ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026
Sual: Ana-baba hakları nelerdir? CEVAP İmam-ı Nesefi hazretleri bildiriyor ki:
Ana-babanın evladı üzerinde seksen kadar hakkı vardır. Kırkı sağlığında, kırkı vefatından sonradır. Sağlığında olan kırk haktan onu bedenle, onu dil ile, onu kalble, onu da para iledir.
Bedenle olan hakları:
1- Hizmet ederek rızalarını almak. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Ana-babasına hizmet edenin ömrü bereketli ve uzun olur.) [İslam Ahlakı]
(Ana-babasını dine uygun hizmetleriyle razı eden, Allahü teâlâyı razı etmiş olur, onları gazaplandıran, Allahü teâlâyı gazaplandırmış olur.) [İbni Neccar]
(Ana-babası, yanında ihtiyarladığı halde, [rızalarını alamayıp]Cenneti kazanamayanın burnu sürtsün.) [Tirmizi]
Hasan-ı Basri hazretleri, Kâbe’yi tavaf ederken sırtında yük olan bir zat görüp der ki:
- Niçin yükle tavaf ediyorsun?
- Bu yük değil, babamdır. Bunu Şam’dan yedi defa getirip tavaf ettim. Çünkü, bana dinimi, imanımı öğretti. Beni İslam ahlakı ile yetiştirdi.
- Kıyamete kadar böyle arkanda taşısan, bir defa kalbini kırmakla bu yaptığın hizmet boşa gider. Bir defa da gönlünü yapsan, bu kadar hizmete karşılık olur.
Ana-babaya hizmette kusur etmemelidir. Hazret-i İbni Abbas, "Ana-babana karşı, kusurlu, güçsüz, aşağı bir kölenin, sert, kaba efendisine karşı bulunduğu hâl üzere ol!" buyurdu.
Anneye hürmet ve hizmet, babadan önce gelir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Anneye yapılan iyiliğin ecri iki mislidir.) [İ. Gazali]
(Önce annene, sonra babana, kız kardeşine, erkek kardeşine ve sırası ile diğer yakınlarına iyilik et!) [Nesai]
(Veysel Karani’nin kavuştuğu bütün ihsan ve dereceler, anasına yaptığı iyilik sebebiyledir.) [R.Nasıhin]
(Ya Resulallah, annem müşriktir. Ona iyilik etmem caiz midir?) diye sorana, (Evet, annene iyilik ve ihsanda bulun!) buyuruldu. (Ebu Davud)
Her Peygamber, kendi annesinden de üstündür. Buna rağmen, Peygamberler de annelerine hürmet ve hizmet etmişlerdir.
Kâfir olan ana-babaya hizmet etmek, nafakalarını vermek, ziyaretlerine gitmek gerekir. Küfre sebep olan şeyleri yaptıracaklarından korkulursa, ziyaretlerine gidilmez. (Bezzâziyye)
Hazret-i Musa, Cennetteki komşusunun kim olduğunu Hak teâlâdan sorup öğrendikten sonra yanına gider. Bu bir kasaptır. Kasap, bir parça et pişirir. Asılı zenbili aşağı alır, çok zayıf bir kadına et ve su verir. Üstünü başını temizleyip, zenbile koyar. Kasap, (Bu annemdir. Yaşlanıp bu hale girdi; sabah-akşam böyle bakarım) der. Kasabın annesinin, (Ya Rabbi oğlumu Cennette Musa aleyhisselama komşu eyle) dediğini Hazret-i Musa da işitir. Kasaba, (Müjde, Allahü teâlâ, seni Musa aleyhisselama komşu etti) buyurur. (Şir’a)
(Sen de malın da babana aittir.) [İbni Mace]
3- Asi olmamak, karşı gelmemek. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Ana-babaya karşı gelmek büyük günahtır.) [Buhari]
(Ana-babasına asi olan Cennete giremez.) [Nesai]
(Ana-babasına karşı gelenin ömrü bereketsiz ve kısa olur.) [İslam Ahlakı]
İmanı olanlardan Cehennemden en sonra çıkacak olanlar, Allahü teâlânın yolunda olan ana-babasının İslamiyet’e uygun olan emirlerine asi olanlardır.
Ana-babanın ve hiç kimsenin, dine uymayan emri yapılmaz. Fakat, ana-babaya, yine tatlı söylemek, onları incitmemek gerekir.
Ana-baba kâfir ise, onları kiliseden, meyhaneden, sırtta taşıyarak bile, geri getirmek gerekir. Fakat, oralara götürmek gerekmez.
Ana-baba zalim de olsa, onlara karşı gelmek, onlarla sert konuşmak caiz değildir.
(Anam-babam çok şefkatsiz, onlara nasıl itaat edeyim) diyen bir kimseye, Resulullah efendimiz buyurdu ki: (Anan seni 9 ay karnında gezdirdi. 2 yıl emzirdi. Seni büyütünceye kadar koynunda besledi ve kucağında gezdirdi. Baban da seni büyütünceye kadar birçok zahmete katlandı. İdare ve maişetini temin etti. Sana dinini, imanını öğretti. Seni islam terbiyesi ile büyüttü. Şimdi nasıl olur da, şefkatsiz olurlar? Bundan daha büyük ve kıymetli şefkat olur mu?) [Ey Oğul İlmihali]
(Ya Resulallah, yaşlı anama elimle yedirip içiririm. Abdestini aldırır, sırtımda taşırım. Hakkını ödemiş olur muyum?) diye soran kişiye buyurdu ki: (Hayır, yüzde birini bile ödemiş olamazsın. O sana, yaşaman için hizmet ediyordu, sen ise, ölümünü bekleyerek hizmet ediyorsun. Ancak Allahü teâlâ, bu az iyiliğine karşılık çok sevap ihsan eder.)[R. Nasıhin]
Bir zat, (Ya Resulallah, ana-baba, evladına zulmetse de rızalarını almayan Cehenneme girer mi?) diye sorunca, cevaben 3 defa (Evet zulmetseler de rızalarını almayan Cehenneme girer) buyurdu. (Beyheki)
Şu halde ana-baba zalim olup, evlada zulmetseler de, günah işlemeyi emretseler de, yine onları üzmemeye, küstürmemeye çalışmalıdır! Günah olan emirleri yapılmaz ama, yine de onları üzücü söz söylemek caiz olmaz.
Ana-baba kötü bile olsa, yine onlarla iyi geçinmelidir! Ziyaretlerini terk etmek büyük günahtır. Hiç olmazsa, selam göndererek, tatlı mektup yazarak, telefon ederek, bu günahtan kurtulmalıdır!
Kur'an-ı kerimde 3 şey, 3 şeyle beraber bildirildi. Biri yapılmazsa, ikincisi kabul olmaz. Peygambere itaat edilmezse, Allah’a itaat edilmiş olmaz. Ana-babaya şükredilmedikçe, Allahü teâlâya şükredilmiş olmaz. Malın zekatı verilmedikçe, namazlar kabul olmaz. (Tefsir-i Mugni)
4- İtaat etmek, karşı gelmemek, günah olmayan emirlerini yapmak.
Hazret-i Musa, Allahü teâlâdan 9 defa nasihat istedi. Hepsinde de, ana-babaya itaat etmesi emrolundu. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ana-babaya itaat, Allah’a itaattir, onlara asi olmak, Allah’a asi olmaktır.) [Taberani]
Babasına asi gelen, çocuğundan mürüvvet göremez, muradına kavuşamaz, ailesi ile geçinemez, evinin tadı bozulur. (Şir’a)
5- Sert bakmamak, şefkatle, sevgi ile bakmak. Ana-babasına şefkat ve sevgi ile bir defa baksa, kabul edilmiş bir hac sevabına kavuşur.
Peygamber efendimiz (Ana-babanın yüzüne merhametle bakana, hac ve umre sevabı yazılır) buyurunca, (Günde bin defa bakarsa da böyle midir?) denildi. Cevaben buyurdu ki: (Günde yüzbin defa baksa da...) [R. Nasıhin]
Yine buyurdu ki: (Ana-babanın yüzüne sevgi ile bakmak ibadettir.) [Ebu Nuaym]
6- Üzmemek, incitmemek, rızalarını kazanmak. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Rabbin rızası, ana-babanın rızasında, gazabı da, ana-babanın gazabındadır.) [Buhari]
(Ana-babasının rızasını alan mümine Cennetten iki kapı, üzene de Cehennemden iki kapı açılır.) [Beyheki]
(Ana-babasını razı eden mümin, ne yaparsa yapsın Cehenneme girmez, inciten de Cennete girmez.) [Şir’a]
(Hak teâlâ, bazı günahların cezasını kıyamete kadar geciktirir. Ana-babaya isyan bundan müstesnadır.) [Hakim]
Ana-babayı üzmek, onlara eziyet etmek büyük günahtır. Ana-babanın veya hiç kimsenin günah olan emirleri yapılmaz. Ana-babanın yemeklerinde haram karışığı olduğu şüpheli olsa, ana-baba bu yemekten yemesi için evladını zorlasa, evladın o yemekten yemesi gerekir. Çünkü şüpheli şeylerden kaçınmak vera, ana-babanın rızasını almak ise vaciptir. Fakat gayrı meşru emirleri dinlenmez. Mesela onlar, (İçki iç, namaz kılma, yoksa senden razı olmayız) deseler de, haram olan şeyler yapılmaz. Çünkü (Halıka isyan olan işte, kula itaat edilmez) emri vardır. Hak teâlâ buyuruyor ki: (Biz, insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye ettik. Eğer onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme.) [Ankebut 8]
Ana-babası günah işleyen çocuk, bunlara bir defa nasihat eder. Kabul etmezlerse, susar. Onlara dua eder.
7- İzinsiz sefere gitmemek.
Hacca giderken, muhtaç olmayan ana-babadan izin almak sünnettir.
Ana-baba muhtaç ise, izinsiz gitmek haramdır. Ana-babası muhtaç olmayan, onlardan izinsiz farz olan hacca gidebilir. Fakat nafile olan hacca izinsiz gidemez. (Redd-ül Muhtar)
Cihad için izin isteyen birine Peygamber efendimiz, ana-babasının sağ olduğunu öğrenince, (Burada kal, onlara hizmet et, onlara hizmet cihaddır.) (Buhari)
Cihada gitmek için gelen başka birine de buyurdu ki: (Annenin yanından ayrılma! Cennet onun ayağı altındadır.) [Nesai]
Biri de, hicret etmek için gelip, (Ya Resulallah, ana-babamı ağlatarak geldim) dedi. Peygamber efendimiz bu duruma üzülerek buyurdu ki: (Hemen git, onları ağlattığın gibi güldür!) [Ebu Davud]
Ana-babayı ziyaret etmemek büyük günahtır. Hiç olmazsa, selam göndererek, tatlı mektup yazarak bu günahlardan kurtulmalıdır.
8- Saygıda, hürmette kusur etmemek. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Büyüğünü saymayan bizden değildir.) [Tirmizi]
Onları görünce ayağa kalkmak, yanlarına gitmek, onlar oturuncaya kadar ayakta durmak, izinsiz oturmamak gerekir. Otururken edepli oturmalı, ayağını uzatarak oturmamalı, bacak bacak üstüne atmamalıdır. Onlar bana bir şey demiyor diye bunları ihmal etmemelidir.
9- Onlarla yolda giderken, arkalarından gitmek. Zaruretsiz önlerinde yürümemek.
10- Çağırınca, hemen kalkıp yanlarına gitmek, buyurun demek. Ana-baba çağırınca, farz namazı bozmak caiz olur ise de, ihtiyaç yoksa, bozmamalıdır. Sünnetler bozulur. Hak teâlâ buyurdu ki: (Ya Musa, benim indimde çok ağır ve büyük bir günah vardır ki, o da, ana-baba evladını çağırınca, emrine uymamasıdır.) [İslam Ahlakı]
Dil ile olan hakları:
1- Yumuşak söylemek, tevazu etmek. Öf bile dememek. Hak teâlâ buyuruyor ki: (Biz insana, ana-babasına iyilik etmesini tavsiye ettik.) [Ahkaf 15]
(Rabbin, yalnız kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine öf bile deme; ağır söz söyleme, onlarla yumuşak ve tatlı konuş, onlara acı, tevazu kanadını gerip "Rabbim, küçükken beni yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et" diye dua et.) [İsra 23, 24]
Hasan-ı Basri hazretleri buyurdu ki:
(Âlim bir evladın ana-babası kâfir olsa, kuyudan su çekmeleri için ona muhtaç olsalar, o da birkaç kova çektikten sonra öf dese, bu sebeple bütün amellerinin sevabı yok olur.)
2- Konuşurken sesini, onların sesinden yüksek çıkarmamak.
3- Yanlarında çok konuşmamak, edebi aşmamak. Ana-baba bildiği şeyleri de anlatsa, yine aynı şeyler mi dememek. Hiç duymamış gibi can kulağı ile dinlemek.
4- Kaba, dokunaklı ve argo söz söylememek. Mesela iki kardeşi olan biri, öteki kardeşini kastedip (Oğlun şunu yaptı. Ben yapsam kıyameti koparırdınız) veya (Anne torununu tepene çıkartıyor, çok şımartıyorsun. Söz dinletemiyoruz) gibi sözlerle ana-babayı üzmemelidir. Çocuklarını ana-babanın yanında dövmemeli, azarlamamalıdır. Böyle şeyler ana-babayı üzer.
5- Hanımını onlardan üstün tutmamak. Peygamber efendimiz buyuruyor ki: (Hanımını anasından üstün tutana lanet olsun! Onun farz ve diğer ibadetleri kabul olmaz.) [Şir’a]
6- İsimleri ile çağırmamak, sözlerini kesmemek, sözlerinin arasına girmemek. Bilgiçlik taslamamak. Ana-baba yanlış da söylese, öyle değil diyerek itiraz etmemek.
7- Ana-babanın arasını açacak söz ve hareketlerden uzak durmak. Ana-baba ile oğul veya kızın arasını açacak işlerden uzak durmak. Gelinleri, ana-baba ile oğullarının arasını açacak sözlerden uzak tutmalıdır. Peygamber efendimiz, (Ana ile oğulun arasını açana lanet olsun) buyurmuştur. (Gunye)
8- Konuşurken, yap, yapma gibi ifadeler kullanmamak. Yapar mısın gibi ricada bulunmalıdır.
9- Hayır dualarını almak. Ana-baba duasını ganimet bilmek. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Üç kişinin duası kabul olur. Ana-baba, mazlum ve misafirin duası.) [Tirmizi]
(Ana-babanın duası, ilahi hicaba ulaşır, duaları kabul olur.) [İbni Mace]
10- Beddualarını almamak. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Ana-babanın çocuğuna ve mazlumun zalime olan bedduaları, reddolmaz.) [Tirmizi]
(Kendinize, evladınıza ve malınıza beddua etmeyin! Duaların kabul olduğu bir saate rastlar da bedduanız kabul olur.) [Müslim]
Ana-baba çağırdığı zaman herhangi bir işle uğraşırsan, hemen onu terk edip, derhal ana-babanın emrine koş! Anan-baban sana kızıp bağırırsa, onlara sen bir şey söyleme! Ananın-babanın duasını almak istersen, sana emrettikleri işleri çabuk ve güzel yapmaya çalış! Bu işini beğenmeyip sana gücenmelerinden ve beddua etmelerinden kork! Sana darılır iseler, onlara karşı sert söyleme! Hemen ellerini öperek gazaplarını teskin et! Ananın-babanın kalblerine geleni gözet! Çünkü senin saadet ve felaketin, onların kalblerinden doğan sözdedir. Anan-baban hasta ise, ihtiyar ise, onlara yardım et! Saadetini onlardan alacağın hayır duada bil! Eğer onları incitip, beddualarını alırsan, dünya ve ahiretin harap olur. Atılan ok tekrar geri yaya gelmez. Onlar hayatta iken, kıymetini bil!
Kalb ile olan hakları:
1- Acımak, merhamet etmek. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Merhamet etmeyene, merhamet edilmez, acımayana acınmaz.)[Müslim]
2- Sevmek. Her fırsatta ana-babanın ellerini öpmeli, sevdiğini hissettirmelidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Annesinin ayağını öpen, Cennetin eşiğini öpmüş olur.) [Şir’a]
3- Sevinçlerine sevinmek. Bir şeye sevinince, (Ne iyi olmuş, hayırlı olsun) gibi sözlerle memnuniyetini bildirmelidir.
4- Üzüntülerine üzülmek, dertleri ile hemdert olmak. Bir şeye üzülmüşlerse, (Geçmiş olsun) diyerek ilgilendiğini, üzüldüğünü bildirmeye çalışmalıdır.
5- Çok söylemelerinden incinmemek. İncinse bile, kesinlikle incindiğini hissettirmemek.
6- Sitem ve cefalarına kızmamak. Sözlerini hiç duymamış gibi hareket etmek.
7- Onlardan razı olmak. Ne yapıp yapmalı, onların rızalarını almaya çalışmalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlânın rızası ana-babanın rızasındadır.) [R. Nasihin]
8- İncitmekten çok korkmak. İsra suresinin 23. âyet-i kerimesinde ana-babaya iyi davranmak, onlara yumuşak ve tatlı söylemek emredilmektedir. Gaflete düşüp ana-babanın kalbini kırarsan, derhal rızalarını almaya çalış, yalvar ve ne yaparsan yap, onların gönlünü al!
9- Nazlanmamak. Aksine onların nazına katlanmalıdır. Çünkü ana-baba küçükken bizim çok nazımızı çektiler. Nazlanma sırasının onlarda olduğunu unutmamalıdır.
10- Sıkıntı görse de, ölseler de kurtulsak diye düşünmemek, çok yaşamalarını arzu etmek. Onlar, bizden çok sıkıntı gördükleri halde, yaşamamızı istemişlerdi. İcabında kendileri aç durup bizi doyurmuşlardı.
Mal, para ile olan hakları:
1- Kendinden önce, onlara elbise almak. Kendi yiyeceğinden iyisini onlara vermek.
2- Uzakta iseler ziyaretlerine gitmek. Ana-baba ve mahrem akrabaları ziyaret etmek vaciptir. Hiç olmazsa, selam göndererek, tatlı mektup yazarak bu günahlardan kurtulmalıdır. Ziyarette sıra, ana, baba, evlat, dede, nine, kardeş, amca, hala, dayı ve teyzedir.
3- Beraber yemek.
4- Arzularını sormak, öğrenip yerine getirmek.
5- Evlerini temizlemek, boyamak, tamir etmek.
6- Para vermek. İhtiyaçları olup da söyleyemezler belki.
7- Malı, parayı onlara serbest etmek. Ne zaman isterseniz, malım, param size feda olsun demeli, bir kızgınlıkları varsa, bu yolla onları teskin etmelidir. Ana-babaya harcanan paradan sual olunmaz. Muhtaç olan ana-babaya yardım farzdır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolculara infak edin!) [Bekara 215]
Kime infak edeceğini soran kimseye Resulullah efendimiz, (Kendine, ana-babana, sonra hanımına ve çocuklarına, hizmetçine bundan sonrasını da artık sen bilirsin) buyurdu. (Nesai)
Babası hasta olup, bakacak kimse bulunamazsa, kocasından izinsiz gidip hizmet eder. Zimmi baba da böyledir. Çocuk, zengin olan babasına bakmaya mecbur değildir. (Bezzâziyye)
Zengin çocuğun, fakir olan ana-babasına nafaka vermesi farzdır. Fakir kimsenin, fakir babasına nafaka vermesi farz değildir. Fakir olan ana-babasını kendi evine alıp, birlikte otururlar. (Fetava-i Hayriyye)
Ana-babadan birine iyilik edince öteki incinirse, babaya hürmet ve itaat etmeli, anaya hizmet, yardım ve ihsan etmelidir.
8- Ara sıra güzel yemek yapıp, davet etmek. Gönülleri ister de, belki söyleyemezler.
9- Dostlarını, dost bilip davet ederek gönüllerini almak. Düşmanlarından da uzak durmaya çalışmak.
10- Hastalandıkları zaman, tedavileri ile meşgul olmak, ilaç almak. Bir bakıcı, bir hizmetçi tutmak yerine, bizzat kendisi hizmet etmeye çalışmalıdır.
Vefatlarından sonraki 40 hak:
1- Definlerinde erken davranmak.
2- Sünnet üzere yıkamak. Bu işi bilen iyi kimselere yıkatmalıdır.
3- Sünnet üzere kefenlemek.
4- Caiz olmayan kefen yapmamak.
5- Sünnet olan sayıya dikkat etmek. Erkeklere 3 parçadan fazla yapmamak.
6- Kefende israf etmemek.
7- Helal parasından kefen almak.
8- Cenaze namazını biliyorsa kendisi kıldırmak. Bid'at ehli kimselere kıldırmamak.
9- Onlara hep dua etmek. Bir hadis-i şerif meali: (Ana-babasına dua etmeyenin rızkı kesilir.) [Şir’a]
10- Toprağa kendisi koymak.
11- Mezarı kazan ve çalışanları memnun etmek.
12- İyi ve salih kimselerin arasına defnetmek.
13- Kötülerin arasına gömmemek. Çünkü kötü komşudan onlara sıkıntı gelir.
14- Kabrin üzerini balık sırtı gibi yapmak.
15- Kerpiç kullanmak.
16- Pişmiş tuğla kullanmamak. Çivi, tuğla gibi fırınlanmış şeyleri kabrin içinde kullanmak mekruhtur. Kabrin üstünü, dışardan tuğla ve mermerle örtmek caizdir.
17- Toprağı başında sadaka vermek.
18- Kabir başında dua etmek. [Sadakayı ve duayı geciktirmemek. 40. ve 52. gece gibi bid'at olan işlerden uzak durmak.]
19- Borçlarını ödemek.
20- Telkini kendi vermek.
21- İskatını hemen yapmak. Ölünün namaz ve oruç borcu için, başkası onun yerine namaz kılamaz ve oruç tutamaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Başkası yerine oruç tutulmaz ve namaz kılınmaz. Fakat onun orucu ve namazı için fakir doyurulur.) [Nesai]
22- Mezar taşına caiz olmayan ifadeler yazdırmamak. Mesela Fatiha veya Besmele veya âyet yazmak caiz değildir. Latin harfleriyle de caiz olanı yazmamalıdır. Başkaları uzun yıllardan beri yazıyorsa da, caiz değildir.
23- Vasiyetlerini yerine getirmek. Dine uygun değilse yerine getirilmez.
24- Namazlardan sonra dua edip, sevaplarını onların ruhlarına göndermek. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ana-babasına asi olan, vefatlarından sonra, onlar için dua etse, Allahü teâlâ, onu, ana-babasına itaat edenlerden yazar.) [İbni Ebiddünya]
25- Sevabı onlara olmak üzere oruç tutmak.
26- Sevabı onlara olmak üzere hac etmek. Âlimlerin çoğuna göre ana-baba için hac caizdir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ölmüş ana-babası adına hac edene, hem kendi, hem de ana-babası için hac yapmış sevabı verilir. Ana-babasının ruhuna müjde verilir.) [Dare Kutni]
27- Sevabı onlara olmak üzere sadaka vermek. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Sadaka verirken, sevabını müslüman ana-babanızın ruhuna niye hediye etmezsiniz? Hediye ederseniz, verdiğiniz sadakanın sevabı, onların ruhuna gideceği gibi, sevabından hiçbir şey eksilmeden size de yazılır.) [Taberani]
28- Kabirlerini ziyaret edip Kur'an-ı kerim okumalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ana-babasının veya birinin kabrini ihlasla ve mağfiret umarak ziyaret eden, kabul olmuş bir hac sevabı alır ve bunu âdet edinenin kabrini de melekler ziyaret eder.) [Hakim]
29- Kabirlerini Cuma günleri ziyaret etmek. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ana-babanın kabrini, Cuma günleri ziyaret edenin günahları affolur, haklarını ödemiş olur.) [Tirmizi]
30- Ziyarette dua ve Kur'an-ı kerim okumakla meşgul olmak, uygunsuz söz söylememek.
31- Sağlıklarında incinmiş iseler, çocuk salih olunca razı olurlar. Onların öğrettikleri iyi şeylerle amel ettiği müddetçe, sevabı onlara da ulaşır.
32- Onlardan kötü bir yol edinmiş ise, her yaptığından onlara da günah ve azap gider. Bunun için, onlardan veya onların vasıtası ile öğrendiği kötü şeyleri terk etmeli, kendi kötü amelleri ile, onlara kabirde azap ettirmemelidir.
33- Ana-babaya sövmemek. Hadis-i şerifte, (Ana-babaya sövmek büyük günahtır) buyuruldu. (Buhari) Yani birinin ana-babasına söversen, o da senin ana-babana sövebilir.
34- Yakınlarına iyi davranmak. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ölmüş ana-baba için dua ve istigfar etmek, borçlarını ödemek, dostlarına ikram etmek, onların yakınlarını ziyaret etmek, iyi davranmak suretiyle onlara ikramda bulunun.) [Hakim]
35- Dostlarını ziyaret etmek. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Babası öldükten sonra, onun dostlarını ziyaret eden, en iyi iyiliği yapmış olur.) [Müslim]
36- Dostları ile görüşmek. Hadis-i şerifte (İyiliklerin en mükemmeli, baba dostunu görüp gözetmektir) buyuruldu. (Müslim)
37- Fıtır bayramında, sevabı onlara olmak üzere sadaka-i fıtır vermek.
38- Kurban bayramında sevabı onlara olmak üzere kurban kesmek.
39- Ana-babanın sevdiği yemeği yapıp, fakirlere verip ruhlarını şâd etmek.
40- Kötülüklerini söylememek. Hadis-i şerifte (Ölülerinizi hayırla anın, iyiliklerini söyleyin, kötülüklerini açıklamayın) buyuruldu. (Tirmizi)
.
Kadın-erkek ve anne
Sual: Âyet ve hadiste ana hakkının öneminin büyük olduğu, bu bakımdan kadının erkekten üstün olduğu söyleniyor. Üstünlüğün cinsiyet ile ilgisi var mıdır? CEVAP Dinimizde ırk, renk ve cinsiyet üstünlüğü yoktur. Üstünlük, takvaya, Allah indindeki dereceye göredir. Müslüman zenci bir kadın, müslüman olmayan beyaz bir kraldan çok üstündür. Mukayese bile edilmez. Biri ebedi Cennetlik, öteki ise ebedi Cehennemliktir.
Anne hakkı önemlidir. Anneye hürmet ve hizmet, babadan önce gelir. Biri, sual etti ki:
- Ya Resulallah, insanlar içinde iyilik etmeme en layık olan kimdir? - Annendir. - Sonra? - Annendir. - Daha sonra? - Babandır. (Buhari, Müslim)
Başka bir hadis-i şerifte de, (Önce, annene, sonra babana, kız kardeşine, erkek kardeşine ve sırası ile diğer yakınlarına iyilik et!)buyuruldu. (Nesai)
Üstünlük ve Hak Üstünlük başka, hakkı olmak, iyiliğe layık olmak başkadır. Anne, kâfir bile olsa ona iyilik etmelidir! Bir kimse (Ya Resulallah, annem müşriktir. Ona iyilik etmem caiz midir?) diye sorunca, (Evet annene iyilik ve ihsanda bulun!) buyuruldu. (Ebu Davud)
Her Peygamber, kendi annesinden de üstündür. Buna rağmen, Peygamberler de annelerine hürmet ve hizmet etmişlerdir. Çünkü anne, hak sahibidir, hizmete ve hürmete layıktır. Hakkı bulunmak, hizmete ve hürmete layık olmak ayrı, üstün olmak ayrıdır. Bir zat sual etti ki:
- Ya Resulallah cihada gitmek istiyorum. - Annen var mı? - Evet var. - Ona hizmet et, Cenneti, onu razı etmekle kazanırsın! (Taberani)
Cihada gitmek için gelen başka birine de, (Annenin yanından ayrılma! Cennet onun ayağı altındadır) buyuruldu. (Nesai)
Hak sahibi olmak, üstün olmayı gerektirmez. Hadis-i şerifte (İnsanlar içinde en büyük hak sahibi, erkeğin üzerine annesi, kadının üzerine de kocasıdır) buyuruluyor. (Hakim)
Ana-babanın evladı üzerinde hakkı olduğu gibi, evladın da ana-baba üzerinde hakkı vardır. Erkeğin hanımı üzerinde hakkı olduğu gibi, hanımın da kocası üzerinde hakkı vardır. Fakat ana-baba hakkı ve koca hakkı daha önce gelir. Bu öncelik, üstün olmayı göstermez. Buradan (İslamiyet evlada veya kadına hak tanımıyor) demek iftira olur. Kimin imanı daha kuvvetli ve kim Allahü teâlânın emirlerine daha çok riayet ediyorsa o daha üstündür. (K. Saadet)
.
Kayınpedere "baba" demek
Sual: Kayınvalideye ve kayınpedere, "Ana - baba" demek caiz midir? CEVAP Kayınvalideye ve kayınpedere, "Ana-baba" demek, akla yanlış gibi gelmekte ise de, ceddimiz hürmet olarak bunlara "Ana-baba" demişlerdir.
Bekara suresinin 133. âyet-i kerimesinde, Yakub aleyhisselama hitaben (Baban İbrahim, İsmail ve İshak) buyuruluyor. Bilindiği gibi, Yakub aleyhisselam, İshak aleyhisselamın oğludur. İsmail aleyhisselam amcası, İbrahim aleyhisselam ise dedesidir.
İbrahim aleyhisselamın babası Taruh olduğu halde, amcası ve üvey babası Azer için Kur'an-ı kerimde (İbrahim’in babası) ifadesi geçmektedir. (Enam 74)
Peygamber efendimizin, amcası Ebu Talibe ve Ebu Lehebe "Baba" dediği hadis-i şeriflerle sabittir. Türkiye’de de, insanlara iyilik eden, onları himayesine alan kimselere mecaz olarak, "Baba adam", "Fakir babası" dendiğini hepimiz biliriz. Yaşlı kimselere de hürmeten "Baba" denir.
Yaşlı kadınlara da , "Ayşe ana", "Fatma ana" veya "Hacı anne" dendiği meşhurdur. Böyle söylemekle, yani baba demekle, o kimse bizim babamız olmadığı gibi anne dediğimiz kadın da annemiz olmaz. Bunlar hürmet için söylenir.
Yine yaşlı kimselere, bir akrabalığımız olmadığı halde, "Amca, dede", yaşlı kadınlara da, "Teyze, nine" deriz. Bunlar bir saygı ifadesidir.
Kayınvalideye ve kayınpedere, "Ana-baba" demek ise daha tabiidir. Riya maksadıyla söylenirse, riya, saygı için söylenirse saygı olur. Ceddimiz, kayınvalideye ve kayınpedere, "Hanım anne", "Bey baba" da demişlerdir. Hakiki ana-baba ile karışmamaları için böyle söylemek daha iyidir. Bazı yerlerde kayınvalideye "Cici anne" de diyorlar. Bunlar mubah âdetlerdir. Günah olmayan âdetlere uymakta mahzur yoktur. Hatta mubah olan âdete uymamak şöhrete, kalb kırmaya sebep olursa böyle âdetlere uymak gerekir. (Hadika)
.
Ana-babaya hizmet
Sual: Ana baba hakkı, onlara hizmetin önemi hakkında bilgi verir misiniz? CEVAP İmandan sonra birinci vazifemiz ana-babanın kalbini kırmamaktır. Onlar ne kadar kötü olsalar da, yine her şeyin üstünde hakları vardır. Onların kalbini kıranın ibadeti kabul olmaz. Müslüman doğmamıza ve müslüman yetişmemize sebep olan ana-babamızın kalbini kırarsak Cennete girmemiz düşünülebilir mi? Müslüman ana-babamız, bizden razı olmadıkça, Allahü teâlânın sevdiği kulu olmamız çok zordur. İyilik ederek rızalarını almaya çalışmalıdır!
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki: (Ana-babasına hizmet edenin ömrü bereketli ve uzun olur. Onlara karşı gelenin, âsi olanın ömrü bereketsiz ve kısa olur.) [Ey Oğul İlm.]
(Ana-babası, yanında ihtiyarladığı halde, [onların rızalarını alamayıp] Cenneti kazanamayanın burnu sürtülsün.) [Tirmizi]
(Cihad, fisebilillah [Allah yolunda] sadece kılıç sallamak değildir. Ana-babaya veya evlada bakmak da cihaddır. Ele muhtaç olmamak için çalışmak da cihaddır.) [Deylemi]
Ana babanın yüzüne sert bakmamalı, şefkatle ve sevgi ile bakmalı! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Ana-babanın yüzüne şefkatle bakana, kabul olmuş bir hac sevabı yazılır.) [İ.Rafii]
(Huzurunda alıcı ile satıcı arasındaki köle gibi durmayan kimse babasının hakkını ödeyemez.) [İ.Gazali]
Evladın, ana-babasına, sevgi ile bakışı için, kabul edilmiş bir hac sevabı verileceği bildirilince, oradakiler, (Günde bin defa bakarsa da böyle sevaba kavuşur mu?) dediklerinde, Peygamber efendimiz,(Günde yüzbin defa baksa da) buyurdu. (Şir’a)
Evliyanın büyüklerinden biri, nafile hacca gitmek üzere yola çıktı. Bir ara Bağdat’a uğradı. Orada Ebu Hâzım-ı Mekki hazretlerini ziyarete gitti. O anda uyuyordu. Biraz bekledi. Uyandı ve o zata dedi ki:
- Şimdi Resulullah efendimizi rüyada gördüm. Bana, senin hakkında,(Annesinin hakkını gözetsin, bu, hac etmekten daha iyidir)haberini ulaştırmamı emretti. Bunun üzerine o zat geri döndü ve bütün hayatı boyunca annesine hizmet edip duasına kavuştu.
Buhari’deki hadis-i şerifte özetle deniyor ki: Eski ümmetlerden üç kişi yolculuğa çıkarlar. Geceyi geçirmek üzere bir mağaraya girince dağdan bir kaya parçası yuvarlanarak mağaranın ağzını kapatır. “Bizi bu kayadan ancak iyi amellerimizi dile getirerek Allahü teâlâya yapacağımız dua kurtarabilir” derler.
İçlerinden biri şöyle dedi:
Anam-babam çok yaşlı idi. Onları doyurmadan çoluk çocuğumu ve hayvanlarımı doyurmazdım. Bir gün, odun toplamak için uzaklara gitmiştim. Geç vakte kadar da dönemedim. Akşam içecekleri sütü, getirdiğimde anamla babam uyumuşlar. Onlara sütlerini içirmeden önce çoluk çocuğumun ve hayvanlarımın karınlarını doyurmazdım. Çocuklar da, yanımda ağlıyorlardı. Çanak elimde tanyeri ağarıncaya kadar onların uyanmalarını bekledim. Anamla babam uyanıp sütlerini içtiler. (Ya Rabbi bunu senin rızan için yapmışsam buradan bizi kurtar)
Kaya biraz açıldı. Fakat çıkmak mümkün değildi.
İkincisi, her türlü imkan varken çok sevdiği amcasının kızı ile zina etmediği ve kıza verdiği 120 dinar altını almadığı olayı hatırlayıp, (Ya Rabbi, bunları senin rızan için yapmışsam bizi buradan kurtar) dedi. Kaya biraz daha açıldı. Ancak yer çıkabilecekleri kadar değildi.
Üçüncüsü şöyle dedi:
Çalıştırdığım işçilerden biri ücretini almadan gitmişti. Ben de onun ücretini ürettim. Bundan birçok mal meydana geldi. Bir müddet sonra bana gelip ücretini istedi. (Şu gördüğün develer, sığırlar, koyunların hepsi senin ücretinden üremiştir, al götür) dedim. O da (benimle alay etmiyorsun ya) dedi. Ben de (hayır, alay etmiyorum, doğrusu bu) deyince, malların hepsini alarak götürdü. Bana hiçbir şey bırakmadı. (Ya Rabbi bunu senin rızan için yapmışsam, içinde bulunduğumuz şu beladan bizi kurtar.)
Bunun üzerine kaya tamamen açıldı. Onlar da mağaradan çıktı.(Buhari)
Ana baba çağırınca
Sual: Ana baba çağırınca, namazdaysak veya başka önemli bir iş yapıyorsak, hemen gitmek gerekir mi? İkisi aynı anda çağırırsa hangisini tercih etmelidir? CEVAP Ana babanın salih veya fâsık olmasının da önemi vardır. Evladını İslam terbiyesi üzerine yetiştirmeyen ana babanın, evladı üzerinde ana babalık hakkı yoktur. Bakıp büyüttükleri için, başka hakları vardır. Ana babanın veya başkalarının dine aykırı emirlerine itaat edilmez.
Ana baba çağırdığı zaman, önemli bir işle uğraşılsa da, hemen onu terk edip, derhal ana babanın emrine koşmak gerekir. Allahü teâlâ buyuruyor ki: (Ya Musa, benim indimde çok ağır ve büyük bir günah vardır ki o da, ana baba evladını çağırınca, emrine uymamasıdır.) [İslam Ahlakı]
Ana baba çağırınca farz namazı bozmak caiz olursa da, ihtiyaç yoksa bozmamalı. Nafile ve sünnet namazlar bozulur. Bunlar imdat isterse farzları da bozmak gerekir. Namaz kıldığını bilerek çağırıyorlarsa nafileyi de bozmayabilir, bilmeyerek çağırdılarsa bozmak gerekir.
İkisi aynı anda çağırırsa, anneyi tercih etmek gerekir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Anne ve baba aynı anda çağırınca, önce annenin çağrısına uy!)[Deylemi]
Anneye hizmet
Sual: Annem, babamdan ayrılınca, başka biriyle evlendi. Babam, annemle görüşmemi istemiyor. Gizlice görüşüp, işlerine yardım etsem günah olur mu? CEVAP Hayır, günah olmaz. Babanızın üzülmemesi için, o duymadan, gizlice görüşmeli. Anneye hürmet ve hizmet, babadan önce gelir.
Ana ile babadan birine iyilik edince öteki incinirse, babaya hürmet ve itaat etmeli, anaya hizmet, yardım ve ihsan etmelidir. (Hazanet-ür-rivayat)
Kâfir ana babaya hizmet Sual: Kâfir ana babaya da hizmet edip ziyaretlerine gidilir mi? CEVAP
Kâfir olan anaya babaya hizmet etmek, nafakalarını vermek, ziyaretlerine gitmek lazımdır. Küfre sebep olan şeyleri yaptıracaklarından korkulursa, ziyaretlerine gitmemeli. Kâfirlerle birlikte yiyip içmek, bir iki kere caizdir. Her zaman ise, mekruh olur.(Bezzaziyye - S. Ebediyye)
Sefere giderken
Sual: Sefere çıkarken ana-babadan izin almak gerekir mi? CEVAP
Ticaret, hac, umre gibi tehlikeli olmayan yolculuklarda, ihtiyacı olmayan ana babanın iznini, rızasını almak lazım olmasa da, tehlikeli yolculukları için ve cihad için rızalarını almak lazımdır. İlim öğrenmek için gidilecek yolda ve yerde emniyet varsa ve ana-babanın yalnız kalarak helak olmaları tehlikesi yoksa, rızaları olmasa da, gitmek caizdir.
Hiçbir zaman ve hiçbir sebeple ana babaya karşı sert söylemek caiz değildir. Rızaları olmadan gitmek caiz olduğu zaman, gittiği yerden sık sık gönül alıcı mektup yazarak [telefon ederek veya başka bir vasıtayla] selam ve hediye yollayarak rızalarını almalıdır. (S. Ebediyye)
.
Ana babayı dinlemeyip evlenmek
Sual: Bir kızın salih ana babasını dinlemeyip sevdiği biri ile evlenmesi caiz midir? Ana-babanın evladı üzerinde ne hakkı vardır? CEVAP İmam-ı Nesefi hazretleri bildiriyor ki:
Ana-babanın evladı üzerinde seksen kadar hakkı vardır. Bunlardan birkaçı şöyledir: Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ana-babasını hizmetleriyle razı eden, Allahü teâlâyı razı etmiş olur, onları gazaplandıran, Allahü teâlâyı gazaplandırmış olur.)[İbni Neccar]
Hasan-ı Basri hazretleri, Kâbe’yi tavaf ederken sırtında yük olan bir zat görüp der ki:
- Niçin yükle tavaf ediyorsun?
- Bu yük değil, babamdır. Bunu Şam’dan yedi defa getirip tavaf ettim. Çünkü, bana dinimi, imanımı öğretti. Beni İslam ahlakı ile yetiştirdi.
- Kıyamete kadar böyle arkanda taşısan, bir defa kalbini kırmakla bu yaptığın hizmet boşa gider. Bir defa da gönlünü yapsan, bu kadar hizmete karşılık olur.
(Ya Resulallah, annem müşriktir. Ona iyilik etmem caiz midir?) diye sorana, (Evet, annene iyilik ve ihsanda bulun!) buyuruldu. (Ebu Davud)
Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (En faziletli amel, vaktinde kılınan namazdan sonra ana-babaya iyiliktir.) [Müslim]
(Ana-babaya ihsan, bedbahtlığı saadete çevirir, ömrü uzatır ve insanı kötü ölümden korur.) [Ebu Nuaym] Şu halde ana-baba zalim olup, evlada zulmetseler de, günah işlemeyi emretseler de, yine onları üzmemeye, küstürmemeye çalışmalıdır! Onları üzücü söz ve hareket caiz olmaz.
Ana-baba kötü bile olsa, yine onlarla iyi geçinmelidir! Ziyaretlerini terk etmek büyük günahtır. Hiç olmazsa, selam göndererek, tatlı mektup yazarak, telefon ederek, bu günahtan kurtulmalıdır!
Babasına asi gelen, çocuğundan mürüvvet göremez, muradına kavuşamaz, ailesi ile geçinemez, evinin tadı bozulur. (Şir’a) Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Ana-babasının rızasını alan mümine Cennetten iki kapı, üzene de Cehennemden iki kapı açılır.) [Beyheki]
(Ana-babasını razı eden mümin, ne yaparsa yapsın Cehenneme girmez, inciten de Cennete girmez.) [Şir’a]
Cihad için izin isteyen birine Peygamber efendimiz, ana-babasının sağ olduğunu öğrenince, (Burada kal, onlara hizmet et, onlara hizmet cihaddır) buyurdu. (Buhari)
Cihada gitmek için gelen başka birine de buyurdu ki: (Annenin yanından ayrılma! Cennet onun ayağı altındadır.) [Nesai]
Biri de, hicret etmek için gelip, (Ya Resulallah, ana-babamı ağlatarak geldim) dedi. Peygamber efendimiz, bu duruma üzülerek buyurdu ki: (Hemen git, onları ağlattığın gibi güldür!) [Ebu Davud]
Hak teâlâ, buyurdu ki: (Ya Musa, benim indimde çok ağır ve büyük bir günah vardır ki, o da, ana-baba evladını çağırınca, emrine uymamasıdır) [İ.Ahlakı]
Hasan-ı Basri hazretleri buyurdu ki:
(Âlim bir evladın ana-babası kâfir olsa, kuyudan su çekmeleri için ona muhtaç olsalar, o da birkaç kova çektikten sonra öf dese, bu sebeple bütün amellerinin sevabı yok olur.)
Peygamber efendimiz, (Ana ile çocuğun arasını açan kimseye lanet olsun) buyurmuştur. (Gunye)
Ne yapıp yapmalı, onların rızalarını almaya çalışmalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Rabbin rızası, ana-babanın rızasında, gazabı da, ana-babanın gazabındadır.) [Buhari]
Üzmekten çok korkmalı. İsra suresinin 23. âyet-i kerimesinde ana-babaya iyi davranmak, onlara yumuşak ve tatlı söylemek emredilmektedir.
Salih ana babanın rızalarını almadan onları üzerek evlenmenin tehlikesini bu âyet ve hadis-i şeriflerden iyi anlamalıdır.
.
Baba evladına iyilik ister
Sual: Babam namaz kılmam hususunda aşırı nasihat ediyor. Kendisi ise her şeyi tam yapmıyor. Ne yapmalıyım? CEVAP Babanızı şikayet ediyorsunuz. Bizim yazmamızla babanız hemen düzelmez. Şikayetlerde her iki tarafı da dinlemek gerekir. Sizin anlattığınıza göre, babanızın yaptıklarının bir kısmı normal değildir. Fakat namaz kılmanız için gösterdiği gayreti ayıplamamak gerekir. Her müslüman babanın yapması gerekeni yapıyor. Allahü teâlânın emrini hatırlatana kızılır mı? Kendisi yapamasa bile, hakkı tavsiye eden bir müslümanı ayıplamak doğru değildir.
O sizin iyiliğiniz için çalışmakta, sizi namaza ısındırmaya uğraşmaktadır. Böyle babanın eli öpülür.
Baba zalim de olsa, ona karşı gelmek, onunla sert konuşmak, onu üzmek caiz değildir. Ana-babası günah işleyen çocuk, bunlara bir defa nasihat eder. Kabul etmezlerse, susar. Onlara dua eder.
Namazın önemi çok büyüktür. Namaz kılmak büyük bir ibadet olduğu için terk edilmesi de çok büyük günahtır. Hanbeli’de namazı terk eden küfre düştüğü için, Şafii ve Maliki’de büyük günah işlediği için ceza olarak katli gerektiği fıkıh kitaplarında yazılıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Beş vakit namazı kasten, mazeretsiz terk eden, Allah’ın hıfz ve emanından mahrum olur.) [İbni Mace]
.
Ölmüş ana baba hakkı
Sual: Ölmüş ana baba hakkı nasıl ödenir? CEVAP
Aşağıdakileri yapmaya çalışmalı.
Namazlardan sonra dua edip, sevaplarını onların ruhlarına göndermeli. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ana-babasına asi olan, vefatlarından sonra, onlar için dua etse, Allahü teâlâ, onu, ana-babasına itaat edenlerden yazar.) [İbni Ebiddünya]
Sevabı onlara olmak üzere oruç tutmalı.
Sevabı onlara olmak üzere hac etmeli. Âlimlerin çoğuna göre ana-baba için hac caizdir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ölmüş ana-babası adına hac edene, hem kendi, hem de ana-babası için hac yapmış sevabı verilir. Ana-babasının ruhuna müjde verilir.) [Dare Kutni]
Sevabı onlara olmak üzere sadaka vermeli. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Sadaka verirken, sevabını müslüman ana-babanızın ruhuna niye hediye etmezsiniz? Hediye ederseniz, verdiğiniz sadakanın sevabı, onların ruhuna gideceği gibi, sevabından hiçbir şey eksilmeden size de yazılır.) [Taberani]
Kabirlerini ziyaret edip Kur'an-ı kerim okumalı. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ana-babasının veya birinin kabrini ihlasla ve mağfiret umarak ziyaret eden, kabul olmuş bir hac sevabı alır ve bunu âdet edinenin kabrini de melekler ziyaret eder.) [Hakim]
Kabirlerini Cuma günleri ziyaret etmeli. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ana-babanın kabrini, Cuma günleri ziyaret edenin günahları affolur, haklarını ödemiş olur.) [Tirmizi]
Ziyarette dua ve Kur'an-ı kerim okumakla meşgul olmalı, uygunsuz söz söylememeli.
Sağlıklarında incinmiş iseler, çocuk salih olunca razı olurlar. Onların öğrettikleri iyi şeylerle amel ettiği müddetçe, sevabı onlara da ulaşır.
Onlardan kötü bir yol edinmiş ise, her yaptığından onlara da günah ve azap gider. Bunun için, onlardan veya onların vasıtası ile öğrendiği kötü şeyleri terk etmeli, kendi kötü amelleri ile, onlara kabirde azap ettirmemelidir.
Sual: Babam beddua etti. O öldüğünden beri işim rast gitmiyor, çaresi var mı? CEVAP Tevbe istigfara devam edip, ölmüş babanız için hayırlı işler yapmalısınız. Diyelim bir fakire bir ayakkabı aldınız, sevabını babanıza ve Peygamber efendimize ve bütün müslümanlara bağışlarsanız, sevabı hiç eksilmeden hepsine gider. Babanız sevaplara kavuşunca memnun olur ve işleriniz de artık rast gider. Buna benzer hayır hasenat yapmaya çalışın.
.
Ana baba hakkıyla ilgili sorular
Sual: İhtiyar ve salih anam babam yanımdadır. Ancak sıkıntıları çok fazla. Ayrı bir ev tutsam uygun olur mu? CEVAP İster yanınızda kalsın, ister ayrı ev tutun, ama onların rızalarını almaya çalışın. Onlara bakmak, ihtiyaçlarını karşılamak iyidir ancak hazine bu değildir. Hazine onların rızasını duasını kazanmaktır. Aynı niyetle, kayınvalide ve kayınpederinize de öyle davranın. Yani karı koca, anne ve babalarınıza iyilik edin, dualarını rızalarını alın, bu fırsatı kaçırmayın. Çünkü salih ana babanın rızasını almak önemlidir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Yanında adım anıldığı halde bana salevat getirmeyen kişinin burnu yere sürtülsün. Ramazana erişip de günahları bağışlanmayan kişinin burnu yere sürtülsün. Ana ve babası, yanında ihtiyarladığı halde onları razı ederek Cennete giremeyen kimsenin burnu yere sürtülsün.) [Tirmizi, İ.Ahmed]
Sual: Yaşlanmasına rağmen babam namaz kılmıyor, annem açık geziyor. Bunları zorlayabilir miyim? CEVAP Ana baba zorlanmaz. Ana babası günah işleyen çocuk, bunlara bir kere nasihat eder. Kabul etmezlerse, susar. Onlara dua eder.
Sual: Babam ölünce annem biriyle evlendi. Bana yardım et diyor. Anneme yardıma mecbur muyum? CEVAP Kocası zengin olan kadın, oğlundan nafaka isteyemez. Oğlu ona yardım etmeye mecbur değildir. Ancak ana baba zengin de olsalar onlara hizmet ve yardım etmeli, rızalarını almaya çalışmalı.
Sual: Babam, evlenmeme yardımcı olmuyor. Halbuki bir hadis-i şerifte baba oğlunu evlendirmeye mecburmuş. Babamın benim evlenmeme yardımcı olması gerekmez mi? CEVAP Baba zengin oğlunu evlendirmeye mecbur değildir. Ama fakir olan oğlunu evlendirmesi vaciptir.
Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Babanın evladına güzel isim vermesi, dinini öğretmesi ve vakti gelince de evlendirmesi, evladın babası üzerindeki haklarındandır.) [Hâkim]
Sual: Ana baba, oğlunu namaz kılmadığı ve oruç tutmadığı için zorlayabilir mi? CEVAP Evet baliğ olmayan oğlunu namaz kılmadığı ve oruç tutmadığı için zorlayabilir, tazir edebilir. Ama büyük oğlunu, yani baliğ olmuş oğlunu zorlayamaz, tazir edemez. Ona nasihat eder.
Sual: Baba ehl-i sünnet değilse yahut namaz kılmıyor ve içki içiyorsa da bedduası kabul olur mu? CEVAP Ehl-i sünnet olsa da, namaz kılsa, içki içmese de, haksız olarak beddua ediyorsa, bedduası geçmez. Kâfir bile olsa, zulmedilmişse, onun duası kabul olur.
Yaşlı baba, (Oğlum bir bardak su ver) dese, oğlu da, (kalk kendin iç) dese, sonra babasına vursa, babası da, Allah belanı versin dese, bu duanın kabul olma ihtimali çok kuvvetlidir. Hadis-i şerifte bildirilen kabul olan dualardan biri de budur.
Sual: Anam babam ateisttir. İslamiyet’e gericilik diyorlar, namazımı bıraktırmaya çalışıyorlar. Bayramda ziyaretlerine gitmesem günah olur mu? CEVAP
Ana baba, kâfir olsa da, ziyaretlerine gitmek, hizmet ve iyilik etmek gerekir. Ama küfre teşvik ederlerse ziyaretlerine gidilmez.
Sual: Babam vasiyet etmeden öldü. İskatını yapmam caiz midir? CEVAP Çok iyi olur.
Sual: Babam, (Sigara içersen hakkımı helal etmem) demişti. Şimdi öldü. Sigara içebilir miyim? CEVAP Evet.
Sual: Kötü iş yapan ana-babamı sevmemem günah mı? CEVAP Dinin yasakladığı iş ise, sevmemek günah olmaz.
Sual: Yatalak hasta olan annesinin altını oğlu temizleyebilir mi? CEVAP Bu hizmeti yapan kadın bulunmazsa, oğlu da yapar.
Sual: Memlekette babamın dostları var. Onları ziyaret etmem gerekir mi? CEVAP Salih olan babanın salih olan dostlarını ziyaret etmek, onlarla dost olmak gerekir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (En iyi iyilik, babasının vefatından sonra, onun dostlarını yoklamaktır.) [Müslim]
(Babanın dostluğunu koru, dostlarıyla dost ol. Şayet babanın dostluğunu korumazsan, Allahü teâlâ da senin nurunu söndürür.)[Buhari]
İmam-ı Rabbani hazretleri, (Evlada yapılan iyilik de, babaya yapılmış demektir) buyuruyor. O halde, çocuklarına iyilik etmek, ölmüş veya yaşayan babaya iyilik etmek demektir.
Sual: Fakir olan ana ve babaya, zengin olan kız çocuğunun da nafaka vermesi bakması gerekir mi? CEVAP Evet nafaka vermesi ve bakması gerekir. Kız ve oğlan çocuklar eşit miktarda nafaka verir.
Oğlunun oğlu ile kızı bulunan ana ve babaya yalnız kızları bakar. Halbuki, mirası kız ile torun yarı yarıya alır.
Ana babaya nafaka
Sual:(Sen de, malın da, babanındır) hadisine göre, evladın malı babanın mıdır? Baba, evladının malını istediği gibi harcayabilir mi? CEVAP Hayır. Evlat, zengin babaya bakmaya mecbur değildir. Zengin evladın, fakir olan Müslüman ana babaya nafaka vermesi farzdır.
Fakir evladın, fakir babasına nafaka vermesi farz değildir. Fakir olan ana babasını kendi evine alıp, birlikte geçinirler. (Fetava-i Hayriyye)
Fakir baba, kaybolan büyük oğlunun yalnız menkul mallarını, kendi nafakası için satabilir. Binasını, toprağını satamaz. (Dürer-ül-hükkam)
Baba bedduası Sual: Babam ve ağabeyim Avrupa’da çalışıyor. Babam Türkiye’deki yengemin yanında kalmamı söylüyor. (Eğer yengenle kalmazsan hakkımı helal etmem) diyor. Yengemle aynı evde kalmam doğru mudur? CEVAP Yenge ve baldız yabancı kadındır. Beraber kalınmaz, haram olur. Babanın dine aykırı olan emri ve bedduası geçerli olmaz. Babayla münakaşa etmemeli, günaha önem vermiyorsa, başka bahane bulmalı.
Fâsık ana baba
Sual: Fâsık ana babanın her emrine itaat etmek gerekir mi?
CEVAP Her emrine itaat gerekmez. Dine aykırı emirlerine asla itaat edilmez. Namaz kılma, tesettüre riayet etme, şu günahı işle gibi emirlerine asla itaat edilmez. Ana ve babanın böyle itaat lazım olmayan emirleri yapılmadığı zaman özür ve bahane bulmalı ve yumuşak söylemeli. Yani itirazı isyan ve hakaret şeklinde olmayıp, bir bahaneyle olmalıdır. Mesela niye içki içmedin denince, midem ağrıyordu gibi bir bahane bulmalıdır. Yahut fâsık baba, (Beni arabanla meyhaneye götür) dese, bir bahaneyle götürmemeli, (Önemli bir işim var) gibi bir şeyler demelidir. Ama meyhanede sızıp kalmışsa, arabasına alıp evine getirmesi gerekir. Mubah olan emirlerini yapmaya çalışmalıdır.
Koca hakkı
Sual: Erkeğin hanımı üstündeki hakkı nedir? CEVAP Erkeğin de hanımı üzerinde hakkı çoktur. Kadın kocası ile iyi geçinmelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Kadının cihadı, kocası ile iyi geçinmektir.) [Taberani]
Bir kadın, kocasını güzel karşılar, güzel sözler söyleyerek hoşnutluğunu kazanmaya çalışırdı. Peygamber efendimiz aleyhisselam, kadının bu hareketinden dolayı kocasına buyurdu ki: (Hanımına selam söyle, yarı şehit sevabına kavuştuğunu haber ver!) [Şir’a]
Kadınların Cennete girmeleri erkeklere göre daha kolaydır. Bir hadis-i şerif meali: (Kadın, beş vakit namazı kılar, orucunu tutar, kendini yabancılardan korur ve kocasına muti olursa, Cennete girer.) [İbni Hibban]
Erkeğini razı eden kadın için korku yoktur. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kocası razı olduğu halde ölen kadın Cennete girer.) [Tirmizi]
(Kocasına muhabbet gösteren, çocuk doğuran, öfkelendiği an veya kocası kendine kızdığı zaman, kocasını razı edinceye kadar uyumayan kadın Cennetliktir.) [Taberani]
Kadına ziynet eşyası mubahtır. Ziynet almak için kocasını müşkül duruma düşürmemeli, yabancılara ziynetlerini göstermemelidir! Böyle olunca ziynetleri Cennete girmelerine mani olmaz. Bir hadis-i şerif meali: (Cennette kadınların az olduğunu gördüm. Sebebini sordum. "Onları altın ve ziynet eşyası meşgul etti" dediler.) [İ. Ahmed]
Kocasına, elinden geldiği kadar güler yüzlü davranıp, sevgi göstermeli, dili ile de onu incitmemelidir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Kıyamette Allahü teâlâ, kocasına dili ile eziyet eden kadının dilini 70 arşın uzun yapıp, boynuna dolar. Kocasına kötü gözle bakan kadını da başı kesik ve bedeni parçalanmış hale çevirir.) [Şir’a]
(Senden ne gördüm) diyerek küfran-ı nimette bulunmamalıdır! İki hadis-i şerif meali şöyledir: (Eğer kocalarına karşı küfran-ı nimette bulunmasalar, namaz kılanlar hemen Cennete girerdi.) [Şir’a]
(Cehennem halkının ekseriyetini kadınların teşkil ettiğini gördüm. Sebebi de, çok lanet ederler ve kocalarına karşı küfran-ı nimette bulunurlar.) [Buhari]
Kocasına bir iyilik yapmışsa, başına kakmamalıdır. Yeme ve giyme gibi hususlarda kocasını üzmemeli, yapamayacağı şeyi ondan istememelidir! Kocasının şerefini korumalı, her işte onun rızasını kazanıp gönlünü hoş etmeye çalışmalıdır! Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Kocanın hanımı üzerindeki hakkı, benim sizin üzerinizdeki hakkım gibidir. O halde kocasının hakkını gözetmeyen, Allahü teâlânın hakkını gözetmemiş olur.) [Şir’a]
Kadın, kocasını üzmemelidir. Bir gün Hazret-i Fatıma, ağlayarak babasının huzuruna geldi. Resulullah efendimiz buyurdu ki:
- Ya Fatıma, niçin ağlıyorsun?
- Kasıtsız söylediğim bir sözden Ali bana kızdı. Özür diledim. Fakat onu üzdüğüm için ağlıyorum.
- Kızım, bilmez misin, Allahü teâlânın rızası kocanın rızasına bağlıdır. Ne mutlu o kadına ki daima kocasının rızasını arar, kocası ondan razı olur. Kadınlar için en üstün ibadet, kocasına itaattir. Erkek, hanımından razı olunca, o kadın istediği kapıdan Cennete girmeye hak kazanır. Kocasını üzen kadın, onu razı edinceye kadar, Allahü teâlânın lanetinde olur.) [R. Nasıhin] Koca hakkına riayet, kadına cihad etmiş gibi sevap kazandırır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Koca hakkına riayet, Allah yolunda cihad etmek gibidir.)[Taberani]
(Kadın, kocasından izinsiz olarak nafile oruç tutamaz. Eğer tutarsa, aç ve susuz kalmış olur, sevap kazanamaz. Kocasından izinsiz evinden dışarı çıkamaz. Çıkarsa, gökteki melekler, geri evine dönünceye kadar ona lanet eder.) [Taberani]
(Bir erkek, ihtiyacı için hanımını çağırsa, kadın tandır başında olsa da, hemen ihtiyacına cevap versin!) [Tirmizi]
(Kocası çağırdığı halde yatağa gelmeyen kadına melekler sabaha kadar lanet eder.) [Buhari]
(İzinsiz evden çıkan kadına, kocası razı oluncaya kadar, güneşin ve ayın doğduğu her şey lanet eder.) [Deylemi]
(Kadın, kocasından izinsiz [ana, baba, kardeşleri dahil] hiç kimseyi evine alamaz, nafile namaz kılamaz.) [Taberani]
(Kadınlarınızı süslü giyinmekten men ediniz! Beni İsrail kadınları süslü giyinip camiye gururlanarak yürüdükleri için lanetlenmişlerdir.) [İbni Mace]
(Kocası razı oluncaya kadar, kadının namazları ve hiçbir iyiliği kabul olmaz.) [Taberani]
(Kadının namazları kabul olmaz) demek, namaz borcundan kurtulur, fakat namaz kılmakla meydana gelecek büyük sevaba kavuşamaz demektir. Namazı boşa gider demek değildir.
Bir kadından kocası razı olmazsa, kadın, günahının cezasını çektikten sonra, Cennete girer. Cennete sadece kâfirler girmez. Müslümanın günahı çok olsa da, sonunda mutlaka Cennete girer.
Karı koca iyi geçinip, birbirlerinin rızalarını almaya çalışmalıdır.
Sual: Beyimden habersiz, mevlit için, vaaz dinlemek için, namaz kılmak için camiye, komşuların evlerine gitmem doğru mudur? CEVAP Zaruri gereken din ilimlerini beyi öğretmeyen kadın, münasip bir kadın hocadan bunları öğrenebilmek için izinsiz gidebilir. Beyiniz izin verse bile, komşularda uygunsuz şeyler konuşulan toplantılara gitmenizi tavsiye etmeyiz. Kadınların camilere de gitmeleri uygun değildir. Birkaç kadının toplanıp uygun bir ilmihal kitabı okumaları çok iyi olur.
Sual: Dışarı çıkarken her defasında eşimden izin almak durumunda mıyım? CEVAP Bir defa izin alınır. Yani ben istediğim zaman dışarı çıkabilir miyim dersiniz. Tamam derse her zaman çıkabilirsiniz. Çıkamazsın derse işe de gidemezsiniz. Evde ona ait malları da dilenciye veya misafirlere izinsiz veremezsiniz. Yani misafirinize bir bardak çay veremezsiniz. Ama (İstediğin şeyi istediğin yere harcayabilirsin ve istediğin zaman istediğin yere gidersin) gibi izin alırsanız, istediğinizi istediğiniz gibi harcarsınız ve istediğiniz yere gidersiniz. İzinsiz yapmamak gerekir.
Sual: Kadın, gittiği yerde, gıybet ediyor, yalan söylüyorsa işlediği günahlar kocasına da yazılır mı? CEVAP Bilmezse yazılmaz. Günah işleyeceğini bilerek gönderirse yazılır.
Sual: Mukim bir bayan başka şehirdeki kocasının veya mahrem bir akrabasının yanına mahremsiz gidebilir mi? CEVAP
Mukim iken gidemez. Seferde ise gidebilir. Mesela kocası ile İstanbul’da oturuyor. Kocası ile Ankara’ya gitmiştir. Sonra kocası İstanbul’a gelmiştir. Kadın bir hafta sonra yanında mahremi olmadan da İstanbul’a kocasının yanına gelebilir.
Kadının cihadı
Sual: Kadının cihadı nasıl olur? CEVAP Riyad-un Nasıhinde buyuruluyor ki:
Resulullah efendimiz, ev işlerini Hazret-i Fatıma’ya, dış işlerini Hazret-i Ali’ye vermiş, bu hususta şöyle buyurmuştur: (Hanımının evde oturması için, işlerini gören, ihtiyaçlarını karşılayan, onu yabancı erkeklerin görmesinden koruyan, ümmet-i Muhammedin düşmana esir düşenlerini satın almış, azat etmiş gibi sevaba kavuşur.)
(Ya Fatıma, ne mutlu o kadına ki, kocası ondan razı olur. Allahü teâlânın farz kıldığını yapmaktan ve kocasına itaatten sonra kadınlar için, yün eğirmekten, iplik bükmekten üstün iş yoktur. Bir saat yün eğirmek, iplik bükmek veya dokumak, kadınlar için bir yıl ibadet etmekten daha sevaptır. Dokudukları her iplik için amel defterlerine bir şehit sevabı yazılır.)
(Beş vakit namazını kılan, malının zekatını veren, Ramazan-ı şerif orucunu tutan, kocasının günah olmayan işlerinde ona itaat eden ve tesettüre uyan kadın, Cennete istediği kapıdan girer.) (Karı-koca Hakları bahsi)
Peygamber efendimiz, kendi kızına ve diğer kadınlara şehit sevabı kazanmak için ev işleri ile meşgul olmalarını emretmektedir. Başka bir hadis-i şerifte de, (Kadının cihadı, kocası ile iyi geçinmektir)buyuruldu. (Şir’a)
Geçimsiz kocanın hakkı
Sual: Huysuz bir kocaya da dinin emrettiği şekilde mi davranmalıdır? CEVAP Zalime de, mazluma da dinin emrettiği şekilde hareket edilir. İyilik eden, hanımını üzmeyen kocanın nesine sabredilir? Kadın huysuz olursa, kocası sabreder, kocası huysuz olursa hanımı sabreder. Bu imtihanda sabreden çok sevap alır. Kötülük eden, kendine eder.
Mazlumların, sabredenlerin yardımcısı Allah’tır. Allahü teâlâ, kimsenin hakkını kimsede koymaz. Sabredenlere sayısız mükafat verir.
Karı-koca birbirinin kötü huylarına sabretmelidir! Hadis-i şerifte,(Hanımının kötü huylarına katlanan erkek, belalara sabreden Eyyüb aleyhisselam gibi mükafatlara kavuşur. Kocasının kötü huyuna sabreden kadın da, Hazret-i Asiye gibi sevaba kavuşur)buyuruldu. (İ.Gazali) Kur'an-ı kerimde de, Allahü teâlânın sabredenlerle beraber olacağı ve sabredenlerin mükafatlarının hesapsız verileceği bildirilmiştir. (Enfal 46, Zümer 10)
İyi insan, yalnız başkalarına kötülük etmeyen kimse demek değildir. Başkalarından gelen kötülüklere de güzel sabreden kimsedir.
Sual: Kocanın dine aykırı emirlerine uyulur mu? CEVAP Hiçbir koca, hanımına dine aykırı emir veremez. (İçki içeceksin, namaz kılmayacaksın, açık gezeceksin) diyemez. Derse, yapılmaz. Peygamber efendimiz, (Halıka isyan olan işte, kula itaat edilmez)buyuruyor. (Hakim)
Ana-baba da dese, âmir de dese, yapılmaz. Fakat yine de güzellikle yapmamaya çalışmalıdır.
Erkeğin hakkı çoktur
Sual: Kadınların haklarından bahsettiniz. Erkeklerin hakkı yok mu? CEVAP Erkeğin hanımı üzerinde hakkı daha çoktur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Kocasının yatağından kaçan kadına, melekler sabaha kadar lanet eder.) [Buhari]
(Kadının üzerinde en büyük hak sahibi kocasıdır, erkeğin de anasıdır.) [Hâkim]
Günümüzün çalışma şartları ağır, para kazanma çok zordur. İş ahlakı, güzel ahlak, yok gibidir. Erkek çoğu zaman bu şartlar karşısında bunalır, çok sıkıntı çeker. Evine, pestil olmuş şekilde gelir. Yorgundur, sinir sistemi bozuktur. Bunu düzeltmek, sıkıntılarını unutturmak, onu neşelendirmek, ona destek olmak, yardımcı olmak kadına düşer. Bu halde eve gelen koca, haklı olarak hanımından en azından tatlı dil, güler yüz ve ilgi bekler. Bunu da göremezse dengesi iyice bozulur. Sözleri ve hareketleri normal olmaz. Hanıma düşen vazife, bu sayılanları yapamıyorsa hiç olmazsa susup, onu daha fazla üzmemelidir. (Evinde huzuru olmayan, zindandadır) buyuruluyor.
Bu kadar sıkıntıda olandan her türlü dengesizlik beklenir. Kadın, bardağı taşıran son damla olmamalı. Aksine, hemen devreye girmeli, onu hoş görmeli, idare etmeli, teselli etmeli. Onun evde olduğu zamanlar ev işiyle meşgul olmayıp, onu neşelendirmeli. O olmadığı zamanlar işini gücünü yapmalı. Kadınlara tavsiyemiz hep şu oluyor: Dışarısı ateş, ahlak namus yok gibidir, kocanıza sahip çıkın, güzel ahlakla, tatlı dille, güzel yemeklerle, evinizin temizliği intizamıyla veya hoşlandığı neyse, o usulle kocanızı evinize bağlayın. O, eve adımını atmak için can atsın. (Yuvayı dişi kuş yapar) derler.
(Şeytanlar kâfirlerle değil, Müslümanlarla uğraşıyor) buyuruluyor. Nefsimiz keza, kuduruyor. Neye kuduruyor, tesettüre, namaza niyaza, doğru itikada kudurup duruyor. Şeytan adamlarını sabah salarmış, gece rapor alırmış. Biri, namazını bozdurdum dermiş, biri orucunu bozdurdum dermiş. Diğeri haram yedirdim dermiş, hepsine tamam dermiş. Bir başkası da, karı ile kocanın arasını bozdum dermiş. Şeytan çok sevinir, aferin der, onu alnından öpermiş, en büyük işi başardın, bu olunca hepsi zamanla bozulur dermiş. Onun için hep tetikte olmalı, şeytana nefse bu fırsatı vermemelidir.
İslamiyet, sadece kadına veya erkeğe gelmedi. Sadece anneye, babaya, evlada da gelmedi, herkese geldi. Herkes uymak zorundadır. Kim uyarsa dünyada ve ahirette rahat eder, faydasını görür. Nasıl ki, arabanın bir lastiği patlayınca araba gitmiyorsa, nasıl ki saatin dişlilerinden biri kırılırsa saat çalışmıyorsa, aileden birinin de yanlışı, eksiği, bütün ailenin huzurunu, düzenini bozabilir.
Buna göre herkes dikkat etmeli, haddini ve vazifesini bilmeli, kusurları için özür dileyip, yeni bir sayfa açıp, yeni bir başlangıçla hayata neşeyle devam etmeli. Dinimizde üzmek yasak olduğu gibi, üzülmek de yasaktır. Müslümanı hep hoş görmeli, kusurunu örtmeli, görmezden gelmeli. Bilmediğim bir mazereti vardır diyerek onu affetmeli. Affeden affedilir, seven sevilir.
Eşinden izin almak Sual: Erkeğin bir yere giderken hanımından izin alması gerekmiyor da, kadının niye kocasından izin alması gerekiyor? CEVAP Dinimiz, en ağır sorumluluğu erkeğe yüklemiştir. Erkeğin görevi, çalışıp evin geçimini sağlamak, hanımını günahlardan ve her türlü tehlikeden korumaktır. Kadın çalışmaya mecbur olmadığı gibi, ev işlerini de yapmaya mecbur değildir. Kocasının işlediği günahlardan da sorumlu olmaz. Fakat erkek, kadının işlediği günahlardan da sorumludur. Onun için, kocası onun günah işlenen yere gitmesine rıza gösteremez; gösterirse kendisi de günaha girer. Bunun için kadın, bir yere giderken kocasından izin almaya mecburdur.
Terbiyesizlik
Sual: Bir hanım, beyinin yanında terbiyesizce oturabilir mi? CEVAP
Uygun olmaz. Resulullah efendimiz, kızının yanında bile ayaklarını uzatıp oturmazdı.
Nâfile için izin istemek
Sual: Nâfile namaz kılmak, nâfile oruç tutmak için kadının kocasından izin alması gerekir mi? CEVAP Namaz, oruç gibi nâfile ibadetler için izin almak gerekir. İki hadis-i şerif meali: (Kadın, kocasından izinsiz [nâfile] oruç tutamaz.) [Buharî, Müslim]
(Kadın, kocasından izinsiz eve kimseyi alamaz, [nâfile] namaz kılamaz.) [Taberanî]
Hazret-i Safvânın hanımı, (Yâ Resulallah, namaz kılınca kocam beni dövüyor) diye şikâyette bulundu. Hazret-i Safvan ise, (O da, bir rekâtta uzun iki sûre okuyor. Hâlbuki ben bunu yasakladım) dedi. Resulullah efendimiz, o kadına, (Tek sûre okumak yeterlidir)buyurdu. (Ebu Davud)
Görüldüğü gibi farz namazı bile uzatması uygun olmuyor. Bu hadis-i şerifler gösteriyor ki, evde huzurun sağlanması için, kadın kocasından habersiz iş yapmamalı. Kadının kocasıyla iyi geçinmesi, nâfile ibadetlerinden daha üstündür, daha çok sevabdır. Cihat sevabı, farz sevabı alır.
Çevreye sıkıntı vermek
Sual: Komşumuzun hanımı çok cadalozdur. Kocası da, çevresi de şirretliğinden dolayı bizar olmuşlardır. Namaz falan kıldığı da yoktur. Kocası (Günah değilse boşarım) diyor. Böyle bir kadını boşamak günah olur mu? CEVAP Düzelmesi ve iyilikle tutması mümkün değilse, komşularına ve kocasına sıkıntı veren veya namaz kılmayan, diğer farzları yapmayan kadını boşamanın günah olmadığı din kitaplarında yazılıdır.
Haramı helâl yapmak Sual: Bazı ablalar, (Bir kız evlendikten sonra kocası isterse, kaşını alabilir, yüzük, bilezik gibi ziynetlerini sokakta takabilir) diyor. Bir kocanın haramı helâl yapma yetkisi var mıdır? CEVAP
Hâşâ, hiç kimse, haramı helâl yapamaz. Ana baba, koca ve âmir gayrimeşru emir verse, bu emre uyulmaz, çünkü Peygamber efendimiz, (Hâlık’a isyan olan işte, kula itaat edilmez) buyuruyor. Mesela onlar, (İçki iç, namaz kılma, tesettürsüz gez!) deseler de, haram olan şeyler yapılmaz. Kadınların kaş aldırması, yüzük ve bilezik takarak, bunlar görünecek şekilde dışarı çıkmaları haram olduğu için, hiç kimse bunlara helâl diyemez ve bunları helâl yapamaz.
.
Hanım hakkı
Sual: Hanımla iyi geçinmenin yolu nedir? CEVAP
Hanımının güzel huylu olmasını isteyen, önce kendisi güzel huylu olmalıdır! Kur'an-ı kerimde, insana gelen musibetlerin, günahları sebebiyle geldiği bildirilmektedir. O halde, dinimizin emir ve yasaklarına riayet eden, hanımı ile iyi geçinir.
Aliyy-ül Havas hazretlerine hanımı küsmüştü. Hanımı, kocasına muhalefet etmek için ayrı testi, ayrı bardak kullanıyordu. Aliyy-ül Havas hazretleri, bir gün yanlışlıkla hanımının testisinden su içince, hanımı hemen testiyi kırmıştı. Hazret, "Testiyi niçin kırdın?" bile dememiş, hiçbir şey olmamış gibi davranmıştı.
Osman el-Hattab hazretlerinin komşusu, Nureddin Şuni efendi anlatır: Bir gece dışarı çıktım eski bir hasıra sarılı birinin dışarıda yattığını görüp (Sen kimsin, burada niçin yatıyorsun?) dedim. (Komşu ben Osman el-Hattabım. Oğlumun annesi, beni evden kovduğu için sokağa çıktım, onun kızgınlığı gidinceye kadar burada yatmaya karar verdim) dedi.
Huysuz hanım İbni Ebil Hamayil-i Sevri hazretlerinin hanımı huysuzdu. Kocasına ağzına geleni söyler, onu rahat bırakmazdı. O mübarek zat da hep sabrederdi. Yine bir gün hanımının yaptığı huzursuzluktan kurtulmak için uçarak kaçmıştı. Hanımı arkasından bakıp, (Hele şuna bak, uçup kaçmakla elimden kurtulacağını sanıyor) diye söylenmişti. Bizim gibilerin uçması mümkün olmayacağına göre, kaçmak suretiyle kavgadan, münakaşadan uzak durmaya çalışmalıyız. Haklı olduğumuzu ispata kalkışmamalıyız!
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Bir mümin, hanımına kızmasın! Kötü huyu varsa, iyi huyu da olur.) [Müslim]
(Kadın, zayıf yaratılışlıdır. Zayıflığını susarak yenin! Evdeki kusurlarını görmemeye çalışın!) [İbni Lal]
(Müslümanların iman yönünden en üstünü, ahlakı en güzel olanı, hanımına, en iyi, en lütufkâr davranandır.) [Tirmizi]
(Müslümanların en iyisi, en faydalısı, hanımına en iyi, en faydalı olandır. Sizin aranızda hanımına karşı en iyi, en hayırlı, en faydalı olan benim.) [Nesai]
(Kocası razı oluncaya kadar, kadının namazları ve hiçbir iyiliği kabul olmaz.) [Taberani]
(Namazları kabul olmaz) demek, namaz borcundan kurtulur, fakat namaz kılmakla meydana gelecek büyük sevaba kavuşamaz demektir. Namazı boşa gider demek değildir. Bir kadından kocası razı olmazsa, kadın, günahının cezasını çektikten sonra, Cennete girer. Cennete sadece kâfirler girmez. Müslümanın günahı çok olsa da, sonunda mutlaka Cennete girer. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (İyi kadınlar, Allah’a itaat eder ve kocalarının haklarını gözetir. Kocaları yokken, onların namuslarını ve mallarını, Allah’ın yardımı ile korurlar.) [Nisa 34]
Eve gelince hanımına selam verip hatırını sormalı, üzüntü ve sevincine ortak olmalıdır. Çünkü, o başkalarından ümitsiz ve yalnız kendisine alışmış bulunan dostu, dert ortağı, kendini neşelendiricisi, çocuklarının yetiştiricisi ve çeşitli ihtiyaçlarının gidericisidir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Haksız olarak hanımını dövenin, Kıyamette hasmı ben olurum. Hanımını döven, Allah ve Resulüne asi olur.) [R.Nasıhin]
(Kadınlarınıza eziyet etmeyin! Onlar, Allahü teâlânın sizlere emanetidir. Onlara yumuşak olun, iyilik edin!) [Müslim]
(Hanımına güler yüzle bakan erkeğin defterine bir köle azat etmiş sevabı yazılır.) [R.Nasıhin]
(Hanımı ile iyi geçinip şakalaşanı Allahü teâlâ sever, rızklarını artırır.) [İ.Lâl]
Huzurun anahtarı tebessümdür
Sual: Akşama kadar yemek, çamaşır, dikiş gibi ev işleriyle uğraşıyorum. Beyim gelince yorgunluğumu dinlendirmesini arzularım. Kapıdan asık suratla girer. Gülümsediği yok. Selam vermez. Bir gün kazara yemek tuzlu olsa, küser yemek yemez. Hiç takdir ettiği bir şey yok. Hep kusur araştırır. Bu adam nasıl düzelir? CEVAP
Kocasından şikayet eden hanımlar, hanımından şikayet eden erkekler, sanki dertlerine deva olacakmışız gibi bizden tavsiye bekliyorlar. Biz zaten devamlı yazıyoruz. Biraz da kendilerinin uyması, dikkat etmesi lazım. Genelde kavga, iki taraftan oluyor. Biri susar, özür dilerse kavga büyümez. Her iki taraf da ben haklıyım dediği sürece kavga bitmez. Suç genelde erkeklerde oluyor. Hanımını idare edemeyen erkek aciz demektir. Hanımını kötü yola düşüren de erkeklerdir. Hanımını kötü yerlere götürüyor, hanımı kötülük işleyince de, suçu hanıma yüklüyor. Hanım suçsuz demek istemiyoruz. Fakat asıl suçlu kocasıdır. Ona iyi bir ortam sağlamalıdır. Sağlamaktan aciz olan da evlilik sorumluğunu yüklenmemelidir.
Her iki taraf da ben haklıyım diyor. O evde hiç kavga biter mi? Bir erkek de şöyle yazmış:
(Evimiz düzensiz. Hanım, doğru dürüst yemek pişirmez. İçeride pasaklı, dışarı giderken süslüdür. Çok konuşur, dinlemesini bilmez ve müsriftir.)
Birkaç tavsiyemiz var. Fakat tavsiyeden, nasihatten ne çıkar dememelidir! Uyana, dinleyene çok şey çıkar. Yeter ki uyulsun, dinlenilsin. Çünkü Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Nasihat müminlere elbette fayda verir.) [Zariyat 55]
Hadis-i şerifte de buyuruldu ki: (Ahlakınızı güzelleştirin.) [İbni Lâl]
Ahlakı değiştirmek mümkün olduğu için böyle buyurulmuştur. Zaten din, güzel ahlak demektir. Şu halde dinin emrine uyup yasak ettiğinden kaçan, huyunu değiştirip güzel ahlaklı olur. Güzel ahlaklı olan da iki cihanda rahat olur. Şimdi esas konuya geçelim! Kusursuz kul olmaz. Kusursuz arkadaş arayan, arkadaşsız kalır, kusursuz eş arayan bulamaz. Yiğitlik, kusurlu insanla iyi geçinmektedir.
Evde hiçbir şeyi kusurlu bulmamalıdır! Tenkit, münakaşa, bir yuvanın yıkılmasına veya huzursuz hale gelmesine sebep olur. Şunu iyi bilmeli ki, yalnız karı-koca değil, hiç kimse tenkitten hoşlanmaz. Herkes takdir bekler. Genel olarak kadınlar, süse düşkündür, giyimlerine dikkat ederler. Aldığı bir elbise için, (Bu elbise, sana ne kadar da güzel yakışmış) dersek, bir şey kaybetmeyiz. Çünkü dinimiz, hanımla iyi geçinmek için yalan söylemeyi bile caiz görmüştür. Hele haklı bir takdiri esirgemek ahmaklıktır.
Bir kadın için en büyük mutluluk, kocasının kendisini takdir etmesidir. Bilhassa kadınlar, basit şeylere dikkat ederler. Bayramlarda, mübarek gecelerde, evlenme yıldönümlerinde ufak da olsa bir hediye vermeyi ihmal etmemelidir!
Kadının biri, senelerce güzel yemekler yapar. Buna rağmen, beyinden en ufak bir takdir, bir teşekkür görmez. Bir gün kapalı bir sahan içinde saman koyup yemeklerle birlikte sofraya koyar. Beyi kabı açıp samanı görünce, şaşırır, kızarak;
- "Bu ne, saman yenir mi? Ben hayvan mıyım?" diye çıkışır. Hanımı der ki:
- Yıllardır nefis yemekler yapıyorum. "Beyim galiba iyiyi, kötüyü ayıramıyor. Önüne ne konsa yer" diye düşünmüştüm. Şimdi, yalnız kötüyü anladığın, iyiyi hiç anlamadığın meydana çıktı.
Kötüyü tenkit etmesini bilen, iyiyi de takdir etmekten aciz olmamalıdır! Takdirden aciz olan da, tenkitten vazgeçmelidir! Beğendiği yemekler ve hizmetler için teşekkür etmek gerektiği gibi, beğenmedikleri için de teşekkür etmek gerekir. Çünkü, beğenilmeyen yemekler için de aynı hizmeti yapmış, aynı gayreti göstermiştir. Onun için atalarımız, "An beni bir kozla da, varsın çürük çıksın!" derler. Biri, bize bir ceviz ikram etse, o da çürük çıksa, arkadaşa kızmak mı gerekir? Yabancıya gösterilen nezaketin hiç değilse onda birini, evde karı-koca birbirine göstermelidir! Kabalık, sevgiyi köreltir, huzursuzluğa yol açar. Mesela yabancı birine (Hep aynı şeyi anlatıyorsun) diyemediğimiz halde, evimizde de hiç duymamış gibi dinleyemiyorsak, mesela (Yine aynı şeyleri mi anlatıyorsun) diyorsak, nezaketten ne kadar uzak olduğumuz anlaşılmış olur.
Evdeki mutluluk, iş yerindeki nezaketten daha mühimdir. Huzur, milyarları kazanmaktan daha önemlidir. O halde, takdir edici, nazik ve güler yüzlü olanın evinde geçimsizlik olmaz.
Peygamber efendimiz, eve gülümseyerek girer, selam verirdi. Üzüntülü de olunsa, tebessüm ihmal edilmemelidir! Çünkü "Lisan-i hal, lisan-ı kalden entaktır", yani, hareketlerimiz, sözlerimizden daha fazla tesir eder.
Evet, tebessüm ateşinde erimeyen maden bulunmaz. Kalblerin fethi gülümsemekten geçer. Bir tebessüme esir olan genç, bir kızın hiçbir meziyetini dikkate almadan onunla evlenmek hatasına kurban gidebilir.
Müslüman güler yüzlü, münafık asık suratlı olur. Tebessüm, bedavadır, alanı mutlu eder, vereni üzmez. Bazen bir tebessümün hatırası ömür boyu unutulmaz. Huzurun anahtarı tebessümdür. Tebessüm edemeyen zavallıdır. Gülümsemesini bilmek, dünya ve ahiret saadetine sebep olur.
Hanımla iyi geçinmek gerekir
Sual: Ev işlerinde çok gevşek olan, saliha bir hanımım var. Ütüyü geç yapar, çamaşırları geç yıkar. Yemekleri tatsız tuzsuzdur. Bunu bırakıp da, dört dörtlük biriyle evlenmem uygun mudur? CEVAP Din kitaplarında yazıyor ki, kadın çamaşır yıkamaya, yemek pişirmeye ve hatta çocuğuna bakmaya mecbur değildir. Mecbur olmadığı işlerde onu, çamaşırcı, aşçı, hizmetçi gibi kullanmaya kimsenin hakkı yoktur.
Yeryüzünde dört dörtlük kadın olmaz. Hepsinin iyi yönü olduğu gibi, kötü yönü de olabilir. Bir atasözü var. (Elin karısı ele kız, elin tavuğu ele kaz görünür) derler. Kadından çok şey beklemek, dini bilmemenin alametidir. Bir hadis-i şerif meali: (Kadın doğrultmaya çalışılırken, kırılabilir. Kırılması boşanması demektir.) [Buhari]
Kur'an-ı kerimde, insana gelen musibetlerin, günahları sebebiyle geldiği bildiriliyor. Fudayl bin İyad hazretleri, (Eşim huysuzluk yapınca, dine aykırı bir iş yaptığımı anlardım. Hemen o şeye tevbe edince, eşimin huysuzluğu da giderdi. Böylece, tevbemin kabul edildiğini de anlardım) buyurdu. O halde Müslüman erkek, eşiyle iyi geçinir. Çünkü Peygamber efendimiz buyuruyor ki: (Hanımlarınızı üzmeyin. Onlar, Allahü teâlânın size emanetidir. Allah'ın emanetine yumuşak olun, iyilik edin!) [Müslim]
Şu halde kimin emaneti olduğunu düşünmeli, Allah'ın emanetine hıyanet etmemeli.
Erkek hep kendini kusurlu görmeli, (Ben iyi olsaydım, o böyle olmazdı) diye düşünmeli. Eşinin iyiliğini, iffetini, Allahü teâlânın büyük nimeti bilmeli. Onun huysuzluklarına iyilikle muamele etmeli, iyiliği çoğalıp, her işi seve seve yapınca, ona dua etmeli ve Allahü teâlâya şükretmeli. Çünkü uygun bir kadın, büyük bir nimettir. İyi davranmak, sadece hanımı üzmemek değil, onun verdiği sıkıntılara da katlanmak demektir. Yani bir erkek, ben iyi bir kocayım diyorsa, hanımından gelen sıkıntılara katlanması gerekir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Hanımının kötü huylarına katlanan erkek, belalara sabreden Eyyüb aleyhisselam gibi mükâfatlara kavuşur) [İ. Gazali]
İyi Müslüman olmak için hanımla iyi geçinmek şarttır. Çünkü Allahü teâlâ, (Onlarla iyi, güzel geçinin) buyuruyor. (Nisa 19)
İyi geçinme, güzel geçinmek, ne demektir? İyi erkek, sadece eşine kötülük etmeyen değil, eşinden gelen sıkıntılara da katlanandır. Eğer bir erkek, eşinden gelen sıkıntılara katlanamıyorsa, iyi biri olduğunu iddia edemez, buna hakkı da yoktur.
Mürşid-i kâmil olan büyük zatlar, talebelerine, (Hanımını üzeni sevmeyiz. Allahü teâlâ evin içini hanıma verdi. Bir erkek evin içine ne kadar çok karışırsa, dünya ve ahirette çok sıkıntı çeker) buyururdu. İki hadis-i şerif meali de şöyledir: (İman yönünden en üstün mümin, hanımına, en iyi davranandır.)[Tirmizi]
(Eşinin haklarını ifa etmeyenin namazları, oruçları kabul olmaz.)[Mürşid-ün-nisa]
Erkek, eşinin yemeğine karışmaz, temizliğine karışmaz, ütüsüne, eşyaları düzenlemesine karışmaz. Onun dünyası evidir. İstediğini yapar. Yemek yapmamışsa, olsun peynir ekmek yeriz demesi gerekir. Tuzlu tuzsuz yapmışsa ses çıkarmaz. Yemek yanmışsa hiç görmemesi gerekir. Eğer erkek bunları yaparsa, kadın kocasına hayran olur, kendisi utanır, düzeltmeye çalışır. Aksine niye böyle yapıyorsun denirse, iş çığırından çıkar. Kadın zayıftır, tez üzülür, tez sevinir, çok şeyi bir anda silip atar. Bütün iyiliklerini unutur. Bunun için boşama hakkı erkeğe verilmiştir. Erkekten daha dirayetli kadın olmaz mı; elbette olur, ama istisnalar kaideyi bozmaz.
Yine büyük zatlar buyuruyor ki:
(Hanım, evde hizmetçi değil, sultandır. Hanımını üzmek akıllı insanın yapacağı iş değildir. Bir Müslüman, hanımını nasıl üzer, akıl almıyor. Aklı olan karı koca, birbirini üzmez. Hayat arkadaşını üzmek, incitmek, ahmaklık alametidir. Zalim, huysuz kimsenin eşi, devamlı üzülerek sinirleri bozulur. Sinir hastası olur. Sinirler bozulunca, çeşitli hastalıklar hasıl olur. Hayat arkadaşı hasta olan bir eş, mahvolmuş, mutluluğu sona ermiş demektir. Eşinin hizmet ve yardımlarından mahrum kalmıştır. Ömrü, onun dertlerini dinlemekle, ona doktor aramakla, ona alışmamış olduğu hizmetleri yapmakla geçer. Bütün bu felaketlere, bitmeyen sıkıntılara kendi huysuzluğu sebep olmuştur. Dizlerini dövse de, ne yazık ki bu pişmanlığının faydası olmaz. O halde; eşine yapılacak huysuzluğun zararı kendine olur. Ona karşı, hep güler yüzlü, tatlı dilli olmaya çalışmalı! Bunu yapabilen, rahat ve huzur içinde yaşar, Allahü teâlânın rızasını da kazanır!)
Bir kadına kaşın böyle gözün şöyle demek, yani çirkinsin demek, öldürmekten beterdir. Bir arkadaş anlattı:
Yakın akrabamız bir bayan, (Kocam bana esmersin, pasaklısın dedi, hiçbir zaman “Güzelsin, seni seviyorum” demedi, hep kötü yönlerimi söyledi, elin adamlarından güzel söz duyunca, ister istemez gönlüm o adamlara düştü, kocamdan soğudum) dedi. Bu durumu iyi bilen bir arkadaş, oğlunu evlendirirken (Aman oğlum, eşinle kavga etsen, kötü söz söylesen bile, ona sen çirkinsin deme, her zaman güzel olduğunu söyle) derdi. Kızımla annesi tartışınca, kız bana, (Baba bu köylüyü nereden buldun da aldın) der. Ben de, (Ama annen güzeldi onun için) derim. Kavga biter hemen.
Bir de, daha önce başından bir evlilik geçmişse, hanım sorsa bile, eski eşten kesinlikle bahsetmemelidir. Eski eşin adını sakın evde anmamalı. Bir gün Peygamber efendimiz, vefat eden Hazret-i Hatice validemizi anınca, kadınların en üstünü olan Âişe validemiz bile üzüldü. O üzülünce kim üzülmez ki?
Kadın, erkek iyi geçinmek için yalan söyleyebilir. Bir hadis-i şerif meali: (Erkek, eşini, eşi de, beyini idare etmek için yalan söylerse günah olmaz.) [Müslim]
İbni Erkam hazretleri, Hazret-i Ömer’e, (Eşim, beni sevmediğini söyledi. Beni sevmeyen bir kadınla birlikte yaşayamam, ayrılmak istiyorum) dedi. Hazret-i Ömer, kadına sordu: - Kocana, seni sevmiyorum dedin mi? - Evet dedim. - Niçin? - Bana sordu. Ben de yalan söyleyemedim. Yoksa burada yalana izin var mıdır? - Elbette burada yalan söylemeye izin vardır. Bir kadın, kocasını sevmese de, onu üzmemek için, yalan söylerse günah olmaz.
Hanımı idare etmek, onu haramdan korumak, neşelendirmek birinci vazife olmalıdır.
Evliya zatlar buyuruyor ki: (Talebeye ne yapılırsa, hocasına gider. Evlada yapılan bir şey, babaya yapılmış gibidir. İyilik de kötülük de.)
O halde büyükleri üzmemek için saliha hanımla iyi geçinmek zorundayız.
Saliha hanım, bulunmaz nimettir, Cennet nimetidir. Cennet nimetinin kıymetini bilmek, muhafaza etmek her Müslümanın vazifesi olmalı.
Çocukları kavgalı, stresli bir ortamda yetiştirmemeli. Yarının büyüğü olarak yetiştirmeli. Ivır zıvır şeylerle bu hayatı kendimize, çoluk çocuğumuza zehir etmemeliyiz. Problemli ailelerin çocuklarıyla kimse oğlunu kızını evlendirmek istemez. Bu da ayrı bir konu.
Bütün sıkıntılar ölümü unutmaktan, hak ve hukuka riayet etmemekten yani dine uymamaktan ileri gelir. Bir zat anlatır:
(Bir gün bana bir arkadaş geldi. Hanımı ile hiç geçinemiyormuş. Evde her gün basit şeyler yüzünden tartışma oluyormuş, bıkmış bu tartışmalardan, artık ondan ayrılmak istiyordu. Bunların münakaşaları yüzünden iki taraf aileleri de birbirine girmiş. Hanımı bunun tarafına, bu da hanımının tarafına düşman vaziyette. Kanlı bıçaklı deniyor ya aynen öyle imişler. Yine bir gün perişan bir vaziyette geldi, hiçbir nasihat dinleyecek halde değildi. Ya Rabbi, ben buna ne diyeyim diye düşündüm. Sonra ona, “Ayrılsan da fark eden bir şey olmayacak, bir ay kadar ömrün kaldı, ne istiyorsan git yap” dedim. Bu sözü duyan arkadaş şok oldu, rengi attı, yine perişan bir durumda çıkıp gitti.
Sonra arkadaşlardan ve kendisinden dinlediğim için ne yaptığını anlatayım. Kapıdan çıkar çıkmaz özel kalemdeki arkadaşlarla helalleşmeye başlamış. Rastladığı herkesle helalleşiyormuş. Eve gidince kavgalı hanımına, (Hatun gel demiş, bunca zamandır seni üzdüm, sana iyi kocalık yapamadım, istediğini alamadım, hakkına riayet edemedim, ne olur beni affet, bana hakkını helal et) demiş. Tabii bunu ağlamaklı diyor, gerçekten diyor.
Hanımı bakmış, Allah Allah, bu adama ne oldu da böyle şeyler yapıyor, acımış ona, bey demiş, sen hakkını helal et, ben hep edepsizlik yaptım, seni çok üzdüm demiş. Başlamışlar ağlamaya, sarılıp ağlaşmışlar. Sonra adam, kavgalı olduğu kayınpederlerine gitmiş. Aynı şekilde onlardan ağlamaklı olarak özür dilemiş, size iyi evlatlık yapamadım, hizmet edemedim, ne olur beni affedin, hakkınızı helal edin demiş. Onlar da şaşırmışlar, yavrum demişler, sen hakkını helal et, biz büyüklük yapamadık, sizi hoş göremedik, sizin aranızı çok zaman biz bozduk. Sen bizi affet, hakkını helal et diyerek ağlaşmışlar. Sonra hanımı da bunun kavgalı olduğu annesine babasına gitmiş. Aynı şekilde o da onlardan özür dilemiş, size iyi gelinlik yapamadım, çok edepsizlik ettim, sizi çok üzdüm demiş, helallik istemiş. Onlar da aynı şekilde mahcup olup, asıl sen bizi affet hakkını helal et, biz büyüklük yapamadık, sizi çok üzdük demişler, sarılıp ağlaşmışlar. Evde ise her gün sanki Cennet hayatı yaşıyorlar. Karı koca birbirlerine hizmet ediyor, terlik vesaire getiriyorlarmış. Bir dedikleri iki olmuyormuş.
Ama arkadaş, benim sözümü hiç söylememiş. Bir ayın dolması için günleri sayıyormuş. Günler yaklaştıkça bunun iyiliği artıyormuş, geceleri ibadeti artıyormuş. Bunun iyiliği artınca hanımının da ve ailelerin de iyiliği artıyormuş. Derken bir ay dolmuş. Ha bugün öleceğim derken, nedense ölmemiş. Kesin bir ay denmedi, bir ay kadar dendi, belki birkaç gün daha var diye düşünmüş. Birkaç gün daha beklemiş, yine ölmemiş. Sonra yanıma geldi, odadan içeri girince, (Efendim ben ölmedim) dedi. Ne ölmesi dedim. Efendim siz bana demiştiniz ki bir ay kadar ömrün kaldı, o bir ay doldu ama ben ölmedim. Kardeşim, ben senin ne zaman öleceğini bilemem, ama şunu biliyorum, ölüm var, bir gün elbette öleceksin. Ölecek adam kavga niza ile hayatını zehir etmez. Şu andaki hayatından memnun musun dedim. Evet hiç tartışmamız olmuyor dedi. Haydi böyle devam edin dedim. İki çocukları oldu, gül gibi geçinip gidiyorlar. Bütün mesele ölümü unutmamak. Ölümü unutunca ne oluyor, unutmayınca ne oluyor bu açık bir örnek.)
Çeşitli sual ve cevaplar
Sual: Hanımdan ayrılınca da mehrini vermek gerekir mi? CEVAP Hanımından ayrılan erkeğin, hanımının mehrini vermesi gerekir. Mehir kul hakkıdır. Peygamber efendimiz, günahları, haramları sayarken buyuruyor ki: (Hevesi geçince hanımını bırakıp mehrini vermemek. Çalıştırdığı işçiye ücretini vermemek. Zararsız hayvanı sebepsiz öldürmek.)[Hakim]
Erkek hanımını ahlaksızlığı sebebiyle de boşasa, yine mehrini verir. Çocuk erkeğe verilmişse, kadına ayrıca nafaka verilmez.
Sual: Evleneli yedi sene oldu. Kocamla beraber olamadık. Yani kusur kocamdadır. Artık ayrılmaya karar verdim. Dinen ayrılmak istemem günah olur mu? Kocam ayrılmamı istemiyor, ayrılmak istiyorum dediğim zaman ağlıyor. Doktora da gitmiyor. Psikolojik bir rahatsızlığı var. CEVAP Seadet-i Ebediyye’de diyor ki:
(Kendinde engel bulunmayan kadın, zevcinin innin yani hadım, iktidarsız olduğunu anlarsa, nikahın feshi için, çok zaman sonra bile, dava açabilir. Erkek inkâr ederse, kadı yani hakim bir ebeye muayene ettirir. Zevceyi bakire bulursa, bir yıl sonra tekrar muayene ettirir. Yine bakire bulunursa aralarını tefrik eder [ayırır]. Tam mehrini verir ve kadının da iddet beklemesi lazım olur. Bir kere cima yapınca kadının dava açma hakkı kalmaz ise de, birden fazlasını terk etmesi günah olur. İnnin, ihtiyarlık, tenasül hastalığı veya büyü sebebi ile cima yapamayandır.)
Sual: Beyimin borcu var. Ben de bu borcumuzu daha çabuk ödeyip, sıkıntıdan kurtulmak için gayrimüslim hanımların yanında çalışıyorum. Uygun mudur? CEVAP Bayan çalışmaya mecbur değildir. Kendi arzunuzla erkeklerin olmadığı bir yer varsa, yani günah işlemeden çalışma imkanı varsa çalışabilirsiniz. Beyinizin borcu sizi ilgilendirmez.
Sual: Kocam zengin. Ne kendi güzel giyiniyor, ne de bize alıyor. Doğru mu yapıyor?
CEVAP Zengin bir kimsenin, durumuna uygun giymemesi ve ev halkına da aynı şeyi yapması doğru değildir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Allahü teâlâ, sana bir mal verdiği zaman, bu nimet ve ikramın eseri, senin üzerinde görülsün.) [Ebu Davud]
(Allahü teâlâ, birinize mal ihsan ettiğinde, ikrama, önce kendisinden ve ev halkından başlasın!) [Müslim] Sual: Beyim beni, Avustralya’ya götürmek istiyor. Burada çok tanıdıklarımız var. Durumumuz da iyidir. Ben de tanımadığım gayrimüslim ülkeye beni götürme diye itiraz ediyorum. Yakınlarım beyine itiraz etmek günahtır diyorlar. Burada itiraz hakkım yok mu, yani götürme beni demem günah mıdır? CEVAP Bu konuda itiraz etmeniz günah olmaz. Hindiyye'de (Zamanımızda, erkek, hanımı istemezse, onu başka memlekete götüremez) diyor. Bu bakımdan bir zaruret yoksa götürmemeli, huzursuzluğa sebep olmamalıdır. Orada rahat edecekseniz zaten siz de itiraz etmezsiniz. Böyle işlerde anlaşarak karar vermelidir.
Sual: Hanımı başka memlekete götürmek uygun değil deniyor. Ben hanımımı İstanbul’dan Erzurum’a, Konya’ya götüremez miyim? CEVAP Gezdirmeye her yere götürürsünüz elbette. Onu Konya’ya, Erzurum’a yerleştirip kendiniz zaruretsiz İstanbul’da ikamet etmeniz uygun olmaz. Onu kendi ikamet ettiğiniz yerde, akrabalarının ikamet ettiği yerde bulundurmalısınız. Bir de kadın razı olmadıkça, onu memleketindeki akrabalarının yanından alıp başka memlekette ikamete zorlamak da uygun değildir.
Sual: Erkek, hanımı razı olmadığı halde, çocuk olmaması için tedbir alabilir mi veya hanımını tedbir almaya zorlayabilir mi? CEVAP Hayır.
Sorumlu dört erkek Sual: Cehenneme müstahak olan kadın, kocası, babası, kardeşi ve oğlu olmak üzere, dört erkeği de, beraberinde götürecekmiş. Bu dört erkek, bu kadının hangi hallerinden sorumludur? CEVAP Engel olabilecekleri bütün günahlarından sorumludur. Babası, kardeşi, daha çocukken ona Ehl-i sünnet itikadını öğretmeli, namaz kıldırmalı, tesettüre riayet ettirmeli, haramlardan ve ileride haram işlemesine sebep olacak işlerden, uzak tutmalı. Evlenecek çağa gelince, dinini bilen salih biriyle evlendirmeli. Bundan sonra, kocasının sorumluğu da başlar. Oğlu olur ve çocuğu akıl baliğ olunca, onun sorumluluğu da başlar.
Nafaka parası Sual: Beyim, bana harçlık vermiyor. Evin ihtiyaçları için bıraktığı paraların bir kısmını, yakınlarıma alacağım hediyeye vermem caiz midir? Bir de, kayınvalidemin kocası olmayıp, fakir olduğu için yanımızda kalıyor. Kayınvalidem, oğlunun cebinden para alıp harcayabilir mi? CEVAP Erkek, hanımının veya annesinin parasını onlardan izinsiz harcayamadığı gibi, siz de, kayınvalideniz de, beyinizin parasını ondan izinsiz harcayamazsınız. Nafakaya dâhil olan yiyecek ve giyeceği almıyorsa, aç ve açıkta bırakıyorsa, o zaman sadece, nafaka kadarını almak caiz olur, çünkü erkek, hanımının nafakasını vermeye mecburdur.
İzinsiz hacca gitmek
Sual: S. Ebediyye'de (Zevcesinden izinsiz sefere, hatta nafile hacca gitmemeli) deniyor. Bu, gitmesi haram mı demek, yoksa hanımıyla iyi geçinmek için izin almalı anlamında mıdır? CEVAP İyi geçinmek için, izinli gitmeli anlamındadır. Eğer, erkek nafaka bırakmadıysa, hanımından izinsiz hacca gitmesi de haram olur. Nafaka bırakmışsa, izin vermese de gidebilir.
Başka şehre yerleşmek
Sual: Hanımını bırakıp başka şehre yerleşmek günah mıdır? CEVAP Mazeretsiz yerleşmek günahtır.
Cenaze masrafı
Sual: Evli kadın ölünce, cenaze masraflarını kim verir? CEVAP Cenaze masrafı nafakaya dâhil olduğu için, kocası verir. Kadının mirasını alanların vermesi gerekmez.
Genel izin Sual: Hanıma, evdeki eşyaları, yiyecek ve içecekleri komşulara verebilmesi, istediği komşulara oturmaya gitmesi ve ihtiyaç hâlinde marketten bir şeyler alması için izin vermek uygun olur mu? CEVAP Saliha ve emin olan hanıma, böyle şeyleri yapması için genel izin vermeli. Bir kere izin vermek yeter, artık o izin geri alınmadığı sürece, ömrünün sonuna kadar izinli sayılır.
Sevmek itaat etmektir
Sual: Hanımım evde hiç hizmet etmiyor. Bana (Beni seviyor musun?) dedi. Evet dedim. (Seven, sevdiğine itaat eder. Evde dediklerimi yapmıyorsun. Bana itaat etmediğine göre yalancısın) dedi. Başka zaman da, (Ben seni sevmiyorum) dedim. (Sevmiyorsan benden hizmet beklemeye hakkın yok) dedi. İnsan sevdiğine itaat mi eder? Kediyi, köpeği sevsem onlara itaat etmem mi gerekiyor? CEVAP
(Seven, sevdiğine itaat eder) sözü, herkes için değil, Allahü teâlâ, Peygamber efendimiz, mürşid-i kâmiller ve Müslüman âmirler için geçerlidir. Bir kimse, (Allahü teâlâyı seviyorum) diyorsa, sözünde samimi ise, Onun emir ve yasaklarına da riayet etmesi lazım. Allahü teâlânın emrine uymayanın, (Ben Allah’ı çok seviyorum) demesi elbette samimiyetten uzaktır.
Büyükler küçükleri severse, küçüklerin emrine uyulmaz. Mesela, torun dedeye, (Dede beni seviyorsan, beni yedinci kattan aşağı at!) dese, dedesi de, sevgisini ispat etmek için, torununun sözünü dinleyip onu aşağı atsa, cinayet olur.
Dinimizde evin reisi, âmiri erkektir. Kadın, kocasına, (Beni seviyorsan sözümü dinle) diyemez. Bunu ancak âmir olan erkek söyleyebilir.
Kadın evin sultanıdır
Sual: Yeni evli bir arkadaşın hanımı kocasına şöyle diyormuş: (Dinimize göre hanım sultandır, ev işi yapmaya mecbur değildir. Çamaşır falan yıkamam, evi temizlemem. Yaparsam ihsan olur. İhsan etmeye de mecbur değilim. Yemek de yapmam, beni restorana götür. Bayramlarda ben senin annene babana gitmem. Onlardan rahatsız oluyorum. Senin gitmeni de istemiyorum. Onlarla görüşünce sen de değişiyor, bozuluyorsun. Benim anama babama git, çünkü onlardan zarar gelmez, aksine enerji toplarsın. Ben zaten her gün gidebilirim, bana karışamazsın.) Bu arkadaşa ne tavsiye edebiliriz? CEVAP (Hanım sultandır, ev işi yapmaya mecbur değildir) sözü doğrudur. Muteber bir kitap olan Şir’at-ül İslam’daki, (Kadın ekmek yapar, el değirmeninde öğütür. Eğer hastaysa veya eşraf kızıysa, kocası bu işleri görecek hizmetçi tutar. Kendisi yapabilecek durumdaysa, bunları yapmaya mecbur edilir) sözünün açıklamasında, (Buradaki mecburiyet, dînî mecburiyet değildir. Ailedeki ülfeti ve mutluluğu temin etmek için, kadâi [kanunî] mecburiyettir. Erkeğin de dinen mecbur olmadığı bazı şeyleri kadâen yapması lazım olur. Kanuna uymazlarsa, vacibi terk etmiş olurlar) buyurulmuştur. Demek ki, ailenin saadeti için, kadının ev işlerini yapması vacib oluyor.
(Sultan olan hizmet etmez) dememeli. Peygamber efendimiz âlemlerin sultanı idi. Bir piknikte pişirilen yemek için odun toplamıştır.
Evet, kadın, ihsan etmeye mecbur olmadığı gibi, erkek de ihsan etmeye mecbur değildir. Öyle davranan kadını lokantaya götürmek zorunda değildir. Erkek kendisi, istediği yerde yiyebilir, evine de peynir ekmek getirir. Kadın pişmiş, sıcak yemek isterse kendisi yapar, yapmazsa getirilenlerle iktifa etmek zorundadır.
Madem kadın, dinin emrini öne sürüyor, dine uygun yaşamak istiyor, o zaman dinin emrini bildirelim:
Evin reisi erkektir. Kadın, kocasının dine aykırı olmayan her emrini yerine getirmek zorundadır. Erkek, karısına, (Üç saat tek ayak üstünde dur) dese, öyle durmaya mecburdur. Erkek, böyle zor ve yanlış emir verirse günaha girer, ama yine kadın onu yapmak zorundadır. Birkaç hadis-i şerif: (Bir erkek, hanımına, kızıl dağdan kara dağa, kara dağdan kızıl dağa koşmasını emretse, kadının emri yerine getirmesi lazımdır.)[Tirmizî, Nesaî, İbni Mace]
(Eğer insana secde edilmesi gerekseydi, kadının, kocasına secde etmesi gerekirdi. Çünkü Allah erkeği kadından üstün yarattı.)[Nesâî, Tirmizî, Ebu Davud, İbni Mace, İ. Ahmed, Bezzar, Hâkim]
(Kadın üzerinde en büyük hak sahibi kocasıdır, erkeğin ise anasıdır.) [Hâkim]
(Kadın, kocasından izinsiz eve kimseyi alamaz.) [Taberânî] Hazret-i Safvân’ın hanımı, (Yâ Resulallah, namaz kıldığım zaman kocam bana kızıp, vuruyor) diye şikâyette bulundu. Hazret-i Safvan ise, (Yasakladığım hâlde, o da bir rekâtta uzun iki sûre okuyor) dedi. Resulullah kadına, (Kısa tek sûre okumak yeterlidir) buyurur ve kocasının emrine uymasını bildirir. (Ebu Davud)
Bir âyet-i kerime meali de şöyledir: (Erkekler, kadınlar üzerine hâkimdir. Çünkü Allahü teâlâ, bazı kullarını bazısından üstün yaratmıştır. Hem de, erkekler, kendi mallarını, onlar için harcederler. Kadınların iyileri, Allahü teâlâya itaat eder ve kocalarının haklarını gözetirler. Kocaları hazır olmadıkları zaman, onların nâmuslarını ve mallarını, Allah'ın yardımıyla korurlar. Hıyânet etmesinden korktuğunuz kadınlara, kocalık haklarını öğretin ve tatlı sözlerle nasihat edin! Onları yatağınızdan ayırın. Yine uslanmazlarsa, hafif dövün! Uslanırlarsa, onları üzecek şey yapmayın!) [Nisa 34]
(Hayat müşterektir) sözü doğrudur, fakat bu, kadın da gitsin, para kazansın demek değildir. Bunun mânâsı, (Erkek gitsin, çalışsın, kazansın, lüzumlu şeyleri, alıp getirsin, kadın da, evinde boş durmayıp, ev içindeki kadınlık vazifelerini yapsın) demektir. Erkeğin vazifesi dışarıdaki işleri, kadının vazifesi içerideki işleri yapmaktır. (S. Ebediyye)
Erkek, hanımının, evinde veya dışarıda, başkaları için ücretle veya hayır için iş yapmasına ve vaaza gitmesine mâni olur. Kadının evde ev işleriyle meşgul olması, boş kalmaması lâzımdır. Kadın, ev işleri ile uğraşmalı, tarlada, fabrikada, bankada, ticarethanelerde ve memurluklarda çalıştırılmamalı. Kötü arkadaşların, münafıkların güler yüzlerine, tatlı dillerine aldanmamalı, ilmihâl kitaplarına uymalı. Kadının vazifesi, ev içindeki işleri yapmaktır. (İslam Ahlakı)
İbrahim Hakkı hazretleri, kadının kocasıyla olan sohbet ve ülfetinin edeplerini şöyle bildirmektedir:
Kocası içeri girince, ayağa kalkmalı, kocasını güler yüzle karşılamalı. Kocasına, (Hoş geldin efendim) demeli, paltosunu almalı. Her emrinde ve işinde, kocasına itaat etmeli. Ondan izinsiz, evinden bir yere gitmemeli. Kocasının elbisesini temizlemeli, yemeğini pişirmeli. Kocasından izinsiz nâfile oruç tutmamalı. Güzelliği ve malıyla kocasına övünmemeli, giyinme ve yeme işlerinde kocasını üzmemeli. Sesini kocasının sesinden yüksek çıkarmamalı, ona eziyet edip, hayatından usandırmamalı. Kocasının yanında ve arkasında ona dua etmeli, onu övmeli. Yalnız kocası için süslenmeli. Kocasının ırz ve malını korumalı. Namahreme görünmemeli, ondan izinsiz hiç kimseye bir şeyini vermemeli. (İslam Âlimleri Ansiklopedisi)
Erkek, evin huzurunu temin için, yerine göre hanımına tavır almalı, (Madem ev işlerini yapmıyorsun, güzel bir hizmetçi kız bulalım, namahrem olmaması için, nikâh da yaparız) derse, kadın, insafa gelip, belki o zaman, (Şaka yapıyordum, sen de her şeyi ciddiye alıyorsun!) diyebilir ve işi tatlıya bağlayabilir.
Netice, evin idaresi erkeğe aittir. Erkeğin bittiği yerde kadın başlar, o zaman da sıkıntılar peşpeşe gelir. Bu yüzden erkek, evin idaresinde taviz vermemeli, yani dikkatli olmalı. Bir doktor gibi, bir şoför gibi hareket etmeli. Doktor, hastasına, yeri geldiği zaman perhiz verir, tavsiyeler yapar. Yeri gelir, ilaç verir. Yeri gelir pansuman yapar, yeri gelir ameliyat yapar. Yani her zaman, duruma göre değişik davranır. Şoför de böyledir. Devamlı gaza basmaz. Devamlı düz gitmez. Yola göre, duruma göre, gaza basar, frene basar, virajı alır, düz gider. Erkek de bunlar gibi, duruma göre hareket eder. Ancak bunları yaparken kalb kırmamalıdır.
.
Evladın ana baba üzerindeki hakları
Sual: Evladın ana-baba üzerindeki hakları nelerdir? CEVAP Evladın, ana-baba üzerinde hakları vardır. Bazıları şöyledir: 1- İleride, çocuk annesiyle kötülenmemesi için, evladına anne olacak kızı, iyi yerden seçmelidir. Saliha olmasına dikkat etmelidir!
2- Çocuğa iyi isim koymalıdır! Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Çocuğa güzel bir ad koymak, evladın baba üzerindeki haklarındandır.) [Beyheki]
Ahmed, Muhammed, Mahmud gibi Peygamber efendimizin isimlerini koymalıdır! Allahü teâlâ, (Habibimin isminde olan müslümana azap etmeye hayâ ederim) buyurdu. Resulü de, (Üç oğlu olup da, birine benim adımı vermeyen, cahillik etmiş olur) buyurdu. (Taberani)
3- Çocuğu güzel terbiye etmelidir! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Çocuğu güzel terbiye, evladın babasındaki haklarındandır.)[Beyheki] (Evladınıza ikram edin, onları edepli, terbiyeli yetiştirin!) [İbni Mace] (Çocuğu terbiye etmek torunlara sadaka vermekten daha sevaptır.) [Tirmizi]
4- Çocuğa karşı şefkatli davranmalıdır! Peygamber efendimiz aleyhisselam, torununu öperken biri görüp, (Ya Resulallah, benim on çocuğum var, hiç birini öpmem) dedi. Ona, (Merhamet etmeyen merhamet bulamaz) buyurdu. (Buhari)
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Çocuklarınızı çok öpün, her öpmenizde Cennetteki dereceniz yükselir.) [Buhari] (Çocuk kokusu Cennet kokusudur.) [Taberani]
5- Çocuklara beddua etmemelidir. İbni Mübarek hazretleri, çocuğunu şikayet edene, (Çocuğa beddua ettin mi?) dedi. O da, evet deyince, (Çocuğun ahlakını sen bozdun) buyurdu.
6- Çocuklara iyilik etmelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Evladınıza ikram edin, ana-babanın sizde hakkı olduğu gibi, evladınızın da sizde hakkı vardır.) [Taberani]
7- Çocuğu helal gıda ile beslemelidir! Haram gıdanın etkisi çocuğun özüne işler, çocukta uygunsuz işlerin meydana gelmesine sebep olur. Hadis-i şerifte (Yiyip içtikleriniz helal, temiz olsun! Çocuklarınız, bunlardan hasıl olur) buyuruldu. (R.Nasıhin)
8- Babanın, çocuklarına ilim, edep ve sanat öğretmesi farzdır. Önce, Kur'an-ı kerim okumasını öğretmelidir. Sonra imanın ve İslam’ın şartlarını öğretmelidir. Yedi yaşından itibaren namaz kılmaya alıştırmalıdır! Dünya ve ahirette kurtuluş ilimledir. Çocuğu, din bilgilerini öğrendikten sonra, okula göndermeli, lise ve üniversite tahsili yaptırmalıdır. Dinini öğrenmeden mektebe gönderilirse, artık bunları öğrenecek vakit bulamaz. Din düşmanlarının tuzaklarına düşüp, onların yalanlarına aldanır. Dinsiz ve İslam ahlakından mahrum olarak yetişir. Dünya ve ahirette felaketlere sürüklenir. Millete zararlı olur. Kendine ve başkasına yapacağı kötülüklerin günahları, ana-babasına da yazılır. Çocuğunu, din bilgilerini öğretmeden önce, kâfir ve Hristiyanların mekteplerine göndermenin büyük zararları,İrşad-ül-hiyara kitabında yazılıdır.
9- Çocuk akıl baliğ olup evlendikten sonra ona şöyle demelidir: (Evladım, seni terbiye ettim. Okutup, evlendirdim. Dünyada bir felakete, ahirette azaba uğramaktan Allahü teâlâya sığınırım. Aklını başına topla, buna göre çalış!) [İ.Hibban]
10- Ahnef bin Kays hazretleri buyurdu ki:
(Çocuklar için zorluklara katlanmalı, onların ayakları altında yumuşak yer, başları üstünde gölge olmalıyız! Onlara sert davranmayalım ki bizden uzaklaşmasınlar. Bizden usanıp ölümümüzü beklemesinler. Uygun isteklerini yerine getirmeli, hiddetlenirlerse teskine çalışmalıyız!)
11- Çocuklar arasında adalete riayet etmelidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Hediye verirken çocuklarınız arasında eşitliğe riayet ediniz!)[Taberani]
12- Fudayl bin Iyad hazretleri buyurdu ki:
(Ana-babasına iyilik eden, akrabasını ziyaret eden, din kardeşine ikramda bulunan, çoluğu çocuğu ve hizmetçisi ile iyi geçinen, dinini koruyan, malını iyi yerlerde harcayan, dilini tutan, gözünü haramlardan koruyan, fuzuli işlerden uzak duran ve Rabbine ibadet eden mürüvvet ehlidir.)
13- Baba, yapmayacağını zannettiği emri çocuğuna söylememelidir. Söyleyip de onu itaatsizliğe sürüklememelidir. Salih zatın biri, oğlundan hiçbir şey istemezdi. Sebebi sorulunca, (Bir şey istediğim zaman, oğlumun bana karşı gelmesinden korkarım. Karşı gelince, Cehenneme müstahak olur. Ben de oğlumun ateşte yanmasına razı olamam) buyurdu. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Şunlar, saadet alametidir: Saliha hanım, itaat eden çocuklar, salih arkadaş.) [Hakim]
Çocuğun da hakkı var Bir adam, Hazret-i Ömer’e, oğlunu şikayet eder. Hazret-i Ömer, bu kimsenin oğluna der ki:
- İmandan sonra birinci vazifemiz ana babanın kalbini kırmamaktır. Onlar ne kadar kötü olsalar da, yine her şeyin üstünde hakları vardır. Onların kalbini kıranın ibadeti kabul olmaz. Müslüman doğmamıza ve Müslüman yetişmemize sebep olan ana babamızın kalbini kırarsak Cennete nasıl gireriz? Onlar bize hakaret etse de, yalvararak gönüllerini almamız lazımdır. Müslüman ana babamız, bizden razı olmadıkça, Allahü teâlânın sevdiği kulu olmak çok zordur.
Çocuk Hazret-i Ömer’e der ki:
- Ya Emir-el-müminin, söylediklerini aynen kabul ediyorum. Fakat çocuğun ana babası üzerinde hiç mi hakkı yoktur?
Hazret-i Ömer buyurdu ki:
- Evet çocuğun da hakkı vardır. Evlenirken çocuklarına anne olacak kızı veya kadını iyi aileden seçmesi, çocuğa güzel bir isim koyması ve dinini öğretmesi gerekir.
Çocuk, Hazret-i Ömer’e şöyle cevap verdi:
- Babam, bana terbiye nedir öğretmedi. Anam ise, zenci bir Mecusinin kızı idi. İsmimi “Karaböcek” koymuş ve Allah’ın kitabından bana bir harf bile öğretmedi. Maalesef dinim hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
Hazret-i Ömer, çocuğun babasına dedi ki:
- Gelmiş, bir de bana oğlunu şikayet ediyorsun; halbuki sen onun hakkını çiğnemiş ve o sana kötülük etmeden, sen ona kötülük etmişsin.
Sual: Bazı kimseler, “Çocuk din dersini, ancak lise, hatta üniversiteyi bitirince öğrenmelidir. Daha önce öğrenirse aklı karışır. Fen bilgilerini öğrenmesi ve inanması zor olur” diyorlar. Çocuğa küçükken dinini öğretmek gerekmez mi? CEVAP Fen bilgisi din bilgisinden ayrı değildir. Fen bilgisi İslami ilimlerin bir koludur. İslami bilgileri öğrenen fen ilimlerini de öğrenir. Her Müslüman, çoluk çocuğuna ve emri altında bulunanlara dinini öğretmekle sorumludur. Bir hadis-i şerif meali: (Hepiniz, bir sürünün çobanı gibisiniz. Çoban sürüsünü koruduğu gibi, siz de evinizde ve emriniz altında olanları Cehennemden korumalısınız! Onlara Müslümanlığı öğretmezseniz, mesul olursunuz.) [Müslim]
Bir âyet meali de şöyledir: (Ey iman edenler, yakıtı insan ve taş olan Cehennem ateşinden kendinizi ve çoluk çocuğunuzu koruyun.) [Tahrim 6]
İyiliğe de, kötülüğe de sebep olanlar, yaptıkları işe ortak olurlar. Üç hadis-i şerif meali: (Dinimizde iyi bir çığır açan, bununla amel edenler gibi sevaba kavuşur, onların sevabından da hiçbir şey eksilmez. Kim de, dinimizde kötü bir çığır açarsa, onların günahı, ona da verilir, o kötü yoldakilerin günahından hiçbir şey eksilmez.) [Müslim]
(Hayra delalet eden [yol gösteren, sebep olan] o hayrı yapan gibi sevaba kavuşur.) [Taberani]
(Bir Müslümanın evladı ibadet edince, kazandığı sevap kadar, babasına da verilir. Bir kimse, çocuğuna dinini öğretmeyip, günah olan şeyler öğretirse, bu çocuk ne kadar günah işlerse, babasına da o kadar günah yazılır) [S. Ebediyye]
(Ağaç yaşken eğilir) ve (Demir tavında dövülür) gibi ata sözleri meşhurdur. Her şey zamanında yapılır. Bir hadis-i şerif meali: (Çocukken öğrenilen şey, taş üzerine kazılan nakış gibi kalıcıdır. Yaşlandıktan sonra öğrenmeye kalkması ise, su üzerine yazı yazmaya benzer.) [Hatib]
Bu bakımdan çocuklarımıza ilkönce, dinimizin emir ve yasaklarını ve Kur’an-ı kerimi öğretmeliyiz. Daha sonraya bırakmamalıyız. (Helekel-müsevvifun) hadis-i şeriftir. Anlamı ise, (Hayırlı işlerinizi hemen yapın. Yarına bırakmayın, yoksa helak olursunuz) demektir. Hayırlı işlerin birincisi ve en önemlisi çoluk çocuğuna İslamiyet'i öğretmektir. Her Müslümanın bu birinci görevi hemen yapması, yarınlara bırakmaması gerekir.
.
Çocuk sevgisi
Sual: Ana-babanın, büyük de olsa, oğlunu, kızını ve torununu öpmesi caiz mi? CEVAP Büyük-küçük çocuklarımıza sevgi ve şefkat göstermek, sevip öpmek sünnettir. Resulullah efendimiz, evine gelen küçük çocukları sevip başlarını okşar, evin içinde oynamalarına da izin verirdi. Enes bin Malik hazretleri anlatır:
Resulullah, çocuklara karşı da insanların en şefkatlisi idi. Oğlu İbrahim’in süt annesi, Medine’nin bir kenarında otururdu. Kadının kocası demirci idi. Resulullah ile bu eve sık sık giderdik. Varınca demircinin dumanla dolmuş evine girer, çocuğu kucaklar, öper ve bir müddet sonra dönerdi. Bir torunu ve kendi oğlu İbrahim ölünce de ağlamış, (Şefkatimden ağlıyorum. Allahü teâlâ ancak merhametli olana rahmet eder) buyurmuştur.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Çocuklarınızı çok öpün, her öpüşte Cennetteki dereceniz yükselir.) [Buhari] (Çocuk kokusu Cennet kokusudur.) [Taberani]
(Çocuk dünyada nur, ahirette sürurdur.) [Şir’a] (Çocukları sevip okşayın, onlar gönül meyvesi, göz nurudur.)[Ebu Ya’la] (Çocuklarımız ciğerpârelerimizdir.) [B.Arifin)]
(Çocuk sevgisi, Cehennem ateşine karşı perdedir. Çocuklara iyilik etmek, Sıratı geçmeye sebeptir. Onlarla beraber yiyip içmek, Cehennemden kurtuluştur.) [Şir’a]
(Cennetteki "Sevinç sarayı"na, ancak çocukları sevindirenler girer.) [İ.Adiy]
(Evladınıza ikram edin, nasıl ana-babanızın sizde hakkı varsa, evladınızın da sizde hakkı vardır.) [Taberani]
(Çocuğuna iyilik etmek için yardımcı olan babaya Allah rahmet etsin!) [İ Hibban] (La ilahe illallah diyene kadar çocuğu terbiye eden, hesaba çekilmez.) [Taberani]
(Çocuksuz bir evin bereketi olmaz.) [Ebuşşeyh]
Bir bedevi, (Ya Resulallah, siz çocukları sevip öpüyorsunuz. Biz hiç öpmeyiz) dediği zaman, ona, (Şefkat ve merhamet duygusu olmayana ne diyeyim?) buyurdu. (Buhari)
Ahnef bin Kays hazretlerinin bir babaya nasihati şöyle:
(Çocuklar gönlümüzün meyvesi, sırtımızın dayanağıdır. Bizler, onların ayağı altında yumuşak yer, başları üstünde gölge olur ve onlar için her müşkülata katlanırız. Ne isterlerse verir, öfkelenirlerse hiddetlerini teskine çalışırız. Sana olan sevgileri, seni memnun etsin. Sıkıntı verme ki, senden uzaklaşmasınlar veya senden usanıp ölümünü istemesinler!)
Bir göreve tayin edilen bir zat, Hazret-i Ömer’in çocuğunu öptüğünü görünce der ki:
- Benim birkaç çocuğum var, ama hiçbirini öpmem.
Hazret-i Ömer ise buyurur ki:
- Senin küçüklere şefkatin yokmuş, büyüklere nasıl merhamet edersin? Sana verdiğim görevi geri alıyorum.
Ebu Seleme anlatır:
Çocukken sofradaki yemeği herkesten önce yemeye çalışırdım. Yine aynı şeyi yapınca, Resulullah nazikçe, Besmele çekilmesini, sağ eli ile önünden yenilmesini söyledi.
Torun sevgisi Torun sevgisi, evlat sevgisinden daha ileridir. Resulullah efendimiz, namaz kıldırırken secdede, torunu Hazret-i Hasan, mübarek omzuna çıkıp oturdu. Resulullah efendimiz, secdeyi uzatınca, sahabeden, "acaba emr-i hak vaki olup, vefat mı etti" diye düşünenler oldu. Namazdan sonra secdeyi niçin uzattığını soranlara buyurdu ki: (Secdede iken torunum omzuma çıktı. Gönlü oluncaya kadar indirmediğim için secde uzadı.) [Nesai]
Peygamber efendimizin Hazret-i Hasan’ı öptüğünü gören bir zat, (On oğlum var, hiçbirini öpmem) dedi. Resulullah efendimiz, (Merhamet etmeyen, merhamete kavuşamaz) buyurdu. (Buhari)
Resulullah efendimiz, Hazret-i Hasan’ı bir dizine Hazret-i Hüseyin’i de öteki dizine oturtur, bağrına basar, sonra da, (Ya Rabbi, bunlara rahmetini ihsan et, bunları seviyor, bunlara şefkat duyuyorum)derdi. (Buhari)
Peygamber efendimiz, Hazret-i Hasan’ı öptükten sonra Eshab-ı kirama buyurdu ki: (Çocuk çekingendir, hâli bilinmez, belki üzüntülüdür.) [B.Arifin)]
Kur'an-ı kerimde, malın, evladın, fitne yani imtihan olduğu bildiriliyor. (Tegabün 15) (Ya Rabbi, düşmanlarıma çok mal, çok evlat ver) hadis-i şerifi, mal ve evlat hayırlı olmadığı takdirde bela olacağını bildirmektedir.(Berika)
Mal, çocuk ve hanım, cihad, namaz gibi ibadetlerden alıkoyabilir. Dikkatli olmak gerekir. Peygamber efendimiz, (Ahir zamanda sizin en iyiniz, çoluk çocuğu olmayandır) buyuruyor. En iyilerden olanlara müjdeler olsun! Bunun için bir İslam âlimi, (Bu devirde çocuğu olmayan şükür secdesi yapmalıdır) buyurmuştur.
.
Çocuk terbiyesinde ilk şart
Sual: İki çocuğumuz var. Biri kız biri erkek. Ergenlik çağına girdiler. Ancak son bir iki senedir çok değiştiler, asabi oldular, nasihat kabul etmiyorlar, karşılık vermeye, bizi azarlamaya bile başladılar. Bunun üzerine beyimle beraber çocuk eğitimi kitaplarını okuduk, bunlar ergenlik çağında normalmiş, sevgi ve şefkatle yaklaşmalı, onlarla arkadaş olmalı imiş. Bunu da denedik ancak değişen bir şey yok. Sizin bir tavsiyeniz var mı? CEVAP Teşhis doğru yapılmazsa tedavi de hem yanlış olur hem de netice vermez. Bir çocuk akıl baliğ olunca yani ergenlik çağına gelince mükellef olur, yani dinimizin emir ve yasaklarına muhatap olur. İmanın şartlarını yani Amentü’yü manasıyla beraber bilip söylemesi, İslam’ın beş şartına inanması, gereğini yapması farz olur. Gusletmesi, abdest alması, namaz kılması farz olur. Anne babalar ve gençler buna dikkat etmezse, hem günaha girdikleri gibi hem de huzur yüzü görmezler.
Ergenlik çağındaki gençlerde problemlerin ana sebebi, belki imanlarının olmayışı, varsa gusletmemeleri ve namaz kılmamalarıdır. Çocuk akıl baliğ olunca bunları bilmezse, inanmazsa, beğenmezse mürted olur. Buna sebep olan anne baba da mürted olur.
Yeni müslüman olanın veya akıl-baliğ olan çocuğun, önce Kelime-i şehadet söylemesi ve bunun manasını öğrenip, inanması gerekir. Bundan sonra, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazılı olan itikad, yani iman edilmesi gereken bilgileri öğrenip, bunlara inanması gerekir.
Sonra Ehl-i sünnetin dört mezhebinden birinin kitaplarında yazılı olan fıkıh bilgilerini, yani İslam’ın beş şartını ve helal, haram olan şeyleri öğrenmesi ve bunlara inanması ve uygun yaşaması gerekir. Bunları öğrenmek ve uymak gerektiğine inanmayan, önem vermeyen mürted olur. Yani kelime-i şehadet getirerek müslüman olduktan sonra, tekrar kâfir olur.
Nikahlı müslüman bir kız, baliga olduğu zaman, Müslümanlığı bilmezse, nikahı bozulur. Yani mürted olur. Allahü teâlânın sıfatlarını ona bildirmelidir. O da, tekrar etmeli ve (bunlara inandım) demelidir.(Dürr-ül-muhtar)
İbni Abidin hazretleri bunu açıklarken diyor ki:
Kız küçük iken, ana-babasına tâbi olarak müslümandır. Baliga olunca, ana babasının dinine tâbi olması devam etmez. İslamiyet’i bilmeyerek baliga olunca, mürted olur. İman edilecek şeyleri işitip de, inanmamış kimse, kelime-i tevhid söylese, yani (La ilahe illallah Muhammedün resulullah) dese, müslüman olmaz. Amentü’de bulunan altı esasa inanan ve (Allahü teâlânın emirlerinin ve yasaklarının hepsini kabul ettim, beğendim) diyen kimse müslüman olur.
Her müslüman, çocuklarına Amentü’yü ezberletmeli, manasını iyice öğretmelidir! Çocuk bu altı esası öğrenmez ve inandığını söylemezse, baliğ olduğu zaman müslüman olmaz, mürted olur.
Sadece Allah’a inandım demek kâfi değildir. Amentü’de bildirilen altı esastan birini, mesela kaderi inkâr eden, kâfir olur, bütün iyi amelleri yok olur. (Redd-ül Muhtar)
Her müslümanın birinci vazifesi, evladına İslamiyet’i ve Kur'an-ı kerimi öğretmektir. Evlat nimetinin kıymeti bilinmezse, elden gider. Bunun için Pedagoji [çocuk terbiyesi] dinimizde çok kıymetli bir ilimdir. İslam dinine karşı olanlar, bu önemli noktayı anladıkları içindir ki, “Birinci hedefimiz, gençliğin ele alınması ve onların dinsiz olarak yetiştirilmesidir” diyorlar.
.
Çocuk nasıl terbiye edilir
Sual: Çocuğu nasıl terbiye etmelidir? CEVAP Çocuk, ana baba elinde bir emanettir. Çocukların temiz kalpleri kıymetli bir cevher olup, mum gibi, her şekli alabilir. Küçük iken, hiçbir şekle girmemiştir. Temiz bir toprak gibidir. Temiz toprağa hangi tohum ekilirse, onun mahsulü alınır. Onun için Ağaç yaşken eğilirdemişlerdir. Bunun gibi çocuk da neye meylettirilirse, oraya yönelir. Eğer hayrı âdet eder, öğrenirse hayır üzerine büyür. Çocuklara iman, Kur'an ve Allahü teâlânın emirleri öğretilir ve yapmaya alıştırılırsa, din ve dünya saadetine ererler. Bu saadete ana-baba ve hocaları da ortak olur. Eğer bunlar öğretilmez ve alıştırılmaz ise, bedbaht olurlar. Yapacakları her kötülüğün günahı, ana-baba ve hocasına da verilir.
Müslüman, emri altında bulunanlardan mesuldür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Hepiniz, bir sürünün çobanı gibisiniz. Çoban sürüsünü koruduğu gibi, siz de evinizde ve emriniz altında olanları Cehennemden korumalısınız! Onlara Müslümanlığı öğretmezseniz, mesul olursunuz.) [Müslim]
(Çocuklarına Kur'an-ı kerim öğretenlere veya Kur'an-ı kerim hocasına gönderenlere, öğretilen Kur'anın her harfi için, on kere Kâbe-i muazzama ziyareti sevabı verilir ve kıyamette, başına devlet tâcı konur. Bütün insanlar görüp imrenir.) [S.Ebediyye]
(Çok müslüman evladı, babaları yüzünden Veyl ismindeki Cehenneme gidecektir. Çünkü bunların babaları, yalnız para kazanmak ve keyf sürmek hırsına düşüp ve yalnız dünya işleri arkasında koşup, evlatlarına Müslümanlığı ve Kur'an-ı kerimi öğretmediler. Ben böyle babalardan uzağım. Onlar da benden uzaktır. Çocuklarına dinlerini öğretmeyenler Cehenneme gidecektir.) [S.Ebediyye]
Kendinin yapması haram olan şeyi çocuğa yaptıran kimse, haram işlemiş olur. Çocuklarına içki içiren, kumara alıştıran, müstehcen neşriyatı okumasına sebep olan, yalancılık, hırsızlık gibi kötü huylara alıştıran, kıbleye karşı ayak uzatmasına sebep olan kimse, günah işlemiş olur. Dinimizin temeli, imanı, farzları ve haramları öğrenmek ve öğretmektir. Allahü teâlâ, Peygamberleri bunun için göndermiştir. Gençlere bunlar öğretilmediği zaman, İslamiyet yıkılır, yok olur. Allahü teâlâ, Müslümanlara Emr-i maruf yapmayı emrediyor. Yani, benim emirlerimi, bildiriniz, öğretiniz buyuruyor. Nehy-i münker yapmayı da emrederek, yasak ettiğini bildirdiği haramların yapılmasına razı olmamamızı istiyor.
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Kendinizi ve aile efradınızı Cehennem ateşinden koruyun!) [Tahrim 6]
Kur'an-ı kerimde, nefslerimizi ve aile efradımızı, yakıtı insan ve taş olan Cehennem ateşinden korumamız emredilmektedir. Elli-yüz senelik kısa bir hayat için evladımızı dünya felaketlerinden korumaya çalıştığımız gibi, ebedi felakete düçar olmaması için ahiretini de korumamız lazımdır. Bir babanın, evladını Cehennem ateşinden koruması, dünya ateşinden korumasından daha mühimdir. Cehennem ateşinden korumak da, imanı ve farzları ve haramları öğretmekle ve ibadete alıştırmakla ve kötü arkadaşlardan ve zararlı neşriyattan korumakla olur.
Bütün fenalıkların başı, kötü arkadaştır. Kötü arkadaşları, onun, küstah, yalancı, hırsız, ve saygısız olmasına sebep olabilir. Senelerce de bu kötü huylardan kurtulamaz.
Ne zaman çocukta iyi bir hareket görülürse, onu takdir etmeli, mükafatlandırmalıdır! İnsanların yanında bazen onu övmelidir.Amcası benim çocuğum böyle yaptı diyerek iyiye teşvik etmelidir. Bir kabahat işler veya kötü bir söz söylerse birkaç defa görmezden gelmeli, (onu yapma) dememeli, azarlamamalıdır. Sık sık azarlanan çocuk, cesaretlenir, gizli yaptıklarını açıktan yapmaya başlar. Yaptığı kötü işlerin zararı, kendisine tatlı dil ile anlatılmalı, ikaz edilmelidir! Yapılan iş, dine aykırı ise işin zararı, fenalığı ve neticesi anlatılarak, o kötü işe mani olmalıdır.
Baba, baba olduğunu, büyük olduğunu hissettirmelidir! Anne, çocuğu babası ile korkutmalıdır!
Her gün bir müddet oynamasına izin vermelidir ki, çocuk sıkılmasın. Sıkılmak ve üzülmekten kötü huy hasıl olur ve kalbi körleşir. Hiç kimseden para istemesine müsaade etmemeli, fazla konuşmamasını, büyüklere saygıyı öğretmelidir. İyi insanların güzel hallerini anlatıp, onlar gibi olmaya, kötü insanların kötülüklerini anlatıp, onlar gibi olmamaya dikkat etmesi öğretilmelidir.
Çocuğa her istediğini almak ve lüks içinde yaşatmak uygun değildir. Büyüyünce de her istediğini ele geçirmeye çalışır; fakat bunda muvaffak olamayınca sükutu hayale uğrar, isyankâr olur. Kendimiz helal yediğimiz gibi çocuklarımıza da helal yedirmeliyiz. Haramla beslenen çocuğun bedeni, necasetle yoğrulmuş çamur gibi olur. Böyle çocuklar da pisliğe, kötülüğe meylederler.
Çocuğa, israf etmemesini, kanaatkâr olmasını öğretmelidir. Bazen de yavan ekmek yemeye alıştırmalıdır. Kötü yerlere gitmesine mani olmalıdır! Çocuk kötülerin yanında ahlaksız, yalancı ve hayasız olur.
Baba, ne devamlı asık suratlı durmalı, ne de çocukla fazla yüz göz olmalı, konuşmasının heybetini korumalıdır. Çocuğa babasının malı ile, rütbesi ile övünmemesi tembih edilmelidir! Tevazu sahibi ve kibar olması öğretilmelidir! Başkalarından bir şey almanın zillet olduğu, veren elin alan elden üstünlüğü bildirilmelidir! Cimriliğin çirkinliği öğretilmelidir!
Başkalarının yanında edepli oturması, ayak ayak üstüne atmaması, lâubâli hareketlerden uzak durması telkin edilmelidir!
Fazla konuşmaktan çocuğu men etmelidir! Fazla konuşmanın hayasızlığa yol açtığı, çenesi düşüklüğün kötülüğü belirtilmelidir! Çocuk nasıl olsa konuşmasını öğrenecektir. Maksat, ona icap edince susmasını ve büyüklerin sözünü dinlemesini öğretmektir.
Doğru da olsa, çokça yemin etmesine izin vermemelidir! Vara yoğa yemin, kötü bir alışkanlıktır. Büyüklere hürmetin, yerini onlara vermenin ve herkesle iyi geçinmenin önemi anlatılmalıdır.
Çocuğu daha küçükken namaza alıştırmalıdır. Büyüyünce namaz kılması zor gelebilir. Başkasının malını çalmayı, haram yemeyi, yalan söylemeyi gözünde çirkin gösterecek şekilde anlatmalıdır! Böyle yetiştirip büluğa erince, bu edeplerin inceliklerini ona söylemelidir.
Her işi âdet olarak yapmaması, niyetle, şuurla yapmasının lüzumu anlatılmalıdır. Mesela, yemekten maksat, kulun Rabbine ibadet etmesi, insanlara, vatanına, milletine faydalı hizmetlerde bulunması, insanların saadeti için çalışması olduğu öğretilmelidir. Dünyadan maksadın, ahiret için azık toplamak olduğu, zira dünyanın kimseye kalmadığı, ölümün çabuk ve ansızın gelebileceği anlatılmalı, (Ne mutlu o kimseye ki, dünyada iken ahiret azığı elde eder, Cennete ve Allahü teâlâya kavuşur) demelidir. Küçük yaşında böyle terbiye edilirse, taş üzerine yazılan yazı gibi olur ve kolay kolay silinmez.
Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Bütün çocuklar, Müslümanlığa elverişli olarak dünyaya gelir. Daha sonra bunları, ana-babaları hristiyan, yahudi ve dinsiz yapar.) [Taberani]
Hadis-i şerifte Müslümanlığın yerleştirilmesinde ve yok edilmesinde en mühim işin, çocuklukta ve gençlikte olduğu bildirilmektedir. O halde, her müslümanın birinci vazifesi, evladına İslamiyet’i ve Kur'an-ı kerimi öğretmektir. Evlat nimetinin kıymeti bilinmezse, elden gider. Bunun için (Pedagogie), yani çocuk terbiyesi, çok kıymetli bir ilimdir.
İslam dinine karşı olanlar, bu mühim noktayı anladıkları içindir ki, (Gençliğin ele alınması birinci hedefimizdir. Çocukları dinsiz olarak yetiştirmeliyiz) diyorlar. İslamiyet’i yok etmek ve Allah’ın emirlerinin öğretilmesini ve yaptırılmasını engellemek için, (Gençlerin kafalarını yormamalıdır. Din bilgilerini büyüyünce kendileri öğrenirler) diyorlar.
Bugün, bütün hristiyan ülkelerinde, bir çocuk dünyaya gelince, buna bozuk dinlerinin icaplarını yapıyorlar. Her yaştaki insanlara, hristiyanlığı titizlikle aşılıyorlar. Müslümanların imanlarını, dinlerini çalmak ve yok etmek ve onları da, hristiyan yapmak için, İslam ülkelerine paket paket kitap, broşür ve kaset gönderiyorlar.
O halde, müslümanlar din cahillerinin hilelerine, yalanlarına aldanmamalı, çocuklarımıza sahip olmalıyız. Onlara sahip olmak da, dinimizin emirlerine uygun olarak yetiştirmekle olur. Ahlakı değiştirmek mümkün olduğu için Peygamber efendimiz, (Ahlakınızı güzelleştirin)buyurdu. Zaten din, güzel ahlak demektir. Şu halde dinin emrine uyup yasak ettiğinden kaçan, huyunu değiştirip güzel ahlaklı olur. Güzel ahlaklı olan da iki cihanda rahat olur.
En vahşi hayvan bile terbiye ile ehlileştiriliyor. Hiçbir zaman elma çekirdeğinden portakal olmaz. Fakat elma fidanını büyüterek, lüzumlu aşı ve kültürel tedbirlerle kaliteli elma veren bir ağaç olarak yetiştirmek mümkündür. Bunun gibi insan tabiatında bulunan bazı arzular yok edilemez, fakat terbiye edilebilir. Çocuklarımızı nasıl terbiye etmeli
Sual: Çocuklarımızı nasıl terbiye etmeli, terbiyede esas olanlar nedir?
CEVAP Terbiyede, bunu yap, şunu yapma demek yerine, örnek olmak gerekir. Bunun için, Lisan-ı hâl, lisan-ı kalden entaktır denmiştir. Yani insanın hâl ve hareketi, sözünden daha etkilidir.
Bir örnek: Bir ticaret kervanı gelip, gece Medine’nin dışına kondu. Yorgunluktan uyudular. Halife Hazret-i Ömer, bunları görünce, Abdurrahman bin Avf’a, (Bu gece bir kervan gelmiş. Hepsi kâfirdir. Ama bize sığınmıştır. Eşyaları çok ve kıymetlidir. Yabancılar, yolcular bunları soyabilir. Gel, bunları koruyalım) dedi. Sabaha kadar bekleyip, sabah namazında camiye gittiler. Kervandaki bir genç uyumayıp, bunları takip etti. Soruşturdu, bu iki kişiden birinin Halife olduğunu öğrenince, gelip, arkadaşlarına anlattı. Halifenin bu hareketinden, İslamiyet’in hak din olduğunu anlayıp, hepsi müslüman oldu.
Baba, sigara içiyor, kumar oynuyorsa, çocuğuna bunları yapma demesi o kadar etkili olmaz. Bunlar kötü olsa babam yapmaz der. İyi şeyler, fedakârlıklar yapılırsa, örnek teşkil eder. Çocuğa iyilik yapmanın faydası anlatılmalı. Böylece çocuk bencil olmaktan kurtulur. Bencil yetişenler kendilerini topluma uyduramaz, hatta örf, âdet ve kanun tanımaz olur.
Terbiyede esas olanlar:
Zeka: Çocuk, ilk gördüğü eşyayı tetkik etme, kurcalama ve sorup öğrenmeye heveslidir. Onun için çocuklara hep iyi ve güzel şeyler gösterilmeli ve soruları doğru cevaplandırılmalı. Böyle çocuğun düşünme kabiliyeti gelişmiş olur. [3-6 yaş arası buna çok dikkat etmeli. Bu zaman dilimi, beyin ve zeka gelişmesi için en önemli devredir.]
Ruh: Hassas ve alıngan çocuklara acı da olsa gerçekleri görmesi ve tahammül edebilmesi öğretilmelidir. Katı ruhlu çocuklar ise onu duygulandıracak, örnekler vererek, hassas olmasına çalışılmalı.
İrade: Güçlü iradeye sahip olmasına çalışılmalı. Zayıf iradeli çocukları biraz serbest bırakıp kendine olan güvenini arttırmalı. İradesi kuvvetli çocuklarda ise terbiye daha sert olmalı. Ancak yine sevgi ve anlayış göstermek şarttır.
Terbiyede şunlar önemlidir: Din: Allahü teâlânın iyi, çalışkan ve dürüstleri sevdiğini, onları Cennete koyacağını, kötüleri sevmediğini ve bunları da Cehennemde cezalandıracağını öğretmeli.
Sevgi: Terbiyede sevgi gibi, ciddiyet de çok önemlidir. Ana babanın geçimsizliği, hele ayrılığı çocuk ruhunda fırtınalar koparır.
Ceza ve mükafat: Bunu yaparsan, şunu vermeyiz, sokağa çıkarmayız gibi bazı cezalar uygun ise de, kesinlikle dayak atılmamalı. Ceza kalb kırıcı olmamalı, kimsenin önünde de yapılmamalı. Yerinde yaşına göre oyuncak veya bisiklet almak gibi mükafat verilmeli. “Bu bisikleti Kuran-ı kerimi hatmettiğim için babam bana aldı” diyebilmeli.
Oyunlar: Yaşına uygun olarak, çeşitli sporlar bedenin ve zekanın gelişimini sağlar.
Çevre: Hadis-i şerifte, (Kişinin dini, arkadaşının dini gibidir)buyuruldu. İyi çevre ve iyi arkadaş edinmelidir.
En değerli yatırım
Sual: Çocuklar evde tutturdular ki bize her hafta dergi alın. Biz de bir bakalım dedik, araştırmak için. Çünkü korkuyoruz, yanlış bir şey okuturuz diye, zira onlar bizim her şeyimizdir. Bize tavsiye edeceğiniz bir yayın var mı? CEVAP Gayretiniz için sizi tebrik ederiz. Çünkü bugün insanların en çok konuştuğu konulardan biri ekonomidir. Birçok sohbetin konusu, arsa, borsa, euro, dolar, altın, hisse senedi, devlet tahvilleri vs. İnsanlar; en değerli yatırım aracı hangisi ise, haklı olarak ona yönelmek istiyor. Bu normaldir, yadırganacak tarafı yoktur.
Unutmamalı ki bu yatırımlardan çok daha önemli bir yatırım daha var. O da çocuğa yapılan yatırım, insana yapılan yatırımdır. Dünyanın en zor işi insan yetiştirmektir. Bir insanın yetişmesinde birçok unsur rol alır. Bunlar içinde en önemlileri; aile, çevre, okul ve medyadır.
Dünyadaki bütün ülkeler, kendi çocuklarının ve gençlerinin dürüst, çalışkan, güzel ahlaklı, başarılı, kültürlü, topluma faydalı, vatansever, eğitimli ve kendi öz değerlerine saygılı insanlar olarak yetişmesini ister. Bunun için çaba harcar. Bunu başaran ülkelerin, diğer sıkıntıları daha kolay ve daha çabuk çözülür. Çünkü, her şeyin başı insandır. İnsanın iyi yetişmesi için hiçbir masraftan ve güçlükten kaçınmayanlar, başarının ve medeniyetin zirvesine yükseldiler. Osmanlı böyle yaptı. Amerika ve Avrupa şimdi [Osmanlıyı taklit ederek] böyle yapıyor.
Ülkemiz, yukarıda bahsedilen bir insanın yetişmesinde en önemli rolü üstlenen kurumlar konusunda yetersizdir. Çocuklarımız, hâlâ kalabalık sınıflarda, laboratuarsız, bilgisayarsız ortamlarda ders görüyor.
Büyük şehirler başta olmak üzere, çevremiz de pek tekin değil. Yani, dışarısı tehlikelerle dolu.
Görüntülü ve yazılı medyanın büyük bir bölümü şiddet ve cinsel konulara ağırlık veriyor...İnsanın edep duygularını zedelediği ve çeşitli kötülükleri cazip hâle getirdiği için izlenmesi, okunması sakıncalı bir sürü yayın var.
Geriye ne kaldı... Bir tek aile... Bütün ebeveynlerin biricik derdi, çocukların iyi bir şekilde yetiştirmektir. Bu konuda kendi gayretleri yeterli değil. Çocukları, kötü arkadaşların, görüntülü ve yazılı medyanın zararlarından korumak lazım.
Evet, size de tavsiye edeceğimiz, bu konuda yıllardır yüzümüzü ağartan bir yayın var. Biz ona "En iyi arkadaş" diyoruz. İyi ki var. Çocuklarımızı, birer hanımefendi birer beyefendi olarak yetiştirmek için gayret sarf ediyor. Onlara vatan-millet-bayrak sevgisini, ecdada saygıyı, kendi kültürüne ve değerlerine sahip çıkmayı öğretiyor.
Onlara çalışkan, sabırlı, kibar ve zarif olmayı, başarılı olmanın yollarını öğretiyor, anne babaya saygıyı öğretiyor. Okuma alışkanlığı kazandırıyor. Onları eğlendirirken, çok değerli bilgiler veriyor. Zekalarının gelişmesi için özel bulmacalar, zeka oyunları hazırlıyor. Sözün kısası, ebeveynlerin özledikleri çocuk modelini Türkiye Çocuk Dergisi yetiştirmeye çalışıyor. Bu konuda anne babaların yükünü oldukça hafifletiyor. Çocuğunun iyi yetişmesini isteyen; onu mutlakaTürkiye Çocuk Dergisi ile tanıştırmalıdır.
[Web adresi: www.turkiyecocuk.com.tr] Tek başına bir çocuğu yetiştirmek de mümkün değildir. İyi bir çevreye gitmeli, iyi insanlarla komşuluk etmelidir. Türkiye Gazetesi yayınları, Türkiye Çocuk gibi faydalı eserler okumalı ve okutmalıdır.
Her şeyi, zıddı kırar. Kötü huyları, iyi huylar yok eder. Bu bakımdan kendini zorla da olsa iyi işler yapmaya alıştırmalı, onları âdet haline getirmelidir. Çocuk, işleri ve ahlakı iyi olan insanlarla arkadaşlık ettirilirse, güzel huylar kendiliğinden onun tabiatı olur. Bu esaslar dahilinde çocuklar yetiştirilirse dünya ve ahiret saadeti elde edilir.
Kıyamet günü, ana baba, çocuğuna öğretmesi gereken ilimlerden mesul olacak, vazifesini yapmamış ise, yahut kusur etmiş ise cezaya çaptırılacaktır. Çocuklarını İslam terbiyesi üzerine yetiştirmeyenler, dünya ve ahiret felaketine maruz kalacaklardır. Ne mutlu çocuğunu İslam ahlakı ile yetiştirenlere... Çocuk terbiyesinin önemi Genç bir yazarın bizzat uyguladığı çocuk terbiyesi ile ilgili hususların özeti şöyledir:
* Çocuğa dert ve sıkıntılar söylenmemeli, neşe ve sevincimizi anlatabiliriz.
* Çocuğu aileden biri azarlarsa, diğeri ona arka çıkmamalı.
* Onun yanında hep güler yüzlü olmaya çalışmalı. Üzüntülü isek çocuk hemen etkilenir.
* Onu başkalarının yanında azarlamamalı.
* Kusurlarını kabul etmesi öğretilmeli. Kusurlarını bilip yapmamaya çalışması hayatta başarılı olmasına sebep olur.
* Çocuğun yanlışları olur. Hemen cezalandırmamalı. Yanlışı izah edilmeli, zararı anlatılmalı.
* ''Sen adam olmazsın'', ''Senden köy kasaba olmaz' gibi suçlamalardan kaçmalı. Bunlar, çocuğun kendine güvenini azaltır, kişilik sahibi olmasını engeller.
* Çocuk büyükleri taklit eder. Bunun için onlara iyi örnek olmalı.
* Çocuğun sevilmeye, oynamaya sohbete ihtiyacı vardır. Çocuk kendisine soğuk, sert, kaba ve kırıcı davranan büyüklerinin kendisini sevmediğini zannedip bunalıma girer. Bu sebeple onlara şefkatli, güler yüzlü davranmalı.
* Çocuğa nasihat vermek yerine bizzat uygulamalı iş yaptırmak daha uygun olur. Mesela yemekten önce ellerini yıka diye yüz defa demektense, birkaç defa, hadi ellerimizi yıkayalım diyerek birlikte yapmaya çalışmak daha etkili olur.
* Ona verilen işi takip etmeli, yapıp yapmadığını kontrol etmeli ki, takip edildiğini bilsin.
* Çocuğun yapmayacağı bilinen şeyleri söylememeli. Yapacağı şeyleri de artık yapmaz.
* Evliya menkıbelerinin, çocuğun zekasının gelişmesinde ve onlardan alacağı derste rolü büyüktür. Bunlar hassas şekilde seçilip anlatmalı.
* Yerine getiremeyeceğimiz sözü vermemeliyiz. Bunlar söz verir yapmaz dedirtmemeli.
* (Kişinin dini arkadaşının dini gibi olur) hadis-i şerifi esas alınmalı, iyi arkadaş edinmesi sağlanmalı.
* (Çocuktan al haberi) sözünü unutmamalı, sırlarımızı çocuğa duyurmamalı.
* Çocuğa karşı ne kadar sabırlı ve anlayışlı olursak o kadar başarılı oluruz.
* Sözlerine önem verilmeyen veya sürekli eleştirilen çocuk; suskun, içine kapanık, güvensiz, huysuz ve saldırgan olur.
* Onun yanında başkaları kötülenmemeli.
* Hep şiddet kullanılarak çocuğu yönlendirmeye çalışan ana baba; çocuğun korku içinde asabi ve saldırgan olmasına, kendi problemlerini şiddet yoluyla çözmeye çalışmasına sebep olur.
* Çocuğun yüzüne ve başına kesinlikle vurmamalı.
* Çocuğa söylenecek sözden çok ne zaman ve nasıl söylediğiniz önemlidir.
* İyi iş ve davranışları ödüllendirilmeli, kötülerinin ise zararı tatlı dille anlatılmalı.
* Tenkit gibi aşırı takdir de uygun değildir. Aşırı sevgi ve takdir, çocuğu şımartabilir.
* Çocuğu suçlamak, lakap takmak, alay etmek, tehdit etmek uygun değildir. Git gel gibi emir yerine gider misin, gelir misin gibi ifadeler kullanmalı.
* Çocuk edepli konuşmalı. “Lütfen, teşekkür ederim, özür dilerim, peki efendim” gibi kelimeler kullanmasını öğretmeli.
* Hatalı olunca hatamızı kabul edip özür dilememiz, onun da hatası olursa özür dilemeyi öğrenmesine yol açar.
Çocuklara dini sevdirmek
Sual: Küçük çocuklara dinimizi nasıl sevdirebilir, nasıl terbiye edebiliriz? CEVAP Bunu yap, şunu yapma demek yerine, örnek olmak gerekir. Lisan-ı hâl, lisan-ı kalden entaktır. Yani insanın hâl ve hareketi, sözünden daha etkili olur. Kendimiz, hal ve hareketlerimizle güzel örnek olursak, yarı yarıya bu işi başarmış sayılırız. Daha sonra, Peygamber efendimizin, Eshab-ı kiramın, din büyüklerinin, Evliyânın sevgisini aşılamalıdır. Bu sevgi verilirse, onların ismini söyleyerek Allahü teâlâyı anlatmak, dinimizin emir ve yasaklarına alıştırmak kolay olur. İnsan, sevdiğine benzemek ister; insan, sevdiğinin sözlerine uyar. Büyükler, talebelerine, önce namazdan, oruçtan, haramlardan bahsetmezlerdi. Mesela, İmam-ı Rabbani hazretlerini, kendi hocalarını anlatırlar, bu büyükleri sevdirirlerdi. Ondan sonra, bunlar; karada, denizde, havada yani her yerde namazı, dinimin emir ve yasaklarını düşünürlerdi. Büyüklerin sevgisi, her derde ilaç gibidir. Onların sevgisi ve bereketi ile dinimize uymak çok kolay olur.
Allah sevmez demek
Sual: Çocukları terbiye ederken, hırsızlık edeni Allah taş eder, yalan söyleyeni Cehennemde yakar gibi sözler söylemek uygun mudur? Yahut bunun tersini mi söylemek gerekir? Mesela hırsızlık etmeyeni, yalan söylemeyeni Allah sever mi demek gerekir? CEVAP Hırsızlık edeni taş eder denirse, o da hırsızları görünce bunlar niye taş olmadı diye düşünerek ana babasına itimadı kalmayabilir. Hem Allahü teâlâ, gerçekte de kötülük edenleri taş etmiyor. Hep şunu yapmazsan Allah seni sevmez diye devamlı söylenirse, bu sefer de, sevmezse sevmesin diyebilir. İyilik edenlerin Cennete, kötülük edenlerin Cehenneme gideceğini uygun bir dil ile anlatmak gerekir. Her yanlış hareketine Allah seni şöyle yapar demek uygun olmaz. İyilik edince ödüllendirmeli, kötülüklerin ise, bazısını görmemeli. Kötülüğü de uygun şekilde cezalandırmalı.
Esas olan sevgidir
Sual: Çocuklarımıza öncelikle neleri tavsiye etmeliyiz? CEVAP Gençlere önce Ehl-i sünnet âlimlerinin, Evliyaların, Silsile-i aliyye büyüklerinin hayatlarını okumalı veya okutmalı. O mübarek zatları tanımalı, sevmeli.
Esas olan emir değil, sevgidir. Yani içinde sevgi olmayana, bunu yap, şunu yapma demek, fayda getirmez. İnsan büyük zatları sevince, ister istemez dinimize uyar, emir ve yasakları yerine getirir. Büyüklerin sevgisiyle hâsıl olan sevgi, kalıcı sevgidir. Kalbe nakşetmek gibidir.
Çocuğunu dövmek
Sual: Ana baba, yaramazlık veya zararlı iş yapan çocuğunu dövebilir mi? CEVAP
Baba, gerektiğinde oğluna kızıp bağırabilir.Lüzumlu bilgileri öğretmek ve terbiye etmek için dövebilir. Öğretmen, talebesini, babasından izinsiz dövemez. Yedi yaşındaki çocuğa, namaz kılması emredilir, on yaşında kılmazsa, yumrukla değil, elle vurabilir. Öğretmen, ilim öğretmek, çalıştırmak için, talebesine yüzü hariç, elle üç kere vurabilir. Daha fazla vuramaz. Hiçbir canlının yüzüne vurmak da caiz değildir.(S. Ebediyye)
Terbiyede dayak atılmaz. Dayağın zararları çoktur:
1- Çocuğu dövmek ahlakının bozulmasına, hırçınlaşmasına sebep olur.
2- Dayakla büyüyen çocuk esnek düşünemez.
3- Dövülmek, çocukta ana babaya karşı kızgınlığa yol açar. Çocuk kendi yaptığının kötü bir şey olduğunu düşünmez, kendini suçlu görmez, kendini döveni suçlar.
4- Dövülen çocuk, kızdırılınca, o da şiddete başvurur, bir başkasını döver. Böylece dayak, saldırganlığa sebep olur.
5- Sözden anlayacak yaştaki çocuğa dayak atılmaz. Sözden anlamayana hafifçe vurmak yeter. Başa, yüze vurmak, sopayla dövmek hem günah, hem zararlıdır. Bunları işkenceci yapar.
Çoluk çocuğu terbiye etmek için dayak atmak doğru değildir. Ancak yanlış, zararlı bir iş yapınca, cezalanabileceği hissini vermek gerekir. Peygamber efendimiz, ev halkının dövülmemesini emrettiği hâlde, terbiye edilmeleri için gerekirse cezalanabilecekleri, dövülebilecekleri hissini taşımaları gerektiğini bildirmiştir. Bu husustaki bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Ev halkınızı terbiye için bastonunuzu onların göreceği yere asın!) [Taberani]
Demek ki çoluk çocuk, (Cezayı hak edersek dövülebiliriz) hissini taşımalı. (Ne yaparsak yapalım, bize kimse karışamaz) duygusuna kapılmamalı. Öyle bir duyguya kapılırsa her çeşit suçu rahatça işleyebilir.
Çocuğu avutmak için Sual: Bebeği avutmak için kadının çalgı çalması caiz mi? CEVAP Hayır, küçük çocuğu avutmak için kadının çalgı çalması caiz değildir, fakat yine bir çalgı aleti olan def çalmasına izin verilmiştir. (Hindiyye)
.
Babanın mesuliyeti
Sual: Baba, çocuğundan hangi yaşa kadar mesuldür? CEVAP Erkek çocuğundan akıl baliğ olana kadar, kızından ise evlenene kadar mesuldür.
Oğlunu evlendirmek
Sual: Baba, oğlunu evlendirmeye mecbur mudur? CEVAP Baba, oğlunu evlendirmeye mecbur değildir. Erkek çocuk, akıl-baliğ olduktan sonra, babasının mesuliyetinden çıkar. Fakir oğlunu evlendirmek ise zengin babaya vaciptir. (Uyun-ül-besair)
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Çocuğa güzel isim vermek, dinini öğretmek ve vakti gelince evlendirmek, evladın babası üzerindeki haklarındandır.) [Ebu Nuaym]
.
Evladın günahları sevapları
Sual: Bir evladın işlediği sevapları ana-babasına da yazılıyormuş. Günahları da yazılır mı? Kabil'in işlediği günahlardan babası Âdem aleyhisselama da yazılır mı? CEVAP Evet evladın işlediği sevaplar, müslüman ana-babaya da yazılır. Günah işlemeyi öğreten ana-babaya evladının günahı da yazılır. İbadet öğretirse, onun sevabı da ana-babasına yazılır. Hadis-i şerifte,(Bir müslümanın evladı, ibadet edince, kazandığı sevap kadar, babasına da verilir. Bir kimse, çocuğuna günah öğretirse, bu çocuk ne kadar günah işlerse, o günahı öğreten babasına da o kadar günah yazılır) buyuruldu. (S. Ebediyye)
Günah öğretmeyen Hazret-i Âdem'e, kardeşini öldüren Kabil'in günahı yazılmaz. Peygamberler günah işlemez. Birinin günahı, başkasına yazılmaz. Hadis-i şerifte, (Hiç kimse diğerinin günahını çekmez)buyuruldu. (Hakim)
Kur'an-ı kerimde aynı manadaki âyet-i kerimelerden birinin meâli şöyle: (Hiçbir günahkâr, diğerinin günahını çekmez.) [Enam 164]
Halkı sapıtanlar, sapıklıkta önder olanlar, kendi günahlarını yüklendikleri gibi o kimselerin günahlarını da yüklenirler. (Nahl 25-Beydavi)
Bir kimse, bir iyiliği yapmaya gücü yetmiyorsa, o iyiliğin yapılmasına sebep olursa, o iyiliği yapmış gibi sevap kazanır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Hayra delalet eden [yol gösteren, sebep olan] o hayrı yapan gibi sevaba kavuşur.) [Beyheki]
Sual: Salih evlat yetiştiren bunun faydasını öldükten sonra da görür mü? CEVAP Elbette görür. Müminlerin ihlasla yaptıkları iyi işlerin sevapları kıyamete kadar onların amel defterlerine yazılır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (İnsan ölünce amel defteri kapanır. Ancak şu üçü bundan müstesnadır: Sadaka-i cariye, faydalı ilim ve kendisine dua eden salih evlat bırakan.) [Buhari]
(Öldükten sonra sevabı kesilmeyen iyi işlerden biri de, salih evlat yetiştirmektir. Ana-babası öldükten sonra böyle evladın ettiği dualar, ana-babasına ulaşır.) [Müslim]
(Şu yedi şeyi yapan, öldükten sonra da devamlı sevap kazanır:
1- [Dine uygun] ilmi bir eser yazan,
2- Bir çeşme yapan,
3- Bir su kuyusu açan,
4- Bir hurma ağacı diken,
5- Bir mescid bina eden,
6- Bir Mushaf yazan,
7- Öldükten sonra kendisine dua edecek salih bir evlat yetiştiren.) [Beyheki, Ebu Davud]
Sual: Büluğ çağına gelmemiş müslüman çocuğu, günah işlese, günah yazılır mı? Yahut küfre düşücü ifadeler kullansa kâfir olur mu? CEVAP Baliğ olmamış çocuk, daha mükellef [yükümlü] değildir. Günah yazılmaz. Küfür söz söylemekle kâfir olmaz. Anne babası günah, küfür olan şeyleri yaptırmamalıdır. Onlara günah olur.
İyi evladın faydası
Sual: Evladın yaptığı iyiliklerin, kâfir olarak ölmüş ana babasına da faydası olur mu? CEVAP Evet, faydası olur. İki hadis-i şerif şöyledir: (Kur'an okuyanın ana babası kâfir olsa da, azapları hafifler.)[Tenbih-ül-gafilin]
(Besmele yazılı bir kâğıdı, çiğnenmesin diye hürmetleyerden kaldıran, sıddıklardan yazılır. Ana babası kâfir de olsa, azapları hafifler.) [İ. Süyutî]
Çocuğun kırdığı malı ödemek Sual: Çocuğun kırdığı malı, ana babasının veya velisinin ödemesi gerekir mi? CEVAP Çocuk, birinin malını telef etse, çocuğun malından ödenir. Çocuğun malı yoksa, malı oluncaya kadar beklenir. Velisi ödemek zorunda değildir. (Mecelle,madde 916)
Fakat mümeyyiz çocuk, bir malı telef ederse öder. Bir çocuk, satın alınan malın kendi mülkü olacağını ve satınca mülkünden çıkacağını anlarsa, buna mümeyyiz yani akıllı çocuk denir.
.
Sağlığında çocuklara mal bağışlamak
Sual: Ana baba, çocuklarına sağlığında mal bağışlasa, bunlara eşit vermek şart mı, ayrım yapmak günah mı? CEVAP Eğer çocuklar salih ise aralarında ayrım yapmak caiz olmaz. Fâsıklara salih olanlardan az vermek caizdir. Kâfir ise hiç verilmez.
Bir kimse, malının hepsini çocuğunun birine verse caiz olur. Bu mal, o çocuğun mülkü olur. Diğer çocukları hak iddia edemez. Fakat babası, salih çocukları arasında ayırım yapmışsa günaha girer. (Hindiyye)
Salih veya ilim tahsilinde olan çocuklarına daha çok mal vermek caizdir. Salâhları eşit ise, eşit vermelidir. Çocukları fâsık olan kimsenin, miras bırakmayıp, salihlere, hayrata vermesi efdaldir. Böylece, günaha yardım etmemiş olur. (Fetâvâyı Bezzâziyye)
Fâsık çocuğa nafakadan fazla yardım yapmamalıdır.
.
Kız çocuğu bir nimettir
Sual: Kız çocuğu olunca üzülenler oluyor. Kız çocuğunun dinimizdeki yeri nedir? CEVAP Kız, çocuğu olunca üzülmek, hele hele anneyi suçlamak çok yanlıştır.
Kur'an-ı kerimde mealen, (Allah dilediğine kız, dilediğine erkek çocuk bahşeder. Kimine hem erkek, hem kız çocuğu verir, dilediğini de kısır bırakır. Her şeyi hakkı ile bilen ve her şeye gücü yeten ancak Allah’tır) buyuruldu. (Şura 49, 50)
Peygamber efendimiz, (Kız çocuklarını hor görmeyin) buyurdu. Hor görmek dini bilmemekten ileri gelir. Hayırlı evlat istemelidir. Hayırlı olmadıktan sonra, kız veya erkek olmuş ne fark eder?
Dinimizde, kadının ve kız çocuklarının fazileti büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Kızlarınızı altın ve gümüş ile süsleyin! Elbiseleri güzel olsun! İtibar kazanmaları için en güzel hediyelerle ihsanda bulunun!)[Hakim]
(Kız çocuğunu güzelce terbiye edip, Allahü teâlânın verdiği nimetlerle bolluk içinde yedirir giydirirse, o kız çocuğu onun için bir bereket olur, Cehennemden kurtulup kolayca Cennete girmesine vesile olur.) [Taberani]
(İki kız evladına güzel muamele eden, mutlaka Cennete girer.)[İbni Mace]
(İki kızı veya iki kız kardeşi olup da, maişetlerini güzelce sağlayanla Cennette beraber oluruz.) [Tirmizi]
(Çarşıdan aldığı şeyleri, erkek çocuklardan önce kız çocuklarına verene Allahü teâlâ rahmetle nazar eder. Allahü teâlâ, rahmetle nazar ettiğine de azap etmez.) [Harâiti]
(Çarşıdan turfanda meyve alıp evine getiren, sadaka sevabı alır. Getirdiği meyveyi, erkek çocuklarından önce kız çocuklarına versin! Kadınları, kızları sevindiren, Allah korkusundan ağlayanlar gibi sevap kazanır. Allah korkusundan ağlayanın bedeni de Cehenneme haram olur.) [İbni Adiy]
(Üç kızına, ihtiyaçtan kurtulana kadar iyi bakan, yedirip giydiren, elbette Cenneti kazanır.) [Ebu Davud]
(Üç kız veya kız kardeşinin geçim veya başka sıkıntılarına katlananı, Allahü teâlâ Cennete koyar.) Eshab-ı kiramdan biri, (İki tane olursa da aynı mıdır?) diye sual edince, Peygamber efendimiz(Evet, iki tane olursa da aynıdır) buyurdu. Başka biri, (Ya bir tane olursa?) diye sual etti. Cevabında buyurdu ki: (Bir tane de olsa gene aynıdır.) [Hakim, Harâiti]
Görüldüğü gibi, kız ve kadınlara değer vermeyenler, müslümanlığı bilmeyen kimselerdir. Müslüman, dinini iyi öğrenip kadına layık olduğu değeri vermelidir! Başlık parası denilen kötü âdetin birçok yöreden kalktığını işitiyoruz. Halen bazı bölgelerde devam eden bu âdetin kaldırılmasına çalışmak gerekir.
Kız evlat kıymetlidir
Sual: Mirasta farklı olduğu gibi, erkek çocuğu için iki, kız çocuğu için bir akika hayvanı kesiliyor. Bu evlat ayrımı değil mi? Kız evlada niye az değer veriliyor? CEVAP Dinimizde kadın, miras almaya muhtaç bırakılmamıştır. Onun bütün ihtiyaçlarını, kocası, babası, erkek kardeş ve amca gibi yakınları, ona vermeye mecbur tutulmuştur. Bakacak hiçbir akrabası yoksa onun ihtiyaçlarını Beyt-ül-mal karşılar. Kadın, çalışıp kazanmak zorunda değildir. Erkeklerin bu güç vazifelerinden dolayı, mirasın hepsini almaları gerektiği halde, dinimiz kadınlara yine ikide bir pay verdi. İki akika kesmek yerine bir akika kesilmesi kızların faziletini gösterir. Yani kız için kesilen bir akika, erkek için kesilen iki akika sevabı kadardır. Dinimiz, kadınlara çok değer verir.Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir: (Kimin kız çocukları olur, onların sıkıntılarına katlanır, iyi yetiştirir ve dengiyle evlendirirse, bu kız çocukları onun için Cehenneme perde olur.) [Tirmizi]
(İlk çocuğunun kız olması, kadının bereketindendir.) [İbni Asakir]
(Üç kız çocuğunu terbiye edip evlendiren ve onlara iyilikte bulunan, Cennete gider.) [Buhari]
Kadınlara, kızlara değer vermeyenler, Müslümanlığı bilmeyen cahillerdir. Dinini bilen bir Müslüman, kız çocuklarına ve kadına layık olduğu değeri verir. Üç hadis-i şerif meali de şöyledir: (Kadınlara ancak, asalet ve şeref sahibi kimse değer verir. Onları ancak kötü ve aşağı kimseler hor görür.) [İ. Asakir]
(Allahü teâlâdan hayırlı evlat istedim. Bana kız çocukları ihsan etti.) [Şir’a]
(Kız çocuklarını hor görmeyin; çünkü ben kızlar babasıyım.) [M. Cinan]
Peygamber efendimiz, kız babası olmakla iftihar ediyor. Bu vesikalar karşısında hiç kimse, İslamiyet kadınlara, kızlara değer vermiyor diyemez.
Önceki milletler, 300, 500 hatta 1000 sene yaşayıp, ibadet ederlerdi. Peygamber efendimiz, (Ya rabbi benim ümmetimin ömrü kısadır. Diğer ümmetler çok yaşadı, çok sevab kazandı. Ümmetimin hali nice olur?) diye sual ettiği zaman, (Allahü teâlâ, ben ümmetine bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesini verdim) buyurdu. Bin ay, 83 sene eder. 50 sene ibadet eden bir Müslüman, 4000 seneden fazla ibadet etmiş gibi sevab kazanıyor. Bu ümmetin az yaşaması, az ibadet etmesi, bir dezavantaj gibi görülemez. Bu ümmetin az ibadeti, diğer ümmetlerin çok ibadetinden üstün olduğu gibi, kız çocuk için kesilen bir akika, erkek çocuk için kesilen iki akikaya denk gelmektedir. Dinimiz kız evlatlar için bu kolaylığı bildirmiştir. Bu da, kız çocuklarının değerini göstermektedir.
.
Ana babanın dine aykırı emirleri
Sual: Annem babam başımı örtmeme karşılar. İtiraz edince de anne baba hakkından bahsediyorlar, ne yapmamı tavsiye edersiniz? CEVAP Ana-babanın dine uygun emirleri yapılır. (İçki iç, namaz kılma, açık gez) derlerse, bu emirlerine uyulmaz. Böyle emirlere uymayan kimse, asi evlat değildir. Çocuklarını dine uygun yetiştirmeyen ana-babanın evladı üzerinde hakkı olmaz. Ana-babanızı üzmeden halletmeye çalışın. Sizin dine uymanızdan ana-babanız rahatsız olursa, bunun size bir zararı olmaz. Kim ne derse desin, tesettüre riayet edip namazınızı kılmaya çalışmanız gerekir.
Müsait vakitlerinde bu yazıları onlara okursunuz. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: ([Ey aile reisleri] Kendinizi ve aile efradınızı Cehennem ateşinden koruyunuz!) [Tahrim 6]
Hadis-i şerifte de buyuruldu ki: (Hepiniz çobansınız ve hepiniz raiyesinden [güttüklerinden, evindekilerden ve emri altındakilerden] mesuldür. Çoban sürüsünü koruduğu gibi, siz de evinizde ve emriniz altında olanları Cehennemden korumalısınız! Onlara Müslümanlığı öğretmezseniz, mesul olursunuz.) [Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, İ.Ahmed, Taberani]
Sual: Babam, "Kızım açılmazsan hakkımı helal etmem" diyor. Ben de babamın kalbinin kırılmaması için ve bana hakkını helal etmesi için açılsam günah olur mu? Beyim de, açılmamı istiyor. "Ben de hakkımı helal etmem" diyor. CEVAP Dine aykırı işte hiç kimsenin sözüne uyulmaz. Ana, baba, koca ve âmir de emretse, onun sözü yerine getirilmez. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Hâlıka isyan olan işte, mahluka itaat olmaz.) [Hakim]
Yani Allah’a karşı gelinen, günah olan bir işte, mahluka yani insanların sözüne uyulmaz. Yaptırılan iş, Allah'ın rızasına uygun değilse, ana baba da, koca da söylese önemi yok, kalbi kırılmış olmaz. Bedduaları da geçerli olmaz. Ana babanın ve kocanın hatırı için günah işlenmez. Onlara ana hakkını, baba hakkını, koca hakkını veren de Allahü teâlâdır. Seni de onlara emanet etmiştir. Senin hakkın ne oluyor? Senin hakkını niye hiç gündeme getirmiyorlar? Hepimiz en önce Allahü teâlânın hakkına yani dinimizin emir ve yasaklarına riayet etmeliyiz.
Sual: Babalığım Allah’a inanmıyor, Peygamber efendimize hakaret ediyor. Bunun rızasını almam gerekir mi? CEVAP Böyle kimse dinsiz demektir. Dinsiz babalığın, rızasını almak gerekmez. Hatta öz ana-baba da olsa, böyle dinsiz kimselerin bayramlarda falan ellerini öpmek caiz olmaz.
Günah olan vasiyete uyulmaz
Sual: Babam ölünce, vasiyetini okudum. (Oğlum, kefenin cebi yok, kabre bir şey götüremezsin. Onun için, ilerici ol! Ye, iç, eğlen, hayatını yaşa! Gericiler gibi, dünyanın nimetlerinden mahrum kalma!) diyor. Babamın vasiyetine uymam gerekiyor mu? CEVAP
(Allah’a isyan olan bir işte, kula itaat olmaz) emrine göre, ana babanın günah olan vasiyetlerine uyulmaz. Uyulursa, Allah’a isyan edilmiş olur.
Açıkça söylemiyorsa da, babanızın ateist olduğu anlaşılıyor. Ateist, ölümden sonra dirilmeye inanmadığı için, (Kabre mal götüremezsin, ölünce toprak olacaksın, dünyada ne yaparsan yanına kâr kalır. Bu ise ilericiliktir. Gericiler, gibi malını hayra hasenata, fakirlere sarf etme!) demek istiyor. Gerici dediği kimseler de, Müslümanlardır. Ateist, mert olmadığı için, Müslüman diyemiyor, böyle gerici gibi yaftalarla onlara saldırıyor.
Dinsiz kimselerin çoğu, ayıplanmamak için, (Biz de Müslümanız, ama o kadar aşırı değil, rakı da içeriz, ibadet de yaparız) derler. Rakı içtikleri doğru da, ibadet ettikleri yalandır. Çünkü ibadet edenleri, gerici yaftasıyla damgalayanlar, nasıl olur da, kendileri ayıpladıkları şeyi yaparlar?
Müslüman olan bir babanın vasiyeti şöyle olurdu:
(Oğlum, öldükten sonra sonsuz hayat başlayacaktır. Bu hayata hazırlanmak lazımdır. Orada lazım olanları, buradan götürmek gerekir. Dünya âhiretin tarlasıdır. Burada ne ekersen, âhirette onu biçersin. Önce namazını aksatma, sonra hayır hasenat yap ki, âhirette karşına çıksın.)
Ana baba hakkı ve beddua Sual: Ana baba, evladına dine aykırı bir şey emretseler, (Dediğimizi yapmazsan hakkımızı helâl etmeyiz) deseler, yapmadığımız zaman, beddua da etseler, bunların zararı olur mu? CEVAP Haksız yere edilen beddua kabul olmadığı gibi, (Hakkımızı helâl etmeyiz) demeleri de geçerli olmaz, çünkü evladını İslam terbiyesi üzerine büyütmeyen, yani Ehl-i sünnet itikadını öğretmeyen ana babanın, evladı üzerinde ana babalık hakkı olmaz. Büyütüp baktıkları için, sadece maddî hakları olur. Mânevî hakları da olsa, günah olan emirlerini yapmak caiz olmaz. Yine de, ana babayla tartışmamalı, sert konuşmamalı, özür dileyerek başka mazeretler bulmalı ve durumu idare etmeye çalışmalıdır.
.
Sakat doğan çocuklar
Sual: Ana-babasının hatası, sarhoşluğu veya hastalığı sebebiyle, kör, topal, sağır, dilsiz, geri zekalı, sakat veya gayrı meşru olarak doğan bebeğin günahı nedir? Ana-babası kâfir olan ve kâfir bir ülkedeki bir çocuğun İslamı öğrenmesi çok zor olduğuna göre, bunlar çocuğun aleyhine değil midir? CEVAP Hakiki müslüman, Allahü teâlânın rızasından başka muradı olmayan kimsedir. Allahü teâlâ emrettiği için rızk kazanmaya çalışılır. Çalışırken ibadetlerini terk etmez ve haram işlemez. Kazanırken de, kazandığını sarf ederken de dinimize uyar. Böyle kimseye zenginlik de, fakirlik de faydalı olur. Fakat böyle olmayan kimse, Allahü teâlânın kaza ve kaderine razı olmaz. Fakir olunca az diye itiraz eder. Zengin olursa, doymaz, daha ister. Kazandığını haramlara sarf eder. Zenginliği de fakirliği de, dünyada ve ahirette felaketine sebep olur.
Körlük, topallık ve diğer sakatlıkların faydalı veya zararlı olması insandan insana değişir. Kimi, Allahü teâlânın takdirine razı olduğu için sonsuz olarak Cennet nimetlerine kavuşur, kimi de razı olmadığı için sonsuz olarak Cehennemde cezaya müstahak olabilir. Bir kimse kendisi için sakatlığın faydalı veya zararlı olduğunu bilemez.
Bir arkadaş, fakültede okurken son sınıfta kaldı. Sonra yeni arkadaşlarla tanışma mecburiyeti hasıl oldu. Bunların içinde salihlerle beraber olduğu için, kötü yolu bırakıp doğru yolu buldu. Görünüşe göre onun sınıfta kalması kötü idi. Fakat salih arkadaşlarla tanışması dünya ve ahiret saadetine sebep oldu.
Bazısı illa son model bir arabasının olmasını ister. Arabayı alıp çoluk çocuğuyla bir dereye uçabilir. Onun için illa bir şeyin olmasını değil, hayırlı olmasını istemelidir!
Çocuğun sakat olarak doğmasında kendi günahı yoktur. Eğer bunda ana-babasının kusuru varsa, günahı onlara aittir. Kör bir kimse, eğer kör olmasaydı kötü işler peşinde gezip dünya ve ahiretini mahvedebilirdi. Kimi de kör olduğu için isyan edip Yaratıcının takdirine razı olmaz, ebedi felaketine sebep olur.
Doğuştan veya sonradan kör olan bir müslüman, Cennete gider. İki hadis-i şerif meali: (Allahü teâlâ, iki gözü olmayan müslümanı Cehenneme koymaz.)[Taberani]
(A’ma, sabrederse, Allahü teâlâ mükafat olarak ona Cenneti verir.) [Buhari]
Yalnız gözü olmayan değil, diğer sakatlıkları olan da sabrederse, ölürken, kabirde ve mahşer yerinde sıkıntı çekmeden Cennete girer. Cennette ise sakatlık yoktur. İmansız olan, sağlam da sakat da olsa, yeri sonsuz olarak Cehennemdir.
Adaletle ihsanı karıştırmamalıdır! Herkese, fazlası ile adalet yapılmıştır. Akıl-baliğ olmadan ölen kâfir çocukları Cehenneme girmez. İslamiyet’i duymadan ölen kâfirler de girmez. Bunlar, İslamiyet’i, Cenneti, Cehennemi işittikten sonra, öğrenmez, inat edip inanmazsa, o zaman azap görür.
Çevrenin etkisi Akıl-baliğ olanlar, ana-babanın, çevrenin etkisi altında kalmaz. Eğer kalsaydı, yıllardır İslam ülkelerinde, İslam terbiyesi ile yetişen müslüman çocukları, İslam düşmanlarının yalan ve iftiralarına aldanmaz, dinsiz olmazdı. Bunlar, akıl-baliğ olunca dinden çıkıyor. Ana-babasına, gerici diyerek alay ediyorlar.
Bu acı misaller, ana-babanın verdiği terbiyenin devamlı olmadığını açıkça göstermektedir. Bunun içindir ki, bugün dinden çıkmak, bütün dünyayı saran feci bir akım halindedir. Genç, ihtiyar, bu felakete kapılmayan pek az kimse kalmıştır.
Diğer taraftan, birçok kâfirler, ilim, fen adamları müslüman oluyor. Pek az olsa da, dinini değiştirmeyenlerin bulunması, ana-baba terbiyesinin etkisinin, bazen de devamlı olduğunu gösteriyor. Bir çocuğun müslüman evladı olması, İslam terbiyesi ile yetişmesi, Allahü teâlânın bir ihsanıdır. Kâfir çocuklarına bu ihsanı yapmıyor. Fakat, kimseye ihsan yapmaya mecbur değildir. İhsan yapmamak zulüm olmaz. Mesela, bakkaldan bir kilo pirinç alsak, tam bir kilo tartması adalettir. Noksan tartarsa zulüm olur. Biraz fazla verirse ihsan olur. Bu ihsanı istemek, kimsenin hakkı değildir.
.
Sünnet olmanın dinimizdeki yeri
Sual: (Sünnet olmak bid’at olup dinde yeri yoktur) diyorlar. 1400 yıldan beri âlimiyle evliyasıyla müctehidiyle bütün Müslümanlar toptan bid’at mi işliyorlar? CEVAP Kim oldukları ve neye hizmet ettikleri herkesçe bilinmeyen bir kısım insanlar, her şeye bid’at diyorlar. Sanki din yeni gelmiş gibi, dinin Peygamberi yokmuş gibi, her fırsatta dinimiz ve Resulullahın vârisleri olan İslam âlimlerini sorgulamaya çalışıyorlar. Bunlar kıyamet alametidir. Çünkü hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Kıyamet yaklaştıkça, yeniler, önceki âlimleri cahillikle suçlayacaktır.) [İbni Asakir]
Müslüman, sünnet olmaya bid’at demez. Misyonerlerin böyle uyduruk sözlerine müslümanların kanması çok acıdır. Eskiden de, (gavur icadıdır) diyerek müslümanları fenne tekniğe yaklaştırmak istememişlerdi. Şimdi de her şeye bid’at diyerek, müslümanları dinlerinden uzaklaştırmak istiyorlar.
Sünnet olmak meşhur bir sünnettir. Bilmeyen müslüman yoktur. Hatta müslümanlıkta sünnet olduğunu bilmeyen kâfir bile yoktur. Gayrimüslimler bile namazın, tesettürün ve sünnet olmanın İslam dininin esasları arasında olduğunu bilirler.
Sünnet olmak İslam’ın şiârındandır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Sünnet olmak, erkekler için, sünnettir.) [Taberani]
(Fıtri sünnet beştir: Sünnet olmak, kasıkları temizlemek, tırnak kesmek, koltuk altını temizlemek ve bıyıkları kısaltmak.) [Buhari]
(İbrahim aleyhisselam, 80 yaşında [sünnet emri gelince gecikmemek için] balta ile kendisini sünnet etti.) [Buhari]
(Sünnetsiz adam, 80 yaşında da olsa, Müslüman olunca yine sünnet edilir.) [Beyheki]
Resulullah, Müslüman olan erkeğe, 80 yaşında olsa bile, sünnet olmayı emrederdi. (Taberani)
Sünnet ikiye ayrılır: Sünnet-i zevaid ve sünnet-i hüda. Sünnet-i zevaid: Resulullahın giyim, yemek, içmek, oturmak, barınmak, yatmak ve yürümekteki âdetleri bu sünnete dahildir.
Sünnet-i hüda: Ezan, ikâmet okumak, cemaat ile namaz kılmak gibidir. Bunlar, İslam dininin şiârıdır. Çocukların sünnet edilmeleri de bu sünnete dahildi. Bu sünnete Arapça’da hıtan denilir. Sünnet olmak [hıtan], günümüzde İslam’ın şiârı olmasa da, âkıl baliğ olanları da sünnet etmelidir. İmana gelen yaşlı adamın sünnet olması şart değildir. Hiç olmasa da olur diyen müctehid âlimler olmuştur. Çünkü sünnet, avret yerinin görünmesi için özür olmaz demişlerdir.
Müslüman olan yaşlı erkek ve hastalar, sünnetin acısına dayanamazlarsa, sünnet edilmezler. (Hadika)
Çocuğun sünnet olmasının belli bir yaşı yoktur. Ancak, yedi ile on iki yaş arası en iyisidir.
Sünnet olmayanlarda çeşitli hastalıklar görülür. Fransız kitapları bu hastalıkları Affection du Prepuce adı altında bildirmektedir. Bunlardan birkaçı ise tehlikelidir. Bu sebeple, Avrupa’da ve Amerika’da Hristiyanlar sağlık sebebiyle, kendilerini ve çocuklarını sünnet ettirmektedirler. Artık tabâbet yoluyla varılan sonuç, sünneti bugün tıbbi bir zaruret haline getirmiştir. Nitekim Dr. Dubais Raymond’un; “Sünnet çiçek aşısı gibi bütün erkeklere mecbur edilmelidir” sözü de bu hususu vurgulamaktadır.
Sünnetin tarihi çok eskidir. Çünkü Peygamberlerin âdetidir. Peygamber efendimiz, sünnet olmayı fıtrat olan beş şeyden biri olarak bildirmiştir. Müslüman ülkelerinde bütün erkek çocuklar, ergenlik çağına gelmeden önce bir düğün havası içinde sünnet olurlar. Bu bakımdan sünnet olmaya halk arasında yaygın olarak Sünnet düğünü denir.
Yüzyıllardan beri Müslümanlar çocuklarının sünnet düğünlerine ayrı bir önem verirler bunu genellikle ailede birinci mürüvvet olarak kabul ederlerdi. Sünnete karar verilince herkes durumuna göre hazırlıklara başlar. Sandıktan işlemeli yatak takımları çıkarılır, oda takımlarının yüzleri yenilenir, kaplar kalaylanır, ev halkına yeni yeni elbiseler yaptırırlardı. Çocuğun yatağı süslenir. Genellikle işlemeli bir torba içindeki yüce kitabımız Kur’an-ı kerim baş ucuna asılırdı. Durumu müsait olan aileler fakir çocukları da tespit edip, onları da sünnet ettirirlerdi. Bugün hayır kurumları, toplu sünnet düğünleriyle bu geleneği devam ettirmektedirler.
Eskiden sünnet günü çocuk giydirilir, bineceği at hazırlanır, dualarla ata bindirilirdi. Sonra evliya türbeleri ziyaret edilir, sonra alay halinde davullar çalarak sokaklar dolaşılırdı. Eve gelen çocuk, hediyeler verilmeden attan inmez, yakınları, akrabaları hediyeleri verdikten sonra, dualarla indirilip içeri alınırdı. Bugün at yerine arabalarla bu iş yapılmaktadır.
Sünnetten önce veya sonra Kur’an-ı kerim ve mevlid okunurdu. Sünnet çocuğu el öptükten sonra bazı yerlerde kirve denilen, ailenin çok sevdiği bir şahıs tarafından sıkıca tutulurdu. Mesleğinde usta, eli çabuk sünnetçi, hep bir ağızdan getirilen bayram tekbirleri arasında sünnet ediverirdi. Hemen süslü yatağa yatırılan çocuğa (Mâşaallah, bârekallah) diye, hayır dua edilirdi. Misafirlere şerbet, şekerleme ve benzeri ikramlarda bulunulurdu. Bundan sonra misafirler sırayla çocuğun yatağının yanına gelirler, hediyeler verip ayrılırlardı.
Saraylardaki, konaklardaki sünnet düğünleri dillere destan olurdu. Şehzadelerin sünnet düğünlerinden bazıları hâlâ anlatılmaktadır. Hâli vakti iyi ailelerin sünnetlerinde, kaynayan kazanlarla fakir fukara da doyardı. Misafirlerin yanında herkese açık olan sünnet düğün evi, bayram yeri gibi olurdu. Eskiden genellikle etli pilav, zerde ikram etmek âdet halindeydi. Ayrıca lokum, şerbet gibi şeyler de verilirdi.
Günümüzde eski ihtişamında olmasa bile bu güzel âdet her yerde benzeri şekilde devam etmektedir. Örf ve âdetlerine çok bağlı olan Anadolu halkı, sünnet düğünlerine aynı önemi vermektedir. Ancak bazı yerlerde bu güzel düğüne, haram karıştırıldığı, içkili ziyafetler verildiği görülmektedir. Sünnet olan böyle işlerde haramların işlenmesi daha büyük günah olur. Müslüman aileler bu işlerden uzak durmalıdır.
Gücü yetmeyen kimselerin sünnet düğünü yaptırmaları gerekmez.
Sual: Çocuğumuzun sünnet töreni için restaurant kiraladık. Orada içki içeceklerin günahı bize de olur mu? Mevlidhanlar da kadın-erkek karışık vaziyette mevlid okuyacaklar, mahzuru var mı? CEVAP Günah her zaman günahtır. Ama dini merasimlerde ve camilerde günah işlenmesi daha büyük günah olur.
Sual: Müslüman sünnetçi bulamazsam, çocuğu kâfir doktora sünnet ettirmem günah mı? CEVAP Günah değildir. İhtiyaç halinde kâfir doktora muayene ve tedavi olmak caizdir. (Hadika)
Sual: Sünnette elektrikli havya kullanmak caiz mi? CEVAP Evet.
Sual: Kâfirler de sünnet olsa, hıtan [sünnet olmak] sünnet-i hüdalıktan çıkar mı? CEVAP Çıkmaz.
Sual: Çocuklar sünnet edilirken tekbir getirmek caiz mi? CEVAP Evet.
Sünnetli doğan
Sual: Doğuştan sünnetli olan bir çocuğu, sünnet diye bir miktar kesip kanatmak gerekir mi? CEVAP Hayır, gerekmez. Sünnetli doğana yanlış olarak (Peygamber sünneti) diyorlar. Bu yanlıştır. Peygamber efendimiz, sünnetli doğmamıştır. Sünnetli doğmak noksanlıktır.
Sünnetli doğmak
Sual: Sünnetli doğmak noksanlık deniyor. Peygamber efendimiz sünnetli doğmadı mı? CEVAP
Hayır, Peygamber efendimiz sünnetli doğmadı. Sünnetli doğduğu görüldü. Kitaplarda, Safiye Hatun ve orada bulunanlar, (Göbeği kesilmiş ve sünnet edilmiş olarak gördük) diyorlar. (Göbeği kesilmiş) demek, doğduğunda göbeği kesikti demek değildir. Çünkü göbeği kesik çocuk anne karnında yaşayamaz. (Göbeği kesilmiş) demek, doğunca göbeğinin kesildiği, yani meleklerin göbeğini kestiği anlaşılıyor. (Sünnet edilmiş olarak gördük) deniyor. Demek ki, doğarken meleklerin sünnet ettiği anlaşılıyor.
Sünnetin günü
Sual: Çocuk sünneti için belli bir gün var mıdır? CEVAP Belli bir gün yoktur. Haftanın herhangi bir gününde sünnet edilebilir.
Sünnet olmak
Sual: Müslüman olan yaşlı bir yabancı, sünnet olmasa, günah olur mu?
CEVAP Hayır, günah olmaz, ama çocukları sünnet ettirmek İslam’ın şiarı bir sünnettir. Bu sünneti fert olarak yapmamak sünneti terk etmek olur. Fakat İslamiyet’in şiarı olduğu için, bir köy, bir şehir, bu sünneti topluca terk ederse, İslam’ın bu şiarı kalkacağı için İslam devleti bunlara müdahale eder.
Oğlunu sünnet ettirmek, İslamiyet’in şiarıdır. Bir köy halkı çocuklarını sünnet ettirmezse, Müslümanların halifesi bu sünnetin yapılması için gerekli müdahaleyi yapar. (Dürr-ül-muhtar)
Ezan okumak, camide cemaatle namaz kılmak da İslam’ın şiarı olan birer sünnettir. Müslüman bir şehir halkının tamamı ezan okumasa, camiye gitmese, İslam’ın şiarı olan bu sünnetler kalkmış olacağı için, Müslümanların halifesi, bu sünnetlerin yapılması için gerekeni yapar.
Bir şehirde, bir köyde, bir mahallede ezan okunmazsa, İslam hükûmetinin zorla okutması lazımdır. (Fetâvâ-i Kâdîhân)
.
Çocuklara hangi isimleri koymalı
Sual: Çocuklara hangi isimleri koymak gerekir? CEVAP Çocuklara koyduğumuz veya koyacağımız isimlerin anlamlarının, dinimize, örf ve âdetimize uygun olup olmadığını öğrenmek, uygun değilse, değiştirmek gerekir. Haklı sebeplerle adını veya soyadını değiştirmek isteyenler de çıkabilir. Böylece isimlerin anlamlarını bilmek faydalı olur.
Bu konuda yazılmış piyasada birkaç kitap vardır. Kimisi çok geniş. Ne kadar Arapça veya Farsça kelime varsa, isim olarak kitaba yazmışlar. Kimi de, çok basit yazıp, kelimenin gerekli bütün anlamlarını yazmamış. Hepsinin ortak yönü, mastar halindeki isimleri, mastar olarak tarif etmişler. Bir şey isim halini alınca, artık o mastarlıktan çıkar. Mesela Türkçede yanlış olarak, meşhur kelimesi yerine, (Falanca şöhret oldu) diyorlar. Bir çocuğa Şöhret ismi verilmişse, bunun anlamı (meşhur olmak) denmez. Burada Şöhret kelimesini meşhur, ünlü olarak bildirmek gerekir. Çünkü maksat budur.
Kelime isim olunca İslam, cihad kelimeleri de böyledir. Bu kelimeler isim olarak konmuşsa, artık, İslam’a, müslüman olmak denmez. Müslüman olan diye tarif edilir. Cihad kelimesine de savaş, savaş etmek denmez. Allah için savaşan denir. Cihad kelimesinin biraz daha kuvvetlisi Câhid’dir. Bunun da daha kuvvetlisi Mücâhid’dir. İsim olarak konunca, artık, Cihad da, Câhid de, Mücâhid de, biri diğerinden daha kuvvetli olmak üzere, cihad eden anlamına gelir.
Bunun gibi, Hicabi, utanmakla ilgili demektir. Ama bu isim olarak kullanılınca, mahcup, utangaç, hayalı, edepli, terbiyeli, perdeli, namuslu gibi anlamlara gelir.
Hulki, Ruhi, Sulhi kelimeleri de böyledir. Piyasadaki kitaplarda bu husus kiminde hiç dikkate alınmamış, kimi de çok az yer vermiştir.
Çocuklara güzel isim koymalıdır! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Çocuğa güzel isim vermek, dinini öğretmek ve vakti gelince evlendirmek, evladın babası üzerindeki haklarındandır.) [Ebu Nuaym]
(Kıyamette, babanızın ismi ile beraber [Mesela Ali oğlu Emin, veya Ali kızı Emine diye] çağrılacaksınız. O halde isminiz güzel olsun!)[Ebu Davud]
Güzel isimler çoktur. Mesela Peygamber isimleri, Resulullah efendimizin 400 kadar olan mübarek isimleri, Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnasından olup da, isim olarak koyması caiz olan Ali, Aziz, Macid, Mucib, Rafi, Reşid isimleri, Eshab-ı kiramın, âlimlerin ve evliyanın isimleri konabilir.
Bir ismin güzel olması için mutlaka Kur’an-ı kerimde bulunması gerekmez. Yüz binden fazla Eshab-ı kiramdan Hazret-i Zeyd hariç, hiçbirinin ismi Kur’an-ı kerimde yoktur. Güzel isimler çoktur. Değişik isim olsun diye, yahut en güzel isim olsun diye Kur’an-ı kerimde geçen her kelimeyi, sırf Kur’an-ı kerimde geçtiği için çocuğa isim olarak koymak, çok yanlış olur. Çünkü Kur’an-ı kerimde güzel isimlerin yanında kâfirlerin isimleri de vardır. En başta şeytan var, İblis var, Hannas vardır. Kâfirlerden Karun, Haman vardır. Peygamber efendimizin düşmanı Ebu Leheb’in ismi vardır. Bunları koymak doğru değildir.
Kur'an-ı kerimde geçiyor diye yıldırım, şimşek, gelmek, gitmek gibi kelimelerin arabisini isim olarak koyanlar oluyor. Bu kelimelerden en meşhurlarından biriEsra’dır. Esra, gece yürümek manasına gelir.Ünzile, indirildi, indirilmiş demektir. Böyle isimleri koymak caiz ise de, enbiyanın, ulemanın, evliyanın ismini tercih etmek elbette iyi olur.
İsim sahiplerine şefaat Her Peygamber, kendi isminden olanlara, her âlim ve evliya da, kendi isminden olanlara şefaat edecektir. Güzel ismin bu yönden de önemi vardır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Allah indinde en güzel olan isimler, Abdullah, Abdurrahmandır.)[Müslim] (Üç oğlu olup da, birine adımı vermeyen, cahillik etmiş olur.) [Taberani]
(Allahü teâlâ buyurur ki: İsmi, Ahmed, Muhammed, Mahmud gibi Habibimin isminden olan mümine azap etmekten haya ederim.)[R. Nasıhin]
(Bir evde bir, iki veya üç Muhammed olmasının zararı olmaz.) [İbni Sâd]
(Oğlunun adını Muhammed koyan, çocuğu ile Cennetlik olur.) [A. Rufai]
(Muhammed isimli çocuğa her yerde ikram edin, onu aşağılamayın.) [Hatib]
(Muhammed isimli kimseyi hakir görmeyin, onu mahrum etmeyin! Onun bulunduğu bir evde, bir yerde bereket vardır.)[Deylemi]
İbni Abbas hazretleri, (Kıyamette, “adı Muhammed olan müminler gelsin” denilir, hepsi Cennete götürülür) buyurmaktadır.
Ecdadımız, saygıda kusur olmasın diye Muhammed ismini “Mehmed” şeklinde kullanmıştır.
Peygamber efendimizin mübarek isimlerinden birini de koymak çok iyi olur. [Bu isimler, Peygamber Efendimiz maddesinde var.] Eshab-ı kiramın isimleri de çok kıymetlidir. Ecdadımızın koyduğu isimler de önemlidir.
Hazret-i Talha, on çocuğunun her birine bir peygamber ismi koymuştu. Hazret-i Zübeyr’in de on çocuğu vardı. O da hepsine şehit ismi vermişti. Hazret-i Talha, Hazret-i Zübeyr’e, “Neden çocuklarına peygamber ismi değil de, şehit ismi verdin?” dedi. O da, “Çocuklarım peygamber olamayacağına göre, şehit olmalarını arzu ettiğim için” dedi.
İsmi kötü olan değiştirmelidir! Hadis-i şerifte, (Kötü ismi olan bunu güzel isme çevirsin) buyuruldu. (Berika)
Kötü isimler
Memiş, Sanem, Efrayim, Ökkeş isimleri caiz değildir. Ahmede Hamo, Mehmede Memo, İbrahim'e İbo veya İboş demek caiz olmadığına göre, Abdullah Öcalana Apo, İbrahim Tatlısese İbo demek caiz mi diye düşünülebilir. Caizdir; çünkü meşhur ismi söylemek adını değiştirmek olmaz. Bunun gibi, birinin ismi Fatma iken herkes Fatoş olarak biliyorsa, ona Fatoş demek küfür olmaz. Benzerleri de böyledir.
Kezban, Farisi Kedbanudan gelmiştir. Ev kadını veya vekilharç kadın demektir. Vekilharç ise, bir sarayın, alışveriş işlerini yapan kimse demektir. Her ne kadar Arabide yalancı manasına gelirse de, Farsçadan geldiği için değiştirilmesi gerekmez.
Kâfir ismi koymaktan da kaçınmalıdır! İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Bir müslümanın, bir kâfir ismini almaktan, korkunç aslanlardan kaçmaktan daha çok kaçması gerekir. Bu isimler ve onların sahipleri, Allahü teâlânın düşmanlarıdır. Hadis-i şerifte, (Kötü zan altında kalınacak yerlerden kaçınız) buyuruldu. Dinsizlik alameti olan ve bu zannı uyandıran isimleri koymaktan kaçınmak gerekir.
Övücü isimler koymak İbni Âbidin hazretleri buyurdu ki:
(Çocuğa Ali, Aziz gibi isimleri koymak caiz ise de, bu isimleri söylerken hürmet etmek gerekir.) [Redd-ül Muhtar]
Reşid, Emin gibi övücü isimler koymak caiz ise de koymamak iyi olur. Çünkü böyle isimleri söyleyerek, sahibine hakaret etmek, isme de hakaret olur. (Şir’a)
Kıyamette günahları, sevaplarından daha çok olan bir kimse, Cehenneme götürülürken, Allahü teâlâ, Cebrail aleyhisselama buyurur ki: - Ya Cebrail, buna sor, hayatında hiçbir âlimin sohbetinde bulundu mu?
Hazret-i Cebrail, o kimseye sorar. O da, (Ne yazık ki, hiçbir âlimle bir arada bulunmadım) der. Allahü teâlâ tekrar buyurur: - Ya Cebrail, buna sor ki, hiçbir âlimi ilminden dolayı sevdi mi?
Cebrail aleyhisselam, ona sorar. O da, (Hayır, sevdiğim bir âlim yoktu) der. Hak teâlâ buyurur: - Ya Cebrail, tesadüfen de olsa, bu bir âlimle yemek yemiş mi?
Cebrail aleyhisselam sorar. O da, (Hayır hiçbir âlimle bir sofrada bulunmadım) der. Hak teâlâ buyurur ki: - Ya Cebrail, bu kulun ismi, bir âlimin ismine benziyor mu, bunu da sor!
Cebrail aleyhisselam sorar. O da, (İsmim hiçbir âlimin ismine benzemez) der. Hak teâlâ buyurur ki: - Bunu Cennete götürün. O, âlimi seven birini severdi.) [El-Envâr]
Görüldüğü gibi, ismi bir âlimin ismine benzemek, hatta âlimi seveni sevmek bile insanın kurtuluşuna sebep olmaktadır. Elbette her şeyden önce mümin olmak şartı vardır. Mümin olmadıktan sonra, güzel ismin ve ibadetin kıymeti olmaz.
Çocuğa, doğunca veya doğumu müteakip yedinci günü adı konur. Doğduktan sonra hemen ölen çocuğa da ad konur. Yıkanır, cenaze namazı kılınır. Ölü doğan çocuklara isim vermek gerekmez. Fakat isim vererek defnetmek iyi olur.
İsmi koyacak kimse Çocuğun ismini ilim ehli, salih bir zata koydurmalıdır! Eshab-ı kiram, çocuklarına isimlerini Peygamber efendimize verdirmeyi tercih etmişlerdir. Çocuğa ad koyarken, çocuğun babası, dedesi veya en yaşlı, ilmi en çok olan, çocuğu kucağına alır, abdestli olarak kıbleye döner ve ayakta sağ kulağına ezan, sol kulağına ikamet okur. İsmi üç kere tekrar etmek iyi olur. Bu arada çocuğun ağzına bir tatlı sürmek iyi olur.
Peygamber efendimiz, Hazret-i Hasan doğunca, kulağına ezan okumuştur. Ezan okuyacak kimse, çocuğu yastık gibi yumuşak bir şey üstüne koyarak kucağına alır. Çocuğu biri kucağına alıp, ezanı bir başkası da okuyabilir. Bir hadis-i şerifte de buyuruldu ki: (Yeni doğan çocuğun sağ kulağına ezan, sol kulağına da ikamet okunursa, “Ümmü sıbyan” hastalığından korunmuş olur.)[Beyheki]
Çocuğa isim koyduktan sonra, salih bir evlat olması ve dine hizmet etmesi için, dua etmelidir. Peygamber efendimiz, (Ya Rabbi, bu çocuğu hayırlı ve salihlerden eyle ve onu güzel bir şekilde yetişmesini sağla) diye dua etmiştir.
Ebu Musel Eşari hazretleri, (Çocuğumu doğduğu gün Resulullaha götürdüm, adını İbrahim verdi) dedi. Amr bin Şuayb’ın dedesi ise,(Resulullah, yeni doğan çocuğa yedinci günü isim verilmesini ve akika kesilmesini emretti) dedi. [Tirmizi]
Buhari’de “Eğer akika kesilmeyecekse, çocuk doğduğu vakit isim konur ve ağzına tatlı bulaştırılır” deniyor.
Sual: Ece ve Ökkeş ismi uygun mu? CEVAP Müslümana yakışan isim koymalı.
Sual: Melis ismi Kur'an da geçiyor mu? Çocuğuma bu ismi vermemde bir sakınca var mıdır? CEVAP Melis kelimesi Kur'anda geçmez. Peygamber efendimizin yüz binden fazla arkadaşı vardı, bir tanesi hariç hiçbirinin ismi Kur'anda geçmez. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, hiçbiri Kur'anda yoktur. Bir ismin Kur'anda geçmesi gerekmez. Büyük zatların ismini koymak, Peygamberlerin ismini koymak iyi olur. Çünkü her Peygamber her âlim, kendi isminde olan insana şefaat edecektir. Onun için ot ismi taş ismi koymamalı. Evliyanın, büyüklerin ismi konmalı. Melis ismi koymakta mahzur yoktur.
Sual: Samed ismi caiz mi? CEVAP Hayır.
Sual: Azrail ismi caiz mi? CEVAP Mekruhtur.
Sual: Çocuğum doğduktan üç gün sonra öldü. Defnedileli birkaç ay oldu. İsim koymamıştık. Şimdi isim koymamız caiz mi? CEVAP Evet.
Sual: Muhammed ismi koymak mekruh mu? CEVAP Mekruh değil. Koyduktan sonra hürmet lazımdır.
Sual: Naziye, Oğuzhan, Furkan, Güneş, Kürşad, Yadallah, Kezban, Dudu, Yasin, Rauf, İrem, Melek, Kenan, Damra ismi caiz mi? CEVAP Caiz. Kâfir adından başkası caiz. Efdal olanı koymalı.
Sual: Ali Osman ismini koymak uygun mu? CEVAP Ali Osman ismi koymak iyidir.
Sual: Beş aylık iken doğup ölen çocuğa isim konur mu? CEVAP Canlı doğmuşsa, nefes almışsa, isim konur.
Kâfir ismi vermek
Sual: Almanya'daki bazı gençler, Alman veya başka gayrı müslimlerin isimlerini kullanıyorlar. Mesela ismi "Hasan" olan bir arkadaş, gayrı müslimler "Adın ne" diye sorunca "Adım Hans" diyor. "Hans" olarak çağırılmasını istiyor. Bir müslümanın kâfir ismi ile çağırılmasını istemesi caiz midir? CEVAP Caiz olmadığını İslam âlimleri bildirmektedir. Ehl-i sünnet âlimlerinin en büyüklerinden olan imam-ı Rabbani hazretleri, Hân-ı Hânân'a yazdığı mektupta buyurdu ki:
Ne kadar şaşılacak şeydir ki, kıymetli teveccühünüze kavuşmakla şereflenen şairlerden birinin, bir kâfir ismini soyadı olarak aldığını işittim. Bu alçak ismi acaba niçin aldı? Böyle isimleri almaktan, korkunç aslanlardan kaçmaktan, daha çok kaçmak lazımdır. Çünkü, bu isimler ve onların sahipleri, Allahü teâlânın düşmanlarıdır. Onun Peygamberinin düşmanlarıdır. Müslümanların, [ister Hristiyan olsun, ister Yahudi olsun, isterse kitabsız olsun bütün] kâfirleri düşman bilmesi emr olunmuştur.
Bu gibi pis isimleri, evladına koymamaları, her müslümana vaciptir. Ona söyleyiniz! Bu ismi değiştirsin! Onun yerine, müslümana yakışan bir isim koysun. Müslüman olana, müslüman ismini koyması yakışır. Allahü teâlânın sevdiği ve Onun Peygamberinin beğendiği, İslam dininde bulunmakla şereflenmiş bir kimsenin haline uygun da, ancak budur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Kıyamette isimlerinizle ve babalarınızın isimleri ile çağırılacaksınız. Onun için güzel isimler alınız!) [Ebu Davud]
Dinsizlik alameti olan isimleri koymaktan kaçınmak her müslümanın vazifesidir. (1/23)
Sual: Nick name olarak prince (prens) king koymakta mahzur var mıdır? CEVAP Kısa bir zaman için de olsa, kâfirlerin ismini koymak uygun değildir. Bu kelimeler yerine şehzade, sultan, hakan, bey, beylerbeyi gibi isimler konabilir.
Kötü isimleri değiştirmek
Sual: İsminin anlamı çok kötü olan birinin, nüfustan ismini değiştirmesi gerekir mi? CEVAP Nüfustan değiştirmek gerekmez. Ailesi ve çevresi yeni isimle çağırırsa mesele kalmaz. Zamanla herkes alışır ve daha sonra nüfus kaydından da kolayca değiştirilebilir. Hazret-i Âişe validemiz (Resulullah, çirkin isimleri değiştirirdi) buyurdu. (Tirmizi)
Asiye ve Âsıye
Sual: Asiye ismi uygun mu? Değiştirmek gerekir mi? CEVAP Asiye başka, Âsıye başkadır. Asi, uygun, elverişli demektir. Âsi, isyan eden demektir. İslam harfleriyle yazılışları da farklıdır. Asiye, Firavun'un hanımı olan Hazret-i Asiye'nin ismidir. Uygun, elverişli anlamına geldiği gibi direk, hüzünlü kadın anlamına da gelir. Âsıye ise, isyan eden anlamındadır. Bu bakımdan Asiye ismini değiştirmek gerekmez.
Muhammed ismi koymak
Sual:(Üç oğlu olup da birine benim ismimi koymayan, cahillik etmiş olur) hadisine uyarak çocuğa Muhammed ismi koymak uygun olur mu? CEVAP
Bu zamanda gerekli hürmet yapılamayacağı için mahzurludur. Peygamber efendimizin isimlerinden olan Ahmet veya Mahmut yahut ecdadımızın koyduğu gibi Mehmet ismi konmalıdır. Muhammed ismi konursa, hürmette kusur edileceği için uygun olmaz. İki hadis-i şerif meali şöyledir: (Muhammed ismini koyduğunuz çocuğu dövmeyin ve iyilik edin!) [Bezzar]
(Muhammed ismini verdiğiniz çocuğa saygı gösterin, meclislerde ona yer açın ve ona karşı asık suratlı olmayın!) [Hatîb]
Çocuğun ismini peygamberler ve meleklerin adlarından koyunca, ismini söyleyerek o çocuğu kötülemek, ona küçültücü şey söylemek, onu aşağılamak caiz değildir. (Şir’a şerhi)
Zamanımızda gerekli hürmet gösterilmediği için Muhammed ismi yerine Mehmet konmalıdır.
Kıyamette, birini Cehenneme götürürlerken, Allahü teâlâ, (Ey meleklerim, o kulumu üzmeyin, onun benim yanımda bir iyiliği vardır) buyurur. Melekler, merak edip o iyiliğin ne olduğunu sorarlar. Allahü teâlâ (Onun ismi, benim Habibimin ismindendir. İsmi, Ahmed, Muhammed veya Mahmud olan mümin kuluma azap etmeye hayâ ederim) buyurur. (Riyad-ün-nasıhin)
Muhammed ismi
Sual: Muhammed isimli çocuğa Muhammed diye hitap etmek edebe aykırı mıdır? CEVAP
Hayır, aykırı değildir, fakat tembel, huysuz gibi çirkin ifadeleri Muhammed ismiyle beraber kullanmak caiz olmaz. Tek başına bunları söylemenin, mesela yine o kast edilerek, (Bu tembeldir) demenin mahzuru olmaz. İsim söylenince hürmet etmek gerekir. İki hadis-i şerif meali şöyledir: (Muhammed isimli çocuğa her yerde ikram edin, onu aşağılamayın!) [Hatib]
(Muhammed isimli kimseyi hakir görmeyin, onu mahrum etmeyin! Onun bulunduğu bir evde, bir yerde bereket vardır.)[Deylemi]
Bunun için saygıda kusur olmasın diye, ecdadımız Muhammed ismini Mehmed şeklinde kullanmıştır.
İsim koyarken ezan okumak
Sual: Çocuk yeni doğunca isim konurken kulağına ezan okumak gerekir mi? CEVAP Ezan okumak iyidir. Çünkü Peygamber efendimizin, Hazret-i Hasan doğduğu zaman kulağına ezan okuduğu hadis kitaplarında yazılıdır.(Tirmizi)
[İsmini koyacak kimse, çocuğu yastık gibi yumuşak bir şey üstüne koyarak kucağına alır, yavaşça sağ kulağına ezan, sol kulağına da ikamet okur. Sonra kulağına ismini söyler. Çocuğu biri kucağına alıp, ezanı bir başkası da okuyabilir.]
Bir hadis-i şerifte de buyuruldu ki: (Yeni doğan çocuğunun sağ kulağına ezan, sol kulağına da ikamet okunursa, "Ümmü sıbyan" denilen hastalıktan korunmuş olur.) [Beyheki]
Allah’ın Ganî ismini kullanmak
Sual: Hak Sözün Vesikaları kitabında, (Allahü teâlânın, yalnız kendine mahsus olan üç sıfatı, kibriya, ganî olmak ve yaratmaktır) deniyor. Bu duruma göre, (Allah ganî ganî rahmet etsin) veya (Ganî gönüllü) demek yahut çocuklara Ganî ismini koymak caiz midir? CEVAP Ganî [el-Ganiyy] Allahü teâlânın 99 isminden biridir. Hiç kimseye muhtaç olmayan, herkesin ona muhtaç olduğu zat demektir. Bu mânâda elbette isim olarak kullanılmaz. Zengin mânâsında, çocuklaraGanî ismini koymak caizdir, ama Ganî olan Allah’ın kulu mânâsında,Abdülganî koymak daha güzel olur.
Hadis-i şerifte, Eyyüb aleyhisselam, üstüne yağan altın çekirgeleri toplamaya başlayınca, Allahü teâlânın (Seni, ganî kılmamış mıydım?) buyurduğu bildiriliyor. Yani (Seni zengin etmiştim) deniyor. Bir hadis-i kudside ise, (Allahü teâlâ, sizden ganîdir) buyuruluyor. Yani (Allahü teâlâ çok zengindir ve size muhtaç değildir) deniyor. Buradan insanlara da, ganî denebileceği anlaşılıyor.
İslam Ahlakı kitabında, (Vacib olarak kurban kesebilmek için şu üç şart lazımdır: Müslüman ve akıl baliğ olmak, mukim olmak, kurban nisabı miktarı ganî olmak) deniyor. Burada da ganî olmak, zengin olmak mânâsında kullanılmıştır.
Ganî; zengin, varlıklı ve bol gibi manalara gelir. Ganî gönüllü, eli bol, cömert demektir. Ganî ganî, bol bol demektir. (Ganî ganî rahmet etsin!) demek, (Bol bol rahmet etsin!) demektir.
Aslan ismi
Sual: İnsanlara, Esed, Aslan gibi hayvan ismi koymak caiz mi? CEVAP Caizdir. Çünkü hakaret kastıyla konmuyor. Birine öküz dense hakaret olur da, öküzün daha küçüğü olan tosun dense hakaret olmaz. (Tosun gibi çocuk) dense hakaret sayılmaz. Tarihte Tosun isimli şahıslar vardı. Meşhur Tosun paşa, Kavalı Mehmet Ali Paşanın oğluydu.
Evliya zatlardan Esed isimli olanlar vardır. Mesela, Ubeydullah-i Ahrar hazretleri zamanında yaşayan Muhammed Esed bunlardan biridir. Hazret-i Ali’ye Esedullah yani Allah’ın aslanı denir. Budin BeylerbeyiArslan paşa ve Selçuklu sultanının ismi de Alparslan idi.
Övücü isimler koymak
Sual: İslam Ahlakı kitabında, (Reşid, Emin ismini vermemeli. Muhiddin, Nureddin gibi isimler de, yalan ve bidat olur. Fâsıkları, cahilleri, mürtetleri böyle isimlerle çağırmak mekruhtur. Çünkü bunlar, övücü isimlerdir. Mecaz olarak da söylenemez. Kendi çocuklarına, bu isimleri uğurlu olmak için koymak caiz olur denilmiştir. Salih oldukları meşhur olan âlimleri bu isimlerle zikretmek caiz ve faydalıdır) deniyor. Sonu din ile biten isimleri koymamak mı gerekiyor? Mesela şu isimler konamaz mı? Cemaleddin: Dinin güzeli. Fahreddin: Dinde övülmeye layık. Feridüddin: Dinin en üstünü. Hayreddin: Dinin hayırlısı.Seyfeddin: Dinin kılıcı. İmadeddin: Dinin direği. Mecdeddin: Dinin büyüğü. Sadeddin: Dinin mübarek kişisi. Siraceddin: Dinin kandili.Şecaeddin: Dinin kahramanı. Şemseddin: Dinin güneşi. Şerafeddin[Şerefüddin]: Dinin şereflisi. Şihabeddin: Dinin parlak yaldızı.Taceddin: Dinin tacı. CEVAP (Müslüman olan kimse, çocuklarına bu isimleri koyabilir) ve (Salih zatları bu isimlerle anmak faydalıdır) deniyor. Bid’at ehli ve mürtetlerin isimleri güzelse, onları bu isimlerle anmamalı. Mesela Muhammed Abduh demeyip, sadece Abduh demeli veya M. Abduh diye yazmalı. (M harfi nedir?) diye sorulursa, (Mason kelimesinin kısaltması) denebilir.
Mezhepsizler, mason Abduh’u övdükleri gibi, Vehhabiliğe zemin hazırlayan İbni Teymiye’yi de, takiyyeddin ve şeyhülislam diye övüyorlar. Ehl-i sünnet olan, bunlara itibar etmemelidir.
İsim koyarken
Sual:(Rumeysa, Bekir, İrem, Kezban, Gülsüm gibi isimler çocuklara konmaz. Ayrıca Cebrail, İsrafil, Azrail gibi melek isimleri ile Resul ve Nebi isimlerini de koymak mekruhtur) diyen ilahiyatçıya, Diyanet yetkilisi, (Bunlar, topluma ve tarihe mal olmuş önemli isimlerdir. İlahiyatçının sözü, kastını aşan zorlama bir yorumdur ve son derece yanlıştır) diye çıkıştı. Hangisi doğrudur? CEVAP Bir ismin mânâsı güzel olmasa da, eğer büyük bir zatın ismi ise, böyle bir ismi çocuklara koymanın hiç mahzuru olmaz. Hattâ bu ismin sahipleri, kendi isminde olanlara şefaat eder.
Resul ve Nebi; elçi, haberci, müjdeci gibi mânâlara gelir. Bu mânâ da koymanın hiç mahzuru olmaz. Peygamber isimlerini çocuklara koymak caiz olduğu gibi, meleklerin isimlerini de koymak caizdir. Peygamberler meleklerden üstündür. Peygamber ismi gibi melek ismi de caizdir.
İrem, Şeddad isimli bir kâfirin bahçesinin adıysa da, bahçenin suçu ne? Bazı eriklere, papaz eriği deniyor. Bu mantığa göre, böyle erikler yenmez mi?
Kezban ismi Farsçadır. Kâhya kadın, bir daireyi idare eden kadın demektir. Ked-banu isminden gelmektedir. Her ne kadar Arapçada yalancı mânâsına gelirse de, Farsçadan geldiği için konmasında mahzur yoktur. İlahiyatçının sözü yanlıştır. Diyanet yetkilisi ise, çıkışmakta haklıdır.
Peygamber ve melek ismi Sual: Çocuklara, Peygamber efendimizin Muhammed ismini, Cebrail, Mikail, Rıdvan gibi melek isimlerini koymak mekruh mudur? CEVAP Hayır, mekruh değildir. Bir hadis-i şerife dayanarak bazı âlimlerin mekruh demesi, bu isim söylenerek hakaret edilmemesi içindir. Çünkü din kitaplarında deniyor ki:
Çocuğa peygamber ve melek ismi konunca, o çocuğa ismini söyleyerek hakaret etmek, sövmek caiz değildir. Çünkü bundan, o ismi aşağılama mânâsı çıkabilir. Ancak ismini söylemeden, (Sen şöylesin, sen böylesin) denebilir. (Şir’a şerhi)
İmam-ı Mâlik hazretleri, bu yüzden Yâsin, Cebrail, Azrail gibi isimlerin çocuklara konmasının mekruh olduğunu bildirmiştir. Osmanlılar, Muhammed ismini de Mehmed olarak koymuşlardır. Hakaret edilmeyecek olsa, bu isimleri koymanın mahzuru olmaz. Nitekim asırlardır ecdadımız, Mehmed, Mikail, İsrafil isimlerini çocuklarına koymuşlardır.
Hürmet edilmeyebilir diye, bu isimleri koymamak iyi olur. Mesela çocuğa Azrail ismi konsa, (Çekilin Azrail geliyor) veya Cebrail konsa, (Bana Cebrail geldi, vahiy getirdi) diye alay edilebilir. Böyle mübarek isim konmuş çocuklara, üzücü bir şey söylerken, hakaret olmasın diye, ismiyle söylemeyip, (Sen tembelsin, o yaramazdır, şu hırsızdır) gibi işaret zamirleriyle söylemelidir.
Efe ismi Sual: (Efe ismi uygun değildir) deniyor. Neden uygun değildir? CEVAP
Efe, yiğit, köy yiğidi ve zeybek anlamına geldiği gibi, kabadayı anlamına da gelir. Efelenmek tâbiri de buradan geliyor. Efe kelimesinin daha başka mânâları da vardır. Genelde yiğit anlamında kullanıldığı için, Efe ismi mahzurlu değildir.
Güzel isimli bozuk kimseler Sual: Daha önce din büyüklerinin de koydukları, mânâsı uygun olan bir isim, sonra dinsiz, mezhepsiz kimselere de konularak, o kötü kimselerin ismiyle meşhur olsa, yani o isim duyulunca bozuk kimseler ve kötülükleri hatırlanıyorsa, o ismi çocuklara koymak uygun olur mu? CEVAP Mezhepsizleri veya dinsizleri hatırlatan isimleri koymamalı. Müslümanların nefretine sebep olacak işlerden uzak durmalıdır.
.
Erkek isimleri
Sual: Kıymetli isimlerden bazılarını ve anlamlarını bildirir misiniz? CEVAP Haklı olarak çocuğuna koyacağı ismin anlamını öğrenmek isteyenler oluyor, isimlerin anlamını soruyorlar. Biz burada daha çok merak edilen isimleri bildiriyoruz.
Âbidin : İbadet edenler kulluk yapanlar. Adnan : Üstün insan. Affan : Çirkin şeylerden kaçınan, iffetli, namuslu. Âgah : Bilgili, basiretli, haberdar, uyanık. Âhi : Arkadaş, dost, cömert, yiğit. Ahmed : Çok övülmüş, beğenilmiş. Alican :Cana yakın, kanı sıcak, candan. Âlişan : Şan ve şerefi yüce olan. Alişir : Aslan Ali. Alpaslan :Korkusuz, yiğit, güçlü, kuvvetli. Alper :Cesur asker, yiğit asker. Alperen :Hem din adamı hem komutan olan yiğit. Altemur :Demirin korlaşmış kırmızı hali. Âmir : İmâr eden. Ammâr : Bir yeri bakımlı hale getiren. Aşkın :Aşmış, ileri, üstün, seçkin. Ata :Baba, dede, yaşlı, tecrübeli, bilgili. Atalay : Tanınmış, ünlü. Atâullah : Allah’ın hediyesi, ihsanı, lütfu. Avşar :İşi hemen yapan. Aykan :Kanı parlak ve canlı. Aykut :Armağan, mükafat, ödül. Aytekin :Ay gibi tek ve biricik olan, çok değerli. Ayvaz :Koca, eş.
Babacan :Cana yakın, güvenilir, anlayışlı. Baha : Değer, kıymet, zariflik, üstünlük. Bahadır : Yiğit, cesur, kahraman. Battal : Kahraman, cesur, çok büyük. Batu :Güçlü, kudretli. Bedir : Dolunay. Ayın ondördü gibi güzel. Behcet : Sevinç, güler yüzlü, şirin. Behlül : Çok gülen, hayır sahibi, cömert. Behnan : İyi huylu, güler yüzlü, herkesçe sevilen. Behram : Merih yıldızı. Behzat : Soyu güzel, doğuştan asil. Bekir : İlk çocuk. Genç, taze. Bektaş : Akran, eş. Bera : Fazilet, meziyet sahibi. Berkan : Şakıyan, parıldayan. Berkin :Güçlü, sağlam. Beşer : İnsan. Beşir : Müjdeleyen. Güler yüzlü. Bilal : Su. Bilgehan :Derin bilgi sahibi hakan. Bişr : Güler yüzlü. Buğra :Erkek deve, hindi, aslan. Burak :Peygamber efendimizin Miracda bindiği at. Burhan : Delil, sağlam delil, hakkı bâtıldan ayıran. Bülent : Yüksek, yüce, uzun.
Cafer : Çay, dere, küçük akarsu. Câbir : Cebreden, zorlayan, galip gelen. Can:Ruh. Aziz, sevgili. Gönül. Candar : Silahlı asker. Caner :Can dostu. Canib : Yan, taraf, yön. Cârullah : Allah’a yakın olan, Allah dostu. Celâl : Azamet, şeref, kemal ve ikram sahibi. Çelebi :Efendi, görgülü ve ince insan. Cem : Hükümdar, şah. Cemal : Yüz güzelliği Cemaleddin : Dinin güzeli, dinin cemali. Cemali : Yüzü güzel olan, güzellik sahibi. Cenab : Büyük, şerefli Cengiz : Sert ve haşin huylu, gönlü yumuşamaz. Cerrah : Ameliyat yapan, operatör. Cevat : Çok cömert, eli açık, çok ihsan eden. Cevdet : Güzel, kusursuz, cömert, olgun. Cevheri : Cevher sahibi. Cezmi : Azimli, kararlı. Cihad : Din uğrunda düşmanla ve nefsi ile savaşan. Cihangir : Cihanın büyük bir bölümünü ele geçiren. Civan : Genç, taze, delikanlı. Cihanşah : Dünyanın padişahı. Cübeyr : Küçük kahraman, küçük yiğit. Cüneyt : Küçük asker, askercik.
Dâhi : Üstün zekalı, son derece zeki, anlayışlı. Dâi : Dua eden, duacı, hak dine çağıran. Dânâ : Çok bilen, bilgili. Daniş : Bilgi, bilme, biliş, ilim. Danişmend : Bilgili, âlim. Dâver : Doğru ve insaflı olan, âdil hükümdar. Derviş : Allah için alçak gönüllüğü kabul eden. Dilhan : İçten, gönülden söyleyen. Dilaver : Yiğit, yürekli, erkek. Doğan :Atılgan ve yiğit. Dülger :Marangoz.
Ecehan :Hanların başı. Ecmel : En güzel, en yakışıklı. Ecvet :En cömert, varını yoğunu dağıtan. En iyi olan. Ede :Ata, büyük kardeş, ağabey. Edhem : Kara donlu, yağız at. Efe :Batı anadolu yiğidi, zeybek. Efken : Atıcı, yıkıcı. Eflah : Tamamiyle kurtulan, en çok talihe kavuşan. Ekmel : En olgun, mükemmel. Ekrem : Çok cömert, iyiliksever, keremi lütfu çok olan. Elvan : Renkli, renk renk. Emced : Çok şerefli, ve haysiyet sahibi. Emir : Bir kavmin, şehrin başı, reisi. Emre :Aşık, dost, abi. Beylerbeyi. Enes : İnsan. Engin :Uçsuz bucaksız deniz. Enver : Çok nurlu, çok ışıklı, çok parlak, çok güzel. Ercümend : Muhterem, şerefli, itibarlı. Erdem :Fazilet. Ergün : Sert başlı, oynak ve hızlı giden at. Erhan :Yiğit hakan. Erkam : Rakamlar, isimler. Erkan : Esaslar, direkler, reisler. Erkin :Bağımsız hareket eden. Erman : Arzusu, isteği olan. Erol: Sözünde duran er. Ertuğrul :Temiz, yürekli, doğru insan. Esat : Çok uğurlu ve mutlu. Esed : Aslan, gazanfer, cesur. Esved : Siyah, esmer. Eşref : En çok şerefli, itibarı en çok yüksek olan. Etem : Kusursuz, noksansız. Evran :Baht, büyük yılan. Eymen : Daha uğurlu, çok talihli, hayırlı. Sağ taraftaki. Eyüp : Tevbe eden, hatalarına pişman olan. Ezrak : Mavi, gök renkli. Su gibi saf ve temiz olan.
Fazlı : İyilik, fazilet, erdem, lütuf. Fahreddin : Dinin büyüğü, dinde övülmeye layık. Fâlih : İsteğine kavuşan, başaran. Çiftçi. Faris : Yiğit, mert, binici, at yetiştiricisi. Faruk : Hak ile bâtılı ayıran. Fasih : Güzel, düzgün ve açık konuşan. Fatih : Fetheden, zapteden, aşan. Fatin: Zeki, anlayışlı. Faysal : Kesin hüküm vereni. Keskin kılıç. Fazlullah : Allahü teâlânın lütfu. Üstün ve değerli Feda : Kurban olma, gözden çıkarma. Fedai : Canını esirgemeyen, can vermeye hazır. Feramuz : Şanlı, şerefli, ün kazanmış. Feramuş : Hatırdan çıkan, unutulan. Ferhan : Sevinçli, neşeli, ferahlı, şen, memnun. Ferhat : Sevinç, neşe sahibi. Feridüddin : Dinin en üstünü. Feridun : Tek, eşi ve benzeri olmayan, kıymetli cevher. Ferman : Emir. Padişahların tarafından verilen emir. Ferruh : Uğurlu, mübarek, yüzü nurlu, aydın. Fettah : Fetheden, her türlü müşkülleri kolaylaştıran. Feyyâz : Feyz, bereket ve bolluk veren. Feyzullah : Allahü teâlânın feyzi. Fuat : Kalb, gönül. Furkan : İyi ile kötü, doğru ile yanlış arasındaki farkı gösteren. Fuzuli : Fazla, anlamsız, yersiz.
Gazanfer : Yiğit, aslan gibi cesur. Gazi : Savaştan sağ dönen. Gevheri : Pırlanta gibi temiz insan. Gıyas : Yardım eden. Giray: Kırım hanı. Gürbüz : Toplu, güçlü dinç erkek.
Habbab : Seven, sevgili, dost. Habil : Yumuşak ve temiz huylu. Hacib : Kapıcı, kapıcı başı. Hafi : Güler yüzlü, çok ikramcı, gizli. Hafid : Torun. Hakan :Türk hükümdarı. Hakem : Hüküm veren. Haki : Hikaye eden, anlatan. Hakkı : Doğru olan, irfan sahibi, insaflı. Haldun : Devamlı yaşlanıp ihtiyarlamayan. Halife : Birinin yerine geçen . Halil : Dost, sevgili, samimi dost, içten arkadaş. Haluk : İyi ve güzel huylu, geçim ehli, İslama yakışır. Hamdullah : Allahü teâlâya hamd eden. Hammâd : Çok hamd eden, çok dua eden. Hamza : Aslan, heybetli, azametli. Han : Hakan veya hakana bağlı hükümdar. Hanefi : İstikamet üzere olan. Hani : Yumuşaklık ve vakar sahibi. Hasan : Güzel, iyi, hoş. Haseki : Hükümdarların hizmetlerine tahsis edilen zat. Hasibi : Cömert, hayırhah. Hasin : Kuvvetli, sağlam, muhafaza eden. Hâtem : Mühür, üstü mühürlü yüzük, en son. Hattâb : Çok güzel konuşan ve nasihat eden. Hatip : Hitabeden, güzel söz söyleyen. Hayali : Hayal eden. Haydar : Aslan, cesur, yiğit, kahraman. Hayrani : Hayran olan. Hayreddin: Dinde hayırlı kimse, dinin hayırlısı. Haşim : Ezen, parçalayan. Hürmet ve ikram eden. Haşmet : Heybet ve ihtişam sahibi. Tevazu gösteren. Hazım : ihtiyatlı, basiretli, gözü açık, hazımlı. Hızır : Yeşil. Hicabi : Mahcup, utangaç, hayalı, edepli, terbiyeli, iffetli. Hilmi : Yumuşak huylu, sabırlı, vakarlı, sakin. Himmet : Lütfeden, gayret eden. Hişam : Haya eden, utanan. Hud : Büyük, çok hürmet eden. Hulusi : Halis, saf, samimi, candan, içi temiz. Hurşid : Güneş. Huzeyfe : Küçük testici, çömlekçi çırağı. Hüccet : Senet, vesika, delil. Hüdâvendigâr : Hükümdar, sultan, âmir, hâkim. Hüdayi : Hüdânın kulu. Hümayun : Mübarek, mutlu, padişaha olan. Hüsameddin : Dinin keskin kılıcı. Hüseyin : Küçük güzel. Hüsrev : Padişah, hükümdar, sultan.
İhsan : Hakkından fazlasını veren. İhvan : Sadık, samimi, candan dost. İkrime : Kerem sahibi, cömert. İlhami : İlham sahibi. İlker: İlk erkek çocuk. İmadeddin : Din direği, devleti ayakta tutan. İmam : Nümune, rehber, önder, başkan. İnayetullah : Allah’ın lütfu, ihsanı. İslam : Müslüman, Hakka teslim olan. İsmâil (İb): Allahü teâlâya çok ibadet eden. İzzet : Değer, şeref, kudret, hürmet ve ikram sahibi.
Kaan: Kağan. Hanların hanı, şahinşah. Kabil : Kabul eden, önde olan. Kadem : Ayak, adım. Kâdir : Tükenmez güç ve kudret sahibi. Kadîr: Çok güçlü, çok kudretli. Kadı : Hüküm, karar ve hakimlik. Kalender : Dünyadan el etek çekip boş dolaşan derviş. Kamran : İsteğine kavuşmuş, mutlu, bahtiyar. Kasım: Taksim eden, bahşeden. Kâzım : Öfkesini, gazabını yenen. Keleş: Güzel yakışıklı, bahadır. Kemal : Olgunluk, bilgi ve fazilet sahibi. Keramet : Kerem, ihsan, evliyada görülen harika. Kerami : Soylu, şerefli. Kerem : Asalet, izzet ve şeref sahibi. Cömert, eli açık. Keremşah : Çok cömert, çok eli açık, çok soylu. Key : Büyük hükümdar, padişah. Keşşaf : Keşfeden, sırları çözen, gizlileri açığa çıkaran. Kılıç: İki yüzü keskin eski bir silah. Kıymet : Değer, baha, bedel, onur, itibar, makbul oluş.
Kiram : Soyu temiz olanlar, şerefli ve cömert olanlar. Korkut: Büyük dolu tanesi. Kuddusi : Mukaddes, ulvi, pak.
Mahdum : Hizmet edilen, evlat. Mahmud : Övülmüş, medhedilmiş, sena edilmiş. Mahmur : Sarhoş, uykulu, baygın gözlü.
Murat : İstek, arzu, maksat. Seçilen Mazhar : Nail olan, şereflenen, bir iyiliğe kavuşan. Memun : Korkusuz, tehlikesiz, sağlam, emin. Mecdeddin : Dinin büyüğü. Mecnun : Deli, divâne, delice seven. Medeni:Şehirli, bilgili ve görgülü. Mert : Sözünün eri, yiğit, bahadır. Mestan : Mest olmuş, bayılmış. Metin : Sağlam, dayanıklı.
Mir : Amir, kumandan, bey, vali, hükümdar. Miraç : Merdiven, yükselen, yükseklere çıkan . Mirkelam : Kibar konuşan, hoş sohbet, sohbet adamı. Mirza : Hükümdar soyundan gelen, beyzade. Misbah : Lamba. Mithat : Methetme, övme. Muammer : Uzun ömürlü, ömür süren, yaşayan, talihli. Muaz : Sığınan, korunan, sarılan. Muhammed : Yerde ve gökte çok övülen. Muharrem : Haram kılınmış, dinen yasak edilmiş. Muhtar : Seçilmiş, seçkin. Muhterem : Saygıdeğer, sayın, kıymetli, şerefli. Muhteşem : Göz kamaştıracak büyüklükte veya güzellikte olan. Muhyiddin : Dini ihya eden. Muktedi : İktida eden, tâbi olan, uyan.
Muktedir : iktidarlı, gücü yeten. Muktefi : İktifa eden, izinden takip eden, örnek tutan, birine uyan. Muslih : Islah eden, düzelten. Mustafa : Saf hale getirilmiş, süzülmüş, güzide. Mutahhar : Temizlenmiş, mübarek. Mutasım : Günahtan çekinen, eliyle tutan, yapışan. Muteber : Kadri bilinen, kıymeti takdir edilen. Mutemed : Kendisine itimat edilen, güvenilen. Mutlu: Halinden, memnun, mesut, bahtiyar.
Muttalib : Talep eden, isteyen. Mübarek : Bereketli, feyizli, uğurlu, hayırlı. Mübeşşir : Müjdeci, hayırlı haber verip sevindiren.
Müjdat : İyi haber, müjdeli haber. Mükerrem : Şerefli, muhterem, hürmete erişmiş. Mülayim : Yumuşak huylu, medenice hareket eden.
Mümtaz : İmtiyazlı, üstün tutulmuş, seçkin, seçilmiş. Müren : Akarsu, nehir, ırmak. Mürsel : Gönderilmiş, yollanmış, nebi.
Müşir : İşaret eden, yol gösteren, mareşal. Müzdad : Artmış, çoğalmış, uzun.
Nabi : Haberci, haber veren.
Namdar : Meşhur namlı, ünlü, tanınmış. Nasreddin : Dine yardım eden. Nebi : Haberci, haber getiren, peygamber. Necat : Kurtuluşa, selamete eren. Necati : Kurtulan, felah bulan. Neccar : Dülger, marangoz, doğramacı. Necdet : Kahraman, yiğit, efe. Necih : Başarılı, galip, muzaffer. Necmi : Yıldız Nefi : Kazançlı, kârlı. Nejat : Soy nesil, nesep, tabiat. Nesimi : Hoş ve mülayim. Nevzat : Yeni doğmuş çocuk. Neşet Yetişen, ileri gelen, doğan. Neşat : Sevinç, neşe, keyif.
Nihat : Tabiat, huy, yaratılış, bünye, karakter. Nijad : Soy. Niyazi : Yalvaran, yakaran, dua eden.
Nizam : Düzen, usul, tertip, yol,kaide, sıra, dizi. Numan : Refah, konfor. Nuaym : Hayat güzelliği, refah.
Nusret : Yardım, başarı, üstünlük, zafer, galebe, fetih. Nüzhet : Neşe, sevinç, eğlence, temizlik, ferahlık.
Oğuz :Doğru, sağlam, güçlü, genç. Oğuzhan :Oğuzların hükümdarı. Okan :Anlayışlı, kavrayışlı. Oktay : Hiddetli, kızgın, sinirli. Orhan : Şehrin hakimi. Ozan : Halk şairi, geveze.
Öktem : Gösterişli, korkusuz, güçlü.
Ömer : Diri, canlı, yaşayan hayat süren Önder : Lider, şef, reis.
Peyami : Haberci.
Raci : Rica eden, yalvaran, ümitli, dileyen. Racih : Üstün, kıymetli, faziletli ve itibarı fazla olan. Tercihli. Rafet : Merhamet etme, acıma, esirgeme. Ramazan : Çok sıcak olan, günahları yakan. Ramiz : İşaret koyan, işaretle konuşan. Rauf : Pek esirgeyen, çok merhamet eden. Recai : Rica eden, dua eden, Allahü teâlâya yalvaran. Recep : Mübarek, muazzam, muhterem; kıymetli. Refah : Bolluk, rahatlık, her türlü sıkıntıdan kurtulma. Re'fet : Acıyan, merhamet eden. Reha : Kurtuluş, halas. Reis : Baş, başkan.
Resül : Yeni bir kitap ile gönderilen peygamber. Reşat : Hak yolunda yürüme, doğru yol. Reşid : Akıllı, iyi ve olgun.
Rifat : Yükseklik, yücelik, büyük rütbe. Rüçhan : Üstün olan. Rıdvan : Razı, memnun. Cennetin kapısındaki melek.
Rıza : Kadere razı olan. Tasavvufta iradenin yok edilmesiyle elde edilen makam.
Sadeddin : Dinin mübarek kişisi. Sadullah : Allahü teâlânın saadeti. Sadun : Uğurlu olan, uğur getiren. Safa : Saf, berrak, temiz, kedersiz, gönlü şen. Saffet : Saf, halis, temiz. Hile ve dubaradan uzak olan. Saffan : Saf, halis. Salahaddin : Dine bağlı, dini düzgün. Sâman : Servet sahibi, zengin, rahat, dinç, düzenli. Sedat : Doğru ve haklı Selami : Barış, huzur ve selamet sahibi. Selçuk: Sel gibi akan.
Selman : Barışçı, sulhçu. Serdar : Asker başı, kumandan, komutan, reis. Serhat : Sınır boyundaki asker. Sertaç : Başa konan taç. Server : Baş, reis, seyyid, bir topluluğun ileri geleni. Sevban : Elbiseli, giyinmiş, kuşanmış.
Seyfi : Kılıç kuşanmış, asker. Seyfullah : Allah’ın kılıcı, askeri. Seymen : Çiftlik bekçisi. Seyyid : Efendi, bey, Peygamber efendimizin torunu Hazret-i Hüseyin’in soyundan gelenler. Sezgin : Sezen sezici, duygulu, hassas. Sinan : Mızrak, süngü.
Sirac : Lamba, ışık, güneş, ay. Siraceddin : Dinin kandili. Siyami : Oruçlu, kendini kötülüklerden men eden. Soner :Bir işte son yardımı yapan. Son olması istenen. Sunullah : Allah’ın kudreti, meydana getirdiği varlığı.
Şaban : Aralık, fasıla.
Şabi : Cemaat ehli. Şadan : Sevinçli, keyifli, neşeli, bahtiyar. Şahap : Alev, ateş parçası, akan yıldız. Şahinalp: Şahin gibi yiğit. Şahsüvar : Usta binici, çok iyi ata binen. Şâfi : Şefaat eden, şifa veren. Şarani : Saçı gür Şecaeddin : Dinin kahramanı, dinin yiğidi. Şehlevent : Uzun boylu, yakışıklı genç. Şemseddin : Dinin güneşi. Şemsi : Güneş gibi parlayan. Şerafeddin : Dinin şereflisi.
Şeref : Asil, yüksek, şanlı, şöhretli atalara sahip olmak. Şevket : Büyüklük, kudret ve kuvvetten doğan haşmet. Şevki : Şevkli, neşeli, istekli. Şeyban : Saçlarına ak düşmüş, ihtiyar, yaşlı. Şihab : Cesur, parlak yıldız, kıvılcım. Şihabeddin : Dinin parlak yaldızı. Şinasi : Tanıyan, tanıyıcı, bilen, anlayan. Şir : Aslan.
Taceddin : Dinin tacı. Taci : Taçlı. Tahsin : Kale gibi sağlamlaştırma. Taki : Günahtan kaçınan, dinine bağlı. Talat : Yüz, çehre, dindar. Talha : Bir zamk ağacı. Tamer :Tam erkek. Taner :Şafak gibi canlı erkek. Tanju :Türk hükümdarı [Çinlilerce] Tarkan : Dağınık, perişan. Tarık : Sabah yıldızı, parlak yıldız. Tayfur : Uçan, yükselen. Taylan : Uzun boylu. Tayyar : Uçan, uçucu uçma kabiliyeti olan. Tekin :Uğurlu, hayırlı. Temel : Asıl, esas.
Tevfik : Uygun getirme, Allah’ın yardımına kavuşma. Timur :Demir gibi sağlam. Timurtaş :Demir ve taş gibi sağlam.
Tufan : Afet, felaket, çok şiddetli yağmur. Turan :Cesur atılgan, yiğit. Turanşah : Cesur Türk hükümdarı. Turgay :Küçük kuş, sığırcık. Turgut :Belde, yerleşme merkezi, mesken.
Ubeydullah : Kulcağız, kölecik.
Üsame : Bir aslan cinsi.
Vakkas : Savaşçı, okçu. Vakur : Ağırbaşlı, temkinli.
Vakıf : Duran, ayakta duran. Vâlâ : Yüksek, yüce. Vecdi : İlahi aşka dalan, vecde gelen, kendinden geçen.
Vecit : Vecde gelen, İlahi cezbe ile bayılan. Vecihi : Bir kavmin büyüğü. Vedat : Sevgi ve dostluk gösteren. Vefa : Sözünde duran, dostluğunu devam ettiren. Veli : Ermiş.
Adalet : Doğruluk, zulmetmeme, haksızları terbiye. Adniye : Salih, Cennetlik. Afet : İnsanların önleyemediği büyük felaket. Afitab : Güneş ışığı. Ahu : Ceylan, maral. Aişe : Bolluk içinde rahat yaşayan. Amine : Korkusuz. Arzu : İstek, hasret. İstenilen beğenilen kadın. Asiye : Direk, acılı kadın. Aslı :Temelli, köklü. Aslıhan : Han soyundan olan. Asuman : Gök, gökkubbe, sema. Atiye : Bağış, verme, iyilik. Atıfet : Bir sebebi bulunmadan duyulan sevgi. Ayfer : Ay ışığı. Ayla :Kadın, eş hanım. Aylin : Ayın çevresinde görülen ışıklı daire, hale. Aynur : Ay gibi parlak. Ayperi : Peri gibi güzel. Ayten : Ay gibi parlak renkli. Ayşegül : Güleç, gül gibi renkli, canlı ve rahat ömür süren. Ayşen :Neşeli, parlak, sevimli. Azimet : Gidiş. Takva yolunu seçen. Azra : Bakire.
Banu : Ev kadını. Begüm : Saygı değer kadın, hanım. Behiye : Güzel, alımlı kadın. Benan : Parmakla gösterilecek kadar güzel. Bengi :Sonsuz, tiryaki. Berat : Yapılan hayırlı bir iş yüzünden affetmek üzere verilen karşılık. Beren : Kuzu. Berin : Manen çok yüksek, yüce yaradılışlı. Berire :İhsan sahibi, sadık. Berna : Genç, cesur, civan. Besamet : Güler yüzlü. Betigül :Gül gibi kokan mektup. Betül : Erkeklerden çekinen, ibadete düşkün, namuslu ve çok temiz kadın. Hazret-i Fâtıma ve Hazret-i Meryem'in ünvanı. Beyhatun :Hakanın hanımı. Beylem :Çiçek demedi, buket, sunuş. Beyza : Çok beyaz, çok temiz, parlak. Bilge :Bilgisiyle davranışları birbirine uyan. Bilgehatun :Derin bilgi sahibi kadın. Binnaz : Çok nazlı. Birgül :Tek ve benzersiz gül. Buket : Demet, çiçek demedi. Burc :Taze dal, filiz. Burçin : Dişi geyik. Burcu : Güzel kokan. Büşrâ : Müjde, sevinç, hayırlı haber. Acele, çabuk.
Cânân : Sevgili, dilber, gönül verilen. Tasavvufta Allah. Cangül : İç açıcı. Cavidan : Sonsuz, ölümsüz, ebedi. Ceyda : Yararlı, herkese iyilik yapan. Ceylan : İnce biçimli, güzel gözlü bir geyik cinsi. Cihanfer : Cihanı aydınlatan çok güzel kadın.
Derya : Deniz, çok bol, pek çok. Destegül : Gül demeti, çiçek buketi. Dicle :Büyük ırmak. Irak'ta denize dökülen bir nehir. Didar : Yüz, çehre, suret, görüş, göz, görme gücü. Dilara : Gönül alıcı, sevgili. Dilber : Güzel, sevgili, gönül çekici. Dilbeste : Gönül bağlamış, âşık. Dildade : Gönül vermiş, düşkün, tutkun. Dildar : Gönlü hüküm altında tutan sevgili. Dilrüba : Gönül kapan, herkesi kendine bağlayan. Dilsafa : Gönlü ferah kedersiz. Dilşad : Gönlü sevinçli, yüreği şen. Dilşikâr : Gönül avlayan, kendine bağlayan. Dürdane : İnci tanesi, inci serpen.
Ebru : Kaş. Eda : Tavırları hoş, nazlı. Efser : Taç. Ela: Sarıya çalar kestane rengi. Elif : Arap alfabesinin ilk harfi, dost, tanıdık. Emel : Güçlü arzu, umulan şey. Erva : Çok güzel, son derece cesur ve yiğit adam. Esma : İsmi olan. Esra : Gece yolculuğuna çıkan.
Fatıma : Kendisi ve nesli Cehennem ateşinden kesilmiş. Fazilet : Erdem, iyi huyların ve üstün vasıfların hepsi. Ferdiye : Tek ve eşsiz. Ferah : Bol, geniş, neşeli, açık. Feray : Parlak, aydınlık ay. Ferhunde : Uğurlu kutlu. Feriha : Sevinçli, ferah. Ferihan : Razı, hoşnut, sevinçli. Ferişte : Melek. Ferzane : Hakim, filozof, bilgin, âlim. Figen : Çiçek demeti, gölge eden. Fitnat : Zihin açık, çabuk kavrayışlı. Firdevs : Sekiz Cennetten biri, altın ve gümüştendir. Firkat : Ayrı olan, sevgiden uzak kalan. Fulya : Güzel kokulu bir nergis. Füruzan : Çok parlak, aydınlık, parlayan, nurlu. Füsun : Büyü, sihir, efsun. Füsünkâr : Büyüleyici güzel.
Gazal : Geyik, ceylan, ahu. Gönül :Kalb. Gözde : Göze girmiş, bir büyüğün sevip beğendiği. Gülbanu: Gül hanım. Gülberk : Gül yaprağı. Gülbin : Gül fidanı, gül dalı, gül bahçesi, güllük. Gülbiz : Gül saçan, gül serpen. Gülçehre : Gül yüzlü, yüzü gül gibi hoş. Gülcemal : Yüzü gül gibi güzel. Gülçiçek : Gül gibi taze, çiçek tazeliği taşıyan. Gülçin : Gül toplayan, gül derleyici. Güldemet : Gül buketi, gül demeti. Gülendam : Gül gibi ince, uzun, güzel vücutlu. Güleser :Yüzünde gülümseme eksik olmayan. Gülfam : Pembe, gül renginde. Gülfem : Gül dudaklı, gül ağızlı. Gülfer : Gül gibi parlak. Gülfeşan : Gül saçan. Gülfidan : Gül gibi genç. Gülhiz : Gül yetiştiren. Gülistan : Gül bahçesi, güllük. Gülizar : Gül yanaklı. Gülnar : Katmerli ve büyük gül, büyük çiçek. Gülnaz : Gül gibi ince ve narin, nazlanan. Gülsima : Gül yüzlü. Gülsüm : Yüzü dolgun. Ümmügülsüm: Gülsümün annesi. Gülter : Yeni açılmış gül. Gülşen : Gül bahçesi, gülistan. Güzide : Seçkin, seçilmiş, seçme.
Hacer : Taş, kaya parçası. Hatice : Erken doğan kız çocuğu. Hale : Ayın çevresinde görülen ışık halkası. Halenur : Işıklı, aydınlık daire, hale. Hamiyet : Milli onur ve haysiyet. Handan : Gülen, şen. Hande : Gülen, alay eden. Harika : Tabiat dışı meydana gelen fevkalade olay. Hasna : Çok güzel kadın. Haver : Gün doğusu, ortak. Havle : Güçlü, kuvvetli, takatlı, kudretli. Havva : Bir şeyin kıvamı, olgun. Hazret-i Ademin hanımı. Hayrunnisa : Kadınların hayırlısı, iyisi. Hediye : İkram olarak verilen şey. Hicran : Ayrılık, ayrılığın verdiği unutulmaz acı.
Hicret : Bir ülkeden başka birine göç etmiş olan. Hilâl : Yeni ay. Hoşeda : Davranışı hoş, hareketi güzel. Hoşendam : Boyu posu güzel, görünümü düzgün. Hoşkadem : Güzel ayaklı, uğurlu. Hoşneva : Güzel sesli. Hoşnigar :Tatlı, güzel bakışlı. Huban : Güzeller. Güzel olan. Huri : Cennet kızı gibi güzel. Huriye : Çok güzel. Hülya : Kuruntu, hayal. Hümeyra : Küçük kırmızı. Hazret-i Âişe’nin ünvanı Hürrem : Taze, şen şakrak, sevinçli. Güler yüzlü. Hürriyet : İradesine göre karar veren. Kendine ve başkasına zarar vermeyecek şekilde serbest. Hüsnâ : En güzel, pek güzel. Hüsnügül : Gül gibi güzel. Hüveyda : Apaçık, belli, besbelli.
Itri : Kokulu, güzel kokulu.
İclal : Saygı ve büyüklük gösteren, ikram eden. İffet : Namuslu, helali isteyen, haramdan kaçan. İkbal : Baht açıklığı, işlerin yolunda gitmesi. İrem : Şeddatın Cennet diye yaptırdığı ünlü bahçe.
Jale : Kırağı, çiğ, şebnem. Jülide : Saçı dağınık.
Kader : Hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğine inanan. Keriman : Kerimin çoğulu, keremi bol, cömert. Kevser : Maddeten ve mânen çok, nesli kalabalık. Cennetteki meşhur havuz. Kezban : Ev kadını. Kısmet : Talih, nasip, kader. Kudret : Kuvvet, takat, güç, varlık, ehliyet, kabiliyet. Kutan :Kutlu, kutsal, mutlu. Kübra : En büyük en azametli. Kündem :İtaatli, saygılı.
Lalezar : Lale bahçesi. Lamiha : Parlayan, parıldayan, parlak. Leman : Titrek. Lerzan . Titreyen, titrek. Letafet : Latiflik, hoşluk, yumuşaklık. Leyan : Konforlu, lüks hayat. Leyla : Uzun ve karanlık gece.
Mahinev : Yeni doğmuş ay. Mahiye : Aylık. Mahpeyker : Ay yüzlü parlak ve nur yüzlü. Mahru : Ay gibi parlak yüzlü. Maide : Kurulmuş hazır sofra. Makbule : Kabul olunmuş, beğenilmiş. Maral :Dişi geyik. Mayda :Narin ince yapılı. Mebşure : Yüzü güzel, endamlı. Mefharet : İftihar eden. Mefkure : Ulaşılmak istenen en yüce amaç. Mehlika : Ay yüzlü. Mehpare : Ay parçası. Mehtap : Ay ışığı. Mehveş : Ay gibi güzel. Melahat : Güzel yüzlü. Melda : İnce ve taze. Melek : Masum, halim selim. Melis :Bal arısı. Menfuse : Pek hoş, çok hoşa giden, en güzel. Meriç : Ege denizine dökülen nehir. Merve : Kâbe yakınındaki küçük bir tepe. Meryem : Dinine bağlı. Mesadet : Mutlu. Mestinaz : Süzgün bakışlı. Mevhibe : Bahşiş, ihsan, bağış. Meysere : Zenginlik, rahatlık. Mihman : Misafir. Mihriban : Seven, güler yüzlü. Mihrimah : Güneş ile ay. Mihrinaz : Çok nazlı Mimoza : Yaprağına dokununca toplanan bir çiçek. Mualla : Yüce, yüksek. Muattar : Güzel kokulu. Muazzez : İzzet ve şeref sahibi, değerli. Muhabbet : Sevgi. Muhaddere : Namuslu, iffetli, örtülü müslüman Mukadder : Alın yazısına inanan. Mukaddes : Mübarek, temiz. Mübeccel : Yüceltilmiş, büyütülmüş, tebcil edilmiş. Müberra : Temize çıkarılmış, açıkca belirtilmiş. Mübeşşer : Müjdelenen, iyi haber verilip sevindirilen. Mübeyyen : Açıklanmış ortaya çıkarılmış. Müjde : İyi haber sevinçli haber. Müjgan : Kirpikler. Müjgen :Kirpik Münevver : Aydınlatılmış, kültürlü ve bilgili, aydın. Münteha : Netice, son yer. Mürüvvet : İnsanlık, mertlik, sevinçli günlerini görme. Müşerref : Şerefli kılınmış. Müveddet : Sevgi, dostluk, muhabbet. Müyesser : Kolayca yapılan nasip olan. Müzehher : Çiçekli, çiçek açmış, çiçeklenmiş. Müzeyyen : Süslü, süslenmiş, bezenmiş, donanmış.
Nadide : Görülmemiş, az bulunur, çok değerli. Nakşıdil : Gönül nakışı. Nalan : İnleyen, ağlayan, sızlayan, figan eden. Narin : İnce yapılı, nazik ve kibar. Nazan : Nazlı, naz eden. Nazende : Naz edici, nazlı. Nazenin : Çok nazlı, narin, ince yapılı. Nazik : İnce, narin, zarif. Nazikendam : Narin yapılı. Nazile : Aşağı inen. Nazlı : Naz eden. Nebahat : Şan ve şeref sahibi. Necla : Kız evlat. Nedret : Az bulunan, ender. Nehar : Gündüz. Nemika : Mektup. Neriman : Pehlivan, kahraman, yiğit. Nermin : Yumuşak, nazik, kibar. Neslihan : Padişah soyundan gelen. Neslişah : Şah neslinden. Nesrin : Yaban gülü, mısır gülü, van gülü. Neşe : Sevinç içinde olan. Neşide : Ünlü mısra, beyit, manzume. Neval : Talih, kısmet, baht açıklığı. İhsan, bağış. Nevbahar : İlk bahar. Nevbaht :Talihi yeni. Nevber : Yeni yetişmiş turfanda sebze, meyve. Nevcivan : Taze, genç, delikanlı. Neveda : Herkesten ayrı bir edası olan. Nevin : Yeni, yepyeni, yeni şey. Nevinbal : Taze yeni yetişmiş fidan. Nevinur : Çeşitli görünümde ışıklar. Nevres : Yeni biten, genç taze. Nevsal : Yeni yıl. Nevvare : Nurlu, ışıklı, parlak, ağaç çiçeği. Nezafet : Temizlik, paklık. Nezahet : Temizlik, paklık, iç temizliği, incelik, rikkat. Nezaket : Naziklik, zariflik, incelik, terbiye, edep. Nida : Seslenen. Nigahban : Gözcü, bekçi. Nigar : Resim, nakış, resim gibi güzel. Nihal : Fidan, genç. Fidan gibi ince yapılı. Nihan : Gizli, sır, örtünmesi gerekli yerleri örten. Nilgün : Mavi renkli. Nilüfer : Bir su bitkisi Niran : Ateş, parlaklık. Nur : Işık, parıltı, aydınlık, nur. Nuran :Işıklı, nurlu, aydın. Nuray : Ay ışığı gibi. Nurbanu : Işıklı hanım, nurlu hanım. Nurcihan : Cihanın nuru, kâinatın ışıklı, parlak, nurlu. Nurçin : Işıklı. Nurhan : Aydın hükümdar. Nurhayat : Parlak hayat. Nurperi : Yüzü nur gibi parlayan peri gibi güzel. Nurşen : Işık gibi şen ve güler yüzlü. Nurşin : Çok lezzetli. Nükhet : Güzel ve hoş koku.
Özge :Başka, yabancı, iyi, güzel, şakacı, cana yakın. Özlem : Hasret. Yeniden görme arzusu.
Pakize : Çok temiz, hoş ve güzel saf, iyi, lekesiz. Pendiye : Öğüt veren. Peren : Ülker yıldızı. Peri : Çok güzel, çekici. Peride : Uçarak yükselmiş, rengini atmış. Perihan : Peri padişahı.
Rahime : Müminlere çok acıyan kadın. Rahşan : Parlak, parlayan. Rana : Güzel, hoş görünen. Ravza : Bahçe, yeşilliği bol, çiçekli bahçe. Rayiha : Koku, güzel koku. Refhan : Varlık içinde yaşayan, bolluk içinde bulunan. Remide : Ürkmüş, korkmuş, ürkek, korkak. Rengin : Renkli, boyalı, güzel. Reside : Erimiş, yetişmiş, olgunlaşmış. Reyhan : Rızk, merhamet, güzel koku. Fesleğen. Rikkat : İncelik, naziklik. Rugeş : Canlı yüzlü, taze yüzlü. Ruken : Güler yüzlü, müjde veren. Rukiye : Büyüleyici güzellikte. Rumeysa : Büyük yıldız Ruşen : Aydın, parlak, belli, aşikar, apaçık, ortada. Ruzenin : Çiçek gibi güzel yüzlü. Rüveyda : Hoş, ince, nazik. Rüveyha : İncelik, zariflik.
Saadet : Kavuşan, mutlu. Sabahat : Latif, yüzü güzel, cemal sahibi. Sabia : Yedinci. Saniye : İkinci. Sara : Halis, katkısız, saf. Sare : Sıçrayan, atlayan. Satıa : Meydana çıkan, yükselen, nur saçan, parlak. Seda : Ses. Seha : Eli açık, cömert. Sehavet : Cömertliği seven Seher : Gecenin son altıda biri olan vakit ki, bu zaman yapılan dualar makbuldür. Sekine : Gönlü rahat. Selamet : Sağlık, esenlik, kurtuluş, sâkin olma. Selma : Barışçı, itaatli, iyi yolda. Selvican : Selvi seven, selvi canlı. Semahat : Cömert, iyiliksever.
Semra : Esmer, kumral renkte, esmer güzeli. Sena : Övme, methetme. Seniyye : Yüksek, yüce.
Serap : Işığın yansımasından doğan yanılma. Sevde : Esmer güzeli. Sibel : Buğday başağı.
Suna: Erkek ördek. Endamlı. Suzan : Yakan, yanan. Süeda : Saadetli, kutlu, uğurlu. Saidin çoğulu.
Sükeyne : Sessiz, sakin, başlı, vakarlı. Sülün :İnce narin. Sümeyye : Ammar b.Yaser'in annesi. İlk İslam şehidi.
Sündüs : Altın ve gümüş telle işlemeli ipek kumaş. Süveyda : Kalbin ortasındaki kara benek.
Şahdane : Mutlu, bahtiyar, dindar, temiz yürekli.
Şahika : Dağ tepesi, dağ doruğu. Şahmelek : Güzeller güzeli. Şaziment : Özellikleri kimseye benzemeyen. Şebnem : Gece nemi, çiğ, nem, rutubet. Şehnaz : Çok nazlı. Şehriban : Şehrin en büyük âmiri, vali. Şemsinisa : Kadınların güneşi. Şermende : Utangaç. Şermin : Utanan, sıkılan.
Şermize : Küçük insan topluluğu. Şetaret : Şenlik, neşeli olma, sevinç. Şeybe : Beyaz saçlı, yaşlı, saçı ağarmış.
Şeyda : Âşık, tutkun. Sevgiden aklını kaybetmiş. Şeyma : Bedeninde ben, alamet olan. Şirin : Tatlı, cana yakın sevimli. Şule : Alev, parıltı. Şükran : Teşekkür eden, minnettar kalan. Şükufe : Çiçek gibi güzel, tomurcuk.
Tıflıgül : Gonca gül. Tiraje : Gök kuşağı.
Tuba Cennet ağacı. Tülin : Ayna. Türkan : Padişaha saltanatta ortaklık eden eşi.
Ulya : Pek yüce.
Ülfet : Dost olan, yakınlık duyan. Ümeyme : Küçük anne.
Ümmühan : Hükümdarın annesi.
Vecahet : Güzel yüzlü, itibarlı, şerefli. Vedia : Emanet. Vedide : Dost, sevgili. Çok seven. Vesamet : Güzel olan. Vesile : Vasıta olan. Vildan : Yeni doğmuş çocuk. Vuslat : Dostuna, sevdiğine kavuşan.
Yâdigar : Dost hatırası.
Yârıdil : Gönül dostu, içten arkadaş. Yelda : Uzun ve siyah. Yeldem : Çabuk, çevik, çalak. Yeşim : Sert ve kıymetli yeşil taş.
Zehra : Yüzü beyaz ve parlak, nurani yüzlü. Zekavet : Çabuk anlayan, tez kavrayan. Zerafet : Kibarlı, incelik, zariflik. Zerengül : Altın gibi gül. Zerişte : Altın tel, sırma. Zerrin : Altına benzeyen, altın gibi parlak ve kıymetli. Zeyneb : Görünüşü ve kokusu güzel, olgun ve dolgun. Ziba : Süslü, bezekli. yakışıklı güzel.
Zinnur : Nur sahibi, nurlu, ışıklı, parlak, bahtiyar. Zişan : Şanlı, ünlü, çok tanınmış. Zübeyde : En seçkin, öz, hülasa, cevher.
Zülal : Saf, berrak. Züleyha : Hızlı yürüyen, yolda emsalini geçen. Zülfibar : Dağılmış, yayılmış saç.
Zülfiyar : Sevgilinin saçı. Zümrüt : Yeşil renkte, cam parlaklığında bir süs taşı.
.
Erkek-kız isimleri
Erkek isminin sonuna Arapça dişilik eki getirilerek yapılan kız isimleri:
Abdi : Kul olan, köle olan. Abdiye. Âbid : Allahü teâlâya ibadet eden, kulluk yapan, zahid, köle. Âbide. Âdil :Adaletli, adalet sahibi, doğru, doğruluk gösteren, hakperest.Âdile. Akif : Bir şeyde sebat eden. Bir yerde devamlı oturan, devamlı ibadetle meşgul olan, dünya dertlerinden uzaklaşıp Allah’a yönelen.Âkife. Âkil : Akıllı, uyanık, zeki. Reşid, olgun. Âkile. Ali : Üstün yüce, yüksek, şerif ve aziz, şan, şeref sahibi meşhur.Aliye. Âlim : Çok şey bilen. Âlime. Âmil : Bir işle mükellef olan, yapan. Âmile. Arif : İlim ve irfan ehli, âmir, kumandan. Arife. Asım : Kendini her türlü kötülüklerden koruyan, temiz, namuslu.Asıme. Atik : Serbest bırakılan. Soyu temiz, genç. Atike. Atıf : Meyleden, bağlayan. Atıfa. Avni : Yardım eden, kafadar. Avniye. Ayni : Gözde. Ayniye. Aziz : Muhterem, saygı değer. Azize. Azmi : Kemikli, güçlü, kuvvetli. Azmiye.
Bahri : Deniz gibi gözü gönlü geniş. Bahriye. Basri : Görmesi kuvvetli. Basriye. Basit : Sade, düz, arızasız. engelsiz. Basite. Bedri : Dolunay gibi güzel ve nurlu. Bedriye. Behic : Şen, güler yüzlü, şirin. Behice. Besim : Şen, güleç. Besime.
Hülya hanım, emekli bir öğretmendi. Sabah gazete okumak, günlük haberleri öğrenmek, belli yazarların köşe yazılarını takip etmek, onun en büyük zevki idi. Yıllarca çalıştığı için sabahları gazete alıp okumaya fırsat bulamıyordu; ama artık emekli olmuştu ve daha önce isteyip de yapamadığı birçok şeyi yapabilecek zamanı vardı. Hep gıpta etmişti karşı komşusuna. Sabah, abone oldukları gazeteleri kapılarına geliyordu. Kendisi işe giderken, komşusu da, kapıdan gazetesini almak için kapıyı açtığında, karşılaşıyorlardı. Yaz tatilinde komşusu olmadığı için, gazeteyi onun almasını istediklerini söylediklerinde, ne kadar da mutlu olmuştu. İşte o zaman tanışmıştı Türkiye gazetesiyle. Bu gazeteyi okumadan hiçbir işe başlamıyor, okumadığında da, kendinde eksiklik hissediyordu. En çok da dini sayfası, onun ilgisini çekiyordu. Birçok dini meseleyi buradan öğrenmişti. Şimdi dininin emirlerini yerine getirmeye çalışıyordu. Daha önce kendisine hiç öğretilmeyen, ne kadar çok şey olduğunu anladı. Duymadığı, bilmediği bu önemli meseleleri öğreniyor, öğrendikçe de kıymetli olan zamanını boşa geçirdiği için hayıflanıyordu.
O gün her zaman ki gibi gazetesini almış okurken ilk sayfada bir haber gördü: “Gazetemiz 39 yaşında...”
Demek 39 yıl olmuş, diye düşündü. Gazeteye bir tebrik ve teşekkür mektubu yazmaya karar verdi. Mektubu yazıp postaladı. Gazete yetkilileri mektubu alıp okuduklarında çok duygulandılar. Gazetede, bu mektubu yayınlamaya karar verdiler. Mektup şöyle idi:
“Pek muhterem gazete yetkilileri,
Öncelikle gazetenizin 39. yılını kutluyorum ve kıyamete kadar hizmetlerinizin devam etmesini Allahü teâlâdan niyaz ederim. Efendim, ben gazetenizle 5 yıl önce komşum vesilesiyle tanıştım, sonra da vazgeçemez hale geldim. Bu gazeteyle hayatım, dünyam, her şeyim değişti. Siz bana öyle büyük bir iyilik yaptınız ki, bu iyiliği ana babamdan görmedim. Siz bana sonsuz saadet kapısını açtınız. Sizlere, en büyüğünden en küçük birimde çalışan dağıtıcı arkadaşlara kadar, teşekkürü bir borç biliyorum. Yüce Rabbime benim gibi, birçok insana da faydalı olmanız için, hep dua ediyorum ve hizmetlerinizin devamını diliyorum. Efendim, aslında size hayat hikâyemi anlatarak vaktinizi almak istemiyorum; ancak benim gibi başka insanlara örnek olması için ve de size minnettarlığımın ölçüsünü anlatmak için kısaca bahsetmek istiyorum.
Bendeniz ailemin tek çocuğuyum. Anne ve babam okumuş yüksek tahsil yapmış kariyer sahibi hatırı sayılır insanlardı. Beni de, kendileri gibi kariyer yapmış, modern, kültürlü biri olarak yetiştirmek için çok uğraştılar. Görgü ve kültürümün artması için dış ülkelere tatillere gönderdiler. Özel hocalar tutarak, piyano dersi aldırdılar. Özel öğretmenler, özel okullarda okuttular. Her şeyin en iyisi, her şeyin en güzeli, en özeli benim olmalıydı, beni çok sevdiklerini söylüyorlardı; ama işleri çok olduğundan hiç benim yanımda bulunamıyorlardı. Yalnız büyüdüm yalnızım diye şikâyet edecek olsam, (Arkadaşlarını al diskoya git, arkadaşlarını al bara git eğlen) derlerdi. Kısacası, şımarık büyüdüm. Kimseleri beğenmedim, kimselerle geçinemedim, hiç kimse benim dengim olmadığı için evlenemedim. Kendimi öyle beğeniyor, öyle kültürlü ve görgülü zannediyordum ki, herkesi küçük görüyordum. Yanımda olan ve arkadaş bildiğim kimseler sırf imkânlarımdan faydalanmak için benimle arkadaş göründüler. Fakirlere ise hiç tenezzül etmez, onları cahil ve yobaz olarak görürdüm. Eğlence diye yaptığım şeyler hatırama geldikçe, kendimden utanıyorum. Annem ve babam, belki bana her şeyi verdiklerini zannettiler. Aslında hiçbir şey vermediklerini sizin gazetenizden öğrendim. Anne ve babamı bir yılbaşı partisinden, içkili bir halde eve dönerlerken geçirdikleri trafik kazası sonucunda kaybettim.
Düşünüyorum da, bir insanın ana babası ona eğer dinini, dinin emirlerini öğretmediyse hiçbir şey öğretmemişler demektir. Ben, bizi yaratanın olduğunu, onun bir olduğunu ve peygamberi olduğunu sizden öğrendim. Namazın, orucun, zekâtın farz olduğunu sizden öğrendim. Şükürler olsun ki, beni yaradan bana acımış, ailemin göstermesi gereken merhametin daha büyüğünü bana göstererek, dinimi öğrenmemi ve yaşamamı bana nasip etmiş. Ailem kendileri ölmeden önce, beni öldürmüş aslında, yani evlat katili olmuşlar. Bütün ana babalar evlatlarına dinlerini öğretsinler. Çünkü yurt dışında yaşamak, zengin olmak, iyi eğitim almak insana, dinini bilmedikçe bir şey kazandırmıyor, aksine yoldan çıkarıyor. Bütün ana babalara yalvarıyorum, lütfen çocuklarınızı öldürmeyin, evlat katili olmayın, dinini öğretmeyecekseniz evlat sahibi olmayın. Evladına dinini öğretmeyenler onu ebedi ateşe atmış, yani evlat katili olmuşlar demektir. İşte benim gerçek ana babam bana dinimi öğretenler, beni ebedi ateşten kurtaranlardır. Sanırım niçin size bu kadar minnettar olduğumu anlamışsınızdır.
Nice 39 yıllara efendim. Evladınız Hülya.”
.
Evladım elimden gitti
Sual: Evlenirken kız ve oğlan tarafı, neyi düşünmelidir? CEVAP Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri, (İki aile de, karşı tarafın hatırına, evladım elimden gitti diye bir düşünce getirmeyecek şekilde davranmalıdır) buyuruyor.
Hangi taraf, (Evladım elden gitti) diye düşünürse, gençlerin yuvasını da, karşı aileyi de, sıkıntıya sokar. Bu düşüncenin kuvvetine göre, sıkıntının şiddeti artar. Bu geçimsizlikleri, elden çıkan evladını kurtarmak için yapar, ama aslında bir yuvayı da yıkar. Kendince evladını kurtardığı için, zerre kadar üzülmez, savaş kazanmış kumandan edasına bürünür; ama yuva yıkılmıştır. Her iki taraf, çocuklarının aile düzenine karışmamalıdır.
Her iki tarafın da, kendilerinin bir zamanlar yaptığı gibi çocuklarının da, artık yeni bir aile olduklarını kabul etmeleri, onları salih bir komşu, salih bir arkadaş gibi görmeleri, evladım evladım diye yanıp tutuşmadan, bu hayat gerçeğini kabul etmeleri gerekir. İnsanın salih arkadaşı, eşiyle mutluysa, onun ailesiyle iyi geçiniyorsa, nasıl memnun oluyorsa, evladının da, eşiyle ve onun ailesiyle iyi geçinmesine, böyle çok sevinmelidir. Evladım elimden gitti diye düşünmemeli. İyi bilmeli ki, onlar da artık yeni bir ailedir, onların da kendi hayalleri, kendi prensipleri, kendi zevkleri vardır. Birbirlerini anne babalarından daha iyi tanırlar. Eşi insanın en yakını, sırdaşıdır. Huyunu suyunu en iyi o bilir. Haberdar oldukları anlaşmazlıklarda kim haklı olursa olsun, kendi çocuğunun değil, gelinin veya damadının tarafını tutmalıdır. Aslında böyle durumlar aile içinde kalmalı, anne babaya söylenmemeli. Buna rağmen haberdar olurlarsa, nasihati gerektirecek durumlarda, kendi çocuğuna tatlılıkla nasihat etmeli, maddi yardımı gerektirecek durumlarda yardım etmelidir. Evladım diye yanan, evladını da yakar, yuvasını da yıkar; ama bunun sıkıntısını hem dünyada, hem de ahirette fazlasıyla çeker. Herkes nefsine hâkim olmalı, hayatın gerçeklerini kabul etmelidir!
.
Evlat hakkıyla ilgili çeşitli sorular
Sual: Çocuk doğunca neler yapmak gerekir? CEVAP Yedinci günü isim koymak ve başını kazıyıp, saçının ağırlığı kadar, altın veya gümüş, sadaka vermek ve mümkünse akika hayvanı kesmek, müstehabdır. (S. Ebediyye)
Saçını kazımadan tahmini olarak verilebilir. Altın ve gümüş yerine, kâğıt para verilse ve yedinci günden sonra da verilse olur.
Sual: Dinimizde erkek çocuğu mu daha makbuldür? CEVAP Hayır, kız çocuğu daha makbuldür.
Sual: Evladımı red edebilir miyim? CEVAP Baba, akıl-baliğ olan oğlundan mesul olmayı red edebilir. Evlatlıktan red diye bir şey yok. Emr-i maruf yapmayı, tevbesini, ziyarete gelmesini, hediyesini ve vâris olmasını reddedemez. Red ettim dese de geçerli değildir.
Sual: Çocuk ne zamana kadar emzirilir? CEVAP Çocuğu, altı ay kadar anne sütü ile beslemek kâfidir. Mama yiyecek hâle gelinceye kadar emzirmek vacip, bundan sonra, iki yaşına kadar müstehap, iki buçuk yaşına kadar ise, caizdir. Bundan sonra emzirmek günahtır. (Redd-ül Muhtar)
Sual: Kaç yaşına gelen kız çocuğunun odasını ayırmak gerekir? CEVAP On yaşına gelen kız ve erkek çocuğun yatak odasını birbirinden ve ana-babanın odasından ayırmalıdır. (Hadika)
Sual: Çocuk, hanım ve mala fitne denir mi? Fitne ne demektir? CEVAP Fitne imtihan demektir. Anarşi, bozgunculuk, günah, şirk, bela, düşman ve daha başka manalara da gelir. Mal, hanım ve çocuklar hayırlı olmazsa bela olur, fitne olur. Hadis-i şerifte de buyuruldu ki: (Ya Rabbi, beni sevenlere, hayırlı mal ver! Bana düşmanlık edenlere de çok mal, çok evlat ver!) [İbni Asakir]
Çocuğu ve malı olan imtihan içindedir. İmtihanı kazanamazsa başı belaya girer, Cehenneme gider. Mal, çocuk ve hanım, cihad, namaz gibi ibadetlerden alıkoyabilir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Ey iman edenler, hanımlarınız ve çocuklarınızdan size düşman olanlar vardır. Onlardan sakının!) [Tegabün 14]
(Mallarınız ve çocuklarınız sizin için elbette bir fitnedir.) [Tegabün 15]
Buradaki fitne de imtihan ve benzeri manalardadır.
İnsan, genel olarak malını iyi yolda kullanmaz. Bu bakımdan malı kendisi için düşman olmuş olur. Aslında mal, kılıç gibi bir nimettir. İyi kullanılmazsa sahibini keser. Evlat da, bir nimet iken, iyi terbiye edilmezse, ana-babaları ile birlikte Cehenneme gider. Nimet, düşman olmuş olur. Çoğunluk bu imtihanı kazanmadığı için, mala, hanıma ve evlada fitne, düşman gibi tabirler kullanılmıştır. Mesela, İskoçyalılar, genelde cimri oldukları için, her İskoçyalıya cimri gözü ile bakılır. Belki de içlerinde çok cömert olanları da vardır. Kayserililer, gözü açık olarak bilinir. (Okur-yazar değilim ama Kayseriliyim) denir. Kayseri’de gözü açık olmayan da vardır. Hüküm ekseriyete göre verilir. Peygamber efendimiz, (Zenginleri ve kadınları Cehennemde gördüm) buyurmuştur. Halbuki Cennete gidecek zenginler ve kadınlar da çoktur. (Ramuz)
Sual: Çocuklara büyüklerin ellerini öptürmek caiz mi? CEVAP Salihlerin elini öpmeye alıştırmalı. Menduptur.
Sual: (Çocuklarım büyüyünce kâfir olacaksa, şimdiden ölsün) demek caiz midir?
CEVAP Caizdir.Hep hayır dua etmeye çalışmalıdır!
Sual: Kocamdan ayrıldım. Ondan olan oğlumu on yaşına kadar büyüttüm. Kötü olduğu için babasını tanıtmadım. Günah oldu mu? CEVAP Evet.
Sual: Beyimin ilk hanımından olan 5 yaşındaki çocuğunu, eve koymamaya hakkım var mı? CEVAP Küçük olduğu için hakkınız yoktur.
Sual: Toplumda, babası bilinmeyen, piç denilen çocuklar gün geçtikçe çoğalıyor. Ana-babalarının günahları bu çocuklara da yazılır mı? CEVAP Veled-i zinanın çoğalması, kıyamet alametidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ahir zamanda, veled-i zina [piç] çoğalır.) [Taberani]
Kâfir çocukları bile günahsız doğar. Ana-babanın günahını çocuğu çekmez. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Veled-i zina, babasının günahını çekmez. Hiç kimse, diğerinin günahını yüklenmez.) [Hakim]
Kur'an-ı kerimde de mealen buyuruldu ki: (Bir kimse, diğer kimsenin günahını çekmez.) [Necm 38]
Çocuğu sütten ayırmak
Sual: İki yaşına girmek üzere olan çocukları, üç aylarda sütten ayırmak ve bir kere ayırdıktan sonra tekrar süt vermek haram mıdır? CEVAP Hayır, haram değildir.
Çocuğu emzirmek
Sual: Anne, bebeğini emzirmek zorunda mıdır? CEVAP Hayır, ama ihsan ederek emzirmesi çok sevab olur. Annesi emzirmezse, babasının, sütanne tutması gerekir.
Evladın malından yemek Sual: Baba, oğlunun malından izinsiz yiyebilir mi? Evlat babasına bakmaya mecbur mudur? CEVAP
Eğer baba muhtaç değilse, cimri oğlunun malından izinsiz yiyemez, yemesi helâl olmaz. Cömert oğlunun malından, ihtiyacı olmasa da yemesi, helâl olur. (Hindiye)
Evlat, zengin babaya bakmaya mecbur değildir. Baba fakir, evlat zenginse, Müslüman ana babaya nafaka vermek farz olur.
Evlat da, baba da fakirse, yine babaya nafaka vermek farz değildir. Fakir olan evlat, fakir ana babasını kendi evine alıp, onlarla birlikte geçinirler. (Fetava-i Hayriyye)
Doğmamış çocuğa Sual: Çocuk doğmadan akika kesmek ve sadaka-i fıtrını vermek gerekir mi? CEVAP Hayır, gerekmez.
Analı babalı büyüsün Sual: Yeni doğan çocuk için (Allah analı babalı büyütsün) demek mahzurlu mudur? CEVAP
Mahzuru yoksa da, faydalı bir dua etmeli, mesela, (Allahü teâlâ, sâlih olarak büyümesini nasip eylesin) denebilir. Analı babalı büyür de, fâsık, eşkıya biri olabilir. Yani esas maksat, analı babalı büyümesi değil, iyi evlat olarak büyümesidir. İyi evlat olması için dua etmeli, sebeplere yapışmalıdır.
.
Boşanmada çocukların durumu
Sual: Erkek, hanımını boşarsa, çocukları yetiştirmek dinen kimin hakkıdır? CEVAP Ayrılıkta, çocuğu yetiştirmek, başkasıyla evli olmayan annenin hakkıdır. Anadan sonra, anneanneye, sonra babaanneye verilir. Bundan sonra kız kardeşe, sonra teyzeye verilir.
Çocuk kimde olursa olsun, nafakasını babası verir. Kadın fakirse, çocukla birlikte yiyebilir. Babası yoksa çocuğun malından sarf edilir. Malı da yoksa nafakayı kendilerinin vermeleri vacib olur.
Küçük kızı, başkasıyla evli olan annesi, annesinin teyzesi ve halası isteseler, annesinin teyzesine verilir. Oğlan yedi yaşına gelince, kız büluğa erince babasına zorla verilir. Babası yoksa fâsık olmayan, baba tarafından akrabaları alabilir. (S. Ebediyye)
Ana baba hakkı önemlidir 02/01/2001. Hasan-ı Basri hazretleri, Kâbe'yi tavaf ederken sırtında yük olan bir
.Ana baba hakkı önemlidir 02/01/2001
Hasan-ı Basri hazretleri, Kâbe’yi tavaf ederken sırtında yük olan bir zat görüp (Niçin yükle tavaf ediyorsun) dedi. O kimse de, (Bu yük değil, babam. Bunu Şam’dan yedi defa getirip tavaf ettim. Çünkü, bana dinimi, imanımı öğretti. Beni islâm ahlâkı ile yetiştirdi.) dedi. Üstad o zata, (Kıyamete kadar böyle arkanda taşısan, bir defa kalbini kırmakla bu yaptığın hizmet boşa gider. Bir defa da gönlünü yapsan, bu kadar hizmete karşılık olur.) buyurdu.
Kâfir olan ana-babaya da hizmet etmek, nafakalarını vermek ve ziyaretlerine gitmek gerekir. Onları kiliseden de, meyhaneden de, sırtta taşıyarak geri getirmek gerekir. Ana-babaya iyilik ve ihsan, evlada farzdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ana-babasına iyilik eden evlat, Peygamberlerle beraber Cennete girer.) [İ. Rafii], (Ana-babasına iyilik edenin ömrü uzun, rızkı bereketli olur.) [İ. Ahmed], (En faziletli amel, vaktinde kılınan namazdan sonra ana-babaya iyiliktir.) [Müslim], (Sen de malın da babana aittir.) [İbni Mace], (Ana-babaya karşı gelmek büyük günahtır.) [Buharî], (Ana-babasına asi olan Cennete giremez.) [Nesâî], (Ana-babasına karşı gelenin ömrü bereketsiz ve kısa olur.) [İslâm Ahlâkı], (Allahın rızası ana-babanın rızasındadır.) [R. Nasihin], (Ana-babasını hizmetleriyle razı eden, Allahı razı etmiş olur, onları gazaplandıran, Allahı gazaplandırmış olur.) [İbni Neccar], (Ana-babaya ihsan, bedbahtlığı saadete çevirir, ömrü uzatır ve kötü ölümden korur.) [Ebu Nuaym],
Ana-baba zâlim de olsa, onlara karşı gelmek, onlarla sert konuşmak caiz değildir.
(Anam-babam çok şefkatsiz, onlara nasıl itaat edeyim) diyen bir kimseye, Resulullah efendimiz buyurdu ki: (Anan seni 9 ay karnında gezdirdi. 2 yıl emzirdi. Seni büyütünceye kadar koynunda besledi ve sakladı, kucağında gezdirdi. Baban da seni büyütünceye kadar birçok zahmete katlandı. İdare ve maişetini temin etti. Sana dinini, imanını öğretti. Seni islâm terbiyesi ile büyüttü. Şimdi nasıl olur da, şefkatsiz olurlar? Bundan daha büyük ve kıymetli şefkat olur mu?) [Ey Oğul İlm.]
Bir zat, (Ya Resulallah, ana-baba, evladına zulmetse de rızalarını almak gerekir mi) diye sorunca, cevaben 3 defa (Evet zulmetseler de rızalarını almayan Cehenneme girer) buyurdu. (Beyhekî)
Ana-baba kötü bile olsa, yine onlarla iyi geçinmelidir! Ziyaretlerini terk etmek büyük günahtır. Hiç olmazsa, selam göndererek, tatlı mektup yazarak, telefon ederek, bu günahtan kurtulmalıdır!
Hz. Musa, Allahü teâlâdan 9 defa nasihat istedi. Hepsinde de, ana-babaya itaat etmesi emrolundu.
Babasına asi gelen, çocuğundan mürüvvet göremez, muradına kavuşamaz, ailesi ile geçinemez, evinin tadı bozulur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ana-babaya itaat, Allaha itaattir, onlara asi olmak, Allaha asi olmaktır.) [Taberânî] , (Rabbin rızası, ana-babanın rızasında, gazabı da, ana-babanın gazabındadır.) [Buharî], (Ana-babasını razı eden mümine cennetten iki kapı, üzene de cehennemden iki kapı açılır.) [Beyhekî], (Ana-babasını razı eden mümin, Cehenneme girmez, inciten de Cennete girmez.) [Şira], Cihad için izin isteyen birine Peygamber efendimiz, ana-babasının sağ olduğunu öğrenince, (Burada kal, onlara hizmet et, onlara hizmet cihaddır.) buyurdu. (Buharî) Cihada gitmek için gelen başka birisine de buyurdu ki: (Annenin yanından ayrılma! Cennet onun ayağı altındadır.) [Nesâî]
Hasan-ı Basri hazretleri buyurdu ki: (Âlim bir evladın ana babası kâfir olsa, kuyudan su çekmeleri için ona muhtaç olsalar, o da birkaç kova çektikten sonra öf dese, bütün amellerinin sevabı yok olur.)
.
İmândan sonra birinci vazifemiz ana-babanın kalbini kırmamaktır. Onlar ne kadar kötü olsalar da, yine her şeyin üstünde hakları vardır. Onların kalbini kıranın ibâdeti kabûl olmaz. Müslüman doğmamıza ve müslüman yetişmemize sebep olan ana-babamızın kalbini kırarsak Cennete girmemiz düşünülebilir mi? Onlar bize hakâret etse de, yalvararak gönüllerini almamız lâzımdır. Müslüman ana-babamız, bizden râzı olmadıkça, Allahü teâlânın sevdiği kulu olmamız çok zordur.
İmâm-ı Nesefî hazretleri bildiriyor ki:
Ana-babanın evlâdı üzerinde seksen kadar hakkı vardır. Kırkı sağlığında, kırkı vefâtından sonradır. Sağlığında olan kırk haktan onu bedenle, onu dil ile, onu kalb ile, onu da para iledir.
.
(Ana-babasına iyilik edene müjdeler olsun! Allah Onun ömrünü uzatır.) [Buhârî]
(Cihâd, fîsebîlillah [Allah yolunda] sadece kılıç sallamak değildir. Ana-babaya veya evlâda bakmak da cihâddır. Ele muhtâç olmamak için çalışmak da cihâddır.) [Deylemî]
Hasan-ı Basrî hazretleri, Kâ'beyi tavâf ederken sırtında yük olan bir zât görüp der ki:
- Niçin yükle tavâf ediyorsun?
- Bu yük değil, babamdır. Bunu Şam'dan yedi defa getirip tavâf ettim. Çünkü, bana dînimi, îmânımı öğretti. Beni islâm ahlâkı ile yetiştirdi. Bendeki hakkı büyüktür.
- Kıyâmete kadar böyle arkanda taşısan, bir defa kalbini kırmakla bu yaptığın hizmet boşa gider. Bir defa da gönlünü yapsan, bu kadar hizmete karşılık olur.
Anneye hürmet ve hizmet, babadan önce gelir. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Anneye yapılan iyiliğin ecri iki mislidir.) [İ.Gazâlî]
(Önce, annene, sonra babana, kızkardeşine, erkek kardeşine ve sırası ile diğer yakınlarına iyilik et!) [Nesâî]
(Veysel Karânî'nin kavuştuğu bütün ihsân ve dereceler, anasına yaptığı iyilik sebebiyledir.) [R.Nâsihîn]
Her peygamber, kendi annesinden de üstündür. Buna rağmen, peygamberler de, annelerine hürmet ve hizmet etmişlerdir. Görüldüğü gibi, dünya ve âhiret rütbesi ne kadar yüksek olursa olsun, müslüman ana-babaya hürmet ve hizmet şarttır. Hattâ kâfir olan ana-babaya da hizmet etmek, nafakalarını vermek, ziyâretlerine gitmek lâzımdır. Küfre sebep olan şeyleri yaptıracaklarından korkulursa, ziyâretlerine gidilmez. (Bezzâziyye)
Ana-babaya iyilik, ihsân ederek, onların yaptıklarına karşılık şükretmelidir. Kur'ân-ı Kerîmde ana-babaya şükredilmesi emredilmiştir. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Allahü teâlânın rızâsı, ana-babanın rızâsında, gadabı da, ana-babanın gadabındadır.) [Tirmizî]
Birgün Peygamber efendimizin huzûruna bir kimse gelerek dedi ki:
- Yâ Resûlallah! İzin verirseniz sizinle beraber gazâya gelip cihâd etmek istiyorum.
- Anan-baban var mı?
- Evet var.
- Onların yanında bulun! Senin cihâdın, onlara hizmet etmektir. (Müslim)
Annesini sırtına alıp Kâ'be-i muazzama'yı tavaf eden bir kimse, Abdullah ibni Ömer hazretlerine dedi ki:
- Efendim, annemi, böyle sırtıma alıp, Kâ'be-i muazzama'yı tavaf ettiriyorum. Acaba annemin hakkını ödemiş olur muyum?
- Annenin hakkının yüzde birini bile ödeyemezsin. Ancak iyi muâmele eder ve güzel bakarsan, yapacağın en küçük bir hizmete, çok büyük sevâb verilir.
Enes bin Mâlik hazretleri şöyle anlatır:
Peygamber efendimiz zamanında Alkame isminde bir genç vardı. Hep ibâdet ile meşgûl olur, yaz-kış oruç tutardı. Bu genç hastalandı. Fakat dili tutulup birşey söyleyemiyordu. Durumdan Resûlullah efendimiz haberdâr edildi. Peygamber efendimiz, Hz.Ali ile Ammâr bin Yâsir hazretlerini gönderdi. Onlar, gence Kelime-i Şehâdet telkîn ettikleri hâlde, genç söyleyemiyordu. Peygamber efendimiz, Bilâl-i Habeşî hazretleri vâsıtası ile durumdan haberdâr edildi. Peygamber efendimiz, yanında bulunanlara şöyle sordu:
- Alkame'nin ana-babası var mı?
- Yâ Resûlallah, ihtiyâr bir annesi var.
- Annesini buraya getirin!
Annesi gelince, Peygamber efendimiz buyurdu ki:
- Alkame'ye ne oldu?
- Yâ Resûlallah, Alkame çok iyidir. Hep ibâdet ile meşgûl olur. Ama ben ondan râzı değilim. Çünkü o, hanımının rızâsını, benim rızâmdan üstün tutmaktadır.
- Dilinin tutulması bu yüzdendir. Ona hakkını helâl et de dili açılsın!
Bunun üzerine Peygamber efendimiz, (Ey Bilâl! Eshâbı çağır, odun getirsinler. Alkame'yi yakalım. Çünkü annesi, ondan râzı değildir) buyurdu. Kadıncağız bunları işitince dedi ki:
- Yâ Resûlallah, oğlumu benim gözümün önünde mi yakacaksınız? Kalbim buna nasıl dayanabilir?
- Cehennem ateşi, dünya ateşinden çok daha kızgın ve yakıcıdır. Sen ondan râzı olmadıkça, onun hiçbir tâ'ati makbûl değildir.
Kadıncağız bunları işitince ağlamaya başlayıp dedi ki:
- Yâ Resûlallah, ben ondan râzı oldum, hakkımı helâl ettim.
Böyle söyledikten sonra oğlunun yanına gitti ve oğlunun sesini duydu. Kelime-i şehâdeti rahatlıkla söylüyordu. Aynı gün vefât etti. Cenâze hazırlıkları yapılıp defnedildi. Definden sonra Resûlullah efendimiz, Eshâb-ı kirâma hitâben buyurdu ki:
(Hanımını annesinden üstün tutana, Allahü teâlâ ve melekler la'net eder.) [R.Nâsıhîn]
2- Ana-babaya iyilik ve ihsân, evlâd üzerine farzdır. Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(Ana-babadan biri veya ikisi yaşlanınca usanıp da öf deme! Ağır söz söyleme! Onlarla yumuşak ve tatlı konuş!) [İsrâ 23]
(Allahtan başkasına kulluk etmeyin, ana-babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere iyilik edin, insanlarla güzel güzel konuşun, namazı kılın, zekâtı verin.) [Bekara 83]
Peygamber efendimize, Lokman sûresinin (Dünyada ana-babanla iyi geçin) meâlindeki 15. âyet-i kerîmesinin açıklaması sorulduğunda şöyle buyurdu: (Onlarla iyi geçinmek demek;
1- Aç iseler, yemek vermek.
2- Elbiseleri yoksa elbise yapmak.
3- Hizmete muhtâç iseler, onlara hizmeti cana minnet bilmek.
4- Çağırdıklarında, buyurun deyip yanlarına gitmek ve onlara hep iyilik etmek.
5- Bir iş buyurduklarında emirlerini yerine getirmek, günah olan emirler yerine getirilmez.
6- Onlarla konuşurken tatlı ve yumuşak hitâb etmek.
7- Onları isimleri ile çağırmamak.
8- Onlarla bir yere giderken arkalarından gitmek.
9- Kendi için sevdiği şeyi, onlar için de sevmek.
10- Kendine duâ ederken, onlara da duâ etmek.) [R.Nâsıhîn]
Hadîs-i Şerîflerde buyuruldu ki:
(Ana-babasının ihtiyâcını karşılamak veya onları insanlara muhtaç etmemek için çalışan kimse, fîsebîlillah [Allah yolunda] çalışıyor demektir.) [Taberânî]
(Ana-babaya ihsânda bulunmak ve akrabayı ziyâret etmek şekaveti saâdete çevirir, ömrü artırır ve insanı fena ölümden korur. [Ebû Nuaym]
(Ömrünün uzun, rızkının bereketli olmasını istiyen, ana-babasına iyilik etsin, sıla-i rahim yapsın!) [İ. Ahmed]
(Evlâd, babasının hakkını hiçbir sûretle ödeyemez. Ancak onu köle olarak bulur ve sonra da satın alarak âzâd ederse, ancak o zaman hakkını ödemiş olabilir.) [Müslim]
(İffetli olursanız, kadınlarınız da iffetli olur. Ana-babanıza ihsân ederseniz, çocuklarınız da size ihsân eder!) [Taberânî]
(Annenin duâsı, en çabuk kabul olan duâdır.) [İ.Gazâlî]
(Ana-babaya iyilik etmek, namaz, oruç, hac ve cihâddan daha üstündür.) [İ.Gazâlî]
(Evlâdının iyiliğini görmesi için, ona yardım eden babaya, Allah merhamet etsin.) [İbni Hibbân]
Bir kimse gelip dedi ki:
- Yâ Resûlallah, büyük bir günâh işledim. Tevbem kabûl olur mu, ne yapmam lâzımdır?
Peygamber efendimiz buyurdu:
- Annen var mı?
- Hayır yok.
- Teyzen var mı?
- Evet var.
- Öyle ise ona iyilik et! (Tirmizî)
Allahü teâlâ, Hz. Mûsâ'ya vahyetti ki:
(Ana-babasına itâ'at edip bana isyân edeni iyilerden yazarım. Bana itâ'at edip ana-babasına isyân edeni ise kötülerden yazarım.) [İ.Gazâlî]
Bu konudaki hadîs-i şerîflerden birkaçı şöyle:
(Ana-babasını üzen ve sıla-i rahmi terk eden, Cennetin kokusunu duyamaz.) [Taberânî]
(En üstün amel, vaktinde kılınan namaz ve ana-babaya iyiliktir.) [Müslim]
(Ana-babasının rızâsını alan mü'mine Cennetten iki kapı açılır. Onları üzene ise Cehennemden iki kapı açılır.) [Beyhekî]
(İlim öğrenen talebe, kocasına itâ'at eden kadın, ana-babasına iyilik eden evlâd, Peygamberlerle beraber hesâbsız olarak Cennete girer.) [İ.Râfi'î]
(En fazîletli amel, vaktinde kılınan namazdan sonra ana-babaya iyiliktir.) [Müslim]
(Ana-babaya ihsân, bedbahtlığı saâdete çevirir, ömrü uzatır ve insanı kötü ölümden korur.) [Ebû Nuaym]
(Ana-babanıza ihsân ederseniz, çocuklarınız da size ihsân eder.) [Taberânî]
(Ömrünün uzun ve rızkının ziyâde olmasını istiyen, ana-babasına ihsânda bulunsun ve akrabasını yoklasın!) [İ.Ahmed]
(Ebrâra "ebrâr" denmesi: Ana-baba ve cocuklarına iyilik etmelerindendir. Ana-babanın senin üzerinde hakkı varsa, çocuklarının da senin üzerinde hakkı vardır.) [Taberânî]
(Allah katında en fazîletli amel, vaktinde kılınan namaz, anaya-babaya ihsân ve Allah yolunda cihâddır.) [Buhârî]
(İnsanlar içinde en büyük hak sahibi, erkeğin üzerine annesi, kadının üzerine de kocasıdır.) [Hâkim]
(Sadaka veren kimse, neden müslüman olan ana-babasının ruhu için vermez? Halbuki böyle yaparsa, verdiği sadakanın sevâbı, onların rûhuna gideceği gibi, onlardan bir şey eksilmemek şartı ile, onların sevâbı gibi bir sevâb da kendisine yazılır.) [Taberânî]
(Üç zümreye Cehennem ateşi dokunmaz: Bunlar, kocasına itâ'at eden kadın, ana-babasına iyilik eden evlâd ve insanlara merhamet eden kimsedir.) [R.Nâsıhîn]
(Ana-babasını küstürmüş olduğu hâlde, sabahlıyan kimseye Cehennemden iki kapı açılır. Bu halde akıllanmıyana da aynı şekilde Cehennemden iki kapı açılır. Bunlardan bir tanesi hayatta olur da, onun rızâsını almaz ve onu küstürürse, kendisini Cehenneme götüren bir kapı açılır. Ana-babası kendisine zulmetseler de, zulmetmeseler de, böyledir.) [Beyhekî]
Görüldüğü gibi ana-baba, zâlim de olsalar, kendisine zulmetseler de evlâd, onları küstürmemelidir.
Ana-babanın veya hiç kimsenin günâh olan emirleri yapılmaz. Ana-babanın yemeklerinde harâm karışmış olduğu şüpheli bile olsa, ana-baba bu yemekten yemesi için evlâdını zorlasa, evlâdın o yemekten yemesi lâzımdır. Çünkü şüpheli şeylerden kaçınmak vera', ana-babanın rızâsını almak ise vâcibdir.
Yemen'den bir kişi gelip dedi ki:
- Yâ Resûlallah, cihâda gitmek istiyorum.
- Yemen'de anan-baban var mı?
- Evet var yâ Resûlallah.
- Cihâda gitmene izin verdiler mi?
- Hayır vermediler yâ Resûlallah.
- Ana-babana git, izin iste! Müsâade ederlerse cihâda git! İzin vermezlerse, onlara hizmet et! Çünkü îmândan sonra, Allahü teâlânın rızâsına kavuşturucu amellerin en üstünü, ana-babaya iyilik ve ihsândır.) (İ.Ahmed)
Yine cihâda gitmek için gelen bir kişiye Peygamber efendimiz buyurdu ki:
- Annen var mı?
- Evet var yâ Resûlallah.
- Onun yanına git! Cennet onun ayakları altındadır. (Taberânî)
Bir kişi, hicret etmek için Peygamber efendimize dedi ki:
- Anne ve babamı ağlatarak geldim yâ Resûlallah.
- Hemen git, onları ağlattığın gibi güldür! (Ebû Davud)
Bir zât suâl etti ki:
- Yâ Resûlallah cihâda gitmek istiyorum.
- Annen var mı?
- Evet var.
- Ona hizmet et, Cenneti, onu râzı etmekle kazanırsın! (Taberânî)
Cihâda gitmek için gelen başka birisine de, (Annenin yanından ayrılma! Cennet onun ayağı altındadır) buyuruldu. (Nesâî)
Mûsâ aleyhisselâm dedi ki:
- Yâ Rabbî, Cennetteki arkadaşım kimdir?
- Filân yerde bir kasap vardır. Senin Cennetteki arkadaşın odur.
Mûsâ aleyhisselâm, tarif edilen yere gitti. Güneş batıncaya kadar orada kaldı. Akşam olunca, kasap, bir parça et alıp, çantasına koydu. Kasap akşam evine giderken, Mûsâ aleyhisselâm sordu:
- Ey genç, misâfir kabul eder misin?
- Evet memnuniyetle...
Beraber gittiler. Eve gelince, genç, bu etten güzel bir yemek pişirdi. Sonra evin tavanına asılı duran bir zenbili indirdi. İçinde çok yaşlı, zaif, güçsüz bir kadın vardı. Onu zenbilden çıkardı. Bir kaşık alıp doyuncaya kadar ağzına yemek koydu. Sonra elbisesini değiştirdi. Tekrar zenbile yerleştirdi. Bu esnâda kadının dudakları kımıldadı. Sonra kasap zenbili alıp tavana astı. Bunları gören Mûsâ aleyhisselâm sordu:
- Bu kadın kim, ona ne yaptın?
- Bu benim annemdir. Çok yaşlandı.Takati kalmadı. Oturacak halde de değildir. Çarşıdan gelince, onu doyurup altını değiştirmeden kendim bir şey yemem.
- O esnâda annenizin dudaklarının kımıldadığını gördüm. Bir şey mi söylüyordu?
- Gözün aydın olsun, Mûsâ Peygamber benim ve Cennetteki arkadaşım da sensin. (Şir'a)
İbni Abbâs hazretleri, "Ana-babana karşı, kusurlu, güçsüz, aşağı bir kölenin, sert kaba efendisine karşı bulunduğu hâl içerisinde ol" buyururdu.
Hasan-ı Basrî hazretleri de buyurdu ki:
(Âlim bir evlâdın ana-babası kâfir olsa, kuyudan su çekmeleri için ona muhtaç olsalar, o da birkaç kova çektikten sonra öf dese, öf demesi sebebiyle bütün amelleri yok olur.)
Ana-babasını beğenmiyerek ben onların oğlu, kızı değilim dememelidir! Çünkü Resûlullah efendimiz, (Annem-babam onlar değildir diyene, Allahın, meleklerin ve bütün insanların lâ'neti olsun. Allahü teâlâ böyle diyenin farz ve nâfilelerini kabûl etmez) buyurdu. (Şir'a)
Mûsâ aleyhisselâm, Allahü teâlâdan dokuz def'a nasîhat istedi. Hepsinde de Cenâb-ı Hak, ana-babaya itâ'at etmesini istiyerek, (Ana-babasına iyilik edenleri, dünyada sevdiklerim arasına alırım. Kabirde onlara arkadaş olur, mahşerde merhamet ederim. Sırâtı geçirir, Cennette onlarla vâsıtasız konuşurum. Ana-babasına âsî olan, Peygamberler gibi çok amel etse, amelini kabûl etmeyip, onu Cehenneme atarım. Ana-babasına itâ'at edeni de, bana karşı kusurlu olsa da, affederim) buyurdu.
Buhârî'deki hadîs-i şerîfte özetle deniyor ki:
Eski ümmetlerden üç kişi yolculuğa çıkarlar. Geceyi geçirmek üzere bir mağaraya girince dağdan bir kaya parçası yuvarlanarak mağaranın ağzını kapatır. "Bizi bu kayadan ancak iyi amellerimizi dile getirerek Allah'a yapacağımız duâ kurtarabilir" derler.
İçlerinden biri şöyle dedi:
Anam-babam çok yaşlı idi. Onları doyurmadan çoluk çocuğumu ve hayvanlarımı doyurmazdım. Birgün, odun toplamak için uzaklara gitmiştim. Geç vakte kadar da dönemedim. Akşam içecekleri sütü, getirdiğimde anamla babam uyumuşlar. Onlara sütlerini içirmeden önce çoluk çocuğumun ve hayvanlarımın karınlarını doyurmazdım. Çocuklar da, yanımda ağlıyorlardı. Çanak elimde tanyeri ağarıncaya kadar onların uyanmalarını bekledim. Anamla babam uyanıp sütlerini içtiler. "Ya rabbî bunu senin rızan için yapmışsam buradan bizi kurtar."
Kaya biraz açıldı. Fakat çıkmak mümkün değildi.
Diğeri her türlü imkân varken çok sevdiği amcasınının kızı ile zinâ etmediği ve kıza verdiği 120 dinar altını almadığı olayı hatırlayıp, (Yâ rabbî, bunları senin rızan için yapmışsam bizi buradan kurtar) dedi. Kaya biraz daha açıldı. Ancak yer çıkabilecekleri kadar değildi.
Üçüncüsü şöyle dedi:
Çalıştırdığım işçilerden biri ücretini almadan gitmişti. Ben de onun ücretini ürettim. Öyle ki, bundan birçok mal meydana geldi. Bir müddet sonra bana gelip ücretini istedi.
(Şu gördüğün develer, sığırlar, koyunların hepsi senin ücretinden üremiştir, al götür) dedim.
O da (benimle alay etmiyorsun ya) dedi. Ben de (hayır, alay etmiyorum, doğrusu bu) deyince, malların hepsini alarak götürdü. Bana hiçbir şey bırakmadı. (Yâ rabbî bunu senin rızan için yapmışsam, içinde bulunduğumuz şu belâdan bizi kurtar.)
Bunun üzerine kaya tamamen açıldı. Onlar da mağaradan çıkarak yollarına devam ettiler.
Ana-babaya karşı alçak gönüllü olmalı, yaşadıkları müddetçe onlara hizmet etmeli ve bununla onların rızâlarını kazanmalıdır. Hz.Hüseyn'in oğlu Alî, edeblerini gözetemem endişesiyle, ana-babasıyla yemek yemekten çekinirdi.
Ana-babasını râzı eden kimse için, Cennette iki kapı açılır. Bir kimsenin ana-babası zâlim olsalar dahi onlara karşı gelmek onlarla sert konuşmak câiz değildir. Çeşitli vesilelerle, onların elleri öpülüp, duâları alınmalı, haklarını helâl ettirmelidir.
Bu vesilelerden biri de bayramlardır. Bayramlarda, ana-babaya çeşitli hediyeler alıp, bayramları tebrik edilerek, hakları helâl ettirilmeli ve duâlarını almalıdır! Arada kırgınlıklar varsa bu vesile ile giderilmelidir. Allahü teâlâ buyurdu ki:
- Yâ Mûsâ, günahlar içinde bir günah vardır ki benim indimde çok ağır ve büyüktür. O da, ana-baba evlâdını çağırdığı zaman emrini dinlememesidir. (Ey Oğl. İlm.)
Ana-baba, kızıp birşey söylediği zaman onlara karşılık vermemelidir. Emrettikleri şeyleri bir an önce yapıp onların duâsını almalıdır. Onların üzülüp bedduâ etmelerinden korkmalıdır. Yanlış bir iş yapıp onları üzünce hemen ellerine sarılıp özür dilemelidir. İnsanın saâdeti ve felâketi onların kalblerinden gelen ve ağızlarından çıkacak olan sözdedir. Atılan ok tekrar geri gelmez. Onlar hayatta iken kıymetini bilip, hayır duâlarını almak lâzımdır. Vefâtlarından sonraki pişmanlık fayda vermez. Onlar hayatta iken ne yapıp yapıp onları memnun etmelidir.
Soğuk bir kış gecesinde, Bâyezid-i Bistâmi hazretleri küçükken annesi ile yatsı namazını kılıp yatmıştı. Gece yarısına doğru annesi uyandı. Çok susamıştı. Oğluna seslendi:
- Oğlum, bir bardak su verir misin?
Hemen yatağından fırlayan, küçük Bâyezid, su testisine baktı. Fakat içinde su yoktu. Annesine:
- Anneciğim, testide su yok ben hemen doldurup geleyim, dedi.
Koşarak dışarı çıktı. Her yer buz ile kaplıydı. Zorlukla testiyi doldurup geri döndü. Fakat, geri dönene kadar annesi tekrar uyumuştu. Annesini uyandırmaya kıyamadı. Elinde su dolu bardak ile, annesinin baş ucunda beklemeye başladı. Hava çok soğuk olduğu için, bir müddet sonra soğuktan titremeye başladı. Buna rağmen, bardağı bırakıp yatmadı. Annesinin uyandığında, "Hani su" diyerek üzüleceğinden korkuyordu. Anesini üzmemek için, her türlü sıkıntıya katlanmaya râzı idi. Elinde su bardağı saatlerce ayakta annesinin uyanmasını bekledi. Nihayet, annesi, "su, su" diye mırıldanmaya başladı. Hemen, "buyur anneciğim, suyun hazır" dedi. Annesi daha ilk sözünde suyun hazır olmasını anlıyamadı. Oğluna sordu:
- Oğlum ne çabuk getirdin?
- Anneciğim, daha önce uyandığında, su istemiştin. O zaman su olmadığı için, testiyi doldurmaya gittim. Geldiğimde senin daldığını gördüm. Uyanmanı bekledim.
Oğlunun bu kadar, sadakatli olduğuna çok sevinen annesi sevinçten ağladı. Allahü teâlâ kendisine böyle bir oğul ihsân ettiği için şükretti:
- Yâ Rabbî ben oğlumdan râzıyım, sen de râzı ol, dedi.
Annesinin duâsı sebebiyle, Bâyezid-i Bistâmî hazretleri, evliyâlıkta yüksek derecelere kavuştu. Allahü teâlânın sevgili kulu oldu.
Kendisine sordular:
- Bu derecelere nasıl kavuştunuz?
- Annemin rızâsını almakla...
Anne hakkı önemlidir. Anneye hürmet ve hizmet, babadan önce gelir. Biri, suâl etti ki:
- Yâ Resûlallah, insanlar içinde iyilik etmeme en lâyık olan kimdir?
- Annendir.
- Sonra?
- Annendir.
- Daha sonra?
- Babandır. (Buhârî, Müslim)
Başka bir hadîs-i şerîfte de, (Önce, annene, sonra babana, kızkardeşine, erkek kardeşine ve sırası ile diğer yakınlarına iyilik et) buyuruldu. (Nesâî)
Üstünlük başka, hakkı olmak, iyiliğe lâyık olmak başkadır. Anne, kâfir bile olsa ona iyilik etmelidir! Bir kimse (Yâ Resûlallah, annem müşriktir. Ona iyilik etmem câiz midir?) diye sorunca, (Evet annene iyilik ve ihsânda bulun) buyurdu. (Ebû Dâvüd)
Îmânlı olup, Cehennemden en son çıkacaklar Allah yolunda olan ana-babasının islâmiyete uygun olan emirlerine âsî olanlardır. Allahü teâlâ buyurdu ki:
- Yâ Mûsâ, ana-babasını râzı eden beni râzı etmiş olur. Ana babasını râzı edip bana âsî olan kimseyi dahi iyilerden sayarım. Ana-babasına âsî olan, bana mûtî [itâatkâr] olsa bile, onu fenâlar tarafına ilhâk ederim. [Ey Oğul ilm.]
Hz.Muâz, Resûlullah efendimize sordu:
- Minbere çıkarken üç kere âmin demenizin sebebi nedir?
- Cebrâil aleyhisselâm geldi "Ramazan ayına yetiştiği halde [günahları] mağfiret olunmadan ölen kimse ateşe girsin" dedi. Ben de âmin dedim. Sonra "yanında senin adın anıldığı halde sana salevât getirmiyen kimse ateşe girsin" dedi. Ben de âmin dedim. Daha sonra "ana-babasına veya ikisinden birine yetiştiği halde onların hakkını gözetmeden ölen, ateşe girsin " dedi. Ben de âmin dedim.) [İ.Neccâr]
3- Âsî olmamak, karşı gelmemek.
(Agâh olun, büyük günâhların en büyüklerini haber veriyorum. Bunlar Allaha şirk koşmak, ana-babaya âsî olmaktır.) [Buhârî]
(Allahü teâlâ, Kıyâmette üç zümreye rahmet nazarıyla bakmaz: Ana-babasına karşı gelen, içki içen ve yaptığı iyiliği başa kakan kimse.) [Buhârî]
(Ana-babaya karşı gelmek büyük günâhtır.) [Buhârî]
(Ana-babasına âsî olan Cennete giremez.) [Nesâî]
(Ana-babasına karşı gelenin ömrü bereketsiz ve kısa olur.) [İslâm Ahlâkı]
(Ana-babaya karşı gelmekten, isyân etmekten sakının! Ana-babasına âsî olan, Cennetin kokusunu alamaz.) [Deylemî]
(Allahü teâlâ, ba'zı günâhların cezâsını kıyâmete kadar geciktirir. Ana-babaya isyân bundan müstesnâdır.) [Hâkim]
Îmânı olanlardan Cehennemden en sonra çıkacak olanlar, Allahü teâlânın yolunda olan ana-babasının islâmiyyete uygun olan emîrlerine âsî olanlardır.
Ana-babanın ve hiç kimsenin, dine uymıyan emri yapılmaz. Fakat, ana-babaya, yine tatlı söylemek, onları incitmemek lâzımdır.
Ana-baba kâfir ise, onları kiliseden, meyhâneden, sırtta taşıyarak bile, geri getirmek lâzımdır. Fakat, oralara götürmek gerekmez. Ana-baba zâlim de olsa, onlara karşı gelmek, onlarla sert konuşmak câiz değildir.
(Anam-babam çok şefkatsız, onlara nasıl itâ'at edeyim) diyen bir kimseye, Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
(Anan seni dokuz ay karnında gezdirdi. İki yıl emzirdi. Seni büyütünceye kadar koynunda besledi ve sakladı, kucağında gezdirdi. Baban da seni büyütünceye kadar birçok zahmete katlandı. İdâre ve mâişetini temîn etti. Sana dînini, îmânını öğretti. Seni islâm terbiyesi ile büyüttü. Şimdi nasıl olur da, şefkatsiz olurlar? Bundan daha büyük ve kıymetli şefkat olur mu?) [Ey Oğul İlm.]
(Yâ Resûlallah, yaşlı anama elimle yedirip içiririm. Abdestini aldırır, sırtımda taşırım. Hakkını ödemiş olur muyum) diye soran kişiye buyurdu ki:
(Hayır yüzde birini bile ödemiş olamazsın. O sana, yaşaman için hizmet ediyordu, sen ise, ölümünü bekliyerek hizmet ediyorsun. Ancak Allahü teâlâ, bu az iyiliğine karşılık çok sevâb ihsân eder.) [R.Nâsihîn]
Bir zât, (Yâ Resûlallah, ana-baba, evlâdına zulmetse de rızâlarını almıyan Cehenneme girer mi) diye sorunca, cevaben 3 defa (Evet zulmetseler de rızâlarını almıyan Cehenneme girer) buyurdu. (Beyhekî)
Şu hâlde ana-baba zâlim olup, evlâda zulmetseler de, günâh işlemeyi emretseler de, yine onları üzmemeye, küstürmemeye çalışmalıdır! Günâh olan emirleri yapılmaz ama, yine de onları üzücü söz söylemek câiz olmaz. Ana-baba kötü bile olsa, yine onlarla iyi geçinmelidir! Ziyâretlerini terk etmek büyük günâhtır. Hiç olmazsa, selâm göndererek, tatlı mektûp yazarak, telefon ederek, bu günâhtan kurtulmalıdır!
Kur'ân-ı kerîmde 3 şey, 3 şeyle beraber bildirildi. Biri yapılmazsa, ikincisi kabûl olmaz. Peygambere itâ'at edilmezse, Allaha itâ'at edilmiş olmaz. Ana-babaya şükredilmedikçe, Allahü teâlâya şükredilmiş olmaz. Malın zekâtı verilmedikçe, namazlar kabûl olmaz. (Tefsîr-i Mugnî)
4- İtâ'at etmek, karşı gelmemek, günâh olmıyan emîrlerini yapmak.
Hadîs-i Şerîflerde buyuruldu ki:
(Ana-babaya itâ'at, Allaha itâ'attir, onlara âsî olmak, Allaha âsî olmaktır.) [Taberânî]
(Ana-babasını hoşnud eden, Allahı hoşnud etmiş, ana-basını kızdıran da, Allahı kızdırmış olur.) [İ.Neccâr]
Babasına âsî gelen kimse, çocuğundan mürüvvet göremez, murâdına kavuşamaz, âilesi ile geçinemez, evinin tadı bozulur. (Şir'a)
Hz. Ömer, oğlu Abdullah'ın bilmediği önemli bir sebepten dolayı hanımımdan ayrılmasını ister. Oğlu da, hanımını çok sevdiği için, bu sözü duymamış gibi hareket eder. Hz. Ömer sözünü dinlemediğini görünce, durumu Resûlullah efendimize bildirir. O da, (Ey Abdullah, babanın sözünü dinle, hanımını bırak) buyurur. (Tirmizî)
Ananın, babanın ve hocanın, harâm olan şeyleri emretmeleri hâlinde, bunlara isyân edilmez. Karşı gelinmez. Bu emirler, dinde günâh ve suç olmıyacak şekilde yapılır. Meselâ bir adama anası evlenme derse veya falanca kızı almıyacaksın veya âileni bırakacaksın derse veya falanca âlime gidip dinini öğrenmiyeceksin derse, bu sözleri islamiyyetin îcâp ettirdiği bir sebep ile değil ise, itâ'at îcâb etmez. Fakat, yine sert söylemek, karşılık vermek câiz değildir.
Ananın, babanın, hocanın, itâ'at lazım olmıyan emirleri, yapılmadığı zaman uygun bir şekilde özür dilemedir.
5- Sert bakmamak, şefkatle, sevgi ile bakmak. Hadîs-i Şerîflerde buyuruldu ki:
(Ana-babanın yüzüne sevgi ile bakmak ibâdettir.) [Ebû Nuaym]
(Ana-babanın yüzüne şefkatle bakana, kabûl olmuş bir hac sevâbı yazılır.) [İ.Rafiî]
(Huzurunda alıcı ile satıcı arasındaki köle gibi durmayan kimse babasının hakkını ödiyemez.) [İ.Gazâlî]
Evlâd, ana-babasına, merhamet ve sevgi ile bakınca ona, böyle bir bakışı için, kabûl edilmiş bir hac sevâbı verileceği bildirilince, oradakiler, (günde bin defa bakarsa da böyle sevâba kavuşur mu?) dediklerinde, Peygamber efendimiz, (Günde yüzbin defa baksa da) buyurdu. (Şir'a)
6- Üzmemek, incitmemek, rızâlarını kazanmak.
Allahü teâlânın rızâsı, dînine bağlı olan ana-babanın rızâsında, Allahü teâlânın gazabı, dînine bağlı olan ana-babanın gazabındadır. (Cennet ana-babanın ayağı altındadır) Ya'nî, sana dînini, îmânını öğreten ana-babanın rızâsındadır. (Şir'a)
Ana-baba çağırdığı zaman herhangi bir işle uğraşırsan, hemen onu terkedip, derhal ana-babanın emrine koşacaksın! Anan-baban sana kızıp bağırırsa, onlara sen birşey söyleme! Ananın-babanın duâsını almak istersen, sana emrettikleri işleri çabuk ve güzel yapmaya çalış! Bu işini beğenmeyip sana gücenmelerinden ve bedduâ etmelerinden kork! Sana darılır iseler, onlara karşı sert söyleme! Hemen ellerini öperek gazablarını teskin eyle! Ananın-babanın kalblerine geleni gözet! Zîrâ senin saadetin ve felâketin, onların kalblerinden doğan sözdedir. Anan-baban hasta ise, ihtiyâr ise, onlara yardım et! Saadetini onlardan alacağın hayır duâda bil! Eğer onları incitip, bedduâlarını alırsan, dünya ve âhıretin harâb olur. Atılan ok tekrar geri yaya gelmez. Onlar hayâtta iken, kıymetini bil!
Hasan-ı Basrî hazretleri Kâ'beyi ziyâret ve tavâf ederken arkasında bir zenbil ile tavâf eden bir zâta dedi ki:
- Arkadaş, arkandaki yükü koyup öyle tavâf etsen daha iyi olmaz mı?
O zât cevâben dedi ki
- Arkamdaki yük değil, babamdır. Bunu Şam'dan yedi defa buraya getirip tavâf eyledim. Çünkü, bana dînimi, imânımı bu öğretti. Beni islâm ahlâkı ile yetiştirdi.
- Kıyâmete kadar böylece arkanda getirip tavâf eylesen, bir defa kalbini kırmakla bu yaptığın hizmet boşa gider ve yine bir def'a gönlünü yapsan, bu kadar hizmete mukâbil olur.
Gaflet ve şaşkınlığa kapılarak ana-babanın kalbini kırarsan, derhal onların rızâsını almaya çalış, minnet eyle ve her ne yaparsan yap, onların gönlünü al! Ana-babanın evlâd üzerinde hakları çok büyüktür. Bunu dâimâ göz önünde tut!. (İslâm Ahlâkı)
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Ana-babasına âsî olan kimse, ne yaparsa yapsın Cennete giremez. Ana-babasına iyilik eden de, ne yaparsa yapsın, Cehenneme girmez.) [R.Nâsıhîn]
(Rabbin rızâsı, ana-babanın rızâsında, gazabı da, ana-babanın gazabındadır.) [Buhârî]
(Ana-babasının rızâsını alan mü'mine Cennetten iki kapı, üzene de Cehennemden iki kapı açılır.) [Beyhekî]
(Evlâda önce namazdan, sonra ana-baba hakkından sorulur. ) [R.Nâsıhîn]
(Ana-babasına âsi olana "İstediğin ibâdeti yap sana mağfiret etmem" denir ve sâdık olana da, "Bildiğini yap seni mağfiret ederim" denir.) [Ebû Nuaym]
Ana-babayı üzmek, onlara eziyet etmek büyük günâhtır. Ana-babanın veya hiç kimsenin günâh olan emîrleri yapılmaz. Ana-babanın yemeklerinde harâm karşılığı olduğu şüpheli olsa, ana-baba bu yemekten yemesi için evlâdını zorlasa, evlâdın o yemekten yemesi lâzımdır. Çünkü şüpheli şeylerden kaçınmak vera', ana-babanın rızâsını almak ise vâcibdir. Fakat gayrı meşrû emîrleri dinlenmez. Meselâ onlar, (İçki iç, namaz kılma, yoksa senden râzı olmayız) deseler de, harâm olan şeyler yapılmaz. Çünkü (Hâlıka isyân olan işte, kula itâ'at edilmez) emri vardır. (Hâkim)
Bir insan, gaflet ve şaşkınlığa kapılarak, ana-babanın kalbini kırarsa, derhâl onların rızâsını almaya çalışmalı, yalvarmalı, onların gönlünü almalıdır. Ana-babanın evlâd üzerinde hakları çok büyüktür. Bunu dâima göz önünde tutarak, ona göre hareket etmelidir.
Evliyânın büyüklerinden birisi, nâfile hacca gitmek üzere yola çıktı. Bir ara Bağdat'a uğradı. Orada Ebû Hâzım-ı Mekkî hazretlerini ziyâret etti. O esnâda uyuyordu. Bir müddet bekledi. Uyandı ve o zâta dedi ki:
- Şimdi Resûlullah efendimizi rü'yâda gördüm. Bana, senin hakkında, (Annesinin hakkını gözetsin, bu, hac etmekten daha iyidir) haberini ulaştırmamı emretti. Bunun üzerine o zât geri döndü ve bütün hayatı boyunca annesine hizmet edip duâsına kavuştu.
7- İzinsiz sefere gitmemek. Onlardan izinsiz cihâda bile gitmek câiz olmadığı halde, ilim öğrenmek ve ilim öğretmek için gitmek câizdir. Peygamber efendimiz, (Ana-babasından biri hayatta olup da, rızâsını almıyan, Cehenneme girmeye müstehak olur) buyurunca, Eshâb-ı kirâmdan biri, (Yâ Resûlallah, ana-baba, evlâdlarına zulmetse de böyle mi?) diye sorunca, cevabında, üç defa (Evet zulmetseler de...) buyurdu (Beyhekî)
Hacca giderken, muhtâç olmıyan ana-babadan izin almak sünnettir.
Ana-baba muhtâç ise, izinsiz gitmek harâmdır. Ana-babası muhtâç olmıyan, onlardan izinsiz farz olan hacca gidebilir. Fakat nâfile olan hacca izinsiz gidemez. (R.Muhtâr)
Cihâd için izin isteyen birine Peygamber efendimiz, ana-babasının sağ olduğunu öğrenince,
(Burada kal, onlara hizmet et, onlara hizmet cihâddır.) [Buhârî]
Biri de, hicret etmek için gelip, (Yâ Resûlallah, ana-babamı ağlatarak geldim onları üzdüm.) dedi. Peygamberimiz, bu duruma üzülerek buyurdu ki:
(Hemen git, onları üzdüğün gibi sevindir!) [Ebû Dâvüd]
8- Saygıda, hürmette kusûr etmemek. Onları görünce ayağa kalkmak, yanlarına gitmek, onlar oturuncaya kadar ayakta durmak, izinsiz oturmamak lâzımdır. Otururken edebli oturmalı, ayağını uzatarak oturmamalı, bacak bacak üstüne atmamalıdır. Onlar bana bir şey demiyor diye bunları ihmâl etmemelidir! Babamız olmasa da büyüklere saygı gerekir. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Büyüğünü saymıyan bizden değildir.) [Tirmizî]
9- Onlarla yolda giderken, arkalarından gitmek. Zarûretsiz önlerinde yürümemek. Hz.Ali, ak sakallı bir ihtiyârın yaşından dolayı önüne geçmemiş, arkasından yürümüş ve böylece namaza geç kalmıştı. Cebrâil aleyhisselâm, Allahü teâlânın emri ile Peygamber efendimiz, rüküya eğilince, Hz. Ali'nin ilk rek'ata yetişmesi için belini tutmuştur. Ana-babanın arkasından yürümek ise elbette daha önemlidir!
10- Çağırınca, hemen kalkıp yanlarına gitmek, buyurun demek. Ana-baba çağırınca, farz namazı bozmak câiz olur ise de, ihtiyâç yoksa, bozmamalıdır. Sünnetler bozulur. Hadîs-i Şerîfte buyuruldu ki:
(Ana-babaya iyilik etmek, [nâfile] namaz, oruç, hac ve cihâddan daha üstündür.) [Şir'a]
.Dil ile Olan Hakları
1- Yumuşak söylemek, tevâzû etmek. Öf bile dememek. Hak teâlâ buyuruyor ki:
(Rabbin, yalnız kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine öf bile deme; ağır söz söyleme, onlarla yumuşak ve tatlı konuş, onlara acı, tevâzû kanadını gerip "Rabbim, küçükken beni yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et" diye duâ et.) [İsrâ 23, 24]
2- Konuşurken sesini, onların sesinden yüksek çıkarmamak. Eshâb-ı kirâm Peygam efendimizin yanında olduğu gibi, ana-babalarının yanında da yavaş konuşurlardı. Kurân-ı kerîmde meâlen buyuruluyor ki:
(Ey inananlar, seslerinizi, Peygamberin sesini bastıracak şekilde yükseltmeyin!) [Hücurât 2]
(Sesini alçalt, bil ki, seslerin en çirkini merkep sesidir.) [Lokman 19]
3- Yanlarında çok konuşmamak, edebi aşmamak. Başkalarının yanında bile çok konuşmak uygun değildir. Hadîs-i Şerîflerde buyuruldu ki:
Ana-baba, bildiğimiz şeyleri de anlatsa, (yine aynı şeyler mi) dememek, hiç duymamış gibi can kulağı ile dinlemek lâzımdır.
4- Kaba, dokunaklı ve argo söz söylememek.
(Çirkin konuşana Cennet harâmdır.) [Ebû Nu'aym]
(Çirkin sözlü olmak hayâsızlıktan ve münâfıklıktandır.) [Beyhekî]
(Çirkin konuşan ve hayâsı az olan, mü'min-i kâmil [imânı kuvvetli] değildir.) [Buhârî]
İki kardeşi olan biri, öteki kardeşini kastedip (Oğlun şunu yaptı. Ben yapsam kıyâmeti koparırdınız) veya (Anne torunu tepene çıkartıyor, çok şımartıyorsun. Söz dinletemiyoruz) gibi sözlerle ana-babayı üzmemelidir! Çocuklarını ana-babanın yanında dövmemeli, azarlamamalıdır! Böyle şeyler ana-babayı üzer.
5- Hanımını onlardan üstün tutmamak. Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Hanımını anasından üstün tutana la'net olsun! Bunun farz ve diğer ibâdetleri kabûl olmaz.) [Şir'a]
6- İsimleri ile çağırmamak, sözlerini kesmemek, sözlerinin arasına girmemek. Bilgiçlik taslamamak. Ana-baba yanlış da söylese, öyle değil diyerek itirâz etmemek.
7- Ana-babanın arasını açacak söz ve hareketlerden uzak durmak. Ana-baba ile oğul veya kızın arasını açacak işlerden uzak durmak. Gelinleri, ana-baba ile oğullarının arasını açacak sözlerden uzak tutmalıdır! Peygamber efendimiz, (Ana ile oğulun arasını açana la'net etsin) buyurmuştur. (Gunye)
8- Konuşurken, yap, yapma gibi ifâdeler kullanmamak. Yapar mısın gibi ricâda bulunmalıdır! Ana-babası günâh işliyen çocuk, bunlara bir defa nasîhat eder. Kabûl etmezlerse, susar. Onlara duâ eder!
(Ana-babanın çocuğuna ve mazlûmun zâlime olan bedduâları, reddolmaz.) [Tirmizî]
(Kendinize, evlâdınıza ve malınıza bedduâ etmeyin! Duâların kabûl olduğu bir saate rastlar da bedduânız kabûl olur.) [Müslim]
Ana-baba çağırdığı zaman herhangi bir işle uğraşırsan, hemen onu terkedip, derhal ana-babanın emrine koş! Anan-baban sana kızıp bağırırsa, onlara sen birşey söyleme! Ananın-babanın duâsını almak istersen, sana emrettikleri işleri çabuk ve güzel yapmaya çalış! Bu işini beğenmeyip sana gücenmelerinden ve bedduâ etmelerinden kork! Sana darılır iseler, onlara karşı sert söyleme! Hemen ellerini öperek gazablarını teskîn et! Ananın-babanın kalblerine geleni gözet! Çünkü senin saâdet ve felâketin, onların kalblerinden doğan sözdedir. Anan-baban hasta ise, ihtiyâr ise, onlara yardım et! Saâdetini onlardan alacağın hayır duâda bil! Eğer onları incitip, bedduâlarını alırsan, dünya ve âhiretin harâb olur. Atılan ok tekrar geri yaya gelmez. Onlar hayatta iken, kıymetini bil!
3- Sevinçlerine sevinmek. Bir şeye sevinince, (Ne iyi olmuş, hayırlı olsun) gibi sözlerle memnuniyetini bildirmelidir!
4- Üzüntülerine üzülmek, dertleri ile hemdert olmak. Bir şeye üzülmüşlerse, (Geçmiş olsun) diyerek ilgilendiğini, üzüldüğünü bildirmeye çalışmalıdır.
5- Çok söylemelerinden incinmemek. İncinse bile, kesinlikle incindiğini hissettirmemek.
6- Sitem ve cefâlarına kızmamak. Sözlerini hiç duymamış gibi hareket etmek.
7- Onlardan râzı olmak. Ne yapıp yapmalı, onların rızâlarını almaya çalışmalıdır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Allahın rızâsı ana-babanın rızâsındadır.) [R.Nâsihîn]
8- İncitmekten çok korkmak. İsrâ sûresinin 23. âyet-i kerîmesinde ana-babaya iyi davranmak, onlara yumuşak ve tatlı söylemek emredilmektedir. Gaflete düşüp ana-babanın kalbini kırarsan, derhal rızâlarını almaya çalış, yalvar ve ne yaparsan yap, onların gönlünü al!
9- Nazlanmamak. Aksine onların nazına katlanmalıdır! Çünkü ana-baba küçükken bizim çok nazımızı çektiler. Nazlanma sırasının onlarda olduğunu unutmamalıdır.
10- Sıkıntı görse de, ölseler de kurtulsak diye düşünmemek, çok yaşamalarını arzû etmek. Onlar, bizden çok sıkıntı gördükleri hâlde, yaşamamızı istemişlerdi. Îcâbında kendileri aç durup bizi doyurmuşlardı.
.Mal, Para İle Olan Hakları
Kendi malından, parasından onlara harcamalıdır. Çünkü ana-babasına harcadığından, verdiğinden kendisine suâl olunmaz.
1- Kendinden önce, onlara elbise almak. Kendi yiyeceğinden iyisini onlara vermek.
2- Uzakta iseler ziyâretlerine gitmek. Ana-baba ve mahrem akrabâları ziyâret etmek vâcibdir. Hiç olmazsa, selâm göndererek, tatlı mektûp yazarak bu günâhlardan kurtulmalıdır. Ziyârette sıra, ana, baba, evlâd, dede, nine, kardeş, amca, hala, dayı ve teyze şeklindedir. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Allaha ve Kıyâmet gününe inanan sıla-i rahm etsin!) [Buhârî]
3- Beraber yemek. Ayrı yemek onları üzer. Beraber yemek faydalıdır! Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Yemeği, toplu olarak yiyiniz; bereket topluluktadır.) [İbni Mâce]
4- Arzûlarını sormak, öğrenip yerine getirmek.
5- Evlerini temizlemek, boyamak, tamir etmek.
6- Para, mal vermek. İhtiyâçları olup da söyliyemiyebilirler. Bir kimse, (Yâ Resullah, babam elimdeki malımın bir kısmını almak istiyor) der. Peygamber efendimiz de, (Sen de, malın da babanındır) buyurdu. (İ.Mâce)
(Bir müslümana elbise giydiren, o elbiseden bir parça kaldığı müddetçe, Allahın hıfzı emânında olur.) [Hâkim]
Ana-babaya elbise vermek ise, daha sevabdır. Hem sıla-i rahm de yapılmış olur.
7- Malı, parayı onlara serbest etmek. Ne zaman isterseniz, malım, param size fedâ olsun demeli, bir kızgınlıkları varsa, bu yolla onları teskîn etmelidir. Ana-babaya harcanan paradan suâl olunmaz. Muhtâç olan ana-babaya yardım farzdır. Kur'ân-ı kerîmde buyuruluyor ki:
Kime infâk edeceğini soran zâta Resûlullah efendimiz, (Kendine, ana-babana, sonra hanımına ve çocuklarına, hizmetçine bundan sonrasını da artık sen bilirsin) buyurdu. (Nesâî)
Babası hasta olup, bakacak kimse bulunamazsa, kadın, kocasından izinsiz gidip hizmet eder. Zimmî baba da böyledir. Çocuk, zengin olan babasına bakmaya mecbûr değildir. (Bezzâziyye)
Zengin çocuğun, fakir olan ana-babasına nafaka vermesi farzdır. Fakir kimsenin, fakir babasına nafaka vermesi farz değildir. Fakir olan ana-babasını kendi evine alıp, birlikte otururlar. (Fetâvâ-i Hayriyye)
Ana-babadan birine iyilik edince öteki incinirse, babaya hürmet ve itâ'at etmeli, anaya hizmet, yardım ve ihsân etmelidir.
8- Ara sıra güzel yemek yapıp, da'vet etmek. Gönülleri ister de, belki söyliyemezler.
9- Dostlarını, dost bilip da'vet ederek gönüllerini almak. Düşmanlarından da uzak durmaya çalışmak.
10- Hastalandıkları zaman, tedâvileri ile meşgûl olmak, ilâç almak. Bir bakıcı, bir hizmetçi tutmak yerine, bizzat kendisi hizmet etmeye çalışmalıdır.
.Vefâtlarından Sonraki 40 Hak
1- Definlerinde erken davranmak.
2- Sünnet üzere yıkamak. Bu işi bilen iyi kimselere yıkatmalıdır.
3- Sünnet üzere kefenlemek.
4- Câiz olmıyan kefen yapmamak.
5- Sünnet olan sayıya dikkat etmek. Erkeklere 3 parçadan fazla yapmamak.
6- Kefende isrâf etmemek.
7- Helâl parasından kefen almak.
8- Cenâze namazını biliyorsa kendisi kıldırmak. Bid'at ehli kimselere kıldırmamak.
9- Onlara hep duâ etmek. Hadîs-i şerîfte (Ana-babasına duâ etmiyenin rızkı kesilir) buyuruldu. (Şir'a)
10- Toprağa kendisi koymak.
11- Mezârı kazan ve çalışanları memnûn etmek.
12- İyi ve sâlih kimselerin arasına defnetmek.
13- Kötülerin arasına gömmemek. Çünkü kötü komşudan onlara sıkıntı gelir. Hadîs-i şerîfte buyuruluyor ki:
(Ölülerinizi sâlih insanların arasına defnediniz! Çünkü hayattaki bir kimse kötü komşudan rahatsız olduğu gibi, ölü de, kötü komşudan rahatsız olur.) [Hâkim]
14- Kabrin üzerini balık sırtı gibi yapmak.
15- Kerpiç kullanmak.
16- Pişmiş tuğla kullanmamak. Çivi, tuğla gibi fırınlanmış şeyleri kabrin içinde kullanmak mekrûhtur. Kabrin üstünü, dışardan tuğla ve mermerle örtmek câizdir.
17- Toprağı başında sadaka vermek.
18- Kabir başında duâ etmek. [Sadakayı ve duâyı geciktirmemek. 40. ve 52. gece gibi bid'at olan işlerden uzak durmak.]
19- Borçlarını ödemek. Borcu ödenmiyen kimse, kabirde eli ve dili bağlı olur, konuşamaz. Hadîs-i şerîfte buyuruluyor ki:
20- Telkîni kendi vermek. Hadîs-i şerîfte buyuruluyor ki:
(Ölü, toprakla örtülünce, biriniz kabrin başında telkin versin! Çünkü o vefât eden kimse, "Bizi irşâd et de Allah da sana rahmet etsin" der. Fakat siz bunu duyamazsınız. Telkin veren, "Dünyadan çıkarken, Allahın birliğini, Muhammed aleyhisselâmın O'nun kulu ve Resûlü olduğunu, Allahı Rab, İslâmiyeti din, Kur'ân-ı İmâm kabûl ettiğini hatırla!" desin!) [Deylemî]
21- İskâtını hemen yapmak. Ölünün namaz ve oruç borcu için, başkası onun yerine namaz kılamaz ve oruç tutamaz. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Başkası yerine oruç tutulmaz ve namaz kılınmaz. Fakat onun orucu ve namazı için fakir doyurulur.) [Nesâî]
22- Mezâr taşına câiz olmıyan ifâdeler yazdırmamak. Meselâ Fâtiha veya Besmele veya âyet yazmak câiz değildir. Yazılması câiz olanı da Latin harfleriyle de yazmamalıdır! Başkaları uzun yıllardan beri yazıyorsa da, câiz değildir.
23- Vasıyetlerini yerine getirmek. Dine uygun değilse yerine getirilmez. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Ölülerinizin vasıyetlerini yerine getiriniz!) [İbni Mâce]
24- Namazlardan sonra duâ edip, sevâblarını onların rûhlarına göndermek. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Ana-babasına âsî olan, vefâtlarından sonra, onlar için duâ etse, Allahü teâlâ, onu, ana-babasına itâ'at edenlerden yazar.) [Y.Ebiddünya]
25- Sevâbı onlara olmak üzere oruç tutmak.
Bir kimsenin, namaz, oruç ve sadaka gibi yaptığı bütün ibâdetlerin sevabını başkasına hediye etmesi câizdir. (Hidâye)
Nâfile sadaka veren kimsenin, sevâbının bütün mü'minlere verilmesi için niyyet etmesi çok iyi olur. Kendi sevâbından hiç azalmadan, bütün mü'minlere de sevâbı erişir. (Tatârhaniyye)
Farz ve nâfile ibâdetlerin sevâbı, ölülere ve dirilere hediye edilebilir. İbâdeti yaparken, sevâbını başkasına bağışlamaya niyet etmek câiz olduğu gibi, ibâdeti kendi için yapıp, sonra sevâbını başkasına hediye etmek de câizdir. Sevâb, hediye edilenlere taksîm edilmeksizin, herbirine bütünü kadar erişir. Her çeşit ibâdetin sevâbı Resûlullahın mübârek ruhuna da gönderilebilir. (Redd-ül muhtâr)
Ölünün namaz ve oruç borcu için, başkası onun yerine namaz kılamaz ve oruç tutamaz. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Bir kimse, başkası yerine oruç tutamaz ve namaz kılamaz. Fakat onun orucu ve namazı için fakiri doyurur.) [Nesâî]
Bir kimse, "Ya Resûlallah, anam-babam öldükten sonra onlara yapacağım bir iyilik var mıdır?" dedi. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Evet, onlar için duâ ve istigfâr etmek, borçlarını ödemek, dostlarına ikrâm etmek, onların yakınlarını ziyâret etmek sûretiyle onlara ikrâmda bulunulur.) [Hâkim]
Ölmüş ana-babası için duâ eden, iyilikte, hayır ve hasenâtta bulunan kimse, onların haklarını ödemiş olur. Ana-babanın kabir toprağını öpmek câizdir. Bir kimse, Resûlullaha, Cennet kapısının eşiğini öpmeye yemîn ettim, ne yapayım dedikte, (Ananın ayağını öp) buyurdu. Anam babam yok deyince, (Kabirlerini öp! Kabirlerini bilmiyorsan, iki çizgi çizip onların kabri olarak niyyet ederek, bu çizgileri öp! Yemînini yerine getirmiş olursun) buyurdu. (Kifâye)
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Bir kimse, ana-babasına âsî olsa, onlar öldükten sonra, onlar için hayır duâda bulunsa, Allahü teâlâ, o kimseyi, ana-babasına itâ'at eden iyilerden yazar.) [İ.Ebiddünya]
(Bir kimsenin âile efradından birisi ölse, sadaka verip sevâbını ona bağışlasalar, Cebrâil aleyhisselâm o sevâbı, nûrdan tabak içinde ona getirip, mezarının yanında durur. "Ey mezârdaki kişi, bu, sana ehlinin, dostlarının, akrabânın gönderdiği hediyedir, al bunu" der. Ölü, bu hediyeye çok sevinir, neş'elenir. Hediye gönderilmeyen komşuları ise, mahzûn olur, üzülürler.) [Taberânî]
Ölen kimse, ister yakınınız olsun, isterse yabancı olsun, onlar için Kur'ân-ı kerîm okuyarak, sadaka vererek ve duâ ederek yardımlarına koşmalıdır. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Ölünün mezârdaki hâli, imdâd diye bağıran, denize düşmüş kimseye benzer. Boğulmak üzere olan kimse, kendisini kurtaracak birini beklediği gibi, ölü de, babasından, anasından, kardeşinden, arkadaşından gelecek bir duâyı gözler. Kendisine bir duâ gelince, dünyanın hepsinin kendine verilmesinden daha çok sevinir. Allahü teâlâ, yaşıyanların duâları sebebi ile, ölülere dağlar gibi çok rahmet verir. Dirilerin de ölülere hediyesi, onlar için duâ ve istigfâr etmektir.) [Deylemî]
(Bir kimse, kendisi veya başkası için, yetmiş bin kelime-i tevhid okursa, günahları affolur.) [M.Mazhariyye]
[Ölü için istigfâr etmek, onun için Kur'ân-ı kerîm okumak, sadaka vermek ve diğer hayır hasenâtta bulunmaktır.]
26- Sevâbı onlara olmak üzere hac etmek. Âlimlerin çoğuna göre ana-baba için hac câizdir. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Ölmüş ana-babası adına hac edene, hem kendi, hem de ana-babası için hac yapmış sevâbı verilir. Ana-babasının rûhuna müjde verilir.) [D.Kutnî]
(Ana-babası için hac yapan veya onların borçlarını ödiyen, kıyâmet günü ebrâr ile haşrolur.) [Dârekutnî]
27- Sevâbı onlara olmak üzere sadaka vermek. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Sadaka veren, sevâbını neden müslüman olan ana-babasının rûhuna hediye etmez ki? Hediye etse, verdiği sadakanın sevâbı, onların rûhuna gideceği gibi, sevâbından hiçbir şey eksilmeden kendisine de yazılır.) [Taberânî]
(Ana-babasının veya birinin kabrini ihlâsla ve mağfiret umarak ziyâret eden, kabûl olmu? bir hac sevâbı alır ve bunu âdet edinenin kabrini de melekler ziyâret eder.) [Hakîm]
29- Kabirlerini Cum'a günleri ziyâret etmek. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Ana-babasının veya ikisinden birinin kabrini, her Cum'a günü ziyâret edenin günahları affolur. Haklarını ödemiş olur.) [Tirmizî]
Başka bir hadîs-i şerîfte ise, ziyâret esnasında Yâsin-i şerîf okuyanın günahlarının affolacağı bildirilmiştir. (İbni Adiy)
30- Ziyârette duâ ve Kur'ân-ı kerîm okumakla meşgûl olmak, uygunsuz söz söylememek.
31- Sağlıklarında incinmiş iseler, çocuk sâlih olunca râzı olurlar. Onların öğrettikleri iyi şeylerle amel ettiği müddetçe, sevâbı onlara da ulaşır.
32- Onlardan kötü bir yol edinmiş ise, her yaptığından onlara da günâh ve azâb gider. Bunun için, onlardan veya onların vâsıtası ile öğrendiği kötü şeyleri terk etmeli, kendi kötü amelleri ile, onlara kabirde azâb ettirmemelidir.
33- Ana-babaya sövmemek. Hadîs-i şerîfte, (Ana-babaya sövmek büyük günâhır) buyuruldu. (Buhârî) Ya'nî birinin ana-babasına söversen, o da senin ana-babana sövebilir. Onun için kimsenin ana-babasına sövmemeli, hiç kimseye kötülük etmemelidir!
34- Yakınlarına iyi davranmak. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Ölmüş ana-baba için duâ ve istigfâr etmek, borçlarını ödemek, dostlarına ikrâm etmek, onların yakınlarını ziyâret etmek, iyi davranmak sûretiyle onlara ikrâmda bulunun.) [Hâkim]
(Babası öldükten sonra, onun dostlarını ziyâret etmek, iyiliklerin en iyisidir.) [Müslim]
(Kim, babasını kabrinde ziyâret etmek isterse, onun kendisinden sonraya kalan arkadaşlarını ziyâret etsin.) [İbni Hibbân]
(Babasını, kabrinde ziyâret etmek istiyen, babasından sonra onun ahbablarını ziyâret etsin. Ana-babasına iyilik etmemiş olan, onlar için sadaka versin, böylece ana-babasına iyilik edenlerden olsun!) [R.Nâsıhîn]
(Babasının arkadaşını ve onun oğlunu arayıp soran, babasına iyilik etmiş olur.) [R. Nâsıhîn]
Âlimler, "evlâda hizmet, babasına hizmet demektir" buyurmuşlardır. Evlâda hizmet babayı sevindirdiği gibi, evlâda düşmanlık da babayı üzer. Diğer yakınlarının durumu da böyledir. Babanın arkadaşına veya arkadaşının oğluna iyilik edince, baba memnun olmuş olur.
36- Dostları ile görüşmek. Hadîs-i şerîfte (İyiliklerin en mükemmeli, baba dostunu görüp gözetmektir) buyuruldu. (Müslim)
37- Fıtır bayramında, sevâbı onlara olmak üzere sadaka-i fıtır vermek.
38- Kurban bayramında sevâbı onlara olmak üzere kurban kesmek.
39- Ana-babanın sevdiği yemeği yapıp, fakirlere verip rûhlarını şâd etmek.
(Bir mü'min vefât edince bütün amelleri kesilir. Yalnız üç amelinin sevâbı amel defterine yazılmaya devam eder. Bu üç amel, sadaka-i câriye, faydalı kitapları ve kendisine hayırlı duâ eden sâlih çocuklarıdır.)
Evlâdın, ana-baba üzerinde hakları vardır. Bazıları şöyledir:
1- İleride, çocuk annesiyle kötülenmemesi için, evlâdına anne olacak kızı, iyi yerden seçmelidir. Sâliha olmasına dikkat etmelidir! Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Kadın, malı, güzelliği, asâleti ve dindarlığı için nikâh edilir. Sen dindar olanı seç ki, maddî ve ma'nevî ni'mete kavuşasın!) [Buhârî]
(Kadını güzelliği için alma, güzelliği onu helâke sürükleyebilir. Sırf malı için de alma, malı onu zarara sokabilir. Dindar olanla evlen!) [İbni Mâce]
2- Çocuğa iyi isim koymalıdır! Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Siz kıyâmette, kendinizin ve babanızın ismiyle çağrılırsınız. Bu bakımdan çocuklara güzel isim koyunuz!) [Ebû Dâvud]
(Çocuğu güzel terbiye etmek ve ona güzel bir isim koymak, evlâdın babası üzerindeki haklarındandır.) [Beyhekî]
(Allahü teâlânın indinde isimlerin en sevgili olanı Abdullah ve Abdurrahman'dır.) [Müslim]
(Üç oğlu olup da, birine benim ismimi vermiyen, câhillik etmiş olur.) [Taberânî]
(Muhammed ismi verdiğiniz çocuğa karşı hürmetli olun, toplantılarda ona yer verin ve hiç bir şekilde onu azarlamayın!) [Hatîb]
(Muhammed isimli kimseyi hakir görmeyin, onu mahrûm etmeyin! Muhammed isimli kimsenin bulunduğu bir evde veya bir yerde bereket vardır.) [Deylemî]
(Allahü teâlâ buyurur ki: İsmi, Ahmed, Muhammed, Mahmûd gibi habîbimin isminden olan mü'mine azâb etmekten hayâ ederim.) [R.Nâsihîn]
[Ecdâdımız, Muhammed ismine hürmetsizlik olmasın diye Mehmed ismi koymuşlardır.]
Çocuğa Reşid, Emin gibi övücü isimler koymak câiz ise de koymamak iyi olur. Çünkü böyle isimleri söyliyerek, o isim sâhibine hakaret etmek, isme de hakaret olur. Meselâ Tembel Emin yerine, bu çocuk tembeldir demelidir. (Şir'a)
Kıyamet günü günahları, sevâblarından daha çok olan bir kimse, Cehenneme götürülür. Allahü teâlâ, Cebrâil aleyhisselâma buyurur:
-Yâ Cebrâil, bu kimseye sor ki, hayatında hiçbir âlimin sohbetinde bulundu mu?
Cebrâil aleyhisselâm, o kimseye sorar. O da, (Ne yazık ki, hiç bir âlimle bir arada bulunmadım) der. Allahü teâlâ, tekrar buyurur.
- Yâ Cebrâil, bu kula sor ki, hiçbir âlimi ilminden dolayı sevdi mi?
Cebrâil aleyhisselâm, ona sorar. O da, (Hayır sevdiğim bir âlim yoktu) der.
Allahü teâlâ buyurur ki:
- Yâ Cebrâil, bu kimse, tesâdüfen de olsa bir âlimle yemek yemiş midir?
Cebrâil aleyhisselâm sorar. O kimse de (Hayır hiç bir âlimle bir sofrada bulunmadım) der. Allahü teâlâ buyurur ki:
- Yâ Cebrâil, bu kulun ismi, bir âlimin ismine benziyor mu?
Cebrâil aleyhisselâm sorar. O kimse de (Hayır ismim hiçbir âlimin ismine benzemiyor) der. Allahü etâlâ buyurur ki:
- Bu kulumu Cennete götürün. Çünkü o, âlimi seven bir kimseyi severdi. (El-Envâr)
Gürüldüğü gibi, ismi bir âlimin ismine benzemek, hattâ âlimi seven kimseyi sevmek bile insanın kurtuluşuna sebep olmaktadır. Tabiî her şeyden önce mü'min olmak şartı vardır. Mü'min olmadıktan sonra güzel ismin ve hiç bir ibâdetin kıymeti olmaz.
Eğer bir kimsenin ismi kötü ise, bunu değiştirmelidir! Hadîs-i şerîfte (Kötü ismi olan bunu güzel isme çevirsin) buyuruldu. (Berîka)
Avrupa'da ba'zı gençler kendilerine kâfir ismi takıyorlarmış İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: (Bir müslümanın, bir kâfir ismini almaktan, korkunç arslanlardan kaçmaktan daha çok kaçması lâzımdır. Bu isimlerin sâhibleri, Allahü teâlânın düşmanlarıdır. Hadîs-i şerîfte (Kötü zan altında kalınacak yerlerden kaçınız) buyuruldu. Dinsizlik alâmeti olan ve bu zannı uyandıran isimleri koymaktan, [sözleri söylemekten ve alâmetleri kullanmaktan ve işleri yapmaktan] kaçınmak her müslümanın vazîfesidir.) [Müj. Mektûblar]
Çocuk doğar doğmaz, hemen isim konabilir, bir hafta kadar geciktirmekte de mahzûr yoktur. Mühim olan çocuğa güzel isim koymalıdır! Bir ismin güzel olması için mutlaka Kur'ân-ı kerîmde bulunması lâzım değildir. Yüz binden fazla Eshâb-ı kirâmdan Hz. Zeyd hâriç, hiç birinin ismi Kur'ân-ı kerîmde yoktur. Güzel isimler çoktur. Değişik isim olsun diye, Kur'ân- kerîmde geçen her kelimeyi, sırf Kur'ân-ı kerîmde geçtiği için çocuğa isim olarak koymak, çok yanlış olur. Çünkü Kur'ân-ı kerîmde güzel isimlerin yanında çirkin isimler de vardır. En başta şeytân var, iblis var, Hannâs vardır. Kâfirlerden Kârûn, Hâmân vardır. Peygamber efendimizin düşmanı Ebû Leheb'in ismi vardır. Kurân-ı kerîmde geçiyor diye yıldırım, şimşek, gelmek, gitmek gibi kelimelerin arabîsini isim olarak koyanlar oluyor. Bu kelimelerden en meşhûrlarından biri Esrâ'dır. Esrâ, gece yürümek ma'nâsına gelir. Ünzile, indirildi, indirilmiş demektir. Böyle isimleri koymak câiz ve güzel ise de, enbiyânın, ulemânın, evliyânın ismini tercîh etmek elbette iyi olur.
Peygamber efendimiz de, Hz. Hasan doğduğu zaman kulağına ezân okumuştur. (Tirmizî)
Bir hadîs-i şerîfte de buyuruldu ki:
(Yeni doğan çocucunun sağ kulağına ezân, sol kulağına da ikâmet okunursa, "ümmü sıbyân" denilen hastalıktan korunmuş olur.) [Beyhekî]
[Ezân okuyacak kimse, çocuğu yastık gibi yumuşak bir şey üstüne koyarak kucağına alyr, yavaşça sağ kulağına ezân, sol kulağına da ikâmet okur. Sonra kulağına ismini söyler. Çocuğu birisi kucağına alıp, ezânı bir başkası da okuyabilir.] Hadîs-i şerîflerde de buyuruldu ki:
(Çocuğa güzel isim vermek, dinini öğretmek ve vakti gelince evlendirmek, evlâdın babası üzerindeki haklarındandır.) [Ebû Nuaym]
Fakir baba çocuğunu evlendirmeye mecbur değildir.
3- Çocuğu güzel terbiye etmelidir! Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Çocuğu güzel terbiye, evlâdın babasındaki haklarındandır.) [Beyhekî]
4- Çocuğa karşı şefkatli davranmalıdır! Peygamber aleyhisselâm, torunu Hz.Hasan'ı öperken birisi görüp, (Yâ Resûlallah, benim on çocuğum var, hiç birini öpmem) dedi. Resûlullah efendimiz, (Merhamet etmiyen merhamet bulamaz) buyurdu. (Buhârî)
5- Çocuklara bedduâ etmemelidir. Abdullah bin Mübârek hazretleri, çocuğunu şikâyet eden birisine, (Çocuğuna hiç bedduâ ettin mi?) diye sordu. O kimse, evet diye cevap verince, (Çocuğun ahlâkını sen bozmuşsun) buyurdu.
(Evlâdınıza ikrâm edin, ana-babanın sizde hakkı olduğu gibi, evlâdınızın da sizde hakkı vardır.) [Taberânî]
a) Bir kimse, malının hepsini çocuğunun birine verip diğerlerine vermese, câiz olur. Bu mal, çocuğun mülkü olur. Diğer çocukların, bundan birşey istemeye hakları olmaz. Fakat babası, sâlih çocukları arasında ayırım yaptığı için günâha girer. (Hindiyye)
b) Sâlih ve ilim tahsîlinde olan çocuklarına, diğerlerinden daha çok mal vermek câizdir. Salâhları eşit ise, eşit vermelidir! Çocukları fâsık olanın, mîrâs bırakmayıp, sâlihlere, hayrata vermesi efdâldir. Çünkü, günâha yardım etmemiş olur. (Fetâvâyı Bezzâziyye)
c) Fâsık çocuğa nafakadan fazla yardım yapmamalıdır!
7- Çocukları helâl lokma ile beslemelidir! Böyle yapılmazsa, haram gıdâların, yemeklerin te'sîri, çocuğun özüne işler çocukta uygunsuz işlerin meydana gelmesine sebep olur. Hadîs-i şerîfte, (Yiyip içtikleriniz helâl, temiz olsun! Çocuklarınız, bunlardan hâsıl olmaktadır) buyuruldu. (R.Nâsıhîn)
8- Çocuğa Kur'ân-ı kerîm öğretmeli, yedi yaşından i'tibâren de namaz kılmaya alıştırmalıdır! Çocuğa ilim öğretmelidir. Çünkü dünya ve âhirette kurtuluş ilimledir.
9- Çocuk âkıl bâlig olup evlendikten sonra hadîs-i şerîfte bildirildiği gibi böyle demelidir:
(Evlâdım, seni terbiye ettim. Okuttup evlendirdim. Dünyada bir felâkete, âhirette azâba uğramaktan Allahü teâlâya sığınırım. Aklını başına topla, buna göre çalış!) [İ. Hibban]
Babanın, çocuklarına ilim, edeb ve san'at öğretmesi farzdır. Önce, Kur'ân-ı kerîm okumasını öğretmelidir. Sonra îmânın ve islâmın şartlarını öğretmelidir. Yedi yaşından i'tibâren namaz kılmaya alıştırmalıdır! Dünya ve âhirette kurtuluş ilimledir. Çocuğu, din bilgilerini öğrendikten sonra, okula göndermeli, lise ve üniversite tahsîli yaptırmalıdır. Dinini öğrenmeden mektebe gönderilirse, artık bunlary öğrenecek vakit bulamaz. Din düşmanlarının tuzaklarına düşüp, onların yalanlarına aldanır. Dinsiz ve islâm ahlâkından mahrûm olarak yetişir. Dünya ve âhirette felâketlere sürüklenir. Millete zararlı olur. Kendine ve başkasına yapacağı kötülüklerin günâhları, ana-babasına da yazılır. Çocuğunu, din bilgilerini öğretmeden önce, kâfir ve hıristiyanların mekteplerine göndermenin büyük zararları, (İrşâd-ül-hiyâra) kitabında yazılıdır.
10- Ahnef bin Kays hazretleri buyurdu ki:
(Evlâd için zorluklara katlanmalıyız. Onların ayakları altında yumuşak yer, bağları üstünde gölge olmalıyız! Onlara sert davranmıyalım ki bizden uzaklaşmasınlar. Bizden usanıp ölümümüzü beklemesinler. Uygun isteklerini yerine getirmeliyiz! Öfkelenirlerse teskîne çalışmalıyız!)
11- Çocuklar arasında adâlete riâyet etmeli,ayrım yapmamalıdır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Hediyede, ihsânda çocuklarınız arasında eşitliğe riâyet ediniz! Eğer onlardan birini tercih etseydim, kız evlâda öncülük tanırdım.) [Taberânî]
12- Fudayl bin İyâd hazretleri buyurdu ki:
(Şunları yapan mürüvvet ehlidir. Anasına, babasına iyilik eden, akrabâsını ziyâret eden, din kardeşine ikrâmda bulunan, çoluğu, çocuğu ve hizmetçisi ile iyi geçinen, dinini koruyan, malını iyi yerlerde harcıyan, dilini tutan, gözünü haramlardan koruyan, fuzûlî işlerden uzak duran ve Rabbine ibâdet eden kimse.)
13- Baba, yapmıyacağını zannettiği emri çocuğuna söylememelidir. Söyleyip de onu itâ'atsizliğe sürüklememelidir. Sâlih zatın birisi, oğlundan hiç bir şey istemezdi. Sebebi suâl edilince, (Bir şey istediğim zaman, oğlumun bana karşı gelmesinden korkarım. Bana karşı gelince Cehennem ateşine müstehak olur. Ben de çocuğumun ateşte yanmasına râzı olamam) buyurdu. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Şunlar, insanın saâdetinin alâmetidir: Sâliha hanım, itâ'at eden çocuklar, sâlih arkadaş.) [Hâkim]
14- Çocuğun akîkasını kesmelidir. Akîka, çocuk ni'metine karşılık, Allahü teâlâya şükür etmek niyyeti ile hayvan kesmektir. Hadîs-i şerîfte, (Akîka, erkek çocuk için iki, kız çocuğu için bir koyun kesmektir) buyuruldu. (Taberânî)
Çocuğa nafaka vermesi vâcib olan kimsenin, yedinci günü isim koyması ve bağını tıraş ettirip, saçının ağırlığı kadar, erkek için altın veya gümüş, kız için gümüş sadaka vermesi ve kendi malından, erkek için iki, kız için bir akîka hayvanı kesmesi müstehabdır.
15- Çocuğu doğuran kadının emzirmesi faydalıdır. Hadîs-i şerîfte, (Çocuğa, annesinin sütünden iyisi yoktur) buyuruldu. (Şir'a)
Annenin sütü yoksa çocuğu sâliha, soylu olan bir kadın emzirmelidir. Çünkü kadınların sütü, çocukta te'sîrini gösterir ve eserleri bir gün ortaya çıkar. Bugün modern tıb da yaptığı araştırmalarda, anne sütü yerini alacak bir gıdanın olmadığını bildirmektedir.
16- Çocuğun ağlamasından sıkılmamalıdır. Çünkü çocuğun ağlaması, zikir, tehlîl ve Allahü teâlâ için hamddir. Ana-babası için ise duâ ve istigfârdır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Mü'minin çocuğu 4 ay lâ ilâhe illâllah, 4 ay Muhammedün Resûlullah, 4 ay da, Allahümmagfir lî ve livâlideyye [yâ rabbî, beni ve ana-babamı magfiret eyle] der.) [R.Nâsıhîn]
17- Çocuk konuşmaya başlayınca, en önce Lâ ilâhe illâllah kelimesini ona öğretmelidir. Bunu yedi defa ona telkîn etmelidir. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Çocuklarınız konuşmaya başlayınca onlara Lâ ilâhe illallah'ı öğretin.) [İ.Sünnî]
Mü'minûn sûresinin 116. âyetini, Âyet-el-kürsî'yi ve Haşr sûresinin sonu olan Hüvallahüllezî'yi okuyup öğretmelidir. Böyle yapana, Allahü teâlâ, kıyâmette hesap sormaz. Çocuk sağını solundan ayırdığı zaman, ona iyi işler yaptırmalıdır. Yaptığı iyi işlerin sevâbı, onu yetiştiren, terbiye eden babasına da verilir, kötülükleri ise verilmez.
18- Çoluk çocuğu terbiye etmek için dövmek doğru değildir. Ancak yanlış bir iş yapınca, cezâlanabileceği hissini vermek lâzımdır. Peygamberimiz, ev halkının dövülmemesini emrettiği halde, terbiye edilmeleri için cezâlanacakları, dövülecekleri hissini taşımaları gerektiğini bildirmiştir. Bu husustaki hadîs-i şerîflerden biri şöyle:
(Ev halkınızı terbiye için bastonunuzu onların göreceği yere asın!) [Taberânî]
Çocuk, ana baba elinde bir emânettir. Çocukların temiz kalbleri kıymetli bir cevher olup, mum gibi, her şekli alabilir. Küçük iken, hiçbir şekle girmemiştir. Temiz bir toprak gibidir. Temiz toprağa hangi tohum ekilirse, onun mahsûlü alınır. Bunun gibi çocuk da neye meylettirilirse, oraya yönelir. Eğer hayrı âdet eder, öğrenirse hayır üzerine büyür. Çocuklara îmân, Kur'ân ve Allahü teâlânın emirleri öğretilir ve yapmaya alıştırılırsa, din ve dünya saâdetine ererler. Bu saâdete ana-baba ve hocaları da ortak olur. Eğer bunlar öğretilmez ve alıştırılmaz ise, bedbaht olurlar. Yapacakları her fenâlığın günâhı, ana-baba ve hocalarına da verilir. Her müslüman, emri altInda bulunanlardan mes'ûldür. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Hepiniz, bir sürünün çobanı gibisiniz. Çoban, sürüsünü koruduğu gibi, siz de evinizde ve emriniz altında olanları Cehennemden korumalısınız! Onlara müslümanlığı öğretmezseniz, mes'ûl olursunuz.) [Müslim]
(Çocuklarına Kur'ân-ı kerîm öğretenlere veya Kur'ân-ı kerîm hocasına gönderenlere, öğretilen Kur'ân'ın her harfi için, on kere Kâ'be-i mu'azzama ziyâreti sevâbı verilir ve kıyâmette, başına devlet tâcı konur. Bütün insanlar görüp imrenir.) [S.Ebediyye]
(Çok müslüman evlâdı, babaları yüzünden Veyl ismindeki Cehenneme gidecektir. Çünkü bunların babaları, yalnız para kazanmak ve keyf sürmek hırsına düşüp ve yalnız dünya işleri arkasında koşup, evlâdlarına müslümanlığı ve Kur'ân-ı kerîmi öğretmediler. Ben böyle babalardan uzağım. Onlar da benden uzaktır. Çocuklarına dînlerini öğretmiyenler Cehenneme gidecektir.) [S.Ebediyye]
Kendinin yapması harâm olan şeyi çocuğa yaptıran kimse, harâm işlemiş olur. Çocuklarına içki içiren, kumara alıştıran, müstehcen neşriyatı okumasına sebep olan, yalancılık, hırsızlık gibi kötü huylara alıştıran, kıbleye karşı ayak uzatmasına sebep olan kimse, günâh işlemiş olur.
Dînimizin temeli, îmânı, farzları ve harâmları öğrenmek ve öğretmektir. Allahü teâlâ, Peygamberleri bunun için göndermiştir. Gençlere bunlar öğretilmediği zaman, İslâmiyet yıkılır, yok olur. Allahü teâlâ, müslümanlara (Emr-i ma'rûf) yapmayı emrediyor. Ya'nî, benim emirlerimi, bildiriniz, öğretiniz buyuruyor. (Nehy-i münker) yapmayı da emrederek, yasak ettiğini bildirdiği harâmların yapılmasına râzı olmamamızı istiyor. Kur'ân-ı kerîmde buyuruluyor ki:
(Kendinizi ve âile efrâdınızı Cehennem ateşinden koruyun!) [Tahrim 6]
Kur'ân-ı kerîmde, nefslerimizi ve aile efradımızı, yakıtı insan ve taş olan Cehennem ateşinden korumamız emredilmektedir. Elli-yüz senelik kısa bir hayat için evlâdımızı dünya felâketlerinden korumaya çalıştığımız gibi, ebedî felâkete düçâr olmaması için âhıretini de korumamız lâzımdır. Bir babanın, evlâdını Cehennem ateşinden koruması, dünya ateşinden korumasından daha mühimdir. Cehennem ateşinden korumak da, îmânı ve farzları ve harâmları öğretmekle ve ibâdete alıştırmakla ve kötü arkadaşlardan ve zararlı neşriyattan korumakla olur. Bütün fenâlıkların bağı, kötü arkadaştır. Kötü arkadaşları, onun, küstah, yalancı, hırsız, saygısız ve korkusuz olmasına sebep olabilir. Senelerce de bu kötü huylardan kurtulamaz.
Ne zaman çocukta iyi bir hareket görülürse, onu takdir etmeli, mükâfatlandırmalıdır! İnsanların yanında ba'zan onu övmelidir. (Amcası benim çocuğum böyle yaptı) diyerek iyiye teşvik etmelidir. Bir kabahat işler veya kötü bir söz söylerse birkaç defa görmezlikten gelmeli, (onu yapma) dememeli, azarlamamalıdır. Sık sık azarlanan çocuk, cesâretlenir, gizli yaptıklarını açıktan yapmaya başlar. Yaptığı kötü işlerin zararı, kendisine tatlı dil ile anlatılmalı, ikâz edilmelidir! Yapılan iş, dîne aykırı ise işin zararı, fenâlığı ve neticesi anlatılarak, o kötü işe mâni olmalıdır. Baba, baba olduğunu, büyük olduğunu hissettirmelidir! Anne, çocuğu babası ile korkutmalıdır!
Her gün bir müddet oynamasına izin vermelidir ki, çocuk sıkılmasın. Sıkılmak ve üzülmekten kötü huy hâsıl olur ve kalbi körleşir. Hiç kimseden para istemesine müsaade etmemeli, fazla konuşmamasını, büyüklere saygıyı öğretmelidir. İyi insanların güzel hâllerini anlatıp, onlar gibi olmaya, kötü insanların kötülüklerini anlatıp, onlar gibi olmamaya dikkat etmesi öğretilmelidir.
Çocuğa her istediğini almak ve lüks içinde yaşatmak uygun değildir. Büyüyünce de her istedişini ele geçirmeye çalışır; fakat bunda muvaffak olamayınca sukutu hayâle uşrar, isyânkâr olur. Kendimiz helâl yediğimiz gibi çocuklarımıza da helâl yedirmeliyiz. Harâmla beslenen çocuğun bedeni, necasetle yoğrulmuş çamur gibi olur. Böyle çocuklar da pisliğe, kötülüğe meylederler.
Çocuğa, israf etmemesini, kanaatkâr olmasını öğetmelidir. Ba'zan da yavan ekmek yemeğe alıştırmalıdır. Çocuğun kötü yerlere gitmesine mâni olmalıdır. Çocuk kötülerin yanında ahlâksız, yalancı, hırsız ve hayâsız olur.
Baba, ne devamlı asık suratlı durmalı, ne de çocukla fazla yüz göz olmalı, konuşmasının heybetini korumalıdır. Çocuğa babasının malı ile, rütbesi ile övünmemesi tenbih edilmelidir! Tevâzu sâhibi ve kibar olması öğretilmelidir! Başkalarından birşey almanın zillet olduğu, veren elin alan elden üstünlüğü bildirilmelidir! Cimriliğin çirkinliği öğretilmelidir! Başkalarının yanında edebli oturması, ayak ayak üstüne atmaması, lâubâli hareketlerden uzak durması telkin edilmelidir!
Fazla konuşmaktan çocuğu men etmelidir! Fazla konuşmanın hayâsızlığa yol açtığı, çenesi düşüklüğün kötülüğü belirtilmelidir! Çocuk nasıl olsa konuşmasını öğrenecektir. Maksat, ona icâb edince susmasını ve büyüklerin sözünü dinlemesini öğretmektir.
Doğru da olsa, çokça yemin etmesine izin vermemelidir! Vara yoğa yemin, kötü bir alışkanlıktır. Büyüklere hürmetin, yerini onlara vermenin ve herkesle iyi geçinmenin önemi anlatılmalıdırı.
Çocuğu daha küçükken namaza alıştırmalıdır. Büyüyünce namaz kılması zor gelebilir. Başkasının malını çalmayı, harâm yemeyi, yalan söylemeyi gözünde çirkin gösterecek şekilde anlatmalıdır! Böyle yetiştirip bülûğa erince, bu edeblerin sırlarını, inceliklerini ona söylemelidir. Her işi âdet olarak yapmaması, niyetle, şuurla yapmasının lüzûmu anlatılmalıdır. Meselâ, yemekten maksat, kulun Rabbine ibâdet etmesi, insanlara, vatanına, milletine faydalı hizmetlerde bulunması, insanların saâdeti için çalışması olduğu öğretilmelidir. Dünyadan maksadın, âhıret için azık toplamak olduğu, zîrâ dünyanın kimseye kalmadığı, ölümün çabuk ve ansızın gelebileceği anlatılmalı, (ne mutlu o kimseye ki, dünyada iken âhıret azığı elde eder, Cennete ve Allahü teâlâya kavuşur) demelidir. Küçük yaşında böyle terbiye edilirse, taş üzerine yazılan yazı gibi olur ve kolay kolay silinmez. Peygamber Efendimiz buyurdu ki:
(Bütün çocuklar, müslümanlığa elverişli olarak dünyaya gelir. Daha sonra bunları, ana-babaları hıristiyan, yahûdî ve dinsiz yapar.) [Taberânî]
Hadîs-i şerîfte müslümanlığın yerleştirilmesinde ve yok edilmesinde en mühim işin, çocuklukta ve gençlikte olduğu bildirilmektedir. O hâlde, her müslümanın birinci vazîfesi, evlâdına İslâmiyeti ve Kur'ân-ı kerîmi öğretmektir. Evlâd ni'metinin kıymeti bilinmezse, elden gider. Bunun için (Pedagoji), ya'nî çocuk terbiyesi, dînimizde çok kıymetli bir ilimdir.
İslâm dînine karşı olanlar, bu mühim noktayı anladıkları içindir ki, (Gençliğin ele alınması birinci hedefimizdir. Çocukları dinsiz olarak yetiştirmeliyiz) diyorlar. İslâmiyeti yok etmek ve Allahü teâlânın emirlerinin öğretilmesini ve yaptırılmasını engellemek için, (Gençlerin kafalarını yormamalıdır. Din bilgilerini büyüyünce kendileri öğrenirler) diyorlar.
Bugün, bütün hıristiyan ülkelerinde, bir çocuk dünyaya gelince, buna bozuk dinlerinin icâblarını yapıyorlar. Her yaştaki insanlara, hıristiyanlığı titizlikle ağılıyorlar. Müslümanların îmânlarını, dinlerini çalmak ve yok etmek ve onları da, hıristiyan yapmak için, İslâm ülkelerine paket paket kitap, broşür ve kaset gönderiyorlar. O hâlde, müslümanlar din câhillerinin hîlelerine, yalanlarına aldanmamalı, çocuklarımıza sahip olmalıyız. Onlara sahip olmak da, dînimizin emirlerine uygun olarak yetiştirmekle olur. Ahlâkı değiştirmek mümkün olduğu için Peygamber efendimiz, (Ahlâkınızı güzelleştirin) buyurmuştur. Zaten din, güzel ahlâk demektir. Şu hâlde dînin emrine uyup yasak ettiğinden kaçan, huyunu değiştirip güzel ahlâklı olur. Güzel ahlâklı olan da iki cihânda rahat olur.
En vahşî hayvan bile terbiye ile ehlileştiriliyor. Hiçbir zaman elma çekirdeğinden portakal olmaz. Fakat elma fidanını büyüterek, lüzûmlu ağı ve kültürel tedbirlerle kaliteli elma veren bir ağaç olarak yetiştirmek mümkündür. Bunun gibi insan tabiatında bulunan ba'zı arzûlar yok edilemez, fakat terbiye edilebilir. Terbiyede dayak atılmaz.
a) Çocuğu dövmek ahlâkının bozulmasına, hırçınlaşmasına sebep olur.
b) Dayakla büyüyen çocuk esnek olmaz, katı olur.
c) Dövülmek, çocukta ana-babaya karşı kızgınlığa yol açar. Çocuk kendi yaptığanın kötü bir şey olduğunu düşünmez, kendini suçlu görmez, kendini döveni suçlar.
d) Dövülen çocuk, kızdığı zaman, o da şiddete başvurur, bir başkasını döver. Böylece dayak vicdanlı olmaya değil, saldırganlığa sebep olur. Çocuğun hareketli olmasına üzülmemelidir! Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Çocuğun, hareketli olması, büyüyünce aklının çok olacağını gösterir.) [Hakîm]
e) Sözden anlayacak yaştaki çocuğa dayak atılmaz. Sözden anlamayan çocuğuna hafifçe vurmak yeter. Başa, yüze tokat atmak, sopa ile dövmek çok zararlıdır. Bu ancak işkenceciye yaraşır.
Bir şeyi, zıddı kırar. Kötü huyları, iyi huylar yok eder. Bu bakımdan kendini zorla da olsa, iyi işler yapmaya alıştırmalı, onları âdet hâline getirmelidir! Çocuk, ahlâkı iyi olan insanlarla arkadaşlık ettirilirse, güzel huylar kendiliğinden onun tabiatı olur. Çocuklar böyle yetiştirilirse, dünya ve âhıret saâdeti elde edilir.
19- Çocuk yedi yaşına gelince, ona namaz kılmasını emretmelidir. Peygamber efendimiz, (Çocuklarınız yedi yaşına gelince, onlara namaz kılmalarını emredin, on yaşına gelince, kılmazsa, zorlıyarak kıldırın) buyurdu. (İ.Sünnî)
20- Çocuklar on yaşına gelince, yataklarını ayırmalıdır! Erkek ve kız çocukların odalarını ayırmalıdır. 21- Sünnet ettirmek mühim sünnettir. İslâmiyyetin şi'ârıdır, alâmetidir. Çocuk, âkıl bâlig olmadan önce her yaşta sünnet edilebilir. 7-12 arası daha uygun olabilir. Sünnet ederken, topluca yüksek sesle bayram tekbîri söylenir.
22- Çocuğu cömertliğe alıştırmalı, mal ve mülk sevgisini gözünden düşürmelidir. Çünkü para ve mal sevgisinin zararı, zehirden çoktur. Çünkü bütün kötülüklerin menşei, kaynağı; parayı, dünyayı sevmektir.
23- Çocuğa önce yemek yemenin edeblerini öğretmelidir. Yemek yemekten maksat, bedenin sıhhatini korumaktır, lezzet almak değildir demelidir.
24- Kapalı ve gizli işlerden onu men etmeli ki, kabahate karşı cesâreti kırılsın. Gündüz ve gece çok uyutmamalı, yumuşak elbiselere alıştırmamalı, yaya yürümesini de öğrenmeli, oturma, kalkma ve konuşmanın edeblerini anlatmalı, kadınlar gibi süslenmemesini, babasıyla ve dünya malı ile arkadaşlarına övünmekten menetmeli, yalan söylemekten sıkı men etmeli, doğru veya yalan yere yemîn etmemesini tembih etmelidir.
25- Çocuğun neye kabiliyeti olduğunu sezmeli, kabiliyetinin hangi ilim ve san'ata daha yatkın olduğunu anlayıp, o tahsîl ve san'ata vermelidir! Hadîs-i şerîfte; (Herkese dünyalıktan nasibi neyse, o şeyler ona kolaylaştırılır) buyuruldu. (Hâkim)
Çocuk ilim öğrenmeye yatkın ise, önce ilim tahsîli için gerekli terbiye verilmelidir. San'at sahibi olacaksa, dînî vecîbeleri öğrenip yaptıktan sonra, o san'atla meşgûl etmelidir. Burada en iyisi, çocuğun tabiatine, ya'nî kabiliyetine bakmalı, durumunu incelemeli, neye istidâdı olduğunu sezmeli, kabiliyetinin hangi ilim ve san'ata daha yatkın olduğunu anlayıp, o tahsîl ve san'ata vermelidir.
26- Kötülüğe sebep olacak alışkanlıkları veren oyunlardan sakındırmalıdır!
27- Dinimizde, kadının ve kız çocuklarının fazîleti büyüktür. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Kızlarınızı altın ve gümüş ile süsleyin! Elbiseleri güzel olsun! İ'tibâr kazanmaları için en güzel hediyelerle ihsânda bulunun!) [Hâkim]
(Kız çocuğunu güzelce terbiye edip, Allahü teâlânın verdiği ni'metlerle bolluk içinde yedirir giydirirse, o kız çocuğu onun için bir bereket olur, Cehennemden kurtulup kolayca Cennete girmesine vesîle olur.) [Taberânî]
(İki kız evlâdına güzel muâmele eden, mutlaka Cennete girer.) [ibni Mâce]
(İki kızı veya iki kız kardeşi olup da, mâişetlerini güzelce sağlayanla Cennette beraber oluruz.) [Tirmizî]
(Çarşıdan aldığı şeyleri, erkek çocuklardan önce kız çocuklarına verene Allah, rahmetle nazar eder. Allah, rahmetle nazar ettiğine de azâb etmez.) [Harâitî]
(Çarşıdan turfanda meyva alıp evine getiren, sadaka sevâbı alır. Getirdiği meyvayı, erkek çocuklarından önce kız çocuklarına versin! Kadınları, kızları sevindiren, Allah korkusundan ağlayanlar gibi sevâb kazanır. Allah korkusundan ağlıyanın bedeni de Cehenneme harâm olur.) [İbni Adîn]
(Üç kızına, ihtiyâçtan kurtulana kadar iyi bakan, yedirip giydiren, elbette Cenneti kazanır.) [Ebû Dâvüd]
(Üç kız veya kız kardeşinin geçim veya başka sıkıntılarına katlananı, Allahü teâlâ Cennete koyar.) Eshâb-ı kirâmdan biri, (iki tane olursa da aynı mıdır?) diye suâl edince, Peygamber efendimiz (Evet, iki tane olursa da aınıdır) buyurdu. Başka birisi, (Ya bir tane olursa?) diye suâl etti. Cevabında buyurdu ki: (Bir tane de olsa gene aınıdır.) [Hâkim, Harâitî]
Görüldüğü gibi, kız ve kadınlara değer vermiyenler, müslümanlığı bilmiyen kimselerdir. Müslüman, dinini iyi öğrenip kadına lâyık olduğu değeri vermelidir!
28- Çocuk sevgisi. Büyük-küçük çocuklarımıza sevgi ve şefkat göstermek, sevip öpmek sünnettir. Resûlullah efendimiz, evine gelen küçük çocukları sevip başlarını okşar, evin içinde oynamalarına da izin verirdi. Enes bin Mâlik hazretleri anlatır:
Resûlullah, çocuklara karşı da insanların en şefkatlisi idi. Oğlu İbrâhim'in süt annesi, Medîne'nin bir kenarında otururdu. Kadının kocası demirci idi. Resûlullahla bu eve sık sık giderdik. Varınca demircinin dumanla dolmuş evine girer, çocuğu kucaklar, öper ve bir müddet sonra dönerdi. Bir torunu ve kendi oğlu İbrâhim ölünce de ağlamış, (Şefkatimden ağlıyorum. Allah ancak merhametli olana rahmet eder) buyurmuştur. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Çocuklarınızı çok öpün, her öpüşte Cennetteki dereceniz yükselir.) [Buhârî]
Çocuk kokusu Cennet kokusudur.) [Taberânî]
(Çocuk dünyada nûr, âhırette sürurdur.) [Şir'a]
(Çocukları sevip okşayın, onlar gönül meyvesi, göz nûrudur.) [Ebû Ya'lâ]
(Çocuklarımız ciğerparelerimizdir.) [B.Arifîn]
(Çocuk sevgisi, cehennem ateşine karşı perdedir. Çocuklara iyilik etmek, Sıratı geçmeye sebeptir. Onlarla beraber yiyip içmek, Cehennemden kurtuluştur.) [Şir'a]
(Cennetteki "Sevinç sarayı"na, ancak çocukları sevindirenler girer.) [İ.Adîy]
(Çocuğuna iyilik etmek için yardımcı olan babaya Allah rahmet etsin!) [İ Hibbân]
(Lâ ilâhe illâllah diyene kadar çocuğu terbiye eden, hesâba çekilmez.) [Taberânî]
(Çocuksuz bir evin bereketi olmaz.) [Ebûşşeyh]
Bir bedevî, (Yâ Resûlallah, siz çocukları sevip öpüyorsunuz. Biz hiç öpmeyiz) dediği zaman,ona, (Şefkat ve merhamet duygusu olmıyana ne diyeyim?) buyurdu. (Buhârî)
Hz.Ömer, birini bir göreve ta'yin eder. O zat, görev emrini almak üzere Hz. Ömer'in huzûruna gelir. Hz.Ömer'in çocuğunu öptüşünü görür. (Benim birkaç çocuğum var, ama hiç birini öpmem) der. Hz.Ömer'in şekli değişir (Senin küçüklere, şefkatin, merhametin yok. İnsanlara nasıl merhamet edersin? Verilen görevden seni azlediyorum) buyurarak vazife emrini imzalamaz.
Torun sevgisi, evlâd sevgisinden daha ileridir. Resûlullah efendimiz, namaz kıldırırken secdede, torunu Hz. Hasan, mübârek omzuna çıkıp oturdu. Resûlullah efendimiz, secdeyi uzatınca, sahabeden, "acaba vefât mı etti" diye düşünenler oldu. Namazdan sonra secdeyi niçin uzattığını soranlara buyurdu ki: (Secdede iken torunum omzuma çıktı. Gönlü oluncaya kadar indirmediğim için secde uzadı.) [Nesâî]
Bir zât, Resûl-i ekremin, Hz. Hasan'ı öperken görünce, (On oğlum var, hiçbirini öpmem) dedi. Resûlullah efendimiz, (Merhamet etmiyen, merhamete kavuşamaz) buyurdu. (Buhârî)
Resûlullah efendimiz, Hz. Hasan'ı bir dizine Hz. Hüseyn'i de öteki dizine oturtur, bağrına basar, sonra da (Yâ Rabbî, bunlara rahmetini ihsân et, bunlary seviyor, bunlara şefkat duyuyorum) derdi. (Buhârî)
Peygamber efendimiz, Hz. Hasan'ı öptükten sonra Eshâb-ı kirâma buyurdu ki:
(Çocuk çekingendir, hâli bilinmez, belki üzüntülüdür.) [B.Arifîn]
(Yâ Rabbî, düşmanlarıma çok mal, çok evlâd ver) hadîs-i şerîfi, mal ve evlâd hayırlı olmadığı takdirde belâ olacağın bildirmektedir.) (Berîka)
Mal, çocuk ve hanım, cihâd, namaz gibi ibâdetlerden alıkoyabilir. Dikkatli olmak lâzımdır. Peygamber efendimiz, (Âhır zamanda sizin en iyiniz, çoluk çocuğu olmıyandır) buyuruyor. En iyilerden olanlara müjdeler olsun! Bunun için bir İslâm âlimi, (Bu devirde çocuğu olmıyan şükür secdesi yapmalıdır) buyurmuştur.
Bugün 258 ziyaretçi (537 klik) kişi burdaydı!
Sual: Babam ölünce annem biriyle evlendi. Bana yardım et diyor. Anneme yardıma mecbur muyum? CEVAP Kocası zengin olan kadın, oğlundan nafaka isteyemez. Oğlu ona yardım etmeye mecbur değildir. Ancak ana baba zengin de olsalar onlara hizmet ve yardım etmeli, rızalarını almaya çalışmalı.
Sual: Ana baba, oğlunu namaz kılmadığı ve oruç tutmadığı için zorlayabilir mi? CEVAP Evet baliğ olmayan oğlunu namaz kılmadığı ve oruç tutmadığı için zorlayabilir, tazir edebilir. Ama büyük oğlunu, yani baliğ olmuş oğlunu zorlayamaz, tazir edemez. Ona nasihat eder.
Sual: Babam, (Sigara içersen hakkımı helal etmem) demişti. Şimdi öldü. Sigara içebilir miyim? CEVAP Evet.
Sual: Babam beddua etti. O öldüğünden beri işim rast gitmiyor, çaresi var mı? CEVAP Tevbe istigfara devam edip, ölmüş babanız için hayırlı işler yapmalısınız. Diyelim bir fakire bir ayakkabı aldınız, sevabını babanıza ve Peygamber efendimize ve bütün Müslümanlara bağışlarsanız, sevabı hiç eksilmeden hepsine gider. Babanız sevaplara kavuşunca memnun olur ve işleriniz de artık rast gider. Buna benzer hayır hasenat yapmaya çalışmanızı tavsiye ederiz.
Sual: Kötü iş yapan ana-babamı sevmemem günah mı? CEVAP Dinin yasakladığı iş ise, sevmemek günah olmaz.
Sual: Yatalak hasta olan annesinin altını oğlu temizleyebilir mi? CEVAP Bu hizmeti yapan kadın bulunmazsa, oğlu da yapar.
Sual: Memlekette babamın dostları var. Onları ziyaret etmem gerekir mi? CEVAP Salih olan babanın salih olan dostlarını ziyaret etmek, onlarla dost olmak gerekir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (En iyi iyilik, babasının vefatından sonra, onun dostlarını yoklamaktır.) [Müslim]
(Babanın dostluğunu koru, dostlarıyla dost ol. Şayet babanın dostluğunu korumazsan, Allahü teâlâ da senin nurunu söndürür.) [Buhari]
İmam-ı Rabbani hazretleri, (Evlada yapılan iyilik de, babaya yapılmış demektir) buyuruyor. O halde, çocuklarına iyilik etmek, ölmüş veya yaşayan babaya iyilik etmek demektir.
Sual: Fakir olan ana ve babaya, zengin olan kız çocuğunun da nafaka vermesi bakması gerekir mi? CEVAP Evet nafaka vermesi ve bakması gerekir. Kız ve oğlan çocuklar eşit miktarda nafaka verir.
Oğlunun oğlu ile kızı bulunan ana ve babaya yalnız kızları bakar. Halbuki, mirası kız ile torun yarı yarıya alır.
.Ana babanın 80 hakkı
Sual: Ana-baba hakları nelerdir? CEVAP İmam-ı Nesefi hazretleri bildiriyor ki:
Ana-babanın evladı üzerinde seksen kadar hakkı vardır. Kırkı sağlığında, kırkı vefatından sonradır. Sağlığında olan kırk haktan onu bedenle, onu dil ile, onu kalble, onu da para iledir.
Bedenle olan hakları:
1- Hizmet ederek rızalarını almak. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Ana-babasına hizmet edenin ömrü bereketli ve uzun olur.) [İslam Ahlakı]
(Ana-babasını dine uygun hizmetleriyle razı eden, Allahü teâlâyı razı etmiş olur, onları gazaplandıran, Allahü teâlâyı gazaplandırmış olur.) [İbni Neccar]
(Ana-babası, yanında ihtiyarladığı halde, [rızalarını alamayıp] Cenneti kazanamayanın burnu sürtsün.) [Tirmizi]
Hasan-ı Basri hazretleri, Kâbe’yi tavaf ederken sırtında yük olan bir zat görüp der ki:
- Niçin yükle tavaf ediyorsun?
- Bu yük değil, babamdır. Bunu Şam’dan yedi defa getirip tavaf ettim. Çünkü, bana dinimi, imanımı öğretti. Beni İslam ahlakı ile yetiştirdi.
- Kıyamete kadar böyle arkanda taşısan, bir defa kalbini kırmakla bu yaptığın hizmet boşa gider. Bir defa da gönlünü yapsan, bu kadar hizmete karşılık olur.
Ana-babaya hizmette kusur etmemelidir. Hazret-i İbni Abbas, "Ana-babana karşı, kusurlu, güçsüz, aşağı bir kölenin, sert, kaba efendisine karşı bulunduğu hâl üzere ol!" buyurdu.
Anneye hürmet ve hizmet, babadan önce gelir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Anneye yapılan iyiliğin ecri iki mislidir.) [İ.Gazali]
(Önce annene, sonra babana, kız kardeşine, erkek kardeşine ve sırası ile diğer yakınlarına iyilik et!) [Nesai]
(Veysel Karani’nin kavuştuğu bütün ihsan ve dereceler, anasına yaptığı iyilik sebebiyledir.) [R.Nasıhin]
(Ya Resulallah, annem müşriktir. Ona iyilik etmem caiz midir?) diye sorana, (Evet, annene iyilik ve ihsanda bulun!) buyuruldu. (Ebu Davud)
Her Peygamber, kendi annesinden de üstündür. Buna rağmen, Peygamberler de annelerine hürmet ve hizmet etmişlerdir.
Kâfir olan ana-babaya hizmet etmek, nafakalarını vermek, ziyaretlerine gitmek gerekir. Küfre sebep olan şeyleri yaptıracaklarından korkulursa, ziyaretlerine gidilmez. Kâfirlerle birlikte yiyip içmek, bir iki kere caizdir. Her zaman ise, mekruh olur. (Bezzâziyye)
Hazret-i Musa, Cennetteki komşusunun kim olduğunu Hak teâlâdan sorup öğrendikten sonra yanına gider. Bu bir kasaptır. Kasap, bir parça et pişirir. Asılı zenbili aşağı alır, çok zayıf bir kadına et ve su verir. Üstünü başını temizleyip, zenbile koyar. Kasap, (Bu annemdir. Yaşlanıp bu hale girdi; sabah-akşam böyle bakarım) der. Kasabın annesinin, (Ya Rabbi oğlumu Cennette Musa aleyhisselama komşu eyle) dediğini Hazret-i Musa da işitir. Kasaba, (Müjde, Allahü teâlâ, seni Musa aleyhisselama komşu etti) buyurur. (Şir’a)
(En faziletli amel, vaktinde kılınan namazdan sonra ana-babaya iyiliktir.) [Müslim]
(Ana-babaya ihsan, bedbahtlığı saadete çevirir, ömrü uzatır ve insanı kötü ölümden korur.) [Ebu Nuaym]
(Ana-babanıza ihsan ederseniz, çocuklarınız da size ihsan eder.) [Taberani]
(Sen de malın da babana aittir.) [İbni Mace]
3- Asi olmamak, karşı gelmemek. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Ana-babaya karşı gelmek büyük günahtır.) [Buhari]
(Ana-babasına asi olan Cennete giremez.) [Nesai]
(Ana-babasına karşı gelenin ömrü bereketsiz ve kısa olur.) [İslam Ahlakı]
İmanı olanlardan Cehennemden en sonra çıkacak olanlar, Allahü teâlânın yolunda olan ana-babasının İslamiyet’e uygun olan emirlerine asi olanlardır.
Ana-babanın ve hiç kimsenin, dine uymayan emri yapılmaz. Fakat, ana-babaya, yine tatlı söylemek, onları incitmemek gerekir.
Ana-baba kâfir ise, onları kiliseden, meyhaneden, sırtta taşıyarak bile, geri getirmek gerekir. Fakat, oralara götürmek gerekmez.
Ana-baba zalim de olsa, onlara karşı gelmek, onlarla sert konuşmak caiz değildir.
(Anam-babam çok şefkatsiz, onlara nasıl itaat edeyim) diyen bir kimseye, Resulullah efendimiz buyurdu ki: (Anan seni 9 ay karnında gezdirdi. 2 yıl emzirdi. Seni büyütünceye kadar koynunda besledi ve kucağında gezdirdi. Baban da seni büyütünceye kadar birçok zahmete katlandı. İdare ve maişetini temin etti. Sana dinini, imanını öğretti. Seni islam terbiyesi ile büyüttü. Şimdi nasıl olur da, şefkatsiz olurlar? Bundan daha büyük ve kıymetli şefkat olur mu?) [Ey Oğul İlmihali]
(Ya Resulallah, yaşlı anama elimle yedirip içiririm. Abdestini aldırır, sırtımda taşırım. Hakkını ödemiş olur muyum?) diye soran kişiye buyurdu ki: (Hayır, yüzde birini bile ödemiş olamazsın. O sana, yaşaman için hizmet ediyordu, sen ise, ölümünü bekleyerek hizmet ediyorsun. Ancak Allahü teâlâ, bu az iyiliğine karşılık çok sevap ihsan eder.) [R.Nasıhin]
Bir zat, (Ya Resulallah, ana-baba, evladına zulmetse de rızalarını almayan Cehenneme girer mi?) diye sorunca, cevaben 3 defa (Evet zulmetseler de rızalarını almayan Cehenneme girer) buyurdu. (Beyheki)
Şu halde ana-baba zalim olup, evlada zulmetseler de, günah işlemeyi emretseler de, yine onları üzmemeye, küstürmemeye çalışmalıdır! Günah olan emirleri yapılmaz ama, yine de onları üzücü söz söylemek caiz olmaz.
Ana-baba kötü bile olsa, yine onlarla iyi geçinmelidir! Ziyaretlerini terk etmek büyük günahtır. Hiç olmazsa, selam göndererek, tatlı mektup yazarak, telefon ederek, bu günahtan kurtulmalıdır!
Kur'an-ı kerimde 3 şey, 3 şeyle beraber bildirildi. Biri yapılmazsa, ikincisi kabul olmaz. Peygambere itaat edilmezse, Allah’a itaat edilmiş olmaz. Ana-babaya şükredilmedikçe, Allahü teâlâya şükredilmiş olmaz. Malın zekatı verilmedikçe, namazlar kabul olmaz. (Tefsir-i Mugni)
4- İtaat etmek, karşı gelmemek, günah olmayan emirlerini yapmak.
Hazret-i Musa, Allahü teâlâdan 9 defa nasihat istedi. Hepsinde de, ana-babaya itaat etmesi emrolundu. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ana-babaya itaat, Allah’a itaattir, onlara asi olmak, Allah’a asi olmaktır.) [Taberani]
Babasına asi gelen, çocuğundan mürüvvet göremez, muradına kavuşamaz, ailesi ile geçinemez, evinin tadı bozulur. (Şir’a)
5- Sert bakmamak, şefkatle, sevgi ile bakmak. Ana-babasına şefkat ve sevgi ile bir defa baksa, kabul edilmiş bir hac sevabına kavuşur.
Peygamber efendimiz (Ana-babanın yüzüne merhametle bakana, hac ve umre sevabı yazılır) buyurunca, (Günde bin defa bakarsa da böyle midir?) denildi. Cevaben buyurdu ki: (Günde yüzbin defa baksa da...) [R.Nasıhin]
Yine buyurdu ki: (Ana-babanın yüzüne sevgi ile bakmak ibadettir.) [Ebu Nuaym]
6- Üzmemek, incitmemek, rızalarını kazanmak. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Rabbin rızası, ana-babanın rızasında, gazabı da, ana-babanın gazabındadır.) [Buhari]
(Ana-babasının rızasını alan mümine Cennetten iki kapı, üzene de Cehennemden iki kapı açılır.) [Beyheki]
(Ana-babasını razı eden mümin, ne yaparsa yapsın Cehenneme girmez, inciten de Cennete girmez.) [Şir’a]
(Hak teâlâ, bazı günahların cezasını kıyamete kadar geciktirir. Ana-babaya isyan bundan müstesnadır.) [Hakim]
Ana-babayı üzmek, onlara eziyet etmek büyük günahtır. Ana-babanın veya hiç kimsenin günah olan emirleri yapılmaz. Ana-babanın yemeklerinde haram karışığı olduğu şüpheli olsa, ana-baba bu yemekten yemesi için evladını zorlasa, evladın o yemekten yemesi gerekir. Çünkü şüpheli şeylerden kaçınmak vera, ana-babanın rızasını almak ise vaciptir. Fakat gayrı meşru emirleri dinlenmez. Mesela onlar, (İçki iç, namaz kılma, yoksa senden razı olmayız) deseler de, haram olan şeyler yapılmaz. Çünkü (Halıka isyan olan işte, kula itaat edilmez) emri vardır. Hak teâlâ buyuruyor ki: (Biz, insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye ettik. Eğer onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme.) [Ankebut 8]
Ana-babası günah işleyen çocuk, bunlara bir defa nasihat eder. Kabul etmezlerse, susar. Onlara dua eder.
7- İzinsiz sefere gitmemek.
Hacca giderken, muhtaç olmayan ana-babadan izin almak sünnettir.
Ana-baba muhtaç ise, izinsiz gitmek haramdır. Ana-babası muhtaç olmayan, onlardan izinsiz farz olan hacca gidebilir. Fakat nafile olan hacca izinsiz gidemez. (Redd-ül Muhtar)
Cihad için izin isteyen birine Peygamber efendimiz, ana-babasının sağ olduğunu öğrenince, (Burada kal, onlara hizmet et, onlara hizmet cihaddır.) (Buhari)
Cihada gitmek için gelen başka birisine de buyurdu ki: (Annenin yanından ayrılma! Cennet onun ayağı altındadır.) [Nesai]
Biri de, hicret etmek için gelip, (Ya Resulallah, ana-babamı ağlatarak geldim) dedi. Peygamber efendimiz bu duruma üzülerek buyurdu ki: (Hemen git, onları ağlattığın gibi güldür!) [Ebu Davud]
Ana-babayı ziyaret etmemek büyük günahtır. Hiç olmazsa, selam göndererek, tatlı mektup yazarak bu günahlardan kurtulmalıdır.
8- Saygıda, hürmette kusur etmemek. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Büyüğünü saymayan bizden değildir.) [Tirmizi]
Onları görünce ayağa kalkmak, yanlarına gitmek, onlar oturuncaya kadar ayakta durmak, izinsiz oturmamak gerekir. Otururken edepli oturmalı, ayağını uzatarak oturmamalı, bacak bacak üstüne atmamalıdır. Onlar bana bir şey demiyor diye bunları ihmal etmemelidir.
9- Onlarla yolda giderken, arkalarından gitmek. Zaruretsiz önlerinde yürümemek.
10- Çağırınca, hemen kalkıp yanlarına gitmek, buyurun demek. Ana-baba çağırınca, farz namazı bozmak caiz olur ise de, ihtiyaç yoksa, bozmamalıdır. Sünnetler bozulur. Hak teâlâ buyurdu ki: (Ya Musa, benim indimde çok ağır ve büyük bir günah vardır ki, o da, ana-baba evladını çağırınca, emrine uymamasıdır.) [İslam Ahlakı]
Dil ile olan hakları:
1- Yumuşak söylemek, tevazu etmek. Öf bile dememek. Hak teâlâ buyuruyor ki: (Biz insana, ana-babasına iyilik etmesini tavsiye ettik.) [Ahkaf 15]
(Rabbin, yalnız kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine öf bile deme; ağır söz söyleme, onlarla yumuşak ve tatlı konuş, onlara acı, tevazu kanadını gerip "Rabbim, küçükken beni yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et" diye dua et.) [İsra 23, 24]
Hasan-ı Basri hazretleri buyurdu ki:
(Âlim bir evladın ana-babası kâfir olsa, kuyudan su çekmeleri için ona muhtaç olsalar, o da birkaç kova çektikten sonra öf dese, bu sebeple bütün amellerinin sevabı yok olur.)
2- Konuşurken sesini, onların sesinden yüksek çıkarmamak.
3- Yanlarında çok konuşmamak, edebi aşmamak. Ana-baba bildiği şeyleri de anlatsa, yine aynı şeyler mi dememek. Hiç duymamış gibi can kulağı ile dinlemek.
4- Kaba, dokunaklı ve argo söz söylememek. Mesela iki kardeşi olan biri, öteki kardeşini kastedip (Oğlun şunu yaptı. Ben yapsam kıyameti koparırdınız) veya (Anne torunu tepene çıkartıyor, çok şımartıyorsun. Söz dinletemiyoruz) gibi sözlerle ana-babayı üzmemelidir. Çocuklarını ana-babanın yanında dövmemeli, azarlamamalıdır. Böyle şeyler ana-babayı üzer.
5- Hanımını onlardan üstün tutmamak. Peygamber efendimiz buyuruyor ki: (Hanımını anasından üstün tutana lanet olsun! Onun farz ve diğer ibadetleri kabul olmaz.) [Şir’a]
6- İsimleri ile çağırmamak, sözlerini kesmemek, sözlerinin arasına girmemek. Bilgiçlik taslamamak. Ana-baba yanlış da söylese, öyle değil diyerek itiraz etmemek.
7- Ana-babanın arasını açacak söz ve hareketlerden uzak durmak. Ana-baba ile oğul veya kızın arasını açacak işlerden uzak durmak. Gelinleri, ana-baba ile oğullarının arasını açacak sözlerden uzak tutmalıdır. Peygamber efendimiz, (Ana ile oğulun arasını açana lanet olsun) buyurmuştur. (Gunye)
8- Konuşurken, yap, yapma gibi ifadeler kullanmamak. Yapar mısın gibi ricada bulunmalıdır.
9- Hayır dualarını almak. Ana-baba duasını ganimet bilmek. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Üç kişinin duası kabul olur. Ana-baba, mazlum ve misafirin duası.) [Tirmizi]
(Ana-babanın duası, ilahi hicaba ulaşır, duaları kabul olur.) [İbni Mace]
10- Beddualarını almamak. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Ana-babanın çocuğuna ve mazlumun zalime olan bedduaları, reddolmaz.) [Tirmizi]
(Kendinize, evladınıza ve malınıza beddua etmeyin! Duaların kabul olduğu bir saate rastlar da bedduanız kabul olur.) [Müslim]
Ana-baba çağırdığı zaman herhangi bir işle uğraşırsan, hemen onu terk edip, derhal ana-babanın emrine koş! Anan-baban sana kızıp bağırırsa, onlara sen bir şey söyleme! Ananın-babanın duasını almak istersen, sana emrettikleri işleri çabuk ve güzel yapmaya çalış! Bu işini beğenmeyip sana gücenmelerinden ve beddua etmelerinden kork! Sana darılır iseler, onlara karşı sert söyleme! Hemen ellerini öperek gazaplarını teskin et! Ananın-babanın kalblerine geleni gözet! Çünkü senin saadet ve felaketin, onların kalblerinden doğan sözdedir. Anan-baban hasta ise, ihtiyar ise, onlara yardım et! Saadetini onlardan alacağın hayır duada bil! Eğer onları incitip, beddualarını alırsan, dünya ve ahiretin harap olur. Atılan ok tekrar geri yaya gelmez. Onlar hayatta iken, kıymetini bil!
Kalb ile olan hakları:
1- Acımak, merhamet etmek. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Merhamet etmeyene, merhamet edilmez, acımayana acınmaz.) [Müslim]
2- Sevmek. Her fırsatta ana-babanın ellerini öpmeli, sevdiğini hissettirmelidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Annesinin ayağını öpen, Cennetin eşiğini öpmüş olur.) [Şir’a]
3- Sevinçlerine sevinmek. Bir şeye sevinince, (Ne iyi olmuş, hayırlı olsun) gibi sözlerle memnuniyetini bildirmelidir.
4- Üzüntülerine üzülmek, dertleri ile hemdert olmak. Bir şeye üzülmüşlerse, (Geçmiş olsun) diyerek ilgilendiğini, üzüldüğünü bildirmeye çalışmalıdır.
5- Çok söylemelerinden incinmemek. İncinse bile, kesinlikle incindiğini hissettirmemek.
6- Sitem ve cefalarına kızmamak. Sözlerini hiç duymamış gibi hareket etmek.
7- Onlardan razı olmak. Ne yapıp yapmalı, onların rızalarını almaya çalışmalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlânın rızası ana-babanın rızasındadır.) [R.Nasihin]
8- İncitmekten çok korkmak. İsra suresinin 23. âyet-i kerimesinde ana-babaya iyi davranmak, onlara yumuşak ve tatlı söylemek emredilmektedir. Gaflete düşüp ana-babanın kalbini kırarsan, derhal rızalarını almaya çalış, yalvar ve ne yaparsan yap, onların gönlünü al!
9- Nazlanmamak. Aksine onların nazına katlanmalıdır. Çünkü ana-baba küçükken bizim çok nazımızı çektiler. Nazlanma sırasının onlarda olduğunu unutmamalıdır.
10- Sıkıntı görse de, ölseler de kurtulsak diye düşünmemek, çok yaşamalarını arzu etmek. Onlar, bizden çok sıkıntı gördükleri halde, yaşamamızı istemişlerdi. İcabında kendileri aç durup bizi doyurmuşlardı.
Mal, para ile olan hakları:
1- Kendinden önce, onlara elbise almak. Kendi yiyeceğinden iyisini onlara vermek.
2- Uzakta iseler ziyaretlerine gitmek. Ana-baba ve mahrem akrabaları ziyaret etmek vaciptir. Hiç olmazsa, selam göndererek, tatlı mektup yazarak bu günahlardan kurtulmalıdır. Ziyarette sıra, ana, baba, evlat, dede, nine, kardeş, amca, hala, dayı ve teyzedir.
3- Beraber yemek.
4- Arzularını sormak, öğrenip yerine getirmek.
5- Evlerini temizlemek, boyamak, tamir etmek.
6- Para vermek. İhtiyaçları olup da söyleyemezler belki.
7- Malı, parayı onlara serbest etmek. Ne zaman isterseniz, malım, param size feda olsun demeli, bir kızgınlıkları varsa, bu yolla onları teskin etmelidir. Ana-babaya harcanan paradan sual olunmaz. Muhtaç olan ana-babaya yardım farzdır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolculara infak edin!) [Bekara 215]
Kime infak edeceğini soran kimseye Resulullah efendimiz, (Kendine, ana-babana, sonra hanımına ve çocuklarına, hizmetçine bundan sonrasını da artık sen bilirsin) buyurdu. (Nesai)
Babası hasta olup, bakacak kimse bulunamazsa, kocasından izinsiz gidip hizmet eder. Zimmi baba da böyledir. Çocuk, zengin olan babasına bakmaya mecbur değildir. (Bezzâziyye)
Zengin çocuğun, fakir olan ana-babasına nafaka vermesi farzdır. Fakir kimsenin, fakir babasına nafaka vermesi farz değildir. Fakir olan ana-babasını kendi evine alıp, birlikte otururlar. (Fetava-i Hayriyye)
Ana-babadan birine iyilik edince öteki incinirse, babaya hürmet ve itaat etmeli, anaya hizmet, yardım ve ihsan etmelidir.
8- Ara sıra güzel yemek yapıp, davet etmek. Gönülleri ister de, belki söyleyemezler.
9- Dostlarını, dost bilip davet ederek gönüllerini almak. Düşmanlarından da uzak durmaya çalışmak.
10- Hastalandıkları zaman, tedavileri ile meşgul olmak, ilaç almak. Bir bakıcı, bir hizmetçi tutmak yerine, bizzat kendisi hizmet etmeye çalışmalıdır.
Vefatlarından sonraki 40 hak:
1- Definlerinde erken davranmak.
2- Sünnet üzere yıkamak. Bu işi bilen iyi kimselere yıkatmalıdır.
3- Sünnet üzere kefenlemek.
4- Caiz olmayan kefen yapmamak.
5- Sünnet olan sayıya dikkat etmek. Erkeklere 3 parçadan fazla yapmamak.
6- Kefende israf etmemek.
7- Helal parasından kefen almak.
8- Cenaze namazını biliyorsa kendisi kıldırmak. Bid'at ehli kimselere kıldırmamak.
9- Onlara hep dua etmek. Bir hadis-i şerif meali: (Ana-babasına dua etmeyenin rızkı kesilir.) [Şir’a]
10- Toprağa kendisi koymak.
11- Mezarı kazan ve çalışanları memnun etmek.
12- İyi ve salih kimselerin arasına defnetmek.
13- Kötülerin arasına gömmemek. Çünkü kötü komşudan onlara sıkıntı gelir.
14- Kabrin üzerini balık sırtı gibi yapmak.
15- Kerpiç kullanmak.
16- Pişmiş tuğla kullanmamak. Çivi, tuğla gibi fırınlanmış şeyleri kabrin içinde kullanmak mekruhtur. Kabrin üstünü, dışardan tuğla ve mermerle örtmek caizdir.
17- Toprağı başında sadaka vermek.
18- Kabir başında dua etmek. [Sadakayı ve duayı geciktirmemek. 40. ve 52. gece gibi bid'at olan işlerden uzak durmak.]
19- Borçlarını ödemek.
20- Telkini kendi vermek.
21- İskâtını hemen yapmak. Ölünün namaz ve oruç borcu için, başkası onun yerine namaz kılamaz ve oruç tutamaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Başkası yerine oruç tutulmaz ve namaz kılınmaz. Fakat onun orucu ve namazı için fakir doyurulur.) [Nesai]
22- Mezar taşına caiz olmayan ifadeler yazdırmamak. Mesela Fatiha veya Besmele veya âyet yazmak caiz değildir. Latin harfleriyle de caiz olanı yazmamalıdır. Başkaları uzun yıllardan beri yazıyorsa da, caiz değildir.
23- Vasiyetlerini yerine getirmek. Dine uygun değilse yerine getirilmez.
24- Namazlardan sonra dua edip, sevaplarını onların ruhlarına göndermek. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ana-babasına asi olan, vefatlarından sonra, onlar için dua etse, Allahü teâlâ, onu, ana-babasına itaat edenlerden yazar.) [İbni Ebiddünya]
25- Sevabı onlara olmak üzere oruç tutmak.
26- Sevabı onlara olmak üzere hac etmek. Âlimlerin çoğuna göre ana-baba için hac caizdir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ölmüş ana-babası adına hac edene, hem kendi, hem de ana-babası için hac yapmış sevabı verilir. Ana-babasının ruhuna müjde verilir.) [Dare Kutni]
27- Sevabı onlara olmak üzere sadaka vermek. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Sadaka verirken, sevabını Müslüman ana-babanızın ruhuna niye hediye etmezsiniz? Hediye ederseniz, verdiğiniz sadakanın sevabı, onların ruhuna gideceği gibi, sevabından hiçbir şey eksilmeden size de yazılır.) [Taberani]
28- Kabirlerini ziyaret edip Kur'an-ı kerim okumalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ana-babasının veya birinin kabrini ihlasla ve mağfiret umarak ziyaret eden, kabul olmuş bir hac sevabı alır ve bunu âdet edinenin kabrini de melekler ziyaret eder.) [Hakim]
29- Kabirlerini Cuma günleri ziyaret etmek. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ana-babanın kabrini, Cuma günleri ziyaret edenin günahları affolur, haklarını ödemiş olur.) [Tirmizi]
30- Ziyarette dua ve Kur'an-ı kerim okumakla meşgul olmak, uygunsuz söz söylememek.
31- Sağlıklarında incinmiş iseler, çocuk salih olunca razı olurlar. Onların öğrettikleri iyi şeylerle amel ettiği müddetçe, sevabı onlara da ulaşır.
32- Onlardan kötü bir yol edinmiş ise, her yaptığından onlara da günah ve azap gider. Bunun için, onlardan veya onların vasıtası ile öğrendiği kötü şeyleri terk etmeli, kendi kötü amelleri ile, onlara kabirde azap ettirmemelidir.
33- Ana-babaya sövmemek. Hadis-i şerifte, (Ana-babaya sövmek büyük günahtır) buyuruldu. (Buhari) Yani birinin ana-babasına söversen, o da senin ana-babana sövebilir.
34- Yakınlarına iyi davranmak. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ölmüş ana-baba için dua ve istigfar etmek, borçlarını ödemek, dostlarına ikram etmek, onların yakınlarını ziyaret etmek, iyi davranmak suretiyle onlara ikramda bulunun.) [Hakim]
35- Dostlarını ziyaret etmek. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Babası öldükten sonra, onun dostlarını ziyaret eden, en iyi iyiliği yapmış olur.) [Müslim]
36- Dostları ile görüşmek. Hadis-i şerifte (İyiliklerin en mükemmeli, baba dostunu görüp gözetmektir) buyuruldu. (Müslim)
37- Fıtır bayramında, sevabı onlara olmak üzere sadaka-i fıtır vermek.
38- Kurban bayramında sevabı onlara olmak üzere kurban kesmek.
39- Ana-babanın sevdiği yemeği yapıp, fakirlere verip ruhlarını şâd etmek.
40- Kötülüklerini söylememek. Hadis-i şerifte (Ölülerinizi hayırla anın, iyiliklerini söyleyin, kötülüklerini açıklamayın) buyuruldu. (Tirmizi)
..Ana babaya isyan
Sual: Salih ana babanın dine uygun emirlerini dinlemeyen evlat günaha girer mi? CEVAP Elbette günaha girer. Peygamber efendimiz bildiriyor ki: (Allahü teâlâ, Musa aleyhisselama “Âsi olanın sözünün ağırlığı, dünyadaki bütün kumların ağırlığına eşittir” buyurunca, Musa, “Ya Rabbi, bu âsi kimdir” dedi. Allahü teâlâ, “Ana babasının sözünü dinlemeyendir” buyurdu.) [Ebu Nuaym]
.Ana babaya nafaka
Sual:(Sen de, malın da, babanındır) hadisine göre, evladın malı babanın mıdır? Baba, evladının malını istediği gibi harcayabilir mi? CEVAP Hayır. Evlat, zengin babaya bakmaya mecbur değildir. Zengin evladın, fakir olan Müslüman ana babaya nafaka vermesi farzdır. Baba, kendi nafakası için, oğlunun malını satabilir; fakat binayı, toprağını satamaz. Anne ise, nafaka yapmak için oğlunun malını satamaz. (Nikaye)
Fakir evladın, fakir babasına nafaka vermesi farz değildir. Fakir olan ana babasını kendi evine alıp, birlikte geçinirler. (Fetava-i Hayriyye)
Fakir baba, kaybolan büyük oğlunun yalnız menkul mallarını, kendi nafakası için satabilir. Binasını, toprağını satamaz. (Dürer-ül-hükkam)
.Burnu yere sürtülsün
Sual: İhtiyar ve salih anam babam yanımdadır. Ancak sıkıntıları çok fazla. Ayrı bir ev tutsam uygun olur mu? CEVAP İster yanınızda kalsın, ister ayrı ev tutun, ama onların rızalarını almaya çalışın. Onlara bakmak, ihtiyaçlarını karşılamak iyidir ancak hazine bu değildir. Hazine onların rızasını duasını kazanmaktır. Aynı niyetle, kayınvalide ve kayınpederinize de öyle davranın. Yani karı koca, anne ve babalarınıza iyilik edin, dualarını rızalarını alın, bu fırsatı kaçırmayın. Çünkü salih ana babanın rızasını almak önemlidir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Yanında adım anıldığı halde bana salevat getirmeyen kişinin burnu yere sürtülsün. Ramazana erişip de günahları bağışlanmayan kişinin burnu yere sürtülsün. Ana ve babası, yanında ihtiyarladığı halde onları razı ederek Cennete giremeyen kimsenin burnu yere sürtülsün.) [Tirmizi, İ.Ahmed]
.Kadın-erkek ve anne
Sual: Âyet ve hadiste ana hakkının öneminin büyük olduğu, bu bakımdan kadının erkekten üstün olduğu söyleniyor. Üstünlüğün cinsiyet ile ilgisi var mıdır? CEVAP Dinimizde ırk, renk ve cinsiyet üstünlüğü yoktur. Üstünlük, takvaya, Allah indindeki dereceye göredir. Müslüman zenci bir kadın, Müslüman olmayan beyaz bir kraldan çok üstündür. Mukayese bile edilmez. Birisi ebedi Cennetlik, öteki ise ebedi Cehennemliktir.
Anne hakkı önemlidir. Anneye hürmet ve hizmet, babadan önce gelir. Biri, sual etti ki:
- Ya Resulallah, insanlar içinde iyilik etmeme en layık olan kimdir? - Annendir. - Sonra? - Annendir. - Daha sonra? - Babandır. (Buhari, Müslim)
Başka bir hadis-i şerifte de, (Önce, annene, sonra babana, kız kardeşine, erkek kardeşine ve sırası ile diğer yakınlarına iyilik et!) buyuruldu. (Nesai) Üstünlük başka, hakkı olmak, iyiliğe layık olmak başkadır. Anne, kâfir bile olsa ona iyilik etmelidir! Bir kimse (Ya Resulallah, annem müşriktir. Ona iyilik etmem caiz midir?) diye sorunca, (Evet annene iyilik ve ihsanda bulun!) buyuruldu. (Ebu Davud)
Her Peygamber, kendi annesinden de üstündür. Buna rağmen, Peygamberler de annelerine hürmet ve hizmet etmişlerdir. Çünkü anne, hak sahibidir, hizmete ve hürmete layıktır. Hakkı bulunmak, hizmete ve hürmete layık olmak ayrı, üstün olmak ayrıdır. Bir zat sual etti ki:
- Ya Resulallah cihada gitmek istiyorum. - Annen var mı? - Evet var. - Ona hizmet et, Cenneti, onu razı etmekle kazanırsın! (Taberani)
Cihada gitmek için gelen başka birisine de, (Annenin yanından ayrılma! Cennet onun ayağı altındadır) buyuruldu. (Nesai)
Hak sahibi olmak, üstün olmayı gerektirmez. Hadis-i şerifte (İnsanlar içinde en büyük hak sahibi, erkeğin üzerine annesi, kadının üzerine de kocasıdır) buyuruluyor. (Hakim)
Ana-babanın evladı üzerinde hakkı olduğu gibi, evladın da ana-baba üzerinde hakkı vardır. Erkeğin hanımı üzerinde hakkı olduğu gibi, hanımın da kocası üzerinde hakkı vardır. Fakat ana-baba hakkı ve koca hakkı daha önce gelir. Bu öncelik, üstün olmayı göstermez. Buradan (İslamiyet evlada veya kadına hak tanımıyor) demek iftira olur. Kimin imanı daha kuvvetli ve kim Allahü teâlânın emirlerine daha çok riayet ediyorsa o daha üstündür. (K. Saadet)
.Kayınpedere baba demek
Sual: Kayınvalideye ve kayınpedere, "Ana - baba" demek caiz midir? CEVAP Kayınvalideye ve kayınpedere, "Ana-baba" demek, akla yanlış gibi gelmekte ise de, ceddimiz hürmet olarak bunlara "Ana-baba" demişlerdir.
Bekara suresinin 133. âyet-i kerimesinde, Yakub aleyhisselama hitaben (Baban İbrahim, İsmail ve İshak) buyuruluyor. Bilindiği gibi, Yakub aleyhisselam, İshak aleyhisselamın oğludur. İsmail aleyhisselam amcası, İbrahim aleyhisselam ise dedesidir.
İbrahim aleyhisselamın babası Taruh olduğu halde, amcası ve üvey babası Azer için Kur'an-ı kerimde (İbrahim’in babası) ifadesi geçmektedir. (Enam 74)
Peygamber efendimizin, amcası Ebu Talibe ve Ebu Lehebe "Baba" dediği hadis-i şeriflerle sabittir. Türkiye’de de, insanlara iyilik eden, onları himayesine alan kimselere mecaz olarak, "Baba adam", "Fakir babası" dendiğini hepimiz biliriz. Yaşlı kimselere de hürmeten "Baba" denir.
Yaşlı kadınlara da , "Ayşe ana", "Fatma ana" veya "Hacı anne" dendiği meşhurdur. Böyle söylemekle, yani baba demekle, o kimse bizim babamız olmadığı gibi anne dediğimiz kadın da annemiz olmaz. Bunlar hürmet için söylenir.
Yine yaşlı kimselere, bir akrabalığımız olmadığı halde, "Amca, dede", yaşlı kadınlara da, "Teyze, nine" deriz. Bunlar bir saygı ifadesidir.
Kayınvalideye ve kayınpedere, "Ana-baba" demek ise daha tabiidir. Riya maksadıyla söylenirse, riya, saygı için söylenirse saygı olur. Ceddimiz, kayınvalideye ve kayınpedere, "Hanım anne", "Bey baba" da demişlerdir. Hakiki ana-baba ile karışmamaları için böyle söylemek daha iyidir. Bazı yerlerde kayınvalideye "Cici anne" de diyorlar. Bunlar mubah âdetlerdir. Günah olmayan âdetlere uymakta mahzur yoktur. Hatta mubah olan âdete uymamak şöhrete, kalb kırmaya sebep olursa böyle âdetlere uymak gerekir. (Hadika)
ANA BABA HAKKI. İmandan sonra birinci vazifemiz ana-babamızın gönüllerini kazanmaktır. Onların kalb
ANA BABA HAKKI
İmandan sonra birinci vazifemiz ana-babamızın gönüllerini kazanmaktır. Onların kalbini kıranın ibadeti kabul olmaz. Müslüman ana-babamız, bizden razı olmadıkça, Allahü teâlânın sevdiği kulu olmamız çok zordur. İyilik ederek rızalarını almaya çalışmalıdır!
Büyükler buyuruyor ki:
Ana-baba çağırdığı zaman herhangi bir işle uğraşırsan, hemen onu terk edip, derhal emrine koş! Anan-baban sana kızıp bağırırsa, onlara sen bir şey söyleme! Ananın-babanın duasını almak istersen, sana emrettikleri işleri çabuk ve güzel yapmaya çalış! Bu işini beğenmeyip sana gücenmelerinden ve beddua etmelerinden kork! Sana darılır iseler, onlara karşı sert söyleme! Hemen ellerini öperek gazaplarını teskin et! Ananın-babanın kalblerine geleni gözet! Çünkü senin saadet ve felaketin, onların kalblerinden doğan sözdedir. Anan-baban hasta ise, ihtiyar ise, onlara yardım et! Saadetini onlardan alacağın hayır duada bil! Eğer onları incitip, beddualarını alırsan, dünya ve ahiretin harap olur. Atılan ok tekrar geri yaya gelmez. Onlar hayatta iken, kıymetini bil!
Îmânı olanlardan Cehennemden en sonra çıkacak olanlar, Allahü teâlânın yolunda olan anasının, babasının islâmiyyete uygun olan emirlerine âsî olanlardır.
Peygamberimiz "aleyhisselâm" buyurdu ki: (Ana-babaya iyilik etmek, nafile nemâz, oruç ve hac faziletlerinden dahâ faziletlidir. Ana-babasına hizmet edenlerin ömrü bereketli ve uzun olur. Ana-babasına karşı gelip, onlara âsî olanların ömrleri bereketsiz ve kısa olur. Anasına-babasma âsî olan mel’ûndur.)
Bana Dînimi İmânımı Öğretti
Menkıbe-: Hasen-î Basrî "rahime-hullahü teâlâ" Kâbeyi ziyaret ve tavaf ederken bir zat gördü ki, arkasında bîr zenbil ile tavaf eder. O zâta dönüp dedi ki: Arkadaş, arkandaki yükü koyup öylece tavâf etsen dahâ iyi olmaz mı? O zât cevaben dedi ki, bu arkamdaki yük değil, babamdır. Bunu Şâmdan yedi kerre buraya getirip tavâf eyledim. Çünkî, bana dînimi, îmânımı bu öğretdi. Beni îslâm ahlâkı ile yetiştirdi, dedi. Hasen-i Basrî hazretleri ona dedi kî, kıyâmet gününe kadar böylece arkanda getirip tavâf eylesen, bir kerre kalbini kırmakla bu yapdığım hizmet havaya gider ve yine bir def’a gönlünü yapsan, bu kadar hizmete mukabil olur.
Cennetteki Komşu
Menkıbe: Ana-baba hakkında hikâye olunur ki, hazret-i Mûsâ aleyhisselâm, Tûr-i sînâda Hak teâlâ hazretleri ile mükâleme ederken, konuşurken (Yâ Rabbî! Âhıretde benim komşum kimdir?) diye sordu. Hak teâlâ buyurdu ki, (Yâ Mûsâ! Senin komşun, falan yerde, falan kasabdır!) Mûsâ aleyhisselâm kasabın yanına giderek beni müsâfir eder misin dedi. Yanında müsâfir oldu. Yemek zemânı gelince, kasab, bir parça et pişirdi. Dıvârdaki asılı zenbili aşağı alarak, orada bulunan ve sâdece kemiklerden ibaret bir kadına et verdi ve suyunu da verdi. Üstünü başını temizleyip, zenbile koydu. Mûsâ 'aleyhisselâm" sordu, bu senin neyindir? Kasab, annemdir, ihtiyar olup bu hâle girdi, işte her sabâh, akşam kendisine böyle bakarım dedi. Kasab annesine yemek verirken, o za'îf ve âciz annesi, oğluna düâ ederek, yâ Rabbî! Oğlumu Cennetde Mûsâ aleyhisselâma komşu eyle, dediğini Mûsâ aleyhisselâm dahî işitti. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâm kasaba müjde ederek, seni Allahü teâlâ afv ederek, Mûsâ. aleyhisselâma. komşu eyledi, dedi.
Gaflet ve şaşkınlığa kapılarak ana-babanın kalbi kırılırsa, derhâl onların rızâsını almağa çalışmalı, yalvarmalı ve her ne sûretle olursa olsun, onların gönlünü almalıdır! Ana-babanın evlâd üzerinde hakları çok büyükdür. Bunu dâima göz önünde tutarak, ona göre hareket eylemeli!
Hasan-ı Basri hazretleri’de buyurdu ki:
(Âlim bir evladın ana-babası kâfir olsa, kuyudan su çekmeleri için ona muhtaç olsalar, o da birkaç kova çektikten sonra öf dese, bu sebeple bütün amellerinin sevabı yok olur.)
Ana-babanın ve hiç kimsenin, dine uymayan emri yapılmaz. Fakat, ana-babaya, yine tatlı söylemek, onları incitmemek gerekir.
Ana-baba zalim de olsa, onlara karşı gelmek, onlarla sert konuşmak caiz değildir.
(Anam-babam çok şefkatsiz, onlara nasıl itaat edeyim) diyen bir kimseye, Resulullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: (Anan seni 9 ay karnında gezdirdi. 2 yıl emzirdi. Seni büyütünceye kadar koynunda besledi ve kucağında gezdirdi. Baban da seni büyütünceye kadar birçok zahmete katlandı. İdare ve maişetini temin etti. Sana dinini, imanını öğretti. Seni islam terbiyesi ile büyüttü. Şimdi nasıl olur da, şefkatsiz olurlar? Bundan daha büyük ve kıymetli şefkat olur mu?) [Ey Oğul İlmihali]
Bir zat, (Ya Resulallah, ana-baba, evladına zulmetse de rızalarını almayan Cehenneme girer mi?) diye sorunca, cevaben 3 defa (Evet zulmetseler de rızalarını almayan Cehenneme girer) buyurdu. (Beyheki)
Şu halde ana-baba zalim olup, evlada zulmetseler de, yine onları üzmemeye, küstürmemeye çalışmalıdır! Günah olan emirleri yapılmaz ama, yine de onları üzücü söz söylemek caiz olmaz.
Ana-baba kötü bile olsa, yine onlarla iyi geçinmelidir! Ziyaretlerini terk etmek büyük günahtır. Hiç olmazsa, selam göndererek, tatlı mektup yazarak, telefon ederek, bu günahtan kurtulmalıdır!
Hazret-i Musa, Allahü teâlâdan 9 defa nasihat istedi. Hepsinde de, ana-babaya itaat etmesi emrolundu. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ana-babaya itaat, Allah’a itaattir, onlara asi olmak, Allah’a asi olmaktır.) [Taberani]
Babasına asi gelen, çocuğundan mürüvvet göremez, muradına kavuşamaz, ailesi ile geçinemez, evinin tadı bozulur. (Şir’a)
Ana-babasına şefkat ve sevgi ile bir defa bakan, kabul edilmiş bir hac sevabına kavuşur.
Peygamber efendimiz (Ana-babanın yüzüne merhametle bakana, hac ve umre sevabı yazılır) buyurunca, (Günde bin defa bakarsa da böyle midir?) denildi. Cevaben buyurdu ki: (Günde yüzbin defa baksa da...) [R. Nasıhin]
Yine buyurdu ki: (Ana-babanın yüzüne sevgi ile bakmak ibadettir.) [Ebu Nuaym]
Ana-babası günah işleyen evlat, bunlara bir defa nasihat eder. Kabul etmezlerse, susar. Onlara dua eder
.Ana babaya saygıda, hürmette kusur etmemeli. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Büyüğünü saymayan bizden değildir.) [Tirmizi]
Onları görünce ayağa kalkmak, yanlarına gitmek, onlar oturuncaya kadar ayakta durmak, izinsiz oturmamak gerekir. Otururken edepli oturmalı, ayağını uzatarak oturmamalı, bacak bacak üstüne atmamalı, onlar bana bir şey demiyor diye bunları ihmal etmemelidir. Konuşurken sesini, onların sesinden yüksek çıkarmamalı. Yanlarında çok konuşup edebi aşmamalı. Ana-baba bildiği şeyleri de anlatsa, yine aynı şeyler mi dememeli,.hiç duymamış gibi can kulağı ile dinlemelidir.
Onlarla yolda giderken, arkalarından gitmeli, zaruretsiz önlerinde yürümemeli,çağırınca, hemen kalkıp yanlarına gidip, buyurun demelidir. Ana-baba çağırınca, farz namazı bozmak caiz olur ise de, ihtiyaç yoksa, bozmamalıdır. Sünnetler bozulur.
Konuşurken, yap, yapma gibi ifadeler kullanmamak. Yapar mısın gibi ricada bulunmalıdır.
Ana-baba uzakta iseler ziyaretlerine gitmek. Ana-baba ve mahrem akrabaları ziyaret etmek vaciptir. Hiç olmazsa, selam göndererek, tatlı mektup yazarak bu günahlardan kurtulmalıdır. Ziyarette sıra, ana, baba, evlat, dede, nine, kardeş, amca, hala, dayı ve teyzedir.
Ana-baba hastalandıkları zaman, tedavileri ile meşgul olmak, ilaç almak. Bir bakıcı, bir hizmetçi tutmak yerine, bizzat kendisi hizmet etmeye çalışmalıdır.
Ana-baba vefat ettiklerinde Definlerinde erken davranmak. Sünnet üzere yıkamak. Bu işi bilen iyi kimselere yıkatmalıdır. Sünnet üzere kefenlemek Toprağa kendisi koymak İyi ve salih kimselerin arasına defnetmek. Borçlarını ödemek. İskatını hemen yapmak Mezar taşına caiz olmayan ifadeler yazdırmamak.( Mesela Fatiha veya Besmele veya âyet yazmak caiz değildir. Latin harfleriyle de caiz olanı yazmamalıdır. Başkaları uzun yıllardan beri yazıyorsa da, caiz değildir.) Vasiyetlerini yerine getirmek. Dine uygun değilse yerine getirilmez. Kabirlerini ziyaret edip Kur'an-ı kerim okumak yapılması gereken mühim işlerdendir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ana-babasının veya birinin kabrini ihlasla ve mağfiret umarak ziyaret eden, kabul olmuş bir hac sevabı alır ve bunu âdet edinenin kabrini de melekler ziyaret eder.)[Hakim]
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Ana-babanın çocuğuna ve mazlumun zalime olan bedduaları, reddolmaz.) [Tirmizi]
(Kendinize, evladınıza ve malınıza beddua etmeyin! Duaların kabul olduğu bir saate rastlar da bedduanız kabul olur.) [Müslim]
(Ana-babasına iyilik eden evlat, Peygamberlerle beraber Cennete girer.) [İ. Rafii]
(Ana-babasına iyilik edenin ömrü uzun, rızkı bereketli olur.) [İ. Ahmed] (En faziletli amel, vaktinde kılınan namazdan sonra ana-babaya iyiliktir.) [Müslim]
(Ana-babaya ihsan, bedbahtlığı saadete çevirir, ömrü uzatır ve insanı kötü ölümden korur.) [Ebu Nuaym]
(Ana-babanıza ihsan ederseniz, çocuklarınız da size ihsan eder.) [Taberani] (Sen de malın da babana aittir.) [İbni Mace]
(Ana-babası, yanında ihtiyarladığı halde, [onların rızalarını alamayıp] Cenneti kazanamayanın burnu sürtülsün.) [Tirmizi]
(Üç kişinin duası kabul olur: Ana-baba, mazlum ve misafir.)
(Ana-babanın dûası, kabul olur. )
(Anneye yapılan iyiliğin ecri iki mislidir.)
(Önce, annene, sonra babana, kız kardeşine, erkek kardeşine ve sırası ile diğer yakınlarıma iyilik et!)
(Ana-babaya ihsan edenin, iyilik edenin, çocukları da onlara ihsan eder, iyilik eder.)
(Ana-babaya karşı gelmekten, isyân etmekten sakının! Cennetin kokusu bin yıllık mesafeden alındığı hâlde, ana-babasına âsî olan, Cennetin kokusunu alamaz.)
Veysel Karâni hazretlerinin kavuştuğu bütün ihsan ve dereceler, anasına yaptığı iyilik sebebiyle olmuştur.
Birisi sordu: “Ya Resulallah, yaşlı anama elimle yedirip içiririm. Abdestini aldırır, sırtımda taşırım. Hakkını ödemiş olur muyum?” Şöyle cevap verdi: “Hayır, yüzde birini bile ödemiş olamazsın. O sana, yaşaman için hizmet ediyordu, sen ise, ölümünü bekleyerek hizmet ediyorsun. Ancak Allahü teâlâ, bu az iyiliğine karşılık çok sevab ihsan eder.”
Ana babaya karşı edep hususunda eskilerin ahlakından örnekler; Eskiler diyoruz, çünkü eski insanlar rehber insanlara tam itaat edip yanılmıyorlardı. Yenilerin ise kılavuzları değişti. Eğer kılavuzu rehber insanlarsa, insan yeni de olsa, yani yeni insanlar dediğimiz gruptan da olsa fark etmez, güzellik her zaman yaşanır.
Şu toplumlarda bu husus şöyledir, şu toplumlarda böyledir. Günümüzde şöyledir. Psikologlara göre olması gereken şudur, falan gibi bir sürü bilimsel gerçek adı altında bilgiye rastlanmaktadır. Bu bilgilere göre hareket edip de batağa batmış, çıkmaz sokaklara girmiş birçok insana rastlamaktayız.
Her şeyde olduğu gibi bu hususta da en doğruyu, en güzeli, en uygun olanı güzel dinimiz belirlemiştir.
(Rabbin, yalnız kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine öf bile deme; ağır söz söyleme, onlarla yumuşak ve tatlı konuş, onlara acı, tevazu kanadını gerip "Rabbim, küçükken beni yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et" diye dua et.) [İsra 23, 24]
Allahü tealaya inanan, Ona tam itaat eder, onlar da işte öyle itaat ediyorlardı. Kur’an-ı kerimde de bildirilen bu emre göre hareket edip;
Çocukların anne-babalarını isimleriyle çağırmaları edepsizliktir. Edepsiz kimse de Allahü tealanın rahmetinden mahrum kalır derlerdi. Çocuk babasını odasından çağırmazdı. Çıkmasını beklerdi.
Çocuğun anne-babasıyla konuşurken sesini yükseltmesi uygun değildir diye bilip onlardan daha alçak sesle konuşurlardı. Her zaman hürmetkârane bir üslupla konuşurlardı.
İşte o günlere örnek teşkil eden tarihi belge niteliğinde olan bir oğuldan babaya yazılmış bir mektub örneğini aşağıya alıyoruz. Onların konuşmaları da yazıları da edebe tam uygun idi.
“Pederim Efendim,
İki seneden beri Sinekli’de mekteb muallimi olarak bulunuyor ve îfâ-yı vazîfe eyliyorum. Lehü’l-hamd rahatım fevkalâdedir. Geçen sene pek ziyade rahatsızlık geçirdiğim gibi elyevm de rahatsızım. Siz ve kardeşlerim gözlerimde bir gonca güller gibi görünüyorsunuz. İki seneden beri bigayrihakkın beni hiç aramadınız. Gerçi on seneden beri sizleri doya doya görmedim. Fakat bu da askerlik dolayısıyla olduğundan kendime bir teselli buluyordum ki cümlenin başında idi. Bu şimdiki iftirak emin olunuz ki beni pek ziyade müteessir etti. Çünki işin içerisinde bir şey yok idi ve hep, hiçten ibaret idi. Evlâdınız olmak dolayısıyla sizleri aramaklığım boynuma borç olduğunu biliyorum ve sizleri daima arayacağım ve bulacağım tabiîdir. Sizin sağlığınız bana kâfi. Mektuplarınız medar-ı iftiharımdır. Bunun için iki satırlık mektubunuzu dört gözle beklerim. Her ihtiyâcâtınızın teminine gücümün yettiği kadar hazırım. Şeref ve haysiyet ve namusum siz pederime merbuttur. Duanıza muhtacım. Mektup gönderiniz, şerefim yükselir. Binaenaleyh şu mektubumun kabulü recâsıyla ellerinizi öperim muhterem pederim efendim.
20 Kânun-ı Sânî 337 (1921)
Sinekli istasyonunda Kahveci Şakir Efendi vasıtasıyla
Sinekli Mekteb-i İbtidai Muallimi
Oğlunuz”
Batılı modern insanlar böyle şeylerle edep mi olur dediler, ne bu baskı. Çocuk serbest olmalı, ana babanın yanında ayak ayak üstüne atılmazmış, onlara karşı ayak uzatılmazmış, onların yanında ses yükseltilmezmiş. Çocuk tam serbest olmalı dediler, bunları renkli kitaplara yazdılar, renkli artistler filmler çevirerek eski insanların uygulamalarının uygun olmadığını anlatıp benimsetmeye çalıştılar. Bu çok renklileri beğenip takip eden halktan kişiler, işi daha da ileri götürdüler. Çocuklarının serbest olması için birlikte ahlaksız filmleri seyrettiler, birlikte içkiler içtiler. Sonunda çocukları o kadar serbest oldular ki hareketlerinde onlara bile azgınlık gibi görünen durumlar ortaya çıkmaya başladı. Bu şeylere karşı çıktıklarında da kabarmış ve bir felaket halini almış nefslerle karşılaştılar, Gazeteler de haber köşelerinde ünlü oldular. “Karşı cinsten arkadaşı ile birlikteliğine karşı çıkan anne ve babasını öldüren evlat” “Anasını kesen oğul” “Babaya işkence” “Bir bilezik için babaannesini doğradı” “Aileden tek fert bırakmadan kesti ve çöplüğe gömdü” vs. vs. Böyle haberlere nasıl da alıştık değil mi?
Güzel dinimiz her konuda olduğu gibi anne – baba hakları hususunda da en güzel kuralları, ister inanan olsun, ister inanmayan, hatta ister iman düşmanı olsun hiç kimsenin itiraz edemeyeceği kadar güzel, etkili, tartışma götürmeyecek kadar mükemmel kuralları getirmiştir. Bu kurallar dairesi içinde kalıp, insana yakışır bir hayatı yaşayarak anne ve baba olmuş kişilere Allahü teala onlara hürmette ve hizmette kusur etmeyen evlatlar nasip etmektedir. Evlatlarını Allahü tealanın razı olacağı şekilde yetiştirmeye çalıştıklarından, bu işte ne kadar başarılı olurlarsa o kadar mutlu olacakları neticeye kavuşmaktadırlar. Alimler islamiyetin (ehl-i sünnet doğru Müslümanlık) içinde hiçbir çirkinlik, dışında da hiçbir güzellik yoktur buyurmuşlardır.
Güzel dinimizi beğenmeyip doğrudan sapmış bir hayat yaşayanlar, birçok konuda yanılıp daha dünyadayken kötü sonuçlara kavuşmaktadırlar.
Ana babalar bu sapmaların derecesi neticesinde o kadar farklılaşmışlardır ki bazıları hayvanların ana ve babaları gibi bir şey olmuşlar, yani kedi yavrusunun annesi, köpek yavrusunun annesi vs. gibi.
Bütün hayatları nefslerinin emir ve isteklerini yerine getirmek olan kişilerin hayatları bir nevi böyle oluyor. Hatta dinimize tamamen ters dönmüş, sevmeyen ve beğenmeyen kişiler, modernlik ismini verdikleri hayatları yüzünden kendilerini sıkıntıya soktukları yetmiyormuş gibi başkalarını bile sıkıntıya sokuyorlar. Modern hayatlarının neticesi olarak dünyaya gelen gayri meşru çocuklarını, hiç sevmedikleri insanların bol olduğu camilerin avlularına bırakıveriyorlar.
Çağımızda meydana gelmiş ahlaksızlık selinden maalesef bazı Müslüman ailelerin de çocukları etkilenmeye başlamıştır. Sel çok kuvvetli akıyor.
Anne - babalar, yaşadığımız bu çağda, güzel dinimizin bu kurallarındaki güzelliklere gıda gibi, su gibi, ilaç gibi hatta bundan da öte çok daha muhtaçtır. Anne baba kalbi çok hassastır, bu kalbleri kazanan evlat ebedi seadete kavuşmaktadır. Güzel dinimizdeki “Ana babana öf bile deme” emrinden ve bu husustaki diğer emirlerinden habersiz bırakılmış çocuk, ileride nefsi yüzünden bir canavar olabiliyor ve bırakın öf bile dememeyi, onlara bıçak çekiyor, onları öldürüyor veya öldürtüyor, böyle olmasa bile hürmetsizliğin zirvesine çıkıp sonraları onların ona en muhtac oldukları ihtiyarlık çağında huzur evlerine bırakıveriyor, bu örnekler çoğalınca bu iş de bir çok kişi arasında çok tabii hal haline geliveriyor.
İlkokul, ortaokul, lise, üniversite, iş hayatı, evlenme, çocuk sahibi olma, torun sahibi olma ve huzurevi ve mezarlık. İşte günümüz insanının selin sürüklediği en üst seviye standart hayatı. Diğer tipleri bundan da kötü.
Anne - babalarından, onların çeşitli hallerinden utanan evlatların türediği bir devir. "Ölmedin, gebermedin gitti moruk!" hakaretlerine maruz kalan anne – babalar ve daha dünyadayken çekilen bir azap. Yemeyip yedirdikleri, giymeyip giydirdikleri, nefslerini azdırdıkça azdırdıkları, bir dediklerini iki etmedikleri evlatları tarafından zehir edilmiş bir hayat.
Eğer anne ve babalar evlatlarına dini terbiye veremedi ise bu güzel hasletlere sahip olmalarını onlardan beklemeleri de biraz tuhaf bir durumdur.
Hayvan gibi yetişmiş birinden insan gibi bir hareket beklememek lazımdır. Yetiştirmek yemini suyunu vererek bedenen büyümesini sağlamak değildir dermiş eski insanlar.
Nasıl olmalı?
Her şeyde olduğu gibi iyi bir evlat isteyen anne ve babalar evlatlarını İslamî bir terbiye vermek zorundadırlar.
İslam terbiyesiyle yetişen bir evlat anne ve babasına kötülük etmez, onları dövmez, onları aç-açık bırakmaz, onlara sövmez hatta Kur'an ifadesiyle öf bile demez.
“Ne ekersen onu biçersin”
Kişi, ana-babasına nasıl muamele ederse, çocukları da ona öyle muamele ederler. “Eden bulur”, “Ne ekersen onu biçersin” gibi güzel atasözlerimiz meşhurdur.
Birisi bir yerde babasını dövüyordu. Etraftan yetişenler, “Bu ne hâl, utanmıyor musun, insan hiç babasını döver mi?” diye oğluna bağırdılar. Babayı oğlunun elinden kurtarmak istediler. Fakat dövülen şahıs, onlara dönüp o perişân hâliyle dedi ki:
- Bırakın! Ben de burada babamı döverdim. Şimdi de aynı yerde evlâdım beni dövüyor. Onun suçu yok. Ben kendi yaptığımın cezâsını çekiyorum.
Hikmet ehli bir zât buyurdu ki:
- Anasına babasına âsî olan, evlâdından hayır görmez. İşleri hakkında istişâre etmeyen ihtiyacını elde edemez. Ailesini idâre etmeyen hayatın tadını bulamaz. Peygamber efendimiz “Evlâdının iyiliği üzerine ona yardımcı olan ana-babaya Allah rahmet eylesin” buyurmuştur.
Aşağıda Levent Mazılıgüney’in insan babaları anlatan bir yazısını aldık.
Baba oldum baba...
Biliyor musun, korkuyorum baba, hem pek çok korkuyorum. Daha önce hiç korkmadığım kadar çok hem de… İnsanlar bilmediğinden korkarmış derler. O kadar çok şey bilmiyorum ki ben baba.
Hani derdin ya hep baba olmak zordur diye, çok zaman şakaya vururdum ben de. Şimdi anlıyorum zorluğunu, derinden hissederek anlıyorum.
Sen benim babamsın, ben şimdi çocuğumun babası. Oğlun baba olmuş, ortak bir noktamız daha olmuş baba. Benim bir çocuğum oldu baba.
Sen çocuğumun dedesi, söyle bana ne olur, anlat hemen, ben daha çocukmuşum da, soru sormuşum say ardı ardına. Nasıl korunur evlatlar dünyanın kirinden, pasından, puslu havasından? Nasıl büyütülür evlatlar ve nasıl yürütülür dikenli yollarda? Tertemiz dimağlar, günahsız ruhlar nasıl kaçırılır kirlenmenin kaçınılmazlığından?
Çok korkuyorum baba, çocuğumu sevdiğim kadar çok korkuyorum, bilmediğim için korkuyorum, bilmediğimi bildiğim için korkuyorum. Çocuğumun, serçe parmağımı ancak kavrayabilecek büyüklükteki ellerinden tutup, onu yıldızlara taşıyamamaktan korkuyorum. Ellerimi yıldızlara uzattığımda, ona en parlak yıldızları toplayamamaktan korkuyorum. Ellerimdeki kiri çocuğuma da bulaştırmaktan korkuyorum.
En çok da senin gibi bir baba olamamaktan korkuyorum.
Ben baba oldum baba; benim bir çocuğum oldu.
Sen çocuğumun dedesi, büyüğüm, babam, atam. Artık baba olmuş olsam da, oğlunum hala, evladınım. Hep yanımda ol ki, zorlanırsam sana dayanayım, sana sarılayım, elimi sana uzatayım. Sorularımı sana sorayım. Cevabını artık bilsem de soruyorum sana; cevap ver bana.
Baba olmak zor mudur baba?
Konu ile ilgili şiirler;
Ana yüreği
Geniştir yüreği, dünyalar sığar,
Yağmur olur kuru toprağa yağar,
Bin kere öldürsen, yeniden doğar,
Her derde devadır anne yüreği.
Çimenler yeşerir, cemre düşünce,
Kanıyor yürekler, hasret deşince,
Geride kalsak da, yıllar koşunca,
Topraktır, havadır anne yüreği.
Yüreğinde tomurcuklar açılır,
Gözlerinden muhabbetler saçılır,
Zehir sunsa, deva diye içilir,
Gecede seherdir anne yüreği.
Cennet bahçesidir onun yüreği,
Bazan köle, bazan evin direği,
Sevip sevilmektir derdi, merağı,
Gönüllerde hardır anne yüreği.
Sevildikçe, güneş olur gözleri,
Birer aşk şarkısı bütün sözleri,
Çektiği acının kalsa izleri,
Her zaman bahardır anne yüreği
İnsan Babasına Küser mi Oğul
Adaklar adayıp bulmuştum seni
Canımdan ilerde tutmuştum seni
Evimin direği görmüştüm seni
İnsan babasına küser mi oğul
Başına kakmayı düşünmem bile
Helal olsun hakkım varsa üstünde
Hürmet gerekirken ellere bile
İnsan babasına küser mi oğul
Ne yaptım ki seni sevmekten başka
Ne dedim ciğerim yavrumdan başka
Yârin yeri başka atanın başka
İnsan babasına küser mi oğul
Kör olup bu günü görmez olaydım
Kırılsa ayağım gelmez olaydım
Öleydim ananla kalmaz olaydım
İnsan babasına küser mi oğul
Beni yatıracak yerin yok ise
Verecek bir lokma aşın yok ise
Giderim üzülme derdin bu ise
İnsan babasına küser mi oğul
Allah'ım korusun herdaim seni
Evladın başına tac etsin seni
Rahat ol aramam artık hiç seni
Baba evladına kıyar mı oğul
M. Şahin
Babaları Anlamak...
Evladıma baktım babayım dedim,
Babamı düşündüm sağlık diledim
Beni bu günlere taşıyan oydu
Babamın hakkını nasıl öderim..
Ağlarken babalar gözyaşı dökmez
Babalar üzülür, hiç belli etmez
Onlar yaşlarını içe dökerler
Babalar dert çeker kimseler bilmez..
Dünü değil, yarınları görürler
Kaygı çeker, evlat için ölürler
Baba yüreği atılmaz yabana
Çok severler de sevmez görünürler..
Baba olmak zordur, çile işidir
Evlat ne söylese baba işitir
Bütün çalışması, derdi, emeği
Bir babanın evlatları içindir..
Babaya saygıda yarışabilsek
Sevgiler içinde yaklaşabilsek
Gülüşünde gizlediği acıyı
Ah.. Bir duyabilsek, anlayabilsek..
Evladıma baktım, babayım dedim
Babamı düşündüm, ömür diledim
Hayat sebebimsin, sen sevenimsin
Ey babam, sevmeyi ben senden öğrendim...
Hak teâlâ hazretleri Mûsâ aleyhisselâma buyurdu ki, (Yâ Mûsâ! Bir kimse, ana-babasına karşı gelirse, onun dilini kes ve herhangi bir a'zâsiyle ana-babasını gücendirirse, o a'zâsını kes!) Ana-babasını râzı eden kimse için, Cennetde iki kapı açılır. Ana-babası râzı olmıyan kimse için de Cehennemde iki kapı açılır. Bir kimsenin ana-babası zâlim dahî olsalar, onlara karşı gelmek, onlarla sert konuşmak câiz değildir.
Hak teâlâ buyurdu ki: (Yâ Mûsâ! Günâhlar içinde bir günâh vardır ki benim indimde çok ağır ve büyükdür. O da, ana-baba evlâdını çağırdığı zemân, emrine muvafakat etmemesidir. )
Ana-baba çağırdığı zemân herhangi bir işle uğraşılırsa, hemen onu terk edip, derhal ana-babanın emrine koşmalıdır. Ana-baba kızıp bağırırsa, onlara bir şey söylememelidir. Ana-baba dûâsı alınmak istenirse, emr etdikleri işleri çabuk ve güzel yapmağa çalışmalıdır. Bu işi beğenmeyip gücenmelerinden ve bed-düâ etmelerinden korkmalıdır. Darılır iseler, onlara karşı sert söylememelidir. Hemen ellerini öperek gazablarını, öfkelerini teskin eylemeli, gidermelidir. Ananın-babanın kalblerine geleni gözetmelidir. Zîrâ insanın se'âdeti ve felâketi, onların kalblerinden doğan sözdedir. Ana-baba hasta ise, ihtiyar ise, onlara yardım etmelidir. Se'âdeti onlardan alınacak hayr duada bilmelidir. Eğer onlar incitilip, bed-düâları alınırsa, insanın dünyâ ve âhıreti harâb olur. Atılan ok tekrar geriye yaya gelmez. Onlar hayâtda iken, kıymetlerini bilmelidir.
Allahü teâlânın rızâsı, dînine bağlı olan ana-babanın rızâsında, Allahü teâlânın gazabı, dînine bağlı olan ana-babanın gazabındadır. Habîb-i kibriyâ "sallallahü aleyhi ve sellem" bir hadîs-i şeriflerinde buyurdu ki: (Cennet ana-babanın ayağı altındadır. ) Ya'nî, sana dînini, îmânını öğreten ananın-babanın rızâsındadır. Hak teâlâ hazretleri Mûsâ aleyhisselâma dedi ki: (Yâ Mûsâ! Ana-babasını razı eden, beni razı etmiş olur. Ana-babasını razı edip bana âsi olan kimseyi dahî iyilerden sayarım. Ana-babasına âsi olan, bana muti', itaatkâr olsa bile, onu fenalar tarafına ilhak (dâhil) ederim.)
Îmânı olanlardan Cehennemden en sonra çıkacak olanlar, Allahü teâlânın yolunda olan anasının, babasının islâmiyyete uygun olan emirlerine âsî olanlardır.
Peygamberimiz "aleyhisselâm" buyurdu ki: (Ana-babaya iyilik etmek, nafile nemâz, oruç ve hac faziletlerinden dahâ faziletlidir. Ana-babasına hizmet edenlerin ömrü bereketli ve uzun olur. Ana-babasına karşı gelip, onlara âsî olanların ömrleri bereketsiz ve kısa olur. Anasına-babasma âsî olan mel’ûndur.)
Bana Dînimi İmânımı Öğretti
Menkıbe-: Hasen-î Basrî "rahime-hullahü teâlâ" Kâbeyi ziyaret ve tavaf ederken bir zat gördü ki, arkasında bîr zenbil ile tavaf eder. O zâta dönüp dedi ki: Arkadaş, arkandaki yükü koyup öylece tavâf etsen dahâ iyi olmaz mı? O zât cevaben dedi ki, bu arkamdaki yük değil, babamdır. Bunu Şâmdan yedi kerre buraya getirip tavâf eyledim. Çünkî, bana dînimi, îmânımı bu öğretdi. Beni îslâm ahlâkı ile yetiştirdi, dedi. Hasen-i Basrî hazretleri ona dedi kî, kıyâmet gününe kadar böylece arkanda getirip tavâf eylesen, bir kerre kalbini kırmakla bu yapdığın hizmet havaya gider ve yine bir def’a gönlünü yapsan, bu kadar hizmete mukabil olur.
Cennetteki Komşu
Menkıbe-: Ana-baba hakkında hikâye olunur ki, hazret-i Mûsâ aleyhisselâm, Tûr-i sînâda Hak teâlâ hazretleri ile mükâleme ederken, konuşurken (Yâ Rabbî! Âhıretde benim komşum kimdir?) diye sordu. Hak teâlâ buyurdu ki, (Yâ Mûsâ! Senin komşun, falan yerde, falan kasabdır!) Mûsâ aleyhisselâm kasabın yanına giderek beni müsâfir eder misin dedi. Yanında müsâfir oldu. Yemek zemânı gelince, kasab, bir parça et pişirdi. Dıvârdaki asılı zenbili aşağı alarak, orada bulunan ve sâdece kemiklerden ibaret bir kadına et verdi ve suyunu da verdi. Üstünü başını temizleyip, zenbile koydu. Mûsâ 'aleyhisselâm" sordu, bu senin neyindir? Kasab, annemdir, ihtiyar olup bu hâle girdi, işte her sabâh, akşam kendisine böyle bakarım dedi. Kasab annesine yemek verirken, o za'îf ve âciz annesi, oğluna düâ ederek, yâ Rabbî! Oğlumu Cennetde Mûsâ aleyhisselâma komşu eyle, dediğini Mûsâ aleyhisselâm dahî işitti. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâm kasaba müjde ederek, seni Allahü teâlâ afv ederek, Mûsâ. aleyhisselâma. komşu eyledi, dedi.
Gaflet ve şaşkınlığa kapılarak ana-babanın kalbi kırılırsa, derhâl onların rızâsını almağa çalışmalı, yalvarmalı ve her ne sûretle olursa olsun, onların gönlünü almalı! Ana-babanın evlâd üzerinde hakları çok büyükdür. Bunu dâima göz önünde tutarak, ona göre hareket eylemeli!
Çeşitli Hâdîs-i Şerifler
(Üç kişinin duası kabul olur: Ana-baba, mazlum ve misafir.)
(Ana-babanın dûası, kabul olur. )
(Ana-babanın yüzüne sevgi ile bakmak ibâdettir.)
(Anneye yapılan iyiliğin ecri iki mislidir.)
(Önce, annene, sonra babana, kız kardeşine, erkek kardeşine ve sırası ile diğer yakınlarıma iyilik et!)
(Ana-babaya ihsan edenin, iyilik edenin, çocukları da onlara ihsan eder, iyilik eder.)
(Ana-babaya karşı gelmekten, isyân etmekten sakının! Cennetin kokusu bin yıllık mesafeden alındığı hâlde, ana-babasına âsî olan, Cennetin kokusunu alamaz.)
(Ana-babası yanında ihtiyarladığı halde, [rızasının alamayıp] Cenneti kazanamayanın burnu sürtsün.)
(Hanımını anasından üstün tutana la'net olsun! Bunun farz ve diğer ibâdetleri kabul olmaz.) Yâ'ni ibâdetleri sahih olur, borçtan kurtulur fakat, sevaplarına kavuşamaz.
Allahü teâlâ buyurdu ki: (Yâ Mûsâ, benim indimde çok ağır ve büyük bir günâh vardır ki, o da, ana-baba evlâdını çağırınca emrine uymamasıdır.)
Hazret-i İbni Abbâs, "Ana-babana karşı, kusurlu, güçsüz, aşağı bir kölenin, sert, kaba efendisine karşı bulunduğu hâl üzere ol!" buyurdu.
Veysel Karâni hazretlerinin kavuştuğu bütün ihsan ve dereceler, anasına yaptığı iyilik sebebiyle olmuştur.
Hasan-ı Basri hazretleri buyurdu ki:
"Alim bir evlâdın ana-babası kâfir olsa, kuyudan su çekmeleri için ona muhtaç olsalar, o da birkaç kova çektikten sonra öf dese, bu sebeple bütün amellerinin sevabı yok olur."
Ana-babanın ve hiç kimsenin, dine uymıyan emri yapılmaz. Fakat, ana-babayı yine de incitmemek lâzımdır.
Ana-baba kâfir ise, onları kiliseden, meyhaneden, sırtta taşıyarak bile, geri getirmek lâzımdır. Fakat, oralara götürmek gerekmez.
Ana-baba ile konuşurken, onlara karşı (yap-yapma) gibi ifâdeler kullanmamalıdır. Bundan son derece sakınmalıdır. (Yapar mısın) gibi ricada bulunmalıdır. Hayır dualarını almalıdır. Ana-baba duâsını ganimet bilmelidir.
Ana-babaya sert bakmamalı, şefkatle, sevgi ile bakmalıdır. Ana-babasına şefkat ve sevgi ile bir defa bakan, kabul edilmiş bir hac sevabına kavuşur.
Ana-Baba Ölmüş İse
Ana-baba ölmüş ise, vefâtından sonra da yapılması gereken, kırk kadar hakkı vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
- Onlara hep hayır dua etmelidir Hadîs-i şerifte; (Ana-babasına dua etmiyenin rızkı kesilir) buyuruldu.
Onlar için Kur’ân-ı Kerîm Oku
Peygamberimize "aleyhisselâm" bir kişi geldi ve dedi ki, yâ Resûlallah "sallallahü aleyhi ve sellem"' Benim anam-babam ölmüşdür. Onlar için ne yapmam lâzımdır? Peygamberimiz "sallallahu aleyhi ve sellem" buyurdu ki, (Onlara dâima düâ eyle! Onlar için Kur’ân-ı kerîm oku ve istiğfar et, Allahü teâlâdan onların af ve mağfiretlerini iste!)
Eshâb-ı kiramdan biri "radıyallahü teâlâ anh" dedi ki, yâ Resûlallah "sallallahu aleyhi ve sellem", bundan fazla yapılacak bir şey var mı? Buyurdular ki, (Onlar için sadaka verin ve hac eyleyin!) Biri çıkıp dedi ki, anam-babam çok şefkatsizdirler, onlara nasıl îtâ'at eyleyeyim? Resûlullah "sallallahu aleyhi ve sellem" buyurdu ki: (Anan seni dokuz ay karnında gezdirdi. İki sene emzirdi. Seni büyütünceye kadar koynunda besledi ve sakladı, kucağında gezdirdi. Baban da seni büyütünceye kadar birçok zahmetlere katlanarak seni besledi. İdâre ve maişetini (geçimini) te'mîn eyledi. Sana dînini, îmânını öğretdiler. Seni islâm terbiyesi ile büyütdüler. Şimdi nasıl olur da, şefkatsiz olurlar? Bundan daha büyük ve kıymetli şefkat olur mu?)
- İyi ve sâlihlerin arasına defnetmelidir.
- Kötülerin arasına gömmemelidir. Çünkü kötü komşudan sıkıntı gelir. A'râbîden biri, rivayet eder ki, oğlumu rüyada gördüm. Allahü teâlâ sana ne mu'âmele etdi diye sordum. (Zararım yok, lâkin filân fâsıkın, kötü kimsenin yanına defn olunduğumdan, ona olunan azâblardan kalbime korku giriyor) dedi.
- Kabir başında dua etmelidir. Sadaka ve dua etmeyi geciktirmemelidir. Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki: (Ölünün mezârdaki hâli, imdâd diye bağıran, denize düşmüş kimseye benzer. Boğulmak üzere olan kimse, kendisini kurtaracak birini beklediği gibi, meyyit de, babasından, anasından, kardeşinden, arkadaşından gelecek bir duâyı gözler.
Kendisine bir düâ gelince, dünyânın hepsi kendine verilmiş gibi sevinmekden dahâ çok sevinir. Allahü teâlâ, yaşıyanların duaları sebebi ile, ölülere dağlar gibi çok rahmet verir. Dirilerin de ölülere hediyyesi, onlar için düâ ve istiğfar etmekdir.)
- Borçlarını ödemelidir,
- Iskatını hemen yapmalıdır.
- Mezar taşına câiz olmıyan ifadeler yazılmamalıdır. Latin harfleriyle câiz olanı da
yazmamalıdır. Taş üzerine âyet-i kerîme, mübarek isimler, şi'r, medhiye gibi şeyler, Fatiha kelimesini yazmak, resmini koymak câiz değildir. Asrlardan beri yazılıyor ise de, kötü bir bid'atdir. Kötü âdetler, câiz olmağı göstermez. Mezâr taşına, ism ve ölüm hicrî senesi yazılabilir dediler.
- Namazlardan sonra dua edip, sevâblarını ruhlarına göndermelidir. Hadîs-i şerifte; (Ana-babasına âsî olan, vefâtlarından sonra, onlar için dua etse, Allahü teâlâ onu, ana-babasına itâ'at edenlerden yazar) buyuruldu.
- Kabirlerini Cum'a günleri ziyaret etmelidir. Hadîs-i şerifte; (Ana-babanın kabrini, Cum'a günleri ziyaret edenin günâhları affolur, haklarını ödemiş olur) buyuruldu.
Ana-babanın evlâdı üzerinde hakları olduğu gibi, evlâdın da ana-baba üzerinde haklan vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
1- Ana-baba çocuğuna iyi isim koymalıdır! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Çocuğa güzel ad koymak, evlâdın baba üzerindeki haklarındandır.)
(Siz kıyamet gününde hem kendi adınızla, hem de babalarınızın adı ile çağırılırsınız. Bunun için kendinize güzel adlar koyun).
(Kötü ism alan bunu güzel isme çevirsin)
Hem söylenişi hemde mânası güzel isimleri koymak müstehâbdır. Çocuğa konulacak isimlerin en kıymetlileri olarak : Abdullah, Abdurrahmân, Ahmed, ve İbrahim gibi isimler bildirilmiştir. Bunlar Allahü teâlânm sevdiklerini hâtırlatan isimlerdir.
İslam âdabına uymayan isimleri kullanmak mekrûhtur. Zira Peygamber efendimiz "sallallâhü aleyhi ve sellem" çirkin isimleri değiştirirdi. İsyan eden mânasına gelen Âsiye ismini Cemile olarak değiştirmiştir
Çocuğa ad koyarken çocuğun babası, dedesi, veyâ en yaşlı, ilmi en çok olan çocuğu kucağına alır, abdestli olarak kıbleye döner ve ayakta sağ kulağına ezan , sol kulağına kâmet (ikâmet) okur. Üç kerre kulaklarına seslenerek koydukları adı söylerler ve böylece isim konmuş olur. Ardından şerbetler ikram edilir, tatlılar yenilir.
2- Ana-baba çocuğunu güzel terbiye etmelidir!
Hadîs-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Çocuğu terbiye etmek tonlarla sadakadan daha sevâbdır. )
Ana-baba çocuğa karşı şefkatli davranmalıdır. Peygamber aleyhisselâm, torununu öperken birisi görüp; "Yâ Resûlallah, benim on çocuğum var, hiç birini öpmem" dedi. Ona, (Merhamet etmiyen merhamet bulamaz) buyurdu.
3- Ana-baba çocuğuna bed-duâ etmemelidir. İbni Mübarek hazretleri, çocuğunu şikâyet edene, "Ona beddua ettin mi? " dedi. O da, evet dedi. "Çocuğun ahlâkını sen bozdun" buyurdu.
4- Ana-baba çocuğunu helâl gıda ile beslemelidir. Harâm gıdanın etkisi çocuğun özüne işler, çocukta uygunsuz işlerin meydana gelmesine sebep olur. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki:
(Yiyip içtikleriniz helâl, temiz olsun! Çocuklarınız, bunlardan hâsıl olur. )
5- Babanın çocuklarına ilim, edeb ve san'at öğretmesi farzdır. Önce, imânın ve İslâmın şartlarını ve Kur'ân-ı kerimi öğretmelidir. Yedi yaşından i’tibâren namaz kılmaya alıştırmalıdır. Dünya ve âhirette kurtuluş ilimledir. Çocuğu, din bilgilerini öğrendikten sonra, okula göndermeli, üniversite tahsili yaptırmalıdır. Dinini öğrenmeden mektebe gönderilirse, artık bunları öğrenecek vakit bulamaz. Din düşmanlarının tuzaklarına düşüp, onların yalanlarına aldanır. Dinsiz ve İslâm ahlâkından mahrum yetişir. Dünya ve âhirette felâketlere sürüklenir. Millete zararlı olur. Kendine ve başakasına yapacağı kötülüklerin günâhları, ana-babasına da yazılır. Din bilgilerini öğretmeden önce, çocuğunu gayr-i müslimlerin, hıristiyanların okullarına göndermenin pek çok zararları vardır.
6- Çocuk akıllı ve baliğ olup evlendikten sonra, ona şöyle demelidir: "Evlâdım, seni terbiye ettim. Okutup, evlendirdim. Dünyada felâkete, âhirette azaba uğramaktan Allaha sığınırım. Aklını başına topla, buna göre çalış!"
7- Çocuklar arasında adalete riâyet etmelidir.
Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki:
(Hediye verirken çocuklarınız arasında eşitliğe riâyet ediniz!)
8- Baba, yapmıyacağını sandığı emri çocuğuna söylememelidir, Söyleyip de onu itâatsizliğe sürüklememelidir. Ona bir şey söylerken "şunu ver veyâ getir" şeklinde değil, "şunu verir misin" veyâ "getirir misin ? " demelidir. Âlim ve sâlih bir zât, oğlundan hiçbir şey istemezdi. Sebebi sorulunca, "Bir şey isteyince, oğlumun karşı gelmesinden korkarım. Karşı gelince Cehenneme müstehak olur. Ben de oğlumun ateşte yanmasına razı olamam" buyurdu.
Anne ve Baba Hakkının Önemi Nedir?İslâm dini anne ve babaya iyi davranmayı, onların ihtiyaçlarını karşılamayı, meşru ölçüler içerisinde isteklerini yerine getirmeyi, gönüllerini almayı ve onlara merhamet kanatlarını gererek hayır dualar etmeyi emretmektedir. Onlarla alakayı kesmeyi, kaba ve sert konuşmayı, gönüllerini kırmayı, onlara karşı her türlü isyankâr söz ve davranışlarda bulunmayı da kesin olarak yasaklamaktadır. Aynı şekilde öncelikle aile içinde ve yakın akrabalar arasında olmak üzere büyüklere saygı gösterip küçüklere de merhametle muamelede bulunmayı ahlâkî bir sorumluluk saymaktadır.Modern toplumda, ilişkilerin mekanikliği içinde adeta kaybolurcasına yaşadığımız hayatlarımızda, anne baba ve yaşlılarımızın her zamandan daha çok sevgiye, ilgiye ve yakınlığa ihtiyaçları var. Sevgiyi yaşarken hissettirmek, onları manen kuşatır, yalnızlıktan, çaresizlikten kurtarır, kişiliklerine katılır ve gıda olur. Böylece aile ocağı herkes için huzurun soluklandığı mekânlar haline gelebilir ve en umulmadık güzellikleri yakalama fırsatı bulunabilir.Toprak tohuma, tohum yağmura, yağmur buluta ne kadar muhtaç ise insanda ana babaya öyle muhtaçtır. Sevgilerini yüreğimizde büyüterek, sözlerimize ve davranışlarımıza yansıttığımız ölçüde onları mutlu edebiliriz.
Anne ve Babaya Karşı Nasıl Davranılmalı?-Anne ve Babaya Saygı ve İyilik Allah’u Teâlâ’nın Emridir,-Anne ve Babayı Üzecek Davranışlardan Sakınılmalıdır,-Anne ve Babaya Hizmet Etmek Kişinin Cennete Girmesine Vesile Olur,-Anne ve Babaya Bakmak Dini Bir Görevdir,-Anne ve Baba Müslüman Olmasalar Dahi Saygıya Layıktırlar,-Anne ve Babanın Her Daim Sevgi ve Şefkate İhtiyacı Vardır.Anne ve Babanın Hakları Nelerdir?İmam-ı Nesefi hazretleri bildiriyor ki: “Ana-babanın evladı üzerinde seksen kadar hakkı vardır. Kırkı sağlığında, kırkı vefatından sonradır. Sağlığında olan kırk haktan onu bedenle, onu dil ile, onu kalble, onu da para iledir.”Bunları şu şekilde sıralayabiliriz;1-) Anne ve Babanın Sağlıklarında Olan HaklarıBedenle olan hakları1- Hizmet ederek rızalarını almak.2- İyilik etmek. Ana-babaya iyilik ve ihsan, evlada farzdır.3- Asi olmamak, karşı gelmemek.4- İtaat etmek, karşı gelmemek, günah olmayan emirlerini yapmak.5- Sert bakmamak, şefkatle, sevgi ile bakmak. Ana-babasına şefkat ve sevgi ile bir defa baksa, kabul edilmiş bir hac sevabına kavuşur.6- Üzmemek, incitmemek, rızalarını kazanmak.7- İzinsiz sefere gitmemek.8- Saygıda, hürmette kusur etmemek.9- Onlarla yolda giderken, arkalarından gitmek. Zaruretsiz önlerinde yürümemek. 10- Çağırınca, hemen kalkıp yanlarına gitmek, buyurun demek. Ana-baba çağırınca, farz namazı bozmak caiz olur ise de, ihtiyaç yoksa, bozmamalıdır. Sünnetler bozulur.Dil ile olan hakları1- Yumuşak söylemek, tevazu etmek. Öf bile dememek.2- Konuşurken sesini, onların sesinden yüksek çıkarmamak.3- Yanlarında çok konuşmamak, edebi aşmamak. Ana-baba bildiği şeyleri de anlatsa, yine aynı şeyler mi dememek. Hiç duymamış gibi can kulağı ile dinlemek.4- Kaba, dokunaklı ve argo söz söylememek. Mesela iki kardeşi olan biri, öteki kardeşini kastedip (Oğlun şunu yaptı. Ben yapsam kıyameti koparırdınız) veya (Anne torununu tepene çıkartıyor, çok şımartıyorsun. Söz dinletemiyoruz) gibi sözlerle ana-babayı üzmemelidir. Çocuklarını ana-babanın yanında dövmemeli, azarlamamalıdır. Böyle şeyler ana-babayı üzer.5- Hanımını onlardan üstün tutmamak.6- İsimleri ile çağırmamak, sözlerini kesmemek, sözlerinin arasına girmemek. Bilgiçlik taslamamak. Ana-baba yanlış da söylese, öyle değil diyerek itiraz etmemek.7- Ana-babanın arasını açacak söz ve hareketlerden uzak durmak. Ana-baba ile oğul veya kızın arasını açacak işlerden uzak durmak. Gelinleri, ana-baba ile oğullarının arasını açacak sözlerden uzak tutmalıdır.8- Konuşurken, yap, yapma gibi ifadeler kullanmamak. Yapar mısın gibi ricada bulunmalıdır.9- Hayır dualarını almak. Ana-baba duasını ganimet bilmek.10- Beddualarını almamak.Kalbi ile olan hakları1- Acımak, merhamet etmek.2- Sevmek. Her fırsatta ana-babanın ellerini öpmeli, sevdiğini hissettirmelidir3- Sevinçlerine sevinmek. Bir şeye sevinince, (Ne iyi olmuş, hayırlı olsun) gibi sözlerle memnuniyetini bildirmelidir.4- Üzüntülerine üzülmek, dertleri ile hemdert olmak. Bir şeye üzülmüşlerse, (Geçmiş olsun) diyerek ilgilendiğini, üzüldüğünü bildirmeye çalışmalıdır.5- Çok söylemelerinden incinmemek. İncinse bile, kesinlikle incindiğini hissettirmemek. 6- Sitem ve cefalarına kızmamak. Sözlerini hiç duymamış gibi hareket etmek. 7- Onlardan razı olmak. Ne yapıp yapmalı, onların rızalarını almaya çalışmalıdır.8- İncitmekten çok korkmak.9- Nazlanmamak. Aksine onların nazına katlanmalıdır. Çünkü ana-baba küçükken bizim çok nazımızı çektiler. Nazlanma sırasının onlarda olduğunu unutmamalıdır.10- Sıkıntı görse de, ölseler de kurtulsak diye düşünmemek, çok yaşamalarını arzu etmek. Onlar, bizden çok sıkıntı gördükleri halde, yaşamamızı istemişlerdi. İcabında kendileri aç durup bizi doyurmuşlardı.Mal, para ile olan hakları1- Kendinden önce, onlara elbise almak. Kendi yiyeceğinden iyisini onlara vermek.2- Uzakta iseler ziyaretlerine gitmek. Ana-baba ve mahrem akrabaları ziyaret etmek vaciptir. Hiç olmazsa, selam göndererek, tatlı mektup yazarak bu günahlardan kurtulmalıdır. Ziyarette sıra, ana, baba, evlat, dede, nine, kardeş, amca, hala, dayı ve teyzedir.3- Beraber yemek.4- Arzularını sormak, öğrenip yerine getirmek.5- Evlerini temizlemek, boyamak, tamir etmek.6- Para vermek. İhtiyaçları olup da söyleyemezler belki.7- Malı, parayı onlara serbest etmek. Ne zaman isterseniz, malım, param size feda olsun demeli, bir kızgınlıkları varsa, bu yolla onları teskin etmelidir. Ana-babaya harcanan paradan sual olunmaz. Muhtaç olan ana-babaya yardım farzdır.8- Ara sıra güzel yemek yapıp, davet etmek. Gönülleri ister de, belki söyleyemezler.9- Dostlarını, dost bilip davet ederek gönüllerini almak. Düşmanlarından da uzak durmaya çalışmak.10- Hastalandıkları zaman, tedavileri ile meşgul olmak, ilaç almak. Bir bakıcı, bir hizmetçi tutmak yerine, bizzat kendisi hizmet etmeye çalışmalıdır.2-) Anne ve Babanın Vefatından Sonra Olan Hakları1- Definlerinde erken davranmak.2- Sünnet üzere yıkamak. Bu işi bilen iyi kimselere yıkatmalıdır.3- Sünnet üzere kefenlemek.4- Caiz olmayan kefen yapmamak.5- Sünnet olan sayıya dikkat etmek. Erkeklere 3 parçadan fazla yapmamak.6- Kefende israf etmemek.7- Helal parasından kefen almak.8- Cenaze namazını biliyorsa kendisi kıldırmak. Bid’at ehli kimselere kıldırmamak.9- Onlara hep dua etmek.10- Toprağa kendisi koymak.11- Mezarı kazan ve çalışanları memnun etmek.12- İyi ve salih kimselerin arasına defnetmek.13- Kötülerin arasına gömmemek. Çünkü kötü komşudan onlara sıkıntı gelir.14- Kabrin üzerini balık sırtı gibi yapmak.15- Kerpiç kullanmak.16- Pişmiş tuğla kullanmamak. Çivi, tuğla gibi fırınlanmış şeyleri kabrin içinde kullanmak mekruhtur. Kabrin üstünü, dışardan tuğla ve mermerle örtmek caizdir.17- Toprağı başında sadaka vermek18- Kabir başında dua etmek.19- Borçlarını ödemek.20- Telkini kendi vermek.21- İskatını hemen yapmak. Ölünün namaz ve oruç borcu için, başkası onun yerine namaz kılamaz ve oruç tutamaz.22- Mezar taşına caiz olmayan ifadeler yazdırmamak. Mesela Fatiha veya Besmele veya âyet yazmak caiz değildir. Latin harfleriyle de caiz olanı yazmamalıdır. Başkaları uzun yıllardan beri yazıyorsa da, caiz değildir.23- Vasiyetlerini yerine getirmek. Dine uygun değilse yerine getirilmez.24- Namazlardan sonra dua edip, sevaplarını onların ruhlarına göndermek.25- Sevabı onlara olmak üzere oruç tutmak.26- Sevabı onlara olmak üzere hac etmek. Âlimlerin çoğuna göre ana-baba için hac caizdir27- Sevabı onlara olmak üzere sadaka vermek.28- Kabirlerini ziyaret edip Kur’an-ı kerim okumalıdır.29- Kabirlerini Cuma günleri ziyaret etmek.30- Ziyarette dua ve Kur’an-ı kerim okumakla meşgul olmak, uygunsuz söz söylememek.31- Sağlıklarında incinmiş iseler, çocuk salih olunca razı olurlar. Onların öğrettikleri iyi şeylerle amel ettiği müddetçe, sevabı onlara da ulaşır.32- Onlardan kötü bir yol edinmiş ise, her yaptığından onlara da günah ve azap gider. Bunun için, onlardan veya onların vasıtası ile öğrendiği kötü şeyleri terk etmeli, kendi kötü amelleri ile, onlara kabirde azap ettirmemelidir.33- Ana-babaya sövmemek.34- Yakınlarına iyi davranmak.35- Dostlarını ziyaret etmek.36- Dostları ile görüşmek.37- Fıtır bayramında, sevabı onlara olmak üzere sadaka-i fıtır vermek.38- Kurban bayramında sevabı onlara olmak üzere kurban kesmek.39- Ana-babanın sevdiği yemeği yapıp, fakirlere verip ruhlarını şâd etmek.40- Kötülüklerini söylememek.Allah’u Teâlâ’nın Anne ve Baba Hakkı Hakkında Emirleri-“Biz insana, ana-babasına iyilik etmesini tavsiye ettik.”-“Rabbin, yalnız kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine öf bile deme; ağır söz söyleme, onlarla yumuşak ve tatlı konuş, onlara acı, tevazu kanadını gerip “Rabbim, küçükken beni yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et” diye dua et.”-“Ya Musa, benim indimde çok ağır ve büyük bir günah vardır ki, o da, ana-baba evladını çağırınca, emrine uymamasıdır.”-“Biz, insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye ettik. Eğer onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme.” -“Ana-babası günah işleyen çocuk, bunlara bir defa nasihat eder. Kabul etmezlerse, susar. Onlara dua eder. “Kur’an-ı Kerim’de Anne ve Baba Hakkı Hakkında Ayetler Nisa Suresi/ 36Allah’a ibadet edin ve o’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara iyi davranın; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.Bakara Suresi/ 83Ve bir vakit İsrailoğullarından şöyle söz almıştık: “Allah’tan başkasına tapmayacaksınız, anne-babaya, yakınlığı olanlara, öksüzlere ve biçarelere de iyilik yapacaksınız. İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin.” Sonra pek azınız müstesna olmak üzere sözünüzden döndünüz, hala da dönüyorsunuz!En’am Suresi/ 151De ki: “Gelin, size Rabbinizin neleri yasakladığını okuyayım! O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, babanıza annenize iyilikten ayrılmayın, yoksulluk yüzünden çocuklarınızı zayi etmeyin; zira sizin de onların da rızkını Biz veririz, kötülüklerin açığına da gizlisine de yanaşmayın, Allah’ın muhterem kıldığı cana haksız yere kıymayın. İşte duydunuz ya, O, size düşünesiniz diye bunları emretti!”Yusuf Suresi/99,100Ailesi Yusuf’un yanına vardıklarında, anne ve babasını kucakladı, yanına aldı ve: “Buyurun Allah’ın dilemesiyle Mısır’a güvenle girin!” dedi. Ve anne ve babasını kendi tahtı üzerine oturttu.İsra Suresi/23Rabbin sadece Kendisine ibadet etmenize ve anne-babanıza, Allah’ın sizi görmekte olduğu bilinci içinde mümkün olan en iyi şekilde davranmanıza hükmetti. Eğer onlardan biri veya her ikisi yaşlanmış olarak yanınızda bulunuyorsa sakın varlıklarından veya onlara hizmetten bıkkınlıkla kendilerine ‘Öf!’ diyecek ölçüde bile kötü söz söyleme! Onları azarlama ve daima onlara karşı tatlı dilli ve gönül alıcı ol!Lokman Suresi/14Biz insana, anne-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü annesi onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. Önce bana, sonra da anne-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır.Ahkaf Suresi/15Biz o insana anne-babasına güzel davranmayı tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle karnında taşıdı ve zahmetle doğurdu. Onun taşınması ile sütten kesilmesi otuz aydır. Nihayet olgunluk çağına ulaşıp kırk yaşına girdiği zaman: “Ey Rabbim, beni öyle yönlendir ki, bana ve anneme-babama verdiğin nimetine şükredeyim ve hoşnut olacağın iyi bir iş yapayım. Soyumdan gelenleri de benim için iyi kimseler eyle. Çünkü ben, gerçekten tevbe ile Sana yüz tuttum ve ben gerçek müsümanlardanım.” der.Bakara Suresi/ 215Sana Allah yolunda mallarını neye harcayacaklarını sorarlar. De ki: “Vereceğiniz nafaka, anne, baba, en yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Hayır olarak daha ne yaparsanız Allah onu muhakkak bilir.İbrahim Suresi/ 41Ey Rabbimiz, hesabın görüleceği kıyamet günü beni, annemi, babamı ve bütün müminleri bağışla!”İsra Suresi/ 24İkisine de merhametle tevazu kanatlarını indir. Ve şöyle de: “Ey Rabbim! Onların beni küçükten terbiye edip yetiştirdikleri gibi, sen de kendilerine merhamet et.” Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)’in Dilinden Anne ve Baba Hakkı-“Hanımını anasından üstün tutana lanet olsun! Onun farz ve diğer ibadetleri kabul olmaz.”-“Ana ile oğulun arasını açana lanet olsun” buyurmuştur.”Ya Rasulallah, annem müşriktir. Ona iyilik etmem caiz midir? diye sorana, -“Evet, annene iyilik ve ihsanda bulun!” buyurdu.Anam-babam çok şefkatsiz, onlara nasıl itaat edeyim) diyen bir kimseye, Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);
-“Anan seni 9 ay karnında gezdirdi. 2 yıl emzirdi. Seni büyütünceye kadar koynunda besledi ve kucağında gezdirdi. Baban da seni büyütünceye kadar birçok zahmete katlandı. İdare ve maişetini temin etti. Sana dinini, imanını öğretti. Seni İslam terbiyesi ile büyüttü. Şimdi nasıl olur da, şefkatsiz olurlar? Bundan daha büyük ve kıymetli şefkat olur mu?” buyurdu.”Ya Resulallah, yaşlı anama elimle yedirip içiririm. Abdestini aldırır, sırtımda taşırım. Hakkını ödemiş olur muyum?) diye soran kişiye;
-“Hayır, yüzde birini bile ödemiş olamazsın. O sana yaşaman için hizmet ediyordu, sen ise, ölümünü bekleyerek hizmet ediyorsun. Ancak Allah’u Teâlâ, bu az iyiliğine karşılık çok sevap ihsan eder.” Buyurdu.”Bir zat,-“Ya Resulallah, ana-baba, evladına zulmetse de rızalarını almayan Cehenneme girer mi?) diye sorunca, cevaben 3 defa (Evet zulmetseler de rızalarını almayan Cehenneme girer) buyurdu. “-“Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ana-babanın yüzüne merhametle bakana, hac ve umre sevabı yazılır) buyurunca, (Günde bin defa bakarsa da böyle midir?) denildi. Cevaben buyurdu ki:
(Günde yüzbin defa baksa da…)-“Ana-babanın yüzüne sevgi ile bakmak ibadettir.”-“Rabbin rızası, ana-babanın rızasında, gazabı da, ana-babanın gazabındadır.”-“Ana-babasının rızasını alan mümine Cennetten iki kapı, üzene de Cehennemden iki kapı açılır.”-“Ana-babasını razı eden mümin, ne yaparsa yapsın Cehenneme girmez, inciten de Cennete girmez.”-“Allah’u Teâlâ, bazı günahların cezasını kıyamete kadar geciktirir. Ana-babaya isyan bundan müstesnadır.”-“Cihad için izin isteyen birine Peygamber Efendimiz, ana-babasının sağ olduğunu öğrenince;-“Burada kal, onlara hizmet et, onlara hizmet cihaddır.” buyurdu.Cihada gitmek için gelen başka birine de;
-“Annenin yanından ayrılma! Cennet onun ayağı altındadır.” buyurdu.Biri de, hicret etmek için gelip, Ya Resulallah, ana-babamı ağlatarak geldim dedi. Peygamber efendimiz bu duruma üzülerek; -“Hemen git, onları ağlattığın gibi güldür!” buyurdu.Anne ve Babanın Hakları Hakkında Hadisler-“Ana-babasına dua etmeyenin rızkı kesilir.”-“Ana-babasına asi olan, vefatlarından sonra, onlar için dua etse, Allah’u Teâlâ, onu, ana-babasına itaat edenlerden yazar.”-“Ölmüş ana-babası adına hac edene, hem kendi, hem de ana-babası için hac yapmış sevabı verilir. Ana-babasının ruhuna müjde verilir.”-“Sadaka verirken, sevabını Müslüman ana-babanızın ruhuna niye hediye etmezsiniz? Hediye ederseniz, verdiğiniz sadakanın sevabı, onların ruhuna gideceği gibi, sevabından hiçbir şey eksilmeden size de yazılır.”-“Ana-babasının veya birinin kabrini ihlasla ve mağfiret umarak ziyaret eden, kabul olmuş bir hac sevabı alır ve bunu âdet edinenin kabrini de melekler ziyaret eder.”-“Ana-babanın kabrini, Cuma günleri ziyaret edenin günahları affolunur, haklarını ödemiş olur.”-“Ana-babaya sövmek büyük günahtır” buyruldu. Yani birinin ana-babasına söversen, o da senin ana-babana sövebilir.”-“Ölmüş ana-baba için dua ve istiğfar etmek, borçlarını ödemek, dostlarına ikram etmek, onların yakınlarını ziyaret etmek, iyi davranmak suretiyle onlara ikramda bulunun”-“Babası öldükten sonra, onun dostlarını ziyaret eden, en iyi iyiliği yapmış olur.”-“İyiliklerin en mükemmeli, baba dostunu görüp gözetmektir” buyruldu.”-“Ölülerinizi hayırla anın, iyiliklerini söyleyin, kötülüklerini açıklamayın” buyruldu.”-“Annesinin ayağını öpen, Cennetin eşiğini öpmüş olur.”-“Allah’u Teâlâ’nın rızası ana-babanın rızasındadır.”-“Üç kişinin duası kabul olur. Ana-baba, mazlum ve misafirin duası.”-“Ana-babanın duası, ilahi hicaba ulaşır, duaları kabul olur.”-“Ana-babanın çocuğuna ve mazlumun zalime olan bedduaları, reddolmaz.”-“Kendinize, evladınıza ve malınıza beddua etmeyin! Duaların kabul olduğu bir saate rastlar da bedduanız kabul olur.”-“Ana-babasına hizmet edenin ömrü bereketli ve uzun olur.”-“Ana-babasını dine uygun hizmetleriyle razı eden, Allah’u Teâlâ’yı razı etmiş olur, onları gazaplandıran, Allah’u Teâlâ’yı gazaplandırmış olur.”-“Ana-babası, yanında ihtiyarladığı halde, [rızalarını alamayıp]Cenneti kazanamayanın burnu sürtsün.”-“Anneye yapılan iyiliğin ecri iki mislidir.”-“Önce annene, sonra babana, kız kardeşine, erkek kardeşine ve sırası ile diğer yakınlarına iyilik et!”-“Kâfir olan ana-babaya hizmet etmek, nafakalarını vermek, ziyaretlerine gitmek gerekir. Küfre sebep olan şeyleri yaptıracaklarından korkulursa, ziyaretlerine gidilmez. “-“Ana-babasına iyilik eden evlat, Peygamberlerle beraber Cennete girer.”-“Ana-babasına iyilik edenin ömrü uzun, rızkı bereketli olur.”-“Ana-babanıza ihsan ederseniz, çocuklarınız da size ihsan eder.”-“Sen de malın da babana aittir.”-“Ana-babaya karşı gelmek büyük günahtır.”-“Ana-babasına asi olan Cennete giremez.”-“Ana-babasına karşı gelenin ömrü bereketsiz ve kısa olur.”-“İmanı olanlardan Cehennemden en sonra çıkacak olanlar, Allah’u Teâlâ’nın yolunda olan ana-babasının İslamiyet’e uygun olan emirlerine asi olanlardır.”-“Ana-babanın ve hiç kimsenin, dine uymayan emri yapılmaz. Fakat, ana-babaya, yine tatlı söylemek, onları incitmemek gerekir.”-“Ana-baba kâfir ise, onları kiliseden, meyhaneden, sırtta taşıyarak bile, geri getirmek gerekir. Fakat oralara götürmek gerekmez. “-“Ana-baba zalim de olsa, onlara karşı gelmek, onlarla sert konuşmak caiz değildir.”-“Ana-babaya itaat, Allah’a itaattir, onlara asi olmak, Allah’a asi olmaktır.”-“Babasına asi gelen, çocuğundan mürüvvet göremez, muradına kavuşamaz, ailesi ile geçinemez, evinin tadı bozulur.”-“Ana-babayı ziyaret etmemek büyük günahtır. Hiç olmazsa, selam göndererek, tatlı mektup yazarak bu günahlardan kurtulmalıdır.”-“Büyüğünü saymayan bizden değildir.”-“Onları görünce ayağa kalkmak, yanlarına gitmek, onlar oturuncaya kadar ayakta durmak, izinsiz oturmamak gerekir. Otururken edepli oturmalı, ayağını uzatarak oturmamalı, bacak bacak üstüne atmamalıdır. Onlar bana bir şey demiyor diye bunları ihmal etmemelidir.”-“Âlim bir evladın ana-babası kâfir olsa, kuyudan su çekmeleri için ona muhtaç olsalar, o da birkaç kova çektikten sonra öf dese, bu sebeple bütün amellerinin sevabı yok olur.”-“Ana-babadan birine iyilik edince öteki incinirse, babaya hürmet ve itaat etmeli, anaya hizmet, yardım ve ihsan etmelidir.”
9 Şub 2006 - Allah'ın, ana-baba ve çocuklar arasında yarattığı sevgi ve saygıdan kaynaklanan işte
.ANNE-BABA (hakları, itaat)
Kullanıcı:
Sorularlaislamiyet.com
| Tarih:
Per, 09/02/2006 - 01:00
Toplum yapısının temeli olan ailenin kurucuları ve en önemli iki unsuru.
Allah'ın insanlardan korunmasını istediği beş kutsal şeyden biri de, neslin devamıdır. Neslin devamını Allah (c.c.), canlıların kabiliyet ve yapılarına göre belli kanunlara bağlamıştır. Neslini devam ettirebilmek için en büyük zorluklarla karşılaşan canlı da insanoğludur. İnsan, canlıların en güçlüsü olmasına rağmen, doğduğu anda en zayıf olanların başında gelir. Bazı hayvan yavruları doğumdan hemen sonra, bir kısmı da kısa bir zaman sonra ayağa kalkabildiği, ihtiyaçlarını gidermeye başlayabildiği hâlde insanoğlu ancak, doğumundan yıllar sonra bu seviyeye gelebilir. Neslin devam edebilmesi için bütün bu zorlukları çeken ana babalardır. Anne, yavrusunu dokuz ay karnında taşır, hamilelik süresince pek çok güçlükle karşılaşır, hayatî tehlikeleri de göze alarak çocuğunu doğurur. Hiç bir şeye gücü yetmeyen bebeğini büyütmek için, uykusundan, istirahatinden, sıhhatinden feragat eder. Nitekim Cenâb-ı Allah şöyle buyurur:
"Biz, insana, ana-babasına iyilikte bulunmayı tavsiye ettik. Özellikle de anasını tasviye ederiz ki, o, kat kat zaafa düşerek ona hamile kalmış, emzirmesi de tam iki sene sürmüştür. Binaenaleyh; bana ve ana-babana şükret. " (Lokman, 31/14). Aile ve çocuğun ihtiyaçlarını temin etmek için baba yılmadan, usanmadan çalışır, yemez yedirir, giymez giydirir. Çocuğun bir yeri ağrısa, onlar daha fazla rahatsız olurlar. Çocuklarının rahatını kendi rahatlarına tercih ederler. Bu zahmetli meşgale, değişik safha ve şekillerde olmak üzere yirmi otuz yıl devam eder. Hatta, ana-babanın çocuğuna gösterdikleri ilgi hayat boyu sürer gider.
Allah'ın, ana-baba ve çocuklar arasında yarattığı sevgi ve saygıdan kaynaklanan işte bu hak-görev ilişkisi, insan neslinin yozlaşmadan, sıhhatli ve sağlam bir şekilde devam edebilmesinin ve vazgeçilmez bir şartıdır.
Ana-babanın çocuklar üzerindeki haklarını şöyle sıralayabiliriz:
1. İtaat (saygı): Çocukların ana-babalarına karşı en önemli görevleri onlara itaat etmek, yapılması haram olmayan isteklerini yerine getirmektir. Cenâb-ı Allah şöyle buyurur: "Biz insana, ana-babasına iyilik yapmasını tavsiye ettik. Bununla beraber, hakkında bilgi sahibi olmadığın (ilah tanımadığın) bir şeyi bana ortak koşman için sana emrederlerse, artık onlara bu hususta itaat etme." (el- Ankebût, 29/8) Bu ayet ashabtan Sa'd b. Ebi Vakkâs hakkında nazil olmuştur. Hz. Sa'd olayı şöyle anlatmaktadır: "Ben anneme hürmet ve itaat eden bir çocuktum, müslüman olunca annem bana:
-Sa'd! bu yaptığın nedir? Ya sen bu yeni dinini bırakırsın, yahut da ben yemem içmem ve sonunda ölürüm. Sen de benim yüzümden; "anasının katili!" diye ayıplanırsın, dedi. Ben; "Anneciğim böyle yapma. İyi bil ki, ben bu dini bırakmam!" dedim. Ve iki gün iki gece bekledim. Kadın ne yedi, ne içti. Bunun üzerine:
"-Vallahi anne, iyi bil ki, senin yüz canın olsa da bunlar birer birer çıksa, ben bu dinimi yine bırakmam. Artık ister ye, ister yeme" dedim. Bu azmimi görünce annem bu direnmesinden vazgeçti. Bunun üzerine yukarıdaki ayet-i kerîme nazil oldu. (Tecrîd-i Sarîh Tercümesi, XII, 121 ) .
Peygamber Efendimiz de bir hadislerinde: "Allah size, annelerinize itaatsizliği... Haram kıldı." (Buhârî, Edeb, 4).
Yukarıda zikredilen ayet ve hadislerden de anlaşılacağı gibi ana-babaların istek ve arzularını yerine getirmek, onlara karşı çıkmamak Allah'ın emridir. Ancak, ana-baba çocuğundan Allah'a karşı gelmesini, O'nu inkâr etmesini, farz kıldığı bir şeyi yapmamasını, haram kıldığı şeyleri yapmasını emrederse; onların bu istekleri yerine getirilmez. Çünkü Allah'a isyan olan hususta, ana-baba da olsa, insanlara itaat edilmez.
2. Ana-babaya iyi davranmak. Allah'u Teâlâ Kur'an-ı Kerîm'de, insanın kimlere karşı görevleri olduğunu sıralarken şöyle buyurur:
"Yüce Rabb'ın şöyle emretti; Yalnız Allah'a ibadet edeceksiniz, ana-babalarınıza iyilik yapacaksınız. Şayet bunlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlarsa sakın onlara "öf " dahi deme, yüzlerine bağırma, onlara tatlı söz söyle. Onlara, merhamet belirtisi olarak tevazu kanadını aç da, "Ya Rab, küçüklüğümde bana şefkat gösterdikleri gibi, sen de onlara merhamet et" de "(el-isrâ, 17/23-24)
Peygamber Efendimiz de "kime iyilik yapayım?" diye üç defa soran bir sahabiye, üç defasında da, "annene" cevabını verdikten sonra dördüncü soruda, babasına iyilik yapması gerektiğini söylemiştir. (Buhârî, Edeb, 2; Müslim, Birr, 1).
Ana-baba, çocuklarına yeteri kadar iyilik yapmamış olsalar, hatta bazı zararları dokunmuş olsa da, çocuklar, onlara yine de iyi davranmak mecburiyetindedir. Çünkü insanlar yaşlandıkça çocuklaşır. Çocukluğumuzdaki yanlış ve zararlı davranışlarımızı güler yüzle karşılayanlar bize muhtaç duruma gelince onlara, bize yaptıkları gibi iyi davranmamız aynı zamanda bir şükran borcudur.
3. Maddî ihtiyaçlarını gidermek. Yaşlanıp kendi ihtiyaçlarını temin edemez hâle gelince ana-babaların bütün ihtiyaçlarını temin etmek çocukların görevidir. Bu görev sadece ahlâkı olmayıp, hukuken de vardır. Bu görevini yerine getirmeyen kimse İslâmî yönetim tarafından buna zorlanır. Allah bu görevi evlâtlara yüklemektedir: "Ey Peygamber! Sana ne sarfedeceklerini soruyorlar. De ki, sarfedeceğiniz mal ana-baba, akrabalar, yetimler, düşkünler ve yolcular içindir. Yaptığınız her iyiliği Allah bilir. " (el-Bakara, 2/215).
Ashab-ı Kirâm'dan Ebu'd-Derdâ Hz. Peygamber'in (s.a.s.) kendisine dokuz önemli şey tavsiye ettiğini, bunlardan birinin de; ana-baba da dahil olmak üzere aile fertlerinin ihtiyaçlarını karşılamak olduğunu belirtir. (Buhârî, el-Edebü'l-Müfred, 9) Yine Peygamberimiz, cihada katılmak isteyen bir sahabiyi, ihtiyaçlarından dolayı, ana-babasının yanına göndermiştir. (Buhârî, el-Edebu'l-Müfred, 9).
4. Saygısızlık etmemek. İslâm ümmetinin prensibi büyüklere saygı, küçüklere sevgidir. Saygıya en lâyık olanlar, saygıda kusur etmeyi dahi aklımızdan geçirmememiz gerekenler de ana-babalarımızdır. Bir gün Peygamberimiz (s.a.s.) ashabına;
-"Size, büyük günahların en büyüğünü bildireyim mi?" diye üç defa sordu. Üç defasında da "evet bildir, Ey Allah'ın Resulü" diyen-ashab-ı kirâma bunların sırasıyla; "Allah'a ortak koşmak, ana-babaya karşı gelmek, haksız yere adam öldürmek ve yalan söylemek" olduğunu belirtir. (Buhârî, Edeb, 6).
"Ana-babamı ağlar hâlde terkederek, hicret etmek üzere senin emrini almaya geldim" diyen bir sahabiye Peygamberimiz (s.a.s.):
-"Onlara dön, nasıl ağlattınsa onları öylece güldür, sevindir" der ve henüz müslüman dahî olmayan ana-babasının yanına gönderir.
5. Rızalarını almak. İnsanın dünyadaki en büyük görevi şüphesiz ki, Allah'ın rızasını kazanmaktır. Bundan hemen sonra rızasını almamız gerekenler ise, ana-babalarımızdır. Çünkü, yukarıda geçen ayetlerde de görüldüğü gibi Allah'u Teâlâ, kendisine ibadetten hemen sonra ebeveyne iyiliği emretmiş , Peygamberimiz de (s.a.s.): "Allah'ın rızası, babanın rızasında, gazabı da gazabındadır" (Buhârî, el-Edebü'l-Müfred, 1; Tirmizî, Birr, 3) buyurmuştur. İyilik yapmada babadan önce gelen annenin durumu da, tabii ki böyledir.
Peygamberimiz (s.a.s.) çok öfkeli bir şekilde üç defa, "Yazıklar olsun o kimseye " dediğinde Ashab-ı Kiram; "Kimdir o? Ey Allah'ın Resulü! " diye sorunca;
"Ana-babası veya bunlardan birisi yanında ihtiyarladığı hâlde, Cennet'e giremeyip Cehennem'i boylayan kimse" der. (Müslim, Birr, 9).
Abdullah b. Amr b. el-Âs'ın anlattığına göre, bir adam peygamberimiz (s.a.s.)'e gelerek cihada gitmek için izin istedi. Peygamberimiz de ona; "Annen baban sağ mıdır?" diye sordu. Adam: "Evet", deyince Resulullah (s.a.s.): "O hâlde sen önce onların rızasını almaya çalış, " buyurarak ona bu görevini hatırlattı. (Tecrid-i Sarih Tercümesi, VIII, 377).
6. Kötü söz söylememek. Onları incitecek her tür kötü söz ve davranıştan kaçınmak gerekir. Bu kötü davranışların ebeveyne doğrudan yapılması haram olduğu gibi, onlara kötü söz söylenmesine sebep olmak da haramdır. Cenâb-ı Allah'ın, "Onlara öf dahî demeyin" yasağı yanında Peygamberimizin şu hadis-i şerîfi de çok dikkat çekicidir:
"Bir kimsenin ana-babasına sövmesi büyük günahlardandır".
-Ashab-ı Kirâm: "Bir kimse ebeveynine nasıl söver?" deyince,
-Efendimiz (s.a.s.): "Biri başkasına kötü bir söz söyler, o da tutar bunun ebeveynine söver" diye cevap verdi. (Buhârî, Edeb, 4).
7. Öldüklerinde hayırla anmak, dua etmek. Ana-baba ölmekle onlara karşı olan sorumluluklar bitmez. Onların temiz hatıralarını devam ettirmek gerekir. İnsanları insan yapan da bir bakıma, nesilden nesile miras olarak intikal eden bu güzel duygu ve hatıralardır. Peygamberimizin; "Sevgi, verâset yoluyla kazanılır" (Buhârî, el-Edebü'l-Müfred, 22) hadîsi de bu gerçeği ifade etmektedir. Böylece, nine ve dedelerle torunlar arasında bir sevgi bağı kurulmuş olur. Onları hayırla anmak, bağışlanmaları için dua etmek, Allah'u Teâlâ'nın Kur'an-ı Kerîm'de bize öğrettiği dualardandır; "Ey Rabbimiz! İnsanların hesaba çekileceği kıyamet gününde beni, annemi, babamı ve bütün müminleri bağışla. " (İbrahim, 14/41 ) .
Bir sahabî; "Ölümlerinden sonra da ebeveynim için yapmam gereken bir iyilik var mı?" diye sorunca Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Evet dört haslet vardır:
Onlara hayır duada bulunmak ve Allah'tan, bağışlanmalarını dilemek. Varsa vasiyetlerini yerine getirmek. Dostlarıyla ilişkiyi devam ettirip ikramda bulunmak. Akrabalarıyla ilişkiyi devam ettirmek ki, senin bütün akrabaların ancak onlar vasıtasıyla varolmuştur. (Buhârî, el-Edebü'lMüfred, 19)
Ölümlerinden sonra yapılacak duanın ebeveyne faydasını Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle dile getirir: "İnsan ölünce amel defteri kapanır. Ancak şu üç şeyle sevabı devam eder: Sadaka-ı câriye, insanların faydalanacağı bir ilim ve arkasından hayır dua eden bir evlât" (Buhârî, et-Edebü'l-Müfred, 19).
Ayrıca onlara karşı iyi, güzel olan her davranışta bulunmak, kötü, çirkin her hareketten de sakınmak, onlara karşı olan görevlerimizdendir.
Hayatta ve öldükten sonra ebeveynine karşı görevlerini yerine getiren, onları memnun edip hayır dualarını alan kimse, dünya ve ahiretin en büyük mutluluklarından birini kazanmış olur. Çünkü Peygamberimiz (s.a.s.) böylelerinin bereketli uzun bir ömre sahip olacaklarını, ebeveynin kendileri için yapacakları duaların Allah tarafından mutlaka kabul edileceğini ve Cennet'i kazanacaklarını müjdelemektedir .
Hz. Peygamber (s.a.s.) çocukların ebeveynlerine karşı sorumluluklarının ne kadar büyük olduğunu şöyle dile getirmektedir:
"Çocuk, hiç bir iyilikle babanın hakkını ödeyemez. Ancak onu köle olmuş bir vaziyette bulur da satın alarak hürriyetine kavuşturursa hakkını öder." (Buhârî, el-Edebü'l-Müfred, 6)
Üzerimizde bu kadar çok emek ve hakları olan anne ve babalarımızı sevmek ve onların sevgisini başka şeylerle değişmemek en önemli ahlakî görevlerimiz arasındadır. Bu görev, hayatta iken onlara karşı hürmet, şefkat ve merhamet göstermekle kendilerini hoşnut etmeye çalışmakla yerine getirilir. Gerçek anne-baba sevgisinin, "annemi, babamı seviyorum", demekten ibaret olmadığını, onlara karşı maddî-manevî her türlü görevin yerine getirilerek bu sevginin ispat edilebileceğini unutmamamız gerekir.
Büreyt'den rivayet edilen bir hadîs-i şerifte; adamın biri Kâ'be'yi tavaf ederken annesini omzunda taşıyarak tavaf ettirmiş Resulullah'ın yanına gelerek:
"-Hakkını ödedim mi?" diye sormuş. Resulallah buyurmuşlar ki:
"-Hayır, sana hamile iken alıp verdiği bir nefesin hakkı bile değil."
Bu şefkat dolu tasvirin, insanları anne babalarına teşekküre yönelttiği oldukça açıktır.
Abdullah b. Mes'ud (r.a.) Hz. Peygamber (s.a.s.)'e sordu:
"-Ya Resulullah, amellerin hangisi daha üstündür?" Resulullah:
"- Vaktinde kılınan namaz" buyurdular.
Abdullah b. Mes'ud diyor ki tekrar sordum:
"-Sonra hangisidir?"
"-Anne-babaya iyiliktir" diye cevaplandırdılar.
"-Sonra hangisidir?" dedim.
"-Allah yolunda savaşmaktır. " diye buyurdular.
Hülâsa anneye ve babaya her türlü ikram ve ihsanda bulunmak, onların ihtiyacı olduğu takdirde bütün maddî ihtiyaçlarını gidermek, onlara "öf" bile dememek, onlara karşı daima tatlı dilli olmak, en güzel tavır ve davranışlarla karşılık verip en ufak bir şekilde onları üzmemek bıkkınlığı ifade edebilecek bir tavır takınmamak gerekir. Gönüllerini kıracak en küçük bir sözden bile kaçınmak, her hususta rızalarını kazanmağa çalışmak, onları kendisinden memnun etmek, yaşlandıklarında onların her türlü hizmetine koşmak, hastalık anlarında tedavî ve bakımlarını yaptırmak çocukların görevidir. Hasta veya yatalak hâllerinde onların hizmetlerinde bulunmak Cennet'in kapılarını aralayan bir davranıştır .
İnsanın hayatı boyunca yapacağı görev ve sorumlulukları iki maddede özetlenir. Birincisi, Allah’a karşı olan görev ve sorumluluklardır. Çünkü insanı yaratan, yaşatan ve üstün yeteneklerle donatan O’dur. İnsana sayılmayacak kadar nimetler vermiş ve onu yaratılanların en üstünü kılmıştır. Kainatta var olan, her şeyi onun emrine vermiş ve ona hizmet için yaratmıştır. İnsana verdiği bu nimetlerin hesabını ve sorumluluklarını yerine getirip-getirmediğini soracakta O’dur.
Allah’a karşı olan görevlerin başında, O’nun varlığına ve birliğine iman etmek ve yalnız O’na ibadet etmek gelir. Kısacası insanın ilk borcu Allah’ı tanımak, verdiklerine şükretmek ve O’na ibadet etmektir.
İkincisi, Allah’ın yaratıklarına karşı olan görev ve sorumluluklarımızdır. Yaratıklar içinde insana en yakın olan ve insan üzerinde en çok hakkı bulunan, anne ve babadır. Çünkü Allah-ü Teala, onları insanın var olmasının zahiri sebebi kılmıştır. Bunun içindir ki Allah-ü Teala kendisine ibadetten sonra ikinci derecede anne ve babaya iyilik yapılmasını emretmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine "of!" bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Rabbin, yalnız Kendisine tapmanızı ve ana babaya iyilik etmeyi buyurmuştur. Eğer ikisinden biri veya her ikisi, senin yanında iken ihtiyarlayacak olursa, onlara karsı "Of" bile demeyesin, onları azarlamayasın. İkisine de hep tatlı söz söyleyesin.” (İsra, 23-24)
Ayet-i kerimede, anne ve babaya iyiyi davranılması, onlara karşı kırıcı olunulmaması emredilmiş ve onlara nasıl dua edileceği belirtilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de diğer bir ayette şöyle buyurulur:
“Biz insana, ana babasını tavsiye ettik. Anası onu zayıflık üstüne zayıflık çekerek (karnında) taşımıştır. (Ona gebe kaldığından itibaren tâ doğuruncaya kadar günden güne güçsüzleşmiş, ağırlaşmıştır). Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olmuştur. (Bunların hepsi, güç şeylerdir. Onun için biz insana): "Bana ve anana-babana şükret, dönüş banadır." (Lokman, 14)
Bu ayet-i kerimede de Allah’a şükürden sonra ana-babaya teşekkür etmemiz emrediliyor. İşte bu durumu evlat üzerinde Allah’ın hakkından sonra ana-babanın hakkının geldiğini göstermektedir.
Değerli Kardeşlerim,
Öyle ise ilk görevimiz Yaradanımızı tanıyıp O’na karşı kulluk vazifelerimizi yerine getirmek, sonra da ana-babamıza iyilik ve itaatte bulunmaktır. Hemen belirtelim ki imanın en büyük gayesi Allah’ın rızasını elde etmek olmalıdır. Allah’ın rızası ise ana-babanın rızasına bağlıdır. Nitekim Peygamber efendimiz bir hadisi-i şeriflerinde
Resulullah’ın dizinin dibinde yetişen sahabilerin de bütün arzusu, Allah katında sevilmek, Allah’ın sevgisine mahzar olmak, rızasını elde etmektir. O’nun için Resulullah’a bu tür sorular sorarlardır. Nitekim Hz. Peygambere ilk inananlardan olup, Küfe tefsir ve fıkıh mekteplerinin kurucusu olan Abdullah b. Mes’ud diyor ki: “Hz. Peygambere sorudum:
-Hangi amel daha faziletli(Allah katında daha sevimli)dedim.
-Vaktinde kılınan namaz, buyurdu.
-Sonra hangisi? Dedim. Peygamberimiz:
-Ana-babaya itaat, buyurdu. Ben:
-Sonra hangisi? Dedim. Peygamberimiz:
-Allah yolunda cihad, buyurdu.
Ben sormaya devam etseydim Resulullah da cevap vermeye devam edecekti. . (Buhari, Edeb, 1; Müslim, İman, 36)
Anne- babaya hizmet etmek cennete girmeye vesile olur. Ebû Ümame (ra) anlatıyor: Bir adam Peygamber efendimize: “Ey Allah’ın Resülü! Anne ve babanın çocukları üzerinde hakları nelerdir? Diye sordu. Peygamber efendimiz: “Onlar senin cennet ve cehennemindir.” (İbn Mace, Edeb, 1-11, 1208)
Evlat, ana-babasına iyilik eder ve itaatte bulunursa cenneti hak eder, asi olursa cehennemi hak eder.
Peygamber efendimiz onlara hizmet ederek cennete giremeyen kimselere beddua ederek üç defa: “Burnu yerde sürtülsün, burnu yerde sürtülsün, burnu yerde sürtülsün” buyurmuş Ashab: “Kimin ya Resulallah?” diye sormuşlar. Efendimiz: “İhtiyar ana-babasından biri, yahut her ikisi yanında bulunduğu halde onların rızasını kazanarak cennete girmeyenin.” Buyurmuştur.
Yine sahabeden zühd ve takva ile ün yapan Abdullah b. Amr b. el-Âs(ra) Rasulullah’ın yanındayken şahit olduğu bir diyaloğu şöyle anlatır:
Peygamberimize bir adam geldi ve: “Ey Allah’ın Resülü, mükafatını Allah’tan dilemek üzere hicret ve savaş için emrinize girmek istiyorum, dedi. Peygamberimiz:
“Annen-babandan sağ olan var mı? Diye sordu. Adam:
“Evet, hatta ikisi de sağdır, dedi. Peygamberimiz:
“Sen Allah’tan ecir mi istiyorsun? Diye sordu. Adam:
“Evet(Hicret ve savaşla Allah’tan ecir istiyorum)dedi. Peygamberimiz
“Öyle ise anne ve babana dön ve onların gönüllerini al(umduğun mükafat onlara hizmet etmektedir.) buyurdu. (Müslim, Birr, 1)
Değerli Kardeşlerim,
Dinimiz, anne-baba hakkına o kadar önem vermiştir ki, kişinin anne ve babası müşrik dahi olsalar, yine onlara iyilikle davranılmasını ve hizmette kusur edilmemesini tavsiye etmiştir.
Hz. Eb’û Bekir’in kızı Esma(ra) anlatıyor: “Annem müşrik olduğu halde (benden bir şey istemek için) geldi. Ben de Peygamberimize: “Annem geldi, görüşmek istiyor, onunla görüşeyim mi? Diye sordum.” Peygamberimiz:
“Evet, annen ile görüş” buyurdu. (Buhari, Edep, 7; Müslim, Zekat, 14)
Ancak çocukların anne ve babalarına karşı itaat emri mutlak değildir. Allah’ın emrine asi olmamakla kayıtlıdır. Anne ve babaların emirlerinde Allah’a isyan kokuyorsa, onlara itaat edilmez. Nitekim, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur:
“Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin.”(Lokman, 15)
Sa’d b. Ebî Vakkas (ra): Bu ayet özellikle benim hakkımda nazil olmuştur diyerek sebebini şöyle açıklamıştır. “Ben anneme iyilik ve itaat eden bir evlattım. Ben Müslüman olunca annem bana: Oğlum Sa’d, bu yaptığın nedir? Ya sen bu dinini bırakırsın, yada ben ölünceye kadar yemem içmem. Sen de benim yüzümden “Ey anasının katili” diye ayıplanırsın, dedi. Ben de:
“Anneciğim, böyle yapma, iyi bil ki, ben bu dini bırakmam, dedim ve iki gün iki gece bekledim. Annem bu süre içinde ne yedi ne içti. Bunun üzerine ben: Anne, vallahi iyi bil ki, senin yüz canın olsa da bunlar birer birer çıksa, ben bu dinimi yine bırakmam. Dedim. Annem benim bu kesin kararımı görünce yemeye içmeye başladı. Bunun üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu. (Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, XII, 121)
Evet, anne ve baba kafir de olsa onlara iyilik ve ihsanda bulunmak dini bir görevdir. Ancak Allah’ın emirlerine aykırı olan isteklerinin yerine getirilmemesi, Kur’an ve sünnetin emridir. Bu hususta Peygamber efendimiz “Yaratıcıya asi olma durumunda yaratılana itaat edilmez.” (en-Nebhani, el-Fethü’l-Kebir, II, 570)buyurmuşlardır.
Muhterem Müminler;
Anne ve babanın rızasını kazanmak çocukları için büyük bir bahtiyarlıktır, manevi bir kazançtır. Yaşadıkları sürece bunun yararlarını mutlak göreceklerdir. Çünkü anne ve babanın çocukları için gönülden yapacakları duayı Cenab-ı hak kabul buyurur. Çünkü Hz. Peygamberimiz:
ثلاث دعوات مستجابات لا شك فيهن دعوة المظلوم ودعوة المسافر ودعوة الوالد على ولده
“Üç dua vardır bunların kabul olacağından şüphe yoktur. Mazlumun(Haksızlığa uğramış olan kimsenin) duası, misafirin (ikramı gördüğü kimseleri için) duası ve anne-babının çocuklarına olan duasıdır, buyurmuşlardır.”(Tirmizi, Birr, 7; İbn Mace, Dua, 11)
Abdullah b. Ebî Evfa(ra)’nın anlattığı şu olay ne kadar ibret vericidir: “Peygamberimizin huzurunda bulunduğumuz sırada birisi gelerek: “Ey Allah’ın Resulu, ölüm döşeğinde can çekişen bir genç var, kendisine “Lailahe illallah” de denildiği halde bunu bir türlü söyleyemiyor, dedi. (Ve Peygamberimizden yardım istedi.)Peygamberimiz sordu:
“Namaz kılar mıydı?” Adam:
“Evet kılardı.” Dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz kalktı, biz de onunla kalktık. Peygamberimiz gencin yanına girdi ve ona; “Lailahe illallah” de buyurdu. Genç:
“Söyleyemiyorum.” Dedi. Peygamberimiz:
“Niçin söyleyemiyorsun? Diye sordu. Peygamberimize gelen adam:
“Annesine itaatsiz idi.”dedi. Peygamberimiz:
“Annesi sağ mı? Diye sordu, orada olanlar:
“Evet sağdır, dediler. Peygamberimiz:
“Çağırın, gelsin, buyurdu. Onlar da kadını çağırdılar, kadın geldi. Peygamberimiz kadına:
“Şuraya büyük bir ateş hazırlansa da sana: “Oğluna şefaat edersen, onu bu ateşte yakmayız, şefaat etmezsen bu ateşte yakarız.”deseler ne yaparsın?” diye sordu, Kadın:
“Onun şefaatçisi ben olurum, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz:
“O halde bu oğlundan razı olduğuna ve hakkını helal ettiğine Allah-u Teala’yı şahit göster.” Buyurdu. Kadın:
“Allah’ım yüce zatını ve peygamberini şahit tutuyorum, oğlumdan razı oldum, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz gence dönerek. “Lailahe illallahü vahdehü lâ şerike leh ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Rasuluh” de, buyurdu. Hasta genç hemen şehadet getirince, Peygamber:
“Allah’a hamd olsun ki, benim vasıtam ile bu genci cehennem ateşinden kurtardı, buyurdu.” (Mecmeü’z-Zevaîd ve Menbeü’l-Fevâid, VIII, 148) hadisi Taberânî ve Ahmed b. Hanbel rivayet etmişlerdir.).
Değerli Kardeşlerim,
Ana-babanın evlat üzerindeki hakları çok büyüktür. Rivayet edildiğine göre, bir şahıs Hz. Ömer (ra)’e gelip:
“Benim anam babam o kadar yaşlandılar ki, küçükken onların bana hizmet ettikleri gibi ben de onlara hizmet ediyorum. Onlara karşı haklarını ödemiş sayılır mıyım? Diye sordu. Hz. Ömer(ra):
“Hayır, ödemiş sayılmazsın, zira sen küçükken, onlar sana yaptıkları bu hizmeti, büyüyesin, sağlam ve sıhhatli olasın diye yaptılar. Sen ise onlara bu hizmeti yaparken yakında ölebilirler düşüncesiyle yapıyorsun.” Dedi. (İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu’l-Beyan Tefsiri, IV, 537)
Peygamberimiz(sav):
ثم لا يجزي ولد والدا إلا أن يجده مملوكا فيشتريه فيعتقه
“Bir çocuk anne-babasının hakkını ödeyemez. Ancak onu köle olarak bulur da satın alarak azat ederse belki o zaman ödemiş olur.” (Müslim, Itk, 6; Tirmizi, Birr,
Bizlerin üzerinde bir çok emeği ve hakkı bulunan anne-babalarımıza saygılı davranmak, Allah’ın kesin emridir. Bu emre uymamak ise büyük bir günahtır. Nitekim Peygamberimiz(sav):
“Büyük günahlar; Allah’a ortak koşmak, anne ve babaya karşı gelmek, adam öldürmek veya yalan yere yemin etmektir.”(Buharı, Eyman, 16) buyurmuştur.
Diğer bir hadis-i şerifte Resulullah(sav): “Üç şey vardır ki bunlar ile yapılan amelin faydası olmaz: Allah’a ortak koşmak, anne ve babaya asi olmak ve savaştan kaçmaktır.” (et-Terğib ve’t-Terhib, III, 328)
Yine Ebû Bekir(ra) den rivayet göre Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Allah-ü Teala, bütün günahlardan dilediklerinin cezasını ahiret gününe erteler. Yalnız anne ve babaya karşı gelmenin cezası hariç Allah-ü Teala anne ve babasına isyan edenin cezasını ölmeden dünyada verir.” (et-Terğib ve’t-Terhib, III, 331)
Abdullah b. Amr b. el-Âs(ra), “Peygamberimiz şöyle buyurdu demiştir: “Bir kimsenin anne ve babasına sövmesi, büyük günahlardandır.” Buyurdu. Ashab-ı Kiram: “Ey Allah’ın Resülü, bir adam anne ve babasına söver mi? Dediler. Peygamberimiz: “Evet bir kimse başkasının babasına söver, o da kalkar onun babasına söver. Başkasının annesine söverse, o da onun annesine söver.” (Buhari, Edeb, 4; Müslim, İman, 38)
Bu hadis-i şerif, anne ve babalarına başkalarının hakaret etmesine sebep olacak söz ve davranışlardan sakınılmasını öğütlüyor. Esasen mümin, söz ve davranışlarında ölçülü olur. Kimseye hakaret etmez. Başkalarının de kendisine hakaret etmesine meydan vermez.
Değerli Kardeşlerim;
Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şerifler, annenin evlat üzerindeki hakkının, babanın hakkından daha fazla olduğunu bildirmiştir. Allah-ü Teâlâ Kur’an-ı Kerimde,
“Biz insana, ana babasını tavsiye ettik. Anası onu zayıflık üstüne zayıflık çekerek (karnında) taşımıştır. (Ona gebe kaldığından itibaren tâ doğuruncaya kadar günden güne güçsüzleşmiş, ağırlaşmıştır). Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olmuştur. (Bunların hepsi, güç şeylerdir. Onun için biz insana): "Bana ve anana-babana şükret, dönüş banadır." (Lokman, 14)
Ayet-i kerimede insanın anne ve babasına karşı iyi davranması emredildikten sonra özellikle annenin sütünün fedakarlığına dikkat çekilmektedir. Anne, evlat yetiştirme yükünün en çoğunu taşımaktadır. Bu sebeple çocuğuna karşı annenin şefkat ve merhameti, sevgi ve ilgisi, babaya nispetle daha çoktur, daha derin his ve duygularla doludur. Ayette özellikle annenin bu fedakarlığının hatırlatılması, onun evlat üzerindeki hakkının, babadan daha çok olduğuna delâlet eder.
Ebû Hüreyre (ra) anlatıyor: “Bir adam Peygamberimize gelerek: Ey Allah’ın Resülü, insanlar arasında iyi davranmama en çok layık olan kimdir? Dedi. Peygamberimiz:
İslam alimleri, hadis-i şerifte anneye iyilikte bulunmanın üç kere tekrar olunması, annenin evlat üzerinde, babanın üç katı hakkı olduğunu ifade eder demişlerdir.
Annenin sevgisi menfaate dayanmayan, karşılıksız bir sevgidir. Çocuk annenin bir parçasıdır. Onun için annenin çocuğuna karşı olan sevgisi karşılıksızdır, bir menfaate dayanmaz, hatta çocuk büyüdüğü zaman annesine itaat ve iyilikte bulunmasa bile, anne çocuğunun üzerine titrer, başına bir felaket ve musibet gelmesini istemez. Be sebeple bir atasözümüzde “Ana gibi yâr olmaz.” Denilmiştir. Çocuğun karşılıksız sevgiye ihtiyacı vardır. Bu sevgiyi kendisine doya doya veren annesi olduğu için çocuk annesini çok sever. Dinimiz de bu sebeple çocuğu terbiye hakkının öncelikle anneye ait olduğunu vurgulamıştır.
Abdullah b. Amr’dan şöyle rivayet edilmiştir: “Kocasından boşanan bir kadın Rasulullah’a gelerek:
“Ya Rasulallah! Şu oğlum için karnım aylarca kap oldu, memelerim su tulumu oldu, bağrımda onun için barınak oldu. Onun babası beni boşadı. Şimdi de onu benden almak istiyor.” Dedi. Rasulullah (sav): “Sen kocaya varmadıkça çocuğa bakmaya daha müstehaksın.” Buyurdu.(Ebû Davud, Talak, 35)
Evladın üzerinde annenin hakkı daha fazladır. Çünkü anne babadan daha çok zahmet çeker. Karnında taşıdığı çocuğu büyüdükçe zahmeti artar. Çocuk doğunca onu emzirir, sağlıklı olarak büyümesine özen gösterir. Bu konuda hiçbir fedakarlıktan kaçınmaz. Çoğu zaman gece uykusunu terk eder ve çocuğun hizmetini seve seve yapar. Hele özürlü bir çocuğun annesinin fedakarlığını kelimelerle ifade etmek mümkün değildir.
Muhterem Müminler:
Görüldüğü gibi dinimiz, Allah’a ibadetten sonra anne ve babamıza iyilik etmemiz, hayır dualarını almaya vesile olacak davranışlarda bulunmamamızı emrediyor. Onlara yapacağımız hizmet Allah’ın rızasını kazanmamıza vesile olacaktır.
Aynı şekilde dinimiz ana-babaya iyilik ve ihsanda bulunulmasını istediği gibi, onların dostlarına da iyilikte bulunulmasını istemiştir. Nitekim Hz. Ömer’in oğlu Abdullah(ra)’dan Peygamber efendimizin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “En iyi iyilik, insanın, babasının samimimi dostuna iyiliği ve ihsanı devam ettirmesidir.” (Müslim, Birr, 12)
Abdullah b. Dinar’ın anlattığına göre Hz. Ömer’in oğlu Abdullah bu hadis-i şerifi şöyle bir olay üzerine nakletmiştir: “Bir gün bedevilerden biri Mekke yolunda Abdullah’la karşılaşır. Abdullah bedeviye selam verdi ve bindiği merkebinden inerek onu bindirdi. Biz Abdullah’a:
“Allah hayrını versin, bunlar bedevidir, bedeviler ise az bir şeyden memnun olurlar.” Dedik. Bunun üzerine Abdullah şöyle dedi. “Bunun babası, babam Ömer b. Hattab’ın dostu idi. Ben Hz. Peygamber’in: “İyiliğin en iyisi, çocuğun, babasının samimi dostlarına iyiliği ve ilgiyi devam ettirmesidir.” Buyurduğunu işittim.” (Müslim, Birr, 11)dedi.
Aziz Kardeşlerim;
Ana-babaya hayatlarındayken iyilik ve ihsanda bulunmak, onların samimi dostlarına da iyilikte bulunup, ilgi ve alakamızı kesmemek yüce dinimizin bizlerden istediği görev ve sorumluluklardandır. Aynı şekilde öldükten sonra da anne ve babamız için yapmamız gereken hizmetler vardır.
Ebû Said Malik b. Rebi’a es-Saidî(ra) şöyle demiştir: “Ben-i Seleme kabilesinden gelen bir adam Peygamberimiz’e: “Ey Allah’ın Rasulu, anne ve babamın ölümlerinden sonra onlara yapabileceğim bir iyilik var mı?diye sordu. Peygamberimiz: “Evet onlar için Allah’tan af dilemek, vasiyetlerini ve taahhütlerini yerine getirmek, onlar vasıtası ile olan yakın kimseleri (amca, hala, dayı, teyze gibi) ziyaret etmek ve onların dostlarına ikramda bulunmaktır,” buyurdu. (Ebû Davur, Edeb, 129)
Değerli Kardeşlerim;
Bu ayet ve hadislerin belirttiği gibi anne ve babamıza gereken iyilik ve ihsanı yapmalıyız, anne ve babamıza karşı güler yüzlü ve tatlı dilli olmalıyız, onları incitici söz ve davranışlardan sakınmalıyız, Allah’a itaatsizlik olmadıkça isteklerini yerine getirmeli, çağırdıklarında bekletmeden hizmetlerine koşmalıyız. Yanlarında yüksek sesle konuşmamalı, hatta yolda yürürken bir zaruret olmadıkça önlerine geçmemeliyiz. Hastalık veya yaşlılık sebebiyle hizmete ihtiyaç duyuyorlarsa seve seve hizmetlerini yapmalıyız. Geçim sıkıntısı içindelerse yardımlarına koşup, ihtiyaçlarını gidermeliyiz. Zira evladın ana-babasına karşı görevlerinden biri de onların maddi ihtiyaçlarını karşılamaktır. Bu konuda Rasulullah’ın huzurunda şöyle bir olay cereyan etmiştir:
“Bir kişi Rasülü Ekrem(sav)’e gelerek, malını aldığından dolayı babasını şikayet etti. Onu çağırdığında, sopasına dayanarak yürüyebilen bir ihtiyar olduğunu gördü ve oğlunun kendisinden şikayetçi olduğunu söyledi.” Adam:
“Ya Rasulallah! Ben güçlü, kuvvetli iken o çok zayıftı, ben zengin iken o, hiçbir şeyi olmayan bir yoksul idi. Ben ondan hiçbir şeyimi esirgemedim. Şimdi ise ben zayıfım, o güçlü; ben fakirim, o zengin. Bana karşı cimrilik yapıyor, malını vermiyor dedi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz ağladı ve:
“Bu sözü işitince, bu duruma ağlamayacak canlı cansız hiçbir şey yoktur.”Buyurarak şikayetçi gence döndü ve: “Sen ve malın babana aitsiniz.” Buyurdu. (İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu’l-Beyan Tefsiri, IV, 538)
Değerli Kardeşlerim;
Kur’an-ı Kerim’de ana-babaya iyilik ve itaatten bahsedilirken “ihsan” kelimesi kullanılır. İhsan, karışlıksız yapılan iyilik demektir. Anne-baba evlatlarına her şeyi karşılıksız yaparlar, katlandıkları her türlü fedakarlığa karşılık evlatlarından hiçbir şey beklemezler.
Evlatlarda anne-babalarına hizmet edip itaat ederlerken hiçbir şeyi karşılık beklememelidirler. Çünkü bu hayat nizamımız olan İslam’ın emridir.
Rabbimiz hepimizi anne-babamızın rızasını kazanan sonra da Rabbimizin rızasını kazanan ve cennete giren kullarından eylesin.
Sohbetimizi İsra süresinin 24. ayetinde geçen dua ile bitirelim: “Ey Rabbim! Bunlar, küçükken beni besleyip büyüttükleri gibi sen de onlara öyle acı, merhamette bulun.”Amin
- Rabbın "kendisinden başkasına ibadet etmeyin, ana-babaya iyi muamele edin" diye hükmetdi. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa ererse, sakın onlara "öf" bile deme. Onları azarlama, onlara çok yumuşak ve tatlı söyle. Onlara acıyarak tevazu kanadım indir. Ve "Ya Rabbi, onlar beni çocukken nasıl bakıb büyütdülerse, sen de kendilerine öylece merhamet eyle!"
Ebeveyne karşı yapılması lazım gelen hürmet, itaat ve hizmete dair.
Allah Teala ve Tekaddes hazretleri buyuruyor:
- "Biz insanların ana ve babalarına iyilik etmelerini vasiyet ettik" (Rad Süresi (13), 21)
- "Allah'a ibadet edin ve ona hiç bir şeyi ortak koşmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara yakın komşuya, yabancı komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, ve maliki bulunduğunuz kimselere iyilik ediniz." (Nisa Süresi (4)1)
- "Biz ana ve babasına iyilik etmeği insana tavsiye etdik. Hususiyle anasını tavsiye ederiz ki, o kat kat zaafa düşerek ona gebe kalmış, emzirmesi de iki sene sürmüşdür. Binaenaleyh, Bana, ana ve babana şükret." (Lokman Süresi (31). 14)
Abdullah b. Mes'ud radıyallahu anh der ki:- Resulü Ekrem sallallahu aleyhi ve selleme:
"Allah'ın katında en sevgili amel hangisidir?" deye sordum. Buyurdular ki:
- Vaktinde eda. olunan namaz.
- Namazdan sonra hangisi daha sevgilidir?
- Anaya, babaya iyilik etmektir, buyurdular.
- Sonra hangisidir? dedim.
- Allah yolunda cihadda, buyurdular.
Allahü Teâlâ ve Tekaddes hazretleri buyurur:
- Rabbın "kendisinden başkasına ibadet ererse, sakın onlara "öf bile deme. Onları azarlama, onlara çok yumuşak ve tatlı söyle. Onlara acıyarak tevazu kanadım indir. Ve "Ya Rabbi, onlar beni çocukken nasıl bakıp büyüttülerse, sen de kendilerine öylece merhamet eyle!" de. (İsra suresi, (17) 23-24)
Musa aleyhisselam bir defasında şöyle dedi:
- Ya Rabbi, bana öğüt verir.
Allah Teala ve Tekaddes hazretleri buyurdu:
- Rabbının hukukuna riayet et.
Musa aleyhisselam tekrar etti:
Allah Teala ve Tekaddes hazretleri buyurdu:
- Ananın hakkını gözet.
Musa aleyhisselam tekrar sordu:
Allahü Teala ve Tekaddes hazretleri tekrar buyurdu:
- Ananın hakkını gözet.
Resulü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuşdur ki:
- "Kim anne ve babasının rızalarını alarak sabahlarsa cennette ona iki kapı açılır. Aynı şekilde akşamlarsa yine kendisine Cennette iki kapı açılır. Anne ve babasından yalnız birisi hayatta olur da onun gönlünü hoş ederse, kendisine cennete giden bir kapı açılır.
Ashab-ı kiramdan bir zat:
- Zulmederlerse de mi? diye sordu. Bunun üzerine Resulü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem üç defa:
- Zulmetseler de, buyurdu ve devamla:
- "Anne ve babasını küstürmüş olduğu halde sabahlayan kimseye iki kapı açılır. Bunlardan bir tanesi hayatta olur da, onun rızasını almaz ve onu küstürürse kendisine cehenneme giden bir kapı açılır, zulmederlerse de zulüm ederse de, zulüm ederlerse de" buyurdular. (Beyhaki, Şua-bü'1-iman)
- Cennetin güzel kokuşu, beş yüz yıllık mesafeden alınır. Fakat anne ve babasına isyan edenlerle, akrabaları ile münasebeti kesenler, bu kokuyu alamaz. (Taberanî, Sağirinde)
Gene buyurdular (Ebu Hureyre radıyallahu anh'den)
- Ana ve babaların ihtiyarlık zamanlarında bunlardan birine veya her ikisine yetişip de (bunlara layık oldukları hürmette bulunmadıklarından dolayı) cennete giremeyen kimsenin burnu yerlerde surunsun, deye üç kere tekrarlamıştır. Resulü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyurur:
- Evladın anaya, babaya asi olması halinde eğer onlara lanet ederlerse, bu lanet evladı kendilerinden koparır. Kim ki ebeveynim razı ederse. Yaratanım razı etmiş olur. Kim ki ebeveynini üzerse Yaratanım öfkelendirmiş olur. Kim ki anasına, babasına yetişir de onlara bakmaz, iyilik etmez ve kendisinden razı eyleyemezse, Allah korusun cehenneme girer.
Bir adam Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selleme:
- Ya Resülallah halk içinde iyi muamele yapmama en ziyade layık olan kimdir? deye sordu.
Resulü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
- Anandır, buyurdu. İki defa daha sorduğunda aynı cevabı tekrar etdi.
- Sonra kim gelir? deye sordu
- Baban, buyurdu. (Hadis-i Buhari ve Müslim)
Gene buyurdular:
- "Sadaka veren kimse, sadakasını neden Müslüman olan anne ve babasının ruhu için vermez? Halbuki böyle yapsa, verdiği sadakanın sevabı onların ruhuna gideceği gibi, onlardan bir şey eksilmemek şartıyla, onların sevabı gibi, bir sevap da kendisine yazılır." (Taberani, Evsat'da)
Malik b Rebia radıyallahu anh şöyle demiştir:
- Resulü ekremin huzurunda bulunuyorduk. Beni Seleme'den bir kişi gelerek. Resulü Ekrem efendimize:
- Anne ve babam öldükten sonra, onlar için yapabileceğim bir iyilik daha var mıdır? deye sordu.
Resulü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
- Evet onlar için dua ve istiğfar etmek, verdikleri sözü yerine getirmek, dostlarına ikram etmek yakınlığı onlar vasıtasıyla olan kimseleri ziyaret etmek, ikramda bulunmaktır, buyurdu. (Ebu Davud, İbni Mace, İbn Hibban)
Resulü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin huzuruna bir adam geldi ve:
- Ya Resûlallah, anam iyice ihtiyarladı. Ben onu kendi ellerimle yediriyor, içiriyor, sırtımda taşıyorum. Hasılı her türlü ihtiyacım karşılıyorum. Mükafata hak kazandım mı? dedi.
Resulü ekrem sallallahu aleyhi ve sellem cevaben:
- "Hayır, bu senin yapdıkların, ananın senin üzerindeki haklarının yüzde birine bile karşılık değildir. Fakat sen iyilik ediyorsun. Allah sana, bu az iyilik karşılığında çok sevab verir, buyurdular. (Tenbihu'l-Gafilîn'den)
Yemen'den bir kişi Resulü Ekrem efendimize gelerek:
- Ya Resülallah! Cihad etmek istiyorum, dedi. Resulü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
- Yemen'de annen, baban var mı? diye sordu. Adam:
- Evet var. Ya Resülallah! dedi.
Resulü Ekrem sallallahu aleyhi vesellem:
Sana izin verdiler mi? deye sordu. Adam:
Hayır vermediler Ya Rasülallah! dedi. Resulü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
- Anne-babana don de izin iste. Müsaade ederlerse cihad et. Etmezlerse gücün yettiği kadar onların hizmetine devam et. Çünkü imandan sonra seni Allah'a ulaşdıracak amellerin en hayırlısı odur. (Ahmed ve îbn Hibban'dan)
- Anaya-babaya hizmet, itaat ve ihsan sebebiyle Cenab-ı Allah insanın ömrünü müzdad buyurur, yani vücuduna sıhhat, kalbine genişlik ihsan eder de enfas-ı madüdesini az bir zamanda ikmal eylemez. (Camiu's-sağîr)
- Cennete duhul, valideyne tevazu, itaat ve istihsal-i rızaları için haki payelerine kapanmakla olur. (Camiu's-sağir)
- Allah'ın rızası ebeveynin rızasında, gazabı da gazaplarındadır. (Camiu's-sağir)
- Anaya, babaya muhabbetle bakmak evlat için ibadet makamındadır. (Menavi)lallahu aleyhi ve sellem efendimize bildirdi:
- Ya Resülallah, kocam çok hasta, ölüm halinde. dedi.
Resulü ekrem, vaziyeti öğrenmek için Bilal Habeşî, Ali, Selman ve Ammar radıyallahu anhüm hazeratını, Alkame'nin evine gönderdi. Gitdiler, Alkame ağır hasta idi. "La ilahe illallah, Muhammedün Resülullah" demesini söylediler. Bir türlü söyleyemedi. Üzüldüler. Vaziyeti bildirmesi için Bilal radıyallahu anhı Resulü Ekrem efendimize gönderdiler, o vaziyet etraflıca anlattı. Bu malumat üzerine Resulü Ekrem efendimiz ana ve babasının hayatta olup, olmadıklarım sordu. Babasının öldüğünü, ihtiyar anasının hayatta olduğunu öğrendiler.
Resulü Ekrem efendimiz, ihtiyar kadına oğlu ile vaziyetinin nasıl olduğunu sorduklarında, ihtiyar kadın:
- O hep karışım dinliyor, hep beni tersliyor, hiç bir dileğimi yerine getirmiyor, cevabım verdi. Resulü Ekrem, Bilal-i Habeşî'ye:
- Git bir yığın odun topla, onu ateşle yakayım, buyurdu.
Bu sözleri duyan Alkame'nin annesi:
- Ya Resülallah. O benim oğlum ve gönlümün meyvesidir. Onu benim gözlerimin önünde yakacak mısın? Buna yüreğim nasıl dayanır, dedi.
Resulü Ekrem efendimiz şöyle buyurdu:
- Ey Alkame'nin annesi, Allah'ın azabı daha şiddetli ve daha devamlıdır. Sen içinden Allah'ın onu mağfiret etmesini diliyorsun. O halde ona kırgın olmadığım açıkla. Hakkını helal et. Varlığım kudret elinde olan Allah'a yeminle söylerim ki, sen ona kırgın oldukça, onun ne namazı, ne orucu ne de diğer iyilikleri kendisine fayda vermez.
Alkame'nin annesi ellerin! göğe kaldırdı ve:
- Ya Resülallah! Allah'ı, seni ve burada bulunanları şahit tutuyorum ki, ben Alkame'den razıyım, ona haklarını helal ettim, dedi. Gafletten Kurtuluştan
Devr-i saadette Alkame isminde gayet çalışkan ve sahavetli bir genç vardı. Hastalandı ve rahatsızlığı şiddetlendi. Karışı vaziyeti Resulü ekrem sadaka veren kimse, sadakasını neden Müslüman olan anne ve babasının ruhu için vermez? Halbuki böyle yapsa, verdiği sadakanın sevabı onların ruhuna gideceği gibi, onlardan bir şey eksilmemek şartıyla, onların sevabı gibi, bir sevab da kendisine yazılır.
Resulü Ekrem efendimiz:
- Ya Bilal! Git bak. Alkame "la ilahe illallah" diyebiliyor mu?
Bilal hemen gitti. Alkame'nin evine vardı. Daha kapıdan girerken onun,
"La ilahe illallah, Muhammedün Rasülullah"demekte olduğunu işitti. Aynı gün Alkame vefat etti. Yıkandı, kefenlendi.
Resulü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem namazım kıldırdı. Ve defnedildi. Definden sonra Fahr-i kainat efendimiz kabrin basında durarak halka şunları söyledi:
- Ey muhacirler! Ey Ensar! Kim karışım annesinden daha üstün tutarsa Allah'ın laneti onun üzerinedir. Onun diğer ibadet ve iyiliklerinin de kendisine bir faidesi yoktur, kabul olunmaz.
Hazreti Ali kerremallahü veçhe buyurur:
- "Anaya, babaya iyi davranmak, salih amellerin hepsinden üstündür."
Resulü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyurur:
- "Herhangi bir şahıs, anne ve babasının yüzüne şefkatle bakar ise, Allahü Teala o kimse için, makbul olan bir hac sevabı kadar sevab yazar.
- Ana-babasına asî olana "İstediğin ibadeti yap sana mağfiret etmem" denir. Sadık olana da "Bildiğim yap. seni mağfiret edeceğim" denir. (Ramuz el-Ehadis)
Gene buyurdular: (Zeyd bin Erkam radıyallahu anh'den)
- Bir kimse, anne ve babası namına hac ederse, bu hac hem kendisi, hem de ana ve babası için kabul edilir ve ayrıca ana ve babasının ruhu, semada müjdelenir. (Ramuz el-Ehadis)
Resulü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyurur:
- Kim Kur'an okur, öğrenir ve onunla amel ederse kıyamet günü anne ve babasına nurdan (yapılmışcasına parlak) bir taç giydirilir. Onun zıyası güneş ışığı misalidir. Onun ebeveynine iki hülle giydirilir ki dünya (malı) onlarla boy ölçüşemez. Onlar ne karşılığında bunlar bize giydirildi derler. "Çocuğunuzun Kur'an ahkamım tutması sebebiyle" denilir. (et-Tergib, c.2 - 355)
- Cennetin derecelerinin adedi Kur'an ayetleri sayısıncadır. Kur'an okuyan bir kimse, cennete girdiğinde ondan üstün hiç bir kimse olmayacaktır. (Feyzu'l-kadir, c.2 - 458)
Bu konu île alakalı Abdüllatif Uyan'ın akışlı şiirini sunuyoruz:
ANNE DUASI
"Musa aleyhisselam" bir gün kendi kendine
Düşünüp şu şekilde, dua etti Rabbine.
Cennette benim komşum kim olacak ilahî
Bildir de, onu bulup, tanıyayım ben dahi
Buyurdu ki: (Ya Musa, falanca beldeye var
Çarşının girişinde, bir kasap dükkanı var.
O, dükkanın sahibi, olan zatı göresin
Cennette senin komşun, o kasaptır bilesin,
Musa aleyhisselam onu bulmak üzere,
Çıkıp memleketinden, vasıl oldu, o yere,
- Ya Musa! Ana-babasını razı eden, beni razı etmiş olur. Ana-babasını razı edip bana asî olan kimseyi dahi iyilerden sayarım. Ana-babasına asi olan bana muti olsa bile, onu fenalar tarafına ilhak ederim.
İmanı olanlardan, cehennemden en son çıkacak olanlar, Allahü Teala'nın yolunda olan anasının İslamiyet'e uygun olan emirlerine asi olanlardır. Ancak kim olursa olsun ana-baba da olsa, dinin emirlerine aykırı emre riayet edilmez. Anayı-babayı üzmeden, nezaket dairesinde dine aykırı emri yerine getirmemelidir. Onlarla tartışmaya münakaşaya girmek doğru değildir. Çünkü herkesin iman ve bilgi ölçüşü bir değildir.
Hasan Basrî hazretleri şöyle anlatır:
Kabe-i şerifi ziyaret ve tavaf ederken bir zat gördüm. Arkasında bir zembil vardı. Onunla tavafım yapıyordu. Adama dedim ki:
- Arkadaş! Arkandaki yükü bırakıp rahat rahat tavafım yapsan daha iyi olmaz mı?
- Arkamdaki yük değil babamdır. Bunu yedi defa Şam'dan getirip tavaf ettirdim. Çünkü benim dinimi, imanımı o öğretti. Beni İslam ahlakı ile yetiştirdi.
Dedim ki:
- Çok güzel seni tebrik ederim. Ana-baba hakkı çok önemlidir. Kıyamete kadar her sene böyle sırtında getirip tavaf yaptırsan, fakat bir defa kalbini kırsan, bu yaptıkların boşa gitmiş olur.
Eshab-ı kiram haz eratından biri, Resülullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz hazretlerinin huzuru alilerine gelip sordu:
- Benim anam babam vefat etti. Onlar için ne yapmam lazımdır.
- Onlar için daima dua eyle, onlar için Kur'an'ı Kerim oku ve istiğfar et!
- Ya Resülallah! Bundan başka yapılacak bir şey var mı?
- Onlar için sadaka ver ve hac eyle!
- Ya Resülallah! onlar çok şefkatsizdi.
- Annen seni dokuz ay kamında gezdirdi. İki sene emzirdi. Seni büyütünceye kadar koynunda besledi ve sakladı. Kucağında gezdirdi. Baban da seni büyütünceye kadar bir çok zahmetlere katlandı. Seni besledi. İdare ve maişetini temin etti. Sana dinini ve imanını öğrettiler. Seni İslam terbiyesi ile büyüttüler. Şimdi nasıl olur da şefkatsiz olurlar? Daha bundan büyük bir şefkat olur mu?
Allah Teala ve Tekaddes hazretleri Musa aleyhisselama buyurdu ki:
- Ya Musa bir kimse anasına-babasına karşı gelirse, onun dilini keş ve her herhangi bir azasıyla ana-babasını gücendirirse, o azasını keş!
Ana-babasını razı eden kimse için cennette iki kapı açılır. Ana-babasını razı edememiş kimse için de cehennemde iki kapı açılır. Bir kimsenin ana ve babası zalim olsalar bile onlara karşılık vermemelidir. Onlara sert konuşmak caiz değildir.
Bir hadis-i şerifde buyuruldu ki:
- Anaya-babaya iyilik etmek nafile namaz, oruç ve hac faziletlerinden daha faziletlidir. Hizmet edenlerin ömrü bereketli ve uzun olur. Ana-babasına karşı gelip onlara asî olanların ömürleri bereketsiz, kısa olur. Cenab-ı Hak Musa aleyhisselama buyurdu ki:
- Ya Musa günahlar içinde bir günah vardır ki benim indimde çok ağır ve büyüktür. O da ana-baba evladını çağırdığı halde emrine muvafakat etmemesidir.
Ana-babasının her zaman hayır duasını almaya çalışmalıdır. Onların beddualarından korkmalıdır.
Onlar hayatta iken ne yapıp yapıp dualarını almağa, onları memnun etmeğe çalışmalıdır. Vefatlarından sonraki pişmanlık faide vermez.
Ana-Baba Hakkı / Devlet Malı Ve Sorumluluk Bilinci 11-Mart-2002 tarihinde aldığım şu mektubu, sadece
.
Ana-Baba Hakkı / Devlet Malı Ve Sorumluluk Bilinci
11-Mart-2002 tarihinde aldığım şu mektubu, sadece yazım ve noktalama hatalarını kısmen düzelterek, üslup ve imlasına dokunmadan veriyorum:
Selamun aleyküm Hocam ben son derece softa ama o kadar da cahil bir babanın çocuğuyum. Annem 6 yaşımızda iken vefat etti ve bizi analığımız büyüttü; Allah rahmet eylesin çok iyi kadındı bizde çok emeği var. Babam para canlısı ve kendinden başka kimseyi düşünmeyen biri idi bu yaz öldü, inanın gözümden tek damla yaş gelmedi. Ben ortaokuldan itibaren çalıştım hep kardeşimle beraber, inat ettim okuyacağım diye, babama kalsa asla okutmaz. Çok kötü biri olabilirdim ama nasibim varmış MTTB de yetiştim, kendi çabalarımla üniversiteyi bitirdim, ama babamdan inanın çok çektim, bizim hayatımızı mahvetti diyebilirim. . Analığım kurmuş, zorlamış, hakkımı helal etmem dedi analık ve hayatımın hatasını yaptım evlendim; meğer babam zorlamış onu bilseydim asla evlenmezdim. Babam paradan başka bir şey düşünmeyen ve kendinden başka müslüman tanımayan tam cahil biri...Askere gittim yemin töreninden sonra izne geldim, etrafa sorarmış, "Bu çocuk niye başka kıyafetli, askerden kaçtı galiba?" diye, çevresi o subay olmuş demişler de inanmış üniversite bitirdiğime; o kadar cahil biri. Kıtada galiba biraz gözü açık gördüler beni tümen kantinine aldılar, orada 2 astsubay var, yeni gelmişim daha, ay sonu aylık rapor komutana imzalatılacak, raporu önüme koydular "sen amirimizsin sen de imzalayacaksın" diye, okudum imzaladım gelir gider raporu, komutan onayladıktan sonra önüme birkaç deste para attılar, bu senin payın diye, kıpkırmızı oldum o anda, meğer para çalarlarmış, ne bu diye bağırmaya başladım, "ama sen de imzaladın" dediler, "suçsa hepimiz yanarız" dediler, ben acemiyim, daha geleceğim var, açıkçası korktum ama içime sinmedi, parayı bir yere koydum. Çalanlardan birini tayin ettirdim, birini de emekli olması için zorladım, kurtuldum onlardan ama yenilerini verdiler, onlara diyemezdim, o parayı bir türlü yerine koyamadım, memlekette babam zaten para diye kıyameti koparıyor, benim hanımı defolun diye kovarmış, zaten aylığımın hepsini gönderiyorum ona, kardeşime de devamlı eziyet edermiş para diye, ev yaptırmış da beyefendi! O parayı kimseye veremedim ama değerini yazdım bir yere (574. 5 gram 22 ayar bilezik ediyordu). Askerden geldim, kardeşimi iflas ettirmiş para ala ala, bir de etrafa habire bizi şikayet ediyor babam. Şunu söyleyeyim hocam -özür dileyerek- bize hitab hep (...zinalar edebim elvermiyor bilmem ne çocukları) evet biz böyle bir babaya sahiptik, kader, durum kötü, kuru ekmeğe muhtaç haldeyiz, Allah'ım dedim, ben bu parayı bir yıl kullanayım nereye verilecekse sorup vereyim ve ticarete başladık kardeşimle, onun hiç haberi yok tabii nerden geldi bu para, ben borç aldım dedim, zaten babamın evliliklerimiz de dahil ortaokuldan itibaren faydası hiç yok artı zararı vardı bize, eziyeti de cabası! Bir yıl geçti ben toparlayamadım belki de biraz gevşek oldum galiba bu arada müfettişlik sınavlarına giriyorum tabii torpil olmayınca olmuyor. Yıl bitti ve bir mal ile ilgili bir anda kaçakçısınız diye işyerimiz talan edildi polis tarafından ve her şeyimize el kondu ve biz hapse düştük kaçakçı diye, aslında hiç ilgimiz yok ama Allah o parayı yıl bitiminde yerine vermedik diye vurdu sanırım ve 2'şer ay yattık çıktık. Mahkeme yıllarca sürdü ve biz sıkıntıdan hiç kurtulmadık. Bu arada analığım vefat etti, babam yeniden evlendi, neyi varsa yeni analığa verdi, geçimi zaten bize ait, bizim işimiz hiç rast gitmedi. Yıllar geçti bu yaz babam öldü de açıkça kurtulduk; inanın cenazesinde tek damla gözyaşım akmadı ama evlatlığımızı yaptık yatalak oldu, temizledik, baktık, 2 oğlum İmam-Hatip'i bitirdi ve ben hanıma annesinden kalan evde oturuyorum hala. Ramazan'da oğlum bir rüya görüyor, biz neden hep sıkıntı içindeyiz diye düşünürken rüyasında bir piri fani, "doğarken olan bir olaydan" diyor ona, çocuk bunu sabah bana anlattı, "baba ne oldu o olay ne" diye. Benim kafama dank etti, ben devlet o mala el koyduğunda geldiği yere gitti diye düşünmüştüm meğer yanlışmış düşüncem, şimdi ben ne yapacağım hocam, bana bir yol gösterin, eğer bir yer varsa verilecek bana bir hesap numarası verin, ben imkan buldukça göndereyim oraya, zaten 10 yıl var ki dünyadan da uhradan da koptum; öyle şeyler yaşadım ki inanın sizden başka kimseye de güvenim inancım kalmadı ve artık son bir duam var Yunus'un dediği gibi "bir garip ölmüş diyeler/ soğuk su ile yuyalar/ üç günden sonra duyalar/ şöyle garip bencileyin". Bir hatanın cezası bu kadar ağır mı diye düşünmeden edemiyorum. Ben ki "ümmetî" diyen biriydim ve zaman geldi bitkilerin bile zikirlerini duyardım ama nafile, kader, geçti; şu anda gözlerim gene doldu, bana bir yol gösterirseniz kıyamete kadar size minnettar olurum hocam. Hoşça kalın Yaradan'a emanet olun.
Cevap:
Mektup beni etkiledi, o soru soruyordu ama birçok önemli cevap da içinde idi. Önce şunu düşündüm: Bir insana bu ölçüde bir -başkalarına, devletine, vicdanına karşı- sorumluluk duygusunu veren kutsal değer "din" ve "iman" değil midir? Öyle ise bu değeri güçlendirmek, eğitim yoluyla yeni nesillere intikal ettirmek sorumluların birinci vazifesi olmalı değil midir? Memleketini, milletini sevdiğini iddia eden, istiklal ve bütünlüğün yok olmasını istemeyen bir takım insanlar niçin din eğitim ve öğretimine karşı çıkarlar veya buna imkan vermezler?
Mektubu yazan mümin, sorumluluk bilinci ve duygusu gelişmiş, hassas, kendisiyle hesaplaşmasını bilen, ama acımasız hayat mücadelesi içinde biraz yıpranmış ve bezmiş bir insan. Sorumluluk bilinci kadar gönül zenginliği de gelişmiş olsaydı, kendisini her durumda yalnız bırakmayacak, maddî olamıyorsa manevî yardımda bulunacak dostlara sahip olsaydı bu kadar bezmez, bu denli yıkılmazdı.
Evet işte toplumun hali. Bu hale çare bulunmadıkça ne kamp değiştirmek fayda verir ne de mevzûât! Bu hale çare bulmanın yolu da mektupta gözüküyor; bu kişiyi babasından, iki hortumcudan ve bunlara benzer diğerlerinden farklı kılan ne ise ona sarılmak, din ve ahlak eğitimine öncelik vermek.
Bir kimsenin ana babası, kendisini, "Allah'a ortak koşması ve hak dinden çıkması" için zorlasalar bile -bu tekliflerine uymamak ve hak dinde sebat etmekle beraber- onlara iyi davranmak, gönüllerini almak ve ihtiyaçlarını karşılamak gerekir (Ankebût: 29/8). Siz de bunu yapmışsanız, inşaallah âhirette karşılığını fazlasıyla alır, "Keşke daha fazla yapsaymışım!" dersiniz. Huyu, ahlakı kötü olan bir kimseyi, ana babanız da olsa sevmeye mecbur değilsiniz, sevmediğiniz için sorumlu olmazsınız; yeter ki onlara karşı ödevlerinizi yerine getirmiş olun!
Devletin hakkı (yani milletin, halkın, tüyü bitmemiş yetimlerin...hakkı) olan bir şey bir kimsenin üzerine geçmiş ise, haksız olarak devlete ait bir değer ele geçirilmiş ise bunu yine devlete iade etmek gerekir. Siz aslında buna niyet etmişsiniz; ancak önce imkân bulamamışsınız, sonra da kendiniz muhtaç hale geldiğiniz için parayı bir süre kullanmışsınız; bu arada yine niyetinizde "ilk fırsatta bu emaneti yerine vereceğim" kararı bulunmuş. Siz böyle niyetler içinde iken devlet, haksız olarak sizin mallarınıza el koymuş, bu arada kendine ait olanı da almış. Geriye kalan problem "parayı bir süre kullanmış olmanızdır". Muhtaç olan kimselere son kapı olarak devlet yardım etmekle yükümlüdür; siz de iflas durumunda muhtaç olmuş, bir süre devletten kredi kullanmışsınız. Meseleye böyle bakmak mümkündür. Bir de "Tövbe Ya Rabbî hatâ râhına gittiklerime/ Bilip ettiklerime bilmeyip ettiklerime" diye tövbe edersiniz, Allah tövbeleri çokça kabul buyurmaktadır.
Dünyada insanın başına gelen ve kötü sayılan olayları üçe ayırmak uygun olur:
a) Yaptıklarınızın cezasının bir kısmını teşkil eden ve günahlarınıza keffaret olan olaylar.
b) İmtihan gereği başınıza gelenler.
c) Sabırla, tahammül ile gönül zenginliğinizle yerli yerine koyarak, davranışlarınızda kulluk çizgisinden çıkmayarak manevî derecenizi arttırmak için size uygun görülenler.
Her şeyi kötüye yorumlayarak yaşama sevincinizi kaybetmeyin, dünyadan da uhrâdan da vazgeçmeyin; Allah dünyayı da uhrâyı da rızasına uygun olarak yaşamamız için yaratmıştır.
.
10 Oca 2016 - ANA BABA HAKKI. اللهُمَّ صَلِّ عَلَى أشْرَفِ خَلْقِكَ مُحَمَّدٍ وَللهِ الْحَمْدُ وَكَفَى وَسَلامٌ عَلَى عِبَادِهِ الذِينَ اصْطَفَى. وَأشْهَدُ أن لا إله إلا الله وَحْدَهُ لا شَرِيكَ لَهُ
وَأشْهَدُ أن لا إله إلا الله وَحْدَهُ لا شَرِيكَ لَهُ وأشْهَدُ أنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ الْمُجْتَبَى
Allah’ım! Her daim sözümüz hak olsun! Nutkumuz, beyanımız can bulsun!
Böylece sözlerimizi dinleyen bu cemaat, muhtaç oldukları ve hallerini ıslah edecekleri hak sözleri, hakikatleri duysun! Söylemeye destur ve derman ver! Muvaffak eyleyip Tevfik ver!
Bizleri, iman ve hidayetten, kulluk ve taatten, yolunda istikametten mahrûm eyleme!
Gönüllerimize inşirah bahş eyle! İşlerimizi kolay kıl, âsân eyle! Her türlü şerri def’ eyle! Her türlü hayrı celb eyle! Bizleri helalle rızıklandır, hayırlar bahş eyle! Sabr-ı cemîlini yağdır! Takva libasını giydir!
Maksûdumuza ve Rızâna erdir! Bizleri Rıdvânına girdir Allah’ım! Âmin.
Kıymetli Müminler! Muhterem Kardeşlerim!
Müminler için, ana-baba rızasını kazanmak; çok büyük bir devlet ve bahtiyarlıktır.
Zira ana-babaya yapılan her iyilik; felaha açılan bir rahmet ve saadet kapısıdır.
Hak yolunda azmetmiş Müminler olarak; ana-baba rızasına, hava gibi, su gibi muhtacız!
Ananın babanın kıymetini bilmek lâzım! Ana-babalarımız fedakârdır. Yemez yedirirler, giymez giydirirler. Kendi dertlerini unutup hayatı, tatlı canlarından ziyade düşündükleri ciğer-pâre evlatları için yaşarlar. Evlatlarının terbiyesinde gösterdikleri maddî-manevî fedakârlıklarını ifade sadedinde, kelimeler aciz kalır. Onların üzerimizdeki hakkı ödenmez, ödeyemeyiz.
İşte bu yüzden Rabbimiz, ana-babamıza ihsanı; meşru sınırlar ve ölçüler içersinde onlara itaati; hoş bir şekilde gönüllerini almayı; üzerlerine merhamet kanatlarını germeyi; onlara hayır dualar etmeyi; bizlere nasihat sûretinde emretmiştir.
Bununla beraber, ana-baba ile alakayı kesmeyi; kaba ve sert konuşup gönüllerini kırmayı; onlara karşı her türlü isyankâr davranışlarda bulunmayı; kesin bir şekilde bizlere yasaklamıştır. Üzerimizdeki bu büyük ve ödenmesi zor hak hususunda, Ahkâf sûresi 15. Âyet-i kerîmede, Allah (c.c.), bizlere ana-babaya ihsanı tavsiye edip şöyle ferman buyuruyor:
“Biz insana ana-babası hakkında ihsanı tavsiye ettik” وَوَصَّيْنَا الْاِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِ اِحْسَانًا
“Annesi onu ne zahmetle taşıdı ve ne zahmetle doğurdu!” حَمَلَتْهُ اُمُّهُ كُرْهًا وَوَضَعَتْهُ كُرْهًا
“Bana ve anne-babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın salih ameli işlememi gönlüme ilham et!”
وَاَصْلِحْ لى فى ذُرِّيَّتى اِنّى تُبْتُ اِلَيْكَ وَاِنّى مِنَ الْمُسْلِمينَ
“Bana, salih, dînine bağlı, makbul bir nesil nasib eyle! Rabbim! (Hakikat şu ki;) yalnız Senin kapına döndüm! (Sözümde yalan ve hilaf yoktur! Şüphesiz)Ben, Sana teslim olan Müslümanlardanım!” (el-Ahkâf, 15)
Yine aynı ihsanı, Lokman sûresi 14. Âyet-i kerîmede, Cenâb-ı Hak, bizlere tavsiye ediyor:
“Biz insana, ana-babası hakkında (ihsanı) tavsiye ettik. Zira annesi, onu nice zahmetlerle (karnında) taşıdı. Onun sütten kesilmesi de iki yılı buldu. (İşte bu yüzden;) “Bana ve ana-babana şükret! (Ancak unutma ki; sonunda) Bana döneceksiniz.” (Lokman,14)
Kıymetli Müminler! Muhterem Kardeşlerim!
Anne- baba, dünyaya geliş sebebidir. Anne-baba duası, ihsana kavuşma sebebidir.
Eskiden duası makbul büyükler; “Anne baba duası almayan, bizden dua istemesin!” derlerdi. Çünkü anne ve babasını üzenlere yapılan dualar kabul olmaz! Ana-babanın rızasını almadan, yaptığımız işlerde muvaffak olmamızın imkânı yok!
Hakk’ın has kulu olabilmek için bize ne lâzım? Zengin olmak vazife değil! Hacı olmak, hoca olmak, şu olmak, bu olmak; bunların hiçbirisi kâfi değil! Bizlere verilen en büyük emanet; gönlümüzdür. Allah Teâlâ kullarına her an nazar eder. Bu ilâhî nazar, cesetlere değil, gönülleredir! Bu güzel, bu çirkin, bu fakir, bu zengin, bu sade, bu ziynetli; hiçbir kıymeti yok! Allah Teâlâ’nın nazarı hep gönülleredir. Şerh-i Cezîre’sinde Abdullah Bosnevî ne güzel demiş:
“Kalbe bakar Hak dilâ bakmaz tene Bu sözü gûşvâr et, atma yabâne
Semt-i Hakdan bakılan sîret durur Sanma kim manzûr olan sûret durur”
Öyleyse Kardeşlerim! Bu büyük Hak emanetini; gönlü zâyi etmemek lâzım! Bu gönlü tamir etmek lâzım! Bu gönlü beslemek lâzım! Bu gönlü imar etmek lâzım! Bu gönlü, Allah’ın rahmet nazarını celb edecek bir hâle, bir kıvama getirmek lâzım!
Ey Allah’ın Kulları! Gönlümüz ne halde? Mamûr ve âbâd mı? Yoksa mürde ve harâb mı? Alaka ve endişesi nedir, hissiyâtı nasıl? Hasbî ve diğerkâm mı? Yoksa bencil ve hodgâm mı? Nelerle meşgul? Fitne ve fesatla mı? Yoksa hayır ve hasenâtla mı?
Binâenaleyh gönüller, ancak Allah’ın emirlerine itaatle mâmur olur. Allah’ın emirlerine itaatin başı da, anaya babaya hürmettir. Anaya babaya hürmetle beraber, büyüklere hürmet ve saygıdır. Küçüklere sevgi ve merhamettir. Elhak bunların hepsi lâzım!
Malumdur ki; anasına babasına sevgi ve hürmeti olmayan insanın, en başta Rabbi olmak üzere, başkalarına da sevgi ve hürmeti yoktur. Bu yüzden en başa evvelâ ana-baba konmuştur.
Kıymetli Müminler! Muhterem Kardeşlerim!
Ana-babamız; bizler için, kurtuluş senedidir. O halde bizler, can u gönülden onların yardımlarına koşalım! İhtiyaçlarını karşılayıp yerine getirelim! İsteklerini emir telakkî edelim! Evlatlar için bu; dinî ve hukukî olduğu kadar, ahlakî ve vicdânî bir mesuliyettir.
Onlara karşı içtenlikle yaptığımız her hizmetimiz; gönüllerini alan her güzel sözümüz; arkalarından ettiğimiz her hayır duamız; bizlere sevap kazandırmakla birlikte, günahlarımızın affedilmesine vesiledir. Âlemlere erkân öğreten Rabbimiz, bizlere bu hususta yol gösteriyor:
“Eğer onlardan biri yahut her ikisi, senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa; sakın onlara hizmetten yüksünme! Onlara “öf” bile deme! Onları azarlama! Tatlı sözler söyle!” (el-İsrâ, 23)
“Onlara tevazu kanadını indir! Onlar için dua ederek de ki: “Rabbim! Küçüklüğümden beri, beni koruyup (şefkatle) yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet eyle!” (el-İsrâ, 24)
عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ مَسْعُودٍ رضي الله عنه قَالَ سَأَلْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَيُّ الْعَمَلِ أَفْضَلُ
Kıymetli Müminler! Muhterem Kardeşlerim!
Anne ve babaya iyilik etmek, hizmet etmek, gönüllerini almak -Allah’a ibadetten sonra- başka hiçbir davranışla elde edilemeyecek bir sevaptır. Abdullah İbni Mes’ûd (r.a.) anlatıyor:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e; “Allah’ın en sevdiği amel hangisidir?” diye sordum.
“Allah’ın rızası, ana-babanın rızasına bağlıdır. Allah’ın gazabı da ana-babının gazabıyla tecellî edip gelir.” (Tirmizi, İbn-i Hibbân, Hâkim)
Kıymetli Müminler! Muhterem Kardeşlerim!
Allah’ın rızasına ermek için; Her hayırlı ameli vesile edip ana-babaya ihsanı vazgeçilmez ilkemiz kılalım! Anne-baba, kâfir dahi olsalar, onlara iyilik ve ihsanda bulunmak görevimizdir. Ancak Hakk’ın hukukunun, her şeyden üstün olduğunu unutmamak kaydıyla…
Meşru olmayan iş ve durumlarda, ana-babanın gönüllerini kırmadan, taleplerini reddedelim! Rabbimiz, Lokman sûresi 15. Âyet-i kerîmede, bu hususta bizleri îkaz ediyor:
“Eğer (ana-baban), Bana ortak (şirk) koşman için, senin hak bilgine ait olmayan (hiçe saydığın cehalet ve dalaletten ibaret) bir şeyi dayatıp seni zorlarlarsa, onlara itaat etme!”
Fakat yine de, dünyada onlara iyi ve nazik davran! Sen, Bana yönelen (olgun) kimsenin yolunda ol! Sonunda hepiniz Bana döneceksiniz. Ben de size, (hayır veya şer olarak) yaptığınız şeyleri haber vereceğim.” (Lokman, 15)
Sa’d İbni Ebî Vakkas (r.a.); “Bu Âyet-i kerîme, özellikle benim hakkımda nazil olmuştur.” diyor ve bunun sebebini şöyle açıklıyor:
“Ben, Câhiliye’de dahi anneme iyilik ve itaat eden bir evlâttım. Hidayete erip Müslüman olunca annem bana dedi ki;
“Evladım Sa’d! Bu yaptığın nedir böyle? Ya sen bu yeni dîni bırakırsın yahut ta ben açlık grevine başlar bu şekilde ölürüm. Sen de benim yüzümden; “Ey anasının katili!” diye ayıplanır durursun!” Ben de anama dedim ki;
“Ey benim Canım Anam! Böyle yapma! Ben, Rabbimi terk etmem ve dînimden dönmem” Üç gün üç gece bekledim. Annem bu süre içinde ne yedi ne içti. Bunun üzerine ben;
“Ey Anacığım! Vallahi iyi bil ki, senin yüz canın olsa, bunlar birer birer çıksa, ben dinimden yine dönmem! Artık sen ister vazgeç, ister bu açlık grevine devam et!” dedim.
Annem benim bu kesin kararımı görünce vazgeçti ve yedi. Bunun üzerine bu Âyet-i kerîme nazil oldu. (Kâmil Miras, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih)
Kıymetli Müminler! Muhterem Kardeşlerim!
Şayet insanda gönül kirlenmemiş, fıtratullah bozulmamışsa, onda küçüklerine karşı; şefkat ve merhamet hâsıl olur. Büyüklerine karşı da; saygı ve hürmet hâsıl olur.
İnsan, merhamet duyduğunu koruyup himaye eder, hürmet duyduğuna da teslim olup itaat eder. Böylece gönüller, birbirine yakın olur, birbirine muhabbet ve meveddet duyar.
Günümüzde, insanı insan yapan değerlerin süratle kaybolduğu şu modern toplumda, hayatın mekanikliğine, beşerî münasebetlerin yeknesaklığına rağmen, büyüklerimize göstereceğimiz saygı ve hürmetimiz, fıtratımızın selâmetinin, sağlam kalmasının sigortasıdır. Yani ana-babaya hürmet, gönlümüzün selametinin alametidir.
Kıymetli Müminler! Muhterem Kardeşlerim!
Geliniz! Büyüklerimize, her daim saygı ve hürmet içinde sevgimizi hissettirelim! Hürmetimizi söz ve davranışlarımıza yansıtalım! Allah için onlara olan bu hürmetimiz, onların çaresizlik içindeki gönüllerini mânen kuşatsın, ruhlarına gıda olsun!
Böylece onların sevgilerini hissedip yüreğimizde büyütelim! Böylece cemiyet, herkes için huzurun soluklandığı bir hâle gelip kıvama ersin! Böylece ümmet adına talep ettiğimiz güzellikler elde edilsin! En sağlam söze; Kur’an’a kulak verelim! O’na teslim olan kurtulur. İşte Rabbimiz, En’âm sûresi 151. Âyet-i kerîmede helak olmayalım diye bizleri açıkça uyarıyor:
“(Ey Muhammed!) De ki: “Gelin ben size, Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyup açıklayayım: O’na hiçbir şeyi ortak (şirk) koşmayın! Anneye babaya iyi davranın!”
“Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin! Çünkü sizin de onların da rızkını veren Biz’iz! (Zina ve benzeri) çirkinliklere, fuhşiyatın açığına da gizlisine de yaklaşmayın!”
“Meşrû bir hak karşılığı olmadıkça Allah’ın muhterem (dokunulmaz) kıldığı cana haksız yere kıymayın! İşte aklınızı kullanırsınız diye Allah size bunları emrediyor.”(el-En’âm, 151)
Abdullah İbni Amr İbni’l El-Âs (r.a.), Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den rivâyet ediyor:
“Bir kimsenin ana-babasına sövmesi, (kebâir) büyük günahlardandır!” Ashab-ı Kiram;
“Ey Allah’ın Rasûlü! Aklı başında bir adam anne ve babasına söver mi?” dediler.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Evet, bir kimse başkasının babasına söver, o da kalkar onun babasına söver. Başkasının annesine söverse, o da onun annesine söver” (Buhari, Edep, 4; Müslim, İman, 38)
Değerli Müminler! Muhterem Kardeşlerim!
Evlatların anne ve babalarına karşı belli başlı görevleri vardır? Kısaca arz edelim inşallah!
Anne ve babaya karşı güler yüzlü ve tatlı dilli olmak!
Onlara karşı asık surattan, sert sözlerden ve kırıcı davranışlardan sakınmak!
Çağırdıklarında bekletmeden hemen koşmak!
Allah’a itaatsizlik olmadıkça isteklerini can u gönülden yerine getirmek.
Yanlarında yüksek sesle konuşmamak.
Yolda yürürken bir zarûret olmadıkça önlerine geçmemek.
Geçim sıkıntısı içerisinde iseler yardım edip ihtiyaçlarını gidermek.
Hastalık veya yaşlılık sebebiyle hizmete muhtaç olduklarında seve seve hizmet etmek.
Vefat ettiklerinde, yine onlar için yapılması gereken bazı görevlerimiz daha vardır:
Ruhları için hayırlar yapmak! Onlar adına yoksullara ve yetimlere yardım etmek!
Eğer vasiyet yapmışlarsa, mutlaka yerine getirmek!
Onların hayatta kalan dostlarına iyilik ve ihsanda bulunmak!
Onları daima rahmetle anmak, bağışlanmaları için dua etmek!
Bununla alakalı olarak, namazların son oturuşunda okuduğumuz İbrahim sûresinde geçen dua âyeti, bizler için çok kıymetli ve mühimdir:
“Rabbimiz! Hesapların görüleceği (o dehşetli) günde, beni, ana-babamı ve bütün inananları bağışla.” (İbrahim, 41)
“Üç dua vardır ki; bunların kabul olacağında şüphe yoktur! Mazlumun duası, misafirin duası ve ana-babanın evladına olan duası” (Timizî, Birr, 7)
“Üç büyük günah vardır ki, bunlarla yapılan amellerin bir faydası olmaz. Allah’a ortak koşmak, ana-babaya asi olmak ve savaştan kaçmak” (Taberânî)
“Allah Teâlâ, işlenen bütün günahlarda dilediklerinin cezasını ahiret gününe erteler. Yalnız anne ve babaya karşı gelen evladın cezası hariç! Allah Teâlâ, ana-babasına isyan eden evladın cezasını, ölmeden önce dünyada mutlaka verir.” (Hâkim, Isbahanî)
“Anne ve babasına itaat eden, onlara ikram ve ihsanda bulunan kimseye ne mutlu! Allah (c.c.), onun ömrünü ziyâdeli ve bereketli eylesin!” (Taberânî)
Ey Bütün ihtiyaçları karşılayıp belâları def’ eden ve her duâya icâbet eden Rabbim!
Bizler Senin kullarınız! Babalarımız da annelerimiz de Senin kullarındır.
Mülk ve hüküm Senindir. Hükmün her şeyden âlîdir. Perçemimiz Senin elindedir.
Maksadımız ve maksûdumuz Sen’sin! Bütün arzumuz Senin bizden razı olmandır.
Hidayet ettiklerinin arasına bizleri de kat! Affettiklerinin arasına bizleri de kat!
Sevdiklerinin arasına, dostlarının arasına ne olur bizleri de kat!
“Ey Rabbim! Beni, anamı, babamı ve (gönül) evime mümin olarak girenleri, erkek ve kadın bütün mümin kullarını affeyle! Zalimleri ise, daha da beter eyle! Perişan eyle!” (Nuh, 28)
Es Salâtu Ve’s-Selamu aleyke Ya Rasûlallah!
Es Salâtu Ve’s-Selamu aleyke Ya Habîballah!
Es Salâtu Ve’s-Selamu aleyke Ya Seyyidel Evveline ve’l-Âhirîn!
– Allah yolunda yapılan harcamadan daha üstün olan harcamayı bilir misiniz, buyurdu. Sahabiler:
– Allah ve Rasulü daha iyi bilir, dediler. Efendimiz s.a.v.:
– Evladın anne babasına harcamasıdır, buyurdu.”
(Hadis-i Şerif; Humeydî; İbn Ebi’d-Dünya)
İslâm, insan hayatını bütün boyutlarıyla kuşatan bir ahlâk sistemidir. Müslüman kimse kendisine, ailesine, komşularına, çevresindeki insanlara hatta hayvanlara ve tabiata karşı ahlâkî davranmakla sorumludur. Bütün bu sorumluluklar “kulluk” adı altında değerlendirilir.
Her müslüman farz ibadetlerinin yanı sıra içinde bulunduğu şartlara göre bu vazifeleri yerine getirmekle mükelleftir. Anne babaya hürmet ve iyilik de bu mükellefiyetlerin en önemlilerinden biridir.
Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v.’in anne babaya hürmet gösterilmesi hususunda pek çok emri ve tavsiyesi vardır. Yukarıdaki hadis-i şerif de anne babaya iyilik ve yardımı teşvik etmekte, bu kapsamda yapılacak harcamanın Allah yolunda yapılandan üstün olduğunu müjdelemektedir.
Anne babaya iyilik yapmaya dair hadisler arasıdan en meşhuru anne hakkının önceliğini belirten şu hadis-i şeriftir.
Ebu Hüreyre r.a. anlatıyor:
“Bir adam Allah Rasulü s.a.v.’e gelerek;
– Ey Allah’ın Rasulü, kendisine iyi davranma ve haklarını koruma hususunda en öncelikli kişi kimdir, diye sordu. Allah Rasulü s.a.v.:
– Annendir, buyurdu.
Ben;
– Sonra kim, diye sordum.
– Annendir, buyurdu.
– Sonra kim, diye sordum, üç defa ‘Annendir’ buyurdu. Ondan sonra kim gelir, diye sorunca:
– Sonra baban gelir, buyurdu.” (Müslim; Ahmed b. Hanbel; İbn Mâce)
Aile, insan hayatının en temel unsuru ve kalbidir. Sevgi, muhabbet, merhamet, şefkat gibi bütün güzellikler bu çekirdekten tomurcuk verir. Kulun aile içindeki haklara dikkat etmesi, Allah’a karşı bu nimetin şükrünü eda etmesidir.
Anne hakkında dilimize atasözü gibi yerleşmiş şu hadis-i şerif, aile içinde annenin konumunu ve haklarının büyüklüğünü etkili bir şekilde ifade etmektedir:
Son asırda yaşamış meşhur alimlerimizden Ömer Nasuhi Bilmen rh.a. bu hadis hakkında şunları söyler:
“Bir mümin, cennete girebilmek için annesine karşı çok mütevazi olmalıdır. Annesinin rızasını kazanmaya çalışmalıdır. Onun hizmetlerini düşünerek kendisine daima teşekkür etmelidir.
Annelere karşı kötü hareketlerde bulunmak ise büyük manevi sorumlulukları beraberinde getirir.”
Şu hadis-i şerif de anne babaya hürmet ve hizmetin evlat için fırsat olduğunu belirtir:
“Allah Rasulü s.a.v. bir gün minbere çıktı, geri indiğinde Cebrail’in kendisine şöyle söylediğini buyurdu:
– Kim anne babasına veya onlardan birinin yaşlılığına ulaşır da günahları bağışlanmazsa, Allah onu hayırdan uzaklaştırsın.” (Tirmizî; Ebû Davud; İbn Mâce)
Anne baba evlat için Allah rızası kapısının anahtarıdır. Nitekim Efendimiz s.a.v. anne babanın duası hakkında şöyle buyurmuştur:
“Kelime-i şahadet ve anne babanın duası hariç, her şeyle Allah arasında bir perde vardır.” (Tirmizî)
Bir başka hadiste de Efendimiz s.a.v. kabul edilen üç dua arasında anne babanın duasını da saymıştır. (Buharî; Taberânî)
Anne baba hakkı o kadar önemlidir ki, teyze, amca, büyük kardeş gibi akrabalar arasındaki hukuk da anne babaya benzetilerek açıklanmıştır. Teyze ‘anne yarısı’, amca ‘baba yarısı’ olarak ifade edilmiştir. Bir hadis-i şerifte de büyük kardeşlerin küçük kardeşlerin üzerindeki hakkının, babanın evlatlar üzerindeki hakkı gibi olduğu ifade edilmiştir.
Anne baba hayatta olduğu sürece onlara hürmet etmek, isteklerini yerine getirmek, sıkıntılarını gidermek bir evlat için vazifedir. Bu yüzden evlat anne ve babasına zekât veremez. Çünkü onlara bakmak zaten görevidir.
Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. anne baba vefat ettikten sonra, onların arkadaşlarına hürmet etmek, arada ziyaret etmek gerektiğini ifade buyurmuştur. Ebeveynin memnuniyeti Allah katında o kadar kıymetlidir ki, onların arkadaşlarının memnun edilmesi bile önemlidir.
Anne babaya hürmetin gerekliliği ve ölçüsü de en açık şekilde ayet-i kerimede belirtilmiştir:
“Rabbin, yalnız kendisine tapmanızı ve ana babaya iyilik etmeyi buyurmuştur. Eğer ikisinden biri veya her ikisi, senin yanında iken ihtiyarlayacak olursa, onlara karşı “Öf!” bile deme, onları azarlama. İkisine de hep tatlı söz söyle.” (İsrâ, 23)
“Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.”(TAHRİM SURESİ – 6. AYET)
Ebu Hüreyre (RA)’ın rivayet ettiğine göre Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor: “Evladın babası üzerinde üç hakkı vardır: Doğduğu zaman güzel bir isim takmak, aklı erince Kur’an öğretmek ve buluğ çağına erince evlendirmek.”
Adamın biri bir gün yanında oğlu olduğu halde Hz Ömer’e (RA) gelerek: “Bu oğlum bana karşı geliyor.” dedi. Hz Ömer (RA) da adamın oğluna: “Babana karşı gelirken Allah’tan korkmuyor musun? Babanın evladı üzerinde şu şu hakları vardır.” diye azarlayınca, adamın oğlu: “Ey müminlerin emiri, evladın babası üzerinde hiç hakkı yok mu?” diye sordu. Bunun üzerine Hz Ömer (RA), adamın oğluna şu cevabı verdi: “Var tabii. Bu haklardan biri, babanın evlada asil bir anne seçmesi, yani seviyesiz bir kadınla evlenerek bu yüzden evladın hor görülmesine yol açmamasıdır. İkincisi, ona güzel bir ad takması ve üçüncüsü de ona Kur’an okumayı öğretmesidir.” Hz Ömer (RA)’ın bu sözlerinden sonra adamın oğlu şöyle dedi: “Vallahi, babam bana asil bir anne seçmiş değildir. Annem babam tarafından dört yüz sarı liraya satın alınmış Hintli bir köledir. Bana güzel bir isim takmadı ve bana Kur’an’dan bir ayet bile öğretmemiştir.” Bunun üzerine Hz Ömer (RA) adama dönerek: “Oğlum bana karşı görevlerini yapmıyor diyorsun. Oysa sen ona karşı görevlerini savsaklamadan önce sen ona karşı görevlerini savsaklamışsın. Hadi git karşımdan.”dedi.
Adamın biri, Semerkand’ın ünlü âlimlerinden Ebu Hafs Yeskendi’ye gelerek: “Oğlum beni dövdü.” dedi. Ebu Hafs: “Sübhanallah, nasıl olur da bir evlat babasını dövebilir?” deyince adam: “Evet, oğlum beni dövdü.” diye üsteledi. Bunun üzerine Ebu Hafs adama: “Peki oğluna edep kurallarını öğrettin mi?” diye sordu. Adam: “Hayır.” dedi. Arkasından ona: “Peki ona Kur’an okumayı öğrettin mi?” dedi. Adam: “Hayır” cevabını verdi. Bu defa adama: “Oğlun ne iş yapar?” diye sordu. Adam: “Çiftçidir.” dedi. Son olarak adama: “Peki, seni niçin dövdüğünü biliyor musun?” diye sorunca aldığı cevap hayır oldu. Bunun üzerine adama dedi ki: “Kim bilir belki de senin oğlun sabah sabah kalkmış, eşeğine binmiş ve köpeğini arkasına takmış tarlaya giderken Kur’an okumayı beceremediği için şarkı söylemeye başlamıştır. Bu sırada sen karşısına çıkınca seni öküz sanmıştır da ondan dövmüştür. Allah’a şükret ki başını yarmamış.”
Sabit-ül Bennani’nin anlattığına göre: Adamın birini oğlu dövüyormuş. Kendisine :“Bu ne haldir?” diye sorulduğunda Adam şu cevabı vermiş: “Bırakın onu. Çünkü ben vaktiyle babamı burada dövmüştüm. Şimdi aynı şey benim başıma geldi. Ettiğimi bulduğum için oğlumu kınamaya hakkım yok.”
Bir Hâkim de şöyle diyor: “Ana-babasına asi olan kimse evladından hayır göremez. Yapacağı bir işi bilenlere danışmadan yapan kimse amacına ulaşamaz. Ailesi ile iyi geçinemeyen kimse de hayatta mutluluk göremez.”
Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor: “Evladına kolaylık gösterip de onun kendisine asi olmamasını sağlayan ana-babaya Allah rahmet eylesin.” Yani, evladını kıracağından endişe ettiği bir emir vermekten kaçınan ana-babaya Allah rahmet etsin.”
Anlatıldığına göre salihlerden biri oğluna hiçbir şey emretmez ve bir şeye ihtiyacı olunca başkasına emrederdi. Kendisine: “Niçin böyle yapıyorsun?” diye soranlara şu cevabı verirdi: “Oğluma bir şey emretsem sözümü tutmayarak cehennemlik olacağından korkuyorum. Ben oğlumu ateşe atamam.”
Fudayl b. İyad der ki: “Mertliğin, adam olmanın başlıca alametleri şunlardır: Ana-babaya iyi bakmak, akrabalara bağlılık, dostlara iyilik etmek, aileye, çocuklara ve hizmetçilere karşı iyi huylu olmak, dine bağlı olmak, helal kazançtan şaşmamak, geçimden arta kalan maldan sadaka vermek, dili tutmak, kendi işi ile meşgul olmak, boşu boşuna gevezelik edilen yerlerden uzak durmak.”
Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor: “Şu dört şey saadetin başlıca sebepleridir: Saliha bir kadına sahip olmak, Hayırlı evlat, Salih dostlarla düşüp kalkmak, Geçimini kendi beldesinde sağlayabilmek.”
Yezid-i Rekkaşi’nin bildirdiğine göre Enes b.Malik (RA) şöyle demiştir: “Şu yedi şeyi işleyen kimse öldükten sonra da sevap kazanmaya devam eder:
1-) Kim bir mescit yaparsa orada bir kişi bile namaz kıldığı müddetçe sevap kazanmaya devam eder.
2-) Kim bir dere yatağı açarsa bu yataktan akan sudan içenler bulundukça sevap kazanmaya devam eder.
3-) Kim titiz bir şekilde Kur’an yazarsa o Kur’an okunduğu müddetçe sevap kazanmaya devam eder.
4-) Kim bir kuyu kazıp su çıkarırsa o kuyu durduğu sürece sevap kazanmaya devam eder.
5-) Kim bir ağaç dikerse o ağacın meyvesinden insanlar veya kuşlar yediği müddetçe sevap kazanmaya devam eder.
6-) Kim başkasına bir şey öğretirse bu bilgiden faydalanıldığı sürece sevap kazanmaya devam eder.
7-) Kim geride kendisi için Allah’tan af dileyen, arkasından dua eden bir evlat bırakırsa sevap kazanmaya devam eder.”
Yani, eğer insan geride Salih bir evlat bırakarak ölürse, ona Kur’an okumayı ve gerekli diğer bilgileri öğretmiş bulunursa, evladının kazanacağı sevap kadar sevap kazanır ve evladın sevabında da bu yüzden bir azalma olmaz. Buna karşılık evladına Kur’an öğretmediği gibi, ona kötülüğün yollarını öğreten baba da oğlunun gireceği günahlar yüzünden aynen onun kadar vebale girer ve bu yüzden oğlunun kazanacağı vebal yükünde her hangi bir eksilme meydana gelmez.
Aile, bir tolumun en küçük yapı taşı olmasına rağmen toplumun huzur ve saadetini sağlayan, geleceğini şekillendiren en önemli unsurdur. Ailede ahlaken olgunlaşmayan sevgi ve saygı temelleri üzerine yetiştirilmeyen, hayatın gayesini ve toplum içerisinde olmanın sorumluluğunu öğrenmeyen, dini ve milli değerlere bağlılığı temin edilmeyen, hiçbir çocuk geleceğin büyükleri olarak, topluma asla faydalı olamaz. Aile, sosyal, kültürel ve dini değerlerin bir sonraki nesillere aktarılmasında ve bunların toplum düzleminde yaşanmasında en önemli köprü görevini yerine getirmektedir. Çocuklar karşılık beklemeden yardımlaşmayı, dayanışmayı, sevgi ve saygıyı aile ortamında öğrenirler. Aile bireyleri arasında yaşanamayan merhamet, aile dışındaki insanlar arasında kolay kolay yer bulamaz. Şiddet gören, şiddeti benimsemiş bir aile ortamında yetişen, sevgi, saygı nedir bilmeyen çocuk büyüdüğünde, toplumla buluştuğunda, zihnine yerleştirdiği, kabullendiği bu kötü alışkanlıkları insanlara uygulamaktan asla çekinmiyor. Saadetin vesilesi değil felaketlerin ve huzursuzlukların müsebbibi durumuna geliyor. Onun için İslam, aileyi ciddi bir şekilde ele almış, aileye büyük önem vermiş; aile bireyleri arasındaki görevlerin ne olduğunu ilahi ve nebevi kanunlarla düzenlemiştir.
İslam dini bir hayat nizamıdır, bu düzen ve kanun, insanla ilgili her yerde ve her alanda mevcuttur. İnsan, sosyal bir varlık olması nedeniyle, daha dünyaya gözünü açar açmaz, bir şekilde ihtiyacının başkaları tarafından giderilmesine olan muhtaçlığını hissetmeye başlıyor. Bu bağlamda ilk önce anne ve babasıyla irtibata geçiyor. Yani hayat insanlarla yaşanan bir olgudur. Dolayısıyla hiçbir ilişki İslam’ın göz ardı ettiği, es geçtiği bir realite değildir. Nerde insan varsa orada İslam’ın emri ve nehyi vardır. İslam insanlar arasındaki ilişkilerin düzenlenmesinde, bunların tesis ve devam ettirilmesinde önemli kurallar koymuştur. Bu kuraların ve kanunların dışına çıkılması, hak hukukun ihlali olduğundan daha bu dünyadaki huzursuzluğun temeli de bu şekilde atılmış olur. İnsan, hayatını yaşarken bencilce bir tutumdan şiddetle kaçınmalıdır. Sahip olduklarını kullanmanın sınırını başkalarının hakkının sınırına kadar görmeli ve hatta herkese karşı kendisine yüklenen sorumluluk ve görevleri yerine getirmeyi de Allah tarafından, kendisinin eliyle başkalarına bahşedilen bir hak olarak bilmelidir.
Bu ister komşularımıza ister akrabalarımıza karşı; ister bütün din kardeşlerimize, ister kan bağıyla bağlı olduğumuz akrabalarımıza karşı olsun, hatta bütün insanlara ve hayvanlara karşı olsun böyledir. Yani insanın kendisi dışındaki, az veya çok, herkese karşı yerine getirmesi gereken görevleri vardır. Bunların içerisinde anne ve babalarımıza karşı görevlerimiz hem ailenin, hem de toplumun İslami ve ahlaki bir yapıda şekillenmesi bu bağlamda insanlar arasında ki ilişkilerin düzenlenmesi, toplumun değerlerinin tesis ve inşa edilebilmesi açısından daha önem arz etmektedir. Çünkü yukarıda da ifade ettiğim gibi toplumun temeli ailelerden oluşur. Ailenin temeli de meşru bir yolla hayatlarını birleştiren karı kocadan meydana gelir. Eşlerin, ilk etapta sadece kendi aralarında huzuru ve sükûnu tesis etmekle sınırlı birer görevleri var iken sonra, bu aileye evlatların dâhil olmasıyla sorumlulukları ve görevleri daha da artmaktadır. Anne-babanın, ilerde toplumun aktif bir ferdi olarak toplumun geleceğini etkileyecek evlatlara karşı görevleri olduğu gibi elbette ki evlatların da baba ve anneye karşı görevleri vardır. İslam, “baba ve anne” yetiştirme gibi ulvi ve mukaddes görevleri olan anne ve babaya özel bir hassasiyetle muamelede bulunmamızı emir buyurmuştur. Anneye Ve Babaya İyilik Allah’ın Emridir
Yüce Allah, kendisine kulluktan sonra anne ve babaya itaat etmeyi emir buyurmuş, onlara karşı bir bıkkınlık, bezginlik ve memnuniyetsizliğin göstergesi olan, “öf” bile demeyi uygun bulmamıştır.
Rabbimiz buyuruyor ki:
“Rabbiniz, yalnız kendisine kulluk etmenizi ve ana babanıza iyilik etmenizi emir buyurmuştur. Eğer onlardan biri veya her ikisi, senin yanında ihtiyarlayacak olursa, onlara karşı “öf” bile demeyesin, onları azarlamayasın, ikisine de hep tatlı söz söyleyesin” (İsra,3)
Var oluşumuz, bu kadar sayısız nimetlere lütuflara mazhar oluşumuz yüce Allah’ın bizzat kendi istemesi ve dilemesiyledir. O bizi eşrefi mahlûk olarak yaratmış, bütün mahlûkatı bizlerin emrine amade kılmıştır. Gerçek güç ve kudret sahibi Allah’tır. O dilemese hiçbir şeyi elde edemeyiz. Öyleyse kullukla gerçek şükrümüzü Rabbimize göstermeliyiz. Ona itaat ve ibadette teslimiyet içerisinde olmalıyız. Anne ve baba eliyle bizlere merhamet eden Allah, şefkatle bizleri büyüten bu dünyaya gelmemize vesile olan, Rabbimize kulluğumuzu yerine getirmemize aracı olan, daha üzerimizde nice hakları bulunan anne -babamızı da unutmamamızı istemektedir. Zira kuluna şükrünü bilemeyen, Rabbine de kulluğunu bilemez. Allah, bu ayetiyle kendisine kullukla anaya ve babaya itaati müsavi kılmış, insanları bu hususta uyarmış, onlara karşı devamlı sevecen tavırlar içerisinde olmamızı, güler yüzle ve tatlı dille muamele etmemizi, en küçük bir kırgınlığa ve üzüntüye sebep olacak davranışlardan şiddetle kaçınmamızı emir buyurmuştur.
Yüce Allah bir ayetinde buyuruyor ki:
“Deki: gelin Rabbinizin size haram kıldığı şeyleri okuyayım: ona hiç bir şeyi ortak koşmayın, Ana-Babaya iyi davranın, fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin.” (Enam 151)
Allaha şirk koşmanın nasıl ki hiç bir mazereti yoksa anne ve babaya hizmet etmemenin, onların yardımında bulunmamanın da hiçbir mazereti söz konusu değildir. Onlara itaatte ve yardımda geri duranların, onların üzülmesine sebep olacak davranışlara girişenlerin büyük günah işlemiş olacağını Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir hadisinde şöyle ifade ediyor:
“Bir kimse Ana-babasının üzüleceklerini gerektirecek harekette bulunursa, büyük günah sahibi olur .” (Kenzül irfan. S.191, no 437)
Başka bir hadisi şerifinde de şöyle buyuruyor:
“Anaya-babaya muhabbetle bakmak evlat için ibadet makamındadır.” (Kenzül irfan, c,191, no 439)
Anne ve babaya meşru olan şeyler hususunda itaat etmemek, onların kalbini kıracak sözlü ve fili davranışlarda bulunmak sıla-i rahimi kesmek diğer ibadetlerimizdeki değeri ve faydayı da yok eder.
Peygamber efendimiz (s.a.v) buyuruyor ki:
“Üç şey vardır ki kişide bunlardan biri bulunduğu müddetçe onun amelleri fayda vermez. Bunlar:
Allah’a şirk koşmak,
Ana babaya karşı gelmek,
Savaş meydanından kaçmak”tır. (Et-Terğip ve’t Terhip c. 3, s. 328)
Anaya ve babaya asi olan bir insan, Allah’ın gazabını üzerine çekmiş olur. Dünya ve ahiret saadetine ermek isteyen ise anne ve babasını memnun etmesi gerekir. Onlar memnun edilmeden ne cennet nimetine nede Allah’ın rızasına nail olunur.
Peygamberimiz (s.a.v) buyuruyor ki:
“Ana ve babaya asi olmaktan sakının, zira cennetin kokusu bin yıllık yoldan alınır. Allah’a yemin ederim ki, ana-babaya asi olan, sıla-i rahimi terk eden, zina yapan ihtiyar, elbisesi kibir ve azametli komşu -zira azamet ancak Allah’a mahsustur- cennetin kokusunu duyamaz.” (Abdullatif Terc.s. 223)
Hele Yaşlılıkların Da Çok Daha Dikkatli Olmalı
Anaya ve babaya iyi davranmak her zaman ve her yaşta gereklidir. Bu gerekliliği yerine getirmek onların genç zamanlarında hatta kendilerine muhtaç olduğumuzu hissettiğimiz dönemlerde daha kolaydır. Zaten bu zamanlarda pek muhtaç durumda da değillerdir, takdir edersiniz ki. Ancak, her insan gibi onlarında yaşlanması, eski enerji ve kuvvetlerini yitirmesi, duygularını kullanma kabiliyetlerini kayıp etmesi, bazen de algılama güçlerini kayıp etmeleriyle iletişimde sorunlar yaşamaları söz konusudur. İhtiyarlığın vermiş olduğu kazalarda muhtemeldir. İşte, böyle bir zaman da onlara karşı daha hassasiyet içerisinde olmamız gerekir. Bu dönemler onların en kırılgan ve alıngan dönemleridir. Sizin küçük ve basit gördüğününüz şeyleri onlar çok daha ciddiye alabilir üzülebilirler. Öyle hassas olduğu dönemler de hiçbir bahanenin arkasına sığınmadan, hiçbir mazeret ileri sürmeden onlara karşı görevlerimizde asla kusur etmemeli, güler yüzle tatlı dille muamele ederek gönülleri alınmalı. Seslerimizi yükselterek, kendilerinin istenmeyen kişiler oldukları kanaatlerine sebebiyet vermemeli. Bu durumda kendilerine karşı güven duyguları zedelendiği, size bağladıkları ümit yok olduğu için çevreleriyle de uyumlu bir iletişim kuramaz ve huzursuz olurlar.
Anne-babaya içtenlikle yapılan her hizmet, gönüllerini almak için söylenen güzel bir söz, onların morallerini düzeltecek her sohbet sadece mükâfat kazanmaya değil aynı zamanda günahların affedilmesine de vesile olmaktadır. Cenneti kazanmak kolay değil, bir şeylerden feragat etmek gerekir. Yüce Allah’ın emirlerini yerine getirmenin yanında günahlarımızdan da arınmış olmamız gerekir. Anaya ve babaya itaat buna vesiledir.
İmtihan için önümüze konan her fırsatı değerlendirerek yüce Allah’ın rızasına gözümüzü ve gönlümüzü dikmemiz gerekir. Bu imtihan bazen evlatlarımız bazen sahip olduğumuz malımız mülkümüz bazen varlığımız bazen darlığımız bazen sıhhatimiz bazen de sağlığımızdır. Her şeyi bir imtihan sorusu olarak görmek ve onu başarmak için gayret sarf etmeliyiz. İşte, anne babalarımızın ihtiyarlık zamanlarındaki hallerine de bu açıdan bakıp onlara karşı sevgi ve saygımızdan taviz vermeden, hizmetlerinde kusur etmeden Allah’ın mükâfatına nail olmaya çalışmamız gerekir. Aksi takdir de kınananlardan ve fırsatı kaçıranlardan olmuş oluruz.
Peygamberimiz (s.a.v) bir gün:
“Burnu yerde sürünsün, burnu yerde sürünsün, burnu yerde sürünsün” demiş
Sahabeler:
“Kimin burnu yede sürünsün Ey Allah’ın Resulü?” dediklerinde
Peygamberimiz (sav) :
“İhtiyarlığı anında annesi ile babasından birine yahut her ikisine yetişip de, onlar sebebiyle cennete giremeyenin” (Müslim, Birr,9) buyurmuştur.
Anneye Ve Babaya Bakmak Dini Bir Görevdir
Evlatların anne ve babalarına bakmaları duygusallıkla sınırlı, acımakla ilintili bir şey de değildir sadece. Bu, Allah tarafından bizlere yüklenen bir görevdir her şeyden önce. Dinen zengin sayılan birisinin zekât veremeyeceği insanlar arasında anne ve babasının olması onlara zaten bakmakla mükellef olduğundandır. Bu görev ve sorumluluğu sadece maddi bir sorumluluk olarak da düşünemeyiz. Bir annenin ve babanın öyle şefkate ve merhamete ihtiyaçları olur ki, önlerine dünyaları da serseniz, hizmetçilerde tutsanız sizin şefkatinizden başka şeylerle onu telafi edemezsiniz.
Bir insanın iman etmesi onun gereği amelleri işlemesi kulluk görevidir. İşte anne ve babaya yardım etmek onların maddi ve manevi ihtiyaçlarını gidermek, onları yalnızlığa terk etmemek, özellikle onların yaşlılık dönemde hayatla irtibatlarının devamını sağlamak da bir evlat için en faziletli amellerdendir.
Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor:
Abdullah B. Mesut anlatıyor:
Allah’ın elçisine “amellerin hangisinin daha faziletli olduğunu” sordum.
Evet, bir insanın, cenneti kazanması da cehenneme müstehak hale gelmesi de anne ve babasına karşı tutum ve davranışlarıyla ilgilidir. Çünkü Allah’ın rızası anne ve babanın rızasına, Allah’ın gazabı da anne ve babanın gazabına bağlanmıştır.
Bir adam Resulü Ekrem’e gelip Anne ve babanın evlat üzerindeki hakları nelerdir diye sorduğunda. Peygamberimiz(s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Onlar (senin) ya cennetin ya da cehennemindir” (Seçme Hadisler, s.138)
Anne ve babasına karşı görevlerini yerine getiren, onlara ihsanda ve ikramda bulunanların ilerde çeşitli sıkıntılarla karşılaştıklarında dualarının kabul edileceğini bildirmiştir Allah’ın Resulü (s.a.v).
Onların Hakkı Kolay Kolay Ödenmez
Anne-babanın hakkı kolay kolay ödenmez. Onlar ki evlatları için her fedakârlığa katlanmış, yememiş yedirmiş, içmemiş içirmiş, giymemiş giydirmişlerdir. Çocuklarının geleceği için kendi hayatlarını ortaya koymuşlardır. Nice şeylerden fedakârlık etme hususunda asla tereddüt yaşamamışlardır. Geleceklerini teminat altına almak için gece gündüz demeden çalışmışlardır. En büyük miras olarak belki dinlerini öğretmişler, Allah(c.c), Peygamber(s.a.v) sevgisiyle bezemişlerdir. Ahlaklı birer insan olarak toplumu, hayatı, hayatın gayesini öğretmişlerdir. Özellikle annenin evladı için yapmış olduğu fedakârlığı kelimeler ifade etmekte yetersiz kalır. O ki; gece uykusunu bölerek çocuğunun karnını doyurur, altını temizlemekten imtina etmez, ağzından çıkarır çocuğunun ağzına koyar, lokmasını. Bunları yaparken de küçük bir memnuniyetsizlik ifadesine rastlamazsınız. Dokuz ay karnında taşıması bile, başka bir şey yapmamış olsa bile, hiçbir evladın kolay kolay ödeyebileceği bir şey değildir.
Bunun için bir adam peygamberimize (s.a.v.) gelerek “insanlar arasında iyi davranmama en çok layık olan kimdir?” diye sorduğunda üç defa peş peşe aynı soruya “annendir, annendir, annendir. Sonrada babandır “ diye cevap vermiştir.
“Cennet anaların ayakları altındadır” iltifatı ayrıcalığı da yine Anneye mahsustur.
Yüce rabbimiz bir ayetinde buyuruyor ki:
“Biz insana anne babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü annesi onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. (işte bunun için) önce bana sonra da anne ve babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş, ancak banadır” (Lokman,14)
Peygamberimizde(s.a.v.):
“Hiçbir evlat, anne - babasının hakkını tam olarak eda edemez (ödeyemez) babasının esir pazarında satılırken görse de onu satın alıp azat etse ancak o zaman ödeyebilir.” (Et-Terğib ve’t Terhib c.3 s.314) buyuruyor.
Hasan-ı Basri hazretleri bir gün, kabeyi tavaf ederken arkasında zembilli bir delikanlıya rast gelip zembilde ne olduğunu sordu. O delikanlı: “Ya imam zembilde anam var” dedi. Ve devam etti:
“Biz fakiriz senelerdir anam kabeyi ziyaret etmek isterdik fakat bizim mali durumumuz müsait olmadığı için kabeye gelemezdik. Anam’ın bu arzusunu biliyordum. Kendisi iyice ihtiyarlaştı, gelmesine de hiç imkan kalmadı. Ancak kabe aşkı her geçen gün kendisinde daha da alevleniyor, aklına geldikçe gözyaşlarını tutamıyordu. Anamın bu haline dayanamaz oldum. Anamı bunun için arkama alıp kabeyi tavaf ettiriyorum. Acaba ya imam ana baba hakkı büyüktür derler acaba anama yaptığım bu iyilikle onun hakkını ödeyebildi mi?” dediğinde Hasan-ı Basri hazretleri şöyle buyurdu:
“Yetmiş defa kabil olsa da şamdan ananı sırtında kebeye getirip böylece tavaf ettirsen, ananın karnında iken bir defa attığın tekmeye karşı hakkını ödeyemezsin”
Bir evladın anne ve babasına karşı görevleri sadece bu dünyayla sınırlı değildir. Öldüklerinde de onlara karşı görevlerimiz devam etmektedir. Hayırlı bir evlat, anne ve babası öldükten sonrada, onların amel defterlerine sevap yazılması için onlar adına hayır hasenat yapan, onların dostlarının ziyaretine giden, onların sevdiklerini seven, vasiyetlerini, taahhütlerini yerine getiren, yakınlığı onlar vasıtasıyla olan, amca, hala, dayı, teyze gibi akrabaları ziyaret eden, onların dostlarına ikram ve izzette bulunan evlattır.
Peygamberimiz (s.a.v.) bunu iyiliklerin en iyisi olarak nitelendirmiştir:
“En iyi iyilik, babasının samimi dostuna, iyiliği ve ihsanı devam ettirmesidir.” (Müslim)
Yine başka bir hadisi şerifinde de şöyle buyuruyor:
“İyiliğin en iyisi evladın baba dostlarını ziyaret etmesidir” (Müslim)
Anne Babaya Nerelerde İtaat Edilmez
Anne ve babaya itaat şarttır, onlara iyilik etmek Allah katında en faziletli ameldir. Cennete girmeye cihat etmiş mükâfatına nail olmaya, dualarımızın kabulüne vesiledir. Ancak bu itaati, diğer insanlara olduğu gibi, kayıtsız ve şartsız bir itaat olarak düşünemeyiz. Şöyle ki; Allah’u Teâlâ’nın emirleri hayatımızda, bütün davranışlarımızda kırmızı çizgilerimizdir. Nerede Allah’a (c.c) isyan varsa orada, tepkimiz ve duyarlılığımız devreye girmeli. Dolayısıyla kim olursa olsun, Allah’ın (c.c) emrine uymayan bir istekte bulunursa onu yerine getiremeyiz. “Onun hakkı benim üzerimde çok, onun söylediklerini yapmasam darılır gibi düşünemeyiz. Her şeyin üzerinde Allah’ın hakkı vardır. İnsanların değil Allah’ın rızası önceliğimiz olmalı. Anne ve baba hakkını da bu çerçevede düşünmeliyiz.
Allah’ın rızasını ummadan, onun referansı olmadan hiçbir amelin, ne kadar iyi olursa olsun, kıymeti ve değeri olmaz. Zaten, her davranışımızda mükâfata nail olabilmek, yüce Allah’ın iyi gördüğünü iyi görmek, kötü diye nitelendirdiğini de kötü bilmekle mümkündür.
Peygamberimiz buyuruyorlar ki:
“Halık’a (Allah’a) isyan olan işte, mahlûkata itaat olmaz” (Keşfü’l Hafâ)
Saad Müslüman olduğunda, annesi yememek ve içmemek üzere yemin etti
Annesi Saad’a:
- Bak oğlum! Sen eski dinine dönmedikçe ben yiyip içmeyeceğim, sonunda ölürsem sana, annesinin katili olmuş derler ve seni kınarlar.
Saad annesine:
-Bak anne ne yaparsan yap ben bu dini bırakmam, diye kararlılığını gösterdiği halde annesi hala yemiyor ve içmiyor, oğlunun dininden dönmesi için ısrar ediyordu.
Saad annesinin karşısında, kesin kararlığını gösterip dedi ki:
-Vallahi anne senin yüz canın olsa da bunlar birer bire çıksa da imanımdan vaz geçmem”
Annesi oğlunun bu kararlığı karşısında inadını terk edip yeme ve içmeye başladı.
Bu olaydan sonra şu ayeti kerimenin nazil olduğu bildirilmiştir:
“Biz ana babasına iyilik etmesini emrettik, şayet onlar seni, hakkındaki, bir bilgin olmayan şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, bu takdirde onlara itaat etme, dönüşünüz ancak bana olacaktır ve ben yapmakta olduklarınızı haber vereceğim” (Ankebut,8)
Bu verilen ölçüler çerçevesinde anne baba müşrikte olsa, o durumlarını tasvip etmemekle beraber, onlara yine merhamet kanatlarımızı germeli, anne ve baba olmaları hasebiyle, sevgi ve saygıda kusur etmemeli, hidayete ermeleri için dua etmeli. Kur’an’ı kerimde İbrahim aleyhisselam’ın iman etmemiş “Azer” adındaki babasına karşı davranışı bizler için en büyük üslup ve saygı örneğidir.
Hz Ebu Ebu Bekir’in kızı Esma(r.a.) müşrike olan annesiyle ilgili olarak şöyle anlatır:
-Annem (benden bir şey istemek için) geldi. Bende Peygamberimize (s.a.v):
-Annem geldi benimle görüşmek istiyor, görüşeyim mi?” diye sordum.
Evet, annen ile görüş” buyurdu.(Buhari, Edep, 7)
Onların Duasını Almalı
Dua; sadece kendimize yaptığımız dualardan ibaret değildir. Birde başkalarının bizler hakkında yaptığı dualar vardır ki bunlar çok önemlidir. Biz, kendimize dua ederken dualarımızla rabbimiz arasında işlediğimiz günah engelleri vardır. O günahlar dualarımızın kabulüne engel olur. Ancak başkaları bizler hakkında günah işlemeyeceğinden bizler için yaptıkları dualar kabule şayandır. Hele bunlardan bazıları vardır ki onlar asla ret olunmazlar, anne babanın evlatları hakkında yaptıkları dualar gibi.
Bir evlat için bu kadar hakları üzerinde olan ana- babasının memnuniyetinin bir ifadesi olarak, onların duasını almak ne büyük bir bahtiyarlıktır. Günlük hayatımızda da çoğu zaman bunu ifade ederiz; bir sıkıntıdan, felaketten başımızı kurtardığımızda ya da ferah ve huzura kavuştuğumuzda, bir şeyler elde ettiğimizde. “O annesinin babasının duasını almıştır veya annesinin duası onun üzerindedir” gibi sözlerle. Çünkü anne ve babanın çocuklar için gönülden yapacağı duayı Allah reddetmez.
Peygamberimiz(s.a.v) buyuruyor ki bir hadisi şerifte:
“Üç dua var var bunların kabul olunacağından şüphe yoktur: mazlumun (haksızlığa uğramış kimsenin) duası, misafirin (ikramını gördüğü kimseler için) duası ve anne ve babanın çocuklarına olan duasıdır” (Timizi , Birr,7)
Bu bir “dua alma” yarışıdır. Anne ve babalarımıza sırf dualarını almak için bile hizmet edilir. Onlar için yapılan her fedakârlık bizler için geleceğimiz adına yapılan bir yatırımdır. Onların hoşnutluğu, kabul olmuş dua şeklinde bizlere döner, yaptığımız asla boşuna değildir.
Abdullah B. Evfa anlatıyor: Peygamberimizin(s.a.v.) huzurunda bulunduğumuz sırada birisi geldi ve şöyle dedi.
-Ey Allah’ın Resulü! ölüm döşeğinde can çekişen bir genç var, kendisine “la ilahe illallah” denildiği halde bunu bir türlü söyleyemiyor. Peygamberimiz (s.a.v.) sordu:
- Bu genç namaz kılar mıydı. Adam:
-Evet, kılardı, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) kalkıp adımın yanına gitti, bizde onunla beraber gittik. Ve ona:
- Laa ilahe illallah, de buyurdu. Genç:
Söyleyemiyorum, dedi.
-Peygamberimiz (s.a.v.) niçin söyleyemiyorsun? Diye sorunca peygamberimize (s.a.v.) gelen adam:
-Annesine itaatsizdi, dedi.
-Annesi sağ mı? Diye sordu. Orada olanlar:
-Evet, sağdır, dediler. Peygamberimiz (s.a.v.):
- Çağırın gelsin, buyurdu. Onlarda kadını çağırdı, kadın geldiğinde sordu peygamberimiz(s.a.v.):
-Şurada büyük bir ateş hazırlansa da sana: “oğluna şafkat edersen onu ateşte yakmayız, şefkat etmezsen onu bu ateşte yakarız” deseler ne yaparsın? Diye sordu. Kadın:
-Onun şefaatçisi ben olurum. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.):
- O halde bu oğlundan razı olduğuna ve hakkını helal ettiğine Allah-ü Teâlâ’yı ve beni şahit göster, buyurdu. Kadın:
-Allah’ım, yüce zatını ve peygamberini(s.a.v) şahit tutuyorum, oğlumdan razı oldum, dedi. Bunun üzerine peygamberimiz(s.a.v) gence dönerek: - “Laa ilahe illlallaü vehdehüle şerikeleh ve eş he dü ennne muhammeden abduhü ve resülühü” de, buyurdu. Hasta genç hemen şehadet getirince, peygamberimiz(s.a.v.):
-Allaha hamdolsun ki, benim vasıtam ile bu genci cehennem ateşinden kurtardı, buyurdu. (Taberani, Ahmet Bin. Hambel)
Suçlu Kim?
Her insan ya anne babadır veya anne baba adayıdır, ancak her halükarda evlattır. Her insan, maişeti altındakilerden sorumlu olduğu gibi, anne babalarda çocuklarının, kendilerine Allah(c.c) tarafından verilen birer emanet olması nedeniyle onların dini ve ahlaki gelişimlerinden sorumludur. Evlatlar evliliğin meyvesi diye bilinir. Her nimetin bir külfeti vardır. Her külfet fedakârlık gerektirir. Ancak bu fedakârlık, sadece evlatların maddi ihtiyaçlarını karşılamak değildir. Zira maddi ihtiyaç geçici şeylerdir, kalıcı olan, ruhunu doyuran manevi ihtiyaçlardır. Baba ve anne evlatlarının eğitimi hususunu göz ardı ederlerse, onları salih bir mümin olarak yetiştirme hususunda ihmalkâr davranırsalar, o boşluktan faydalanan farklı mihraklar devreye girip anne babanın eğitemediği o çocukları farklı şekil ve inançlarla eğitmiş olurlar, o zaman evladınız elden gider sadece dünyaları değil ahiretleri de heba olur.
Evlatlarının, çocukluk dönemlerinde “ilerde daha yapar” deyip onların ibadet etmelerinin ertelemesine sebep olan, gençlikte işledikleri hatalar nedeniyle “cahildir, sonra anlar doğruyu” diyerek onları yaptıkları hata ve günahların pençesine bile bile atan, büyüdüklerinde, “koskocaman adam olmuş kendi kararını kendi veriyor, zamanın evladı, baba-anne dinler mi?” diyerek pişmanlığını izhar etmek mecburiyetinde kalan babanın yapacağı bundan sonra ne kalmış olabilir ki. Yaşken ağaca şekil vermediğinizde kuruduğunda şekillendirmek isterseniz hem kırar hem de kırılırsınız.
Sokakların eğittiği, bilgisayar ve televizyonun karşısında gününü geçirerek monoton ve ruhsuz, mekanik bir insan halini aldığı, garbın eğitim sistemine emanet edilerek tarihini kültürünü, dinini, ahlakını Allah’ın c.c istediği, peygamberin(sav) talim ettiği gibi değil, başkalarının uydurduğu din anlayışıyla, medeniyet dedikleri özgürlük safsatasıyla sahte ve anlamsız hayatları, hayat tarzı olarak kabul eden bir evlat, annesinin çektiğini, babasının fedakarlığını anlayamaz, Allah’ın kendine imandan sonra onlara itaati emrettiğini de bilmez.
Evet, öğle değil mi ki? Anne baba, çocuğu konuştuğunda gözleri ışıl ışıl parlarken, şimdi nice evlatlar anne ve babasının konuşmasına tahammül edemiyor. Onları “eski ve geri kafalı” olarak algılıyor. “Sen ne anlarsın baba” diyerek susturuyor. Bir anne baba “yedi” evladına karşılıksız, severek bakarken “yedi” evlat bir babasına bakamıyor. Evlat anne kucağında, baba ocağın da kendini rahat huzurlu ve güvende hissettiği gibi ihtiyar anne ve baba, evlatlarının evinde kendini yabancı olarak görüyor. Bir köşeye sıkışıp kalmaktansa her şeye rağmen köyüne, kendinin bir odalı evine gitmek istediğinde yine azarlanıyor. “Babamda, annemde çok huysuz, bakmak istiyoruz, durmuyor yanımızda neyini noksan ediyoruz ki, yediği önünde yemediği arkasında, birazda dilini tutsun canım, hiçbir şeye karışmasın geçinip gitsin işte” diyor.
Şimdi huzur evi koymuşlar hayırsız evlatların baba ve annelerinin kaldığı sığınma evlerine. Bu sefer 400 metre karelik yerde oturan evlat haftada bir gün babasının ve ya annesinin ziyaretine, huzur evine, gitmeyi gönül alma olarak görerek kendini avunduruyor. Anne ve babalara senede, ede ede, bir gün tahsis ettiler; babalar günü, anneler günü, diye. O günde bir defa telefonla ararlarsa evlatlar, anne- baba “buna da şükür” demeye başladılar.
Ektiğimizi Mi Biçiyoruz?
Aslında insanlar her konuda olduğu gibi, anne -babasına gösterdiği tavırlarla da evladına örnek olmaktadır. Anne- baba yaşantılarıyla, aile içerisindeki değerleriyle hem çocukların hem de kendilerinin geleceğini belirliyor. Bir insan, diken ekerse diken, gül ekerse gül biter. Çocuklarına “anne baba” hakkını öğretme, onu bizzat yaşama hususunda örnek ve önder olamayan baba ve anne ihtiyarlandıklarında kendilerinin yaptıklarının aynısını evlatlarından görecektir. “İyiliğin karşılığı olsa olsa iyiliktir. ” (Rahman,60) Buyuruyor Rabbimiz
Peygamberimiz(s.a.v) buyuruyor ki:
“Bir genç bir ihtiyara yaşlı olmasından dolayı ikramda bulunursa, Allah, yaşlandığı zaman kendisine ikramda bulunacak bir kimseyi kendisine hazırlar.” (Timizi, birr,75)
Ebu Bekir’den rivayetle peygamberimiz (s.a.v.) başka bir hadis-i şerif de ise şöyle buyuruyor:
“Allah Teâlâ bütün günahlardan dilediklerinin( cezasını ) kıyamet gününe kadar tehir eder. Yalnız anaya ve babaya yapılan isyanın Allah Teâlâ sahibine ölmeden öncede dünyada verecektir” (et-Terğip ve’ Terhip,c.3;s.331)
Biz bunun cezasının kimin eliyle olacağını bilemeyiz. Bu, çoğu zaman misliyle olur. Babasına itaat etmeyenin evladı da kendisine itaat etmez, anne babasına asi olanın, evladı da kendisine asi olur. Çünkü çocuk babadan ve anneden gördüğünü uyguluyor, onların yaptığının doğru olduğunu düşünüyor.
Babasını Öldürmek İsteyen Evlat
Bir evlat felçli olan babasına bakmaktan usanmış. “Gel baba seni biraz kırlarda gezdireyim, hem hava almış olursun deniş. Sırtına almış götürmüş kırlara. Babasını çukur bir yere atıp üzerini toprakla kapatıp ölmesini istiyormuş aslında. Kendisini atmak için çukur aradığını fark eden, evladının kendisini öldürmek istediğini anlayan baba:
-Evladım zahmet çekme, ben babamı şuracıkta gömmüştüm, sende beni oraya göm, demiş. Bu sözlerle aniden irkilen, hayretler içerisinde kalan adam:
- Sen ne söylüyorsun! Yani sen dedemi çukura atarak ölümüne mi sebep oldun? demiş.
-Evlat! Evlat! Bende babama karşı böyle bir hata işledim, babam benim gibi felç geçirmişti, ondan usandım, senin gibi buraya getirdim ve gömdüm. Bunun üzerine adam korku, dehşet ve ibret içerisinde şunu sorar babasına:
- Baba! Babasına bunu reva görenin evladı da kendisine aynısını yapar mı? diye sorar. Babası:
-Evet, evlat, insan ne ekerse onu biçer, ben ektiğimi biçiyorum, yaptığımın cezasını şimdi, evladım olan senin elinle çekiyorum. Sende aynı muamele ile karşılaşmak istiyorsan beni buraya göm, yok istemiyorsan vazgeç bundan. Sen bilirsin.
Bunun üzerine günahkâr adam, ben böyle ne yapıyorum diye hüngür hüngür ağlamaya başlıyor. Tövbe ediyor. Yaptığı hatadan dönüp babasını evine götürüyor. Bundan sonra babasının, hürmette ve saygıda kusur etmeden, sevgi ve saygıyla ömür boyu hizmetinde bulunup duasını almaya çalışıyor.
“İnsanlara merhamet etmeyene Allah (c.c.)’ da merhamet etmez.” (Buhari, Müslim) buyuruyor peygamberimiz (s.a.v.). Bugün her baba kendi babalarına yaptıklarını çekiyor aslında. Anasına babasına hakaret eden, onları azarlayan, sözlerini dinlemeye dahi tenezzül etmeyen insanlar, neler ektiklerini, ilerde ne ile karşılaşacaklarını bilmeliler. Bir insana, nefsimize uyup kötülük yapacağımız zaman o günahtan dönmek için, ben onun yerinde olsam aynı şey bana yapılsa nasıl bir tepki gösteririm diye düşünmeli, kendine reva görmediğini başkalarına da reva görmemeli kendisi için istediğini başkaları içinde istemeli, bu mümin olmanın göstergesidir. Peygamberimiz bu hususta bizleri defaatle uyarıyor.
Bir hadis-i şerifinde:
“Bizim küçüklerimize merhamet etmeyen, bizim büyüklerimizin hakkını bilmeyen kimse bizden değildir.” (Muhtaru ’ l Ehadis s. 148) buyuruyor.
Ancak bu, baba ve anneler açısından gerçek bir vakaysa da, hiçbir evlat, anne ve babasından bunları öğrendi diye kendi babasına aynı şeyleri yapma hakkını kendisinde göremez. Bu bilmemenin sorumluğu şeklinde de kabul edilmez. Çünkü bilmemek mazeret değildir. Aksine bencilliği ve ena niyeti bir tarafa bırakıp rabbimizin emirlerine kulak vermeliyiz. “İyiliğe iyilikle muamele herkesin işidir, kötülüğe kötülükle muamele “er” kişi işidir” derler. “kötü örnek, emsal teşkil etmez” diye bir kural vardır.
Bu hususta zalim olsa bile, müşrik olsa, günahkâr olsa bile anaya ve babaya yardım edilir, onlara iyilik edilir.
İbni Abbas’ın sevgili peygamberimizden yaptığı rivayet de :
“Her kim sabah akşam anne ve babasını kendisinden razı olarak gününü geçirirse, sabah ve akşam ona cennetten iki kapı açılır. Ve eğer sabah ve akşamda, anne ve babasını kızdırırsa, ona da cehennemden iki kapı açılır. O sıra da orada bulunan birisi: ya Resulellah, eğer analar çocuklarına zulmediyorlarsa, dedi. Canab-ı Peygamber: Evet, zulmetseler dahi yine onlara karşı gelmemek ve asi olmamak gerekir ” buyurdu.
Bu konuda peygamberimiz(s.a.v.) bir hadisinde şöyle buyuruyor:
“Tavrımızı diğer insanlara göre ayarlarız: Herkes iyilik ettiği sürece, bizde iyilik yaparız. Ama başkaları eziyet edince bizde buna eziyetle karşılı k veririz ” diyen sıradan insanlar olmayın (Tirmizi Birr,63)!
Allah bizi rızasına erecek işlerle istihdam etsin, nefsimize ve şeytana uydurmasın. (Amin) selam ve dua ile…
Yüce Allah (cc), insanın ve bütün kâinatın yaratıcısıdır. Anne babalarımız ise dünyaya gelişimizin sebebidirler. Yeni doğan bir çocuk hayatını devam ettirebilmesi için zaruri ve tabii ihtiyaçlarını karşılamaktan acizdir. Bakıma, himayeye, sevgi ve şefkate muhtaçtır. Bu küçücük çocuğa bakacak, onun her türlü ihtiyaçlarını, olumsuzluk ve imkânsızlıklara rağmen kendi hayatını dahi tehlikeye atarak koruyacak, himaye edecek, büyütecek, yedirip içirecek olan yegane varlık onu doğuran annedir. Anneler ilahi rahmete benzer, hep verirler, karşılık beklemezler. Kendileri yemezler çocuklarını yedirirler, giymezler giydirirler, içmezler içirirler, uyumazlar uyuturlar, gülmezler ama çocuklarını güldürürler. Hep fedakârlık yapar annelerimiz.
Çocuklarının bakımından temizliğine, eğitiminden yetişip büyümesine ve her türlü ihtiyaçlarının karşılanmasında anne ve babaların gösterdiği ilgi, alaka ve titizliğin derecesini kelimelerle ifade etmek adeta imkânsızdır. Anne babalarımızın üzerimizdeki hakları şunlardır:
1-ONLARA HİZMET EDEREK DUALARINI ALMAK:
“Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara,yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara (köle, cariye, hizmetçi ve benzerlerine) iyi davranın..” Nisa su. 4/ 36.
“Biz, insana ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarsa, onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak banadır…” Ankebut su.29 / 8.
Ebu’d-Derda’nın işittiğine göre, Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur:“Anne-baba, kişinin cennete girmesine vesile olacak kapılardan birisidir. Bu kapıdan girme fırsatını kaybetmek ya da değerlendirmek artık senin arzuna kalmıştır.” Tirmizi, Birr,3.
Ebu Hüreyre (ra) nın rivayet ettiğine, Peygamber (sav) Efendimiz şöyle buyurdu : “ Burnu yerde sürünsün, burnu yerde sürünsün, burnu yerde sürünsün!” Sahabeler: “Ya Resulellah! Kimin burnu yerde sürünsün” dediler. Peygamber (sav) Efendimiz şöyle buyurdu: “ Ana babasına, ikisinden birine yahut her ikisine birden ihtiyarlık zamanlarına yetişip de onların hayır dualarını alıp cennete giremeyen kimsenin burnu yerde sürünsün” Müslim, Birr,9. 2551/ 9; Buhari, Edebü’l-Müfred 21.
Anne babaların çocuklarına yapacakları duaların kabul olunacağına dair Peygamber (sav) Efendimizin şöyle bir müjdesi vardır.
“Üç dua vardır ki bunların kabul olunacağında şüphe yoktur. Bunlar Mazlumun (haksızlığa uğramış olan kimsenin) duası, misafirin ( ikramınıgördüğü kimseler için) duası ve anne babanın çocuklarına olan duasıdır.” Tirmizi, Birr,7.
2-ANA- BABAYA İYİLİK VE İHSAN, ÇOCUKLAR ÜZERİNE FARZDIR:
Yüce Allah (cc) Kur’an-ı Kerimde şöyle buyuruyor:
“Rabb’in, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, ana-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara ‘of ‘ bile deme; onlar azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle. Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.” İsra su. 17/ 23-24.
“Biz insana, ana babasına iyi davranmasını emretmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak (karnında) taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. İşte bunun için önce bana, sonra da ana babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur..” Lokman su.31/ 14.
Yüce Allah (cc) yine Lokman suresinde anne babamız hakkında; “Onlarla dünyada iyi geçinin.” Buyurmaktadır. Lokman su.31/ 15. Ayrıca bak. Bakara su. Ayet 83.
Abdullah b. Amr (ra) nın naklettiğine göre, Hz. Peygamber (sav) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Rabbin hoşnutluğu anne babanın hoşnutluğuna bağlıdır. Rabbin öfkesi ise, anne babanın öfkesine bağlıdır.” Müslim, Birr, 3.
İbn Mes’ud’un (ra) anlattığına göre, bir adam Hz. Peygamber (sav) e,“Amellerin en üstünü hangisidir?” diye sorunca, Peygamber (sav) Efendimiz şöyle cevap verdi: “ Vaktinde kılınan namaz ve anne babaya iyilik etmektir. Sonra da Allah yolunda cihad etmek gelir.” Buhari, Tevhid,48.
3-ANNE BABAYA ASİ OLMAMAK, KARŞI GELMEMEK:
Ana baba zalim dahi olsalar, onlara karşı gelmek, onlarla sert konuşmak, hakaret edip Kötü sözler söylemek asla caiz değildir. “… Eğer onlardan biri, ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara ‘of ‘ bile deme; onlar azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle..” İsra su. 17 / 24.
Peygamber (sav) Efendimiz de şöyle buyuruyor: “Ana babaya karşı gelmek, büyük günahlardandır.” Buhari. Edep, 6. “Ana babasına asi olan cennete giremez.” Nesai.Eşribe,46.
Anam-babam çok şefkatsiz, onlara nasıl itaat edeyim? diyen bir kimseye, Resulullah (sav) Efendimiz buyurdu ki:
“Anan seni dokuz ay karnında gezdirdi. İki yıl emzirdi. Seni büyütünceye kadar koynunda besledi ve kucağında gezdirdi. Baban da seni büyütünceye kadar birçok zahmete katlandı. İdare ve maişetini temin etti. Sana dinini, imanını öğretti. Seni İslam terbiyesi ile büyüttü. Şimdi nasıl olur da, şefkatsiz olurlar? Bundan daha büyük ve kıymetli şefkat olur mu?” İmam-i Gazali. Ey Oğul.
“Ya Resulellah! Yaşlı anamı elimle yedirip içiririm. Abdestini aldırır, sırtımda taşırım. Hakkını ödemiş olur muyum?” diye soran kişiye Peygamber (sav) Efendimiz buyurdu ki: (Hayır, yüzde birini bile ödemiş olamazsın. O sana, yaşaman için hizmet ediyordu, sen ise, ölümünü bekleyerek hizmet ediyorsun. Ancak Allah ü Teâlâ, bu az iyiliğine karşılık çok sevap ihsan eder.” R. Nasıhin.
4-İTAAT ETMEK, KARŞI GELMEMEK:
“Allah’a itaat, anaya yahut anne babaya itaate bağlıdır.” Tebrani. “ Ana babasına iyi bakanlara müjdeler olsun. Allah onların ömürlerini uzatır.” Ebu Yala, Hakim. “ Kim ömrünün uzun olmasını ve geçim kaynaklarının genişlenmesini istiyorsa anne babasına iyi baksın ve akrabalık bağlarını gözetsin.” Ahmet b. Hanbel.
Hz. Ebu Bekir (ra) nın kızı Esma (ra) şöyle dedi: “Resulullah (sav) zamanında annem müşrik olarak yanıma geldi. Ben de Resulullah (sav) e: “ Annem geldi. Benim kendisine iyi davranmamı umuyor. Anneme iyilik edebilir miyim? Diye fetva sordum.” Resulullah (sav) bana şöyle buyurdu: “Evet, annene iyilik et.” Buhari, 5/2410; Müslim,1003/50.
5-ONLARA SERT BAKMAMAK, ŞEFKAT VE SEVGİ İLE BAKMAK.
Peygamber efendimiz (Ana-babanın yüzüne merhametle bakana, hac ve umre sevabı yazılır) buyurunca, (Günde bin defa bakarsa da böyle midir?) denildi. Cevaben buyurdu: “Günde yüz bin defa baksa da...” R. Nasıhin
Yine Peygamber (sav) Efendimiz buyurdular ki: “Ana-babanın yüzüne sevgi ile bakmak ibadettir.” Ebu Nuaym.
“Rabbin rızası, ana-babanın rızasında, gazabı da, ana-babanın gazabındadır.” Buhari “Ana-babasının rızasını alan mümine Cennetten iki kapı, üzene de Cehennemden iki kapı açılır.” Beyheki.
“Ana-babasını razı eden mümin, ne yaparsa yapsın Cehenneme girmez, inciten de Cennete girmez.” Şir’a.
“Hak teâlâ, bazı günahların cezasını kıyamete kadar geciktirir. Ana-babaya isyan bundan müstesnadır.” [Hakim.
7-ONLARDAN İZİNSİZ SEFERE GİTMEMEK.
Cihad için izin isteyen birine Peygamber efendimiz, ana-babasının sağ olduğunu öğrenince, “Burada kal, onlara hizmet et, çünkü onlara hizmet cihaddır.” Buhari. 6/2801. Müslim,2549/5.
Peygamber (sav) Efendimiz kendisine, cihada gitmek için gelen başka birine de buyurdu ki: “Annenin yanından ayrılma! Cennet onun ayağı altındadır.” Nesai.
Bir adam Peygamber (sav) Efendimize gelerek: “ Ben Allah’tan ecir isteyerek hicret ve cihat etmek üzere sana biat ediyorum” dedi. Peygamber (sav) Efendimiz şöyle buyurdu:
“Annen ve babandan sağ olan var mıdır?” Adam: “ Her ikisi de sağdır” dedi. Peygamber (sav) Efendimiz: “Böyle iken sen Allah’tan ecir mi istiyorsun?”.Adam : “ evet” deyince, Peygamber (sav) Efendimiz : “Öyle ise Annen ve babanın yanına dön ve onlarla güzel sohbet et” buyurdu. Müslim, Birr,6. 2549/ 6.
Biri de, hicret etmek için gelip, “Ya Resulallah! Ana-babamı ağlatarak geldim” dedi. Peygamber (sav) Efendimiz bu duruma üzülerek buyurdu ki: “Hemen git, onları ağlattığın gibi güldür!” Ebu Davud. Cihad,31. Nesai, Biat,10. İbn Mace, cihad,12.
8-ONLARA SAYGI VE HÜRMETTE KUSUR ETMEMEK.
“Bir adam Peygamber (sav) e geldi ve : “ İnsanlar arasında kendisine en iyi davranmam gereken kimdir?” diye sordu. Peygamber (sav) Efendimiz: “Annen’dir” buyurdu. Adam: “Sonra kimdir?” Peygamber (sav): “Annen’dir” buyurdu. Adam: “ Sonra kimdir?” diye sordu.Peygamber (sav) Efendimiz yine; “ Annen’dir “ buyurdu. Adam yine sordu: “Sonra kimdir? ” Peygamber (sav) Efendimiz: “ Baban’dır”buyurdu.” Buhari, 13/5974; Müslim, 2548/1.
“Hiçbir çocuk babasının hakkını ödeyemez. Ancak onu köle olarak bulur da satın alarak hürriyetine kavuşturursa babalık hakkını ödemiş olur.” Buhari, edebü’l-Müfret,10; Müslim,1510/25.
9-ÇAĞIRINCA HEMEN KALKIP YANLARINA GİTMEK:
Anne babalarımız bizi çağırınca, hemen kalkıp yanlarına gitmek, buyurun demek gerekir. Onları bekletmemek, çağırdıkları zaman acil işimiz yoksa mutlaka yanlarına gitmeliyiz.
Namazımızı nasıl Peygamber (sav) Efendimizin öğrettiği gibi kılıyorsak, Orucumuzu nasıl O’nun tuttuğu gibi tutuyorsak, Haccımızı nasıl O’nun yaptığı gibi yapıyorsak, annemize, babamıza, eşimize, kızımıza ve diğer tüm kadınlara da O’nun eşlerinize, kızlarına ve diğer Müslüman kadınlara davrandığı gibi davranmak zorundayız.
“Sizin en hayırlınız kadınlara karşı iyi davrananlarınızdır.” Tirmizi, Rada, 11.
“Ben annemi nasıl sevmem ki; o, beni bir müddet karnında; uzun bir zaman da kucağında; ölünceye kadar da kalbinin şefkat köşesinde taşıdı, taşımıştır. Ona saygısızlık göstermekten daha aşağılık bir şey bilmiyorum.”
Peygamber (sav) Efendimiz bir gün: “ Size günahların en büyüğünü söyleyeyim mi?” diye üç kere sordu. Bunun üzerine sahabeler, “ Evet, ey Allah’ın Resulü.” Diye cevap verdik: Peygamber (sav) Efendimiz: “Allah’a ortak koşmak ve anne babaya isyan etmek ve eziyet etmektir.” Buyurdular. Buhari, Edep, 6.
Yüce Allah (cc) anne babaya isyandan asla hoşlanmaz.( Ebu Davut, Dahaya, 20-21) Alemlerin Rabbi, kıyamet gününde ebeveynine baş kaldıranın yüzüne bakmayacak,( Nesai, Zekat,69). onu cennetine almayacaktır. (Nesai, Eşribe,46.)
Ömrünü çocuklarını yetiştirmeye adayan, çocukları için kendi tüm arzularından feragat eden anneleri, “ ev hanımı” diyerek küçümseyenlere yazıklar olsun.
Anne başa taç imiş,
Her derde ilaç imiş,
Bir evlat "pir" olsa da;
Anneye muhtaç imiş!
10- ANNE BABALARIMIZIN DOST VE ARKADAŞLARINA İYİLİK ETMEK:
Sahabeden birisi Peygamber (sav) Efendimize gelerek:
“ Ya Resulellah! Annem babam öldüler. Bunlar için bundan sonra yapabileceğim bir iyilik var mıdır?” Diye sorar. Peygamber (sav) Efendimiz o sahabeye şu cevabı verir:
“Tabii ki vardır. Onlar için dua etmek, günahlarının bağışlanmasını Allah’tan dilemek. Hayatta iken verdikleri sözleri onların adına yerine getirmek. Onlardan yana olan akrabalık bağlarını gözetmeğe devam etmek. Onların dostlarına, arkadaşlarına iyilik etmek.” Ebu Davut, Edep, 129. İbn Mace.
“Şüphesiz ki iyiliklerin en değerlisi, evlatların babalarının dostlarına yaptıkları iyiliktir.” Müslim. Birr, 11.
“En iyi iyilik, insanın babasının samimi dostuna iyiliği, ihsanı ve ziyareti devam ettirmesidir.” Müslim, Birr,12. Ebu Davud, Edep, 119. Tirmizi, Birr, 5.
“Ey Rabbimiz! Amellerin hesap olunacağı gün, beni, ana-babamı ve müminleri bağışla!” İbrahim su.14 / 41.