|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
"Peki, Dinimizi Nereden Öğreneceğiz?" 26 HAZİRAN 1994...M ORUÇ
Ba'zı kıymetli okuyucularımız, (Gazetede sık sık, "Tefsirden, meâlden, hadîs kitaplarından din öğrenmeye kalkışmayın. Bu mümkün değildir. Kaş yapalım derken göz çıkarmaya benzer", diyorsunuz. Peki, biz dinimizi nereden, nasıl öğreneceğiz?) diyorlar. Gazetemizde çıkan bütün yazıları mutlaka, kıymetli bir âlimin kitabından naklediyoruz. Kendiliğimizden birşey bildirmiyoruz. Fıkıh, tefsir, hadîs ilimlerinde ve tasavvuf ilminde çok derin bir âlim olan, yüzden fazla kıymetli kitap yazmış bulunan Abdülganî Nablüsî hazretleri, bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır. Fıkıh bilgilerini derin âlimler, Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden çıkarmışlardır. Bunun için din bilgileri ancak fıkıh kitaplarından öğrenilir. Müctehid olmıyanların tefsîrden fıkıh bilgisi öğrenmesi imkânsızdır. Cehenneme gidecekleri hadîs-i şerîfte bildirilen "Yetmiş iki sapık fırkâ" âlimleri, Kur'ân-ı kerîmden yanlış ma'nâ çıkardıkları için sapıttılar. Âlimler sapıtınca, âlim olmıyanların tefsîr okuması felâket olur. Kur'ân-ı kerîmin hakîkî ma'nâsını öğrenmek istiyen, Ehl-i sünnet âlimlerinin kelâm, fıkıh ve ahlâk kitaplarını okuması lâzımdır. Fıkıh ilmi, insanların yapması ve yapmaması lâzım olan işleri bildirir. Fıkıh bilgileri, (Kitab), (Sünnet), (İcmâ') ve (Kıyâs)tan çıkarılır. Dînin hükümlerini bilen müctehid âlimlere (Fakîh) denir. Bir kimse Kur'ân-ı kerîmi, ihtiyaç miktarı ezberledikten sonra, fıkıhla meşgûl olmalıdır! Çünkü, Kur'ân-ı kerîmi ezberlemek farz-ı kifaye, fıkhın kendine lâzım olan miktarını öğrenmek ise farz-ı ayndır. Dinimiz fıkıh ilmine çok önem vermiştir. Nitekim, hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: (İbâdetlerin en kıymetlisi fıkhı öğrenmek ve öğretmektir.) (Herşeyin dayandığı direk vardır. Dinin temel tireği, fıkıh ilmidir.) Îmân, i'tikâd bilgilerini anlatan geniş ve derin ilme ise (İlm-i kelâm) denir. Kelâm ilmi âlimleri, çok büyük insanlardır ve kelâm kitâbları pek çoktur. Bu kitâblara, (Akâid kitâbı) da denir. Amel edilecek, ya'nî kalb ile ve beden ile yapılacak ve sakınılacak şeylere, (Ahkâm-ı şer'ıyye) denir. Beden ile yapılacak ahkâm-ı şer'ıyyeyi bildiren ilme (İlm-i fıkıh) denir. Dört mezhebin kelâm kitâbları aynı olup, fıkıh kitâbları başka başkadır. Halk için yazılmış olan ve herkesin bilmesi ve yapması gereken kelâm, ahlâk ve fıkıh bilgilerini kısaca ve açıkça anlatan kitâblara (İlm-i hâl) kitâbları denir. Her müslümanın, evinde mutlaka ilmihâl kitabı bulundurması, dinini ilmihâl kitâbından öğrenmesi lâzımdır. İlmihâl kitabını alırken de rastgele almayıp, dînini bilen, seven ve kayıran mübârek insanların ilmihâl kitâblarını alıp, çoluğuna ve çocuğuna öğretmek her müslümanın birinci vazîfesidir. Kendilerine din adamı ismini ve süsünü veren câhil ve sapık kimselerin sözlerinden ve yazılarından din öğrenmeğe kalkışmak, kendini Cehenneme atmaktır. Allahü teâlâ, kendisine tâbi' olunması için Resûlüne ve âlimlere tâbi' olunmasını istiyor. Âyet-i kerîmelerde meâlen buyuruldu ki: (Ey Resûlüm! De ki; "Bana tâbi' olun!") [A. İmrân 31] (Verdiğimiz bu misâlleri ancak âlimler anlar.) [Ankebût 43] (Bilmiyorsanız âlimlere sorun!) [Nahl 43] Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: (Bilmediklerinizi sâlih [âlim]lerden sorun!) (Câhillikten kurtulmanın yolu, bilenlerden sorup öğrenmektir.) (Âlimlere tâbi' olun!) (Âlimler rehberdir.) Bu vesîkalardan anlaşıldığı gibi, din ancak, bu âlimlerin kelâm, fıkıh ve ahlâk kitâblarından ve bu ilimlerin biraraya getirildiği, toplandığı ilmihâl kitâblarından öğrenilir. Okuyuculuramıza binlerce İslâm âlimlerinin kitâblarından derlenen, bilinmesi zarûri kelâm, fıkıh ve ahlâk bilgilerini ihtiva eden, (Seâdet-i Ebediyye) isimli ilmihâl kitabını tavsiye ediyoruz. [Bu kitabı gazetemizin bütün bürolarında bulabilirsiniz.]
.
.Doğruyu bulmanın çaresi
Sual: Bugün birçok fırka, grup var. Hepsi doğru olan biziz, ötekiler yanlış yolda diyor. Hangisi doğru yoldadır? Bunu nasıl biliriz?
CEVAP
Bu konuda imam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
[Tirmizi’nin bildirdiği] (Ümmetim 73 fırkaya ayrılır, 72’si Cehenneme gider, yalnız bir fırkası kurtulur. Bu fırka, benim ve Eshabımın yolunda gidenlerdir) hadis-i şerif, 72 fırkanın Cehennemde azap göreceğini fakat, Cehennemde sonsuz kalacağını bildirmiyor. Sonsuz kalmak, imansızlar yani kâfirler içindir. 72 fırka, Cehennemde itikadlarının bozukluğu kadar yanar. Yalnız Ehl-i sünnet Cehennemden kurtulur. Bunlardan kötü iş yapanların günahları tevbe veya şefaat ile affolunmadı ise, bunlar da günahları kadar Cehennemde kalırlar. (3/38)
Ehl-i sünnet itikadına uymayan bozuk, sapık inançlara bid’at ve dalalet yolları denir. Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiğine uymayan, her mana yanlıştır. Çünkü her sapık, Kur’ana ve hadise uyduğunu iddia eder. Kısa görüşü ile, bunlardan yanlış manalar çıkarır, doğru yoldan kayar. Allahü teâlâ, (Kur’an-ı kerimde verilen misaller, çok kimseyi saptırır, çok kimseyi de doğru yola iletir) buyurdu. (Bekara 26)
Ehl-i sünnet âlimlerinin anladıkları manalar doğrudur. Çünkü, bu manaları, Eshab-ı kiramdan ve Tâbiinden almışlardır. Kurtuluş yolunu, yanlış yollardan ayıran onlardır. Onların hidayet ışıkları olmasaydı, bizler doğru yolu bulamazdık. İslamiyet’i bozulmaktan koruyan onların çalışmasıdır. Onlara uyan kurtulur. Onlara uymayan sapıtır, herkesi de sapıtmaya çalışır. (m. 286)
Bir hadis-i şerifte, (Rabbim bana vahyetti ki: “Ya Muhammed, eshabın gökteki yıldızlar gibidir. Bazısı bazısından daha parlaktır. Onlardan birine uyan hidayet üzeredir”) buyuruldu. (Deylemi)
Kur’an-ı kerimde mealen, (Her fırka, doğru yolda olduğunu zannederek sevinir) buyuruldu. (Rum 32) [m.80]
Peygamber efendimiz ise, (Kurtuluş fırkası, benim ve Eshabımın gittiği yolda bulunanlardır) buyurdu. Resulullah efendimiz, kendini söyledikten sonra, Eshab-ı kiramı da, söylemesine lüzum olmadığı halde, bunları da söylemesi, (Eshabım benim yolumdadır, benim yolum, Eshabımın yoldur. Kurtuluş yolu, yalnız Eshabımın gittiği yoldur) demektir. Ancak Eshab-ı kiramın yolunda giden Ehl-i sünnettir.
Nisa suresinin 79. âyetinde, (Resule itaat, Allah’a itaattir) buyuruldu. Allah’a itaatin, Resulüne itaatten başka olduğunu sananlar için buyuruluyor ki:
(Allah’ın yolu ile, peygamberlerin yolunu birbirinden ayırmak isteyenler kâfirdir.) [Nisa 150,151]
Resulullah efendimiz, (Eshabımın yolundan gidin) buyurduğu halde, Eshabın yolunda gitmeyip de, Peygambere uyduğunu söyleyen, Ona uymuş olmaz. Böyle yol tutan kurtulamaz. Mücadele suresinin, (Doğru bir şey yaptıklarını sanıyorlar. Biliniz ki, onlar yalancıdır)mealindeki 18. âyeti bu gibilerin halini gösteriyor. (m. 80)
İhtilafları çözmek için de sünnete ihtiyaç vardır. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Anlaşamadığınız bir işin hükmünü Allah’tan [Kur’andan] ve Resulünden [hadisten] anlayın.) [Nisa 59] Buradaki anlayın emri, âlimler içindir. Çünkü Kur’an-ı kerimde, (Bilmiyorsanız âlimlere sorun) buyuruluyor. (Nahl 43)
Kur’ana, Sünnete ve eshaba uyabilmek için dört mezhepten birisine uymak gerekir. (Mizan-ül-kübra)
Seyyid Ahmed Tahtavi hazretleri buyurdu ki:
Bugün her Müslümanın 4 mezhepten birinde bulunması vaciptir. 4 mezhepten birinde bulunmayan Ehl-i sünnetten ayrılır. (Dürr-ül-muhtar haşiyesi)
Kimlerle bulunduğumuz önemli
Birçok kültür dalında bilgisi olan aydın kimseye entellektüel denir. Bir yabancı yazar ise, entellektüeli, ihtisas alanına girmeyen her konuda konuşan ve sözlerinde hiç mesuliyet hissi duymayan sorumsuz kişi olarak tarif ediyor. Böyle kimselere, entellektüel bozuntusu veya ukala da diyorlar. Kimi de yarım aydın, çeyrek aydın diyor. Herkes, bildiği işte, ihtisas alanına giren konuda fikir yürütür. Bu normaldir. Ama dini konu olunca, bilsin bilmesin herkes, ulu orta konuşur, müctehid kesilir. Dini, bir şahsın fikri gibi tenkide tâbi tutuyorlar. Mesela şöyle diyorlar:
(Tek kaynak Kur’andır, herkes Kur’andan anladığı ile amel etmeli)
(Namaz Türkçe kılınmalı)
(Tesettür teferruattır, ilim öğrenmek için, saçları açmalı)
(Ehli kitapla iman birliğimiz var, onlara yaklaşmalıyız)
(Horozdan, balıktan kurban olur)
Herkes ancak ihtisas alanında konuşmalı, her işe burnunu sokmamalı. Maalesef bu fikirleri söyleyenler arasında ilahiyatçı olanlar da vardır. Onlar da, (Biz Kur’ana göre konuşuyoruz) diyorlar. Her grup, (Bizim yolumuz doğru) diyor. Kur’an-ı kerimde de, (Her fırka, her grup doğru yolda olduğunu sanarak, sevinmektedir) buyuruluyor. Hadis-i şerifte de, bu ümmetin 73 fırkaya ayrılacağı, sadece içlerinden bir fırkanın doğru olduğu bildiriliyor. Bunların arasında kurtuluş fırkasının alameti de bildirilmiş, (Bu fırkada olanlar, benim ve Eshabımın gittiği yolda bulunanlardır) buyurulmuştur. Peygamber efendimizin, kendini söyledikten sonra, Eshabını da söylemesi gerekmezken, bunları söylemesi; (Benim yolum, Eshabımın yoludur. Kurtuluş yolu, yalnız Eshabımın gittiği yoldur) demektir.
Akla uyarsak doğruyu bulmak çok güç olur. Her fırkadaki insan, “Bu fırka doğru yolda” diyor. Bu işte selim olmayan akıl ölçü olmaz. Ölçü olsaydı, 72 sapık fırka meydana çıkmazdı. Her fırkaya girenler de, aklına göre bu fırkaları tercih etmiştir. Akla uyulursa, insan sayısı kadar fırka meydana çıkar.
Soracak âlim yoksa veya bir kimsenin gerçek âlim olup olmadığını bilmiyorsak ne yapacağız? Dinimiz, bunun da yolunu bildirmiştir. Allahü teâlâ, İslamiyet’i doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip edeceğine söz vermiştir. Rabbimiz sözünden dönmez. Bunun için dua etmelidir. Cenab-ı Hak ona doğru yolu gösterir. Dua ederken, duanın şartlarını da gözetmeli. Şartlarına uygun dua edilince, dua kabul olur. Dua kabul olunca da, doğru olan, hak olan bulunmuş olur.
Bütün kerametler bize verilse, fakat itikadımız düzgün değilse, halimiz haraptır. Eğer bütün dertler bize verilse, itikadımız doğru ise, üzülmek gerekmez. Doğru itikad, ehl-i sünnet itikadıdır. Felaketten kurtulmanın tek çaresi, kurtulanlarla beraber olmaktır. Kıtmir, köpek iken, Eshab-ı kehf ile beraber olduğu için Cennete girdi. O halde kim olduğumuz değil, kimlerle bulunduğumuz önemlidir.
Şaşmaz ölçü
Sual: Piyasada birçok kitap, birçok grup var. Bunlar için ne diyebiliriz?
CEVAP
Bizim iyi veya kötü dememizin bir kıymeti yok. Yani bir insan biz iyi deyince iyi olmaz, biz kötü deyince kötü olmaz. Şahıs ismi kitap ismi önemli değil. Binlerce âlim ve kitap var. Elimizde ölçü olursa rahat ederiz, kendimiz anlarız. Ölçüyü imam-ı Rabbani hazretleri veriyor:
(Bir hükmün doğru veya yanlış olduğu Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olup olmamakla anlaşılır. Çünkü Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uymayan her mana, her buluş kıymetsizdir, yanlıştır. Çünkü her sapık, Kur'an ve sünnete uyduğunu sanır, sapıklığının doğru olduğunu iddia eder. Yarım aklı, kısa görüşü ile, bu kaynaklardan yanlış manalar çıkarır. Doğru yoldan kayar, felakete gider. Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri manalar doğrudur, bunlara uymayan yanlıştır.) [1/ 286]
Demek ki doğru olmanın ölçüsü, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına uymasıdır.
Yine Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, İslamiyet’i doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip edeceğine söz verdi. Allah sözünden dönmez. Bunun için, Ya Rabbi, sana inanıyorum, seni ve Peygamberlerini seviyorum. İslam bilgilerini doğru olarak öğrenmek istiyorum. Bunu bana nasip et ve beni, yanlış yollara gitmekten koru diye dua etmeli, istihare yapmalı! Cenab-ı Hak ona doğru yolu gösterir.
Allahü teâlânın sözüne güvenmeli, Ona sığınmalıdır. Kuran-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah asla verdiği sözden dönmez.) [Zümer 20]
Şu anda çeşitli gruplardaki insanların da, böyle dua etmekten çekinmemeleri gerekir. Hâşâ Allahü teâlâ yanlış bir iş yapmaz. Belki yanlış yolda olabilirim diye düşünerek, Ya Rabbi hangi grup doğru yolda ise, senin rızan hangi grupta ise, bana onu nasip eyle diye dua etmelidir. Eğer grubu doğru ise, duanın bir zararı olmaz. Grubu yanlış ise doğruya kavuşmuş, kurtulmuş olur. Dua etmekten çekinmemeli, Ya Rabbi, doğru olan hangi grup ise bize onu nasip eyle demelidir.
Allah’a dua edince insan küfre mi girer?
Sual: Fanatik gruplardan bir arkadaşa, yukarıdaki yazıyı okudum, İslam âlimlerinin (Ya Rabbi hangi grup doğru yolda ise, senin rızan hangi grupta ise, bana onu nasip eyle) diye tavsiye ettiği duayı yapmasını söyledim. (İnsanlar, dinde çeşitli gruplara bölündüler. Her grup, kendi yolunu doğru sanıp sevinmektedir) mealindeki âyet-i kerimeyi gösterdim. Allahü teâlânın, samimi dua edene doğru yolu muhakkak göstereceğini, buna kendisinin söz verdiğini söyledim.
Fakat arkadaş, (Ben böyle dua edemem, edersem, kendi inancımı, kendi yolumu, kendi rehberimi inkâr etmiş olur, küfre girerim) dedi. Allah’a dua edince insan küfre mi girer?
CEVAP
Bildirdiğiniz âyet-i kerimede, Müslümanların çeşitli gruplara ayrılacağı, her grubun kendisini doğru sanacağı bildiriliyor. Peygamber efendimiz de, ümmetinin 73 fırkaya ayrılacağını bildiriyor. Her grup ben doğru yoldayım diyerek, dua etmekten çekinirse, biri hariç hepsi dalalete düşmüş olur. Dua etmekten niçin korkulur ki? Hâşâ Allahü teâlâ yanlış iş yapmaz. Müslümanlık mı hak, yoksa kâfirlik mi hak diye bir istihare yapılmaz. Ama grubunun doğru olup olmadığı için istihare yapılır ve dua edilir. Böyle bir dua etmemek ahmaklık, cahillik olur.
Başarı Allah’tandır
|
Sual: Bir genç, Hud suresi 88. âyetindeki, (Başarım ancak Allah’tandır) ifadesinden, başarıyı Allah’ın verdiğini, başarılı olmak için çalışmak gerekmediğini söyledi. Başarılı olmak için çalışmak gerekmez mi?
CEVAP
Âyet veya hadislerden böyle hüküm çıkarmak çok yanlış olur.
İyiyi de, kötüyü de, hayrı da, şerri de yaratan Allah’tır. Kul, hayır veya şer ister, Allahü teâlâ da dilerse kul, irade-i cüziyyesi ile onu işler. Allah izin vermezse kul, hayrı da, şerri de işleyemez. Onun için Peygamberimiz, (Hayır da, şer de Allah’tandır) buyurmuştur. Yoksa kimseye, zorla hayır veya şer işletmez. Öyle olsa, şer işleyen kimse, (Falancaya hayır işlettin, bana niye şer işlettin?) der. Cebriye fırkası, hayrı da, şerri de Allah zorla işletir der. Mutezile ise, hayra da, şerre de Allah karışmaz, ikisini de kul yaratır der. Bunun ikisi de yanlıştır. Doğru olan Ehl-i sünnet itikadıdır.
Başarı Allahü teâlâdan olduğu gibi, Allah’tan olmayan hiçbir şey yoktur. İki âyet-i kerime meali:
(Sizi de, işlerinizi de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96]
(Her şeyin yaratıcısı Allah’tır.) [Zümer 62]
İki hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Bütün işler Allahü teâlâdandır; hayır olanı da, şer olanı da.)[Taberani]
(Allahü teâlâ buyurur ki: “Ben âlemlerin Rabbiyim, hayrı da, şerri de ancak ben tayin ederim.”) [İ. Neccar]
Her şeyde olduğu gibi, başarı da Allah’tandır. Müslümanın başarılı olmak için çalışması gerekir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, hayır murat ettiğini, iyi işler yapmakta başarılı kılar.) [Hâkim]
(Herkes, kendisi için mukadder olan neyse, o işte başarılı olur.)[Taberani]
(Allah sabredeni başarılı kılar.) [Hâkim]
İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
Bütün insanların ihtiyaçlarını gidermek için Cenâb-ı Hak size başarılar vermiştir. Allahü teâlâ başarılarınızı arttırsın. (1/25)
Evinden çıkarken Âyet-el-kürsi’yi okuyan, her işinde muvaffak olur ve hayırlı işler başarır. (İslam Ahlakı)
Başarmak için çalışanın emeğini, Rabbimiz boşa çıkarmaz. İki âyet-i kerime meali:
(Biz, iyiliğe çalışanların ecrini, mükâfatını zayi etmeyiz.) [Araf 170]
(İnsana, ancak dünyada çalışarak yaptığı işler fayda verir.) [Necm 39]
Bu kadar vesikaya rağmen, başarmak için çalışılmaz demek, cahillik olur.
|
Tanımak ne demektir?
|
Sual: Allah’ı, Resulullah’ı, âlimleri ve bir kimseyi tanımak nasıl olur?
CEVAP
Tanımak, sadece ismini duymak demek değildir. Birkaç örnek verelim:
1- Allahü teâlâyı tanımak için, isim ve sıfatlarıyla birlikte ona iman etmek, emir ve yasaklarını kabul edip, elinden geldiği kadar uymaya çalışmak, Onu sevmek ve bildirdiği şekilde Ondan korkmak, sevdiklerini Onun rızası için sevmek, sevmediklerini de yine Onun rızası için sevmemek gerekir.
2- Resulullah efendimizi tanımak için, Allahü teâlânın son Peygamberi olduğuna ve haber verdiği şeylerin hepsinin doğru olduğuna inanmak, Onu çok sevmek, bildirdiği dinimize ait emir ve yasakları kabul edip, uymaya çalışmak gerekir.
3- Bir âlimi tanımak için, önce hakiki İslam âlimi olup olmadığı tespit edilir. İcazetli ve Resulullah’a kadar doğru silsilesi olan âlim ve veli bir zat olduğunu anladıktan sonra, Resulullah’ın vârisi olduğuna inanmak, onu sevmek, kitaplarında bildirdiklerini kabul edip itaat etmek gerekir. Eğer bunları yapmıyorsak o âlimi tanımış olmayız.
Âlimin kitabını tanımak demekse, o kitabı okumak, içindeki bilgileri anlayıp onlarla amel etmek demektir. Okumuyorsak veya okusak bile, içindeki bilgilerle amel etmiyorsak, o kitabı tanımış olmayız.
4- Bir insanı tanımak da, kaşını, gözünü bilmek değildir. Salih mi, fâsık mı? Huylu mu, huysuz mu? Cömert mi, cimri mi? Tembel mi, çalışkan mı? Âlim mi, cahil mi? Fedakâr mı, yardımsever mi? Lâf taşır mı? Yalancı mı? Sır tutar mı? Bunun gibi hususiyetleri bilinmezse o kişiyi tanımış olmayız.
Bir âlim, kendini övene buyurdu ki:
(Beni niçin övüyorsun? Öfkeliyken tecrübe ettin de, beni halim selim mi buldun? Benimle yolculuk ettin de, iyi biri olarak mı gördün? Bana bir emanet verdin de, buna riayet ettim mi? Bilmediğin halde beni övmen yanlıştır.)
Hazret-i Ömer, şahitlik için birine, (Seni tanıyan birini getir) dedi. Oradaki biri, (Ben onu tanıyorum) diye ortaya çıktı. Hazret-i Ömer,(Nasıl bilirsin?) diye sordu. O da, (Emin ve âdil biri olarak tanıyorum) cevabını verdi. Hazret-i Ömer, (Yakın bir komşun mu? Gece gündüz ne yaptığını biliyor musun? Bunun huyunu öğrenecek kadar uzun yolculuk yaptın mı?) gibi sorular sordu. Adam hayır diye cevap verince, (Sen onu tanımıyorsun) buyurdu.
Bir kimseyi iyi tanıyabilmek için, özellikle şu beş şey önemlidir:
1- O kişiyle birkaç defa alış veriş yapmalı, işin içinde para olmalı. Paraya önem verip vermediği anlaşılmalı. Para için bizi satıp satmayacağını öğrenmeli. Para isteyince cüzdanını hemen önümüze mi atıyor, yoksa para vermemek için çeşitli bahaneler mi uyduruyor? Senin malın senin, benimki benim mi diyor? Veya seninki de benim, benimki zaten benim mi diyor? Yahut para ne ki, benimki de senin, seninki de senin mi diyor?
2- Birkaç sefer yolculuk yapmalı, yolculukta yükünü bize mi taşıtıyor, yoksa bizim yükümüzü de kendi mi taşıyor? Bizim için ne gibi sıkıntılara girebiliyor?
3- Öfkeli veya normal haldeyken durumu değişiyor mu? Kızınca insaf ve adeletten ayrılıyor mu? Kızması dünya için mi, ahiret için mi oluyor?
4- Birkaç sefer yemek yemeli, yemekte kendisini mi, yoksa bizi mi tercih ediyor? Yemeğin ve meyvelerin iyilerini mi seçiyor? Yoksa bizim iyice doymamız için, kendisi yer gibi mi görünüyor?
5- Allah rızasını her şeyin üstünde mi tutuyor? Allah yolunda malını, canını harcayabiliyor mu? Namazlarında bir kusur görülüyor mu?
İşte böylece, o kimse hakkında yeterli bilgi edinmiş, onu tanımış oluruz.
Esas sebep unutuluyor
|
Sual: Bazı camilerde, (Dışarıda insan kalmasın, saflardaki boşlukları doldurun) deniyor. Peki, insan az olsa, saflarda boşluk kalması normal midir?
CEVAP
Bir iki saf bile olsa, saflarda boşluk olması doğru değildir. Birbirine çok sıkı durmak lazımdır. Eshab-ı kiram safları çok sıkı yaptıkları için, elbiselerinin omuzları sürtünmekten eskirdi. Üç kişi bile olsa arada boşluk olmamalı, sıkı durmalı. Sıkı durmak, dışarıda insan kalmaması için değil, sünnet olduğu içindir.
Bunun gibi bazıları, (Namazı gençliğinde kıl, orucu gençken tut! Yaşlanınca bunları kaza etmek zor olur) diyorlar. Bazen de, (Çok yaşayacağını nereden biliyorsun, belki gençken ölebilirsin) deniyor. Böyle sözler yanlıştır. Bir kimse garanti bir asır yaşayacağını bilse de, namazını kazaya bırakması caiz olmaz. Namazı kazaya bırakmak büyük günahtır. Yaşlanan kimse, bütün namaz ve oruç borçlarını ödese bile, geciktirdiği için haram işlemiş olur. Kaza etmekle günahları affolmaz. İşlediği haramlardan dolayı ayrıca tevbe etmesi de gerekir. Bir kimse, yüz yaşında, genç delikanlı gibi olsa, namazını ve orucunu en uygun şekilde kaza etse de, vaktinde eda edilen ibadetin sevabının binde birine kavuşamaz. Bir kimse, kendisine vacib olduğu halde, kurban kesmese, bayramdan sonra onun bedelini altın olarak bir fakire vermesi gerekir. Fakire bedeli verince, kurban kesme borcundan kurtulursa da, kurban kesme sevabına kavuşamaz. Vakitli ibadetlerin hepsi böyledir
.
Mubaha kaynak olmaz
|
Sual: S. Ebediyye’de, yaban eşeği zebra eti için helâl deniyor. Biz haram biliyoruz. Helâl ise ispat etmelisiniz. Buna Kur’an ve hadisten delil göstermelisiniz. Meyve ağaçlarını birbirine aşılamanın mubah olduğunun delili nedir? Bir de, Yahudilerle ortak şirketleriniz olduğu söyleniyor. Ortak olmadığınızı ispat etmelisiniz.
CEVAP
Mubah, yani haram olmayan şey çoktur. Bunlar mubah diye Kur’an ve sünnette yazılı olmaz. Ama haram azdır ve haram olduğu edille-i şeriyyede bildirilmiştir. Bütün meyve, sebze ve otlar mubahtır. Mubah olduğuna dair delil aranmaz. Haram deniliyorsa delil aranır. Mesela sarhoş edici otları, sarhoş edecek kadar yemek haramdır. Bunun delili olur. Zehirleyen meyve veya gıdaları yemek haramdır, bunun delili olur. Alerji yapıp hastalandıran mubah gıdaları yemek haramdır. Bunun delili olur. Ama bir kivi için, bir ananas için, bir muz için, mubah olduğuna dair delil aranmaz. Haram diyen çıkarsa delilini onun göstermesi lazımdır.
İftira edilen kimse, kendisinin temiz olduğunu ispat edemez. İspat, iddia edene düşer. Mesela bir kimse size, (Babanız hırsızdır, katildir. Falancanın malını çalmıştır, beş kişiyi öldürmüştür) dese, babanız bunları yapmadığını nasıl ispat edecektir? Elbette bunu söyleyenin ispat etmesi, delil göstermesi gerekir. Babanız, (Ben böyle bir şey yapmadım) diyorsa, ondan delil istenmez. Suçu kim isnat ediyorsa, şahit ve delil ondan istenir. Çünkü bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(İspat, davacıya düşer.) [Tirmizi]
.
İhlâs Vakfı öğrenci yurtları
|
Sual: (Öğrenci yurtları bir otel, bir han gibidir. Otelci veya hancı, orada konaklayanların işlerine karışamaz. Niye namaz kılmıyorsun, niye içki içiyorsun, niye uyuşturucu madde kullanıyorsun diyemez. Bunun gibi yurt müdürleri de, öğrencilerin özel işlerine kesinlikle karışamaz. Çünkü onların âmiri değildir. Hiç kimse öğrencilerin uygunsuz görülen özel işlerini idareye bildiremez, bildirmesi gammazlık yani ispiyonculuk olur) deniyor. İhlâs Vakfı öğrenci yurtları da böyle midir?
CEVAP
Hayır. İhlâs Vakfı öğrenci yurtları, birer otel ve han değildir. Öğrenci eğitim merkezleridir. Maddî ve manevî yönden öğrencilerin iyi yetiştirilmesine, ahlaklı insan olmasına çalışılmaktadır. Müdür de, hancı değil, oranın âmiridir. İdarenin koyduğu kuralları öğrenciler çiğneyemez. Mesela (Yurtta sigara içilmez) denmişse öğrenci içemez. Hattâ (Burada kahve de içilmez) deniyorsa, kahve de içemez. Yurtta eğitimciler de bulunur. Bir eğitimci veya başka bir öğrenci, kahve içenleri veya kumar oynayanları, porno seyredenleri idareye bildirse, buna ispiyon denmez. Çünkü burası bir eğitim merkezidir, otel ve han değildir. Orada kalan herkes yurdun kurallarına uymak zorundadır. Uymayan yurttan ayrılır veya müdür, onları yurttan atabilir.
.
Tâbi olmanın üstünlüğü
|
Sual: (Tâbi olmak gibi üstünlük yoktur) sözü yanlış değil mi? Tâbi olunan daha üstün değil mi?
CEVAP
Tâbi olunan, elbette daha üstündür. Burada, tâbi olan daha üstündür denmiyor, tâbi olmanın önemi bildiriliyor. (Tâbi olmak gibi üstünlük yoktur) sözü yanlış değildir. Resulullah efendimiz, Allahü teâlâya tâbi oldu, en yüksek makama kavuştu. Bir âyeti kerime meali:
(Resulüm, elbette sen en büyük ahlak üzeresin.) [Kalem 4]
Eshab-ı kiram, Resulullah efendimize tâbi oldu, peygamberler hariç, insanların en üstünü oldu. Bir âyeti kerime meali:
([Resulullah'a tâbi olup] Mekke’nin fethinden önce Allah için mal veren ve savaşan Eshab-ı kiramın, fetihten sonra Allah için veren ve savaşan Eshab-ı kiramdan dereceleri daha yüksektir. Hepsinin derecesi eşit değildir, fakat hepsi için Hüsna’yı [Cenneti] söz veriyorum.) [Hadid 10]
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Eshabım, [bana tâbi oldukları için] cin ve insanların hepsinden daha üstündür.) [Bezzar]
Eshab-ı kirama tâbi olanlara Tabiîn denildi. Bunlar da, Eshab-ı kiramdan sonra en yüksek makama ulaştılar. Bir âyeti kerime meali:
(Muhacir ve Ensar ile iyilikte onların [Eshabın] izinden gidenlerden, [onlara tâbi olanlardan] Allah razıdır. Onlar da, Allah’tan razıdır. Allah onlara Cenneti hazırlamıştır.) [Tevbe 100]
Bu zatlara tâbi olanlara da Tebe-i Tabiîn denildi, onlar da Tabiîn’den sonra en yüksek dereceye kavuştu. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Eshabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine tâbi olursanız hidayete erersiniz.) [Taberani, Beyheki, İbni Asakir, Hatîb, Deylemi, Darimi, İ. Münavî, İbni Adiy]
(İnsanların en hayırlısı asrımdaki Müslümanlar [Eshab-ı kiram]dır. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler [Tabiîn]dir. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler [Tebe-iTabiîn]dir.) [Buhari]
Bir Müslümanın da üstün bir şerefe kavuşması için, mezhebinin imamına, mezhebindeki âlimlere tâbi olması gerekir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Âlimlere tâbi olun! Onlar, dünyanın ışığıdır.) [Deylemi]
Görüldüğü gibi dinimiz, baştan sona kadar tâbi olmanın faziletiyle doludur.
|
.
Sevdiğiyle beraber olmak
|
Sual: Bir hadiste, (Âhirette herkes, sevdiğiyle beraber olacaktır)deniyor. Bir kimse, birden fazla kişiyi severse, o zaman âhirette hangisiyle beraber olacaktır?
CEVAP
Sevgi ve beraber olmak ifadeleri bilinmediği için, yani sevgi denince hemen kadın erkek arasındaki şehvet anlaşıldığı için, beraber olmak denince de, karı koca olmak anlaşıldığı için böyle tuhaf sorular soruluyor. Hattâ gençlerin imanlarını çalıp onları Hristiyan yapmak isteyen bir yazar, Mevlid kitabındaki, Allahü teâlânın, (Habibim sana âşık olmuşam) ifadesini cahillerin anladığı gibi anlamış, (Bu yanlıştır) demiştir.
Hadis-i şerifte, Cennette beraber olacaktır denmiyor, ahirette deniyor. Bir kimse, dünyada ateistleri, dinsizleri, kâfirleri seviyorsa, ahirette onlarla birlikte Cehennemde olacak yani onlarla beraber azap görecek demektir. Demek ki, beraber olması, onlara ne yapılıyorsa, buna da aynı şey yapılacak demektir. İyilikse iyilik, kötülükse kötülük yapılacak demektir. Sevmesi, kaşını gözünü değil, itikadını, ahlakını, amelini, yolunu beğenmesi demektir.
Bir kimse, dünyada, Peygamberi, evliya zatları, salihleri seviyorsa, onların bildirdiği gibi inanıyor ve o şekilde yaşıyorsa Cennette onlarla beraber nimetlere kavuşacaktır. Bir kimse, onlar gibi inanmaz, onlar gibi yaşamaz, yani namaz kılmayıp, oruç tutmayıp, ben onları çok seviyorum derse, sözünde yalancıdır. Seven sevdiğinin yolunda olur. Sevdiklerinin yolunda olmayan da, ahirette onlarla beraber olamaz.
Hristiyanlar, İsa aleyhisselamı sevdiklerini söylüyorlarsa da, ona uymadıkları, onu ilah bildikleri için, Cennete giremeyecekleri Kur'an-ı kerimde bildiriliyor.
Hazret-i Ali’yi seviyoruz diyen Hurufiler de, onun yolunda gitmedikleri, bir kısmı onu Peygamber, bir kısmı da ilah bildikleri için, akıbetlerinin Hristiyanlar gibi olacağı din kitaplarında yazılıdır. Allahü teâlâ Musa aleyhisselamla Tur Dağı'nda konuştuğu için, hazret-i Ali’ye ilah diyenler, (Kamber'i gördüm çağında / Güller açar dost bağında / Musa ile Tur Dağı'nda / Ali’yi gördüm Ali’yi) türküsünü söylüyorlar. Yahudiler hazreti Üzeyir için Allah'ın oğlu diyor. Hristiyanların Hazreti İsa için de, hem Allah, hem Allah'ın oğlu gibi, acayip inanışları var. Bunlara Allah'ın oğlu veya Allah demekle, o zatlar sevilmiş olmaz. Sevmenin şartı, onların bildirdiği gibi gibi inanmak, onların yolunda olmaktır.
|
|
|
|
.
İstisnalar kaideyi bozmaz
|
Sual: (İstisnalar kaideyi bozmaz) deniyor. Genel hükümler içinde özel hükümler olabilir mi denmek isteniyor?
CEVAP
Evet, öyle deniyor. Bazı örnekler verelim:
1- Bütün mucizeler mahlûktur, ama istisna olarak Kur'an-ı kerim, mahlûk olmayan mucizedir.
2- Herkes bir ana babadan dünyaya gelir, ama Hazret-i Âdem ve Hazret-i Havva, ana babasız, Hazret-i İsa ise babasız dünyaya gelmiştir. Bunlar istisnadır.
3- Kur’an-ı kerimde, (Meyte ve kan size haram kılındı) buyuruluyor. (Maide 3)
Meyte, Besmelesiz kesilip öldürülen hayvan demektir. Böyle hayvanlar leş olur yenmez. Bir de kan haramdır. Ama her ikisinin de istisnası vardır. Hadis-i şerifte, (Size iki meyte ve iki kan helal kılındı. İki meyte balıkla çekirgedir; iki kan ise, karaciğerle dalaktır)buyuruldu. (İbni Mace)
Demek ki, boğazından kesilmese de balık yenir. Dalak da, kan olduğu hâlde yenir.
4- Kadınla erkek yan yana cemaatle namaz kılsa erkeğin namazı bozulur. Ama Kâbe’de bozulmaz. Bu Kâbe’ye mahsus istisnadır.
5- Zekât fakire verilir, zengine verilmez. Din ilmini öğrenen talebe ve din ilmini öğreten hoca, çok zengin olsalar da, bunlara zekât verilir. Bu bir istisnadır.
6- Müslüman kadın, saçını ve kollarını açamaz. Cariye bundan müstesnadır, ona haram değildir.
7- Hayvanlar, âhirette toprak olacaklardır. İstisna olarak on kadar hayvan Cennete girecektir.
8- Herkes miras hakkına sahiptir, fakat gayrimüslim bir kadın, Müslüman olan kocasından miras alamaz. Müslüman bir babanın oğlu mürted olsa, o da miras hakkına sahip olamaz. Bir hadis-i şerif meali:
(Müslüman kâfire, kâfir de Müslümana mirasçı olamaz.) [Buhari]
9- Deniz temizdir, ürünleri de yenir. Denize pislik de atılsa, abdest alınabilir, gusledilebilir. Bunun istisnasını yaşadık. Önceki belediyelerin zamanında, yıllarca Haliç pislik içindeydi.
Deniz ürünleri olan balık ve balığa benzeyen hayvanların hepsi yenir. Balık şeklinde olmayan deniz haşaratı yenmez.
10- Kâfirler sonsuz Cehennemde kalacaklar ve azapları da hiç hafiflemeyecektir. Bu husus âyet-i kerime ve hadis-i şerifle bildirilmiştir. İstisna olarak, içlerinde haftada, ayda veya yılda bir kere azapları hafifleyenler olabilir. Mesela, Ebu Leheb, Resulullah efendimizin dünyaya geldiğini müjdeleyen cariyesi Süveybe’yi sevincinden dolayı azat etmişti. Bunun için, her yıl, Rebiul-evvel ayının 12. gecesi, azabı hafifler. İki parmağı arasından çıkan serin suyu emerek ferahlar. (M. Nasihat)
Üç tane de başka istisnalardan örnek verelim:
1- Belediye ve halk otobüsleri yolcularından ücret alır. Polislerden, gazeteci olup da sarı basın kartı olanlardan ücret alınmaması da bir istisnadır.
2- Ramazan-ı şerifte, İzmir’e giden biri, (Lokantalar açık, herkes yiyip içiyor, oruç tutan yok) dese, bu sözünden, İzmir’de hiç oruç tutanın olmadığı anlaşılmaz. Oruç tutmayanların çok olduğu anlaşılır.
3- Deyimlerde de, böyle farklı anlatımlar olur. Dünya yuvarlak olduğu için her şehrin bir doğusu ve batısı olur. Doğusu ve batısı olmayan şehir yoktur. Doğu denince Asya, Batı denince de, Avrupa anlaşılır. Hâlbuki Asya’nın da doğusu var, ona uzak doğu deniyor. Avrupa’nın da batısı var. Bir hadis-i şerifte, (Doğu’da biri öldürülür de, Batı’da olan buna razı olursa, öldürme günahına ortak olur) buyuruluyor.
(Batı kültürünü gözü kapalı kabul ettik. Batı’da insanî değerler yok olmuştur) denince, Batı’dan kastın Avrupa olduğu anlaşılır. İstanbul, Avrupa yakasında olmasına rağmen, Avrupa denince İstanbul anlaşılmaz. (Avrupalı Hristiyan’dır) denince, (Avrupa’da Müslüman da vardır. İstanbul da Avrupa’dadır, İstanbul'a Hristiyan denmiş olur) demek yanlıştır. Böyle yanlış söyleyerek, bir kaşık suda fırtına kopartmaya çalışanlar, kendi cahilliklerini ortaya koymaktadır.
.
Güle güle demek
|
Sual: Bâtınî inançlı biri, (Hele şükür demek, Hel isimli puta teşekkür etmek anlamına gelir) dediği gibi, Kutlu Doğum Haftası için gönderdiği tebrik mesajında, (Güle güle git demek, “Muhammed'e Muhammed'e git!” demektir. Buradaki gül, Peygamberimiz demektir. "Gül’e yani Peygamberimize git" demektir. Haydi, sen de Gül’e Gül’e!) yazıyor. Böyle bir şey var mı?
CEVAP
Bâtınîlik, sapık bir fırkadır. (Kur’anın zâhir ve bâtın mânâları vardır. Bâtın yani iç, öz mânâsı lazımdır. Cevizin kabuğu değil, içi, özü işe yarar) derler. Âyetleri böyle tevil ettikleri gibi, günlük deyimleri de tevil ettikleri görülür.
Hel putu ile hele kelimesi ayrıdır. Gül ile güle güle ifadeleri tamamen ayrıdır. Güle güle demenin iki anlamı vardır:
1- Üzüntüsüz bir hayat sürerek, gönül ferahlığı ile (Giy, otur, kullan, büyüt!) gibi anlamlara gelen bir iyi dilek sözüdür. (Elbiseni güle güle giy!), (Evinizde güle güle oturun!), (Arabanı güle güle kullan!) gibi yerlerde kullanılır.
2- Birinden ayrılırken, duranın gidene, (Selametle git!) anlamında söylediği veda sözüdür. (Güle güle git!) denir. Güle güle’nin, (Gül’e git!) gibi bir mânâsı yoktur.
.
Tecrübenin önemi
|
Sual: (Tecrübe, yenilen kazıkların bileşkesidir) demek doğru mudur?
CEVAP
Hoş bir ifade değildir. (Tecrübe, yapılan hatalardan çıkarılan ders, kulağa küpe edilen öğüttür) gibi bir şey demek daha uygundur. Tecrübe önce zarara sokar, sonra dersini verir. Tecrübe faydalıdır, ama masrafı çoktur. Tecrübeyle bir zarara uğranır, ama tecrübesi yanına kâr kalır.
Akıllı, kendi sıkıntıya girmeden, zarara uğramadan başkalarının ve yaşlıların tecrübelerinden faydalanır. Kendi başına da gelmesini beklemeden onların tecrübelerini uygular. Bu konuda ibretli bir masal şöyledir:
Tilki, kurt ve aslan, birlikte ava çıkarlar. Bir tavuk, bir kuzu, bir de dana yakalayıp getirirler. Ormanların kralı aslan, kurda emreder:
- Haydi, avları âdilane taksim et!
Kurt peki der:
- Dana kralımızın, kuzu kurdun, tavuk da tilki kardeşin…
Aslan, kurda bir pençe vurur, kurt, ağzı kanlar içinde yere yatar. Sonra tilkiye döner:
- Haydi, sen âdilane bölüştür!
Tilki baş üstüne kralım der:
- Tavuk, kralımızın sabah kahvaltısıdır, kuzu öğle, dana da akşam yemeğidir.
Aslan memnuniyetle gülümser, tilkiye sorar:
- Bu kadar âdilane taksimi kimden öğrendin?
Kurnaz tilki, yerde al kanlar içinde yatan kurdu gösterip der ki:
- Efendim, işte şu yerde yatan kırmızı kurdeleli kurt kardeşten öğrendim.
Demek ki başkalarının başına gelen acı olaylardan gerekli dersleri alıp, biz de aynı hataya düşmemeliyiz.
Bir delikten iki kere ısırılmak
Sual: Bir komşumuzla ailece çok iyiydik. Fakat komşu, yabancıların teşvikleriyle, dedemi işinden edip, kendisi aynı yere geçmek için, bize birçok komplo kurdu. Çok zarara uğradık. Dedem, durumu görünce, onlara karşı tavır aldı. Gizli planları açığa çıkınca, ailece geldiler,(Zaman kavga zamanı değil, kardeşlik zamanıdır) diyerek dedemle barışmak istiyorlar. Dedem de, tedbirli hareket ediyor. (Bunlar, yine bir numara yapabilirler. Bunlara acıyıp yerimizi verirsek, acınacak hâle düşeriz) diye endişe ediyor. Çünkü hâlâ, ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar. Bunlarla barışmakta dinen bir mahzur var mıdır?
CEVAP
Barışmanın mahzuru olmaz. Ancak teyakkuzda bulunmak şarttır. Mümin, tedbiri elden bırakmamalı, yeni komplolara kurban gitmemelidir. Şuurlu mümin, başına gelen olaydan ders alır, ikinci defa aynı hataya düşmez. Bu konuda bir hadis-i şerif:
(Mümin, bir delikten iki defa ısırılmaz.) [Buhârî, Müslim]
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 1093 ziyaretçi (1957 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|