâbından emîndirler.”
Dünkü makâlemizde, kabir azâbıyla alâkalı bazı âyet-i kerîmeler ile tefsîrlerinden bahsettik. Bugün de inşâallah, bu konudaki bazı hadîs-i şerîfleri zikredelim...
İmâm-ı Suyûtî (rahimehullah), "Kabir azâbı" ile ilgili “Şerhu’s-sudûr” isminde müstakil ve hacimli bir eser yazmıştır. Orada, İmâm-ı Buhârî ve İmâm Müslim’in “Sahîh”leri başta olmak üzere, hadîs kitaplarındaki kabir azâbı ile ilgili hadîs-i şerîfleri nakletmiştir. Hemen hemen her hadîs kitâbında kabir azâbı bildirilmektedir. Kabir azâbını inkâr eden bir kimse, bütün hadîs kitaplarını inkâr etmiş olur.
Şimdi, kabir azâbı ile ilgili hadîs-i şerîflerden bazılarını [Kütüb-i sittedeki sıralarına göre] bildirelim. Peygamber Efendimiz buyurmuşlardır ki: “Kabir azâbı haktır.” [Buhârî]
Sevgili Peygamberimiz, bir cenâzede, “Yâ Rabbî! Bunu kabir azâbından koru” diye duâ etmiştir. (Müslim, Tirmizî, Nesâî)
“Gizleyebilseydiniz, kabir azâbını size işittirmesi için Allah’a duâ ederdim.” [Müslim, Nesâî, İmâm Ahmed]
“Allah’ım, kabir azâbından Sana sığınıyorum.” [Müslim, Nesâî, Hâkim, Harâitî]
“Kabir azâbından Allah’a sığınınız.” [Müslim, İmâm Ahmed, İbn-i Ebî Şeybe]
“Allah’a yemîn ederim ki, 99 tinnîn Kıyâmete kadar, kâfire kabrinde azap eder.” [Tirmizî, İbn-i Hibbân, Ebû Ya’lâ,] [“Tinnîn” isimli yılan, dünyâ yılanı değildir. Kâfirlere ve günâhkârlara azap etmesi için Allahü teâlânın yarattığı bir mahlûktur.]
“Kabir ya Cennet bahçesi veya Cehennem çukurudur.” [Tirmizî]
“Kabir azâbının çoğu, üzerine idrâr sıçratmaktan olacaktır.” [Nesâî, İbn-i Mâce, Hâkim, Dârekutnî]
“Şehîd, kabir azâbından emîndir.” [İbn-i Mâce, Beyhekî, İmâm Ahmed]
“Dün gece rüyamda, bir kimseyi kabir sıkarken gördüm. Namazı gelip onu kabir azâbından kurtardı.” [Hâkim]
“Fi sebîlillah [Allah yolunda] gözcü olarak vefât eden, kabir azâbı görmez.” [İmâm Ahmed]
“Allahü teâlâ, bazı kimseleri, insanların ihtiyaçlarını gidermek için yaratmıştır. İnsanlar, ihtiyaçları için onlara başvururlar. İşte bunlar, kabir azâbından emîndirler.” [Taberânî]
“Cuma gecesi "Fâtiha" sûresini ve 15 kerre "Zilzâl" sûresini okuyarak iki rekât namaz kılan kabir azâbından emîn olur.” [Deylemî]
“Namaz kılmayanın kabri ateşle dolar. Gece-gündüz onu yakar. Bir tinnîn, her namaz vaktinde onu sokar.” [Kurretü’l-uyûn]
Eshâb-ı kirâmdan Ya’lâ bin Mürre (radıyallahü anh), bir kabirde azap olduğunu işitip, Resûlullah Efendimize haber verdi. Peygamber Efendimiz de, “Ben de işittim; o kişi, söz taşıdığı ve üzerine idrâr sıçrattığı için, kendisine azap yapılmaktadır” buyurdu. (Beyhekî)
12.01.2016
Kabir azabını inkâr mümkün mü?
Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Mü’min kabrinde yemyeşil bir bahçe içindedir. Ayın ondördü gibi aydınlatılır. 'Onun için sıkıntılı bir hayât vardır' âyeti, kâfirlerin kabirde görecekleri azâbı bildirir."
Gaybî husûslardan olan kabir ve âhıretle ilgili bilgileri, insan aklının bilmesi mümkün değildir. Bunların, ya Cenâb-ı Hak tarafından bizzât kitaplarında [şimdi elimizde hiç değişmemiş bulunan İlâhî kitap sâdece Kur’ân-ı kerîm kaldığına göre, bu kudsî kitapta] veya O’nun Peygamberleri tarafından vâsıtalı olarak insanlara bildirilmesi gerekir.
Bugün, önce, [Kur’ân-ı kerîmdeki sıralarına göre] kabir azâbıyla alâkalı bazı âyet-i kerîmeler ile tefsîrlerinden ve bazı âlimlerin açıklamalarından bahsedeceğiz.
“Bakara sûresi”nin, “Ölü iken sizi diriltti. Tekrar öldürecek ve tekrar diriltecek” meâlindeki 28. âyetinde bildirilen, ikinci dirilme kabirde olacaktır. İmâm-ı Nesefî de bu âyetin kabir azâbı ve nimetine işâret ettiğini bildirmiştir. (Kâdî Beydâvî Tefsîri üzerine Şeyhzâde Hâşiyesi)
“Âl-i İmrân sûresi”nin, “Allah yolunda öldürülenleri [şehîdleri] ölü sanmayın! Bilakis onlar diridirler” meâlindeki 169. âyet-i kerîmesi de, kabir hayâtını bildirmektedir. (Muhammed Muhyiddîn bin Behâeddîn, El-Kavlü’l-fasl Şerhu’l-Fıkhi’l-ekber)
“A’râf sûresi”nin, “Orada yaşayıp, orada öleceksiniz, yine oradan dirilip çıkarılacaksınız”meâlindeki 25. âyetindeki "Orada"dan maksat kabir hayâtıdır. (Tefsîr-i Şeyhzâde)
“Tevbe sûresi”nin, “Onları iki defa azâba uğratacağız” meâlindeki 101. âyetindeki azâbın birisi kabir azâbıdır. (Kâdî Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl)
En büyük müctehidlerden olan İmâm-ı A'zam (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: Kur'ân-ı kerîmde, “Onlar, sabâh-akşam ateşe sokulurlar. Kıyâmetin kopacağı günde, ‘Firavun hânedânını azâbın en çetinine sokun’ denilecek” buyuruldu. (Mü’min sûresi, 46) Sabâh-akşam görecekleri azap, Kıyâmetten öncedir. Âyetin devâmında onların şiddetli azâba sokulacağı bildiriliyor. Birincisi kabir azâbı, ikincisi ise Cehennem azâbıdır.
(El-Kavlü’l-fasl) İmâm-ı Gazâlî (rahmetullahi aleyh) de, “Bu âyet-i kerîme kabir azâbını gösteriyor”buyurdu. (İhyâu Ulûmi’d-dîn)
İmâm-ı Şa’rânî (kuddise sirruh) buyuruyor ki:
“Tâhâ sûresi”nin 124. âyet-i kerîmesindeki "Me'îşeten danken" kabir azâbını bildiriyor. Çünkü hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Mü’min kabrinde yemyeşil bir bahçe içindedir. Ayın ondördü gibi aydınlatılır. 'Onun için sıkıntılı bir hayât vardır' âyeti, kâfirlerin kabirde görecekleri azâbı bildirir. 99 tinnîn, kâfirleri kıyâmete kadar kabrinde sokup azap eder.” [Tirmizî]
İmâm-ı Nesefî de (rahimehullah) buyurdu ki:
“Câsiye sûresi”nin, “Allah sizi diriltir, sonra öldürür” meâlindeki 26. âyetinde, diriltmenin kabirde olacağını bildiriyor. (Şeyhzâde Hâşiyesi)
11.01.2016
|
.
Canlar nasıl alınır?
|
Sual: Dünyanın çeşitli yerlerinde, binlerce, hatta milyonlarca insan, trafik kazası, deprem, savaş gibi sebeplerle aynı anda ölüyor. Ölüm meleği bir anda bunların canını nasıl alır?
CEVAP
Azrail aleyhisselamın kudretinden şüphe etmek, Allahü teâlânın kudretinden şüphe etmeye kadar gidebilir. Allahü teâlânın kudretinin büyüklüğünü bilen kimse, sebebini bilmese de, İslam’a teslim olup, Allah’ın her şeye gücü yetebileceğine inanması gerekir.
Bugün bir düğme ile bir veya birkaç şehrin bütün elektrikleri aynı anda söndürülebilmektedir. Ölüm meleği de ruhları bundan daha tez almaktadır.
İbrahim aleyhisselam, ölüm meleğine sual etti ki:
- Ey ölüm meleği, eceli gelen insanların bir kısmı doğuda, bir kısmı batıda olsa yahut kuzeyde ve güneyde aynı anda zelzele olup ölseler yahut da dünyanın çeşitli yerlerinde savaş olsa, aynı anda binlerce, milyonlarca insan ölse, aynı anda bunların hepsinin ruhlarını nasıl alıyorsun?
Ölüm meleği cevap verdi:
- Allah’ın izniyle onların ruhlarını çağırırım, derhal avucumun içinde oluverirler.
Süleyman aleyhisselam, ölüm meleğine sual etti:
- İnsanların ruhlarını kimini genç yaşta, kimini bebekken, kimini ihtiyarlayınca alıyorsun. Ruhları almada ölçün nedir?
Ölüm meleği dedi ki:
- Bana eceli gelenlerin listesi verilir. Ben verilen listeyi tatbik ederim. Başka işe karışmam.
Ölüm meleği gelip, Süleyman aleyhisselamın yanında oturan bir kimseye dikkatli bakmaya başladı. Sonra çıkıp gitti. O zat, Süleyman aleyhisselama sual etti:
- Kimdi o bana öyle can alacak gibi bakan?
- Ölüm meleğiydi.
- Beni onun pençesinden kurtar! Rüzgâra emret, beni Hindistan’a götürsün!
O zatın bu isteği derhal yerine getirildi. Ölüm meleği ikinci defa Süleyman aleyhisselamın yanına gelince, Hazret-i Süleyman sual etti:
- Geçen gelişinde yanımdaki zata niçin öyle bakmıştın?
- Şimdi onun ruhunu alıp geldim. Bana onun ruhunu Hindistan’da almam emredilmişti. Ömrü biterken, hâlâ burada bulunduğu için öyle bakmıştım. (Mesnevi)
Hayatiyetin ispatı
Sual: Kur'anda, (Her canlı, ölümü tadacaktır) deniyor. Ölenin tatması nasıl olur ki?
CEVAP
Bu âyet-i kerime, ruhun ölmediğini, sadece ölümü tattığını bildiriyor. Ölümden sonraki hayatiyeti yani canlılığı ispat ediyor. Ölmek, yok olmak demek değildir. İnsan ölünce, ruhu bedenden ayrılır ve yepyeni bir hayat başlar. (İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar) mealindeki hadis-i şerif de, ruhun ölmediğini göstermektedir.
Ölürken
Sual: Bir kimse, ölürken küfre sokucu söz söyleyip ölse kâfir olarak mı ölmüş olur?
CEVAP
Hayır, ölüm hâlindeyken küfre sebep olan şey söyleyen kimse, mümin kabul edilir, çünkü o anda aklı başında değildir. (S. Ebediyye)
.
Ölüm acısını kimler duymaz?
|
Sual: Ölüm acısını herkes duyacak mıdır?
CEVAP
Ölüm acısı, dünya acılarının hepsinden daha acıdır. Bir kâfir, uyku hapı içerek veya narkozla her tarafı uyuşturulduktan sonra da ölse, çok şiddetli olan ölüm acısını duyar. Fakat salih mümin, kurşun yağmuruna tutulsa, bu acıyı duymaz. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâya yemin ederim ki, ölüm meleğini görmek, bin kılıç darbesinden daha şiddetlidir. Yine Allahü teâlâya yemin ederim ki, mümin bir kulun her damarı ölüm acısını duymadıkça, canı çıkmaz.) [Ebu Nuaym]
(Şehit ölüm acısını duymaz.) [Beyheki]
(Şehit, öldürülmesinin acısını, ancak bir pirenin ısırması kadar duyar.) [Nesai]
Ölüm acısı 70 kere kılıçla doğranmaktan fazladır; ama Allahü teâlâ, sevdiği kullarına bu acıyı duyurmaz. Ölüm acısı, kabir azabı yanında hiç kalır. Kabir azabı mahşer azabı yanında hiçtir. Mahşer azabı da, Cehennem azabının yanında hiçtir. Salih mümin, ne ölüm acısını, ne kabir azabını, ne de Cehennem ateşini duymaz. Sırat, Cehennem üzerine kuruludur. Sırat köprüsünden herkes geçer. İki hadis-i şerif meali:
(İyi kötü herkes [Cehennem üzerine kurulmuş Sırat’tan] geçer. Yalnız mümine, serin ve selamet olur. İbrahim aleyhisselama ateşin serin olduğu gibi. Öyle ki müminlerin soğukluğundan Cehennem, “Müminin nuru narımı söndürüyor” diye bağırır. Bundan sonra Allahü teâlâ, takva ehlini kurtarır; zalimleri ise orada yüzüstü bırakır.) [İbni Mace]
(Kıyamette Cehennem mümine, “Çabuk geç ey mümin! Nurun nârımı [ateşimi] söndürecek” diye bağırır.) [Taberanî]
Salih mümin, ruhunu teslim edeceği vakit, rahmet meleklerini ve Resulullah efendimizi görüp, can verme acısını duymaz. Bu şaşılacak bir şey değildir. Nitekim Mısır kadınları, Yusuf aleyhisselamın güzelliğine hayran olup, kendilerini öyle unutmuşlardı ki, ellerini kestiklerinden haberleri bile olmamıştı.
Ölüm acısının şiddeti
Sual: Ölüm acısının, bin kılıç darbesinden daha şiddetli olduğu, hadisle bildiriliyor. Bu, Müslümanlar için de aynı mıdır?
CEVAP
Evet, aynıdır. Ancak mümin bu acıyı hissetmeyecektir. Allahü teâlâ, her Müslümana ölürken, Resulullah efendimizi gösterecek ve Onun güzelliği karşısında, ruhunu nasıl teslim ettiğinin farkına varmayacaktır. Yusuf aleyhisselamı gören kadınların, onun güzelliği karşısında parmaklarını bıçakla kestikleri halde, farkına varmadıkları gibi, Müslümanlar da, ölüm acısı hissetmeyeceklerdir. O halde doğru imanla ölmeye çalışmalıdır.
.
Kabir azabı haktır
|
Sual: Kabir azabı gerçekten var mı?
CEVAP
Kabir azabının varlığını bildiren vesikalardan bazıları şöyledir:
İmam-ı a'zam hazretleri buyurdu ki:
Kur'an-ı kerimde (Onlar, sabah-akşam ateşe sokulurlar. Kıyametin kopacağı günde, "Firavun hanedanını azabın en çetinine sokun!" denilecek) buyuruldu. (Mümin 46)
Sabah-akşam görecekleri azap, Kıyametten öncedir. Âyetin devamında onların şiddetli azaba sokulacağı bildiriliyor. Birincisi kabir azabı, ikincisi ise Cehennem azabıdır. (El-Kavl-ül fasl)
İmam-ı Gazali hazretleri de, (Bu âyet-i kerime kabir azabını gösteriyor) buyurdu. (İhya)
Nuh suresinin, (Günahları yüzünden suda boğuldular, ardından da ateşe atıldılar) mealindeki 25. âyet-i kerimesinde geçen Feüdhılukelimesindeki F harfi, hiç ara verilmediğini gösterir. Yani (Suda boğulduktan hemen sonra kabirdeki azaba maruz kaldılar)demektir. (El-Kavl-ül fasl)
Al-i imran suresinin, (Allah yolunda öldürülenleri [şehitleri] ölü sanmayın! Bilakis onlar diridir) mealindeki 169. âyet-i kerimesi de, kabir hayatını bildirmektedir. (El-Kavl-ül fasl)
İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:
Taha suresinin 124. âyet-i kerimesindeki "Me'îşeten danken" kabir azabını bildiriyor. Çünkü hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mümin kabrinde yemyeşil bir bahçe içindedir. Ayın ondördü gibi aydınlatılır. "Feinne lehü me'îşeten danken" âyeti, kâfirlerin kabirde görecekleri azabı bildirir. 99 tinnin kâfirleri kıyamete kadar kabrinde sokup azap eder.) [Tirmizi]
Tekasür suresinin 3. âyetindeki, bu övünmenizin kötü akıbetini "İleride bileceksiniz!" demek, "Ölürken" demektir. 4. âyetindeki "Yine ileride bileceksiniz" ise "Kabirde" demektir. (Celaleyn, Medarik, M.Tezkire-i Kurtubi)
Bekara suresinin, (Ölü iken sizi diriltti. Tekrar öldürecek ve tekrar diriltecek) mealindeki 28. âyetinde bildirilen, ikinci dirilme kabirde olacaktır. İmam-ı Nesefi de bu âyetin kabir azabı ve nimetine işaret ettiğini bildirmiştir. (Tefsiri Şeyhzade)
İmam-ı Nesefi hazretleri buyuruyor ki:
Araf suresinin, (Orada yaşayıp, orada öleceksiniz, yine oradan dirilip çıkarılacaksınız) mealindeki 25. âyetindeki "Orada"dan maksat kabir hayatıdır. (Şeyhzade)
İmam-ı Nesefi buyurdu ki:
Casiye suresinin, (Allah sizi diriltir, sonra öldürür) mealindeki 26. âyetinde, diriltmenin kabirde olacağını bildiriyor. (Şeyhzade), Tevbe suresinin, (Onları iki defa azaba uğratacağız) mealindeki 101. âyetindeki azabın biri kabir azabıdır. (Kadi Beydavi)
İmam-ı Süyuti hazretleri, "Kabir azabı" ile ilgili Şerhussudur isminde müstakil bir eser yazmıştır. Buhari ve Müslim ve diğer hadis kitaplarındaki kabir azabı ile ilgili hadis-i şerifleri nakletmiştir. Her hadis kitabında kabir azabı bildirilmektedir. Kabir azabını inkâr eden, bütün hadis kitaplarını inkâr etmiş olur.
Hazret-i Âişe validemiz, (Ya Resulallah, bu ümmet, kabirde azap görecek, benim gibi zayıfların hali ne olacak?) diye sual edince, Resulullah, İbrahim suresinin, (Allah, iman edenlere, dünya ve ahirette de sabit sözlerinde sebat ihsan eder) mealindeki 27. âyeti okudu. (Bezzar), Bu âyette, kabir hayatının hak olduğu, müminlere kavl-i sabit ihsan edildiği bildiriliyor. (Tefsir-i Celaleyn)
İslam âlimleri, kabir hayatının ahiret hayatından olduğunu, kabir azabının da ahiret azaplarından olduğunu bildirmişlerdir. (Mektubat-ı Rabbani)
Yukarıda âyet-i kerimelerle kabir azabının hak yani gerçek olduğunu bildirdik. Şimdi de kabir azabı ile ilgili hadis-i şeriflerden bazılarını bildiriyoruz. Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Kabir azabının çoğu, üzerine idrar sıçratmaktan olacaktır.)[İ.Mace, Nesai, Hakim, Dare Kutni]
(İdrardan sakının! Çünkü kabirde ilk hesap bundan olacaktır.)[Taberani]
(Allahü teâlâ, bazı kimseleri, insanların ihtiyaçlarını gidermek için yaratmıştır. İnsanlar, ihtiyaçları için onlara başvururlar. İşte bunlar, kabir azabından emindirler.) [Taberani]
(Dün gece rüyamda, bir kimseyi kabir sıkarken gördüm. Namazı gelip onu kabir azabından kurtardı.) [Hâkim]
(Cuma gecesi "Fâtiha" ve 15 kere "İzâ zülzilet" okuyarak iki rekât namaz kılan kabir azabından emin olur.) [Deylemi]
(Fisebilillah gözcü olarak vefat eden kabir azabı görmez.) [İ. Ahmed]
(Allah’ım, kabir azabından Sana sığınıyorum.) [Müslim, Nesai, Hâkim, Harâiti]
(Allah’a yemin ederim ki, 99 tinnin Kıyamete kadar, kâfire kabrinde azap eder.) [Ebu Ya’la, İbni Hibban, Tirmizi]
(Namaz kılmayanın kabri ateşle dolar. Gece-gündüz onu yakar. Bir tinnin, her namaz vaktinde onu sokar.) [Kurretül-uyun]
[Tinnin isimli yılan, dünya yılanı değildir. Kâfire ve günahkâra azap etmesi için Allah’ın yarattığı bir mahlûktur.]
Resulullah efendimiz, iki kabir yanında durup, (Bunlardan biri idrar sıçramasından sakınmadığı için, diğeri ise, Müslümanlar arasında söz taşıdığı için, kabir azabı çekiyorlar) buyurdu. (İbni Mace)
Eshab-ı kiramdan Ya’la bin Mürre hazretleri, bir kabirde azap olduğunu işitip, Resulullah efendimize haber verdi. Peygamber efendimiz de, (Ben de işittim. Söz taşıdığı ve üzerine idrar sıçrattığı için, azap yapılmaktadır) buyurdu. (Beyheki)
Peygamber efendimiz, iki kabrin yanına gelince, bir hurma dalı getirilmesini emretti. Hurma dalını ikiye kırıp, yarısını bir kabre, yarısını da diğer kabrin üstüne koyup, (Bu dal yaş kaldığı sürece azapları hafifler. Bunlar gıybet ve idrardan dolayı azap görmektedir) buyurdu. (İ.Mace)
(Dört kişinin, çektikleri şiddetli azaptan dolayı, Cehennemdekiler rahatsız olur. Bunlardan biri, ateşten kapalı bir tabut içinde, biri bağırsaklarını sürür, biri de kan ve irin kusar, öteki ise kendi etini yer. Tabuttaki, borçlu olarak ölmüştür, üzerinde kul borcu vardır.[Geriye mal da bırakmadığı için borcu ödenmemiştir.] Bağırsakları sürünen, idrardan sakınmamıştır. İrin ve kan kusan, müstehcen konuşmuştur. Kendi etini yiyen de, gıybet ve kovuculuk etmiştir.)[Taberani]
Peygamber efendimiz bir cenazede, (Ya rabbi bunu kabir azabından koru) diye dua etmiştir. (Müslim, Nesai, Tirmizi)
Ehl-i sünnetin ve hanefi mezhebinin reisi olan imam-ı a'zam hazretleri buyurdu ki:
(Kabirde ruhun cesede iadesi, kâfirleri ve bazı günahkâr Müslümanları kabrin sıkması ve azap edilmesi haktır.) [Kavl-ül fasl
İslam âlimlerinin en büyüklerinden olan imam-ı Rabbani hazretleri, (Kabrin bedeni sıkması vardır) buyurdu. (Mektubat-ı Rabbani 3/17)
Yine İslam âlimlerinin en büyüklerinden olan imam-ı Gazali hazretleri de, (Kabir azabı ruha ve cesede birlikte olacaktır) buyuruyor. (İhya-i ulümiddin)
Karada ve denizde ölene de sual sorulur. Bu da ruhun bedene iade edilmesinden sonra olur. [Nuhbet-ül-leâli s.116, Bidaye s.91]
Ruh ve beden beraber günah işledikleri için, kabir azabı da, her ikisine birden yapılacaktır. (El-Müstened)
İmam-ı Süyuti hazretleri (Şerh-us-Sudur), Abdurrahman ibni Receb Hanbeli hazretleri (Ehvâl-ül-kubur) kitabında, İmam-ı Şarani hazretleri Tezkire-i Kurtubi Muhtasarı'nda bildiriyor ki:
Eshab-ı kiramdan Abdullah bin Ömer hazretleri, (Yerden boynu zincirli birinin çıktığını, bir adamın bunu dövdüğünü, zincirli adamın yerde kaybolduğunu, böylece toprağa girip çıktığını gördüm) dedi. Resulullah efendimiz, bu zata, (O gördüğün kimse, Ebu Cehil'dir, kıyamete kadar kabrinde böyle azap çeker) buyurdu. (Taberani)
Özetini aldığımız hadis-i şerifin metninde Ebu Cehil'in İbni Ömer hazretlerinden su istediği de yazılıdır. Demek ki, Ebu Cehil'in sadece ruhuna değil, bedenine de azap yapılmaktadır. Cehennemde de, çürüyen vücut yerine yeni bir vücut yaratılacak, Cehennemdekilerin böylece hem ruh, hem de bedenleri azap görecektir. Azabı gören ve çürüyen beden değildir. Ruhun tasarrufu altında olan beden azap görecektir.
İmam-ı Süyuti hazretleri buyuruyor ki:
Her ölünün ruhu, cesedine, bilmediğimiz bir halde bağlıdır. Ruhların kendi cesetlerine tesir ve tasarruf etmelerine ve kabirde bulunmalarına izin verilmiştir. Ölü kabirde çürüse de, ruhun bedenle olan bağlılığı bozulmaz. (El-mütekaddim)
Günahları ikisi birlikte işlediği için, yalnız ruha azap yapılması, hikmete ve ilahi adalete uygun değildir. Beden kabirde çürüse de, Allahü teâlânın ilminde vardır. Allahü teâlâ, ölüleri diriltmeye gücü yettiği gibi, bedene de azap yapmaya gücü yeter. Allahü teâlâ her şeye kadirdir, Onun kudretinden şüphe eden kâfirdir. (M. Nasihat)
Yanıp ölene kabir azabı
Günümüzde aklını dinde ölçü kabul eden bazı kimseler, yanarak ölene kabir suali ve kabir azabı olamaz sanıyor.
Mumyalanıp hep dışarıda kalan yahut hiç defnedilmeyen ölüye ve yanıp kül olan kimselere de kabir suali olur. (Sirac-ül-vehhac ve Camiussagir şerhi)
Meşhur Emali şerhinde de, (Bir kimse kurtlar tarafından parçalanıp yense, yahut ateşte yansa, denizde çürüse, kabir suali olur, kabir azabına veya kabir nimetine kavuşur) buyuruldu.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Kabir azabı, ahiret azaplarındandır. Dünya azabına benzemediği gibi, rüyada görülen azaba da benzemez. Böyle sanmak, kabir azabını bilmemekten ileri gelir. Kabir azabına inanmayan bid'at sahibi olur. (Hakkında hadis-i şerif olsa da, olmasa da, kabir azabına inanmam, akıl ve tecrübe bunu kabul etmez) diyen kâfir olur. (Mektubat-ı Rabbani 3/17- 31)
Aklın almadığı şeyleri akılla çözmeye kalkışmak çok yanlıştır.
Akıl, göz gibi, din bilgileri de ışık gibidir. Göz, ışık olmadıkça, karanlıkta görmez. Göz, karanlıkta görmediği şeylere "Yok" diyemez. Akıl da, maneviyatı, fizik-ötesini anlayamaz. Aklımızdan faydalanmamız için Allahü teâlâ, din ışığını gönderdi. Göz, ışık olmadan karanlıkta cisimleri göremediği gibi, din bilgileri olmadan da akıl, manevi şeyleri anlayamaz. O halde akıl, din ışığı ile ancak manevi şeyleri anlayabilir.
Ölen kimse acı duyar
Amerika’daki vahşilerin, oklarının uçlarına sürdükleri, "Kürar" ismindeki zehir, sinirlerin uçlarını felce uğratır. Adale hareket edemez. Ağrı yapmadığından insan zehirlendiğini anlamaz. Elini, ayağını oynatamaz, yere yıkılır, taş gibi kalır. Görür ve işitir ise de, gözünü kırpamaz, dilini oynatıp bağıramaz. Kabir azabı da buna benzetilebilir. Ölü, acı duyar, fakat kıpırdayamaz.
İnsan, ruhu sayesinde ayakta durur. Aklı, düşüncesi, ruhu sayesinde vardır. İnsanın vücudu, bir marangozun aletleri gibidir. İnsan ölünce, aletleri olmadığından, ruh bu aletlerle bir iş yapamaz. Ancak yine de, ruh ölü olmadığı için gider gelir, insanları tanır. Hatta evliyanın ruhları insanlara yardım eder. Bu yardım etmesi dünyadaki bedenindeki aletlerle değildir. Allahü teâlâ, ruhlara aletsiz de iş yapma özelliğini vermiştir. Vefat eden Hızır aleyhisselamın ruhu çok kimseye çeşitli yardım yapmaktadır.
Bir kimseye, başkasının bütün organları takılsa, o insanın aklında, düşüncesinde değişiklik olmaz. Marangozun eski aletleri yerine, yeni aletleri gelmiş demektir. Alet değişmekle, marangozdaki bilgi, kabiliyet değişmez. Kesmeyen bir testere yerine, iyi kesen bir testere gelirse, daha kolay iş yapar.
İnsan ruhu sayesinde vardır
Görmeyen gözün yerine sağlam göz takılırsa görür. Kanı, kalbi, beyni de değişse, yine düşünceye tesir etmez. Sağlam organ takılmışsa, daha kolay iş görür. Çünkü insan, ruh demektir.
Bir insan yanmakla yok olmaz. Sadece aletleri elinden alınmış olur. Ahirette ona yeni aletler verilir. Mümin ise Cennete, kâfir ise Cehenneme gider. Ruh, kendisine verilen vücut sayesinde, ya nimete kavuşur veya azaba maruz kalır.
Ruhun mahiyetini bilmeyen veya Allah’ın kudretinden şüphe eden kimse, insan yanınca yok olduğunu, kabir suali ve kabir azabının olmadığını zanneder. Hâlbuki kabir azabının olduğunu dinimiz açıkça bildiriyor. Bu konudaki âyet-i kerime ve hadis-i şerifleri yukarıda bildirdik.
Yargısız infaz mı?
Sual: Bazıları, (Kıyametten önce azap yoktur. Ahirette günahlar sevaplar belli olmadan, suçlar meydana çıkmadan kabirde azap çektirmek, Yargısız infaz olur. Mahkemeye çıkmadan karakolda dayak atmaya benzer. Bu ise ilahi adalete aykırıdır) diyorlar. Kabir azabı hak değil midir?
CEVAP
Böyle konuşmak, dini hiç bilmemek demektir. Çünkü kimin ne suçu işlediğini, kimin Cennete kimin Cehenneme gideceğini Allahü teâlâ elbette bilir. Hatta insanlar doğmadan önce de biliyordu. Hafaza melekleri, insanların iyi kötü amellerini tespit ediyor. Kimin suçu ne ise bellidir. Kabirde yargısız infaz yapılmıyor. Günahlarına karşılık azaba maruz bırakılıyor. Kabirde sıkıntı çeken müminin günahları azalır, hesap yerine günahsız gidebilir.
Aklı ölçü alan Mutezile fırkası, kabir hayatını ve kabir azabını inkâr etti. Ehl-i sünnet âlimleri ise, kabir azabının hak olduğunu vesikalarla bildirdiler.
Her ölüye kabir suali olur
Sual: İbni Sebeci bir tanıdığım, (Kabir azabı olmaz. Bu, mahkemeye çıkmadan karakolda, dayak atmaya benzeyen yargısız infazdır. Hem de çürüyüp toprak olmuş ölüye kabir azabı olmaz) dedi. Başka bir tanıdık da, (Mumyalanan veya yanıp kül olan ölüye de kabir suali ve azabı olmaz) dedi. Kabir suali ve azabı hak değil midir?
CEVAP
Sapık fırkalardan Mutezile kabir azabına inanmaz. İbni Sebeciler de, Mutezile itikadında oldukları için kabir azabını inkâr ediyorlar. Ehl-i sünnet itikadında kabir suali ve kabir azabı haktır. Kabir azabı ruh ve bedene birlikte olur.
Bazı âlimlere göre, kâfire kabir suali olmadan azap yapılır. Bazı Müslümanlara da ikram olması için kabirde sual sorulmaz.
İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: Defnedilmeyen ölü de, kabir hayatını yaşar. Fakat hareket ve titreme olmaz. (3/36) Kabir azabı vardır, kabir bedeni sıkar. (3/17)
Yanıp kül olan, denizde çürüyen, kurt veya benzeri vahşi hayvanlarca yenmiş olan kimseye kabir suali olur, kabir azabına veya kabir nimetine kavuşur. (Emali şerhi)
İmam-ı a’zam hazretleri buyurdu ki: Kabirde ruh cesede iade edilir ve kabir azabı haktır. (Kavl-ül fasl)
İmam-ı Gazâlî hazretleri buyuruyor ki: Kabir azabı ruha ve cesede birlikte olacaktır. (İhya)
İmam-ı Muhammed Şeybânî hazretleri buyurdu ki: Kabir azabı, hem ruha, hem bedene olacaktır. (Akaid-i Şeybaniyye)
Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Ölen kişi mümin ise, kabri genişletilir, diriltilene kadar kabri hoş kokularla doldurulur. Kâfir ise, demirden bir tokmakla başına vurulur. Öyle bir çığlık atar ki, cin ve insan hariç, her canlı işitir.)[Buhârî, Müslim]
(Kabir azabı vardır, haktır.) [Buhârî]
(Kabir ya Cennet bahçesi veya Cehennem çukurudur.) [Tirmizî]
(Namaz kılmayanın kabri ateşle doldurulur.) [Kurret-ül Uyun]
(Şehit, kabir azabından emindir.) [İbni Mâce, Beyheki, imam-ı Ahmed]
(Kabir azabından Allah’a sığının!) [Müslim, İ.Ahmed, İ.E.Şeybe]
(Gizleyebilseydiniz, kabir azabını işitmeniz için Allah’a dua ederdim.) [Buhârî, Müslim]
.
Kabir sualleri
|
Sual: Kabirde ne sorulacak, cevapları nedir?
CEVAP
Kabir sualine cevap olmak üzere şunları öğrenmelidir:
Rabbin kim?
CEVAP
Allahü teâlâ.
Dinin nedir?
CEVAP
İslâm dini.
Hangi Peygamberin ümmetindensin?
CEVAP
Muhammed aleyhisselamın.
Kitabın nedir?
CEVAP
Kur'an-ı kerim.
Kıblen neresidir?
CEVAP
Kâbe-i muazzama.
İtikadda mezhebin nedir?
CEVAP
Ehl-i sünnet vel cemaat.
Amelde mezhebin nedir?
CEVAP
4 mezhepten hangisi ise, mesela Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli’den biri söylenir.
Ayrıca aşağıdaki esasları da bilmek lazımdır:
Kimin zürriyetindensin?
CEVAP
Âdem aleyhisselamın.
Kimin milletindensin?
CEVAP
İbrahim aleyhisselamın.
İman nedir? Amentü’nün esasları nelerdir?
CEVAP
İman, Muhammed aleyhisselamın Allahü teâlâ tarafından getirdiği emir ve yasaklara inanmak ve inandığını dil ile söylemek demektir.
İman, Amentü’de bildirilen altı esasa inanmak ve Allahü teâlâ tarafından bildirilen emir ve yasakların tamamını kabul etmek ve beğenmektir.
Amentü şöyledir:
Âmentü billahi ve melaiketihi ve kütübihi ve rüsülihi vel yevmil ahiri ve bilkaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teâlâ vel ba'sü ba'del mevti hakkun. Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resülühü.
[Yani, Allah’a, meleklerine, gönderdiği kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, öldükten sonra dirilmeye inanıyorum. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed aleyhisselamın da Allah’ın kulu ve son Peygamberi olduğuna şehadet ediyorum.]
İslam’ın şartları nelerdir?
CEVAP
Şunlardır:
1- Kelime-i şehadet getirmek
Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü demek. Manası şudur:
(Ben şehadet ederim ki, [Yani görmüş gibi bilirim ve bildiririm ki] Allah’tan başka ilah yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed aleyhisselam Onun kulu ve resulüdür.)
Resulullaha inanmak demek, Onun bildirdiklerinin tamamını kabul etmek, inanmak ve hepsini beğenmek demektir.
2- Namaz kılmak
3- Zekât vermek
4- Oruç tutmak
5- Hac etmek
Allahü teâlânın sıfatları nelerdir?
CEVAP
Allahü teâlânın Sıfat-ı zatiyye’si altıdır:
1- Vücûd
2- Kıdem
3- Bekâ
4- Vahdaniyyet
5- Muhalefetün-lilhavadis
6- Kıyâm bi-nefsihi
Allahü teâlânın Sıfat-ı sübûtiyye’si sekizdir:
1- Hayat
2- İlm
3- Sem’
4- Basar
5- İrade
6- Kudret
7- Kelam
8- Tekvîn
Not: Bu esaslar hakkında geniş bilgi, Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye’de var. Bu kıymetli kitap, www.hakikatkitabevi.com adresinden okunabilir ve temin edilebilir. Ayrıca, sitemizde Doğru İman Bilgileri maddesinde de bu konularda geniş bilgi var.
.
Kabir azabı kâbus gibi değildir
|
Sual: Ölüme rüya, kabir azabına kâbus demek doğru mudur?
CEVAP
Hayır, çok yanlıştır. Ölüm, mümin için nimet, kâfir için musibettir. Allahü teâlâ, Azrail aleyhisselama, (Dostlarımın canını kolay al, düşmanlarımınkini de güç al) buyurdu.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mümin öleceği vakit, rahmet meleklerini görür, can verme acısını duymaz. Ruhu tereyağından kıl çeker gibi, kolay çıkar, nimetlere kavuşur.) [Bezzar]
Mümin bu anda çok sevinir. Hazret-i Azrail, böyle mümine, (Korkma, Erhamürrahimine gidiyorsun, asıl vatanına kavuşuyorsun, büyük devlete erişiyorsun) der. Böyle kimseye bundan daha şerefli bir gün yoktur. Müminin ruhunun bedenden ayrılması, yani ölmesi, esirin hapisten kurtulması gibidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ölüm, mümine en kıymetli hediyedir.) [Taberani]
Ölmek, rüya değildir. Ölmek yok olmak da değildir. Varlığı bozmayan bir iştir. Ölüm, ruhun bedene olan bağlılığının sona ermesidir. Ruhun bedenden ayrılmasıdır. Ölüm, bir halden başka hale dönmesi, bir evden bir eve göçtür. Allahü teâlâya kavuşmayı isteyen mümin, ölümü kötü görmez. Çünkü ölüm, dostu dosta kavuşturan bir köprüdür. Cenneti seven ve ona hazırlanan ölümü sever. Çünkü ölüm olmayınca Cennete girilmez.
Dünya hayatı rüya gibidir. Ölüm uyandırıp rüya bitecek, hakiki hayat başlayacaktır. Hadis-i şerifte, (İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar)buyuruldu. (Sefer-i Ahiret)
Kabir azabı kâbus değil, hakiki azaptır. Bu hususlar hadis-i şeriflerle açıkça bildirilmiştir. Ölünce müminin ruhu nimetlere kavuşur, kâfirinki ise azaba maruz kalır. Hadis-i şerifte, (Kabir ya Cennet bahçesi veya Cehennem çukurudur) buyuruldu. (Tirmizi)
İnsanlar uykudadır
Sual: (İnsanlar uykudadır) hadisine, peygamber de dâhil mi?
CEVAP
Enbiya ve evliya ölmeden önce ölmüş, öldükten sonra verilecek nimetlere kavuşmuş, dünyada gafletten uyanmıştır.
.
Herkesi kabir sıkar
|
Sual: Kabir sıkması diye bir şey var mıdır?
CEVAP
Elbette vardır. Kabir azabı ve kabrin sıkmasına inanmayan bid’at sahibi olur. Hakkında hadis olsa da, olmasa da, kabir azabına inanmam diyen dinden çıkar.
İmam-ı a’zam hazretleri buyurdu ki:
Kabirde ruhun cesede iadesi ve kabrin sıkması ve azap edilmesi haktır. (Kavl-ül fasl)
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Kabrin bedeni sıkması vardır. (3/17)
İmam-ı Gazali hazretleri de buyuruyor ki:
Kabir azabı ruha ve cesede birlikte olacaktır. (İhya)
Kara ve denizde ölene de sual sorulur. (Nuhbet-ül-leâli s.116, Bidayes.91)
Ahirette peygamberler dâhil, herkese sual sorulacağı gibi, kabir sıkması da herkese olacaktır. Kâfirleri ve fâsıkları çok şiddetli sıkacaktır. Peygamber, sahabe ve salihleri ise adeta okşar gibi hafif sıkacaktır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Kabrin sıkmasından kurtulan biri olsaydı, Sa’d bin Muaz kurtulurdu.) [İ.Ahmed]
(Zekeriya oğlu Yahya'yı kabrin sıkması, yediği bir arpa sebebi ile olmuştur.) [İ. Rafii]
(Kabrin sıkması bir müminin affedilmemiş günahlarına kefarettir.)[İ. Rafii]
(Yemin ederim ki, 99 ejderha Kıyamete kadar, kâfire kabrinde azap eder.) [Ebu Ya’la]
(Namazı özürsüz kılmayana, Allahü teâlâ 15 sıkıntı verir. Bunlardan altısı dünyada, üçü ölüm anında, üçü kabirde, üçü kabirden kalkarken olur. Kabirde çekeceği acılar şunlardır:
1- Kabir onu sıkar. Kemikleri birbirine geçer.
2- Kabri ateşle doldurulur. Gece, gündüz onu yakar.
3- Allahü teâlâ, kabrine çok büyük yılan gönderir. Dünya yılanlarına benzemez. Her gün, her namaz vaktinde onu sokar. Bir an bırakmaz.) [Kurretül’uyun]
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
İyi bir kimse, talihli bir insan, kusurları, günahları, lütuf ve ihsan ile af olunan ve yüzüne vurulmayan kimsedir. Eğer günahı yüzüne vurulursa ve bunun için de, merhamet olunarak, yalnız dünya sıkıntıları çektirilip günahları, böylece temizlenen kimse de, çok talihlidir. Bununla da temizlenmeyip, geri kalan günahları için, kabir sıkması ve kabir azabı çekerek günahları biten, kıyamette, mahşer meydanına günahsız olarak götürülen de, ne kadar çok talihlidir. Eğer böyle yapmayıp, ahirette de cezalandırılırsa, yine adalettir. Fakat o gün, günahlı olan ve mahcup ve yüzleri kara olan, ne kadar güç durumdadır. Ama bunlardan, Müslüman olanlara yine acınacak, bunlar, sonunda yine merhamete kavuşacak, Cehennem azabında, sonsuz kalmaktan kurtulacaktır. Bu da, büyük bir nimettir. (1/266)
Ölü kabre konunca, bilinmeyen bir hayat ile dirilecek, rahat veya azap görecektir. Münker ve Nekir adındaki iki meleğin, bilinmeyen korkunç insan şeklinde mezara gelip sual soracaklarını hadis-i şerifler açıkça bildirmektedir. Doğru cevap verenlerin kabri genişleyecek, buraya Cennetten bir pencere açılacaktır. Sabah ve akşam, Cennetteki yerlerini görüp, melekler tarafından iyilikler yapılacak, müjdeler verilecektir. Doğru cevap veremezse, demir tokmaklarla öyle vurulacak ki, bağırmasını, insandan ve cinden başka her mahlûk işitecektir. Kabir o kadar daralır ki, kemiklerini birbirine geçirecek gibi sıkar. Cehennemden bir pencere açılır. Sabah ve akşam Cehennemdeki yerini görüp, mezarda, mahşere kadar, acı azaplar çeker. (Herkese Lazım Olan İman)
.
Kabir azabından kurtulmak için
|
Sual: Kabir azabından kurtulmak için ne yapmak gerekir?
CEVAP
Kabir veya Cehennem azabından kurtulmak için itikadı düzgün bir Müslüman olmak ve dinimizin emirlerine riayet etmek, yasakladıklarından kaçmak şarttır.
Kabir azabı en çok, üstüne idrar sıçratan ve Müslümanlar arasında söz taşıyana olur. Cuma günü veya gecesi ölenler, her gece Tebareke [ve secde] suresini okuyanlar ve ölüm hastalığında İhlâs suresi okuyanlara kabir suali olmaz. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Namaz kılmayanın kabri ateşle dolar. Gece-gündüz onu yakar. Bir tinnin, her namaz vaktinde onu sokar.) [Kurretül-uyun]
(Tebareke suresini okumak kabir azabından korur.) [İbni Mürdeveyh]
(Cuma günü veya gecesi ölen mümine kabir azabı olmaz.) [Tirmizi, Ebu Nuaym]
(Sadaka, kabir azabından korur.) [Beyheki]
(Kovuculuk, kabir azabına sebep olur.) [Beyheki]
(Kabir azabının çoğu, üzerine idrar sıçratmaktan olacaktır.)[İ.Mace, Nesai, Hakim, Dare Kutni]
(Cuma gecesi "Fâtiha" ve 15 kere "İzâ zülzilet" okuyarak iki rekât namaz kılan kabir azabından emin olur.) [Deylemi]
(Fisebilillah gözcü olarak vefat eden kabir azabı görmez.) [İ. Ahmed]
(Recebin ilk Cuma gecesini ihya eden [saygı gösteren], kabir azabından kurtulur.) [S. Ebediyye]
(Kabir, ahiret konaklarından ilkidir. Bundan kurtulan için ötesi kolaydır. Kurtulamayana ise ötesi çok zordur.) [Tirmizi]
(Bir müminin kabrini ziyaret ederken, Allahümme inni eselüke-bi-hurmet-i Muhammed aleyhisselam en la tüazzibe hazelmeyyit derse, o ölünün azabı kıyamete kadar kaldırılır.) [Etfal-ül müslimin]
Hazret-i Ali’den gelen bir rivayette, kabir azabından kurtulmak için, şunlar tavsiye edilmiştir:
1- Âyet-el-kürsiyi çok okumak.
2- Cuma günleri iki rekât namaz kılmak. [Kaza namazı borcu olan nafile namaz kılamaz. Birinci rekatte Fatiha ile Tebareke, 2. rekatte Fatiha ile İhlâs okunur.]
3- Her gün yüz İhlâs okumak. (Zühre-tür-Riyaz)
|
.
İmanla ölmek için
|
Sual: İmanla ölmek için neler gerekir?
CEVAP
İmanla ölmek için, doğru iman sahibi olmaya, salih ameller yapıp, salih arkadaşlar edinmeye çalışmak gerekir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kulun Kıyamet günü ilk hesaba çekileceği ameli namazdır. Eğer o düzgün çıkarsa, diğer amelleri de düzgün olur. Eğer o bozuk çıkarsa diğer amelleri de bozuk olur.) [Taberani]
(“Sübhanallah” demek mizanın sevap kefesinin yarısını doldurur. “Elhamdülillah” demek ise tamamını doldurur. Tekbir getirmek gökle yer arasını doldurur.) [Tirmizi]
(Mizanda en ağır gelen şu beş kelimedir: "Sübhânallahi velhamdülillâhi velâ ilâhe illallahü vallâhü ekber" ve kendinden evvel ölen salih evlat sebebi ile beklediği ecirdir.) [Nesai]
(Yemin ederim ki, yer ve gök arasındakiler getirilse, mizanın bir kefesine konulsa."Lâ ilâhe illallah" ise diğer kefeye konulsa, muhakkak onlara ağır basar.) [Taberani]
(80 yaşına gelen Müslüman, mizana getirilmez, sorguya çekilmez ve kendisine hadi Cennete gir denir) [Ebu Nuaym]
(Cebrail aleyhisselam, haber getirdi ki: "Dilediğin kadar yaşa elbette öleceksin. İstediğini sev nihayet ondan ayrılacaksın. İstediğini yap nihayet onun hesabını vereceksin.") [Taberani]
(Herkes bir an bile biri ile arkadaşlık etse, arkadaşlığının hesabını verecektir.) [İbni Cerir
.
Önce ölenin suçu
|
Sual: (Hazret-i Âdem zamanında ölen biri, şimdiye kadar kabir azabı çekti. Şimdi ölen ise, ona göre daha az azap çekecektir. Bu Allah’ın adaletine uygun mu?) deniyor. Önce ölmek suç mudur?
CEVAP
Önce ölmek niye suç olsun ki? Allahü teâlâ, hiç kimseye fazla ceza vermez. Hattâ günahların çoğunu da affeder. Hadis-i şerifte, (Kabir ya Cennet bahçesi veya Cehennem çukurudur) buyuruluyor. Hazret-i Âdem zamanında ölen biri sâlih ise, hep Cennet bahçesindedir, kabirde çok kalmasının onun için hiç mahzuru olmaz. Ölen kâfir ise, kabirde çeşitli azaplara maruz kalır. Kabir azabı, Cehennem azabı yanında çok hafiftir. Ölen günahkâr Müslüman ise, çektiği kabir azabı günahlarına kefaret olur. Kabirde çok kalır da, çektiği azap sebebiyle günahı kalmazsa, dirilirken günahsız olarak dirilir.
Azap kimine çok hafif, kimine çok ağır yapılabilir. Hazret-i Âdem zamanında ölen birine çok hafif azap yapılsa, mesela birine pire ısırır gibi azap olsa, diğerine iğne sokulur gibi olsa, dün ölene de bıçak saplar gibi, kılıçla doğrar gibi azap olsa, hangisi daha çok sıkıntı çeker? Hiç kimse günahından çok azap çekmez. Hiç kimseye zerre kadar haksızlık yapılmaz. Birine her gün bir sopa vurulsa, ötekine de her saat başı sopa vurulsa, aynı gün ölmelerine rağmen ikisi farklı azap çeker. Demek ki, kabirde çok kalmak, çok azap çekmeyi gerektirmediği gibi, az kalmak da, azap çekmeye mâni olmuyor. Herkes günahı kadar ceza çekiyor.
Kabir azabına inanmayan bazıları da, (Hesap görülmeden ceza verilmez. Verilmesi, mahkemeye çıkmadan karakolda dayak atmaya benzer) diyorlar. Bunlar hâşâ Allahü teâlânın, onların suçlarını bilmediklerini mi sanıyorlar? Hiç mizan kurulmasa da, yine cezaları bellidir. Kiramen kâtibin denilen melekler, amellerimizi, nasıl olduğunu bilmediğimiz şekilde, sanki kamera gibi bir alete kaydediyor. Bütün uzuvlarımız, işlediğimiz suçlara şahitlik yapacaktır. Hiç kimse suçunu inkâr edemeyecektir.
.
Ölüm alameti
|
Sual: Bir kimsenin öldüğü nasıl anlaşılır? Ölünce, ne yapmak gerekir?
CEVAP
Sertleşme, soğuma ve kokma, ölüm alametidir. Soluğun kesilmesi, ağzına tutulan aynanın buğulanmamasıyla; kalbin durduğu, nabızla anlaşılır. Ölüm anlaşılınca, gözlerini kapamak ve çenesini bağlamak sünnettir. Çenesi, geniş bezle başı üstüne bağlanır. Gözlerini kaparken, (Bismillahi ve alâ milleti Resulullah. Allahümme yessir aleyhi emrehü ve sehhel aleyhi mâ ba’dehü ve üs’ıd’hü bilikâike, Vec’al mâ harece’yhi hayran mimmâ harece anh) duasını okumak sünnettir.
Manası, (Allah’ın adıyla ve Resulullahın dini üzere, yâ Rabbi bunun işini kolaylaştır! Sonunu âsan eyle! Sana kavuşmakla kendisini bahtiyar kıl! Varacağı yeri, çıktığı yerden daha hayırlı eyle) demektir.
Soğumadan önce, el parmaklarını, dirseklerini, dizlerini açıp kapayıp, kollarını ve bacaklarını düz bırakmak sünnettir. Böylece, yıkaması ve kefene sarması kolay olur.
Soğumadan önce, elbisesi çıkarılıp, geniş, hafif bir çarşafla örtülür. Çarşafın bir ucu başının altına, diğer ucu ayakları altına sokulur. Karnı üzerine, çarşafın üstüne veya altına, bir bıçak, demir gibi bir ağırlık konup, şişmesi önlenir.
|
.
Kâfirlerin ölümü
|
Sual: Kâfirlerin ölümü nasıl olur?
CEVAP
Bir kâfir öleceği zaman, gözünden perde kaldırılır. Cennet gösterilir. Melek ona, (Ey kâfir! Yanlış yoldaydın. Hak olan İslam dinini beğenmezdin. İmansız olduğun için Cennete giremezsin. Cennete ancak Muhammed aleyhisselamın Allahü teâlâdan getirdiği bilgilere inanan gidecektir) der. Cennetteki nimetleri görür. Cennet hurileri de, (İman eden, Allahü teâlânın azabından kurtulur) derler. Biraz sonra şeytan, bir papaz şeklinde görünür. (Ey filân oğlu filân! O gelenler yalan söyledi. O gördüğün nimetler, hep senin olacaktır) der. Sonra Cehennem gösterilir. Ateşten dağları, katırlar gibi akrepleri, çıyanları vardır. Hadis-i şeriflerde bildirilen azapları görür. Cehennemdeki Zebani denilen azap melekleri, ateşten çomakla vururlar. Ağızlarından alevler çıkar. Boyları minare gibi, dişleri öküz boynuzu gibidir. Gök gürültüsü gibi seslenirler. Kâfir bunların sesinden titreyip yüzünü şeytana çevirir. Şeytan, korkusundan dayanamayıp kaçar. Melekler yakalayıp şeytanı yere vururlar. Bu kâfire gelip (Ey kâfir, dünyada Resulullah’a inanmadın. Şimdi de meleklere inanmadın, melun şeytana yine aldandın) derler.
Boynuna ateşten zincirler takıp, ayaklarını başından aşırıp, sağ elini sol böğrüne, sol elini sağına sokup, arkadan çıkarırlar. Bağırır, dünyadaki yaltakçılarını çağırır. Zebaniler, (Ey kâfir, ey Müslümanlarla alay eden ahmak! İmdat isteme zamanı geçti. Artık iman ve dua kabul olmaz. Küfrünün cezasını çekme zamanı geldi) derler. Dilini ensesinden çekerler. Gözlerini çıkarırlar. Türlü türlü çok acı azaplar yaparak, habis ruhunu alır, Cehenneme atarlar. Allahü teâlâ, Muhammed aleyhisselamın dininde ve yüce Peygamberin dinini doğru bir şekilde bizlere ulaştıran Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazılı itikada uygun can vermemizi nasip eylesin! Âmin. (Cennet Yolu İlmihali)
.
Müslüman kadının ölümü
|
Sual: Müslüman kadının ölümü nasıl olur?
CEVAP
Bir Müslüman kadın, lohusa veya hâmileyken veya bulaşıcı bir hastalıktan yahut iç hastalıklardan ölmüşse veyahut yabancı erkeklere açık saçık görünmemişse ve kendisinden kocası razı olmuşsa, o kadına, ölürken Cennet melekleri gelip karşısında, saf saf durarak ona izzet ve ikramla selam verip şöyle derler: (Allahü teâlânın sevgili, şehit kulu, gel çık, ne durursun bu viranede? Senden Allahü teâlâ razı oldu ve senin bu hastalığını bahane edip, günahını bağışladı, sana Cennet ihsan etti, gel emanetini teslim et!)
O kadın, bu ihsanı görüp, ruhunu vermek istediğinde, etrafına bakıp, (Arkadaşlarımı da rahmetle yargılasın, sonra ruhumu teslim edeyim) der. Melekler onun bu ricasını arz edince, Cenab-ı Hak, (İzzetim hakkı için, kulumun ricasını kabul ettim) buyurur. Melekler bu müjdeyi ona söylerler. Sonra, ölüm meleği, 120 rahmet meleğiyle gelir. Yüzlerinin nuru Arşa çıkmıştır. Ellerinde, Cennet yemişleri, kokuları misk gibi gelerek, izzet ve ikramla selam verip, (Allahü teâlâ, sana selam söyler ve Cennet verip, habibi Muhammed aleyhisselama komşu ve hazret-i Âişe’ye arkadaş eyler) derler. Bu imanlı kadın, bu sözleri işitince, gözlerinin perdesi açılır, ehl-i iman kadınları görür. Bunlardan, günahkâr olup, azap olunanları görünce, (Onların günahlarını da bağışla Rabbim!) diye dua eder. Cenab-ı izzetten, (Ey kulum! Arzularını yerine getirdim, ver emanetini, Habibimin hanımı ve kızı seni bekliyorlar) diye bir ses gelir.
Hemen bu hitabı işitince, canı titrer, ayakları atılır, terler döker ve can vermek üzereyken, iki melek gelir. Ellerinde ateşten bir çomak vardır, sağ yanında biri, sol yanında biri durur.
Şeytan da koşup gelir ve (Gerçi bundan bize fayda yok, ama ben yine görevimi yerine getireyim) diyerek, elinde bir cevherli çanak içinde buzlu su vardır, bu sûretle gelip, suyu gösterir. O melekler, o habisi görünce, ellerindeki çomaklarla vurarak, elindeki çanağı kırıp, kendisini kovarlar. O Müslüman kadın bunu görünce güler. Sonra, o huriler, ona cevherli kâseyle Kevser şarabı verirler, içer. Cennet şarabının lezzetinden canı sıçrayıp kadehe yapışır ve ölüm meleği canını o kadehten alır. Melekler, (İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci’ûn)derler. Canı alıp, gökleri seyrettirip, Cennete götürürler ve oradaki makamını gösterip, derhal yine, ölünün başucuna getirirler.
Ne zaman ki, elbiselerini çıkarıp, saçını çözdüklerinde, ruhu hemen cesedinin başucuna gelip, (Ey yıkayıcı! Yavaş ol! Çünkü Azrail pençesinden can yarası yemiştir. Tenim de gayet zahmet çekmiştir ve sarsılmıştır) der. Teneşire geldiğinde, (Suyu çok sıcak etme! Tenim pek zayıftır. Tez beni elinizden kurtarın ki, rahat olayım) der. Yıkayıp kefene sarılınca bir miktar durur, yine der ki:
(Bu dünyayı son görüşümdür. Hısım ve akrabalarımı göreyim, onlar da beni görsünler ve ibret alsınlar. Onlar da bir gün benim gibi öleceklerinden, ardımdan feryat etmesinler. Beni unutmayıp, Kur’an-ı kerim okuyarak sevabını göndersinler. Her gün yapamasalar da, cuma ve bayramlarda beni hatırlayıp hayır hasenat yapsınlar. Benim mirasım için, aralarında çekişmesinler ki, kabirde azap görmeyeyim.)
Sonra, musalla üzerine konulduğunda ise, (Rahat kalın, ey oğlum ve kızım, anam ve babam! Bunun gibi ayrılık günü yoktur. Görüşmemiz kıyamete kaldı. Elveda olsun sizlere, ey ardımdan gözyaşı dökenler!) der. Namazı kılınıp, omuza alındığında da (Beni yavaş yavaş götürün! Eğer kastınız sevab kazanmaksa, bana zahmet vermeyin! Sizden Allahü teâlâya hoşnutluk götüreyim!) der. Kabir kenarına konulduğunda ise şu nasihati yapar:
(Görün benim hâlimi de, ibret alın! Şimdi beni, karanlık yere koyup gidersiniz. Ben amelimle kalırım. Bu anları görüp vefasız, yalancı dünyanın hilesine aldanmayınız!)
Definden sonra salih bir kimse, sünnet olan telkini yapmasını bekler. Kabrine konunca can, ölünün başucuna gelir. Allahü teâlânın emriyle, ölü, kabirde uykudan uyanır gibi uyanır ve görür ki, bir karanlık yerdedir. Yakınlarına seslenip, ışık yakmalarını söyler, ama ses gelmez.
Kabir yarılıp, iki sual meleği [Münker ve Nekir] görünür. Bunların ağızlarından yalın ateşler ve burunlarından, siyah dumanlar çıkmaktadır. Bu hâlde, ona (Rabbin kim, dinin ne ve Peygamberin kim?) derler. Bunlara doğru cevap verirse, o melekler, onu Hak teâlânın rahmetiyle müjdeleyip giderler. Hemen o anda kabrin sağ tarafından bir pencere açılır ve bir ay yüzlü kişi çıkıp yanına gelir. Bu imanlı kadın ona bakıp sevinir. (Sen kimsin?) diye sorar. (Ben senin, dünyada, sabrından ve şükründen yaratıldım. Kıyamete kadar, sana yoldaş olurum) diye cevap verir. (Cennet Yolu İlmihali)
Müslüman olarak yaşayıp, Müslüman olarak ölmeye çalışmalıdır.
.
Ölümü hatırlamanın fazileti
|
Sual: Ölümü hatırlamanın fazileti nedir? Ölüm nedir, ölümden korkmalı mıdır?
CEVAP
Her müslüman, Cennet ve Cehenneme inanır. Cehennemden kurtulmak, Cennete girmek isteyen akıllı kimsenin ölüme hazır beklemesi gerekir. Çünkü Peygamber efendimiz, (Akıllı kimse, kendisini hesaba çekip ölüm için hazırlanan kimsedir) buyuruyor. Bir şey için hazırlanmak, onu sık sık hatırlamakla olur. Hatırlamak ise, hatırlatıcı şeylere bakmakla, onları yapmakla mümkündür. Genel olarak bütün insanlar ölümden gafildir. Bir âyet-i kerimede, (Hesap görme zamanı yaklaşmasına rağmen, insanlar gaflet içinde, bundan yüz çeviriyorlar) buyuruluyor. (Enbiya 1)
Dünyanın faydasız zevklerine aldanan, ölümden habersiz yaşar. Yanında ölümden bahsedilince, nefret eder. Peygamber efendimiz, (Kim ölümden nefret ederse, Allah da ondan nefret eder)buyuruyor. Allahü teâlâ da, (Kendisinden kaçtığınız ölüme mutlaka yakalanacaksınız) buyuruyor. (Cuma
Günahlardan kaçıp ibadetlerini yapan kimse, ölümü istemese, ölümden nefret etmiş sayılmaz. Çünkü, o kusurlarını telafi peşindedir. Bir kimseye sevgilisi hemen gel dese, o kimse de, yıkansa, tıraş olsa, yeni elbiseler giymekle, sevgilisine hediyeler almakla meşgul olsa, geciktiği için sevgilisine kavuşmaktan nefret etmiş sayılmaz. Yani ölümden hoşlanmamasında mazurdur. Çünkü ölüm için hazırlık yapmaktadır.
Ebu Süleyman Darani hazretleri, saliha bir hanıma, (Ölümü sever misin?) dedi. O da (Hayır sevmem) dedi. Sebebini sorunca, (Birine karşı bir kabahat işlesem, onun yüzüne bakmaya utanırım. Onu görmek istemem. Bu kadar günah içinde iken, günahlardan kurtulmadan, nasıl olur da Allahü teâlânın huzuruna çıkmayı sevebilirim?) dedi.
Arifler ise, ölümü devamlı hatırlar. Çünkü onlar ölüme her zaman hazırdır. Ayrıca onlar bilir ki, ölüm sevgili ile buluşma zamanıdır. Ölüm, dostu dosta kavuşturan bir köprüdür. Bu köprüden geçmeyen sevgiliye kavuşamaz. Arifler bunun için ölümü severler.
Hazret-i Mevlana da Azrail aleyhisselama, (Tez gel, haydi canımı çabuk al, beni Rabbime hemen kavuştur) demiştir. Öyle ya, seven sevgilisi ile buluşacağı günü hiç hatırından çıkarır mı, o günün bir an gelmesini şiddetli şekilde arzu etmez mi? Hatta ölümün gecikmesine canı sıkılır. Bir an önce ona kavuşmaya can atar.
Hazret-i Huzeyfe ölüm döşeğinde iken, (Dost ani bir baskınla geldi, pişmanlık fayda vermez. Ya Rabbi, yaşamak hakkımda hayırlı ise yaşamamı nasip eyle, ölüm, hakkımda hayırlı ise, ölüm yolunu bana kolaylaştır) diye dua etmiştir. Müslümanlar da böyle dua etmelidir.
Her zaman, iyi ve kötü hallerde de ölümü hatırlamanın fazileti çoktur. Çünkü dünyanın faydasız zevklerine sımsıkı sarılan kimse bile, ölümü ana ana dünyanın kirli işlerinden uzaklaşmaya başlar. Zamanla dünyanın külfeti, ona ağır gelir, zevklerinden hoşlanmaz. Böylece dünyanın faydasız işlerinden soğutan her şey, bir kurtuluş sebebidir.
Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Ölümü anmak, günahlardan korur.) [İbni Ebiddünya]
(Ölümü anmak sadaka vermek gibi sevaptır.) [Deylemi]
(Ölümü çok hatırlayanın kalbi ihya olur, ölümü de kolaylaşır.)[Deylemi]
(Ölümü çok anmak, insanı dünyadan çeker, günahlardan sıyırır.)[İbni Lâl]
(En akıllınız, ölümü çok hatırlayan, ahiret için azık toplamakta acele edendir. Ölümü çok hatırlayan dünya ve ahiret saadetine kavuşur.) [Taberani]
(Lezzetleri yok eden, ağız tadını bozan, ümitleri kıran ölümü çok anın! Ölümü darlıkta düşünen rahatlar. Bollukta düşünen, lüzumsuz işten, israftan kaçar kanaatkâr olur.) [İ. Hibban]
(Allah’tan utanan, ölümü düşünmeden yatmaz, haram lokma yemez, zinadan kaçar, dilini, gözünü ve kulağını haramlardan sakınır, öldükten sonra çürüyeceğini düşünür.) [Taberani]
(Ölümü anmak, günahlardan korur ve dünyadan [Allahü teâlânın rızasına mani olan her şeyden] alıkoyar.) [İbni Ebiddünya]
(Demir paslandığı gibi, kalbler de günahla paslanır. Kalblerin cilası ölümü çok hatırlamak ve Kur'an-ı kerim okumaktır.)[Beyheki]
“Ölümü çok anıp günahlardan kaçanın kabri, Cennet bahçesi olur. Ölümü unutup günahlara dalan kimse kabri de Cehennem çukuru olur." (Süfyan-ı Sevri)
Bir zatı çok övdüler. Orada bulunan Resulullah efendimiz, (O kimse ölümü hatırlar mı?) buyurdu. (Ölümden söz ettiğini duymadık) dediler. (Ölümü anmayan değerli olmaz) buyurdu. (İ.Ebiddünya)
.
Kendini hesaba çekmek
|
Sual: Peygamber efendimiz, (Ölmeden önce ölün, hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin) buyuruyor. Kendimizi hesaba nasıl çekeriz?
CEVAP
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kıyamet günü terazi kurarız. O gün, hiç kimseye zulmedilmez. Herkesin, yaptığı zerre kadar iyilik ve kötülüğü meydana çıkarıp, teraziye koyarız. Herkesin hesabını yapmaya yetişiriz.) [Enbiya 47]
Peygamber efendimiz de buyurdu ki:
(Akıllı kimse, günü dörde ayırır, birincisinde, yaptıklarını ve yapacaklarını hesap eder. İkincisinde, Allahü teâlâya münacat eder, yalvarır. Üçüncüsünde, bir işte çalışıp, helal para kazanır. Dördüncüsünde, istirahat eder ve mubahlarla kendini eğlendirir, haramlardan kaçar.) [İ. Gazali]
İslam âlimlerinin en büyüklerinden imam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Peygamberlerin gönderilmesi, İslamiyet’in emirleri yasakları, hep, nefsi kırmak, ezmek içindir. Onun taşkınca isteklerini önlemek içindir.
İslamiyet’e uyuldukça, nefsin istekleri azalır. Bunun içindir ki, İslamiyet’e uymak, nefsin isteklerini yok eder.
Nefsin zararını önlemek için, iki cihad yolu vardır:
1- Ona uymamak, onun arzularını yapmamaktır. Buna, riyazet çekmek denir. Riyazet vera ve takva ile olur. Takva, haramlardan sakınmak, Vera haramlarla birlikte, mubahları ihtiyaçtan fazla kullanmaktan da sakınmaktır.
2- Nefsin istemediği şeyleri yapmaktır. Buna, mücahede denir. Bütün ibadetler mücahededir.
Bu iki cihad, nefsi terbiye eder. İnsanı olgunlaştırır. Ruhu kuvvetlendirir. Salihlerin yoluna kavuşturur.
Allahü teâlâ, kullarının ibadetlerine muhtaç değildir, onların günah işlemesi Ona hiç zarar vermez. Nefsi terbiye için bunları emretmiştir.
İmam-ı Rabbani hazretleri yine buyuruyor ki:
Evliyanın çoğu her gece, yatacağı zaman, o gün yapmış olduğu işlerini, sözlerini, hareketlerini, hareketsizliklerini, düşüncelerini, her birinin niçin olduğunu anlarlar. Kusurlarını ve günahlarını temizlemek için, tevbe ve istigfar ederler. Allahü teâlâya boyun bükerler, yalvarırlar. İbadetlerini ve iyiliklerini de, Allahü teâlânın hatırlatması ile ve kuvvet vermesi ile olduğunu bilirler. Bunun için, Hak teâlâya hamd ve şükür ederler.
Muhyiddin-i Arabi hazretleri, kendini böyle muhasebe edenlerden biri idi. (Ben kendimi hesaba çekmekte, Meşayıh-ı kiramın hepsinden ileri gittim. Niyetlerimi, düşüncelerimi de hesaba kattım) buyururdu.
Her gece yatarken yüz defa (Sübhânallahi velhamdülillâhi ve lâ ilâhe illallahü vallâhü ekber) okuyan kimse, yüz defa tesbih, tahmid ve tekbir söylemiş olur. Böylece, muhasebe yapmış, kendini hesaba çekmiş sayılır. [ Tesbih sübhanallah, tahmid elhamdülillah, tekbir de Allahü ekber demektir.]
Tesbih söylemek, tevbenin anahtarıdır. İnsan bunu çok okumakla, kusurlarının, günahlarının affedilmesini istemiş olur.
Günah işleyen bir kimse, bu emirlerin ve yasakların sahibinin azametini ve kibriyasını düşünmüş olsaydı, Onun emirlerine karşı gelemezdi. Günahları yapması, Onun emirlerine ve yasaklarına kıymet vermediğini göstermektedir. Böyle şeyden, Allahü teâlâya sığınırız. Tenzih kelimesini, [yani yukarıda yazılı olan tesbihi] çok okumakla, bu kusur affolunur.
İstigfar etmek, günahların örtülmesini istemektir. Tenzih kelimesini okumak ise, günahların yok olmasını istemektir. O nerede, bu nerede?
Sübhanallah şaşılacak bir kelimedir. Söylemesi çok kısadır. Manaları ve faydaları ise pek çoktur.
Tahmid [Elhamdülillah] kelimesini çok okumakla, Allahü teâlâya şükredilmiş olur. Onun verdiği nimetlerin şükrü yapılmış olur.
Tekbir [Allahü ekber] kelimesi, Allahü teâlânın, kulların yaptığı şükürlerden çok yüksek olduğunu, Ona yakışan şükür yapılamayacağını göstermektedir. Çünkü, Ona yapılan istigfarlar, af dilemekler için de, çok istigfar etmek gerekir.
Hak teâlâya yakışan hamd, ancak Onun tarafından yapılabilir. Bunun içindir ki kendisi, Saffat suresinin sonunda, (Sübhane Rabbike...)buyurmuştur. Kendini hesaba çekmek isteyen, bu âyet-i kerimeyi çok okumalıdır! Böylece istigfar ve şükretmiş olur. İstigfar ve şükredemediğini de ve kusurlarını da bildirmiş olur. (Mektubat-ı Rabbani c.1, m.309)
Ölmeden önce ölmek
Sual: Ölmeden önce ölmek ne demektir?
CEVAP
(Dünyaya en az kim rağbet eder?) diye sual eden bir zata, Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Kabri ve kabirde çürüyüp toprak olacağını unutmayan, dünya ziynetini terk eden, ecri baki olan ahireti, fani dünyaya tercih eden, bugünün işini yarına bırakmayan, kendini ölmüş sayan, ölmeden önce ölen kimsedir.) [İbni Ebiddünya]
Demek ki, ölmeden önce ölmek, öldükten sonra başına gelecekleri düşünerek, dinin emri ve yasaklarına riayet etmektir.
Düşünceleri hesaba çekmek
Sual: Muhyiddin-i Arabî hazretleri, nefsini sorguya çekerken, niyetlerini, düşüncelerini de hesaba katıyormuş. İnsan düşüncelerinden dolayı sorumlu olmadığına göre, niye kendini hesaba çekiyor?
CEVAP
Hesaba çekmek, illa yanlış bir şey yaptığımız için değildir. Bunların doğruluğunu kontrol için de kendimizi hesaba çekmeliyiz. İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
Evliya zatların çoğu her gece, yatacağı zaman, o gün yapmış olduğu işlerini, sözlerini, hareketlerini, hareketsizliklerini, düşüncelerini, her birinin niçin olduğunu anlarlar. Kusurlarını ve günahlarını temizlemek için, tevbe ve istigfar ederler. Allahü teâlâya boyun büküp yalvarırlar. İbadet ve iyiliklerinin de, Allahü teâlânın hatırlatmasıyla ve kuvvet vermesiyle olduğunu bilirler. Bunun için, Hak teâlâya hamd ve şükrederler. Muhyiddin-i Arabî hazretleri de, kendini böyle hesaba çekerdi.
Yapabilen, kendini böyle sorguya çekmelidir. Kendini hesaba çekmek için, İmam-ı Rabbânî hazretlerinin bildirdiği aşağıdaki tesbihi çekmek daha kolaydır:
Her gece yatarken, (Sübhanallahi velhamdü lillahi ve la ilahe illallahü vallahü ekber) tesbihini yüz defa okuyan, tesbih, tahmid ve tekbir eylemiş olur. Böylece, muhasebe yapmış, kendini hesaba çekmiş sayılır. (1/309)
.
Herkes hesaba hazırlanmalıdır
|
Sual: Ahirette mükafat da cezada büyük olduğu için, imtihan da çok büyük olacak değil mi?
CEVAP
Cennet, müminler için ebedi mükafat yeri, Cehennem de, kâfirler için ebedi ceza yeridir. Cennet, hatıra, hayale gelmeyen nimetlerle doludur. Cehennem de, akıl almayacak azaplarla doludur. Mükafat ve azaplar bir hâl işidir. Yaşanmadıkça anlatılamaz. Mükafat ve ceza büyük olduğu için sorgu-sual işi de büyük olacaktır. Allahü teâlâ,(Salih kullarım için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, hatta hatıra gelmeyen, hayal edilemeyen nimetler hazırladım)buyuruyor. (Müslim)
Kur'an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki:
(Artık onlar için yaptıklarına mükafat olarak göz aydınlatıcı ne nimetler saklandığını [hazırlandığı] hiç kimse [Hatta melekler ve peygamberler bile] bilemez.) [Secde 17 Beydavi]
Cehennem azabının şiddeti de çeşitli âyet-i kerimelerle bildirilmiştir. Böyle büyük mükafat ve büyük ceza için elbette büyük imtihan olacak ve ince şeyler sorulacaktır.
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Zerre kadar hayır yapan sevabını, zerre kadar şer yapan da cezasını görecektir.) [Zilzal 7,8]
Ahirette hiç kimseye zulmedilmez. Haksızlık yapılmaz ama, mükafat verilirken de bol bol ihsan edilecektir. Âyet-i kerimede mealen buyuruluyor ki:
(Şüphesiz Allah, zerre kadar haksızlık etmez. Zerre kadar bir iyiliğin sevabını da kat kat artırır, kendinden de büyük mükafat verir.) [Nisa 40]
İlkokul imtihanı ile üniversite imtihanı aynı olmadığı gibi, her fakültenin imtihanı da farklıdır. Çöpçülük imtihanında da fizikten, cebirden sorulmaz. Kuyumculardaki küçük terazilerde küçük ağırlıklar tartılır. Ona niçin beş on kiloyu tartmadın diye sorulmaz. Kırk elli tonluk büyük basküllere, kantarlara da niye beş-on gramı tartmadın diye sorulmaz. Herkes gücüne göre imtihana tâbi tutulur. Herkese ne nimet verilmişse, onun hesabı sorulur. A’maya göz nimetinden sorulmaz. Dilsize dilden sorulmaz. Başbakanın mesuliyeti ile odacınınki farklıdır. Âlim ile cahilinki de farklıdır. Dağda, ormanda veya demirperde gerisinde yaşayıp da Müslümanlığı duymayanlar, hesaba çekilmeyecektir. Âyet-i kerimede mealen buyuruluyor ki:
(Kendilerine peygamber gönderilenlere ve gönderilen peygamberlere de elbette hesap soracağız.) [Araf 6] [İnsanlara Peygamberlere tâbi olup olmadıkları, Peygamberlere de tebliğ vazifesini ne derece yaptıkları sorulacaktır. (Beydavi)]
Bir millete Peygamber gönderilmemişse, yahut bir millet Peygamberi duymamışsa cezalandırılmayacaktır.
Peygamber gönderilenlere, Müslümanlığı duyanlara mutlaka hesap sorulacaktır. Kur'an-ı kerimde mealen, (Rabbin hakkı için, onların hepsine yaptıklarının hesabını elbette soracağız) buyuruluyor. (Hicr 92-3)
Her insanda bulunan kiramen katibin melekleri, insanların yaptığı bütün işlerin resmini çekmekte, her anını filme almaktadır. İnsanların yapacağı işleri Allahü teâlâ ezelde bildiği için levh-i mahfuza da kaydetmiştir. En ufak bir yanlışlık ve haksızlık olmayacaktır. Âyet-i kerimede mealen, (Hiç kimseyi gücünün yettiğinden fazlası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır. Hiç kimse haksızlığa uğratılmaz) buyuruluyor. (Müminun 62)
Milyarlarca insanın hesabı çok kısa bir zamanda yapılacaktır. Kur'an-ı kerimde "Vallahü seriulhisab" ifadeleri geçmektedir. (Allah, hesabı çok çabuk görür) demektir.
Herkes hesaba hazırlanmalıdır!
Neyi bekliyorsunuz?
Sual: Ölen bir Müslüman, dünyaya gelse ne yapar?
CEVAP
Mübarek bir zat, bir Müslümana ait kabrin önünde durup, talebelerine sorar:
—Bu kabirdeki kişi, tekrar dünyaya gelse sizce ne ile uğraşır, ne yapar?
Talebenin biri der ki:
—Elbette sürekli namaz kılar.
Diğer bir talebe de der ki:
—Devamlı oruç tutar.
Bir diğeri de der ki:
—Cihat eder, emri maruf yapar.
Velhasıl talebeler faydalı bütün işleri sayarlar. O zat buyurur ki:
—Bu mezarda yatan kişinin dünyaya tekrar gelip gelemeyeceği şüphelidir. Ama sizin oraya gideceğiniz kesindir; yani siz de onun gibi öleceksiniz. O halde neden şimdi bu söylediklerinizi yapmıyorsunuz? Neyi bekliyorsunuz? Onun kaybettiği fırsatı, siz bir ganimet bilmelisiniz yarına bırakmadan bu faydalı işlerle uğraşmalısınız.
.
Kalbi karartan işler
|
Sual: Kalb ve yürek aynı şeyler midir? Kalbi temizlemek için ne yapmak lazımdır?
CEVAP
Kalb, göğsümüzün sol tarafındaki et parçası değildir. Buna, yürek denir. Yürek, hayvanlarda da bulunur. Kalb, yürekte bulunan bir kuvvettir. Görülmez. Ampulde bulunan elektrik cereyanı gibidir. Buna, kalb veya gönül diyoruz. Gönül, insanlarda bulunur. Hayvanlarda bulunmaz.
Bedendeki bütün organlar, kalbin emrindedir. His uzuvlarımızın duydukları bütün bilgiler kalbde toplanır. İnsanın, inanmak, sevmek, korkmak, kalbindedir. İman eden ve kâfir olan kalbdir. Güzel, iyi ahlakın ve kötü huyların yeri kalbdir.
Kalbi temizlemek için riyazet ve mücahede gerekir.
Riyazet, nefsin arzularını yapmamaktır. Nefsimiz, dinimizin yasakladığı haramları, mekruhları arzu eder. Bunlardan kaçmak gerekir.
Mücahede, nefsin istemediği şeyleri yapmak demektir. Nefsimiz, iyilik ve ibadet yapmak istemez. İyilik ve ibadet ederek kalbi temizlemelidir!
Allahü teâlâ, dinleri, Peygamberleri, kalbi temizlemek için gönderdi. Kalbi temiz olan, dinimizin emirlerine uyar, yasak ettiklerinden kaçar.
Günah işleyenlerin kalbi temiz olmaz. Günah kalbi karartır. Namaz kılmamak en büyük günahlardan biridir. Namaz kılmayanın, içki içenin kalbi çok kararmış demektir.
Müminlerin kalbi temizdir. Fâsıkların kalbi kirlidir, karadır. Kâfirlerin kalbi ise kapkaradır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Müminin temiz kalbinde parlayan bir ışık vardır. Kâfirin kalbi simsiyahtır.) [Taberani]
(Günah işleyenin kalbinde siyah bir nokta hasıl olur. Eğer tevbe ederse, o leke silinir. Tevbe etmeyip tekrar günah işlerse, o leke büyür ve kalbini kaplar, kalb kapkara olur.) [Harâiti]
(Günaha devam edenin zamanla kalbi mühürlenir, o artık sevap işleyemez olur.) [Bezzar]
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlânın emirlerini yapmamak kalbin bozuk olmasındandır. Kalbin bozuk olması, dine tam inanmamaktır. İmanın alameti, dinin emirlerini seve seve yapmaktır.
Kalb, sevgi yeridir. Sevgi bulunmayan kalb ölmüş demektir. Kalbde, ya dünya sevgisi veya Allah sevgisi bulunur. Allahü teâlâyı anarak, ibadet yaparak, kalbden dünya sevgisi çıkarılınca, kalb temiz olur. Bu temiz kalbe, Allah sevgisi, kendiliğinden dolar.
Günah işleyince, kalb kararır, hastalanır, dünya sevgisi yerleşir ve Allah sevgisi gider. Kalbin bu hâli, bir şişeye benzer. Su doldurunca, havası çıkar. Suyu boşaltınca, hava kendiliğinden dolar. Bir bardaktaki hava çıkmadıkça içine su girmez. İçine su koyunca da, bu suyu çıkarmadan başka şey koyulmaz. Kalb de bardak gibidir. Kalbi Allah sevgisiyle doldurmak için, başka her şeyi, her sevgiyi kalbden temizlemek gerekir.
Her hastalık zıddı ile tedavi edilir. Günah sebebi ile kararan kalb, iyilik nuru ile temizlenir. Geçim ihtiyacından dolayı gelen her sıkıntı, müslümanın kalbini dünyadan soğutur ve nefret ettirir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Öyle günahlar vardır ki, onları ancak geçim hususunda çekilen sıkıntılar yok eder.) [Hatib]
O halde, helal kazanmak için geçim için sıkıntılara katlanmak nimet olur.
Kararan kalbi temizlemek
Kalbi temiz olan hep iyi işler yapar, kalbi bozuk olan da, kötü işler yapar. Hadis-i şerifte, (Kalb bozuk olunca, bedenin işleri de hep bozuk olur) buyuruldu. O halde kalbi karartmaktan sakınmalıdır.
Zünnun-i Mısri hazretleri buyurdu ki:
Kalbin kararmasının dört alameti vardır:
1- İbadetin tadını duymaz.
2- Allah korkusu hatırına gelmez.
3- Gördüklerinden ibret almaz.
4- Okuduklarını, öğrendiklerini anlayıp kavrayamaz.Namaz kılmayan ve günah işleyen kimsenin kalbi kararır, hasta olur.
Muhammed bin Fadl Belhi hazretleri de buyurdu ki:
Kalbin kararmasına 4 şey sebep olur:
1- Öğrendiği ile amel etmemek.
2- Bilmeyerek yapmak.
3- Bilmediklerini öğrenmemek.
4- Başkasının öğrenmesine mani olmak.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Çok gülmek kalbi öldürür.) [Tirmizi]
(Üç şey kalbe kasvet verir: Yemeği, uykuyu ve rahatı sevmek.)[Deylemi]
(Çok yiyip içmekle kalbinizi öldürmeyin!) [İ.Gazali]
(Haram karıştırmadan, kırk gün helal yiyenin kalbi nurla dolar. Kalbine nehir gibi hikmet akar. Dünya sevgisi kalbinden çıkar.)[Ebu Nuaym]
Muhammed Parisa hazretleri buyuruyor ki:
İnsanı Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşturan yol kalbdir. İnsanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeylerin en zararlısı dünya sevgisinin kalbi karartmasıdır. Kalbi kararan dünyayı [faydasız şeyleri] sever. Dünya sevgisi, kötü arkadaşlardan ve lüzumsuz ve zararlı şeyler seyretmekten hasıl olur. Faydasız kitap, [roman, hikaye, gazete, dergi] okumak, lüzumsuz şeyler konuşmak, bu sevgiyi arttırır. Kadınlara bakmak, kadın resimleri [resimli dergi, filmler, tv] seyretmek, şarkı, çalgı dinlemek, bu sevgiyi kalbde yerleştirir. Bunların hepsi, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştırır.
Kalb, sevgi yeridir. Sevgi bulunmayan kalb ölmüş demektir. Kalbde, ya dünya sevgisi veya Allah sevgisi bulunur. İslamiyet’in emirlerine uyup, yasaklarından kaçarak, kalbden dünya sevgisi çıkarılınca, kalb temiz olur. Bu temiz kalbe, Allah sevgisi, kendiliğinden dolar.
Malı, makamı ve Allah’tan gayrısını sevmek ve günah işlemek, kalbi temizlemeye engeldir. Kalbin temizlenmesi, İslamiyet’e uymakla olur. Namaz kılmak, kalbi temizler. Kur’an-ı kerim okumak ve ölümü çok hatırlamak günah işleyince, hemen tevbe ve istigfar etmek ve oruç tutmak kalbi temizler. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Paslanan her şeyin bir cilası vardır. Kalbin cilası "Estagfirullah" demektir.) [Deylemi]
(Her ay 3 gün oruç tutanın kalbinin pası temizlenir.) [Nesai]
(Kalb, ekin; yemek ise yağmur gibidir. Fazla su ekini kuruttuğu gibi, fazla yemek de kalbi öldürür. Kalbini az gülüp, az yemekle ihya et, açlıkla temizle ki yumuşayıp parlasın!) [İ.Gazali]
(Rutubette demirin paslandığı gibi, günah kiri kalbi paslandırır. Kalbin cilası ölümü çok hatırlamak ve Kur'an-ı kerim okumaktır.)[Beyheki]
O halde kalbi temizlemek için günahlardan kaçarak dinimizin emirlerine uymamız gerekiyor.
.
Hediyelerin hazırsa!..
|
Bir kimse, Peygamber efendimize gelerek dedi ki:
-İzin ver yâ Resulallah, ölümümü temenni edeyim.
Peygamber efendimiz buyurdu ki:
-Ölüm öyle bir şeydir ki onun için hazırlıklı ol! Yol uzun, azık ister. Ölümü temenni edenin on hediye hazırlaması lazım.
O kimse sordu:
- Hediyeler kime yâ Resulallah?
Peygamber efendimiz buyurdu:
1- Azrail'in hediyesi
2- Kabrin hediyesi
3- Münker ve Nekir'in hediyesi
4- Mizanın hediyesi
5- Sırat köprüsünün hediyesi
6- Malik'in hediyesi
7- Rıdvan'ın hediyesi
8- Ruhun hediyesi
9- Peygamberinin hediyesi
10- Rabbinin hediyesi.
- Bu hediyeler nelerdir, ya Resulallah?
Azrâil'in hediyeleri dörttür:
1- İyi huylu olmak
2- Geçirdiğin ibadetleri kaza etmek
3- Ölüme hazırlanmak, sefere çıkacak yolcu gibi
4- Kalbinde Allah aşkını taşımak.
Kabrin hediyeleri de dörttür:
1- Söz taşımayı terk
2- Elbiseye idrar sıçratmamak
3- Kur'an-ı kerimi okumak
4- Salevât-ı şerifeyi çok okumak.
Münker ve Nekir'in hediyeleri:
1- Doğru konuşmak
2- Gıybeti terk etmek
3- Hakkı kabul etmek
4- Tevazu sahibi olmak.
Mizanın hediyesi:
1- Amelini ihlâs ile yapmak
2- Başkasına eza yapmaktan sakınmak
3- Güzel ahlak sahibi olmak
4- Allah’ı çok zikretmek.
Sırat Köprüsü'nün hediyesi:
1- Gadabını yutmak, kızmamak
2- Takva sahibi olmak
3- Cemaate devam etmek
4- İbadetlere ara vermeden devam etmek.
Malik'in hediyeleri:
1- Allah korkusundan ağlamak
2- Gizli sadaka vermek
3- İsyanı terk etmek
4- Anne ve babaya iyilik etmek.
Cennet meleği Rıdvan'ın hediyesi:
1- Kötülüklerden kaçınmak
2- Nimetlere şükretmek
3- Malını Allah yolunda infak etmek
4- Emaneti muhafaza etmek.
Ruhun hediyesi:
1- Az yemek
2- Az konuşmak
3- Az uyumak
4- İstigfara devam etmek.
Peygamberin hediyesi:
1- Ehl-i beyti sevmek
2- Sünnete uymak
3- Peygamberin sevdiklerini sevmek
4- Sahabe-i kiramı sevmek.
Allahü zülcelalin hediyeleri:
1- Allah'ın emirlerini yapmak
2- Nehyettiği, yasak ettiği şeylerden kaçınmak
3- İnsanlara nasihat etmek
4- Bütün mahlukata karşı merhametli olmak.
Bunlara hazırsan ölümü temenni edebilirsin.
.
Dünya ahiret saadetinin başı nedir
|
Sual: Dünya saadetinin başı nedir, nasıl elde edilir?
CEVAP
Dinimizin emir ve yasaklarına riayet eden, yani iyi bir müslüman olan herkes, dünya ve ahirette mutlu olur. Dünya ve ahiret saadetinin başı, en iyisi, Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmaktır. Bu da dinimize uyarak, yani farzları, sünnetleri yaparak ve haramlardan, mekruhlardan sakınarak kazanılır. Fakat bunları ihlas ile yapmak gerekir.
İhlas, kalbin temiz olması demektir. Kalbin temiz olması da, dünyaya düşkün olmaması, onu sevmemesi, yalnız Allahü teâlâyı sevmesidir. Kalbin Allahü teâlâyı sevmesi için, bir şey yapmak, çalışmak gerekmez. Kalb, dünya sevgisinden kurtulursa, Allah sevgisi kalbe kendiliğinden yerleşir. Kalbin dünya sevgisinden kurtulması için, dünyayı unutması gerekir. Dünyayı unutmaya Fenafillah denir. Fenafillaha kavuşmak, Allahü teâlâyı çok anmakla veya evliyadan büyük bir âlimin [mesela imam-ı Rabbani hazretlerinin] kitaplarından faydalanmakla da olur.
Allahü teâlâyı anmak üç türlü olur: Kalb ile çok Allah demek, çok çokLa ilahe illallah demek ve dine uyarak, sanat, ticaret ve her mubah işleri yapmaktır. Yahut âlim ve veli olan bir zatın hayatını okuyarak, onu çok sevip, çok hatırlamak, ona yalvarmak da fenaya (Allah rızasına kavuşmaya) yardım eder. Kabrini ziyaret edince, faydası daha çok olur. Kalb fani olunca, aklın, fikrin ve hafızanın da dünya işlerini unutması gerekmez. Kalb fani iken de, bütün organlara, akla, fikre, hafızaya, her çeşit dünya işlerini yaptırır, başka insanlar gibi dünya işlerine de çalışır. Bütün insanlık vazifelerini, her iyiliği yapar. Yaptığı bütün dünya işleri dine uygun olduğu için hepsi de zikir yani Allahü teâlâyı anmak, hatırlamak olur.
Her Müslümanın arzusu, Allahü teâlânın rızasını kazanmak olmalıdır. Yunus Emre, (Gel Allah’ın rızasını kazanalım yerine, gel dosta gidelim dosta) diyerek bu durumu şöyle anlatıyor:
Dosta gidelim
Uzakta kalmayalım, dosta gidelim dosta,
Hasretle ölmeyelim, dosta gidelim dosta.
Yol alalım durmadan, tan yeri ağarmadan,
Araya el girmeden dosta gidelim dosta.
Hakka kılalım zârı, terk edelim diyârı,
Ele geçirip yârı, dosta gidelim dosta.
Dünyaya dalmayalım, fanidir kanmayalım
Asla ayrılmayalım, dosta gidelim dosta.
Aşk şarabı içelim, kendimizden geçelim,
Dost iline göçelim, dosta gidelim dosta.
Kılavuzluk yap bana, yönümüz dosttan yana
Aldırma ona buna, dosta gidelim dosta.
Zulüm olmaz pâyidâr, sen ol bana sadık yâr,
Ne derse desin ağyar, dosta gidelim dosta
Erenleri bulalım, dost yolunu soralım,
Yunusu da alalım, dosta gidelim dosta.
.
Amel defteri ve Karne
|
Sual: Oğlum karneyi getirince, 2 zayıf dersi için azarladım. (Baba, bizim ailece karnemiz zayıf sen sadece bana ne kızıyorsun) dedi. Ne demek istediğini sorunca, gazetenizde çıkan bir yazıyı anlattı. Bu yazıyı okumamışım. Nasıl bir yazıydı o?
CEVAP
O yazıda Başmakçı Müftüsü sayın Vehbi Akşit, özetle diyor ki:
İnsanların dünyada benimsedikleri inançlar ile yaptıkları amellerin kayıtlı bulunduğu ve ahirette kendilerine verilecek olan kitaba [sahibinin durumunu açıklayan belgeye] amel defteri denir. Kiramen kâtibin denilen meleklerin yazıp kaydettiği bu kitap insanın, hak-batıl, yalan-doğru, hayır-şer, iyi-kötü bütün inanç, düşünce, söz ve davranışlarını kapsar.
Öğrencilerin her dersten aldıkları notları gösteren belgeye karne denir. Her yıl öğrencilere birinci ve ikinci dönemin sonunda, aldıkları not durumlarını gösteren karne verilmektedir. Öğrenci velileri, anne ve babalar bu karnelere bakarak çocuklarının durumunu anlar.
Amel defterleri Cennetliklere sağdan, Cehennemliklere soldan veya arkadan verilecektir. Amel defteri olarak düşünebileceğimiz karneler, öğrencilere yılda iki defa verilmektedir. Karneyi alanlar, ders notlarını gördükleri zaman bunun iyiye veya kötüye işaret olup olmadığını gayet iyi anlamaktadır.
Kur’an-ı kerimde, insanın dünya hayatındaki didinmeleri sona erip Rabbine kavuştuğunda şayet kitabı sağ eline verilenlerden ise hesabının kolay olacağı ve mutlu bir hayatı hak edeceği, kitabı arkadan verilenlerden ise alevli ateşe atılacağı bildirilmiştir. (İnşikak 6-12)
Karne verilirken kimi öğrencilerin yüzleri gülmekte, başarılarını süsleyen teşekkür veya takdir belgesi ile sevincini yaşarken, zayıfı olan öğrenciler ise üzüntülü ve mahcup bir haldedir.
Amel defterini sağdan alan “yüzleri parlak zümre” sevinip umduğuna kavuşacak, soldan alan “bedbaht zümre” ise başına gelecek felaketi anlayarak yok olmayı isteyecektir. (Hakka 18-27)
Evet, ahirette bizlere verilecek olan amel defterine benzer bir belgeyi çocuklarımız bizlere yılda iki defa getirmektedir. O karneye bakarken acaba basit bir belge olarak mı bakıyoruz. Yoksa ahirette bizlere de verilecek olan amel defteri ile bir bağlantı kurabiliyor muyuz?
Bugün derslerinde zayıf alan oğlumuzu, kızımızı, derslerine çalışmadığı, oyuna dalıp derslerini ihmal edip, ödevlerini yapmadığı için azarlarken; karneye bakıp da kızarken acaba aklımıza şunlar gelmiyor mu?
“Bir gün bu karne gibi bana da bir karne, amel kitabı, defteri verilecek. Yapmış olduğum her şeyin yazılı olduğu, kayıtlı olduğu bir amel defteri... Büyük-küçük ne varsa, ne yaptım ise her şeyin, zerre miktarına kadar iyilik veya kötülüğün yazılı olduğu bir amel defteri... Ben çocuğumu zayıf aldı diye azarlarken, derslerine çalışmadı diye kızarken, Allahü teâlâ da “Kulum, sana, mal, mülk, evlat, servet gibi bir çok nimet verdim. Niçin bana kulluk etmedin? Beş vakit namaz kılmayı emrettim. Sen ise günde beş defa okunan ezanlara kulak vermedin, derse ne cevap veririz?
Çocuğumuzun karnesine bakarken, ahireti, hesabı, mizanı, sırat köprüsünü, mahşeri düşünelim. Daha önce, alelade bir belge olarak baktığınız, iyi olduğu zaman, teşekkür aldığı, takdir aldığı zaman sevindiğiniz, öğündüğünüz o karne size çok şeyler anlatacaktır. Çocuğunuz kötü bir karne getirdiği zaman bile, Allahü teâlânın eşsiz merhametini düşünerek, acıyarak çocuğunuza güzel tavsiyelerde bulunacaksınız. Halbuki bu tavsiyelerin öncelikle kendinize lazım olduğunu asla unutmayacaksınız. Böylece daha amel defteri açılmadan, kendinize gerekli olan dersi alacak, hayatınıza bir çeki düzen vereceksiniz.
Karneye bakarken, amel defterinizdeki şeyleri görecek ve gayri ihtiyari olarak “Ben yapmadım” diyeceksiniz. Kıyamet günü kulakların, gözlerin ve derilerin şahitlik edeceğini, ağızların mühürlenip ellerin ve ayakların insanın işlediği fiillere şahitlik yapacağını bildirmesi amel defteriyle ilgili olarak Allahü teâlânın kıyamet sahnelerinden bizi haberdar ettiğini göstermektedir. (Fussilet 20, Yasin 65)
Bir nebze de olsa, dünyadan misal getirerek, ahireti hatırlayabildiysek ne mutlu... Artık karnelere bir başka gözle bakarız inşallah...
.
Ölmek felaket değildir
|
Sual: Efendim, gencim ama ben ölümden çok korkuyorum. Bana ne tavsiye edersiniz?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Ölmek felaket değildir. Öldükten sonra başına gelecekleri bilmemek, tedbirini almamak felakettir.
Senin yaşta iken günahı azken ölmek elbette büyük nimet olur. Bizim her gün günahımız artıyor. Ölümü günde yirmi kere düşünen şehit olarak ölür. Hep ölümden bahsetmek sünnettir. Ölümden kaçış olmaz. Ölüm, sevgiliyi sevgiliye kavuşturan köprüdür.
Ölüm müslümana hediyedir. Ölüm, ölmemek üzere doğuştur. Ölüm olmasaydı bu hayat hiç çekilir miydi? Ölüm, müslümanın teselli kaynağıdır, hasretidir. Hatta bir evliya zat buyurur ki, (Ben Azrail aleyhisselamı Cebrail aleyhisselamdan daha çok seviyorum). Derler ki efendim hikmeti ne? (Çünkü o beni Rabbime kavuşturuyor) cevabını verir.
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâya kavuşturduğu için, ölüm sevilir. Sevdiğim kimsenin kalmasını da, ölmesini de severim. Dost dosta kavuşmak istemez mi? Azrail aleyhisselam, İbrahim aleyhisselamdan ruhunu almak için izin istediğinde, (Nasıl olur, Dost, dostun canını alır mı hiç?) dedi. Allahü teâlâ, Azrail aleyhisselam ile haber gönderip, (Dost dosta kavuşmaktan kaçınır mı?) buyurunca, (Ya Rabbi, Ruhumu hemen al!) diye dua eyledi.
Ölüm korkusu
Sual: Ölüm acısından çok korkanın, ne yapması gerekir?
CEVAP
Müslüman, Allah’ın dostudur. Dostlara ölüm acısı olmaz. Acı olmayınca korkmak lüzumsuz olur. Allahü teâlâ, Azrail aleyhisselama buyurdu ki:
(Dostlarımın canını kolay al, düşmanlarımın canını güç al!)[Cennet Yolu İlmihali]
Yasin-i şerif okumak, çok faydalıdır. Faydalarından biri de, eceli gelen hasta ölüm acısı duymaz. Ayrıca her zaman abdestli bulunmaya çalışmalı. Abdestliyken ölenlere şehit sevabı verilir. Peygamber efendimiz, (Abdestli olarak ölen, ölüm acısı çekmez; çünkü abdest, imanlı olmanın alametidir. Namazın anahtarı, bedenin günahlardan temizleyicisidir) buyuruyor. Şehitler ölürken, kabirde verilecek olan Cennet nimetlerini görerek çok sevinir, çok neşelenir. Ölürken hiç acı duymaz ve Cennet nimetlerine kavuşurlar. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Müslümanın kabri, Cennet bahçesidir.) [Tirmizi]
Ölümü istemek
Sual: Ölümü istemek caiz midir?
CEVAP
Dünya sıkıntılarından kurtulmak için, ölümü istemek mekruhtur. Fitnelerden uzak kalıp, günaha düşmemek için istemek caiz olur. (Hindiyye)
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Şu altı şey ortaya çıkınca ölüm istenebilir:
1- Sefihler iş başına geçince,
2- Hükümler parayla satılınca, [Rüşvetle yanlış kararlar verilince]
3- Kan istihfaf edilince, [Cinayetler önemsiz sayılınca]
4- Güvenlik kuvvetleri çoğalınca,
5- Akraba ziyareti terk edilince,
6- Kur’an-ı kerim eğlence ve musiki gibi dinlenince ki, fıkıhtan haberi olmayan kimse, nağme yaptığı, teganniyle okuduğu için imamlığa geçirilir. İşte bu durumlar meydana çıkınca ölüm istenebilir.) [Taberanî]
Ölümün faydası
Sual: S. Ebediyye’de, (Kâfirlere de ölüm faydalıdır) deniyor. Kâfire ölümün ne faydası olur ki?
CEVAP
Kâfir, yaşadığı müddetçe küfrüne devam eder, her aldığı nefes de azabını arttırır. Ölüm, kâfirin küfrünün devam etmesine ve azabının artmasına mani olur. 90 yıl yaşamış bir kâfirle 40 yıl yaşamış kâfirin küfrü ve azabı eşit olmaz.
Aynı şeyler için ya Cennete ya Cehenneme gideceksin
[Büyüklerin sözleri]
* Dünya, zıll-i zâildir, yani yok olan bir gölge, bir görüntüdür. Aynadaki görüntü gibi. Bu görüntü ahiretin görüntüsüdür. Ahirette ne var, Cennet, Cehennem. İbadetlerimiz, iyiliklerimiz, Cennetin dünyadaki görüntüsüdür. Günahlar, kötü yerler, karanlık sıkıntılı izbe yerler de Cehennemin görüntüsüdür.
* Cennetlik, Cennetlik işleri, Cehennemlik olan da Cehenneme götürücü işler yapar. Demiri çürüten, kendi pası olduğu gibi, insanı Cehennemlik eden de kendi günahlarıdır. Mıknatıs demiri nasıl kendine çekiyorsa, haramlar Cehenneme, ibadetler Cennete çeker. Kıyamette nereye gitmek istiyorsak, ona göre hazırlık yapmalıyız. Ahirette Cennet ve Cehennemden başka yer yoktur. Cennete girmek için, doğru iman sahibi olmak ve dine uymak gerekir. Cehenneme götürücü tuzaklara yakalanmamalı. Bu tuzaklar şöyle bildiriliyor: (Dünya hayatı ancak bir laib [oyun], lehv [eğlence], ziynet [süs], aranızda tefahür [övünme] ve mal ve evlâdı çoğaltma isteğinden ibarettir.) [Hadid 20] Bunların bir tanesine yakalananın gönlü ölür. Çalışın ve nefslerinizi, içinde yer alacakları ölüm ötesi için hazırlayın.
Önünüzde çözümü zorlaşan şeyleri Allah'ın ilmine havale edin. Öbür âleme geçmeden önce bir şey hazırlayın ki, oraya vardığınızda karşınıza çıksın. Çünkü Allahü teâlâ, buyuruyor ki: (O gün [kıyamette] herkes, dünyada ne hayır yapmışsa, onu karşısında hazır bulacak, ne kötülük yapmışsa, onlarla kendi arasında uzun bir mesafe olmasını arzu edecektir. Kullarına karşı şefkatli, esirgeyici olan Allah size kendinden korkmanızı emreder.) [Al-i imran 30]
O halde, Allah'tan korkun, yani Onun emir ve yasaklarına riayet edin. Sizden önce gelip geçenlerden de ibret alın. Unutmayın ki, yarın küçük büyük bütün davranışlarınızın karşılığını bulacaksınız.
* Rızk mukadderdir. Yani herkesin rızkı bellidir, artmaz eksilmez, rızkını almadan dünyadan ayrılmaz. İsteyene helalden gelir, isteyene haramdan. Gelen miktar aynıdır. Ecel mukadderdir. Yani herkesin ömrü bellidir, uzamaz kısalmaz, vakti dolunca dünyadan ayrılır. Kaza ve kader, hayır ve şer, zaten imanın şartlarındandır. Peki, daha ne diye isyan ediyorsun, daha ne diye şükretmiyorsun? Rızkın belli, ömrün belli, başına gelenler Allah'tan. İster isyan et, ister şükret. Değişen bir şey yok. İsyan edenin yeri Cehennem, şükredeninki Cennet. Yani aynı şeyler için, ya Cennete gideceksin ya Cehenneme.
* Dünya misafirhanedir. Dünyayı ele geçirmek için ahireti vermek ve insanlara yaranmak için Allahü teâlâyı bırakmak ahmaklıktır. Göğsünü kıbleden çevirenin namazının bozulduğu gibi, yüzünü İslamiyet'ten çevirenin hem dünyası hem ahireti bozulur.
* Laf ile Müslümanlık olmaz. Dinin emir ve yasaklarına önem vermeyenin imanı gider. Önem vermemek, işlediği günaha üzülmemek demektir.
* Dinin en büyük düşmanı cehalettir. Cahillik Cehenneme götürür.
* Kıyamet derdini bilseydiniz, dünyada dert diye bir şey tanımazdınız. Bütün geçimsizlikler, ölümü unutmaktandır.
* İnsanların çokluğu, dilediklerini yapmaları, gaflet içinde yaşamaları sakın seni de gaflete düşürmesin. Sen tek olarak öleceksin, tek olarak kabre gireceksin, tek olarak hesabını vereceksin. Sen dini, imanı, Allah’ın emir ve yasaklarını unuttun. Sen unuttun ama unutulmadın.
XXXXXXXXXXXXXX
ÖZET es-SUYÛTÎ’NİN ŞERHU’S-SUDÛR Bİ ŞERHİ HÂLİ’L-MEVT VE’LKUBÛR ADLI ESERİ BAĞLAMINDA KABİR HAYATI İLE İLGİLİ HADİSLERİN İNCELENMESİ Ali BÖCÜ Yüksek Lisans Tezi, Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı Danışman: Prof. Dr. Ali Osman ATEŞ Ocak 2005, 92 Sayfa. Ölüm sonrası hayat, tarih boyunca insanlığın önemli merak ve tartışma konularından biri olmuştur. Bu çalışmada İslam’a göre ölüm sonrasının ilk devresi olan kabir hayatı, es-Suyûtî’nin Şerhu’s-Sudûr adlı eseri bağlamında incelenmiştir. es-Suyûtî ve eseri hakkında kısa bilgi verildikten sonra bu eser kapsamında kabir hayatı ile ilgili konular ve rivayetler incelenmiştir. Böylece bir taraftan İslam’da kabir hayatı inancı ortaya konulurken diğer taraftan da birçok yanlış inanç ve hurafelere sebep olan zayıf ve uydurma rivayetlere işaret edilmiştir. Çalışmamızda öncelikle kabir ve berzah kavramları açıklanmış, İslam öncesi din ve kültürlerdeki kabir hayatına dair bilgilere yer verilmiştir. Bu şekilde konunun tarihî ve kavramsal temeli ortaya konulmuştur. Ayrıca kabirle ilgili genel özelliklerin zikredildiği rivayetler incelenmiş, bu konudaki yaygın inanışların oluşmasında etkili olan görüşlere de yer verilmiştir. Bununla birlikte kabir süâli ve kabir azabı ilgili ayet ve hadisler araştırılmış, kabir hayatının keyfiyeti konusunda alimlerin farklı görüşlerine de yer verilerek, kabirde insanın karşılaştığı iyi/ kötü durumların insanın dünyada yaptıklarının bir yansıması olduğu sonucuna varılmıştır. Bu çalışmada sağlam bilgi ve delillere dayanması gereken bir inanç konusunda, zayıf ve uydurma rivayetlere yer veren Hadis Ekolü anlayışının birçok olumsuzluklara sebep olduğuna da işaret edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Berzah, Suyûti, Ölüm, Hadis, Kabir Azabı, Ahiret, Ruh. ii ABSTRACT THE EXAMINATION OF HADITHS WHICH ARE RELEVANT TO THE GRAVE LIFE IN ACCORDANCE WITH ES-SUYÛTÎ’S WORK WHICH IS NAMED ŞERHU’S-SUDÛR Bİ ŞERHİ HÂLİ’L-MEVT VE’L-KUBÛR. Ali BÖCÜ Master Thesis, Basic İslamic Sciences Supervisor: Prof. Dr. Ali Osman ATEŞ January 2005, 92 pages The life after death has been one of the important curiosity and discussing subjects of humanity throughout the history. In this work, the grave life which is the first period after death according to Islam, was examined in accordance with es-Suyûtî’s work which was named “Şerhu’s-Sudûr”. After giving information about es-Suyûtî and his work briefly, the subjects and the narrations which are related to the grave life were examined in the context of this work. So, on the one hand while the belief of the grave life in Islam is being explained, and on the other hand the weak and false narrations which caused a lot of wrong beliefs and superstitions were pointed out. In our work, firstly, the grave and the isthmus concepts were expressed and the information about the grave life in the previous religions and cultures before Islam is stated. By this way, the historical and the conceptual base of the subject was described. Also, the narrations which the general characteristics about the grave are expressed in were examined and the ideas which were effective on the formation of the widespread beliefs were stated. Besides this, the Quranic verses and the hadiths which are related to the grave interrogation and the grave torment were studied. Also by expressing the different opinions of the scholars on the nature of the grave life, it is concluded that the good and bad situations which human meet in the grave are the reflections of his actions in the world. In this study, it was also indicated that the comprehension of Hadith School which includes weak and fabricated narrations on the subject of a belief that must depend on trustworthy knowledge and evidence, caused a lot of negativities. Key Words: Isthmus, Suyûtî, Death, Hadith, Grave Torment, Hereafter, Spirit. iii ÖNSÖZ Kabir ve kabir hayatı ile ilgili hususlar, çok farklı özellikler arz eden bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Normal bilimsel araştırmaların aksine ne somut olay ve durumları içermekte, ne de sadece zihinsel çaba ve akıl yoluyla içinden çıkılabilecek bir konu özelliği göstermektedir. Bugüne kadar ölüm sonrası ile ilgili bir çok görüş ve inanış olmuşsa da kabir hayatına ait özel bir durum ve hayattan bahseden ciddi bir görüş ve inanışa rastlamamaktayız. Zira bir şekilde ölümden sonra bir hayatın olacağını kabul eden diğer görüşlerde ölüm sonrası alem hemen başlamakta, “kabir alemi” şeklinde herhangi bir ayırım ya da açıklamaya pek yer verilmemektedir. Bundan haber verip geniş ve ciddi açıklamalara ancak İslâm dininde ve özellikle de Hz. Peygamberin hadislerinde rastlamaktayız. İslâm dini, kabir hayatını, farklı ve kendine mahsus şart ve özelliklerin olduğu; süresinin ise insanın ölümünden başlayarak yeniden diriltilecekleri güne kadar geçici bir bekleme yeri olarak bize tanıtmaktadır. Tabii bu durum insanları, “orası nasıl bir yer,” “orada nelerle karşılaşacağız” vb. gibi birtakım sorularla karşı karşıya getirmektedir. Bu konuyu hadisleri temel alarak çalışmak istememizin sebebi, yukarıda da ifade etmeye çalıştığımız gibi bu konu hakkında ayrıntılı bilgileri Hz. Peygamberin açıklamalarında bulabilmemizdendir. Öncelikle belirtmemiz gerekir ki, konu İslâmî literatür içerisinde “semiyyât” olarak isimlendirilen, sadece Kurân-ı Kerim’e ve Hz. Peygamberden işitmeye dayalı, vahiy yoluyla bilgi edinebileceğimiz bir konu özelliği göstermektedir. Kısacası konu, insanın kendi bilgi edinebilme imkanlarının dışında bir özellik arz etmektedir. İlahi dinlerin ve onların insanlığa sundukları vahiy bilgisinin en önemli özelliklerinden bir tanesi de, insanların ihtiyaçlarına –gerek maddi gerekse manevi alanda- cevap vermek; onlara bilmediklerini, bilemeyeceklerini öğreterek, hem kendi hak ve üstünlüğünü ifade etmek, bunun yanında da insanın kendini tanımasına yardımcı olmak, bu şekilde onları “saadet-i dareyn /iki dünya mutluluğu” olarak ifade edilen büyük hedefe ulaştırmaktır. Biz bu çalışmamızda kabir hayatı ile ilgili bilgileri, Kurân-ı Kerim ve sahîh hadisleri temel alarak, es-Suyûtî’nin “Şerhu’s-Sudûr” adlı eseri bağlamında ortaya koymaya çalıştık. iv Bu çalışma esnasında bize yardımcı ve destek olarak ilmi sevdiren çok değerli hocam Sayın Prof. Dr. Ali Osman Ateş’e teşekkürü bir borç bilirim. Yine yardım ve desteklerini tarafımdan esirgemeyen hocalarım Prof. Dr. Halife Keskin ve Yrd. Doç. Dr. Muhammed Yılmaz’a teşekkürlerimi arz ediyorum. Bu çalışma ayrıca Ç.Ü. Araştırma Fonu’nun SOSBE. 2003. Y.L. 1 no’lu proje ile desteklenmiştir. Katkılarından dolayı teşekkür ederim. Ali BÖCÜ 2005 ADANA v İÇİNDEKİLER ÖZET.................................................................................................................................i ABSTRACT.....................................................................................................................ii ÖNSÖZ............................................................................................................................iii KISALTMALAR...........................................................................................................vii BİRİNCİ BÖLÜM GİRİŞ 1.1. Konunun Belirlenmesi Ve Sınırlandırılması..............................................................2 1.2. Çalışmanın Amacı......................................................................................................3 1.3. Kullanılan Yöntem ve Teknikler ...............................................................................4 1.4. Eser ve Yazar Hakkında Bilgi....................................................................................4 1.4.1. Suyûtî’nin Hayatı ve İlmi Kişiliği.....................................................................4 1.4.2. Suyûtî’nin Şerhu’s Sudûr Adlı Eseri.................................................................6 İKİNCİ BÖLÜM KABİR VE BERZAH KAVRAMLARI 2.1. Kabir ve Berzah Kavramlarının İncelenmesi.............................................................9 2.2. İslâm Öncesi Dinlerde Kabir Hayatı İle İlgili İnanç.................................................11 2.2.1. Yahudilik’te Kabir Hayatı İle İlgili İnanç.....................................................11 2.2.2. Hristiyanlık’ta Kabir Hayatı İle İlgili İnanç..................................................12 2.2.3. Cahiliyye’de Kabir Hayatı İle İlgili İnanç.....................................................13 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM KABİR VE KABİR AHVALİ İLE İLGİLİ RİVAYETLER 3.1. Kabrin Ölüye Genişlemesi ve Sıkması İle İlgili Rivayetler.....................................15 3.1.1. Mü’minleri Sıkması İle İlgili Rivayetler.......................................................17 3.1.2. Kâfirleri Sıkması İle İlgili Rivayetler............................................................21 3.1.3. Peygamberleri Sıkması İle İlgili Rivayetler..................................................22 vi 3.1.4. Çocukları Sıkması İle İlgili Rivayetler..........................................................23 3.2. Kabrin Genişlemesi İle İlgili Rivayetler...................................................................25 3.3. Cennet Bahçesi Veya Cehennem Çukuru Olması İle İlgili Rivayetler....................26 3.4. Kabrin Ölüye Seslenmesi İle İlgili Rivayetler..........................................................28 3.5. Kabir Suali İle İlgili Rivayetler................................................................................30 3.5.1. Münker Nekîr İle İlgili Rivayetler.................................................................35 3.5.2. Diğer Melekler İle İlgili Rivayetler...............................................................39 3.5.3. Kabirde Sorulacak Sorular İle İlgili Rivayetler.............................................39 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM KABİR AZÂBI İLE İLGİLİ RİVAYETLER 4.1. Kur’an’da Kabir Azâbı.............................................................................................41 4.2. Hadislerde Kabir Azâbı............................................................................................46 4.2.1. Kabir Azâbına Sebep Olan Filler İle İlgili Rivayetler...................................47 4.2.2. Hayvanların Kabir Azâbını İşitmeleri ile İlgili Rivayetler............................51 4.2.3. Kabirde Azap Şekilleri İle İlgili Rivayetler...................................................51 4.2.4. Kabir Azâbından Kurtulanlar........................................................................62 4.2.4.1. Şehitler..............................................................................................64 4.2.4.2. Karın Ağrısından Ölenler.................................................................65 4.2.4.3. Mülk Süresini Okuyanlar.................................................................65 4.2.4.4. Cuma Günü Ölenler..........................................................................66 4.3. İslâm Alimlerinin Kabir Hayatının Mahiyeti Hakkındaki Görüşleri........................67 SONUÇ...........................................................................................................................77 KAYNAKÇA..................................................................................................................79 ÖZGEÇMİŞ...................................................................................................................85 vii KISALTMALAR a.g.m. : Adı geçen makale. Ayr. : Ayrıca. a.g.e. : Adı geçen eser. A.Ü.İ.F. : Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. Bkz. : Bakınız. D.E.Ü. : Dokuz Eylül Üniversitesi. D.İ.B. : Diyanet İşleri Başkanlığı. h. : Hicrî. Hz. : Hazreti. İ.A. : İslâm Ansiklopedisi. Krş. : Karşılaştırınız M.E.B. : Milli Eğitim Bakanlığı. M.Ü.İ.F.Y. :Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları r. a. : Radıyallâhu anh. s.a.s : Sallallâhu aleyhi ve sellem. s. : Sayfa. S: : Sayı. T.D.V. : Türkiye Diyanet Vakfı. Tah. : Tahkik. Ter. : Tercüme Trs. : Tarihsiz. Vd. : Ve devamı. Yay. : Yayınları. 1 GİRİŞ İslâm’ın üç ana inanç esasından birisi, Âhiret inancıdır. Durum böyle olunca Âhirete inanmayanlar mü’min olarak kabul edilmezler. Gerek Kurân-ı Kerim, gerekse hadislerde Âhirete özel bir vurgu yapıldığı ilk bakışta göze çarpmaktadır. Hiçbir din ve inançta, Âhiret hayatına dair bilgiler İslâm’daki kadar net ve açık değildir. İslâm Dini’ne göre Dünya ile Âhiret hayatı birbirleriyle doğrudan ilişkili ve bağlantılı olup, aynı zamanda birbirinin devamı niteliğindedir. Yüce Allâh, değerli kullarının inanmanın ötesinde, Âhireti gözleri ile görüyormuşçasına şek ve şüpheden uzak bir şekilde, tereddütsüz inandıklarından bahsederken1 , bir çok yerde ise, insanın kötülüklerinin ve yanlış yolda olmasının sebebini Din Günü’nü yalanlamaları2 , Âhireti ikinci plana atmaları olarak bildirir.3 Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) de bir çok hadis-i şeriflerinde “Allâh’a ve Âhiret Gününe inanan...” tarzında bir giriş yaparak müslümanlara tavsiyelerde bulunmuş ve ölümü sık sık hatırlamalarını ve Âhiret Gününe hazırlık yapmalarını istemiştir. Bütün bunlar bize, İslâm’da Âhiret inancının ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu açıkça gösteren ipuçlarıdır. Gerek Kurân-ı Kerim ve gerekse Hz. Peygamber’in hadislerinde Âhiretin nasıllığı ve ne gibi durumların olacağı, insanların ne ile karşılaşacakları konusunda çok geniş açıklamalar yapılmıştır. Duyu organlarının ve bu dünyanın ötesinde olan bu alem hakkında tek bilgi kaynağımız, vahiy yani Kurân-ı Kerim ve Sünnet’e dayalı haberlerdir ve bunlar terminolojik olarak “Semiyyât” olarak adlandırılmaktadır. İslâm, insan vefat ettiği zaman ruhunun ölmediğini, sadece, bu dünyaya ait olan bedeniyle alakalı hayatının son bulduğunu, ruhunun ise yaşamaya devam ettiğini bildirmektedir. İnsanın yeniden dirileceği büyük Din ve Kıyâmet Gününe kadar, Berzah Hayatı denilen bir beklemeye tabi tutulacağı ifade edilmektedir. Bu süreçte insanın ruhu ile alakalı olan unsurlarıyla varlığını devam ettirdiği bildirilmekte ve bu aleme ait bir takım özel durumlardan bahsedilmektedir. İslâm’da bu aleme Âhiret hayatının ilk devresi “Berzah / kabir” alemi olarak denilmektedir. Bu husus Kurân-ı Kerim’de şöyle haber verilmektedir: 1 Bakara 2/ 4; Neml 27/3; Lokman 31/ 4. 2 İnfitar 82/ 9. 3 Kıyâmet 75/ 20-21. 2 “Onlardan birine ölüm geldiği vakit: “Rabbim! Beni geri gönder. Umulur ki terk ettiğim o yerde ve hayatta salih ameller işlerim” der. Hayır! Bu onun söylediği (boş) bir sözdür. Onların arkalarında ise, yeniden dirilecekleri güne kadar bir (Berzah) hayatı vardır.”4 Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ise, “Kabir, Âhiret menzillerinin ilkidir” 5 buyurarak, büyük Din Günü’nden önce kabir hayatının varlığını bildirmiştir. Dualarında sık sık kabir fitnesinden ve azâbından Allâh’u Teâlâ’ya sığındığı gibi, bunu ashabına ve ümmetine de tavsiye etmiştir.6 Bundan dolayıdır ki, İslâm literatüründe kabir alemi ile ilgili bir çok eser bulunmaktadır. Ayrıca bu alemle ilgili bir çok tartışma yapılmıştır. Günümüzde bu alemle ilgili tartışma ve merak devam etmektedir. Bu nedenle biz de kabir hayatı ve bununla ilgili meseleleri incelemeye çalışacağız. 1.1. Konunun Belirlenmesi ve Sınırlandırılması İslâm Dini’nin Âhiret hayatı ile ilgili verilerinin, diğer dinlerden oldukça açık ve ayrıntılı olduğu bir gerçektir. Bu farklılığın en başta göze çarpan yönlerinden birisi, kabir hayatı ile ilgili açıklamalarıdır. Bu gerçekten hareketle biz de, tezimizin konusunu “es-Suyûtî’nin Şerhu’s-Sudûr bi Şerhi Hâli’l-Mevtâ ve’l-Kubûr Adlı Eserinde Kabir Hayatı ile İlgili Hadislerin İncelenmesi” olarak belirledik. Adı geçen eser, yazarının hadis alanındaki derin bilgi ve tecrübesini ortaya koyduğu gibi, ayrıca konu ile ilgili olarak o zaman bilinen bütün rivayetleri de içermekte ve İslâm aleminde genel kabul 4 Mü’minun 23/100. 5 et-Tirmizî, Ebû İsa Muhammed b. İsa, es-Sünen, tah. Ahmet Muhammet Şakir, Dâru İhyai’t-Turasi’lArabi, Beyrut, Trs., IV, 553; İbn Mâce, Muhammed b. Yezid Ebu Abdullah el-Kazvini, es-Sünen, tah. M. Fuad Abdu’l-Bâki, Dâru’l-Fikir, Beyrut Trs., II, 1426; İbn Hanbel, Ebû Abdillah, Ahmed b. Muhammed eş-Şeybâni, el-Müsned, Müessesetu Kurtuba, Mısır Trs., I, 63; Beyhâkî, Ahmed b. Hüseyin b. Ali b.Mûsâ Ebu Bekir, es-Sünenü’l-Kübra, tah. Muhammed Abdulkâdir Ata, Mektebetu Dâru’l-Bâz, Mekke 1994, IV, 56; Hâkim, Muhammed b. Abdillah Ebu Abdullah en-Nisâbûri, el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn, tah. Mustafa Abdulkadir Ata, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiye, Beyrut 1990, I; 526; el-Makdîsî, Muhammed b. Abdulvâhid b. Ahmed, el-Ehâdîsu’l-Muhtâra,tah. Abdulmelik b. Abdullah b. Duheyş, Mektebetu’nNahda el-Hadîse, Mekke 1410, I, 523-524; es-Suyûtî, Celâleddin b. Abdirrahmân, Şerhu’s-Sudûr bi Şerhi Hâli’l-Mevtâ ve’l-Kubûr, tah. Yusuf Ali el-Bedyûvî, Mektebetu Dâru’t-Turas-Dâru İbn Kesir, 2. Baskı, Beyrut 1992, s. 212. 6 Buhârî, Muhammed b. İsmail Ebu Abdillah, el-Câmiu’s-Sahîh, 3. Baskı, Dâru İbni Kesîr, Beyrut 1987, I, 463, V, 2341; Müslim, b. Haccac Ebu’l-Hüseyin el-Kuşeyrî, el-Câmiu’s-Sahîh, tah. M. Fuad Abdulbâkî, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabi, Beyrut Trs., I, 410-412, II, 621, 2050; Ebû Dâvûd, Süleyman b. Eş’as es-Sicistâni, es-Sünen, Dâru’l-Fikir, Beyrut Trs., II, 90; et-Tirmizî, V, 566; en-Nesâî, es-Sünenu’lMüctebâ, tah. Abdulfettah Ebû Ğudde, 2. Baskı Mektebetu’l-Matbûâtu’l-İslâmiyye, Haleb Trs., III, 133- 134.; İbn Hanbel, el-Müsned, I, 22. 3 gören eserlerden biri olarak tanınmaktadır. Bu yüzden konuyu es-Suyûtî’nin eseri bağlamında incelemeyi uygun bulduk. Ancak şu var ki, çalışmayı yaparken adı geçen eserde kabir hayatı dışındaki konuları da içeren birçok rivayetlerin yer aldığını gördük. Eserin derleme şeklinde hazırlanmış olması da bunda önemli bir etken olmuştur. Dolayısıyla defnedilecek yer ve zamanı, ölünün kefeni, ölülere nasıl selam verileceği, kabrin nasıl olması gerektiği gibi konulara yer vermedik. Bunların hepsinin incelenmesi tezimizin konusunu aşacağından, biz sadece kabir hayatı ve kabir ahvalini ilgilendiren rivayetleri ele almayı uygun bulduk. Bunların tespit edilmesi ve farklı yönlerden ele alınması, bu şekilde konu ile ilgili soru ve tartışmaların değerlendirilmesi çalışmamızın amacı olacaktır. Böylelikle hem es-Suyûtî’nin eseri hakkında, hem de konuyla ilgili olarak fikir edinme imkanımız olabileceği gibi İslâm’da kabir hayatıyla ilgili verileri ortaya koyma imkanımız olacaktır. 1.2. Çalışmanın Amacı Biz bu çalışmamızı yaparken başlıca iki amacı gözettiğimizi söyleyebiliriz. Bunlardan birincisi, kabir hayatı konusunda en meşhur ve yaygın eser olarak bilinen, kabir hayatı ile ilgili kıymetli bilgilerin derlendiği es-Suyûtî’nin Şerhu’s-Sudûr bi Şerhi Hâli’l-Mevtâ ve’l-Kubûr”adlı eserini incelemek, ikincisi ise, bu eser bağlamında kabir ve ahvali ile ilgili verileri ortaya koyup değerlendirmesini yapmak. Bu şekilde hem günümüzde merak edilen ve tartışılan bir konuyu incelemiş, hem de İslâm’ın bu konudaki söylemini ortaya koymaya çalışacağız. Çünkü ölüm ve sonrası ile ilgili birçok sapık görüşlerin ortalıkta dolaştığı ve insanların böylesi konularda istismara ve dezenformasyona tabi tutuldukları sıkça karşılaştığımız bir olgudur. Bununla birlikte bu konuyla alakalı bir çok hurafe ve aşırılıkların Müslümanlar arasında bulunduğu da bir gerçektir. Kısacası bu çalışmamızda, bunlara elimizden geldiğince cevap vermeyi, bu konuda ihtiyaç duyulan sağlıklı ve güvenilir bilgilere ulaşmayı amaçlamaktayız. 4 1.3. Kullanılan Yöntem ve Teknikler Bu araştırmamızda es-Suyûtî’nin Şerhu’s-Sudûr bi Şerhi Hâli’l-Mevtâ ve’l-Kubûr” adlı eserini temel aldığımız için, öncelikle eseri ve yazarını tanıtmayı uygun bulduk. Ayrıca konunun daha sağlam bir temele dayanması açısından, eserin aslında bulunmamasına rağmen İslâm öncesi dinlerde ölüm sonrası ve kabir hayatı ilgili verilere de kısaca yer vermeye gayret ettik. Tezimizi hazırlarken Kurân-ı Kerim ve Kütüb-i Sitte başta olmak üzere muteber hadis kaynaklarına başvurduk. Konuyla ilgili hadislerin tespitinden sonra onların metin ve sened tenkidi için tabakât ve rical kitaplarından, cerh - ta’dile dair eserlerden faydalandık. Böylelikle rivayetlerin sıhhati noktasında fikir elde etme imkanı bulmuş olduk. Bu konudaki uydurma hadisleri tespit etmek için çalışmamızda mevzûât kitaplarına da önemli ölçüde yer verdik. Bunların dışında, Kurtubi’nin et-Tezkire fi Ahvâli’l-Mevtâ ve Umûri’l-Âhire’si ile İbn Kayyım el-Cevzî’nin “er-Rûh” adlı kitaplarına da başvurmuş bulunmaktayız. Bunların dışında, konunun Kelam alanında da tartışılmış olması dolayısıyla yeri geldikçe Kelam kaynaklarına da başvurduk. Hadisleri değerlendirirken klasik Hadis Metodolojisiyle birlikte sosyal bilimlerin metot ve tekniklerinden de faydalanarak, bilgilerin daha geniş bir kitle için anlamlı olmasına gayret gösterdik. 1.4. Eser ve Yazar Hakkında Bilgi 1.4.1. es-Suyûtî’nin Hayatı Ve İlmi Kişiliği Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr es-Suyûtî, Mısır ve Suriye’de hüküm süren Memlûklüler devletinin son zamanlarında Kâhire’de yetişen ve Arap dilinde en fazla eser vücuda getiren müelliflerden birisi, belki de birincisidir.7 Hicri 849, miladi 1445 yılında Kahire’de, Şafii fakihlerinden bir babanın oğlu olarak dünyaya gelen es-Suyûtî, kendi yazdığı 9 batınlık şeceresinden anlaşıldığına göre ilmi ve dini seviyesi yüksek bir aileye mensuptur. Bu özellik onun küçük yaşlardan itibaren ilimle meşgul olmasında ve yetişmesinde önemli bir etkiye sahip olmuştur. esSuyûtî, sarf, nahiv, maâni, beyan, bediî gibi ilimlerde çok iyi yetişmiş ve daha sonra 7 Karahan, Abdulkadir," es-Suyûtî", M.E.B. İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1966, XI, 258. 5 tefsir, hadis ve fıkıh gibi ilimlerde de derin bir vukûfiyet kazanmıştır. Kendisinin de ifade ettiği gibi, çok iyi hocaların elinde yetişmesinin ve uzun süren tedrisinin bunda büyük etkisi vardır. es-Suyûtî, çeşitli medreselerle camilerde, fıkıh ve hadis dersleri vermeye başlamış, zamanla şöhreti de gittikçe artmıştır. Kahire’nin en büyük ve hankâhı en geniş müessesesi olan Baybarsiye şeyhliğine geçmiş, buranın rahat imkanlarında birçok eserini te’lif etme imkanı elde etmiştir. Şöhretinin artması ile birlikte dönemin idarecileri ile birtakım ilişkileri olmuş ve çeşitli görevlere atanmıştır. Bu siyasi şartlar içinde es-Suyûtî, kendisini çekemeyenlerin de etkisiyle muhakeme olunmuş ve bulunduğu görevden azledilmiştir.8 Daha sonra kendisini inzivaya çekmiş, Tomanbay’ın sultanlığı zamanında ise zulme uğrama korkusuyla gizlenmek mecburiyetinde kalmıştır. Kendisinden naklolunan keşif ve kerametler, velilik halleri, Osmanlıların Mısır’ı fethedeceklerine dair keşifleri bu dönemde halk arasında yayılmıştır.9 Daha sonra tahta geçen Sultan Gavri, kendisine iltifat etmiş ve yeni görevler teklif etmişse de o bunları kabul etmemiş, gönderilen köleyi de azad etmiştir. Ömrünün sonuna kadar ilimle meşguliyetini devam ettiren es-Suyûtî, ızdıraplı bir hastalık devresinden sonra hicri 911, m.1505 yılında bir Cuma sabahı vefat etmiştir. Türbesi Kahire’dedir.10 es-Suyûtî, ömrünü ilme adayarak, ilimle meşguliyetini ömrünün sonuna kadar devam ettiren, İslâm aleminde kendini kabul ettirmiş büyük ve meşhur alimlerden bir tanesidir. İlimle geçen hayatında çeşitli dallarda çok kıymetli eserler te’lif etmiştir. Te’lif ettiği eserlerin sayısının tam olarak tespit edilememekle birlikte, altı yüzü bulduğu ifade edilmektedir.11 Özellikle Tefsir ve Hadis Usûlü alanında yazmış olduğu eserler günümüze kadar önemini koruyan başucu eserleri olarak kabul edilmektedir. Hadis sahasındaki şöhreti ile tanınan es-Suyûtî’nin, Kelam da dahil olmak üzere birçok alanda çalışıp eser verdiğini öğrenmekteyiz.12 es-Suyûtî’nin yaptığı çalışmalarında ve yazdığı eserlerinde rivayetçi yönünün ağır bastığı ve çoğu yerde yorumlardan kaçındığı ilk başta dikkat çeken hususlardandır. Yazdığı eserlerin önemli bir kısmı da konuyla alakalı rivayetlerin derlenmesi ve 8 Bkz. Karahan, es-Suyûtî, XI, 259. 9 Bkz. Karahan, a.g.m., XI, 260. 10 Bkz. Karahan, a.g.m., a.g.y. 11 Bkz. Karahan, a.g.m., XI, 259. 12 Krş. Karahan, a.g.m., XI; 259. 6 nakledilmesi şeklindedir. es-Suyûtî’nin, hadis ilmine ve rivayetlere, rivayetlerin senedine ve ricaline dair geniş ve ayrıntılı bir ilme sahip olduğu hem kendi eserlerinden hem de diğer hadis alimlerinin rivayetleri değerlendirirken onun görüşlerine yer vermelerinden anlamaktayız.13 Ancak o rivayetleri değerlendirirken çoğunlukla mütesahil davranmış ve hadisin herhangi bir yönüyle sahîh olma ihtimali varsa, sahîh hükmü vermede veya kitabına alıp rivayet etmede bir sakınca görmemiştir. Onun bu hareket tarzının sonucu olarak kitaplarında, birçok zayıf, asılsız ve bazen de uydurma rivayetler yer alabilmiştir.14 Şunu da belirtmemiz gerekir ki, kitabına aldığı bazı hadislerin asılsız veya zayıf olduğunu da belirtmekten geri durmamıştır. Tabii onun bu özelliğinde biraz da o dönemin şartlarının etkili olduğu düşünülebilir. Ehl-i Hadis ekolünde bütün meseleleri rivayet ve hadislerle çözmek ve rivayetlere dayanmak her zaman için daha cazip olduğu için bu gibi durumlara sıkça rastlanabilmektedir. Ancak alimlerin ahkam ile ilgili olmayan konularda kendi görüşlerini destekleyen rivayetleri nakletme de kolaycı davrandıkları bir gerçektir.15 Haliyle bu, es-Suyûtî gibi çok sayıda ve daha çok nakile dayanan bir metotla eser meydana getiren alimlerde fazlaca rastlanılan bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. es-Suyûtî’nin eserlerine baktığımızda toplumda ihtiyaç olarak beliren konular üzerinde durduğu ve o konularla alakalı rivayetleri derleyerek, o hususta Kurân-ı Kerim’de ve hadis literatüründeki haberleri Ehl-i Sünnetin görüşleri bağlamında ortaya koymaya çalıştığını görüyoruz 1.4.2. es-Suyûtî’nin Şerhu’s-Sudûr Adlı Eseri es-Suyûtî, Hadis, Tefsir, Kelam vb. İslâmî ilimler alanında pek çok eser vermiş bir İslâm âlimidir. Yazdığı hacimli eserlerin yanında küçük çapta çeşitli risâleler de kaleme almıştır. Ortaya koyduğu risâlelerin çoğunun Âhiret’e yönelik çalışmalar olduğu gözlenmektedir. Onun, tezimize dayanak yaptığımız Şerhu’s-Sudûr bi Hâli’l-Mevtâ ve’l-Kubûr adlı eseri ise, el-Kurtubî’nin (v. 672/1273) et-Tezkira bi Ahvâli’l-Mevtâ ve Umûri’l-Âhira adlı eserinin şerhidir. Şerhu’s-Sudûr, kısaca Kitâbü’l-Berzah adıyla 13es-Suyûtî, Celâlüddîn b. Abdirrahman, el-Leâli’l-Masnûa Fi’l-Ahadisi’l-Mevzû’a, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut 1983, II, 436-437; el-Fettenî, Muhammed b. Tahir b. Ali, Tezkiratu’l-Mevzûât, Baskı yeri yok, Trs., s. 215-217; Aliyyü’l-Kâri, Mevzûâtu Aliyyü’l-Kâri, Dersaadet, İstanbul Trs., s. 71-73. 14 Konuyla ilgili olarak bkz. Erul, Bünyamin, “Uydurma Rivayetlerde Peygamber Tasavvuru”, İslâm’ın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri, T.D.V. yay. Ankara 2003, s. 435. 15 Krş. el-Bağdâdi, Hatib, Şerefu Ashâbi’l-Hadis, Haz. Mehmed Saîd Hatiboğlu, D.İ.B.Yay., 2. Baskı, Ankara 2001, s. 13. 7 meşhur olmuş ve 1309 ve 1329 yıllarında Kahire’de basılmıştır. Eserin 1871 yılında Lahor’da basılan Farsça tercümesi de vardır. es-Suyûtî, 884/1479 yılında bu eserini tamamlamak maksadıyla el-Budûr es-Sâfira fî Umûri’l-Âhira adlı kitabını kaleme almıştır. es-Suyûtî’nin bu eseri 1311 yılında Hindistan’da taş basması olarak yayımlanmıştır. es-Suyûtî, ölülerin mezardaki imtihanı hakkında 176 beyitlik et-Tesbît fî Leyleti’l-Mebît adlı bir de urcûze kaleme almıştır. Bu eser de, 1314 yılında Muhammed Asriyâ’nın şerhi ile, 1321’de Muhammed et-Tihâmî Cannûn’un şerhi ile Fas’ta basılmıştır. Bunlardan başka, es-Suyûtî’nin, Kitâbü’d-Düreri’l-Hısân fi’l-Ba’si ve’n-Naîmi’l-Cinân adlı eseri de bir çok defalar basılmıştır.16 es-Sûyûtî’nin bu eserinin el yazma nüshaları Suriye’de, Hindistan’da ve Türkiye’de çeşitli kütüphanelerde bulunmaktadır. Eserin Suriye’deki Zâhiriyye Kütüphanesinde 8857 numarada kayıtlı bulunan nüshası, yaklaşık 120 varak olup her sayfada 24 satır bulunmaktadır. Her satırdaki kelime sayısı da yaklaşık 12 kadardır. Bu nüshayı Nâsır b. Yahya b. Ubeyd es-Sahnî, Hicrî 971 senesinde tensıh etmiştir. Üzerinde bazı temellük yazıları da bulunmaktadır. Kitabın aynı kütüphanenin 11239 numarada kayıtlı olan nüshası ise, 109 varaktan müteşekkildir ve her varakta 27 satır vardır. Satırlardaki kelime sayısı da yaklaşık 9 kelimedir. Her iki nüshada da siyah bir mürekkep kullanılmıştır ve bazı kelimeler kırmızı mürekkeple yazılmıştır. Hindistan’da olan diğer nüsha ise, 106 varaktan müteşekkil olup, her sayfasında 31 satır bulunmakta, her satırda ise yaklaşık 13 kelime bulunmaktadır. Bu nüsha Muhammed b. Abdullatîf tarafından Hicri 1126 yılında nesh edilmiştir. Bu nüshanın da üzerinde Hicrî 1280 yılına ait bir temellük yazısı bulunmaktadır. es-Suyûtî’nin bu eseri üzerine, Yusuf el-Bedyûvî tarafından yukarıda zikrettiğimiz nüshalar temel alınarak 1988 yılında tahkik çalışması yapılmış ve Beyrut’ta birkaç defa basılmıştır. Yusuf el-Bedyûvî adı geçen çalışmasında, eserin el yazma nüshaları ile ilgili geniş bilgilere yer vermiştir. es-Suyûtî yukarıda belirttiğimiz gibi ölüm ve sonrası ile ilgili hadis kaynaklarında yer alan rivayetleri bu eserinde bir araya getirmiştir. O eserini meydana getirirken kendinden önce konuyla ilgili olarak yazılmış eser ve görüşlere de yer vermiştir. Eserin meydana getirilişinde ve üslubunda diğer kitapların ortaya konuluşundaki üsulden farklı 16 Karahan, a.g.m., XI, 262. 8 bir tarz izlenmemiştir. Zira onun eserlerinin çoğu, uzun araştırmalar sonucu oluşan terkibi te’liflerden ziyade çeşitli kaynaklardan toplanmak sûretiyle derlenmiş eserlerdir ki bu yüzden de bazı sevmeyenleri tarafından ciddi şekilde eleştiriye tabii tutulmuştur.17 Eserin muhtevasını ölüm gerçeği ve ölüm anından başlayarak dirilişe kadar olan süre içerisinde ölülerin ve ruhların karşılaştıkları hal ve durumlar, bunlara ait gerçekleşmiş olay, rüya ve haberler oluşturmaktadır. Öncelikle Hz. Peygamber’den ölüm ve sonrasına ilişkin kabir hayatıyla ilgili rivayetler zikredilmiş, daha sonra sahabe ve tabiine ait rivayet, görüş ve olaylar zikredilmiştir. Zaman zaman bazı önemli meseleler özel bab başlıkları altında değerlendirmelere tabii tutulmuşsa da, buralarda da rivayetçi bir yöntemin ağır bastığı ve es-Suyûtî’nin mümkün mertebe görüş belirtmekten kaçındığı göze çarpmaktadır. Bu da onun, Ehli Hadis ekolüne mensup bir müellif olduğunun açık bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca sadece Ehl-i Sünnet çizgisi içerisinde konular ele alınarak, eser içerisinde diğer mezheplerin görüşlerine yer verilmemiştir. Şerhu’s-Sudûr’da zikredilen muhteviyata ve rivayetlere baktığımızda, Kütüb-i Sitte ve bunların dışındaki diğer eserlerde yer alan sahîh hadislerden oluştuğu görülmektedir. Bu kaynaklarda bulunan sahîh kapsamı dışındaki bir takım rivayetlere de yer verilmiştir. es-Suyûtî bunları yaparken rivayetlerin kaynaklarına da işaret etmiştir. es-Suyûtî’nin bu özelliğinin, günümüze ulaşmamış eserlerin muhteviyatına ulaşmada önemli bir yarar sağladığı açıktır.18 Ancak bunların içerisinde zayıf olan mevzûât kitaplarında yer alan rivayetlerin de olduğunu söylememiz gerekir. Bunun dışında bazı aşırı ifade ve mübalağalarla, rüyaların da yer aldığını görüyoruz ki, bu da o aleme ait bazı durumların daha somutlaştırılması ve anlaşılması için ipucu olması gibi düşüncelerden kaynaklansa gerektir. Bunlar da, genellikle terğib- terhib kapsamında değerlendirilebilecek niteliktedir diyebiliriz. Nitekim benzer bir tavrı, hadis alanındaki müteşeddidliği ile tanınan İbnu’l Cevzî’nin Kitabu’r-Ruh adlı eserinde de görebilmekteyiz. es-Suyûtî, bu eserinde konuyla ilgili olarak naklettiği rivayetler arasındaki zayıf, asılsız veya uydurma hadisleri belirtmiş ve senedlerin bütününü zikretmemiştir. Bu husus, onun içinde yaşamış olduğu Şerh ve Derlemecilik Dönemi’nin de tipik özelliklerindendir.19 17Bkz. Karahan, a.g.m., XI, 260. 18 Karahan, a.g.m., XI, 260. 19 Bkz. Yardım, Ali, Hadis II, D.E.Ü. Yay. İzmir 1992, s. 113-114. 9 İKİNCİ BÖLÜM KABİR VE BERZAH KAVRAMLARI 2.1. Kabir ve Berzah Kavramlarının İncelenmesi Türkçe de sıklıkla kullanılan “kabir” kelimesi aslen Arapça bir kelime olup, insanın ölümden sonra defnedildiği yer anlamına gelmektedir.20 Aslı itibariyle “ka-bera” kökünden mastar olarak, “kabir” kelimesinin çoğulu “Kubûr”dur. Aynı anlamda “makbera” ve “mekâbir” kelimeleri de kullanılmakta21 ve Kurân-ı Kerim’de her iki şekilde de geçmektedir.22 Ayrıca “cedes” ve çoğulu “ecdâs” kelimesi de kabirle aynı anlamda kullanılan kelimelerdir.23 Berzah kelimesi ise, lügatte iki şey arasına giren engel, mania, ayrıcı hudut gibi manalara gelmektedir.24 Bu anlamıyla ölümle-hayat, Âhiret ile dünya arasına giren perde, engel manasına gelir ve kişi ölünce Berzaha girmiş olur.25 Dolayısıyla onunla dünyaya geri dönme arasında veya Kıyâmet Günü tekrar diriliş arasında engel (Berzah) vardır.26 Kurân-ı Kerim’de Rahmân sûresinin “O iki denizin arasına (Berzah) engel /perde koymuştur; birbirlerine karışmazlar” 27 âyetinde, ve Furkân sûresinin “Birinin suyu tatlı ve kolay içimli, diğerininki tuzlu ve acı olan iki denizi salıveren ve aralarına bir engel (Berzah), aşılmaz bir sınır koyan O’dur.”28 âyetinde Berzah, engel ve ayırıcı anlamında kullanılmıştır. Bu âyetlerden şunu anlayabiliriz: Bu âyetlerde belirtildiği gibi, iki denizin suyu nasıl iki tarafa da karışmıyor ve geçemiyorsa, insanlar da öldüğü ve Berzah alemine 20 Bkz. İbn Manzûr, Muhammed b. Mükrim, Lisanu’l -Arab, Dâru’n-Neşr, Beyrut Trs., V, 68. 21 Bkz. İbn Manzûr, a.g.e., a.g.y. 22 Bkz. Abese 80/ 21; Tekâsür 102/ 2; Hacc 22/ 7; İnfitâr 82/ 9. 23 Bkz. İbn Manzûr, , a.g.e., II, 118. 24 Bkz. İbn Manzûr, a.g.e., III, 8; De Vaux, Carra, “Berzah”, İslâm Ansiklopedisi, II, 566. 25 Bkz. İbn Manzûr, a.g.e. III, 8. 26 Konuyla ilgili diğer alimlerin görüşleri için Bkz. el-Kurtûbî, Muhammed b. Ahmed b. Ebîbekr b. Ferah, el-Câmi li Ahkâmi’l-Kurân, tah. Ahmed Abdulalim el-Berdunî, 2. Baskı, Dâru’ş-Şa’b, Kahire 1372 h., XII, 150. 27 Rahman 55/ 20. 28 Furkan 25/ 53. 10 geçtiği zaman öyle bir engel oluşur ki, bundan sonra ne Âhirete geçebilirler, ne de tekrar dünyaya dönebilirler. İkisinden de engellenmiş ve mahrum bırakılmış olurlar. Mü’minun sûresinde ise: “Onlardan birine ölüm geldiği vakit ‘Rabbim! Beni geri gönder. Umulur ki, terk ettiğim o yerde ve hayatta salih ameller işlerim’ der. Hayır bu onun söylediği (boş) bir sözdür. Onların arkalarında ise, yeniden dirilecekleri güne kadar bir Berzah (hayatı) vardır.”29 Yukarda kaydettiğimiz âyetteki ifadede ise, Berzah kelimesi ıstılahi anlamda kullanılmıştır. Dolayısıyla ölümle tekrar dirilme / ba’s arasındaki bu aleme “Berzah” ismini veren bizzat Allâh-u Teâlâ’dır. Onun içindir ki, Berzah kelimesi Kurânî bir kelimedir. Bu kelime yukarıdaki âyetlerde de, hem lügat manasında hem de ölümden ba’s’a kadar devam eden dünya ile Âhiret arasındaki alemi ifade eden ıstılahî manasında kullanılmıştır. İslâm alimlerinden el-Kurtubî, tefsirinde, Berzah kelimesinin anlamını ve Berzah alemi ile ilgili önemli bir ayrıntıyı İmâm eş-Şa’bî’den yaptığı şu nakille anlatır: İmâm eş-Şa’bi’nin yanında bir adam, “Allâh filana rahmet etsin. O artık Âhiret ehlinden oldu” deyince eş-Şa’bi: “O Âhiret ehlinden olmadı. Fakat Berzah ehlinden oldu, dünyadan da değil, Âhiretten de” diye cevap verdi.”30 Seyyid Şerif Cürcânî ise, Berzah kavramını şu şekilde açıklamaktadır: “Berzah, iki şeyin arasına giren engel, maniadır ve bununla misal alemi tabir edilir. Yani kesif cisimlerle, soyut ruhlar alemini ve dünya ile Âhireti ayıran şey Berzahtır. Berzah soyut manalar alemi ile maddi cisimler arasındaki meşhur alemdir.31 Çoğu zaman Berzah hayatı veya Berzah alemi için kabir hayatı veya kabir alemi denilmesi, ölenlerin çoğunun kabre gömülmesinden kaynaklanan bir genellemeden ibarettir. Ölenlerin hepsi kabre gömülemese de, ölen herkes Berzah hayatı ve alemine girer ve oranın durumlarına ve şartlarına maruz kalır.32 29 Mü’minun 23/ 100. 30 Kurtubî, a.g.e., XII, 150. 31 Bkz. Cürcânî, Ali b. Muhammed b. Ali, Ta’rifat, Dâru’l-Kütübi’l-Arabî, tah. İbrâhîm el- Ebyârî, Beyrut 1405, I, 63. 32 Toprak, Süleyman, Ölümden Sonraki Hayat Kabir Hayatı , Esra Yay., 7. Baskı, Ankara 1997, s. 37. 11 2.2. İslâm Öncesi Dinlerde Kabir Hayatı İle İlgili İnanç Ölüm, insanlıkla ilgili önemli bir konu olduğu için insanlık tarihinde ölüm ve sonrası ile ilgili çok çeşitli görüşler ve inanışlar ortaya çıkmıştır. İnsanlar bu dünyada yaşarken ölümle karşılaşınca, bu dünyanın ötesinde bir başka yaşam ve hayatın olduğunu hissetmişler ve ölümden sonra bir hayatın varolduğuna inanmışlardır. Yapılan araştırmalar en ilkel kabilelerde bile insanların bu tür bir hayatın varolduğuna inandıklarını göstermektedir.33 Tarih boyunca ölüm düşüncesi ve olayı, hiçbir zaman, insanın kolaylıkla kabullenebildiği sıradan ve normal bir hadise olmamış, aksine insan düşüncesini en çok meşgul eden problemlerden birisi olmuştur. Bu özelliğinin doğal bir sonucu olarak da birçok inanç, din, mezhep ve felsefe sisteminde çeşitli görüşlere konu olmuştur. Ancak bunların hepsine yer vermek tezimizin konu ve sınırını çok aşacaktır. İslâm öncesi dinler arasında, hem mensuplarının çokluğu, hem etkisinin devamlılığı, hem de aynı kaynağa dayanmaları sebebiyle ilahi dinlerin görüşleri daha bir önem arz etmektedir. Dolayısıyla biz Yahudilik ve Hıristiyanlığın bu konudaki görüşlerine kısaca değinmeye çalışacağız. Cahiliye Dönemi başlığı altında da İslâm’ın ortaya çıktığı coğrafya ve bölgenin durumuna göz atmanın konunun anlaşılması açısından faydalı olacağını düşünmekteyiz. Bu nedenle Cahiliye döneminde Arapların nasıl bir Âhiret düşüncesine sahip olduklarını incelemeye çalışacağız. 2.2.1. Yahudilik’te Kabir Hayatı İle İlgili İnanç Günümüzde ilahi kaynaklı en eski din olan Yahudilikte, ölüm sonrasının ve Âhiret inancının tam bir netlik ifade etmediği, temel kaynaklarında konuyla ilgili farklı ve çelişkili ifadelerin yer aldığı görülmektedir.34 Nitekim, Tevrat’ta yer alan “On Emir” içerisinde sadece Allâh’a iman üzerinde durulmaktadır. Diğer iman esasları üzerinde ise sistematik bir bilgi bulunmamaktadır.35 33 Atay, Hüseyin, İslâm’ın İnanç Esasları, A.Ü.İ.F.Y., Ankara 1992, s. 195. 34 Krş. Atay, Hüseyin, İslâm’ın İnanç Esasları, s. 195.; Toprak, Ölümden Sonraki Hayat, s. 53. 35 Tümer, Günay- Küçük, Abdurrahman, Dinler Tarihi, Ocak Yay., 3. Baskı, Ankara 1997, s. 248-249. 12 Yahudi mezhepleri arasında da, bu konuda ciddi ayrılıklar söz konusudur. Bunlardan bazıları ölüm sonrasını kesin olarak reddederken, bazı mezhepler ise, kabul etmektedir. Ferisîler’de, İslâm inancına benzer şekilde bir Âhiret ve Cennet-Cehennem inancı vardır.36 Fakat Sadukîler ile günümüzdeki reformist Yahudi mezheplerinde ölüm sonrası inancı kesinkes reddedilmektedir.37 Bu yüzden günümüz Yahudiliği, maddeci ve yalnız dünya hayatının önemsendiği bir yapıya bürünmüştür. İnanç esasları ilgili böyle bir ihtilafa düşülmesi, Âhiret inancıyla ilgili verilerin belirsizliği ve çelişkisinden kaynaklanmış olsa gerektir. Nitekim Tevrat’ta bir yerde Rabbın öldürücü ve diriltici olduğu; öldükten sonra tekrar dirilteceği ifade edilirken,38 bir diğer yandan da, “ölüler diyarına inen bir daha çıkmaz” ifadesi yer almaktadır.39 Yahudilik’te ölümle ruhun bedenden uzaklaştığına ve bu dünya ile ilişkisinin kesildiğine inanılır. Kabirde yatan cesedin herhangi bir ıstırap çekeceği düşünülmez. Kabirde sual gibi bir durumdan da bahsedilmez. Fakat ölünün geride bıraktıklarının yapmış olduğu dua ve hayır işlerinden, ölenin ruhunun o alemdeki hayatının olumlu yönde etkileneceğine dair inanç Yahudilik’te yaygındır.40 Tevrat’ta yer alan “ve yerin toprağında yatanlardan bir çoğu, bunlar ebedi hayata ve şunlar utanca ve ebedi nefrete uyanacaklar” 41 ifadesi, kabir hayatına işaretle birlikte, orasının bir nevi uyku hali gibi algılandığını bize düşündürtmektedir. Fakat yine de ne Âhirete ilişkin, ne de kabir hayatına ilişkin net ve kesin bilgilerden söz edememekteyiz.42 2.2.2. Hıristiyanlık’ta Kabir Hayatı İle İlgili İnanç Hıristiyanlık’ta, ölüm sonrasına ilişkin bilgi ve ifadelerin daha belirgin olduğu ve bu inanca daha çok yer verildiği görülmektedir. Hıristiyanlık’ta ölümden sonra bir dirilişin olacağı, kulların hesaba çekileceği genelde kabul görmektedir. IV. yüzyıla ait üç bölümlü ve 12 maddelik Havariler İnanç Sistemi’nde “ölülerin dirileceğine ve sonsuz 36 Tümer- Küçük, a.g.e., s. 234. 37 Tümer- Küçük, a.g.e., s. 235, 243. 38 Kitab-ı Mukaddes, Eyyub, 6/ 26; I. Samuel, 2/ 6. 39 Kitab-ı Mukaddes, Eyyub, 7/ 9. 40 Bkz. Demirci, Kürşat, “Kabir”, T.D.V.İ.A., XXIV, 34. 41 Kitab-ı Mukaddes, Daniel, 12/ 2. 42 Ayrıntılı bilgi için Bkz. Paçacı, Mehmet, Kutsal Kitaplarda Ölüm Ötesi, Ankara Okulu Yay. Ankara 2001, s. 101 vd. 13 hayata inanırım”şeklindeki madde bunu ifade etmektedir. Ancak konuya ilişkin ifadeler çeşitli yerlerde çelişkiler arz edebilmektedir ve ayrıntılara fazla yer verilmemiştir.43 Âhiret alemi, Hıristiyanlık’ta “göklerin hükümranlığı” veya “Tanrının hükümdarlığı” olarak anlatılır ve insanın sahip olabileceği en değerli şey olarak belirtilir.44 Bunun dışında Hıristiyanlık’ta, İslâm’dakine benzer kabir hayatı A’raf şeklinde ifade edilmektedir. Buna göre A’raf, insanların ilk muhakeme olacakları, küçük günahlarının kefaretlerini çekecekleri, ikinci ve büyük muhakemeye kadar kalacakları yerdir. Fakat bu bazı Hristiyan mezheplerinde kabul edilmemektedir.45 A’raf’taki azâbın bedenî olduğu, Cehennem’dekinden farklı olarak muvakkat olduğu konusunda da kuvvetli bir kanaat hakimdir.46 Bununla beraber Hıristiyanlık’ta ölümle ruhun bedenden ayrıldığına, beden bozulurken ruhun yüceltilmiş, vücuduyla bir araya gelmenin arzusu içinde Tanrı’ya gittiğine ve Son Gün’de insanların yeniden diriltileceğine inanılır. Fakat Hıristiyanlık’ta İslâm’daki hâkim telakkiye benzer bir kabir azâbı kavramına rastlanmamaktadır.47 2.2.3. Cahiliye Döneminde Kabir Hayatı İle İlgili İnanç İslâm öncesi Araplarının genel olarak ölüm sonrasına dair bir inanca sahip olmadıkları, ölümle her şeyin bittiğine inandıklarını görmekteyiz. Ölüm onlarda bir yok oluş olarak kabul edilmiştir. Onlara göre ölüm bir sondur ve sonrası onları neredeyse hiç ilgilendirmemiştir. Dünya hayatından başka bir hayat yoktur ve vücut toprağa gömülürse çürür ve toz toprak olur. Ruh ise bir rüzgar gibi uçar gider.48 Cahiliye Araplarının, alışageldikleri kötü işleri ve şahsi menfaatleri ile çatıştığından dolayı ölüm sonrası ceza ve mükafatı inkar ettikleri düşünülebilir. Yoksa ölümden sonrasını tamamen bir hiçlik olarak görmediklerini gösteren bazı davranışları vardır. Zira ölümden sonraki cenâze merasimlerinde, “beliyye” adını verdikleri bir 43 Tümer-Küçük, Dinler Tarihi, s. 272. 44 Tümer-Küçük, a.g.e., s. 272. 45 Tümer-Küçük, Dinler Tarihi, s. 470-471. 46 Tümer-Küçük, a.g.e., s. 471; Ayr. Bkz.Toprak, Ölümden Sonraki Hayat, s. 57. 47 Demir, Kürşat, “Kabir”, T.D.V.İ.A., XXIV, 34. 48 Paçacı, Mehmet, Kutsal Kitaplarda Ölüm Ötesi, s. 46-47. 14 deveyi mezarları başında kurban etmeleri49 veya bineklerinin de beraberlerinde gömülmesini istemeleri, ölümü bir yokluk olarak kabul etmediklerini göstermektedir. Bunlara ilaveten İslâm öncesi Araplarda, öldürülen kişinin “hame” adlı bir ruha dönüştüğü ve intikamını alıncaya kadar “ bana su verin” diye bağırıp durduğuna dair bilgiler vardır ki, bu da onların ve işlerine gelen yerlerde Âhiret ve ölüm sonrası düşüncelerinin vicdanlarında ve zihinlerinde ortaya çıktığı görüşümüzü te’yid etmektedir.50 Hatta Araplardan bir kısmının ölüye İslâm’daki cenâze merasimine benzer bir merasim yaptıkları yine kaynaklarımızda geçmektedir ki, bunların da Hanifler olduğu düşünülmektedir.51 Cahiliye Araplarının ölüm sonrası hakkındaki düşünce ve inanışları tam belirgin olmadığı için, kabir hayatı ve Âhiret düşüncesi gibi bir süreç ayrımından bahsedilemez. Onların görüşlerinin daha çok ölüm sonrası noktasında genel bir kanaat olduğu söylenebilir. 49 Ateş, Ali Osman, İslâm’a Göre Cahiliye ve Ehl-i Kitap Örf ve Adetleri, Beyan Yay., İstanbul 1996, s. 85; Toprak, Ölümden Sonraki Hayat, s. 48. 50 Paçacı, Kutsal Kitaplarda Ölüm Ötesi, s. 47. 51 Ateş, İslâm’a Göre Cahiliye ve Ehl-i Kitap Örf ve Adetleri, s. 84. 15 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM KABİR VE KABİR AHVALİ İLE İLGİLİ RİVAYETLER 3.1. Kabrin Ölüye Genişlemesi ve Sıkması ile İlgili Rivayetler Kişinin kabre konulmasından sonra karşılaştığı ilk durum, kabrin insanı sıkması olarak belirtilmektedir. Bu konuda hadislerde belirtildiği şekliyle kişi, kendi yakınlarının kendisini defnetmesini ve ayrılırlarken ayak seslerini işitir.52 Daha sonra diğerlerinin kendisi terk etmesiyle birlikte, kabirde amelleriyle birlikte yalnız başına kalır ve rivayetlerden anladığımıza göre, ilk sıkma hadisesi bu anda olmaktadır. Bundan dolayı Hz. Peygamber ölünün defnedildikten sonra bir deve kesimi müddeti başında durulmasını, ölüye dua edilmesini, yalnızlığına alışıncaya kadar kabri başında beklenmesini tavsiye etmiştir.53 Zira bu sırada kişiyi zor durumlar beklemektedir. Bu Âhiret menzillerinin ilki, sonrası için de önemli olacaktır. Nitekim Hz. Ebûbekir (r.a.) de buranın yalnızlığından dolayı en çok buradan korktuğunu ifade etmiş, Hz. Osman (r.a.) da bir kabrin başında durduğu zaman, sakalları ıslanıncaya kadar ağlamış, sebebini soranlara da Resûlullâh’ın buranın Âhiret menzillerinin ilki olduğunu bundan kurtulan için sonrasının daha kolay olacağını, kurtulamayanın ise sonraki durumunun daha kötü olacağını işittiğini haber vermiştir.54 Aynı şekilde el-Berâ b. Azîb de, Hz. Peygamber ile birlikte bir cenâzede bulunduklarını, Peygamberimizin kabrin başına durup toprağı ıslatacak kadar ağladığını ve sonra “Kardeşlerim! Böylesi bir gün için hazırlıklı olun.” buyurduğunu ifade etmiştir.55 es-Suyûtî’nin kitabında, konumuzla ilgili olarak bir takım nakiller yer almakta, ayrıca kabirle ilgili genel bilgiler veren bir takım rivayetlere de rastlanmaktadır. Kanaatimizce, es-Suyûtî’nin kaydetmiş olduğu bu bilgiler ilerde kabir ahvali ile ilgili 52 Bkz. Buhârî, el-Câmiu’s-Sahîh, I, 448, 462.; Müslim, el- Câmiu’s-Sahîh, IV, 2201. 53 İlgili rivayetler için Bkz. Müslim, a.g.e., I, 112; Beyhakî, es-Sünenu’l-Kübrâ, IV, 56; es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 178. 54 et-Tirmizî, es-Sünen, IV, 553; İbn Mâce, es-Sünen, II, 1426; İbn Hanbel, el-Müsned, I, 63; es-Suyûtî, a.g.e., s. 212. 55 İbn Mâce, es-Sünen, II, 1403; Ayr. Bkz.el-Kenânî, Ahmed b. Bekr b. İsmail, Misbâhu’z-Zucâce, tah. Muhammed el-Munteka el-Keşnâvî, Dâru’l-Arabiyye, 2. Baskı, Beyrut 1403h., IV, 234. 16 rivayetleri anlamak için gerekli olduğu gibi İslâm’da kabre bakışın anlaşılması için de gerekli ve önemlidir. Kabirler, her zaman için ibret alınacak, dersler çıkarılacak, dünyayı anlamamıza yardımcı olacak, yaşayışımıza yön verecek bir mekan olma özelliğine sahiptir. Peygamber Efendimiz de kabir ziyaretini önce yasaklamış, fakat daha sonra insanlarda tevhid akidesi kuvvetlenince kabirleri ziyaret etmeyi serbest bıraktığı gibi, bu hususu teşvik de etmiştir.56 İmâm es-Suyûtî’nin Şerhu’s-Sudûr’da, bu başlık altında şu rivayetlere yer verdiği görülmektedir: “el-Hâkim, İbn-i Mâce, el-Beyhakî ve Hennâd, Kitabü’z-Zühd’de, Hz. Osman’ın (r.a.) Mevla’sından rivayet ettiler. O dedi ki: “Hz. Osman (r.a.) bir kabrin başında durduğu zaman sakalları ıslanıncaya kadar ağlardı. Ona: ‘Cenneti, Cehennemi hatırlıyorsun ağlamıyorsun da bu kabirden dolayı mı ağlıyorsun?’ denilir, o da şöyle derdi: ‘Resûlullâh (s.a.s.) buyurdu ki: ‘Muhakkak kabir, Âhiret menzillerinin ilkidir. Ondan kurtulan için sonrası daha kolaydır. Eğer ondan kurtulamazsa, sonrası ondan daha şiddetlidir.’ Yine Resûlullâh buyurdu ki: ‘Gördüğüm hiçbir manzara kabir kadar korkunç değildi.”57 Bu hadis hakkında İmâm ez-Zehebî, isnaddaki İbn Buceyr’in temel alınabilecek bir kimse olmadığını, fakat bazılarının onu kuvvetlendirdiğini, Hz. Osman’ın mevlâsı Hanî için ise, kendisinden rivayetler yapıldığını onun hakkında bir beis olmadığını söylemiştir. et-Tirmizî de bu hadisi kitabında zikretmiş ve sadece Hişâm b. Yûsuf kanalıyla geldiği için, hasen-garib bir rivayet olduğunu beyan etmiştir.58 İbn Mâce, Berâ b. Azîb’den (r.a.) rivayet etmiştir: “Biz Resûlullâh (s.a.v.) ile bir cenâzede beraber idik. Resûlullâh (s.a.s.) kabrin yanı başında oturdu. Ağladı ve ağlattı. Öyle ki toprak ıslandı. Sonra şöyle buyurdu: "Kardeşlerim! Böyle bir gün için hazırlanınız!”59 Bu rivayetin, isnadında Muhammed b. Mâlik olduğu için zayıf olduğu söylenmiştir. Ebû Hâtim onda bir sakınca olmadığını söylemiş, İbn Hıbbân da es-Sikât’ı 56 Buhârî, el-Câmiu’s-Sahîh, I, 430; Müslim, el-Câmiu’s-Sahîh, II, 672, 1563; Ebû Dâvud, es-Sünen, III, 218; İbn Mâce, es-Sünen, I, 501, Nesâî, es-Sünenu’l-Müctebâ, VIII, 311. 57 Bkz. İbn Mâce, a.g.e., II, 1426; en-Nisâbûrî, el-Müstedrek, IV, 366; el-Beyhakî, es-Sünenu’l-Kübrâ, IV, 56. 58 Bkz. Tirmizî, es-Sünen, IV, 553. 59 İbn Mâce, a.g.e., II, 1403. 17 ve ed-Duafâ’sında zikretmiş, fakat el-Berâ b. Âzib’ten bir şey işitmediğini ileri sürmüştür. Ayrıca onun tek başına kaldığı rivayetlerde kendisiyle ihticac edilemeyeceğini ifade etmiştir. Ancak Ahmed b. Hanbel ve Ebû Ya’lâ’nın da onun Berâ b. Âzib’den yaptığı farklı rivayetleri zikretmiş olmaları İbn Hıbban’ın görüşünü geçersiz kılmaktadır. Bundan dolayı hadisin sahîh olması daha doğrudur. Zira İbn Hıbbân aynı raviyi es-Sikât’ında zikretmiştir.60 Hz. Ali’den gelen bir başka rivayette ise şu ifadeler yer almaktadır: “Hz. Ali bir gün şöyle hitab etti: “Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe ya cehennem çukurlarından bir çukurdur. Kabir günde üç kez konuşur ve şöyle der: “Ben kurtlar eviyim. Ben karanlıklar eviyim. Ben vahşet ve yalnızlık eviyim.”61 Bu rivayetlerde, kabrin Hz. Peygamber ve ashabında nasıl duygular uyandırdığı, ve onların kabre nasıl baktıkları anlatılmaktadır. Kabir, onlar için ahiretin dünyadaki kapısı olmuş, oraya bakınca hep büyük günü hatırlamışlar; bu onlara içinde yaşadıkları hayatı ve ömürlerini kontrol etme, değerini bilme, oraya iyi hazırlanma konusunda önemli bir etken olmuştur. Nitekim Peygamber Efendimiz de yukarıda da zikrettiğimiz gibi aynı düşünceyle kabir ziyaretini tavsiye etmiş ve ahireti hatırlatacağını söylemişlerdir. Sonuç olarak bu rivayetlerde kabir, insanın ölümlü bir varlık olduğunu hatırlatan bir Cennet bahçesi ve istirahat yeri veya bir Cehennem çukuru olabilen, insanın yaptıkları ile karşı karşıya kalacağı bir yer ve ahiret hayatının ilk mertebesi olarak tanıtılmaktadır. 3.1.1. Kabrin Mü’minleri Sıkması İle İlgili Rivayetler Kabrin özelliklerinden birincisi, kabrin insanı sıkmasıdır. Kabrin bu özelliği de sadece belli bir grub için değil, kabre giren herkesi ilgilendirmektedir. Nitekim kabrin, mü’minleri de sıkacağı çeşitli rivayetlerde belirtilmektedir. Bu konudaki rivayetlerin en meşhuru, ashâbdan Sa’d b. Muâz hakkında nakledilen rivayetlerdir.62 60 el-Kenânî, Misbâhu’z-Zucâce, IV, 234. 61 es-Suyûti, Şerhu’s-Sudûr, s. 213. 62 Ebû Şeybe, Ebu Bekir Abdullah b. Muhammed, el-Musannaf, tah. Kemal Yusuf el-Hût, Mektebetu’rRüşd, 1. Baskı, Riyad 1409, VI, 375, 393; Nesâi, es-Sünenu’l Müctebâ, IV, 100; Ibn Hıbbân, es-Sahîh, VII, 379, XV, 506; el-Hâkîm, el-Müstedrek, III, 228; Taberânî, Ebû Kasım Süleyman b. Ahmed, Mu’cemu’l-Evsat, tah. Abdulmuhsin b. İbrahim el-Hüseynî, Dâru’l-Haremeyn, Kahire 1405, VI, 349, II, 139; el-Heysemî, Ali b. Ebibekir, Mecmau’z-Zevâid, Dâru’l-Kütübi’l-Arabî, Kahire 1407, III, 46; el- 18 İmâm es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr adlı eserinde bu konuyla alakalı aşağıda kaydedeceğimiz rivayetleri zikretmiştir ki, bunların Ahmed b. Hanbel, Hakîm-i Tirmizî ve el-Beyhakî’nin kitaplarında da yer aldıklarını görmekteyiz. Ahmed b. Hanbel’in Huzeyfe’den (r.a.) naklettiği bu konudaki bir rivayet şöyledir: “Bir cenâzede Resûlullâh ile beraberdik, kabre vardığımızda Resûlullâh (s.a.s.) kabrin kenarında oturdu, sık sık kabrin içine bakmaya başladı ve sonra şöyle buyurdu: “Burada mü’min öyle sıkıştırılır ki, damarları ve kasları şiddetten kopar. Kâfir ise üstü ateşle dolar.”63 el-Heysemî, bu rivayetin senedinde Muhammed b. Câbir olduğunu ve bundan dolayı hadisin zayıf olduğunu belirtir. es-Suyûtî ise aynı hadisi, el-Leâli’l Masnû’a’da nakleder ve orada hadisle ilgili şu görüşlere yer verir: “İbnu’l Cevzî, hadisin senedinde Muhammed b. Câbir olduğunu bundan dolayı da hadisin sahîh olamayacağını, ona itimad edilemeyeceğini belirtmiştir.64 ‘Ben de derim ki, İbn Hacer onun bu görüşünü devam ettirmiş, Saîd b. Fîrûz’un, Huzeyfe’ye (r.a.) erişmediğini belirtmiştir. Bununla beraber, Suyûtî, sadece bunun hadisin uydurma olduğunu göstermeyeceğini, çünkü bu hadisin bir çok şahidinin başka yollarla geldiğini belirtmiştir.”65 Bu görüşü Fettenî de desteklemiş ve hadisin zayıf olduğunu, ancak uydurma ve asılsız olmadığını ifade etmiştir.66 Bu konuda Sa’d b. Muâz hakkındaki rivayetlerin temel teşkil ettiğini ve önemli bir yer tuttuğunu belirtmemiz gerekir. es-Suyûtî bu konuda Sa’d b. Mu’âz’la alakalı olan yirmiye yakın rivayete kitabında yer vermiştir.67 Hz. Âişe’den gelen bir rivayet, aynı zamanda İmâm Ahmed ve el-Beyhakî tarafından da zikredilmiştir. es-Suyûtî ise, bunu konuyla alakalı ikinci hadis olarak kitabına almıştır: Hâkim Muhammed b. Ali b. Hasen Ebû Abdullah et-Tirmîzî, Nevâdiru’l-Üsûl fi Ehâdîsi’r-Rasûl, tah. Abdurrahman Umeyrâ, Dâru’l-Cîl, Beyrut 1992, II, 103. 63Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, V, 407; el-Beyhakî, Ahmeb b. Hüseyn, İspatu Azâbi’l-Kabr, Dâru’lFurkan, 2. Baskı, tah. Şeref Mahmud el-Gudât, Umman 1405, Hadis No: 127; el-Heysemî, Mecmau’zZevâid, III, 46. 64 İbn Cevzî, Kitâbu’l-Mevzûât, II, 406. 65 es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, II, 433. 66 Bkz. el-Fettenî, Tezkiratu’l-Mevzûât, s. 219. 67 Bkz. es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 158-162. 19 “Kabrin öyle bir sıkıştırması vardır ki, eğer birisi bundan kurtulsaydı muhakkak o, Sa’d b. Muâz olurdu.” 68 el-Heysemî, bu rivayetin iki tarikinin ravilerinin sika kimseler olduğunu belirtmektedir.69 İmâm Ahmed, Hakîm-i Tirmizî, et-Taberânî, el-Beyhakî’nin, Câbir bin Abdillâh’dan rivayet ettiklerine göre: “Sa’d bin Mu’âz defnedildiği zaman Peygamber (s.a..v) tesbih getirdi. Millet de uzun uzun tesbih getirdiler. Sonra tekbir getirdi. Millet de tekbir getirdi, ‘Ya Resulallâh neden tesbih getirdin?’ dediler. Buyurdu ki: ‘Bu salih adama kabir çokça sıkıştı. Sonra Allâh sıkıntısını giderdi.”70 el-Heysemî tarafından, Saîd b. Mansûr, el-Beyhakî, Hakîm et-Tirmizî ve etTaberânî’den nakledilen bir diğer rivayet ise şöyledir: İbn Abbas (r.a.) den: “Sa’d b. Mu’âz defnedildiğinde Peygamber Efendimiz (s.a.s) kabrinin başında oturmaktaydı. Buyurdu ki, ‘Eğer bir kimse kabrin sıkmasından kurtulmuş olsaydı Sa’d b. Mu’âz kurtulurdu, kabri onu kuvvetli bir şekilde sardı, sonra ona rahatlatıldı.”71 el-Heysemî, bu rivayetin ravilerinin de sika olduğunu belirtmiştir.72 en-Nesâî ve el-Beyhakî’nin, Abdullâh bin Ömer (r.a.) tarikiyle Resûlullâh (s.a.s.)’dan naklettiklerine göre: “Sa’d bin Mu’âz (r.a.)’ın ölümünden dolayı Arş sevincinden titredi, semanın kapıları ona açıldı. Ve yetmiş bin melek cenâzesinde hazır bulundu. Bununla beraber o da kabir sıkıntısını çekti. Sonra kabri genişleyerek ona ferahlık verildi.”73 Hakîm-i Tirmizî ve el-Beyhakî’nin, İbn-i İshâk vasıtasıyla Ümeyye bin Abdillâh’dan rivayet ettiklerine göre; Sa’d’ın bazı akrabalarından, “Resûlullah’ın, ‘Sa’d için kabir daraldı’ sözünden ne anladınız’ diye sorulmuş. Onlar cevaben: ‘Resûlullâh’a 68 Bkz. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, VI, 55; İbn Hıbban, es-Sahîh, VII, 379; İbn Cevzî, Kitâbu’lMevzûat, II, 406; es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 156. 69 el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, III, 46. 70 Bkz. es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 157. es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, II, 434. 71 Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat, II, 139; Hâkim et-Tirmîzî, Nevâdiru’l-Üsûl, II, 103. 72 el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, III, 46. 73 Bkz. en-Nesâî, es-Sünenu’l-Müctebâ, IV, 100; es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, II, 435. 20 (s.a.s.) ne kastettiği soruldu. ‘Küçük taharetten kusurlu davrandığından dolayı kabir ona sıkıştı’ diye buyurdu.”74 İbnu’l-Cevzî bu rivayeti Kitâbu’l-Mevzûât’ında zikrederek, hiçbir senedinin sahîh olmadığını belirtmiştir.75 Rivayetin isnadının zayıf olduğunu el-Heysemî de kaydetmiştir.76 Bizce de bu rivayetlerin sahîh olmaması daha kuvvetli görünmektedir. Kabrinin kendisini sıktığı hususu, Sa’d b. Mu’âz hakkındaki hadislere daha sonra eklenmişe benzemektedir. es-Suyûtî, konuyla ilgili olarak farklı birçok rivayet zikretmiştir. es-Suyûtî, Sa’d b. Mu’âz’la ilgili rivayetlere Leâli’l-Masnû’a’sında da yer vermiş ve bunlarla ihticacın sahîh olamayacağını kendisi de ifade etmiştir.77 Sa’d b. Mu’âz, sahabîler arasında ibadetinin ve takvasının çokluğu ile meşhur olan, Peygamber Efendimizin kendisini çok sevdiği bir sahabîdir. Durum böyle olduğu halde, onun bile kabrin sıkıştırmasından kurtulamadığına dair bu rivayetleri sahîh kabul etmek mümkün gözükmemektedir. Hadislerin değerlendirilmesinde sadece sened tenkidinin yeterli olamayacağı açık bir husustur. Hadisi nakledenler arasında bir tane zayıf ravi var diye hadisin tamamen reddedilmesinin ya da bütün ravileri sikadır diye onun kesin olarak sahîh olduğuna hükmedilmesinin hadisleri değerlendirmede eksik bir tutum olduğu, hadis alimleri arasında yaygın bir tutumdur. Nitekim es-Suyûtî’nin bu hadislere yer vermesinde de bu yaklaşımın etkili olduğunu düşünmekteyiz. Bununla beraber bu hadislerin mecâzî olarak anlaşılması mümkündür. Zira insan kabirde yalnız başına kalıp o dar ve karanlık yere girince - ki bu halde kendisi de en azından ruhu ile uyanık vaziyettedir- o kabrin kendisini sıktığını, daraldığını hissedebilir. Nitekim insan normal hayatta da öyle dar, üstü kapalı ve karanlık bir yere girdiği zaman orada boğulacak gibi olduğunu, orasının kendisini çok sıkıştırdığını bizzat yaşayabilir. Bunun- tamamen aynı olmasa da- oradaki durumun benzeri olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu kabrin sıkıştırması geçiçi bir durumdur. Zira daha sonra kabrin 74 İbn Cevzî, Kitabu’l-Mevzûât, II, 408; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, III, 47. 75 İbn Cevzî, Kitabu’l-Mevzûât, II, 407. 76 el-Heysemî, a.g.e., a.g.y.; Ayr. Bkz. el-Leâli’l-Masnûa, II, 435; es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 158. 77 Bkz. es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, II, 435-436. 21 genişlediği, insanın salih amellerinin ona yoldaş oldukları78 ve kabrin bir cennet bahçesine dönüştüğü haber verilmektedir.79 Hakîm-i Tirmizî ise kabir sıkmasıyla ilgili şu görüşlere yer verir: “Kabrin sıkmasının aslı, kabrin ölüyü kucaklamasıdır. Çünkü insanlar topraktan yaratıldılar, uzun müddet ondan ayrı kaldılar. Tekrar toprağa döndükleri zaman, ananın evladını kucakladığı gibi toprak da onları sıkar. Ancak mü’min ve itaatkar olanları şefkatle, asi olanları da azapla.”80 Bazı alimler ise, kabrin mümini sıkmasının hata ve günahlarının keffareti için olduğunu, çektiği sıkıntı ile günahlarının affedileceğini ifade etmişlerdir. 81 3.1.2. Kabrin Kâfirleri Sıkması İle İlgili Rivayetler Konuyla ilgili hadislerde anlatıldığına göre, kabrin insanları sıkması ve sarması, kâfirler için daha şiddetli ve devamlı olan bir husustur. Hadislerden kâfirler için kabrin sıkması ile mü’minleri sıkmasının farklı nitelikte olduğu anlaşılmaktadır. Kâfirler için kabir hayatı ile birlikte devamlı olacak olan bir kabir azâbı başlamaktadır. Kabrin ateşle dolması, kaburga kemiklerinin birbirine geçmesi bunlardan başlıca ikisidir. İmâm esSuyûtî de burada mahiyet farkını ifade eden bu konudaki şu rivayete yer vermiştir: “el-Beyhakî, İbn Mende, Deylemî, İbn Neccâr, Saîd bin el-Müseyyib vasıtasıyla Hz. Âişe’den nakledildiğine göre, O bir gün Resûlullâh’a (s.a.s.) şöyle dedi: “Ya Resulallâh! Sen bana Münker–Nekîrin sesinden ve kabrin sıkıştırmasından söz ettiğinden bu yana hiçbir şeyden yararlanamıyorum.” Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Ey Âişe! Münker–Nekîr’in sesi, mü’minlerin kulağında, gözdeki sürme gibidir. Kabrin sıkıştırması ise şefkatle ananın kucaklaması gibidir. Çocuğu başının ağrıdığını ona anlatır. O da yumuşaklıkla başını okşar. Fakat ey Âişe, ne yazık o kimselere ki, Allâh’tan şüphe ederler. Taşın yumurtanın üstüne düşüp onu ezmesi gibi kabirlerinde ezilirler.” 82 78 Bkz. es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 162. 79 Krş. Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, II, 306. 80 Hakim et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, II, 306, II, 306; es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 149. 81 Bkz. es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 161. 82 Bkz. ed-Deylemî, Ebû Şuca’ Şiruveyh b. Şehrdâr, el-Firdevs bi Me’sûri’l-Hitâb, tah. Saîd b. Besyûnî Zağlul, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1986, IV, 398; es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 161. 22 3.1.3. Kabrin Peygamberleri Sıkması İle İlgili Rivayetler Kaynaklarda kabrin insanı sıkmasının Peygamberler için de vakii olduğunu belirten bazı rivayetler yer almaktadır. Bu rivayetler de, Sa’d b. Mu’âz ile bağlantılandırılmıştır. Ancak bunların muteber birer rivayet olarak değerlendirilmediğini belirtmemiz gerekmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, Sa’d b. Mu’âz hadisleri bazı raviler tarafından bir kısım vehim ve hatalara ya da tahminlere konu olmuş gözükmektedir. Bununla alakalı es-Suyûtî’nin, Zübeyr b. Bekkâr’ın “Mevfikıyyât” adlı eserine dayanarak yaptığı rivayet şu şekildedir: Ebû Ğazıyye el-Ensârî, İbrâhîm b. Sa’d > Muhammed b. İshâk > Abdullâh b. Amr vasıtasıyla nakledildiğine göre şöyle anlatmıştır: “Sa’d b. Mu’âz vefat ettiğinde Resûlullâh onun cenâzesi için yola çıktı. Yolda yürüyorlarken Peygamberimiz geride kaldı. Ashab yetişmesi için Peygamberimizi beklediler ve dediler ki: ‘Ya Rasûlallâh seni bizden geride bıraktıran nedir?’ Bunun üzerine Resûlullâh (s.a.s.): ‘Sa’d b. Mu’âz’ın kabrinde sıkıştırıldığını duydum’ buyurdu. Bunun üzerine Ashab: ‘O, kabrinde sıkıştırıldı mı? Rahmân’ın arşı onun için sarsıldığı halde mi?’ diye sorunca Peygamberimiz buyurdu ki: ‘Yahyâ b. Zekeriyyâ mı daha üstündür yoksa Sa’d b. Mu’âz mı? Nefsimi yed-i kudretinde tutan Allâh’a yemin ederim ki, Yahya (a.s.) da arpa ekmeğinden bir kere doyduğu için kabir onu da sıkmıştır.”83 Bu rivayet isnad bakımından sorunlu olması bir tarafa, metin bakımından da kabul edilemez boyutta problemlidir. Buna göre hiçbir kimsenin doyuncaya kadar yemek yememesi ve bunun yasaklanmış olması gerekmektedir. İmâm Celâlüddîn es-Suyûtî’nin burada bir tavrı göze çarpmaktadır. O tavır da bu rivayetin senedinin muğdal ve münker olduğunu belirtmesi, fakat metin tenkidine yer vermemesidir.84 Bu yaklaşım ve tavır, hadis ekolünün rivayetlere yaklaşımının bariz bir örneğini gözler önüne sermektedir. Bu yaklaşıma göre hadisin reddi ve kabulünde en başta dikkat edilecek olan husus hadisin senedidir.85 83 es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr,s. 160. 84 Bkz. es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 160. 85 Konuyla ilgili görüşler için bkz. Kırbaşoğlu, Hayri, Alternatif Hadis Metodolojisi, Kitabiyat Yay. Ankara 2002, s. 31, 234, 165 vd. 23 es-Suyûtî’nin kendisinin de ifade ettiği, alimlerin de ittifak ettikleri gibi Peygamberler kabirde sorgu veya sıkıntıya maruz kalmazlar.86 3.1.4. Kabrin Çocukları Sıkması İle İlgili Rivayetler es-Suyûtî’nin Şerhu’s-Sudûr’unda ve bazı diğer bazı kaynaklarımızda yer alan birtakım rivayetlerde, çocukların da kabrin sıkıştırmasına maruz kaldıkları nakledilmektedir. Nitekim bu rivayetlerden bazıları da, Hz. Peygamberin çocukları ile ilgilidir. Çocukların kabrin sıkıştırmasına maruz kalacaklarını belirten rivayetler şunlardır: “et-Taberânî, Enes (r.a.)’den şöyle rivayet etmiştir: “Resûlullâh’ın kızı Zeyneb vefat edince Resûlullâh’ın yanına gittik. Onun çok mahzun olduğunu gördük. Sakin bir şekilde kabrin yanında oturdu ve göğe bakmaya başladı. Sonra kabrin içine indi. Onun hüznünün iyice arttığını gördük. Kabirden çıkınca sevindiğini ve gülümsediğini gördük. Hemen sebebini sorunca buyurdu ki: ‘Kabrin darlığını, sıkıntısını ve Zeyneb’in zayıflığını düşünüyordum. Bu bana zor geliyordu. Hafifletilmesi için Allâh’a dua ettim. Kabul oldu. Ama yine de kabir onu öyle bir daralttı ki, ins ve cinnin dışında her şey onu işitti.”87 İbnü’l-Cevzî, bu hadis hakkında hiçbir tarikinin sahîh olmadığını belirtir ve uydurmadır, derken, el-Heysemî de bunu et-Taberânî’nin de naklettiğini fakat isnadının zayıf olduğunu belirtir.88 es-Suyûtî ise, bu rivayet hakkında ed-Dârekutnî ve İbnü’l-Cevzî’nin görüşlerini belirttikten sonra, bu hadisi sadece el-Hâkim’in el-Müstedrek adlı eserinde naklettiğini kaydetmiştir.89 Bu konuda el-Heysemî tarafından isnadının sahîh olduğu kaydedilen ve Ebû Eyyûb’dan nakledilen bir rivayet daha vardır. Buna göre o şöyle demiştir: 86 es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr,s. 160-161. 87Taberânî, Süleyman b. Ahmed b. Eyyub, el-Mu’cemu’l-Kebîr, tah. Hamdi Abdulmecîd es-Selefî, Mektebetu Dâru’l-Hikem, 2. Baskı, Musul 1983, XXII, 433, II, 257; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, III, 47. 88İbn Cevzî, Kitâbu’l-Mevzûât, II, 232; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, III, 47; el-Fettenî, Tezkiratu’lMevzûât, s. 219. 89 Bkz. es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, II, 434. 24 “Küçük bir çocuk defnedildi. Bunun üzerine Resûlullâh (s.a.s.): “Eğer kabir daralmasından bir kimse kurtulsaydı, bu çocuk kurtulacaktı, buyurdu.”90 el-Heysemî her ne kadar bu rivayetin senedinin sahîh olduğunu söylese de, henüz mükellef olmamış, hiçbir günah işlememiş bir çocuğun kabir azâbına uğrayacağını, bu yüzden kabrinin daraltılacağını kabul etmek, bunu Yüce Allâh’ın adâleti ve rahmeti ile bağdaştırmak mümkün gözükmemektedir. Ancak bu bir azab değil de kabre girmenin doğal bir sonucu olarak düşünülebilir ki doğan her çocuk anne karnından dünya ortamına geçtiğinde de ilk başta bazı sıkıntılara maruz kalmaktadır. Ancak biz bunu bir azap olarak değerlendirmemekteyiz.91 Saîd bin Mansûr ve İbn Ebî’d-Dünyâ’nın Za’zân’dan rivayet ettiklerine göre, İbn Ömer (r.a.) dedi ki: “Rasûl-ü Ekrem (s.a.v.), kızı Rukiye defnedilince kabrin yanında oturdu. Yüzünden sevinçli olmadığı anlaşılıyordu. Sonra sevinmeye başladı. Bunun üzerine Ashab-ı Kiram’dan bazıları sebebini sordular. Cevaben şöyle buyurdu: Kabrin sıkıntısı ve Rukiye’nin zayıflığını hatırladım. Kolaylaşması için dua ettim, kabri genişledi. Allâh’a yemin ederim ki, kabir onu öyle sıkıştırdı ki yer ve göklerin arasındaki her şey işitti.” 92 Bu rivayet, Hz. Peygamber’in kızı Zeyneb hakkında yukarda kaydetmiş olduğumuz uydurma rivayetle metin açısından benzerlik arzetmektedir. İbnü’l-Cevzî ve es-Suyûtî, bu rivayeti, uydurma hadisler için yazdıkları eserlerine alarak onun uydurma olduğuna işaret etmişlerdir.93 Ali bin Ma’bed, “Taat ve İsyân” adlı kitabında İbrâhîm el-Ganevî tarikiyle bir kimseden rivayet ettiğine göre şöyle demiştir. “Ben Âişe’nin (r.a.) yanındaydım. O anda oradan bir çocuğun cenâzesi geçiyordu. Âişe (r.a.) ağladı, neden ağladığını sorunca, ‘Kabrin daralmaması için, çocuğa şefkatten ağladım’ dedi.”94 90el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, III, 47-48; el-Heysemî hadisi et-Taberânî’nin de rivayet ettiğini ve isnadının sahîh olduğunu belirtir. 91 Konu ile ilgili bazı değerlendirmeler için bkz. Ateş, Ali Osman, Kur’an ve Hadislere Göre Şeytan, Beyan Yayınları, İstanbul 1995, 261-265. 92 İbn Cevzî, Kitâbu’l-Mevzûât, II, 232; Bkz. es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, II, 435-436. 93 İbn Cevzî, Kitâbu’l-Mevzûât, II, 232; Bkz. es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, II, 435-436. 94es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr s. 160. 25 es-Suyûtî’nin kaydettiği bu rivayetin isnadında yer alan raviler mechul kimseler olup, senedi de kopuktur. Rivayetin metni de, Yüce Allâh’ın adâlet ve rahmetiyle bağdaşmayan unsurlar ihtiva etmektedir. Bu yüzden isnad ve metin açısından problemli bu uydurma rivayete güvenilemeyeceği açıktır. es-Suyûtî’nin konumuzla ilgili olarak nakletmiş olduğu başka bir rivayet daha vardır. Ömer bin Şeybe’nin, Enes (r.a.)’den naklettiği bu rivayete göre Resûlullah (s.a.s.): “Kabrin şiddetinden Esed’in kızı Fatıma’dan başka hiç kimse kurtulamadı” buyurdu. ‘Oğlun Kasım da mı kurtulmadı?’ diye sordular. O da: ‘Hayır Oğlum İbrâhîm de kurtulmadı. İbrâhîm onların en küçüğü idi’ diye cevap verdi.”95 es-Suyûtî’nin kaydetmiş olduğu bu rivayetin de sahîh olmadığını, rivayetin metninin, yukarda değerlendirmeye tabi tuttuğumuz uydurma rivayetler gibi Yüce Rabbimizin adâlet ve rahmetiyle bağdaşmayan ifadelere sahip olduğunu, bu nedenle konumuzla ilgili olarak delil olamayacağını kaydetmek istiyoruz. 3.2. Kabrin Genişlemesi İle İlgili Rivayetler Kaynaklarda yer alan bazı hadislerde, kabrin mü’minler için genişlediği haber verilmektedir. Nitekim Ahmed b. Hanbel, en-Nesâî ve İbn Mâce’nin naklettikleri konumuzla ilgili bir hadis şöyledir: “Bir adam Medine’de vefat etti. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) onun namazını kıldı ve: ‘Keşke doğduğu yerden başka bir yerde vefat etmiş olsaydı’ buyurdu. Orada bulunan sahabilerden birisi: ‘Niçin ya Resûlullâh?’ diye sordu. Peygamberimiz: ‘Bir kimse doğduğu yerden başka bir yerde vefat ederse, kendisine doğduğu yer ile vefat ettiği yer kadar Cennet’te yer verilir.’ buyurdu.”96 Hadis âlimlerinden el-Münâvî bu hadisin şerhinde kişinin bu ikrama nail olması için o yerde Allah’a isyan etmemiş olmasının gerekli olduğunu ifade ederken97 es-Sindî de burada Peygamber Efendimiz (s.a.s.) in muradının o kişinin Medine’de ölmemesini 95 es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 160. 96Ahmed bin Hanbel, el-Müsned, II, 177; en-Nesâî, es- Sünenü’l-Müctebâ, IV, 7; İbn Mâce, es-Sünen, I, 515; İbn Hıbbân, es-Sahîh, VII, 196; el-Heysemî, Ali b. Ebibekr, Mevâridu’z-Zam’ân, tah. Muhammed Abdurrezzak el-Hamza, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut Trs., s. 186; es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 212- 213. 97Bkz. el-Münâvi, Abdurrauf, Feyzu’l- Kadîr, el-Mektebetu’t-Ticâriyyetü’l-Kübrâ, Mısır 1356h., II, 336. 26 istediği değil, Medine’de garib ve muhacir olarak bulunmasını ve dolayısıyla daha çok ikrama nâil olmasını istediği olduğunu beyan etmektedir. 98 Ebû’l-Kasım İbn Mende, kabrin genişlemesi ile alakalı olarak İbn Mesud’dan benzeri bir rivayet nakletmiştir. Bu rivayet şöyledir: “Bir kimse ailesinden ve memleketinden uzak bir yerde garip olarak öldüğünde onun kabri, ailesinden uzaklığı kadar açılır, genişletilir.” 99 Bunların dışında Hz. Âişe ve Ebû Hureyre’den nakledilen rivayetlerde de, kabrin 40 veya 70 zira’ genişletileceği haber verilmektedir.100 el-Kurtubî, kabrin genişlemesinden bahseden bu hadislerle ilgili olarak şunları söylemektedir: “Kabrin bu genişlemesi, sual ve daralmadan sonradır. Kâfir için ise, kabir dar olmaya devam eder. Bazı alimler bunu kişinin yaşayışının güzel olması, güvende olması ve gözünün ulaştığı yeri görecek kadar genişlemesi şeklinde mecâz olarak yorumlamışlardır. Bize göre bu mecâz değil hakiki olarak anlaşılmalıdır.” 101 Ancak biz, bu gibi rivayetlerde mecâzî bir yönün de mutlaka bulunabileceği ve dikkate alınması gerektiğini düşünmekteyiz. 3.3. Kabrin Cennet Bahçesi veya Cehennem Çukuru Olması İle İlgili Rivayetler Kabrin en önemli özelliklerinden birisi de, Cennet bahçelerinden bir bahçe ya da Cehennem çukurlarından bir çukur olmasıdır. Bu da tabii ki kişinin amelleri ve Âhiret alemine yaptığı hazırlık ile alakalıdır. Kabir sualine doğru yanıt verenlere Cennet’teki makamları arzedilip, gösterilince o kabirin onun için bir Cennet bahçesi olacağı açık bir husustur. Aksi durumda Cehennem’deki makamı arzedilip azâba maruz kalan bir kişi için de, oranın bir Cehennem çukuru olacağı açık bir husustur. Peygamberimizin bir 98Bkz. es-Sindî, Nureddin b. Abdülhâdî, Haşiyetu’s-Sindî, tah. Abdulfettah Ebû Gudde, Mektebetu’lMatbûâtu’l-İslâmiyye, Halep 1986, IV, 8. 99ed-Deylemî, el-Firdevs, V, 536; es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 213. 100 bkz. es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 213 vd. 101 Kurtûbî, Muhammed b. Ahmed b. Ebîbekr b. Ferah, et-Tezkira Fî Ahvâli’l-Mevtâ ve Umûri’l-Âhira, tah. Abdulmecîd Tâmmete el-Halebî, Dâru’l-Ma’rife, 6. Baskı, Beyrut 2003, s. 126; es-Suyûtî, Şerhu’sSudûr, s. 214. 27 hadisinde buyurduğu gibi, bazıları için kabir bir istirahat ve rahatlama yeri, arzulanılan bir mekandır.102 Nitekim konumuzla ilgili olarak, et-Tirmizî Ebû Saîd el-Hudri’den (r.a.) aşağıdaki rivayeti nakletmiştir: “Muhakkak kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da Cehennem çukurlarından bir çukurdur.” 103 es-Suyûtî’nin et-Taberânî’den yaptığı bir nakilde ise Ebû Hureyre’den şöyle rivayet edilmiştir: “Peygamber Efendimiz’le beraber bir gün bir cenâzeye gittik. O kabrin başında oturdu ve buyurdular ki: ‘Bir gün gelir ve bu kabir apaçık bir dille şöyle der: ‘Ey Adem oğlu! Beni nasıl unuttun sen! Bilmiyor muydun ki ben, yalnızlık, gurbet ve vahşet diyarıyım. Kurtların yeriyim, Allâh’ın genişlettiği kimse hariç bir darlık yeriyim.’ Sonra da buyurdu ki: ‘Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe ya da Cehennem çukurlarından bir çukurdur.”104 el-Beyhakî de, “İsbâtu Azâbi’l Kabr” adlı eserinde İbn Ömer’den (r.a.) den şu rivayeti nakleder: “Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe ya da Cehennem çukurlarından bir çukurdur.”105 el-Kurtubî, hadiste anlatılan hususların hakiki anlamda olduğunu, mecaz olmadığını ifade etmektedir. Buna göre kabir, mü’minler için yemyeşil bitkilerle doldurulur ki bunu İbn Ömer, “Reyhan” şeklinde belirtmiştir. Bazı alimler ise, bunun mecâzî olduğunu, bundan maksadın mü’mine sualin hafif ve kolay olduğunu anlatmak, onun güvende bulunacağını ve yaşayışının güzel olacağını ifade etmek olduğunu söylemişlerdir.106 102 Buhârî, el-Câmiu’s-Sahîh, V, 2388; Müslim, el-Câmiu’s-Sahîh, II, 656. 103 et-Tirmizî, es-Sünen, IV, 639; es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 164. 104 el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, III, 46; Muhammed b. Eyyub b. Suveyd’den dolayı zayıf bir rivayet olduğunu belirtir. 105es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 213; Krş. el-Beyhakî, İsbatu Azâbi’l Kabr, s. 39. 106 Kurtûbî, s. 135-136. 28 3.4. Kabrin Ölüye Seslenmesi İle İlgili Rivayetler Çeşitli rivayetlerde kabirle ilgili olarak nakledilen özelliklerden bir tanesi de kabirin ölülere seslenmesidir. Konumuzla ilgili olarak et-Tirmizî şu rivayete yer vermiştir: “Muhammed b. Meduveyh> Kâsım b. El- Hakem el Arnî> Ubeydullah b.el- Velîd el- Vassâfî> Atiyye’den o da Ebû Saîd’den haber verdi ki: “Peygamber Efendimiz (s.a.s.) namaz kılacağı yere girdi ve orada çokça gülen adamlar gördü ve buyurdu ki: ‘Eğer siz lezzetleri keseni (ölümü) çok hatırlasaydınız, gördüğüm şu durumdan sizi alıkoyardı. Lezzetleri keseni, ölümü çokça hatırlayın. Zira öyle bir gün gelir ki, kabir konuşur ve şöyle der: ‘Ben gurbet eviyim, ben yanlızlık eviyim, ben toprak eviyim ve ben kurtların eviyim.’ Mü’min bir kul kabre defenedildiği zaman kabir ona der ki: ‘Merhaba hoş geldin. Sen üzerimde yürüyenlerin en sevimlisi idin. Şimdi bana tevdi edilip bana dönünce sana ne yapacağımı göreceksin.’ Sonra o kimseye gözünün ulaştığı yere kadar kabri genişletilir ve ona Cennet’ten bir kapı açılır.’ Kafir veya facir bir kul defnedilince de kabir ona der ki: ‘Sana merhaba yok ve hoş da gelmedin. Sen bana sırtımda yürüyenler içinde en sevimsizi idin. Şimdi bana geldin ve bana tevdi edildin. Sana ne yapacağımı göreceksin.’ Sonra onun üzerine çullanır ve iki kaburga kemikleri birbirine geçinceye kadar onu sıkıştırır. Ebû Saîd dedi ki: ‘Peygamberimiz (s.a.s.) parmaklarını birbirine geçirdi. Ve buyurdu ki: ‘Allah ona kabirinde 70 yılan musallat eder. Eğer onlardan birisi yeryüzüne üflese dünya kaldığı müddetçe üzerinde hiçbir şey bitmez. O yılanlar o kafiri hesabın görüleceği güne kadar rahatsız etmeye ve sokmaya devam eder.’ Sonra Ebû Saîd dedi ki: ‘Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurdu: ‘ Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe ya da Cehennem çukurlarından bir çukurdur.”107 et-Tirmizî bu hadisi naklettikten sonra bunun Hasen- Garib bir rivayet olduğunu ve sadece bu yolla geldiğini beyan etmiştir. 108 Bu rivayetin senedindeki Kasım b. Hakem el-Arnî hakkında Ukaylî, hadislerinde münker şeylerin olduğunu ve rivayetlerine itimad edilmediğini belirtmiş, Ebu Nuaym da kendisinde gaflet olduğunu ifade etmiştir. Ebû Hâtim ise kendisiyle ihticâc 107 et-Tirmizî, es-Sünen, IV, 639; es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 164. 108 et-Tirmizî, es-Sünen, IV, 639. 29 edilemeyeceğini bununla beraber hadisinin yazılabileceğini belirtmiştir. Bazı alimler ise onu güvenilir bulmuşlar Buhârî ve Tirmizî kendisinden rivayet etmişlerdir.109 Ayrıca seneddeki Kûfe Şiîlerinden Atiyye’nin de zayıf bir ravi olduğu ve huccet olmadığı belirtilmiştir.110 el-Fettenî de, bu rivayeti Tezkiratu’l-Mevzûât isimli eserinde zikretmiş ve hadisin zayıf olduğunu belirtmiştir.111 Hadis âlimlerinden Mübarekfûrî, bu hadisin şerhinde, burada geçen ifadelerin hakiki anlamda olduğunu ve bunların mecazi olarak değerlendirilemeyeceğini belirtmiştir. Ayrıca, bazı ehl-i noksanın kabir azabının yanlızca rûhânî olduğunu iddia ettiklerini, halbuki ahiret azabının hem bedenle hem de ruhla ilgili olduğunu söylemiştir. Hadisin senedi hakkında da, el-Beyhaki ve Tirmizî’nin bunu Ubeydullah elVassâfî kanalıyla naklettiklerini, onun ise gevşek bir ravi olduğunu kaydetmiştir.112 es-Suyûtî’nin et-Taberânî’den yaptığı bir nakilde ise, Ebû Hureyre’den şöyle rivayet edilmiştir: “Peygamber Efendimiz’le beraber bir gün bir cenâzeye gittik. O kabrin başında oturdu ve buyurdular ki: ‘Bir gün gelir ve bu kabir apaçık bir dille şöyle der: ‘Ey Adem oğlu! Beni nasıl unuttun sen! Bilmiyor muydun ki ben, yalnızlık, gurbet ve vahşet diyarıyım. Kurtların yeriyim, Allâh’ın genişlettiği kimse hariç bir darlık yeriyim.’ Sonra buyurdu ki: ‘Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe ya da Cehennem çukurlarından bir çukurdur.”113 Hz. Ali’den gelen bir başka rivayet ise şu şekildedir: 109 Bkz. ez-Zehebî, Şemsuddin Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Osman et-Türkmânî, Mîzânu’lİ’tidâl fî Nakdi’r-Ricâl, tah. Ali Muhammed el-Becavî, Dârû İhyâi’l-Arâbî, 1. Baskı, Mısır 1963, V, 1449; İbn Hacer, Tehzîbu’t-Tehzib, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut 1991, IV, 1493-1494; el-Mizzî, Cemâluddin Ebu’l-Haccac Yusuf b. ez-Zeki Abdurrahmân, Tehzîbu’l-Kemâl, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1980., XXIII, 342-346. 110 Bkz. İbn Hacer, a.g.e., IV, 143-144. 111 el-Fettenî, Tezkiratu’l-Mevzûât, s. 216. 112 el-Mübarekfûrî, Ebu’l-Alâ, Abdurrahman b. Abdürrahim, Tuhfetu’l-Ahvezî, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut Trs., VII, 133-135. 113 et-Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, VIII, 273; el-Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, tah. Muhammed Besyûnî Zağlul, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1410h., I, 360; el-Munzirî, Ebû Ahmed Abdulazîm b. Abdulkavî, et-Terğib ve’t-Terhîb, tah. İbrahim Şemsuddin, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1417, IV, 119; elHeysemî, Mecmau’z-Zevâid, III, 46; Muhammed b. Eyyub b. Suveyd’den dolayı zayıf bir rivayet olduğunu belirtir. es-Suyûti, Şerhu’s-Sudûr, s. 165; Ayrıca bkz el- Fettenî, a.g.e., s. 216. 30 “Hz. Ali bir gün şöyle hitab etti: “Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe ya cehennem çukurlarından bir çukurdur. Kabir günde üç kez konuşur ve şöyle der: ‘Ben kurtlar eviyim. Ben karanlıklar eviyim. Ben vahşet ve yalnızlık eviyim.’ ”114 İnsanın öldüğü ve kabre girdiği zaman gerçekleri daha net bir şekilde gördüğü gerek sahîh hadislerden, gerekse bazı ayeti kerimelerin delaletinden anlaşılmaktadır.115 Bu rivayetlerin isnadlarındaki zayıflıkla birlikte, alimlerin terğib ve terhib ifade eden hadisleri nakletmede gösterdikleri müsamaha gözönünde bulundurulmalıdır. Burada asıl önemli olan kabre girdikten sonra o hitabı işitmek değil, hayattayken kabrin bu seslenişini işitmek ve başkalarına da işittirmektir. 3.5. Kabir Suali ile İlgili Rivayetler Kur’ân-ı Kerîm ve hadislerde haber verildiğine göre, kabir hayatının ilk önemli olayı sorgudur. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) kabirde insanın sorgu ve suale tabii tutulacağını ve kişinin iman ve inancına göre farklı cevaplar vereceğini belirtmiştir. Kabir hayatı bir bekleme yeri olacağı ve Kıyâmete kadar devam edeceğine göre, ölen kişi bu zamana kadarki süreçte ne yapacaktır? İşte, Peygamberimizin Âhiret menzillerinin ilki olarak haber verdiği ve burası iyi olursa sonrası daha iyi ve kolay, kötü olursa sonrası daha zordur, dediği bu yerde kişiye ilk olarak iman ve inancı ile ilgili olarak soru sorulmakta ve vereceği cevaba göre, nimet ve azâbı, bu bekleme yerinde kişiye gösterilmektedir. Bu hususla alakalı bir çok rivayet çok farklı tarîklerden gelmiş ve bunlar manevi mütevatir seviyesine ulaşmıştır. Bu konu hakkındaki tartışmalar ise, daha çok sualin keyfiyeti noktasında toplanmıştır.116 Ölen kimsenin kabirde karşılaşacağı sorgu hadisesinin Kurân-ı Kerîm’den delili, “Allâh iman edenleri dünya hayatında ve Âhiret’te sabit sözle sabit kılar”ayetidir117 el-Berâ bin Âzib’den nakledilen bazı hadislerden anlaşıldığına göre, Peygamber Efendimiz, yukardaki âyetin kabir suali hakkında indiğini belirtmiş, bununla mü’minin 114 es-Suyûti, Şerhu’s-Sudûr, s. 213. Ayr. Bkz. Hakim et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usül, II; 105; ed-Deylemî, el-Firdevs, III, 453. 115 Peygamberimizin Bedir’de kabirdeki müşriklere “Rabbinizin size va’d ettiğini hak olarak buldunuz mu? diye sorması, ve Hicr 15/ 99; Müddessir 74 / 47; Tekâsür 102 / 3-4; ayetleri. 116 Toprak, Kabir Hayatı, s. 276. 117 İbrâhîm 14/ 27; ilgili rivayetler için bkz. Müslim, el-Câmiu’s-Sahîh, IV, 2202; Ebû Dâvud, es-Sünen, IV, 238; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, III, 48. 31 kabirde sorguya çekilip Allâh’ın bir olduğuna şehadet ettiği ve Hz. Muhammed’i tanıdığı zamanın kastedildiğini bildirmişlerdir.118 Resûlullâh (s.a.v.), Ebû Hureyre’den nakledilen bir hadislerinde de, İbrâhîm sûresinin 27. âyetini okuduktan sonra şöyle buyurmuşlardır: “Bu, ona kabrinde, “Rabbin kim? Dinin ne? Peygamberin kim?’ denilip de onun: ‘Rabbim Allâh, dinim İslâm, Peygamberim de Muhammed’(s.a.s.) dir Bize Yüce Allâh katından açık deliller getirdi, ben de ona iman ettim ve onu tasdik ettim,’ dediği zamandır.” 119 Kısacası, Kelime-i Tevhid’i dünyada kalplerine yerleştirenler, kabir sorgusunda Allâh’ın da yardımıyla şaşırmazlar ve inandıkları gibi söylerler. Fakat kalblerinde imân kökleşmemiş olanlar orada şüpheye düşer ve cevap veremezler. 120 İmâm es-Suyûtî’nin tespitine göre, kabir suali konusunda aşağıda isimlerini kaydettiğimiz sahabeden hadisler nakledilmiştir. Bu sahabîler şunlardır: Enes, el-Berâ, Temîm ed-Dârî, Beşîr bin Kemâl, Sevbân, Câbir bin Abdillâh, Abdullâh bin Revâha, Ubâde bin es-Sâmit, Huzeyfe, Damre bin Habîb, İbn Abbâs, İbn Ömer, İbn Mesûd, Osmân bin Affân, Ömer bin el-Hattâb, Amr bin el-Âs, Mu’âz bin Cebel, Ebû Umâme, Ebû’d-Derdâ, Ebû Esmâ, ve Âişe (r.a.). Şimdi bu sahâbîlerden gelen konumuzla ilgili bazı rivayetleri ele alarak incelemek istiyoruz. el-Buhârî, en-Nesâî, Ebû Dâvud gibi hadis âlimlerinin, Katâde yoluyla Enes’den rivayet ettiklerine göre Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Ölü kabre konulup arkadaşları geri dönünce, arkadaşlarının ayak seslerini işitir. Ve ona iki melek gelir, onu oturturlar. ‘İçinizde olan ve kendisine Muhammed (s.a.s.) denilen kimse hakkında ne diyorsun?’ diye sorarlar. Mü’min olan kimse: ‘Allâh’ın kulu ve Resulü olduğuna şahadet ederim.’ der. O zaman sorgu melekleri o mü’mine şöyle derler: ‘Cehennem’deki yerine bak. Allâh onu senin için Cennet’ten bir menzille değiştirdi.’ Bundan sonra Peygamber (s.a.s.) buyurdu ki: ‘Ölen kimse, hem Cennet’teki yerini hem de Cehennem’deki yerini beraber görür.”121 Yukardaki hadisi nakleden ravî Katâde dedi ki; “Resûlullâh (s.a.s.) bize, kabrin yetmiş zira’ genişletildiğini ve yeşilliğe dönüştüğünü söyledi.122 Melekler, münâfık 118 Krş. İbn Kayyım el-Cevzî, Kitâbu’r-Rûh, s. 67. Beyhaki, İsbâtu Azâbi’l-Kabr, s. 27-28. 119Müslim, el-Câmiu’s-Sahîh, IV, 2201; Ebû Dâvûd, es-Sünen, IV, 238. 120 Toprak, Kabir Hayatı, s. 297. 121 Müslim, el-Câmiu’s-Sahîh, IV, 2200; en-Nesâî, es-Sünen, IV, 97-98; Ebû Dâvud, es-Sünen, IV, 238. 122 Müslim, a.g.e., a.g.y. 32 veya kâfir olan kimseye: ‘İçinizdeki Muhammed (s.a.s.) denilen şahıs hakkında ne diyorsun?’ diye sorunca, o kimse: ‘Biz Onu bilmiyoruz, insanlar Onun için ne dedilerse biz de onu diyorduk’ der. Bunun üzerine o kimseye, ‘Bir şey bilmeyesin ve okumayasın’ denilir ve demir sopalarıyla dövülür. O kişi öyle bir sesle bağırır ki, ins ve cinnin dışında her şey onu işitir.”123 İmâm Ahmed, Ebû Dâvud, el-Beyhakî, İbn-i Mürdeveyh’in, Enes’den (r.a.) rivayet ettiklerine göre Peygamber bu konuda (s.a.s.) şöyle buyurmuşlardır: “Bu ümmet kabirde suale çekilir. Mü’min kabre konulunca ona bir melek gelir. ‘Neye ibadet ediyordun’ diye sorar. Kendisine Yüce Allâh hidayeti nasip etmişse o kişi cevaben: ‘Allâh’a ibadet ediyordum’, der. Bu sefer melek: ‘Peygamber için ne diyorsun?’ diye sorar. Yine o mü’min kimse cevaben: ‘O, Allâh’ın kulu ve elçisidir’, der ve melekler artık hiçbir şeyi ondan sormazlar. Sonra melek onu Cehennem’deki menzilinin karşısına götürerek: ‘İşte bu menzil senindi. Ancak Allâh seni bundan korudu, sana acıdı. Ona karşılık sana Cennet’ten bir yer verdi’ der. O zaman ölen kimse der ki: ‘Bırakın beni, aileme dönüp onlara kurtulduğuma dair müjde vereyim.’ Melek ise ona izin vermez ve: ‘Dur! Artık geri gitmek yok’ der. Kâfir ise, kabre konulunca onu azarlayan bir melek gelir. ‘Neye ibadet ediyordun’ diye sorar. Kâfir: ‘Bilmiyorum’ diye cevap verir. Daha sonra melek o kimseye: ‘O adam (Hz. Peygamber) için ne diyorsun?’ diye sorar. O kimse: ‘Bilmem, herkesin dediklerini diyorum’, der. Bunun üzerine melek, demir sopalarla o kişinin kafasına vurur. O kâfir veya münafık kimse öyle bir çığlık atar ki, ins ve cinden başka her şey o sesi işitir.”124 Bu hususla ilgili olarak Câbir bin Abdullâh’tan (r.a.) da, bazı hadisler nakledilmiştir. Nitekim İbn Ebî’d-Dünyâ ve Ebû Nuaym, Câbir’den (r.a.) Resûlullâh’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir: “Ademoğulları asıl yaradılışlarından gâfildirler. Allâh (c.c), kişiyi yaratmayı dilediği zaman bir meleğe şöyle emreder: ‘Rızkını, eserini, ecelini, iyi veya kötü olduğunu yaz.’ Sonra o melek gider, Yüce Allâh başka bir meleği gönderir. Annesinden doğuncaya kadar onu korur. Sonra o melek de gider, iki melek daha gelir, o kimsenin iyilik ve kötülüklerini yazmaya müvekkel kılınırlar. O kişinin eceli geldiği zaman bu iki melek de gider, bu sefer ruhunu almak için Ölüm Meleği gelir. O kişi kabre konulunca 123 Buhârî, el-Câmiu’s-Sahîh, I, 462; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, III, 126. 124 Ebû Dâvûd, es-Sünen, IV, 238-239; es-Suyûti, Şerhu’s-Sudûr, s. 171. 33 ruhu cesedine iade edilir. Bu sefer Kabir Melekleri gelip, hesaba çekerler. Onlar da hesaptan sonra giderler. Haşirde, dünyadayken, o kimsenin iyilik ve kötülüklerini yazan iki melek kendisine gelir ve boynuna kitabını asarlar. Sonra biri iter, diğeri gözler. Ondan ayrılmazlar.’ Bundan sonra Resûlullâh (s.a.s.) buyurdu ki; ‘Önünüzde büyük bir mesele var, ona gücünüz yetmez. Bu konuda Yüce Allâh’tan yardım isteyin.”125 et-Tirmizî ise bu konuyla alakalı şu meşhur rivayeti zikretmektedir: Ebû Seleme Yahya b. Halef > Bişr b. Mufaddal > Abdurrahman b. İshak > Said b. Said el-Makberî > Ebu Hureyre yoluyla gelen rivayete göre Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Birisi defnedildiği zaman ona siyah ve mavi gözlü ki bunlardan birisine Münker diğerine Nekir denir iki melek gelir ve derler ki: ‘Bu adam hakkında ne derdin’? O kimse: ‘O Allah’ın Rasülü ve elçisidir. Ben Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve Hz. Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir’ der. Melekler: ‘Biz senin bunu söylediğini biliyorduk.’ derler ve ona kabri 70 zira’ genişletilerek içi nurla doldurulur ve uyu! denir. O kimse: ‘Aileme döneyim ve onlara haber vereyim’ der. Bunun üzerine onlar: ‘Uyu! düğün gecesinde güveyin uyuduğu gibi uyu! Çünkü onu uykusundan ancak ailesinden en çok sevdiği kimse uyandırır’ derler. Eğer o kimse münafık ise soruya ‘İnsanların bir şey dediklerini işittim ben de öyle söyledim, bilmiyorum’ diye cevap verir. Melekler: ‘Biz senin bunu söylediğini biliyorduk’ derler. Toprağa: ‘Çullan onun üzerine’ denilir. Öyle ki kaburga kemikleri birbirine geçer. Allah onu yattığı yerden yeniden dirilteceği güne kadar kabrinde azab görmeye devam eder.”126 Kabre konulan kişinin sorguya muhatap olduğuna dair İbn Abbâs’tan (r.a.) da bir rivayet nakledilmektedir. Bu rivayet şöyledir: “ed-Dahhâk’ın İbn Abbâs’tan (r.a.) rivayet ettiğine göre, Resûlullâh (s.a.s.) Ensâr’dan birinin cenâzesinde hazır bulundu. Kabre vardığında mezar henüz tamam olmamıştı. Resûlullâh oturunca ashap da sessiz olarak oturdular. Sanki başlarında kuş vardı. Resûlullâh (s.a.s.) gözünü yere dikti. Elindeki değnekle yeri deşiyordu. Sonra semaya göz gezdirdi. Ve üç kere, ‘Kabrin azâbından Allâh”a sığınırım’, dedi. Sonra da şöyle buyurdu: ‘Mü’min kul, Âhiret’e yönelip dünyayı geride bırakınca ona ölüm gelir. Onun başucunda oturur. Cennet’ten, yanlarında hediyeler, koku ve elbiseler olan 125 es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 173. 126 et-Tirmizî, es-Sünen, III, 383. 34 melekler de gelir. O kimsenin göreceği bir şekilde iki saf tutarlar. Önce ölüm meleği, sonra öbür melekler ona müjde verirler ve su testisinden akarcasına ruhunu çekerler. O kişi, meleklerin müjdelediklerinden aldığı sevinçle ruhunu kolaylıkla teslim eder. Sonra melekler ruhunu alır. Ve hiçbir melek ona getirilen kokuyu sürmeden ve ziynetleri giydirmeden ayrılmaz. Koku sürmesinden sonra, feza aniden o kimsenin kokusuyla dopdolu olur. Gökdeki melekler: ‘Nedir bu koku?’ diye sorarlar. ‘Bu, filanın ruhunun kokusudur,’ derler ve ona rahmetle dua ederler. Sonra onu semaya götürürler. Sema kapıları ona öyle açılır ki, her kapı ona adeta âşıktır. Her semanın ehli ona: ‘Merhaba’ derler. Kendisine: ‘Ey Rabbinin öğütlerini kabul eden ruh, sana merhabalar olsun’, denilir. Sidretü’l-Müntehâ’ya varılınca melekler: ‘Ya Râb! O kuluyun ruhunu aldık’, derler. Bunu üzerine Yüce Allâh: ‘Onu yere götürün. Çünkü Ben, onları topraktan yarattım. Tekrar toprağa iade ederim ve bir daha onları oradan çıkartacağım.’127 buyurur. O vakit ölen mü’min kimse, geri dönenlerin ayak ve el seslerini işitir. Ve kabirde iki rahmet, bir de azâb meleği gelir. Bakarlar ki, amelleri onu sarmış: Namaz ayak ucunda, oruç baş ucunda, zekat sağında, sadaka solunda, hayır ve iyi ahlakı göğsü hizasında durmuşlar. Azâb meleği hangi yönden ona varmak istese, salih ameli engel olur. Azâb meleği elinde demirden ağır bir sopa ile ölüye şöyle der: ‘Eğer namazın, orucun, zekatın ve sadakaların seni sarıp muhafaza etmeseydi, sana öyle bir darbe vuracaktım ki, kabrin ateşle dolacaktı.’ Sonra azâb meleği gider, onu rahmet meleklerine bırakır. Rahmet meleklerinden birisi öbürüne der ki: ‘Allâh’ın bu velîsine şefkat et, zira o büyük bir zorluk içinden geliyor.’ Ve ona der ki: ‘Rabbin kimdir?’ O kimse: ‘Allâh’tır’, der. ‘Dinin nedir?” diye sorar. O kimse: ‘İslâm’dır’, diye cevap verir. Melek: ‘Peygamberin kimdir?’ diye sorar. O kişi: ‘Muhammed’dir (as),’ der. Ona: ‘Sana bunu bildiren ne idi?’ derler. O ise: ‘Ben Allâh’ın kitabını okudum. İman edip tasdik ettim’ der. Bu şiddetli imtihandan sonra semadan bir ses gelir: ‘Kulum doğru söyledi, ona Cennet sergilerini serin, Cennet elbiselerini giydirin, temiz kokusunu sürün ve kabrini genişletin. Baş ucunda Cennet’e bir kapı açın. Sonra rahmet melekleri ölüye: ‘Kabir azâbını tatmadan, hareminde zifafa giren çiftlerin uykuları gibi uykuya dal’, derler. Bundan sonra ölen o mü’min kimse: ‘Ya Rabb! Kıyâmet’i kopar, ailemle görüşeyim. Cennet’teki nasibime kavuşayım’, der. O mü’min kimse, Kıyâmet’te yüzü ak olarak haşre kalkar.”128 127 Taha 21/ 61. 128 Ebû Davûd, es-Sünen, IV, 238-239; . es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 178-179. 35 Konumuzla ilgili olarak Abdullâh b. Ömer’den (r.a.) de bir hadis nakledilmektedir. el-Beyhakî’nin Kitâbü’z-Zühd’de, ed-Deylemî’nin Müsnedü’l- Firdevs’de Abdullâh bin Ömer’den (r.a.) rivayet ettiklerine göre, Resûlullâh (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Dilinizden, ‘Allâh Rabbimiz, İslâm dinimiz, Muhammed (s.a.s.) nebîmizdir’, sözlerini eksik etmeyiniz. Çünkü kabirde bunlardan sorulacaksınız.”129 Kabir sualiyle alakalı olarak Süfyân es-Sevrî’den de bazı haberler nakledilmiştir. Bunlardan birisine göre, Süfyân es-Sevrî bu konuda şöyle demiştir: “Ölüye, ‘Rabbin kimdir?” diye sorulduğu zaman şeytan gözüne görünür ve kendisini işaret ederek, ‘Rabbin benim’ der.’ Yüce Allâh mü’mine bu esnada doğru cevabı ilham eder ve o da: ‘Rabbim Allâh’tır’ diye cevap verir.”130 İmâm es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr adlı eserinde, kabir sualiyle alakalı farklı rivayetleri naklederek, hadis alimlerinin bunlarla ilgili olarak yapmış oldukları bazı değerlendirmelere yer vermiştir.131 3.5.1. Münker-Nekîr İle İlgili Rivayetler Kabirde sorgudan sorumlu meleklerin adlarının Münker-Nekîr olduğu birçok rivayette ifade edilmektedir. Kabirdeki kişinin, bu yeni mekanında korku ve yalnızlığının daha yeni başlamasından, kabir ortamında daha önce hiç görüp tanımadığı iki meleğin gelişinden (Münker), korku sebebiyle bunlardan hoşlanmamasından dolayı (Nekîr), bunlara Münker-Nekir isminin verildiği ifade edilmektedir.132 Kaynaklarımızda yer alan bazı hadislerde haber verilen sorgu melekleri iki tanedir ve bunlar kişiye, dininden, kitabından, neye taptığından sormaktadırlar. Görünüşleri de kişiden kişiye farklılık arz etmektedir.133 Amelleri iyi olanlara ve mü’minlere güzel bir şekilde gelmekte, kâfirlere ve münâfıklara ise çok korkunç bir sûrette geldikleri bu hususta nakledilmiş bulunan bir kısım haberlerde geçmektedir. Nitekim konumuzla ilgili olarak ed-Deylemî’nin, Enes’den (r.a) rivayet ettiği bir hadis vardır. Buna göre Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: 129 ed-Deylemî, el-Firdevs, I, 104. 130 es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 195; Ayr. Bkz. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, II, 319. 131; es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudur, s. 195-196. 132 Ayr. bilgi için bkz. Kurtûbî, et-Tezkira, s. 138-139; Harpûtî, Abdullatif, Tenkîhu’l-Kelam fi Akâidi Ehli’l-İslam, ter. İbrahim Özdemir-Fikret Karaman, T.D.V. Yay. Elazığ 2000, s. 265; Toprak, Kabir Hayatı, s. 294-295. 133 es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudur, s. 198. 36 “Kabirde, ölüye Münker ve Nekîr denilen iki melek gelir. Onu oturtup hesaba çekerler. Mü’min kimseye: ‘Rabbin kim’ denilince: ‘Rabbim Allâh’tır’, der. Meleklerin, ‘Peygamberin kim?’ sorusuna da; ‘Muhammed’dir (s.a.v)’, cevabını verir. O kişi kendisine, ‘İmâmın kimdir?’ denilince de; ‘Kurân’dır’, der. Bunun üzerine melekler kabrini genişletirler. Ölen kimse eğer kâfir ise: ‘Rabbin kimdi?’, diye sorulunca; ‘Bilmiyorum’, diye cevap verir. ‘Peygamberin ve İmâmın kimdir?’ diye sorulunca; o kimse yine, ‘bilmem’ der ve büyük demir sütunlarla dövülür. Kabri ateşle dolar. Kabir ona öyle daralır ki, kaburgaları birbirine girer.”134 Kabir sualiyle ilgili olarak hadis âlimlerinden el-Beyhakî’nin, Kitâbu Azâbi’lKabr’de, İbn Abbâs’dan (r.a.) naklettiği bir rivayet mevcuttur. Bu hadisin metni şöyledir: “Resûlullâh (s.a.v) bir gün Hz. Ömer’e hitaben şöyle buyurdu: ‘Toprağa vardığında durumun ne olacak ey Ömer! Üç zira, bir karış uzunluğunda, bir zira bir karış genişliğinde sana bir çukur kazılıp, saçları yerde sürünen, sesleri bulut gürültüsüne benzeyen, gözleri şimşek gibi olan, dişleriyle yeri kazan siyah Münker ve Nekîr gelerek, seni oturtup silkelerlerse bakalım halin ne olacak!’ Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a): ‘Ya Resulallâh! O gün dünyada üzerinde olduğum imân üzere olmayacak mıyım?’ diye sordu. Resûlullâh (s.a.s.) da: ‘Evet’ deyince, Hz. Ömer: ‘Allâh’ın izniyle o günün üstesinden gelirim’ dedi.”135 Konuyla ilgili olarak nakledilen benzer bir rivayette ise, Peygamberimizin yukardaki hadiste anlatılan sorusuna muhatap olan Hz. Ömer: ‘Ya Resûlullâh, o gün bize akıllarımız iade edilecek mi?’ diye sormuş, Peygamber Efendimiz de: “Evet, aynen bügünkü halimiz gibi” buyurmuşlardır.136 Ölen kimselerin kabirde Münker-Nekir tarafından sorguya tabi tutulacaklarıyla ilgili olarak Ubâde bin es-Sâmit’ten (r.a.) de bir nakil gelmektedir. İbn Ebî’dDünyâ’nın, Teheccüd’de, İbn Dirs’in Fedâilü’l-Kurân’da, Hamid bin Zenceveyh’in Fedâilü’l-A’mâl’de Ubâde bin es-Sâmit’den (r.a.) naklettikleri bu rivayete göre kendisi şöyle demiştir: 134 ed-Deylemî, el-Firdevs, I, 105; es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 171; Ayr. bkz. Ahmed b. Hanbel, elMüsned, III, 126. 135 es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 179; Kurtûbî, et-Tezkira, s. 137. 136 Kurtubi, Tezkira, s. 132; benzer rivayetler için bkz. İbn Hıbbân, es-Sahîh, VII, 376; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, III, 47. 37 “Sizden biri, gece namazına kalkarsa sesli okusun. Zira şeytan ve fasık cinler sesli okumadan kaçarlar. Hem de melek ve evdekiler o sesli okuyuşu işitirler. O kimsenin namazıyla namaz kılarlar. İbadetle geçen o gece, arkadan gelen geceye o kişiyi tavsiye eder. O gece bu adamı saatinde uyandırır, ona hafif ol, der. O adama ölüm gelince okuduğu Kurân-ı Kerim, yıkanması esnasında onun baş ucunda bekler. Yıkanması bitince Kurân kefen ve göğsü arasına girer. Kabre konulunca Münker ve Nekîr gelir. Kurân, onunla o melekler arasına girer. Melekler, Kurân’a: ‘Bırak bizi, bu adama soru soralım’ derler. Kurân ise: ‘Hayır, Allâh’a andolsun ki, bu kimseyi Cennet’e kadar yalnız bırakmayacağım,’ der. Kurân, ölüye: ‘Beni tanır mısın?’ diye sorar. O kimse:’ Hayır’ diye cevap verir. Kurân: ‘Ben, o Kurân’ım ki, seni gece uykusuz bırakır, gündüz susuz, şehvetten men ederdim. Benden başka bir şey görmez ve işitmezdin. Beni dostlar arasında en doğru dost ve kardeşler içinde en sadık kardeş bulacaksın. Sana müjdeler olsun, Münker ve Nekîr’den sonra sana endişe verecek bir şey yoktur’, deyince o melekler giderler. Kurân ise, Yüce Allâh’ın huzuruna yükselip, ölen o kimse için Yüce Allâh’tan, döşek, yorgan ve nurdan bir kandil ve Cennet yaseminlerinden bir yasemin çiçeğini ister Yüce Allâh da kabul buyurur. Bunları sema meleklerinden bin melek taşırlar. Bunlardan önce yine Kurân, ölen o kimseye varır, ona: Ben gittikten sonra sıkıldın mı? Bunları senin için Allâh’tan istemenin dışında bir şey için durmadım. İsteyip sana getirdim’, der. Bundan sonra melekler kabirde o kimseye yatak serer, yasemin çiçeğini ayak ucuna bırakırlar. Önce sağ taraf üzerine uzatırlar, daha sonra sırt üstü yatırırlar ve ölen kimse melekler semaya gidinceye kadar onlara bakarak, gözüyle onları takip eder. Sonra Kurân, kıble cihetinde onun kabrini Allâh’ın istediği kadar genişletir.” 137 . Yukarda kaydettiğimiz rivayetle ilgili olarak Ebû Mu’âviye’nin kitabında şöyle bir nakil daha vardır: “Ölen mü’min kimsenin kabri, dört yüz senelik bir mesafe kadar genişletilir. Önünden yasemini alıp Sûr’a üfürülünceye kadar onu koklatır. Her gün bir veya iki sefer ailesine gelir, onların hayır ve akıbeti için dua eder. Çocuklarından biri Kurân okumuşsa ona müjde verir. Eğer kötü bir çocuğu varsa, Kıyâmet’e kadar ona ağlar.”138 Hâfız Ebû Mûsâ el-Medînî, yukarda kaydetmiş olduğumuz rivayetin hasen mertebesinde olduğunu söylemiş, İmâm Ahmed, Ebû Hayseme ve onların muasırları, bu 137 es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 175-176. 138 es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 175. 38 rivayeti Ubâde bin es-Sâmit’e ulaşan bir senedle Abdurrahmân el- Makarrî’den rivayet etmişlerdir. Ukayli bunu zayıf hadisler arasında zikretmiş, İbnü’l- Cevzî ise mevzu hadisler arasında saymış ve sahîh değildir, demiştir. 139 İnsanların öldükleri zaman kabirlerinde melekler tarafından sorguya çekilecekleri hususunda Enes bin Mâlik’den (r.a.) bir hadis nakledilmektedir. Buna göre Resûlullâh (s.a.v) in şöyle buyurduğu nakledilmektedir: “Kul kabrine konulup da arkadaşları geriye dönüp gittiği zaman, ona iki melek gelir, onu oturturlar ve kendisine: ‘Şu (Muhammed denilen) adam hakkında ne diyorsun?’ diye sorarlar. O mü’min kişi: ‘Onun Allâh’ın kulu ve Resulü olduğuna şehadet ederim’ diye cevap verir. Bunun üzerine ona şöyle denilir: ‘Cehennem’deki oturacak yerine bak. Yüce Allâh, Cehennem’deki bu yerini senin için Cennet’ten bir oturak yerine tebdil etti.’ Bundan sonra Resûlullâh (s.a.v): O mü’min, Cehennem ve Cennet’teki iki makamını da birden görür.’ buyurdular.”140 “Bu hadisi Enes bin Malik’ten nakleden ravi Katâde, ‘Burada, o mü’minin kabrinin yetmiş zira’ genişletildiğinin ve yeşilliklerle doldurulduğunun da kendilerine anlatıldığını’ söyler ve hadise devamla: “Kâfir ya da münafığa gelince, ona: ‘Bu adam (Hz. Muhammed) hakkında ne dersin?’ diye sorulunca o: ‘Bilmiyorum, insanların söylediğini ben de söylüyordum’, der. Bunun üzerine ona: ‘Sen bilemedin ve diyemedin’, denilir. Sonra demirden bir tokmakla kulaklarının arasına şiddetle vurulur. O kişi öyle feryat eder ki, onun sesini insan ve cinden başka, yakınında olan her mahluk işitir.” 141 Müslim’in Ebû Saîd’den naklettiği başka bir hadisde de, Hz. Peygamber: “Şüphe yok ki, bu ümmet, kabirleri içinde imtihana çekiliyorlar,” buyurmuştur.142 Münker-Nekir hakkında yukarda zikretmiş olduğumuz rivayetlerle yetinerek, Süleyman Toprak’ın bu husustaki görüşlerini kaydedip bu konuya son vermek istiyoruz: “Şayet kabirde sual olmasaydı, Resûlullâh (s.a.v), cenâze namazını kıldığı mü’minin kabir imtihanından korunması için Allâh’a dua etmezdi ve yine kabir sualinden kurtuluşu bir nimet ve mükafat olarak saymazdı. Şüphesiz Resûlullâh (s.a.v) bu 139 es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 175. 140 Müslim, el-Câmi’u’s-Sahîh, IV, 2200; en-Nesâî, es-Sünen, IV, 97-98; Ebû Dâvud, es-Sünen, IV, 329. 141 Müslim, a.g.e., a.g.y. 142 Müslim, el-Câmi’u’s-Sahîh, IV, 2201. 39 duasıyla, kabir sorgusu sırasında mü’mini şeytanın aldatmasından Allâh’ın korumasını istemektedir.” 143 3.5.2. Diğer Sorgu Melekleri ile ilgili Rivayetler Bazı rivayetlerde, kabir sorgusuyla alakalı olarak başka meleklerin de zikredildiği görülmektedir. Bu rivayetlerde sorgu melekleri olarak Münker ve Nekîr’in yanında, Nakur ve Ruman isimleri de geçmektedir. Buna göre, bu dört meleğin efendileri Ruman’dır. Ancak Münker ve Nekir dışında başka meleklerin de mevcut olduğunu bildirilen bu rivayetler zayıf ve uydurma olarak nitelendirilmektedir. Ebû Nuaym, Damra b. Habîb den rivayet etmiştir: “Kabir sorgucuları üçtür: “Enker, Nâkûr ve onların efendisi Rûmân.”144 es-Suyûtî’nin bu konuda İbn Lâl ve İbn Cevzî’den yaptığı diğer bir rivayet ise şudur: “Kabir sorgucuları dörttür. Münker, Nekîr, Nakûr, ve onların efendisi Rûmân”145 es-Suyûtî, bu rivayet hakkında İbn Hacer’in bu hadisin senedinde zayıflık olduğuna dair belirttiği görüşü zikretmiş 146, fakat kendisi Şerhu’s-Sudûr’da bu konuda bir görüş belirtmemiştir.147 el-Leâli adlı eserinde ise, bu haberin senedlerini vererek hadisi rivayet eden Damrâ b. Habîb’in tâbî olduğunu, dolayısıyla bu rivayetin mürsel bir rivayet olduğunu, aslının olmadığını belirtmiştir.148 İbn Cevzî ise bu rivayetler hakkında aslı olmayan uydurma rivayetler demiştir.149 Kanatimizce bu görüş daha isabetlidir. 3.6. Kabirde Sorulacak Sorular İle İlgili Rivayetler Kabir süali ile ilgili rivayetleri incelediğimizde temelde aynı olmakla birlikte soruların farklılaştıklarını görmekteyiz. Kabir süalinin olması kadar kabirde nelerin 143 Toprak, Kabir Hayatı, s. 275. 144 el İsbehânî, Ebû Nuaym Ahmed b. Abdullah, Hilyetu’l-Evliyâ, Dâru’l-Kütübi’l-Arâbi, 4. Baskı, Beyrut 1405h., VI, 104; İbnü’l-Cevzî, Kitâbü’l-Mevzû’ât, II, 408-409; es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 174. 145 es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 174; İbnü’l-Cevzî, Kitâbü’l-Mevzû’ât, II, 408-409. 146 es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, II, 437. 147 es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 174. 148 es-Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa, II, 436-437. 149 İbnü’l-Cevzî, Kitâbü’l-Mevzû’ât, II, 408-409. 40 sorulduğu da önemlidir. İlgili rivayetlere yukarıda yer verdiğimiz için burada tekrar etmeye gerek görmüyoruz. Rivayetlerde geçen bu soruları üç grupta toplayabiliriz. a) Hz. Muhammed ile ilgili sorular. b) Neye ibadet ettiğine dair sorular. c) Rabb, Din, Kitab, Nebî ile ilgili sorular. Kurtûbî, sorulardaki farklılıkların sorguya muhatab olan kişinin durumundan kaynaklanabileceğini ya da mana ile rivayetin sonucunda ravilerin bir tasarrufu olabileceği görüşüne yer verir ve doğru olanın da bu olduğunu ifade eder. Bunu Tabiîn dönemi müfessirlerinden İkrime’nin İbn Abbas (r.a.)tan naklettiği, “Allah iman edenleri sabit sözle dünya hayatında ve ahirette sabit kılar” (İbrahim 14/ 27) ayetinin tefsirindeki açıklamaya dayandırır. Rivayete göre İbn Abbas bu ayetle ilgili olarak, “Öldükten sonra kabirlerinde şehâdetten sorulurlar” buyurmuştur. İkrime’ye bu şehâdet nedir? diye sorulunca da o: ‘Hz. Muhammed’e iman ve tevhid’den sorulur’ demiştir.”150 Bu rivayetlerin bütününe baktığımızda ilk dikkati çeken itikadla alakalı soruların ağırlıklı olmasıdır. Bir diğer özellik ise bir müslümanın gerek ilahi kaynaklı gerekse diğer dinlerden ayrıldığı husus olan Hz. Muhammed’e iman ve tevhid konusunun ön plana çıkmasıdır. Bu anlamda soruların Peygamberimiz hakkında odaklanmasını şu şekilde değerlendirebiliriz. Gerçek tevhid dinini tebliğ eden peygamber Hz. Muhammed’dir. Dolayısıyla Hz. Muhammed’i tanımayan ve kabul etmeyenler Allahu Teâla’nın istediği ve emrettiği şekilde tevhide iman etmiş olmamaktadırlar. Bunların dışında Hz. Muhammed’i (s.a.s.) peygamber olarak kabul eden diğer peygamberlere de inanmaktadır. Bu ise diğer peygamberlere inandığını söyleyenler için geçerli değildir. Dolayısıyla kişiye kabir sorgusunda Hz. Peygamber hakkında sorulan soru onun inancı ve yaşayışı hakkında gerekli bilgiyi vermektedir. 150 Kurtûbî, et-Tezkira, s. 138-139; es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 197-198. 41 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM KABİR AZÂBI İLE İLGİLİ RİVAYETLER 4.1. Kurân’da Kabir Azâbı Kabir hayatı ile ilgili olarak üzerinde önemle durulan ve tartışılan konulardan bir tanesi de kabir azâbı konusudur. Hadis kitaplarımızda, Tefsir ve Kelam gibi ilim dallarında da tartışılan konuyla ilgili bir çok rivayet bulunmaktadır. Öyle ki, konuyla ilgili rivayetlerin mütevatir seviyesine ulaştığı ileri sürülmüştür.151 Kabir azâbının semiyyatla alakalı bir konu olması dolayısıyla, inanç konularında âhâd haberlerin delil olup olamayacağı tartışması da gündeme gelmiştir. Ahad haberleri delil olarak kabul etmeyen Mu’tezile’den152 Dırâr b. Amr başta olmak üzere, Cehmiyye gibi diğer bazı gruplar da kabir azâbını kabul etmemişlerdir.153 Bunun dışında gözle görülmeyen ve duyu organları ile hissedilmeyen her şeyi inkar edenlerle, ölümü yalnızca bir yokluk olarak görenler de haliyle kabir azâbını da inkar ederler. Dolayısıyla konuyla ilgili olarak gerek metodik, gerekse itikadî anlamda birçok tartışmalar olmuştur. Günümüzde de çeşitli şekillerde bu tartışmalar devam etmektedir.154 İslâm inancına göre kabir azâbı haktır, ölen kimseler imân edip etmediklerine ve dünyada iken işlemiş oldukları amellerine göre kabirde azap göreceklerdir. Ölen kimselerin kabirlerinde azap göreceği hususu, Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan bazı âyetlere dayanmaktadır. Şimdi Kur’ân-ı Kerîm’de kabir azabından bahseden bu âyetleri ele alarak incelemek istiyoruz: Kurân-ı Kerim’de, Allâhu Teâlâ’nın insanı yaratan ve kabire gömdüren olduğu, 155 insanın topraktan yaratıldığı, toprağa döndürüleceği ve Kıyâmet Günü tekrar topraktan 151Bağdadi, Abdulkahir b. Tâhir b. Muhammed, el-Fark Beyne’l-Fırak, Dâru Âfâki’l-Cedîde, 2. Baskı, Beyrut 1977, I, 314; el-Îci, Adudiddin Abdurrahman b. Ahmed, Kitabu’l-Mevâkıf, tah. Abdurrahman Umeyra, Dâru’l-Cil, Beyrut 1997, III, 516. 152Mutezile arasında başta Kâdî Abdulcabbar olmak üzere büyük bir kısım ise kabul eder. Diğer mezheplerin görüşü için Bkz. Eş’ârî, Ali b. İsmail, Makalâtu’l-İslâmiyyin ve İhtilâfu’l-Mûsâllîn, tah. Helmut Rıtter, Dâru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, 3. Baskı, Beyrut, Trs., I, 127; el-Îci, Kitabu’l-Mevâkıf” III, 516-517. 153Özdemir, Metin, “Kabir Azâbı Tartışmasına Farklı Bir Bakış”, İslâmiyat, c.V, S: 3, Ankara 2002, s. 156. 154Krş. Toprak, Ölümden Sonraki Hayat, s. 396-397. 155 Abese 80/ 18-22. 42 çıkarılacağı ifade edilmektedir.156 Ayrıca Allâh (c.c.), insanın ölümünden sonra yeniden dirilişe kadar, Berzah denilen yerde bir çeşit hayat sürdüğünü açık bir şekilde bildirmektedir.157 Bunların dışında kabir hayatının nasıllığı ile ilgili açık bilgiler, Peygamber Efendimize tevdi edilmiş görünmektedir. Bununla birlikte, o hayatta, kâfirlerin ve müslümanların nasıl bir durum içerisinde olacaklarını ifade eden âyetler yok değildir. Nitekim, şehitlerin ölmedikleri,158 Rableri katında rızıklandıkları, kendilerinin durumunu diğerlerinin bilmesini istedikleri,159 kâfirlerin ne ile karşılaşacakları, pişmanlıkları vb. durumları Kurân-ı Kerim’de haber verilmektedir. Ayrıca Peygamberimizin görevi, Yüce Allâh’ın emrettiği gibi Kurân-ı Kerim’i açıklamak, kapalı ve müşkil konuları beyan edip açıklığa kavuşturmaktır.160 Dolayısıyla namaz, zekat, hacc vb. gibi konularda olduğu gibi, kabir ahvaline dair ayrıntılı bilgi ve açıklamalar da Hz. Peygamber tarafından yapılmıştır. Bu konunun ayrıntılarını Hz. Peygamber Efendimizin hadislerinde bulabilmekteyiz. Kaynaklarımızda kabir azâbına delalet ettiği belirtilen bazı âyetleri aşağıda zikretmek istiyoruz: “Ve Firavun’un ailesini azâbın en kötüsü sarıverdi. Ateş! sabah-akşam ona arz olunurlar.(Dünya durdukça azab böyle devam eder). Kıyâmet koptuğu gün de:’Firavun ailesini azâbın en çetinine sokun! (deriz).” 161 Bu âyette, Firavun ailesinin boğulmasıyla birlikte azâba düçar olduklarının bildirilmesi ve azâbın “ateş” olduğu, sabah-akşam ona arz olundukları ve bütün bunlara ilaveten Kıyâmet koptuğunda başka ve daha şiddetli bir azâba maruz kalacakları bildirilmektedir. Bu âyet, kabir azâbından bahseden en önemli Kurân’î delillerden birisidir. Mü’minûn sûresi 100. âyette de, öldükten sonra insanların önlerinde yeniden dirilecekleri güne kadar Berzah’ın olduğu beyan edilmektedir. Bu âyet, Kıyâmet’ten önce bir Berzah alemi ve hayatının mevcut olduğunu haber vermektedir. Bu âyetten anlaşıldığına göre, Berzah hayatı dünya hayatı gibi olmayıp, Âhiret hayatından da 156 Araf 7/ 25. 157 Mü’minun 23/ 100. 158 Bakara 2/ 154. 159 Âl-i İmran 3/ 169. 160 Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Üsûlu, T.D.V. yay., 10. Baskı, Ankara 1995, s. 231-232. 161 Mü’min, 40 /45-46. 43 farklıdır. Bu âlem nasıl bir âlem, ne gibi özellikleri var? şeklinde kabir hayatına ilişkin olarak insanın aklına gelen sorulara, yukarıda zikrettiğimiz Mü’minûn 100. âyeti önemli cevaplar içermektedir. Bu âyet-i kerimede, insanın ölümünden hemen sonra ve Kıyâmet’ten önce bir azâbın varolduğu, Kıyâmet Günü’ndeki azâbın ise çok farklı ve çok çetin olacağı belirtilmektedir. Bu sebeple bu âyet, bu aleme ilişkin olarak Kurân-ı Kerim’deki en önemli delillerden bir tanesidir. Kısacası bu âyette, azâbın ne olduğu, ne zaman başlayacağı, bunun süresi gibi konular hakkında bazı bilgilerin verildiğini görmekteyiz.162 İslâm âlimlerinden İbn Kesîr, bu âyetle ilgili olarak, “Bu âyet, Ehl-i Sünnet’in kabir azâbı olduğuna dair görüşü için, en büyük bir asıldır” diyerek ve kabirde azâbın yalnız ruhlara yapılacağını, Kıyâmet Günü’nde ise beden ve ruh birleştirileceğinden azabın daha şiddetli olacağını söylemektedir. Yine İbn Kesîr, Hz. Âişe’den gelen rivayetlerden hareketle, Hz. Peygamberin daha önceleri bu konuda bilgi sahibi olmadığını, fakat daha sonra gelen vahiyle bu ümmetin de kabirlerinde fitne ve azâba maruz kalacaklarını öğrenip haber verdiğini, artık bundan sonra her namazında kabir azâbından Allâh’a sığındığını kaydetmektedir.163 Son dönem âlimlerimizden Süleyman Ateş ise, bu âyetlerle ilgili olarak şunları söylemektedir: “Bu âyet, ruhların ölmediğini, sadece bedenden ayrılıp bedensiz yaşadığını, dünya hayatı ile Kıyâmet arasında Berzah aleminde nimet veya azâb göreceğini belirtir. Ayrıca Allâhu Teâlâ bu âyetin sonunda, Kıyâmet Günü’nde Firavun ailesinin en çetin ateşe sokulmalarını emredeceğini bildirmektedir. Demek ki ateşe sunulmaları, Kıyâmet Günü’nde ateşe girmelerinden farklıdır. Ateşe sunulan onların ruhlarıdır. Ruhlar ateş azâbını hissederler, fakat henüz beden ile ateşe girmemişlerdir.”164 Konumuzla ilgili bir diğer âyet de şudur: “Kim benim zikrimden yüz çevirirse onun için dar, sıkıntılı bir geçim vardır.”165 162 Krş. Taberî, Câmiul-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, Dâru’l-Ma’rife, 2. Baskı, Beyrut 1972, XXIV, 71- 72; Kurtûbî, Muhammed b. Ahmed b. Ebîbekr b. Ferah, el-Câmi li Ahkâmi’l-Kur’ân, tah. Ahmed Abdulalim el-Berdunî, 2. Baskı, Dâru’ş-Şa’b, Kahire 1372h., XV, 318; İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ, İsmail b. Amr b. Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1401h., IV, 82; Râzi, Fahreddin, Tefsir-i Kebîr, ter. Komisyon, Akçağ Yay., Ankara 1995, XIX, 309. 163 Bkz. İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, IV, 81-82. 164 Ateş, Süleyman, Yüce Kurân’ın Çağdaş Tefsiri, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul 1995, VIII, 82-83. 165 Taha 20/ 125. 44 İslâm âlimlerinden el-Kurtubî, yukarda kaydetmiş olduğumuz âyetle ilgili görüşleri zikrettikten sonra şöyle demektedir: “Bu âyetle ilgili dördüncü ve sahîh olan görüş, buradaki ‘dar geçimin’ kabir azâbı olduğudur. Ashâbdan Ebû Saîd el-Hudrî ve Abdullâh b. Mesûd bu görüştedirler. Ebû Hureyre de (r.a.) bu konuda Peygamber Efendimiz’den merfu olarak şu hadisi nakletmiştir: ‘Kâfire kabri o kadar daralır ki, kaburga kemikleri birbirine geçer. İşte bu, âyette geçen dar geçimdir.”166 İmâm et-Taberî ise, bu âyetle ilgili olarak istişhadını bir başka yönden yapmaktadır. O, konuyla ilgili farklı rivayetleri zikrettikten sonra âyetin devamındaki “Âhiret azâbı ise daha şiddetli ve daha süreklidir” ifadesinden dolayı, bu “dar geçimin” diğer görüşlerin aksine kabir azâbı olduğu görüşünün daha makbul ve daha doğru olduğunu ifade etmiştir.167 Kabir azâbıyla alakalı bir diğer âyet de şöyledir: “Çokluk kuruntusu sizi o derece oyaladı ki, kabirleri (bile) ziyaret ettiniz. (Ölülerinizin çokluğunu bile hesaba kattınız). Hayır (olmaz bu), yakında bileceksiniz! (hatanızı).Yine hayır yakında bileceksiniz! (hatanızı) ” 168 Zirr b. Hubeyş’in Hz. Ali’den (r.a.) nakletmiş olduğu aşağıdaki rivayet, yukarda kaydetmiş olduğumuz bu âyetin, kabir azâbıyla ilgili olduğunu ifade etmektedir: “Biz, Tekâsür süresi nazil oluncaya kadar kabir azâbından şüphe içindeydik.”169 Bu âyette anlatıldığı gibi, insanın ölüp kabre varması ile kabir hayatı başlamaktadır. Bununla birlikte, insanın kabirde bazı şeyleri bilip idrak etmesi için, aklının ve ruhunun yerinde olması ve kabir hayatında bazı durumlarla karşılaşması gerekmektedir. Dolayısıyla bu âyetler, hem kabir hayatının, hem de kabirde sual ve azap vb. durumların varlığına işaret etmektedir.170 Şimdi de ölen kimselerin kabir azâbı göreceklerine delil getirilen bir başka âyeti aşağıda kaydetmek istiyoruz: 166 Kurtûbî, el-Câmi, XI, 259. 167 Taberî, Câmiul-Beyân, XVI, 228-231; Ayr. Bkz. İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm , III, 170. 168 Tekâsür 102/ 1-4. 169 Taberî, Câmiu’l-Beyân, XXX, 284; Kurtûbî, el-Câmi, XX, 172-173; Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kurân Dili, Eser Yay. İstanbul 1979, IX, 6045. 170 Krş. Kurtûbî, el-Câmi, XX, 173. 45 Muhakkak ki, zalimlere bu azâbın dışında bir azâb daha vardır. Fakat onların çoğu bilmezler. 171 et-Taberî ve el-Kurtubî gibi âlimler, âyette kendisinden söz edilen azâbın, Âhiret azâbının dışında kalan kabir azâbı olduğunu kaydetmektedirler.172 İlk dönem müfessirlerinden Katâde, bu konuda İbn Abbâs’tan bir rivayet nakletmiştir. Buna göre İbn Abbâs bu âyet hakkında: “Siz kabir azâbını Allâh’ın kitabında bu âyette bulacaksınız” demiştir.173 et-Taberî ise, diğer rivayetleri de göz önüne alarak bu âyet hakkında, bu azâbın yalnızca kabir azâbını değil, zalimlerin başlarına dünya hayatında gelebilecek diğer bela ve musibetleri de kapsamına alabileceğini ifade etmiştir. Bu görüşün, kabir azâbı hakkında nâzil olduğu bildirilen, “Belki dönerler diye, onlara büyük azabdan önce daha küçük bir azâbı tattıracağız” 174 âyetine de uygun olduğunu belirtmemiz gerekmektedir.175 Konumuzla ilgili bir diğer âyette şöyledir: “Onlar, günahları yüzünden suda boğuldular ve ateşe sokuldular, kendilerine de Allâh’tan başka bir yardımcı bulamadılar.”176 Kurân-ı Kerim’de, kabir azâbına delalet ettiği ifade edilen âyetlerden birisi de, yukarda kaydetmiş olduğumuz bu âyet-i kerimedir.177 Burada bahsedilen kimselerin, suda boğulmalarını müteakip ateşe sokulduklarının belirtilmesi, durumlarının Firavun’un adamlarının akıbetine benzediğini göstermektedir.178 Buraya kadar yukarda kaydetmiş olduğumuz âyetler, kabir azâbına delil olarak gösterilen âyetlerin en başta gelenleridir. Bazı İslâm âlimleri, bunların sayısını artırır ve başka âyetleri de delil olarak zikrederler. İmâm es-Suyûtî ise, Şerhu’s-Sudûr adlı eserinin kabir azâbı konusuna ayırmış olduğu bab başlığı altında, konuyla ilgili âyetleri kaydetmemiş, bu konuda “İklîl Fî 171 Tur 52/ 47. 172 Taberî, Câmiul-Beyân, XXVII, 36-37; Kurtûbî, a.g.e., XVII, 78. 173 Taberî, Câmiu’l-Beyân, XXVII, 36. 174 Secde 32/ 21. 175 Bkz. Toprak, Süleyman, “Kabir”, T.D.V.İ.A., s. 37-38. 176 Nuh 71/ 25. 177 Râzi, Tefsir-i Kebîr, XXII, 161; Krş. Toprak, a.g.m. s. 37; Özdemir, Kabir Azâbı Tartışmasına Farklı bir Bakış, s. 161. 178 Kurtûbî, el-Câmi, c. 18, s. 311; Yazır, Hak Dini Kurân Dili, IX, 5378; Farklı görüşler için Bkz. Özdemir, a.g.m., s. 162. 46 İstinbâti’t-Tenzîl” adlı kitabına başvurulmasını istemiştir. Fakat biz, konunun anlaşılması bakımından önemli olduğu için bu konuda delil getirilen âyetleri yukarda kaydetmiş bulunmaktayız. 4.2. Hadislerde Kabir Azâbı Kabir azâbı ve çeşitleri, onunla ilgili ayrıntılar, Kurân-ı Kerim’deki âyetlerle de irtibatlı olarak şüpheye mahal bırakmayacak bir tarzda hadislerde geçmektedir. Şimdiye kadar, hadisleri delil olarak kabul eden hiçbir İslâm mezhebi kabir azâbını inkar etmemiştir. Resûlullâh’ın (s.a.s.), yapmış olduğu dualarda kabir azâbına mutlaka yer verdiğini görmekteyiz.179 Kabir azâbının varlığı ile ilgili hadislerin önemli bir kısmını Hz. Âişe ‘den gelen rivayetler oluşturmaktadır. Hz. Âişe bu konuyu ilk defa bir Yahûdî’den işitmiş ve Hz. Peygamber’e sormuştur. Bunun üzerine vahy gelmiş ve bundan sonra Hz. Peygamber (s.a.s.) namazlarında hep kabir azâbından Allâh’a sığınmıştır.180 Şimdi bu konuyla ilgili rivayetleri aşağıda kaydederek incelemek istiyoruz: el-Buhârî’nin, Ebû Hureyre’den (r.a.) rivayet ettiğine göre, Resûlullâh (s.a.s.) şöyle dua ederdi: “Ya Rabbi! Ben, kabir azâbından sana sığınırım.” 181 Yine el-Buhârî’nin, Hz. Âişe’den rivayet ettiğine göre, Resûlullâh (s.a.s.) : “Kabir azâbı haktır” buyurmuşlardır.182 İbn-i Ebî Şeybe ve Müslim’in, Zeyd bin Sâbit’den (r.a.) rivayet ettiklerine göre o şöyle demiştir: “Resûlullâh (s.a.s.), Benî Neccâr’a ait bir duvarın yanında, katırın üzerinde iken, birden binek koşup neredeyse Resûlullâh’ı yere düşürecekti. Orada altı veya beş veya dört kabir vardı. Resûlullâh (s.a.s.): ‘Kim bu kabirlerin sahiplerini tanır?’ buyurdu. Ashabdan birisi: ‘Ben bilirim’, dedi. Resûlullâh (s.a.s.): ‘Ne zaman öldüler?’ diye sorunca, o kimse: ‘Bunlar şirk üzere öldüler’, dedi. Bunun üzerine Resûlullâh (s.a.s.) şöyle buyurdu: ‘Bu ümmet kabirlerinde mutlaka imtihana çekilirler. Eğer siz ölüleri 179 el-Buhârî, el-Câmiu’s-Sahîh, V, 2341; İbn Hacer, Fethu’l-Bâri , II, 318. 180.Müslim, el-Câmiu’s-Sahîh, I, 410-412. 181 el-Buhârî, a.g.e., a.g.y. 182 el-Buhârî, a.g.e., I, 462. 47 defnediyor olmasaydınız, Allâh’a dua edip benim işittiğim kabir azâbını size de işittirmesini dileyecektim.” 183 Kaynaklarımızda yer alan bu konuyla alakalı hadislerin mütevatir seviyesine ulaştığı kaydedilmektedir.184 Peygamberimizin (s.a.v.) ashâbının kabir azabı konusunda çok farklı tavırlar takındığını görmekteyiz. Örneğin Hz. Ebû Hureyre’nin, sabahleyin: “Allâh’a hamdolsun! Firavun ve âlinin ruhları ateşe arzolundu”, akşamleyin de: “Allâh’a hamdolsun! Firavun ve âlinin ruhları ateşe arz olundu” diye bağırdığı haber verilmektedir.185 Yine bazı sahabîlerin, deniz tarafından gelen sürü halindeki kuşlar kendilerine sorulduğunda, “Bunlar, Firavun âlinin ruhlarıdır” dediklerini öğrenmekteyiz.186 Ashâbdan bazılarının, deniz tarafından gelen kuşları Firavun âlinin ruhları olarak nitelemesi, kendilerinin yanlış kanaat ve bilgilerinden kaynaklandığı açıktır. Ancak sanki bütün bunlar, kabir azabı konusundaki hadisin yaygınlaşması ve herkes tarafından duyulması amacına matuf gibi gözükmektedir. 4.2.1. Kabir Azâbına Sebep Olan Fiillerle İlgili Rivayetler Kabir azâbı ile ilgili rivayetlerde buna sebep olan fiillere de yer verilmiştir. Bunların başlıcaları idrardan sakınmamak, koğuculuk yapmak ve gıybet olarak belirtilmektedir. Bunun yanında bazı rivayetlerde haksız yere başkasının malını yemek, abdestsiz namaz kılmak, kul hakkı yemek gibi fiillerin de kabir azâbına sebep olacağı belirtilmektedir.187 Hadis âlimlerimizden Hâfız İbn Hacer, kabir azâbına sebep olmada bevlin özel bir yere sahip olduğunu belirtmekte ve bu konuda farklı rivayet ve görüşleri kaydetmektedir.188 Şimdi, kabir azâbına sebep olduğu bildirilen davranışlardan bahseden hadisleri ele alarak incelemek istiyoruz: 183 Müslim, el-Câmiu’s-Sahîh, IV, 2199-2200. 184 Toprak, Kabir Hayatı, s. 213. 185 Bkz. Kurtûbî, el-Câmi, XV, 318. 186 Kurtûbî, a.g.e. a.g.y. 187 İbn Kayyım, Kitâbu’r-Ruh, s. 122. 188 Bkz. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, II, 318-319. 48 İbn Ebî Şeybe, İbn Ebî’d-Dünyâ, Acurrî’nin, Ebû Hureyre’den (r.a) rivayet ettiklerine göre Resûlullâh (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Bevlden sakınınız, çünkü kabir azâbının çoğu ondandır.”189 Buhârî, Müslim ve İbn Ebî Şeybe’nin, İbn-i Abbâs’dan (r.a) rivayet ettiklerine göre, Resûlullâh (s.a.v) iki kabrin yanından geçerken, şöyle buyurdu: “Bunlar, azap görüyorlar. Azapları da büyük günahlardan dolayı değildir. Birisi bevlden temizlenmiyordu, diğeri de arada koğuculuk yapardı. Sonra, Resûlullâh (s.a.s.) elinde bulunan yaş bir değneği ikiye bölüp kabirlerine dikti. Ashab: ‘Bunu neden yaptın ya Rasülullah’ deyince: ‘Umulur ki bunlar yaş kaldıkça azapları hafiflenir’ buyurdu.”190 İbn-i Ebî’d-Dünyâ ve el-Beyhakî’nin, Meymûne’den (r.a) rivayet ettiklerine göre Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu : “Ey Meymune! Kabir azâbından Allâh’a sığın. Kabrin en şiddetli azâbı gıybet ve bevldendir.”191 Ahmed ve Isfehani, Ya’la bin Siyâbe (r.a.)’dan rivayet ettiklerine göre, “Resûlullâh (s.a.s.) sahibi azap gören bir kavmin başına geldi. ‘Bu, insanların etini yiyordu’ dedi. Sonra yaş bir dal istedi. Onu kabrine dikti. ‘Umulur ki, bu dal yaş kaldıkça azâbı hafiflesin’ diye buyurdu.”192 el-Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve’de, Ebû Saîd Hudrî’den (r.a) naklettiği Mi’râc hadisinde Hz.Peygamber’in (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: “Sonra biraz daha geçtim. Baktım, orda üstünde büzülmüş et olan sofralar var, kimse ona yanaşmıyor. Aynı yerde diğer sofralarda , kokuşmuş pis et vardır. İnsanlar oturup ondan yiyorlar. Ben ‘Ya Cibril kimdir bunlar’? dedim.O dedi ki: ‘Ümmetinden bir millettir. Helali bırakıp harama girerler.’ Sonra biraz daha geçtim. Karınları evler gibi olan bir topluluğun yanına vardım. Kalkmak istedikçe yere düşüyorlar. ‘Ya Rabbi Kıyâmeti koparma’ diyorlardı. Onlar Âl-i Firavun’un yolunda idiler. Yoldakiler onları ezip geçiyorlardı. Allâh’a yalvardıklarını işittim. ‘Ya Cibril kimdir bunlar’? dedim. Cibril: ‘Bunlar, senin ümmetinden faiz yiyenlerdir’ Dedi. Sonra az daha gittim. Dudakları deve dudakları gibi büyük bir milletin yanına geldim. Ağızlarını açıp o 189 es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 224. 190 Buhârî, el-Câmiu’s-Sahîh, I, 88, 458; Müslim, el-Câmiu’s-Sahîh, I, 240; et-Tirmizî, es-Sünen, I, 102; Ebu Davûd, es-Sünen, I, 6; İbn Mâce, es-Sünen, I, 125; en-Nesâî, es-Sünenü’l-Müctebâ, I, 29. 191 es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 224. 192 el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, VIII, 93; Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. .224. 49 ateşten yutuyor, ateş arkalarından çıkıyordu. ‘Kimdir bunlar’? dedim. Cibril: ‘Bunlar, senin ümmetinden yetimlerin malını zulmen yiyenlerdir.’ dedi. Sonra yine öyle geçtim. Memelerinden asılmış kadınlar gördüm. ‘Kimdir bunlar’? dedim. ‘Bunlar zina edenlerdir’ dedi. Sonra az daha gittim. Yanlarından et kesilen, bir millet gördüm. O kesilen et onlara yediriliyordu. Onlara ‘kardeşinin etinden yediğin gibi bunu da ye’ deniliyordu. Kimdir bunlar”? dedim. Cibril: ‘bunlar gıybet edici ve ayıplayıcılardır’ dedi.”193 Kabir azabı konusunda en çok bilgiyi Mi’râc’la ilgili rivayetler vermektedir. Bu hadisler, bevl, koğuculuk ve gıybetin dışında da bazı kötü amellerin kabir azâbına sebep olduğunu ifade etmektedir. el-Beyhakî ve İbn-i Adiyy’in, Ebû Hureyre’den (r.a) rivayet ettikleri Mi’râc hadisinde nakledildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: “(Mi’râc gecesinde) başları taşla ezilen bir kavmin yanından geçtim. Başları ezildikçe yeniden düzeliyordu. Fakat bu ezilmeden dolayı onlardan hiçbir şey eksilmiyordu. ‘Ya Cibrîl! Kimdir bunlar?’, dedim. Cibrîl: ‘Bunlar başları namaza ermeyen kimselerdir’ dedi. Sonra koyun-keçi gibi dolaşan, zakkum dikenli otları, Cehennem çakıl ve taşlarını yiyen bir topluluğun yanına geldim. ‘Kimdir bunlar?’ dedim. Cibrîl: ‘Bunlar, mallarının zekatını vermeyenlerdir.’ dedi. Sonra başka bir kavmin yanına geldim. Ellerinde temiz pişmiş etle çiğ et vardı. Temiz eti bırakıp, pis eti yiyorlardı. Ben: ‘Kimdir bunlar?’ dedim. Cibrîl cevaben: ‘Bunlar, helal hanımını bırakıp pis kadının yanında sabahlayan erkek ve helal kocasını bırakıp pis erkeğe giderek yanında sabahlayan kadınlardır’ dedi. Sonra, taşınamayacak kadar büyük bir yığını biriktirmiş ve artırmayı isteyen bir adam gördüm. ‘Kimdir bu?’ dedim. Cibrîl: ‘Yanında ödeyemeyeceği kadar insanların emanetleri olan ve yine de emanet almak isteyen kişidir dedi.’ Sonra, dili ve dudakları demir makasları ile kesilen bir topluluğun yanına geldik. Bunların uzuvları kesildikçe eski haline dönüyor, hiçbir şey eksilmiyordu. ‘Kimdir bunlar?’ dedim. Cibrîl cevaben: ‘Bunlar, ümmetinin hatipleridir.’ dedi.”194 Konumuzla ilgili olarak el-Beyhakî’nin Delailü’n-Nübüvve’sinde Ya’lâ bin Mürre’den naklettiği bir rivayet daha vardır. Bu rivayet de şöyledir: 193 Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 233-234. 194 , Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 234-235; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, I, 67-72. 50 “Peygamber (s.a v) ile bir kabristandan geçiyorduk. Bir kabirden sıkışma sesi işittim. ‘Ya Resûlullâh! Kabirden sıkışma sesini duyuyorum’ dedim. Hz. Peygamber de (sav): ‘İşittin mi ya Ya’lâ’ buyurdu. Ben de: ‘Evet’, dedim. Resûlullâh (s.a.v): ‘O, kolay işlerden dolayı azap görüyor’, buyurdu. Ben: ‘Onlar nedir?’, dedim. Resûlullâh da (s.a.v): ‘O, insanlar arasında koğuculuk yapardı. Bevlden temizlenmezdi’, buyurdu ve sonra, ‘Umulur ki azâbı hafiflesin’ diyerek kabrine bir çubuk dikti.”195 İmâm Ahmed, en-Nesâî, İbn Huzeyme, el-Beyhakî, Ebû Rafii (r.a.) den haber verdiklerine göre şöyle demiştir: “Resûlullâh (s.a.s.) ile birlikte Bâkî Kabristanı’ndan geçiyordum. O (s.a.s.): ‘of, of !’ dedi. Beni kasteddiğini sandım. ‘Ya Resûlullâh bir şey mi yaptım’ dedim. O, ‘ne demek istiyorsun?’ dedi. Ben, ‘bana of çekiyorsun’ dedim. O: ‘Hayır. Bu kabir sahibi filan kişiyi falan kabileye zekat memuru olarak göndermiştim. Bir zırhı arakladı. Şimdi ona ateşten bir zırh giydirilmiş olarak görüyorum’. buyurdu.”196 İbn-i Ebî’d-Dünyâ, “el-Kubur” kitabında Hasan’dan merfuan rivayet ettiğine göre Resûlullâh (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kim sahabelerimden birisine söverek dünyadan ayrılsa, Allâh ona bir hayvan musallat eder, etini kemirir, ondan Kıyâmet kadar elem duyar.”197 İbn Ebi’d-Dünyânın bu rivayeti gerek isnad, gerekse metin yönünden zayıftır. Konuyla ilgili olarak kaydetmiş olduğumuz bazı rivayetlerde zikredilen günahlar hakkında “küçük şeyler” denilmesi, İslam âlimleri arasında tartışma meydana getirmiştir. Bu rivayetlerde sözü edilen günahların küçük değil, büyük günah oldukları savunulmuş, hatta bazı rivayetler de “Bel hüve kebîrun” ifadesine yer verilmiştir. Bazı alimler ise, buradaki küçüklüğün kendisinden korunulmasının basit olmasından kaynaklandığını, aslında günahın küçük olmadığını ifade etmişlerdir.198. Buraya kadar kaydetmiş olduğumuz konuyla ilgili rivayetlerin hemen hepsinde, ölenin azâbının hafifletilmesi için ağaç dikimi tavsiye edilmiştir ki bu, Müslüman mezarlarının Cennet bahçelerine benzemesinde, çevrenin korunup güzelleştirilmesinde çok önemli bir etken olmuştur. 195 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, IV, 172; Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 225. 196 İbn Huzeyme, es-Sahîh, IV, 52; en-Nesâî, es-Sünenu’l-Müctebâ, II, 115; Ahmed b. Hanbel, elMüsned, VI, 392, 197 Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 235. 198 Bkz. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, II, 318 51 el-Beyhakî’nin, kabir azâbıyla ilgili olarak Ebû Hureyre’den (r.a.) rivayet ettiği bir hadisle konumuza son vermek istiyoruz: Hz.Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kabir azâbı üç şeyden olur. Gıybetten, koğuculuktan ve bevlden. Bunlardan mutlaka sakının.”199 4.2.2. Hayvanların Kabir Azâbını İşitmeleri İle İlgili Rivayetler Bu konuda da zikredilen rivayetler ins ve cinin haricinde bütün mahlukatın kabir azâbını işiteceği ifade edilmektedir. İnsan ve cinlerin işitememesi ise sadece imtihan sırrının bozulmaması ile alakalı olduğu bildirilmektedir.200 Bununla birlikte bazı sahabilerin ve şahısların, ölen bazı kimselerin kabirlerinde gördükleri azâba bizzat şahit oldukları konusunda da kaynaklarda bir kısım nakiller mevcuttur. el-Buhârî, Müslim ve İbn-i Ebî Şeybe’nin, Hz. Âişe’den rivayet ettiklerine göre, Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Kabristanlılar, kabirlerinde bir azap görürler ve hayvanlar o azâbın sesini işitirler.”201 İbn-i Ebî Şeybe, İmâm Ahmed, İbn-i Hıbbân gibi hadis âlimlerinin Ümmü Mübeşşir’den (r.a) rivayet ettikleri bir diğer hadis de şöyledir: “Bir gün Resullullah (s.a.v): ‘Kabir azâbından Allâh’a sığınırım’ buyurdu. Bunun üzerine ben: ‘Ya Resûlullâh, insanlar kabirlerinde azap mı görecekler?’ diye sordum. Peygamber de (s.a.v): ‘Evet, hayvanların işiteceği bir azapla, azap görecekler’, buyurdu.”202 4.2.3. Kabirde Azap Şekilleri İle İlgili Rivayetler Kaynaklarımızda yer alan bir kısım rivayetlerde ölenin kabrinde göreceği azap şekillerinden bahsedilmektedir. Fakat bu rivayetlerin çoğu, Kütüb-i Sitte gibi sahih hadis kaynaklarımızda yer almayan nakillerdir. Bunların önemli bir kısmının sened ve 199 es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 225; el-Beyhakî, İsbâtu Azâbi’l-Kabr, Hadis No: 262, s. 45. 200 Bkz. es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 249, Toprak, a.g.e., a.g.y. 201 Buhârî, el-Câmiu’s-Sahîh, V, 2341; Müslim, el-Câmiu’s-Sahîh, I, 240. 202 İbn Ebî Şeybe, el-Musannaf, III, 374; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, VI, 362; 52 metinlerinde Hadis metodolojisi açısından problemler vardır. Şimdi, İmâm esSuyûtî’nin Şerhu’s-Sudûr’da nakletmiş olduğu bu rivayetleri sırasıyla ele alarak incelemek istiyoruz. İmâm Ahmed, Ebû Ya’lâ ve Acurrî’nin Ebû Saîd-i Hudrî’den (r.a) rivayet ettiklerine göre, Resûlullâh (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Kâfirin başına kabrinde doksan dokuz ejderha Mûsâllat olur. Kıyâmet kopuncaya kadar, onu ısırırlar.”203 Yine Ebû Ya’lâ, Acurrî ve İbn-i Mende’nin, Ebû Hureyre’den (r.a) rivayet ettiklerine göre, Resûlullâh (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Mü’min kabrinde bir bahçe içindedir. Kabri yetmiş zira’ genişlenir, dolunay gibi nurlanır. Bilir misiniz şu âyeti kerime hangi konuda nazil olmuştur: ‘Kim zikrimden yüz çevirirse muhakkak ona dar bir geçim vardır.’ Sahabeler: ‘Allâh ve Resulu daha iyi bilir’ dediler. Resûlullâh (s.a.s.) buyurdu ki: ‘O dar geçim, kabir azâbıdır. Nefsim kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, ona doksan dokuz ejderha Mûsâllat olur. Vücudunu şişirirler, onu sokarlar ve Kıyâmete kadar cesedini tahriş ederler.”204 İbn-i Ebî’d-Dünyâ’nın Mesruk’dan rivayet ettiğine göre, o bu konuda şöyle demiştir: “Kim hırsızlık yapar veya zina eder veya içki içer veya bunlara benzer bir şey yapar da ölürse kabrinde iki arslan bulunup onu devamlı olarak ısırırlar.”205 İslam müfessirlerinden İkrime, “Nasıl ki kâfirler, kabirdekilerden ümitsizliğe düştüler” 206 ayetini delil getirerek, kabirde görülecek azap şekillerinden birisinin de, Allâh’ın rahmetinden ümit kesmek olduğunu söylemiştir. İbn-i Ebî Şeybe’nin nakline göre , İkrime bu konuda şöyle söylemiştir: “Kâfirler kabirlerine kondukları zaman, Allâh’ın onlara hazırladığı azâbı görüp, Allâh’ın rahmetinden ümitsiz olurlar.” 207 İmâm es-Suyûtî’nin kitabında zikrettiği, gerçekten olmuş bir olay mı yoksa rüya mı olduğu tam olarak anlaşılamayan ilginç bir takım rivayetlere de rastlanmaktadır. Bunlardan bazılarını aşağıda zikretmek istiyoruz: 203 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, III, 38; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, III, 55; es-Suyûtî, Şerhu’sSudûr, s. 223. 204 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, III, 38; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, III, 55. 205 es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 237. 206Mümtehine 60/ 13. 207 el-İsbehânî, Hilyetu’l-Evliyâ, III, 335; es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 226. 53 et-Taberânî’nin el-Evsât’da, İbn-i Ebî’d-Dünyâ’nın Kitabü’l Kubûr’ da, Lalkaî’nin es-Sünnet’de, Abdullâh bin Ömer‘den( r.a) rivayet ettikleri konumuzla ilgili bir haber mevcuttur. Buna göre Abdullâh bin Ömer ( r.a) şöyle demiştir: “Ben, Bedir taraflarında gezinirken, birden bir çukurdan, boynunda bir zincir olan bir adam çıktı. ‘Ya Abdullâh! Bana su ver’ diye bana seslendi. Bilmiyorum ismi mi bildi, yoksa Arapların Abdullâh (Allâh’ın kulu) kelimesini kullandıkları gibi mi kullandı. Sonra aynı çukurdan elinde cop olan bir adam çıktı, ‘Ya Abdullâh ona su verme. Çünkü o kâfirdir’ dedi. Sonra onu çukura koyuncaya kadar copla ona vurdu. Daha sonra Resûlullâh’a (s.a.v) giderek durumu anlattım. O (sav): ‘Gördün mü?’ dedi. Ben de: ‘Evet’ dedim. Bunun üzerine: ‘O Allâh’ın düşmanı Ebû Cehil’dir. O gördüğün durum da Kıyâmete kadarki azâbıdır’ buyurdu.”208 Şimdi de, konumuzla ilgili olarak Ahmed bin Hanbel, en-Nesâî, İbn Huzeyme ve el-Beyhakî’nin, Ebû Rafiî’den (ra) naklettikleri bir hadisi kaydetmek istiyoruz. Buna göre kendisi şöyle anlatmıştır: “Resûlullâh (s.a.v.) ile birlikte Bakî’ Kabristanı’ndan geçiyordum. O sırada Resûlullâh (sav), ‘Of, of’ dedi. Beni kasteddiğini sandım. ‘Ya Resûlallâh bir şey mi yaptım’ dedim. O da, ‘Ne demek istiyorsun?’ buyurdu. Ben de: ‘Bana of çekiyorsun sandım’ dedim. O: ‘Hayır. Bu kabir sahibi filan kişiyi falan kabileye zekat memuru olarak göndermiştim. Bir zırhı çaldı. Şimdi onu kendisine ateşten bir zırh giydirilmiş olarak görüyorum’ buyurdu ”209 İbn Ebî Şeybe, Hennad, İbn Ebî’d-Dünyâ, Amr b. Şurahbil’den rivayet ettiklerine göre o şöyle anlatmıştır: “Muttaki görünen bir adam ölmüş. Kabrine gelip sana yüz sopa vuracağız demişler. Adam: ‘Neden bana vuracaksınız? Ben kötülüklerden sakınır, Allâh’tan korkardım’ demiş. Bir sopaya varıncaya kadar aralarında tartışma sürmüş ve o sopa vurulunca kabri ateşle dolmuş. Adam helak olup bir daha diriltilince neden bana vurdunuz?’ demiş. Onlar: ‘Bir gün abdestsiz olarak namaz kıldın. Ve yardım isteyen bir mazlumun yanından geçerken yardım etmedin’ demişler.”210 Yukarda kaydettiğimiz rivayet Hz. Peygamber’e nisbet edilen bir hadis değildir. Bu rivayetin vaktiyle kıssacı vaizler tarafından, halkı iyilik ve ibadetlere teşvik, 208 es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 226; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, III, 57. 209İbn Huzeyme, es-Sahîh, IV, 52; en-Nesâî, es-Sünenu’l-Müctebâ, II, 115; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, VI, 392. 210 es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 228. 54 kötülükleri işlemekten sakındırma (Terhîb ve Terhîb) maksadıyla ortaya atıldığını düşünmekteyiz. Konumuzla ilgili olarak el-Buhârî ve el-Beyhakî’nin, Semure bin Cündüb’den (r.a.) rivayet ettikleri bir hadis daha vardır. Buna göre Semure (r.a.) şöyle demiştir: “Resûlullâh (s.a.v.)’in, ashabına çok fazla söylediği şeylerden birisi de: ‘İçinizden kimse rüya gördü mü?’ sözü idi. Bir gün sabahleyin şöyle buyurdu: ‘Bu gece iki kişi gelip bana ‘hazırlan’ dediler. Onlarla beraber çıktım, beni arz-ı mukaddese götürdüler. Yatan bir adamın yanına vardık; elinde taş olan diğer bir adam başında duruyordu. Taşı başına vurup başını sıyırıyordu. Taş yuvarlanır giderdi. Peşinden gidip taşı alıyordu. Vuran adam daha dönmeden, vurulanın başı eski haline gelip iyileşiyordu. Döndüğü vakit ilk sefer yaptığı gibi bir daha onun başına vuruyordu. Ben o arkadaşlarıma ‘SubhanAllâh nedir bunlar?’ dedim. Onlar: ‘git’ dediler. Gittik, ta, baş üstü yatmış bir adama vardık. Elinde çengel olan başka bir adam onun yanında idi. Yanaklarına çengeli takıp kafasına kadar yırtardı. Burnuna koyup kafasına kadar yırtardı, gözüne takıp kafasına kadar yırtardı. Sonra dönüp öbür tarafı da aynen öyle yapardı. Onu bitirmeden öbür taraf eski haline dönüp iyileşiyordu. Yine öbür tarafa yaptığını bu tarafa yapardı. Ben arkadaşlarıma ‘SuphanAllâh nedir bunlar?’ dedim. Onlar; ‘Çık’ dediler, çıktık. Tandır gibi bir şeyin yanına vardık, İçinde sesler ve gürültü vardı. İçine baktık, çıplak kadın ve erkek dolu. Altlarından alev kendilerine vuruyor. Alev vurdukça bağrışıyorlardı. Ben arkadaşıma ‘Nedir bunlar’ dedim. Onlar; ‘Git’ dediler. Gittik. Kan gibi kızıl bir nehrin yanına vardık. Nehirde yüzen bir adam vardı. Nehir kenarında da elinde küçük çakıl taşları olan bir adam vardı. O arada adam yüzdüğü kadar yüzüyor. Sonra, çakılları biriktirenin yanına gelip ağzını ona açıyor. Ağzına bir taş atınca gidip yüzüyor, sonra bir daha ona dönüyor, ağzını açıp adamdan bir taş daha yutuyordu. ‘Bunlar kimlerdir?’ dedim. ‘Git’ dediler. Gittik. Hiç benzerini görmediğim çirkin bir adamın yanına vardık. Yanındaki ateşi karıştırıp etrafında dolaşıyordu. Arkadaşlarıma ‘Bu kimdir’ dedim. Onlar: ‘git’ dediler. Gittik. Yemyeşil, içinde baharın bir nevi çiçeği olan bir bahçeye girdik. Bahçe ortasında başını göremeyeceğim kadar uzun bir adam vardı. Etrafında hiç görmediğim çocuklar vardı. Arkadaşlarım bana “çık” dediler. Çıktık, büyüklükte ve güzellikte benzerini görmediğim büyük bir bahçeye vardık. Arkadaşlarım bana: ‘Yüksel’ dediler.Yükseldik binaları altın ve gümüş kerpiçten olan bir şehre vardık. Şehrin kapısını çaldık, bize açıldı. İçine girdik, bir tarafları çok güzel, bir tarafları çok çirkin adamlar bizi karşıladılar. Arkadaşlarım onlara dediler ki, gidin şu 55 nehirde yıkanın. Orda suyu bembeyaz geniş bir nehir vardı. Onlar gidip yıkandılar. Sonra bize döndüler. Çirkinlik onlardan gidip en güzel şekle girdiler.Arkadaşlarım “işte bu senin evindir,” dediler. Ben: ‘Allâh’ın bereketi üzerinize olsun bırakın içeri gireyim,’ dedim. Onlar ‘fakat şimdi giremezsin’ dediler. Ben, o arkadaşlarıma ‘bu gece çok acayip şeyler gördüm, nedir bu gördüklerim’ dedim. Onlar dediler ki: ‘Başı sıyrılan adam, Kurân’ın hükümlerini bırakandır. Uykudan dolayı farz namazlarını kaçırandır. Kıyâmete kadar ona öyle yapılacaktır. Yüzü, gözü ve burnu kafasına kadar yırtılan adam ise, sabahleyin evinden çıkıp her tarafta yalan söyleyendir. Kıyâmete kadar ona öyle yapılacaktır. Tandır gibi yerdeki çıplak kadın ve erkekler ise, onlar zina edenlerdir. Nehirde yüzüp taş yutan adam ise, o faiz yiyendir. Ateş karıştıran adam ise, o Cehennemin bekçisi ve sahibidir. Bahçedeki uzun adam ise, İbrâhîm (a.s.)’dır. Etrafındaki çocuklar ise, İslâm fıtratı üzerine ölen çocuklardır. Sahabeler; ‘Ya RasulAllâh! Müşriklerin çocukları da mı?’dediler. Peygamber (s.a.s.): ‘Evet müşriklerin çocukları da’ dedi. Bir tarafı çok güzel bir tarafı çok çirkin olan o topluluk ise; onlar iyi, salih bir ameli, diğer kötü bir amelle karıştıranlardır. Allâh onları affetti. Ben ise Cibril’im. Bu da Mikail dir.”211 Peygamberlerin rüyaları gerçeğe tam uygun olan bir vahiy çeşidi olduğu için, İslâm âlimlerinden bazıları, bu hadisin, Berzah aleminde azâbın varlığına dair nass olduğunu söylemişlerdir. Nitekim hadiste de, “Kıyâmet’e kadar buna öyle yapılacak” buyurulmuştur.212 Ancak olaya Yüce Allâhîn adâlet ve rahmeti açısından baktığımızda, hadisteki bu ifadeden uyarı maksatlı mecazi bir anlatım kasdedildiği de hatıra gelmektedir. Zira bu hadisi, el-Buhârî Musa b. İsmail > Cerir b. Hazm> Ebû Recâ yoluyla nakletmiştir. Hadis alimleri Cerîr b. Hazm’ın son zamanlarında ihtilat ettiğini ve bu öğrenilince ondan kimsenin hadis nakletmediğini, hadislerinde çok hata yaptığını ifade etmişlerdir.213 Ebû Rec’a’ da hadis alimlerinin tenkîdine uğramış bir ravidir. Müslim, ondan ancak şahid olarak hadis aldığını, asıl olarak almadığını bildirmiştir. Enes’ten yaptığı rivayetlerin mürsel olduğu ve kuvvetli bir ravi olmadığı ifade edilmiştir.214 211 el-Buhârî, el-Câmiu’s-Sahîh, I, 466. 212 es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudur, s. 240 vd. 213 İbn Hacer, Tehzîbu’t-Tehzîb, I, 365-367; el-Mizzî, Tehzibu’l-Kemâl, IV, 528. 214 İbn Hacer, a.g.e., V, 453-454. 56 ed-Dârekutnî’nin naklettiğine göre, yukarda kaydetmiş olduğumuz hadisin bazı rivayetlerinde farklı şu ifadeler bulunmaktadır: Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Bana bahçeyi anlat, dedim. Arkadaşım dedi ki: İbrâhîm (a.s) bu bahçede, bu çocuklara bakıcılık yapıyor. Kıyâmete kadar onları besleyecek. Ben ‘kanda yüzen kimdi?’ dedim. Arkadaşım: ‘O faizcidir. Kıyâmete kadar taş ile beslenecektir.’ Dedi. ‘Ben, başı sıyrılan adam kimdir’.dedim. Arkadaşım: ‘O Kurân öğrenip unutacak şekilde uykuya dalıp Kurân’ı bırakandır ki Kıyâmete kadar, kabirde uyudukça, başına vururlar; bırakmazlar ki uyusun’dedi.” el-Hatîb el-Bağdâdî ve İbn-i Âsâkîr, Ebû Mûsâ el- Eş’arî’den (ra) konumuzla ilgili olarak şöyle rivayet etmişlerdir: “Resûlullâh (s.a.s.): ‘Bazı adamlar gördüm, derileri ateşten makaslarla makaslanıyordu. ‘Nedir bunların hali’ dedim. Arkadaşım dedi ki: ‘Bunlar, süslenmekte, helal dairesini aşan kimselerdir.’ Pis kokulu, bir kuyu gördüm. İçinde bağıranlar vardı. ‘Nedir bu’ dedim. Arkadaşım dedi ki: ‘Bunlar süslenmekte, helal dairesini aşan kadınlardır.’ Hayat suyunda yıkanan bir topluluk gördüm. ‘Bunlar kimdir?’ dedim. Dedi ki: ‘Bunlar, kötü amel ile iyi ameli karıştıran kimselerdir.”215 İbn-i Âsâkîr’in, Târîh’inde, Alî bin Ebî Tâlib’den (r.a.) rivayet ettiğine göre, kendisi şöyle anlatmıştır: “Bir gün Resûlullâh (s.a.s.) sabah namazını kıldıktan sonra, bize yöneldi ve şöyle dedi: “Bu gece bana iki melek geldiler. Kollarımdan tutup dünya göğüne çıktık. Bir meleğin yanından geçtik, elinde bir taş vardı. Önündeki insanın başına vuruyordu. Adamın beyni bir tarafa, taş bir tarafa düşüyordu. ‘nedir bu?’ dedim. Arkadaşlarım: ‘Geç’ dediler. Geçtim baktım, bir melek önünde bir adam, meleğin elinde demirden bir çengel; sağ yanağına daldırıyor, kulağına kadar yırtıyor. Sonra sol yanağına da aynen öyle yapıncaya kadar, sağ taraf düzeliyor. Ben ‘nedir bu’? dedim. Arkadaşlarım: ‘geç’ dediler. Geçtim, kandan bir nehir gördüm. Kazan kaynar gibi kaynıyordu. Kenarlarının içinde çıplak bir topluluk vardı. Nehrin kenarında, ellerinde çamur çakılları olan melekler vardı. O çıplaklardan dışarı çıkmak isteyen olunca, ağzına bir çakıl atarak, onu nehrin dibine götürüyordu. ‘Nedir bu’ dedim. Arkadaşlarım: ‘Geç’ dediler. Geçtim, 215 es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 231-232. 57 baktım önümde bir ev, altı üstünden daha dar, içinde çıplak bir topluluk var. Altlarından alevler yükseliyordu. Ben onların pis kokusundan burnumu kapattım. ‘Kimdir bunlar’ dedim. Arkadaşlarım: ‘Geç’ dediler. Geçtim. Siyah bir tepeye vardım. Üstünde çeşitli hastalıklara çarpılmış bir millet vardı. Arkalarından ateş savrulup ağız, burun, göz ve kulaklarından çıkardı. Ben: ‘Nedir bu durum’? dedim. Arkadaşlarım: ‘Geç’ dediler. Geçtim. Her tarafı saran bir ateş gördüm. Başına bir melek müekkel kılınmış, hiç kimsenin ondan çıkmasına fırsat vermiyor. ‘Nedir bu?’ dedim. Arkadaşlarım: ‘Geç’ dediler. Geçtim. Kendimi bir bahçede buldum. Orda güzellikte benzeri olmayan bir yaşlı zat vardı. Etrafında çocuklar bulunuyordu. Ve etrafta, yaprakları fil kulağı gibi ağaçlar vardı. Allâh’ın müsaade ettiği kadar o ağaca yükseldim. Ta güzellikte benzeri bulunmayan, şeffaf incilerden, yeşil zebercedden, kızıl yakuttan evler buldum. Ben ‘nedir bu’? dedim. ‘Arkadaşlarım geç’ dediler. Geçtim. Gümüş ve altın iki köprüden bir nehre vardım. Nehrin kenarında güzellikte eşi olmayan yapıları, şeffaf inciden, yeşil zebercedden, kızıl yakuttan olan evler vardı.İçlerinde dizilmiş bardak ve ibrikler vardı. Ben ‘Nedir bu’ dedim. Arkadaşlarım: ‘İn’ dediler. İndim. Elimi o kaplardan birisine vurdum. Avuçlayıp içtim. Baktım baldan daha tatlı, sütten daha beyaz, kaymaktan daha yumuşaktır. Arkadaşlarım bana dediler ki: ‘İşte o başları vurulup, beyinleri yere akıtılanlar ise, onlar yatsı namazını kılmadan yatanlardır. Namazları vakitlerinde kılmayanlardır. Onlar o taşla vurulurlar, sonra Cehenneme giderler. Yüzleri çengel ile yarılanlar ise, Müslümanlar arasında koğuculuk yapanlardır. Onlar Cehenneme gidinceye kadar öyle azap görürler. Ağızlarına çakıl atılanlar ise, onlar faiz yiyenlerdir. Cehenneme gidinceye kadar öyle azap görürler. O çıplak millet ise, zinakarlardır. O pis koku ise avretlerinin kokusudur. Onlar da ateşe varıncaya kadar öyle azap görürler. Çeşitli hastalıklara kapılmış o millet ise, Kavm-i Lut gibi oğlancılık yapanlardır. Alttaki de, üstteki de öyle azap görürler. En sonunda Cehenneme giderler. O her tarafı saran ateş ise, Cehennemdir. O bahçe ise, Cennet’ül-Me’vadır. O gördüğün yaşlı adam ise, İbrâhîm’dir. Etrafındaki çocuklarda müslümanların çocuklarıdır. O ağaç da Sidretü’lMüntehâdır. O evler ise, Peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin, salihlerin, evleridir. O nehir ise, Allâh’ın sana verdiği kevser nehridir. Kenarlarındaki evler, ise senin ehli beytinin evleridir.”216 216 es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 232-233. 58 Şimdi de konumuzla ilgili bir başka hadisi kaydetmek istiyoruz. Ebû Dâvud’un Enes (r.a.)’dan rivayet ettiğine göre Resûlullâh (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Mi’râca çıkarıldığım gece, bazı kavimlerin yanından geçtim. Tunçtan tırnakları vardı. Kendi yüzlerine ve göğüslerine batırıyorlardı. ‘Ya Cibrîl kimdir bunlar?’ dedim. Cibrîl: ‘Bunlar, insanların etini yiyen (gıybetini yapan) ve ırzlarına geçen kişilerdir’ dedi.”217 Kabir azabının şekilleri hakkında İbn-i Ebî’d-Dünyâ’nın el-Kubûr adlı kitabında el-Hasen’den merfuan naklettiği bir rivayet vardır. Burada anlatıldığına göre Hz. Peygamber (s.a.s.) buyurmuştur: “Kim sahabîlerimden birisine söverek dünyadan ayrılırsa, Allâh ona bir hayvan musallat eder, etini kemirir de, o kişi ondan Kıyâmet’e kadar elem duyar.”218 el-Beyhakî, İbn Huzeyme, İbn Hıbbân, el-Hâkim, et-Taberânî ve İbn-i Mürdeveyh’in Ebû Umâme‘den (r.a.) rivayet ettiklerine göre kendisi şöyle demiştir: “Resûlullâh (s.a.s.), sabah namazından sonra yanımıza geldi. Buyurdu ki: ‘Ben hak bir rüya gördüm, dinleyin bakalım: ‘Bu gece rüyamda bana bir adam geldi. Elimden tuttu ve: ‘Peşimden gel’ dedi. Sonunda, sarp korkunç bir dağa geldik. Bana: ‘Dağa çık’ dedi. Ben: ‘Çıkamam’ dedim. O, ‘Ben onu sana kolaylaştıracağım’ dedi. Adımlarımı attıkça bir basamağa rast geliyordu. Nihayet dağın zirvesine çıktık. Orada ağızları yırtık, erkek ve kadınlar vardı. ‘Nedir bunlar?’ dedim. O, ‘Bunlar dediklerini yapmayanlardır’ dedi. Sonra çıktık, göz ve kulakları mıhlanmış erkek ve kadınlar karşımıza çıktı. ‘Nedir bunlar?’ dedim. O; ‘Bunlar bakıp da görmeyen, işitip de dinlemeyenlerdir’ dedi. Sonra çıktık. Kuyruk sokumlarından asılmış, başları aşağıda, memelerini yılan kemiren kadınlar gördük. ‘Kimdir bunlar?’ dedim. O: ‘Bunlar çocuklarına süt emzirmeyen kadınlardır’ dedi. Sonra çıktık, kuyruk sokumlarından asılmış, başları aşağıda, az miktarda buldukları suyu yalayan kadın ve erkekleri gördük. ‘Nedir bunlar?’ dedim. O; ‘Bunlar oruç tutup, sonra keffaret vermeden orucunu bozanlardır’ dedi. Sonra çıktık. Çok çirkin manzaralı, çok çirkin elbiseli, çok pis kokulu, kadın ve erkekleri gördük. Kokuları pislik kokusu gibi idi. ‘Kimdir bunlar?’ dedim. O: ‘Bunlar zina eden kadın ve erkeklerdir’ dedi. Sonra çıktık. Korkunç derecede şişmiş, çok pis kokulu ölüler gördük. ‘Nedir bunlar?’ dedim. O: ‘Bunlar kâfirlerin ölüleridir’ dedi. Sonra çıktık. Ağaç gölgesinde oturan adamlarla karşılaştık. ‘Kimdir bunlar?’ dedim. O: ‘Bunlar 217 Ebû Davûd, es-Sünen, IV, 269; es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 232-233. 218es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 235. 59 mü’minlerin ölüleridir’ dedi. Sonra çıktık, genç erkek ve kızları gördük. İki nehir arasında oynuyorlardı. ‘Kimdir bunlar?’ dedim. O: ‘Bunlar mü’minlerin zürriyetidir’ dedi. Sonra çıktık.Güzel yüzlü, güzel elbiseli, hoş kokulu adamlarla karşılaştık. Yüzleri bembeyaz kağıt gibi parlaktı. ‘Kimdir bunlar?’ dedim. O: ‘Bunlar sıddıklar, şehidler ve salihlerdir.’ dedi.”219 Yukarda kaydetmiş olduğumuz hadis, güvenilir hadis kaynaklarında yer almayan, metin ve sened açısından oldukça zayıf bir rivayettir. ed-Deylemî’nin Müsnedü’l-Firdevs’inde Enes’den (r.a.) rivayet ettiği bir hadis de şöyledir: ‘Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: ‘Ümmetimden kim, Kavm-i Lût’un amelini işlerse, Allâh onu onların yanına nakleder ve onlarla beraber haşrolunur.”220 İbn-i Âsâkîr’in, Târihu’d-Dımaşk’ında Amr bin Eslem ed-Dımeşkî’den rivayet ettiği konuyla ilgili benzer bir nakil de şöyledir: “Hudutta yanımızda bir adam öldü, defnedildi. Üçüncü gün kabri devşirildi. Taşlar yana dikildi, insanlar kabirde hiçbir şey göremediler. Bu durumu Veki’ bin el-Cerrâh’a sordular. O da şöyle dedi: Biz bir hadiste şöyle işittik: “Kim Lût kavminin amelini işlerken ölürse, kabir o kişiyi onların yanına götürür ve Kıyâmet Gününde onlarla beraber haşrolunur.”221 İbn-i Âsâkîr’in, Vâsile bin el-Eskâ’dan (r.a.) naklettiği bir rivayet de şöyledir: “Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Şayet kaderi veya cüz-i ihtiyâri’yi inkar eden kimselerin kabri üç gün sonra açılsa, kıbleden yüzlerinin çevrildiği görülecektir.”222 İbn Asâkir’in kaydetmiş olduğu bu rivayetin Hz. Peygamber’e ait bir hadis olmadığı, mezhep taassubu sebebiyle, özellikle Kaderiye ve Cebriye mezheplerinin görüşlerinden insanları sakındırmak maksadıyla daha sonraları ortaya atıldığı anlaşılmaktadır. İbn Adiyy bu rivayeti Amr b. Hafs ve Ma’ruf b. Abdullah el-Hayyat yoluyla nakletmiştir. Hadis alimleri Ma’ruf’un sika bir ravi olmadığını, hadislerinin çoğunun münker olduğunu ve araştırmaya değmeyeceğini ifade etmişlerdir.223 219 el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, I, 77; es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 235-236. 220 es-Suyûtî, a.g.e, s. 236. 221 es-Suyûtî, a.g.e., a.g.y. 222 es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 237. 223İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzân, VII, 393; el-Mizzî, Tehzîbu’l-Kemâl, XXVIII, 270-271. 60 el-Isbehânî, et-Terğîb’de el-Avvâm bin Havşeb’den (r.a.) şöyle bir nakilde bulunmaktadır: el-Avvâm (r.a.) şöyle demiştir: “Bir seferinde bir mahalleye inmiştim, mahalle kenarında bir kabristan vardı. İkindi okunduktan sonra, kabrin birisi açıldı. İçinden başı eşek başı olan bir insan cesedi çıktı. Soruşturdum, denildi ki : “O kimse hayatta iken içki içiyordu. Akşam eve gidince, anası ona: “Oğlum, Allâh”tan kork,” derdi. O da anasına: “Sus! Eşek gibi anırma” diye cevap verirdi. İşte, o kimse bir gün ikindiden sonra öldü. Her gün böyle kabri açılıp üç sefer anırıyor. Sonra kabir üzerine kapanıyor.”224 el-Isbahânî’nin kaydetmiş olduğu bu rivayetin de, halkı içki içme, anne-babaya isyan etmek gibi büyük günahlardan sakındırmak maksadıyla uydurulduğu kanaatindeyiz. İbn-i Ebî’d-Dünyâ’nın, Mersed bin Havşeb’den naklettiği bir rivayet de şöyledir: Mersed şöyle demiştir: “Yûsuf bin Amr’ın yanında oturuyordum. Yanında, yarı yüzü demir darbesi yemiş bir adam vardı. Yûsuf ona: “Gördüğünü, Mersed’e anlat” dedi. O dedi ki : “Geceleyin biri için kabir kazdım. Defnedilip üzerinde toprak düzeltilince, deve gibi iki büyük kuş geldiler. Biri baş ucuna diğeri ayak ucuna kondu. Sonra kabrini deştiler. Biri kabrine sarktı, öbürü de kabrin kenarında durdu. Ben de gelip kabrin yanında durdum, kuşun ölüye şöyle dediğini işittim: “Büyüklük taslamak için, sarı elbiseler içinde kayınlarını ziyaret eden sen değil miydin?” Kabrin içindeki adam: “Ben, kibirli olacak kadar güçlü değilim,” deyince ona bir darbe vurdu, kabri yağ ve su ile doldu. Sonra döndü ve bir daha ona üç sefer sordu. Böylece her seferinde ona bir darbe indirdi. Sonra başını döndürüp bana baktı. “Bakınız, nerede oturmuş, boynu kırılsın” dedi ve yüzümün bu yanına vurdu. Gece boyunca öyle yerde kalmışım. Sabahleyin kendimi böyle gördüm.”225 İbn Ebi’d-Dünyâ’nın nakletmiş olduğu bu rivayetin de, insanları kibirli olmaktan sakındırmak maksadıyla uydurulduğu açıktır. Burada, İbn Ebi’d-Dünyâ’nın, hadis alimlerinin sahîh hadis kaynaklarına almadıkları çok zayıf ve uydurma rivayetleri toplayarak, kitaplarında nakletmekle tanınmış bir kimse olduğunu belirtmekte yarar görmekteyiz. 224 es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 237. 225 es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 237-238. 61 Yine İbn-i Ebî’d-Dünyâ, Ebû’l- Cüreys’den o da annesindan naklederek şöyle demiştir: “Ebû Cafer, Kûfe hendeğini kazarken, halk cenâzelerinin yerini değiştirdiler. O arada ellerini ağzıyla tutan bir gencin cenâzesi bulundu.”226 Ebû İshâk’dan rivayet edildiğine göre kendisi şöyle demiştir: “Bir ölüyü yıkamak için çağrıldım. Yüzünden örtüyü kaldırdığım vakit boğazına sarılmış bir yılan gördüm. Dediler ki: “Bu adam sahabîlere sövüyordu.227” Yine Ebû İshâk’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: “Yanıma bir adam geldi. “Ben, kabir deşen bir adamım. Ölülerin bazılarının yüzlerinin kıbleye dönük olmadığını gördüm,” dedi. Bunun üzerine Ben el-Evzaî’ye mektupla durumu sordum.el-Evzaî: “Bunlar, Sünnet üzere ölmeyenlerdir,” dedi.”228 Yukarda kaydetmiş olduğumuz bu rivayetlerin doğru olmadığı açıktır. Bunlar, mezhep taassubu sebebiyle halkı sakındırmak maksadıyla ortaya atılmış bir takım uydurma nakillerdir. İmâm es-Suyûtî de, Şerhu’s-Sudûr’da, bu konuyla alakalı olan bir çok rivayeti zikretmektedir. Özellikle bu konuda çeşitli insanların yaşamış olduklarını iddia ettikleri tecrübeleri, yaşadıklarını öne sürdükleri bir takım olayları, bunların sahîh olup olmadığına, dinî nitelikli bir delil sayılıp sayılmamasına veya bunların bağlayıcı nitelikte olup olmamasına bakmaksızın nakletmiştir. Halbuki bu şekilde kabir azâbının gerçek olduğunu ispatlamak bir yana, bu tür asılsız bir takım hikayeler ve rivayetlerle insanların bu konudaki inancını zayıflatıp ortadan kaldırma tehlikesi de söz konusudur. Kanaatimizce es-Suyûtî’nin bu yaklaşımı, kendisinin hadis ekolüne mensup bir âlim oluşundan kaynaklanmaktadır. “Bir haber, eğer isnadlı olarak gelmiş ve ahkâm konusunda değilse, bu konuda benzeri hadis ve asıllar varsa, ayrıca terğîb-terhîb niteliği taşıyorsa rivayet edilebilir” tarzındaki yaklaşım, Ehl-i Hadîs’in bilinen anlayışını oluşturmaktadır. İbn Cevzî ve el-Kurtubî de, kabir azâbıyla alakalı konularda esSuyûtî’nin tutumuna benzer bir tavır göstermektedirler.229 226 es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 238. 227 es-Suyûtî, a.g.e., a.g.y. 228 es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 238. 229 İbn Cevzî, Kitâbu’r-Ruh , ter. Şaban Haklı, İz Yay., 2. Baskı, İstanbul 2003, s. 21-24, 65, 84-85. 62 Dinî, özellikle itikâdî konularda, âyet ve hadisleri bir kenara bırakarak, aslı olmayan bir takım rivayet ve uydurma hikayelerle amel etmenin doğru olmadığı açık bir husustur. Rüya, ilham, keşf gibi kişisel tecrübelerin, dinî konularda kişiyi bağlayıcı olmadığı hususunun hadis âlimleri tarafından sıkça ifade edilen bir konu olduğunu burada hatırlatmamız gerekmektedir. 4.2.4. Kabir Azâbından Kurtulanlar Konumuzla ilgili olarak nakledilen bazı hadis ve rivayetlerde kabir azâbından kurtulanlar ve kabir azâbından kurtulma yolları hakkında bilgi verilmektedir. Şimdi bu konudaki rivayetleri aşağıya kaydederek incelemek istiyoruz: et-Taberânî’nin Mu’cemu’l-Kebîr’de, Hakîm et-Tirmizî’nin Nevâdiru’l-Usûl’de, el-İsbehânî’nin et-Terğîb’de rivayet ettiklerine göre Abdurrahmân bin Semüre (r.a.) şöyle demiştir : “Bir gün Resûlullâh (s.a.s.) yanımıza geldi ve buyurdular ki: ‘Dün akşam acayip bir şey gördüm. Ümmetimden, ruhunu almak için kendisine Melekü’l- Mevt (Ölüm Meleği) gelen bir adam gördüm. Onun ana babasına yaptığı iyilikler, o meleği çevirdiler. Ve ümmetimden, kabir azâbına kapılmış bir adam gördüm. Onun aldığı abdestler gelip onu azâbtan kurtardılar. Yine ümmetimden bir adam gördüm, şeytanlar etrafını sarmışlardı. Onun Allâh’a yaptığı zikir geldi, onu onların arasından kurtardı. Ayrıca ümmetimden, azap meleklerinin etrafını sardığı bir adam gördüm. Namazı gelip onu, onların elinden kurtardı. Ve ümmetimden, bir adam gördüm, susuzluktan ağzını açmıştı. Vardığı her havuzdan kovuluyordu. Sonra orucu gelip ona su verdi ve onu doyurdu. Yine ümmetimden, bir adam gördüm, yanında Peygamberler halka halka oturmuşlardı. O adamın yaklaştığı her halka onu kovuyordu. Sonra cünüblükten dolayı yıkanması geldi, elinden tutup onu yanıma oturttu. Ümmetimden, bir adam gördüm, önü karanlık, arkası karanlık, solu karanlık, altı karanlık, üstü karanlık, o karanlıklar içinde şaşırmıştı, sonra Hacc ve Umresi gelip onu o karanlıklardan kurtardılar. Etrafını nurlarla doldurdular. Sonra ümmetimden, bir adam gördüm, mü’minlerle konuşurdu fakat onlar kendisiyle konuşmazdı. Sıla-i rahim gelip ve: ‘Ey mü’minler cemaatı! Onunla konuşun’ deyince kendisiyle konuşmaya başladılar. Yine ümmetimden birisini gördüm, eliyle ateşin alev ve kıvılcımlarını yüzünden kovuyordu. Sonra verdiği sadakalar geldi, yüzüne bir örtü, başında gölgelik oldular. Ayrıca ümmetimden birisini gördüm, her 63 taraftan gelen zebanîler onu yakalamışlardı. O kişinin yaptığı emr-i bil- ma’rûf ve nehyi ani’l-münker gelip, kendisini onların elinden kurtardılar ve. Rahmet Meleklerinin eline teslim ettiler. Sonra ümmetimden bir adam gördüm, dizleri üzerine çömelmiş, Allâh ile onun arasında bir perde vardı. Güzel ahlakı geldi, elinden tuttu ve onu Allâh’ın huzuruna çıkardı. Yine ümmetimden sahifesi sol eline verilmiş bir adam gördüm. Onun Allâh’tan korkusu geldi ve sahifesini sağ eline verdi. Ümmetimden terazisi hafif gelmiş bir kimse vardı, yaptığı iyilikteki fazlalıklar gelip terazisini ağırlaştırdı. Daha sonra, ümmetimden Cehennem kenarında, Sırat köprüsü üzerinde olan bir adam gördüm. Allâh korkusu gelip onu kurtardı ve o kişi oradan geçti. Ve bir adam gördüm ki, Sırât Köprüsü üzerinde durmuş, hurma yaprağının titrediği gibi titriyordu. Allâh’a olan hüsn-ü zannı geldi ve o kimsenin titremesi durdu da adam köprüden geçti. Ve ümmetimden Sırât Köprüsü üzerinde bir adam gördüm. Bazen yavaş yürür, bazen sürünürdü. Sonra bana getirmiş olduğu salavâtları gelerek elinden tutup onu ayağa kaldırdılar ve adam Sırât’ı geçti. Yine ümmetimden bir adam gördüm. Cennet’in kapılarına varmış, fakat kapılar ona kapalıydı. Sonunda Kelime-i Şehâdeti geldi, ona kapıları açarak onu Cennet’e koydu. Sonra dudakları makaslanan bir halk yığını gördüm. ‘Ya Cibrîl kimdir bunlar?’ dedim. O da: ‘Bunlar halk arasında koğuculukla gezen insanlardır’ dedi. Bundan başka dillerinden asılmış erkekler gördüm. ‘Kimdir bunlar?’dedim. Cibrîl: ‘Bunlar mü’min kadın ve erkeklere haksız olarak iftira atanlardır.’ dedi”230 el-Kurtubî dedi ki: “Bu, Resûlullâh’ın (s.a.s.) kişiyi korkunç hallerden kurtaran amelleri kendisinde zikrettiği büyük bir hadistir.”231 Bu hadis, isnadı itibariyle zayıf bir hadistir. Fakat metin açısından İslâm’ın genel amaçlarına, Allâhu Teâlâ’nın rahmetine uygun düşmektedir. Çünkü kişinin hayattayken yerine getirmiş olduğu dini vecibelerin, dünyada, kabirde ve Âhiret âleminde kendisine birçok faydalarının dokunacağı son derece açık bir husustur. Allâh-u Teâlâ kullarına karşı son derece şefkatlidir. Bu yüzden kişinin iman ve samimi niyetle Allâh rızası için yaptığı amellerin, kendisinin kabir azâbından kurtulmasında önemli bir katkı 230 es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 250-251; el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, VII, 180. 231 es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 250. 64 sağlayacağında şüphe yoktur. Nitekim Yüce Allâh Kurân-Kerîm’de, “İmân edip sâlih ameller işleyenlere büyük mükafatlar vereceğini, o kimseler için bir korku ve üzüntünün olmayacağını” birçok âyette bildirmiştir.232 Ayrıca bu hadis, Kabir ve Âhiret azâbından korunmak için en başta Allâh-u Teâlânın buyruklarını yaşamak ve Sevgili Peygamberimizin ahlakıyla ahlaklanmak gerektiğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. 4.2.4.1. Şehidler Kabir azâbı görmeyecek olan kimselerden ilk grubu şehidler oluşturmaktadır. Nitekim et-Tirmizî ve İbn Mâce’nin rivayet ettikleri bir hadiste anlatıldığına göre Peygamberimiz (s.a.s.) bu konuda şöyle buyurmuşlardır: Tirmizî ve İbn Mâce’nin rivayet ettikleri bir hadiste Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Şehidin Allâh katında altı hasleti vardır: 1) Kanının ilk damlasıyla bütün günahları bağışlanır. 2) Cennette ki makamını görür. 3) Kabir azâbından korunur.4) Büyük korkudan emin olur. 5) Başına vakar tacı giydirilir ki ondaki bir yakut dünya ve içindeki herşeyden daha hayırlıdır. 6) Hurilerden 72 tanesiyle evlendirilir ve yakınlarından yetmiş kişiye şefaat hakkı verilir.233 et-Tirmizî, yukarda kaydetmiş olduğumuz bu rivayet hakkında, “Bu, hasen- sahîh ve garîb bir hadistir” demiştir.234 Yine kaynaklarımızda murabıt olarak, nöbet beklerken ölenlerin de kabir fitne ve azabından korunacaklarını bildiren birçok rivayet yer almaktadır.235 Bu konuda en-Nesâî’nin zikrettiği bir başka hadis de şu şekildedir: “Peygamber Efendimizin ashabından bir adam Peygamberimize şöyle bir soru sordu: “Ya Rasulullah! Mü’minlere ne oluyor ki şehid olanlar dışında kabirlerinde fitneye maruz kalıyorlar? Peygamberimiz şöyle cevap verdi: ‘Başlarında parlayan kılıçların parıltısı onlara fitne (imtihan) olarak yeterlidir.”236 232 Bakara 2/ 62, 277; Nisâ 4/ 122. 233 et-Tirmizî, es-Sünen, IV, 187; İbn Mâce, es-Sünen, II, 935; es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 251. 234 et-Tirmizî, a.g.e., a.g.y. 235 Konuyla ilgili hadisler için bkz. es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 204-210. 236 en-Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, I, 660. es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 204. 65 4.2.4.2. Karın Ağrısından Ölenler Kabir azâbı görmeyecekleri haber verilenlerden bir grub da, karın ağrısından ölen müslümanlardır. Nitekim et-Tirmizî’nin rivayet ettiği ve hasen olduğunu belirttiği bir hadiste anlatildığına göre Sevgili Peygamberimiz bu konuda şöyle buyurmuşlardır: “Karnındaki hastalıktan dolayı vefat eden kimseye kabirde azap olunmaz ”237 Bu hadisi İmâm en-Nesâî, el-Beyhakî, “İspatu Azâbi’l-Kabr” adlı eserinde rivayet etmişler, es-Suyûtî farklı rivayetlerini de zikrederek sahîh bir hadis olduğunu belirtmiştir.238 Yukarda kaydetmiş olduğumuz bu hadisten anlaşıldığına göre, karınla alakalı bir hastalıktan ölenler Âhiret’te özel bir ayrıcalığa tabii tutulacaktır. Bilindiği gibi, bir kişinin hastalığı esnasında çektiği ızdırap ve ağrılar o kimsenin günahlarına keffaret olmakta ve onu Allâh’ın rahmetine ulaştırmaktadır. Hadisde ifade edilen bir başka husus da, böyle bir hastalıktan dolayı vefat edenlerin kabir azâbı görmeyecekleri konusunda verilen müjdenin ölenin geride bıraktığı yakınları için bir teselli kaynağı olmasıdır. Bu husus, hastanın hastalığı esnasında kendisine bir moral kaynağı olmakta ve Yüce Allâh’a karşı hüsn-ü zan beslemesine, güzel bir şekilde sabretmesine sebep olmaktadır. Sonuçta, hem hasta için hem de yakınları için büyük bir ecir ve sevab kazanma vesilesi olmaktadır. 4.2.4.3. Mülk Sûresini Okuyanlar Mülk süresini okumanın kabir azâbından kurtaran ameller arasında olduğu hususu, bir kısım hadislerde sık sık zikredilmektedir. Bu konuda nakledilmiş olan bazı rivayetleri aşağıya kaydetmek istiyoruz: İbn Abbas’tan yapılan rivayette o bir adama şöyle demiştir: “Sana seni sevindirecek bir hadis söyleyeyim mi? Adam: ‘Tabii ki’ deyince o: ‘Mülk süresini oku, ailene ve bütün çocuklarına ve komşularına öğret. Çünkü o kurtaran ve savunandır. Kıyâmet Gününde sahibini ateş azâbından ve kabir de azaptan korunması için Allâh katında savunuculuk yapar’239 237 et-Tirmizî, es-Sünen, III, 377; en-Nesâî, es-Sünenü’l-Müctebâ, IV, 98; 238 Bkz. el-Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, VI, 194; Ayr. Bkz. el-Heysemî, Mevâridu’z-Zam’ân, I, 186. 239 es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 250. 66 Bu konuda İbn Mes’ûd’dan (r.a.) da bir rivayet nakledilmiştir. Buna göre o şöyle söylemiştir: “Mülk süresi mania (engel) dir. O kabir azâbını men eder. Kişiye kabirde azap başı tarafından gelir ve o ‘bu tarafdan giriş yok’ der, azap ayaklarından gelince de yine oraya geçerek ‘sana buradan da giriş yok’ der.240 Hadis âlimlerimizden en-Nesâî ise yine İbn Mes’ûd’dan (r.a.) şu rivayeti nakletmiştir: “Kim her gece Mülk süresini okursa, Yüce Allâh ondan kabir azâbını def eder. Biz onu Peygamberimiz zamanında “el-Mânia” diye isimlendirirdik.”241 es-Suyûtî diğer sürelerinde zikredildiği bazı rivayetlere de yer vermektedir.242 Mülk sûresini okumanın kabir azâbına mani olacağını bildiren bu tür rivayetler, Mülk süresinin fazilet açısından özel bir yeri olduğunu hatıra getirmektedir. Bu rivayetlerden anlaşıldığına göre, bu sûrenin içerdiği anlam ve buyruklar doğrultusunda hareket etmek sonuçta kişiyi kabir azâbından kurtarmakta etkili olmaktadır. 4.2.4.4. Cuma Günü Ölenler Bir kısım hadislerde Cuma gününün faziletinden dolayı,243 o gün ölen müslümanların kabir azâbından korunacakları haber verilmektedir. Cuma günü ölmüş olan kâfirlerin ise, bundan faydalanamayacakları açık bir husustur. Nitekim el-Beyhakî İkrime b. Mahled el-Mahzûmî’den şunu nakleder: “Kim Cuma günü veya gecesi imanla ölürse kabir azâbından korunur.”244 Ebû Ya’lâ el-Mevsılî, Enes b. Mâlik’ten (r.a.) bu konuda şöyle bir hadis nakletmiştir. “Peygamber Efendimiz buyurdular ki: ‘Kim Cuma günü ölürse kabir azâbından korunur.”245 es-Suyûtî, bu konudaki zikrettiği hadislerin birçoğunun zayıf olduğunu kendisi de ifade etmektedir. 240 es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 251-252. 241 en-Nesâî, es-Sünenü’l-Müctebâ, IV, 98; es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 252. 242 Bkz. es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 251-252. 243 Müslim, el-Câmi’s-Sahîh, II, 585. 244 el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, II, 319; es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 254. 245 el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, II, 319; es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 207. 67 Bu konuda et-Tirmizi ve Ahmed b. Hanbel’in tahric ettikleri benzer rivayetler vardır. Ahmed b. Hanbel bu rivayeti Ebû Âmir > Hişam b. Sa’d > Saîd b. Hilâl > Rebi’a b. Seyf, Abdullah b. Amr kanalıyla rivayet etmektedir.246 Aynı rivayeti et-Tirmizî ise Muhammed b. Beşşâr, Abdurrahman el-Mehdî > Ebû Amr > Hişam b. Sa’d > Saîd b. Hilâl > Rebi’a b. Seyf, Abdullah b. Amr kanalıyla rivayet etmektedir. et-Tirmizi bu hadisin garib bir rivayet olduğunu, senedinin muttasıl olmadığını, Rebia b. Seyf’in Abdullah b. Amr’dan işitmediğini haber vermiştir.247 Dolayısıyla bu konuda ki rivayetlere ihtiyatlı yaklaşmak daha doğru olacaktır. 4.3. İslâm Alimlerinin Kabir Hayatının Mahiyeti Hakkındaki Görüşleri İslâm tarihi boyunca, kabir ahvali ve ona dair meseleler daima tartışma ve merak konusu olmuş ve konu üzerinde farklı görüşler ortaya atılmıştır. Tezimizin daha önceki bölümlerinde kaydetmiş olduğumuz haberler konusunda alimlerimizin görüşlerinin birbirleriyle paralellik arzettiği anlaşılmaktadır. Şimdi İslâm âlimlerinin bu konudaki görüşlerini zikretmek istiyoruz. el-Kurtubî bu hususta şunları söylemektedir: “Allâh-u Teâlâ, ölen her mükellef kulu, kendisine sorulan soruları anlayıp cevaplandıracak şekilde aklını vererek , kabir nimet ve azâbını tadacak şekilde hayatını ona iade ederek diriltir. Haberler bu şekilde gelmiş, ashâb ve tabiûn da bu itikad üzere olmuştur. Kabir hayatı ve fitnesine haberlerde geldiği şekilde iman etmek ve Peygamber’i (s.a.s.) tasdik etmek vaciptir.” 248 Yukarda bu konudaki görüşlerine değindiğimiz el-Kurtubî, bu hususta daha fazla ayrıntıya girmemektedir. İbnu’l Cevzî ise, Kitâbu’r-Rûh adlı kitabında kabir hayatıyla ilgili olarak şunları kaydetmektedir: “Yüce Allâh, üç tane ‘dâr’ yaratmıştır. Dâr-ı Dünya, Dâr-ı Berzah, Dâr-ı Karâr. Ayrıca her dârla ilgili bir takım hükümler koymuştur. İnsanoğlunu, beden ve nefisten 246 Ahmed b. Hanbel, II, 169. 247 et-Tirmîzî, III, 386. 248 Kurtubi, Tezkira, s. 132 68 mürekkep yaratarak dünya ile ilgili hükümleri, dil ve uzuvlardan – nefsin isteklerine karşı da olsa –meydana gelen fiillere göre ayarlamıştır. Berzah’la ilgili hükümlerse, bedenlere uyan ruhlaradır. Dünyadayken nasıl ki ruhlar bedenlere uyarak, bedenlerin sevinciyle sevinmiş elemiyle üzülmüşse, aynı şekilde Berzah’ta da nimet ve azâba muhatap olan, nimet ve azâb sebeplerini hazırlayan ruhlara bedenler uyarak, nimet ve azapta müşterek olurlar. Bu takdirde Berzah’ta nimet veya azap içinde olan ruhlardır. Bedenler zâhirdir ama ruhlar hafîdir. Beden bir mânâda ruhun kabridir. Berzah’ta ise, ruhlar bedenlerin kabri olmakta bu nedenle de Berzahla ilgili hükümler direk ruha uygulanmakta, nimet veya azap ruha geçmektedir. Bu hususu iyice anlayarak içten ve dıştan gelen şüphelerini böylece gidermen gerekmektedir. Yüce Allâh’tan, dünya hayatında bize misaller göstermesi için, lütfuyla, rahmeti ve hidayetiyle dua ettik. O (c.c.) da, uykudaki kişiyi bize hatırlattı. Uykudaki sevinme ve üzülme hakikatte ruha yöneliktir, bedense ruha tabiidir. Rüyada etkilenme o kadar belirginleşir ki, beden de bunu hisseder; rüyasında yediği dayaktan dolayı bağırır, yaranın izi vücudunda görülebilir. Bazen de yediği içtiği şeyin tadını ağzında duyar, açlık ve susuzluğunu giderebilir. Bundan daha garibi, rüyasında ayağa kalkar, birini döver, birini yakalar ya da kendini savunur. Oysa ki, uykudaki kişi şuursuzdur, normalde bunları yapamaz. Yani burada ruha yapılan bir işleme, hariçten beden de iştirak eder. Bilfiil bedenin ruha yapılan işlemlere rüyada katılması durumunda, beden uyanır ve hisseder. Ruh acı çeker veya sevinir; bu durum da ruha uymakla bedene geçince Berzah’ta bu daha belirgin olur. Çünkü Berzah’ta ruh, bedenden -uykuya nisbetle- daha da uzaktır. Bedenle ilgisi olmakla birlikte, ondan tamamen irtibatını kesmez. Haşir günü gelip insanlar kabirlerinden kalkınca, azap ya da nimet ebedi olarak hem ruha hem bedene birden uygulanır. Dolayısıyla Rasûlullâh’ın (s.a.s.), kabir hayatıyla ilgili olarak verdiği haberlerin akla uygun ve hepsinin gerçek olduğu açık bir şekilde belli olur. Bundan daha garibi de, aynı yatakta yatan iki kişinin durumudur. Birinin ruhu nimetler içinde olur ve uyandığında bu ferahlığı bedenine vurur. Diğerinin de ruhu azaplar içinde olur ve uyandığında bu azâbın korkusunu bedeninde hisseder. Önemli nokta, birbirlerinin ne yaptığının farkına varmamalarıdır. Rüyada bu kadar garip olaylar olabiliyorsa, Berzah’ta daha acayibinin olması normaldir.”249 Süleyman Toprak ise, bu konuda şunları söylemektedir: 249 İbn Cevzî, Kitâbu’r-Ruh, 91-93. 69 “Burada önce şunu belirtmeliyiz ki, âyet ve hadisler kabir azâbının mutlaka olacağına delalet etmektedir. Bu sebeple kabir azâbına inanmak zaruridir ve bunu inkar etmek insanı küfre götürür. Fakat kabir azâbının varlığını kabul ettikten sonra, bunun yalnız ruhî veya hem ruhî hem de bedenî olacağı gibi –hakkında kesin delil olmayankeyfiyeti hususunda ileri sürülen görüşlerdeki farklılık insanı küfre götürmez. Çünkü bunlardan her hangi biri hakkında nasslarda kesin delil yoktur, sadece işaretler vardır.”250 Kanaatimizce bu gibi hususlarda izlenecek en doğru yol, eş-Şehristânî’nin yaptığı gibi, imân konusu olan böyle bir hususta Kur’ân ve Hz. Peygamber’in bu konuda bildirdiklerine inanmaktır. Bununla ilgili konuları Yüce Allâh’a havale etmektir. O nasıl dilerse öyle yapar, O’nun gücü her şeye yeter. Ancak insanoğlu, aklıyla her şeyin üstesinden gelmek istediği için bu konuda da akıl yürütmüştür. Tarih boyunca bu yüzden, aklına dayanarak kabir hayatını imkansız gören ve tümüyle inkar edenler de çıkmıştır.251 Şimdi de, kabir azâbını kabul edenlerin onun keyfiyeti hakkındaki görüşlerini aşağıda kaydetmeye çalışacağız. Kabir azâbının keyfiyeti konusundaki görüşleri önce ikiye ayırabiliriz: a) Kabirde hayat olmaksızın, ölünün azap ya da nimet göreceğini söyleyenler. Bu görüş, ruhun bedenden ayrılmasından sonra da ölünün, akıl, idrâk ve ilim sahibi olduğunu söyleyen Sâlihiyye ile Kerrâmiyye’nin görüşüdür. Onlara göre, azâbın gerçekleşmesi için hayat şart değildir.252 b) Kabirde azap ya da nimetin gerçekleşmesi için hayatı şart koşanlar: Ehl-i Sünnet âlimleri, inanmayanlarla bazı günahkar mü’minler için azâbın, itaatkar mü’minler için de nimetin gerçekleşmesi maksadıyla Yüce Allâh’ın (c.c) ölünün cesedine hayat verdiğini söylemişlerdir. Ehl-i Sünnet âlimleri, ta’zîb ve ten’îm (nimetlenme) için hayatı şart koşmakla burada Mu’tezile ile birleşmişlerse de, Mu’tezile, ölüye hayat verilmesini caiz görmemiştir. Ehl-i Sünnet alimleri ise, ölü her ne halde bulunursa bulunsun, mutlaka 250 Toprak, Kabir Hayatı, s. 338. 251 Krş. eş-Şehristânî, Muhammed b. Abdilkerim b. Ebibekr Ahmed, el-Milel ve’n-Nihâl, tah. Muhammed Seyyid el-Keylânî, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut 1404, I, 102-103. 252 Bkz. el-Îcî, Kitâbu’l-Mevâkıf, III, 519. 70 Yüce Allâh ona azâbın acısını ve nimetin zevkini hissedecek kadar bir hayat verir, diyerek Mu’tezile’den ayrılmışlardır.253 Ehl-i Sünnet’e mensup alimler burada: “Ey Rabbimiz, bizi iki defa öldürdün ve iki defa dirittin”âyetini 254 de delil getirerek, hayatın oradaki azap ve nimeti idrak edecek kadar olmasının yeterli olacağını255 ve Allâh’ın ölüye bu kadar bir hayat vermesinin mümkün olduğunu söylemişlerdir. Âyette buna işaret ettiğine göre, hayat şarttır ve vardır, demişlerdir.256 . Kabir azâbının ve nimetinin idrak edilmesi için hayatı şart koşan âlimlerin, bu hayatın keyfiyeti hususunda dört ayrı görüş etrafında toplandıkları görülmektedir:257 a) Kabir azâbının hak olduğunu ve Allâh’ın ölüye bunu idrak edecek kadar bir hayat verdiğini kabul edip, bunun keyfiyetiyle meşgul olamayız ve keyfiyetini bilemeyiz diyenler. Önceki ve sonraki âlimlerden bir kısmı bu görüşü savunurlar ki, onlar: ‘Allâh her şeye kâdirdir, nasıl dilerse öyle yapar’ derler; daha ileriye gitmezler. Hz. Peygamber’den (s.a.v) bir şey duyduklarında, ashâbın: ‘O söylediyse doğrudur’ deyip tasdik ettikleri gibi âyet ve hadislerde bildirilenlere olduğu gibi iman ederler.258 b) Kabirdeki azap ve nimetin, ruhla hiçbir ilgisi bulunmaksızın, sadece bedenle idrak edileceğini söyleyenler. Bunlar, ölüye ruh iade edilmeksizin hayat verileceğine, bu hayatın bedende yaratılacağına kail olmuşlardır. Her iki görüş de, çok az kimse tarafından benimsenmiştir.259 c) İslâm alimlerinden küçük bir topluluk da, kabirdeki azap ve nimetin sadece ruhî olduğunu söylemişler ve bedeni işe karıştırmamışlardır. Onların bu açıklamaları filozofların görüşlerinden çok farklıdır. İslâm filozofları, ölümden sonra artık hiçbir zaman ruhun bedene dönmeyeceğini ve bu dönüşün imkansız olacağını, Âhiret hayatının da sadece ruhi olduğunu söyleyip, Âhiret’teki dirilmenin cisimsiz olacağını 253 Toprak, a.g.e., s. 336. 254Mü’min 40/ 11. 255 el-Îcî, Kitâbu’l-Mevâkıf, III, 518. 256 Krş. Kurtûbî, et-Tezkira, s. 133-134. 257 Toprak, Kabir Hayatı, s. 337. 258 Bkz. eş-Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihâl, I, 102-103; Kurtûbî, et-Tezkira, s. 132; Toprak, Kabir Hayatı, s. 337. 259 Toprak, Kabir Hayatı, s. 337. 71 savunmaktadırlar. Sözünü ettiğimiz İslâm âlimleri ise, Mahşer’deki dirilmenin bedenle birlikte olduğunu kabul etmektedirler.260 Büyük müfessirleden Kâdî Beydâvî ve Fahrettin er-Râzî’nin de kabir hayatıyla ilgili açıklamalarında kabir azabının ruhî olduğu görüşüne ağırlık verdikleri görülmektedir.261 Kabir hayatının ruhî olacağını söyleyen âlimler, Mi’râc gecesinde Hz. Peygamber’in (s.a.v), Hz. Âdem ve diğer Peygamberlerin ruhlarıyla karşılaşmasını ve Hz. Âdem’in sağında iyilerin ruhlarının bulunduğunu haber vermesini delil getirmektedirler.262 d) Kabirdeki azap ve nimet, ruhla bedenin her ikisine birden olacaktır, görüşünde olanlar. Bu görüş Ehli Sünnet’e mensup âlimlerin ve müslümanların çoğunluğunun görüşüdür. Bu kanaatte olan İslâm âlimlerine göre, kabirdeki azap ve nimetin ruhla birlikte cesede de tattırılması, yani hem ruhî hem de bedenî olması, mümkün olan şeylerdendir ve bunda hiçbir imkansızlık yoktur.263 Ölünün bedeninin azap veya nimetten hissedar olmasını imkansız görenler ise, bu hususu iki yönden imkansız görmektedirler:264 1) Ölünün cesedinin, ölümle birlikte veya toprakta çürümesiyle yok olması sebebiyle tam olarak mevcut olmayan bir bünyeye hayat verilerek, ona azap veya nimet tattırılmasının imkansız oluşu. 2) Ölüde hiçbir nimet ya da azap eserinin görülmeyişi ve çoğu kez bir tabut içinde dar bir lahde defnedilen ölünün hadislerde bildirildiği gibi, oturtulması vs. gibi hususların imkansız sayılması. 265 Bu görüşte olanların yukarda kaydettiğimiz itirazlarını sıralayan İslâm âlimlerinden et-Taftazânî, kabir hayatı hakkında zikredilenlerin hiç birinin imkan dışı olmadığını, Hz. Peygamber haber verdiği için bunları tasdik etmelerinin zorunlu 260 İbn Hazm, Ali b. Ahmed b. Saîd b. Hazm et-Tâhirî, Kitâbu’l-Fasl fi’l-Milel ve’l-Ahvâ ve’n-Nihâl, Mektebetu’l-Hancî, Kâhire Trs., IV, 56-57; İbn Cevzî, Kitâbu’r-Rûh, s. 85-86; Toprak, Kabir Hayatı, s. 338. 261Şihâbeddin, Ahmed b. Muhammed b. Ömer, Haşiyetü’ş-Şihâb alâ Tefsiri’l-Beydâvî, Dâru’l-Kütübi’lİlmiyye, Beyrut 1997, VIII, 269; er-Râzî, Fahreddin, Tefsîr-i Kebîr, ter. Komisyon, Akçağ Yay., Ankara 1988, IV, 78-80. 262 Krş. Toprak, Kabir Hayatı, s. 339; İbn Cevzî, Kitâbu’r-Rûh, s. 59; Ayr. Bkz. Buhârî, Câmi’u’s-Sahîh, I, 91; Müslim, Câmi’u’s-Sahîh, I, 148; İbn Hanbel, el-Müsned, V, 145. 263 Toprak, Kabir Hayatı, s. 339. 264 Eş’ârî, Makâlatu’l-İslâmiyyîn, I, 430. 265 Toprak, Kabir Hayatı, s. 340. 72 olduğunu belirtmekte, insanın azap veya nimetten etkilenmesi için bütün vücudunun sağ-salim kabirde bulunmasının şart olmadığını, Yüce Allâh’ın dilemesi durumunda, yırtıcı hayvanın karnındaki parçalara bile bu azap veya nimeti tattırabileceğini söylemektedir. et-Taftazânî, beden ortadan kalktıktan sonra insanın asli cüzleri üzerine bu azap veya nimetin devam edeceğini ifade etmekte, Yüce Allâh’ın her şeye kâdir olduğunu kabul edenlerin, O’nun (c. c.), lahdi veya tabutu genişletmesinde de hiçbir imkansızlık görmemeleri gerektiğini kaydetmektedir.266 Konuyla alakalı bazı hadislerde, sual esnasında ruhun bedene iade edildiği zikredilmektedir.267 İslâm âlimlerden bir kısmı, sualden sonra ruhun tekrar Cennet veya Cehennem’deki yerine geri döneceğini belirtirken, Eş’arî ve Mâtüridî’lerin çoğu, Allâh’ın, ölünün cesedinde azâbın acısını duyacak veya nimetin lezzetini tadacak kadar bir hayat yaratacağını söyleyip, ruhun cesede iadesi hususunda bir şey söylemekten çekinmişlerdir. Bu kadar bir hayat için ölünün ruhunun cesedine tam olarak iadesinin gerekmeyeceğini, bunun ancak tam bir hayatta gerekli olacağını söyleyen âlimler, bunu kalb sektesi geçiren adamın durumuna benzetmişler ve kendisinde kudret ve fiil olmadığı için böyle bir adamın diriliğini nasıl bilemiyorsak, aynı şekilde ölünün hayatını da bilemeyiz, demişlerdir.268 İslâm âlimleri, Hz. Peygamber’in (s.a.s.), Bedir kuyusunun başına gelip, orada cesedleri bu kuyuya atılmış bulunan müşriklere, “Rabbinizin size va’d ettiğini hak olarak buldunuz mu?” diye seslenmesini,269 ruhun cesed ile beraber azap gördüğüne delil getirmişler ve eğer böyle olmasaydı Resûlullâh (s.a.s.) onlara kuyunun başında bu şekilde seslenmezdi, demişlerdir.270 O sırada ashâbından bunu yadırgayıp, “Ya Resûlullâh! Ölülere mi sesleniyorsun?” diyenlere, ‘Siz onlardan daha iyi işitiyor değilsiniz’ şeklinde cevap vermesi271 de, ölen müşriklerin ruhlarının kabirleri başında olduğuna işaret etmektedir. Kabirdeki azap ve nimetin, ruh ve cesedin her ikisine birlikte olacağını bildiren âlimler, ruh ve cesedin aralarında bir bağlantı, bir ittisal bulunacağını, böylece Cennet nimetleri içinde yahut Siccîn’de olan ruhun hissesinden bedenin de nasipleneceğini 266 Taftazâni, Sa’du’ddin, Mesud b. Ömer, Şerhu’l-Makâsid, Dersaadet Yay., İstanbul 1277h., II, 163; benzer görüşler için bkz. el-Îcî, Kitâbu’l-Mevâkıf, III, 518; Kurtûbî, et-Tezkira, s. 133-134. 267 Ebû Dâvud, es-Sünen, IV, 239-240. 268. Toprak, Kabir Hayatı, s. 341-342. 269 Buhârî, Camiu’s-Sahîh, I, 462. 270 Toprak, Kabir Hayatı, s. 342. 271 Buhârî, a.g.e., a.g.y. 73 ifade etmişlerdir. Bu durumu, kendisi gökyüzünde olduğu halde, güneşin ışığının ve ısısının dünya üzerinde hissedilmesine benzetenler olduğu gibi, uyuyan bir kimsenin uykusunda gördüğü bir rüyadan dolayı bedeniyle de acı veya lezzet duymasına da benzetenler olmuştur.272 Süleyman Toprak da bu konuda şunları kaydetmektedir: “Allâhu Teâlâ, herşeyin bir örneğini yaratmıştır. Ki, uyku da ölümün misalidir. Nasıl insan bütün duyuları idrakten yoksun olduğu halde rüyasında gördüğü korkulu şeylerden ötürü terler döküyor veya gördüğü hoş bir rüyadan dolayı bedenen de lezzet duyuyorsa, aynı şekilde ölünün göreceği azap ve nimetten bedeni de etkilenecektir. İnsanın vücudunda izleri kalmasa bile, azap, acı duymak olduktan sonra onun uykuda veya uyanıkken olması arasında ne fark vardır? Yine ruh ile ilgisi bulunduktan ve onunla birlikte azap veya nimeti hissettikten sonra, ister beden ister et olsun ister kemik veye toprak ne farkeder ki” 273 İslâm âlimlerinden bazıları da, kabirdeki bu ittisalin bedenin tek çürümeyen parçası olan kuyruk sokumu kemiğine ya da insanın doğumundan ölümüne kadar değişmeyip aynı kalan asli parçalara olacağını söylerler. Böylece cesedi ortadan kalkmış olanların azap veya nimeti hissetmesi imkan dahiline girmiş olur ve bunun imkansız olduğunu söyleyenlerin itirazları da ortadan kalkar.274 Kabirde azap veya nimeti bizzat tadacak olan ruhtur. Beden ise, onun vasıtasıyla azâbın acısını yahut nimetin lezzetini duyacaktır. Buna göre, mü’minlerin ruhları Cennet’te bizzat lezzetlenirken, mezarlıktaki asli parçalarıyla olan ilgisi sebebiyle beden de, Cennet nimetleri ile lezzet duyar. Bunun aksi de inanmayanlar için geçerlidir.275 İslâm âlimleri, Berzah’takilerin ruhlarının İlliyyûn veya Siccîn’de olduklarını ifade eden haberlerle, kabirlerinde olduklarını bildiren haberlerin arası te’lif etmeye çalışmış ve ölünün cesedi ne şekilde ve nerede bulunursa bulunsun ruhuyla ilgisinin devam edeceğini, Allâh Teâlâ’nın, ölünün cesedi her ne şekle girmiş olursa olsun onda azâbın acısını yahut nimetin lezzetini idrak edecek kadar hayatı yaratmaya kadir olduğunu, bu yüzden cesedin de ruhla birlilkte azâb görmesinin nasıl imkansız olmadığını, bu 272 Toprak, Kabir Hayatı, a.g.y. 273 Toprak, Kabir Hayatı, s. 343; Ayr. Bkz. Canan, İbrâhîm, Kütübi Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Akçağ yay., Ankara 1992, c.15, s. 308-309. 274 Bkz. Kestelli, Müslihuddin Mustafa, Haşiyetu Kestelli Alâ Şerhi’l-Akâid, Salah Bilici Kitabevi, İstanbul Trs., s. 135; Aliyyü’l-Kârî, Şerhu Fıkhı Ekber, s. 47; Ayr. Bkz. Yavuz, Yusuf Şevki, “Ba’s”, T.D.V.İ.A., V, 100. 275 Toprak, Kabir Hayatı, s. 344. 74 hususun aklen mümkün olduğunu, bu konuda gelen nakillerde de olacağının haber verildiğini söylemişlerdir.276 Bu görüşte olan İslâm âlimleri, “Kabirdeki ölüde azap veya nimetin eserinin görülmeyişine gelince; öncelikle bilinmesi gerekir ki, dünya ile Âhiret alemini birbirinden oldukça farklıdır. Biz ise, ancak dünya ölçülerine göre duyu organlarımızın algılama alanlarına giren şeyleri algılayabilmekteyiz. Dolayısıyla başka bir âlemin hal ve şartları dahilinde olan bir durumuşu anda algılayamayız. Bu aynı zamanda bizim yanımızda rüya gören ve farklı şeyler hisseden bir kimsenin yaşadıklarını bilemeyişimiz gibidir” demişlerdir.277 İslâm âlimleri, hadislerde kaydedilen kabir sıkması hakkında da; kabrin iki yanının ölüyü sıkıştırmasıdır ve geneldir. Hadislerde istisna edilenlerden başka, mü’min olsun, kâfir olsun, ister itaatkar, isterse asi olsun bundan hiç kimsenin kurtulamayacağını söylemişlerdir. Nitekim es-Suyûtî bu konuda şöyle demektedir: “Kabrin sıkmasının aslı, kabrin ölüyü kucaklamasıdır. Çünkü insanlar topraktan yaratıldılar, uzun müddet ondan ayrı kaldılar. Tekrar toprağa döndükleri zaman, ananın evladını kucakladığı gibi toprak da onları sıkar. Ancak mü’min ve itaatkar olanları şefkatle, asi olanları da azapla.”278 Nitekim Hz.Âişe (r.a), bir gün Peygamberimize (s.a.s.) gelerek şöyle demiştir: “Ya Resullallâh! Sen bana Münker–Nekîr’in sesinden ve kabrin sıkıştırmasından söz ettiğinden bu yana hiçbir şeyden yararlanamıyorum.’ Bunun üzerine Hz. Peygamber de (s.a.s.): ‘Ey Âişe! Münker–Nekîr’in sesi, mü’minlerin kulağında, gözdeki sürme gibidir. Kabrin sıkıştırması ise şefkatle ananın kucaklaması gibidir. Çocuğu, başının ağrıdığını ona anlatır. O da yumuşaklıkla başını okşar. Fakat ey Âişe, ne yazık o kimselere ki, Allâh’tan şüphe ederler. Taşın yumurtanın üstüne düşüp onu ezdiği gibi kabirlerinde ezilirler.” 279 Bu hadiste haber verildiğine göre kabir, herkesi sıkacaktır, fakat herkesi azap için sıkmayacaktır. Hz. Peygamber (s.a.v), kabir sorgusu hakkındaki uzun hadislerinin sonunda sorulara cevap veremeyen kâfir ve münâfıklar için toprağa, “Çullan onun 276 Krş. Toprak, Kabir Hayatı, s. 345. 277 Bkz. en-Nevevî, Muhyiddin, el-Minhâc Şerhu Sahîhi Müslim b. Haccâc, Dâru’l-Ma’rife, 3. Baskı, Beyrut 1996, XVII, 198; İbnu’l-Cevzî, Kitâbu’r-Rûh, s. 85-86. 278 es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 149. 279 Bkz. ed-Deylemî, Ebû Şuca’ Şiruveyh b. Şehrdâr, el-Firdevs bi Me’sûri’l-Hitâb, tah. Saîd b. Besyûnî Zağlul, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1986, IV, 398; es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 161; Ayr. bkz. Toprak, Kabir Hayatı, s. 347. 75 üzerine” diye emir verileceğini ve toprağın onları, kaburga kemikleri birbirine geçinceye dek sıkıştıracağını ve bu azapların Kıyâmet’e dek süreceğini haber vermektedir.280 Kabir sıkmasının devamı, kabir azâbıdır. Ve bu sıkışla birlikte inanmayan kimsenin kabri ateşle doldurulur. Bu konudaki hadislerden anlaşıldığına göre, kabir sıkması, kabir azâbından bir çeşittir ve kâfirler onunla azaplanmaktadırlar. Mü’minlere gelince, itâatkârlara kabirde azap yoktur, sadece bir kabir sıkması vardır. Asi olanlar ise günahları derecesinde kabirlerinde sıkılacaklar ve böylece azap çekeceklerdir. Nitekim Hz. Peygamber’den (s.a.s.) nakledilen bazı dualarda: “Ona kabrini genişlet” buyrulması281 kabrin insanları sıktığına delalet eder. Bu sebeple, bu sıkıntıdan kurtarması için Allâh’a dua ve niyaz edilmektedir. Aksi takdirde Hz. Peygamber bu şekilde dua etmezdi. Nitekim Hz. Ömer’in de bu konuda şöyle dediği nakledilmektedir: “Kefenimi iktisatlı yapın. Çünkü eğer Allâh katında benim bir mevkiim varsa, Rabbim elbette onu daha hayırlısı ile değiştirecektir. Kabrimi de iktisatlı kazın. Zira eğer ben katında hayırlı isem, Allâh (c.c.) kabrimi genişletecektir. Değilsem de, siz ne kadar geniş kazarsanız kazın, Rabbim onu sıkıştıracak, ta ki kaburga kemiklerim birbirine kavuşacaktır.”282 İmâm Gazâlî de, bazı rivayetlerde haber verilen yılan-çıyan ve haşarâtın kabirde ölüyü ısırması ve sokması ile ilgili olarak şu açıklamalara yer vermektedir: “Bu gibi konularda insan için üç derece vardır. Birincisi; en doğru, en açık ve en makul derecedir ki; yılanın mevcut olup ölüyü soktuğunu, fakat bizim gözümüze bu gibi melekût alemine ait şeyleri görme hassası verilmediği için bunu göremediğimizi kabul etmektir. Nitekim Âhiret’le alakalı bütün işler melekût âlemindendir. Sahâbeyi görmez misin ki, onlar Cebrail’i (a.s.) görmedikleri halde nasıl ona iman ediyorlardı. İkincisi; uyuyan kişinin rüyasında yılan sokması vb. şeyleri görüyor ve bunlardan acı duyup, bağırıyor olmasıdır. Bunlar, kendi içinde yaşadığı ve normal hayatındaki gibi acı duyduğu şeylerdir. O bu acıları çekerken, sen onu sakin olarak görüyor ve etrafında 280 et-Tirmizî, es-Sünen, III, 383; es-Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr, s. 145; Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat, V, 44; elMünzirî, et-Terğib ve’t-Terhîb, IV, 198-199. 281 Müslim, el-Câmiu’s-Sahîh, II, 634; Ebu Dâvud, es-Sünen, III, 190; İbn Hıbbân, es-Sahîh, XV, 515; Beyhâkî, es-Sünen, III, 384. 282 Toprak, Kabir Hayatı, s. 349. 76 yılan filan görmüyorsun. Bu acı hissedildikten sonra, o yılanın görünen ya da görünmeyen olması arasında ne fark vardır.”283 İmâm-ı Rabbânî ise bu konuda şu görüşü ortaya koymuştur: “Kabir, dünya ile Âhiret arasında bir geçit olduğundan, onun azâbı da bir yönü ile dünya azâbına benzer. Bu da kesintiyi kabul etmesindendir. Bir başka yönü ile de, Âhiret azâbına benzer ki bu da onun cinsinden olmasıdır. Berzah hayatı dünya hayatının yarısı gibidir. Ruhun orada bedenle taalluku dünyadakinin yarısı gibidir.” 284 Sonuç olarak şunu kaydetmek istiyoruz ki, konuyla ilgili olarak İslâm âlimlerinin yukarıda kaydetmiş olduğumuz görüşleri, bize, her ne kadar bu alem hakkında bazı ipuçları veriyor ve fikir sahibi kılıyorsa da, kabir hayatı tamamen bundan ibarettir demek oldukça zor görünmektedir. Nitekim o âleme ait bizim bilemediğimiz bazı özel hal ve durumlar da olabilir ve bunların hepsinin bizim içinde bulunduğumuz dünya şartlarında görülüp anlaşılabilmesi mümkün olmayabilir. 283 Gazzâlî, Ebû Muhammed b. Muhammed, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, ter. Mehmet A. Müftüoğlu, Pırlanta Yay. İstanbul 1981, IV, 1056-1057. 284 Serhendî Ahmed el- Faruk, Mektubat, ter. Abdulkadir Akçiçek, Çile Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 1980, II, 1310; Ayr. Bkz. İbn Haldun, Mukaddime, Ter. Zeki Velidi Togan, M.E.B. Yay. , II, 666-667. 77 SONUÇ Hayat ve ölüm, insan varlığının en önemli iki gerçeğidir. İnsan var oluşundan bu yana bu iki gerçeği anlamlandırmaya çalışmış ve bu, onun aklını en çok meşgul eden sorulardan biri olmuştur. Bununla birlikte insanın diğer varlıklardan farklı olarak irade kabiliyetine sahip olması, iyi-kötü, faydalı-zararlı, güzel-çirkin, davranışlarda bulunabilmesi ve bunlardan sorumlu tutulması, ölüm sonrası hayatın varlığını bilmesini daha da gerekli kılmıştır. Tarih boyunca, ölüm ve sonrası, insanlığı en az hayat kadar, belki de daha fazla meşgul etmiştir. Hatta ölümün ve sonrasının bilinmezliği-görünmezliği insanın merakını ve endişesini artırmıştır. Düşünce tarihi incelendiğinde, insanlığın belli başlı meselelerde ortak bir fikir oluşturduğu göze çarpar. Dini bir inancın varlığı, ruhun varlığı ve ölümsüzlüğü ve bu alemden başka hayatın ve Âhiretin varlığı ve orada insanların bu dünyadaki davranışlarına göre karşılık görecekleri hususu, bunların en başta gelenlerindendir. Bu inanç, günümüze kadar gelen gerek ilahi, gerekse diğer dinlerde açık bir şekilde varlığını devam ettirmektedir. Dinler içerisinde ise, ölüm ve sonrası ile ilgili en açık ve en ayrıntılı bilgilerin İslâm dininde verildiğini görmekteyiz. İslâm dini, ölüm sonrasına ilişkin açıklamalarında, Kıyâmet’le birlikte başlayacak olan Âhiret hayatından önce, ölümle birlikte başlayacak ve Kıyâmet’e kadar sürecek Kabir alemine ilişkin de önemli bilgilere yer verir. İslâm’ın bu konuda getirdiği inanç, Kur’ân ve Hz. Peygamber’in hadislerine dayanmaktadır. Kaynaklarımızda, özellikle hadis kitaplarımızda, bu âlemin nasıl olduğuna ve orada nelerle karşılaşılacağına dair açıklamalara yer verilmektedir. Ancak bu konuda yaptığımız araştırmalarımız sonucunda da gördüğümüz gibi, kabir hayatıyla ilgili bilgilerin dayandığı sahîh hadisler yanında, çok zayıf ya da uydurma olarak nitelendirilen bir takım rivayetler de bu eserlerde delil olarak kaydedilmiştir. Halbuki imanla ilgili konularda, sıhhati kesin olan delillerin kullanılması zorunlu bir husustur. Kanaatimizce geçmiş âlimlerin bu tutumlarının sebebi, halkı bu konuda uyarıp korkutarak (terğîb ve terhîb), ahlâkî açıdan daha iyi bir boyutta yaşamalarını sağlamaya çalışmaktır. Zayıf hadislerle amel, Re’y Ekolü’nün uydurma saydığı bir kısım rivayetleri zayıf hadis kapsamında mütalaa etme, Hadis Ekolü’nün öteden beri bilinen bir tutumudur. İncelemiş olduğumuz bu konuya dair eserlerin çoğunu, Hadis Ekolü’ne 78 mensup âlimlerin yazdığı hususu da ayrı bir gerçektir. Bunun sonucu olarak, bu konuda bir çok zayıf ya da uydurma rivayet bu tür eserlere girmiş, bunları okuyan bir kısım vaizler, kıssacılar vs. yoluyla halkın arasında yayılmıştır. Kısacası geçmişte kabir hayatı konusunda yazılan eserler, sahîh hadislerin yanında, çok zayıf ya da uydurma rivayetlerle doludur. Üzücü olmakla birlikte, halkımızın bu konudaki bilgisi de sadece Kur’an ve Sahîh hadislerin öğretilerine değil, bu tür çok zayıf veya uydurma rivayetlere dayanmakta, bu tür nakillerle dolu kaynaklardan beslenmektedir. Bu çalışmamız sonucunda gördük ki, diğerleri gibi es-Suyûtî’nin Şerhu Sudûr adlı eseri de, bünyesinde hem sahîh hadisleri, hem de çok zayıf ya da uydurma rivayetleri barındırmaktadır. İmâm es-Suyûtî bu eserinde, metot olarak tamemen Hadis Ekolü’nün özelliklerini yansıtan bir tutum sergilemiştir. O eserine, yukarda da işaret ettiğimiz gibi sahîh hadislerle birlikte konuyla alakalı zayıf ve asılsız rivayetleri de almıştır. Bunda, onun derlemeci tavrının etkili olduğu hatıra gelmektedir. Onun, eserine aldığı hadisler hakkında derin bir bilgiye sahip olduğunu anlaşılmaktadır. Kitabına aldığı rivayetlerin zayıflığını, bunların asılsızlığını bildiğini ifade etmesine rağmen, yine de onları nakletmekten geri kalmamıştır. 79 KAYNAKÇA Atay, Hüseyin, İslâm’ın İnanç Esasları, A.Ü.İ.F.Y., Ankara 1992. Ateş, Ali Osman, Cahiliyye ve Ehl-i Kitap Örf ve Adetleri, Beyan Yayınları, İstanbul 1996. .....................Kur’an ve Hadislere Göre Şeytan, Beyan Yayınları, İstanbul 1995. Ateş, Süleyman, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, (I-XII), Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul 1995. el-Bağdâdi, Ebu Bekir Ahmed b. Ali b. Sâbit, el-Hatîb, (v. 392/463), Şerefu Ashâbi’lHadis, Haz. Mehmet Said Hatiboğlu, D.İ.B.Yay., 2. Baskı, Ankara 2001. Bağdâdî, Abdulkahir b. Tâhir b. Muhammed, (v. 429) el-Fark Beyne’l-Fırak, Dâru’lÂfâki’l-Cedîde, 2. Baskı, Beyrut 1977. el-Beyhakî, Ahmed b. Hüseyin b. Ali b.Mûsâ Ebu Bekir, (v. 458/1066), es-Sünenü’lKübrâ, (I-XI), (tah. Muhammed Abdulkâdir Ata), Mektebetu Dâru’l-Bâz, Mekke 1994. .....................İsbâtü Azâbi’l-Kabr, Dâru’l-Furkan, (tah. Şeref Mahmûd el-Gudât), 2. Baskı, Umman 1405. ....................Şuabu’l-Îmân,(I-VIII), (tah. Muhammed Besyûnî Zağlûl), Dâru’l-Kütübi’lİlmiyye, Beyrut 1410. Buhârî, Muhammed b. İsmail Ebu Abdillah, (v. 256/869), el-Câmiu’s-Sahîh, (I-VI), 3. Baskı, Dâru İbni Kesîr, Beyrut 1987. Bursevî, İsmail Hakkı, (v. 1137/1728), Tefsîru Rûhi’l-Beyân, (I-X), Eser Yay., İstanbul 1983. Canan, İbrahim, Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, (I-XVIII), Akçağ Yayınları, Ankara 1994. Cürcâni, Ali b. Muhammed b. Ali, (v. 816), Ta’rifat, (tah. İbrahim el- Ebyâri), Dâru’lKütübi’l-Arabi, Beyrut 1405. ed-Dârimî, Abdullah b. Abdirrahman Ebu Muhammed, (v. 255/868) es-Sünen, (I-II), Dâru’l-Kütibi’l-Arabi, Beyrut Trs. 80 Demirci, Kürşat, "Kabir", İslam Ansiklopedisi, T.D.V. Yay., İstanbul 2001. ed-Deylemî, Ebû Şuca’ Şiruveyh b. Şehrdâr, (v. 509/1115), el-Firdevs bi Me’sûri’lHitâb, (I-V), (tah. Saîd b. Besyûnî Zağlul), Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1986. De Vaux, Carra, "Berzah", M.E.B. İslâm Ansiklopedisi, c. II, İstanbul 1966. Ebu Dâvud, Süleyman b. Eş’as es-Sicistâni, (v. 275/888), es-Sünen, (I-IV), Dâru’lFikir, Beyrut Trs. Erul, Bünyamin, "Uydurma Rivayetlerde Peygamber Tasavvuru", İslâm’ın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri, T.D.V. Yay. Ankara 2003. Eş’ârî, Ali b. İsmail, (v. 324), Makâlâtu’l-İslâmiyyîn ve İhtilâfu’l-Mûsâllîn, (tah. Helmut Rıtter), Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabi, 3. Baskı, Beyrut Trs. el-Fettenî, Muhammed b. Tahir b. Ali, (v. 986/1578), Tezkiratu’l-Mevzûât, Baskı yeri yok, Trs. el-Kenânî, Ahmed b. Bekr b. İsmail, (v. 849), Misbâhu’z-Zucâce, (I-IV), (tah. Muhammed el-Munteka el-Keşnâvî), Dâru’l-Arabiyye, 2. Baskı, Beyrut 1403. el-Gazzâlî, Ebû Muhammed b. Muhammed, (v. 505/1111), İhyâu Ulûmi’d-Dîn, (I-IV), (ter. Mehmet A. Müftüoğlu), Pırlanta Yay. İstanbul 1981. el-Hâkim, Muhammed b. Abdillah Ebu Abdullah en-Nisâbûri, (v. 405/1014) elMüstedrek ale’s-Sahîhayn, (I-IV), (tah. Mustafa Abdulkadir Ata), Dâru’lKütübi’l-İlmiye, Beyrut 1990. el-Hâkim Muhammed b. Ali b. Hasen Ebû Abdullah et-Tirmîzî, (v. 320/932), Nevâdiru’l-Üsûl fi Ehâdîsi’r-Rasûl, (I-II), (tah. Abdurrahman Umeyrâ), Dâru’l-Cîl, Beyrut 1992. Harpûtî, Abdullatif, Tenkîhu’l-Kelâm Fî Akâidi Ehli’l-İslâm, (ter. İbrahim ÖzdemirFikret Karaman), T.D.V. Yay. Elazığ 2000. el-Heysemî, Ali b. Ebî Bekir, (v. 807/1404), Mecmau’z-Zevâid ve Menbau’l-Fevâid , (IX), Dâru’r-Reyyan li’t-Türas, Kahire 1994. ………………Mevâridu’z-Zam’ân, (tah. Muhammed Abdurrezzak el-Hamza), Dâru’lKütübi’l-İlmiyye, Beyrut Trs. 81 İbn Cevzî, Cemâlüddin Ebu’l-Ferec Abdurrahman el-Bağdâdî, (v. 597/1201), Kitâbu’lMevzûât, (I-II), Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1995. ……………Kitâbu’r-Ruh, (ter. Şaban Haklı), İz yayıncılık, 2. Baskı, İstanbul 2003. Ebû Şeybe, Ebu Bekir Abdullah b. Muhammed, (v. 235/849), el-Musannaf, (I-VII), (tah: Kemal Yusuf el-Hût), Mektebetu’r-Rüşd, 1. Baskı, Riyad 1409. İbn Hacer, Ahmed b. Ali b. el-Askalâni, (v. 852-1448) Fethu’l-Bâri bi Şerhi Sahîhi’lBuhârî, (I-XIII), Dârü’l-Fikir, Beyrut 1993. ………………Lisânu’l-Mîzân, (I-VII), Müessesetu’l-A’lemi li’l-Matbûât, 2. Baskı, Beyrut 1986. ……………….Tehzîbu’t-Tehzîb, (I-VI), Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut 1991. İbn Hazm, Ali b. Ahmed b. Saîd b. Hazm et-Tâhirî, (v. 456/1064), Kitâbu’l-Fasl fi’lMilel ve’l-Ahvâ ve’n-Nihâl, (I-V), Mektebetu’l-Hancî, Kâhire Trs. İbn Haldun, Abdurrahman b. Muhammed, (v. 806/1406), Mukaddime, (I-II), (ter. Zakir Velidi Togan), M.E.B. Yay., İstanbul 1986. İbn Hanbel, Ebû Abdillah, Ahmed b. Muhammed eş-Şeybânî, (v. 241/855) el-Müsned, (I-VI), Müessesetu Kurtuba, Mısır Trs. İbn Hıbban, Muhammed b. Hıbban b. Ahmet Ebu Hatim, (v. 354/965) es-Sahîh, (IXVIII), Müessesetü’r-Risale, 2.Baskı, Beyrut 1993. İbn Huzeyme, Muhammed b. İshak b. Huzeyme Ebu Bekir es-Sülemî en-Nisâbûrî, (v. 311/923), es-Sahîh (I-IV), (tah. Mustafa el-A’zâmî), el-Mektebetu’lİslâmi, Beyrut 1970. İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ, İsmail b. Amr b. Kesîr, (v. 774/1372), Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, (I-IV), Dâru’l-Fikr, Beyrut 1401. İbn Mâce, Muhammed b. Yezid Ebu Abdullah el-Kazvini, (v. 275/888), es-Sünen, (III), (tah. M. Fuad Abdulbâkî), Dâru’l-Fikir, Beyrut Trs. el-Îci, Adudiddîn Abdurrahman b. Ahmed, Kitabu’l-Mevâkıf, (tah. Abdurrahman Umeyra), Dâru’l-Cil, Beyrut 1997. el-İsbehânî, Ebû Nuaym Ahmed b. Abdullah, (v. 430) Hilyetü’l-Evliyâ, (I-X), Dâru’lKütübi’l-Arâbi, 4. Baskı, Beyrut 1405. 82 el-Kârî, Ali b. Muhammed, (v. 1014/1605), Mevzuatu Aliyyü’l-Kâri, Dersaadet İstanbul Trs. ………………Şerhu Fıkhi'l-Ekber (tah. Ali Muhammed Dendel), Dâru’l-Kütübi’l İlmiyye, 1. Baskı Beyrut 1995. Karahan, Abdülkadir, "Suyûtî", M.E.B. İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1966. Kestelli, Müslihuddin Mustafa, Haşiyetu Kestelli Alâ Şerhi’l-Akâid, Salah Bilici Kitabevi, İstanbul Trs. Kitab-ı Mukaddes, Eski ve Yeni Ahit, Kitab-ı Mukaddes Şirketi, İstanbul 1949. el-Kurtûbî, Muhammed b. Ahmed b. Ebîbekr b. Ferah, (v. 671) el-Câmi' li Ahkâmi’lKur’an, (I-XX), (tah. Ahmed Abdulalim el-Berdunî), 2. Baskı, Dâru’şŞa’b, Kahire 1372. et-Tezkira Fî Ahvâli’l-Mevtâ ve Umûri’l-Âhira, (tah. Abdulmecîd Tâmmete el-Halebî), Dâru’l-Ma’rife, 6. Baskı, Beyrut 2003. el-Makdîsî, Muhammed b. Abdulvâhid b. Ahmed, (v. 643), el-Ehâdîsu’l-Muhtâra, (IX), (tah. Abdulmelik b. Abdullah b. Duheyş), Mektebetu’n-Nahda elHadîse, Mekke 1410. el-Mizzî, Cemâluddin Ebu’l-Haccac Yusuf b. ez-Zeki Abdurrahmân, (v. 742/1341), Tehzîbu’l-Kemâl, (I-XXXV), Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1980. el-Mübarekfûrî, Ebu’l-Alâ, Abdurrahman b. Abdürrahim, (v. 1353/1935), Tuhfetu’lAhvezî, (I-X), Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut Trs. el-Münâvî, Muhammed Abdurraûf, (v. 1031/1622), Feyzu’l-Kadîr bi Şerhi Câmiu’sSağîr, (I-VI), el-Mektebetu’t-Ticâriyyetü’l-Kübrâ, Mısır 1356. el-Münzirî, Muhammed Zekiyyuddin Abdulazîm b. Abdilkâvî, (v. 656/1258), et-Terğib ve’t-Terhib Mine’l-Hadisi’ş-Şerif, (I-IV), (tah. İbrahim Şemsuddin), Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1417. Müslim, Müslim b. Haccâc Ebu’l-Hüseyin el-Kuşeyrî, (v. 261/874), el-Câmiu’s-Sahîh, (I-V), (tah. M. Fuad Abdulbâkî), Dâru İhyai’t-Turâsi’l-Arabi, Beyrut Trs. en-Nesâi, Ahmet b. Şuayb Ebu Abdirrahman, (v. 303/915) es-Sünenü’l-Kübra, (I-VI), Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1991. 83 ....……….es-Sünenu’l-Müctebâ, (I-VIII), (tah. Abdulfettah Ebu Ğudde) Mektebetu’lMatbuâtu’l-İslâmiyye, 2. Baskı Halep Trs. en-Nevevî, Muhyiddin, (v. 676/1277), el-Minhâc Şerhu Sahîhi Müslim b. Haccâc, (IXVII), Dâru’l-Ma’rife, 3. Baskı, Beyrut 1996. Özdemir, Metin, "Kabir Azâbı Tartışmasına Farklı Bir Bakış", İslâmiyat, c.V, S: 3, Ankara 2002. Paçacı, Mehmet, Kutsal Kitaplarda Ölüm Ötesi, Ankara Okulu Yay. Ankara 2001. er-Râzî, Fahreddin Muhammed b. Ömer el-Hüseyin, (v. 606/1209), Tefsir-i Kebîr, (IXXIII), (ter. Komisyon), Akçağ Yay., Ankara 1995. Serhendî, Ahmed el-Fâruk, Mektubât, (I-II), (ter. Abdulkadir Akçiçek), Çile Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 1980 es-Sindî, Nureddin b. Abdülhâdî, (v. 1138/1725), Haşiyetu’s-Sindî, (I-VIII), (tah. Abdulfettah Ebû Gudde), Mektebetu’l-Matbûâtu’l-İslâmiyye, 2. Baskı, Halep 1986. es-Suyûtî, Celaleddin Abdurrahman b. Ebî Bekr, (v. 911/1505), el-Leâli’l-Masnûa Fi’lAhadisi’l-Mevzûa, (I-II), Dâru’l-Ma’rife, Beyrut 1983. …………….Şerhu’s-Sudûr bi Şerhi Hâli’l-Mevtâ ve’l-Kubûr, (tah. Yusuf Ali elBedyûvî), Mektebetu Dâru’t-Turas-Dâru İbn Kesir, 2. Baskı, Beyrut 1992. Şehristânî, Muhammed b. Abdilkerim b. Ebi Bekr Ahmed, (v. 548/1153), el-Milel ve’n-Nihâl, (I-II), (tah. Muhammed Seyyid Keylânî), Dâru’l-Ma’rife, Beyrut 1404. Şihâbeddin, Ahmed b. Muhammed b. Ömer, Haşiyetü’ş-Şihâb alâ Tefsiri’l-Beydâvî, (IX), Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1997. Taberâni, Ebu’l-Kasım, Süleyman b. Ahmet, (v. 360/971), el-Mu’cemu’l-Evsat (I-X), Dâru’l-Harameyn, Kahire 1415. …………….el-Mu’cemu’l-Kebîr, (I-XX), (tah. Hamdi Abdulmecîd es-Selefî), Mektebetu Dâru’l-Hikem, 2. Baskı, Musul 1983. et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, (v. 310/922), Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, (I-XXX), 2. Baskı, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut 1972. 84 Taftazâni, Sa’du’ddin, Mesud b. Ömer, (v. 793/1391), Şerhu’l-Makâsid, Dersaadet Yay., İstanbul 1277. et-Tirmizi, Ebû İsa Muhammed b. İsa, (v. 279/892) es-Sünen I-V, (tah. Ahmet Muhammet Şakir), Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabi, Beyrut, Trs. Toprak, Süleyman, Ölümden Sonraki Hayat Kabir Hayatı, Esra Yay., 7. Baskı, Ankara 1997. ……………."Kabir", T.D.V. İslam Ansiklopedisi, c. XXIV, T.D.V. Yay. İstanbul 2001. Tümer, Günay- Küçük, Abdurrahman, Dinler Tarihi, Ocak Yay., 3. Baskı, Ankara 1997. Yardım, Ali, Hadis I-II, D.E.Ü. Yay., 2. Baskı, İzmir 1992. Yavuz, Yusuf Şevki, "Ba’s", T.D.V. İslam Ansiklopedisi, c. V, T.D.V. Yay. İstanbul 1989. Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kurân Dili, (I-X), Eser Yay. İstanbul 1979. ez-Zehebî, Şemsuddin Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Osman et-Türkmânî, (v. 748/1347), Mîzânu’l-İ’tidâl fî Nakdi’r-Ricâl, (I-IV), (tah. Ali Muhammed el-Becavî), Dârû İhyâi’l-Arâbî, 1. Baskı, Mısır 1963.
.
X
XXXXXXXXXXXXXX
Kabir Azabı
Yrd. Doç. Musa Kazım Gülçür
Mü'minin dünyada çektiği sıkıntılar, onun günahlarına keffaret olduğu gibi, ölüm esnasındaki ızdırapları, kabirde maruz kaldığı/kalacağı tecziye türü hususlar da ahiret azabını hafifletme adına arındıran birer ameliye oldukları söylenebilir.Bilindiği üzere müminlerin en temel özelliklerinden birisi gaybe inanmalarıdır. Cenâb-ı Hak Bakara Sûre-i Celîlesinde: "Gerçek müminler gaybe inanır, namazlarını kılar, kendilerine verdiğimiz rızıktan da infak ederler" (Bakara, 2/3) buyurmaktadır. Gayb kelimesi Türkçemizde, göz önünde olmayan, gözle görülmeyen, gizli olan ve hazırda olmayan; vahiy gibi yüksek bir bilgi kanalı olmaksızın akıl ve duyular yolu ile hakkında bilgi edinilemeyen varlık alanı mânâsına gelmektedir. Yine, henüz içinde yaşanılmayan gelecek zaman, gelecek zaman içerisinde meydana gelecek olan hâdiseler; öldükten sonra dirilme, Cennet, Cehennem, hesap günü gibi insanın haklarında doğrudan bilgi edinemeyecekleri âlemler1 gibi mânâlara da gelmektedir. Kabir azabı konusu da herkesin rahatlıkla bileceği üzere doğrudan gaybe iman ile alâkalıdır. Ehl-i sünnet ulemasının neredeyse tamamı, bu dünyada Allah'ın rızası istikameti dışında davranış sergileyenler için kabir azabının varlığı konusunda ittifak hâlindedir. Şer'î delillere dikkatleri çekmek için başta Kur'ân-ı Kerîm, sonra da Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) aydınlatıcı beyanları ışığında konuyu ele almaya çalışacağız. Önce âyet-i kerîmeleri sıralayacak ve müfessirîn-i kirâmın açıklamalarına yer vereceğiz. Daha sonra da kütüb-ü sahîhada kabir azabı hususunda Efendimiz'den (sallallahü aleyhi ve sellem) bizlere nakledilmiş hadîs-i şerîfleri belirtmeye çalışacağız.Âyet-i Kerîmeler 1.وَلَوْ تَرَى إِذِ الظَّالِمُونَ فِي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ وَالْمَلاَئِكَةُ بَاسِطُو أَيْدِيهِمْ أَخْرِجُوا أَنْفُسَكُمُ الْيَوْمَ تُجْزَوْنَ عَذَابَ الْهُونِ بِمَا كُنْتُمْ تَقُولُونَ عَلَى اللهِ غَيْرَ الْحَقِّ وَكُنْتُمْ عَنْ آيَاتِهِ تَسْتَكْبِرُونَ "Ölümün şiddetleri içinde kıvranırken, ölüm meleklerinin de yakalarına yapışıp kendilerine: ‘Haydi, derhal ruhlarınızı çıkarıp teslim edin! Bugün zillet azabıyla cezalanacaksınız; çünkü Allah hakkında gerçek dışı şeyler söylüyordunuz ve çünkü kibirlenerek O'nun âyetlerinden yüz çeviriyordunuz!' diye haykırdıkları sırada sen o zalimlerin halini bir görsen!" (En'âm, 6/93)Büyük müfessir Zemahşeri bu âyet-i kerîmede berzah hayatından haber verilmekte olduğunu kabul eder.2 İbn Kayyim el-Cevziyye de şöyle demektedir: "Zalimlere bu, ölüm anlarında söylenmiştir ve Melekler, zalimlerin ölümleri ile birlikte korkunç bir kabir azabı göreceklerini bildirmişlerdir. Şayet kıyamete kadar azapları geciktirilmiş olsaydı, onlara: "Bugün cezalandırılacaksınız" denmezdi.32. وَمِمَّنْ حَوْلَكُمْ مِنَ الْأَعْرَابِ مُنَافِقُونَ وَمِنْ أَهْلِ الْمَدِينَةِ مَرَدُوا عَلَى النِّفَاقِ لاَ تَعْلَمُهُمْ نَحْنُ نَعْلَمُهُمْ سَنُعَذِّبُهُمْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ يُرَدُّونَ إِلَى عَذَابٍ عَظِيمٍ "Çevrenizdeki bedevîlerden ve Medine ahalisinden öyle münafıklar vardır ki onlar nifak işinde mahir olmuşlardır. Pek sinsi hareket ettikleri için sen onları bilemezsin, ama Biz pekiyi biliriz. Biz onları iki defa azaba çarptıracağız. Sonra da büyük bir azaba itileceklerdir." (Tevbe, 9/101)Müfessirler, âyetin sonunda zikredilen "Büyük azap"tan maksadın, Cehennem azabı olduğu hakkında" ittifak etmişler, ondan önce zikredilen "iki azap"tan neyin kastedildiği hususunda ise farklı görüşler zikretmişlerdir. Bu ‘iki azap'tan birinin, kabir azabı olduğu, Ashaptan Abdullah b. Abbas'tan nakledilmiştir.4Tâbiinden Ebu Malik, İbni Cüreyc, Süddî, Mücahid, Katâde, Hasan el-Basrî, İbnu Zeyd, Ferra ve Muhammed b. İshak gibi âlimlerimiz, ayet-i kerîmede yer alan iki cezadan birincisinin dünyevî azap, ikincisinin de "kabir azabı" olduğunu ifade etmişlerdir.5Büyük müfessir İmam Taberi, âyetin sonunda zikredilen "azîm azap"tan maksadın, Cehennem azabı olduğu hakkında âlimlerin ittifak hâlinde olduğunu belirterek şunları söylemektedir: "Allah Teâlâ, âyetin sonunda, münafıkları Cehennem'de büyük bir azaba uğratacağını zaten beyan etmiştir. Bu durumda daha önce zikrettiği "iki azap"tan birisinin kabir azabı olması büyük bir ihtimaldir."6 Bu durumda azap; dünya, kabir (berzah) ve ahiret azabı olmak üzere üçe ayrılmaktadır.3. قُلْ مَنْ كَانَ فِي الضَّلاَلَةِ فَلْيَمْدُدْ لَهُ الرَّحْمَنُ مَدًّا حَتَّى إِذَا رَأَوْا مَا يُوعَدُونَ إِمَّا الْعَذَابَ وَإِمَّا السَّاعَةَ فَسَيَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ شَرٌّ مَكَانًا وَأَضْعَفُ جُنْدًا "De ki: Dini inkâr edenlere Rahmân biraz mühlet versin, bundan ne çıkar? Ama onlar, kendilerine vaat olunan ister azabı isterse de kıyamet vaktini görünce, kimin şerli bir mekânda bulunduğunu ve kimin askerî güç itibarı ile en zavallı bir durumda olduğunu öğrenecekler." (Meryem, 19/75)Âyetteki "ister azabı" ifadesi, kıyametten önce olacak bir azabın kastedildiğine açıkça delâlet eder. Çünkü âyette "isterse de kıyamet" ifadesi ile kıyamet günü kastedildiğine göre, kıyamet gününden önce olacak o azap ile kabir azabı kastedilmiş olmalıdır.74. وَمَنْ أَعْرَضَ عَنْ ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى "Ama kim Benim zikrimden yüz çevirirse kitabımı dinlemez ve Beni anmaktan gaflet ederse, muhakkak ki ona sıkıntılı bir yaşayış vardır ve Biz onu kıyamet günü kör bir şekilde diriltiriz." (Tâhâ, 20/124)Bu âyet-i kerîmede yer alan "sıkıntılı yaşayış" Ebu Said el-Hudrî ve Abdullah b. Mes'ud'a göre kabir azabıdır.8 5. لَعَلِّي أَعْمَلُ صَالِحًا فِيمَا تَرَكْتُ كَلَّا إِنَّهَا كَلِمَةٌ هُوَ قَائِلُهَا وَمِنْ وَرَائِهِمْ بَرْزَخٌ إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ "Ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi iş (ve hareketler) yapayım. Hayır! Bu onun ağzından çıkan (boş) bir laftan ibarettir. Onların önünde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar (süren) bir berzah hayatı vardır." (Mü'minun, 23/100)"Onların önünde berzah vardır" cümlesi, onlarla dünyaya dönüş arasına girecek bir perde vardır mânâsındadır. Bu da kabirlerinden haşre gönderildikleri güne, yani Kıyamet'e kadar devam eder. Bu âyet onların dünyaya dönüşlerinin imkânsız olduğunu belirtiyor. Yani bu perdenin varlığı, dünyaya tekrar dönmelerine kesin bir engeldir ve bu perde asla kalkmaz. Bu kesinlik, tıpkı "Kâfirler, deve iğnenin deliğinden geçmedikçe Cennet'e dâhil olamazlar" mealindeki ayette olduğu gibidir.96. قَالُوا رَبَّنَا أَمَتَّنَا اثْنَتَيْنِ وَأَحْيَيْتَنَا اثْنَتَيْنِ فَاعْتَرَفْنَا بِذُنُوبِنَا فَهَلْ إِلَى خُرُوجٍ مِنْ سَبِيلٍ "Ya Rabbenâ!" derler, "Sen bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. İşte günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi, telâfi etme için buradan çıkmaya bir yol yok mudur?"(Mü'min, 40/11) "Rabbimiz! Bizi iki kez öldürdün ve iki kez dirilttin" mealindeki âyeti âlimlerimiz kabir azabına delil olarak göstermişlerdir. İmam Süddî âyet-i kerîmeyi şu şekilde tefsir eder: Kâfirler bu dünyada öldürülecek, daha sonra kabirlerde sorgu için diriltileceklerdir. (Yani kabirde bir berzah hayatı olacaktır.) Daha sonra tekrar öldürülecek ve âhirette yeniden diriltileceklerdir. Böylece âyet-i kerîme, kabir hayatına doğrudan delâlet etmiş olmaktadır.107. اَلنَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوًّا وَعَشِيًّا وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ أَدْخِلُوا آلَ فِرْعَوْنَ أَشَدَّ الْعَذَابِ "Sabah ve akşam ateşin karşısına getirilerek onlara azap edilir. Kıyamet koptuğunda ise: "Firavun hanedanını şimdi de en şiddetli azaba sokun!" denilir." (Mü'min, 40/46) Cumhurun kanaatine göre burada "sabah-akşam ateşin karşısına getirilme", Berzah'ta gerçekleşmektedir. Mücahid, İkrime, Mukatil ve Muhammed b. Ka'b da: "Bu âyet-i kerîme dünyada iken kabir azabına delil teşkil etmektedir" demektedirler.118. وَإِنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا عَذَابًا دُونَ ذَلِكَ وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ "Muhakkak ki zalimler için bundan daha başka bir azap da vardır; fakat onların çoğu bunu bilmezler." (Tûr, 52/47) Surenin 45 ve 46. âyet-i kerîmelerinde mealen: "Öyleyse sen onları en dayanılmaz bir azapla çarpılacakları günlerine kavuşuncaya kadar bırak. O gün hile ve tuzakları kendilerine asla fayda sağlamaz ve asla yardım da edilmez." denilerek, kıyamette karşılaşacakları büyük azaptan bahsedilmiş, arkasından gelen bu âyet-i kerîmede ise, zulmedenlere, âhiretteki büyük azapları dışında daha başka bir azabın da verileceği zikredilmiştir. Berâ b. Âzib, Abdullah b. Abbas ve Katade'ye göre bu başka azaptan maksat, kabir azabıdır.12 Kurtubi, Hz. Ali (r.a)'in de bu görüşte olduğunu nakletmektedir.139. مِمَّا خَطِيئَاتِهِمْ أُغْرِقُوا فَأُدْخِلُوا نَارًا فَلَمْ يَجِدُوا لَهُمْ مِنْ دُونِ اللهِ أَنْصَارًا "Hâsılı, birçok suçları sebebiyle suda boğuldular ve ateşe tıkıldılar! Allah'a karşı, kendilerine yardım edecek bir tek yardımcı bile bulamadılar." (Nuh, 71/25) فَاُدْخِلُوا (ve ateşe tıkıldılar) ifadesinin başındaki "fa" edatı, ateşe girdirilme işinin, boğulmanın hemen peşinden geldiğine, dolayısı ile kabir azabına delalet etmektedir. Âyetin bu ifadesini, âhiret azabı mânâsına almak mümkün değildir. Aksi halde, "fâ" edatının delaleti yok olmuş olur.1410. أَلْهَاكُمُ التَّكَاثُرُ حَتَّى زُرْتُمُ الْمَقَابِرَ كَلَّا سَوْفَ تَعْلَمُونَ ثُمَّ كَلَّا سَوْفَ تَعْلَمُونَ كَلَّا لَوْ تَعْلَمُونَ عِلْمَ الْيَقِينِ لَتَرَوُنَّ الْجَحِيمَ ثُمَّ لَتَرَوُنَّهَا عَيْنَ الْيَقِينِ ثُمَّ لَتُسْأَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ "Dünyalıklarla böbürlenmek, oyaladı sizleri. Hatta kabirleri ziyaret ettiniz! Hayır, (geçici dünya zevklerine bağlanmak doğru değil) ileride kesinlikle bileceksiniz. Sonra, yine kesinlikle ileride bileceksiniz. Hayır! Siz şayet ilme'l-yakîn bir tarzda bilseydiniz, cehennem ateşini kesinlikle görürdünüz. Daha sonra zaten o cehennem ateşini mutlaka ayne'l-yakîn bir tarzda göreceksiniz. Sonra da o kıyamet gününde verdiğimiz nimetlerden kesinlikle hesaba çekileceksiniz." (Tekâsür, 102/1–8)Hz. Ali (r.a): "Bu âyetler inince kabir azabı konusundaki kanaatimiz kesinlik kazandı."15 demektedir. Hz. Ali de (r.a) kesin kanaat meydana getiren âyet-i kerîmelere daha yakından bakmak, –şayet varsa– birtakım tereddütleri mutlaka giderecektir. Şimdi sûrede yer alan cümlelere dikkatlice bakmaya çalışalım:"Gerçekten kesin bir bilgi (ilme'l-yakîn) ile bilseydiniz." Yani, bugün dünyada iken, kabir hayatı ve âhirete müteallik ileride göreceğinizi anlattığımız hususları kesin olarak bilseydiniz "andolsun siz ateş azabını kalb gözlerinizle görecektiniz." İlme'l-yakîn mertebesinin, bir insanın Cehennem'i kalb gözüyle görmesini sağladığı anlaşılmaktadır. Bu da kıyamet hâllerinin, kişinin kalb gözü önünde canlanmasıyla olur. "Yine and olsun onu zaten ayne'l yakîn olarak göreceksinizdir." Yani Cehennem ateşi kesin olarak baş gözüyle ileride görülecektir.16Kurtubî şöyle demektedir: "Bu sûre kabir azabının varlığını göstermektedir. Kabir azabına iman ve onu tasdik farzdır. Yüce Allah, mükellef olan kulunu kabrinde diriltecek ve ona hayatta iken sahib olduğu nitelikteki bir aklı orada da verecektir. Böylece kişi kendisine sorulacak soruları anlayacak, ne cevap vereceğini bilecek, Rabbinden geleni kavrayacak, kabrinde kendisine hazırlanmış olan lütuf ya da aşağılatıcı halleri anlayabilecektir. Ehl-i sünnet'in kabul ettiği görüş ve bu din mensuplarının büyük cemaatinin benimsediği kanaat budur.17Hadîs-i Şerîfler Resülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular ki: "Sizden biri ölünce, kendisine akşam ve sabah Cennet veya Cehennem'deki yeri arz edilir. Cennet ehlinden ise, yeri Cennet ehlinin, ateş ehlinden ise yeri ateş ehlinin yeridir. Kendisine: ‘Allah seni kıyamet günü diriltinceye kadar, senin yerin işte budur!' denilir."18Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) "Kabir azabı haktır. Kabirde azap çekenleri, hayvanlar işitir!" buyurmuştur. Hz. Aişe (r. anhâ) der ki: "Resülullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kılıp da namazında kabir azabından istiâze etmediğini hiç görmedim."19Bir defasında Resülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) iki kabre uğradı ve: "Bu kabirdekiler azap çekiyorlar. Azapları büyük bir günahtan dolayı değil. Kabirdekilerden birisi, laf getirip götürmeden diğeri de idrar sıçramasına karşı korunmamaktan azap görüyor." buyurdu. Resülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) daha sonra yaş bir hurma dalı istedi ve onu ikiye böldü. Bir dalı kabrin birisine, diğer dalı da ikincisinin üzerine dikti ve: "Belki bu fidanlar taze kaldıkça onların azapları hafifler" buyurdu.20Ebû Said el-Hudrî'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resülullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kabrinde kâfire doksan dokuz tinnîn saldırtılır ve kıyamet gününe kadar onu ısırır ve sokarlar. Eğer onlardan birisi yeryüzüne tıslayacak olsa, orada hiç bir yeşillik kalmazdı."21 buyurmaktadır.Yine Ebu Hüreyre'den yapılan benzer bir rivayette ise Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), "Muhakkak ki ona sıkıntılı bir hayat vardır." cümlesinin kabir azabı hakkında indiğini haber vererek: "Allah'a yemin olsun ki, ona doksan dokuz tinnîn gönderilir. Tinnîn nedir bilir misiniz? Her birinin dokuz başı olan doksan dokuz yılan. Bu tinnîndeki yılanbaşları, Kıyamet gününe kadar onun bedenine tıslar, sokar ve ısırırlar."22 buyurmuştur.Hz. Osman (r.a), kabir konusu açılınca sakalı ıslanıncaya kadar ağlar, kendisine: "Cenneti ve cehennemi hatırladığın vakit ağlamıyorsun, fakat kabri hatırlayınca ağlıyorsun!" denildiğinde de Resülullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şu sözlerini aktarırdı: "Kabir, ahiret menzillerinin ilk durağıdır. Kişi ondan kurtulabilirse, ondan sonrakiler daha kolaydır. Ondan kurtulamazsa ondan sonrakiler bundan daha zordur, daha şiddetlidir. Ahiret âleminden gördüğüm manzaraların hiçbirisi kabir kadar korkutucu ve ürkütücü değildi!"23Kabir Azabının Diğer Canlılarca İşitilmesi Zeyd İbn Sabit'ten (r.a): Resülullah (sallallahü aleyhi ve sellem), bizimle birlikte, Beni Neccar'a ait bir bahçede bulunduğu sırada biniti aniden yoldan çıktı. Nerdeyse Allah Rasûlü'nü sırtından yere atacaktı. Karşımızda beş veya altı kabir görünüyordu. Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem):– "Bu kabirlerin sahiplerini bilen var mı?" buyurdular. Bir adam: – "Ben biliyorum!" deyince, (Resülullah (sallallahü aleyhi ve sellem): – "Ne zaman öldüler?" dedi. Adam: – "Şirk devrinde" deyince Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): – "Bu ümmet kabirde fitneye maruz kılınacak. Eğer birbirinizi defnetmemenizden korkmasaydım, şahsen işitmekte olduğum kabir azabını, size de işittirmesi için Allah'a dua ederdim. Kabir azabından Allah'a sığınınız!" Oradakiler: – "Kabir azabından Allah'a sığınırız!" dediler.24 Resülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) akşam olunca duasında: "Rabbim! Cehennem azabından, kabir azabından sana sığınıyorum!" derdi.25Resülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün güneş battıktan sonra dışarı çıkmıştı ki bir ses işitti ve: "Bu ses, kabirlerinde azap çeken Yahudilerin sesidir!" buyurdular.26Resülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular ki: "Kul kabrine konulup, yakınları da ondan ayrılınca -ki o, geri dönenlerin ayak seslerini işitir- kendisine iki melek gelir. Onu oturtup:– "Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında ne diyordun?" diye sorarlar. Mümin kimse bu soruya: – "Şahadet ederim ki. O, Allah'ın kulu ve elçisidir!" diye cevap verir. Ona: – "Cehennem'deki yerine bak! Allah orayı, cennette bir mekâna tebdil etti" denilir. Adam Cennet'i de Cehennem'i de görür. Allah ona, kabrinden Cennet'e bakan bir pencere açar. Eğer ölen kâfir ve münafık ise meleklerin sorusuna: – "Sorduğunuz zatı bilmiyorum. Ben de herkesin söylediğini söylüyordum!" diye cevap verir. Kendisine: – "Anlamadın ve uymadın!" denilir. Sonra kulaklarının arasına demirden bir sopa ile vurulur. Sopanın acısıyla öyle bir çığlık atar ki, onu insan ve cinlerden ibaret olan iki varlık dışında kendisine yakın olan bütün mahlûklar işitir."27Kabir Sıkması Hakîm-i Tirmizi, İbni Ömer'den (r.a) rivayet ettiğine göre şöyle demiştir: Resülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Sa'd bin Muâz'ın kabrine girdi ve içinde biraz fazlaca durdu. Çıktığında orada bulunan ashab hazerâtı:– "Yâ Resülallah kabirden niçin geç çıktınız?" diye sordular. Resülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) cevaben: – "Kabir Sa'd'ı sıkmıştı. Genişletmesi için Allah'a dua ettim." buyurdular.Hz. Aişe validemizden rivayet edildiğine göre Resülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Muhakkak kabrin bir sıkması vardır ki, eğer ondan kimse kurtulacak olsaydı Sa'd b. Mu'âz kurtulurdu."28 Sa'd'ın bazı akrabalarına, "Resülullah'ın ‘Kabir Sa'd'ı sıktı' sözünden ne anladınız?" diye sorulmuş, onlar cevaben: Bu konuda, Resülullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ne kastettiği soruldu ve: "Küçük taharette kusurlu davrandığından dolayı kabir Sa'd'ı sıkıştırdı." cevabı alındı demişlerdir.29Hz. Aişe validemiz Resul-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimiz'e bir gün şöyle diyor: "Ey Allah'ın Resulü, sen bana Münker ve Nekir'in seslerini ve kabir sıkmasını anlattığın günden beri hiçbir şeyden tat alamaz oldum." Bunun üzerine Resülullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Aişe, Münker ve Nekir'in sesleri mümine, gözdeki sürme gibi gelir. Kabir sıkması da mümine, şefkatli bir annenin yavrusunun başını okşaması gibidir. Ama ya Aişe, şakîlere yazıklar olsun ki onlar kabirlerinde, düz ve sert taş üzerine yumurtanın çarpılıp kırılması gibi sıkıştırılacaklardır."30Kabir Azabından Korunma İçin Dua Etme Resülullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'ım, ben Cehennem azabından sana sığınırım. Kabir azabından da sana sığınırım"31 şeklinde dua ederdi.Resülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir cenazenin namazını kıldırdı. Okuduğu duada şunları ezberledik: "Allah'ım, şunu mağfiret et ve şuna rahmet eyle. Afiyet ver, affeyle, vardığı yerde ikramda bulun, girdiği yeri genişlet. Onun günahlarını kar ve buzla yıka, hatalardan pâk eyle, tıpkı elbisenin kirden pâk edilmesi gibi. Onu dünyadaki evinden daha iyi bir eve, ailesinden daha hayırlı bir aileye koy, eşinden daha hayırlı bir eşe ulaştır. Onu kabir azabından, ateş azabından sakındır."32Resülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mülk Sûresi ile alâkalı olarak şöyle demiştir: "Bu sûre (kabir azabına veya kabir azabına sebep olan günahlara karşı) engeldir, bu sûre kurtuluş sebebidir, kişiyi kabir azabından kurtarır." Benzer bir rivayette de: "Mülk Sûresi, kabirde, onu okumayı itiyat hâline getiren kişinin yerine mücadele eder ve onu azaptan korur."33 denilmektedir.Netice Temel olarak üç âlem ya da boyut vardır: Dünya yurdu, berzah yurdu ve ebedî kalınacak ahiret yurdu. Allah (celle celâlühü) her bir yurda ait özel hükümler tespit etmiştir. Kabirdeki ateş ile kabirdeki nimetler, ne dünyadaki ateş, ne de dünyanın nimetleri türündendir. Yüce Allah onun toprağını, üstündeki ve altındaki taşları, dünyadaki kor ateşten çok daha sıcak olacak hâle gelinceye kadar kızdırır da, dünya ehlinden hiç kimse bunu hissedemeyebilir.Bir kısım hadîslerden öğrendiğimize göre, Hazreti Abbas (radıyallâhu anh), şiddetle arzu etmesine rağmen, Hazreti Ömer'i (radıyallâhu anh) ancak vefatından tam altı ay sonra rüyasında görebilir ve sorar: "Neredeydin yâ Ömer?" Hazreti Ömer, "Sorma, hesabı henüz verebildim." der. Belki, orada üzerinde en ufak bir iz kalmaması için Mevlâ, onu böyle bir ameliyeye tâbi tutmuştur; şu kadar var ki onun hesabı kendi seviyesi ve mukarrebînden olması açısından değerlendirilmelidir. Evet, günah ve zellelerin küçüklerini temizlemede kabrin sıkması ve tazyiki büyük bir rol oynar. Kabir hayatına inanmak esastır. Fakat onun keyfiyeti ile alâkalı yakışıksız iddialar Allah'a karşı saygısızlıktır. Kabir hayatı, halk-ı cedid, yani yepyeni bir yaratılış eseridir. Hazreti Âdem'in melekleri hayran bırakan yaratılışı gibi, kabir ehlinin yaşayışı da insanların dünyevî ölçü ve kâidelerle idrak edemeyecekleri, anlamakta zorluk çekecekleri bir hayattır.34Dünden bugüne ulemanın neredeyse tamamı telâkki bi'l-kabûl şeklinde kabir azabının varlığını kabul etmişlerdir. Elbette ki Yüce Allah'ın kudreti geniş ve hayret vericidir. Şu kadar var ki bazı emmâre nefisler, bilgisini kuşatamadıkları, ilme'l-yakîn bir tarzda anlayamadıkları hususları yalanlama eğilimindedirler. Yüce Allah, kudretinin akıllara durgunluk verecek yönlerini bazı yüksek şahsiyetlere göstermeyi dilediği takdirde gösterir. Bu yüksek şahsiyetler, yerin ve göklerin perde arkasına Allah'ın izni ile muttali olur, onlardaki ilim kendilerinde bir yakîn hâsıl eder de Allah'ın izni ile ilmelyakîn sahibi olurlar. Başkalarına ise bu incelikler gösterilmez ve bu husus onlar için sadece gaybe ait bir konu olarak kalır. Her şeyin en doğrusunu Allah bilir. Bizler de Cehennem ve kabir azabından azametince Cenâb-ı Hakk'ın rıza, af ve mağfiretine sığınır, bizleri daimî istikamette bulundurmasını ve bilgimizi artırmasını dileriz.*
.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 363 ziyaretçi (460 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|