|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
İmam-ı Matüridi
|
Ehl-i sünnetin iki itikad imamından birincisidir. İsmi, Muhammed bin Muhammed Matüridi'dir. Künyesi, Ebu Mensur'dur. Doğum yeri Semerkand'ın Matürid nahiyesidir. Hicri 333 (m. 944) yılında Semerkand'da vefat etti.
İmam-ı Matüridi, imam-ı a'zam Ebu Hanife'nin naklen bildirdiği ve yazdığı Ehl-i sünnet itikadının, kelam bilgilerini, ondan nakledenler vasıtasıyla kitaplara geçirdi, izah ve ispat etti. Kelam ilminde, akaidde müctehid olan imam-ı Matüridi, kelam ve fıkıh ilmini Ebu Nasr İyad'dan öğrendi.
İlimde çok iyi yetişen imam-ı Matüridi, çeşitli kitaplar yazmak ve talebe yetiştirmek suretiyle Ehl-i sünnet itikadını yaymıştır.
Yetiştirdiği talebelerden el-Hakim es-Semerkandi adıyla meşhur Ebul-Kasım ishak bin Muhammed, Ebu Muhammed Abdülkerim bin Musa el-Pezdevi, Ebul-Leys el-Buhari ve Ebul-Hasen bin Said gibi ilim ve takva yönünden yükselmiş olan büyük âlimler başta gelmektedir. Böylece, İmam-ı a'zam hazretlerinden gelen itikad bilgilerini nakleden İmam-ı Matüridi'den sonra da, talebeleri ve talebelerinin talebeleri bu hususta binlerce kitap yazarak, Peygamber efendimizin gösterdiği doğru yol olan Ehl-i sünnet itikadını yaymışlardır.
İmam-ı Matüridi'nin yaşadığı devir, Abbasi Devleti'nin zayıflamaya başladığı ve yeni İslam devletlerinin kurulduğu, çeşitli siyasi güçler ve itikadi fırkalar arasında mücadelenin arttığı bir zamana rastlar. İmam-ı Matüridi de diğer İslam âlimleri gibi, kendi zamanında Ehl-i sünnet itikadını müdafaa etmiş, açık bir şekilde izah ederek yaymış ve müslümanların bu doğru itikada uymalarını sağlamıştır. Bu hususta takip ettiği usul, İmam-ı a'zamın el-fıkh-ül-ekber, er-Risale, el-fıkh-ül-ebsat, el-Âlim vel müteallim ve el-Vasiyye gibi itikadla ilgili kitaplarında bildirilen itikad bilgilerini, akli ve nakli delillerle açıklayarak tasnif etmek olmuştur. Böylece Matüridi hazretleri, Ehl-i sünnet itikadında müctehid imam oldu.
Eserleri:
Hayatını ilme ve Ehl-i sünnet itikadını yaymaya hasreden ve bu hususta büyük hizmetler veren Matüridi hazretleri, benzerine rastlanmayacak ölçüde değerli eserler yazmıştır. Başlıca eserleri şunlardır
1) Kitab-üt-tevhid: Bu kitapta sapık fırkaların sözlerinin yanlış olduğunu ispat edip, doğru itikad olan Ehl-i sünnet itikadını çok mükemmel bir şekilde açıklamıştır.
2) Tevilat-ül-Kur'an: Tefsire dair benzeri az bulunan bir eserdir. Semerkandi bu esere büyük bir şerh yazmıştır.
3) Reddü Evaili'l-Edille lil Ka'bi ve Beyanü vehmi'l Mutezile: Mutezileyi reddeden ve çürüten bir eserdir.
4) Er-Reddü ala usül'il Karamita: Karamita fırkasını reddeden bir eserdir.
5) Reddu kitab-ül-imame li Ba'zir-Revafiza: Eshab-ı kirama düşman olanları reddeden bir eseridir.
6) Kitab-ül-makalat fil-kelam: Kelam ilmine dair bir eseridir.
7) Me'haz-üş-şeriyye: Fıkıh ilmine dairdir.
8) Kitab-ül-cedel: Usül-ü fıkıh ilmine dair olan bu eserinden başka kitapları da vardır.
İmam-ı Matüridi'nin naklen bildirdiği Ehl-i sünnet itikadının esaslarından bazıları şunlardır:
Allahü teâlâ kadim olan zatı ile vardır.
Her şeyi, O yaratmıştır. Birdir. İbadete hakkı olan da Odur. Ondan başka hiçbir şey, ibadet olunmaya layık değildir. Kâmil sıfatları vardır. Bu sıfatları; hayat, ilim, semi', basar, kudret, irade, kelam ve tekvin'dir. Bu sıfatları da ezelidir. Allahü teâlânın isimleri tevkifidir, yani dinimizde bildirilen isimleri söylemek uygun olup, bunlardan başkasını söylemek yasak edilmiştir.
Kur'an-ı kerim Allah kelamıdır, Onun sözüdür. Allahü teâlâ Kur'an-ı kerimi harf ve kelime olarak gönderdi. Bu harfler mahluktur. Bu harf ve kelimelerin manası, Kelam-ı ilahiyi taşımaktadır. Bu harflere, kelimelere Kur'an denir. Bu harf ve kelime kalıpları içinde Kelam-ı ilahi olan Kur'an mahluk değildir. Allahü teâlânın öteki sıfatları gibi ezelidir, ebedidir.
Allahü teâlâyı müminler Cennette, cihetsiz olarak ve karşısında bulunmayarak ve nasıl olduğu anlaşılmayarak ve ihatasız, yani şekli olmayarak görecektir. Nasıl görüleceği düşünülemez. Çünkü Onu görmeyi akıl anlayamaz. Allahü teâlâ, dünyada görülemez. Bu dünya ve insanın bu dünyadaki yapılışı Onu görmek nimetine kavuşmaya elverişli değildir. Dünyada görülür diyen yalancıdır. Hazret-i Musa, Peygamber olduğu halde bu dünyada göremedi. Peygamber efendimiz mirac gecesinde gördü ise de, bu dünyada değildi. Dünyadan çıktı, ahirete karıştı. Cennete girdi ve orada gördü.
Allahü teâlâ, insanları yarattığı gibi, insanların işlerini de, O yaratıyor. İyi ve kötü işlerin hepsi Onun takdiri, dilemesi iledir. Fakat iyi işlerden razıdır, fenalardan razı değildir, insanın yaptığı işte, kendi kuvveti de tesir eder. Bu tesire "kesb" denir.
Peygamberler Allahü teâlâ tarafından seçilmiş, gönderilmiş insanlardır. Onların Allahü teâlâdan getirdiği her haber doğrudur, yanlışlık yoktur.
Kabir azabı, kabrin sıkması, kabirde Münker ve Nekir denilen meleklerin soru sorması, kıyamette her şeyin yok olacağı, göklerin yarılacağı, yıldızların yollarından çıkıp dağılacakları, yer küresinin, dağların parçalanması ve herkesin mezardan çıkması, mahşer yerinde toplanması, yani ruhların cesetlere gelmesi, kıyamet gününün zelzelesi, o günün dehşeti, korkusu ve kıyamette sual ve hesap, iyiliklerin ve günahların oraya mahsus bir terazi ile tartılması, Cehennem üzerinde sırat köprüsünün bulunması vardır. Bunların hepsi olacaktır.
Müminlere mükafat ve nimet için hazırlanmış olan Cennet, kâfirlere azap için hazırlanmış Cehennem şimdi vardır. Her ikisini de Allahü teâlâ yoktan var etmiştir. Cennet ve Cehennem ebedi, sonsuz kalınacak yerdir. Zerre kadar imanı olan ve bu iman ile ahirete göçen Cehennemde ebedi (sonsuz) kalmayacaktır.
İbadetler imana dahil değildir. Farzların farz olduğuna inanıp, tembellikle yapmayan kâfir olmaz.
Mümin ne kadar büyük günah işlerse işlesin imanı gitmez. Ancak farzlara ve haramlara, olduğu gibi inanmak lazımdır. Emir ve yasaklardan herhangi birine inanmamak veya hafife almak veya alay etmek, değiştirmeye kalkışmak imanı giderir ve sonsuz olarak Cehennemde yanmaya sebep olur.
Halifelikten konuşmak, dinin esas bilgilerinden değildir. Dört halifenin yüksekliği halifelik sıralarına göredir. Eshab-ı kiramın hepsini istisnasız sevmek ve hürmet etmek lazımdır. Hepsi adil ve din ilimlerinde müctehid idiler.
Muhammed aleyhisselama iman edenler, başka Peygamberlerin ümmetinden daha üstündür.
Matem tutmak, dinde yoktur. Üzülmek başka, matem tutmak başkadır. Hadis-i şerifte, (İki şey vardır ki, insanı küfre (imanın gitmesine) sürükler. Biri, bir kimsenin soyuna sövmek, ikincisi, ölü için matem tutmaktır) buyuruldu.
Resulullaha, Eshab-ı kirama, Tabiine ve evliyaya tevessül ederek, yani onları vesile ederek dua etmek, duanın kabulüne sebep olur.
Dini deliller müctehidler için dörttür: Kitap, Sünnet, icma-i ümmet, Kıyası fukaha. Avamın delili müctehidin fetvasıdır.
Tenasühe, yani ölen insanın ruhunun başka bir çocuğa geçerek, tekrar dünyaya gelmesine inanmak, dine aykırıdır. Böyle inananın imanı gider.
Kıyamet günü Allahü teâlânın izni ile iyiler kötülere şefaat edecek, araya girecektir. Peygamber efendimiz, (Şefaatim ümmetimden günahı büyük olanlaradır) buyurdu.
Peygamberin mucizesi, evliyanın kerameti ve salih müminlerin firaseti haktır.
Evliyanın kerameti, vefatından sonra da devam eder.
Her bid’at dalalettir, sapıklıktır. Bid’at, dinde sonradan yapılan şey demektir. Peygamberimiz ve dört halifesinin zamanlarında bulunmayıp da, onlardan sonra dinde meydana çıkarılan, itikad ve ibadet olarak yapılmaya başlanan değişikliklerdir ve büyük felakettir.
Mest denilen ayakkabı üzerine mesh ederek (ıslak el ile dokunarak) abdest alınır. Çıplak ayak üzerine mesh edilmez.
Ebu Mensur-i Matüridi hazretleri, irade-i cüziyye hakkında buyurdu ki:
İrade-i cüziyye, bir varlık değildir. Var olmayan şey, yaratılmış olmaz, irade-i cüziyye, kullarda bir haldir. Kuvveti, bir şeyi yapmak ve yapmamakta kullanmaktır. Kullar, irade-i cüziyyelerini kullanmakta serbesttir. Mecbur değildir. Şeytana, (İrade, bende bir haldir, iyiliğe kullanırsam Allahü teâlâ iyiliği yaratır. Kötülüğe sarf edersem, onu yaratır. Eğer sarf etmezsem, ikisini de yaratmaz) diye cevap verilir.
Allahü teâlânın, kul irade etmeden de, yaratması caiz ise de, ihtiyari olan işleri yaratmaya, kulların iradelerini sebep kılmıştır. İrade-i cüziyyemizin sebep olması da, Allahü teâlânın iradesi iledir. Kul, bir iş yapmak irade edince, Allahü teâlâ da, o işi irade ederse, o işi yaratır. Kul irade etmezse, ihtiyari olan o işi yaratmaz. Şu halde, kul irade-i cüziyyesini ibadete sarf ederse, Allahü teâlâ, ibadeti yaratır. Eğer günahlara sarf ederse, günahları yaratır.
O zaman kul, dünyada fena olur, ahirette azap görür. Böyle olduğunu bilen bir kimseye, şeytan bir şey diyemez.
(Siz, ancak Allahü teâlânın dilediğini arzu edersiniz!) mealindeki âyet-i kerimenin manasını, Ebu Mensur-i Matüridi hazretleri şöyle açıklıyor: "İhtiyari işleriniz, yalnız sizin iradenizle olmaz. Sizin iradenizden sonra, Allahü teâlâ da, o işi irade edip yaratır.”
.
Maturidilik ve akılcılık
|
Sual: Bir reformcunun, (Türkler, akla değer vermeyen Eş’arî’ye değil, aklı esas alan Mâtürîdî’ye bağlıdır) sözü doğru mudur?
CEVAP
Yanlıştır. Eş’arîlik ve Mâtürîdîlik farklı şeyler değildir. İkisi de, Ehl-i sünnetin itikat bilgilerini, nakli esas alarak bildirmiştir. İmam-ı Mâtürîdî, İmam-ı a’zam hazretlerinin naklen bildirdiği ve yazdığı Ehl-i sünnet itikadının kelam bilgilerini, ondan nakledenler vasıtasıyla kitaplara geçirip açıklamıştır. Sadece aklı esas aldığı, İmam-ı Eş’arî’nin de akla değer vermediği doğru değildir.
Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasının itikadda diğer imamı, İmam-ı Eş’ari hazretleri de Ehl-i sünnetti. Bu iki büyük Ehl-i sünnet âliminin zamanları aynıysa da, bulundukları yerler birbirinden ayrıydı. Karşılarındaki saldırganların iddiaları başka olduğundan, savunma metotları ve tenkitleri birbirinden farklı olmuştu. Bu durum, mezheplerinin ayrı olduğunu göstermez.
Ehl-i sünnet itikadını ortaya koyan Resulullah efendimizdir. Eshab-ı kiram, iman bilgilerini bu kaynaktan aldılar. Tâbiîn-i izam da bu bilgilerini, Eshab-ı kiramdan öğrendi. Böylece, Ehl-i sünnet bilgileri bizlere nakil yoluyla geldi. Bu bilgiler akılla bulunamaz. Akıl bunları değiştiremez. Akıl, bunları anlamaya yardımcı olur. Yani, bunları anlamak, doğruluklarını, kıymetlerini kavramak için akıl lazımdır. (Seadet-i Ebediyye)
Müslüman Türkler, genelde Hanefî’dir. Gerektiğinde de, diğer üç hak mezhepten birini taklit ederek ibadetlerini yapmışlardır. Her Müslüman, vücut yapısına, yaşadığı iklim şartlarına ve iş hayatına göre, kendisine daha uygun gelen mezhebi seçer. Türklerin de genelde Hanefî mezhebinde olması ve itikat bilgilerinde de, Hanefî mezhebinde olan imam-ı Mâtürîdî’nin açıklamalarını esas alması bu sebepledir. Bunun altında siyasi veya başka sebepler aramak çok yanlıştır. S. Ahmed Tahtavi buyuruyor ki:
Bugün her Müslümanın dört mezhepten birinde bulunması vacibdir. Dört mezhepten birinde bulunmayan Ehl-i sünnetten ayrılır. Ehl-i sünnetten ayrılan da sapık veya kâfir olur. (Dürr-ül muhtar haşiyesi)
Mâtürîdîlik ile Eş’arîlik, Ehl-i sünnetten ayrı değildir. İtikatta hak mezhep tektir. O da Ehl-i Sünnet vel Cemaat’tir. Ehl-i sünnetin itikattaki iki büyük imamı, imam-ı Mâtürîdî ve imam-ı Eş’arî’dir. İmam-ı Mâtürîdî, Hanefî, imam-ı Eş’arî de Şâfiî olduğu için, Hanefîler genelde İmam-ı Mâtürîdî’nin, Şâfiîler de İmam-ı Eş’arî’nin açıklamalarını esas almışlardır.
Şafii âlimlerinden Ahmed Şihabüddin Mısri de buyuruyor ki:
İmam-ı Eş’arî’nin veya İmam-ı Mâtürîdî’nin bildirdiklerinden ayrılan kimse Sünnî değildir. Bu iki imam, Resulullah’ın ve Eshabının yolundadır. (Kenz-ür-ragıbin haşiyesi)
.XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
BÜYÜK TÜRK BiLGİNİ iMAM MATüRİDİ VE MATÜRİDİLİK Milletlerarası Tartışmalı İlmi Toplantı 22 - 24 Mayıs 2009 İstanbul İstanbul 2012 230 iMAM MA TÜRİDİ ve MA TÜRİDİLİK 14. TEBLİG TE'VİLATÜ EHLİ'S-SÜNNE'DE MU'TEZİLi SÖYLEMiN KRİTİGİ Doç. Dr. FethiAhmet Polat611 Selçuk Üniversitesi ilahiyat Fakültesi 1 KONYA Girizgah Kur'an'ın hidayet kaynağı olan naslan nüzfrl anından bugüne kadar birçok farklı okumaya muhatap olmuştur. Bu okumaların tarihi süreçte belirli kategorilerde temerküz ederek oluşturduğu muhtelif düşünce ekallerinin en önemlilerinden birinin kendisine nispet edildiği EbU Mansfu Muhammed b. Muhammed b. Mahmud el-Matüridl es-Semerkandi (ö.333/944), İslam düşüncesinin kurumsal anlamda şekillenmesini tamamlamak üzere olduğu bir geçiş döneminin sonunda yaşamıştır. Dünyaya gözlerini açtığı Matürid, bugün Özbekistan Cumhuriyeti'nin sınırları içinde bulunan Semerkant'ın bir dış mahallesidir. 612 Abbas! devletinin merkezi otoritesinin zayıfladığı, bazı yeni İslam devletlerinin ortaya çıktığı bu dönemde, özellikle Buhara taraflarına hükmeden ve siyasi bakırndan hilafete bağlı olan Samanll~r, Maveraü.ıinehir bölgesinin hiikimiyetini elinde tutal:ı müstakil bir beylik olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Hicretin 93. yılında İsliimtopraklarına katılan bu bölgede613 Samiinilerin hükümran olduğu topraklarda ulemamn el üstünde tutulduğu ve diğer bölgelerden Maveraünnehir'e ilim yolcuhıkları yapıldığı, kaynaklarda nakledilınektedir. 614 Şurası bir hakikattir ki, Matüridl'nin herhayat olduğu tarihler, Mu'tezile'nin birçok yerde siyaset sahnesindeki gücünü kaybettiği bir zaman dilimine işaret eder; bununla birlikte Matüridi'nin yaşadığı bölge, Mu'tezile'nin entelektüel düzeyde son derece güçlü olduğu ve gücünü sonraki birkaç asırda sürdürebildiği bir bölgedir. Mesela, Mu'tezile'nin büyük müfessiri Zemahşeri (ö.538/1143), Matüridl'nin doğum yeri olan Semerkant'a yakın bir yerde, Harezm'de dünyaya gelıniş ve orada vefat etmiştir. Matüridl' den takriben iki asır sonra gelen Zemahşeri'nin döneminde bile Mu'tezile, iktidarda olmasa, varlığim gizli gizli sürdürse de özgürlükçü ve yenilikçi fıkirlerin bayraktarlığını yapmaya devam etmiştir. Hatta İslam Dünyası 'nın birçok yerinde hezimete uğrarnalarına ve dö61 I Tefsir Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi, fethiahmetpolat@yahoo.com 612 Özen, "Matüridi", XXVIII, 146-147. 613 İbnü'I-Esir, el-Kiimilfi~-Tiirih, IV, 23. 614 Barthold, İslam Medeniyeti Tarihi, s. 47. 4.0TURUM 231 nemin Özbek sultanının baskısı sebebiyle fikirlerini halka izhar edememelerine rağmen615 İsHim Dünyası'nın bu coğrafyasında güçlü bir halk desteğine sahip idiler.616 Dolayısıyla Matüridi'nin Mu'tezile'yi ciddi bir hasım olarak görmesinde ve tefsirinin önemli bir bölümünde onlara cevaplar yetiştirmesinde çevresel şartlann büyük tesiri olsa gerektir. Matüridi'nin Mu'tezili fikirlerden ne şekilde haberdar olduğu, onlar hakkındaki bilgileri kimlerden aldığı, henüz net olarak aydınlatılamamış olup ciddi araştırmacılann ilgisini beklese de617 yazdıklanndan hareketle, Mu'tezile alimleriyle görüşmelerde ve tartışmalarda bulunduğunu kabul etmek gerekir. Zaten o dönemde bu bölge sadece Mu'tezile'nin değil, hemen her İslami grubun ve her farklı din mensubunun yoğun bir şekilde yaşadığı bir coğrafyadır. 618 Esasen bu dunım bile Matüridl'nin entelektüel düzeyinin oluşmasındaki önemli sebeplerden biridir. Eş'ari söylemin İslam toplumunun egemen din anlayışında baskın bir rolü olmasına rağmen Mu'tezile'nin, sadaret makamına aklı otıırttıığu görüşleri İslami ilimierin hemen her dalında uzun süre devam eden münakaşalann dağınasına sebep olmuştur. Doğrusu bu tartışmalarda Ebil'l-Hasen el-Eş'ari'nin (ö.324/935) -ve Eş'ari söylemin- ortaya koyduğu refleksi yok saymak mümkün değildir; ancak bu alanda en sustıınıcu cevaplar, sevad-ı a'zam Ehl-i Sünnet'in seçkin simalanndan619 ve 'akılcı-hadari dini düşünce'nin620 temsilcilerinden Ebu Mansfu el-Matüridi tarafından verilmiştir. Tefsirinde kimi zaman "el-Mu'tezile, ashabu'litizal, mezhEbı1'1-Mu'tezile, el-Kaderiyye" gibi grup isimleriyle kimi zaman doğıudan ilkelerine işaretle kimi zaman da ekolün imamlannın adıyla Mu'tezilileri eleştiren Matüridi, akli delilleri, kanaatimizce Ebü'l-Hasen el-Eş'ari'den daha yetkin bir şekilde kullanmıştır. 621 615 İbn Battı1ta, Rihletii İbn Battıita, I, 402. 616 Schmidtke, "lntroduction", s. 8. 617 Mu' tezili düşünürlerin, Miltüridi gibi bir mütefekkiri kendi saflannda görmemeleri çok üzücüdür. Bazı araştırmacılara göre, Miltüridi'nin Ehl-i Sünnet'in savunucusu olduğunu hazınedememeleri sebebiyle Ebii Hanife'nin yolunu izleyeniere Miltüıidilik adını Mu'tezililer verıtiiştir. B k. U mert, Mesdlik, VI, 46. 618 Makdisi, Alısemı ~-Tekdsim, s. 323. 619 Feyyiimi kitabının başlığını "Şeylıu Elıli's-Siinne ve'l-Cemaa Ebıi Mansıir el-Mdtiiridi: Valıdetii Usıili İ/mi 'l-Ke/anı" şeklinde koymakta haksız değildir. K.anaatimizce bu eserin Türkçe'ye kazandınlması, Miltüridi ile ilgili önemli bir açığı kapatacaktır. 620 Kutlu, "Önsöz", s. 9. 621 Kuran yorumlannda akli yöntemi ilk c\efa kullanan müfessirin kim olduğuna dair çeşitli görüşler bulunsa da Mu'tezile'nin yorum tarzına benzeyen ilk akılcı yorumlann, İbn Abbas'ın (ö.68/687-688) talebesi olan Mücahid b. Cebr (ö.l03/721) tarafından yapıldığı düşünülmektedir (Bu konudaki tartışmalar, Yahudilerin maymun ve domuzlara dönüştüroldüğünü anla- 232 İMAM MA TÜRIDI ve MA TÜRIDILİK Bu tebliğ, birkaç yönteme uygun olarak işlenebilirdi kuşkusuz; bunlardan biri -ki bugüne kadar Matüridi hakkında yapılan çalışmalarda genel olarak bu yöntemeuyulmuştur-Mu' tezili müfessirlerin genel olarak hangi konular üzerinde yorumlar yaptığım tespit etmek ve bu yonımlara Matüridi'nin verdiği cevapları mukayese etmek şeklinde olabilirdi.622 Ne var ki, söz konusu yöntem, konularla ilgili mukayeseler yaparken spesifık tartışmaların gölgesinden ayrılamaması ve daha üst bir bakış açısı geliştirilmesine çoğu zaman engel olması hasebiyle ancak kısmi faydalar temin edebilirdi. ilmi araştırınalara aşina olanların da kabul edeceği gibi tez çalışmalarında araştırmacılar belli konular üzerinde yoğunlaştığından, zamanla konunun cazibesine kapılarak çevreden soyutlanınakta, bir süreliğine de olsa kendilerini o konudan kenara çekememekte ve bütüncül bir yaklaşım geliştirememektedirler. Birincisinden farkli bir yönteme uygun olarak oıiaya konan çalışınalar ise yukanda bahsedilen çalışmalan kendileri için malzeme olarak kullanırlar ve fakat çoğunlukla tartışmalardaki incelikler, sebepler ve sonuçlar üzerinde yoğunlaşırlar. Burada mes'eleler bütüncül bir bakış açısıyla ele alınır ve eldeki malzemeler ilgili bilim dalının konu, yöntem ve amaçları doğnıltusunda değerlendirilir. Tebliğimiz, büyük oranda bu sonuncu yöntemi takip etmeye gayret tan Kur'an ayetlerini Mücahid'in temsili anlatımlar olarak görmesiyle başlar. Taberi'ye göre Mücahid'in bu sözü ilyetin zilhirine muhaliftir. B k. Taberi, Camiu '!-Beyan, ır, I 73. Kurtubl, bu yoruma daha önce hiçbir yerde rastlamadığını söyleyerek şaşkınlığını izhar eder. Bk. Kurtubl, el-Cami'li Alıktim i '1-Kur'an, I, 443.). Aslında Mu'tezile'nin iddialan göz ·önüne alınırsa ilk akılcı ların, Kuran'ın inişine şahitlik yapan sahabe-i kirilm olduğu bile söylenebilir; çünkü bazı Mu' teziiller köklerini sahabe dönemine kadar uzatırlar ve hasımlan tarafından aşağılayıcı bir ifade olarak kendilerine takılan 'Mu'tezile' isminin, Kur'an-ı Kerlm'de, hakikatten sapmış toplumundan uzaklaşan İbrahim peygamberin "~ri" (Meryem 19/48) ifadesinde anlamını bulan övgü dolu bir tanımlama olduğunu iddia ederler (Kadi Abdülcebbiir, Tabakiitii '1- Mu'tezile, s. 165; İbnü'l-Murtadil, el-lvfıinye ve"l-Emel, s. 132-137.). Her lıalükarda hicretin ikinci asnnın ortalanna doğru belli başlı fikirleri teşekkül eden bu ekol (Cilrulliih, el-Mu 'tezi! e, s. 20-21. Kaynaklarda zikredilen rivayetlerin geniş bir tetkiki, Watt tarafından yapılmaktadır. B k. Watt, İslam Düşüncesinin Teşekldilii, s. 259-269.) tefsirde rasyonel düşüncenin bayraktarlığını kısa zamanda eline geçirmiştir Ahmed Emin, Zulı111 "!-İslam, ll, 40.). Bu dönemde geniş taraftar kitlesi kazanan itikadi ve fıkhl mezheplerin toplumsal kabule mazhar olanlan ayakta kalabilmişken aynı ilgiye mulıatap olamayanlar tarih salınesinden çekilmeye başlamıştır. İslam toplumunda biikim olan iki büyük irikadi ekol, bu zaman diliminin ardından Müslümaniann her alandaki algılannı ve davranış biçimlerini etkileyen görüşlerini neşretmişlerdir. Bu iki ekolden birincisi, naslann anlaşılmasında nakilci yöntemi öneeleyen Eşari söylem; ikincisi ise bunun karşısında konumlandırabileceğimiz Mu'tezili söylemdir. 622 Özellikle Ragıp İmilmoğlu'nun, Matiiridive Te 'vilatii 'l-Kur'an'daki Metodu adlı çalışması bu çerçevede yapılmış bir çalışmadır. 4.0TURUM 233 etmiştir. Matür1d1 gibi büyük bir alimin, Mu'tezile gibi önemli bir gruba verdiği cevaplan içeren oldukça hacimli bir kitabını değil bir tebliğde, birkaç doktora tezinde bile tüketmek mümkün değildir. Bu sebeple, çok önemli olduğunu düşündüğümüz bazı konulan, yeterli olduğunu düşündüğümüz miktarda örnekle ·ele aldık. Konuyu dağıtaeağını ya da uzatacağını düşündüğümüzden, Te 'vfliit'ta Mu 'tezill söyleme yöneltilen her eleştiriyi ayrı ayrı ele alarak değerlendinnelerde bulurunadık A. Matüridi'nin Tefsir Anlayışı ve Te'v'ilatü Ehli's-Sünne Matür!dl'nin tefsire bakışı, onun, usül kitaplarında daha sonra şöhret bulacak olan şu meşhur tefsir ve te'vll ayırımıyla daha iyi anlaşılabilir (Esasen Mu'tezile'ye verdiği cevapların yönünü ve çerçevesini de büyük ölçüde bu ayırımı belirlemiştir). Buna göre tefsir, ayetlerden ımırat olunan ınananın ne olduğuna dairkesin bir kanaatl~ konuşmak ve Allah Teala'yı o ınananın kastedildiğine şahit tutmaktır. Bu şekilde yapılan tefsir şayet sağlam ·ve kesin bir delile dayanıyorsa doğnıdur; dayanmıyorsa, yasaklanmış olan rey tefsiri türünden dir. Te 'vll ise bundan bir parça farklıdır. Kesin bir kanaat beliı1meksizin ve Allah Teala 'yı da o te 'vllin doğruluğuna şahit tutmaksızın muhtemel anlamlardan birisini benimseyip öne sünnek, te 'vlldir.623 Bir anlamda bu aıneliye tefsiri rivayet, te 'vlli de dirayet çerçevesine otuınır ki, Matürld!'nin ya da talebelerinin esere Te 'vf/dt adını uygun gönnesi, hatta ondan on yıl kadar önce vefat eden Tabert'nin de (ö.3 10/923) tefsirine Cami 'u '!-Beyan an Te 'vii i Ayi '!-Kur 'an adını vennesi, tam da bu yaklaşım sebebiyledir. Esasen te 'vlle bu anlamı veren Matüıid!, Ebu Hanife'nin (ö.150/767) tenzll ile te'vll ayırumndan etkilennuştir. Ebu Hanife'ye göre bazı ayetlerin hem ·tenzlli hem de te 'vlli aynı iken bazılarının tenzlli ile te 'vlli farklıdır ve bu ikincisi yorumcuya özgür bir alan açar. Bu alanda dile getirilen tercihler ve öneriler sebebiyle hiç kimse teldir edileınez. 624 Matüıidl'den bize kalan hacimli tefsir, salt bir nakiller yığını ya da nakiller çerçevesinde kısmı açılımlarda ve açıklamalarda bulunan bir tefsir külliyatı 623 Miitüridi, Te 'vflcitii E/ıli 's-Siinne, I, 1. 624 Ebü Hanife, Kitcibu '1-Fık!u '1-Ebsat, s. 47. Kuşkusuz bu noktada Ebü Hanife'nin tc"vll anlayışı ile Miitüridi'nin te"vil anlayışınm tam olarak örtüşüp örtüşmediği ciddi olarak gözden geçirilmelidir. Ebfı Hanife tarafından tenzil kavramının karşısına te'vil kavramının yerleştirilmiş olması, te"vil kelimesine yorum anlamının yaygın bir şekilde verilmesinden önceki bir döneme denk geldiğinden, Ebü Hanife'nin bu ayırımının asimda te"vili yorum değil, hakikat ve akıbet anlamına oturtan bir görüşü de yansıtıyor olabilir. Te"vll kelimesinin sernantİk gelişimine dair neşre hazırlamakta olduğumuz bir makale çalışması olduğunu belirtmek isteriz. 234 iMAM MA TÜRiDI ve MA TÜRIDILİK olmayıp rasyonel düşüncenin her satırda kendisini hissettirdiği bir şah eserdir; ancak esefle belirtmek gerekir ki, Miitürid1, tefsir tarihinin talihsiz bir ınüfessiridir. Kelfun alanında öne çıkınakla birlikte tefsirde şöhret bulması için uzun asırlar beklemesi gereken ınüfessir, bir vefa örneği olarak görülmesi gereken son dönem çalışmalarıyla birlikte yeniden bu sahanın dikkatine ve ilgisine mazhar olmuştur. Gerçek şu ki, dirayet tefsirlerinin ilk örneği olarak görülen Keşşaftan yaklaşık iki asır önce te' lif edilmiş olması, onu bu salıanın ilk eseri sayınaınızı gerektirirken,625 böyle olmamıştır. Sünni dünyanın Mu'tezile'ye tefsir sahasında en ikna edici cevaplar veren ilk ınüfessiri olarak onun adı geçmesi gerekirken, Razi'nin (ö.606/1209) Mefatilıu '1-Gayb adlı tefsirinin gölgesinde kalmıştır. Tefsir usfrlü ve tarihi alanında yazılan eserlerde Matüridl~ye yer verilmemiş olması üziicü olduğu kadar düşündürücüdür de ... Muhtemelen 16. asırdan itibaren, Sünni ve Şii iktidar arasındaki kavganın kızışınasıyla Miltüridi ve Matüridllik Osmanlıda canlandırılmış ve Matüridl'nin Te 'vi! ai' ı -kimi kavramları ve kelimeleri sansüre uğramışsa da- o dönemde yoğun bir şekilde istinsah edilmiştir. 626 Ne var ki, Matüridilik itikadi bir ekol olarak biline gelse de o tarihlerden bu yana Matür!di ve Matüridiliğe dair ciddi çalışınalar yok denecek kadar az olmuştur. Türkiye'de kimi ilim adamlarının gayretleri sonrasında 627 gün yüzüne Çıkan sınırlı sayıdaki bazı eserler. bir yana, kabul edelim kCbu alandaki çalışınalar yüzüınüzü ağartacak sayıda ve keyfıyei:te değildir. Mesela, Matüridi'nin tefsiri üzerine yapılmış ve konu etrafındaki tartışınaları büyük ölçüde sona erdirıniş herhangi bir akademik. çalışına yok denecek kadar azdır. 628 Kaldı ki, Matüridi'nin tefsirciliği birkaç akademik çalışınayla tüketileıneyecek kadar geniş bir inceleme sahasından oluşur. Son dönemde Türkiye'de ve çeşitli Arap ülkelerinde Te 'vf!at'ın yeni tahkikierinin neşredilınesi, geç kalınış bir görevin ifasından başka bir şey değildir. Arzuınuz, İslam Dünyası'nın asırlar önce yitirdiği analitik düşünceyi yeniden bulması; bu düşünce çizgisinde faaliyetler icra etmiş, fikirler üretmiş beyinlerine sahip çıkınası ve elinden kaçırdığı medeniyet projesini ancak bu düşünceyi hayata geçirmekle gerçekleştirebileceğini idrak etınesidir. 625 Özdeş, Miitiiridi'nin Tefsir Anlayışı, s. 15. 626 Kutlu, "Önsöz", s. 9. 627 Bu konuda Hüseyin Atay ve Bekir TopaJoğlu'nun kişisel gayretleri her türlü takdirin üzerindedir; ancak tüm bu gayretiere rağmen Arap dünyasında Matüridi'nin tefsirinin iki yeni tahkik çalışmasının yapılmış olması; fakat Türkiye'de henüz tamamının tahkik edilip Türkçe'ye kazandınlmaması, Türkiye'deki ilmi camianın başını öne eğdirecek bir durumdur. 628 Bk. İmamoğlu, Miitiiridi ve Te 'viliitii '/-Kur 'iin'dald Metodu; Özdeş, Miitiiridi'nin Tefsir Anlayışı. 4.0TURUM 235 B. Matüridi'nin Te 'vilatü Ehli's-Sünne'de Mu'tezili Söyleme Yönelttiği Eleştiriler Matüridi'nin tefsirini nevzuhfır bir çalışma olarak gönnek mümkün değildir. Kuşkusuz kendisi de önceki alimierin eserlerinden sıklıkla alıntıda bulunmuştur. Bunlar içerisinde isimlerini verdiği alimierin yanı sıra isim vermediği pek çok alim de bulunmaktadır; ancak onu en çok etkileyenterin başında Ebu Hanife'nin geldiği açıktır. 629 Gerçeği söylemek gerekirse Matüridi'nin Mu'tezili düşüneeye eleştiriler yöneltmesindeki en önemli sebeplerden biri, Hanefi mezhebinin hem itizali düşüncede hem de Matüridl'de belirgin bir etkisinin bulunınasıdır. Maveriiünnehir bölgesinde Mu'tezill düşünce genel olarak Hanefılikle birlikte yayılmıştır. 630 Kendisi de bir Ebu Hanife bağlısı olan Matüridi, bu yayılmayı tehlikeli bir gelişme olarak görmüş ve bir anlamda Hanefiliği korumak amacıyla Mu'tezile'ye savaş_ açmıştır. Mesela, kafirlerin Allah Teaiii tarafından saptırıldığını ya da kabih addedilebilecek fillerle imtihan edildiğini anlatan ayetler~ Mu'tezile, kafirlerin kişisel tercihlerine bağlayarak anlar: '"Biz Hıristiyanlarız' diyenlerden de sağlam söz almıştık; ama onlar da akıllarından çıkannamalan istenen şeylerden önemli bir kısmını unuttular. Bu sebeple biz de .aralarına kıyamet gününe kadar sürecek düşınanlık ve kin salıverdik Allah, ne yapmakta olduklarını onlara bildirecek!" 63 ı mealindeki ayette anlatılan husus, Allah'ın onları terk etmesi ya da hızlan içerisinde bırakınasıdır; ancak Mu'tezile'ye göre hızlan, mü' min kullara verilen lütfun, kafiderden esirgenmesidir. 632 Oysa Ebu Hanife ve Matüridi'ye göre hızlan, kişininAllah'ın rızasına uygun fiilleri yapınayamuvaffak kılınmaınasıdır; 633 burada herhangi bir haksızlığın olması da düşünülemez; çünkü Allah'ın bu tasarrufu, ilmine bağlı olarak ortaya çıkan bir tasarruf olup Tanrı'nın, kulların fillerine dair tüm yaratınaları, kulların hür iradeleriyle buna yönelmeleri sonrasında gerçekleşmektedir. 634 Dolayısıyla onun ayetle ilgili bu tevcihi, Mu'tezili söylemin Ebu Hanife'nin görüşlerini kendi görüşleri I doğrultusunda kullamnalarının önüne geçmektir. 629 İbn Aşur, et-Ta/u· ir ve 't-Tenvir, XXV, I 48. 630 Kıyasettin, "Matüıidl'nin Mu'tezile'ye Bakışı", s. 69. 631 el-Maide 5/14. 632 Zemahşeıi, el-Keşşiij, II, I 30. 633 Çelebi, "Hızlan", XVII, 41 9; Matüıidi, Te 'viliitii E/ıli 's-Sünne, III, 225. 634 Matüıidi, Te 'viliitü E/ıli 's-Sümıe, II, 23-24. Bu konuyla ilgili kuşkusuz onlarca örnek vermek mümkündür. Mesela, insan ve cin taifesinin cehennem için yaratıldığını anlatan ayette (elA'rıif 71179) yine bu konu, bu sefer farklı açılardan ele alınır. B k. Matüridi, Te 'vildtü Elıli sSümıe, ll, 309-3 I O. 236 iMAM MA TÜRIDI ve MA TÜRIDILİK Matür!dl'nin Mu'tez* eleştirisiyle bu kadar meşgul olmasının bir başka sebebi, Mu'tezile'nin çok güçlü bir felsefi arka plana sahip olınası ve buna bağlı olarak toplumun her kesiminde kendisine taraftarlar bulması, uleına tarafından dikkate alınınası ve onlara cevaplar yetiştirilmesidir. Kim bilir, belki de o dönemde Semerkant halkının ya da entelijansiyasının Matür!dl'den büyük beklentileri vardı. Te 'vfliit'ı halkın, Kitôbii 't-Tevhfd'i ise entelijansiym1ın beklentilerini karşılamak maksadıyla yazmış olması kuvvetle muhtemeldir. Daha sonra bölgenin önemli müfessirlerinden birisi olan Zemahşeıi'yi de yetiştirecek olan Mu'tezill düşünce, bölgenin entelektüelleri arasında, Matüıidl'nin endişelenmesini gerektirecek bir hızda yayılınaktaydı. Aklı ve Arap dilinin imkanlannı son derece başarılı kullanan bu grubun ciddiye alımnaması söz konusu olamazdı. Esasen Mu'tezile'nin Te 'vflôt'ta ya da Mefôtihu '1- Gayb gibi diğer tefsirlerde bu denli önemsen m esinin sebebi, önemsenıneyi hak edecek derecede güçlü argüınanlan olmasıdır. Hatta şunu söylemek hiç de abartı olınayacaktır; eğer Zemahşeıi'nin Keşşô.fı olınasaydı, tefsir geleneğinde ciddi bir halka eksik kalırdı. 635 Bu tefsirin açtığı yolda yiiıiiyen ya da ona reddiye olarak yazılan birçok tefsir, bugün elimizde olmazdı. Dolayısıyla tefsirdeki Mu'tezili geleneğe bigane kalınak, değil Matür!dl için, su·adan bir müfessir için bile mümkün değildi. Matür!dl'nin Mu'tezill düşüneeye yönelttiği eleştiıiler, temel olarak şu başlıklar altında değerlendirilebilir: 1. Akli Deliller Eşliğinde ki Eleştirileri Matüıidi'nin akll çıkarsamalarından birçoğu, Mu'tezile'yi eleştirdİğİ ya da onlara cevaplar yetiştirdiği satırlarda görülür. Onun çok güçlü akılcı tenkitlerinin oluşmasında, karşısındaki çok güçlü akılcı düşüncenin varlığı yadsınamaz. Rakibiniz, muhalifiniz ne kadar güçlü olursa siz de o kadar güçlü olursunuz ve onun argümanlarından daha güçlüsünü üreteınediğiniz müddetçe galip gelıne şansım yakalayamazsınız. Dolayısıyla Matür!dl'nin güçlü akli deliller ün~tınesinde kendi kişisel kabiliyeti kadar Mu'tezile'nin de etkili olduğunu düşümnek gerekir. Mu 'tezill söylemin bu güçlü yanına cevaplar yetiştirme yolunda muhtemelen müfessir çok çalışnuş, bu sayede kendisini de yetiştirmiş olınalıdır. Matür!dl tefsirinde akil istinbat hem filozofların akli çıkarımiarını (istidlal) hem de fakilılerin hüküm istinbatında kullandıkları yöntemleri (içtihat) içeren bir genişlikte kullanılmıştır. Bu tarzıyla müfessir, felsefi düşüncenin yorumda aklı 635 Şeyh Muhammed Ni\şid'den nakledilen şu söz ne kadar da güzeldir. .. "Eğer şu topalla (Zemalışeri) köse [Sekki\kl (ö.666/1268)] olmasaydı, Kur'an keşfedilmemiş olarak kalacaktı." B k. Ebü Öudde, e!-Uiemdii '1-Uzzdb, s. I I 8. 4.0TURUM 237 kullamnasına benzer şekilde İslam düşünce geleneğinin. son derece fonksiyonel bir yorumlama kanalı olan fıkhı da devreye sokmuştur. Miitürldl'nin nasları yoruınlarken aklı kullanma biçimi büyük ölçüde Mu'tezili söylemin aklı kullanma biçimine de benzer; ne var ki, bu benzerlik, onu Mu'tezileyle özdeşleştirenlerin iddialarını haklı çıkaracak mahiyette değildir. 636 Miitüridi'nin aklı kullanması, filozofların aklı kullanına biçiminden de farklıdır. Zaten kendisi, felasifenin kitaplarını, ancak Kur'iin'a arz etmek suretiyle değerlendirebileceğini ifade etrnektediı·. 637 Miitüridi'nin ayetleri tefsir ederken bağlı kaldığı akılcılık, Kur'an naslarının sadece ilk eldeki zahir anlamlarına tutunan akılcılığa da benzeınez; aksine onun akılcılığı, iiyetlere daha geniş bir perspektiften bakabilen, onlardaki ınaslahatlan, maksatlan ve hikınetleri, vizyonu olan yorumlara konu edinen ve konjonktürel şartlan dikkate alan bir akılcılıktır. 638 Bu akılcılık, omm bütün bir aleme bakışını, din anlayışını ve yaşayışını etkileıniştiı·. Bundan olsa gerek, alemin yaratılışında Allah Teaiii'nın herhangi bir ilietle ınuallel olmadığı düşüncesine karşın o, Allah 'ın ınevcudatı yaratmasında bir hi kın et olduğunu iddia etmiştir. Ona göre, Allah Teaiii'yı hakkıyla bilen, O'nun her şeyden ınüstağni oluşunu, hüküımanlığmı, soma da kudretini; yaratınanın da ernretınenin de O'na ait oluşu çerçevesindeki hiikiıniyetini takdir eden kimse, (O'nun) fiilinin hikmet dairesi dışına çıkamayacağını pekiila kabul eder. 639 Tefsiı·inden alıntılayacağıınız şu örnek, bugün bazı İslam ülkeleıinde şahit olduğumuz konjonktüre kör bir uygulamanın, Miitüridl'nin zihnindenereye oturduğunu göstermesi bakurundan önemlidir. "Ey iman edenler! Allalı 'a ortak koşanlar ancak bir pislikten ibarettir. Artık bu yıllanndan sonra onlar lviescid-i Haram 'a yaklaşmasmlar. Eğer yoksulluktan korkarsamz, (bilin ki) Allah dilerse lütfuyla sizi zengin kılar. Şüphesiz Allalı hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet salıibidir. " 640 ayetinde getirilen yasaklama, ona göre, müşriklerin Mekke'ye ginneleıi ya da Beytııllah'a gelip gitrneleıi hakkında değil, onların ibadet maksadıyla buralara gireınemeleri, tavaf yapınamalan hakkındadır. 641 .r636 Esasen Mustafa Sabri'nin, bir kitabını neredeyse tümüyle bu iddia üzerine bina etmesi de manidardır. B k. Mustafa Sabri, Mevkıfii '1-Beşer talıte Sultdni'l-Kader. 63 7 Matüridi, Te 'vildtii E/ıli 's-Siimıe, III, 222. 638 Özdeş, Mdtiiridi'nin Tefsir Anlayışı, s. 116. 639 Matüridi, Kitdbii't-Tevlıid, s. 275-276. 640 et-Tevbe 9/28. 641 Matüridi, Te 'vildtii E/ıli 's-Siimıe, Il, 396-397.Meselii, peygamberlerin seçimiyle ilgili açıklamaları, bugün için bile son derece ufuk açıcıdır. Konuyla ilgili detaylı bilgiler için bk. Işık, Mdtiiridi'nin Keldm Sistemi, s. 103-115; el-Öali, Ebü Mansıir el-Mdtiiridi, s. 181-195; 204-205. 238 iMAM MA TÜRIDI ve MA TÜRIDILİK Bir anlamda bu ayet ile Allah Teala, ınü'minlerin dini dokusuna zarar verebilecek bir uygulamaya yasaklama getirınektedir. Onun bu akl! yorumlarından bir tanesi, kulların kendi fıillerini yarattığına dair Mu' tezili söyleme yönelttiği şu eleştiri de görülür: "Ey Rabbimiz! Bizi sana boyun eğenlerden kTif Neslimizden de sana itaat eden bir ümmet çıkar! Bize ibadet usiillerimizi göster! Tövbemizi kabui et; zira tövbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin."642 ayetine getirdiği yorumda, Mu'tezile'nin söylemlerinin akla ziyan olduğunu dile getirir; çünkü Mu 'tezill düşüneeye göre Hz. İbrahim ve Hz. İsınail saçma bir talep te bulumnakta ve tamamen kendilerini ilgilendiren bir tasarrufla ilgili olarak Allah Teala'ya niyazda bulunmaktadırlar. Eğer itaat, Mu'tezile'nin iddia ettiği gibi kulun fiilierinden olsaydı, onların bunu Allah'tan talep etmeleri abes olurdu.643 Benzer bir eleştiri de "Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yiizüp giden gemilerde ... Düşünen bir top !ımı için (Allah 'zn varlığım ve birliğini ispat/ayan) birçok deliller vardır."644 ayetinde gelecektir. Miltüridi bu ayette gemi inşasında kullanılan ahşap baımnaddesi yerine bizzat geminin kendisinin, yani bitmiş balinin zikredilınesini, Mu'tezile için güçlü bir karşı delil olarak görmektedir; çünkü ahşap için Allah'ın fiili demek mümkün ise de gemi için bunu söyleyemeyiz. Al1şap ham halde iken tabiatta var olan bir şey ise de gemi baline gelınesi insani bir tecrübeyle mümkündür. Dolayısıyla gemi- insanoğlunun bir üretimi olmasına karşın -ki Mu'tezile'nin düşüncesi de budur-'ayette Allah'ın delillerinden bir delil olarak değerlendirilmiştir. 645 Demek ki, geininin meydana getirilmesinde insani bir kast ve teşebbüs olsa bile ilahi bir takdir asla göz ardı edilınemektedir. Burada, kulların fiilierinin Allah Teala tarafından yaratıiclığına dair Te 'vilat'ta rastladığımız ilginç bir bilgiye temas etmek yerinde olacakhr. Matüridi, Mu'tezile'nin aleyhine kullanacağı "0, kullarının üstünde yegane kudret ve tasarruf sahibidir. Size koruyucular gönderir. Nihayet birinize ölüm geldi mi elçilerimiz onun canını alır. Onlar vazifelerinde kusur etmezler. " 646 ayetinde özetle şu açıklamaları yapar: "Ayet, kullarm fillerinin Allah tarafindan yaratılmış olduğuna delalet eder; çünkü gerçekte kulların camm alan elçiler değil, Allah ~ır ("Ölümü ve hayatı yaratan O 'dw: ").647 Onlar bu işte sadece aracılık etseler de ayetteki fiil, 642 el-Bakara 2/128. 643 Matüridi, Te 'viliitii E/ıli 's-Siinne, 1, 92, 21 O. 644 el-Bakara 2/164 645 Matüridi, Te 'viliitii E/ıli 's-Siinne, ı, 115. 646 ei-En'am 6/61 647 el-Mülk 67/2 4.0TURUM 239 bu eylemi meleklere nispet etmektedir. Meleklerin gelişi, onların vefat ettinneleri ile bilikte zikredilmiştir; oysa· gerçekte canı alan Allah 'tır. Demek ki, Allah Teala, onların vefat ertinnesini yaratmaktadır. Konuyla ilgili olarak bir Mu'tezill, meleklerin sadece ruhlan çekip alarak bir yerde biriktirdiğini, onları helak edeniuse Allah Teala olduğunu söyleyerek [kendince, muhtemel itirazlan çürütecek bir anlamı ortadan kaldırmaya çalışmaktadır]. Oysa bu doğru olsaydı, o zaman söz konusu makaında toplanan bir ruh, hemen vefat ettirilınediği için fazladan bir hayat yaşamış olurdu. Doğrusu bu, hayal değil de nedir?"648 Kaldı ki, her nebi için insan ve cin şeytanlarının yaratıldığını ifade eden ayetteki649 anlam da yukandaki ayetin manasma benzemektedir. Orada da Matür1d1'ye göre, Mu'tezile'nin iddia ettiği türden bir anlam bulunmamaktadır; aksine Allah Teala, her nebiye düşmanlardan suclur eden düşmanlık yarattık, demektedir.650 Matür!di'nin kullandığı akl! deliller, ayetler arasındaki anlam ilişkilerine yaptığı müracaatlarda da kendisini gösterir. Müdayene ayetinin bir bölümünde, "w.G.,..ı -.:,s.cl wl..b-! ~ 01 ~ı~ı er- 0_,.;,_; lr-" 0Li1.rıJ J;:-J ~.)u~ rl01:i r..s? \lı" huyurulmaktadır ki, bu ifade, "Eğer iki erkek bulunanıazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden bir erkek ile -biri yanılu·sa diğerinin ona hatırlatması için- iki ka dm (olsun)." anlamın dadır. Malum olduğu üzere şahitlikte adalet sahibi olmak bir zorunluluktur ve Kur'an'ın bir emridir;651 ancak müdayene ayetinde yapılan, kendilerinden razı olunan ve olunmayan mü'minler ayırıım, adalet sahibi olan ve olmayan mü'ıninleri akla getirmektedir ki, bu ifade Mu'tezile'nin büyük günah sahipleriyle ilgili iddialanyla çatışmaktadır. Demek ki, hem mü'rnin olup hem de adaletsiz olmak mümkündür; adalet sıfatı alınadığı halde ayette bu kimseden iman vasfı nefyedilınemektedir. Aksi halde ayetmutlak bir ifadeyle gelir ve muhataplara, içinizden herhangi iki erkek, şeklinde bir emir iletilirdi. Ayetin Mushaf'taki ·ifade formunda irııniş olması sarahaten Mu'tezile'nin iddiasını çürütmektedir.652 Matürld!'nin özellikle . te 'vll kavramı çerçevesinde yorumlar getirmesi, te' vllin yorumcuyu özgürleştiren ve yorum sınırlarını alabildiğince esneten)klirninde özgürce düşünüp yazması, bazı ayetler münasebetiyle Mu'tezile'yi dahi gölgede bırakan düşünceler seslendirmesine sebep olmuştur. Vahye dayalı bilgi sahibi olmadıklan konularda insanların dinen mükellef olup olmadıkianna dair 648 . Matürldi, Te 'vfldtii E !ıli 's-Siimıe, II, ı 26. 649 "Böylece biz, lıer peygambere insan ve cin şeytaniarım düşman !aldık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözlerfisı/darlar. Rabbin dileseydi omt da yapamaz/ardı. Artık onları iftiralarıyla baş başa bırak (el-En'am 6/ı ı2)." 650 Matürldi, Te 'vildtii E/ıli 's-Siinne, II, ı 63. 65ı et-Taıak 65/2 652 Matürldi, Te 'vfldtii E/ıli 's-Siimıe, I, 237. 240 iMAM MA TÜRIDI ve MA TüRlDİLiK taıtışına -fetret devri insanlarının din! sorumlulukları- bu konuların başında gelir. Mu'tezile'ye göre, fetret dönemi insanları, vahiy yoluyla bilinen şer! hususlar ınüstesna, Allah'ı tanımakla yükümlüdürler.653 Oysa Miitür1d1 bu kategorideki insanları'n hem Allah'ı tanımakla hem de Allah'ın onlar üzerindeki haklarını bilmekle sorumlu olduklarını iddia etmektedir. Mesela, "Eğer biz, bundan (Kw-"dn 'dan) önce onları bir azapla helak etseydik, muhakkak ki, şöyle diyecek/erdi: Ya Rabbi! Ne olurdu, bize bir elçi gönderseydİn de şu aşağılik duruma düşmeden önce ayetlerine uysaydık!"654 ayetinin tefsirinde söyledikleri, gerçekten hayret vericidir: "Bazı insanlar, elçi göndermeden önce Allalı Teaiii'nın herhangi bir kavmi helak etmeyeceğini söylemekte ve bu ay etin ziihirini delil göstermektediri er; oysa bizim kanaatİmiz bunun aksinedir. Bize göre, Allalı Teaiii hüccet olarak insanlara aklı venniş olup eğer teeınınül ederlerse, insanlar hakikati bulabilecek ve Allalı'ın kendileri üzeıindeki haklarını bilebileceklerdir. Bu duıuında, şayet elçi gönderilmeden önce herhangi bir kavim helak edilmiş ise o heliik, bir hüccet gösterilmeksizin gerçekleşmiş olmayacaktır; ancak fadl u ihsiinı sebebiyle Allah Teiilii, [akılla derk edilen] hemen ilk mucizede helilk indinneyip birbiri ardınca mfıcizelerliiyiit gönderir. Dolayısıyla yukandaki ayet, elçi gönderilmeden önce helakin olmayacağını değil; bir nimet olarak helakin geciktirilebileceğini anlatınaktadır. " 655 Miitüıidl'nin akl! delillerle dolu eleştiıileıi, Mu'tezili düşünce .ile arasındaki en önemli taıtışmakonulanndan biıi olan rü'yetullah ınes'elesind~ de kendisini gösteıir. 656 Rü'yetııllah konusunda Mu'tezile kendi mezhebine uygun olarak algıladığı iiyetleıi ınuhkeın, diğerleıini ınüteşiibih addeder ve bu ınüteşiibilıleri söz konusu ınulıkeınlere ircii eder.657 Miitüıid! bu konuda Mu'tezile'yi ciddi eleştiıiye tabi tııtınuş olup ıii'yetııllalı taıtışmaları bağlaınında istiındat ettiği akl! deliller rüyeti 653 Kadi Abdülcebbar, el-Mulıit bn-Teklif, s. 240-241; Kadi Ebu Ya'la, el-Mu~enıedfi Usıili'dDfn, II, 315. 654 Taha 201134. 655 Miitüridi, Te "vildtii E lı/i 's-Siinne, lll, 316. Konuyla ilgili detaylı bilgileriçin b k. Işık, Mdtiiridf'nin Keliim Sistemi, s. 103-115; el-Öiili, Ebıi Mansur el-Miitiirfdi, s. 181-195; 204-205. 656 Matüridi, Te 'vildtii E/ıli 's-Siinne, Il, 284. (Esas en Eşarilerin ahirette rüyetin imkanını ispat sadedin de akli deliller (varlık deli li) ileri sürmelerine karşın Matüridi'nin bunu reddetmiş olması (Kemal Işık, Mdtiiridf'nin Keliim Sistemi, s. 99-100; 134-135.) İslam düşüncesinde akılcı ya da nakilci olan şeklinde bir ayınının çok da kolay yapılamayacağının bir delilidir. Konunun genç araştırmacılann ilgisine açık bakir bir alan olduğu açıktır.). 657 Pakiş, "Rüyetullahı Mu'tezile'nin Okuma Biçimi", s. 78-79. Miitüridilerin de eserlerinde zikrettiği gibi Mu 'tezi le, Allah için m üstahil bir durum olarak değerlendirmesi sebebiyle rüyetullahı kabul etrnernektedir. B k. Nesefi, Tabsıratii '1-Edille, s. 508. 4.0TURUM 241 ispatlayan müstakil delillerden ziyade Mu 'tezile'nin rüyetin imkansızlığına dair ileri sürdüğü aklf deliliere cevap niteliğindedir. 658 Bir anlamda kendi delilini doğrulayan değil, karşıdakinin delillerini yaniışiayan bir yöntemdir bu. Mesela, Musa'nın Allalı Teala'dan rüyetle ilgili talepte bulunduğu ayet,659 üzerinde yoğun tartışmaların gerçeldeştiği ifadeler içerir. Genelde Mu'tezile ayeti şu şekilde anlar: Gerçekte bu talep Müsa'nın inancını yansıtıyor değildir; aksine ayette Yahudilerin bu konudaki taleplerine ilahi bir reddiye verilmesinin zemini oluştıırmak için tezgablanmış bir kurgudur. YoksaAllah'ın görülemeyeceğini Hz. Müsa herkesten iyi bilmekteydi.660 Kendisi de dünyada Allah'ın görülemeyeceğini kabul eden Matüridi, Müsa'nın buradaki duasını uhrevi bir mükafat talebi olarak değerlendirir. Bu talepte bulunması için Musa'nın haklı gerekçeleri de vardır. Bu gerekçeler şunlar olabilir: Musa, ahirette rüyetin mümkün olduğunu bir peygamber olarak biliyordu, ancak insaniann da bunu bilınesini istedi. Bu ihtimal, Matüridi'ye göre kati bir husustur. İleinci ihtimal, Musa'nın ve ümmetinin şalıit olduğu olağanüstü hadiselerin denizin yanlması, kayadan sular çıkması gibi, Musa'yı ve inananlan, rüyetin imkarn düşüncesine götürmüş olmasıdır; çünkü bu olağanüstülükler, ancak alıirette göriiiebilecek şeylerdir. Musa, bunlara şahit olduktan sonra, ahirette kati olarak var olduğunu bildiği ıüyetin, diinyada da mümkün olabileceği zannına kapılmıştır. Nitekim Musa dalıa dünyada iken Allalı'ın kelaınını, mahiyetini derk edemediği bir şekilde işitıniştir. Lütfu ile kelfunını işittirebilenin, kendisini gösterebileceğini de düşümnüş; ancak gelen vahiy bunun iınkansız olduğunu ona bildirıniştir. 66 ı Doğrusu ıii' yet hakkındaki bu açıldama son derece güzel, bir o kadar da özgündür. 2. Ayetler Eşliğindeki Eleştirileri Matüridi'nin, Mu'tezile söz konusu olduğunda birinci derecede, Kur'an ayetlerini kullanarak onlara eleştiriler yöneltınesi rnanidardır. Bunun başlıca iki sebebi vardır; ilk olarak Kur'an, dini anlarnda en güvenilir kaynaktır. İkinci . .r658 Rüyetullah konusunda Miitüridi'nin de gaibi şahide kıyiis ettiği ve bu sebeple K.a'bi'yi eleştirdİğİ ileri sürülmüştür (Bk. Kıyasettin, "Miitüridi'nin Mu'tezile'ye Bakışı", s. 107, 136); ancak bize göre buradaki eleştiri yönteme değil, yöntemin uygun olmayan bir biçimde kullanılışınadır. 659 "lv!ıisd tayin ettiğimiz vakitte (Tiir'a) gelip de Rabbi onunla konuşımca 'Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim! 'dedi. (Rabbi): 'Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de bimi göreceksin!' buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onıı paramparça etti, lviiisa da baygm diiştii. Ayılmca dedi ki: 'Seni noksan sıfatiardan tenzilı ederim, sana tövbe ettim. Ben inananlarm ilkiyim' (el-A'riif71143)." 660 Zemahşeri, el-Keşşdf, I, 141. 661 Matüridi, Te 'viliitii E/ıli 's-Siinne, Il, 28 I. 242 iMAM MATÜRİDİ ve MA TüRiDiLiK olarak, Mu'tezile gibi kendi söylemlerini Kur'an'ın muhkem ayetleriyle özdeşleştiren bir düşüneeye verilebilecek en doğru cevap, yine Kur'an ayetleri ışığında üretilebilirdi. Bu sebeple Matüıidl'nin Kur'an ayetleriyle istidlalde bulunarak Mu'tezile'ye verdiği cevaplar ya da getirdiği eleştiriler hem dikkat çekicidir hem de oldukça ikna edicidir. Mesela, mürtekib-i kebire konusunda açıklamada bulunduğu ve delil olarak müracaat ettiği ayetler, gerçekten Mu'tezililerin elini kolunu bağlayacak kadar güçlü deliller taşır. 662 "Namazı kı/m, zekatı verin, önceden kendiniz için · yaptığımz her iyiliği Allah 'm katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarznzzı noksansız görii1: " 663 mealindeki ay eti Matüridi, açık bir şekilde mürtekib-i kebirenin de cennete girebileceğine delil olarak görür; çünkü "Lo .J .uıl ...ı.:s:. O.J~ .r.?- if' r~":i Iy-IZ" ifadesi, en küçük bir iyiliğin dahi karşılıksız kalmayacağını göstermektedir. Oysa Mu'tezile,. mürtekib-i kebirenin, yukarıda geçen her arneli yapsa da iyiliklerinin değil, sadece kötülüklerinin karşılığını bulacağını söylemektedir. Matüridi'ye göre bu iddia, en başta Allalı'ın kendisine uygun gördüğü vasıflarla çelişir. Şu ayet, hiçbir iyiliğin karşılıksız kalmayacağını anlatmaktadır: "İşte, yaptıklarznzn iyisini kabul edeceğimiz ve günahiarım bağışlayacağımız bu kimseler cennetlikler arasmdadırla1: Bu, onlara öteden beJ:i yapıla gelen doğru bir vaattir."664 Oysa Mu'tezile, Allalı'ın, insanların iyiliklerinden geçeceğini, kötülüklerine karşılık onları .cezalandıracağını iddia etmektedir.665 · Aynı durum bir başka ayet çerçevesinde de Mu'tezile'yi yanlışlamaktadır: "Eğer sadakaları (zekat ve benzeri hayır/arz) açıktan verirseniz ne ala! Eğer onu fakiriere gizlice verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdu: Allah da bu sebeple günahlarınızın bir kısmını örte1: Allah, yapmakta olduklarzmzı bili1:"666 ayetinde "~~ if' ~ ~__;· denmektedir ki, bu ifade günahlardan bazılannın çeşitli salili arneller sebebiyle affedilebileceğini ifade etmektedir. Şayet buradaki güriablardan maksat büyük olanlarsa, o zaman Mu'tezile'nin büyük günahların affı için tövbeyi şart koşması batıl bir iddiaya dönüşmektedir. Yok, eğer maksat küçük günalılar ise o zaman Mu'tezile'nin bir başka iddiası, yani küçük günalıların herhangi bir şart olınaksızın da affedilebileceği iddiası geçersiz olınaktadır; çünkü ayet bu tür günalıların affını sadaka verrnek şartına bağlamaktadır. 667 662 Bu konuda detaylı bir çalışma için bk. Solmaz, "Matüridi'de Günah Meselesi". 663 e!-Bakara 2/110. 664 el-Ahkaf 46116. 665 Matüridi, Te 'viliitü Ehli :S-Sünne, I, 82. 666 el-Bakara 2/271. 667 Miitüridi, Te 'viliitü Ehli :S-Sünne, l, 229; III, 279-280. 4.0TURUM 243 öte yandan "~1...:..: .:rJ ..!..ll.> 0.):. Lo fo....J ~ !J _r.: 0i A ':1 ...ııı 2ıi" ayetinde668 ifade edildiği üzere şirk dışındaki bütün günahiann affı konusunda: Allah Teala insanlara bir ümit ışığı yakmıştır. Değil mi ki, bu ümit ışığı yakılınıştır [ve tövbe şartı da konınaınıştır], o halde büyük günah sahiplerinin affı da pekala mümkündür. Allah bunlara dilerse azap eder dilerse affıyla mukabelede bulunur. Oysa şirk böyle değildir. Şirk koşan kimse ebedi olarak bir başka dine itikat etınekteyken günahkar olan mü 'min itikiidi anlarnda bir inkara düşıneınekte, yalnızca h evasının ve tutkulannın esiri olarak günah işleınektedir. 669 3. Hadisler Eşliğİndeki Eleştirileri Matüridi, Mu'tezile'ye cevaplar verirken Kur'an ayetlerinin yanı sıra kimi zaman hadisleri de kullamnıştır; ancak bunlann sayısı oldukça azdır. Onun birinci derec~de hedefi en güçlü delillerle muhaliflerine cevaplar vermek olduğundan, hadisiei-i istimal hususunda çok fazla istekli olmadığı ya da birinci elde onlan kullanmadığı açık bir şekilde görülmektedir. Tefsirinde referans verdiği hadisler -özellikle itikiidf konularda- büyük ölçüde konuyla ilgili ayetin muhtevası doğrultusunda söylenmiş hadislerdir. 670 Doğrusu onun bu yöntemi, itikiidi ınes'elelerde 668 en-N isa 4/48. 669 Miitüridi, Te 'vildtü E/ıli 's-Sünne, I, 43 I -432. Tabii, burada Mu'tezile'nin yukandaki ayetleri farklı bir bağlama oturttuğunu Miitüridi de bilmektc ve bunu nakletmektedir. Mu'tezile'ye göre, şirk dışındaki bütün günahlardan kasıt küçük olanlandır. Ayetin "•~ .rJ" kısmının öznesi de Allah değil, kullardır; yani Allah'ın dilemesi değil, günahlardan kaçınmak isteyen günah sahiplerinin dilemesi, tövbe etmesidir söz konusu olan. Nitekim "Eğeryasaklandığmız biiyük günalılardan kaçımrsamz, sizin küçük giinalılarımzı örteriz ve sizi şerefli bir yere sokaı·ız (en-N isa 4/3 !)." ayetinin de işaretiyle, affı düşünülen günahlar, olsa olsa küçük günahlardır. Miitüridi bu yorumun, bir defa dil çerçevesinde kabul edilemez olduğunu söyler; çünkü ayetteki ifade "•~ L." değil, "•~ .rJ" şeklindedir; yaniAllah'ın diledikleri kastedilmektedir (Miitüridi, Te 'vildtü Ehli's-Sümıe, I, 502-503.). Kaldı ki Miitüridi'ye göre Miiide suresinin 44, 45, 47. ayetlerinde belirtildiği üzere Allah Teaiii mürnin ve kiifır/ziilirnlfiisık olarak sadece iki gruptan bahsetmekte, iman ile küfilr arasında üçüncü bir derece hiçbir şekilde söz konusu olmamaktadır (Miitüridi, Te 'vildtü E/ıli 's-Siinne, Il, 42.). 670 Mesela, Nisii suresi 40. iiyetin tefsirinde bunu açık bir şekilde görebiliriz. "Şüphe yok Id Allah zerre kadar haksızlık etmez. Yapılan bir iyilik zerre kadar da olsa onun mükdfatm_ı kat kat veriı:" ayetini tefsir ederken iki riviiyete yer verir ki bunlar tam da ayetteki mefhumu yansıtır. Müslim'de geçen ilk ri vayete göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kuşkusuz Ailah mümine haksızlık etmez. Mümine her bir iyilik sebebiyle sevap verilir; bu da kimi zaman dünyada bir nzık kimi zaman da ahirette bir mükiifat şeklinde olur." İkinci rivayet ise İbn Miice'de Ebu Said el-Hudri kanalıyla nakledilen bir hadistir. Hz. Peygamber buyurmuştur ki: "Allah Teaiii buyuruyor ki: 'Kalbinde zerre kadar iyilik bulunanlan cehennemden çıkannız!' 244 iMAM MA TÜRlDl ve MATÜRIDILİK haber-i vahidlere istinat etmek isterneyişine bağlı olabileceği gibi haber-i vahidleri itikatta bir delil olarak kabul etmeyen Mu 'tezile'yi eleştiıirken açığa düşmek istemeyişinden de kaynaklanabilir. Bu konunun müstakil bir çalışmayla incelenmesi Matür.idi'yi daha iyi tanıma yolunda önemli bir katkı sağlayacaktır. Ma türidi'nin hadisleri e ilgili bu yaklaşımı, denebilir ki, tefsiıinin tamamında baskın bir şekilde kendisini hissettirir; ancak yukarıda da beliı-ttiğinıiz gibi nadir de olsa kiıni zaman salıili hadisiere dayanarak Mu'tezile'ye eleştiıiler getirıniştir. Bu eleştirilerden birisi "(O günün aza bı) kimden savuşturulursa, gerçekten (Allah) ona merhamet etmiştir ( ~ J ..W). İşte bu apaçık !.:ıtrtuluştw: " 671 ayetincieki rahmet kelimesinin nasıl anlaşılınası gerektiği ile ilgili tartışmada geçer. Mu'tezile buradaki 'rahmet' ifadesini 'cennet' olarak anlaınlandırınaktadır; çünkü ınü'ıninleıin cennete gitmesi rahmet aracılığıyla değil, bizzat kendi salih aınelleri sebebiyle olmaktadır; ancak ayetteki ifadeyerahmet anlamı verildiğinde, bu iddialanyla çatışan bir durum ortaya çıkacaktır. Matüridi'ye göre bu iddia, "Rabbimin beni rabıneti ile yarlığaması müstesna" hadisindeki672 'rahmet' kelimesinin yerine 'cennet' kelimesini koymak anlamına gelir ki, bu, doğru değildir. "Hiç kimse onun cenneti olmaksızın cennete giremez" şeklindeki bir ınananın tutarsızlığı ortadadır. Oysa cennetin rahmet diye isirnlendirilmesi, oraya ancak Allah Teala 'nın rahıneti sebebiyle girile!?ileceğindendir. Nitekim hadiste aniatılmak istenen de budur.673 Matüridi, kullanmış olduğu hadislerin önemli bir kısmında serietiere de yer vermez, cerh ve tadil konusuna pek fazla ginnez. Özellikle o dön~in söz konusu olduğunda bu metodun çok da makbul olınayan bir metot olduğunu görrnek gerekir. Müfessirin kullandığı rivayetler içerisinde zayıf olanların yanı sıra mevzu haberlere de rastlamak mümkündür. Aslında bu durumu yadsımak da doğru değildir; çünkü tefsir geleneği, kendi söylemi içerisinde bir tür paradigına oluştuımakta ve bu paradigma, tefsir yazmak isteyenleri bir şekilde kendisine esir etınektedir. Öyle ki, hadis konusunda aşırı hassasiyet gösterenler dahi bu paradigınadan kendilerini kurtaramamaktadırlar. Ebu Said devamla dedi ki: "Bunda şüphesi olan, ";J~ JI.A:.. ~ :1 iJıl 0!" ayetini okusun.". Bk. Matüridi, Te 'vildtii E/ıli 's-Siinne, I, 425. 671 el-En'am 6/16. 672 Bu rivayet, "41 .:ıl .....; .J" .:r. .:r=--}1 .ı.,; .) _,.. ~ Y.l l Jli ı.?.r" _;ll .r ~ ı.; _r.>l .:ıl..,ll Y.l ~J.:> Jli '.r-J"' .:ıl :1! ı.;! :IJ :1 Jli .ı.ııl J_,....J 4 ...:...;! :IJ I_,Jli ~i .U...., IJ.:>-1 J>--4 J J~ rl--J .
.
|
|
Mâturîdîliğin Hanefilik İle İlişkisi* Ahmet AK** Atıf/©: Ak, Ahmet (2010). Mâturîdîliğin Hanefilik ile İlişkisi, Milel ve Nihal, 7 (2), 223-240. Özet: Ebu Mansur el-Mâturîdî, Hanefi âlimlerden ilim tahsil etmiş ve İmam-ı Azam Ebû Hanife’nin itikadi görüşlerini geliştirmiştir. İmam Mâturîdî, önemli bir Hanefi fakih ve mütekellimdir. Onun görüşleri, pek çok Hanefî âlim tarafından benimsenmiştir. Hanefi âlimler, Hanefiliği ve Mâturîdîliği birlikte yaymışlardır. Bu yüzden Hanefilik ile Mâturîdîlik arasında çok önemli bir ilişki vardır. Ancak bu iki mezhep arasındaki ilişki İslam düşüncesinde genelde bilinmemektedir. Bu makalede, Mâturîdîlik ve Hanefîlik arasındaki ilişki ele alınacaktır. Anahtar Kelimeler: İmam Mâturîdî, Ebu Hanife, Mâturîdîlik ve Hanefilik.. Giriş Mâturîdîliğin kurucusu kabul edilen İmam Mâturîdî, bugünkü Özbekistan’ın Semerkant şehrinde yaşamış ve dönemin önde gelen Hanefi alimlerden ilim tahsil etmiştir. Kısa sürede Hanefilik üzerinde uzmanlaşan İmam Mâturîdî, ömrünün sonuna kadar İmam-ı Azam Ebû Hanife’nin özellikle itikadi görüşlerini geliştirip sistemleştirmiş ve din konusunda ortaya çıkan problemleri onun gibi aklın ve naklin ışığında çözmeye gayret göstermiştir. İmam Mâturîdî’nin görüşleri kendisinden sonra dünyaya gelen pek çok * Bu makale, Ahmet Ak tarafından kaleme alınan Selçuklular Döneminde Mâturîdîlik, (Yayınevi yayınları, Ankara 2009) adlı Doçentlik kitabında yer alan ilgili bölümün gözden geçirilip, genişletilmiş halidir. ** Doç. Dr., Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. İslam Mezhepleri Tarihi Anabilim Dalı [aak@ksu.edu.tr]. Ahmet AK MİLEL VE NİHAL inanç– kültür–mitoloji 224 Hanefî âlim, fıkıhta Ebû Hanife’nin görüşlerini, itikatta ise İmam Mâturîdî’nin görüşlerini öne çıkartarak Hanefiliği ve Mâturîdîliği birlikte yaymışlardır. Ancak ne var ki, günümüz İslam toplumunda İmam-ı Azam Ebû Hanife ve ona nispet edilen Hanefîlik büyük oranda tanınmasına rağmen İmam Mâturîdî ve ona nispet edilen Mâturîdîlik pek tanınmamaktadır. Hatta İmam Mâturîdî’nin görüşlerinin temelinin İmam Azam Ebû Hanife’ye dayandığından ve Hanefîlik ile Mâturîdîlik arasındaki yakın ilişkiden Hanefî olan pek çok kişinin bile haberi yoktur denebilir. İşte bu makalede, önemli İslam mezheplerinden birisi olan Mâturîdîliğin daha yakından tanınmasına katkı sağlamak amacıyla Mâturîdîliğin Hanefîlik ile ilişkisi maddeler halinde ortaya konulmaya çalışılacaktır. 1. Mâturîdîliğin Arka Planı, Hanefiliktir. Kaynaklarda, İmam Mâturîdî’nin itikada dair görüşlerinin İmam Azam Ebû Hanife’ye dayandığı ve bu görüşlerin İmam Mâturîdî tarafından geliştirilip sistemleştirildiği açıkça ifade edilmektedir.1 Ebû Hanife ve İmam Mâturîdî’nin her ikisinin de âyet ve hadisleri yorumlarken akla büyük önem verdikleri ve akıl-nakil dengesini koruyup, aynı metodu kullandıkları da bilinmektedir.2 Bütün bunlar, Mâturîdîliğin arka planının Hanefîlik olduğuna açıkça işaret etmektedir. 2. Kaynaklar, İmam Mâturîdî’nin yoğun bir şekilde Hanefi temelli eğitim aldığını ve hoca silsilesinin İmam-ı Azam Ebû Hanife’ye dayandığını kaydetmektedir. İlk dönem Hanefi-Mâturîdî alimlerinden İbn Yahya’nın Şerhu Cümelü Usûli’d-Din adlı eserinde İmam Mâturîdî’nin Semerkant’ta yoğun bir şekilde Hanefîliğin tedris edildiği Dâru’l-Cüzcânîyye 1 Geniş bilgi için bkz., Sönmez Kutlu, “Ebû Mansûr el-Mâturîdî’nin Mezhebî Arka Planı”, İmam Mâturîdî ve Mâturîdîlik, Ankara 2003, 119–146; Ahmet Ak, Büyük Türk Alimi Mâturîdî ve Mâturîdîlik, İstanbul 2008, 119, 169. 2 Krş., Ethem Rûhi Fığlalı, Çağımızda İtikâdî İslâm Mezhepleri, İzmir 2004, 69, 70; Sönmez Kutlu, “Bilinen ve Bilinmeyen Yönleriyle İmam Mâturîdî”, 21, 22; Sarıkaya, İslâm Düşünce Tarihinde Mezhepler, Isparta 2001, 81, 82; M. Saim Yeprem, İrade Hürriyeti ve İmam Mâturîdî, İstanbul 1980, 289 vd. Mâturîdîliğin Hanefilik ile İlişkisi MİLEL VE NİHAL inanç–kültür–mitoloji 225 isimli ilim merkezinde eğitim gördüğü, orada hocalık yaptığı ve İmam Mâturîdî’nin hoca silsilesinin şu şekilde İmam-ı Azam Ebû Hanife’ye dayandığı kaydedilmektedir:3 el-İmâmu’l-Celîl Ebû Hanife (150/767) el-İmam Ebû Abdillah Muhammed b. el-Hasan eş-Şeybâni (189/804) Ebû Süleyman Musa b. Süleyman el-Cüzcâni (201/816) el-Fakih el-İmam Ebi Abdillah b. Ebi Bekr el-Cüzcâni (III./IX. asır) eş-Şeyh el-Fakih Ebû Bekr Ahmed b. İshak el-Cüzcâni (250/864) Ebû Nasr Ahmed b. el-Abbas el-İyâzî (275/888 civarı) Ebû Mansûr el-Mâturîdî (333/944) Söz konusu hoca silsilesi hakkında önde gelen Mâturîdî alimlerinden Ebû’l-Muîn en-Nesefî de Tabsıratü’l-Edille adlı eserinde benzer ifadeler kullanmaktadır. Nesefi’ye göre Horasan ve Mâverâünnehir halkının Hanefîliği, İmam Azam’ın önde gelen öğrencisi Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî (189/804), onun öğrencisi Ebû Süleyman el-Cüzcânî (200/816), onun arkadaşı Şeyh Ebû Bekir Ahmed b. İshâk Sabih el-Cüzcânî (220/836 civarı), Ebû Bekir el-Cüzcânî (250/864), Ebû Nasr Ahmed b. Abbâs el-İyâzî el-Ensârî 3 İbn Zekeriya Yahya b. İshâk, (IV/X. asrın sonları), Şerhu Cümeli Usûli’d-Din li Ebî Seleme es-Semerkandî, Süleymaniye Ktp. Şehid Ali Paşa Bölümü, Nu: 1648/II. v. 160b, 161b, 162a. Ahmet AK MİLEL VE NİHAL inanç– kültür–mitoloji 226 (275/888 civarı) ve İmam Mâturîdî (333/944) kanalıyla öğrenmişlerdir.4 Ona göre bu âlimler, ilk dönemlerden itibaren Mâverâünnehir’in tamamında ve Horasan’ın Merv ve Belh gibi şehirlerinde Hanefîliği yaymak için çalışmışlardır.5 İmam Mâturîdî’nin hoca silsilesinin Ebû Hanife’ye dayandığı hususu yukarıdakilere benzer şekillerde Kemaluddin el-Beyâzî (1098/1687) ve Seyyid Muhammed ez-Zebîdî (1205/1790) tarafından da kaydedilmektedir.6 Bütün bu kayıtlar, İmam Mâturîdî’nin hoca silsilesinin kesin olarak Ebû Hanife’ye dayandığını ve yoğun bir şekilde Hanefi alimlerden eğitim aldığını açıkça göstermektedir. 3. İmam Mâturîdî, büyük bir Hanefi fakihidir / alimidir ve Hanefi fakihlerin icazetname silsilesinde İmam Mâturîdî’nin müstesna bir yeri vardır. Asırlarca Hanefi temelli eğitimin görüldüğü Fatih-Süleymaniye Medreselerinde verilen fıkıh icâzetnâmeleri İmam Mâturîdî yoluyla İmam-ı Azam Ebû Hanife’ye ulaşmaktadır. İmam-ı Azam Ebû Hanife ve İmam Mâturîdî arasında dolayısıyla Hanefîlik ile Mâturîdîlik arasındaki bu ilişkinin daha iyi anlaşılabilmesi için bu icâzetnâme silsilesinin bizim araştırma alanımız olan VI./XII. yüzyıla kadar olan kısmını burada vermeyi uygun buluyoruz.7 1. Yüce Allah 4 Ebû’l-Muîn Meymun b. Muhammed en-Nesefî (508/114), Tabsıratü’l-Edille fî Usûli’d-Dîn alâ Tarîkâti’l-İmam Ebi’l-Mansûr el-Mâturîdî, nşr., Claude Saleme, Dımaşk 1993, I/356–358. 5 Nesefî, Tabsıratü’l-Edille, I/356-360; krş., Kutlu, “Ebû Mansûr el-Mâturîdî’nin Mezhebî Arka Planı”, 124-125; Ak, Mâturîdî ve Mâturîdîlik, 99–100. 6 Kemâlüddin Ahmed b. Hasan el-Beyâzî (1098/1687), İşârâtü’l-Merâm an İbâreti’lİmâm, thk., Yusuf Abdürrazzak, Kahire 1949, 23; Seyyid Muhammed Murtazâ b. Muhammed el-Hüseynî ez-Zebîdî, İthâfü’s-Saadeti’l-Muttekîn bi Şerhi İhyâ-i Ulûmi’d-Dîn, Dâru’l-Fikr trz., II/5; İmam Mâturîdî ve Mâturîdîlik üzerine önemli çalışmaları bulunan Sönmez Kutlu ve Ulrich Roudolph da bu konuda aynı görüştedirler. Bkz., Kutlu, Türklerin İslâm laşma Sürecinde Mürcie ve Tesirleri, 274; Rudolph, Ulrich, al-Maturîdî und Die Sünnîtische Theologie in Semerkand, Leiden New York-Köln 1997, 161. 7 Hüseyin Atay, “Fatih-Süleymaniye Medreseleri Ders Proğramları ve İcâzetnâmeleri”, Vakıflar Dergisi, Ankara 1981, Cilt: 13, s. 197–198. Mâturîdîliğin Hanefilik ile İlişkisi MİLEL VE NİHAL inanç–kültür–mitoloji 227 2. Melek Cibril 3. Peygamber Hz. Muhammed (570–632) 4. Ali b. Ebî Talip (40/661) 5. Ebû Abdurrahman Abdullah b. Habib (70/698) 6. Ebû İmran İbrahim b. Yezid b. Esved b. Amr b. Rabîa Nehâî (96/713) 7. Ebû İsmail Hammad b. Ebî Süleyman (120/737) 8. Ebû Hanife, Numan b. Sabit b. Zuta (150/767) 9. Muhammed b. Hasan Şeybânî (189/804) 10. Ebû Süleyman Musa b. Süleyman Cüzcânî (201/816) 11. Ebû Bekr Ahmet (b. İshâk) Cüzcânî (250/864) 12. Ebû Mansûr el-Mâturîdî (333/944) 13. (Ebû Muhammed) Abdülkerim (b. Musa) Pezdevî (390/999) 14. İsmail b. Abdüssadık (V./XI. asır) 15. Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî (493/1099) 16. Necmüddin Ebû Hafs Ömer en-Nesefî (537/1142) 17. Ali b. Ebî Bekr Merginânî (593/1196) 18. Muhammed b. Abdüssettar b. Muhammed, Şemsü’lEimme el-Kerderî (642/1244) Bu icâzet silsilesinin dokuzuncu halkası olan Muhammed b. Hasan Şeybânî’den (189/804) itibaren silsile iki kola ayrılmıştır.8 Silsilede yer alan âlimlerin faaliyet alanlarından hareketle birincisini, Hanefî Semerkant Kolu İcâzetnâmesi, ikincisini de Hanefî Buhâra Kolu İcâzetnâmesi şeklinde isimlendirebiliriz. İkinci icâzetnâme kolunda İmam Mâturîdî’nin ismi geçmemekle birlikte, bu kola mensup olan ve Selçukluların hüküm sürdüğü asırlarda yaşayan âlimlerin de Ebû Mansûr el-Mâturîdî’yi Ehl-i Sünnet’in imamı olarak gördüklerini tespit ettik. Diğer bir ifadeyle her iki koldaki icâzet silsilesi Selçuklular döneminde aynı kişilerde birleşmektedir. Bu sebeple burada ikinci kolu da vermeyi uygun bulduk. 9. Muhammed b. Hasan Şeybânî (189/804) 8 Atay, “Fatih-Süleymaniye Medreseleri Ders Proğramları ve İcâzetnâmeleri”, 197–198. Ahmet AK MİLEL VE NİHAL inanç– kültür–mitoloji 228 10. Ebû Hafs Kebir Ahmed b. Hafs (217/832) 11. Muhammed b. Ahmed b. Hafs (264/874) 12. Ebû Muhammed Abdullah b. Muhammed Harisî Kûlâbâzî (340/951) 13. Ebû Bekr Muhammed b. Fadl Buhârî (381/991) 14. Ebû Ali Hüseyin b. Hıdr b. Muhammed en-Nesefî (424/1032) 15. Ebû Muhammed Abdülaziz b. Ahmed b. Nasr b. Salih Şemsü’l-Eimme el-Halvânî el-Buhârî (448/1050) 16. Ebû Bekr Muhammed b. Ebî Sehl Ahmed, Şemsü’lEimme es-Serahsî (483/1090) 17. Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Hüseyin b. Abdülkerim, Fahru’l-İslâm Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî (493/1099) 18. Necmüddin Ebû Hafs Ömer en-Nesefî (537/1142) 19. Ali b. Ebî Bekr Merginânî (593/1196) 20. Muhammed b. Abdüssettar b. Muhammed, Şemsü’lEimme el-Kerderî (642/1244) Görüldüğü gibi Hanefî fakihlerinin Semerkant İcâzetnâme Kolu’nda 15, 16, 17 ve 18. sırada yer alan âlimler ile Buhâra İcâzetnâme Kolu’ndaki 17, 18, 19 ve 20. Sırada yer alan âlimler aynı kişilerdir. Bu icâzetnâme silsilesinde geçen Hanefî âlimler, Selçuklular döneminden itibaren İmam Mâturîdî’yi hem bir fakih, hem de Ehl-i Sünnet’in imamı olarak kabul ve takdim eden âlimlerdir. Nitekim bu âlimlerden Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî, Usûlü’d-Dîn adlı eserinin bir yerinde “Ebû Hanife usûl ve füru’da bizim imamımız ve reisimizdir9” derken; diğer bir yerinde tekvin konusunu açıklarken “Bu konuyu, Şeyh Ebû Mansûr Mâturîdî, Sünnet ve Cemâat Ehlinin mezhebini îcâd mevcuddan başkadır, îcâd hâdis değildir, ama ezelidir diyerek tashih edip, düzeltmiştir, o, Eş’arî’den daha üstündür. Ebû Hanife ve ashabının mezhebi de budur10” demektedir. Kezâ Necmüddin Ömer en-Nesefî de el-Kand fî Zikri Ulemâ-i Semerkand adlı eserinde, İmam Mâturîdî’nin “İki kesimin önderi, imam, 9 Pezdevî, Ebû’l-Yüsr Muhammed b. Muhammed b. Hüseyin (493/1099), Ehli Sünnet Akaidi, çev. Şerafeddin Gölcük, İstanbul 1998, 6. 10 Pezdevî, Ehli Sünnet Akaidi, 101. Mâturîdîliğin Hanefilik ile İlişkisi MİLEL VE NİHAL inanç–kültür–mitoloji 229 fâdıl, verâ sahibi, müftü, münazaracı, Dâru’l-Cüzcâniyye’de ders veren büyük bir müderris, fıkıh ve nazar ilimlerinde üst seviyede bir âlim”11 olduğunu kaydetmektedir. Bütün bunlar, Selçuklular döneminden itibaren hemen bütün Hanefî fakihlerin Mâturîdî’yi imam kabul ettiklerine ve Hanefîlik ile Mâturîdîliği birlikte yaydıklarına delil teşkil etmektedir. 4. Hanefî âlimler, İmam Mâturîdî’nin eserlerini okuttukları gibi onun görüşleri doğrultusunda kıymetli eserler yazarak ve okutarak Mâturîdî fikirlerin yayılmasına çalışmışlardır. Hanefi alimler, öğrencilerine İmam Mâturîdî’nin eserlerini okutmakla kalmamışlar, aynı zamanda bazıları, Mâturîdî’nin görüşleri doğrultusunda kıymetli eserler yazarak, Mâturîdî’nin görüşlerini daha da sistemleştirmeye çalışmışlardır.12 Mesela Ebû’l-Muin enNesefî’nin Tabsıratü’l-Edille adlı eseri incelendiğinde Mâturîdî’nin isminin övüldüğü ve görüşlerine açılım getirildiği görülecektir.13 Bundan dolayı Nesefî’nin Tabsıratü’l-Edille’si, Mâturîdî’nin Kitâbü’t-Tevhîd’inden daha sistematik ve düzenli kabul edilmiştir.14 5. Hanefî âlimler, öğrencilerine Mâturîdîliğin ve Hanefîliğin temel kaynaklarını birlikte okutmuşlardır. Hanefî fakihlerin büyüklerinden Ebü’l-Hasan el-Merginânî bir taraftan Nesefî’nin Tabsıratül Edille’sini icâzetli olarak okumuş, diğer taraftan öğrencilerine Hanefî fıkhına dair yazdığı el-Hidâye adlı kıymetli eserini okutmuştur. Daha sonra gelen bazı Hanefî âlimler de yine aynı şekilde Tabsıratü’l-Edille ile el-Hidâye adlı eseri birlikte okutmuşlardır. Nitekim Süleymaniye Kütüphanesi’nin Fatih Bölümü Numara 2907 ve Bayazıt Bölümü 3063 numaralarda kayıtlı olan Tabsıratü’l-Edille’nin yazma nüshalarının başında Tabsıratü’l-Edille’yi okutanların icâzet senedi bunu açıkça göstermekte- 11 Ebû Hafs Necmüddin Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî (537/1142), elKand fî Zikri Ulemâ-i Semerkand, nşr. Nazar Muhammed Faryâbî, Riyad 1991, 143. 12 Fethullah Huleyf, Kitâbü’t-Tevhîd Mukaddimesi, 5;Yazıcıoğlu, Mâturîdî ve Nesefî de İrade Hürriyeti, 18–24. 13 Huleyf, Kitâbü’t-Tevhîd Mukaddimesi, 5; Yazıcıoğlu, İmam Mâturîdî ve Nesefî de İrade Hürriyeti, 18–24. 14 M. Sait Yazıcıoğlu, “Mâturîdî Kelâm Ekolünün İki Büyük Siması: Ebû Mansûr el-Mâturîdî ve Ebü’l-Muîn en-Nesefî”, AÜİFD, C. 27 (1985), 294. Ahmet AK MİLEL VE NİHAL inanç– kültür–mitoloji 230 dir. Burada geçen icâzet senedini önemine binaen burada zikretmek istiyoruz. “eş-Şeyh el-İmam Seyfü’l-Hak Ebü’l-Muîn en-Nesefî (508/1114), Alâuddin Ebû Bekr Muhammed b. Ahmed b. Ebî Ahmed es-Semerkandî (539/1144), Muhammed b. Hüseyin b. Nâsır Abdülaziz en-Nûsûhî es-Semerkandî (570/1179 civarı), Ebü’lHasan Ali b. Ebî Bekr Abdülcelil b. Halil er-Rişdânî el-Merginânî ((593/1196), Muhammed b. Abdülsettâr Muhammed el-Ammâdî el-Kerderî (643/1245), Muhammed b. Muhammed b. Nasr elBuhârî (615–693/1218–1293), Alâuddin Abdülaziz el-Buhârî (730/1329), el-Hidâye’yi şerh eden Sirâcüddin Ömer b. Ali (776/1365) ve Hidâye okutucusu olarak meşhur olan Kemâleddin Muhammed b. Abdülvâhid b. Abdülhamid (827/1423).”15 Görüldüğü gibi Nesefî’nin Tabsıratü’l-Edillesi’ni icâzet yoluyla okutan âlimlerden dördüncü kişi meşhur Hanefî fıkıh kitabı elHidâye’nin yazarı Ebü’l-Hasan Merginânî’dir. Yukarıda geçen silsile kaydından Merginânî’den itibaren Tabsıratü’l-Edille’yi okutan hocaların aynı zamanda el-Hidâye’yi de okuttukları açıkça anlaşılmaktadır. Keza bu silsilede yer alan Sirâcüddin Ömer b. Ali, Tabsıratü’l-Edille ve Hidâye’yi birlikte okutmakla kalmamış, aynı zamanda Merginânî’nin el-Hidâye’sine bir de şerh yazmıştır. Yine Kemâleddin Muhammed b. Abdülvâhid b. Abdülhamid de sadece söz konusu iki eseri okutmamış, aynı zamanda çok meşhur bir Hidâye okutucusu olarak kaynaklara geçmiştir.16 Yukarıdaki icazet listesinde adı geçen Hanefî âlimlerden Alâuddin es-Semerkandî de Tabsıratü’l Edille’yi okutmakla kalmamış aynı zamanda İmam Mâturîdî’nin Te’vîlâtü’l-Kur’an adlı eserine şerh yazmıştır. O, Şerhu Te’vîlâtü’l-Kur’an olarak meşhur olan bu eserinin girişinde, Mâturîdî’nin söz konusu tefsiri hakkında şunları 15 Ebü’l-Muîn Meymun en-Nesefî (508/1114), Tabsıratü’l-Edille fî Usûli’d-Dîn, Süleymaniye Ktp., Fatih Bölümü, Nu: 2907, v. 1a ve Bayazıt Bölümü, Nu: 3063 v. 1a; krş., Ebü’l-Muîn Meymun en-Nesefî, Tabsıratü’l-Edille fî Usûli’d-Dîn, neşre Haz. Hüseyin Atay, Ankara 2004, Mukaddime, 76, 77. 16 Nesefî, Tabsıratü’l-Edille, Süleymaniye Ktp., Fatih Bölümü, Nu: 2907, v. 1a ve Bayazıt Bölümü, Nu: 3063, v. 1a; krş., Nesefî, Tabsıratü’l-Edille, Ankara 2004, Mukaddime, 76, 77. Mâturîdîliğin Hanefilik ile İlişkisi MİLEL VE NİHAL inanç–kültür–mitoloji 231 söylemektedir: “Bu, usûlü’t-tevhid konusunda Ehl-i Sünnet ve’lCemaat mezhebinin, usûl-ü fıkıh ve fürû-u fıkıh konularında Ebû Hanife ve ashabının benimsediği mezhebin Kur’an’a uygunluğunu beyan eden muazzam bir kitaptır”17 O, ayrıca Hanefî fıkıh ve usûlüne dair yazmış olduğu Mizanü’l-Usûl an Netâici’i-Ukûl adlı eserinde de İmam Mâturîdî’yi hem “Ehl-i Sünnet’in reisi”18 hem de “Mâverâünnehir-Semerkand Hanefî fıkıh ekolünün reisi”19 olarak kaydetmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, Merginânî’nin el-Hidâye’sinden önce Nesefî’nin Tabsıratü’l-Edille’si ile yine meşhur bir Hanefî-Mâturîdî âlimi olan Alâuddin es-Semerkandî’nin Mîzânü’l-Usûl adlı Hanefî fıkıh kitabı birlikte okutulmuştur. Ayrıca o dönemde, Tabsıratü’lEdille’nin yanı sıra diğer Hanefî fıkıh kitaplarını birlikte okutan daha pek çok Hanefî âlimin olması da kuvvetle muhtemeldir. 6. Hanefî âlimlerin hemen hemen hepsi, yazdıkları eserlerinde İmam Mâturîdî hakkında övgü dolu ifadeler kullanmakla kalmamışlar, aynı zamanda İmam Azam Ebû Hanife’nin görüşlerini en iyi bilen ve sistemleştirip yayan kişinin imam Mâturîdî olduğuna hükmetmişlerdir. Mesela önde gelen Hanefi-Mâturîdî alimlerden Ebû’l-Muin en-Nesefi, Tabsıratü’l-Edille adlı eserinde açıkça Hanefi âlimler arasında İmam-ı Azam Ebû Hanife’nin görüşlerini en iyi bilen kişinin İmam Mâturîdî olduğunu20 bu sebeple Hanefîliğin bölgede yayılması için başka hiç bir âlim olmasaydı, İmam Mâturîdî’nin tek başına yeterli olduğunu kaydetmektedir.21 Yine Nesefi, et-Temhîd fî Usûli’d-Dîn adlı diğer bir eserinde ise bunu teyiden “İmam Ebû 17 Alâuddin Ebû Bekir Muhammed b. Ahmed es-Semerkandî (539/1144), Şerhu Te’vîlâtü’l-Kur’an, Süleymaniye Ktp, Medine Bölümü, Nu: 179, v. 1b. 18 Alâuddin Alâuddin Ebû Bekir Muhammed b. Ahmed es-Semerkandî (539/1144), Mîzânü’l-Usûl fî Netâici’l-Ukûl, Katar 1404/1984, Mîzânü’l-Usûl, 3. 19 Alâuddin es-Semerkandî, Mîzânü’l-Usûl, 191, 280. 20 Nesefî, Tabsıratü’l-Edille, I/162. 21 Nesefî, Tabsıratü’l-Edille, I/358. Ahmet AK MİLEL VE NİHAL inanç– kültür–mitoloji 232 Mansûr el-Mâturîdî, usûlde ve fürûda Ebû Hanife’ye en bağlı insanlardandı” 22 demektedir. Necmüddin Ömer en-Nesefî (537/1142), İmam Mâturîdî hakkında “İki kesimin önderi, imam, fâdıl, verâ sahibi, müftü, görüşlerini iyi ifade edip, savunan, Dâru’l-Cüzcâniyye’de ders veren büyük bir müderris, fıkıh ve nazar ilimlerinde derin bilgi sahibi bir âlim”23 gibi övücü ifadeler kullanmaktadır. Nureddin es-Sâbûnî ise el-Bidâye fî Usûli’d-Dîn adlı kitabında İmam Mâturîdî’yi “Büyük İmam Ebû Mansûr el-Mâturîdî” 24 ve “Hidâyet önderi, Ehl-i Sünnet’in reisi Ebû Mansûr beyyazallahu ğurretehu”25 şeklinde övmektedir. Hafizüddin en-Nesefî ise Şerhu’l-Müntehab fî Usûli’l-Mezheb adlı eserinde İmam Mâturîdî için “Semerkantlı âlimlerin reisi eşŞeyhu’l-İmam”26 ünvanını kullanmaktadır. Öte yandan Usûl, Fıkıh ve Kelâm alanında önemli bir Hanefî âlim olan İbnü Hümam (861/1457) da el-Müsâyere isimli kitabında “Üstad Ebû Mansûr ve Semerkant uleması”27 şeklinde bir ifade kullanmaktadır. İbn Hümam’ın İmam Mâturîdî’ye “Üstad” demesi ve onu Hanefiliğe son derece bağlı olmalarıyla bilinen Semerkantlı âlimler arasında öne çıkarması da Mâturîdîlik ile Hanefîlik arasındaki ilişkiyi göstermektedir. İmam Mâturîdî’nin fıkıh usûlünü yeniden inşa ettiğine dair önemli bir çalışma yapan Şükrü Özen’in tespitlerine göre de İmam Mâturîdî’nin fıkhî görüşlerini iktibas eden çok sayıda Mâverâün- 22 Ebü’l-Muîn en-Nesefî (508/1114), et-Temhîd fî Usûli’d-Dîn, nşr., Abdülhay Kâbil, Kahire 1407/1987, 16 vd. 23 Nesefî, el-Kand, 143. 24 Nureddin Ahmed Ahmed b. Mahmud b. Ebî Bekr es-Sâbûnî, (580/1184), elBidâye fî Usûlid-Dîn, thk. Bekir Topaloğlu, Ankara 1982, 39, 54, 62, 71, 86, 88. 25 Sâbûnî, el-Bidâye, 34. 26 Hafizüddin Ebü’l-Berekât Ahmed b. Mahmud en-Nesefî, Şerhu’l-Müntehâb, thk. Sâlim Öğüt, Kahire 1988, 80, 393. 27 İbnü’l-Hümâm Muhammed b. Abdülvâhid es-Sivâsî (861/1457), Kitâbü’lMüsâyere, İstanbul 1979, 180. Mâturîdîliğin Hanefilik ile İlişkisi MİLEL VE NİHAL inanç–kültür–mitoloji 233 nehirli Hanefî fakih bulunmaktadır. Onun tespitine göre İmam Mâturîdî’den iktibas yapan Hanefî fakihler şunlardır: 28 Ebû Zeyd Ubeydullah b. Ömer ed-Debûsî (430/1039), Fahru’lİslâm Ebü’l-Usr Ali b. Muhammed b. Hüseyin el-Pezdevî (482/1089), Şemsüleimme Ebû Bekir Muhammed b. Ahmed b. Sehl es-Serahsî (483/1090), İbn Mâze Sadrü’ş-Şehîd Hüsâmeddin Ömer b. Abdülaziz İbn el-Buhârî (536/1141), Alâuddin Ebû Bekir Muhammed b. Ahmed es-Semerkandî (539/1144), Ebü’l-Hasan elMerginânî (793/1197), Alâeddin Ebû Bekir b. Mesûd el-Kâsânî (587/1191) ve Ahmed b. Muhammed b. Ömer el-Attâbî el-Buhârî (586/1190). Bütün bu kayıtların İmam Mâturîdî’nin Ebû Hanife’nin itikadî görüşlerini çok iyi bildiğine ve Hanefîliğin söz konusu bölgede yayılmasında önemli rol oynadığına açıkça delil teşkil ettiklerini söylemek mümkündür. 7. İmam Mâturîdî ile İmam-ı Azam Ebû Hanife arasında ve Mâturîdîlik ile Hanefîlik arasındaki ilişki, Hanefî olmayan klasik bazı kaynaklarda da kabul edilmektedir. Şafi-Eş’ari bir alim olan Tâceddin es-Subkî (771/1370), Tabakâtü’ş-Şâfiiyyeti’l-Kübrâ ve es-Seyfül Meşhur adlı eserlerinde İmam Mâturîdî’nin adına yer vermesine rağmen onun mezhebini Hanefîyye olarak zikreder.29 İbn Teymiyye (728/1328) ise Der’ü Tearruzi’l-Akl ve’n-Nakl ve Kitâbü’l-Îmân adlı eserlerinde İmam Mâturîdî’den Ebû Hanife’nin takipçisi olarak bahseder.30 Hanefîlik ile Mâturîdîlik arasındaki sıkı ilişki Selçuklu tarihçilerinden İbnü’l-Cevzî tarafından da dile getirilmektedir. İbnü’l- 28 Şükrü Özen, İmam Mâturîdî’nin Fıkıh Usûlünü Yeniden İnşası, İstanbul 1997, 33- 34. (Basılmamış Doçentlik Takdim Tezi) Bu konu hakkında daha geniş bilgi için bkz., Özen, İmam Mâturîdî’nin Fıkıh Usûlünü Yeniden İnşası, 32-42. 29 Subkî, Subkî, Tâcüddîn Ebû Nasr Abdülvahhâb b. Ali b. Abdülkâfî (771/1369), Tabakâtü’ş-Şâfiiiyyeti’l-Kübrâ, nşr. Mahmud Muhammed et-Tanâhî-Abdülfettah M. el-Hulv, Kahire 1385/1965, III/384. 30 İbn Teymiyye Takiyüddin Ahmed b. Abdülhâlim (728/1328), Der’ü Teâruzi’l-Akl ve’n-Nakl, nşr. Muhammed Reşâd Sâlim, Riyad 1979, II/245; krş., İbn Teymiyye Takiyüddin Ahmed b. Abdülhâlim (728/1328), Kitâbü’l-Îmân, nşr., Hüseyin Yusuf el-Gazzâl, Beyrut 1406/1986, 372–373. Ahmet AK MİLEL VE NİHAL inanç– kültür–mitoloji 234 Cevzî’nin el-Muntazam adlı eserinde geçen bir kayda göre 538/1144 yılında Hanefî fakihi Hasan b. Ebû Bekir en-Nîsâbûrî, Sultan Mesud’la birlikte gittiği Bağdat’ta minberden Eş’arî’ye açıktan lanet okumuş ve orada bulunan halka şöyle hitap etmiştir: “Şâfî ol, Eş’arî olma; Hanefî ol, Mutezilî olma; Hanbelî ol, Müşebbihe’den olma”.31 Bu kayıtta geçen söz konusu âlim için “en-Nîsâbûrî” nisbesi ve “Hanefî ol, Mutezilî olma” ifadesinden Hasan en-Nîsâbûrî’nin Mutezile’ye muhalif Horasanlı bir Hanefî olduğu anlaşılmaktadır. Ebü’lMuîn en-Nesefî’nin Horasan ve Mâverâünnehir’de itizal fikrine sahip olmayan Hanefîlerin İmam Mâturîdî’nin reisliğini yaptığı Semerkantlı âlimlerle aynı görüşte olduklarına dair kayıt, bu sözü söyleyen Hasan b. Ebi Bekir’in Hanefî-Mâturîdî düşünceye sahip olduğuna işaret etmektedir.32 Bu bakımdan Hasan en-Nîsâbûrî’nin yukarıda geçen “Hanefî ol, Mutezilî olma” sözünü “HanefîMâturîdî ol, Hanefî-Mutezilî olma” şeklinde anlamak mümkündür. Önde gelen İslam Tarihçilerinden İbn Kesîr’e göre Selçuklular, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat,33 Hüseynî’ye göre ise Hanefî mezhebine34 mensuptular. Bir başka İslam Tarihçisi olan Barthold’a göre de Selçuklular, “Samanoğlu devletine hâkim mezhep olan ve orada Türkler tarafından kabul edilmiş bulunan Hanefî mezhebinin mutaassıp koruyucuları olmuşlardır< Selçuk’un torunları İslâm Sultanları olmak sıfatıyla Karahanlılar’a nispeten İslâm’ın ve Ehl-i Sünnet’in daha gayretli savunucuları olmuşlardır.”35 Başka bir çalışmada detaylarıyla ortaya koyduğumuz üzere, Ebü’l-Yüsr elPezdevî (493/1099), Ebü’l-Muîn en-Nesefî (508/1114), Ömer enNesefî (537/1142), Alâuddin es-Semerkandî (539/1144) ve Nured- 31 İbnü’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec Abdurrahman b. Ali b. Muhammed (597/1200), elMuntazam fî Târîhi’l-Mülûk ve’l-Ümem, thk., Süheyl Zekkâr, Beyrut 1415/1995, X/344. 32 Krş.,Özen, Mâturîdî’nin Fıkıh Usûlünü Yeniden İnşası, 192. 33 İbn Kesir, İsmail b. Ömer İmâdüddin Ebü’l-Fidâ (774/1373), el-Bidâye ve’nNihâye, Beyrut 1990. XII/69; Ebû Abdullah Muhammed el-Azîmî, Azîmî Tarihi Selçuklularla İlgili Bölümler, nşr., Ali Sevim, Ankara 1988, 13. 34 Sadreddin Ebü’l-Hasan Ali b. Nâsır el-Hüseynî, (590/1194), Ahbâru’d-Devleti’sSelçûkiyye, trc. Necati Lügal, Ankara 1943, 2. 35 V. V. Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Dersleri, yay., Haz., Hüseyin Dağ, Ankara 2004, 98. Mâturîdîliğin Hanefilik ile İlişkisi MİLEL VE NİHAL inanç–kültür–mitoloji 235 din es-Sâbûnî (580/1184) gibi önde gelen Hanefî-Mâturîdî âlimlerin tamamı Selçuklular döneminde yaşamışlar ve fıkıhta İmam-ı Azam Ebû Hanife’nin, itikatta ise İmam Mâturîdî’nin görüşlerini yaymaya çalışmışlardır.36 8. Mâturîdîlik ile Hanefîlik arasındaki yakın ilişki çağdaş araştırmacılar tarafından da kabul edilmektedir. Wilferd Madelung, Ulrich Rudolf, Carl Brockelmann, İzmirli İsmail Hakkı, Montgomery Watt, Ethem Ruhi Fığlalı ve Sönmez Kutlu gibi çağdaş araştırmacılara göre de Mâturîdîlik ve Hanefîlik birlikte yayılmıştır.37 9. İmam Mâturîdî’nin yaşadığı dönemde Semerkant, dünyanın önde gelen ilim ve kültür merkezlerinden birisi idi. Nitekim Ömer Nesefî, el-Kand fi Zikri Ulema-i Semerkand adlı eserinde yerli halkın yanı sıra Belh, Buhâra, Nesef, Nîsâbûr hatta Bağdat gibi uzak şehirlerden Semerkant’a ilim öğrenmeye gelen çok sayıda öğrenciden bahsetmektedir.38 Bu kayıttan anlaşıldığına göre Semerkant’a okumaya gelenlerin bir kısmı yetişip ilmî faaliyetlerini bu şehirde sürdürmüşler, bir kısmı ise orada okuduktan sonra ya kendi memleketlerine ya da başka şehirlere giderek, oralara Hanefî-Mâturîdî kültürü götürmüşlerdir. Bu sebeple, Mâturîdîliğin yayılışında Semerkant’ta okuyan Hanefî âlimlerin katkıları büyük olmuştur. 10. Şâfî-Eş’arî dayanışması karşısında Selçuklu sultanlarının ve Hanefî fakihlerin genelde Mâturîdî’nin fikirlerini benimsemiş ve desteklemiş olması da Hanefîliğin Mâturîdîlikle özdeşleştirilmesine yol açmıştır. Daha sonra Selçukluların Orta Doğu ve Anadolu’ya yerleşmesiyle Mâturîdî’nin fikirlerini benimseyip savunan 36 Geniş bilgi için bkz., Ak, Ahmet, Selçuklular Döneminne Mâturîdîlik, Ankara, 2009, 130-176. 37 Bkz., Madelung, “Mâturîdîliğin Yayılışı ve Türkler”, 319; Rudolp, al-Maturîdî und Die Sünnitische Theologie in Semerkand, 161; Kutlu, “Bilinen ve Bilinmeyen Yönleriyle Mâturîdî”, 21, 22; Ulrich Rudolp, “Mâturîdîliğin Ortaya Çıkışı,” çev., Ali Dere, İmam Mâturîdî ve Mâturîdîlik, Ankara 2003, 302, 303; Özen, Mâturîdî’nin Fıkıh Usûlünü Yeniden İnşası, 70; Watt, İslâmî Tetkikler İslâm Felsefesi ve Kelâmı, 77; İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlmi Kelâm, nşr., Sabri Hizmetli, Ankara 1981, 67. 38 Semerkant’a Buhara’dan gelen bazı kişiler için bkz., Ömer Nesefî, el-Kand, Riyad 1991, 178, 242, 259, Belh’ten gelenler için bkz., 143, 175, Nesef’ten gelenler için bkz. 145, 146, 155, 160, 162, 163, 166, Bağdat’tan gelenler için bkz., 212, 243, Nîsâbûr’dan gelenler için bkz., 154, 177, 190, 213, 280. Ahmet AK MİLEL VE NİHAL inanç– kültür–mitoloji 236 Mâverâünnehirli Hanefî âlimlerin bu bölgelere davet edilmeleri ve onların eğitim-öğretimde, yargıda ve saray çevresinde hâkim olmaları da Hanefî-Mâturîdî birliğinin / birlikteliğinin pekişmesinde önemli rol oynamıştır.39 11. Ebû Mansûr el-Mâturîdî, kendisinden sonra gelen Hanefî kelâm âlimlerini önemli ölçüde etkilemiştir. Bu yüzden onun görüşleri, önce Mâverâünnehir’de, daha sonra Horasan ve diğer bölgelerde Hanefîlik ile birlikte yayılmıştır.40 Ayrıca İmam Mâturîdî, Ebû Hanife’nin görüşlerini sistemleştirdiği için daha sonra gelen Hanefîler, akâidde Mâturîdî olarak isimlendirilmişlerdir. Bundan dolayı Mâturîdîlik ile Hanefîlik adeta eş anlamlı iki isim41 daha net olarak söyleyecek olursak birbirini tamamlayan itkadi ve fıkhi iki mezhebin ismi, İmam Mâturîdî de, İmam Azam ebu Hanife’nin itikadi görüşlerini geliştirip, sistemleştiren büyük bir alim olarak kabul edilmiştir. Yukarıda maddeler halinde ifade edildiği üzere Kitâbü’tTevhîd ve Kitâbü’t-Te’vîlât gibi önemli eserler veren ve çok sayıda öğrenci yetiştiren İmam Mâturîdî, hem yaşadığı dönemde ve hem de vefatından sonra Hanefîler arasında büyük itibar görmüştür.42 Mâturîdî’nin eserleri ve görüşleri Hanefi alimler tarafından nesilden nesile aktarılmıştır.43 Böylece İmam Mâturîdî’nin görüşleri Semerkant merkez olmak üzere Mâverâünnehir’deki Hanefîler arasında yayılmaya başlamıştır. Zamanla İmam Mâturîdî, Hanefîler tarafından Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in ileri gelen bir imamı; fikirleri ise “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat”in görüşleri şeklinde ifade edilmiştir. Bu bakımdan Mâturîdîliğin günümüzden yaklaşık 1000 yıl önce bugünkü Özbekistan’ın sınırları içerisinde bulunan Semerkant’ta ortaya çıktığını söylemek ve Selçuklulara kadar olan 39 Geniş bilgi için bkz., Ak, Selçuklular Döneminde Mâturîdîlik, 112-130; krş.,Wilferd F. Madelung, “Mâturîdîliğin Yayılışı Ve Türkler”, Çev. Muzaffer Tan, İmam Mâturîdî ve Mâturîdîlik, Ankara 2003, 305-368. 40 Carl Brockelmann, Tarihu’l-Edebi’l-Arab, trc., A. en-Neccâr, Kahire 1991, 141– 142; Watt, İslâmî Tetkikler İslâm Felsefesi ve Kelâmı, 77. 41 Sarıkaya, İslâm Düşüncesinde Mezhepler, 82. 42 Geniş bilgi için bkz., Kutlu, “Bilinen ve Bilinmeyen Yönleriyle İmam Mâturîdî”, 20, 21; Ak, Mâturîdî ve Mâturîdîlik, 53-55. 43 Geniş bilgi için bkz., Ak, Mâturîdî ve Mâturîdîlik, 47, 48, 128-158. Mâturîdîliğin Hanefilik ile İlişkisi MİLEL VE NİHAL inanç–kültür–mitoloji 237 dönemi de “Mâturîdîliğin Oluşum Dönemi” olarak isimlendirmek mümkündür.44 Selçuklular döneminde ise Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî (493/1099), Ebü’l-Muîn en-Nesefî (508/1114), Ömer en-Nesefî (537/1142), Alâuddin es-Semerkandî (539/1144) ve Nureddin es-Sâbûnî (580/1184) gibi önde gelen Hanefî-Mâturîdî âlimler yaşamışlar ve onların tamamı fıkıhta İmam-ı Azam Ebû Hanife’nin, itikatta ise İmam Mâturîdî’nin ismini ve görüşlerini yaymaya çalışmışlardır. Söz konusu Hanefi alimler, Akaidü’n-Nesefi, Tabsıratü’l-Edille ve Mâturîdîyye Akaidi olarak Türkçeye tercüme edilen el-Bidaye fi Usuli’d-Din gibi Mâturîdîliğe ait en önemli eserleri Selçuklular döneminde vermişlerdir. Diğer bir ifadeyle Selçuklu Hanefi alimleri imam Mâturîdî’nin görüşlerini öğretmek için kıymetli eserler yazarak ve çok sayıda öğrenci yetiştirerek Hanefi-Mâturîdîliği birlikte Ehl-i Sünnet adıyla savunup yaymaya çalışmışlardır. Bu bakımdan Selçukluların hakim olduğu dönemi, “Mâturîdîliğin Yayılış Dönemi” olarak isimlendirmek mümkündür.45 Selçuklular Döneminde Mâturîdîlik adlı kitabımızda genişçe ortaya koyduğumuz üzere Hanefîliğin, Selçukluların özellikle ilk ve orta dönemlerinde hem bir fıkıh ekolü hem de Mâturîdîliği de içine alan kelâmî bir ekol / mezhep olarak algılandığı ve aynı zamanda bu durumun hem Hanefîlerce hem de diğer mezhep mensuplarınca genel kabul gördüğü anlaşılmaktadır. Kezâ bu dönemde Mâturîdîlik yerine Hanefîyye isminin kullanılmış olması, İmam Mâturîdî’nin görüşlerinin Ebû Hanife’nin görüşlerine dayanmasından ve İmam Mâturîdî’nin “İmam-ı Azam” ve “İmam-ı Celil” gibi unvanlarla Hanefîlerin gönlünde taht kuran Ebû Hanife’nin gölgesinde kalmasından da kaynaklanmış olabilir. Şunu da belirtmemiz gerekir ki, yaptığımız araştırmalar çerçevesinde Hanefî âlimlerin hemen hepsi itikatta İmam Mâturîdî’nin görüşleri etrafında birleşmelerine ve Mâturîdîliğe ait temel kaynakların çoğunun yine bu âlimler tarafından yazılmasına 44 Geniş bilgi için bkz., Ak, Selçuklular Döneminde Mâturîdîlik, Ankara, 2009, 81-95. 45 Geniş bilgi için bkz., Ak, Selçuklular Döneminde Mâturîdîlik, 95-186. Ahmet AK MİLEL VE NİHAL inanç– kültür–mitoloji 238 rağmen, ilk dönemlerde Mâturîdîlik isminin henüz kullanılmadığı sonucuna ulaştık. Buna ilaveten o dönemde Mâturîdîlik yerine Hanefiyye, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat ve Mâturîdî ve Tâbileri gibi isimlerin kullanıldığını da tespit ettik. Bu yüzden bazı kaynaklarda, Mâturîdîlik yerine bazen Hanefiyye / Hanefîlik, bazen de Hanefî-Mâturîdîlik kavramı kullanılmaktadır. Sonuç olarak İmam Mâturîdî’nin hoca silsilesinin Ebû Hanife’ye dayanması, Mâturîdî’nin Ebû Hanife’nin fıkhi ve özellikle itikadi görüşlerini çok iyi bilmesi, bunları geliştirip sistemleştirmesi, Hanefî âlimlerin Tabsıratü’l-Edille gibi Mâturîdîyye akâidi ile elHidâye gibi Hanefî fıkıh kitaplarını birlikte okutmuş olmaları, İmam Mâturîdî’nin eserlerini nesilden nesile aktararak okutmaları, hatta tefsirini şerh etmiş olmaları, bütün bunlardan başka Hanefî olmayan bazı kaynaklar ile çağdaş araştırmacıların konuyla ilgili ifadeleri İmam Mâturîdî ile Ebû Hanife ve dolayısıyla Mâturîdîlik ile Hanefîlik arasında çok sıkı bir bağ olduğuna kuvvetli birer delil teşkil etmektedir. Ayrıca öteden beri itikatta Mâturîdî olanların fıkıhta Hanefî mezhebine mensup oldukları da bir gerçektir. Bu bakımdan itikatta Mâturîdî mezhebini benimseyenlerin hemen tamamının amelde Hanefî mezhebine mensup olduğunu ifade etmek mümkündür. Bütün bunlar, Mâturîdîlik ile Hanefîlik arasında çok sıkı bir bağ olduğunu açıkça göstermektedir. Bütün bu değerlendirmeler ışığında Mâturîdîlik ile Hanefîlik için, bir bütünün ayrılmaz iki parçası gibidir veya birisi itikadi diğeri fıkhi olmak üzere birbirini tamamlayan iki mezhebin ismidir diyebiliriz. Kaynakça Ak, Ahmet, Büyük Türk Alimi Mâturîdî ve Mâturîdîlik, İstanbul 2008. Ak, Ahmet, Selçuklular Döneminde Mâturîdîlik, Yayınevi yayınları, Ankara 2009. Atay, Hüseyin, “Fatih-Süleymaniye Medreseleri Ders Proğramları ve İcâzetnâmeleri”, Vakıflar Dergisi, Ankara 1981, Cilt: 13, s. 197–198. el-Azîmî, Ebû Abdullah Muhammed, Azîmî Tarihi Selçuklularla İlgili Bölümler, nşr., Ali Sevim, Ankara 1988. Barthold, V. V., Orta Asya Türk Tarihi Dersleri, yay., Haz., Hüseyin Dağ, Ankara 2004. Mâturîdîliğin Hanefilik ile İlişkisi MİLEL VE NİHAL inanç–kültür–mitoloji 239 el-Beyâzî, Kemâlüddin Ahmed b. Hasan, İşârâtü’l-Merâm an İbâreti’l-İmâm, thk., Yusuf Abdürrazzak, Kahire 1949. Brockelmann, Carl, Tarihu’l-Edebi’l-Arab, trc., A. en-Neccâr, Kahire 1991. Fığlalı, Ethem Rûhi, Çağımızda İtikâdî İslâm Mezhepleri, İzmir 2004. Huleyf, Fethullah, Kitâbü’t-Tevhîd Mukaddimesi, 5;Yazıcıoğlu, Mâturîdî ve Nesefî de İrade Hürriyeti. el-Hüseynî, Sadreddin Ebü’l-Hasan Ali b. Nâsır, Ahbâru’d-Devleti’sSelçûkiyye, trc. Necati Lügal, Ankara 1943. İbn Kesir, İsmail b. Ömer İmâdüddin Ebü’l-Fidâ (774/1373), el-Bidâye ve’nNihâye, Beyrut 1990. İbn Teymiyye Takiyüddin Ahmed b. Abdülhâlim (728/1328), Kitâbü’lÎmân, nşr., Hüseyin Yusuf el-Gazzâl, Beyrut 1406/1986. İbn Teymiyye Takiyüddin Ahmed b. Abdülhâlim, Der’ü Teâruzi’l-Akl ve’nNakl, nşr. Muhammed Reşâd Sâlim, Riyad 1979. İbn Zekeriya, Yahya b. İshâk, Şerhu Cümeli Usûli’d-Din li Ebî Seleme esSemerkandî, Süleymaniye Ktp. Şehid Ali Paşa Bölümü, Nu: 1648/II. İbnü’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec Abdurrahman b. Ali b. Muhammed (597/1200), el-Muntazam fî Târîhi’l-Mülûk ve’l-Ümem, thk., Süheyl Zekkâr, Beyrut 1415/1995. İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlmi Kelâm, nşr., Sabri Hizmetli, Ankara 1981. Kutlu, Sönmez, “Ebû Mansûr el-Mâturîdî’nin Mezhebî Arka Planı”, İmam Mâturîdî ve Mâturîdîlik, Ankara 2003. Madelung, Wilferd F., “Mâturîdîliğin Yayılışı Ve Türkler”, Çev. Muzaffer Tan, İmam Mâturîdî ve Mâturîdîlik, Ankara 2003, 305-368. en-Nesefî, Ebû Hafs Necmüddin Ömer b. Muhammed b. Ahmed, el-Kand fî Zikri Ulemâ-i Semerkand, nşr. Nazar Muhammed Faryâbî, Riyad 1991. en-Nesefî, Ebû’l-Muîn Meymun b. Muhammed, Tabsıratü’l-Edille fî Usûli’dDîn alâ Tarîkâti’l-İmam Ebi’l-Mansûr el-Mâturîdî, nşr., Claude Saleme, Dımaşk 1993. en-Nesefî, Ebü’l-Muîn Meymun, Tabsıratü’l-Edille fî Usûli’d-Dîn, Süleymaniye Ktp., Fatih Bölümü, Nu: 2907, v. 1a ve Bayazıt Bölümü, Nu: 3063. en-Nesefî, Ebü’l-Muîn Meymun,Tabsıratü’l-Edille fî Usûli’d-Dîn, neşre Haz. Hüseyin Atay, Ankara 2004. en-Nesefî, Ebü’l-Muîn, et-Temhîd fî Usûli’d-Dîn, nşr., Abdülhay Kâbil, Kahire 1407/1987. en-Nesefî, Hafizüddin Ebü’l-Berekât Ahmed b. Mahmud, Şerhu’lMüntehâb, thk. Sâlim Öğüt, Kahire 1988. Özen, Şükrü, İmam Mâturîdî’nin Fıkıh Usûlünü Yeniden İnşası, İstanbul 1997. Pezdevî, Ebû’l-Yüsr Muhammed b. Muhammed b. Hüseyin (493/1099), Ehli Sünnet Akaidi, çev. Şerafeddin Gölcük, İstanbul 1998. Rudolph, Ulrich, “Mâturîdîliğin Ortaya Çıkışı,” çev., Ali Dere, İmam Mâturîdî ve Mâturîdîlik, Ankara 2003. Ahmet AK MİLEL VE NİHAL inanç– kültür–mitoloji 240 Rudolph, Ulrich, al-Maturîdî und Die Sünnîtische Theologie in Semerkand, Leiden New York-Köln 1997. Sarıkaya, M. Saffet, İslâm Düşünce Tarihinde Mezhepler, Isparta 2001. es-Sâbûnî, Nureddin Ahmed Ahmed b. Mahmud b. Ebî Bekr, el-Bidâye fî Usûlid-Dîn, thk. Bekir Topaloğlu, Ankara 1982. es-Semerkandî, Alâuddin Alâuddin Ebû Bekir Muhammed b. Ahmed, Mîzânü’l-Usûl fî Netâici’l-Ukûl, Katar 1404/1984. es-Semerkandî, Alâuddin Ebû Bekir Muhammed b. Ahmed, Şerhu Te’vîlâtü’l-Kur’an, Süleymaniye Ktp, Medine Bölümü, Nu: 179. es-Sivâsî, İbnü’l-Hümâm Muhammed b. Abdülvâhid, Kitâbü’l-Müsâyere, İstanbul 1979. Subkî, Tâcüddîn Ebû Nasr Abdülvahhâb b. Ali b. Abdülkâfî (771/1369), Tabakâtü’ş-Şâfiiiyyeti’l-Kübrâ, nşr. Mahmud Muhammed et-TanâhîAbdülfettah M. el-Hulv, Kahire 1385/1965. Yazıcıoğlu, M. Sait, “Mâturîdî Kelâm Ekolünün İki Büyük Siması: Ebû Mansûr el-Mâturîdî ve Ebü’l-Muîn en-Nesefî”, AÜİFD, C. 27 (1985). Yeprem, M. Saim, İrade Hürriyeti ve İmam Mâturîdî, İstanbul 1980. ez-Zebîdî, Seyyid Muhammed Murtazâ b. Muhammed el-Hüseynî, İthâfü’sSaadeti’l-Muttekîn bi Şerhi İhyâ-i Ulûmi’d-Dîn, Dâru’l-Fikr trz.
.
İslam Mezhepleri Tarihi’nde Mâtürîdî* Osman Oral** Giriş Türk-İslam âlimi Mâtürîdî’nin tam ismi Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd el-Mâtürîdî es-Semerkandî el-Hanefi (ö.333/944)’dir.1 O, inanç silsilesinde Hanefî mezhebinin imamı, büyük müctehid İmam-ı A’zam Ebû Hanîfe (ö.150/767)’yi anlayan, onun itikâdî görüşlerini dönemine, çağına ve daha sonraki dönemlere sistemleştirerek aktaran bir âlimdir.2 Özellikle İslam dünyası ve Türk toplumu için hatırlanması ve örnek alınması gereken önemli şahsiyetlerden olan Mâtürîdî, tefekkür ve bilim tarihinin kilometre taşlarını oluşturan, çağının gelişmelerine damga vurarak daha sonraki dönemlerde de referans alınan müstesnâ düşünürlerden biridir. O, imâm (kendisine uyulan, önder), âlemü’l-hüda (hidâyet meş’alesi, sancağı), imâmü’l-hüda (hidâyet önderi), imâmü’l-mütekellimin (Kelâm âlimlerinin lideri), musahhihu akâidi’l-müslimin (müslümanların akaidini yanlışlardan arındıran), reisü ehl-i sünne (ehl-i sünnetin reisi), şeyhü’l-imâm, eş-şeyh el-imâm ezzahit reisü ehl-i sünnet vb. gibi lakâplarla tanındı. 3 Mâtürîdî, dinî konularda Kur’ân bütünlüğünü merkeze alan rasyonel ve dengeli yorumlarıyla tarihi süreç içerisinde gelişen Ehl-i Sünnet çizgisinin oluşumu ile yaşadığı dönemde birçok akımların etkisine ve tehdidine maruz kalan İslam toplumunun birlik ve bütünlüğüne de birçok açıdan çok önemli katkılar yapmıştır. İfrat ve tefrit yani aşırı görüşlerden uzak olunmasını isteyen Mâtürîdî, Allah’ın * Bu tebliğ “Mâtürîdî’nin Hikmet Anlayışı” adlı doktora tezinden alınmıştır. * Dr., Bozok Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Temel İslam Bilimleri, Kelâm ve İtikadi İslam Mezhepleri Anabilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi, Yozgat/TÜRKIYE, osman-oral@hotmail. com ORCID: 0000-0002-6403-5144 1 Bkz. Ebû’l-Muîn en-Nesefi , Tabsıratü’l-Edille fi Usuli’d-Din, Tahk. Hüseyin Atay,Şaban Ali Düzgün, DİB Yayınları, Ankara 2004, I, 19, 29. 2 Bkz. Ebû Muhammmed Abdulkadir b. Muhammed Ebû’l-Vefa el-Kureşi, el-Cevahirü’l-Mudiyye fi Tabakati’l-Hanefi yye, Kahire 1413/1993, II, 130 vd; Ebü’l-Hasenât Muhammed b. Abdulhay Leknevî, el-Fevâidü’l-Behiyye fi Terâcimi’l-Hanefi yye, Kahire 1324, s. 195. 3 Bkz. Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, Te’vilâtü Ehli’s-Sünne, Tahk. Mecdi Basellum, Darü’l-Kütübü’lİlmiye, Beyrut 2005, I, 73: Nesefi , age., I, 19, 29; Ebû’l-Vefa, age., II, 130 vd; Leknevî, age., s. 195. Osman Oral 170 aşırılıklardan uzak “vasat ümmet”4 kılması ve Hz. Peygamber’in de işlerin en hayırlısının iki uçta yani ifrat ve tefritte kalmayıp orta yolu takip eden mezhepleri işâret etmesiyle kişinin de dînî konularda itidâli görüşleri seçmesini tavsiye ettiğini söyler.5 O, dini anlama konusunda araştırmacı, sorgulayıcı bir ruhla gelişimi ve ilerlemeyi hedefl eyip, daha hoşgörülü bir tutum sergiler, aklın ve naklin ışığında meseleleri çözmeye çalışır. Böylece Selef akîdesi onun elinde yorumlanarak Kelâm İlmi’ne dönüşür ve “Mâtürîdîyye” denilen itikâdî mezhep de tarihte yerini almış olur. Mâtürîdî’nin Ebû Hanîfe’ye dayanan inanç konularını aklî, ilmî verilerle destekleyip aklîleştirilmesi, onun kelâm sisteminin teşekkülünün temelini oluşturur. O, birey ve toplumları dışlamak yerine birleştirici ve bütünleştirici, dinin özünü ilgilendirmeyen görüş farklılıklarını hoşgörüp, onların sahiplerini dinden çıkmış saymamaktadır.6 Akla, tefekküre, analitik düşünmeye önem veren Mâtürîdî’nin birleştirici ve bütünleştirici görüşlerinin özellikle günümüz İslam dünyası ve Türk toplumu için hatırlanması ve örnek alınması, gelecek kuşaklara aktarılması önem arzetmektedir. A. Hayatı Mâtürîdî’nin ilmi üstünlüğü ve faziletli kişiliği sebebiyle pek çok isim ve lakâpla anılmasına rağmen ne zaman doğduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte,7 hicrî üçüncü asrın ortalarında bugünkü Özbekistan Cumhuriyeti Semerkand şehrinin Mâtürîd kasabası veya köyünde muhtemelen 238/852 yılında doğdu.8 333/944 yılında Semerkand’ta vefât etti. Genellikle bilginlerin gömüldüğü Çakerdize Mezarlığı’na defnedildi.9 Burada medfûn bulunan âlimlerin özelliği Mâtürîdî anlayışının oluşumunda önemli bir yere sahip oldukları, aynı sosyal sınıftan ve 4 Bakara, 2/143. 5 Mâtürîdî, Hz. Peygamber’in ümmetin fırkalara ayrılacağını haber verdiğini, kendisi ve ashabının mezhebine sarılmalarını işaret ettiğini, bunun da Hak ehli yani Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat olduğunu söyler. Ebû Mansur el-Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, Tahk. A.Vanlıoğlu, Mîzân Yay., İstanbul 2005, I, 82, II, 245-6. 6 Ebû Mansur Mâtürîdî, Kitabu’t-Tevhid, haz. B.Topaloğlu,M.Aruçi, İSAM, Ankara 2005, s. 518, 521-3. 7 Bkz. Ebû Sa’d Abdülkerim b. Muhammed b. Mansûr Sem’ani, el-Ensab, Neşr. Abdurrahman b. Yahya el-Muallimi el-Yemani, Beyrut 1400/1980, I, 498, V, 144, 155. 8 Bkz. Mâtürîdî, Tevhid, s. XIX; Leknevî, age., s. 195; Ebû Muhammed Muhyiddin Abdülkâdir b. Muhammed İbn Sâlim İbn Ebi’l-Vefâ, el-Cevâhiru’l-Mudıyye fî Tabakâti’l-Hanefi yye, Tahk. Abdülfettah M.el-Hulv, Dârü’l-Hicr li’t-Tıbaa’ ve’n-Neşr, Kahire 1993, III, 360–1; Ebü’l-Fidâ Z. Kâsım b. Kutluboğa, Tâcü’t-Terâcim, Tahk. M. Hayr Ramazan Yusuf, Dârü’l-Kalem, Dımaşk 1992, s. 249. 9 Bkz. Sem’ani, age., I, 498; Leknevî, age., s. 195. 171 İslam Mezhepleri Tarihi’nde Mâtürîdî onun ideolojisini yansıtan, aynı mektebe (Djuzdaniyya-Mâtürîdî) mensup âlimlerin buraya gömülmesidir.10 Arkadaşı ve öğrencisi Hâkim es-Semerkandî (ö.340/951) mezar taşına: “Burası bütün hayatını ilme adayan, gücünü ilmin yaygınlaşması ve öğretilmesi yolunda tüketen, din yolundaki eserleri övgüyle anılan ve ömrünün meyvelerini devşiren kişinin kabridir”11 ibaresini yazdırtmıştır. Mezartaşındaki bu ifade onun ilmî kişiliğini gösterdiği gibi aynı zamanda orada defnedildiğini gösteren bir delil kabul edilebilir. Mâtürîdî âilesinin fertleri hakkında babası ve dedesinin (Muhammed b. Mahmud) adından başka bir şey bilinmemektedir.12 Mâtürîdî hakkında birçok sebepten dolayı döneminde ve sonraki kaynaklarda fazlaca bir bilgi de bulunamamaktadır.13 O’na verilen “Ensarî” lakabının, soy olarak değil de müslümanlara yardım ettiği için olduğu söylenir.14 Mansûr künyesini kullanması onun Mansûr adlı bir oğlu olduğunu akla getirse de Mâtürîdî, Tebbet sûresinin tefsirinde Ebû Leheb’in künyesi münasebetiyle -künyelerin anlamları üzerinde açıklama yaparken- “Ebû Mansûr” künyesinin örfen, evlâdı olmayan kişiye Mansûr adında oğlu olması temennisiyle verilebileceğini kaydeder.15 Örnek olarak bu künyenin seçimi bir rastlantı değilse kendisinin erkek oğlu bulunmadığının bir işareti sayılabilir. Mâtürîdî’nin nesli ise kızı ile devam ettiği tahmin edilmektedir. Mâtürîdî’nin Semerkand’ın Siyab merkez ilçesinin ikinci Şark Mahallesi Gücdüvan sokağında yer alan mezarının bulunduğu alana 2000 yılında yeni bir türbe ve etrafına bir külliye inşa edilmiştir.16 B. Mâtürîdî’nin Yaşadığı Çevre ve Mezhepler Mâtürîdî, doğduğu şehrin adıyla “Semerkandî” nisbeti ile de anılır.17 Semerkand ve çevresinin Türklerin çoğunlukla bulunduğu bir bölge olması gözönünde alındığında Mâtürîdî’nin Türk asıllı olma ihtimâli yüksektir. Eserlerinde yer alan cümlelerin birçok yerde Türkçe cümlelerin kuruluşuna benzediği gözlenir. Bu sebeple 10 Çakerdize Mezarlığı’nda medfûn olan Mâtürîdî’nin soyundan gelen iki kişiden bahsedilir ve bunların da kızının torunları olduğu belirtilir. Bunlar, Şeyh Kâdı Hasan el-Mâtürîdî (ö.450/1058) dir. Kâdı Ebû’l-Hasan Ali b. Hasan el-Mâtürîdî (ö.511/117) de babaannesi Mâtürîdî’nin kızının kızıdır. Bkz. Aşirbek Muminov, “Mâtürîdîlik Araştırmalarında Kaynak Olarak Semerkant Câkardize Mezarlığı”, İmâm Mâtürîdî ve Mâtürîdîlik, MÜ, 2009, s. 453. 11 Bkz. Nesefi , age., I, 471-2; Şükrü Özen, “Mâtürîdî”, DİA, İstanbul 2005, XXVIII, 147. 12 Bkz. Ahmet Ak, Büyük Türk Âlimi Mâtürîdî ve Mâtürîdîlik, İstanbul 2008, s. 36-7?. 13 W. Montgomery Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, Terc. E. Ruhi Fığlalı, Ankara 1981, s. 390. 14 Bkz. Mâtürîdî, Tevhid, s. XVIII; Sönmez Kutlu, “Bilinen ve Bilinmeyen Yönleriyle İmâm Mâtürîdî”, İmâm Mâtürîdî ve Mâtürîdîlik, 2011, s. 24. 15 Mâtürîdî, Te’vilâtü Ehli’s-Sünne, X, 602; Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, XVII, 364. 16 Bkz. Özen, “Mâtürîdî”, DİA, XXVIII, 146. 17 Mâtürîdî, Tevhid, s. XI, Bkz. Nesefi , age., I, 19, 29. Osman Oral 172 Mâtürîdî’nin Türk asıllı olma ihtimali kuvvet kazanır.18 Ceyhun nehrinin batı yakasının adı Horasan’dı. Bölgede Nesef, Semerkand, Buhârâ, Tirmiz, Taşkent, Fergana gibi önemli kültür merkezleri yer alıyor, Buhârâ’ya İslam’ın kubbesi deniliyordu.19 Bölge âlimlerin yetişmesi için müsâitti. Merv, Belh, Maverâünnehr bölgeleri gibi birçok Türk şehirleri Ebû Hanîfe’nin mezhebine mensuptu.20 Semerkand’taki Hanefi lerin önderi kabul edilen Mâtürîdî ve hocaları Ebû Hanîfe’nin itikad ve fıkıh anlayışını benimsemişlerdi. Mâtürîdî’nin fi kirleri, önceleri “Semerkand Hanefi liği”, daha sonraları da “Mâtürîdîlik” olarak isimlendirilmişti. Ebû Hanîfe’nin fıkha ve itikada dâir görüşleri ilk başlarda “Hanefi lik” denilmekteyken, Mâtürîdî’nin onun itikadî görüşlerini sistemleştirmesinden sonra bu yapı genel olarak “Mâtürîdîlik” şeklinde adlandırıldı. 21 Ancak fıkıh sahasında Ebû Hanîfe’nin görüşlerinin takip edilmesi nedeniyle bu sahada Hanefi lik ismi kullanılmaya devam etti. Türklerin hâkimiyeti altında olan yerlerde akla ve fi kri özgürlüğe değer veren Hanefi lik yaygındı. İtikâdî ve fıkhî mezhepler bu topraklarda üstünlük sağlamıştı. Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkim olduğu bölgelerde müslüman Türkler, genelde fıkıhta “Hanefi yye”, akâidde de “Mâtürîdîyye” mezhebini benimsemişlerdi.22 Mâtürîdî’nin yetiştiği coğrafya ve bu coğrafyaya hâkîm “Samanîler” hakkında tarihçi İbn Hallikân (ö.681/1282): “Samanoğulları hükümdarları Mâverâünnehir ve Horasan civarlarına hükmediyor, yönetim ve icraatları ile hükümdarların en hayırlısı konumundaydılar. Hükümdarlar için “Sultanü’z-Selâtin” ünvânı kullanılır ve hep bu isimle anılırlardı. Adâlet, dindarlık ve ilim onların özelliklerindendi”23 cümlesini kaydeder. Makdisî (ö.682/1283) de “Bu bölge ilim ve âlimler yönünden zirveye ulaşmış bir bölgedir. İlim ve hayrın hazinesidir. İslamın aşılmaz muhkem kalesidir. Bu ülkede fakihler âlimler, krallar seviyesine ulaşmışlardır”24 der. Bölgede fakihler ve âlimlere üstün değer verildiği anlaşılmaktadır.25 18 Bkz. Sem’ani, age., s. 498; Ali Abdülfettah el-Mağribî, İmâmu Ehli’s-sünne ve’l-Cemaa Ebû Mansûr el-Mâtürîdî ve Arauhu’l-Kelâmiyye, Mektebetü Vehbe, Kahire 1405/1985, s. 20 vd. 19 Yakut el-Hamevî, Mu’cem ül-Büldan, Beyrut 1957, VII, 247, 350. 20 Bkz. M. Ebû Zehrâ, İslam’da Siyasi ve Fıkhî Mezhepler Tarihi, terc. Hasan Karakaya,Kerim Aytekin, Hisar Yay., İstanbul 1983, s. 322 vd. 21 Bkz. Nesefi , age., I, 473-4. 22 Bkz. Nureddin es-Sabuni, el-Bidaye fi Usuli’d-Din, Terc. Bekir Topaloğlu, DİB Yay, Ankara 1995, s. 11. 23 Bkz. Ebû’l-Abbas Ahmed İbn Hallikan, Vefeyatü’l-A’yan ve Enbau Ebnai’z-Zaman, Mısır trs. IV, 245. 24 Bkz. Muhammed b.Ahmed el-Makdisi, Ahsenü’t-Tekasim fi Marifeti’l-Ekaim, London 1909, s. 380. 25 Bkz. Makdisi, Ahsenü’t-Tekasim, s. 380. 173 İslam Mezhepleri Tarihi’nde Mâtürîdî Mâtürîdî’nin hayatı boyunca 12 Abbâsî halifesi değişmiş ve son olarak elMuttakî’nin hilâfeti döneminde (329-333/940-944) vefât etmişti. Onun hayatı, Abbasî devletinin zayıfl ama dönemine rastlar. Abbasî Devleti eski gücünü kaybedince Bağdat, tek ilim merkezi olmaktan çıkmış, Semerkand ve Buhârâ gibi Orta Asya şehirleri önem arz etmeye başlamıştı. Meselâ batılı bir yazar, Buhârâ’daki ilmî hareketliliği “doğu memleketleri içinde Buhârâ, İslam’ın kubbesidir ve onlar arasında konumu itibarı ile Bağdat’a benzemektedir. Çevresi âlimlerin nuruyla aydınlanmış, en nadide yüce şahsiyetlerle süslenmiştir. Kadim devirlerden itibaren her çağda o, her bölgeden büyük din âlimlerinin buluştuğu yer olmuştur”26 diyerek dile getirir. Mâtürîdî’nin yaşadığı dönemde Semerkand bölgesi pek çok din, kültür ve akımların kavşak noktasında herkesin çocuklarını okutmak için gönderdiği önemli bir merkezdi. Semerkand âlimleri fıkıh ve hadisi bilen, kelâm ilmi’nde derinleşmiş, bölgedeki bid’at ve dalâlet ehline karşı, amansız mücadele veren kimselerdi. Mâtürîdî’nin Nişabur, Rey, Basra, Bağdat gibi ilim ve kültür merkezlerine seyahat ettiğine dâir kesin deliller bulunmamakla beraber, bu şehirlerin bazılarında yaşayan hocaları kanalıyla kültürleri hakkında bilgi sahibi olduğu düşünülebilir. Çevresindeki bu sosyal şartlar, çeşitli fi kir akımları ve mezheplerin oluşu, Mâtürîdî’nin Ehl-i Sünnet’in en önemli akîde ve düşünce sistemini oluşturması için oldukça müsâitti. O, hür düşüncenin daha yaygın olduğu bir ortamda bulunuyordu. Bu fi krî zemin, felsefî ve kelâmî münâkaşaların seviyesi açısından önem arzetmişti. Eş’ariyye kelâm mektebinin doğup geliştiği yer olan Irak, pek çok bid’at mezhebinin çıktığı bir bölgeydi. Mâtürîdî’nin yetiştiği Maverâünnehr ise Irak’tan uzak olduğu için az da olsa bid’at akımlarından uzak kalmıştı. Mâverâünnehir toprakları, Orta Asya’da Batı Türkistan sınırları içinde kalan ve günümüzdeki Özbekistan ve Tacikistan Cumhuriyetlerini içine alan bir bölgeydi. Samânîler zamanında, başkent Buhâra olmasına rağmen, kalabalık bir yer olan Semerkand yöneticilerin ilim adamlarına vermiş oldukları değer dolayısıyla o zamanda pek çok şehir, ilim merkezi haline gelmiş, hatta oluşturulmuş olan fi kir hürriyeti sayesinde Bağdat’ı aratmayacak derecede gelişmişti.27 Sonraları bu değişik fi kir ve akımlar o bölgelerde de yayıldı. Böylece Horasan bölgesi hariç Mâverâünnehir bölgesinde Mu’tezile fi kirleri hâkim oldu. İlim adamlarının yetişmesinde sosyal çevrenin yanında, bulunduğu ilmî ve kültürel seviyenin etkisi de inkâr edilemez. Mâverâünnehir’de sağlam bir hükümet yapısının 26 Bkz. R. Nelson Frye, “Orta Çağ Başarısı Buhârâ”, çev. Hasan Kurt, AÜİF Dergisi, (2000), XII, 425. 27 Bkz. K Philip Hitti, Siyasî ve Kültürel İslam Tarihi, Terc. Salih Tuğ, İstanbul 1995, s. 727. Osman Oral 174 varlığıyla birlikte, asayiş sağlanıp yüksek sınıfın baskısına karşı alt sınıf koruma altına alınmıştı. Mâtürîdî, Samanîlerin güçlü yönetimi devresi 261-389/874-999 yılları arasında İran’ın bütününe hâkim oldukları dönemde yetişti. Samanoğulları, ilim adamlarını himaye ederlerdi. Dolayısıyla Orta Asya’da bulunan Semerkand, Buhârâ ve civar şehirler, bu yüzyıllarda birer ilim merkezi konumundaydılar. Semerkand bölgesinin o dönemde, Kelâm, Fıkıh, Tefsir, Edebiyat, Tıp, Astronomi ve Felsefe gibi ilimlerin merkezi durumunda olduğu söylenebilir. Firdevsî (934- 1020)’nin Farisîlerin millî destanı “Şehnâme”yi bu devirde yazması, yine fi lozof ve hekim İbn Sina (980-1037) felsefi eserleri yanında Avrupa’da uzun seneler tıp ilminin ana kitabı olarak okutulan “eş-Şifâ” adlı meşhur eserini VIII. Samanî hükümdarı Nuh b. Mansur (976-997) zamanında yazmaya başlaması bunun önemli örneklerindendir. Tarihte olduğu gibi günümüzde de fi kir ve inanç özgürlüğünün çok geniş çerçevede serbest bırakıldığı ülkeler, dönemlerinin güçlü ülkeleri olma şansını yakalamışlar, aynı zamanda teknik ve ekonomik gelişmelerde harikulâde bir ilerleme sağlamışlardır. Mâtürîdî, Maverâünnehr’e kadar gelen Mu’tezile’den başka, Dehriye,28 Seneviyye29 ve Karâmita’ya30 karşı mantıklı ve istikrârlı mücadeleler vermişti. Mecûsilik,31 Menaniyye,32 Sabiiyye,33 Maniheizm,34 Deysâniyye,35 Merkuniyye,36 Bâtıniyye37 28 Dehriyye; âlemin ezelî olduğunu ve bir yaratıcısının bulunmadığını savunan materyalist felsefe akımıdır. Mâtürîdî, Te’vilâtü’l-Kur’ân, V, 158; Tevhid, s. 85, 110-5. 29 Seneviyye; âlemi birbirine zıt iki kadîm aslın yarattığına inanan din veya mezheplere verilen genel addır. Mâtürîdî, Tevhid, s. 57-8, 187, 232, Te’vilâtü Ehl-i Sünne, VI, 477. 30 Karamita; aşırı Şiî İsmâiliyye mezhebidir. Mâtürîdî, Tevhid, s. 189, 233. 31 Mecûsîlik, Budizm ve Zerdüştîliğin eski İran inanç ve gelenekleriyle karışmasından oluşan dindir. Mecûsî dinî metinlerinde tanrı inancı açısından monoteizmden politeizm ve düalizme kadar farklı inanç özellikleri yer almaktadır. Mâtürîdî, Tevhid, s. 142, 264. 32 Menaniyye; nur ve zulmet ilah tasavvurunda olan fırkadır. Mâtürîdî, Tevhid, s. 230, 250, 260, 320 vd. 33 Sabiiyye; Güney Mezopotamya’da yaşayan ve ışık-karanlık düalizmine dayalı gnostik inançlarıyla tanınan topluluğun bağlı olduğu din veya mezhep. Mâtürîdî, Tevhid, s. 260. 34 Maniheimz; III. yüzyılda Mani tarafından eski İran’da kurulan ve günümüzde müntesibi bulunmayan gnostik bir dindir. Mâtürîdî, Tevhid, s. 240, 250 vd. 35 Deysaniyye; milâdî II. yüzyılın sonu ile III. yüzyılın başlarında İbn Deysân (ö. 222) tarafından kurulan ve nur ile zulmet esasına dayalı âlem görüşünü benimseyen gnostik fırkadır. Mâtürîdî, Tevhid, s. 249 vd. 36 Merkunîyye, milâdî II. yüzyılda ortaya çıkan, âlemin ezeli olduğunu savunan ve günümüzde müntesibi bulunmayan ilk heretik hıristiyan mezhebidir. Mâtürîdî, Tevhid, s. 261 vd. 37 Batınîyye; nasların zâhirî mânalarını kabul etmeyen, gerçek anlamları ancak Tanrı ile ilişki kurabileceği kişilerin bilebileceği temel görüşünü savunan aşırı fırkalardır. Mâtürîdî, Tevhid, s. 120, 121, 122, 149. 175 İslam Mezhepleri Tarihi’nde Mâtürîdî gibi birçok akımların düşünce ve görüşleri Mâtürîdî’nin çevresinde vardı. O’nun “Kitâbü’t Tevhid” adlı eseri bunlar gibi aşırı fi kir ve bid’at cereyanlarını içine alan ve bunları gereği gibi çürütmeye çalışan en değerli ve en eski vesika mahiyetini taşımaktadır. Dönemindeki çeşitli fırka ve mezhepleri iyi tanıdığı, Arap, Yunan ve Fars kültürü hakkında bilgi sahibi olduğu da anlaşılmaktadır. Görüşlere eleştiri, tenkit ve problemlere yaptığı açıklamalarından bu dini ve felsefi görüşlere ilaveten bölgede Hristiyanlık, Yahudilik, Şamanizm,38 Mazdekizm39 gibi değişik din ve kültürlerin görüşleri de vardı. Abbasî iktidarlarlarının batı merkezlerinde baskı gören Hâricîlik,40 Mürcie,41 Cebriye,42 Mu’tezile,43 Zeydilik,44 İsmaililik45 gibi pek çok siyasî ve itikâdî mezhep görüşlerini merkezi otoritenin zayıfl adığı bu bölgelerde tutunmaya çalıştığı da bilinmektedir.46 Tasavvufî akımlar da bölgede varlıklarını Ebû Yezid el-Bistamî (ö.261/848), Cüneyd-i Bağdadî (ö.297/909), Hallac-ı Mansur (ö.309/922) gibi sûfi lerle sürdürmüşlerdi. Bu ortamda yetişen Mâtürîdî’nin Mu’tezile mezhebine karşı öne sürdüğü görüşleri ve felsefî yorumlarıyla Eş’arî’den ayrı olarak kendi başına bir kelâm sistemi kurduğu, ayrıca İslam dışı fırkalarla da mücadele ettiği tarihi bir gerçektir.47 Hicrî IV. yüzyılda Mâverâünnehir bölgesinde yaşayan ve İslam dünyasındaki fi krî, itikadî ve ilmî gelişmelere önemli katkılarda bulunan Mâtürîdî’nin yaşadığı bölge, çeşitli din, inanç, mezhep, felsefe, kültür ve medeniyetlerin kaynaştığı bir konuma 38 Şamanizm; Paleolitik Çağ’dan günümüze Sibirya ve Orta Asya topluluklarında varlığını sürdüren inanışlardır. 39 Mazdekizm; milâttan sonra V. yüzyılda İran’da ortaya çıkan düalist ve gnostik karakterli reformist dinî oluşumlardır. 40 Hâricîler; dinî ve siyasî konulardaki aşırı görüşleri ve faaliyetleriyle tanınan fırkadır. 41 Mürcie; İslam’ın ilk döneminde ortaya çıkıp ılımlı ve uzlaşmacı fi kirleriyle tanınan itikadî siyasî fırkadır. 42 Cebriyye; insanlara ait ihtiyarî fi illerin ilâhî irade ve kudretin zorlayıcı tesiriyle meydana geldiğini savunan mezheplerdir. Yani insanın özgür irâde ve ihtiyarına değer atfetmeyen anlayışlardır. 43 Mu’tezile; itikadî meselelerin yorumunda akla ve iradeye öncelik veren ilk kelâm mezhebidir. 44 Zeydiyye; II. (VIII.) yüzyılın ilk çeyreğinde Kûfe’de ortaya çıkan, Irak, Taberistan ve özellikle Yemen’de varlığını sürdüren ılımlı bir Şiî fırkasıdır. 45 İsmaililik; İsmâil b. Ca’fer es-Sâdık’a (ö.148/765) nisbet edilerek varlığını sürdüren aşırı Şiî mezhebidir. 46 Sönmez Kutlu, “Bilinen ve Bilinmeyen Yönleriyle İmâm Mâtürîdî”, İmam Mâtürîdî ve Mâtürîdîlik, 2009, s. 24. 47 Mustafa Saim Yeprem, Mâtürîdî’nin Akide Risâlesi ve Şerhi, TDV Yayınları, Ankara 2011, s. 8. Osman Oral 176 sahiptir. Te’vîlâtü’l-Kur’ân ve Kitâbu’t-Tevhîd adlı eserlerinde Yahûdilik, Hıristiyanlık, Felasife, Sufestâiyye,48 Tabiatçılar, Dehriyye, Zenâdika, Sümeniyye,49 Müneccime,50 Burgûsiyye,51 Şîa, Cehmiyye, Cebriye, Deysâniyye, Haşeviyye, Mârikiyye, Mücessime, Mürcie, Müşebbihe, Neccâriyye, Kerrâmiyye52 ve Bâtıniyye gibi din, mezhep ve düşüncelere temas etmekte ve onların bazı görüşlerini tenkide tâbi tutmaktadır. Bu durum onun yaşadığı çağda, değişik görüşlerin, itikadî, felsefî ve siyasî mezhep ve akımların ortaya çıktığı, İslam inancına hem dışarıdan hem içeriden zararlı ve yıkıcı düşüncelerin sokulduğu bir dönem olduğunu da ispatlar. Böyle bir ortamda Mâtürîdî, bir taraftan İslam inançlarını hedef alıp yıkmaya çalışan pek çok düalist ve inkârcı akımların görüşlerini ve iddialarını ele alıp çürütmeye çalışırken, bir taraftan da başta tevhid olmak üzere İslam inanç esaslarını tespite, ispata ve savunmaya çalışmış, belki de bu ortam O’nun dehasını ortaya çıkarmıştır. C. Eserleri Mâtürîdî, Kelâm, Mezhepler, Tefsir, Kur’ân ilimleri, Fıkıh ve Usûlü hakkında pek çok eser yazmıştır. Kitâbu’t-Tevhid ve Te’vilâtü’l-Kur’ân dışındaki eserler bize kadar maalesef ulaşamamıştır. 14 adet eser Mâtürîdî’ye nisbet edilmiştir. Kelâm, Mezhepler Tarihi, Fıkıh ve Tefsir alanlarında olduğu anlaşılan bu eserlerin haricinde çeşitli kaynaklarda ona nispet edildiği halde aidiyeti kuşkulu olan veya ona âit olmadığı belirtilen eserleri de vardır.53 Elimizde mevcut eserleri Kitâbü’tTevhîd ve Te’vîlâtü’l-Kur’ân veya Te’vilâtü Ehli’s-Sünne’dir. 48 Sufestâiyye; varlık ve olayların gerçekliğini ve bilgilerin doğruluğunu inkâr eden, doğru ve geçerli bilgiye ulaşmanın mümkün olmadığını savunan felsefî mezheptir. 49 Sümeniyye; Budist inancını benimseyenlere verilen addır. 50 Müneccime; âlemin yıldızlar tarafından yaratılıp yönetildiğini, yıldızların konum ve hareketlerine dayanarak gaybî bilgilere sahip olduklarını ileri sürenlerdir. 51 Burgusiyye; Neccâriyye kelâmcılarından Burgūs lakabıyla tanınan Muhammed b. Îsâ’nın (ö.240/854) fi kirlerini benimseyenlere verilen isimdir. 52 Kerrâmiyye; III. (IX.) yüzyılın sonlarından itibaren Muhammed b. Kerrâm (ö.255/869) Horasan ve Mâverâünnehir’de ortaya çıkan itikadî mezheptir. Mâtürîdî bunların sadece diliyle kabul etmekle imân olacağı görüşünün tutarsızlığını söylemektedir. Mâtürîdî, Te’vilâtü’l-Kur’ân, I, 35. 53 Ahmed b. Mustafa Taşköprülüzâde, Miftahü’s-Saade ve Misbahu’s-Siyade fi Mevduati’l-Ulum, Kahire trs. , II, 96, 151, 152; Ömer Rıza Kehhale, Mu’cemu’l-Müellifi n Teracimü Musannifu’l-kütübü’lArabiyye, Darü ihyai’t-turasil-Arabiyye, Beyrut trs, XI, 300; Mâtürîdî’ye aidiyeti kuşkulu eserler şunlardır: 1) Şerhu’l-Fıkhu’l-Ekber, 2) Şerhu Camii’l-Kebir, 3) Kitabü’l-Akide, 4) Kitab fi ’tTasavvuf, 5) Kitabü’r red ala ehli’l-Ehva, 6) Kitabu’l-Lü’lüiyyat, 7) Kitabüş-Şia, Kitab fi fazl Sübhanallah, 9) Risâle fi ’l-İmâm. Mâtürîdî, Tevhid, s. XXVI vd; Kutlu, “Ebû Mansûr Mâtürîdî ve Mâtürîdî Kültür Çevresiyle İlgili Bibliyografya”, İmâm Mâtürîdî ve Mâtürîdîlik, s. 394 vd. 177 İslam Mezhepleri Tarihi’nde Mâtürîdî Kitâbu’t-Tevhid, Eser, Bekir Topaloğlu ve Muhammed Aruçi tarafından yayımlanmış ayrıca Bekir Topaloğlu kitabı Türkçe’ye çevirmiştir (Ankara 2002). Te’vilâtü Ehli’s-Sünne veya Te’vilâtü’l-Kur’ân, Eser, Mâtürîdî’nin öğrencilerine verdiği ders notlarının kitap haline getirilmesiyle olması muhtemeldir. Hacimli dirâyet tefsiri örneği kabul edilebilir.54 Mizan Yayınları’nca 18 cilt tahkikli basılmış, Ensar Yayınları tarafından da Türkçe’ye aktarımı devam etmektedir. Bu eserlerinden başka kaynaklarda isimleri zikredilen; Kitabu’l-Usûl fi Usuli’dDin, Kitabu’r-Red ale’l-Karamıta, Reddu Usuli’l-Hamse Li Ebi Muhammed elBahili, Reddu Evaili’l- Edilleti lil-Ka’bi, Reddü Tehzibi’l-cedel li’l-Ka’bi. Reddu Vaidi’l-fussak li’l-Ka’bi, Reddu Kitabeti’l-İmâmeti li Ba’dır-Revafıd, Beyanu Vehmi’l-Mu’tezile, Risaletü’t-Tevhid ve Risale fi ’l-Akâid, Me’hazu’ş-Şer’i, Kitabu’l-Cedel ve Risâle fi Ma la Yecuzü’l-Vakfu Aleyhi fi ’l-Kur’ân gibi eserleri de bulunmaktadır.55 D. Hocaları, Öğrencileri, İlmi Kişiliği ve Metodu Mâtürîdî’nin ilmî yönden yetişip gelişmesine pek çok âlimin katkıda bulunma ihtimâli oldukça yüksek olmasına rağmen, kaynak yetersizliği ve mevcut kaynaklardaki bilgi azlığı sebebiyle bunlardan çoğunun kimliği bilinememektedir. Semerkand’ın tarihi, coğrafi ve sosyo-kültürel faktörlerin yanı sıra yoğun bir şekilde yapılan eğitim faaliyetlerinin Mâtürîdî’nin yetişmesinde katkısının büyük olduğu söylenebilir. Meselâ Semerkand’taki “Darü’l-Cüzcaniyye” adlı eğitim merkezi Mâtürîdî, hocaları ve öğrencilerin yetiştiği ilim yuvasıdır.56 Mâtürîdî’nin öğretmenleri arasında yer alan Ebû Bekir el-Cürcânî (ö.285/898) Horasan’da Belh yakınlarında bir kasaba olan Cürcân’da doğmuş, Nusayr b. Yahya (ö.268/881), Belh şehrinde yaşamış Muhammed b. Mukâtil er-Râzî (ö.248/862) de Re’y şehrinde kadılık yapmıştır.57 Tesbit edilebildiği kadarıyla Ebû Bekr Ahmed b. İshak b. Salih el-Cüzcânî (III. asrın ortaları), Ebû Nasr Ahmed b. El-Abbas b. el-İyâzî (ö.260/874), Muhammed b. Mukâtil er-Râzî (ö.248/862), Nusayr b. Yahya el-Belhî (ö.268/881), Ebû Bekr Muhammed b. Ahmed b. Recâ el-Cüzcânî (ö.285/898) Mâtürîdî’nin hocaları 54 Mâtürîdî, Te’vilâtü Ehli’s-Sünne, I, 86. 55 Nesefi , age., I, 146, 359; Semerkandi, Mizânü’l-Usûl fî Netâici’l-Ukûl fî Usuli’l-Fıkh, Tahk. Ahmed Fehmi Ebu Sinne, Riyad 1984, s. 70, 659, 660, 746; Ethem Ruhi Fığlalı, Günümüz İslam Mezhepleri, İzmir 2010, s. 140; Kutlu, “Mâtürîdî Kültür İlgili Bibliyografya”, s. 443-510. 56 Nesefî, age., I, 356-7. 57 Ebû Yüsr el-Pezdevi, Ehli’s-Sünnet Akâidi, çev. Şerafettin Gölcük, İstanbul 1998, s. 3. Osman Oral 178 arasındadır. Mâtürîdî’nin hocası Iyâdî (ö.260/874), öldüğünde geride Mâtürîdî ve onun seviyesinde kırk bilgin öğrenci olduğunu Nesefi (ö.508/1184) söyler.58 Mâtürîdî’ye Ebû Hanîfe’nin ilmî anlayışını, eserlerini aktaran âlimleri şematik olarak şöyle göstermemiz mümkündür. Örnek olarak Ebû Hanîfe’ye ulaşan birinci şema şu şekildedir: 59 Ebû Hanîfe (ö.150/767) ↓ Muhammed eş-Şeybânî (ö.189/804) ↓ Muhammed b. Mukâtil er-Râzî (ö.248/862) ↓ Ebû Mansûr el-Mâtürîdî (ö.333/944) Ebû Hanîfe’ye ulaşan ikinci şema şu şekildedir: Ebû Hanîfe (ö.150/767) ↓ Muhammed eş-Şeybânî (ö.189/804) - Ebû Yusuf (ö.182/798) ↓ Ebû Süleyman Musa b. Süleyman el-Cûzcânî (ö.200/816) ↓ Ebû Nasr Ahmed el-Iyâdî (ö.331/943)- Nusayr b.Yahya el-Belhî-Ebû Bekir elCûzcânî ↓ Ebû Mansûr el-Mâtürîdî (ö.333/944) 58 Nesefi , age., I, 470. 59 Mâtürîdî, Te’vilâtü Ehli’s-Sünne, I, 80-1; Ebü’l-Feyz Muhammed b. Mahamed ez-Zebidi, İthafü’sSaade, Darü İhyâit-Turasil Arabi, Beyrut trs. II, 5. 179 İslam Mezhepleri Tarihi’nde Mâtürîdî Ebû Hanîfe’ye ulaşan üçüncü şema şu şekildedir: Ebû Hanîfe (ö.150/767) ↓ Ebû Mutî el-Hakem b.Abdillah el-Belhî (ö.199/815)-Ebû Mukâtil Hafs esSemerkandî (ö.208/823) ↓ Muhammed b. Mukâtil er-Râzî (ö.248/962)-Nusayr b. Yahya el-Belhî (ö.268/881) ↓ Ebû Mansûr el-Mâtürîdî (ö.333/944) Bu hocaların tamamı, İmâmı A’zam Ebû Hanîfe’nin talebelerinden ders aldıkları bilinmektedir.60 Mâtürîdî, hocaları ve eserleriyle yetinmemiş, kendi dönemindeki din ve mezheplerin kendi metinlerine ve felsefi eserlerine ulaşarak onları incelemiş ve eserlerinde onların bazı görüşlerini açıkça savunmuş, bazılarını ise eleştirmiştir.61 Mâtürîdînin hocaları, ilimleri Ebû Hanîfe’ye uzanan âlimlerin reisi ve Dârü’lCüzcâniyye’de ders veren Ebü’n-Nasr el-İyâzi (ö.331/943) ile Ebû Bekr Ahmed el-Cüzcânî ve Muhammed b. Mukâtil er-Râzî (ö.248/862)’dir. Bunların hocası ise Ebû Yusuf ve İmâm Muhammed’den okumuş olan Ebû Süleyman b. Musa elCüzcânî (ö. 200/816)’dir.62 Mâtürîdî’nin bu hocaları, İmâm-ı A’zam’dan rivâyet zincirine sahiptiler.63 Mâtürîdî bizzat kendisi, Ebû Hanîfe’nin şu kitaplarını rivâyet ettiğini söylüyor. Bunlar, el-Fıkhu’l-Ebsat, er-Risale ile’l-Betti, el-Alim ve’l-Müteallim, elVasiyyetü Ebû Hanîfe li Yusuf b. Halid adlı kitaplardır. Mâtürîdî bunları, Ebû Nasr Ahmet b. El-Abbas el-Eyadi’den, Ahmed b. İshak el-Cürcânî’den ve Nasr b. Yahya b. Hasan eş-Şeybani’nin talebesi, Ebû Süleyman Musa el-Cüzcânî’den rivâyet ettiklerini, Ebû Süleyman’ın da bu kitapları, Ebû Hanîfe’nin talebesi ve kendisinin hocası olan Muhammed b. Hasan eş-Şeybanî’den rivâyet ettiğini anlatır.64 Ebû Hanîfe’den kendisine kadar ismi geçen âlimler kanalıyla, seleften aldığı akîde ve fi krî temeller, Mâtürîdî’nin elinde, bir “Kelâm İlmi” haline dönüştürdüğü söylenilebilir. 60 Mâtürîdî, Te’vilâtü Ehli’s-Sünne, I, 80-1. 61 Kutlu, “Bilinen ve Bilinmeyen Yönleriyle İmâm Mâtürîdî”, s. 25. 62 Metin Yurdagür, “Cüzcani, Ebû Bekir”, DİA, İstanbul 1993, VIII, 97. 63 Mâtürîdî, Tevhid, s. XXIII; Nesefi , age., I, 356. 64 Ebû Zehrâ, age., s. 216; Özen, “Mâtürîdî”, DİA, XXVIII, 149. Osman Oral 180 Mâtürîdî idârî görev yaptığı Semerkand Dârü’l-Cüzcaniyye’de ömrünün sonuna kadar ders verdi. Mâtürîdî’nin Ebû Hanîfe’nin sözlü ve yazılı menkûlâtına karşı takındığı tavrı, kendi talebeleri onun eserlerine karşı takınıp imamlarının mezhebini geliştirmeye çalıştılar. Konuları da kolay anlaşılır hale getirmeye çalışırken mezhebi de sistemli hale getirdiler. Ebü’l-Kasım İshak b. Muhammed b. İsmail el-Hâkim es-Semerkandi (ö.340/951). Ebü’l-Hasan Ali b. Said er-Rüstüğfeni (ö.345/956). Ebü’l-Leys Nasr b. Muhammed b. Ahmed b. İbrahim el-Buhari es-Semerkandî (ö. 373/984) ve Ebû Muhammed Abdülkerim Musa el-Pezdevî (ö. 390/1000) gibi birçok öğrencisi olmuştu. XII. yüzyıl başlarında Nesefi , “Tabsıratü’l-Edille” adlı eserinde Mâtürîdî’yi Ehl-i Sünnet kelâmının lideri görüp, görüşlerini merkeze almak sûretiyle eserini te’lif etmiştir.65 Nesefi , Mâtürîdî’nin ilmi şahsiyeti hakkında özetle şunları anlatır: “İlim deryasına dalarak oradan ilmin cevherlerini çıkaran, getirdiği dini hüccetlerin incilerini keskin zekâsı, derin ilmi ve fesahatıyla süsleyen Mâtürîdî’nin yaşadığı ilim çevresinde, kendinden başka ilim adamı olmasaydı bile o, gerçekten bu yeri dolduracak güçteydi. Onun eserlerindeki inceliklere, delillere keşfetme ve değerlendirme yeteneğine vakıf olanlar ve onun muarızlarını ilzam etmekte, ilmi mücadele adabında izlediği başarılı usûlü anlayanlar, Mâtürîdî’nin Allah’ın özel bir lütfuna ve yardımına mazhar olduğunu takdir ederler. Hocası Ebû Nasır el-Iyazi, Mâtürîdî’nin bulunmadığı ilim meclislerinde konuşmaz, uzaktan gördüğü zaman ona hayran hayran bakar ve her defasında da: “Rabbin dilediğini yaratır ve seçer”66 derdi.”67 Mâtürîdî’nin hocalarından biri olan Iyâdî (ö.331/943), ilminin genişliği, hikmet sahibi olması, yaşadıkları çevrede bulunan diğer din ve fırkaları çok iyi bilmesinden, onun bu konulardaki bilgisine olan itimadından dolayı, o derse gelinceye kadar dersine başlamamıştır. Mâtürîdî, hem aklî hem de naklî ilimleri böylesine güzel bir ortamda derinlemesine tahsil etmiş, onların temel ilke ve inceliklerine vâkıf olduktan sonra Kelâm, Fıkıh ve Tefsir alanlarında önde gelen bir âlim mevkiine yükselmiş. Hocalarına âit sözlü ve yazılı birikimleri ilkeli bir âlim olarak talebelerine intikâl ettirmenin yanında, onları geliştirip sistemleştirmiştir. Mâtürîdî’nin 65 A. Vehbi Ecer, Büyük Türk Âlimi Mâtürîdî, Yesevi Yay., İstanbul 2007, s. 12 vd; Ulrich Rudolph, “Das Entstehen der Mâtürîdîya”, çev. Ali Dere, Mâtürîdîliğin Ortaya Çıkışı, İmâm Mâtürîdî ve Mâtürîdîlik, ed. Sönmez Kutlu, 2011, s. 324 vd. 66 Kasas, 28/68. 67 Nesefi , age., I, 8-10. 181 İslam Mezhepleri Tarihi’nde Mâtürîdî fi kirlerini yayan Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî (ö.493/1100), Ebû Hafs Necmuddin Ömer b. Muhammed en-Nesefi (ö.1142), Ebü’l-Muîn en-Nesefi (ö.508/1184), Ebü’lBerekât en-Nesefi (ö. 710/1310), Kemâleddin İbnü’l-Hümam (ö.861/1457) gibi önemli âlimler yetişmiştir. Yaşadığı bu dönemde bir taraftan muhtelif din ve düşünce sistemleri arasındaki rekabetin olması, diğer taraftan güvenli ve özgür bir ilmî atmosferin bulunması, ayrıca yoğun bir eğitim faaliyetinin olması, zaman ve mekânın elverişli olması gibi birçok faktör Mâtürîdî’nin fi kirlerinin oluşmasını kolaylaştırmıştır. Böyle bir ortamda Mâtürîdî, bir taraftan İslam inançlarını hedef alıp yıkmaya çalışan pek çok düalist ve inkârcı akımların görüşlerini ve iddialarını ele alıp çürütmeye çalışırken, bir taraftan da başta tevhid olmak üzere İslam inanç esaslarını tespite, ispata ve savunmaya çalışmaktadır. Hanefî-Mâtürîdî gelenekle diğer din, inanç ve mezhep mensupları arasında meydana gelen rekabetin, ilmî faaliyetlerin zinde kalıp gelişip, sistemleşmesine yardımcı olduğu söylenilebilir. Mâtürîdî, çeşitli fi kir ve görüşleri hocaları ve eserlerinden alıp geliştirmenin ötesinde kendi muhakeme gücü ve dehasıyla meczetmiş, sistemleştirmiştir. Ebû Hanîfe’den kendisine kadar ismi geçen âlimler kanalıyla, seleften aldığı akîde ve fi krî temeller, Mâtürîdî’nin elinde, bir “Kelâm İlmi” haline dönüşmüş. Kendisinden sonra görüşleri Belh, Buhârâ, Nesef ve Pezdev gibi büyük şehirlerde asırlarca okutulup öğretilmiştir. Öğrencileri de onun görüşlerini eserlerinde anlatmış, atıfta bulunmuşlar. Yazılan bu eserler vasıtasıyla Mâtürîdî’nin görüşlerinin başta Mâverâünnehir ve Horasan olmak üzere özellikle Türklerin hâkim olduğu veya bulunduğu yerlerde daha çok yayıldığını söylemek de mümkündür. Dolayısıyla Ehl-i Sünnet’in kelâm metodunu sistemli bir şekilde başlatan, akla da ve nakle de lâyık oldukları değeri vererek bu şekilde İslam inançlarını açıklamaya çalışan Mâtürîdî olmuştur, denilebilir. Ebû Hanîfe’nin yolunu takip eden Mâtürîdî’nin üstünlüğünü sağlayan etkenlerin başında onun metodu, dini anlama tarzı gelmektedir. O, kendisinden önceki ve dönemindeki farklı fırkalara mensup mütekellimlerin görüşlerini ve uyguladıkları yöntemleri iyi takip ederek kendine özgü asırlara hitap edecek orijinal metod ve yöntemler sunmuştur. Onun mantığı “ne sadece akla ne de nakle dayanıp hem akıl hem nakil ve hem de duyular bu mantığın saç ayaklarını”68 oluştururlar. Bilgi elde etme yolları duyu organları (el–A’yan), Haber (el–Ahbar), Akıl (nazar/istidlâl) olmak üzere üçe ayırıp aklı bilgi kaynaklarına aldığını görülür.69 68 H.Sabri Erdem, Mâtürîdî ve İbn Teymiyye’de Metod Anlayışı, Şule Yay., İstanbul 1998, s. 20. 69 Mâtürîdî, Tevhid, s. 7-8; Te’vilâtü Ehli’s-Sünne, IX, 427. Osman Oral 182 İslam literâtürüne en önemli katkısı, kelâm tarihi içerisinde bilgiyi bir teori olarak ele alan ilk isim olmasıdır.70 Mâtürîdî’ye göre dış dünyayı ve dünyanın özelliklerini bilmesi için insana verilmiş olan duyular, bilgi etme yollarından en yücesidir. İlk bilgileri insan duyular vasıtasıyla elde eder.71 Havassı sadece görme, işitme, koklama, tatma ve dokunma duyularıyla ifâde etmek üzere, a’yândan daha dar anlamda kullandığını söylenebilir. Mâtürîdî, eserlerinde aklî tefekkür ve istidlâli müdafaa eder, vahyin irşadına dayanan akla itimat eder.72 Allah’ın varlığı hakkında aklî delil getirmeyi mutlaka geçerli görür. İnsanda bulunan en aziz şey olan akıldır.73 Akıl kayar ve doğruyu bulamaz korkusuyla sadece nakle dayanmayı gerekli gören fakihler ve hadisçilere karşı çıkarak “Akıl yürütmeyi inkâr eden kimsenin elinde onu reddetmek için akıl yürütmekten başka bir kanıt yoktur. Bu da istidlâlin yolu yine kendisidir. Bir de şu var. Kâinatta mevcut hikmetlerin bilinmesi gerekmektedir. Çünkü böylesinin hikmetten uzak olarak meydana getirilmiş olması söz konusu değildir”74 der. Bu görüşüyle dini konularda aklı öne almayan, sadece nakille yetinilmesi kanaatini taşıyan Selefî (Haşviyye, Ehl-i Hadis) görüşleri eleştirdiği söylenebilir. Mâtürîdî’ye göre aklı kullanarak eşyayı düşünmek, onun prensip ve sonuçlarından gizli olanları bilmek içindir.75 O, aklı kullanmaya engel olan şeytanın vesvesesi ve işi olduğunun da bilinmesini ister. Yani insana aklını kullanmaktan vazgeçmeyi telkin eden şeytanî vesveseden başka bir şey değildir.76 Mâtürîdî’ye göre akıl bilmeye muhtaç olduğumuz her şeyin gerçek bilgisini veremez. Duyular gibi onun da bir sınırı vardır. Bazen insan aklı, arzu, alışkanlık, çevre ve toplum gibi faktörlerle bulandırılır ve tesir altında kalır. Bundan dolayı akıl, onu dalâlete düşmekten koruyan, doğru yola yönelten, ince ve esrarengiz meseleleri anlamasına yardım eden ve gerçeği bildiren bir kılavuza muhtaçtır. Bu kılavuz, peygamberlere gelen “vahiy”dir. Vahiy, sadece dînî meselelere de hasredilemez. Bilâkis birçok dünyevî meselelerde de onun kılavuzluğuna ihtiyaç vardır. Çeşitli besin maddelerinin ve ilâçların keşfi , sanat ve mesleklerin icadı, hep bu hidâyetin sonuçlarıdır. İnsan aklı, bu tür meselelerin birçoğunda hiçbir bilgi vermez ve insan, bütün bu şeyler hakkında bilgi için sadece şahsi tecrübelerine güvenmek zorunda kalsaydı, medeniyet bu 70 M. Sait Özervarlı, Kelâm Âlimleri Fihristi, TDV. Yay., İstanbul 1999, s. 31. 71 Mâtürîdî, Tevhid, s. 174-5. 72 Mâtürîdî, Tevhid, s. 8, 13. 73 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, II, 23. 74 Mâtürîdî, Tevhid, s. 19. 75 Mâtürîdî, Tevhid, s. 17. 76 Kâf, 50/16, A’raf, 7/20; Tâhâ, 20/120; Mâtürîdî, Tevhid, s. 17-8. 183 İslam Mezhepleri Tarihi’nde Mâtürîdî kadar hızlı bir gelişme kaydedemezdi. Dinî inancın malzemeleri vahiyden çıkarılır ve aklın görevi de, onları doğru bir şekilde anlatmaktır. Vahyin açıklanmasında da aklın önemini onun düşünce sisteminde net olarak görmekteyiz. Mâtürîdî’ye göre vahiy doğru anlaşılır ve akılla vahyin gerçek konumları iyi belirlenirse, akılla vahiy arasında ihtilâf olmadığı görülür.77 Çünkü insanda bulunan en aziz şey olan akıldır.78 Mâtürîdî’nin bu yaklaşımı Kur’ân’ın anlaşılmasına büyük katkı sağlamıştır. Mâtürîdî akılla nakil arasında esaslı bir denge kurulabilmiş dinin hakikatını anlayabilmek ve ondan yeterince faydalanabilmek için akla güvenmenin zarûretine inanmış ve şeriata muhalif olmayan noktalarda hükmünü esas kabul etmiştir.79 Mâtürîdî’nin kelâm alanındaki görüşleri yanında bilhassa fıkıh usülüne ilişkin görüşleri Semerkandlı takipçileri üzerinde oldukça etkili olmuş ve kendisi Semerkand fıkıh okulunun reisi (reisu meşaihi Semerkand) kabul edilmiştir.80 O, fıkhı “bir şeyi başkasına delâlet eden mânâsıyla bilmektir, bir şeyi başkasına delâlet eden benzeriyle birlikte bilmek yahut görünenden (şahid) hareketle görünmeyeni (gaib) bilmek yahut açık (zahir) olandan hareketle gizli ve kapalı (hafi ve batın) olanı bilmektir”81 diye tanımlar. Mâtürîdî, Ebû Hanîfe’nin fi kirlerini ve rey metodunu savunmakla kalmamış, aynı zamanda onun görüşlerini sistematik hale de getirmiştir.82 Fıkıh dersleri verdiği ve Ebü’lHasan Ali b. Said er-Rustuğfeni (ö.345/956)’ye İmâm Muhammed (ö.189/805)’in “el-Mebsut” adlı eserinin tamamını ve “el-Camiu’l-Kebir”i zekât bölümüne kadar okuttuğu bilinen Mâtürîdî, kendi eserlerinde “fakih” ünvanını kullanır. Ona göre fıkhın kaynakları, Kitap, sünnet, icmâ-i ümmet, kıyas, istihsan, geçmiş şeriat ve sahabe sözleridir.83 Mâtürîdî’ye göre farklı yetenek ve arzulara sahip bulunmalarına rağmen âlimlerin bir noktada fi kir birliğine varmaları, hükmünü icra etmeyi ve yaratıklarını korumayı isteyen Allah’ın lütfundan başka bir şey değildir. Bu açıdan icma, mütevâtir haber-i rasûle benzemektedir.84 Mâtürîdî, şeriatlar arasındaki neshi ilâhî hikmete aykırı görmemekte, aksine hikmetin bir 77 Mâtürîdî, Tevhid, s. 16. 78 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, II, 23. 79 Ebû Zehrâ, age., s. 239-40. 80 Özen, “İmâm Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’nin Fıkıh Usülünün İnşası”, s. 225. 81 Mâtürîdî, Te’vilâtü’l-Kur’ân, VI, 119, 434. 82 Şükrü Özen,Bekir Topaloğlu, “Mâtürîdî”, DİA, İstanbul 2003, 28, 146–7. 83 Mâtürîdî, Te’vilâtü Ehl-i Sünne, I, 120, II, 322. 84 Mâtürîdî, Tevhid, s. 9-10; ÖzenTopaloğlu, “Mâtürîdî”, DİA, 28, 151. Osman Oral 184 gereği olarak değerlendirmektedir.85 Hikmeti de Allah’ın bir diğerini nesh eden çeşitli şeriatlar sunup insanlara tercih hakkı ve ve inanma hürriyeti vererek onları imtihan etme isteğinin bir tezahürü olarak görmektedir. O’nun sisteminde önemli bir yere sahip olan “Hikmet” konusu, günümüzde “Makasıdu’ş–Şeria/ Şari’in Maksatları, Hikmet–i Teşri” konularında Mâtürîdî sistemi hakkında bize bir fi kir vermektedir. Bir de fıkıh ile alâkalı bir kitabına Me’hazu’ş-Şerai’ ismini vermesi, onun sistemini daha dikkat çekici bir hale getirdiği söylenilebilir. Mâtürîdî, nassları ihmâl etmemekle birlikte, itikadî esasların yanısıra İslam’ın bütün ana ilkelerini aklî bilgilerle yoğun bir şekilde temellendirmeye çalışır. Böylece O, nassları akılcılık ve hikmet felsefesi diye nitelendirilebilecek bir düşünce yapısıyla yorumlar. Mâtürîdî’nin geliştirdiği sistemin temel felsefesi, maddî ve manevî âlemin birbirine olan bağını incelemek üzerine kuruludur. Mâtürîdî’nin sırf bu dünya ya da sırf öte dünyaya dayalı bir anlayışa değil, bu dünyanın öte dünya ile olan bağıntısına ve her iki âlemin ilişkisinde hikmetlere yönelik bir düşünce sistemi geliştirmiştir.86 Mâtürîdî, tefsir yerine, te’vil kelimesini kullanır. Tefsir Allah’ın kelâmından murad edilen şey hakkında kesin hüküm vermek, te’vil, kelimenin (lafzın) anlam ihtimâllerinden birini tercihtir. Burada Allah’ı şâhit gösterme ve kendi görüşlerini Allah’ın muradı gibi sanmaya yer yoktur. Temelde mutlaklık değil, izafi lik (görecelik) söz konusudur.87 Sahabeler vahyin şahidi olduklarından açıklamak denilen tefsir yaparlar. Sonraki âlimler ise iki mânâdan hangisi uygun ise ona yönelir tercih eder yani te’vil yaparlar.88 Lafızda rivâyet, anlamda dirâyet esastır. Onun Kur’ân yorum yöntemi, dirâyet olarak adlandırılan tarzdır. Dirâyet tefsiri, semantik tahlillere ve metin analizine dayanır. Mâtürîdî’nin hem Kur’ânı yorumladığı eserine “Te’vîlât” ismini vermesi ve salt rivâyetlere dayanmayıp, Kur’ân’ı aklî yorumlara tabi tutması, bu yöntemin önemini çok erken farkettiğini gösterir.89 Çağdaş metin teorilerinde hermenötik olarak kavramsallaştırılan bu yöntem, te’vîl adıyla İslam kültürünün ilk dönemlerinden beri etkin bir şekilde kullanılmaktadır.90 Mâtürîdî, müteşâbih âyetleri de bu tarzda yorumlar. Müteşâbihlerin hikmetini de Allah’ın kullarını iki şekilde imtihana tabi tuttuğunu, biri irdelemeden benimsemek, 85 Mâtürîdî, Te’vilâtü’l-Kur’ân, I, 202, VI, 465. 86 Osman Oral, “Mâtürîdî’nin Hikmet Anlayışı”, ERÜ SBE, Doktora Tezi, Kayseri 2014, s. 12 vd. 87 Mâtürîdî, Te’vilâtü Ehl-i Sünne, I, 15 vd. 88 Mâtürîdî, Te’vilâtü Ehl-i Sünne, I, 16 vd. 89 Talip Özdeş, İmâm Mâtürîdî’nin Tefsir Anlayışı, İnsan Yay., İstanbul 2003, s. 52 vd. 90 Şaban Ali Düzgün, “Mâtürîdî’nin Kur’ân Yorum Yöntemi”, Kelâm Araştırmaları, 10: 1, 2012, s. 5-6. 185 İslam Mezhepleri Tarihi’nde Mâtürîdî diğeri ise araştırıp incelemekle gerçekleşeceğini söyler.91 Sadece Allah’ın ilminde olan müteşabihler de insanın bilgisi olamaz. Mâtürîdî’ye göre işte burada insan, bazen de araştırma yapmayarak tevakkuf etmekle imtihan olunur. O, muhkem âyetlerde yanlış istidlâllere düşmelerinin sebeplerini irdeler. Fıtrî karakterinin kaba zevklere düşkün olması, alışkanlıklarını terk edememesi, güvendiği birine özenmesi, sorup soruşturma ve öğrenme işini yeterince yerine getirememesi, kendi aklına güvenerek, ilâhî hikmeti onun üzerine kurmaya kalkışması ve aklını nakle tabi kılmaması ile araştırma, incelemeyi yetersiz yapması gibi gerekçeler gösterir.92 Mâtürîdî, âyetler arasındaki kelime, konu, muhteva vb. benzerliğinin ötesinde üslûp, siyak-sibak, edebî sunuluş gibi unsurlardaki ortak noktaları tesbit edip bağlantılar kurabilmiştir.93 O, Kur’ân âyetlerini, Kur’ân ve Sünnet’e uygun bir şekilde açıklayarak Ehl-i Sünnet inancını sağlam bir zemine oturtan ilk müfessirdir. Bu uslûp ve metoduyla kendinden sonrakilere de cesâret veren Mâtürîdî’den sonra Ebü’l-Kasım Mahmûd b. Ömer ez-Zemahşeri (ö.583/1143), Fahreddin er-Râzî (ö.606/1209), Celaleddin es-Suyûti (ö.911/1505) ve Ebü’s-Senâ Şihâbüddîn elÂlusi (ö.1270/1853) vb. gibi müfessirlerin Mâtürîdî’nin te’vil metodu tarzında çalışma yapmışlardır. Bu durum onun ilmî dehasını da göstermektedir.94 İtikadî meselelerin yorumunda akla ve iradeye öncelik veren kelâm mezhebi Mu’tezilenin aşırı akılcı ve Eş’ariyye’nin aklı küçümseyen görüşlerine karşı orta yolu takip eden Mâtürîdî üçüncü bir görüş sunmaktadır. O, yaşadığı toplumun ma’şeri vicdanında ma’kes bulan ulûhiyet anlayışını, Kur’ân’ı esas alarak ve İslam dâiresi içinde kalarak sistematik bir şekilde dile getirmesidir. Bu anlayış, onun çoğulculuk bağlamında şirki ifade etmeyen dini anlayışlara karşı dengeli ve hoşgörülü bir şekilde yaklaşmamasına imkân sağlamıştır. Dolayısıyla onun diğer görüşlere karşı akademik tarzda yaklaştığı, şahsiyet ve onurunu düşürücü sözlerden uzak durduğu görülür. Osmanlı Devleti’nin ulaştığı her yere akla ve nakle önem veren Mâtürîdî’nin görüşleri “Hanefi -Mâtürîdî” mezhebi veya geleneği şeklinde yansımış ve yayılmıştır. Bugün İslam ülkelerinde yapılan nüfus sayımlarında mezheplerle ilgili açık bilgiler bulunamadığından onların dağılmalarının gösteren gerçek rakamlar elde mevcut değildir. Günümüzde dünya nüfüsünün fazlasını sünni denilen Ehl-i 91 Mâtürîdî, Tevhid, s. 283; Mâtürîdî, Te’vilâtü Ehli’s-Sünne, II, 213 vd. 92 Mâtürîdî, Tevhid, s. 352-3. 93 Bekir Topaloğlu, “İmâm Mâtürîdî’nin Temel İslam Bilimlerindeki Yeri”, Büyük Türk Bilgini İmâm Mâtürîdî ve Mâtürîdîlik, MÜİFY, 2009, s. 41. 94 Topaloğlu, “İmâm Mâtürîdî’nin Temel İslam Bilimlerindeki Yeri”, s. 41. Osman Oral 186 Sünnet ve’l-Cemâat görüşleri hâkimdir. Mâtürîdîlik, Maverâünnehr gibi kapalı bir bölgede ortaya çıkması, Basra ve Bağdat gibi devrin ilim merkezlerinden uzak bir bölgede yayılması sebebiyle Eş’ârilik kadar şöhret bulmamıştır. Daha ziyade Maverâünnehr bölgesinde ve Türkler arasında yayılmıştır. Hâkim es-Semerkandî (ö.324/953), Sadru’l-İslam Muhammed Pezdevi (ö.493/1100), Ebu’l-Muin en-Nesefî (ö.508/1184), Burhaneddin en-Nesefî (ö.687/1289), Ömer en-Nesefî (ö.537/1142), Ebu’l-Berekât en-Nesefî (ö.710/1310), Nureddin es-Sabûnî (ö.580/1184). Hasan Çelebi el-Fenari (ö.841/1437) Şemsuddin Muhammed b. Hamza el-Fenari (ö.834/1430), Ferganalı Ali b. Osman el-Ûşî (ö.575/1179). İbnu’l-Humam (ö.861/1457), Hızır Bey (ö.863/1458), Hayali Ahmet Efendi (ö.875/1470), Kestelli Muslihiddin Mustafa (ö.901/1495), Ali Kuşcu (ö.879/1474), Abdulhakim Siyalkuti (ö.1067/1656), Ahmet Fuzuli (ö.963/1556), Aliyyul-Kari (ö.1014/1605). Kemaleddin el-Beyâdi (ö.1098/1687) Kemâl Paşazâde (ö.940/1534) İmâm Mâtürîdî’den sonraki en meşhur Mâtürîdî âlimleri sayılabilir.95 Hanefî-Mâtürîdî mezhebi kıt’alararası ülkelere yayılmış ve bugün dünya müslümanlarının % 90’ın üzerinde bir oran Ehl-i Sünnet çizgisinde, Ehl-i Sünnet’in de % 50-55 oranı da bu mezheptedir.96 Hanefi mezhebinin Osmanlı İmparatorluğu’nun fıkıhta resmî mezhebi gibi olması sebebiyle Osmanlı topraklarında itikâdî açıdan Mâtürîdîliğin de yayıldığı söylenebilir. Tarihte birçok devlet tarafından resmi mezhep kabul edilir. Sözgelimi itikadda Mâtürîdî olan Hanefî Mezhebi, Abbâsi Devletinin hâkim olduğu bütün ülkelerde yayılmıştı. Balkanlar, Türkiye, Kafkasya, Hazar denizi çevresi, Afganistan, Çin, Hindistan, Pakistan, Irak, Suriye, Kuzey Afrika, Güney Afrika toplulukları arasında yayılmıştır. Bugün Türkiye, balkanlar, kuzey-doğu Avrupa, Orta Asya ve Çin, ayrıca Hindistan, Eritre, Habeşistan’da Mâtürîdîlik anlayışının yaygın olduğu bilinmektedir.97 Selefi yye, Havâric, Mu’tezile, Şîa ve Eş’ariyye’den farklılık arzeden görüşleriyle müstakil bir Sünnî kelâm mektebi olan Ebû Hanîfe ve Mâtürîdî’nin görüşleri etrafında Mâtürîdîyye oluşmuştur. Metod bakımından sünnete daha yakın, 95 Yusuf Şevki Yavuz, “Mâtürîdiyye”, DİA, İstanbul 2003, 28/170; Oral, “Mâtürîdî’nin Hikmet Anlayışı”, s. 24 vd; Osman Oral, Kelâm Tarihi ve Terimleri, Tiydem Yay., Ankara 2016, s. 105-8, 218. 96 Mahmut Şakir, Sükkânu’l-Âlemi’l-İslami, Beyrut trs, s. 25 vd. 97 Şakir, age., s. 25 vd; Yusuf Ziya Yörükan, “İslam Akaid Sisteminde Gelişmeler ve Ebû Mansûr-i Matüridî”, AÜİFD, II, 1953, s. 127-8. 187 İslam Mezhepleri Tarihi’nde Mâtürîdî mensuplarının sayısı diğer her bir mezhepden daha çok olduğu halde onun eserleri fazla şöhret bulmamış, diğer Sünnî ekol Eş’ariyye kadar kendisini takdim ve teşhir edememiştir. Ama yine de İmam Mâtürîdî’nin akıl ve mantık kurallarını ustalıkla kullanması dînî meselelerde esnek bir yol takip etmesi mezhebin yayılmasında etkili olduğu söylenebilir. Sonuç İslam Mezhepler Tarihi’nde önemli bir yeri olan İmam Mâtürîdî (ö.333/944)’nin görüşleri incelendiğinde “Hanefi lik” adlı mezhebin önderi kabul edilen İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe (ö.150/767)’nin itikâdî görüşlerini sistemleştirip Hanefi ekolüne yeni bir açılım da getirdiği söylenebilir. O’nun izinden giden âlimler, Ehl-i Sünnet’in Ebû Hanîfe ve Mâtürîdî’nin görüşleri etrafında oluşan kelâm mektebi “Mâtürîdîlik” diye bilinen itikâdî ekolünü oluşturmuşlar, İslam Mezhepler Tarihi’nde de “Hanefî-Mâtürîdî” geleneği veya ekolü diye de tanınmışlardır. Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, sünnî mezhepler içinde kelâm metodunu sistemli bir şekilde başlatan, akla da ve nakle de lâyık oldukları değeri vererek İslam inançlarını açıklamaya çalışan kişidir. Onun bilgi kaynakları arasında aklı ilk defa kullanarak kelâm metodu oluşturduğu, aklî tefekkür ve istidlâli müdafaa ile vahye dayanan akla itimat ettiği de anlaşılmaktadır. O, dini anlama konusunda araştırmacı, sorgulayıcı bir ruhla gelişimi ve ilerlemeyi hedefl er, daha hoşgörülü bir tutumla problemleri akıl ve nakil ışığında çözmeye çalışır. Düşünce sistemini “Tenzih” ve “Hikmet” prensipleri üzerine bina ettiği söylenebilir. Tenzih prensibinde, Allah ile başka herhangi bir varlık arasında benzerlik kurma (teşbih) ve O’na şekil, cisim atfetme (tecsim) düşüncesine Allah’ın sıfatlarını inkâr etmeksizin karşı çıkar. Hikmet prensibinde de Allah’ın ezelî ve ebedî “hikmet” ismi ve sıfatı olduğu temelinde Hakîm yaratıcının fi illerini -evren, dünya, âhiret, nübüvvet vs. - hikmet üzerine temellendirir. İnsanın irâde ve sorumluluğu karşısında Mâtürîdî, Cebriye ile Mu’tezile arasında itidal bir yol izleyerek insan fi illerinin yaratıcısının hikmetle yaratan Allah, o fi ili kesbedenin ise özgür irâdesiyle seçen kul olduğunu söyleyerek bireyin sorumluluğunu esas alır. İnsan, eylemlerinin gerçek sahibidir. Allah, insanı güç yetirebileceği şeylerle -Eş’arîlerin aksine- sorumlu tutmaz. Yani teklif-i mâ lâ yûtak birey veya toplumlara takatinin üstünde mükellefi yet yoktur. İnsanlar, dinde güç yetiremiyeceği şeyle asla sorumlu tutulmazlar. İslam kültür tarihinde birçok tartışmalara, ayrışmalara sebep olan din-siyâset ilişkisinde Mâtürîdî, ilk defa bir konunun siyâseten ve sosyolojik olarak doğru olabileceği, ancak diyânet açısından Osman Oral 188 farklı olabileceği tezini ileri sürer. Amacının siyâsî kanaatlerle ortaya çıkabilecek menfi durum ve ayrışmaların dine mâl olmasına engel olma ve dinin birleştirici yönünü öne çıkartma arzusudur. O’nun diyânet-siyâset veya din-şeriat ayırımı muhtemelen siyâseten ve hukûken yapılan her türlü icraat ve yorumun dinin özüne zarar vermemesi, çağlara ve dönemlere göre değişen siyâsetin çağlara ve dönemlere göre değişmeyen dini tahrif etmemesi, ayrışmalara ve şiddete dayanak teşkil etmemesine yönelik olmalıdır. Eski Türklerde olan toplumsal hoşgörü ve müsamaha gibi değerleri İslam’la yoğuran Mâtürîdî, geleneksel ve rivâyete dayalı din anlayışı yerine, insan irâdesi, görüş, rey ve ictihadına dayalı düşünceye önem veren, diğer din ve mezheplerin görüşlerine karşı hoşgörülü, mu’tedil bir tutum sergileyerek ortaya çıkan dînî problemleri akıl ve nakil ışığında çözmeye çalışmaktadır. O’nun İslamın evrenselliğine zarar vermeyecek biçimde, itici olmaktan çok kucaklayıcı, hoşgörülü, i’tidalli bir yaklaşımla dini yorumlaması, dinin özünü ilgilendirmeyen görüş farklılıklarını hoşgörüp, onların sahiplerini dinden çıkmış saymaması metod ve yöntemlerini çağlar üstü yaptığı da söylenebilir. Mâtürîdî’nin ifrat ve tefritten uzak mu’tedil, hoşgörülü metod ve bakış açıları, dün olduğu gibi günümüz dînî anlayışlarına önemli açılımlar getirebileceği gibi itikâdi ve ahlâkî toplum hayatında görülen problemlerin çözümüne de katkı sağlayabileceğini düşünülebilir. O, akıl ve vahiy bütünlüğünü sağlaması hem tenzih hem de insanın hikmetle yaratılması temelinde, bireyin özgür ihtiyar, irade ve sorumluluğundan bahsetmesi, insanın ve hayatının değerli oluşu fert ve toplum barışına sağlama yönüyle onun kelâm ve İslam Mezhepler Tarihi’nde önemli bir metod ve bakış açısı ortaya koyduğu söylenebilir. 189 İslam Mezhepleri Tarihi’nde Mâtürîdî Kaynaklar Ak, Ahmet, Büyük Türk Âlimi Mâtürîdî ve Mâtürîdîlik, Bayrak Matb., İstanbul 2008. Düzgün, Şaban Ali, “Mâtürîdî’nin Kur’ân Yorum Yöntemi”, Kelâm Araştırmaları, 10: 1, 2012, s. 5-6. Ebû Zehrâ, Muhammed, İslam’da Siyasi ve Fıkhî Mezhepler Tarihi, terc. Hasan Karakaya,Kerim Aytekin, Hisar Yay., İstanbul 1983. Ebû’l-Vefâ el-Kureşi, Ebû Muhammmed Abdulkadir b. Muhammed, el-Cevahirü’lMudiyye fi Tabakati’l-Hanefi yye, Kahire 1413/1993. Ebü’l-Fidâ Zeynüddîn Kâsım b. Kutluboğa, Tâcü’t-Terâcim, Tahk. M. Hayr Ramazan Yusuf, Dârü’l-Kalem, Dımaşk 1992. Ecer, A.Vehbi, Büyük Türk Âlimi Mâtürîdî, Yesevi Yay., İstanbul 2007. Erdem, H. Sabri, Mâtürîdî ve İbn Teymiyye’de Metod Anlayışı, Şule Yay., İstanbul 1998. Fığlalı, Ethem Ruhi, Günümüz İslam Mezhepleri, İzmir İlâhiyat Vakfı Yay., İzmir 2010. Frye, R. Nelson, “Orta Çağ Başarısı Buhârâ”, çev. Hasan Kurt, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, CXII, 2000, s. 425. Hamevî, Ebû Abdillâh Şihâbüddîn Yakut, Mu’cem ül-Büldan, yy., Beyrut 1957. Hitti, K. Philip, Siyasî ve Kültürel İslam Tarihi, terc. Salih Tuğ, yy., İstanbul 1995. İbn Ebi’l-Vefâ, Ebû Muhammed Muhyiddin Abdülkâdir b. Muhammed İbn Sâlim, el-Cevâhiru’l-Mudıyye fî Tabakâti’l-Hanefi yye, Tahk. Abdülfettah M.el-Hulv, Dârü’l-Hicr li’t-Tıbaa’ ve’n-Neşr, Kahire 1993. İbn Hallikan, Ebû’l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Ebû Bekir, Vefeyatü’l-A’yan ve Enbau Ebnai’z-Zaman, yy., Mısır trs. Kehhale, Ömer Rıza Kehhale, Mu’cemu’l-Müellifi n Teracimü Musannifu’l-kütübü’lArabiyye, Darü ihyai’t-turasil-Arabiyye, Beyrut trs. Kutlu, Sönmez, “Bilinen ve Bilinmeyen Yönleriyle İmâm Mâtürîdî”, İmâm Mâtürîdî ve Mâtürîdîlik, 2011. Leknevî, Ebü’l-Hasenât Muhammed b. Abdulhay, el-Fevâidü’l-Behiyye fi Terâcimi’lHanefi yye, yy., Kahire 1324. Osman Oral 190 Mağribi, Ali Abdülfettah, İmâmu Ehli’s-sünne ve’l-Cemaa Ebû Mansûr el-Mâtürîdî ve Arauhu’l-Kelâmiyye, Mektebetü Vehbe, Kahire 1405/1985. Makdisi, M.b. Ahmed, Ahsenü’t-Tekasim fi Marifeti’l-Ekaim, yy., London 1909. Mâtürîdî, Ebû Mansûr, Kitabu’t-Tevhid, haz. Bekir Topaloğlu, Muhammed Aruçi, İSAM Yay., Ankara 2005. ____________, Te’vilâtü Ehli’s-Sünne, Tefsiru’l-Mâtürîdî, Tahk. Mecdi Basellum, Darü’l-Kütübü’l-İlmiye, Beyrut 2005. ____________, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, Tahk. Ahmet Vanlıoğlu; İlmî Kontr. Bekir Topaloğlu, Mîzân Yay., İstanbul 2005. Muminov, Aşirbek, “Mâtürîdîlik Araştırmalarında Kaynak Olarak Semerkant Câkardize Mezarlığı”, İmâm Mâtürîdî ve Mâtürîdîlik, 2009. Nesefi , Ebu’l-Muin, Tabsıratü’l-Edille fi Usuli’d-Din, Tahk. Hüseyin Atay-Şaban Ali Düzgün, DİB Yay., Ankara 2004. Oral, Osman, “Mâtürîdî’nin Hikmet Anlayışı”, ERÜ SBE Doktora Tezi, Kayseri 2014. ____________, Kelâm Tarihi ve Terimleri, Tiydem Yay., Ankara 2016. Özdeş, Talip, İmâm Mâtürîdî’nin Tefsir Anlayışı, İnsan Yay., İstanbul 2003. Özen, Şükrü,Topaloğlu, Bekir, “Mâtürîdî”, DİA, C 28, 2005, s. 146-165. ____________, “İmâm Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’nin Fıkıh Usülünün İnşası”, İmâm Mâtürîdî ve Mâtürîdîlik, 2011. Özervarlı, M. Sait, Kelâm Âlimleri Fihristi, TDV. Yay., İstanbul 1999. Pezdevi, Ebu Yüsr, Ehli’s-Sünnet Akâidi, çev. Şerafettin Gölcük, Kayıhan Yay., İstanbul 1998. Rudolph, Ulrich, “Das Entstehen der Mâtürîdîya”, çev. Ali Dere, Mâtürîdîliğin Ortaya Çıkışı, İmâm Mâtürîdî ve Mâtürîdîlik, ed. Sönmez Kutlu, Kitabiyat Yay., Ankara 2011. Sâbûnî, Nureddin, el-Bidâye fi Usuli’d-Din, terc. Bekir Topaloğlu, Mâtürîdiyye Akâidi, DİB Yayınları, Ankara 1995. Sem’anî, Ebû Sa’d Abdülkerim b. Muhammed b. Mansûr, el-Ensab, Neşr. Abdurrahman b. Yahya el-Muallimi el-Yemani, Beyrut 1400/1980. 191 İslam Mezhepleri Tarihi’nde Mâtürîdî Semerkandi, Alauddin Ahmed, Mizânü’l-Usûl fî Netâici’l-Ukûl fî Usuli’l-Fıkh, Tahk. Ahmed Fehmi Ebu Sinne, Riyad 1984. Şakir, Mahmut, Sükkânu’l-Âlemi’l-İslami, yy, Beyrut trs. Taşköprülüzâde, Ahmed b. Mustafa, Miftahü’s-Saade ve Misbahu’s-Siyade fi Mevduati’lUlum, Kahire trs. Topaloğlu, Bekir, “İmâm Mâtürîdî’nin Temel İslam Bilimlerindeki Yeri”, Büyük Türk Bilgini İmâm Mâtürîdî ve Mâtürîdîlik, MÜİFY, 2009, s. 41-45. Watt, W. Montgomery, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, terc. E. Ruhi Fığlalı, Ankara 1981. Yavuz, Yusuf Şevki, “Mâtürîdîyye”, DİA, C 28, İstanbul 2003, s. 165-175. Yazıcı, Nesimi, İlk İslam Türk Devletleri Tarihi, TDV. Yay., Ankara 2002. Yazıcı, Tahsin, “Belh”, DİA, C5, 1992, s. 410-411. Yeprem, M. Saim, Mâtürîdî’nin Akide Risâlesi ve Şerhi, TDV Yay., Ankara 2011. Yörükan, Yusuf Ziya, “İslam Akâid Sisteminde Gelişmeler ve Ebû Mansûr-i Matüridî”, AÜİFD, II, 1953, s. 127-128. Yurdagür, Metin,“Cüzcani, Ebû Bekir”, DİA, C8, 1993, s. 97. Zebîdî, Ebü’l-Feyz Muhammed, İ
.
|
Bugün 640 ziyaretçi (877 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|