|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
Sual: İlmin dindeki yeri nedir? CEVAP: Kur'an-ı kerimde, bilenlerin, ilim sahibi olanların kıymetli olduğu bildiriliyor. Ama her ilim değil, faydalı ilim övülüyor. Faydalı ilmi, gerçek âlimlerin eserlerinden öğrenmek gerekir. Bir şiir: İlimsiz bir şey olmaz, ilim her şeye baştır, En karanlık yollarda, kıymetli arkadaştır. İlim gibi yâr olmaz; dosttur o, ağyar olmaz, Her şeyde zarar olsa, ilimde zarar olmaz. Her insan ilme açtır, başında altın taçtır, İlimsiz hayat olmaz, herkes ilme muhtaçtır. İnsan malını korur, ilimse onu korur, Cahillik susuzluktur, yeşil ağaçlar kurur. İlim, uçsuz bucaksız bir deryayı andırır, Âb-ı hayat suyudur, içeni canlandırır. İlim çok kıymetlidir, çünkü Allah övüyor, Bakın Resul-ü zîşan, ilim için ne diyor: (Ara, ilmi her yerde, o yer Çin olsa bile, İlim öğrenmek farzdır, kadına ve erkeğe.) Bak şöyle buyuruyor hazret-i Ali ise: (Köle olurum ona, kim bir harf öğretirse.) Âlimler nebilerin, vârisleri olurlar, Dinimizi bid'atten, yıkılmaktan korurlar. Allah'a kulluk etmek, elbet ilimle olur, Ancak doğru ilimle, amel eden kurtulur. Âlimlerin bir sözü, yıllarca, bâki kalır, Aşağıda olanı, yükseklere kaldırır. Âlimin bir nazarı, bulunmaz hazinedir, Bir sohbeti, yıllarca, bitmez kütüphanedir. Şimdi âlim bulmak zor, o hâlde ne yapmalı? Onların kitabını, severek okumalı! Kitap, altın bir kafes, ilim içinde kuştur, Kafese sahip olan, kuşa mâlik olmuştur. Yanlış kitap okunmaz, doğrusunu bulmalı, İlk okunacak kitap, Tam İlmihal olmalı. Sonra da okunmalı, Mektubat-ı Rabbanî, Feyizlerle doldurur, aydınlatır insanı. Fıkıh, ilm-i kelam ve tasavvuf birleşmiştir, Kalbi temizleyen nur, orada yerleşmiştir. Sanki binbir çiçekten bal gibi süzülmüştür, Nice mühim mesele, orada çözülmüştür. Hepsi Mektubat'ta ve tercümesinde vardır, İhmal etmeden oku, onsuz ilim noksandır. Bu kitapları okuyan, genç veya ihtiyar, Kavuşur nimetlere, olur elbet bahtiyar. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Sual: Abdestin ve guslün, sağlığa faydaları var mıdır? CEVAP: Evet, faydaları çoktur. Fakat sırf dünyevî faydasından dolayı abdest almak caiz olmaz. Maddî hiçbir faydası olmasa bile, Allahü teâlânın emri olduğu için yapmak gerekir. Abdestin ve guslün sağlığa faydalarından birkaçı şöyledir: 1- Her gün, ellerimiz çeşitli yerlere dokunuyor, mikroplar bulaşıyor. El, yüz ve ayakları yıkamak, cilt hastalıklarından ve iltihaplarından iyi bir korunma yöntemidir. 2- Burnu yıkamakla, burnun süzdüğü toz ve mikrop yığınlarının vücuda girmeleri önlenmiş olur. 3- Yüzün yıkanması da cildi kuvvetlendirir, baştaki ağırlığı ve yorgunluğu hafifletir. Damarları ve sinirleri harekete geçirir. Devamlı abdest alanın, yaşlansa bile, yüzündeki güzellik, tazelik gitmez. 4- Gusülle vücut eski zindeliğini kazanır. Vücudu belirli aralıklarla yıkamak, koruyucu hekimlik yönünden çok önemlidir. Dinimiz, bekâr da olsa, her cuma günü gusletmeyi emretmektedir. 5- Vücutta bir statik elektrik dengesi vardır. Bu elektriksel yük, öfkelenince normalin 4 katına, cünüp olunca, 12 katına çıkar. Günümüzde, kızılötesi ışınlarla dış derinin fotoğrafları çekilmiş, bu fotoğraflarda, ilişkiden sonra, vücudun bütün yüzeyinin fazla statik elektrik tabakasıyla örtüldüğü tespit edilmiştir. Yıkanınca su zerreleri, olumsuz elektrik gerilimini alarak, vücudu topraklayıp, yeniden normale döndürüyor. Bu açıdan gusül, tıbbî yönden de, yapılması gereken bir temizliktir. 6- Abdestin ve guslün, dolaşım sistemine de olumlu etkisi vardır. Damarlardaki sertleşme ve daralmayı önler. Lenf sisteminin, en önemli merkezlerinden biri olan burun arkası ve bademcikler yıkanarak uyarılır. Ayrıca boyun ve yanlarının yaş elle mesh edilmesi de, lenf sistemine tesir eder. Abdest ve gusülle kolaylaşan lenf dolaşımı sayesinde, lenfosit denilen savaşçı hücreler vücudu zararlı unsurlardan korur ve vücut direncini arttırırlar. 7- Toprakla yapılan teyemmüm de, vücuttaki statik elektriği büyük ölçüde yok eder. Guslü ve abdesti, Allah'ın emri olduğu için yerine getiren, dünyada geçici faydalarını gördüğü gibi, ahirette sonsuz nimetlere de kavuşur. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Sual: Namaz kılma bakımından, teyemmümün abdestten farkları nelerdir? CEVAP: Üç meselede teyemmüm, abdestten ayrılır: 1- Bir Müslüman abdest aldıktan sonra mürted olsa ve sonra tevbe etse, önce aldığı abdestle namaz kılabilir, fakat önce aldığı teyemmümle namaz kılamaz. Teyemmümde niyet şart olduğundan mürtedin niyeti geçersizdir. Ama abdestte niyet şart değildir. 2- Bir kimse, birine öğretmek maksadıyla abdest alsa, o abdestle namaz kılabilir, çünkü abdestte niyet şart değildir, fakat öğretmek amacıyla alınan teyemmümle namaz kılınmaz, çünkü teyemmümde niyet farzdır. 3- Bir gayrimüslim, abdest alıp sonra Müslüman olsa, onunla namaz kılabilir, fakat Müslüman olmadan önce aldığı teyemmümle kılması caiz olmaz, çünkü mürted gibi gayrimüslimin de niyeti geçerli olmadığı için, teyemmümü de geçerli olmaz. Abdestte ise niyet farz değildir. (Nimet-i İslam) TAKLİT NEDİR? Sual: (Bir mezhebi taklit etmek mezhep değiştirmek demektir. Onun için zaruret olmadıkça mezhep taklit edilmemeli) deniyor. Bir konuda taklit etmek, nasıl mezhep değiştirmek olur ki? CEVAP: Bir mezhebi bir hususta taklit etmek, o mezhebe geçmek yani mezhep değiştirmek demek değildir. Başka mezhebi taklit etmek için, mecburiyet olması da şart değildir. Harac yani sıkıntı varsa ve o mezhebin o konudaki şartlarına da uyarsa, taklit edebilir; fakat harac olmadan ve şartlarına uymadan taklit etmek, caiz olmaz. İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki: Herkes, kendine kolay gelen, dilediği bir mezhebe uyabilir. İhtiyaç halinde, bir işini bir mezhebe, başka işini başka mezhebe göre yapabilir. Ancak bir işin hepsini, bir mezhebin o konudaki bütün şartlarına uyarak yapması gerekir. Yani bir kimsenin, kendi mezhebine göre yapamadığı veya güçlükle yaptığı bir işi, o işin başka bir mezhepte yapılması kolaysa, o mezhebin şartlarına uyarak, o mezhebe göre yapması caizdir. Zaruret olsa da, olmasa da, harac [zorluk, sıkıntı] olduğu zaman, diğer üç mezhepten biri taklid edilir. (Redd-ül-muhtar) > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Sual: (Bir yemeğin veya içeceğin içine bir kaşık şarap konsa, onu içmek haram olmaz, çünkü o yemekten veya o içecekten ne kadar çok yenilip içilse de, insan sarhoş olmaz) deniyor. Mezhebi olmadığını iftiharla söyleyen Ebu Zehra da, (Alkollü içkiler kaynatılır, pişirilen yemeklere katılır ve içki olmaktan çıkarılırlarsa normal gıdaya dönerler, haram listesinden çıkarlar. Alkolün pişmekte olan yemeklere, lezzet verici olarak katılmasının, et ve balığa bir miktar şarap ekleyerek pişirmenin dinen hiçbir sakıncası yoktur) diyor. Alkol, idrar gibi necis değil mi? Yemeğin veya içeceğin içine bir kaşık idrar konsa o yemek necis olmaz mı? CEVAP: Elbette necis olur. İçinde %10 civarında alkol bulunan şarabın bile damlası necistir. Şarap, sirke mayasıyla mayalanırsa, alkol sirkeye dönüşür. Kimyasal değişmeye uğradığı için sirke günah değildir. Yemeğe konan şarapsa asla sirkeye dönüşmez. Böyle yanlışlarla dinimizi sulandırmaya çalışıyorlar. İspirtosu [alkolü] az olan şarap da haramdır. Sarhoş etmese de, damlasını içmek haramdır, helâl diyen kâfir olur. Şarap, idrar gibi kaba necasettir. Her türlü kullanmak, ilaç yapmak, hayvana içirmek, lavman yapmak, buruna çekmek söz birliğiyle haramdır. Şarap köpüklendikten sonra, kaynatılıp üçte ikisi gitse de geride kalanı ve imbiklenerek elde edilen ispirtonun, rakının şarap gibi, galiz necaset olduğu söz birliğiyle bildirilmiştir. Bunların damlasını da içmenin haram olduğu, Behcet-ül-fetâvâ'da yazılıdır. (S. Ebediyye) Hamrın [alkolün], şarap gibi kaba necaset olduğu söz birliğiyle bildirildi. (Redd-ül muhtar) Alkollü içkilerin hepsi kaba necasettir ve haramdır. Bir hadis-i şerifte, (İhtimar [mayalanarak alkol teşekkül] etmiş her içki haramdır) buyuruldu. (Ebu Davud) Hamrın haram olması, zatından dolayıdır, yoksa sarhoş ettiğinden dolayı değildir. Damlası da, zerresi de haramdır. İdrar, kan gibi şer'an kaba necasettir, murdardır. Damlası, zerresi de necistir. (Men'i müskirat)
Dürüstlük, güven ve sevgi
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Din büyüklerinin hayatında, insanlara karşı muamelesinde itimat yani güven vardır, eğri çizgiye rastlanmaz. Yani hiçbir kimsenin aleyhinde bir icraatta bulunmazlar, hiçbir kimsenin aleyhinde bir düşünceleri olmaz. Aksine hep, (Acaba insanlara nasıl faydalı olabilirim, nasıl iyilik edebilirim?) düşüncesi içinde yaşarlar. Hayatları hep böyle örneklerle doludur. Dine hizmette çalışan herkes, bu büyüklere, din kardeşlerine ve yaptığı işe güvenmeli. Yani çalışan elemanın, (Ben bunu niçin yapıyorum?) sorusuna, cevabı hazır olmalı. Bu işin temelinde güven vardır. İnsan güvendiği zaman mutludur. Eğer bir kişiye, bir işe karşı güven varsa, bu ona duyulan sevgiden dolayıdır. Sevgiye ihtiyaç vardır. Fakat yeni bir sevginin var olması için, güvenin sağlanması şarttır. Bir insan birine güvenirse sever, sevgisi varsa artar. Şüphe ederse sevmez, sevgisi varsa azalır. Dolayısıyla güven sarsıcı bir hareket, o işe sevgiyi azaltır. Keyfî şekilde davranarak, duyulan güvene zarar veren kimse, hem hizmetlere, hem de din büyüklerine dil uzatılmasına sebep olmuş olur. Bu ise o kişi için büyük felakettir. Her işte her zaman ihlâslı, dürüst olmalı. İnsanlara karşı saygılı, temiz, mütevazı, güzel ahlâklı olmaya dikkat etmeli. Onları asla aldatmamalı, kendisi de aldanmamalı. Para tekrar kazanılabilir, ama kaybedilen itibar bir daha kolay kolay elde edilemez. Onun için üç paralık bir menfaat için, Müslümanlığın ve din büyüklerinin itibarına bir zarar gelmesine sebep olmamalı. Dürüstlük kadar büyük servet yoktur. Bu servet, hiç paraya benzemez. Kullanıldıkça azalmaz, bilakis artar, asla tükenmez. İnsanlara bir şey verirken, önce dualarını almalı. Müşteriler, satın aldıkları malları beğenip (Allah razı olsun) diyebilmeliler. Şu da bilinmeli ki, müşteri daima haklıdır. Eğer memnun değilse, ona yenisini vermeli. Asla münakaşaya girmemeli. Çünkü dostla da düşmanla da, tartışmak zararlıdır, dostun dostluğunu azaltır, düşmanın düşmanlığını artırır. Bir seferliğine mal satıp müşteriden para almak marifet değildir. Önemli olan, güvenini kazanıp, onu devamlı müşteri hâline getirmek, bundan da önemlisi, onun duasını almaktır. İşte esas marifet budur. Dua alan ise çok şeylere kavuşur. Hem dünyasını, hem de âhiretini kazanır. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Helâl rızık ve dine hizmet
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Dine yapılan hizmetleri devam ettirmek sağlıklı bünyeye; sağlıklı bünye de, helâl rızıkla beslenmeye bağlıdır. Cennete de, önce iman, sonra helâl kazanç, dürüstlük, iyi geçinmek, dua almak ve haramlardan sakınıp farzları yapmakla gidilir. En helâl rızık, cihadla elde edilendir. Günümüzün cihadı kalemle, dinî yayınla yapılmaktadır. Cihad parası, Allah için kazanılan ve Allah için harcanan paradır. Helâl rızık ibadete, haram rızıksa günaha götürür. (İbadetler on kısımdır, dokuzu, helâl kazanmaktır) buyuruluyor. İbadetlerin başı, helâl lokmadır. Bir kimse, ticaret ilmini bilmezse, kul hakkına riayet etmezse, haramı helâli düşünmezse, kendisi ve çoluk çocuğu ibadet etmekte zorlanır, bunlar onu küfre kadar götürür. Hadis-i şerifte, (Bir tel ipliği haramdan olan elbiseyle kılınan namaz ve edilen dua kabul olmaz) buyuruldu. Namaz sahih olur, borç ödenirse de, sevab alamaz. Haram işleyenin, kul hakkına girenin bütün ibadetleri, sahih olsa da, ibadetlerine sevab verilmez. İslamiyet'te sıra şöyledir: Önce doğru iman [Ehl-i sünnet itikadı], sonra sırasıyla ilim öğrenmek [neyi nasıl yapacağını bilmek], haramdan sakınmak, farzı yapmak, mekruhtan sakınmak, vacibi yapmak, tenzihen mekruhtan sakınmak, sünneti yapmak, müstehabı ve nafileyi yapmaktır. Bu sırada, öncekini yapmadan, sonrakini yapmak faydasızdır. Hattâ bazı büyük zatlar, talebelerine nafile hacca, umreye gitmelerine izin vermemişlerdir. Çünkü nafile ibadet, bir farzın terkine veya bir harama sebep olursa, sevab yerine günah kazanılır. İslamiyet ilim dinidir, heves dini, (Ben yaptım da oldu) dini değildir. Allahü teâlâ, (Yiyin, için, fakat israf etmeyin!) buyuruyor. İsraf büyük günahtır. Bu hizmetlerde tasarrufa riayet şarttır. Boşa yanan ışık, israf edilen malzeme, boş yere çalıştırılan işçi, lüzumsuz edilen telefonlar ve diğer şekillerde yapılan israf, sıkıntılara ve Allah'ın gazabına sebep olur. Irmağın suyu akıp gittiği hâlde, dinimiz, (Irmakta abdest alırken de israf etmeyin!) buyuruyor. Onun için israftan çok sakınmalı. Kur'an-ı kerimde müsriflere, (Şeytanın kardeşi) deniyor. İnsan, iyi anlaştıklarıyla kardeş, arkadaş olur. Demek ki, şeytan, israf edenle çok iyi anlaşıyor. Şeytanla anlaşanın, ona uyanın da sonu bellidir. Şeytanın değil, meleklerin arkadaşı olmalıdır! > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Sual: Hüzünlenmenin dindeki yeri nedir? CEVAP: Hüzün, gam, keder, sıkıntı, üzülme demektir. Bir Müslümana gelen her sıkıntı, her üzüntü günahlarına kefaret olur. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir: (Dünyada hüznü uzun olanın âhirette rahatı çok olacaktır.) [Müslim] (Günahları çok olup da, onlara kefaret olacak amelleri olmayan kimsenin müptela olduğu hüzünler, günahlarına kefaret olur.) [İ. Ahmed] (Dünyadaki musibetler, hastalıklar ve hüzünler [günahlara] karşılık olur.) [İ. Cerir] (Cenaze namazını kıl, belki bu sana hüzün verir. Hüzünlüler Kıyamette, Allah'ın gölgeliklerinde bulunurlar ve hayra sahip olurlar.) [Hâkim] (Bir mümine gelen yorgunluk, ağrı, kaygı, hüzün, gam, eza veya onun ayağına batan bir diken bile, günahlarına kefaret olur.) [İ. Hibban] (Hüzünlü, gönlü kırık kimse, Allah'ın himâyesine girer, her türlü hayra mazhar olur.) [İbni Asakir] (Kalb veya gözde olan hüzün rahmanîdir, ele ve dile çıkarsa şeytanîdir.) [Ebu Nuaym] (Hüzünlü kimse, Kıyamette Arş'ın gölgesinde bulunacak ve her hayra mazhar olacaktır.) [Hâkim] (Kıraati en güzel olan, Kur'anı hüzünlü okuyandır.) [Taberanî] Resulullah, (Hüzünlü olmak, kalbin anahtarıdır) buyurunca, (Hüzün nasıl elde edilir?) diye soruldu, (Aç ve susuz kalmakla) diye cevap verdi. (Taberanî) Demek ki, oruçlu olmak da hüzne sebep oluyor. Hüznü gerektirecek işleri aramalıdır. ÇEVREYE SIKINTI VERMEK Sual: Komşumuzun hanımı çok cadalozdur. Kocası da, çevresi de şirretliğinden dolayı bizar olmuşlardır. Namaz falan kıldığı da yoktur. Kocası (Günah değilse boşarım) diyor. Böyle bir kadını boşamak günah olur mu? CEVAP: Düzelmesi ve iyilikle tutması mümkün değilse, komşularına ve kocasına sıkıntı veren veya namaz kılmayan, diğer farzları yapmayan kadını boşamanın günah olmadığı din kitaplarında yazılıdır. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Sual: Ömrü küfür veya bid'at içinde geçen kimse, tevbe edip salih kimse olduktan hemen sonra ölse bu kimse hiçbir ibadeti olmadığı hâlde Cennete girebilir mi? Bunun gibi, bir Müslüman, tevbe edip kılmadığı namazları kaza etmeye niyet etse, kaza kılmaya başlar başlamaz ölse, bu hâlis niyetinden dolayı kaza borçları affolur mu? CEVAP: Terk edilmiş namazların tevbelerinin sahih olması için, bunları kaza etmek lazımdır. Hâlisane tevbe edip, kaza namazlarını kılmaya başlayan kimse, ölünceye kadar kaza kılmaya niyet etmiş demektir. Namazlarını kaza etmeden ölecek olursa, bu hâlis niyetine karşılık olarak bütün kaza borçları affolur. Bunun gibi, imana gelen bir kâfir ve bid'at ehli de, küfrüne ve bozuk inanışlarına tevbe edince küfür ve bid'at inanışlarına ve bu zamandaki bozuk işlerini yapmamaya niyet etmiş demektir. Bu hâlis niyetine karşılık olarak, bunların hepsi affolur. (İslam Ahlakı) BOĞAZ'I GEÇEN Sual: S. Ebediyye'de, (İstanbul'dan Anadolu'da 104 kilometreye gitmeye niyet edenlerin hepsi, Boğaz'ın karşı sahiline geçince seferi olurlar) deniyor. Boğaz'ın karşısına geçince niye seferi olunuyor? Mesela Beşiktaş'tan Gebze'ye giden seferi olur mu? CEVAP: Hayır. Boğaz'ın karşısına geçtiği için değil, 104 km'lik yola gitmek niyetiyle çıktığı için seferi olur. Yine S. Ebediyye'de, (İstanbul'da, Fatih'ten otobüsle sefere çıkan, bugün için, Edirnekapı kabristanını geçince; Aksaray'dan çıkan, Topkapı kabristanını, sahil yolundan ise, Yedikule Kapısı'nı geçince; Üsküdar'dan çıkan, Selimiye Kışlası'yla Karacaahmet kabristanı arasından geçince seferi olur) deniyor. Hanefi'de, 104 km uzağa gitmek niyetiyle yola çıkan kimse, fina denilen boş arazi, kışla, fabrika, ırmak veya okul gibi yerleri geçince seferi olur. 104 km'den daha yakın yere gidiyorsa, Boğaz'ı da geçse seferi olmaz. ÖLÜRKEN Sual: Bir kimse, ölürken küfre sokucu söz söyleyip ölse kâfir olarak mı ölmüş olur? CEVAP: Hayır, ölüm hâlindeyken küfre sebep olan şey söyleyen kimse, mümin kabul edilir, çünkü o anda aklı başında değildir. (S. Ebediyye) > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Müsafeha denilen tokalaşma nedir, nasıl yapılır? CEVAP: Müsafeha, iki kişinin, sağ elin avuç içlerini birbirlerine yapıştırıp, iki başparmağın yanlarını birbirlerine değdirmesidir. Dört elle birlikte yapılması daha iyidir. İki Müslüman, muhabbetle müsafeha ederek tokalaşırsa günahları dökülür. Müsafeha, sevgi ve dostluk kazandırır. (Merakıl-felah) Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Hazret-i Âdem'den Hazret-i İbrahim'e kadar, selamlaşma, birbirine secde etmekle olurdu. Sonra, boynuna sarılmakla oldu. Benim zamanımdaysa, elle müsafeha sünnet oldu.) [R. Nasıhin] (Kim mümin kardeşini ziyaret edip müsafeha ederek üç kere elini sallarsa, ellerini ayırmadan her ikisinin ağaçtan yaprak döküldüğü gibi günahları dökülür.) [Ey Oğul İlmihâli] (Müsafeha edip Allah'a hamd edilince, günahlar dökülür.) [Hâkim] (İki Müslüman, selamlaşıp müsafeha eder ve bir de bana salevat okursa, yeni doğmuş gibi olur, bütün günahları temizlenir.) [R. Nasıhin] Müsafeha ederken, kucaklaşarak kafaları tokuşturmak âdetini bırakmaya çalışmalıdır. BİR İŞ İÇİN BİRKAÇ NİYET Sual: Bir iş için birkaç niyet edilir mi? CEVAP: Evet, iyi olur. Camide oturmak taattir. Caminin Allahü teâlânın evi olduğunu düşünerek giren, onu ziyarete de niyet ederse sevabı daha çok olur. Namaz kılmayı beklemek için, camide itikâf edip âhireti düşünmek için, vaaz dinlemek için de niyet ederse, her niyeti için ayrı sevaba kavuşur. Bunun gibi, bu kimse, sünnet olduğu için koku sürünür, şık giyinirse, camiye saygı için, camideki Müslümanları incitmemek için, temiz olmak, sıhhatli olmak için, İslam'ın vakarını, şerefini korumak için niyet edince, her niyeti için ayrı sevap kazanır. (S. Ebediyye) > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: İslamcı denilen kimseler, tâğutu sadece (Allah'ın koyduğu ölçüler dışında ölçüler koyan kimse) diye tarif ediyorlar. İslam âlimleri tâğutu nasıl tarif etmişlerdir? CEVAP: İki âyet-i kerime meali şöyledir: (Dinde [Cizye vermeyi kabul eden Ehl-i kitabı Müslüman olsunlar diye] zorlama yoktur. Artık hak bâtıldan, doğruluk sapıklıktan, imanla küfür birbirinden ayrılmıştır. O hâlde kim tâğutu [şeytanı, putları, sihirbazları, kâhinleri, insanları tuğyana yani, günaha, isyana sevk edenleri] reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan en sağlam kulpa [Müslümanlığa] yapışmıştır. Allah hakkıyla işiten ve kemaliyle bilendir.) [Bekara 256] (Urvet-ül vüska=Sağlam kulp, Resulullah efendimizdir. Şifa-i şerif) (Kendilerine kitap verilmiş olanlar, cibt ve tâğuta iman ediyorlar, sonra da kâfirler için: "Bunlar, Allah'a iman edenlerden daha doğru yoldadır" diyorlar.) [Nisa 51] Cibt ve tâğut adlarında iki puta inanıyorlar. Cibt, put, haç, kâhin gibi manalara da gelir. Allah'ın haram kıldığı her şeydir. Tâğut ise, insanları azdıran her şeydir. Yahudilerin ileri gelenlerinden bir zümre Mekke'ye giderek müşriklere, (Müslümanlara karşı düşmanlık ilân edeceğiz, ama peygamberleri, size bizden daha yakın olduğu için ileride belki anlaşıp bizi yalnız bırakmanızdan korkuyoruz) dediler. Müşrikler de Yahudilere karşı buna benzer bir itimatsızlık gösterince, güya teminat olmak üzere, müşriklerin cibt ve tâğut adlarındaki putlarına secde ettiler. İmam-ı Kurtubî hazretleri buyuruyor ki: Tağut, put ve şeytan demektir. Enes bin Malik hazretleri, (Tağut, Allahü teâlâdan başka, kendisine ibadet edilen her şeydir) buyurmuştur. Hazret-i Ömer de, (Tağut, şeytandır) buyurmuştur. Tağut, tuğyan kelimesiyle aynı kökten türemiştir, insanı azdıran her şeydir. El-Cevherî, (Tağut, kâhin, şeytan veya sapıklıkta başı çeken kimsedir) demiştir. (Cami-ul-ahkâm) EVLATLIK YABANCIDIR Sual: Mutezile kafalı bir yazar, (Evlat edinilen çocuk, evlatlık alan karı kocaya mahrem olur) diyor. Evlatlık yabancı değil mi? CEVAP: Elbette yabancıdır. Evlatlığı mahrem ve kendi öz evladı gibi bilmek, cahiliye âdetlerindendir. İslamiyet bu âdeti kaldırmıştır. Bir âyet-i kerime meali: (Allah, evlatlıklarınızı öz oğullarınız kılmadı.) [Ahzab 4] --------- Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Ev, tarla, zamanla veya mekânla mühayee olunur) ne demektir? CEVAP: Mühayee, mülkiyeti ortak olan bir malın getirilerinin ortaklar arasında bölüşülmesi demektir. Bunlar yani ev, tarla, hacimle ölçülmediği veya tartılmadıkları için kendilerinden farklı bir şekilde faydalanmak faiz olmaz demektir. Birkaç örnek verelim: 1- İki kişinin, farklı değerlerde ortak iki evi olsa, uyuşurlarsa, iyi evde birinin, kötü evde ötekinin oturması caizdir. 2- Biri diğerinden kıymetli olsa da, ortak oldukları evde ortağın birinin oturması, diğerinin tarlayı ekmesi caizdir. 3- Ortak tek ev olsa, bir yıl birinin, öteki yıl diğerinin oturması caizdir. Tarla da bunun gibidir, bir yıl birinin, öteki yıl diğerinin ekmesi caizdir. ORTAKLARIN HİSSESİ Sual: (Ağaç, yün, süt gibi ayn [misli, benzeri] olan şeylerde mühayee olmaz. Eğer, bunları mühayee edip, hisselerinde hâsıl olan farkı helalleşseler, yine helal olmaz) ne demektir? CEVAP: Hacimle ölçülen veya tartılabilen şeyleri, ölçmeden paylaşmak faiz olur demektir. Birkaç örnek verelim: 1- Bir ağaçtaki meyveleri bir yıl ortağın birinin, öteki yıl diğerinin alması caiz olmaz. Her yılınkini eşit olarak paylaşmaları gerekir. 2- Meyve bahçesi varsa, ağaçlar çoksa, belli sayıdaki ağaçların meyvesini ortağın biri, diğer ağaçtakileri de diğeri alamaz. Hepsinin toplanıp bölüşülmesi gerekir. 3- İnek tek ise, ineği bir gün biri sağsa, öteki gün diğeri sağsa yahut bir ay biri sağsa, bir ay öteki sağsa caiz olmaz. Her gün alınan sütün eşit olarak paylaşılması gerekir. 4- İnekler, koyunlar çoksa, hayvanların bir kısmını biri sağsa, ötekilerini de diğer ortak sağsa caiz olmaz. Her gün sağılan sütleri ortakların her gün paylaşmaları gerekir. 5- Ortak olan koyunların yününü bir yıl biri, diğer yıl öteki kırkıp alsa caiz olmaz. Her yıl kırkılıp ortaklar arasında eşit olarak paylaşılır. 6- Koyunların yarısının yününü biri alsa, diğer yarısını da öteki ortak alsa caiz olmaz. Hepsi kırkılıp ortaklar arasında eşit olarak paylaşılır. 7- Birkaç tarladan çıkan buğdayın veya başka mahsulün değerine göre paylaşmak caiz olmaz. On teneke iyi buğday yerine ötekinin on bir teneke kalitesiz buğday alması caiz değildir. Kalitesiz de olsa eşit olarak paylaşmaları gerekir. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: İnsanlar, dinimizin gösterdiği huzur yolundan ayrıldıkları için, dünyada bereket kalmadı, rızıklar azaldı. Günah işlemek, rızkın daralmasına sebep olur. Rızkı veren Cenab-ı Hak, (Beni unutursanız, rızkınızı kısarım) buyuruyor. Şükür ki, (Yok ederim) buyurmuyor. Kul, bir gün Allah'ı hatırlayabilir diye, kapı temelli kapatılmıyor. Günümüzde fitneden, beladan, büyüden geçilmiyor. İmansızlık arttıkça, her türlü felaket beraberinde geliyor. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyulmaz mesela beş vakit namaz kılınmazsa, felaketi durdurmak imkânsız olur ve dört türlü rızık daralır: 1- İman rızkı azalır: İman tehlikeye girer. İmansızlık artar, küfür ve felaket yayılır. İmanı korumak için Allahü teâlâyı unutmamak gerekir. Lüzumundan fazla kullanılan teknoloji ve aşırı sürat, insanlara Allah'ı unutturuyor ve dolayısıyla imansızlık tehlikesi baş gösteriyor. Pilot pilotluğunu, şoför şoförlüğü unutursa kaza olur. Bugün haram helâl birbirine karışmış, iman her an kaybedilebilir. Bir haram hafife alınır veya bir farza önem verilmezse küfre girilir. 2- Sıhhat rızkı azalır: Hastalıklar artar. Bugün tıbbî teknoloji ilerlemesine rağmen hastalık azalmıyor, daha çok artıyor. Ehl-i sünnet âlimleri, (Besmelesiz pişen ve besmelesiz yenilen yemek hastalık yapar) buyuruyor. Dışarıda besmeleli yemek bulmak zordur, gusülsüz olan bile çoktur. 3- Mal rızkı azalır: Geçim sıkıntısı artar. Aldığı paranın hayrını görmez. Kıtlık olur, mal bulunmaz. Bolluk olsa, bu sefer pahalılık olur. Eskiden bir evde bir kişi çalışır, hepsi rahat yaşardı. Şimdi karı koca ve çocuklar çalıştığı hâlde, hepsi borçlu. Çünkü israf çok, Allah korkusu da yok. 4- İnsanlık ve merhamet rızkı daralır: Mezardakilerin pişman oldukları şeyler için, dünyadakiler birbirini yiyorlar. Bugün merhamet kalmadı. Herkesin nefsi konuşuyor, (Ben) diyor. Bayramlarda, eve gelen olur diye kaçılıyor. Yolda yaralı veya hasta varken, (Başıma iş açarım) diye hemen oradan uzaklaşılıyor. Bir şey ister diye, selam vermekten çekiniliyor. Yardım etmek, borç vermek yok, nerede kaldı ki karşılıksız hediye verilsin. Eskiden haz ve sevgi duyulan mahalle yakınlığı kalmadığı gibi, apartmanlarda dostluk, komşuluk da kalmadı. Hepsinin sebebi Allahü teâlâyı unutmaktır. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Eskiden bir vakit camiye, cemaate yetişemeyene, 2-3 gün (Başın sağ olsun) demeye gidilirmiş. (Çok yazık, sen bu cemaati nasıl kaçırdın, bu nimetten, bu sevabdan nasıl mahrum kaldın, iftitah tekbirine nasıl yetişemedin, inşallah bir daha kaçırmazsın) diye onu teselli ederlermiş. Şimdi namaz kılmak mesele oldu, nerede kaldı ki cemaate gidilsin! Zenginin biri, bir gün Peygamber efendimize gelip der ki: - Ya Resulallah ben mahvoldum! - Hayırdır inşallah! - Kervanımı vurdular, soyup soğana çevirdiler, çok perişan hâldeyim. - Elhamdülillah! - Ne oldu ya Resulallah? Niye (Elhamdülillah) dediniz? - Ben de, (Bugün öğle namazının iftitah tekbirini kaçırdım) diyeceksin diye korkmuştum. Bin kervanın vurulsun, ama sen yeter ki iftitah tekbirini kaçırma! Din kitaplarında, (Namaz vakti geçerken, kılmadığı için üzülmeyenin imanı gider. Üzülünce, yine büyük günah işlese de, hiç olmazsa imanı vardır, üzülmezse, içi yanmazsa küfre girer) deniyor. Günümüzde ise, namaz kılan için, (Şu kişi namaz kılıyormuş) diyorlar. (Namaz kılıyor) demek, (Bu, nefes alıyor demek) gibi bir şey. Nefes alana (Nefes alıyor) denir mi hiç? Namazsız hayat olmaz. Namaz Müslümanın nefesidir. Namaz yoksa, nefes almıyor demektir. Beş vakit namazı severek kılmalı, çocukları da alıştırmalı. Yine bir zat anlatır: Allahü teâlâya hamd olsun, babam namaza çok dikkat ederdi. 5-6 yaşında beni namaza başlattı. Hattâ bir gece vazifeden gelmişti. Biz 8-9 yaşlarındaydık, kardeşlerimle oynayıp, yorulunca, hepimiz bir tarafta uyuyakalmışız. Babam gelmiş, anneme, (Bunlar namazlarını kıldılar mı?) demiş. Annem de, (Kılmadılar, oynarken uyuyakalmışlar) demiş. Biz babamın bağırmasını duyar duymaz uyandık, o heyecanla, kıbleyi, abdesti düşünemeden hemen namaza durduk. İşte baba böyle olur, yerine göre tatlı sert ikaz ederek mutlaka çocuklarına namaz kıldırır. Ölüm döşeğinde de, son sözü yine (Namaz) olmuştu. Babam, namazın önemini iyi bildiği için şöyle nasihatte bulunmuştu: (Oğlum, namaz çok önemli. Bu, ne kumandanın, ne valinin ne de benim sözümdür. Bu, Allah'ın emridir. Namaz, Âdem aleyhisselamdan beri, her peygambere, her ümmete emredilmiştir. Eğer üzerinden bir vakit namazın geçerse iki elim yakanda olsun, âhirette affetmem seni. Söz ver!) Ben de söz verdim. Elhamdülillah, sözümde duruyorum. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: S. Ebediyye'de, (Resulullah "sallallahü aleyhi ve sellem" namazdan selam verince, Sübhane Rabbike âyet-i kerimesini okurdu) hadis-i şerifi bildiriliyor. Bunu namazdan sonra okumak uygun olur mu? CEVAP: Hayır, uygun olmaz. O hadis-i şerifin yazılma maksadı, Sübhane Rabbike âyetini değiştirip Rabbina denmemesi gerektiğini bildirmek içindir. Selamdan sonra nelerin okunacağı S. Ebediyye'de açıkça bildiriliyor. Sünnetle farz arasında Allahümme entesselam'dan başka bir şey okunmaz. En sonda da, üç istiğfar, Âyet-el-kürsi ve diğer tesbihler okunur. Orada başka bir şey okumak, araya başka dua, tesbih ilave etmek bid'at olur. İslam Ahlakı kitabında da, farzı kılar kılmaz veya sünnetle farz arasında okunması hadis-i şerifle bildirilen dualar yazıldıktan sonra, böyle duaları, Hanefî mezhebinde duadan sonra okumak gerektiği bildiriliyor. Yine S. Ebediyye'de deniyor ki: (Sünnetle farz arasında konuşmak veya dua, zikir okumak, sünneti sakıt etmezse de sünnetin sevabını azaltır. Sünnetten sonra yalnız, Allahümme entesselam okunur. Fazla bir şey okunursa, sünnet namazı, sünnet olan yerinde kılınmamış olur. Bazı âlimler, sünnet sakıt olur, tekrar kılınması lazım olur demişlerdir.) İkinci bir husus da, biz hadis-i şerifle amel edemeyiz. Mezhebimizin hükmü ne ise ona uymamız lazımdır. Birkaç örnek verelim: 1- Hadis-i şerifte, denizden çıkan her hayvanın yenileceği bildiriliyor. Üç mezhepte de denizden çıkan her hayvan yenir. Ama Hanefî mezhebinde deniz haşeratı yenmez, balıktan başkası yenmez. 2- Yine hadis-i şerifte, kan aldırmanın ve vücuttan çıkan kanın abdesti bozmayacağı bildirilmiştir. Üç mezhepte de çıkan kanlar abdesti bozmaz, ama Hanefî mezhebinde kan çıkınca abdest bozulur. Biz mezhebimizin hükmüne uyarız, kan çıkınca abdestimiz bozulmuş olur. 3- Bir başka hadis-i şerifte de, Fâtiha okumadan kılınan namazın sahih olmadığı bildirilmiştir. Bunun için Şâfiîlerin, imam arkasında da, Fâtiha okumaları farzdır. Hanefî mezhebinde ise harama yakın mekruhtur. Mezhebimizin hükmüne uymayıp hadis-i şerife uymaya kalkarsak mezhepsiz oluruz. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Kırkta bir zekât, cimri zekâtıdır. Zekâtta limiti kaldırmalı) deniyor. Bu limiti bildiren Resulullah'ı cimrilikle suçlamak caiz midir? Resulullah'ın koyduğu ölçüyü hangi reformcunun değiştirme yetkisi vardır ki? CEVAP: Kırkta bir zekâta cimri zekâtı demek, Resulullah'a yapılan çok çirkin bir hakarettir. Kur'an-ı kerimde namazların nasıl kılınacağı, zekâtın nisabı bildirilmemiştir. Bunlar, hadislerle açıklanmıştır. Çünkü Kur'an-ı kerimde mealen (Resul neyi emrettiyse onu yapın, neyi yasak ettiyse ondan sakının!) buyuruldu. (Haşr 7) Buharî, Ebu Davud, Nesaî gibi muteber hadis kitaplarında, (Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Enes'i Bahreyn'e gönderdiği zaman, Resulullah'ın mührüyle mühürlenmiş bir talimat verdi) buyuruluyor. Fıkıh kitaplarındaki zekât oranları Resulullah'ın bu talimatına göre hazırlanmıştır. Her fıkıh kitabında, (Sığırın nisabı otuzdur) diyor. (Tirmizî, Nesaî) Her fıkıh kitabında, (Koyunun nisabı kırktır) diyor. (Buharî, Nesaî) Her fıkıh kitabında, (Beş devenin nisabı, bir koyundur) diyor. (Buharî, Nesaî) Her fıkıh kitabında, (Mahsulün uşru onda birdir) diyor. Bir hadis-i şerif meali: (Yağmur, pınar veya ırmak suyu ile sulanan mahsulün uşru onda birdir. Dolapla veya hayvanla sulanırsa yarısıdır.) [Buharî, Müslim] Her fıkıh kitabında (Define zekâtı beşte birdir) diyor. Bir hadis-i şerif meali: (Define zekâtı beşte birdir.) [Buharî, Müslim] Her fıkıh kitabında (Altın ve gümüşün zekâtı kırkta birdir) diyor. İki hadis-i şerif meali: (Gümüş paraların zekâtı kırkta birdir.) [Tirmizî, Ebu Davud, Nesaî] (Altın ve gümüşün zekâtı kırkta birdir.) [Buharî, Ebu Davud, Nesaî] Her fıkıh kitabında (Balın zekâtı onda birdir) diyor. Bir hadis-i şerifte, (Balın zekâtı onda birdir) buyuruldu. (Tirmizî) Görüldüğü gibi, Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem), zekâtta ölçüyü bildirmiştir. Bu ölçüleri kimsenin değiştirmeye hakkı yoktur. Mezhepler, farklı hadisleri dikkate alarak farklı bazı ictihatlarda bulunmuşlarsa da, kırkta bir ölçüsüne hiçbiri dokunmamıştır. Bu ölçüyü değiştirmek dinde reform olur. Dinde reform ise dinsizliktir. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: S. Ebediyye'de, bir işte harac varsa, başka mezhebi taklit etmenin caiz veya lazım olduğu bildiriliyor. Harac nedir? CEVAP: Harac, sıkıntı, meşakkat demektir. Mesela, yeniden gusletmek, bir namazı tekrar kılmak ve yeniden abdest almak birer haracdır. Bazı örnekler verelim: 1- Yolda veya kalabalık dolmuşa binen yahut pazarda alışveriş yapan bir Şâfiî'nin, (Karşı cinse dokunursam abdestim bozulur) endişesiyle Hanefî veya Mâlikî'yi taklit etmesi caiz olur. 2- Hacda karşı cinse dokununca abdestin bozulmaması için de Şâfiîler, Hanefî'yi taklit ederler. 3- Şâfiî bir genç, bir kızla kaçsa, kızın babası razı olmazsa, Şâfiî'de velisinin rızası olmadıkça evlenmesi caiz olmaz. Hanefî'yi taklit ederek velisiz de evlenebilir. 4- Şâfiî'de zekât 8 sınıfa verilir, üç sınıfa verilse de caizdir. Ancak üç sınıfı bulmak da zordur. Hanefî taklit edilerek bir sınıfa verilir. Sadaka-i fıtır verirken de, buğday bulmak zorsa, Hanefî'yi taklit ederek altınla verilebilir. 5- Evlendiği kişiyle sütkardeş olduğu ortaya çıkarsa, eğer 1-2 kere emmişse, Şâfiî taklit edilip evliliğe devam edilir, çünkü ayrı zamanlarda 5 kere doya doya emmezse, Şâfiî'de sütkardeş olunmaz. 6- Şâfiî'yi taklit eden Hanefî, hacca gidince, kadınlara dokunursa abdesti bozulacağı için Hanefî'yi taklit etse telfîk olmaz, çünkü bunda zaruret vardır. Mâlikî'yi biliyorsa, bunu taklit etmesi daha iyidir, çünkü Mâlikî'de ağzın içini yıkamak gusülde farz değildir. 7- Dolgulu dişten dolayı mezheb taklit edileceğini bilmeyen biri, 5 yıl önce hacca gidip gelse, o zaman sahih olmayan namazları ve haccı için (5 yıl önce yaptığım hacdaki gusülde, abdestte ve namazda da Mâlikî'yi taklit ettim) derse, namazları da, haccı da sahih olur. 8- Hanbelî'de ağzında dolgu olan cünüptür. Bir harac olunca ve Hanbelî'den başkasını taklit imkânı da yoksa, Hanbelî'de ağzın içini yıkamak farz olduğu hâlde, Hanbelî taklit edilerek, iki namaz cem edilir ve bu telfîk olmaz, çünkü başka çare yoktur. 9- Herhangi bir sebeple Besmelesiz kesilip leş olmuş hayvanları yemek haram olur. Yemek için, Şâfiî'yi taklit gerekir, çünkü Şâfiî'de, hayvan keserken Besmele çekmek farz değildir. (Devamı var) > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Başka bir mezhebi taklit etmek için harac olan işlerdeki örneklere devam ediyoruz: 10- Hamam ve kaplıcalarda, tesettüre riayet edilmiyor. Kaplıcaya tedavi için giden tesettürlü bir Hanefî erkek, yine mümkün mertebe başkalarına bakmadan Hanbelî mezhebini taklit ederse, onların dizden yukarı kısmını görmesi günah olmaz. Tedavi için gidilen kaplıca, bir ihtiyaçtır. Harama düşmemek için, burada mezhep taklidi caiz oluyor. 11- Mâlikî mezhebinde semavi özürlerin hiçbiri abdesti bozmuyor. Semavi özür olmasa, fakat bir Hanefî'nin, abdestliyken elini bıçak kesse, namazı kaçırma tehlikesi varsa, farzlarına ve müfsitlerine riayet etmek şartıyla Mâlikî'yi taklit etmesi caizdir. Yani semavi özür olmasa bile, namaz vaktini kaçırmamak için, kendimizin sebep olduğu bir özürden dolayı da taklit caiz oluyor. 12- Unutarak necasetli elbiseyle veya idrarlı yahut kanlı bezle namaz kılan, namazdan sonra hatırlarsa, (Bu namazı Mâlikî'ye göre kıldım) derse, namazı sahih olur, çünkü Mâlikî'de, necaset namaza mani değildir. Yeniden namaz kılmak harac olduğu için caiz oluyor. 13- Bir kimse, unutarak 4-5 gün mestlerine mesh ederek namaz kılsa, sonra hatırlasa, bunları kaza etmesi harac olur. (Bu namazları Mâlikî'ye göre kıldım) derse namazları sahih olur, çünkü Mâlikî'de meste mesh müddeti yoktur. 14- Özürlü olmayan, ama akıntısı olan kadın, abdestli durabilmek için Mâlikî'yi taklit edebilir. Sırf abdestli durabilmek için, mezhep taklit edilmesi caiz hatta lazım olur. 15- Basur sebebiyle Mâlikî'yi taklit eden bir kimse, namazda kan akarken ve elbisesinde kan bulaşığı varken namazlarını kılabilir. Kanlı çamaşırı her zaman temizlemek harac olduğu için, Mâlikî'yi taklit ederek, kan bulaşmış hâlde namaz kılması caiz olur. 16- Bir özürden dolayı, öğleyi vaktinde kılamayan kimse, İmam-ı a'zamın kavline uyarak, öğleyi asr-ı evvelde kılabilir. F. Bilgiler kitabında, (Kendi mezhebindeki kolay yolu gösteren ictihada uymak, harac olunca caiz olur) deniyor. 17- Annesiyle, kızıyla, kayınvalidesiyle hürmet-i müsahere olunca, Şâfiî veya Mâlikî mezhebi taklit edilerek nikâhları yapılır ve evliliğe devam edilir. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Mukimken iki namazı cem etmek
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Mukimken hangi durumlarda iki namaz cem edilebilir? CEVAP: Bir harac, yani bir sıkıntı, bir meşakkat olursa, öğleyle ikindi veya akşamla yatsı, Hanbelî mezhebi taklit edilerek cem edilebilir, çünkü S. Ebediyye'de, (Namaz kılmak için işlerinden ayrılmaları mümkün olmayanların, Hanbelî'yi taklit ederek iki namazı cem etmeleri caizdir) deniyor. Namaz kıldığı için maişetine zarar gelmese bile, siciline işlenebiliyorsa veya başka mahzurları varsa, iki namazı, mukimken cem etmek caiz olur. Caiz olan durumlardan bazı örnekler verelim: 1- Ebe doğumda olup namazı kazaya kalacaksa, 2- Ameliyattaki doktorun namazı kazaya kalacaksa, 3- Öğrenci sınavdayken namaz kazaya kalacaksa, 4- Hasta veya yaşlı abdest almakta ve namaz kılmakta zorluk çekiyorsa, 5- Uçakta abdest alıp namaz kılmak zor olacaksa, 6- Abdest veya namaz için yer bulunmazsa, 7- Abdest ve teyemmüm için zorluk varsa, 8- Güvenlik görevlisinin namaz kılma imkânı yoksa, 9- Dağda, gurbette, kışta kalıp vakitleri anlamak zor olursa, 10- Yağmur, fırtına gibi bir sebeple namaz kaçacaksa, 11- Namazı tuvalette bile kılma imkânı yoksa, 12- Mescidi olmayan otel, restoran, havalimanlarında, uluslararası toplantılarda namaz kazaya kalacaksa, 13- Yeni Müslüman olanın namaz kıldığı görülürse bir zarara uğrama ihtimali varsa, 14- Bir memur, toplantıyı bırakınca işine, maişetine zarar gelecekse, 15- Şehirlerarası yolculukta, otobüs durmayacaksa, yanında hastası varsa yahut ikinci otobüs için parası yoksa, 16- İstanbul gibi trafik problemi olan bir yerde, şehir içinde özel arabasıyla giderken trafik sıkışıp namaz kazaya kalacaksa mukimken de cem caiz olur. 17- Boğulacak olanı kurtarırken namaz vakti çıkacaksa, 18- Düşmanın veya anarşistin bir zarar verme ihtimali varsa, 19- Abdesti bozan özrü olanın, mesela ishalini veya idrarını tutamayanın; çıbanından, yarasından kan akanın; basurundan kan; fistüllerinden, göbeğinden akıntı çıkanın; elde olmadan gaz kaçıranın; ağız dolusu kusanın ve bunlar gibi abdesti bozan bir özrü olanın iki namazı cem etmesi caiz olur. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: İnsan, âciz demektir. Hangi uzvumuza, hangi tabiat şartlarına, neye hâkimiz? Her işimizde her an, Allahü teâlânın yardımına muhtacız. Evliya zatlar, gafletten uzaktır, Allahü teâlâyı bir an unutmazlar. Bizler hatırlamakta zorluk çeksek de, namazda bile unutsak da, eğer yaptığımız iş, Rabbimizin rızasına uygun olursa, Cenab-ı Hak, her an kendisini hatırlamış gibi bize sevab veriyor. Onun rızasının dışında yapılacak her iş, felakettir. Çünkü bir iş, ya Onun rızasına uygundur veya nefsimizin arzusuna göre yapılmıştır. Başka türlü olmaz. İnsan, ya Cennete veya Cehenneme gidecektir. Allahü teâlâ, kendi rızası için yapılan işler için Cenneti, nefsanî işler için Cehennemi yaratmıştır. İnsanın bir işi, bir ibadeti ne maksatla yaptığı, dışarıdan bakmakla anlaşılmaz. (Allahü teâlâ, sizin şeklinize, görünüşünüze ve mallarınıza değil, kalblerinize ve amellerinize, o işi ne niyetle yaptığınıza bakar) hadis-i şerifinde, yapılan işin değil, o işi yapmaktaki maksadın önemi bildiriliyor. Cihad bile olsa, ne niyetle yapıldığı önemlidir. Nitekim bir savaşta, (Filan kahraman önüne gelen düşmanı öldürüyor, çok güzel cihad ediyor) dedikleri zaman, Resulullah efendimiz, (O münafıktır) buyurmuştur. O kişi, dünyalık için savaşıyormuş. Yaralanınca, yanına gelenler, (Çok büyük cihad yaptın, üzülme!) dediklerinde, (Ben cihaddan anlamam. Bunlar gelip bizim mallarımızı, hurmalıklarımızı almasın diye savaştım) diyor. Bu da gösteriyor ki, Allahü teâlâ dilerse, faciri de, kâfiri de bu dine hizmet ettirir. Dolayısıyla, her işte, her zaman, korku ve endişe içinde olmalıyız. Bir kişi, en büyük cihad içinde olsa da, işi garantilemiş olamaz. Çünkü kul, Allahü teâlâya layık ibadet edemez, işlerinde bozukluk olabilir. Bunun için, Peygamber efendimiz, (İbadet et, cihad yap, namaz kıl, ne yaparsan yap, arkasından hemen tevbe istiğfar et!) buyuruyor. Çünkü nefs, azıp kudurabilir. Büyük bir zata, (Efendim, nefsinizi ezip terbiye ettiğiniz hâlde, niçin hâlâ nefsle uğraşıyorsunuz?) diye sorulunca, (Bu nefis, ölünceye kadar insanın peşini bırakmaz. Yetmiş yıl itaat eder, yetmiş birinci yılda, iki saniyede adamı mahveder. Bir ucub, bir kibir, onun işini bitirebilir. Bu bakımdan nefis başıboş bırakılmaya gelmez) buyurur. >> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Bir işin sonunda Allahü teâlânın rızası yoksa, bu iş niye yapılır ve niye birbirine bu tavsiye edilir ki? Çünkü bu tavsiye, (Burada bir yük var, al bu yükü şuraya taşı!) demek gibidir. Yani (Dünyayı bir yerden al, öteki uca koy!) demektir. Buna heves edenin ömrü hep taşımakla, yani hamallıkla geçer. Çünkü Allah için olmayan yük, hamallıktır, fakat (Bir yük var, al bunu âhirete götür!) denirse, o işe bin can feda olsun! Peki, bir işin âhirete gitmesi kolay mı? Âhirete gitmesinin şartı, Allah için yapmaktır. Gidecek yük, Onun kullarına iyilik etmektir. En büyük iyilikse, dünyada ve âhirette rahat, huzur içinde yaşamaları için, onlara Ehl-i sünnet itikadını ulaştırmaktır. Bu yük zahmetli olsa da, neticesi rahmettir. Allahü teâlâ, bir kulunu severse, ona hayırlı bir iş nasip eder. Burada hayırlı işten maksat, mesleğin iyi olması değil, Allah'ın dinine hizmet etme imkânı olmasıdır. Hangi işte hizmet imkânı varsa, o iş hayırlı olur. Hizmette de tek gaye, Onun rızasını kazanmak olmalı. Onun emir ve yasaklarına, önce kendimiz uymalıyız. Sonra Onun kullarının da, bu nimete kavuşması için, bu büyüklerin bildirdiği şekilde, dinimizi onlara ulaştırmalıyız. Bunu yaparken, musibet, sıkıntı çok olur, bunlara da sabretmeye çalışmalı. Niyetimiz almak değil, vermek olmalı. Biz Allah'ın kullarına nasıl muamele edersek, Allahü teâlâ da, bize öyle muamele eder. Zaman; affetmek, iyilik etmek ve acımak zamanıdır. Öfkelenmek zamanı değildir. Ateşe gidene öfkelenmek mi gerekir, yoksa acımak mı? (Ben bu dini, sabır ve merhametle yaydım) hadis-i şerifi, bu işin önemini bildirmektedir. Mahlûklar içinde Allah'a en yakın olan, insanın kalbidir. Günahkâr hattâ kâfir olsa da, kalb kırmaktan çok sakınmalı. Rabbimizi en çok inciten şeylerin ilki küfür, ikincisi kalb kırmaktır. Geçici rütbeler, kimseyi kandırmamalı. Aksi hâlde her şey biter. Biz henüz yolcuyuz. Aslî vatana öldükten sonra kavuşacağız. Sonsuz saadet orada başlayacak. Allahü teâlâ, herkesin ameline, ihlâsına göre, orada da rütbeler, köşkler verecektir. Müminin tek gayesi Allah rızası olmalı ve (İlahî ente maksûdî ve rızâke matlûbî) demeli. Bu, (Ya Rabbî, benim maksadım yalnız Sensin. Senin rızana kavuşmaktan başka hiçbir hedefim yoktur) demektir. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Hoparlör de mizmar yani çalgı aleti olduğuna ve ibadetlerde çalgı kullanmak da küfür olduğuna göre, ilahi okurken hoparlör kullanmak da küfür olmaz mı? CEVAP: Hoparlör, çalgı olarak kullanıldığı gibi, konuşmaları iletmek için de kullanılıyor. Günah işlerde kullanılmadığı zaman, ibadete haram karıştırılmış olmaz. Mesela, davul çalgıdır. Davulu sofra gibi kullanıp, üzerinde yemek yense, davul çalma günahı olmaz. Çalgı olarak kullanılmış sayılmaz. Davul derisinin günahı olmaz, onu çalgı olarak kullanmak günahtır. Davulu su kırbası olarak, su tulumu olarak kullanmak günah değildir. İçki konmuş bir şişe, yıkanıp su konsa hiç mahzuru olmaz. Bunun gibi, zurnalar birbirine bağlanıp su akıtılsa içilen suya mizmar, çalgı karışmış olmaz. Radyolarda hiç müzik çalınmasa ve dine aykırı şey yapılmasa, radyonun, hoparlörün suçu ne ki? Dine uygun şeyler, dinî bilgiler verilse, gayet uygundur, günah değildir. Bunun için din kitaplarımızda da şöyle bildiriliyor: İslam âlimleri fennin bulduklarını hep iyi karşılamıştır. Radyo, televizyon ve hoparlörle, her yerde faydalı yayınlar yapılması sevabdır, fakat ibadetleri, hoparlörle yapmak caiz değildir. (S. Ebediyye) 73 FIRKA HADİSİ Sual: (Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, biri Cennete, doğru yoldan ayrılan 72'si ise Cehenneme gidecek) hadis-i şerifi için, (Bu, istismara çok açık bir sözdür. Buna göre, her fırka kendisinin kurtulan fırka olduğunu iddia eder) deniyor. Böyle söylemek uygun mu? CEVAP: Hadis-i şerif için öyle söylemek çok çirkindir. Herkes zaten kendi fırkasının kurtulan fırka olduğunu iddia etmese o fırkada bulunmaz. Aynı manada âyet-i kerime de vardır: (Her fırka, doğru yolda olduğunu sanarak sevinmektedir.) [Müminun 53, Rum 32] Yukarıdaki hadis-i şerifin devamında, (Kurtuluş fırkasında olanlar, benim ve Eshabımın gittiği yolda bulunanlardır) buyurulmuştur. İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki: Peygamber efendimiz, kendini söyledikten sonra, Eshab-ı kiramı da söylemesine lüzum olmadığı hâlde, bunları da söylemesi, (Benim yolum, Eshabımın gittiği yoldur. Kurtuluş yolu, yalnız Eshabımın gittiği yoldur) demektir. Eshab-ı kiramın yolunda giden, elbette Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasıdır. Cehennemden kurtulan fırka, yalnız bunlardır. (1/80) > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Resulullah'ı övmek ibadettir
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Mevlid okumak bid'at midir? CEVAP: Selefi denilenler, Resulullah efendimizi öven ve ondan şefaat isteyen Müslümanlara müşrik damgasını basıyorlar. Bunu açıkça söyleyemedikleri için, mevlide bid'at diyorlar. Resulullah'ı övmek bid'at olmaz. Bu övgüden ancak Allahü teâlâyı sevmeyen rahatsız olur, çünkü Allahü teâlâ onu övmekte, (Resulüm biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik) buyurmaktadır. (Enbiya 107) Erkek kadın karışık olmadan, çalgı, müzik ve başka haram karıştırmadan Allah rızası için okumak, salevat-ı şerife getirmek, tatlı şeyler yedirip içirmek, hayrat ve hasenat yapmak, böylece o gecenin şükrünü yerine getirmek müstehabdır. (Ni'met-ül kübrâ, Hadika, M. Nasihat) MEVLİD OKUMAK İBADETTİR Sual: İmam-ı Şa'rani'nin ve İbni Âbidin'in mevlid okutmaya bid'at dediği doğru mu? CEVAP: Hayır, doğru değildir. Bu, Selefîlerin uydurmasıdır. Bu iki zat, dine aykırı olarak yapılanlara ve bid'at karıştırılanlara bid'at demişlerdir. İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki: Minarede yakılmak için yağ adamak bâtıldır. Seyyid Abdülkadir'e yağ adarlar da, minarenin doğu tarafına yakılır. Bundan daha çirkini de, minarelerde mevlid okutmayı nezrederler. Hâlbuki bu mevlide çalgı katıyorlar, şarkı ve oyun gibi şeyler karıştırıyorlar. (Redd-ül muhtar) Demek ki, o günkü mevlidlerde de, bugünkü bazı mevlidlerde olduğu gibi teganni ve uygunsuz şeyler varmış. Onun için bu iki büyük âlime isnat edilen yazılarda, mevlid kötülenmiyor, mevlid cemiyetlerinde işlenen haramlar kötüleniyor. Bugün de mevlidlere bid'at karıştırılıyor. Kadın erkek beraber oturup dinliyorlar. (Böyle mevlid okumak uygun değil) demek, mevlidin kendisi kötü anlamına gelmez. Mevlid, Resulullah efendimizi övmektir. Resulullah'ı övmek ise ibadettir, fakat Selefîler bu övmeye bid'at demektedir. MEVLİD KANDİLİ İÇİN ORUÇ Sual: Mevlid Kandili için oruç tutulur mu? CEVAP: Mevlid Kandili, Resulullah'ın doğum günüdür. Peygamber efendimiz, pazartesi günü oruç tutardı. Sebebi sorulunca, (Bugün dünyaya geldim. Şükür için oruç tutuyorum) buyurdu. (Müslim) Bu yıl, isteyen, perşembe günü oruç tutmalı. Çarşamba da tutulursa daha iyi olur.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Farzla haram, sünnetle mekruh veya vacible mekruh çakışırsa ne yapmak gerekir? CEVAP: Maddeler hâlinde bildirelim: 1- Farzla haram çakışınca, haram işlememek için, farz tehir edilir veya yerine göre terk edilir. Çünkü haramdan kaçmak, farzı yapmaktan önce gelir. Hadis-i şerifte, (Ufacık bir günahtan kaçınmak, bütün cin ve insanların ibadetleri toplamından daha iyidir) buyuruldu. Haramdan kaçmanın sevabı, farzları yapmanın sevabından daha fazladır. Haram işleyerek farz yapılmaz. Farzla haram bir araya gelince, yani farzı işlerken haram işlemek mecburiyeti olunca, haram işlememek için farz tehir edilir. Birkaç örnek verelim: a) Üstünde çok necaset bulunan kimsenin, avret yerini açmadan veya başka bir sebeple necaseti temizlemesi mümkün değilse, başka elbisesi de yoksa o hâliyle kılar, çıplak kılmaz. Sonra temiz elbise bulsa, o namazı iade eder. Böyle güç durumlarda, necaseti temizlemenin farz olmadığı Malikî mezhebi taklit edilirse, mesele kalmaz. Necaseti temizleme imkânı olsa, ama yanında yabancılar varsa, temizlemeden namazını kılar. Çünkü başkalarının yanında avret yerini açmak yasak, necaseti temizlemekse emirdir. Emirle yasak bir araya gelince yasaktan kaçılır, yani avret yeri açılmaz. b) Zengin olan bir kadının, hacca gitmesi farzdır. Hacca yalnız gitmesiyse haramdır. Mahremi bulunmadığı müddetçe, haram işleyerek, yalnız başına hacca gidemez. Farzı tehir eder. Sonra da gidemezse, (Ben ölene kadar hacca gidemezsem, yerime vekil gönderilsin) diye vasiyet eder. 2- Vacible tahrimen mekruh çakışınca, vacib tehir veya terk edilir. İki örnek: a) Secde-i tilavet vacibdir; fakat kerahat vaktinde yapılması caiz olmaz. b) Secde-i sehv yapmak vacibdir. İkindi namazını kerahat vaktine bırakan kimse, ikindiyi kılarken secde-i sehvi gerektiren bir şey yapsa, mekruh vakit girdiği için secde-i sehv yapmaz. Tahrimen mekruh işlememek için vacib terk edilir. 3- Mekruhtan kaçmak, sünneti yapmaktan önce gelir. Mekruh işleyerek sünnet yapılmaz. Birkaç örnek verelim: a) Cemaatle namaz kılmak sünnettir. Takkesiz namaz kılmak mekruhtur. Takkesi olmayan, cemaate uymaz. Takkeyi bulup yalnız kılması, takkesiz olarak cemaatle kılmaktan evladır. (Devamı var) > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Haramla helal çakışırsa -2-
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
b) Cemaatle namaz kılınırken, sünnete başlamak mekruhtur. Sabah namazının sünnetini kılmamış olan, sünneti kılınca cemaate yetişemeyeceğini anlarsa, sünneti kılmaz. Hemen imama uyar. Cemaate son oturuşta olsun yetişeceğini anlarsa, sünneti caminin dışında, giriş kısmındaki bölümde veya direk arkasında çabuk kılar. Böyle yer yoksa sünneti kılmaz, çünkü cemaatle kılınırken, nafile kılmak mekruhtur. Mekruh işlememek için sünnet terk edilir. c) Aşûre günü oruç tutmak sünnettir. Ancak Yahudilere benzememek için, yalnız Aşure günü oruç tutmak mekruh olur. Muharrem ayının 9. ile 10. veya 10. ile 11. günleri birlikte tutulursa mekruh olmaz. ç) Bir işe sünnet ve mekruh denmişse o işi yapmamak gerekir. Mesela, teşehhütte parmak kaldırmak hususunda, farklı rivayetlerde sünnet, mekruh, hatta haram bile denmiştir. O hâlde, sünnet veya mekruh denildiği için teşehhütte parmak kaldırılmamalıdır. d) Sarık sarmak ve entari giymek, sünnet-i zevaiddir. Bunları giyip sokakta gezmek fitneye sebep olacaksa sokakta giyilmez, çünkü fitneye sebep olmak haramdır. Mekruhla sünnet çakışınca bile, sünnet terk edilirken, haramla sünnet çakışınca, haram işlememek için sünnet elbette terk edilir. KÖPEK, NECASET VE ABDEST Sual: Hanefî ve Şâfiî'de köpeğe dokunmak abdesti bozar mı? Salyası ve kılları necis midir? CEVAP: Hanefî mezhebinde, köpeğe dokunmak abdesti bozmaz. Köpeğin salyası necis, kılları temizdir. Suya girerek veya yağmurdan ıslanan köpek silkinince üstümüze sıçrayan sular, necis değildir. Şâfiî mezhebinde de, köpeğe dokunmak abdesti bozmaz. Köpeğin kılları yaşken dokunursa veya köpeğin salyası üstümüze bulaşırsa, o yeri; biri çamurlu su olmak üzere, yedi kere temiz suyla yıkamak gerekir. BOZUK PARA Sual: Bir müşteriye sattığım ürünlerin fiyatlarını toplayınca, toplamı küsuratlı çıkıyor. Bozuk paralarla uğraşmamak için, biraz az söylemenin, mesela toplamı 6,05 lira ederse, (6 lira ver, yeter) demenin mahzuru olur mu? CEVAP: Mahzuru olmaz. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (İctihadla farz veya haram diye bir hüküm çıkarılamayacağı gibi, ictihadlarla hâsıl olan İcma'a da uymak gerekmez) sözü doğru mudur? CEVAP: Hayır, çok yanlıştır. İctihad da, İcma da dinin emridir. Allahü teâlâ da, Resulü de, âlimleri övmüş, müctehid âlimlere ictihad etmeyi, Müslümanların da onlara uymalarını emretmiştir. Bu emre uyarak müctehid âlimler, Nasslarda [âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde] açıkça bildirilmeyen hususları açıklayarak ictihad etmişlerdir. Kıyas ve İctihad, Nassların manasını açığa çıkarır, emirleri arttırmaz. (M. Rabbanî 1/186) İctihad, Resulullah'ın bildirmediği şeyleri bulup bildirmek değil, Nasslardaki kapalı yerleri anlayıp meydana çıkarmaktır. İctihadla anlaşılan farzlara da önem vermeyen, aklına uyup müctehidin hükmünü beğenmeyen kâfir olur. (S. Ebediyye) Nasslarda açıkça bildirilmediği hâlde, mezhep imamlarının helal, haram, farz, vacib olarak bildirdikleri hükümler vardır. Nasslardan işaret bulmadıkça, bunları bildirmezler. (F. Bilgiler) Kitab, Sünnet ve İcma ile açıkça bildirilen farzlara inanmayan kâfir olur. (Halebi-i kebir) Eshab-ı kiramın söz birliğine İcma denir. Bir şeyi, Eshab-ı kiram söz birliğiyle bildirmediyse Tâbiînin söz birliği bu şey için İcma olur. Tâbiîn de bu şeyi söz birliğiyle bildirmediyse Tebe-i Tâbiînin söz birliğiyle bildirmeleri İcma olur. (S. Ebediyye) Bunlar gibi, dört mezhebin söz birliğiyle bildirmesi de İcma olur. İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki: Bir hüküm üzerinde, dört mezhebin ictihadları arasında hâsıl olan İcma'a inanmayan da kâfir olur. (M. Rabbanî 2/36) Dört mezhebin İcma ile bildirdiği ve her memlekete yayılmış olan bir hükmü kabul etmeyen kâfir olur. (İbni Âbidin) Görüldüğü gibi, İctihadla anlaşılan farzlara ve haramlara da uymak gerektiği, hatta söz birliğiyle bildirilen İctihadı yani İcma'ı inkâr edenin kâfir olacağı, bu vesikalarda açıkça bildirilmiştir. EN KÖTÜ ZİYAFET Sual: Sadece zenginlerin, makam ve mevki sahibi kimselerin bulunduğu davete gitmekte mahzur var mıdır? CEVAP: Hepsi böyle kimseler ise, içinde fakirler, garibanlar yoksa o davete gitmemelidir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Yemeklerin en kötüsü, zenginlerin davet edilip, fakirlerin davet edilmediği ziyafetteki yemeklerdir.) [Buharî] > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: İmanın muhafazası çok zorlaştı. Allah korusun, insan, yanlış bir söz söyler, yanlış bir iş yapar veya bozuk bir şeye inanırsa, küfre düşer, mürted olur. O ana kadar yaptığı bütün ibadetlerin sevabı yok olur, iman gidince nikâhı da gider. İmanı kaybetmek, akıl almaz bir felakettir. Kişi, bu duruma düştüğünü bilmeli ki, o hâlden kurtulmaya çalışsın. Çoğu bunu bilmez, farkında bile olmaz. (Şirkten sakının! Şirk, karıncanın ayak sesinden daha gizlidir) hadis-i şerifi, şirke girenin bunu kolayca anlayamayacağına işarettir. İmansız ölmek, sonsuz Cehennemlik olmak demektir. Sonsuzun ne olduğunu düşünebiliyor muyuz? Birine, bir odada 50 yıl kalma cezası verilse, orada başka hiç ceza verilmese de insan çıldırır. İşte bu yüzden küfre düşmemek için, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından, imana zarar verecek sözleri, işleri ve büyük günahları, kalb hastalıklarını, yani dinimizi iyi öğrenmeliyiz. Bu hususlar İslam Ahlâkı kitabında çok güzel anlatılmaktadır. Bütün ibadetler, sevablar, müjdeler, imanlı olanlara mahsustur. İman giderse, her şey biter. Onun için Seyyid Abdülhakim Arvasî hazretleri, (Allahü teâlâ, bir kuluna iman verdiyse, ona ne vermedi ki? Ona iman vermediyse, başka ne verdi ki?) buyururmuş. Bu yüzden, küfre girmekten çok korkmalıyız. Günümüzün insanına verilecek en güzel hediye, güleryüz, tatlı dildir. Herkesin buna ihtiyacı var. Güleryüz ve tatlı dil, zamanın cihadı ve başarının sırrıdır. Öfkelenmemeli, hiç sertlik göstermemeli. Günümüzde herkes sanki öfke küpü. Geçimsizlikler, cinayetler, ailedeki bütün sıkıntılar hep bundandır. Emanetçi neyse, biz de dünyada oyuz. Mal, beden, ilim, evlat, hâsılı her şey, birer emanettir. Bu emanetlere ihanet etmek, onları felakete atmaktır. Cenab-ı Hakk'ın emanet olarak verdiği bedeni, Onun emrettiği yerlerde ve güzel kullanmalı. Para emanet etmişse, kötü yerde değil, hayırlı yerde harcamalı. İlim vermişse, Allah yolunda kullanmalı. İlmi, parayı hapsetmemeli; hapsetmek, kenz olur. Kenz edeni yani hapsedeni, Cenab-ı Hak sevmiyor. Evlat emanetine İslam terbiyesi vermeli. Kendi elimizle, onları ateşe atmamalıyız. Hanım da emanettir, onu üzmemeli ve günahtan korumalı. Elden geldiği kadar ibadetleri ihlâsla yapmaya ve insanları sevindirmeye çalışmalı ki, emanetleri korumuş olalım. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Âhiret, dünyanın zıttıdır. Dünya sıkıntı, âhiret ferahlık yeridir. Cennette gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, akıl almaz nimetler vardır. Dünyada zevk sefa düşkünü olan, âhirette bunlardan mahrum kalacaktır. Dünyada Allahü teâlâdan korkmayan, âhirette çok korkacaktır. Dünya geçici, âhiret ise sonsuzdur. İnsan, ya dünyayı, ya âhireti tercih eder. Dünyayı tercih eden, âhireti terk edip de yalnız dünyaya bağlanmışsa, sadece dünyayı elde etmek için çalışıyorsa, yalnız dünyaya tapıyorsa, onun her şeyi bitmiştir. Hâlbuki âhireti terk etmeden, nefsine aldandığı için dünyaya da meyleden müminin kurtulma ümidi vardır. Dünyanın kendisi değil, sevgisi kötüdür. Bir kalbde iki sevgi olmaz. Bir insan, aynı anda iki yere, mesela hem Mekke'ye, hem de Paris'e gidemez. İnsan, ya âhiret veya dünya yolcusudur. Âhiret yolcusu olan, en büyük günahları işlese de, pişman olup tevbe ederse, Allahü teâlâ affeder. Tevbe etmeden ölürse, yine affa ve şefaate kavuşabilir. Kavuşamasa da, ölüm, kabir, mahşer ve nihayet Cehennem sıkıntısıyla affedilir. Çünkü imanı vardır. Dünyayı tercih edip, âhireti tamamen bırakır da, kâfir olarak ölürse, artık onun kurtuluş ümidi kalmaz. İnsanlara, Allah'ı ve Resulünü tanıtmak, âhireti hatırlatmak, doğru kitap vererek İslamiyet'i anlatmak gerekir. İbadet ancak imanı olanlara farz olur. İmansıza ibadet farz olmaz. Bu yüzden, en fazla üzerinde durulacak husus imandır. Esas kök odur. Dal, budak ve meyve, yani ibadetler daha sonra gelir. İbadetler muhakkak lazımdır, ama iman, yani kök yoksa, ağaç zaten olmaz. Bunun için Seyyid Abdülhakim Arvasî hazretleri, (Bizim asıl derdimiz, esas maksadımız imanı muhafazadır. Küfür, Ceyhun Nehri gibi akıyor. Ancak, şiddetli bir selin, bir çınarın kovuğuna girmiş saman çöpünü götüremediği gibi, İmam-ı Rabbanî hazretleri gibi bir büyüğün, böyle yüce bir çınarın kovuğuna sığınan Müslümanları götüremez, onlar kurtulmuştur. Yoksa bu sele karşı koymak, bu selden kurtulmak mümkün olmaz) buyurmuştur. Bu büyükleri tanıyan, seven, kitaplarına yapışan, bir kitabını ele geçiren, küfür selinin sürükleyip götürmesinden kurtulabilir. Bu yüzden, onların kitaplarını her yere ulaştırarak, hem bizzat kendimizin, hem de birçok insanın kurtulmasına çalışmalıyız. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Bir arkadaş, denizde boğularak şehid olmanın sevabının büyük olduğunu bildiği için suda, denizde boğularak ölmem için bana dua ediyormuş. Yüzüme karşı da, (İnşallah denizde boğulursun) dedi. Böyle dua etmek uygun mudur? CEVAP: Şehid olarak ölmek elbette çok iyidir. (Şehid olasın!) diye dua etmek de iyidir, fakat (Denizde boğularak öl!) diye dua etmek doğru değildir. Bir insanı yılan soksa, vahşi hayvanlar parçalayıp öldürse şehid olur. Ona, (Seni yılanlar soksun, aslanlar parçalasın) diye dua etmek çok yanlıştır. Trafik kazasında beyni parçalanarak ölen de şehid olur, ama (Sen bu şekilde öl!) diye dua edilir mi hiç? Donarak veya ateşte yanarak ölen de şehid olur, ama birine (Böyle öl!) diye dua etmek, beddua olur. Denizde boğularak ölmek, acı bir ölümdür. Onun için Aziz Mahmut Hüdayi hazretleri, (Bana bir Fatiha okuyan, denizde, suda boğulmaktan kurtulsun) diye dua ediyor. Yani o kimsenin şehid olmasını istemiyor mu? Peygamber efendimiz de buyuruyor ki: (Gemiye binen kimse, Besmele çekerek, Hud suresinin 41. âyet-i kerimesini okursa, boğulmaktan emin olur.) [Taberanî] Yine bir hadis-i şerifte, gemiye binince, Zümer suresinin 67. âyet-i kerimesini okuyanın boğulmaktan emin olacağı bildirilmiştir. (Kurtubî) Suda, denizde boğulmak için dua etmek uygun olsaydı, Peygamber efendimiz, (Şu duayı okuyun, suda boğulun) derdi. Hâlbuki boğulmamak için dua edilmesini bildiriyor. İnsan yatağında rahatça ölse de yine şehid olabilir. Yatağında şehid olarak ölmek için dua etmelidir. İYİ ARKADAŞ Sual: Bir gazete köşesinde, (İyi arkadaş yoktur, henüz size kötülük yapmamış arkadaş vardır) diye bir söz yazıldı. Bu söz doğru mudur? CEVAP: Doğru değildir. (İnsanlara karşı dikkatli olmak gerekir) anlamında söyleniyorsa da, (İyi insan, iyi arkadaş yoktur) denmez. Dikkatli olmak gerektiğini başka şekilde ifade etmelidir. İyi insan, iyi arkadaş, doğru iman edip, günahlardan sakınan, ibadetlerini yapan salih Müslüman demektir. Peygamberlerin, evliya zatların ve salihlerin hepsi iyi insanlardır. Eshab-ı kiram, Resulullah'ın arkadaşlarıydı, hepsi de iyiydi, hepsi de Cennetlikti. (İyi arkadaş yok) demek, çok yanlış bir şeydir. (İyi arkadaş bulmak zordur) denebilir, ama (Hiç yoktur) denmez. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Sahabenin hepsi müctehiddir
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Kur'anda, (Âlimlere uyun!) buyuruluyor. Ayrıca Eshab-ı kiramdan Allah'ın razı olduğu, hepsinin Cennetlik olduğu bildiriliyor. Peygamberimiz de, onlara uyanın hidayete kavuşacağını bildiriyor. Âlim olmayana, müctehid olmayana uyulur mu? Buradan da sahabenin tamamının müctehid olduğu anlaşılmıyor mu? CEVAP: Elbette, hepsi müctehiddir. Sekiz muhaddisin [hadis âliminin] bildirdiği bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Eshabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidayete erersiniz.) [Taberanî, Beyhekî, İbni Asakir, Hatîb, Deylemî, Darimî, İ. Münavî, İbni Adiy] Bu kadar hadis âliminin bildirdiği bir hadis-i şerifi bir kalemde silebilmek için, süper mezhepsiz olmak gerekir. Eshab-ı kiramın her biri müctehid ve mezhep imamıydı. (Mizan, Hadika) İbni Hacer-i Mekkî hazretleri buyurdu ki: Eshab-ı kiramın nail oldukları yüksek şereflere başka hiç kimse kavuşamaz. O şereflerden biri şudur: Resulullah'ın mübarek nazarları onlara işlemiş ve hepsine manevi imdatla yardım etmiştir. Bu özellik, bunlardan başkasında bulunmuyor. Bunların üstünlüklerine, geniş ilimlerine, Resulullah'tan aldıkları hakikat mirasına, sonra gelenlerden hiçbiri kavuşamadı. Hepsi âdil, salih, veli, âlim ve müctehiddi. Kur'an-ı kerimde, (Allah onların hepsinden razıdır) buyuruldu. Onlardan birini kusurlu bilmek, bu âyet-i kerimeye inanmamak olur. (Savaik-ul-muhrika) İmam-ı Busayrî hazretleri buyuruyor ki: Eshab-ı kiramın hepsi de ictihad sahibiydi. Allahü teâlâ hepsinden razıydı, onlar da Allah'tan razıydı. (Kaside-i hemziye) İmam-ı Şafiî, Risale-i kadime'de, (Eshab-ı kiram ilim, ictihad ve akılca hepimizden üstündür) buyurdu. (Mizan) Sahabeyi kötülemek haramdır, çünkü hepsi müctehiddir. (M. Çihar Yâr-i Güzîn) Sehl bin Abdullah Tüstürî hazretleri buyuruyor ki: Sahabenin hepsini büyük bilmeyen, Resulullah'a iman etmiş olmaz. (Redd-i revafıd) İmam-ı Teftazanî hazretleri buyurdu ki: Sahabeye dil uzatanın sözü, Kur'an ve hadislere uygun değilse kâfir olur. Uygunsa büyük günaha girer, bid'at sahibi olur. (Şerh-i akaid) İmam-ı a'zam, İmam-ı Mâlik gibi büyük din imamları, Sahabe-i kiramdan her birinin sözlerini, hareketlerini, işlerini hüccet ve senet olarak almışlardır. Müctehid olmayanın sözleri senet olarak alınmaz. (Devamı var) > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Sahabenin hepsi müctehiddir -2-
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki: Eshab-ı kiram, sohbette, daha ilk günde, öyle şeylere kavuştu ki, sonra gelen en büyük evliya, en nihayette, ancak, bundan bir parçaya kavuşabildi. İşte bunun içindir ki, Vahşi, Hazret-i Hamza'yı şehit etmişken, Müslüman olunca, bir kerecik sohbetle şereflendiği için, Tâbiinin en üstünü olan Veysel Karani'den daha üstün oldu, çünkü sohbetin fazileti, bütün faziletlerin ve kemâllerin üstündedir. (1/66, 1/210) Muhammed Masum Farukî hazretleri buyuruyor ki: Eshab-ı kiramın hepsi fena fillah [Evliya] makamına yükselmiştir. Bu marifete [bu dereceye] kavuşanlara müjdeler olsun! (2/6) Eshab-ı kiram sohbette bulundukları için, hepsi Cennetlik olmuştur. Hepsi de, peygamberler hariç bütün insanlardan üstündür. Üç hadis-i şerif meali de şöyledir: (Eshabım, cin ve insanların hepsinden daha üstündür.) [Bezzar] (Eshabımdan herhangi birine uyan, Allahü teâlânın sevgisine kavuşur.) [Beyhekî] (İnsanların en hayırlısı, asrımdaki Müslümanlar [Eshab-ı kiram]dır.) [Buharî] Meşhur bir beyit şöyledir: Âlimin bir nazarı, bulunmaz hazinedir, Bir sohbeti, yıllarca, bitmez kütüphanedir. Âlimin bir nazarı bir hazine olursa, Resulullah'ın mübarek nazarının, sohbetinin ne büyük servet olacağını düşünmelidir. NAMAZ KILANI ÖPMEK Sual: Namaz kılarken eşim beni öpse namazım bozulur mu? CEVAP: Eş denince kadın mı erkek mi olduğu anlaşılmıyor. Karıya da, kocaya da eş deniyor. Kadın mı kocasını öpüyor, yoksa kocası mı hanımını öpüyor? Şehvet hâsıl olmasa da, kocası tarafından öpülen kadının namazı bozulur, fakat şehvetlenmedikçe karısı tarafından öpülen kocanın namazı bozulmaz. Şehvetlenirse, onun da bozulur, ancak namaz kılan öpülmez, çünkü öperek namazı bozdurmak haramdır. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Tasavvuf nedir? CEVAP: Tasavvuf, dinin emrine uygun yaşamaktır, fakat bunu âlimler değişik tarif etmişlerdir. Bazı tarifler şöyledir: Herkese ihsan etmek kapısıdır tasavvuf, Vefa ve fedakârlık yapısıdır tasavvuf. Tasavvuf, hakikate sımsıkı bağlanmaktır, İlahi aşka düşüp ciğeri dağlanmaktır. Tasavvuf, zehir bilip günahtan sakınmaktır, Edebini her yerde, her zaman takınmaktır. Tasavvuf, evliyalık ve keramet satmamaktır. Verdiği sözde durup, çamura yatmamaktır. Tasavvuf, hocasına suizan etmemektir, Eşine, kardeşine asla kin gütmemektir. Tasavvuf, temiz, helâl lokmayla beslenmektir, Dinin övdüğü güzel ahlâkla süslenmektir. Tasavvuf, görevine zamanında gelmektir, Daha ölmeden önce, ölmesini bilmektir. Tasavvuf, büyüklerin yolunu izlemektir, Duyulan ayıpları, sırları gizlemektir. Tasavvuf, boş zamanı bir ganimet bilmektir, Ehl-i sünnet olmayı, büyük nimet bilmektir. Tasavvuf, hiç kimseye asla yük olmamaktır, Zorluklara katlanmak, sabredip yılmamaktır. Tasavvuf, Hakk'ın yanan mumudur, ışığıdır, Tasavvufu yaşayan, gerçek hak âşığıdır. Tasavvuf hâl işidir, ancak yaşayan bilir, Aşkın ağır yükünü, onu taşıyan bilir. Tasavvuf, istenilen güzel huyun başıdır, Hayrı şerden ayıran, sağlam mihenk taşıdır. Tasavvuf, aşk ateşinin sönmeyen közüdür, İlmin, ihlâsın, zühdün ve takvanın özüdür. Tasavvuf, sapıklardan uzaklara kaçmaktır, Allah adamlarına kucağını açmaktır. Tasavvuf, dine uymak için belli sebeptir, Güzel ahlak demektir, baştan başa edeptir. Tasavvuf, Rabbimizin kaderine rızadır, Nefsimizi terbiye, ona uygun cezadır. Tasavvuf, hiç tavizsiz tâbi olmaktır dine, Kılavuz edinmektir büyükleri kendine. Tasavvuf, yalnız kendi kusurunu görmektir, Sevgidir, cömertliktir, ta gönülden vermektir, Tasavvuf ehli, uzak durur kötü ahlaktan, Çok çekinip sakınır, her an haktan, hukuktan. Sofi, hep çile çekip meyvesini oldurur, Güzel huyları ile heybesini doldurur. Tasavvuf, tamamıyla gerçek İslamiyet'tir, Kayıtsız ve şartsız Allah'a teslimiyettir. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
31.01.2013
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Maide sûresinin, (Yeminin kefareti, ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on düşkünü yedirmek veya giydirmek yahut bir köle azat etmektir. Bunları yapamayan üç gün oruç tutar. Yeminlerinizin kefareti budur) mealindeki 89. âyetinde bildirilen yedirmenin veya giydirmenin kıymeti, fakire verilemez mi? CEVAP: Fıkıh kitaplarımızda deniyor ki: Sarık ve mest vermek, elbise olarak caiz olmaz. Yemek bedeli olarak caiz olur. Şayet her fakire birer sarık verilir, bu da gömlek veya uzun don olmaya müsait olursa caiz olur, değilse elbise olarak caiz olmaz, fakat kıymeti bir fıtra miktarı olursa, yemeğe bedel olarak caiz olur. On fakire bir elbise verilse, bunun kıymeti, her fakire verilecek bir elbise bedelinden fazla bile olsa, bu, elbise yerine caiz olmaz. Ancak, yemek yerine olur. Yemin kefareti için eski bir elbise verilse fakat yeni elbisenin dayandığı müddetin yarısından az zaman dayansa bu caiz olmaz, fazla dayanırsa caiz olur. Kıymetinin ucuz veya pahalı olması hükmü değiştirmez. Bir kimse bir fakire, bir defada on elbise verse, yemekte olduğu gibi bu da caiz olmaz. On fakire bir hayvan verse, kıymeti on elbiseye veya on yemeğe bedel olsa, kıymeti itibarıyla, elbiseden bedel caiz olur. Verilen dirhemler de [gümüş paralar da] böyledir, yani kıymeti, elbiseye değil de, yemeğe bedel olursa caiz olur. (F. Hindiyye) Yemin kefareti için, bir köle azat etmek veya on fakiri sabah akşam doyurmak yahut on fakire orta halli insanlara elverişli, üç aydan fazla dayanacak ve bedenin çoğunu örtecek bir kat elbise vermek gerekir. Elbise yerine yalnız don caiz olmaz. Ancak donun kıymeti sabah akşam bir fakiri doyuracak kadar yani bir fıtra miktarı değerde olursa, kıymeti itibarıyla caiz olur. (Dürr-ül-muhtar) Tefsirlerde ve fıkıh kitaplarında sirke, zeytinyağı, başa giyilen sarık, peynir gibi maddelerin de verilebileceği yazılıdır. (Kurtubî) Yemin kefareti olarak, on fakire bir kere veya bir fakire on gün, her gün bir kere yarım sa' buğday, un veya ekmek yahut bu değerde başka mal, altın, gümüş para temlik etmek [vermek] de olur. [Bir fıtra değerinden aşağı olmamak şartıyla] kumaş, havlu, mendil, çorap, et, pirinç, çamaşır, terlik, ilaç veya din, fen, ahlak kitabı verilebilir. (S. Ebediyye) > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Allahü teâlâ, dinimize uyanlara yardım eder. Bunu Kur'an-ı kerimde yeminle bildiriyor. (Eğer siz Allah'ın dinine uyup, yardım ederseniz, O da size yardım eder) buyuruyor. Ehl-i sünnet âlimleri, medrese, cami, dinî neşriyat ve fakir fukaraya, hayır hasenat yaparlardı. O büyüklerin yolunda dine hizmet edenlere de, Allah muhakkak yardım eder. Demek ki, Allahü teâlânın yardım etmesinin birinci sebebi, dinimize uymak, haramlardan sakınıp farzları yapmak; ikincisi de Onun kullarına iyilik etmektir. Abdülvehhâb-ı Şa'râni hazretleri anlatır: (Bir gün evde otururken, bizim hanımın birden her yeri felç oldu. Hiçbir yeri kıpırdamıyordu. Ağrısı, sızısı öyle çoktu ki, ölecek duruma gelmişti. Ne yapacağımı bilemedim, şaşırıp kaldım. Kayınvalidem, çocuklar, üzüntüden kendilerini yerden yere atıyorlardı. Tabiî çok üzüldüm, çok korktum. O anda, (İçerideki odada bir duvar yarığı var, orada bir böcek, bir sineği rahatsız ediyor, öldürecek, yiyecek. Git o sineği kurtar! Biz de seni kurtaralım) diye bir ses duydum. Koşa koşa o odaya gittim. Hakikaten duvarın yarığında bir böcek, bir sineği yakalamış, öldürecekti. İkisini bir çubukla ayırdım, sinek uçarak kaçtı. İçeri geldim, hanım ayağa kalkıyordu. Bir anda iyileşmişti. Bunun üzerine, (Kim benim bir mahlûkumu sıkıntıdan kurtarırsa, biz de onu sıkıntıdan kurtarırız) diye bir ses daha duydum. Dolayısıyla, sineğe bile yapılsa, zerre kadar iyilik kaybolmaz. Ya bu yardım edilen, gariban bir insansa, daha kıymetli olur. (En hayırlı kimse, insanlara faydalı olandır) hadis-i şerifi bunu bildiriyor. Tabiî faydalı olmanın da, azı var, çoğu var. Merhum hocamız, (En faydalı iyilik, birini Cehennemden kurtarmaktır) buyururdu. Biri ateşte yanacaksa, ona apartman, elbise verilse ne faydası olur? Zaten hepimiz bir rüyada yaşıyoruz. Ölünce bu rüya bitecektir. (İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar) hadis-i şerifi bunu bildiriyor. Ölünce geriye hiçbir şey kalmaz. İnsan doğarken neyse, ölürken de öyledir. Sadece sarılan bezin adı değişiyor. Birine kundak bezi, diğerine kefen bezi deniyor... > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Ubeydullah-i Ahrar hazretlerine, bu makama nasıl kavuştuğu sorulunca buyurur ki: (Yalnız, Allahü teâlânın kullarına iyilik etmekle kavuştum. Benim bir huyum var. Herkese yardım ederim. Her zaman birini ziyaret edip duasını almaya çalışırım. Aksini yapmak elimde değil. Bir zaman, medresede dört arkadaş kalıyorduk. Benden başka hepsi bulaşıcı ve çok kötü bir hastalığa yakalandı. Herkes hattâ doktor bana, "O odada kalma, hastalık sana da bulaşır!" dedi. Onlara, "Ölürüm de yine çıkmam, onlar benim arkadaşım, bulaşırsa bulaşsın" dedim. Onların yemeğini, suyunu veriyor, her türlü hizmetlerini görüyordum. Nihayet bir gece hastalığın bana da bulaştığını anladım. Sabah kalkınca da kendimi iyileşmiş ve nura gark olmuş buldum, çok şükrettim. Allahü teâlâ her şeye kâdir, hepimiz sapasağlam ayağa kalktık, iyileştik.) Her şey tıpla hâllolmaz. Bazen de böyle, Allahü teâlâ bir (Kün=Ol) der, o şey hemen oluverir. Sadece Cenab-ı Hakk'a güvenene Allahü teâlâ yardım eder. Başkasına güvenenin işini ise onlara bırakır. Bir fakir, zengin birinin kapısına gelir. (Efendim, kaç gündür açım, bir lokma ekmek!) der. Zengin kızar, hakaret eder, kapıyı yüzüne çarpar. Fakir neye uğradığını şaşırır. (Vermeyebilir, ama bu hakaret, bu azarlama niye?) der. Çok ağırına gider. Karşıya geçip bir yere oturur, hüngür hüngür ağlar. O sırada oradan geçen bir âmâ, bunun sesini duyar. Sebebini sorunca fakir, olanları anlatır. Âmâ ona, (Gir koluma, bizim burada bir gecekondumuz var. Orada ne varsa beraber yeriz) der. Eve gelirler, karınlarını doyururlar. Âmâ, (Burada yatacak yer de var. Ye, iç, yat! Sen benim misafirimsin) der. Fakir çok duygulanır, kalbinin tam inceldiği bir anda ellerini açar, (Ya Rabbî, bir âmâ kulun, fakir olduğu hâlde bana bu iyilikleri yapıyor, bu kulun bana kapısını açtığı gibi, sen de bunun gözlerini aç!) diye dua eder. O anda âmânın gözleri açılır. Olay duyulunca, o zengin âmâya gelip, (Nasıl oldu bu iş?) der. Âmâ da, (Devlet kuşu ayağına kadar gelmişti, ama sen bu fırsatı kaçırdın. Belki o sana dua etseydi, senin de kalb gözün açılırdı, ama bu nimet bana nasip oldu) der. Kimin duasıyla ne olacağı bilinmez. O hâlde dua almak için fırsatları kaçırmamalıdır. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
En güzel surette yarattık
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Tin sûresinde, insanın ahsen-i takvîm üzere yani en güzel şekilde yaratıldığı bildiriliyor. Kâfir olan insanlar da olduğuna göre, kâfire niye güzel deniyor? CEVAP: Kâfire güzel denmiyor. İnsan, diğer mahlûklara, hayvanlara göre daha mükemmel yaratılmıştır. Hayvanlara verilmeyen akıl ve konuşma kabiliyeti, insanlara verilmiştir. Organlar birbirine uygun şekilde yaratılmıştır. Vücutta ne fazla, ne de eksik bir organ var. Mesela üç kol olsa fazla olur, üç bacak olsa fazla olur, tek kol ve tek bacak olsa eksik olurdu. Buradaki uygunluk ve güzellik, şeklî güzelliktir, imanlı veya imansız olmakla ilgisi yoktur. Her çocuk günahsız doğar, sonra ya mümin veya kâfir olur. Günahsız doğan bir Hristiyan'ın kızı, büyüyüp dünya güzeli olsa, ona çirkin denmez. Kâfir, inanç yönünden çirkindir. Çok güzel bir bıçak yapılsa, o bıçakla insan öldürülse, bıçak yine aynı bıçaktır, zararlı işte kullanılmıştır. Günahsız doğup dünya güzeli olan kız da, kâfirliği seçmişse, yanlış iş yapmış olur. Sonsuz azaba maruz kalır. O âyet-i kerimedeki ahsen-i takvîm ifadesi şöyle açıklanmıştır: (Biz insanı ahsen-i takvim üzere yarattık) demek, en güzel surette, boylu boslu, sureti güzel, organların yeri, sayısı en iyi kullanmaya müsait tarzda, kâinatın bütün özelliklerini içine alacak şekilde yarattık demektir. (Beydavî) Ebu Bekir bin Tahir, (İnsan, akılla süslü, ilâhi emri yerine getirebilen, ayırt etme gücü olan bir varlık olarak yaratılmıştır) demiştir. İbni Arabî de, (İnsandan daha güzel bir mahlûk yoktur. Allah, onu canlı; bilgi, kudret, irade sahibi; konuşan; işiten; gören; işini çekip çeviren ve hikmetli bir şekilde davranan bir varlık olarak yaratmıştır. Bütün bunlarsa yüce Rabbin sıfatlarıdır) demiştir. Kimi âlimler de, (İnsan küçük evrendir. Zira yaratılmışlarda bulunan her ne varsa, onda toplanıp bir araya getirilmiştir) demişlerdir. (Kurtubî) İşte bu kadar güzel yaratılıp akılla da süslenen insan, Rabbini inkâr eder, yaratılış gayesini unutursa, o zaman çok aşağı dereceye düşmüş, hatta hayvanlardan bile aşağı olmuş olur. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Resulullah'ın ve Eshab-ı kiramın nefisleri itminana kavuştuğuna göre, (Küçük cihattan döndük, nefsle olan büyük cihada başladık) hadisindeki nefsle olan cihad nedir? CEVAP: İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki: Nefs, mutmainne olunca, kıl kadar azgınlık, taşkınlık yapmaz. İslamiyet'e tam teslim olmuş, her kötülüğü yok olmuştur. Sahibi için kendini yok etmiştir. Böyle olan nefsin İslamiyet'e uymaması imkânsızdır. Nefs Allahü teâlâdan, Allahü teâlâ da ondan razı olunca artık taşkınlık, azgınlık yapamaz. Azgın olandan razı olunmaz. Allahü teâlânın razı olduğu nefs, razı olunmayacak bir şey yapabilir mi? Hadis-i şerifte bildirilen büyük cihad bedene, cesede karşı yapılan cihaddır, çünkü insanın bedeni su, ateş, toprak ve hava gibi birbirine zıt olan dört türlü maddeden yapılmıştır. Her çeşit madde, başka şeyler istemekte ve başka şeylerden kaçmaktadır. İnsanın şehvanî istekleri, bedenden doğmaktadır. Gazap etmesi, istememesi de, bedenden ileri gelmektedir. Bu cihadın sonu olmaz. Nefsin itminana ermesiyle, kalbin vilayet makamına kavuşmasıyla, bu cihad yok olmaz. İnsanda bu cihadın bulunması, çeşitli faydalar sağlamaktadır. Böylece beden temizlenir. Âhirette yüksek derecelere kavuşulur. (2/50) Buradaki büyük cihad, insanın huyunu, İslam ahlâkına uygun şekilde düzeltmeye çalışmasıdır. (Can çıkar huy çıkmaz) sözü doğrudur, huy tamamen yok olmaz, ama terbiye edilebilir. Yani insan İslam ahlâkıyla ahlâklanırsa, huyunu iyi yerde kullanır. Mesela sert mizaçlıysa, bunu olumlu yönde kullanır. Kötülere karşı mücadele eder. Huysuzsa, mutlaka o huysuzluk bir gün çarpar, ya bir kalb kırar veya birine bir hakaret eder, o zaman da kazandıklarının hepsi gider. Kötü huy felakettir. Mesela inat ve kibir kimde varsa çok fenadır. (Ben haklıyım, benim görüşüm doğru) demek ve kendini başkasından üstün görmek kibirdendir. Bunlar kâfirde varsa, Müslüman olmasına engeldir. Müslümanda varsa, son nefeste imansız gitmesine sebep olur. En güzel ahlâk, aşırı uçlardan uzaklaşarak hep orta yolda olmaktır. Her şeyin ortasını bulan, yalnız Resulullah'tır "sallallahü aleyhi ve sellem." Biz ortayı bulamayız, ama ortalamasını bulmaya çalışmalıyız. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Sabah akşam, gece gündüz veya mübarek gün ve gecelerde okunması gereken dualara ne zaman başlanır, ne zamana kadar okunabilir? Mübarek gün ve geceler, ne zaman başlar ne zaman biter? CEVAP: Gündüz, imsak vaktinde başlar, akşam olunca biter. Gece de akşam başlar, imsak vaktinde biter. Mübarek geceler, mesela cuma gecesi, perşembe öğleden itibaren başlar imsak vaktine kadar devam eder. Arefe ve Kurban Bayramı günleri hariç, mübarek günlerin hepsi, bir gün önceki öğle vaktinden başlar, ertesi günkü akşama kadar devam eder. Sabah duası, gece yarısında okunmaya başlanır. Akşam duası ise zevalde yani öğle vaktinde başlar. Akşam veya gece okunamayan tesbih ve dualar, ertesi gün okunabilir. Bir hadis-i şerifte, (Her zaman okuduğu dua veya tesbihi ihmal edip, okumadan yatan, sabah namazından öğleye kadar olan vakit içinde okursa, gece okumuş gibi sevaba kavuşur) buyuruluyor. (Müslim) ALLAH OLMAYANLARA DA VERSİN Sual: ("Allah, olmayanlara da versin" diye dua etmek caiz olmaz, çünkü bu, Allah'ın işine karışmak olur) diyorlar. Böyle dua etmek caiz değil mi? CEVAP: Çok güzel bir duadır. O zaman her dua Allah'ın işine karışmak olur. Mesela, (Ya Rabbî, beni zengin eyle!) veya (Komşuma bir ev nasip et! Bana hayırlı uzun ömür ver, falanca zalimi kahreyle! Bana dünya ve âhiret saadeti nasip eyle!) diye dua etmek ibadettir, Allah'ın işine karışmak olmaz. Resulullah da böyle dualar etmiştir. *** Sual: (Köpek, eve meleklerin girmesine mani olsaydı, herkes evinde köpek besler, böylece günahlarımızı yazan melekler köpek bulunan evdeki insanların günahlarını yazamazdı) demek çok yanlış değil mi? CEVAP: Elbette çok yanlıştır. Dinle alay etmek için söylenirse küfür de olur. Rahmet melekleriyle, kirâmen kâtibîn ve ölüm meleği ayrı olduğu gibi, bunların vazifeleri de ayrıdır. Köpek bulunan eve sadece rahmet melekleri girmez. İnsanların günah ve sevabını yazan kirâmen kâtibin melekleriyse girer. Bu melekler, insandan helâda ayrılır. Helâda işlenen günah veya sevabları, Allahü teâlâ meleklere bildirir. (Redd-ül-muhtar) Melek görmese bile, hâşâ Allah da mı görmüyor? > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (İnsanlardan ve komşulardan gelen sıkıntılara katlanmalı) deniyor. O zaman da ezilmiş olmaz mıyız? Müslümanın kimseyi ezmemesi gerektiği gibi, kendisini de ezdirmemesi gerekmez mi? CEVAP: İyi geçinmeye ezilmek dememeli. Kesinlikle ezen olmamalıyız. Âhirette hesabı zordur. Zalim olmaktansa, mazlum olmayı tercih etmek zorundayız. Bir başka husus da, âhirete alacaklıyım diye gidip de, borçlu çıkılabilir. Mesela gıybet ettiğimiz veya hakaret ettiğimiz için borçlu duruma düşebiliriz. Bunun için, (Hakkımı onda bırakmam, söke söke alırım) demek yanlıştır, çünkü zorla sökerken ona zulmetmiş oluruz. Haklı da olsak, karşımızdakine (Sen haklısın) dersek, iyi insan olduğumuz anlaşılır. Öyle demeyen veya diyemeyen, iyi geçinemeyen kimse, Allahü teâlânın sevgisine ve rızasına nasıl kavuşur ki? Evliya zatlar, insanlardan gelen sıkıntılara hep sabretmişler, onların yaptıklarına kötülükle değil, aksine iyilikle karşılık vermişlerdir. Haklarını almaya çalışmamışlar. (Ezen olmaktansa, ezilen biz olalım) demişler. Bu güzel ahlâkları, birçok gayrimüslimin Müslüman olmasına, günahkârların da tevbe etmelerine vesile olmuştur. İyi komşu tarif edilirken de, sadece komşusuna zarar vermeyen denmiyor, komşusundan gelen sıkıntılara katlanan diye tarif ediliyor. Komşu rahatsız edecek, biz de sabredeceğiz. Mesela, onun çocukları yukarıda hoplayıp zıplayıp bizi rahatsız ederse, biz de karşılık vermeyeceğiz, aşağıda davul çalmayacağız. O bize bir şey vermese de, biz pişirdiğimiz en nefis yemeği, balı baklavayı ona vereceğiz. O bağıra bağıra konuşacak, biz, komşu rahatsız olur diye sesimizi kısacağız. Ancak o zaman iyi komşu olabiliriz. Biz de aynısını yaparsak, o zaman nasıl iyi komşu oluruz ki? SARGILI YARA Sual: Yaradan çıkan kan ve irin, sargıdan dışarı çıkarsa abdest bozulur mu? CEVAP: Evet, abdest bozulur, sargının dışına çıkmazsa bozulmaz. Eğer sargı iki üç kat olur da ıslaklık bir kısmına geçerse, yine abdest bozulur. (Hindiyye) Böyle yaralı durumlarda, Mâlikî mezhebi taklit edilirse akıntılar abdesti bozmaz. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Resulullah'ın mucizelerinden
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Resulullah'ın hacamat kanını içen olduğu söyleniyor. Kan içmek caiz mi? CEVAP: Resulullah efendimizin mübarek kanı, diğer insanların kanı gibi değildir. Eshab-ı kiramdan Abdullah bin Zübeyr, Resulullah'ın hacamat edilirken çıkan kanını içti. Resulullah "sallallahü aleyhi ve selem" darılmadı, hattâ gülümseyerek, (Artık Cehennem ateşi seni yakmaz) buyurdu. Başına bazı işler geleceğini de bildirdi. (Beyhekî) Eshab-ı kiramdan Malik bin Sinan, Resulullah'ın mübarek kanını içince ona da, (Cehennem ateşi seni yakmaz) buyurdu. (İbni Hibban) Mübarek artığını içen Bereke isimli kadına da, (Artık hiç karın ağrısı çekmezsin) buyurdu. (Mevahib-i ledünniyye) Halid bin Velid "radıyallahü anh" sarığında taşıdığı bir sakal-ı şerif sebebiyle her savaşta zafer kazandı. (Şifa-i şerif) Bunların hepsi, Resulullah'ın mucizelerindendir, ama Selef-i salihine düşman Selefîler, Resulullah'ın eşyalarıyla, mübarek saçı ve sakalıyla bereketlenmeyi şirk kabul ediyorlar. SECDENİN ÖNEMİ Sual: Bir gayrimüslim, secde âyetini dinledikten sonra tilavet secdesi yapsa, buna (Müslüman oldu) denebilir mi? CEVAP: Evet, Müslüman olduğu anlaşılır. (Bezzaziyye, İbni Abidin) Yine bunun gibi, namazlarını cemaatle kılan bir kimsenin Müslüman olduğu anlaşılır, çünkü İslamiyet'ten önceki hak dinlerde namaz yalnız kılınır, cemaatle kılınmazdı. (İ. Ahlâkı) Dinimizde zahire, görünüşe göre hüküm verildiği için, bir gayrimüslim bunları yapınca Müslüman olduğuna hükmedilir. Yoksa bâtıl inancından vazgeçmedikçe, dinimizin bildirdiği hususlara iman etmedikçe, sadece bunları yapmakla Müslüman olmuş olmaz. Müslüman görünmek için münafıklık da yapmış olabilir, ama küfrünü belli eden bir sözü, hareketi görülmedikçe, dünyada ona Müslüman muamelesi yapılır. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Bütün peygamberler Allahü teâlâya âşıktır. Peygamber efendimize ise Allahü teâlâ âşıktır. Ülül-azm peygamberlerden İbrahim aleyhisselama, (Halilullah=Allah'ın dostu), Musa aleyhisselama, (Kelimullah=Allah'ın kendisiyle konuştuğu zat), Âdem aleyhisselama, (Safiyyullah=Allah'ın, ihsanıyla seçilmiş olarak yarattığı temiz zat), Nuh aleyhisselama (Neciyullah=Hep Allah ile meşgul olan, ilahî feyizlere kavuşan zat) gibi güzel isimler verdi, Peygamber efendimize ise, (Habibullah) dedi. Hattâ (Sen olmasaydın, kâinatı yaratmazdım) buyurdu. Habibine çok kıymet verdiği için, kendi zatına yapılanları affeder, ama Ona yapılanları affetmez. Kul, Resulullah'a olan sevgisi nisbetinde Allah'a sevgili olur. Cenab-ı Hak, Habibine uyulmadan yapılan ibadeti de, imanı da kabul etmez. Arada O olmadan Allah'ın sevgisine ve rızasına kavuşulamaz. Peygamberimiz, Miraç'ta (Ümmetim, ümmetim) diye gözyaşı dökerken Cenab-ı Hak, (Onlar çamurdan yaratıldı. Nedir bu bir avuç toprak için döktüğün gözyaşları? Sana âşık olan Rabbin, senin için ne yapmaz ki? Senin hatırın için hepsini affeder) diye nida etti. İhsan edilen bu büyük nimete ve müjdeye çok şükretmeliyiz. Bir gün bazı Hristiyanlar, Seyyid Abdülkadir Geylanî hazretlerine (Bizim peygamberimiz ölüleri diriltirdi. Sizin peygamberinizin böyle bir şeyini duymadık. Bunun için bizim peygamberimiz sizinkinden üstündür) dediler. Gavs-ı a'zam, (Ben peygamber değilim. Sadece ona uyan bir Müslümanım. Eğer ettiğim dua ile ölü dirilirse Müslüman olur musunuz?) dedi. Onlar da (Evet) dediler. Mezarlıkta çok eski bir kabir gösterdiler. Hristiyanlara, (Bu kabirde yatan kişi, dünyada şarkıcıymış. Onu şarkı söyler hâlde dirilteyim mi?) diye sordu. Onlar, (Tamam) dedikten sonra, ellerini açıp, (Ya Rabbî, peygamberin Muhammed aleyhisselam hürmetine bu kabirdekini dirilt!) dedi. Ölü, şarkı söyler hâlde kalktı. Hazret-i Gavs, Hristiyanlara, (Ben peygamber değilim, onun ümmetinden biriyim. Allahü teâlâ, onun ümmetine bunu nasip etti de, kendisine niçin vermesin?) buyurunca, oradaki Hristiyanlar Resulullah'ın üstünlüğünü anlayıp Müslüman oldular. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Peygamber efendimiz, (Peygamberi zikretmek ibadettir. Salihleri zik- retmek günahlara kefarettir. Ölümü hatırlamak sadakadır. Kabri düşünmek, Cennete yaklaştırır) buyuruyor. Büyük zatların isimleri anıldığı yerde ruhları hazır olur ve oraya rahmet yağar. (Salihlerin anıldığı yere rahmet yağar) hadis-i şerifi bunu gösteriyor. Bu ümmetin evliya zatlarının ruhu hazır olunca, Resulullah efendimizin ismi geçince, ruhu elbette hazır olur. Namazda, (Esselamü aleyke yâ eyyühennebiyyü) diyerek Resulullah'a selam veriyoruz. O anda Resulullah gelir, (Bana selam veren kim?) diye bakar, o kişiyi görür ve artık unutmaz. Ölürken onun karşısına gelir, (Üzülme, korkma, sana şefaat ederim) buyurur. Vefat eden mümin, o güzellik ve bu müjde karşısında öldüğünü bile anlamaz. Peygamber efendimiz, (Mümin vefat ederken, ruhu, tereyağından kıl çeker gibi acı duymadan kolayca çıkar. Hiç anlamaz) buyurunca, bir sahabî, (Ya Resulallah, sizin her sözünüz Kur'an-ı kerimle ilgilidir, onun açıklamasıdır. Bu sözünüz hangi âyetle ilgilidir?) diye sorar. Yusuf sûresinin 31. âyetini okuyarak şöyle cevap verir: (Yusuf aleyhisselamı gören kadınlar, bıçakla meyve soyarken, onun güzelliği karşısında ellerini doğradılar, ama acısını duymadılar. Onda sabahat, bende melahat güzelliği vardır. Beni görüp iman edenin, benim muhabbetle baktığım kimsenin ciğeri yanar, aşka tutulur. Ama sabahat güzelliğimi Allahü teâlâ gizlemiştir. Ümmetimden biri vefat ederken ona görünürüm, o bana bakarken ruhu çıkar, haberi bile olmaz.) Melahat sevimlilik, tatlılık, can yakıcı güzellik demektir. Sabahat ise dış görünüş, yüz güzelliği demektir. Yusuf aleyhisselamda sabahat vardı, melahat yoktu. Peygamber efendimizde hem melahat, hem sabahat vardı. Fakat Allahü teâlâ onun sabahatını dünyada gizledi. Eğer açığa çıkarsaydı, hiç kimse onun güzelliği karşısında duramaz, düşer bayılırdı. Peygamber efendimiz âlemlere rahmettir, herkese iyilik için, merhamet edici olarak gelmişti. İnsanları zarara sokmak için gelmemişti. Onun için dünyada melahat güzelliği görülürken, sabahat güzelliği görülemedi, o Cennette görülecektir. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Vücudumuz ve organlarımız bize Allah'ın emaneti değildir) diyen Selefî'nin, bu sözü yanlış değil mi? CEVAP: Elbette yanlıştır, çünkü Selefîler nakle itibar etmiyorlar, dini akılla ölçüyorlar. Hâlbuki bir hadis-i şerifte, (Dini akılla ölçmek kadar zararlı bir şey yoktur) buyuruluyor. (Taberanî) Âyet ve hadisleri de yersiz tevil ediyorlar. Bir hadis-i şerifte, (Ümmetime en çok tehlikeli olanı, Kur'anı yersiz tevil edendir) buyuruluyor. (Taberanî) Selefîlerin (Vücudumuz Allah'ın emaneti değil) demeleri yanlıştır. Peygamber efendimiz, (Elin, sana bir emanettir, onunla haram olan şeyi tutma! Ayağın sana bir emanettir. Onunla haram yere gitme! Tenasül aleti sana bir emanettir, onunla zina etme!) buyuruyor. Bunun gibi bedendeki bütün organlar birer emanettir. Bu nimetleri meşru şekilde ve meşru yerlerde kullanan, emin kimselerden olur, Cenab-ı Hakk'a karşı tam şükür yapmış olur. Bu emanetleri gayri meşru yerlerde kullanan insan, Allahü teâlâya isyan etmiş ve hıyanet etmiş olur. (Ey Oğul İlmihali) Bize emanet olarak verilen organlarımız: El: Haram olan şeyleri tutmamalı. Dil: Yalan söylememeli ve kötü şeyler konuşmamalı. Göz: Haram olan şeylere bakmamalı. Mide: Haram olan şeyleri mideye sokmamalı. Kalb: Kibir, ucub, suizan gibi şeylerden kaçmalı. Kulak: Haram olan şeyleri dinlememeli. Ayak: Kötü yerlere gitmemeli. Ferc: Zina ve livatadan uzak durmalı. Burun: Haram şeyler koklamamalı. Setr-i avret: Erkekler ve kadınlar dinimizin emrine uygun kapanmalıdır. Emanet, sadece bize verilen organlarımız değildir. Çoluk çocuk, mallar ve sahip olduğumuz her şey bize emanettir. Aile efradımız da bize emanettir. İki hadis-i şerif meali şöyledir: (Kadınlarınız, Allahü teâlânın size emanetidir. Onlara yumuşak olun, iyilik edin!) [Müslim] (Kızını fâsıka [kötü kimseye] veren, Allahü teâlânın emanetine hıyanet etmiş olur. Emanete hıyanet edenin gideceği yer, Cehennemdir.) [S. Ebediyye] Ahzab sûresinin, (Emaneti göklere, yere ve dağlara bildirdik, yüklenmek istemediler. Ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. İnsan zalim ve cahil oldu) mealindeki 72. âyetinde bildirilen emanet, akıl ve İslamiyet'tir. Yani 5 vakit namaz başta olmak üzere bütün ibadetlerdir. (Beydavî) > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
"Ali, Veli'yi öldürdü" demek
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Selefîlerin, (Ali, Veli'yi öldürdü demek veya Ali olmasaydı Veli beni öldürecekti demek şirktir, çünkü öldüren yalnız Allah'tır) demeleri yanlış değil mi? CEVAP: Kur'an-ı kerimde mecaz vardır. Mesela, (Köye sor!) demek (Köylüye sor, köy halkına sor) demektir. (Ali, Veli'yi öldürdü) demek şirk olmaz. Bir âyette mealen, (Davud, Calut'u öldürdü) buyuruluyor. (Bekara 251) Öldüren, canı alan, elbette Allahü teâlâdır, ama bunun ölümüne Davud aleyhisselam sebep olmuştur. (Davud, Calut'u öldürdü), (Ali, Veli'yi öldürdü) demeye şirk demek, cahilliğin daniskası olur. Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamın oğlunun [Kabil'in], kardeşini [Habil'i] öldürdüğünü de bildiriyor. (Maide 30) Bunların, insanların bir iş yapmadıklarını söylemeleri yanlıştır. Eğer öyle olsaydı, (Ağaç meyve verdi, yemek beni doyurdu, ilaç ağrıyı durdurdu, taş camı kırdı) gibi sözler, yanlış ve şirk olurdu. Bu sözler, (Bu şey, bu işin yapılmasına sebep oldu, vasıta oldu) demektir. Mesela, (Taş, camı kırmaya sebep oldu) demektir. (Ali, Veli'yi öldürdü) demek, (Ali, Veli'nin ölmesine sebep oldu) demektir. Allahü teâlâ, çok şeyleri yaratmasına, insanları ve mahlûkları sebep kılmıştır. Onun âdeti böyledir. (Ali olmasaydı, Veli beni öldürecekti) demek şirk değildir. (Veli'nin öldürememesine Ali sebep oldu) demektir. (Şemsiye olmasaydı ıslanacaktık) demek, (Şemsiye ıslanmamamıza sebep oldu) demektir. Bu inceliği bilmeyen Selefîler, Müslümanların böyle sözlerine şirk damgası basıyorlar. Bizi öldüren, konuşturan, her işimizi yaratan elbette Allahü teâlâdır, çünkü Kur'an-ı kerimde mealen, (Sizi de, işlerinizi de yaratan Allah'tır) buyuruluyor. (Saffat 96) Her işimizi yaratan Allahü teâlâ olduğuna göre, konuşmalarımızı yaratan da odur. Selefîlerin şirk dedikleri sözleri de bize Allahü teâlâ söyletiyor. Hâşâ onların mantığına göre, şirkleri de Allahü teâlâ yaptırmış oluyor. O zaman Allahü teâlânın yaptığı işlerden dolayı Müslümanları şirk işledi diye niye suçluyorlar ki? Yoksa hâşâ ikinci bir yaratıcı mı var? Yani hayrı Allahü teâlâ işletiyor da, şerri şeytan mı işletiyor? Hâşâ şeytan böyle bir şey mi yaratıyor? Bunu da savunan sapıklar vardır. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Sitedeki yazılar, on ciltten fazla kitap olur. Hac, namaz, zekât, oruç, iman ve küfür bahsi gibi, her biri kitap olacak çok bölüm var. S. Ebediyye gibi muteber kitaplardan alınan bu yazılar kitap hâline getirilse, internet imkânı olmayanlar da, bunlardan istifade etseler uygun olmaz mı? CEVAP: Sitedeki yazıların hemen hepsi Hakikat Kitabevi'nin kitaplarından alınmıştır. Buradaki kitapları merhum hocamız hazırlamıştır. Bu kitaplarda, eksik bir şey yoktur. Tam İlmihâl, ismi gibi tamdır. Başka bir kitaba ihtiyaç bırakmaz. Yeni hazırlanacak herhangi bir dinî kitap, kıymetli hocamızın kitaplarının okunmasına mani olacağı için, vebali büyük olur. Bunun başka mahzurları da vardır. Bir de şu soruluyor: Diğer yazarlar da, Hakikat Kitabevi'nin kitaplarından alarak yazıyorlar. Aynı bilgiler, aynı dualar, o kitaplardan okunsa ne mahzuru olur? Evet, mahzuru olur. İsa aleyhisselama, (Senin okuduğun duaları biz de okuyoruz, fakat ölüler dirilmiyor, körlerin gözü açılmıyor. Sebebi nedir?) demişler. O da, (Dua aynı, ama ağız aynı değil) buyurmuş. Temiz su, kirli borudan gelirse su da kirlenir. (Ben aynen kitaptan alıp yazıyorum) dense de, bu geçerli bir mazeret olmaz, çünkü neticede, okuyucuya başka bir borudan ulaşmış oluyor. Kitabevinin veya yazarın zerre kadar da olsa, para veya şöhret gibi bir menfaat beklentisi olsa o kitabı okuyan feyz alamaz, aksine zarar görür. Aynı fırından bir cömertle bir cimri ekmek alsa, cimrinin aynı yerden aldığı ekmeği yiyen hastalanır, aynı fırından aldığı halde, cömerdin ekmeğini yiyen şifaya kavuşur. Bir hadis-i şerifte, (Cömerdin yemeği şifa, cimrinin yemeği hastalıktır) buyuruluyor. (Deylemî, Hâkim, İbni Lâl, Dâre Kutnî, Hatib) Aynı ekmek, birinin elinde şifaya, ötekinin elinde hastalığa sebep olduğu gibi, kitaplardaki yazılar ve dualar da böyledir. Aynı yazılar, bir kitapta feyz saçarken ötekinde zulmet saçar. Onun için dinî yazıları ve duaları yalnız Allah rızası için yayımlanan eserlerden okumalı. Feyz, bu kitaplarda vardır. Diğer kitaplarda, menfaat nispetinde zulmet bulunur. Basan veya bastıranların bir menfaati olur. Hiç menfaatleri olmasa bile, faydalı kitapların okunmasına mani olması, zarar olarak yeter. Bu inceliği iyi anlamalıdır. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Hayzlı kadın Kur'an-ı kerimi, korunmak niyetiyle okuyabilir) demek yanlış değil mi? CEVAP: Evet, yanlıştır. Hiçbir muteber kitapta böyle bir şey yazılı değildir. Kur'an-ı kerimin her âyeti, her harfi şifa kaynağıdır. Şifa niyetiyle ve korunmak için, her âyet-i kerime, her sûre okunabilir, fakat hayzlıyken, sadece dua âyetleri, dua niyetiyle okunabilir. Cünüp ve hayzlıyken, Fatiha'yı ve dua âyetlerini, dua niyetiyle okumak ve her duayı okumak haram değilse de, duayı abdestli okumak müstehabdır. (S. Ebediyye) Kur'an niyetiyle bir âyetten az bile okumak, hayzlı kadına yasaktır. Tek tek, kelime hâlinde okumaksa caizdir, çünkü Kur'an-ı kerim öğreten bir kadının Kur'an-ı kerimi kelime kelime öğretmesi caizdir. Dua niyetiyle Fatiha'yı yahut Rabbena âtina gibi dua âyetlerini okuyabilir. Dua âyeti olmayanları, dua niyetiyle veya başka niyetle de olsa okuyamaz. (Redd-ül-muhtar) TELEVİZYONDAKİ GÖRÜNTÜ Sual: Yabancı kadınların resimlerine veya TV'deki görüntülerine bakmak caiz midir? CEVAP: Kadınların, saç, kol gibi bakılması haram olan yerlerinin, aynadaki veya sudaki görüntülerine şehvetsiz bakmak caizdir. Bunları görmek, kendilerini görmek gibi olmaz. Resimlerine, TV'deki ve bilgisayardaki görüntülerine bakmak, aynadaki hayallerine bakmak gibidir. Hepsine şehvetsiz bakmak caiz olup, şehvetle bakmak veya şehvete sebep olacak görüntülerine bakmak haramdır. Yani şehvete sebep olacak görüntüyse, şehvetsiz de olsa, buna bakmak haramdır. HARAMA SEBEP OLMAK Sual: Televizyon ve gazetedeki şehvete sebep olmayan görüntülere, şehvetsiz bakmak caiz olduğuna göre, bunları yayımlamak da caiz midir? CEVAP: Bunlara şehvetle bakanlar da çıkacağı için, şehvete, harama sebep olan fotoğraf ve görüntüleri yayımlamak caiz olmaz. İSTİHAREYE YATARKEN Sual: İstihare için yatarken, kadınların kocalarından ayrı yatmaları gerekir mi? CEVAP: Hayır, gerekmez. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Başörtüsü laikliğe aykırıdır, şu aykırı, bu aykırı) deniyor. Laikliğin açık tarifi nedir, neler laikliğe aykırıdır? CEVAP: Hukukçunun tıp sahasında, doktorun hukuk sahasında konuşması yanlış olur. Herkes kendi alanında, kendi dalında konuşmalıdır. Her işi ehline havale etmelidir. Laikliği en iyi bilen ve hukuk alanında yetkili anayasa ordinaryüs profesörü Ali Fuat Başgil, (Laiklik, dinin devlete, devletin dine karışmaması, müdahale etmemesi demektir) diyor. Kitabında bu konuda yeterli bilgi vardır. Türkiye'de din, devlete kesinlikle karışmıyor. Devlet genelev kursa, meyhaneler açsa, karışmıyor. Devletin de, dinin emrine uyanlara karışmaması lazımdır. Vatandaş, dinin emrine uygun giyinebilmeli. Giyinemezse devlet dine karışıyor, yani devlet laikliği çiğniyor, laikliğe aykırı iş yapıyor demektir. Dindarlar devlete karışınca, yani laikliğe aykırı iş yapınca suç oluyor da, devlet, dine müdahale edince, bunu yanlış uygulayan suçlu niye cezalandırılmıyor? Bu, çok yanlış bir uygulamadır. Herkes, istediği gibi giyinebilme özgürlüğüne sahiptir dendikten sonra, açılma özgürlüğünü alkışlayıp, kapanma hürriyetine engel olmaya çalışmak, hürriyeti katletmenin değişik bir şeklidir. Hürriyet bir zümre için değil, herkes için aynı olmalıdır. Devlet laikse, niye din adamlarının maaşlarını veriyor? (Ben laik devletim, maaşınıza karışmam) desin. Dinin ve din adamlarının dizginlerini elinde tutabilmek için, maaşlarını veriyor, tayinlerini yapıyor. Maaşlarını veriyorum diye din görevlilerinin istedikleri gibi konuşmalarına fırsat tanımıyor. Dinin, devamlı devletin denetimi altında bulundurulması, laikliğe aykırı değil mi? Din, devlete karışmadığı gibi, devlet de, laikliğini bilmeli, din işlerine karışarak laikliği çiğnememelidir. Eğer, (Devlet din işlerine karışmalı, ama din devlete karışmamalı) deniyorsa, o zaman laikliğin tarifi, uygulanan ne ise, ona uydurulmalı. Laikliğin tarifinin Avrupa'ya uygun olup da, uygulamanın aykırı olması normal olmaz. Yani yapılan işin bir kılıfı olmalı, bu nasıl laiklik dedirtmemeli. Laik Avrupa'ya karşı gülünç duruma düşülmemelidir. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Ehl-i sünnet âlimleri bilinmesi gereken her şeyi bildirmişlerdir. Nasibi olan, bu bildirilenlere uymuş ve Resulullah'ın "sallallahü aleyhi ve sellem" vârisleri olan o büyüklerin ahlâkıyla ahlâklanmıştır. Nasibi olmayan ise, gününü gün etmek için uğraşmış, sadece dünyalık peşinde koşmuştur. (Dünya melundur ve dünyada Allah için olmayan her şey de melundur) hadisi şerif-i Allahü teâlânın rızasına uygun olmayan her işin yanlışlığını gösteriyor. Ebu Hüreyre hazretleri, bir gün çarşıda giderken, herkesi işinde gücünde görünce, (Niye burada duruyorsunuz? Resulullah'ın mescidinde miras dağıtılıyor) der. Herkes alışverişi bırakıp dükkânları kapatırlar. Miras mallarına kavuşacağız diye Mescid-i Nebevi'ye koşarlar. Gelip bakarlar, orada dağıtılan bir miras göremezler. Ebu Hüreyre hazretlerine, (Niye bizi kandırdın?) derler. (Allah korusun, sizi niye kandırayım? Peki camiye gidince ne gördünüz?) diye sorar. (Kimi ilim, kimi Kur'an-ı kerim, kimi de fıkıh öğreniyor) derler. Bunun üzerine Ebu Hüreyre hazretleri, (İşte miras onlardır. Peygamberler miras olarak mal bırakmazlar. Onların bıraktığı ilimdir, âlimlerdir) buyurur. (Eğer bu dünyaya sivrisineğin kanadı kadar değer verseydim, düşmanım olan kâfire bir yudum su vermezdim) mealindeki hadis-i kudsi, dünyanın ne kadar değersiz olduğunu göstermektedir. Bir insan neye kıymet verirse, değeri de o kadar olur. Allahü teâlânın bir gün olsun rahmetle nazar etmediği bu dünyanın peşinde koşanların değeri de, dünyanın değeri kadardır. Dünyadaki tuzaklardan kurtulup da, âhirete ulaşmak çok zordur. Çünkü yolda birçok engeller var. Yolda bekleyen üç düşman vardır. Bunlar, şeytan, nefs-i emmare ve kötü arkadaştır. Bunların hepsi, Cennete gideceklere engel olmak için gece gündüz çalışırlar. Nefsimiz, 24 saat bizimledir. Nihai gayesi ise, günaha sokmak değil, kâfir yapmaktır. Hele hele kötü arkadaş ve kötü yayınlar, hem dinden, hem de namustan eder. Böylece o insan perişan ve rezil olur. (İnsanın dini, arkadaşının dini gibidir) hadis-i şerifi, kötü arkadaşın ne kadar tehlikeli olduğunu bildirmektedir. Biz çok bozuk olsak da, arkadaşlarımız iyi olursa, günah işlemekten korunuruz, dünyada onlarla beraber olduğumuz gibi, âhirette de onlarla birlikte oluruz. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Hindistan'da maymun avlamak için, ağzı dar, ama altı geniş büyük bir kavanozun içine muz koyup onu ağaca asarlar. Ucuna da bir çıngırak bağlarlar. Kavanozun ağzı, sadece bir el girebilecek genişliktedir. Maymun gelir, elini kavanoza sokar, ama muzu tuttuğu zaman yumruk hâlini alan eli kavanozdan çıkmaz. Tamahından, muzu da bırakmaz. Muzla beraber elini kavanozdan çıkarmaya uğraşırken çıngırak çalar ve yakalanır. Hâfız-ı Şirazî hazretleri bunu anlattıktan sonra buyuruyor ki: (İşte avucunu açmayanın eli kavanozun içinde kalır. Bırakmak istemeyen herkesin akıbeti budur. Onun için elini açarsan kavanozdan çıkarır ve kurtulursun. Yumruk yapan daima kaybeder. Açan kurtulur. Tamah edip de yumruğunu sıkan, tuzağa düşer. Ama tamahı bırakıp da, zekâtını, sadakasını veren, yani arada bir avucunu açan, yine çıkabilir. Avucunu hiç açmayanın akıbeti ise çok kötü olabilir.) Büyük bir zata, (Efendim, bu nimete nasıl kavuştunuz?) diye sorulunca der ki: (Bir sokaktan geçerken, bir ustanın, çırağıyla duvar ördüğünü gördüm. Usta boş elini uzatıyor, çırak tuğlayı eline veriyor, usta dönüp duvarı yükseltiyordu. Elini boşaltıp uzatmadıkça, çırak başka tuğla vermiyordu. Baktım, eli boşalıyor, sonra doluyor. Elinde tuğla varken, yenisi gelmiyor. İyice düşününce anladım ki, boşun dolması için yani almak için vermek lazımmış. Ondan sonra elimde avucumda ne varsa, fakir Müslümanlara, din için yapılan hizmetlere verdim. Ben verdikçe yenileri geldi. Hep böyle devam etti. Allahü teâlânın sevgisine, rızasına ve içinde bulunduğum nimetlere, işte böyle kavuştum.) İmam-ı azam hazretleri, (Paranın gittiği yerden, geldiği yer belli olur) buyuruyor. Demek ki, hayra, iyi yerlere harcanırsa, o para iyi yerden; kötü yerlere harcanırsa, kötü işlerden kazanıldığı anlaşılır. Rıza-i ilahiyi bırakıp, rıza-i nefse uyarak, nafile hacca, turistik ziyaretlere gidilir mi? Bu kadar hizmetler, bu kadar muhtaç Müslümanlar varken ve rıza-i ilahi buradayken niye nefsin isteğine uyulur? Bunun için, sarraf gibi olmalı. Sarraf az çalışır, çok para kazanır. Ama köylü, bütün sene uğraşır, sarrafın kazandığının yüzde birini bile alamaz.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Çalışan personele namaz kıldırmamak için, (Çalışmak daha büyük ibadet) demek dine aykırı değil mi? CEVAP: Elbette dine aykırıdır. Namazı hafife almak küfür olur. Namaz kılmadan, çok çalışılsa da ibadet edilmiş olmaz. Ancak namaz kılanın ibadeti makbuldür. İki hadis-i şerif meali şöyledir: (Namaz kılmayanın ibadetleri kabul olmaz.) [Ebu Nuaym] (Kasten [mazeretsiz] namaz kılmayanın diğer amellerini Allahü teâlâ kabul etmez. Tevbe edinceye kadar da Allah'ın himayesinden uzak olur.) [İsfehanî] Görüldüğü gibi, namaz kılmayanın hiçbir iyiliği, çalışması, hattâ ibadetleri bile kabul olmaz. Kabul olmaz demek boşa gider demek değildir, namaz kılmamakla büyük günaha girdiği için bu işlerden kazandığı sevab, o büyük açığı kapatamaz demektir. Bir kimse, beş vakit namazını kılar ve doğru niyet ederek çalışırsa, elbette onun her yaptığı iş ibadet olur. İmam-ı Gazalî hazretleri buyuruyor ki: Her sabah, (Kendimin ve ailemin rızkını kazanmak, onları kimseye muhtaç bırakmamak, Allahü teâlâya rahat ve temiz ibadet edebilmek, namazımı aksatmadan kılmak, âhiret yolunda yürüyebilmek için işime gidiyorum) diye niyet eden ve Müslümanlara iyilik, yardım ve nasihat etmeyi, emr-i maruf, nehy-i münker yapmayı kalbinden geçiren kimse, işini yaptığı müddetçe hep sevab kazanır. Böyle niyet edince, onun her işi, her çalışması ibadet olur. (K. Saadet) UMRE VE FARZ Sual: Borcu olanın veya gidip gelirken bazı günahları işleme durumu olanın yahut farz sevabı işleme imkânı olanın, bunu yapmayıp umreye gitmesi caiz midir? CEVAP: İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki: Umreye gitmek farz ve vacib değildir, nâfile ibadettir. Nâfile ibadeti yapmak, bir farzın terkine veya bir haram işlemeye sebep olursa, ibadet olmaktan çıkar, günah işlemek olur. (1/124) VÜCUDU ÇÜRÜMEYENLER Sual: Sadece şehidlerin mi vücudu çürümez? CEVAP: Şehidlerden vücudu çürüyenler de olur. Haram yemeyenlerin vücudu çürümez. Peygamberlerin vücutları çürümez. Bir de evliya zatların vücudu çürümez. HAYIRLI İŞLER DEMEK Sual: İçki satan veya kumar oynatan yere gidince, (Hayırlı işler) demek caiz midir? CEVAP: Hayır. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: İmamın abdesti, cemaatteki bazılarının mezheplerine göre sahih olmazsa, mesela Şâfiî olan imamın abdesti Hanefî'ye uygun değilse, Hanefî cemaatin namazı sahih olur mu? CEVAP: Sahih olur. Tahtavî'nin Merak-ıl-felah haşiyesinde, (Başka mezheplerdeki bir imama uymanın sahih olması için, uyanın mezhebine göre, namazı bozan bir şeyin imamda bulunmaması lazımdır. Eğer bozan bir şey varsa, imama uyan bunu bilmiyorsa yine namazı sahih olur. Güvenilen kavil budur. İkinci kavle göre ise, imamın kendi mezhebine göre namazı sahih olursa, uyanın mezhebine göre sahih olmadığı görülse bile, buna uyması sahih olur) buyuruluyor. Bu ikinci kavil, her ne kadar zayıfsa da, harac olunca, zayıf kaville amel etmek lazımdır. Fitneye mani olmak için de, zayıf kaville amel edileceği, Hadika'da da yazılıdır. (İ. Ahlâkı) Yani birinci kavle göre bile, Şâfiî imamın abdestinin Hanefî'ye uygun olmadığı, mesela abdest aldıktan sonra elinin kanadığı, ancak kesin olarak biliniyorsa, ona uyan Hanefî cemaatin namazı sahih olmuyor. Bilinmiyorsa kanamış olsa bile sahih oluyor. Sormak, araştırmak da caiz değildir. İkinci kavle göre ise, kanadığı bilinse de sahih oluyor. Harac olunca veya fitneye sebep olmamak için, ikinci kavle uymak gerektiği de açıkça bildiriliyor. Bu açık hükmü kabul etmemek, Müslümanları sıkıntıya sokmak olur. AVRET YERİNİ YIKAMAK Sual: Su bulunmayan yerde küçük abdestini yapan, su bulunca, abdest alıp sonra idrar bulaşıklarını yıkarken, elini ön avret yerine değdirse abdesti bozulur mu? CEVAP: Hayır, abdesti bozulmaz. Şâfiî'de kadın ve erkeğin abdesti bozulur. Mâlikî ve Hanbeli'de, sadece erkeğin abdesti bozulur. KADININ YANINDA NAMAZ Sual: Bir erkek namaz kılarken, hemen yanına, mahrem veya namahrem kadın otursa, namazı mekruh olur mu? CEVAP: Hayır, mekruh olmaz. ABDEST SUYU Sual: Abdest suyunu, meyve ağaçlarının dibine dökmekte mahzur var mıdır? CEVAP: Hiç mahzuru yoktur. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Kendini Allah'tan satın almak
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Bin kere İhlâs okuyan kendini Allahü teâlâdan satın almış olur) hadis-i şerifindeki, (Kendini Allahü teâlâdan satın almak) ifadesi ne anlama geliyor? CEVAP: Kölenin efendisinden kurtulup hürriyete kavuşması için, efendisine kendi değeri kadar para vermesi gerekir. İnsanlar da, Allahü teâlânın kulu, kölesidir. İnsan kulluktan yani Allahü teâlânın kölesi olmaktan elbette kurtulamaz. İnsanın Cehennemden kurtulması, kölenin kölelikten kurtulmasına benzetilmiş, yani burada mecazî olarak, İhlâs sûresini bin kere okuyanın Cehennemden kurtulacağı bildirilmiştir. Şartsız bildirilen her hüküm gibi, bu da elbette şarta bağlıdır. Bin İhlâs okuyanın Cehennemden kurtulması için, Müslüman olması şarttır. Müslüman olmayan, ne yaparsa yapsın Cehennemden kurtulamaz. Ehl-i sünnet itikadında olmayan da, bozuk itikadının cezasını çekmedikçe Cennete giremez. Kul hakkı ve farz borcu olanlar, bunları ödemedikçe veya herhangi bir sebeple affa uğramadıkça Cehennemden kurtulamaz. VAAZI UZATMAK Sual: İmamın uzun zamm-ı sûre okuması ve namaz vakti geldiği hâlde, insanlara hizmet için vaazını uzatması, kul hakkına sebep olur mu? CEVAP: Elbette olur. Kimsenin zamanını çalmaya hakkımız yoktur. Üstelik daha uzun sûre okuyunca daha fazla sevab alınmaz, aksine cemaati rahatsız edecek kadar uzun sûre okuyarak namaz kıldırmak, tahrimen mekruh olur, yani harama yakın günah olur. Hazret-i Muaz'ın, Bekara ve Nisa sûresini okuyarak Eshab-ı kirama namaz kıldırdığını haber alan Resulullah efendimiz, üç kere (Ya Muaz, sen fettan mısın?) buyurmuştur. Yani (Fitneci misin, fitneye mi sebep olacaksın?) buyurup, kısa sûrelerden okumasını, cemaat arasında, yaşlı, zayıf ve ihtiyaç sahibi kimseler de bulunabileceğini bildiriyor. (Buharî) Cuma ve bayram namazlarında, namazdan önce vaizlerin, cemaatin namaz kılmadan camiden çıkamayacaklarını fırsat bilip, vaazlarını uzatmaları da, kul hakkına sebep olur. Namazdan sonraki vaazlarda, utancından çıkamayanlar olsa bile, vaazı uzatmak o kadar uygunsuz sayılmaz, çünkü işi olan, sıkışan her şeye rağmen çıkıp gidebilir. Namazlardan önce nasıl olsa namazı kılmadan gidemez, mecburen dinler düşüncesiyle, vaazını uzatarak o kadar insanın vebaline girmek çok yanlıştır. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Çalgı haram değildir, çünkü insanın çalgıya da ihtiyacı vardır. İyi bilinmeli ki, musiki ruhun gıdasıdır) deniyor. Ben bekârım, evlenme ihtiyacı hissediyorum. Ara sıra ihtiyacımı gidermek için geneleve gitmem, bu yazara göre caiz mi oluyor? CEVAP: İhtiyacı gidermek için, haram caiz olursa, bu da caiz olur. Böyle kıyası ancak dinde reformcu cahiller yapar. Dinimiz çalgıyı kesinlikle haram etmiştir. Müzik, kâfir olan nefsimizin gıdasıdır, ruhumuzun zehridir. Aşağıda vesikaları vardır, açıkça, (Kalbde nifak hâsıl eder, ruhun zehridir) deniyor. Kalbin ve ruhun gıdası ibadet etmektir, Allahü teâlâyı ve onun sevdiklerini sevmektir. Nefsin gıdası haramlardır. Müziğin, çalgının haram olduğu sitemizde çok uzun bildirilmiştir. Burada kısa bilgi verelim. Bu konudaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir: (Musiki, kalbde nifak hâsıl eder.) [Beyhekî] (İlk teganni eden şeytandır.) [Taberanî] (Resulullah, çalgı çalarak para kazanmayı yasakladı.) [Begavî] (Ümmetimden bazıları, içkilere başka isim vererek içerler. Şarkıcı kadın ve çalgı aletleriyle eğlenirler. Allahü teâlâ, onları yerin dibine batırır.) [İbni Mace] (Ben, çalgıları, putları yok etmek için de gönderildim.) [İ. Ahmed, Ebu Nuaym, İ. Neccar] (İblis, dünyaya inince yemek istedi. Besmelesiz yenen yemekler senin, denildi. Müezzin istedi. Mizmarlar [çalgılar] müezzinin, denildi.) [Taberanî, İbni Ebi-d-dünya, İbni Cerir] (Nimete kavuşunca mizmar çalmak Allah'ın gazabına sebep olur.) [Deylemî, Bezzar] (Çalgıcılar çoğalınca, bela zuhur eder.) [Tirmizî, Ebu Davud, İbni Mace, İ. Ahmed] (Bir zaman gelecek, zinayı, içkiyi ve çalgıyı helâl sayanlar çıkacaktır.) [Buharî] Genelevlerin yaygınlaşması, içki festivallerinin düzenlenmesi, içkilerin içilmesi, her yerde çalgı çalınması, son hadis-i şerifteki hususların meydana çıktığını göstermektedir. İbni Abbas hazretleri, (Çalgı haramdır) dedi. (Beyhekî) Âişe validemiz, bir evde şarkı söyleyen birini görünce ona, (Yazıklar olsun sana, bu şeytandır, bunu çıkarın dışarı!) dedi ve onu çıkardılar. (Buharî) Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Ruhun ve nefsin gıdası -2-
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Fudayl b. İyad hazretleri, (Müzik ve şarkı, zinanın teşvikçisidir) dedi. (İbni Ebi-d-dünya) Şeyh Muhammed Rebhamî hazretleri buyuruyor ki: Saz, tambur, def, ney ve diğer çalgılar Allah'a isyandır. (Riyad-ün Nasıhin) Saz dinlemekten kulakları korumalıdır. (Risale-i Birgivî) İbni Teymiyye bile, (Şarkı ve müzik, şeytanî duyguları harekete geçiren en etkili unsurlardan biridir) demiştir. (Mecmu-ul Fetava) Şarkı, Kitap ve Sünnet'le yasaklanmıştır. (İmam-ı Kurtubî) Şarkı ve müzik aletlerinin haram olduğu konusunda icma vardır. (İbni Salâh) İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki: İmam-ı Ziyaeddin-i Şamî, Mültekıt kitabında (Hiçbir âlim, teganniye mubah demedi) buyurdu. (m. 266) Kur'an-ı kerimi musiki perdelerine uydurarak okumak haramdır. (Bezzâziyye) Çalgı çalarak veya oyun arasında Kur'an okuyan kâfir olur. (Tergib-üs-salât) Burhâneddin-i Mergınânî hazretleri buyurdu ki: Kur'an-ı kerimi teganni ile okuyan hâfıza, (Ne güzel okudun) diyenin imanı gider. Tecdîd-i iman gerekir. Kuhistânî de, böyle yazmaktadır. (Dürr-ül-müntekâ) Müzik, nefsin gıdası, ruhun zehridir; kalbi karartıR. (Dürr-ül mearif) Her çeşit çalgı dinlemek haramdır. (Fetava-i Bezzaziyye, Hadika, Ahlak-ı alaiyye) Müzik bütün dinlerde büyük günahtır. (Dürr-ül-münteka) Çalgı çalmanın haram olduğu, icma ile bildirildi. (Makamat-ı Mazheriyye) Bu kadar vesikayı hangi Müslüman inkâr edebilir? MALIN VASFININ DEĞİŞMESİ Sual: Fasit alışverişle satın alınan kıyma, köfte yapılınca bunun yenmesi caiz olur mu? CEVAP: Satın alınmasında günah işlenmişse de, malın vasfı değiştiğinden, köfteyi yemek günah olmaz. Bunun gibi, bir kimse, bir tavuk çalıp, etiyle yemek yapsa, çalması haramsa da, malın sıfatı değişince mülkü olur. Böyle bir yemeği pişirdikten sonra, tazmin etmek [bedelini sahibine vermek] şartıyla, yenmesi, satması veya hediye etmesi, alanın da yemesi, caiz olur. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Merhamet imandandır. Bu din, bugüne kadar merhametle gelmiştir. (Yeminle söylüyorum, kim Allahü teâlânın mahlûklarına merhamet ederse, Allah ona merhamet eder) hadis-i şerifi, merhametin önemini bildirmektedir. Resulullah'ın, Hazret-i Hasan'la Hazret-i Hüseyin'i öptüğünü gören biri, (Benim on çocuğum var. Hiçbirini öpmedim) der. O kişiye, (Merhamet etmeyen, merhamete kavuşamaz) buyurur. (Cömertlik öyle güzel bir huydur ki, insanın kötü huylarını örter. Cimrilik öyle kötü bir huydur ki, insanın güzel huylarını örter) hadis-i şerifi, cömertliğin güzelliğini, iyiliğini; cimriliğin ise kötülüğünü göstermektedir. Hiçbir cimri, Allah dostu olamaz. Evliya zatlar hep vermiştir. Verince, alandan daha çok sevinen, hakiki mümindir. Cömertlik, Cenab-ı Hakk'ın çok sevdiği bir ahlâktır. Bu, her kula nasip olmaz. Cömert bir kâfire, son nefeste iman nasip olma ihtimali çoktur. Büyük zatlar, (Essahîü habîbullah, velev kâne fâsıkan. El-bahîlü adüvvullah, velev kâne ârifen=Cömert, fâsık da olsa, Allah'ın habibidir. Cimri ise; ârif, âbid bile olsa, o Allahü teâlânın düşmanıdır) buyuruyorlar. (Cömerdin yemeği şifadır. Cimrininki derttir, zehirdir) hadis-i şerifi aynı durumun vahametini bildirmektedir. İnsanların başına geçecek kişide aranacak ilk vasıf, cömertlik ve merhametli olmaktır. Fakir bir müşrik, (Ben çok fakirim, bana bir şeyler ver!) diye sadaka isteyince, Peygamber efendimiz, (Peki, şu vadiye bir bak!) buyurur. Bakınca, ovaları dolduran koyun sürüsünü görür. (Bu koyunların hepsi senindir, al bunları götür!) buyurur. Müşrik şaşırır, (Yâ Resulallah, bu sürüyü almadan önce, başka bir şeye kavuşmak istiyorum. Bana Müslümanlığı anlatın, ben Müslüman olmak istiyorum) der. İşte bu cömertlik karşısında Müslüman oluyor. Sürüyü alıp köyüne gidiyor. Fakir bildikleri adamın sürüsünü görünce köydeki herkes olan biteni merak ediyor. Bunun üzerine olanları anlatır: (Ben çok insan gördüm, ama öncekilere benzemeyen öyle bir cömert gördüm ki beni benden aldı. O zattan, sadaka istedim, o bana bu kadar sürü verdi. Bunu bu zamanda kim yapar? Ne olur hepiniz gidin Müslüman olun!) Orada bulunan herkes bölük bölük giderek Müslüman oldular. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Bizim dinimiz iyilik etmek, şefkat dinidir. Kur'an-ı kerimde, (Muhakkak ki Allah iyilik edenlere yardım eder, verenleri sever) buyuruluyor. Allah, verene verir. Vermek bir haslettir, huydur. İnsanlar genelde cimridir, vermeyi sevmez. Bu yüzden de dertten kurtulmaz, çünkü durgun su pislik tutar, mikrop kaynağı olur. Peygamber efendimiz Medine'ye hicret edince, (Ey Eshabım, iki şeyi olan, birini versin, iki evi olan, birini versin, iki hurması olan, birini versin, bir hurması olan, yarısını versin!) buyurdu. Niye vermeyi çok teşvik ediyor? Çünkü bir gün canımızı vereceğiz. İnsan vermeye alışmazsa, en kıymetli varlığı olan canını nasıl verecek? Ölüm acısını en çok çeken, en zor can veren müminler, dünyada vermeye alışmayanlardır. Şimdiden kendimizi alıştıralım. Zamanımızdan, imkânlarımızdan Allah yolunda verelim, fakir fukaraya sadaka verelim. Kârlı çıkacağız. Yardımdan vazgeçmeyelim, yardım isteğimizi köreltmeyelim, yardıma muhtaç arkadaşlarımıza sahip çıkalım. Çünkü sadaka vermek belayı defeder. Ayrıca Peygamber efendimiz, (Hastalıklarınızı sadaka vererek tedavi edin!) buyuruyor. Yemek yedirelim, elbise, para verelim, güler yüz verelim, ziyaret edelim, kaynaşalım. Yarın çok geç olur. Bugünü yaşıyoruz, an bu andır. Yarını düşünmek, yarına göre hesap yapmak, zaten felaketin başlangıcıdır. Ne garanti var elimizde? Belki son günümüzü yaşıyoruz, belki son namazımızı kılıyoruz, belki son nefeslerimizi veriyoruz. Mal sahibi, mülk sahibi, Hani bunun ilk sahibi? Mal da yalan, mülk de yalan, Var biraz da sen oyalan. Âlem-i İslam'ın başına çöken kara bulutlar, felaketler, boşuna değildir. Kur'an-ı kerimin daha ilk başlangıcında, (İnfâk edin!) yani (Verin!) buyuruluyor. İnsanoğlu cimridir, egoisttir, sanki kendi mülküymüş gibi, her şeye mutlak sahip olmak gibi bir ahmaklık iddiasındadır. Hâlbuki mülk Allah'ındır. Bizim vücudumuz bize ait değil ki, mülk bizim olsun. Her gün binlerce insan ölüyor. Nerede kaldı onların malları, idealleri, imkânları? Hepsi bitti, hayâl oldu. Peki, onlar insan da biz değil miyiz? Biz insanız da, onlar insan değil mi? (Verdiğin senin malındır, alıp tükettiğin değil) hadis-i şerifini de düşünerek, elimizdekilerin bizde kalması için hayra sarf etmeliyiz. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Maide, sofra demekmiş. Maide sûresindeki sofra nedir? CEVAP: 112. ve 114. âyet-i kerimelerde, İsa aleyhisselam zamanında gökten indirilmesi istenen bir sofradan bahsedildiği için, sûre bu ismi almıştır. Sûrede, hac, abdest, gusül, teyemmüm; içki ve kumar yasağı; sosyal ve ahlâkî ilişkiler; helal ve haram olan yiyecekler; tek hak dinin İslamiyet olduğu, Yahudilerle ve Hristiyanlarla dostluk kurulmaması gerektiği, onların İslamiyet'e olan düşmanlıkta birbirinin dostu oldukları anlatılmaktadır. İki hadis-i şerif meali şöyledir: (Maide sûresini okuyana, dünyada nefes alan Yahudi ve Hristiyanların sayısının on katı sevab verilir, o kadar günahı yok edilir ve on derece yükseltilir.) [Beydavî] (Erkeklerinize Maide sûresini, kadınlarınıza da Nur sûresini öğretin!) [Beyhekî] CENAZEYE KALKMAK Sual: Cenazeyi görenin saygı duruşuna kalkması caiz midir? CEVAP: Caiz değildir. Musallada cenaze namazı için bekleyenler, cenaze yere konmadan önce ayağa kalkmazlar. Surret-ül-fetava kitabında, (Musallada oturanlar, cenaze gelince ayağa kalkmamalıdır) denmektedir. Merak-ıl-felah ve Dürr-ül-Muhtar'da, cenazeyi görenin, saygı duruşu olarak ayağa kalkmasının caiz olmadığı yazılıdır. Resulullah efendimizin cenaze görünce kalktığı, geçtikten sonra oturduğu ve (Siz de böyle yapın!) diye emrettiği bildirildiyse de, bu emir nesh edildi, yani bir zaman sonra bu emrini değiştirdi. (Halebî, S. Ebediyye) EMANET PARA Sual: Emanet parayı çaldıran kimsenin, bunu sahibine ödemesi gerekir mi? CEVAP: İhmali varsa ödemesi gerekir, ama mesela onun parasıyla beraber, kendi parası da çalınmışsa yahut kendi parası çalınmamış olsa bile, itinayla saklamışsa yani ihmali yoksa, ödemesi gerekmez. EVDE VE YOLDA Sual: Vatan-ı aslim Kayseri'dir. Ankara'da ikamet ediyorum. Her gün Ankara'dan 230 km uzaklıktaki Eskişehir'e gidip geliyorum. Hem Ankara'da evimdeyken, hem de Eskişehir'de seferi mi oluyorum? CEVAP: Evet, hem Ankara'da evinizde iken, hem Eskişehir'de, hem de yollarda hep seferi olursunuz. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Enver abinin sosyal yönünden bahsedildi. Dini yönünden de bahsedilse iyi olmaz mı? CEVAP: O yönünden de bahsedildi. Mesela Sayın Nuri Elibol şöyle dedi: (28 Şubat sürecinde Genelkurmay Başkanı, "Enver Beye selam söyle, Türkiye Gazetesi'nin içerisinde irticaî yayınların yapıldığı iki sayfayı kaldırsın! Buradaki yayınlar bizi üzüyor" demişti. Ben de durumu Bizzat Enver Abi'ye aktardım. Bana, "Bizim devletimizle ve ordumuzla kavgamız yoktur. Biz o iki sayfayla insanlarımıza dinimizi öğretmeye çalışıyoruz. Bu gazeteyi de bu iki sayfa için çıkarıyoruz. O iki sayfa kaldırılırsa gazeteyi temelli kapatırız" diye cevap vermişti.) Evet, gazete o iki sayfa için çıkarılıyordu. Bizim Sayfa'yı yıllarca yöneten biri olarak, Enver Abimizin, (Gazete bir zarftır. Mektup kısmı Bizim Sayfa'dır. Gazeteyi Bizim Sayfa için çıkarıyoruz. Allah saklasın, spor veya haberler için çıkarmıyoruz) dediklerine çok şahit oldum. 28 Şubatçılar, Bizim Sayfa'yı kaldırmıştı. Enver Abi'ye, (Türkiye baskısından kaldırıldı, bari Avrupa baskısında devam etse uygun olur mu?) diye teklifte bulunmuştum. Uygun bulmuşlardı. Ama sonra 28 Şubatçılar ona da mani olmuşlardı. Nuri Bey, bir gün telefon etti. (Gayrimüslimlere kâfir demenizden rahatsız olanlar var) diye beni ikaz etmişti. İttihatçılar zamanında gayrimüslimlere kâfir denmesi yasaklanmıştı. O zaman dindar bir paşa, çok üzülerek, (Bundan sonra kâfire kâfir demek yasaktır) diye bir genelge yayınlamıştı. Yine yetkili biri, Sohbet köşesindeki dinî yazıları uygun görmeyip yeni bir şekil verilmesi için beni çağırdı. Oradan geçen başka bir yazara, (Sen de gel!) dedi. Onun fikrini de aldı. O arada, (Sohbet köşesine, tinerci çocukların hayatını inceleyen yazı dizisi koyalım) teklifi geldi. Ben hayret içinde kaldım. Daha sonra, birini göndererek, yorulmuş olacağımı, üç beş ay dinlenmemi söyledi. Yani, (İşine son verdim) diyordu. Durumu Enver Abi'ye bildirdim. Enver Abi, Bizim Sayfa'daki dinî yazıların kalkacağını duyunca çok üzülmüş, (Bir daha böyle bir şey olursa hemen bana bildir!) demişlerdi. Bu olay da, Enver Abi'nin dinî yazılara ne kadar çok önem verdiğini, gazetenin asıl maksadının dinî bilgiler olduğunu göstermektedir. >> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Zariyat sûresinin 49. âyetinde, her şeyin çift yaratıldığı bildiriliyor. Bakterilerin ve diğer tek hücreli canlıların erkek ve dişi olmaması, buna aykırıdır) diyen ateiste nasıl cevap verilir? CEVAP: Ateistin yanlışı, çift denilince sadece erkek ve dişiyi anlamasından kaynaklanıyor. Bu, sadece canlılarla ilgili bir şey değildir, âyet-i kerimede her şey tâbiri geçiyor, kâinattaki her şey için, çift tabiri kullanılmıştır. İmam-ı Kurtubî hazretleri buyuruyor ki: (Her şeyi çift yarattık) demek, her şeyi iki tür ve birbirinden farklı iki çeşit hâlinde yarattık demektir. Erkekle dişi, yeryüzüyle gökyüzü, Güneş'le Ay, geceyle gündüz, aydınlıkla karanlık, düzlükle dağlık, cinlerle insanlar, hayırla şer, sabahla akşam gibi farklı şeyler demektir. (Cami'ul Ahkâm) Erkekle dişi, yerle gök, Güneş'le Ay, denizle kara, yazla kış, hayatla ölüm, tatlıyla ekşi, aydınlıkla karanlık gibi şeyler demektir. (Celâleyn, Medarik) Görüldüğü gibi, burada bildirilen, sadece cinsiyet bakımından çift olmak değildir. Soğukla sıcak, geceyle gündüz, kötüyle iyi, doğruyla yanlış, haramla helal, çirkinle güzel, cinlerle insanlar, tek hücreliyle çok hücreli gibi, birbirinin zıttı veya farklı cinste olan her şey kastedilmiştir. Ateistler, akıllarının almadıkları böyle şeyleri eleştiriyorlar. Doğrusu bildirildiği hâlde, yine ateistliklerine devam ediyorlar. Zaten doğruyu öğrenmek için çalışmıyorlar, Allah kelamı olduğuna inanmadıkları Kur'an-ı kerimde, hata arıyorlar. Asırlardır ısısı ve ışığı eksilmeyen ve her gün düzenli dönen Güneş'le kâinatı yoktan yaratan Allahü teâlâ, hiç yanlış bir şey bildirir mi? Biz açıklayamasak bile, o şey yanlış olur mu? Değil bir karınca, bir ot, bir arpa bile yaratmaktan âciz olan ateistin, uçsuz bucaksız gökleri, göklerdeki gezegenleri, karaları, denizleri, yer altındaki madenleri, soğuk ve sıcak suları, sayısız insanı, cin, melek, hayvan ve bitkileri yaratan Allahü teâlânın kelamında yanlışlık araması kadar bir ahmaklık olur mu? ESNEMEK Sual: Namazda esnerken okumak mümkün olmuyor. Esneme süresi bir rüknü geçebiliyor. Secde-i sehv gerekiyor mu? CEVAP: Gerekmez.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Yeni Müslüman olmuş, fakat Arapça olarak namaz sûrelerini bilmeyen bir Fransız, bir Alman veya bir Türk, namazı, sûrelerin ve duaların tercümelerini kendi diliyle öğrenip kılabilir) deniyor. İbadet dilini değiştirmek caiz olur mu? CEVAP: Asla caiz olmaz. (Fetava-i fıkhiyye) Çok kimse bilir ki, Kur'an-ı kerimi ezberlemek, kendi dilindeki bir kitabı ezberlemekten çok daha kolaydır. Sûre ve dua bilmeyen kimse, bunları bir kâğıda yazıp namaz kılarken karşısına koyar. Öğreninceye kadar böyle okuyarak namazını kılar. İmam-ı a'zam hariç, İmameyn'e yani İmam-ı Muhammed'le İmam-ı Ebu Yusuf'a göre Mushaf'a veya kâğıda bakarak okumak, Ehl-i kitaba yani Yahudilere ve Hristiyanlara benzemek kastıyla olursa mekruh olur, fakat Ehl-i kitaba benzemek kastı olmadan okumak, mekruh da olmaz. (Dürr-ül-muhtar, Halebi, Mülteka, Hindiyye, Mecmua-i Zühdiye) Hiç dua ve sûre bilmeyen kimse, buna göre, namazda kâğıda bakarak okuyabilir. Şâfiî mezhebinde ise, Mushaf'a veya yazılı kâğıda bakarak okumanın, zaten hiç mahzuru olmaz. Yeni Müslüman olanın veya hiç sûre ve dua bilmeyenin, hangi mezhepte olduğu da önemlidir. Kendi mezhebinde caiz olmayan şey, başka mezhepte caizse, o mezhebi taklit ederek o işi yapmakta mahzur olmaz. Paylaşım siteleri Sual: Bazı arkadaşlar, Facebook gibi paylaşım sitelerine iyi niyetle üye olup, (Dinimize hizmet için, bu sitelere İslamiyet'i anlatan yazılar koyuyoruz) diyorlar. Bunun sakıncaları var mıdır? CEVAP: Öyle sitelerde, dine ve kanuna aykırı olan birçok sayfalar, yazı ve videolar olabiliyor. Yani oralara üye olmak, birçok bakımdan uygun değildir. Dine hizmet etmek isteyenlerin, doğru yazılmış kitapları ve siteleri uygun gördüğü arkadaşlarına tavsiye etmeleri, böyle kitap ve sitelerden yazı alıp, ilave yapmadan kendi grubundaki uygun arkadaşlara göndermeleri yeterlidir. Söylediğimiz mutlaka doğru olmalı, ama herkese her doğru söylenmez. Uygunsuz kimselere gönderilirse, fitneye sebep olunabilir. Din büyükleri, (Bu zamanda en kıymetli hizmet, fitneye sebep olmamaktır) buyuruyor. Hizmet ediyorum sanarak, bilmeden fitneye sebep olmamalıdır. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
İmanı parlatmak için
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: İmanı kuvvetlendirip parlamasını sağlamak için ne yapmalı? CEVAP: İmanı kuvvetlendiren, tadını hissettiren, parlatan çok şey vardır. Bazıları şöyledir: Güzel ahlâklı olmak, namaza çok önem vermek, ihlâslı olmak, haramlardan kaçmak, küfre düşmekten çok korkmak, hep Allahü teâlâyı hatırlamak. Bu konuda birkaç hadis-i şerif şöyledir: (Kur'an okumak ve Allah'ı zikir, imanı kuvvetlendirir.) [Deylemî] (Müslüman cömerdin imanı kuvvetlidir.) [Deylemî] (Allah korkusundan dolayı harama bakmayan, imanının tadını alır.) [Taberanî] (Üç şey imanın tadını artırır: Allah ve Resulünü her şeyden çok sevmek, kendisini sevmeyen Müslümanı Allah rızası için sevmek ve Allah'ın düşmanlarını sevmemek.) [Taberanî] (İyilik edince sevinen, günah işleyince üzülen imanlıdır.) [Taberanî] (Abdestini tazeleyenin imanı tazelenmiş [parlamış] olur.) [İ. Gazalî] (Kur'an okumak ve zikir imanı kuvvetlendirir.) [Deylemî] (Nerede olursa olsun Allahü teâlâyı unutmayanın, imanı kuvvetlidir.) [Beyhekî] Sabah ve akşam şu duayı okuyan şirkten korunur ve imanı kuvvetlenir: (Allahümme innî e'ûzü bike min en-üşrike bike şey-en ve ene a'lemü ve estağfirü-ke li-mâ lâ-a'lemü inneke ente allâmülguyûb.) [İ. Ahmed] Bir işi, şöyle yaparsak dünya menfaatimizin olacağı, başka türlü yaparsak âhiret menfaatimizin olacağı biliniyorsa, biz de âhiret menfaatini seçebiliyorsak, imanımızın kuvvetli olduğu, dünya menfaatini tercih ediyorsak imanımızın zayıf olduğu anlaşılır. Bütün ibadetler, alışverişler, her iş, Allah rızası için yapılıyorsa, imanı korur ve kuvvetlendirir, parlatır. İmanı korumak için, ihlâsla ibadet yapmak gerekir. Bunlar kalbi parlatır. İhlâsla büyüklerle irtibat kurmak, mesela sohbetlerinde bulunmak, kitaplarını okumak, onları düşünmek de kalbi parlatır. Kalbi parlayan, imanını korur. Evliyanın menkıbelerini okumak, dinlemek muhabbeti artırır. Eshab-ı kiramın menkıbeleri, imanı kuvvetlendirir, günahları eritir. (Evliyalar Ans.) > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Müminin yemeği, ikramı, siması, kelamı şifadır. Bir gün merhum hocamız, sohbet ederken, (Efendim, buraya gelmeden önce başım çok ağrıyordu, çok rahatsızdım. Ama buraya gelince arkadaşları gördüm, maşallah hepsi nur! Arkadaşların o nazarları, o simaları kalbime ferahlık verdi, çok rahatladım, şifa buldum. Tecrübeyle de sabit oldu ki, mümin şifadır) buyurmuştu. Onun için hasta olunca, hemen bir din kardeşimizin evine gitmeliyiz. Onun ikramları bize şifa olur. Onunla biraz sohbet etmeli, kitap okumalı, böylece şifaya kavuşuruz. Bir kimse, hastalanınca arkadaşlarını ziyarete gidermiş, hastalığı hiç uzamaz, kısa zamanda iyileşirmiş. En sonunda kendisine, (Sen hastalanınca hastaneye değil, komşunun evine gidip iyileşiyormuşsun. Bunun hikmeti nedir?) diye soranlara şöyle cevap vermiş: (Cömerdin yemeği şifa, cimrinin yemeği derttir, hastalıktır) hadis-i şerifine uyuyorum. Cömert olan komşuma gidiyorum, biraz peynir ekmek yiyerek şifa buluyorum. Ben bunu, hadis-i şerife inanarak yapıyor ve faydasını görüyorum. Müminin artığı hem bedene hem de kalbe şifadır. Bir gün bir dergâha hediye olarak çok miktarda yiyecek içecek gelir. Dergâhta bu işlerle görevli talebe, (Efendim, bunları ne yapalım?) diye hocasına sorar. O da talebelere dağıtılmasını söyler. Herkese dağıtır, ama bitmez, yine artar. Hocası, (Artanları götür başka fakirlere dağıt!) der. O da arar, ama fakir bulamaz. Nihayet bir kilisede fakir kimseler görür, onlara dağıtıp geri döner. Hocasına durumu arz eder. Hocası da, (İyi etmişsin) der. Bir saat sonra kilisedeki fakirlerin hepsi dergâha gelip, (Şeyh efendiyi görmek istiyoruz) derler. Mübarek zatı görünce de, (Efendim, bize İslamiyet'i telkin edin, hepimiz Müslüman olacağız) derler. Kelime-i şehadet getirip Müslüman olurlar. Talebe bunun hikmetini sorunca, hocası, (Müminlerin artığında kalbe şifa vardır. Sen bu yemeği onlara verdin. Allahü teâlâ onların kalblerine bir nur verip, o nur vesilesiyle onlara İslam'ı nasip etti) buyurur. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Bizde çok büyük hakkı olan üç kişiden biri, dünyaya gelmemize sebep olan ana babadır. Diğeri, dinimizi doğru öğrenmemize sebep olan hocadır. Öteki de, maddî rızkımıza sebep olan işverendir. Bir Müslüman çok başarılıysa, tuttuğu altın oluyorsa, işin temelinde, muhakkak ana babasının rızası, duası vardır, onları çok memnun etmiştir. Çünkü Resulullah "sallallahü aleyhi ve sellem", (Ana babanın evladına duası, peygamberin ümmetine duası gibidir, reddolmaz) buyuruyor. Bedduası da böyledir. Bir evlat, ana babasının; bir işçi de işvereninin duasını, rızasını alamazsa, Allah'ın rızasını alamaz. Yani, bize gelen nimete vesile olana teşekkür etmezsek, o nimet için yapacağımız şükrü Allahü teâlâ kabul etmez. Çünkü hadis-i şerifte, (Kendisine iyilik edene teşekkür etmeyen, Allah'a şükretmiş olmaz) buyuruluyor. Ana babamız hayattaysa, ellerini öpüp, gönüllerini, dualarını almaya çalışmalıyız. Hattâ (Cennet anaların ayakları altındadır) hadis-i şerifine uyarak, annemizin ayaklarının altını öpmeliyiz. O zaman çocuklarımız da bize gerekli hürmeti gösterir. İnsan ne ekerse onu biçer. Eden kendine eder. Çocuklarımıza malı mülkü, taşı toprağı değil, namazı vasiyet etmeliyiz. Peygamber efendimizin ve bütün evliya zatların vasiyeti namazdır. Çünkü doğru kılınan namaz, her derde devadır. Büyük bir zatın küçük yaştaki oğluna vasiyetindeki iki husus şöyledir: (1- Bayılmak ve deli olmak hariç, hiçbir vakit namaz üzerinden geçmeyecek, yani kazaya kalmayacak. O hâlde baba hakkı olarak sana vasiyetimdir, karada, havada, denizde, nerede olursan ol, Allah'ın emri olan namazı terk etmeyeceksin. 2- Eğer en yüksek mektebi bitirip bir meslek sahibi olmazsan, sana hakkım helâl olmasın. Çünkü ben sana iyi bir dinî terbiye verdim. Bu dinî terbiyeyi, alacağın ilimle ve kültürle birleştirirsen çok faydalı bir insan olursun. Dinî terbiye ve ilim, iki el, iki ayak, iki göz gibidir. Biri eksik olursa, insan da eksik olur.) Vefat edeceği sırada da oğluna demiş ki: (Oğlum, kitaplarını al, şöyle önümden geç! Ben âhirete gidiyorum. Allah'ın huzuruna varınca diyeceğim ki: Ya Rabbî, ben gözlerimi, oğlumu tahsile gönderirken kapadım.) > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Kâfirler âhirette de iman etmeyecekler, pişman olmayacaklar. Cehennem azabı da kâfirlere zarar vermeyecek, zamanla ateşe alışacaklardır) diyenler oluyor. Bu görüşler dinimize aykırı değil midir? CEVAP: Elbette aykırıdır. Kıyamet günü herkes gerçekleri görecek ve kâfirler, dünyada iman etmediklerine çok pişman olacaklardır. (Bizi dünyaya gönderin, iyi ameller işleyeceğiz) diyeceklerdir. Kendilerine, (Siz dünyadan gelmiyor musunuz?) diye cevap verilecek. Şiddetli azabı görünce, (Keşke toprak olsaydık) diyeceklerdir. (Nebe 40, Secde 12, İbrahim 44) (Kâfirler âhirette pişman olmaz) diyenler bu âyetleri inkâr etmiş olurlar. Kâfirlerin azaplarının hiç eksilmeyeceği, hattâ artacağı, çok pişman olacakları Kur'an-ı kerimde açıkça bildirilmiştir. (Bekara 86,162; Al-i İmran 88; Nahl 85; Fatır 36; Mümin 49,50; Zuhruf75) [Bu âyet-i kerimeler nasıl inkâr edilir ki?] SALAT-İ TEFRİCİYYE Sual: Bir abla emr-i maruf niyetiyle önüne gelene, (Sen şu zamana kadar, şu kadar salat-i tefriciyye okuyacaksın, şu kadar Yasin-i şerif okuyacaksın, şu kadar kelime-i tevhid çekeceksin, duası yapılacak) diyor. İstemeyerek almak zorunda kalıyoruz. Çok verdiği için okuyamadığımız da oluyor. Emr-i vaki ile böyle şey yapması doğru mudur? CEVAP: Elbette doğru olmaz. Sadece (Şunlar okunacak, isteyen istediği kadar alabilir) denir. Kimse mecbur tutulmaz. Salat-i tefriciyye duası, salevattır, okumakta mahzur olmaz, ancak kitaplarımızda aynı maksatla okunan çok dua var. İlla bunu okutmaya çalışmak da doğru olmaz. KADINLARA BENZEMEK Sual: Erkeklerin, konuşmalarıyla, hâl ve hareketleriyle kadınlara benzemeleri günah olur mu? CEVAP: Evet, günah olur. Şarkı türkü söyleyen ve kadın gibi davranan erkekler, tevbe edinceye kadar tazir edilir. (Hindiyye) SİGARAYA SABIR Sual: Açlık ve susuzluğa sabreden nefsiyle cihad sevabı aldığı gibi, sigarasızlığa sabreden de cihad sevabı alır mı? CEVAP: Nefsiyle mücadele eden, cihad-ı ekber sevabına kavuşur. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Kardavî'nin çağdaş fetvaları
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Kardavî'nin (Fetava-i Muasire=Asrî Fetvalar) kitabı uygun mudur? CEVAP: Kesinlikle uygun değildir. Kardavî, (Kimseyi taklit etmiyorum) diyor, yani (4 mezhepten birine uymam) diyor. Bu, (Ben mezhepsizim) demenin başka şeklidir. Kimseyi taklit etmediğini söylese de, İbni Teymiyye'ye İmam ve Şeyhülislam diyerek, küçük kitapçığına, ondan 21, talebesi İbni Kayyım'dan ise 8 tane nakil almıştır. Ebu Hanife ismi iki defa geçiyorsa da, kaynak olarak değildir. El-Halal-vel-Haram kitabının önsüzünde, (Kendimi herhangi bir mezhebe bağlamayı uygun bulmadım. Yalnız bir mezhebin esiri olunmaz) diyor, mezhepleri esaret kamplarına benzetiyor. El-Halal-vel-Haram kitabı, daha önce çok tenkide uğramıştır. O. Hacı Ömeroğlu, mezhepleri yıkmaya çalışan Kardavî için, (İki işçi, koca Süleymaniye'yi yıkar, fakat onu yapmak için bir Süleyman ve bir de Sinan gerekir) diyor. (Din, kolaylık üzerine kurulmuştur) diyerek verdiği asrî fetvalardan birkaçı şöyledir: 1- (İnce çoraba mesh caizdir) diyor. Hâlbuki 4 hak mezhebin hiçbirinde ince çoraba mesh caiz değildir. Kolaylık olsun diye, her kolayına geleni yapmak caiz olmaz. Mesela, vakit girmeden beş vakit namazı bir vakitte kılmak, dini değiştirmek olur. 2- Mukim olanın, bir özürle iki namazı cem etmesine, (Hanbelî'de caiz olduğu için, ben de caizdir derim) diyor. Hâlbuki Hanbelî'nin bu hükmünü herkese şamil etmek, asla caiz değildir. Bir zaruret veya ihtiyaç sebebiyle bir mezhebi bir hususta taklit edebilmek için, o mezhebin o husustaki mümkün olan bütün şartlarına da riayet etmek gerekir. Şartlarına riayet etmeden bir mezhebin bir hükmünü almak veya mezheplerin kolaylıklarını toplamak, telfîk olup haramdır. (Hadika) 3- (Fitil kullanmak orucu bozmaz) diyor. Hâlbuki 4 mezhepte de bozar. 4- (Midye, ıstakoz gibi deniz haşeratı ve denizde kendiliğinden ölmüş balık yenir) diyor. Hâlbuki denizde kendiliğinden ölmüş olan balık yenmediği gibi, Hanefi'de midye, ıstakoz gibi deniz haşeratı da yenmez. (Dürer) Balık, hastalık gibi bir sebeple kendiliğinden ölünce leş olur, insanı da zehirleyebilir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Kendiliğinden ölüp, su yüzüne çıkan balık yenmez.) [Dâre Kutnî] (Devamı var) > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Kardavî'nin çağdaş fetvaları -2-
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
5- (Demir ve her madenden yapılan yüzük erkeklere caizdir) diyor. Mütercim, dipnotuna, haram olduğunu ilave etmiş. Demek ki, mütercim bile, Kardavî'nin dine aykırı sözleri olduğunu biliyor. Peki, harama helâl diyenin kitabı, niye tercüme edilir ki? 6- (Haşhaş, kenevir ve tütün ekmek haramdır, çünkü bunlar kötü yerlerde kullanılıyor) diyor. Kötü yerde kullanılınca haram mı olur? Afyon, tıpta çok kullanılır. İlaç olarak az miktarda kullanmak caizdir. (Redd-ül-muhtar) [Kötü yerlerde de kullananlar var diye, haşhaş ekmeye haram demek, şarap yapılıyor diye üzüm yetiştirmeyi yasaklamaya benzer.] 7- (İbni Teymiyye'nin, "Bir anda verilen üç talak, bir talaktır. Evlat, fakir ana babasına zekât verir. Bir kadın, yol eminse tek başına hacca gider" görüşlerini tercih ettim) diyerek İcma-ı ümmete karşı geliyor. 8- (Hastaya Kur'an okumak, âyetleri muska şeklinde üstte taşımak haramdır) diyor. Hâlbuki bunlar sünnettir. Sitemizde bu konularda teferruatlı bilgi vardır. 9- Hak ve bâtıl mezhep ona göre aynı olduğu için, Zeydiyye mezhebinden olan Şevkanî'den de nakiller yapıyor. Zahiriyye'den İbni Hazm'ın, (Enfiye çekmek, kulağa, burna ve makattan ilaç vermek orucu bozmaz) sözlerini onaylıyor. Mezhepsiz Reşit Rıza'ya müceddid diyerek övüyor. 10- (Bu asırda dindar Müslümana 50 sahabî ecri vardır) diyor. Hâlbuki evliya bile, sahabenin en alt derecesine kavuşamaz. Görüldüğü gibi Kardavî'nin kırdığı yumurta, kırkı çoktan geçmiştir. Günümüzdeki yerli mezhepsizler gibi, kendini bütün mezheplerin üstünde bir hakem gibi görüyor. Rehberleri İbni Cevzî, İbni Teymiyye ve İbni Kayyım'a Hanbelî imamı diyor, fakat kendi bir mezhebe uymuyor, mezhepsiz olmayı tercih ediyor. (Şu mezhebin şu hükmü yanlış. Şu hüküm, Kur'ana ve Sünnete aykırıdır. Şu mezhebin şu hükmü doğrudur. Bunu tercih ederim) diyor. 4 hak mezhebi bile karıştırıp birleştirmek, mezhepsizlik olup caiz değilken, 4 hak mezheple bâtıl mezhepleri birleştirip bir Kardavî mezhebi kurmak istiyor. Kendini mezheplerin üstünde hakem gibi gören böylelerine dikkat etmeli. Bunlar genelde, açıkça mezhepleri reddetmezler, fakat (Bu mezhebin şu görüşünü, şu mezhebin de bu görüşünü tercih ederim) diyerek, dini içten yıkmaya çalışırlar. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Adak yerine yemin kefareti
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Sevmediği bir kimseyle konuşmak istemeyen kimse, (Onunla konuşursam bir yıl oruç tutacağım) diye adakta bulunsa, oruç tutmayıp bunun yerine yemin kefareti verebilir mi? CEVAP: Evet, verebilir. ZIRVA TEVİL GÖTÜRMEZ Sual: Bazı kimseler, açıkça bildirilen âyet ve hadisleri, hiçbir kitapta olmayacak şekilde tevil ediyorlar. Bunlar dine aykırı değil midir? Tevil etmek ne demektir? Kimlerin tevil etme yetkisi vardır? CEVAP: Tevil, bir kelimenin çeşitli manalarından, İslamiyet'e uygun olanını seçmektir. Bunu herkes yapamaz. Ulema-i rasihin denilen derin Ehl-i sünnet âlimleri yapar. Tevillerin doğruluğu da, tefsirle ölçülerek anlaşılır. Tevil, tefsire uymazsa atılır. Tevil ilmi yüksek bir ilimdir. Herkesin tevile kalkışması, bid'at ve hurafelerin çıkmasına sebep olur. Herkes tevil edebilseydi, Peygamber efendimiz İbni Abbas hazretleri için şöyle dua etmezdi: (Ya Rabbî, İbni Abbas'ı fakih kıl ve ona Kur'anın tevil ilmini öğret!) [Buharî] Günümüzdeki yetkisiz kimselerin kendi görüşlerine göre âyetleri ve hadisleri tevil etmeleri, dine aykırıdır. Âyet ve hadisleri inkâr etmiş oluyorlar. Selef-i salihinin tevil etmedikleri nasları tevile kalkışmak çok tehlikelidir. Tevil ilminden habersiz cahillerin, tevil diye, icmaya aykırı görüş bildirmelerinin küfür olduğu din kitaplarında yazılıdır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Ümmetime en çok tehlikeli olacak kimse, Kur'an-ı kerimi yersiz tevil edendir.) [Taberanî] Manaları açık ve kati olan âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere, tevil yoluyla yanlış mana vererek dinden çıkana, yani imanı bozuk olana (Mülhid) denir. (Redd-ül-muhtar) Milel-Nihal kitabında deniyor ki: Bâtıniye fırkasındakiler, Kur'an-ı kerimin açık manalarına inanmayıp, kendilerine göre başka manalar çıkarırlar. (Kur'anın zâhir ve bâtın manaları vardır. Batın yani iç, öz manası lazımdır. Cevizin kabuğu değil, içi, özü işe yarar) derler. Bu ise küfür ve ilhaddır, doğru yoldan sapmaktır. Bunlar, İslam âlimlerinin sözlerini inkâr ediyorlar. [Yarınki yazıda, yetkisiz kimselerin yaptığı yersiz tevillere yeterli örnek verilecektir.] > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Yetkisiz kimselerin yaptığı yersiz tevillerden bazıları: 1- Melek, cin ve şeytan gibi görünmeyen varlıkları tevil yoluyla inkâra çalışmışlar. Melekler için, (Rüzgâr ve tabiat kuvvetleridir) diyorlar. 2- (Cebrail bir melek değil, programın adıdır) diyorlar. 3- (Cennet ve Cehennem bu dünyadadır) diyorlar. 4- (Cehennem ebedî değildir) diyorlar. 5- (Kur'anda geçen salât, namaz değil duadır, salâtı camide yapmaktan maksat ise, kalb camiinde Allah'a duadır) diyen mealci mezhepsizler, namazı ve camiyi inkâr diyorlar. 6- Mirac mucizesine, (Rüya veya ruhî bir hâldir) diyorlar. Hâlbuki Resulullah'ın, Mekke'den Kudüs'e götürüldüğüne inanmayan kâfir olur. Göklere ve bilinmeyen yerlere götürüldüğüne inanmayan ise sapık olur. (Bahr) 7- (Dabbe-tül-arz, hayvan değil, AIDS veya telefondur) diyorlar. 8- Abduh; şeytan, cin gibi şeyleri kabul etmez. Mucizeler, ona göre İslâmiyet'in alnına sürülmüş birer kara lekedir. Mesela Hazret-i Musa'nın denizi yarma mucizesine med-cezir olayı der. (Din tahripçileri s. 82) 9- Yine Abduh, Fil sûresinde bildirilen kuşları sivrisinek, attıkları taşları da mikrop olarak tevil ederek, mucizelikten çıkarmaya çalışmıştır. 10- (Şakk-ul-kamer [Ay'ın ikiye ayrılması] fiilî değildir. Peygamber böyle bir görüntü meydana getirdi, yani o anda deprem olunca öyle sanılmıştır) diyorlar. Mezhepsizler, genelde mucizeleri tevil ederler. Kıyamet alametlerini de bunun için tevil ediyorlar. Hâlbuki mucize tevil edilince, mucizelikten çıkıyor, basit bir olay hâline geliyor. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Mucize demek, bir zamanda bulunan ve o zamanki insan gücüyle bunun yapılamayacağında söz birliğine varılmış olan ve bu derecenin üstünde bir yapan bulunursa, bunun ancak Allahü teâlâ tarafından olduğuna inanılan şeydir. Böyle olmayan şeye mucize denmez. (İsbat-ün-Nübüvve) Ehl-i sünnet âlimlerinin tevil edilmesi gerektiğini bildirdiği âyet-i kerime ve hadis-i şerifler, genelde Allahü teâlânın zatıyla ilgili olanlardır. Açık olanları tevil etmek, inkâr etmenin başka şeklidir. Böyle tevillerle din yıkılmaya çalışılmaktadır. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Ömrümüzden geçen her saniye çok kıymetlidir, bir daha asla geri gelmez. İnsanın en kıymetli varlığı vaktidir. (Vakit, nakittir) buyurulmuştur. Nakit, para demektir. Zamanı boşa harcamak, parayı boşa harcamak gibi olur. Para boşa harcanınca, sermaye gider. Zaman boşa harcanınca da ömür sermayesi gider. Vaktinde yapılacak kıymetli işlerden biri de namazdır. Namaz dinin direğidir. Namaz kılmamak çok tehlikelidir, çünkü Allahü teâlânın emridir. Biz bir kul olarak bile, birine söylediğimiz şey yapılmazsa gücümüze gider. Her gün beş defa Allahü teâlânın emrine (Hayır!) demek, devamlı Ona meydan okumak ne büyük cesarettir! Dikkat edilirse, bu tavır, imansızlığı gösterir. Onun için sorumlu olduklarımıza ve sözümüzün geçtiği herkese mutlaka namazı bildirmek lazımdır. Eğer kılınmazsa, kaza kılacak kadar zaman geçtikçe, yani her 5-6 dakikada bir, günahı, öncekilerle toplanarak bir misli artar. Ankebut sûresinde mealen, (Doğru kılınan namaz, her türlü kötülükten korur) buyuruldu. Kötülüklerden uzaklaştırmayan namaz, görünüşte namazsa da, doğru namaz değildir. Ama doğru kılıncaya kadar, görünüşü de bırakmamalı. İnsan bir şeyin hepsini yapamazsa, yapabildiği kadarını yapmalı, tamamını elden kaçırmamalı. Bir şeyi güzel yapmak, onu çok yapmakla olur. Namazın güzelliği de, çok kılmakla olur. Yalnız beş vakit değil, her fırsatta kılmalı. Kaza borcu olmasa da kaza kılmalı. Resulullah "sallallahü aleyhi ve sellem" üzülünce, hemen namaza durur ve (Gözümün nuru namazdır) buyururdu. Miraç'ta kavuştuğu her nimete, ümmetinin de kavuşmasını istedi. Orada da, (Ümmetim) dedi. Cenab-ı Hak da namaz nimetini verdi. İşte müminin miracı namazdır. Namaz, İslâm'ın beş şartından biriyse de, namaz içinde diğer dördü de vardır. Namazda iman vardır, imanı olan namaza durur. Kelime-i şehadet vardır. Oruç vardır, bir şey yenirse namaz bozulur. Zekât vardır, dünyayı, parayı düşünmemek gerekir. Hac da vardır, kıbleye dönmeyenin namazı sahih olmaz. Hâsılı, namaz varsa, her şey vardır. Namaz yoksa, çok tehlikelidir. (Namaz, müminle kâfiri ayıran farktır) hadis-i şerifi bu tehlikeyi bildiriyor. Mümin namaz kılar, kâfir kılmaz. Kılmayan da kâfire benzemiş olur. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Dünya ve âhiret saadeti iki şeyle olur: Birincisi, İmam-ı Rabbanî hazretleri gibi büyük bir Allah dostuna kavuşup, onun tarafından kabul edilmektir. Bizim kabul etmemizin önemi olmaz, onların kabul etmesi gerekir. Kabul etmelerine layık olmak için, onları kusursuz sevmek, onları sevmeyenleri sevmemek ve yollarında olmak gerekir. İkincisi namazdır. Namazsız hayat olmaz. Namazsız Allah'a da kavuşulmaz. Namaz kılmayanın ibadetleri ruhsuz cesede benzer, hiç sevab verilmez. Yani namaz kılmadığı hâlde oruç, zekât, hac gibi ibadetleri yaparsa sadece farz borcunu ödemiş olur, ama o ibadetlere mahsus sevablara kavuşamaz. Namaz her şeyin başlangıcıdır. Üzülünce, canımız sıkılınca, işimiz bozulunca, hastalanınca namaz kılmalı. Çünkü bir kulun yüce Allah'a en yakın olduğu yer namazdır. Namazda da, en yakın yer secdedir. Büyük zatlar, evdeki kedi tabak kırınca namaza dururlarmış. (Ya Rabbî, ben bir hata işledim ki bu iş başıma geldi) diyerek tevbe ederlermiş. (Yoksa kedi tabağı niye kırsın) diye düşünürlermiş. O hâlde namaz gibi bir nimet, namaz gibi bir çare varken, elimizi, gözleri görmeyenler gibi sağa sola değil, Allah'a uzatıp namaza sarılmalıyız. İmandan sonra namaz gelir. Namaz kılmayan yüz bin hac yapsa, yüz bin altın sadaka dağıtsa, yüz bin fakir doyursa hepsi bir vakit namazın sevabına ulaşamaz. Temelsiz bina olmaz. Namaz dinin temelidir. Direksiz bina olmaz, namaz dinin direğidir. Hazret-i Ali, yeni bir hadis-i şerif duyunca, kim olursa olsun bunu söyleyen kimseye, (Vallahi ben bunu Resulullah'tan duydum) diye yemin ettirirdi. O şahıs yemin edince, o hadis-i şerifi naklederdi. Ama Hazret-i Ebu Bekri Sıddık'tan bir hadis-i şerif duyunca, yemin istemezdi, Çünkü onun Sıddık olduğunu bilirdi. Sıddık olan zata (Sen sıddık mısın?) denmez. İşte Hazret-i Ali'nin Hazret-i Ebu Bekr-i Sıddık'tan rivayet ettiği hadis-i şerifte, (Günahı ne kadar çok olursa olsun, bir mümin, abdest alıp Allah için iki rekât namaz kılarsa, günahları affolur) buyuruldu. İnsan günah işlemez mi? Hepimiz günahkârız. Günahı çok olmanın ölçüsü ne? Onu da bilmiyoruz. Büyük bir zat, (İçinizde en günahkâr benim. Çünkü içinizde en yaşlı, en çok nefes tüketen benim. Allahü teâlâyı unutarak gafletle alınıp verilen her nefes günah yazılır) buyuruyor. > Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Kabir ehlinden yardım istenirken, nelere dikkat etmek gerekir?
CEVAP: Abdülaziz-i Dehlevî hazretleri Fâtiha'nın tefsirinde buyuruyor ki: Birisinden yardım istenirken, yalnız ona güvenilirse, onun, Allahü teâlânın yardımına mazhar olduğu düşünülmezse, haramdır. Eğer yalnız Allahü teâlâya güvenilip, o kulun Allah'ın yardımına mazhar olduğu, Allahü teâlânın her şeyi sebeplerle yarattığı, onun da bir sebep olduğu düşünülürse caiz olur. Enbiya ve evliya da, böyle düşünerek başkasından yardım istemiştir. Bu düşünceyle birisinden yardım istemek, Allahü teâlâdan istemek olur.
Musa Kazım'ın kabri, duamın kabul olması için ilaç gibidir. (İmam-ı Şâfiî)
Keşif ehli evliyanın çoğu, ruhlardan feyz alarak olgunlaşmışlardır. (Eşiat-ül-lemeat)
Mevlana Abdülhakim-i Siyalkuti hazretleri buyuruyor ki: Dua eden, Allahü teâlâdan istemektedir. Duasının kabul olması için, Allahü teâlânın sevdiği bir kulunu vasıta yapmaktadır. (Ya Rabbî, bu sevgili kulunun hatırı ve hürmeti için bana da ver!) demektedir. Yahut evliyadan bir zata, (Ey Allah'ın velisi, bana şefaat et, bana vasıta ol, benim için dua et!) demektedir. Dileği veren, yalnız Allahü teâlâdır. Velî, sadece vesiledir, sebeptir. O da fânidir, tasarrufu, gücü yoktur. Allahü teâlânın verdiği güçle yardım etmektedir. Böyle inanmak şirk olsaydı, Allah'tan başkasına güvenmek olsaydı, diriden de dua istemek, bir şey istemek yasak olurdu. Bir cahil, dileğini Allah'ın kudretinden beklemeyip, (veli yaratır) derse, bu düşünceyle ondan isterse, bu elbette yanlıştır, şirktir. Bunu ileri sürerek, İslam âlimlerine dil uzatılamaz. Zaten herkes kulun bir şey yaratamayacağını bilir. (Zad-ül-lebib)
Abdülhak-ı Dehlevi hazretleri buyuruyor ki: İnsan ölürken ruhunun ölmediğini, şuur sahibi olduğunu, ziyaret edenleri ve onların yaptıklarını anladığını âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler açıkça bildiriyor. Evliyanın ruhları, diriyken olduğu gibi, öldükten sonra da, yüksek mertebededir. Evliyada, dünyada da, öldükten sonra da keramet vardır. Keramet sahibi olan, ruhlardır. Ruh ise, insanın ölmesiyle ölmez. Kerameti yaratan, yalnız Allah'tır. Her insan, Allahü teâlânın kudreti karşısında, diriyken de, ölüyken de hiçtir. (Mişkat)
> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Mezhep taklidinde üç grup
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Günümüzde mezhep taklidinde kaç grup vardır?
CEVAP: Mezhep taklidi konusunda ifrat, tefrit ve vasat olmak üzere üç grup vardır:
1- Belli bir mezhebi yoktur. Hangi mezhebin hükmü kolay gelirse ve aklına yatarsa onunla amel eder. Falanca mezhepte caizse, bir ihtiyaç ve zaruret olmasa da, hemen onu uygular. Bu mezhepsizliktir, telfîktir, haramdır. Bunlar ifrat grubuna giriyorlar.
2- İhtiyaç, hattâ zaruret olsa bile, bir konuda, diğer üç hak mezhepten birini taklit etmeye ters bakan, mezhep taklidini öcü gibi gören, hattâ dinsizlikmiş gibi zanneden taassup ehli olanlar var. Bunlar da tefrit grubuna giriyorlar.
3- Bir de din kitaplarının bildirdiği şekilde, ihtiyaç veya zaruret olunca, dört hak mezhepten birini, ihtiyaç olduğu konuda, ihtiyaç bitene kadar taklit edenler var. Bunlar vasat, yani orta yolda oluyorlar. Zaten dinimiz, ifratla tefrit arasında vasat bir yoldur. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir: (İşlerin en iyisi vasat olanıdır.) [Deylemî], (İfrat ve tefritten uzak durun!) [Buharî], (İfrata kaçan helak olur.) [Müslim], (İfrat ve tefritten kaç, vasatı tercih et!) [Beyhekî], (Orta yolu tutun, doğru yoldan ayrılmayın!) [Buharî], (Her hususta orta yolu tutmak, peygamberlik işlerinden biridir.) [Tirmizî]
İslamiyet'in, aşırılıklardan uzak, vasat [orta] bir din olduğunu bildiren bir âyet-i kerime meali de şöyledir: (Sizi vasat bir ümmet kıldık.) [Bekara 143]
İfrat ve tefritten kaçmalı, ihtiyaç olunca, dört hak mezhepten birini taklit etme nimetinden istifade etmelidir.
Sual: Hindiyye'de, (Kadınların cemaatle namaz kılmak için camiye gitmeleri mekruhtur) yazıyor. Cemaatsiz kılsalar da, yine gitmeleri doğru değil midir? Çarşıya çıkınca namaz kılacak müsait yer bulunmasa, camide cemaat dağıldıktan sonra da mı kılmaları uygun olmuyor?
CEVAP: Kadınların camiye gitmesi günah değil, erkekler varken gidip fitneye sebep olmaları günahtır. Bahsedilen durum gibi bir ihtiyaç olunca, erkekler dağıldıktan sonra, kadınlara ait bölümde namaz kılmalarında mahzur olmaz.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Selefî biri, (Birine Evliya demek yahut ölmüşse, Merhum veya Rahmetüllahi aleyh demek, gaybdan haber vermek olacağı için şirktir. Mesela Abdülkadir-i Geylanî'ye veya başka birine evliya demek küfür olur) diyor. Bunlar yanlış değil midir?
CEVAP: Elbette yanlış. Birine merhum demekle gaybdan haber verilmiş olmaz. İmanlı ölen her günahkâr Müslüman kesin Cennete girecektir. Onun için ölen Müslümanlara "Merhum" veya "Rahmetüllahi aleyh" denir. Âlimlerin ismi geçince, "Rahmetüllahi aleyh" demekse müstehabdır. (Redd-ül-muhtar)
Müslüman olarak bilinen biri imansız ölse, ama imansız öldüğü bilinmese, ona hüsnüzan edilerek "Rahmetüllahi aleyh" demek caiz olur. Dinimiz zahire bakar. Aksine bir gayrimüslim, Müslüman olup, Müslümanlığını gizlese, kimseye bir şey söylemediği için herkes onu Hristiyan zannetse, imanla ölse, buna Müslüman denmez. Çünkü dinimiz zahire göre hükmeder. Müslüman olarak yaşayıp da imansız ölene de, imansız öldüğü bilinmediği için, "Müslüman" denir. Müslümana, "Merhum" veya "Rahmetüllahi aleyh" demek caiz olur. Bunun için Ehl-i sünnet âlimlerinin hepsine hüsnüzan etmeli, isimleri geçince, "Rahmetüllahi aleyh" demeli! Müminler, kâfir olarak ölse bile, bilmediğimiz için hepsini iyilikle anmalıyız. Bir hadis-i şerifte, (Ölülerinizin iyiliklerini anın!) buyuruldu. (Tirmizî)
Günahkâr da olsa, ölen Müslümana iyi demek caizdir. Birkaç hadis-i şerif meali:
(Ölen müminin iyi olduğuna şahitlik edilirse, Allahü teâlâ onun kötü olduğunu bildiği halde, "Müslümanların bu ölü hakkındaki şahitliklerini kabul ettim. Onun kötülüklerini de affettim" buyurur.) [Bezzar]
(Siz kimin iyiliğini söylerseniz Cennet ona vacib olur, kimin de kötülüğünü söylerseniz Cehennem ona vacib olur. Siz yeryüzünde Allah'ın şahitlerisiniz.) [Buharî]
(Hangi Müslümanın iyiliğine dört kişi şahitlik ederse, Allahü teâlâ onu Cennete koyar. Üç, hattâ iki kişi şahitlik ederse yine böyledir.) [Buharî]
Seyyid Abdülkadir-i Geylanî hazretleri gibi evliya zatları binlerce âlim, iyilikle anmış, Cennetlik olduğunu söylemiştir. Allahü teâlâ, iki Müslümanın şahitliğini kabul eder de, birçok âlimin, evliyanın ittifakla söylediği sözleri kabul etmez mi?
> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Abdest duaları nelerdir?
CEVAP: Arapçasını bilmeyen Türkçesini okur. Abdest duaları şöyledir: 1- Abdeste başlarken şu dua okunur: (Bismillâhil-azîm. Vel-hamdü lillâhi alâ dînil-İslâm ve alâ tevfîk-ıl-îmân El-hamdü lillâhil-lezî ce'alelmâe tahûren ve ce'alel-islâme nûren.) [Azim olan Allah'ın ismiyle başlarım. Bize İslâm dinini ve imanı ihsan eden; suyu temizleyici, İslâm'ı nur kılan Allah'a hamd olsun!] 2- Ağza su verirken: (Allahümmes-kınî min havdi nebiyyike ke'sen lâ ezmeu ba'dehü ebeden.) [Ya Rabbî, içtikten sonra bir daha hiç susuzluk duyulmayan havz-ı Nebi'den içir!] 3- Burna su verirken: (Allahümme erihnî râyihatel cenneti verzüknî min ni'amihâ. Ve lâ türihnî râyihaten-nâr.) [Ya Rabbî, Cennet kokusunu koklat ve beni Cennet nimetleriyle rızıklandır! Cehennem kokusundan uzaklaştır!] 4- Yüzü yıkarken: (Allahümme beyyid vechî binûrike yevme tebyaddü vücûhü evliyâike ve lâ tüsevvid vechî bi zünûbî yevme tesveddü vücûhü a'dâike.) [Ya Rabbî, nurunla, evliyanın yüzünü ağarttığın gibi, yüzümü ağart! Düşmanlarının yüzü karardığı günde, yüzümü karartma!] 5- Sağ kolu yıkarken: (Allahümme a'tınî kitâbî biyemînî ve hâsibnî hisâben yesîren.) [Ya Rabbî, kitabımı sağımdan ver ve hesabımı kolay eyle!] 6- Sol kolu yıkarken: (Allahümme lâ tu'tinî kitâbî bi şimâlî ve lâ min verâi zahrî ve lâ tühâsibnî hisâben şedîden.) [Ya Rabbî, kitabımı solumdan, arkamdan verme, hesabımı zor etme!] 7- Başı mesh ederken: (Allahümme harrim şa'rî ve beşerî alen-Nâr. Ve ezıllenî tahte zıllî arşike yevme lâ zılle illâ zıllü arşike.) [Ya Rabbî, vücudumu ve saçlarımı Cehenneme atma! Başka gölgenin olmadığı günde Arş'ın gölgesinde gölgelendir!] 8- Kulakları mesh ederken: (Allahümmec'alnî minellezîne yestemi'ûnel-kavle fe yettebiûne ahsenehû.) [Ya Rabbî, beni, söz dinleyip, en güzeline uyanlardan eyle!] 9- Enseyi meshte: (Allahümme a'tık rakabetî minen-Nâr.) [Ya Rabbî, boynumu ateşten azat et!] 10- Sağ ayağı yıkarken: (Allahümme sebbit kademeyye ales-sırâtı yevme tezillü fîhil-ekdâmü.) [Ya Rabbî, ayakların kaydığı günde, sıratta ayaklarımı sabit kıl!] 11- Sol ayağı yıkarken: (Allahümme lâ tatrud kademeyye ales-sırâti yevme tatrudü küllü akdâmi a'dâike. Allahümme'c-al sa'yî meşkûren ve zenbî mağfûren ve amelî makbûlen ve ticâretî len tebûre.) [Ya Rabbî, Sıratta, düşmanlarının ayaklarının kaydığı günde, ayaklarımı kaydırma! Çalışmamı meşkûr et! Günahımı affet! Amelimi kabul ve ticaretimi helâl et!]
> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Allah şaşırtmasın) diye dua etmek yanlış değil mi? Allah bizim kötülüğümüzü isteyip de niye şaşırtsın ki? Böyle söylemek Allah'a suizan olmaz mı?
CEVAP: (Allah şaşırtmasın!) duasının benzerleri Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde vardır. Güzel bir duadır. Cehenneme atan da Odur. Günahsız, suçsuz insanı Cehenneme atmaz ki! Cehenneme müstahak olanı atar. Bunun manası, (Ya Rabbî, beni Cehenneme müstahak olanlardan eyleme!) demektir. Hayrın da şerrin de yaratıcısı Allahü teâlâ olduğu için, (Bizi kâfir etme, bizi Cehenneme atma!) diye dua ediyoruz. Bir âyet-i kerimede (Allah, dilediğini saptırır) buyuruluyor. (Rad 27)
Kur'an-ı kerimdeki bazı duaların mealleri: Ey Rabbimiz, kalblerimizi kaydırma! [Bizi sapıtma!] (Âl-i İmran Kıyamette bizi rezil rüsva etme! (Âl-i İmran 194) Unuttuğum şeyden dolayı beni suçlama ve bu işimden dolayı bana bir güçlük çıkarma! (Kehf 73) Kabirden kalkıldığı gün beni mahcup etme! (Şuara 87)
Bu konuda birkaç hadis-i şerif meali de şöyle: (Ey Allah'ım, kabir ehlinin ecrinden bizi mahrum etme ve onlardan sonra bizi fitneye uğratma!) [İbni Mace] (Ya Rabbî, bana azap etme!) [Deylemî]
Her şeyi yapan Allahü teâlâ için, Peygamber efendimiz, (Ya Rabbî, kabrimi ibadet edilen put hâline getirme!) diye dua etmiştir. (Abdürrezzak)
Allahü teâlâ herkese, layık olduğunu verir, kimseye zerre kadar zulmetmez. Bir âyet-i kerime meali de şöyledir: (Allahü teâlâ, kullarına zulmetmez, haksızlık etmez. Onları azaba sürükleyen, çirkin işleridir. Böylece kendilerine zulmediyorlar.) [Nahl 33]
Demek ki, şaşıran kimse, çirkin ameli sayesinde şaşırıyor.
Sual: Bazı kimseler, (Boyna haç, bele zünnar takıp bir kere secdeye gidilirse veya namaz kılınırsa, artık haç Müslüman olmuş olur. Bir daha bunlarla namaz kılmakta sakınca olmaz. Diğer küfür alametlerinin hepsi böyledir) diyorlar. Acaba bu düşünce, Hristiyanlığa olan aşırı muhabbetten, kör taassuptan mı kaynaklanıyor? Haç ve zünnar Müslüman olur mu?
CEVAP: Haç ve zünnar, küfür alametidir. Bunlar secdeye gitmekle, zemzemle yıkanmakla küfür alameti olmaktan çıkmaz. Haç denilen putu, papazların zünnar denilen kuşaklarını ve diğer küfür alametlerini, namaz kılarken kullanmak da küfür olur.
> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Rahmet-i ilahi dünyada dinli dinsiz herkese gelir, ama Resulullah'tan nimetler, sadece şu iki şartla gelir: 1- Onun peygamberliğini şartsız tasdik etmek. Elektrik kabloyla geldiği gibi nimetler, feyizler, kalble gelir. Bu tasdik olunca, o kişiyle Resulullah'ın mübarek kalbi arasında bir hat kurulur. 2- Onu çok sevmek. Gelen nimetlerin derecesi bu sevgiye bağlıdır. Sevginin derecesi de, tâbi olma nispetine göre ölçülür.
Bu tasdik ve sevgi şartı, Resulullah hayattayken böyleydi. (Kalbimde ne varsa, kardeşim Ebu Bekr'in kalbine akıttım) buyurduğu için, vefatından sonra artık Ondan gelen nimetler Hazret-i Ebu Bekir'den gelir. Ondan sonra Silsile-i aliyye büyüklerinden gelir. Bu büyükleri inkâr eden, gelen nimetlerden mahrum kalır.
Bir talebe hocasına, (Silsile-i aliyye büyüklerinin kitaplarını, derecelerine göre aşağı yukarı koymak uygun mu?) diye sorar. Hocası buyurur ki: Biz evliyaya derece tayin edemeyiz. Biri büyük biri küçük diyemeyiz. Resulullah'ın mübarek kalbinden çıkanlar, sırayla bu büyüklere geçer. Bu büyüklerin hepsinin kalbinde, Resulullah'ın mübarek kalbindeki emanetler vardır. Resulullah'a vârislik işi, ilimle, tecrübeyle, yaşla olmaz. Eğer öyle olsaydı Ehl-i sünnetin reisi ve (O, ümmetimin ışığıdır) diye hadis-i şerifle övülen İmam-ı a'zam hazretleri, Silsile-i aliyye büyüklerinden Cafer-i Sadık hazretlerine talebe olup, (Son iki sene olmasaydı, Numan helak olurdu) buyurmazdı. Demek ki bizim anlamadığımız şeyler var.
Şimdi zamanın büyüğü, hocamızdır. Biz, dinimizi ondan öğrendik. Bu büyükleri bize, o tanıtıp sevdirdi. O büyük zatların, kitaplarını açıklayıp bize vermişse, (Bu kitapları okuyun, evinizde sadece bunları bulundurun!) demişse, kitapları başka büyükler de yazmış olsa, onlar hocamızın kitapları sayılır. Hocamızın kitapları arasında kıyas yapmak, (Bu daha kıymetli!) demek çok yanlış olur. O büyüklerin kitaplarından öğrendiği bazı şeyleri ezberleyip, kendini bir şey sanan, kitabın birini yukarı ötekini aşağıya koyan bunları anlayamaz. Bu din, edep dinidir. Edep, haddini bilmektir. Herkes haddini bilmeli.
Resulullah'a kadar olan silsilenin feyzi, hocamızın kalbinden geçer. Bu kalbden geçmeyen, mahrum kalır. Hattâ o zatı kabul etmemiş ve kusurlu görmüş olur. Vârise yapılan iyi kötü her iş, Resulullah'a kadar gider.
> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Evliya zatlar niye seviliyor?
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Evliya bir zata, bir gün biri ziyarete gelir, (Uzun zamandır merak ediyorum. Bu talebeleriniz sizi niye bu kadar çok seviyorlar?) diye sorar. O zat şöyle cevap verir: (Bunun birkaç sebebi vardır: Birincisi, ben bunları çok seviyorum. Bunlar temiz, salih, Ehl-i sünnet âlimlerinin yolunda dinimize hizmet ediyorlar. Hepsi Allahü teâlânın sevdiği insanlar; ben böyle kıymetli insanları nasıl sevmem ki? (Minel kalbi ilel kalbi sebila) buyuruluyor. Yani kalbden kalbe yol vardır, o yoldan sevgi akar. Esas sebep budur. İkincisi, bizim yolumuzda almak yok, vermek vardır. Para sevgisi kesinlikle kalbime girmemiştir. Çünkü paranın yeri ceptir. Kalbe girerse tehlikeli olur. Üçüncüsü, Allahü teâlâ tevazu ehlini sever. Kibirliyi sevmez. Çünkü gül yerde, toprakta biter, dağ başındaki kayada bitmez. Kendimi hiçbir din kardeşimden üstün görmedim.)
Sonra o kimseye, (Merak ettiğiniz durum şimdi anlaşıldı mı?) diye sorar. O da, (Evet şimdi işin püf noktasını anladım) der. Sonra, o zat sözüne devam eder: (Biz insanlardan bir şey beklemeyiz, onların rızalarını almak için yön değiştirmeyiz, biz Allah için yaşar, Allah için ölürüz. Sırf Onun rızasını almak için çalışırız. Seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretlerine, (Siz Allahü teâlânın sevgili, makbul bir kulusunuz) derler. (Nereden bildiniz?) buyurur. (Efendim, herkes sizi seviyor) derler. (Biz insanlar sevsin diye ibadet etmiyoruz. Biz, Allah bizi sevsin diye Ona kulluk ediyoruz) buyurur.
İnsanlar birini çok sevebilir, fakat o kimse Allah indinde sevgili olmayabilir. Aksine, insanlar bir kimseyi sevmeyebilirler, onu hor görürler, ona kötü muamele ederler, fakat Allah onu sever. Bu yüzden, biz bütün varlığımızla Allah'a dönmek için uğraşmalıyız. Yoksa, insanlar bizi sevsin diye, zoraki onların seveceği işleri yapmak yanlış olur. Öyle yapanların hepsi mahvolmuştur. Yönünü insanlara dönen, onlardan sevgi bekleyen, gösteriş yapan, perişan olur. Çünkü itibar sonadır, insan nasıl ölmüşse, öyle haşrolur. Dolayısıyla insanın Allahü teâlâ indindeki durumu muteberdir. Yoksa insanların nazarındaki itibarının önemi yoktur. O hâlde insanların sevgisini değil, sırf Allah'ın rızasını kazanmak için çalışmalıdır.)
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Vatan-ı sükna ne demektir?
CEVAP: Vatan-ı sükna, uğranılan yer olup, 15 günden az kalmak için niyet edilen yahut bugün yarın çıkarım diyerek uzun müddet oturulan yerdir. Seferi olan, vatan-ı süknada mukim olmaz. Seferi olmayan, vatan-ı süknada mukim olur. Sefer mesafesi kadar uzak olmayan bir yere gitmek için şehrinden çıkan, bu yerde 15 günden az kalsa, burası vatan-ı sükna olur. Burada misafir olmaz. Mesela, vatan-ı ikameti Fatih olan, Büyükçekmece'de 10 gün kalsa, Büyükçekmece vatan-ı sükna olur. Büyükçekmece'de misafir olmaz. Büyükçekmece'den sefere niyet etmeden çıksa, yoldayken, Sakarya'ya gitmeye niyet etse, seferi olur. Fatih'e uğrarsa Fatih'te mukim olur, çünkü vatan-ı asliye veya vatan-ı süknaya girmediği için ve Büyükçekmece'den sefer niyetiyle çıkmadığı için, Büyükçekmece'nin vatan-ı sükna olması bozulmuş olmaz.
Görülüyor ki, vatan-ı süknanın bozulması, vatan-ı ikamet gibi oluyor. Vatan-ı süknada mukim olmak için, bununla vatan-ı asli veya vatan-ı ikamet arası sefer mesafesinden [104 km'den] az olmalıdır. Mesela, bir kimse Fatih'ten Büyükçekmece'ye gidiyor. Büyükçekmece'den Güzelce'ye doğru yola çıkıyor. Güzelce'ye gelmeden, Büyükçekmece'ye dönüyor. Unuttuğunu alıp, Sakarya'ya gidecektir. Fatih'e uğramıyor, Büyükçekmece'de, namazı mukim olarak kılar; çünkü Büyükçekmece'den ayrılırken sefere niyet etmediği ve Güzelce'ye girmediği için, Büyükçekmece vatan-ı sükna olmaktan çıkmadı. Eğer, Büyükçekmece'den sefere niyet ederek çıksaydı veya Güzelce'ye girseydi, Büyükçekmece vatan-ı sükna olmaktan çıkardı. Büyükçekmece'de seferi olurdu.
Sefer mesafesindeki yani 104 km'den fazla olan yola sefer niyetiyle çıkan kimse, 104 km gitmeden önce, bir kasabada 15 günden az kalsa, sonra buradan çıksa, bu kasabaya tekrar gelirse mukim olmaz, çünkü ilk geldiğinde de seferi idi. Mesela, Fatih'ten sefer niyetiyle, Çanakkale'ye gitmek üzere yola çıkan kimse, Büyükçekmece'de 10 gün kalsa, sonra, Büyükçekmece'den çıktıktan sonra, tekrar Büyükçekmece'ye gelirse mukim olmaz, çünkü Büyükçekmece'ye ilk geldiğinde de seferiydi.
> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Okuduğumuz dua ve tesbihlerden hâsıl olan sevab, bir kimseye hediye edildikten sonra, başkasına da hediye edilebilir mi?
CEVAP: Başkasına da hediye edilir, ölü diri, dünyadaki bütün Müslümanlara hediye edilebilir. Tek tek hediye edilebildiği gibi toptan da hediye edilebilir. Hediye ettiklerine, aynı şeyi tekrar hediye edemez. Mesela, 70 bin kelime-i tevhid okudu. Bu hatm-i tehlili, ölen birine hediye etse, daha sonra başkası ölse, ona da hediye edebilir, daha sonra başkaları ölse hepsine teker teker hediye edebilir. Aynı hatm-i tehlili aynı kişilere ikinci defa hediye edemez, çünkü daha önce hediye etmişti.
Sual: Abdesti yokken, abdestim var diye abdestsiz namaz kılsa, gusülde veya abdestte bilmeden kuru yer kalsa, cünüpken unutup yıkanmasa, elbisem temiz diye, necasetli elbiseyle namaz kılsa, fakat bunların hiçbirini öğrenmeden ölse, bu namazları sahih olur mu?
CEVAP: Elbette, sahih olur. Allahü teâlâ kimseye yapamayacağı şeyi yüklemez. (Niye unuttun, niye bilemedin?) demez.
Sual: Vatan-ı asliden çıkıp sefer mesafesindeki bir yere giderken, fabrika, kışla, mezarlık gibi bir yeri geçince seferilik başlar, fakat vatan-ı ikametten ise, evden çıkar çıkmaz seferilik başlar deniyor. Doğru mudur?
CEVAP: Doğru değildir. İkisinde de, fabrika, kışla, mezarlık gibi bir yeri geçince, seferilik başlar.
Sual: Kötülük eden, zulmeden kimseleri Allah'a havale etmek, (Allah bunun cezasını versin demek) caiz midir?
CEVAP: Evet, caizdir. (İslam Ahlakı)
Sual: Kirasını aylarca ödemeyen kiracıyı mahkemeye verip, haciz yoluyla hakkımızı almak caiz midir?
Sual: Babanın hala ve teyzesi, kardeş çocuklarının torunları mahrem midir?
CEVAP: Evet, mahremdir. Babanın hala ve teyzesi, bizim hala ve teyzemiz demektir. Kardeşimizin torunları da, bizim yeğenimizdir.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Bir ateist, (En faziletli dua, kişinin kendisi için yaptığı duadır) hadis-i şerifi için, (Kendine dua etmek bencillik olur) dedi. Kendimize dua etmek uygun değil mi?
CEVAP: Elbette, kendimize de dua edeceğiz. Çünkü dua etmek, namaz, oruç gibi ibadettir. Namazı kendimiz için kılıyor, orucu kendimiz için tutuyor, her ibadeti kendimiz için yapıyoruz. Allahü teâlâ, kendimize de, dua etmemizi emrediyor. Peygamber efendimiz ve diğer peygamberler de kendileri için dua etmiştir. Hazret-i Musa, (Ya Rabbî, ben kendime zulmettim, beni affet!) diyor. (Kasas 16)
Bir hadis-i şerifte, (Âdem aleyhisselam Cennetten çıkınca, "Ya Rabbî, Muhammed aleyhisselamın hürmetine beni affet!" diye dua etti) buyuruldu. (Taberanî)
Peygamber efendimizin ümmetine örnek olmak için ettiği dualardan bazıları şöyledir:
(Allah'ım, günahımı affet ve rızkıma bereket ver!) [İ. Ahmed]
(Allah'ım, beni çok şükreden ve çok sabreden kullarından eyle!) [Bezzar]
(Allah'ım, beni çok zikreden ve emrine uyanlardan eyle!) [Tirmizî]
(Allah'ım, ilmimi arttır!) [Tirmizî]
(Ya Rabbî, ölümü bana kolaylaştır!) [İbni Ebi-d-dünya]
İnsanın kendisi için dua etmesinin bencillikle ilgisi yoktur. Önce kendimizi, ondan sonra başkalarını kurtaracağız. Kendimiz bataklıkta iken, başkalarını nasıl kurtarabiliriz? Abdullah bin Vehb hazretleri, (Kendisine faydası olmayanın, başkasına faydası olmaz) buyuruyor. Atalarımız da, (Önce can, sonra canan, gemisini kurtaran kaptan) demişlerdir.
Sual: Karı kocadan biri ölünce, yaşayan, ölenin cenazesine bakabilir mi?
CEVAP: Kadın, ölen kocasına bakabilir, çünkü koca öldükten sonra nikâh, iddet bitinceye kadar [dört ay on gün] devam eder. Hanefî'de kadın ölünce, kocası buna bakamaz, çünkü kadın ölünce nikâh bozulur. Ama diğer üç mezhepte bakmak caizdir. (Redd-ül-muhtar)
Erkek, ölen hanımının ellerine ve yüzüne, Hanefî'de bakabilir. Diğer yerlerine bakmak için bir ihtiyaç olursa, mesela teşhis için bakmak gerekirse, diğer üç mezhepten biri taklit edilip bakılabilir.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Müellefe-i kulübe zekât vermek, misyonerlerin parayla insanları Hristiyan yapmasına benziyor) denilerek konuyla ilgili âyet tenkit ediliyor. Acaba bu iddiayı misyonerler mi yapıyor?
CEVAP: Elbette, öyledir. Müslüman olan kimse âyet-i kerimeyi nasıl tenkit eder ki? Ya ateisttir veya misyonerdir. Müellefe-i kulübe zekât vermekteki maksat, kâfirlerin kötülüklerini önlemek, onlarla iyi geçinmek ve İslâmiyet'in güzel ahlakını her yere yaymaktır. Müellefe-i kulübe dâhil olanların bir kısmı da, kalblerinin kazanılması ve İslamiyet'e ısındırılması istenen yeni Müslüman olmuş kimselerdir. Yani sadece kâfirlere değil, yeni Müslüman olmuş kimselere de verilirdi.
Bedayî ve diğer kitaplarda bildirildiği gibi, İslamiyet'e yardım etmek ve düşmanın zararını önlemek için, onlara mal, para her zaman ödenir. Ama bu, Beyt-ül-malın zekât bölümünden değil, başka bölümünden verilir. Demek ki, müellefe-i kulübe giren kimselere ödeme yapılması yasaklanmamış, onlara zekât verilmesi yasaklanmıştır. (F. Bilgiler)
Sual: Kadın, eşine ismiyle hitap etse günah olur mu?
CEVAP: İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki: Ana babayı ve kadının zevcini, isimleriyle çağırması tahrimen mekruhtur, küçük günahtır. Tazimle, saygı anlatan kelimelerle ve yanına giderek çağırmaları lazımdır. Uzaktan, yüksek sesle çağırmamalı. (S. Ebediyye)
İsmi ne ise sonuna bey kelimesini getirerek, mesela Ali Bey, Veli Bey gibi söylenebilir. Mesleği ne ise öyle hitap edebilir. Doktorsa doktorum veya doktor diyebilir. Bunun gibi, onbaşım, çavuşum, yüzbaşım, komutanım, polisim, patronum, mimarım, tüccarım, kaptanım, pilotum, avukatım, ustam, reisim, başkanım, hocam, öğretmenim, şefim, müdürüm, noterim denebilir. Yahut sevdiği sıfat ne ise o da söylenebilir. Beyim, aslanım, yiğidim, hayatım, şekerim gibi. Erkek hangisinden hoşlanıyorsa onu söylemeli, istemediği ismi veya sıfatı söylememeli. Aynı şekilde erkek de hanımına, onun hoşlanacağı şekilde hitap etmeli. Mesela güzelim, bitanem gibi şeyler söylemesi uygun olur.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Mezhepsizler tarafından çok kullanılan (İslam'ın görüşü), (Mezhebin görüşü), (İslam'ın tevhid görüşü), (Kur'anî görüş), (Allah'ın görüşü), (Allah'ın düşüncesi) gibi tâbirleri kullanmak caiz midir?
CEVAP: Görüş de, düşünce de insanlar için kullanılır. Allah için, İslam için ve Kur'an için kullanılmaz. Böyle kullanmanın küfür olduğunu İslam âlimleri bildirmişlerdir.
(İslamî görüş), (İslam düşüncesi) denmez. (İslamî hükümler) denir. Çünkü İslam bir görüş, bir düşünce değil, ilahî hükümler topluluğudur. Mezhepsizler tarafından çok kullanılan (İmam-ı a'zamın görüşü), (Hanefî mezhebinin görüşü) demek de yanlıştır. İmam-ı a'zamın ictihadı denir. Müctehidin ictihadı dinî hükümdür. Hata olsa bile sevab verilen, amel edilmesi gereken bir hükümdür. Sıradan birinin sözü gibi buna görüş diyerek, basite almak çok yanlıştır. (Mezhebin görüşü) de denmez, (Mezhebin hükmü) denir. Ehl-i sünnet olanlar mezhepsizlerin ifadelerini kullanmamalıdır.
Sual: Bir erkek hanımına, (Ben seni boşadım) diye yabancı bir dilde söylese, mesela İngilizce (I have divorced you), Fransızca (Je t'ai divorcé ma femme), Arapça (Tallaktüki) veya (Enti tâlikun) dese, bunları ciddi veya şaka olarak söylese, hanımı manasını anlamasa, dinen boşama vâki olur mu?
CEVAP: Evet, boşama vâki olur.
Sual: Müslüman bir kadın, erkek doktora muayene olabilir mi?
CEVAP: Aynı işi yapan kadın doktor bulamazsa, hastalık da önemli olup, muayene ve tedavi şartsa o zaman caiz olur.
Sual: Nerelerde, ne zaman davul çalmak caizdir?
CEVAP: Düğünde, bayramda, savaşta, hac yolunda, sahurda, askerlikte davul çalmak caizdir. (İslam Ahlakı)
Sual: Bir kadının, küçük çocuğunu eğlendirmek için def çalması caiz midir?
CEVAP: Evet, caizdir. (İslam Ahlakı)
Sual: Günah olmayan sözleri, şiirleri veya şarkıları çalgıyla söylemek caiz midir?
CEVAP: Hayır, caiz değildir. (İslam Ahlakı)
Kaptanın işine karışılmaz
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Eğer bir işin, bir hizmetin başlangıcı ve devamı, üzüntüsüz ve çilesiz ise, onun yıkılması kolay olur. Bir iş de çile içinde devam ediyorsa, ömrü çok uzun olur. En güzel örnek, dinimiz İslamiyet'tir. Peygamber efendimiz, (Benim çektiğimi, hiçbir Peygamber çekmedi) buyuruyor. Onun getirdiği İslamiyet de Kıyamete kadar devam edecektir.
Dine hizmette başarının sırrı, bu işini kendine dert edinmektir. Dertsiz insandan hayır beklenmez. Hizmet aşkının ateşi alevlenip, hem kendini, hem de etrafını yakmalıdır. İşini kendine dert edinmeyen kimselerden lider olamaz.
Birlik ve beraberlik içinde olmalı. Bizim dinimizde, bir el kalkar, bir el iner, ikinci bir el kalkmaz. Yani emîrin dediği olur. Emîr istişare eder, ama son kararı yine o verir, ikinci bir lider olmaz. Dine yapılan hizmetin sorumlusu bu büyüklerdir, icra başı onlardır. İyisi de, kötüsü de, hayrı da, sevabı da onlara aittir. Bize düşen, görevimizi en iyi şekilde yapmaya çalışmaktır. Bir kişi söyler, ötekiler de bunu uygular. Başarı ancak böyle gerçekleşir. Bizim vazifemiz, yeni şeyler bulmak değil, büyüklerin emirlerini uygulamak için elimizden geleni yapmaktır.
Büyük bir zata, başarısının sebebi sorulunca, (İşimi hep iş bilmeyenlerle yapıyorum) cevabını verir. Soran kimse şaşırınca, (İşi bilen, danışmayı düşünmez, kendi bilgisine güvenir, aklına göre karar verir, yanlış iş yapar. Bilmeyen ise her şeyi danışır, danışınca da yanlış yapmamış olur) der. Eğer enerji gelmezse, motor çalışmaz. Hizmetlerde de büyüklerin himmeti gelmezse, bu işler yürümez. Onun için, yaptığımız hizmetler yürüyorsa, kendimizden bilmemeliyiz.
Büyüklerin dine hizmet için uğraştığı işlerden, ticaretten, zerre kadar şahsi menfaatleri olsaydı hiç kimse onları sevmezdi. İşin başındakinin niyeti ve parayı sarf ettiği yer önemlidir. Çünkü koca gemide o kadar çalışan olmasına rağmen, sonunda gemi, kaptanın dediği yere gider. Gemilerde tek yetkili, kaptandır. (Gemi karadan idare edilmez) sözü çok önemlidir. Bunun için bu büyükler, her zaman işinin başında olmuşlardır.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Bir işin ciddiyeti, ancak o işi yapanların ciddiyetine bağlıdır. Yaptığımız iş ne kadar ciddi olursa olsun, eğer biz ciddi olamazsak, o iş yine askıda kalır. Eksik, bozuk başlanan bir işin sonucu da eksik ve bozuk olur.
Bir hizmet, vermek üzerine kurulmuşsa, hiç korkmamalı. Ama almak üzerine kurulmuşsa, araya menfaat girmişse, orada mutlaka çekişme olur ve orada kirli işler döner.
Bir emîrin yardımcıları, danışmanları ne kadar güçlüyse ve orada istişare ne kadar ihlâsla, menfaatten uzak ve hizmete dayalı şekilde yapılırsa, başarı da o nispette güzel, sıkıntısız ve üzüntüsüz olur. Hazret-i Ali'ye, (İlk iki halife zamanında olmayıp da, Hazret-i Osman'ın ve sizin zamanınızda, karışıklığın çok olmasının sebebi nedir?) diye sorarlar. O da, (Onların danışmanları bizdik, bizim danışmanlarımızsa sizsiniz) der. Danışmanlar ne kadar çok sıkıntı verirse, başarı o kadar az olur. Sultan 2.Abdülhamid Han, tıpkı Yavuz Sultan Selim Han ve Kanuni Sultan Süleyman Han gibi, yüce bir padişahtı, ama bozuk dönemde olduğu için danışmanları da bozuktu. Hâlbuki diğer padişahların, kendileri gibi, danışmanları da büyüktü.
Emîrin verdiği işleri yapamıyor veya yaptıramıyorsak, ya kendimizde, ya işimizde veya usulümüzde bir uygunsuzluk var demektir. O zaman bunları kontrol edip işe yeniden başlamak gerekir.
Her zaman (Kolaylaştırın, zorlaştırmayın) hadis-i şerifine uygun hareket etmeli. İşlerimizi yaparken, teklif getirirken yeni alternatifler üretmeli. Daima yeni durumlara uyum sağlamalı, bir yerde takılıp kalmamalı. Âhir zamandayız. Başarılı olmak için, genelde herkesin yaptığından farklı şeyler yapmalıdır. Başkalarının düzeninde, onun yaptığı işte yarışana fırsat vermezler.
Başkasıyla değil, kendi işimizle uğraşmalıyız. Bir toplulukta insanlar birbirleriyle uğraşmaya başlarlarsa, bu, yıkımın başlangıcı olur. İnsanları doğrultmaya çalışmakla vakit kaybetmeden, kendimizi düzeltip işimizi doğru yapmaya çalışmalıyız. Büyüklerin yolunda, dinimize hizmet etmek için çalışmak, zirvedir. Zirvede rüzgâr sert eser, tek başına ayakta durulmaz, kenetlenmek gerekir.
> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Cennette pişmanlık yoktur
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Cehenneme girenler, pişman olacağı gibi, Cennete giren herkes de, (Niye daha çok ibadet yapmadım, daha az günah işlemedim) diye pişman olacak mı?
CEVAP: Cennette hiçbir üzüntü, sıkıntı olmadığı gibi, pişmanlık da yoktur. Herkesin pişman olması, Kıyamet günü olacaktır. Orada cennetlik olanlar bile, niye daha çok ibadet etmedik diye pişman olacaktır. Bir hadis-i şerifte, (Kıyamette fâsık salih herkes pişman olur. Fâsık, fıskı [günahı] bırakıp doğruluk ve takva üzere bulunmadığına; salihse, daha çok ibadet etmediğine pişman olur) buyuruldu. (Feraid-ül fevaid)
Cennette monoton bir hayat da yoktur. Hayal bile edilemeyecek nice nimetler olacak, bunlardan alınacak zevk de her an artacaktır. Bunu dünyadaki nimetlere benzeterek anlamak, mümkün değildir.
Sual: Bir hadis-i şerifte, (Ölmüş ana babanız için, istiğfar edin) buyuruluyor. Onlar için (Estağfirullah) mı diyeceğiz?
CEVAP: İstiğfar, af dilemek, günahların affedilmesini istemek demektir. Estağfirullah, (Ya Rabbî, beni affet!) demektir. Hadis-i şerifteki, (İstiğfar edin!) demek, (Ana babanın günahlarının affedilmesi için, gerekli hayır hasenatı yapın, onlar için dua edin!) demektir. Yani dua etmek, Kur'an okumak, sadaka vermek ve çeşitli hayırlar yapmak, ölü için birer istiğfardır.
Sual: Bir namazı vaktinde kılmış olmak için, vakit çıkmadan önce mi selam vermek gerekir?
CEVAP: Sabah namazı hariç, diğer vakitlerde, vakit çıkmadan, Hanefi'de iftitah tekbiri alan, Maliki'de ve Şafii'deyse, bir rekât kılan, namazı vaktinde kılmış olur. Sabah namazındaysa, güneş doğmadan önce selam vermek şarttır.
Sual: Abdest aldıktan 1-2 saat sonra, Sübha yani abdest için şükür namazı kılınsa caiz olur mu?
CEVAP: Caiz olursa da, geciktirmeden kılmalı.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Torunla hürmet-i müsahere
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Evli olan bir erkek torun, elde olmadan babaannesinin elini öperken şehvetlense, hürmet-i müsahere açısından nasıl bir durum meydana gelir?
CEVAP: Üç durum ortaya çıkar: Babaannesi dedesine haram olur; babası annesine haram olur ve kendi karısı kendisine haram olur. Şöyle ki:
1- Torunla babaannesi arasında hürmet-i müsahere hâsıl olunca, babaannesi karısı hükmüne girmiş olur. Dedesi, torununun karısı durumundaki kendi karısıyla evli kalamaz.
2- Torunla babaannesi arasında hürmet-i müsahere hâsıl olunca, babası oğlu hükmüne girer. Bu oğlu da, baba hükmünde olan torunun annesiyle evlenemez; çünkü kendi karısı, babasının annesi olmuş oluyor.
3- Torunla babaannesi arasında hürmet-i müsahere hâsıl olunca, torunun babası, oğlu hükmüne girer. Oğlunun gelini [yani torunun karısı] oğlun babasına haram olur. (Redd-ül muhtar)
Sual: Evli olan bir kız torun, babasının babası olan dedesinin elini öperken şehvetlense, hürmet-i müsahere açısından nasıl bir durum meydana gelir?
CEVAP: Üç durum ortaya çıkar: Dedesine babaannesi haram olur; annesine babası haram olur ve kendi kocası kendisine haram olur. Şöyle ki: 1- Kız torunla dedesi arasında hürmet-i müsahere hâsıl olunca, dedesi kocası hükmüne girmiş olur. Babaannesi, torununun kocası durumundaki kendi kocasıyla evli kalamaz. 2- Kız torunla dedesi arasında hürmet-i müsahere hâsıl olunca, babası oğlu hükmüne girer. Bu oğlu da, anne hükmünde olan torunun annesiyle evlenemez. Çünkü kendi karısı annesinin annesi olmuş oluyor. 3- Kız torunla dedesi arasında hürmet-i müsahere hâsıl olunca, torunun annesi kızı hükmüne girer. Kızının damadı [yani torunun kocası] kızın annesine haram olur.
Sual: Bir erkekle, kaynanası arasında hürmet-i müsahere olursa, durum nasıl olur?
CEVAP: Karısı kendisine haram olur. Şöyle ki: Kaynanası karısı hükmüne girer. Karısı da kaynanasının kızı olduğu için karısının kızıyla evli kalamaz. Hürmet-i müsahere olunca, kurtuluş çaresi, Şafii mezhebini taklit etmektir. Çünkü Şafii'de hürmet-i müsahere ile haramlık meydana gelmiyor. (Dürer)
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Bir felsefeci diyor ki: (1- Ben Muhammedîyim. Benim dinim, Muhammed'in dinidir. 2- Benim mezhebim, Muhammed'in mezhebidir. 3- Resulullah dâhil, Kur'anı aracısız olarak kendim yorumlarım. Kur'andan başka kaynak da tanımam. 4- Kimseye tâbi olmam, kendi yolumu kendim çizerim. 5- Mezhep imamları ve bütün âlimler istişarî mahiyetteki kişilerdir, ictihadları ve fetvaları bizi bağlamaz.)
Felsefeci, (Ben mezhepsizim) mi demek istiyor?
CEVAP: Demek istemiyor, açıkça öyle söylüyor. Her maddeye kısaca cevap verelim:
1- Hristiyanlar, Müslümanlığı hak din kabul etmedikleri için, (Müslümanlar Muhammedîdir. İslamiyet, onun uydurduğu dindir) derler. Bir Müslüman, (Ben Müslümanım) der, (Muhammedîyim) demez. (Muhammed'in dinindenim) de demez. Sadece (Ben Müslümanım) der. Bunları demediğine göre, felsefecinin Müslümanlardan farklı bir yolda olduğu pek açıktır.
2- Bütün mezhepsizler, bir mezhebe tâbi olmadıkları için (Şu mezhepteyim) demezler. Hiçbir İslam âlimi de, (Ben Muhammedî mezhebindeyim) dememiştir. Böyle bir mezhep yoktur. Mezhepsizler, kendilerini kamufle etmek için böyle diyorlar.
3- Kur'anın doğru tefsirini Resulullah yapmıştır. İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki: Kur'an-ı kerimin tefsiri, ancak Resulullah'tan "sallallahü aleyhi ve sellem" işitildiği gibi yapılabilir. (Kur'an-ı kerimi, kendi görüşüne, anlayışına göre tefsir eden kâfir olur) hadis-i şerifi bunu bildirmektedir. (1/234)
Felsefeci, hem (Muhammedîyim) diyor, hem de Resulullah'ın Kur'andan anladığına değil, kendi anladığına tâbi oluyor. Muhammedîyim demesi nerede kaldı? Diğer mezhepsizler (Kitap, Sünnet) diyor. Bu, sünneti de kabul etmiyor, ama yine de, mezhepsiz demesinler diye, (Muhammed'in mezhebindenim) diyor. Tek delil Kur'an değildir. Âlimler için delil dörttür: Bunlar, Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas-ı fukaha'dır. Birini inkâr eden mezhepsiz olur. Ehl-i sünnet âlimleri, dört mezhepten başkasıyla amel etmenin caiz olmadığını ittifakla bildirmişler ve bunda icma hâsıl olmuştur. (El-Mesail-ül-müntehabatü fir-risaleti vel vesileti) (Devamı var)
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
4- Kimseye tâbi olmamak tamamen felsefeciliktir, mezhepsizliktir. Allahü teâlâ, (Resulüme tâbi olun!), Resulü de, (Âlimlere tâbi olun!) buyuruyor. Âlimlere, yani bir mezhebe tâbi olmamak, Resulullah'ın "sallallahü aleyhi ve sellem" emrine uymamak olur. Hani (Muhammedîyim) diyordu. Niye (Âlimlere tâbi olun!) emrine uymuyor? Sapıklığını gizlemek için böyle dediği pek açıktır.
5- Mezhep imamlarımızın, büyük âlimlerimizin verdiği fetvalar ve çıkardıkları hükümler için (Bizi bağlamaz) diyor. Hâlbuki Peygamber efendimiz, (Âlimlere, müctehidlere tâbi olun!) buyuruyor. Hattâ müctehid hata etse bile, kendisine sevab verileceğini, ona uyanlara günah olmadığını, aksine sevab kazandıklarını bildiriyor. Bir hadis-i şerifte, (Müctehid, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse, iki sevab alır) buyurulmuştur. (Buharî)
Bir büyüğe tâbi olmak büyük şereftir. Eshab-ı kiramın hepsi mutlak müctehid oldukları hâlde, Resulullah'a tâbi oldukları için peygamberlerden sonra en yüksek makama kavuşmuşlardır. Tabiîn, Eshab-ı kirama tâbi oldukları, onları taklit ettikleri için yüksek şerefe ermişlerdi. Onlardan sonra gelenler de onlara tâbi oldukları için Tebe-i tabiîn olma şerefine yükselmişlerdir. Bir âyet-i kerime meali: ([Eshabdan] Muhacir ve Ensar'la iyilikte onların izinden gidenlerden, [onlara uyanlardan] Allah razıdır. Onlar da, Allah'tan razıdır. Allah, onlara Cenneti hazırladı.) [Tevbe 100]
Bu âyette, Eshaba ve onların izinden giden Tâbiîne uymak gerektiği bildiriliyor. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir: (İnsanların en hayırlısı asrımdaki Müslümanlardır, yani Eshab-ı kiramdır. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenlerdir, yani Tâbiîn'dir. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenlerdir, yani Tebe-i tâbiîn'dir. Artık bunlardan sonra yalanlar yayılır.) [Buharî]
Görüldüğü gibi Tâbiîne tâbi olmamak, mezhepsizliktir. İmam-ı a'zam, Tâbiîndendir, diğer mezhep imamları da Tebe-i tâbiîndendir. Yani âyet ve hadiste kendilerine tâbi olunması bildirilen ve övülen zatlardır. Bu zatlara uymamak Allahü teâlâya ve Resulüne karşı gelmek olur.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Biriyle tartışınca (Papaz olduk) deniyor. Böyle söylemek küfür mü? CEVAP: (Kavga ettik, birbirimizi kırdık) anlamında söylemek küfür değilse de, uygun olmaz, çünkü şakadan bile, (Ben papazım), (Ben Hristiyan'ım) demek küfür olur. Bazıları, kâfir olan papazları (takva sahibi) diye övüp, papaz olmayı arzuluyorlarsa da, Allahü teâlâ Müslümanları papaz olmaktan korusun!
DİNE SÖVEN MÜSLÜMAN OLAMAZ
Sual: (Dinime söven, bari Müslüman olsa) diye bir söz var. Bu uygun mudur?
CEVAP: Dine söven kimse, elbette Müslüman olamaz. O sözün aslı, (Dinime dahleden, bari Müslüman olsa) şeklindedir. Yani, dine söven değil, (Din hakkında ileri geri söz eden kişi, hiç olmazsa Müslüman olsa, belki sözü dinlenip, bu ne diyor diye bakılır, fakat dinle imanla hiç ilgisi olmayanın, din hakkında konuşmasına itibar edilmez) demektir.
Sual: Bir Müslüman intihar etmek için çok hap veya zehir içse, sonra pişman olup tevbe etse, az sonra ölse, intihar günahı affolur mu?
CEVAP: Evet, affolur. İntihar etmek, başkalarını öldürmekten daha büyük günahtır. Kabirde Cehennem azabı çeker. Hemen ölmeyip tevbe ederse, bütün günahları affolur. Kabir azabı da çekmez. (İslam Ahlakı)
Sual: (Resulullah, kırk yaşında peygamber oldu) demek uygun mudur?
CEVAP: Uygun değildir. (Kırk yaşında peygamberliği kendisine bildirildi) demeli. İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki: Âdem aleyhisselam yaratılmadan önce de, Muhammed aleyhisselam peygamberdi. (1/44)
Sual: 1 Nisan'da, şaka yapmak caiz midir?
CEVAP: Yalan söylemeden, kimseyi üzmeden, korkutmadan, malını almadan her zaman şaka yapmak caizdir. Üç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Arkadaşınıza, üzücü şaka yapmayın!) [Tirmizî]
(Tartışmaya girmeyen, haklı olsa da kimseyi incitmeyen, şaka veya güldürmek için yalan söylemeyen, iyi huylu olan Müslüman Cennete girer.) [Tirmizî]
(İnsanları güldürmek için yalan söyleyenlere, yazıklar olsun!) [Ebu Davud]
1 Nisan şakaları genelde uygunsuz oluyor.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Dinimize, Ehl-i sünnete hizmet edenler, bir vücut gibi olmalıdır. Sadece bir parmak acısa, rahatımız kaçar. O parmağın iyileşmesi için bütün vücut seferber olur. Hizmete iştirak eden her kişi, vücudun bir uzvu, bir parçası gibi olur. Hiçbir parçanın diğerine üstünlüğü olmaz. Hepsi ayrı ayrı bir vücudu tamamlar.
Bir saat, ancak doğru çalışır, doğru kurulur ve zamanı doğru gösterirse işe yarar, faydalı olur. Saatin doğru çalışması içindeki çarkların kırık, paslı olmamasına, birbiriyle uyumlu çalışmasına bağlıdır. Hizmetlerde de, bir saatin çarkları, vidaları gibi, herkes birbirine karşı sorumluluğunu bilmeli, edepli, hürmetkâr ve uyumlu olmalıdır. Kalb kırmamak, gıybet etmemek ve başkasının işine karışmamak lazımdır. Böylece hizmetler, doğru çalışan bir saate benzemiş olur. Eğer akrep ve yelkovan, zamanı yanlış gösterirse, hizmetler çabucak aşınır ve silinir gider. Çünkü yanlış çalışan saat, markası ne olursa olsun, faydalı olmadığı için kullanılmaz, çöpe atılır. Onun için hizmetlerin itibarı korunmalıdır. Herkes, kendine düşen vazifeyi en iyi şekilde yapmalı. Allah korusun, hizmetlerin çöpe gitmesine sebep olmak felakettir.
Başarı arttıkça, hizmetler büyüdükçe idareciler büyümemeli, yani kibirlenmemeli, aksine tevazu sahibi olmalı. Geçimsizliğe sebep olmamalı, kimseyi üzmemeli. Bir bahçıvan bir gül yetiştirmek için binlerce dikene bakar, onlara da su verir. Gül kokar, diken batar. Gül olamayan, diken bari olmamalı. Birini üzen, diken gibi batmış demektir. Bir kişiden ne olur dememeli. Dini yıkan da, yapan da bir kişidir.
İnsanlar öğrenmeyi sever, fakat öğretilmeyi sevmez. Büyük bir zat sohbetlerinde fıkra da anlatır, latifeler yaparmış. Hattâ talebelerine de anlattırır, hep beraber gülerlermiş, sonra sohbete devam edermiş. Bir gün talebelerine, niye fıkra anlattığının sebebini şöyle anlatır:
(Şimdiki insanlar, nasihat istemiyorlar, bir şey bilmeyen kimse durumuna düşmeyi gururlarına yediremiyorlar. Bu da kibirden kaynaklanır. Onlara fark ettirmeden latife arasında bir şeyler vermeye çalışıyoruz.)
> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Hizmetlerde ihlâs esastır
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Evliya zatlara, Ehl-i sünnet büyüklerine benzemeyen, dine yapılan hizmetlerde faydalı olamaz. Bu yolda muhatap, insanların kalıbı değil, kalbidir. Dine hizmetlerde çalışan herkesin, mutlu ve huzurlu olması lazımdır. Bu da, büyüklerin emrinde olan idarecilerin, nazargâh-ı ilahî olan kalbleri kırmamasına bağlıdır. Kalb kırmak, Kâbe'yi yetmiş kere yıkmaktan daha büyük günahtır. İyi bilmeli ki, bir kardeşimizin kalbi kırılırsa, büyüklerin kalbi bin parçaya bölünmüş olur. Hâlbuki asıl görevimiz, büyüklerimizin kalbini kırmamak, onları üzmemektir. İşte bunun için bu hizmetlerde idareci olmak zordur.
Dinimize hizmette esas olan, etiket veya mevki makam değil, ihlâstır. Eshab-ı kiramın bu kadar başarılı olması, silahla değil, ihlâsla olmuştur. Allahü teâlâya karşı ibadetleri, kullukları tamdı, Cenab-ı Hakk'ın yardımına daima muhtaç olduklarını hatırlarından çıkarmazlar ve her fırsatta da söylerlerdi, Allahü teâlâ da yardım ederdi. Eğer insanlar Allahü teâlânın yardımına ihtiyaç duymazlarsa, Allahü teâlâ onların işini insanlara bırakır.
İnsan çalıştırmanın temel şartı, heves kırmamaktır. Bir işte heyecan varsa o iş er veya geç güzel neticelenir. Bir şeyi güzel yapmak, çok yapmakla olur. Yasaklamamalı, sınırlandırmamalı. Eğer sürekli (Onu yapma, bunu yapma!) denirse, ne yapacağını şaşırır ve bunalır. Serbestçe yapsın ama yaparken de yol göstermeli. Dinimizde de hep böyledir, bir zorluk olduğunda çıkış yolları, çareler vardır, şartlara göre ne uygunsa o yapılır.
Allahü teâlânın seçtiği, sevdiği, büyüklerin yolunda, dinine hizmet nasip ettiği güzide insanlar, mücevher gibi olup, elbette sayıları azdır. Dolayısıyla bunların idareci [yönetici] olması, idareci olarak yetişmesi lazımdır. Osmanlı dünyaya hükmettiği zaman nüfusu 26 milyondu ama çoğu idareci olacak vasıftaydı. Bir yere bir vali gönderilince, artık merkezin orayla ilgili endişesi kalmazdı, çünkü giden mükemmel idareciydi, neyi nasıl yapacağını bilirdi.
Bu hizmetleri yürüten idareci hem derviş yani dinine çok bağlı, hem de tüccar, yani cesur ve atılgan olmalı, kârını zararını iyi bilmeli, dostunu düşmanını iyi tanımalıdır. Sadece derviş ve sadece tüccar olmakla bu iş yürümez. İkisi bir arada olmalıdır.
> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
31.03.2013
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Dinî bir sohbetten çıkan kimsenin günahları affolur mu?
CEVAP: Eğer o sohbette dine aykırı şeyler konuşulmamışsa, elbette günahlar affolur. İmam-ı Rabbanî hazretleri, (Salihlerle beraber olan, imanını korumuş olur) buyuruyor. Tâbiînin büyüklerinden Sâbit bin Eslem hazretleri buyurdu ki: Bir Müslüman Allahü teâlânın anıldığı yere dağlar kadar günahla girse, çıkınca üzerinde zerre kadar günah kalmaz. Mümin Kıyamet gününde Allahü teâlânın huzurunda durur. Allahü teâlâ ona, (Ey kulum! Sen, dünyada bana ibadet eden kullarımla beraber ibadet ediyor muydun?) diye sorunca o mümin, (Evet, onlarla birlikte ben de ibadet ediyordum yâ Rabbî!) der. Yine Allahü teâlâ, (Ey kulum, dünyadayken bana dua edip yalvaran ve beni zikredip ananlarla beraber, sen de yalvarıp beni andın mı?) diye sorar. O mümin yine, (Evet, yâ Rabbî!) diye cevap verir. Bunun üzerine Allahü teâlâ, (İzzetim hakkı için, beni zikredip, andığın her yerde ben de seni andım. Nerede dua edip yalvardınsa, o duanı kabul ettim) buyurur. Sâbit bin Eslem hazretleri sonra şu hadis-i şerifi bildirdi:
(Müminin hiçbir duası reddedilmez. Ya günahı affolur veya hayırlı karşılığını görür [mesela gelecek bir belayı önler] yahut âhirette karşılığını görür.) [Deylemî]
Sual: Bir yazar, (Ey Müslüman sen çalışma! Öyle yâ Mevla ücretle tutulmuş işçindir senin. Sen kahveye git! Bütün işleri Rabbin görür, çünkü vazifesidir onun. Daralınca başın, "Hızır'ı gönder" dersin. Evdeki hastana da Mevla bakacak. Demek Allah senin her şeyin, yanaşman, ırgadın o. Aile doktorun, eczacın o. Ey Müslüman! Böyle tevekkül olmaz. Huda'yı kul yaptın, kendin Huda oldun) diyor. Hangi Müslüman böyle tevekkül eder ki? Diyelim ki, böyle tevekkül eden cahiller var. Bunları kötüleyeceğim diye, Allahü teâlâ için böyle çirkin benzetmeler yapılır mı?
CEVAP: Hâşâ hiçbir Müslüman Huda'yı kul yapmaz, kendisi de Huda yani ilah olmaz. Şakayla da bunlar söylenmez. Onun saçma sözleri çoktur, çünkü o, mason Abduh'un çömezi ve onun gibi reform isteyen biridir. Yadırgamamak lazımdır.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Tevbe günahları affettirir
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: ("Estağfirullah, ellezî lâ ilâhe illâ hü, el hayyel kayyume ve etübü ileyh" diyen savaştan kaçmış olsa da, bütün günahları affolur) mealindeki hadis-i şerife göre, bunu söyleyen bid'at ehli veya kâfirin günahları da affolur mu? Namaz, oruç gibi Hak borçları ve hırsızlık, gasp gibi kul borçları da affolur mu?
CEVAP: Şartsız bildirilen bütün hadis-i şeriflerin, meşhur şartları vardır. İlk şart Ehl-i sünnet itikadında Müslüman olmaktır. Müslüman olmayan ve bid'at ehli olan, hangi istiğfarı okursa okusun günahları affolmaz.
Ehl-i sünnet itikadındaki bir Müslüman tevbe edince, kul ve Hak borçları hariç diğer günahları affolur. Kul borçları için, ödemek veya helalleşmek lazımdır. Hak borçları için de bunları kaza etmek lazımdır. Mesela, (Kılmadığım namazlarıma, tutmadığım oruçlarıma, vermediğim zekâtlara tevbe ettim) demekle o ibadetler yapılmış olmaz. Namazları kaza etmek, oruçları tutmak ve zekâtları vermek şarttır.
Sual: (Fakir kıza nisabın üstünde mehir istenince, o da kurban kesemeyeceği için günaha girer. Böylece kadına zulmedilmiş olur) deniyor. Fazla mehir istemekle kadına niye zulmediliyor ki?
CEVAP: Mehri çok istemekle kadına zulmün bir ilgisi yoktur. Kadın, alacağı olan mehri nisaba katar, fakat parası yoksa zekât vermez, kurban da kesmez. Bundan dolayı ne günaha girer, ne de zulme uğrar. Kurban kesecek kadar parası varsa, kurban keser ve kurban sevabına kavuşur. Kadın sevaba kavuştuğu için ona zulmedilmiş olmaz. Aksine elinde nisap miktarı kadar parası veya altını olmadığı hâlde, mehir alacağını nisaba dâhil ettiği için zengin olduğundan kestiği kurbana vacib sevabı veriliyor. Bu ise büyük bir nimettir. Bu bakımdan çok mehir istemenin hiç mahzuru olmaz, aksine kadın için maddî ve manevî faydası vardır.
Sual: Hayzlı kadın cenaze yıkayabilir mi?
CEVAP: Ölü yıkayacak kimsenin, önce gusül abdesti alması müstehabdır. Cünübün ve özürlü kadının yıkaması mekruhtur. (S. Ebediyye)
> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Rızık nedir? Haram olan şeyler de rızka dâhil midir?
CEVAP: Yiyip içilen, kullanılan ve faydası görülen şeylerin hepsi rızıktır. Yiyip içilmezse, kullanılmazsa ve faydası görülmezse, bizim malımız ve mülkümüz olsa da rızka dâhil değildir. Diyelim ki, iki ekmek aldık, birini yedik, birini yemeden öldük. Sadece yediğimiz rızıktır. Bir ev satın aldık, içinde oturmadık veya kiraya verip parasını almadık, hatta parasını alsak bile, o parayı harcayıp faydalanmadıysak, o bizim rızkımız değildir.
Rızık denince genelde yiyecek şeyler anlaşılır. Ev, giyim eşyası, kullandığımız ve faydalandığımız her mal rızıktır. Hatta haramdan kazanılsa bile rızıktır.
Aklı esas alan Mutezile sapık fırkası, (Haram şey rızık değildir) demişse de, Ehl-i sünnet âlimleri, (Helal da, haram da rızıktır) buyuruyor. Bir hadis-i şerif şöyledir:
(Elbette, hiçbir kul, takdir edilen rızkına kavuşmadıkça ölmez. O halde rızkınızı ararken güzel bir yol tutun, helali alın, haramdan kaçın!) [Hâkim]
Sual: (Dünya han, insanlar yolcu ve Allah hancı) demek; bir de, koyunları insana, ağılı dünyaya, çobanı da Allah'a benzetmek caiz midir?
CEVAP: Dünyayı hana, insanları yolcuya benzetmek normaldir. Koyunları insana, ağılı dünyaya benzetmek de normaldir, fakat çobanı ve hancıyı Allahü teâlâya benzetmek hoş değildir. Bir insana bile çoban dense alınır. Dinimizin bildirdiği isimleri söylemelidir. Allahü teâlânın bin bir ismi varken, benzetmelerden uzak durmalıdır. Birgivi Vasiyetnamesi şerhinde, Allah'ın isimlerinin tevkifî olduğu, yani dinin bildirdiği isimleri söylemek gerektiği bildirilmektedir.
Sual: Felçli çocuğumuzu doktora götürdük, bir netice alamadık. Ne yapmak gerekir?
CEVAP: Daha başka doktorlara götürmeli. Her şey Allahü teâlâdandır. Ondan gelene sabretmekten başka çare yoktur. Allahü teâlâ, sabredenlerle beraberdir. Sabredenlerin gideceği yer Cennettir. Şifa âyetlerini de kullanmak iyi olur. Birçok hastalığa şifa verdiği tecrübelerle sabit olmuştur. Âyât-ı hırzı okumak da faydalıdır.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Ebu Hüreyre, (Resulullah, âlemin yaratıldığı zamandan, yok olacağı güne kadar, olmuş ve olacak şeyleri bize bildirdi. Bunlardan bildirilmesi gerekenleri size bildirdik. Gerekmeyenleri, bildirmedik) diyor. Bu, Peygamberimizin her gaybı bildiğini göstermez mi? Kıyamette Resulullah'a, Eshab-ı kiram arasına karışan münafıklar için söylenecek olan (Senden sonra onların neler yaptıklarını biliyor musun?) sözü, buna aykırı değil mi?
CEVAP: Hayır, aykırı değildir. Bütün peygamberler, gaybların tamamını değil, ancak kendilerine bildirilenleri bilir. İkinci sözün açıklaması şöyledir:
Resulullah efendimiz "sallallahü aleyhi ve sellem", münafıkların kimler olduğunu biliyordu, bunları tek tek Hazret-i Huzeyfe'ye bildirip, (Allahü teâlâ beni, onların cenaze namazını kılmaktan men etti) buyurdu. Hazret-i Huzeyfe'den başka kimse onları bilmiyordu.
Resulullah'ın vefatından sonra, Hazret-i Ömer, cenaze olduğu vakit, Hazret-i Huzeyfe'ye bakardı. O cenaze namazını kılarsa kılar, kılmazsa, o da kılmazdı. Âhirette de, o kimselerin münafık olduklarını elbette biliyordu. Onları orada rezil etmek için Allahü teâlâ öyle buyuracaktır. Nitekim bir insanın ne günah, ne sevab işlediği, kiramen kâtipleri denen meleklerce kayda alındığı hâlde, âhirette günah işleyen organlar da konuşacak, şahitler çoğalacaktır. Hiç kimse yaptıklarını inkâr edemeyecektir.
Sual: Kuru yer veya delk edilmemiş, ovulmamış yer kalır endişesiyle, abdest almayı uzatıyorum. Bunun bir sakıncası var mıdır?
CEVAP: Abdest almayı uzatmak vesveseden kaynaklanır. Vesvese ise günahtır. Birkaç dakika içinde almalı. Namazı ise acele etmeden tâdil-i erkâna riayet ederek kılmalı.
Abdestin tez alınması, namazın yavaş kılınması hakkında halk arasında çeşitli sözler söylenir: Mesela, (Abdesti yel gibi, namazı yıl gibi) ve (Abdesti kuş gibi, namazı taş gibi) dendiği gibi, (Abdesti deli gibi almalı, namazı ölü gibi kılmalı) veya (Veli gibi kılmalı) da denir.
Sual: Süt emen çocuğun kusmuğu necis olur mu?
CEVAP: Evet, kaba necasettir. (S. Ebediyye)
> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Mealci bir yazar, (Meal yazanlar, kendi düşüncelerini katsalar da, âyetleri yanlış tevil etseler de, Kur'anı anlamak için meal okumak lazımdır, çünkü mealsiz Müslüman olmaz) diyor. Bir kimse ömründe hiç meal okumasa, dinine, imanına bir zararı olur mu?
CEVAP: Hayır, hiçbir zararı olmaz. Aksine, mealci yazarın da itiraf etmeye mecbur kaldığı gibi, mealler yanlış düşüncelerle doludur. Böyle mealleri okumak daha tehlikelidir. Üç hadis-i şerif şöyledir:
(Kur'anı kendi görüşüyle açıklayan, doğru olsa da, muhakkak hata etmiştir.) [Nesaî]
(Kur'ana ehliyeti olmadan mâna veren, Cehennemde azap görecektir.) [Tirmizî]
(Kur'anı kendi görüşüne göre tefsir eden kâfir olur.) [Mektubat-ı Rabbanî]
Meal okuyup da, (Kur'anda tesettür yok) diyenler olduğu gibi, (Namaz üç vakittir, tavuktan, balıktan kurban olur) diyenler de oluyor. (Kur'an köpek etini yasaklamamış) diyenler de türedi. Bu uydurma hükümlerin hepsi meallerden çıkarılıyor. Kur'an-ı kerimin hakiki mânasını öğrenmek isteyen bir kimse, meal değil, muteber bir ilmihâl okumalı. Kur'an ve hadislerde bildirilen, iman, fıkıh ve ahlak bilgilerinin hepsinin açıklamaları muteber ilmihâllerde mevcuttur. İlmihâl okuyan, eksik bir şey bırakmış olmaz.
Sual: Namazda zamm-ı sûreler hangi sırayla okunur?
CEVAP: Üç kural var: 1- Mushaf'taki sırayla okunur. Tersine okumak mekruhtur. 2- Önceki rekâtta okunandan, üç veya daha fazla âyet uzun olan sûreyi okumak mekruhtur. 3- Bir sûre atlayarak okumak mekruhtur. Yeni bir namaz kılarken, yani selam verdikten sonra, artık önceki namazdaki sıraya riayet etmek gerekmez.
Sual: Ölmeden önce, mezar yeri satın almak caiz mi?
CEVAP: Evet, caizdir. Ama o parayı dine hizmette kullanmak daha iyidir. Çünkü hiç kimseyi açıkta bırakmazlar, bir yer bulup defnederler.
Sual: İçine şarap dökülmüş sirke yenir mi?
CEVAP: Dökülen şarap, sirkeye dönüştüğü zaman yenir. Normal şarap bile, sirke hâline gelince yenir.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Başarılı ve düzgün iş, ancak düzgün adamla olur; parayla olan işlerde istenen verim alınamaz. Adam varsa, para da, işin kalitesi de artar. Adam yoksa mevcut para bile elde durmaz, işler de kalitesizleşir.
Bir gün, Hazret-i Ömer'in hilafeti zamanında bir ordu, zaferle, ganimetlerle döner. Hazret-i Ömer başta olmak üzere bütün Eshab-ı kiram orduyu karşılar. Herkes sevinçli. Tam o esnada Hazret-i Ömer yanındakilere sırayla, (Şu anda her duamızın kabul olacağı bildirilse ne isterdin?) diye sorar. Biri, (Yâ Ömer, Allahü teâlâ, odalar dolusu altın, gümüş, para verse, bunun hepsini ben bu güzel ordumuz için dağıtırım, onu güçlendiririm) der. Bir başkası da, (Efendim, ovalar dolusu davarlarım, koyunlarım olsa, bu güzel orduya feda olsun. Hepsini onlar için dağıtırdım) der. Hepsine böyle tek tek sorar. Hepsi birbirine benzer cevaplar verirler. Hazret-i Ömer, hepsine memnuniyetini bildirir. Sonunda, (Yâ emîr-el müminîn, peki, siz Rabbimizden ne isterdiniz?) derler. Hazret-i Ömer, (Ben iyi adam isterdim. Bunların hepsi adama bağlı. Ebu Ubeyde bin Cerrah, Muaz bin Cebel gibi yiğit, güzel adamlar isterdim) der. Buradan anlaşılıyor ki, parayı iyi adam kazanır, ama para adamı kazanamaz. Savaşı kazanan da, işleri yapan da adamdır.
Dinî hizmetleri yürüten bir zata, yakınları, (Efendim, işitiyoruz, herkes size dua ediyor. Bizim böyle dua aldığımız yer yok) diyorlar. O zat buyurur ki: Bu dua, sadece bana değil, benim şahsımda hepinizedir. Ben sadece bir temsilciyim. Hepimiz bu duaya ortağız. Çünkü hepimiz birlik beraberlik içinde çalışıyoruz. Ben tek başıma ne yapabilirim ki? Kur'ân-ı kerimde, Allahü teâlâ, Eshab-ı kiram için, (Ey habibim, sana çok iyi yardımcılar verdim) buyuruyor. Peygamber efendimiz de, "sallallahü aleyhi ve sellem" (Allahü teâlânın sevdiği emîre çok iyi yardımcılar nasip olur, sevmediği emîre de, çok kötüler musallat olur) buyuruyor. Demek ki, iyi yardımcılar bir nimettir. Ne kadar sevinsek azdır. Çünkü Allahü teâlâ, en temiz, en güzel kullarını seçip, bize yardımcı olarak vermiştir. Allahü teâlâya ne kadar şükretsek azdır.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: İslamiyet'e hizmet ederken büyüklerimize tâbi olmak ve söz dinlemek çok önemlidir. Çalışanların birbirini kırması, o büyükleri kırmak gibidir. Hizmetlerde âmirin maiyetinde olanlar, onun sözünden kesinlikle ayrılmamalı. Onu dinlemek ve ona tâbi olmak büyüklere tâbi olmaktır. Uyum içinde, birlik ve beraberlik içinde çalışılınca, aklın ermediği başarılar görülür.
Verilen işin takibi de önemlidir. Görevi alan, aldığı işin bitirildiğini mutlaka bildirmeli. Eğer bir yerde takılıyorsa, onu da bildirmeli. Çünkü bir saatin bir dişlisi durursa, o saat, vakti yanlış gösterir. O hâlde herkes kendine verilen işi, öncelikle yerine getirmeli. Bilgi vermemek işe önem vermemek demektir.
Başarı, Cenâb-ı Hakk'ın rızasını kazanmak, Onun kullarının duasını almak ve büyüklerin arzularını yerine getirmektir. Bu üçü birlikte olursa istenen başarı olur.
Bu hizmetlerde çalışan herkes işin sahibidir. (Bu iş benimdir, işin sahibi benim) diye çalıştığı için başarılıdır. Yoksa başkasının işinde hiç kimse bu kadar başarılı olamaz.
Bu işlerimizde çalışanların birbirleriyle yardımlaşmaları, birbirlerinin ihtiyaçlarını gidermeleri, vakfa para yardımı yapmak gibidir, aynı sevabı kazandırır. Bir arkadaşın ihtiyacını giderip duasını almak çok önemlidir.
Başka yerlerde çalışanlar, çalıştıkları yerden bir şey almak için geliyorlar. Dine hizmette çalışanlar ise, bir şey vermek için geliyorlar. Almayı hiç düşünmezler. Maaş almaları onlara zarar vermez, çünkü gayeleri o değildir. Esas gayeleri vermektir. Bedeniyle, aklıyla veya para kazandırmak suretiyle olan bu vermeler, bir araya geliyor ve o küçük derelerden, büyük bir nehir meydana geliyor. Bunlar niçin almayıp da veriyorlar? Bu hizmetlerin başındaki büyüklerimiz, böyle verdikleri için ve bu iş de, bu maksatla kurulduğu için hep vermek hedefleniyor. İş, baştakine tâbidir. Büyükler, bir şeyler almak şöyle dursun, bunun düşüncesi bile, hizmetleri bitirir.
Hizmetler, çalışanların ihlâsı devam ettiği müddetçe devam eder. İhlâsları yok olursa işler de biter. Onun için ihlâslı kişiler lazımdır. Böyle bir kimse, çalışmayıp otursa da, orada bulunması yeter. Çünkü bu hizmetler ihlâs sahibi olmayanlarla yürümez.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Kâfirken Müslüman olana dönek denir mi?
CEVAP: Dönek, genelde sözüne güvenilmeyen kimse demektir. Kâfirken Müslüman olana, mühtedi denir, dönek denmez. Mühtedi, İslam dinini kabul etmiş, hidayete ermiş, doğru yolu seçmiş, hak dine girmiş demektir. Müslümanken kâfir olana, mürted denir. Buna dönek demenin mahzuru olmaz. Kötüye dönene dönek denir, iyiye dönene dönek denmez. Eski kötülüklerine geri dönene, mürteci denir.
Mürteci, İslâm'dan önceki cahiliyete, vahşete ve ahlâksızlığa dönen kimseye denir. Mürteciye şimdi gerici deniyor. Eskiden mürteci yani gerici, İslamiyet'i bırakan, Batı'nın ahlaksızlığını alan kimseye denirdi. (Yavuz hırsız ev sahibini bastırır) misali, bu ahlaksızlar, kendileri gerici, mürteci iken, Müslümanlara mürteci, gerici demeye başladılar. Müslüman diye hakaret edemeyip, mürteci, gerici diyorlar. Ne yapsın, Müslümanlar da, (Eğer Müslümanlık gericilikse ben gericiyim) demek zorunda kalıyor. Kimse yokken, namaz kılmayan, oruç tutmayan, ama insanların yanında oruç tutuyor, namaz kılıyor görünenler var. Bunlara dönek denmez, riyakâr veya sahtekâr denir.
Sual: Amerika'daki bir üniversitede, Kur'anın feminist meali hazırlanmış. Feminist meal olur mu?
CEVAP: Herkesin düşüncesine göre meal olmaz. Yani mealin, feministi, hümanisti olmaz. Yarın bir başkası da çıkıp (Sosyalist bir meal yaptım) diyebilir. Nitekim âyet-i kerimeleri sosyalizme göre açıklayan sosyalist zihniyetli mezhepsizler çıkmıştır. Feminist olmasa bile piyasadaki birbirini tutmayan mealleri okumak caiz olmaz, çünkü müfessirlerimizin bildirdiklerine aykırı meallere ve tefsirlere asla itibar edilmez.
Sual: Düğünde davul çalmak caiz midir?
CEVAP: Davul çalarak düğünü tanıdıklara duyurmak sünnettir. Ayrıca savaşta, hac yolunda, askerlikte, oruca kaldırmak için sahurda davul çalmak caizdir. (S. Ebediyye)
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Bir Müslüman, din kardeşinin arkasından hayır dua edince, bir melek, "Âmin! Kardeşin için ne istiyorsan aynısını Allah sana da versin" der) diye bir hadis var. Ben çok zayıfım, teyzem ise çok şişmandır. Eğer (Yâ Rabbî, teyzemi on kilo zayıflat!) diye dua edersem, aynısı bana da verilirse, on kilo zayıflar ve ölebilirim. Meleğin böyle dua etmesi uygun mudur?
CEVAP: Hadis-i şeriflere öyle mânâ vermek yanlış olur. Zayıflamak, sizin için kötülüktür. Melek, iyilik edene kötü dua etmez. Sizin sağlığa kavuşmanız için ne kadar kilo almanız gerekiyorsa melek onun için dua eder. Yahut ihtiyacınız başka ne ise, onun için dua eder. Yani din kardeşimizin iyiliği için dua etmişsek, melek de, bizim de bir iyiliğe, bir ihtiyaca kavuşmamız veya bir hastalığımızın yahut bize gelecek belanın önlenmesi için dua eder. Meleğin duası kabul olur. Allahü teâlâ, yaptığımız iyiliklere, dualara çok karşılık verir. Bir hadis-i şerifte, (Her iyilik için on mislinden yedi yüze kadar sevab yazılır) buyuruldu. (Buharî)
Sual: Namaza durunca, önümden çocuk geçiyor. Ona mani olmak için, öksürmek yani öksürür gibi yapmak namazı bozar mı?
CEVAP: Evet, bozar. Çocuğun önümüzden geçmesi namaza zarar vermez. Büyük insan da geçse yine namaz bozulmuş olmaz. Günahı, geçene olur. Çocuğa zaten günah olmaz. Namazda olduğunu bildirmek için öksürmek de namazı bozar. (Halebi)
Boğazından, özürsüz, öksürür gibi ses çıkarmak namazı bozar. Kendiliğinden olursa bozmaz. Çocuğa mani olmak için veya namazda olduğunu bildirmek için yahut biri, (Orada mısın?) derse orada olduğunu haber vermek için, öksürmek namazı bozar.
Sual: Evde Kur'an okurken, içeri girene ayağa kalkılır mı?
CEVAP: Bir kişi Kur'an-ı kerim okurken, babası, bir âlim veya kendisinden ilim öğrendiği hocası içeri girerse, onun için ayağa kalkması caiz olur. Başkaları için ayağa kalkmak caiz olmaz. (Hindiyye)
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Ben yalnız Allah rızası için ibadet ederim. Cenneti istemek ve Cehennemden korkmak hatırıma gelmez. Yani (Yâ Rabbî, Cennetini ver, Cehenneminden koru) demem. Bu uygun mudur?
CEVAP: Uygun değildir, çünkü İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Allahü teâlâya, korkuyla ve nimetlerine kavuşmak için ibadet eden evliya zatların korkuları ve arzuları, kendi nefsleri için değildir. Bunlar, Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmak için ve Onun gazabından, gücenmesinden korktukları için ibadet ederler. Bunlar Cenneti de isterler, çünkü Cennet, Allahü teâlânın rızasının, sevgisinin bulunduğu yerdir. Yoksa Cenneti istemeleri, nefslerinin zevkleri için değildir. Bunlar Cehennemden de korkarlar. Cehennemden korunmak için dua ederler, çünkü Cehennem, Allahü teâlânın gazabının bulunduğu yerdir. Yoksa Cehennemden korkmaları, nefslerini azaptan kurtarmak için değildir, çünkü bu büyükler, nefslerine köle olmaktan kurtulmuşlardır. Allahü teâlâ için halis kul olmuşlardır. Evliya zatlar Cenneti isteyip, Cehennemden korkunca, bizim de elbette Cenneti isteyip, Cehennemden korkmamız gerekir. Birkaç hadis-i şerif şöyledir:
(Namazı bitiren kimse, dua ederken "Allahümme ecirnî min-en-nâr ve edhılnil Cennete" demezse melekler, "Yazık şuna, Cehennemden korunmasını istemekten âciz kaldı" Cennet de, "Yazık şuna Cenneti istemekten âciz oldu" der.) [Taberanî]
(Allah'tan üç kere Cenneti isteyen kimseye, Cennet, "Yâ Rabbî bunu Cennete sok" diye dua eder. Kim de Cehennemden üç defa azatlık isterse, Cehennem de, "Allah'ım onu ateşten uzaklaştır" der.) [Nesaî]
(Allah'ım, senden Cenneti ve ona yaklaştıracak her türlü söz ve işi diliyor, Cehennemden ve ona yaklaştıracak her türlü söz ve davranıştan sana sığınıyorum.) [İbni Mace]
(Allah'ım, mağfiretini, her günahtan korunmuş olmayı, her iyiliği kazanmayı, Cenneti elde edip Cehennemden kurtulmayı bize nasip et!) [Hâkim]
(Allah'ım, her günahtan selâmeti, her iyiliği kazanmayı, Cennete girmeyi ve Cehennemden kurtulmayı nasip et!) [Hâkim]
Demek ki, Cenneti istemek ve Cehennemden korunmak için dua etmek dinimizin emridir.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Birini seven, ona sevdiğini bildirsin) hadisine uyarak bir kızı veya kadını seviyorsak ona söylememiz gerekir mi?
CEVAP: Burada bildirilen nefsanî sevgi değildir. Aynı cinsten birinin diğerine duyduğu Allah için olan sevgidir. Bu manadaki başka bir hadis-i şerif de şöyledir:
(Din kardeşini seven, onun evine gitsin ve "Seni Allah için seviyorum" desin!) [İ. Ahmed]
Bir erkek bir kadını veya bir kadın bir erkeği Allah rızası için sevse bile, yüzüne karşı söylemesi doğru değildir. Bu sevgi nefsanî sevgiye dönüşür. Onun için dinimiz, yabancı erkekle yabancı kadının birbirinin yüzüne karşı dua etmesini, selam vermesini bile yasaklıyor, çünkü selam da bir duadır. Karşı cinse dua edince, (Bu beni seviyor ki, bana dua ediyor) diye düşünebilir. Dinimiz, buna fırsat vermemek için namahrem kimselerle zaruretsiz konuşmayı, merhaba iyi günler demeyi, selamlaşmayı, yüzüne karşı dua etmeyi, mesela (Allah razı olsun) demeyi, teşekkür etmeyi de yasaklamıştır.
Elbette bunların istisnaları vardır. Telefonla veya dükkânımıza girince selam veren kadınların selamlarını almak, ihtiyaç kadar konuşmak günah değildir.
MELEKLER VE KUR'AN-I KERİM
Sual: Melekler de Kur'an-ı kerim okur mu?
CEVAP: Kur'an-ı kerimi okumak çok büyük bir nimettir. Allahü teâlâ, bu nimeti Habibinin ümmetine ihsan etmiştir. Melekler bu nimetten mahrumdur. Bunun için melekler, Kur'an-ı kerim okunan yere toplanıp dinlerler. (H. L. O. İman)
Sual: Bir kadına, (Sen benim dünya âhiret bacımsın diyen kimse, o kadınla evlenemez, o kadın artık onun mahremi olmuş olur) deniyor. Bir de bir kadına, (Sen benim namusumsun denirse, nikâh kıyılmış olur) diyorlar. Böyle bir şey var mıdır?
CEVAP: Bunların hepsi hurafedir. Bir kimse, kendisine namahrem [yabancı] olan, yani nikâh düşen bir kadına ne söylerse söylesin, o yine yabancıdır, nikâh düşer. Bacımsın demekle bacısı olmaz, karımsın demekle karısı olmaz. Namusumsun demekle de, nikâh kıyılmış olmaz.
> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: İnternette okudum. Ölmüş sanılan birinin böbreğini alıp başka birine takmışlar. Öldü sanılan kimsenin, daha sonra nefes aldığı görülmüş. Bundan dolayı, (Ölüden organ nakli yapmak caiz değil) diyorlar. Bu husus, geçerli bir sebep midir?
CEVAP: Hayır, geçerli değildir. Böyle yanlışlıklar her yerde, her zaman olabilir. Doktor ameliyat yaparken, ameliyat bıçağını veya makası içeride unutabilir. Böyle bir hata oldu diye, (Ameliyat olmak caiz olmaz) denir mi hiç?
Kimi de, ameliyat masasında ölür. (Ameliyatta ölen olur) diye ameliyat olmaya günah denir mi? Yanlışlıkla hastaya fazla narkoz verilirse hasta ölür. (Narkozla hasta öldü) diye narkoz vermek suç olur mu? Şoförün biri, trafik kazasında, beş on kişinin ölümüne sebep olabilir. (Trafik kazasında insanlar ölüyor) diye, şoförlük yapmak günah olmaz. Çürük dişi çekerken, yanlışlıkla sağlam diş çekilebilir. Böyle her konuda yanlışlıklar olabilir. Yanlışlık nerede oluyorsa, onu önlemek gerekir. Yoksa ameliyatın veya organ naklinin dine aykırı olduğunu söylemek çok yanlış olur.
Sual: Çok yorulunca, (Geberdim) diyorlar. Geçen gün bir arkadaşa hâl ve hatır sorulunca, o da, (Daha gebermedim) dedi. Ben de, (Kâfir geberir, tevbe et!) dedim. Arkadaşın öyle söylemesi küfür olur mu?
CEVAP: Gebermek argo bir deyimse de, (Geberdim) veya (Gebermedim) demek küfür olmaz. Bir hayvanın ölümüne veya sevilmeyen insan için, öldü manasında, (Geberdi gitti) denir. Bunu Müslüman için söylemek uygun değilse de, küfür de değildir. (Eve kömür taşıdım, ama geberdim) demek de (Çok yoruldum) demektir. Böyle söylemek küfür olmaz. Gebermek, aşırı ilgi ve sevgi beslemek için de kullanılır. (Falanca filanca için geberiyor) derler. Bu da küfür değildir. Çok acıkan kimseler, (Açlıktan geberiyorum) derler. Bunların hepsini söylemek küfür değilse de, argodur, uygun olmaz. Bir de yaramazlık yapan çocuklara, (Geberesice) derler. Bu da küfür değildir.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Dine hizmet ederken, insan, kapasitesini arttırmaya çalışmalı. Büyük başarılar, aynı mevcutla, aynı himmet ve gayretle, kapasiteyi biraz daha arttırmak suretiyle olur. Ama bu, iş kapasitesi değildir. Birinci kapasite ihlâsı artırmaktır. İkincisi, edebi, üçüncüsü, tevazu ve yumuşaklığı artırmaktır. Başarının sırrı, yumuşak olmak, hiç kimseye kızmamaktır. (Peki efendim) demektir. (Ben haklıyım!) diyen, kıymetsizdir. Haklı olan, doğru olan, büyüklerin kitaplarıdır. Onlara uyduğumuz ölçüde kıymet kazanırız. Onlara değil de aklımıza uyarsak kıymetimiz kalmaz.
Yapılan hizmetlere faydalı olmaya çalışmalı. Sakın (Benim işim bu, ben bu işten başka bir şeyden anlamam) dememeli. Her şey bizim işimizdir, çünkü bu, dine hizmet işidir, vakıf işidir. Allahü teâlâ, boş duranı, tembeli sevmez. Hakkını helâl ettireni, yani helâl rızkı kazananı, mesaisinden çalmayanı, fazlasını vereni sever.
Birlik ve beraberlik içinde olmalı. Kıskanç olmamalı. (Bunu ben yapayım, benim ismim çıksın, başkasının bundan haberi olmasın) dememeli. Kendini ispat etmeye uğraşmamalı. Bu hizmetlerde çalışanlar birbirini takdir edecek durumda olmadığı gibi, tenkit edecek durumda ise hiç değildir. Çünkü başarının veya başarısızlığın ölçüsü kendileri değil, o büyüklerdir.
Bir kimse çok çeşitli işler yapabilir, ama bir tanesini en iyi şekilde yapar. İşte o en iyi yapılan işi iyi seçerse, her zaman başarılı olur, fakat her şeyi yapmaya kalkarsa hiçbirinde başarılı olamaz. Allahü teâlâ herkesi bir iş için yaratmıştır.
Bu hizmetlerde iki çeşit insan çalışır: Ya işçidir veya işin sahibidir. Hizmetleri sahiplenip, işin sahibi gibi çalışmalı, başkasının işinde çalışan işçi gibi olmamalı.
Mutlaka hizmetleri tanıyan, büyükleri sevenleri tercih etmeli. (Dînüküm dînârüküm) sözündeki gibi, dini para olanlar, her zaman ihanet edebilir.
Bu hizmetlerde âmirlerin en büyük görevi, büyüklerden bahsederek, onların kitaplarını okuyarak ve okutarak itici güç elde etmektir. Yani büyüklerin yaptığı gibi yapmak, iş yaptırmaktır.
Kimseyi boş bırakmamalı, bir iş vermeli. Gerekirse, bir şeyi yıktırıp yeniden yaptırmalı. Yeter ki boş durmasın. Zira boş duran, fitne, dedikodu kaynağı olur, çalışanlarla uğraşır.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Peygamber efendimiz, (Bu dünya âhiretin tarlasıdır) buyuruyor. Herkes her an bu tarlaya bir şeyler ekiyor. Faydalı tohum ekenler, Cennette bire ondan, bire yedi yüze kadar, hattâ daha fazla karşılığını alacaklardır. Tohumları yiyenler veya zararlı tohum ekenler ise, Cehenneme gideceklerdir.
İnsanın hem iyi huylu olabilmesinin, hem de tarlaya faydalı tohum ekebilmesinin en büyük şartı, iyi arkadaş bulmaktır. Bu zamanda, insanın imanını koruması kadar zor bir şey yoktur. İmam-ı Rabbanî hazretleri, (İmanını korumuş olanlarla, kurtulanlarla beraber olmalı, insan ancak bu şekilde kurtulabilir) buyuruyor. O hâlde hep salih kimselerle arkadaşlık etmeliyiz. Çünkü hadis-i şerifte, (Kişinin dini arkadaşının dini gibi olur) buyuruldu. İyi arkadaşla beraber olan, kendisi bozuk olsa bile bir gün kurtulabilir. Kötü arkadaşla beraber olan ise, ne kadar iyi olursa olsun, bir gün bozulabilir. Nitekim bu şekilde çok olay görülmüştür. Hayatı çok iyi giderken ve gül gibi hanımı varken, bir kötüye rastladığı için yuvası yıkılanlar olmuştur.
Onun için Ehl-i sünnet âlimleri, (İslamiyet'in ve dinimize doğru olarak hizmet eden yerlerin dışı ateştir) buyuruyor. İhlâsla yapılan bu hizmetlerin büyümesi lazım ki, insanlar ateşte yanmaktan kurtulabilsin. İyi insanların ve onların bulunduğu hizmet yerlerinin artması lazımdır. Eğer yalnız ilim, yani İslamiyet'i bilmek kişiyi kurtarsaydı, şeytan kurtulurdu, çünkü bilgisi vardı. Bir kimse âlim de olsa, kötü bir insanla iş birliği yaparsa, ticari ortaklık kurarsa, onun yanında çalışırsa veya onu yanında çalıştırırsa, onun kötülüğü mutlaka buna da bulaşır.
Devamlı haram işleyen kimse, kötü biridir. Bununla iş yapmak yanlıştır. Böyle bir kötülük bulaşmışken, artık merhamet olmaz. Çünkü bir parmak kangren olmuşsa, kolu veya ayağı kurtarmak için, onu kesip atmak lazımdır. Aksi hâlde ona merhamet, bütün bünyeye merhametsizlik olur. Evet, düzelmesi mümkün olana düzelmesi için anlayış gösterilir. Ama hain olursa, yıkıcı ve bölücü olursa, bunu muhafaza etmek, oradaki herkesi mahvetmek demektir. Onu muhafaza eden, felakete gider.
> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Kitaplarda hısım ve akraba ifadesi geçiyor. Bunların ikisi aynı değil mi?
CEVAP: Hayır, ikisi farklıdır. Ana, baba ve dedelerden, çocuklardan ve torunlardan başka olan yakınlara akraba denir. Mesela erkek kardeş, erkek yeğen ve amca, kadın için mahrem akrabadır. Kız kardeş, kız yeğen ve hala erkek için mahrem akrabadır. Amcaoğlu, halaoğlu kadın için namahrem akrabadır. Amcakızı, halakızı da erkek için namahrem akrabadır. Hısım, kadın tarafından, evlilik sebebiyle doğan akrabalık demektir. Kayınpeder, kayınvalide, gelin ve damat, mahrem hısımdır. Baldız, erkek için namahrem hısımdır. Enişte, kadın için namahrem hısımdır. Arapçada hısımlar için eshar deniyor. İki hadis-i şerif şöyledir:
(Esharımın cennetlik olmasını istedim. Rabbim de bu isteğimi kabul etti.) [Hâkim]
(Esharıma sövüp sayana, Allahü teâlânın, bütün meleklerin ve insanların laneti olsun!) [Hâkim]
Peygamber efendimize Eshardan, akraba olmakla şereflenip, cennetlik olanlardan bazıları şunlardır: 1- Kayınpeder olanlar: Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Ebu Süfyan. (Radıyallahü anhüm.) 2- Damat olanlar: Hazret-i Osman ve Hazret-i Ali. (Radıyallahü anhüma.) 3- Kayınvalide olanlar: Âişe validemizin annesi Ümmi Ruman, Hafsa validemizin annesi Hazret-i Zeyneb, Ümmi Habibe validemizin annesi Hazret-i Hind. (Radıyallahü anhünne.) 4- Kayınbirader olanlar: Hazret-i Abdullah bin Ömer, vahiy kâtibi Hazret-i Muaviye. (Radıyallahü anhüm.)
Bu dört grup hısımdan birini sevmemek münafıklık alametidir, çünkü bir hadis-i şerifte, (Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali'nin sevgisi, bir münafığın kalbinde toplanmaz.) buyuruldu. (İbni Asakir)
Sual: Evladın yaptığı iyiliklerin, kâfir olarak ölmüş ana babasına da faydası olur mu?
CEVAP: Evet, faydası olur. İki hadis-i şerif şöyledir:
(Kur'an okuyanın ana babası kâfir olsa da, azapları hafifler.) [Tenbih-ül-gafilin]
(Besmele yazılı bir kâğıdı, çiğnenmesin diye hürmetle yerden kaldıran, sıddıklardan yazılır. Ana babası kâfir de olsa, azapları hafifler.) [İ. Süyutî]
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Yardımcım Allah ve Resulüdür
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Birine, (Ben zavallı biriyim. Benim yardımcım Allah ve Resulüdür) dedim. O, galiba Selefî biriydi. (Tevbe et, şirke girdin! Resul ne bilsin de, senin yardımcın olsun!) dedi. Bu sözüm şirk midir?
CEVAP: Onlar, (Şefaat yâ Resulallah demek de şirktir) diyorlar. Allahü teâlânın Resulüne duyuracağını düşünemiyorlar, anlayamıyorlar. Peygamber efendimiz, (Cuma günleri bana çok salevat okuyun! Bunlar bana bildirilir) buyurdu. (Öldükten sonra da bildirilir mi?) diye sorulunca buyurdu ki: (Toprak, peygamberlerin vücudunu çürütmez. Bir mümin salevat okuyunca, bir melek bana haber verir, "Falan oğlu filan, sana selam söyledi" der.) [İbni Mace]
Resulullah "sallallahü aleyhi ve sellem", ümmetinin hâlinden gâfil değildir. Sadece Peygamber efendimize değil, sıradan bir Müslümana bile, yakınlarının hâli bildirilir. Bir hadis-i şerifte, (Amelleriniz kabirde yatan akrabanıza duyurulur. Ameliniz iyiyse sevinirler, kötüyse, "Ya Rabbî, sen ona ilham et, taatle amel etsin" diye dua ederler) buyuruldu. (Taberanî)
(Benim yardımcım Allah ve Resulüdür) demek, şirk değildir. Bir hadis-i şerif şöyledir:
(Garip ve kimsesizlerin dost ve yardımcısı, Allah ve Resulüdür.) [Tirmizî]
Sual: Sakat, engelli, düşkün ve güçsüzlere yardım eden rızka kavuşur mu?
CEVAP: Evet, kavuşur. Birkaç hadis-i şerif şöyledir:
(Siz, güçsüzleriniz sayesinde rızka ve zafere kavuşuyorsunuz.) [Müslim]
(Aranızdaki zayıflar sebebiyle yardıma ve rızka kavuşuyorsunuz.) [Buharî]
(Allah bu ümmete, ancak zayıfların duaları, namazları ve ihlâsları sayesinde yardım ediyor.) [Nesaî, Tirmizî]
(Nice [kıymetsiz ve hakir görülerek] kapılardan kovulan, pejmürde kılıklı kimseler vardır ki, [onlar Allah yanında çok kıymetlidir, şu şöyle olacak diye] yemin etseler, Allah [onlara ikram için, dediklerini yaratır] yeminlerini doğru çıkarır.) [Müslim] (Bazı âlimler bu hadis-i şerifi, "Güçsüz kimseler dua etse, Allah dualarını kabul eder" diye açıklamışlardır.)
> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: İnsanlarla iyi geçinemiyorum. Fazla arkadaşım yok. Kendimi herkese nasıl sevdirebilirim?
CEVAP: İnsanlarla geçinememek; başkalarında kusur aramaktan, onları yerli yersiz tenkit etmekten, kibirden ve edepsizlikten ileri gelir. İnsanları beğenmeyip saygısızlık yapan, onların kalbini kıran kimse, arkadaşsız kalmaya mahkûmdur. Kendimiz iyi olursak mesele kalmaz. Güler yüzlü ve hep edepli olmalı, önce selam vermeye çalışmalı, hiç kimseden bir menfaat beklememeli. Dostluk, menfaat üzerine kurulmaz, fedakârlık üzerine kurulur. Biz hizmet edersek, biz verirsek, dostluk zor olmaz. Akıllı insan, herkesle iyi geçinen, dostluk kurabilen kimsedir. Bir hadis-i şerifte, (Aklın başı, insanlarla sevgi tesis etmektir) buyuruldu. (İbni Asakir)
Sevgiyi çoğaltan işlerden bazıları şu hadis-i şeriflerde bildirilmiştir:
(Aranızda selamı yayarsanız, birbirinizi seversiniz!) [Müslim]
(Birbirine kin gütmeyen iki Müslüman birbiriyle müsafeha ederse, elleri henüz ayrılmadan Cenab-ı Hak, her ikisinin de günahlarını mağfiret eder. Yine içinde kin olmadan Müslüman kardeşine sevgiyle bakanlar, günahları bağışlanmadan evlerine dönmezler.) [İbni Neccar]
(Müsafehalaşın ki, kalblerinizden kin duyguları yok olsun!) [İbni Adiy]
(Hediyeleşin ki, muhabbetiniz [sevginiz] artsın!) [Taberanî]
(Hediye dostluğu artırır, kırgınlığı giderir.) [Ebu Nuaym]
(Ziyareti aralıklı yap ki, muhabbeti artırasın!) [Bezzar]
(Allahü teâlâ, size edep dersi vermemi bana emretti.) [Hâkim]
(İlim ve edepten mahrum olanı Allahü teâlâ rezil eder.) [İbni Neccar]
Edepsiz kimse dünya ve âhirette rezil olur. Edepli kimseyi herkes sever.
Sual: (Maşallah dediği kırk gün yaşıyor) demekle maşallah sözü kötülenmiş mi oluyor?
CEVAP: Hayır, böyle demekle onu söyleyen kötülenmiş oluyor, Maşallah sözü kötülenmiş olmuyor. Adam o kadar sakar ki, Maşallah dedikleri bile, fazla yaşayamıyor denmek isteniyor; ama yine de maşallah kelimesini bu işlere karıştırmamalıdır.
> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Doğuştan nimetlere kavuştuğumuz gibi, sonradan da, sayılamayacak kadar maddî ve manevî çeşitli nimetlere kavuşuyoruz. Nimet çok olunca şükür hatırımıza gelmiyor. Şükretmediğimiz için vebali oluyor mu?
CEVAP: Elbette, vebali olur. Bir hadis-i şerifte, (Sizin günah işlemenizden çok, nimetlere şükretmemenizden korkuyorum. Şükredilmeyen nimetler öldürücü ve yok edicidir) buyuruldu. (İbni Asakir)
Eğer şükredilmezse, hem nimet elden alınır, hem de nankörlüğün cezasını çekeriz. Şükredersek, hem sevaba kavuşuruz, hem de nimetin yok olmasını önlemiş oluruz. İki hadis-i şerif şöyledir:
(Bir kimse, Allahü teâlânın kendine verdiği nimete Elhamdülillah derse, o nimetin şükrünü ödemiş olur. Bir daha derse, sevabı artırılır. Üçüncü defa derse, günahları affolur.) [Beyhekî]
(Nimete hamd etmek, o nimetin elden çıkmasına karşı bir garantidir.) [Deylemî]
Sual: (Evlenenle, ev yaptırana, Allah yardım eder) diye bir söz var. Fakirlikten evlenemeyen kimse, evlenmeye teşebbüs etse, Allah ona yardım eder mi?
CEVAP: Eğer haramdan korunmak niyetiyle evleniyorsa, elbette Allahü teâlâ ona yardım eder. Dört hadis-i şerif şöyledir:
(Haramdan korunmak için evlenene, Allah'ın yardımı hak olur.) [İbni Meniy]
(Evlenerek rızık arayın!) [Deylemî]
(Allahü teâlâ, evli bir ailenin şakalaşmasından hoşlanır ve bundan dolayı ikisine de sevab yazar, rızıklarını da helâlinden artırır.) [İbni Adiy]
(Bir aile, birbirine iyilik ve ikramda bulunduğunda, Allahü teâlâ onlara bol rızık verir ve onları himayesine alır.) [İbni Asakir]
Sual: İşinin uygunsuzluğu sebebiyle, rızkının helâl olup olmadığından şüphe eden biri ne yapmalıdır?
CEVAP: Helâl rızık ve helâl bir iş için dua etmeli. Peygamber efendimiz, (Allah'ım, bana helâl rızık ve salih iş nasip eyle!) diye dua ederdi: [Hâkim]
Sual: Erkeklerin gümüş nişan yüzüğü takmasının, mahzuru var mıdır?
CEVAP: İslamiyet'te yasak olduğu bildirilmeyen şeyler, izin verilmiş kabul edilir. Yani mahzuru olmayan bir âdettir.
> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Sitenizde, birçok lüzumsuz soruya cevap verilmiş. Biz de, bir lüzumsuz soru sorunca, (Kabirde, Kıyamette böyle bir sual sormazlar. Lüzumsuz sual sormamalı) deniyor. O zaman kabirde sorulmayacak olan sitedeki lüzumsuz sualler neyin nesidir? Bunu sormak hakkımız değil mi?
CEVAP: Lüzumsuz sual sormak bir hak değildir. Sık sorulan bazı suallerin cevaplarını, lüzumsuz da olsa mecburen sitemize yazdık, fakat su-i misal emsal olmaz, yani kötü şey, yanlış şey örnek gösterilemez. Kötü şeyleri, yanlışları, herkes yapsa bile, o şey kötü olmaktan, yanlış olmaktan çıkmadığı gibi, herkes gereksiz sual sorsa, bizim de, öyle sual sormamız lüzumsuz olmaktan çıkmaz. Ömrümüz, lüzumsuz suallerle meşgul olacak kadar kıymetsiz değildir. Âhirette her sözümüz ve hareketimiz için sorguya çekileceğiz. Ömrünü boşa geçiren, lüzumsuz işlerle, malayani ile meşgul olanlar çok pişman olacaklardır. Malayani, boş işlerle meşgul olmak demektir. Bir hadis-i şerifte, (Kıyamet günü günahı en çok olan malayani konuşandır) buyurulmuştur. (Ebu Nasr)
Sitemizde lüzumlu olan hemen her sualin cevabı bulunmaktadır. Eğer Folio Views programı kurulursa, internete de gerek kalmadan, site masa üstüne indirilir ve aranılan konu, internette aranılandan çok daha kolay bulunur.
Sual: Adak orucunda niyet ne zamana kadar yapılır?
CEVAP: İki türlü adak orucu vardır: 1- Muayyen [Vakti bilinen], 2- Gayri muayyen [Vakti bilinmeyen].
Muayyen [belli] bir günde, mesela Şaban ayının ilk perşembe günü oruç tutacağım diye adakta bulunan kimse, o gün, öğleye yaklaşık bir saat kalıncaya kadar niyet edebilir. Allah rızası için bir gün oruç tutacağım diyen ise, imsak vaktine kadar niyet eder.
Sual: Şu işim olursa şu kadar parayı şuraya vereceğim, diye adakta bulunmuştum. O işim oldu. Bu parayı zekât olarak versem, adak borcundan kurtulur muyum?
CEVAP: Adak borcundan kurtulmuş olunmaz. Adağı da vermek gerekir. (Kadıhan)
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Dine hizmette başarılı olabilmek için, fitneden uzak durmak, birlik ve beraberlik içinde olmak şarttır. Her işi, her hizmeti ihlâsla, yani sırf Allah rızası için yapmalıdır. İhlâsla yapılan işlere fitne karışmaz. İhlâs, yüzünü, kalbini Allah'a dönmek demektir. Böyle ihlâsı olana herkes saygı duyar. Ama ihlâsı yoksa, daima bir yerlere çarpar veya birileri ona çarpar. Çünkü insanlar ya sınırlı bir daire içinde çarpışıp dururlar veya bu dairenin dışında, hedefe doğru giderler. İtişme kakışma, kavga gürültü, dairenin içinde olur, dışında olmaz. Çünkü dairenin dışında olanın bir yere çarpması mümkün değildir. Onun yönü, insanların birbirlerine çarptığı yer değildir. İhlâslı Müslüman'ın tek gayesi Allah rızası olduğu için, dünyanın neresinde olursa olsun rahat eder. Kimseye zarar vermez, kimseden de zarar görmez. Hep takdir görür.
Dine hizmet edilen yerde, bir kimsenin kalbindeki ihlâs azalırsa, o oranda sıkıntı başlar. Bazıları çok ihlâslıdır, elde olmadan çok sevilir. Nereye gitseler onlara kucak açılır. Bazıları ise ihlâsları noksan olduğu için çok itici olurlar, herkes onlardan uzak durmaya çalışır. Böyle ihlâsı noksan olanları çalıştırmak zordur. Hele ihlâsı tamamen biterse, çalıştığı yer kendisine dar gelir ve orayı kendisi terk etmek zorunda kalır.
Bu hizmetler, bu bünye, ihlâslı olmayanları yavaş yavaş dairenin dışına iter ve en sonunda fırlatıp atar. Ama bir kişide az da olsa ihlâs varsa, hizmetlerin bünyesinde kalır. Çünkü bu hizmetler, bu büyükler, mıknatıs gibidir ve kimde cevher varsa onu çeker. Bu mıknatısın özelliği, itici olmak değil, çekici olmaktır. Yeter ki az da olsa, cevher olsun. Ancak cevher olma özelliğini kaybedip, saman çöpü veya moloz olursa, o zaman mıknatısa tutunamayıp düşer ve bunda mıknatısın suçu olmaz. Atalarımız, (Kör görmezse Güneş'in suçu ne?) sözünü boşuna söylememişler. Onun için ihlâsımızı artırmaya çalışmalıyız. İhlâs devam ettiği sürece, mıknatıs bizi bırakmaz. Hep bu daire içinde kalırız.
> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Birlik ve beraberlik için
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Dinimize ihlâsla hizmet edenler, bir vücut gibi olmalıdır. Bu birliğin esası, bu yolun büyüklerine dil uzatmamaktır. Büyüklere karşı edep sınırının aşılması, felaketin başlangıcı olur. Bu yolda, birlik ve beraberlik içinde olmak ve âmirine peki demek esastır. Zaten sevginin alameti de budur.
Bir sepet sağlam üzüm, bir tek çürük üzümü ıslah edemez. Ama o bir çürük, yavaş yavaş yanındakini, o da onun yanındakini, derken bir müddet sonra sepetin tamamını çürütür. Eğer hizmet edenler arasında bir çürük, yani büyüklere muhalif olan biri varsa, onu bünyeden ayırmak gerekir. Yoksa o bir kişi yanındakini de mutlaka çürütür. O çürük elma veya o çürük üzüm, yavaş yavaş bütün bünyeyi çürütür de farkına varılamaz. İhlâs arttıkça çürümeler azalır, ihlâs azaldıkça çürümeler artar ve çürüklerle dolu bir sepet, bir kamyon da olsa, hiç işe yaramaz.
600 yıllık Osmanlı devletinin her teşkilatı düzgün çalıştığı hâlde, en sonunda araya çürükler girince, içte ve dışta çürümeler görüldü ve sonunda koca devlet çöktü. Dolayısıyla, görev verilecek kişiler çürükse, (Efendim, bu çok başarılı, bundan zarar gelmez) dememeli. Çünkü büyüklerimiz, (Başarılı olmak için, kabiliyetli olanları değil, ihlâslı olanları seçin, peki diyenlerle, söz dinleyenlerle çalışın! Kabiliyeti veren Allahü teâlâdır ve ihlâsları sebebiyle onlara üstün kabiliyetler verir. İhlâssız kabiliyet, başa beladır) buyururlardı.
Büyüklerin yolunda gitmeyenin, onlara peki demeyenin, diplomaları, kabiliyetleri ve gayretleri bir işe yaramaz. Bunlar, ancak büyüklerin emirlerini yerine getirmede, dine hizmette vasıta olarak kullanılırsa işe yarar.
Allahü teâlânın dinini yaymak için yürümek, oturup ibadet etmekten üstündür. Bunun için mücahidler, âbidlerden daha faziletlidir. Cennetin en yüksek derecesi İslamiyet'i yayanlara verilecektir. Bu uğurda çok kişi şehit olmuştur.
İman sahibi bir müminin ellerine kollarına zincir vurulsa, o yine İslamiyet'i yayar, başkalarını Cehennemden kurtarmak için uğraşır. Çünkü onun içindeki ateş, birilerini kurtarmak için yanar. Bu ateşi içinde hissetmeyenin, imanı ya çok zayıf veya hiç yoktur.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Ebu Ya'la'nın bildirdiği bir hadiste, (Size mecnun [deli] denene kadar, Allah'ı çok zikredin!) deniyor. Allah'ı çok zikredene, insanlar niye deli desinler ki?
CEVAP: Bir hadis-i şerifi, başka bir hadis-i şerif açıklayabilir. Yukarıdaki hadis-i şerifi açıklayan başka bir hadis-i şerifte, (Münafıklar size mecnun diyene kadar, Allah'ı çok zikredin!) buyuruldu. (İ. Ahmed)
Genelde deli diyenler, münafıklar, mürtedler ve dinsizlerdir. Şimdi dindar olana daha çok sofu deniyor, gerici deniyor. Meseleyi iyi bilmeyen Müslümanlar da, dindar olana deli diyebilirler. Bir hadis-i şerifte, (Bir kişiye deli denmedikçe, o kişinin imanı tamam olmaz) buyuruldu. (M. Rabbani 1/65)
Buradaki deli de, aynı anlamdadır. Hizmet delisi mânâsındadır, çünkü nefs kâfir olduğu için, bu hizmete engel olur. İnsan nefsini ayaklar altına alıp, bir kişiyi daha Cehennem ateşinden kurtarmak için yola çıkarsa, insanların hidayeti için gece gündüz demeden çalışırsa, doğru din kitaplarını tavsiye eder ve bu kitapları, hiçbir karşılık beklemeden tanıdıklarına verirse, münafıklar gibi, nefsi de ona, (Sen delisin) der. Cahil insanlar da deli der. Kimsenin kınamasından korkmamalı, hizmet delisi olmaya çalışmalıdır.
Sual: Namazı veya abdesti bozulan, namazdan çıkarken, selam verir mi?
CEVAP: İkisi farklıdır. Namazı bozulan, zaten namazdan çıkmış olur, selam vermesi gerekmez. Abdesti bozulan ise, hemen bir omzuna selam verip, namazdan çıkar, çünkü abdesti bozulmuş olup, namazı bozulmamıştır. Hemen gidip abdestini tazeleyip, kaldığı yerden namazına devam edebilir, ama baştan kılması iyi olur.
Sual: Salih ana babanın dine uygun emirlerini dinlemeyen evlat günaha girer mi?
CEVAP: Elbette, günaha girer. Peygamber efendimiz bildiriyor ki: (Allahü teâlâ, Musa aleyhisselama "Âsi olanın sözünün ağırlığı, dünyadaki bütün kumların ağırlığına eşittir" buyurunca, Musa, "Ya Rabbî, bu âsi kimdir" dedi. Allahü teâlâ, "Ana babasının sözünü dinlemeyendir" buyurdu.) [Ebu Nuaym]
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Bir sözü söyleyene değil, söylenen o söze bakılır. Söz doğru ise kim söylerse söylesin kabul edilir) sözü doğru mudur?
CEVAP: İstisnalar hariç, bu sözü genelde mezhepsizler söylüyor. Allah vardır, Cennet ve Cehennem vardır gibi herkesin bildiği meşhur bilgiler hariç, bir sözün doğru olup olmadığını nereden bileceğiz ki? Onun için, söze değil, söyleyene bakmak gerekir. Eğer İmam-ı a'zam hazretleri gibi bir zat söylüyorsa, derhal kabul edilir. Şevkanî, Efganî, Abduh, Reşit Rıza gibi bir mezhepsiz söylüyorsa, hiç itibar edilmez, çünkü onların söylediği söz, doğru bile olsa, buna yetkileri yoktur. Hatta Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından alarak söyleseler bile, doğruyu onlardan değil, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından öğrenmek gerekir.
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretlerine, (Şu din kitabı uygun mu?) diye sorulmuş. O da, (Kitabın içindekilerin hepsi doğrudur, fakat bu kitabı okuyan kimse zehirlenir, çünkü yazarının habis ruhu satırlara aksetmiş) buyurmuştur. Demek ki habis kimselerin sözleri, kitapları doğru olsa bile insana zarar veriyor. O hâlde bir sözün doğru olup olmadığı, söyleyenin yetkili bir âlim olup olmamasına bağlıdır. Onun için, söze bakarak doğruyu bulamayız. Doğruyu, büyük zatların bildirmesiyle buluruz.
Sual: Dinimize göre, zengin ve fakir kime denir?
CEVAP: Kurban nisabına malik olana, dinen zengin denir. Bu nisaba malik olanın, zekât alması haram olur. Kurban nisabına malik olmayana ise, dinen fakir denir. Bu kimse zekât alabilir. İhtiyacı olan eşyadan ve borçlarından fazla olarak, zekât nisabı kadar [96 gram altın veya o değerde] malı veya parası bulunan Müslüman, kurban nisabına malik demektir.
Sual: İmam sağa selam verirken imama uyanın namazı sahih olur mu? İmama yetişemese de, namazı yeni baştan kılacağına göre, namaza devam etmesinde mahzur var mıdır?
CEVAP: Sadece imama uyması değil, namazı da sahih olmaz, çünkü tek başına kılmaya değil, imama uyarak kılmaya niyet etmişti. İmama uymanın sahih olması için, selam vermeden önce uymak şarttır.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: S. Ebediyye'de, (İslam dinine inanmayanlar öldükten sonra, bunlar için, "Belki tevbe etmiştir" demek boştur. Bunların zulüm yapan azalarının iyilik etmesi, diliyle dua etmesi ve mazlumları hoşnut edecek vasiyette bulunmaları gerekir. Böyle tevbe etmeyen mürtedlerin ölülerine hüsnüzan edilmez) deniyor. Kâfirin, mürtedin iyiliğinin ve dua etmesinin ne faydası olacak ki?
CEVAP: Elbette kâfirin ve mürtedin iyiliklerine sevab verilmez, fakat bazı kimseler, bir kâfir veya bir mürted ölünce, (Belki ölmeden önce tevbe edip Müslüman olmuştur. Hüsnüzan etmek gerekir) diyorlar. Burada, böyle söyleyenlere cevap veriliyor, yani (Dinimizde hüküm zahire, görünüşe göre verilir. Tevbe ettiğini, pişman olduğunu gösteren bir alamet yoksa hüsnüzan edilmez, Müslüman kabul edilmez. Bu alametler de, zulmünün aksini gösteren hareketlerdir) denmek isteniyor. Tevbe ettiği biliniyorsa, o zaman hüsnüzan ediliyor. Tevbe ettiği bilinmiyorsa, tevbe etmiştir diye hüsnüzan edilmez. Tevbe etmiş bile olsa, biz bilmediğimiz için, hüsnüzan etmeyişimizin vebali olmaz, çünkü açıktan işlenen günahların tevbesi açık olur.
Sual: Misafir, öğle namazını, mukim imamla birlikte kılmaya başlasa, sonra abdesti bozulsa, abdest almaya gitse, gelince namazın kılınmış olduğunu görse, yeniden kendi başına yalnız namaza başlayınca, seferi olduğu için iki rekât mı kılması gerekir, yoksa imama uyunca dört rekât kılması gerektiği için yine dört rekât mı kılması gerekir?
CEVAP: Seferi olduğu için iki rekât olarak kılması gerekir, çünkü artık imama uyması bozulmuştur.
Sual: Cünüpken veya hayzlıyken, dua âyetlerini dua niyetiyle okumak caiz midir? Âyet-el kürsi'yi ve İhlâs suresini de dua niyetiyle okumak caiz midir?
CEVAP: Rabbena âtina, Rabbenağfirlî gibi dua âyetlerini, dua niyetiyle okumak caizdir. Fatiha suresini de, Besmele ile veya Besmelesiz dua niyetiyle okumak caizdir. Âyet-el kürsi ve İhlâs sûresi dua değildir, bunları cünüp veya hayzlı okuyamaz.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Selef-i salihin denilen büyük zatların vasıfları nelerdir?
CEVAP: Bazıları şöyledir: 1- Dinlerini tam öğrenmişlerdi. 2- İlimleriyle amel ederlerdi. 3- İhlâs sahibiydiler. 4- Makam ve mevki sahiplerine yaklaşmazlardı. 5- Özleri, sözlerine uygundu. 6- Zulme sabır gösterirlerdi. 7- Bütün arzuları Allah rızasıydı. 8- Son nefeste imansız gitmekten çok korkarlardı. 9- Hanımlarının huysuzluklarına sabrederlerdi. 10- Herkese nazik davranırlardı. 11- Az yiyip, az içerlerdi. 12- Nasihat kabul edeceğini sezdikleri kimselere, nasihat ederlerdi. 13- Din kardeşlerinin kusurlarını gizlerlerdi. 14- Susarlar, az konuşurlar; konuşunca da hikmet söylerlerdi. 15- Birer sır küpüydüler. 16- Başkalarının ayıplarıyla değil, kendi ayıplarıyla ilgilenirlerdi. 17- Cömert ve yardımseverdiler. 18- Dostlukları vefalıydı. Hepsini arayıp sorarlardı. 19- Son derece edep ve hayâ sahibiydiler. 20- Kendilerini çekemeyenlere bile, hayır dua ederlerdi. 21- Sohbete çok önem verirlerdi.
Sual: İmam, namazda birinci ve ikinci oturuşta, Ettehıyyatü'yü bitirmeden kalkar veya selam verirse, cemaatin okuyup bitirmesi gerekiyor. Peki, imama birinci veya ikinci oturuşta uyarak mesbuk olanın da, Ettehıyyatü'yü bitirmesi gerekir mi?
CEVAP: Hayır, onun bitirmesi gerekmez.
Sual: Bazı radyolarda, Peygamber efendimiz için şarkı, türkü veya çalgılı ilahiler söylenmesini istiyorlar. Radyo da, (Bu şarkıyı Peygamberimiz için yayımlıyoruz) diyor. Böyle bir istek uygun mudur?
CEVAP: Hiç uygun değildir. Peygamberimizin ismini günaha bulaştırmak, çok çirkin olur. Mubah olan bir şey olsa bile, yine uygun olmaz.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Cenaze namazı nasıl kılınır? CEVAP: Maddeler hâlinde bildirelim: 1- Önce, (Allah için namaza, meyyit [ölü] için duaya) diye niyet edilir.
2- İlk tekbir alınır, yani Allahü ekber denir, iki el bağlanır, Sübhaneke okunur. Sübhaneke okurken (Ve celle senâüke) de ilave edilir. Fatiha okunmaz.
3- İkinci tekbirden sonra, Salli Bârikler okunur.
4- Üçüncü tekbirden sonra, cenaze duası okunur. Cenaze duasını bilmeyen, Rabbena âtina duasını okur veya yalnız (Allahümmağfirleh) der yahut dua niyetiyle besmelesiz Fatiha okur.
5- Dördüncü tekbirden sonra, hemen sağa ve sonra sola selam verilir. Selam verirken, cenazeye ve cemaate niyet edilir. Sağa selam verirken sağ el indirilir, sola selam verirken sol el indirilir. Yahut okuma bitince iki el birden indirilse de olur.
6- Namaza geç yetişen, imam herhangi bir tekbiri getirirken, beraber tekbir getirip namaza başlar. Bu tekbire iftitah tekbiri olarak niyet eder. İmam selam verdikten sonra, kaçırdığı tekbirleri birbiri arkasından söyleyip, bir şey okumadan selam verir. Dördüncü tekbire de yetişemeyen, namazı kaçırmış olur.
7- Cenaze namazının dört tekbirinden her biri, bir rekât gibidir. Dört tekbirin yalnız birincisinde eller kulaklara kaldırılır. İndirilince, göbek altına bağlanır. Sonraki üç tekbirde eller kaldırılmaz.
Sual: İcat etmek ne demek, insanlar için kullanmak caiz olur mu?
CEVAP: İcat etmek yaratmak, mucit de yaratıcı demektir. İnsanlar için kullanmamalı. İcat etmek yerine keşfetmek, bulmak; mucit yerine de kâşif demelidir. Din kitaplarımızda deniyor ki:
Hâlık ve mucit yalnız Odur. Ondan başka yaratıcı yoktur. Hiçbir insan, hiçbir şey icat edemez, yaratamaz. (Mektubat-ı Masumiyye 2/83)
Yaratan, icat eden, fayda ve zarar veren, yok eden, ancak Allahü teâlâdır. (S. Ebediyye)
İnsanın düşüncelerini, hareketlerini, keşiflerini, buluşlarını hep o icat etmekte, yaratmaktadır. Ondan başkasına yaratıcı, mucit demek, cahilce, bâtıl bir sözdür. (Birgivî)
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Bir hizmette başarılı olmak için, dengeyi gözetmek gerekir. Hem hizmetin kendisinin sıhhatli olması, hem de insanlara sağlıklı şekilde ulaşması için dengenin sağlanması gereklidir. Hizmet unsurlarının her birinin, tıpkı vücuttaki organlar gibi ayrı ayrı görevleri ve kıymetleri vardır. Uyumlu çalışmaları gerekir. Bir tarafa kıymet verip diğer tarafa gereken önemi vermemek dengeyi bozar. Denge bozulunca da sistem bozulur.
Dengeyi sağlamanın ana unsuru tam bilgidir. Eğer bilgi idareciye doğru ve eksiksiz gelmezse, yapılan iş bir tarafa doğru eğilir, çünkü gelen bilgi noksandır. Gelen bilgiler harmanlanıp emîre sunulmalıdır. Karar verecek tek merci, emîrdir. Dine hizmette, emîrin dışında hiç kimsenin, tek başına, sorumsuzca adım atması uygun değildir. Aksi hâlde çok büyük zarara girilir. İslamiyet'in dışına çıkılmış ve denge, temelinden sarsılmış olur. Dünyada ve âhirette, bu hizmetlerin sorumluluğu, emîre aittir. Bütün yardımcıları ise ancak onun müşavirleridir. Bu kadar mesuliyeti olan emîre yardımcı olmanın birinci yolu da, bilgiyi tam ulaştırmaktır.
Su hedefine eksilmeden giderse, vardığı nokta hayat bulur. Suyun ulaşmadığı yer, ölür. Bunun gibi, emîrin istek ve talimatları, en uzak yerdekiler dâhil, bütün görevlilere, en kısa zamanda yorum katmadan ulaşmalıdır. Eğer son noktaya ulaştırılamazsa ve (Emîrimiz, galiba bunu demek istedi, biz bundan şöyle anladık) diyerek, kendi yorumuna göre hareket edilirse, o zaman problemler çıkar.
Burada arzu edilen iki ana nokta var: Birincisi sürattir ki, mutlaka lazımdır, çünkü süratini kaybeden şirket, devlet ve millet kaybeder. İkincisi sıhhatli bilgidir. Yani, bilgiyi bozmadan en uç noktaya kadar ulaştırmaktır.
Bilgi, hepimizde emanettir. Bilgi olarak, dinimize hizmet ederken edindiğimiz her şey emanettir. Bilgiyi kasten yerine, ehline vermeden, kayıtlara geçirmeden ölenin çenesi kabirde açılmaz.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: İdarecinin çizdiği dairenin dışında hizmet etmeye çalışmak, daima, hem çalışana hem de büyüklere sıkıntı verir. Çünkü dine hizmet edilen yer, bir vücut gibidir. Vücudun her tarafı düzgün olsa, fakat mesela kulağın biri çok büyük, gözün biri çok küçük olsa çirkin görünür. Bütün vücudu en güzel şekilde korumak ve dengede tutmak lazımdır. Herhangi bir tarafı çok geliştirmek, öbür tarafı ise ihmal etmek dengeyi altüst eder. Bu bakımdan dengeyi korumak çok önemlidir. Allahü teâlâ, yerdeki ve göklerdeki her şeyi bir hesap ve denge içinde yaratmıştır. Hiçbir yerde bozukluk, lüzumsuz bir şey yoktur.
Dünyanın dönmesi, havadaki oksijen, karbondioksit ve azot miktarının dengesi, suyun içindeki denge, bitkilerdeki denge, insan vücudunda kan dolaşımındaki denge, kâinattaki dengelerden sadece birkaçıdır. Vücudun bir yerindeki denge biraz bozulunca, çeşitli hastalıklar başlıyor. Bu sefer doktorlar, birçok ilaçla o dengeyi tekrar kurmaya çalışıyorlar. O ilaçlar da bazen, başka bir dengeyi bozuyor. Dengenin önemini buradan da anlamaya çalışmalıdır.
Dengeyi bulmak, orta yolu bulmaktır. Esas başarı, her şeyin ortasını bulabilmektir. Bunu yapabilen başarılıdır. Peygamber efendimizin en önemli özelliklerinden biri de, her işinin dengeli olmasıydı. Yani her şeyin ortasını yapardı. Ne aşırı uyku, ne aşırı uykusuzluk. Ne aşırı yemek, ne aşırı açlık. Ne aşırı gülmek, ne aşırı ağlamak. Her yaptığı, vasat üzereydi. Hadis-i şerifte de, (Hayr-ül-ümûr evsâtühâ=İşlerin en iyisi vasat olanıdır) buyuruyor. Vasat yani orta yolda olması, dengeli olması demektir. Ticarette de ana kural budur.
Bugün bütün hesaplar bu orta yolu, dengeyi bulabilmek içindir. Çünkü başarı ve fayda buradadır. Bu dengenin ilerisi de, gerisi de, başarısızlığı ve zararı artırır. Mesela, vücuda lazım olan ilacı, dozundan çok almak daha iyi değildir. Hattâ zararlıdır. Hâlbuki ilaçtır, ne kadar çok alınırsa o kadar iyi gelmesi gerekirdi. Onun için, başarılı olmak, her şeyi kendi kuralı içerisinde, tam dengede yapabilmektir. Çünkü Allahü teâlâ her şeyi bir kanun, bir kural içinde yaratmıştır. Bu orta yolu bulan, başarılı olur. Onu bulamayan da hep bocalar durur.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Hristiyanlar düşman bilinip, (Siz kâfirsiniz) denirse, savaşılırsa, onlara dinimizi anlatamayız. Onlara hoş davranıp, dinlerine saygı göstermek gerekmez mi?
CEVAP: Dinimizi anlatmak için, diğer kâfirler değil de, niye özellikle Hristiyanlar tercih ediliyor? Sanki aralarında iş bölümü yapılmış gibi, başkaları da Yahudileri şirin göstermeye çalışıyor. Gayrimüslimlerin Müslümanların dostu olamayacağını Allahü teâlâ bildiriyor. Onları dost bilmeden, uygun şekilde emr-i maruf yapılır.
İslam dini yeni gelmedi. 1400 yıldır dünyada Müslümanlarla gayrimüslimlerin aynı ülkelerde beraber yaşadıkları da olmuştur. Osmanlılar ve onlardan önceki Müslümanlar, gayrimüslimleri dost bilmediler, fakat hepsiyle iyi geçinerek, onlara güler yüz göstererek, aynı yerde yaşadıkları gayrimüslimlere yaşayışlarıyla örnek oldular. Onlara kötü davranmadılar. Merhametli davranarak çoğunun Müslüman olmasına sebep oldular. Zaten yüzlerine karşı siz kâfirsiniz diye hakaret etmek, günah olur.
Cihad da, kâfirlerin şahsına karşı yapılmadı. Cihad, İslam devletinin, insanların İslam dinini işitmelerine, Müslüman olmalarına mani olan zalim diktatörlerin ordularıyla savaşması demektir. Böylelikle fethedilen yerlerdeki gayrimüslimlerden bir kısmı, İslamiyet'in adaletini, güzelliğini, Müslümanların örnek hayatını görerek Müslüman oldular. Müslüman olmayanlar bile, bu adalet sayesinde dünyada rahat ve huzur içinde yaşadılar.
Sual: Dinimize göre kadın evde yemek pişirmek zorunda olmadığına göre, yemek yaparsa, bunlar için kocasından ücret istemesi gerekir mi? Kadın yemek yapmazsa kadının yiyeceğini erkeğin getirmesi gerekmez mi?
CEVAP: Kadın ücret istemez. Kendisine yaptığı yemekten kocasına da verir. Müslüman kadınlar bu ihsanı kocalarına yapmışlardır. Kadın yemek pişirmem derse, pişir diye zorlanamaz. Kocası ona peynir, zeytin gibi şeyler getirir. (Hindiyye)
Sual: Kur'an-ı kerim bulunan CD'leri abdestsiz tutabilir miyiz?
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Takva ve fetva denince ne anlaşılır?
CEVAP: Takva, haramlardan sakınmaksa da, (Takva ve fetva) birlikte kullanılınca, takva azimetle hareket etmek, fetva ise ruhsatla amel etmek anlamına gelir. Birkaç örnek verelim:
1- Bir günlük yiyeceği olmayanın, yiyeceği kadar sadaka istemesinin caiz olduğuna fetva verilmiştir. Takva ve azimet ise, hiç istememektir. (Mektubat-ı Masumiyye 2/37)
2- Diş doldurtmuş olanların gusülde, abdestte ve namaz kılarken Maliki'yi taklit etmeleri takva değildir. Mezhep taklidi, fetva yoludur, kurtuluş çaresidir. (S. Ebediyye)
3- Hanefi mezhebinde, ödünç verenin borçludan hediye almasında iki kavil var: a) Şart etmeden hediye almak caiz olur. b) Şartsız da olsa, hediye almak caiz olmaz.
Bunların birincisi, her zaman hediye vermesi âdeti olan kimseden hediye alması, mesela yanına uğrayınca bir çay ısmarlıyorsa, yine çay içmesi caiz olup, fetva yoludur. İkincisi ise, takva sahipleri içindir. Salih zatlar, (Menfaat sağlayan ödünç faiz olur) hadis-i şerifini esas alarak, ödünç verdikleri kimselerden en ufak bir menfaat beklememişler, hattâ borçlunun evinin gölgesinde bile durmamışlardır.
Sual: Dinimizde, (Zaruretler haramları mubah kılar) kuralı olduğu hâlde, S. Ebediyye'de, (Zaruret olsa da, yalan yere yemin etmek caiz olmaz. Tariz, yani iki manalı kelime söyleyip yemin edilir) deniyor. Zaruretler haramları niye mubah kılmıyor?
CEVAP: Tariz söyleyerek bu işten kurtulma imkânı varken yalan yere yemin etmek caiz olmaz. Tariz yani iki manaya gelen kelimeyle söylemek caiz olur. Mesela, bir kimsenin babasını eşkıyalar götürmeye gelseler, babası bahçede veya komşuda ise, (Vallahi babam evde yok. O, genelde falanca kütüphaneye gider) derse, yalan söylememiş olur. Böylece eşkıyalardan kurtulmuş olur.
Sual: Parası olup, peşin alma imkânı varken, bir malı taksitle satın almak câiz midir?
> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Organ nakli caiz mi?
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Cahil biri, (Organ nakli haramdır. Yaşayan kimse ameliyat edilince de eziyet görmüş olur. Eziyet ise haramdır. Şu hâlde ameliyat haramdır. Peygamber, "Ölünün kemiğini kırmak, onu diri iken kırmak gibidir" buyurduğu için ölünün karnını kesmek, dirinin karnını kesmek gibi haramdır. Ameliyat edilene ve organı alınan ölüye böyle eziyet edilince de, "Müslümana eziyet eden, bana eziyet etmiş olur. Bana eziyet eden de Allaha eza etmiş olur" hadisine göre, Allah'a eziyet edilmiş olur) diyor. Organ nakli caiz değil mi?
CEVAP: Elbette, caizdir. Çünkü dinimiz, (Bir organı kurtarmak, hayatı kurtarmak gibi zaruridir) buyurur. Müslüman uzman doktor, bir hasta için, (Organ naklinden başka çare yok) derse, ölü veya diriden organ nakli caiz olur. Din ayrılığı gözetilmez. (El-Hedyül-İslami)
Zaruret olunca birçok yasaklar mubah olur. Ölünün de, dirinin de, bir yerini kesmek haramdır, ona eziyettir, fakat zaruret olunca, bu haramlık kalkar, çünkü dinimizde, (Zaruretler, yasak olan şeyleri mubah kılar) kuralı vardır. (Mecelle)
İnsanın parçalarını, mesela saçını, böbreğini, sütünü zaruretsiz kullanmak haramdır, fakat zaruret olunca, bu parçaları kullanmak, yani organ nakli caiz olur. (İ. Ahlakı)
İmam-ı a'zam hazretleri, ölmüş bir kadının karnının yarılıp çocuğun çıkarılmasını emretmiş, kurtarılan çocuk uzun yıllar yaşamıştır. (Eşbah)
Bu uygulama, ölünün bir yerini kesmenin, yani ölünün karnının yarılıp böbrek veya başka organının alınmasının, yani organ naklinin caiz olduğunu göstermektedir.
Ölünün bir organını kesmek de ona eziyettir. Ancak kesilen organ, bir Müslümana verilecekse, ölü bundan dolayı zevk alır. Bir kimse, birine iyilik etmek için çok yorulsa, yorulmasından şikâyet etmez, aksine, (Hizmet ettim, iyilik ettim) diye zevk alır. Parasını kaybeden kimse, üzülür, fakat parasını isteyerek bir muhtaca veren ise buna sevinir. İşte bunlar gibi, kurbanlık koyun da, bir Müslümana faydam oldu diye sevinir. O acı, ona zevk verir. Hâlbuki hayvana da eziyet etmek haramdır. Hem de, insana eziyet etmekten daha büyük günahtır. Demek ki, dinimize uygun hareket edilince, eziyet edilmiş olmaz, aksine faydalı iş yapılmış olur.
> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Müslümanın organı kâfire takılsa âhirette, o organ nasıl cevap verecektir?
CEVAP: Şimdiki beden, çürüyüp toprak olacaktır. Başka bedenle mezardan kalkılacaktır. Cevap verecek olan, çürümüş organ değil, yeni yaratılan organdır. Eski organ da olsa, (Ben Müslümandayken şu iyilikleri yapıyordum, kâfire takılınca, şu kötülükleri işledim) diyemez mi? Melekler zaten yazıyor. Allahü teâlânın hesap görmesinde yanlışlık olur mu? Organlar doğru konuşur. (Nur 24)
Ruh madde değildir; bedende, sütteki yağ gibi, bulunmaz. Bunun için kolu kesilenin ruhundan eksilme olmaz. Başkasının yüreğiyle yaşayanın ruhunda değişiklik olmaz. Kalb, et parçası olan yürekten ayrıdır. Yürek, hayvanda da bulunur. Kalbe, gönül denir. Gönül görünmez, fakat tesirleriyle anlaşılır. Kalb, elektrik cereyanı, yürek de ampul gibidir. Ampuldeki elektriği, ampul ışık verdiği zaman anlıyoruz. Elektrik gibi, kalb de madde değildir, bir yer kaplamaz. Yürekte eserleri görüldüğü için, kalbin yeri yürek denir. Yürek değiştirmek, ampul değiştirmeye benzer. Yani takılan yürekte, takılan kimsenin kalb kuvvetinin tesiri görülür. Ampulün değişmesiyle şehir cereyanında azalıp çoğalma olmadığı gibi, yüreğin değişmesiyle, o kimsedeki kalb kuvvetinin tesiri değişmez. Ruh, elektriğe benzer. Yanmakta olan bir ampul, sökülünce, yani cereyanla olan irtibatı kesilince, cereyanın bir miktarı kesilmiş olmaz. Başka bir ampul takılırsa, onun da, rezistans telini ısıtıp ışık saçar.
Müslümanın yüreği, kâfire takılınca, onun kalbi yine hep günah işlemek ister. Tersine, kâfirin yüreği, salih birine takılırsa, onun kalbi yine günah işlemek istemez. Yüreğin manevî bir fonksiyonu yoktur. Ölünce çürüyüp gider. İnsan yansa fark etmez, çünkü insan ruhuyla insandır. Beden değişse de ruh değişmez. İnsan, ruhu sayesinde ayakta durur. Aklı, düşüncesi, ruhu sayesinde vardır. İnsanın vücudu, bir marangozun aletleri gibidir. İnsan ölünce, aletleri olmadığından, ruh bir iş yapamaz. Birine, başkasının bütün organları takılsa, takılan kimsenin aklında, düşüncesinde değişiklik olmaz. Marangozun eski aletleri yerine, yenileri gelmiş demektir. Alet değişmekle, marangozdaki bilgi, kabiliyet değişmez. Kesmeyen bir testere yerine, iyi kesen bir testere gelmiştir. Kanı, kalbi, beyni de değişse, yine düşünceye tesir etmez.
> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Bir felsefeci, (Namaza Allah'ın huzuruna çıkıyorum diyen müşrik olur, çünkü her an Allah'ın huzurundayız. Allah'ın huzuruna çıkmak tâbiri şirktir. Miraç'ta Allah'ın huzuruna çıkma işi de, Allah'a mekân tayin etmek olur ki, bu da şirktir) diyor. Âhirette de Allah'ın huzuruna çıkmayacak mıyız? Mirac hak değil mi? Bu hususta âyet ve hadis yok mudur?
CEVAP: Felsefeci de, diğer sapıklar gibi Müslümanları şirkle damgalamaya çalışıyor. Müslümana müşrik diyenin kendisi küfre düşer. Allah'ın huzurundan maksat, manevi huzurdur. Madde, cisim olarak huzur değildir. Allahü teâlâ, (Ben kuluma şah damarından daha yakınım) buyuruyor ki, bu yakınlık da manevidir. Resulü de, (Kulun Allah'a en yakın olduğu an, secdede olduğu zamandır) buyuruyor. (Müslim)
Bu da manevî yakınlıktır, yoksa secde edenin yanında demek değildir. Huzura çıkmakla ilgili iki âyet meali:
(Huzurunda toplanacağınız Allah'tan korkun!) [Maide 96]
(Allah'ın huzuruna çıkmayı yalan sayanlar, en büyük ziyana uğramıştır.) [Enam 31]
Birkaç hadis-i şerif de şöyledir:
(Allahü teâlâ şöyle buyurur: Benim huzurumda durmaktan korkan kullarıma, rahmet ederim, sevablarını veririm ve korktuklarından da emin ederim.) [Deylemî]
(Dünyadan azıksız ayrılıp Allah'ın huzuruna iyi amelsiz çıkan hüsrana uğrar.) [İbni Neccar]
(Kim ki, Allahü teâlânın huzuruna varmayı severse, Allah da onun kendi huzuruna gelmesinden hoşlanır.) [Buharî]
(Ödememek niyetiyle borçlanan, Allah'ın huzuruna hırsız olarak çıkar.) [İbni Mace]
Daha birçok hadis-i şerifte (Allah'ın huzuru) tâbiri geçmektedir. Allahü teâlâ, Musa aleyhisselamla Tur Dağı'nda konuştu. Tur Dağı Allah'ın mekânı mıdır? Elbette, değildir. Cennete giren müminler de, Allahü teâlâyı nasıl olduğu anlaşılmadan görecektir. Cennet de Allahü teâlânın mekânı değildir. Allahü teâlâ mekândan münezzehtir. Mutezile, Cennette, Allahü teâlânın görülmesini de inkâr etmiştir. Nakli değil de, aklını ölçü alan böyle sapıklara itibar etmemelidir!
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Silsile-i aliyye büyükleri, Peygamber efendimizden gelen o mübarek nura ilave ve çıkarma yapmadılar, bid'at bulaştırmadılar. Hocalarından aldıkları bu kıymetli emanetin aslını koruyup ehline teslim ederek hakiki İslamiyet'i bugüne kadar getirdiler. Biz de, bu nimete kavuşmaya lâyık olan, bunu bekleyen insanlara, bu emaneti ulaştırmaya hassasiyetle çalışmalıyız. Ticarette bile, sattığımız malla birlikte başka şeyler de vermeliyiz. O da güler yüz, tatlı dil ve güzel ahlaktır. Müşteriler, mertliği, dürüstlüğü ve samimiyeti görüp, (Bunlar ne güzel Müslüman) demeliler. Bu güzel muamele, dinimizin yayılmasına da sebep olur.
Hazret-i Ömer Kadsiye Savaşı'nda Sa'd bin Ebi Vakkas hazretlerine, (Şöyle bir taarruz düzeni kurun!) diye, savaşla ilgili taktikler vermedi. (Ya Sa'd! Düşman ordusunun çokluğundan korkma, Allah'tan kork! Günah işleme! Eğer askerlerin arasında günah işleyen varsa onu ordudan ayır! Çünkü Allah, içinde günah işleyenlerin olduğu kavme zafer vermez) buyurdu. Çünkü başarılı olmak, ancak Allah'tan korktuğumuz ve Onun emir ve yasaklarını, Onun rızası için bildirmek gayesinde olduğumuz zaman mümkün olur. Yoksa, (Biz bunun en iyisini yaparız!) demekle olmaz. İnsan çok âcizdir. Mesela Cenab-ı Hak idrar yolumuzu tıkasa, helâya çıkamayız; diğer işleri nasıl yapacağız! Suyun üstünde giden yaprak gibi olmalıyız. Yaprağı götüren sudur, kendi kendine gitmez. Bunun gibi, işlerimiz de, büyüklerin himmet ve duasıyla yürür. Ama başarıyı kendimizden bilip, (Biz yaptık) dersek, yanlış yapmış oluruz ve işler durur. Nitekim büyükler, o kadar ilim sahibi olmalarına rağmen hep hocalarından naklederler, kendilerine ait tek kelime etmezlerdi.
Bir talebe, büyük bir zata sorar, (Efendim mübarek geceler gelip geçiyor, hizmetlerin çokluğundan eve geç gidiyoruz, birkaç şey okuyamadan, fazla bir ibadet yapamadan, yorgunluktan hemen uyuyup kalıyoruz, ne olacak bizim hâlimiz?) der. O zat, (Sizin İslamiyet'in yayılması için yaptığınız bu çalışmaların, işlerin maksadı hizmet olduğu için, en kıymetli ibadeti yapmış oluyorsunuz. Gece fazla ibadet edemeyince kaybımız olmaz) diye cevap verir.
> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Arabanın gitmesi için depoya benzin koymak lazımdır. Ne kadar benzin varsa, o kadar yol alınır. Bunun gibi, dine hizmet edenlerin çok başarılı olması, kalblerine gelen enerjinin çokluğuna bağlıdır. İşte o enerjinin ana deposu Peygamber efendimizin mübarek kalbidir. Allahü teâlâ, sevgisini, bütün faziletleri o kalbe yerleştirmiştir. O mübarek kalbden, o feyz kaynağından çıkan Allah sevgisi kimin kalbinde varsa, o kimse, zincirlere vurulsa bile, yerinde duramaz, hizmetlere koşar.
Ticaretin iki eli vardır: Biri mal, diğeri duadır. Dua almak için, insanlara faydalı işler yapmak, mesela cami, hastane, çeşme gibi dua almaya vesile olacak yatırımlar yapmak şarttır. Bu da ticaretle, parayla olur. Eğer ticaret olmazsa bu yatırımlar yapılamaz. Bunlar yapılmazsa da, dua alınamaz. Arabanın benzini duadır. Dua ne kadar artarsa, araba o kadar süratli gider.
Eğer para yoksa hizmet yapılamaz. Önce para kazanmak şarttır. Bunun için, helâlinden çok para kazanmak için, çok çalışmalı. Çünkü İslam âlimleri, (Âhir zamanda para, insanın silahıdır. İnsan canını, sağlığını, dinini ve şerefini parayla korur) buyurmuştur. Hadis-i şerifte de, (Âhir zamanda zenginlik saadettir) buyuruldu.
İyilerin düşmanı çok olur. Hased edenler çıkabilir. Bunun için her şeyi duymamalı. İnsanların kurtulması, âhirette yanmaması için uğraşmalı. Dinimizin doğru olarak yayılması için çalışanlar, Peygamber efendimizin vârisleridir. Allahü teâlâ, sevdiği işi sevdiklerine yaptırır, sevmediği işi, sevmediklerine yaptırır. Allahü teâlânın en sevdiği iş, dinimize hizmet etmektir. Kim dine hizmet ederse din ona sahip çıkar. Dine hizmet eden aziz olur. Ölürken şehid olarak ölür. Emr-i maruf sevabı, savaşta gazaya verilen sevabdan daha fazladır. Bu zamanda en kıymetli hizmet, fitneye sebep olmadan yapılandır.
Kibir ve ucba da dikkat etmek gerekir. Peygamber efendimiz, (Küçük günahtan sakınıp, ucba kapılarak büyük günaha düşmenizden korkarım) buyuruyor. Ucub, ibadet ederek veya günahtan sakınarak kendini beğenmektir. Kendini beğenen de kibre düşer; kibirliden de hayır gelmez.
> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Bazıları, (Bizim hocamız son veli idi, artık bundan sonra evliya da, mürşid de gelmez) diyorlar. Böyle söylemek, evliyanın kökünü kurutmak anlamına gelmez mi?
CEVAP: Bütün dünyada başka hiç veli olmadığını söylemek yanlıştır. Günümüzde de evliya zatlar azaldı, görünemez oldular, ama hiç kalmadı denmez. Her asırda üçler, yediler, kırklar gibi evliya zatlar bulunur.
Ayrıca her asırda bir, dini kuvvetlendiren, bid'atleri yok eden müceddid zatlar gelir. Bin senede bir gelen müceddidler de vardır. İki hadis-i şerif şöyledir:
(Her yüz yılda bir müceddid gelir, dini kuvvetlendirir.) [Buharî]
(Her asırda salihler bulunur. Bunlar beş yüz kişi olup, kırkı ebdaldir.) [Ebu Nuaym]
Bu hadis-i şerifleri inkâr etmek tehlikelidir. Tevile yeltenmek de caiz olmaz.
Hazret-i Mehdi de evliya zattır. O da gelecektir. Geldi geçti diyenlere itibar etmemeli.
İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki:
Kutb-ül-ebdal veya kutb-i medar her zaman bulunur. Şimdi de vardır. Resulullah efendimiz zamanında da vardı. Bunlara, kutb-ül-aktab da denir; bunları kimse tanımaz. Hatta bazen, kendileri bile kendilerini bilmez. Kutb-i irşad ise, kayyum-i âlemdir. Herkese rüşd ve iman, bunun vasıtasıyla gelir. İslamiyet'i korur. Din-i İslam başıboş kalmaz. Din düşmanları pervasızca, dini yıkmaya, değiştirmeye saldıramaz. (3/3)
Kutb-i ebdal yani kutb-i medar âlemde, dünyada her şeyin var olması ve varlıkta durabilmesi için feyz gelmesine vasıta olur. Kutb-i irşad ise, âlemin irşadı ve hidayeti için feyzlerin gelmesine vasıta olur. Her şeyin yaratılması, rızıkların gönderilmesi, dertlerin, belaların giderilmesi, hastaların iyi olması, bedenlerin afiyette olması, kutb-i ebdalin feyzleriyle olur. İman sahibi olmak, hidayete kavuşmak, ibadet yapabilmek, günahlara tevbe etmek ise, kutb-i irşadın feyzleriyle olur. Her zamanda, her asırda kutb-i ebdal bulunur. Hiçbir zaman, bunsuz olamaz, çünkü âlem bununla nizam bulur. Bunlardan biri ölünce, onun yerine başkası tayin edilir. (Mearif-i ledünniyye)
> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Sabrın önemi bildiriliyor, ama neye sabredeceğiz?
CEVAP: Herkes sabır denince belaya sabrı anlar. Daha önemlileri de vardır. Sabır üçtür:
1- Bela gelince, 2- İbadet ederken 3- Günah işlememek için. Bunlara sabredilirse, çok nimetlere kavuşulur. Bir hadis-i şerifte, (Belaya sabredene 300, ibadet yapmaya sabredene 600, günah işlememeye sabredene ise 900 derece ihsan edilir) buyuruldu. (Ebu-ş-şeyh)
Birkaç örnekle açıklayalım:
1- Belaya sabır hakkında bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Allahü teâlâ buyurdu ki: "Bedenine, evladına veya malına bir musibet gelen, sabr-ı cemille karşılarsa, Kıyamette ona hesap sormaya hayâ ederim.") [Hâkim]
2- Belaya sabra göre, ibadete sabır daha zor olduğu için, sevabı da daha fazladır. Mesela, bir ay aç, susuz durarak ve başka ihtiyaçları da terk ederek oruç tutmak, herkese kolay değildir. Çok kimse bu sabrı gösteremiyor. Abdest almak, sabah uykudan uyanıp kalkmak, günde beş vakit namaz kılmak çok kimseye zor geldiği için, bu sabrı gösteremiyorlar.
3- Günah işlememeye sabır, ibadet işlemeye sabretmekten daha zor olduğu için sevabı da daha çoktur. İnsan ibadete sabredip yapabilir, fakat günaha sabır zordur. Mesela hemen gıybete girer. Çok kimse gıybet günahından kurtulamaz, yani sabredemeyip gıybet eder. Çoğu insan, kibrin büyük günah olduğunu bildiği hâlde, kendisinin küçük düşmesine rıza gösteremez. Herkesin kendisini övmesini ister.
Çok kimse kadınların açık gezmesinin, boyanıp, koku sürünüp dışarıya çıkmalarının günah olduğunu bildiği hâlde, dayanamaz, bu günahı işler. Çoğu kadın, namaz, oruç ve diğer ibadetleri yapmaya sabır gösterdiği hâlde, kapalı gezmeye sabredemez. Günah işlememeye sabır, onun için çok kıymetlidir. Bir günahtan kaçmak birçok ibadet etmekten üstündür. Büyük küçük her çeşit günahtan çok sakınmalı. Namaz kılmayanın da, günahtan sakınması imkânsız denecek kadar zordur. Kur'an-ı kerimde, namazı doğru kılmanın, her çeşit kötülüğü, günahı önleyeceği bildiriliyor. Namazı doğru kılarak, günahlardan sakınmaya çalışmalıyız.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: TV baykuşlarından biri, (Kaş aldırmak erkeğe caiz olduğuna göre, kadına da caiz olur) dedi. Kadına haram değil mi?
CEVAP: Erkeğe caiz olup da, kadına haram olan, kadına caiz olup da, erkeğe haram olan şeyler çoktur. Erkeğe caiz olup, kadına caiz olmayanlara örnek verelim:
1- Kaşlarını inceltmek, kadına haramdır, erkeğe ise caizdir. Allahü teâlânın yaratmasını değiştirmek haramdır. Eğer kadının sakalı biterse, onu yok etmesi haram olmaz. Kadının, kocasına veya başkalarına güzel görünmek için, yaratılışındaki bir şeyi çoğaltması, eklemesi veya azaltması caiz değildir. Kaşlarının arasındaki tüyleri alabilir. Bir hadiste buyuruluyor ki: (Kaşlarını cımbız veya başka bir âletle alanlar, yüzlerine güzellik vermek için yanaklarını çizerek Allah'ın kendilerine verdiği şekli değiştirenler lânetlenmiştir.) [Buharî]
Kadının biri, (Ya Resulallah, evli kızımın hastalık sebebiyle saçları döküldü. İğreti bir saç takmam uygun mudur?) diye sorunca, Resulullah efendimiz, (Hak teâlâ, iğreti saç takanı ve taktıranı lânetlemiştir) buyurdu. (Müslim)
Kadının, insan saçını, kendi saçı arasına örerek birleştirmeyip de, kendi saçına iplikle, bez şeritle bağlamasının ve hayvan kılları eklemenin haram olmadığı Fetava-i kübra'da yazılıdır.
2- Kürklü, göz alıcı elbise giyerek, ziynetlerini göstererek sokağa çıkmak, kadına caiz değil, fakat erkeğe caizdir.
3- Koku sürünüp sokağa çıkmak, kadına ne niyetle olursa olsun caiz değil, ama erkeğe sünnete uymak niyetiyle caizdir. (Hindiyye)
Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Kadın sokağa çıkarken koku sürünmesin.) [Müslim]
Kadına caiz olup, erkeğe caiz olmayanlara örnek:
1- İpek ve altın, yabancı erkeklere göstermemek şartıyla kadına caiz, erkek için ise, kimseye göstermese de, ipek ve altın yüzük haramdır. Bir hadis-i şerifte, (Altın ve ipek, kadına helâl, erkeğe ise haramdır) buyuruldu. (Taberanî)
2- Küpe, bilezik, kolye gibi takılar da yabancı erkeklere göstermemek şartıyla kadına caiz, erkeğin ise bunları takarak kadınlara benzemesi haramdır. (Redd-ül muhtar)
> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Peygamberimizin kızına, (Âhirette sana gelecek azabı benim kurtarma yetkim yok) demiş. Peygamberimizin şefaat yetkisi yok mudur?
CEVAP: Elbette, vardır. Burada bildirilen şey, (İmanı olmayana peygamber de şefaat edemez) demektir. Bu genel bir kaidedir. Hazret-i Fatıma'nın şahsı için değildir. Yine Resulullah efendimiz, (Allahümme yâ mukallibel kulûb, sebbit kalbî, ala dînik) duasını okuyunca, Eshab-ı kiram, (Ya Resulallah, sen de, dönmekten korkuyor musun?) dediklerinde, (Mekr-i ilahiden kurtulmak için, kim bana teminat [güvence, garanti] verebilir ki?) buyurdu. (Levh-il-mahfuz ve Ümm-ül-kitab risalesi)
Bu dua, (Ey büyük Allah'ım! Kalbleri iyiden kötüye, kötüden iyiye çeviren, ancak sensin. Kalbimi, dininde sabit kıl, yani dininden döndürme, ayırma!) demektir. Kendisi için böyle buyurunca, hepsi cennetlik olan Eshabı ve yakınları için de, aynı şeyi söylemesi normal değil mi? Bu hadis-i şerif, (Rabbimin lütfu olmadıkça, ben kendi yakınlarıma da şefaat edemem, ancak Rabbimin bana vereceği yetkiye dayanarak şefaat ederim) demektir. İki âyet-i kerime meali:
(Allah'ın izni olmadan kim şefaat edebilir?) [Bekara 255]
(Bütün şefaatler, Allah'ın iznine bağlıdır.) [Zümer 44]
Burada açıkça şefaatin olacağı, ama bunun Allah'ın iznine bağlı olacağı bildiriliyor. Peygamber efendimiz, Allahü teâlâdan izin aldıktan sonra, yakınlarına ve imanı olan herkese şefaat edecektir. Bir hadis-i şerifte de, (İmanla ölen herkese şefaat edeceğim) buyuruldu. (Buharî)
Sual: Tevbe edilen günahlar bir daha işlenmezse affoluyormuş. Peki, bu affolan günahları âhirette herkes görecek mi?
CEVAP: Hiç kimse göremediği gibi, kendisi de bilemeyecektir. Bir hadis-i şerif şöyledir: (Kul tevbe edince, Allahü teâlâ, onun günahlarını hafaza meleklerine unutturur. Keza bunu onun uzuvlarına ve bilen herkese unutturur. Böylece, âhirette günahlarına şahitlik edecek kimse kalmaz.) [İbni Asakir]
Sual: Bir şeyi unutmayıp hatırlamak için saati sağ kola takmanın mahzuru olur mu?
CEVAP: Hiç mahzuru olmaz, iyi olur. Peygamber efendimizin de, bir şeyi unutmamak için, parmak veya yüzüğüne ip bağladığı, hadis-i şerifle bildirilmiştir. (Hâkim)
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Üç ayların fazileti nedir? CEVAP: Üç aylar, yarın başlıyor. Faziletleri özetle şöyledir: Receb ayı: Dört kıymetli aydan biridir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günden beri, ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü, haram [hürmetli] olan aylardır.) [Tevbe 36]
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Haram aylar, Receb, Zilkade, Zilhicce ve Muharremdir.) [İbni Cerir]
(Cennette öyle köşkler vardır ki, onlara ancak Receb ayında oruç tutanlar girer.) [Deylemî]
(Allahü teâlâ, Receb ayında oruç tutanları mağfiret eder.) [Gunye]
(Receb-i şerifin bir gün başında, bir gün ortasında ve bir gün de sonunda oruç tutana, Recebin hepsinde tutmuş gibi sevab verilir.) [Miftah-ül-cennet]
(Başında demek, ayın ilk günleri demektir. Ortası, ortadaki günlere yakın olan günler, sonu da, ayın son günleri demektir.)
(Allahü teâlâ, Receb ayında hasenatı kat kat eder. Bu ayda bir gün oruç tutan, bir yıl oruç tutmuş gibi sevaba kavuşur. 7 gün oruç tutana, Cehennem kapıları kapanır. 8 gün tutana Cennetin 8 kapısı açılır. 10 gün tutana, Allahü teâlâ istediğini verir. 15 gün oruç tutana, bir münâdi, "Geçmiş günahların affoldu" der. Allahü teâlâ, Nuh aleyhisselamı Recebde gemiye bindirdi. O da, Receb ayını oruçlu geçirip oradakilere oruç tutmalarını emretti.) [Taberanî]
Şaban ayı: Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Şaban, öyle faziletli bir aydır ki, insanlar bundan gâfil olurlar. Bu ayda ameller, âlemlerin Rabbine arz edilir. Ben de amelimin oruçluyken arz edilmesini isterim.) [Nesaî]
(Ramazandan sonra en faziletli oruç, Şaban ayında tutulan oruçtur.) [Tirmizî]
(Şaban'da üç gün oruç tutana, Allahü teâlâ Cennette bir yer hazırlar.) [Ey Oğul İlm.]
Ramazan ayı: Bir hadis-i şerif şöyledir: (Ramazan ayı mübarek bir aydır. Allahü teâlâ, size Ramazan orucunu farz kıldı. O ayda rahmet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar bağlanır.) [Nesaî]
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
İnsanın haddini bilmesi için, kendisinin âciz ve hayatın hayâl olduğunu bilmesi yeterlidir. İnsan, kendiliğinden dünyaya gelemediği gibi, kendiliğinden de gidemez. Allahü teâlâ, güç, kuvvet vermese, işitemez, konuşamaz, yiyip içemez, yani hiçbir iş yapamaz. Çünkü insan bir hiçtir. Hâl böyleyken, bir kimsenin Allahü teâlânın verdiği emanetleri, gücünü kuvvetini, kabiliyetini, kendine ait zannetmesi çok yanlış olur.
İnsanın, gerek iç organları bakımından, gerekse dışarıdaki şartlar bakımından elinde hiçbir kuvveti yoktur. Kalbine, midesine, ciğerlerine muhtaçtır, ama hiçbirini kendisi çalıştıramaz. Yine bunun gibi, güneşe, havaya, suya, toprağa muhtaçtır, ama toprağın minerallerini yapan, bulutları yaratan, onlardan yağmur yağdıran, hep yüce Allah'tır. O bakımdan insan, ancak kendini tanıdığı yani âciz olduğunu anladığı zaman Allah'ı tanıyabilir, hiçbir işe yaramadığını, ancak yüce Allah'ın verdiği kudretle bir iş yapabileceğini anladığı zaman kurtulur. Selde, tsunamide veya depremde, binlerce kişi ölüyor, toprağın altında kalıyor. Allah'ın kudreti karşısında teknoloji acze düşüyor, her şey âciz kalıyor.
Hayat hayâldir. Ömür su gibi akıp gidiyor. Geçen günlerin geri gelmesi mümkün değildir. Gerçek ve sonsuz hayat, öldükten sonra başlar. Bu dünya âhiretin tarlasıdır, herkes ne ekerse onu biçer. Birine iyilik eden de, kötülük eden de, gerçekte kendine eder.
İnsanın ömrü, dünyanın ömrüne göre, çölde esen bir saniyelik rüzgâr gibi kısadır. Acı tatlı günler, zenginlik, fakirlik hayatı bir anlık rüzgâr gibi gelir geçer. Zalim, zulmeder, yakıp yıkar, öldürür, ama o da geçer. Ancak bir şey geçmez. O da, mazlumun zalimden alacağıdır. İşte âhirette en kârlı çıkacak olan mazlumdur. İki cihanda da alacaklı olmak iyidir. Borçlu olmak ise çok tehlikelidir.
Kulun korku ve heybeti, ilmi kadardır. İlmi aklı kadardır. Aklı edebi kadardır. Zühdü âhirete rağbeti kadardır. Zühdün esası da her şeyde Allahü teâlâdan razı olmaktır.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Yarına çıkacağımız belli değil, ama bugün fırsat elimizdedir. Âhirete yarar iş yapmak için bugünü değerlendirmeliyiz. En iyi dost, insana âhireti hatırlatandır. En kötüsü de, din kardeşini dünyaya bağlayan, ona âhireti unutturandır.
İyi ve rahat yaşamak isteyen, dünyanın fani olduğunu bilmeli, hiçbir şeye tamah etmemeli, başkasının elindekine göz dikmemeli. Tamah ettiği insan kâfirse, onun zaten tamah edilecek hiçbir şeyi yoktur. Şayet Müslümansa, o da din kardeşidir, (Allahü teâlâ ona daha iyisini, daha fazlasını versin) demeli.
Mümini koruyan iki şey vardır: Biri ihlâsı, diğeri de aldığı dualardır. Bir ibadete verilen sevab, ibadeti yapanın niyet ve ihlâsına bağlıdır. Peygamber efendimiz, (Allahü teâlâ, sizin görünüşünüze, malınıza [rütbenize, iyi işlerinize] bakmaz; bunları ne niyetle yaptığınıza bakar) buyuruyor. Her müminin niyeti, Rabbimizin rızası olmalıdır. Din kardeşimizi kendimizden üstün bilmeli. Kendisini din kardeşinden üstün görenin, ihlâsı yok demektir. İhlâs, Allah için yapılan şeylerdir. İhlâsın özü de, kendi menfaatini düşünmeyip, din kardeşine faydalı olmaktır. Kendi menfaatini, din kardeşinin menfaatine tercih edenler büyük tehlikededir.
Peygamber efendimiz, "sallallahü aleyhi ve sellem" (Her peygamber, bir hususiyeti sebebiyle peygamber olarak seçilmiştir) buyurunca, Eshab-ı kiram, (Yâ Resulallah, siz hangi amelinizle seçildiniz?) diye sordular. Peygamber efendimiz (Îsâr) buyurdu. Îsâr, kendine ihtiyacı olanı, ihtiyacı olan bir mümin kardeşine vermektir. Bu çok zorsa da, hiç değilse, bir defa îsâr yapmalıdır. Çünkü Allahü teâlâ, (Ömründe bir kere îsâr edene, îsâr ahlakıyla bana kavuşana hesap sormaktan hayâ ederim) buyurdu.
Behlül Dânâ, Halife Harun Reşid'in kendi parasıyla bir cami yaptırdığını öğrenince, (Aferin, maşallah ona) der ve gidip inşaattaki bütün kerpiçlerin üzerine (Behlül) yazar. Durumu öğrenen Halife, (Kerpiçlerin üzerine niye ismini yazdın?) der. (Ne var yazmışsam?) diye cevap verir. Halife, (Ben o camiyi şahsi paramla Allah rızası için yaptırıyorum) der. Behlül Dânâ hazretleri, (Eğer Allah rızası için yaptırıyorsan, ister Behlül yazılsın, ister Harun, ne fark eder? Allahü teâlâ kimin yaptırdığını bilmez mi?) der.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Yalan söylemenin dinimizdeki yeri nedir? CEVAP: Yalan söylemek büyük günahtır. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Yalan söyleyenler, iftira edenler, ancak Allahü teâlânın âyetlerine inanmayanlardır. İşte onlar, yalancıların ta kendileridir.) [Nahl 105]
Yalan, günahların en çirkini, ayıpların en fenası, kalbleri karartan bütün kötülüklerin başıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Yalan, rızkı azaltır.) [İsfehanî], (Mümin, her hataya düşebilir, ama hainlik yapamaz ve yalan söyleyemez.) [Bezzar], (Yalan söylemek münafıklık alametidir.) [Buharî], (Yalan, imana aykırıdır.) [Beyhekî], (Yalan yere yemin büyük günahtır.) [Buharî], (Danışana, yalan söyleyen kimse, ona hıyanet etmiş olur.) [İbni Cerir], (İnsanları güldürmek için yalan söyleyenlere, yazıklar olsun!) [Ebu Davud], (En büyük günah, yalan yere yemin etmektir.) [Buharî]
Peygamber efendimiz, yalan söyleyenin ağzının bir taraftan kulağına kadar demir çengelle yırtılacağını, diğer tarafa geçildiğinde, önceki yırtılan tarafın iyi olacağını, sonra iyi olan tarafın tekrar yırtılarak bu şekilde Kıyamete kadar, kabrinde azabın devam edeceğini bildirmiştir. (Buharî)
Bir genç, Peygamber efendimize, üç büyük günaha yakalandığını bildirdi. Bunlardan biri yalandı. Peygamber efendimiz, (Yalanı benim için terk et!) buyurdu. Genç, peki diyerek gitti. Bir günahı işleyeceği zaman, (Eğer bu günahı yaparsam, Resulullah sorduğunda, evet dersem suçum meydana çıkar. Hayır dersem, yalan söylemiş, verdiğim sözü tutmamış olurum) diye düşündü. Diğer iki günahı da bıraktı. (Şir'a)
Yalancı ile cimri Cehenneme girer, ama hangisi daha derine atılır, bilmem. (Şabi)
Doğru ile yalan, biri diğerini çıkarıncaya kadar kalbde boğuşur. (Malik bin Dinar)
Nifakın temeli ise yalandır. (Hasan-ı Basrî)
Eshab-ı kiram indinde yalandan daha kötü bir şey yoktu, çünkü onlar, yalanla imanın bir arada bulunamayacağını bilirlerdi. (Hazret-i Âişe)
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Bir ateist, (Bugün teknik çok ilerledi, evrende görülen her şeyin tesadüfen meydana geldiği bilimsel olarak ispatlandı. Artık Tanrı'ya inanan kalmaz) diyor. Bilimsel olarak nasıl ispatlandı ki?
CEVAP: Bu, yalandır. Teknik ilerledikçe, kâinatın muazzamlığı meydana çıkıyor, gerek vücudumuzda ve gerekse kâinatta tesadüflere yer olmadığı, her şeyin çok mükemmel olduğu daha iyi anlaşılıyor. Hiçbir şey rastgele ve lüzumsuz değildir. Her şey hikmetle ve bir fayda için yaratılmıştır. Ne vücudumuzda faydasız bir organ, ne de kâinatta faydasız bir madde vardır. Hepsi insanlığın hizmetine verilmiştir. Bir âyet meali: (Görmüyor musunuz ki, Allah, yerdeki [su, taş, toprak, ot, ağaç, meyve, sebze, tahıl, hayvan, maden, ateş, hava, gaz, tuz, petrol gibi] her şeyi ve emri [suyun kaldırma kuvveti ve yer çekimi gibi kanunları] uyarınca denizde yüzen gemileri sizin hizmetinize verdi. İzni olmadıkça, gökleri [yıldızları, galaksileri, gezegenleri birbirleriyle çarpışmaktan ve] yere düşmekten korur. Zira Allah, çok şefkatli ve çok merhametlidir.) [Hac 65]
Tefsir âlimleri, 'Yerdeki her şey'den maksadı açıklamış parantez içindeki ifadeleri bildirmiştir. Kâinattaki hiçbir şey, lüzumsuz değildir. Yer çekimi kuvvetini yaratmasaydı, suya kaldırma özelliği vermeseydi, balıklar, gemiler nasıl yüzecekti? Bunların faydaları da yine insanlar içindir. Allah, insana akıl veriyor, fen adamı da buluyor ve insanlığa faydası oluyor. Var olan şeyler bulunuyor, yoktan yaratılmıyor. Güneş etrafında dönen gezegenler, Güneş'e ve Dünya'ya çarpsa, Dünya parçalanır. Bütün gezegenleri birbirine çarptırmadan ve Dünya'ya zarar vermeden döndüren muazzam kudreti inkâr, ahmaklık değil mi? Allah, (Bunları üstünüze düşürmüyoruz) buyuruyor. Güneş'in ısısı, ışığı asırlardır eksilmeden devam ediyor. Belli bir yörüngede dönüyor. Dünya'ya çok yakın olsa yanar kül oluruz. Dünya'ya çok uzak olsa soğuktan ölürüz. Havadaki oksijen ve karbondioksit oranları Güneş'in sebep olduğu botanik olaylarla sabit kalmaktadır. Havadaki %21 oranındaki oksijen yükselse her tarafı alevler sarar. %21'in altına düşse bu defa da her tarafı buzlar kaplar. Karbondioksit çok yükselse her canlı zehirlenir. Bunlara tesadüf demek, ilme aykırı ve akılsızlıktır. Hiçbir ilim sahibi akıllı kimse, bu bilimsel gerçekleri inkâr edemez.
> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Regaib kandili ne zamandır?
CEVAP: Recebin ilk cuma gecesine Regaib gecesi denir. Yarın gece Regaib gecesidir. Her cuma gecesi kıymetlidir. Bu iki kıymetli gece bir araya gelince, daha kıymetli oluyor. Allahü teâlâ bu gecede müminlere ragîbetler [ihsanlar, ikramlar] yapar. Bu geceye hürmet edenleri affeder. Yarın oruç tutup, gecesini de ihya etmek çok sevabdır. Birkaç hadis-i şerif şöyledir:
(Receb ayında Allah'a çok istiğfar edin, çünkü Allahü teâlânın, Receb ayının her vaktinde Cehennemden azat ettiği kulları vardır. Ayrıca Cennette öyle köşkler vardır ki, ancak Receb ayında oruç tutanlar girer.) [Deylemî]
(Şu beş gecede yapılan dua geri çevrilmez: Regaib gecesi, Şaban'ın 15. gecesi, cuma gecesi, Ramazan Bayramı ve Kurban Bayramı gecesi.) [İ. Asakir]
Receb ayında edilen dualar kabul edilir, hatalar affedilir. Günah işleyenin cezası da kat kat olur.
Sual: Gazeteyle, maille veya başka bir yolla gelen dinî ilimleri öğrenip de uygulamazsak vebale girer miyiz?
CEVAP: Elbette, amelsiz ilmin vebali büyüktür. Üç hadis-i şerif şöyledir:
(İlmiyle amel etmeyen âlim, Kıyamette en şiddetli azaba düçar olur.) [Beyhekî]
(Âlim, ilmi az da olsa, ilmiyle amel eden zattır.) [Ebu-ş-şeyh]
(Bir kişiye dinî bir öğüdün [kitap, sohbet, basın gibi] herhangi bir yolla ulaşması, Allah tarafından kendisine ihsan edilen bir nimettir. Onu şükrederek kabul etsin! Şükretmezse bu, Allah katında, aleyhinde bir delil olur. Günahının ve Allah'ın gazabının artmasına sebep olur.) [İ. Asakir]
İlmiyle amel etmemek vebal olur diye, dinini öğrenmemek de caiz olmaz, çünkü lüzumlu din bilgilerini öğrenmek farzdır. Farzı yapmamak haramdır. Farz olan ilmi öğrenmeli ve onunla amel etmeye çalışmalıdır.
Sual: (Ev almadan önce komşu al) atasözü için, hadis diyorlar. Atasözüne hadis denir mi?
CEVAP: Atasözleri genelde, hadislerden çıkarılmıştır. Bu söz de öyledir. Bir hadiste, (Evden önce komşu, yola çıkmadan önce yol arkadaşı ara!) buyuruldu. (Taberanî)
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Bir yazar, "(Şehidler hariç, Cennete giren hiç kimse dünyaya geri dönmek istemez. Ancak şehid, kavuştuğu ikramlar sebebiyle dünyaya dönüp on kere şehit olmayı ister) hadisinden dolayı, şehidlerin bu dünyaya gelip burada savaştıkları sonucunu çıkarmak yanlıştır. Ne şehid, ne evliya, öldükten sonra herhangi bir iş yapamaz, savaşamaz" diyor. Ruh ölmediğine göre, dirilere hareket kuvveti veren Allah, şehitlere, evliya zatlara niye vermesin?
CEVAP: Evliya zatların ruhlarının gelip savaştıkları ve insanlara yardım ettikleri çok görülmüştür. İşte vesikalar:
Abdülhakîm Arvâsî hazretleri buyuruyor ki:
Meleklerin, peygamberlerin, evliyanın ve salih müminlerin ruhları, her kim nerede ve ne zamanda ve her ne hâlde çağırırsa, orada bulunur, yardım ederler. Hızır aleyhisselamın, sıkıntıda olanların imdadına yetişmesi böyledir. Resulullah'ın ümmetinin her birine, hele ölüm zamanında, imdada yetişmesi de böyledir. Azrail aleyhisselamın, ruh [can] almak için her anda, her yere gelmesi de böyledir. Her mürşid-i kâmilin, talebesine yetişmesi de böyledir ki, bunlar zamanlı ve mekânlıdır. Ezeli ve ebedi değildir. Devamlı da değildir. Hazır olmalarından önce, yok idiler. Bir zaman sonra da, oradan ayrılırlar. Allahü teâlânın hazır olmasıyla ruhların hazır olması çok farklıdır. Allahü teâlânın hazır olması gibi, kimse hazır değildir. (S. Ebediyye)
İmam-ı Muhammed Masum Farukî hazretleri buyuruyor ki:
Hızır aleyhisselamın, insan şeklinde görülmesi ve bazı işleri yapması, onun hayatta olduğunu göstermez. Allahü teâlâ, onun ve birçok enbiyanın ve evliyanın ruhlarının insan şeklinde görülmesine izin vermiştir. Onları görmek hayatta olduklarını göstermez. Ruhu insan şeklinde görülmüş, insanın yapacağı şeyleri ruhuyla yapıyor. O zaman hayatta olmuş ise, şimdi de hayatta olması lazım gelmez. El-İsabe-fi-marifet-is-sahabe kitabında Hızır aleyhisselamın yaptığı çok şeyler yazılıdır. Âlimlerin çoğu Hızır aleyhisselamın öldüğünü bildirdi. Eğer hayatta olsaydı, Peygamber efendimize gelir, birlikte cuma namazı kılar, sohbetinde ve cihatlarında bulunurdu. (Mektubat-ı Masumiyye 1/182) [Devamı var]
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Allahü teâlâ, meleklere, cinlere çeşitli şekil alabilmek kuvveti verdiği gibi, çok sevdiği kullarının ruhlarına da, bu kuvveti vermektedir. Evliyadan birçoğu, bir anda çeşitli yerlerde görülmüş, birbirine uymayan işler yapmışlar. Burada da latifeleri, insan şekline girmekte, başka başka bedenler hâlini almaktadır. Bunun gibi, mesela Hindistan'da oturan ve şehrinden hiç çıkmamış olan bir veliyi, hacılar Kâbe'de görüp konuştuklarını, başkaları da, mesela aynı günde başka şehirde, bir kısım kimseler de, bu veli ile yine o gün, Bağdat'ta görüştüklerini söylemişlerdir. Bu da, o velinin latifelerinin muhtelif şekiller almasıdır. Bazen o velinin bunlardan haberi olmaz. Seni gördük diyenlere, (Yanılıyorsunuz, o zaman, evimdeydim. Oralara gitmemiştim, o şehirleri bilmiyorum ve sizleri de tanımıyorum) der. Yine bunlar gibi, güç hâlde bulunan kimseler, korku ve tehlikelerden kurtulmak için, ölü veya diri olan bazı evliyadan yardım istemiştir. O büyüklerin, kendi şekillerinde olarak, hemen orada bulunduklarını ve imdatlarına yetiştiklerini görmüşlerdir. Bu evliyanın yaptıkları yardımdan bazen haberi olmakta, bazen de olmamaktadır. [Bu hâl, bilhassa savaşlarda görülmüştür.] Böyle yardımları yapanlar, o din büyüklerinin ruhları ve latifeleridir. Latifeleri bazen, bu Âlem-i şehadette, bazen de Âlem-i misalde şekil almaktadır. Nitekim Peygamber efendimizi bir gecede, binlerce kimse, rüyada görüp istifade etmektedir. Bu gördükleri, hep onun latifelerinin ve sıfatlarının Âlem-i misaldeki şekilleridir. Yine bunlar gibi, müridler, mürşidlerinin Âlem-i misaldeki sûretlerinden istifade ederler ve bu yolla müşküllerini çözerler. (2/58)
İlyas aleyhisselamla Hızır aleyhisselam ruhani şekillerde geldiler. Hızır aleyhisselam, (Biz ruhlar âlemindeniz. Allahü teâlâ, bizim ruhlarımıza öyle kuvvet vermiştir ki, insan şeklini alırız. İnsanların yaptığı işleri, ruhlarımız da yapar) dedi. (1/282)
Bu vesikalar açıkça gösteriyor ki, ölü veya diri evliya zatların ruhları, Allahü teâlânın izniyle insanlara yardım etmektedir.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Dünya fanidir. İnsan bu dünyada sefil olsa, üzülmeye değmez. Aksine köşklerde yaşasa, bir eli yağda, bir eli balda olsa, sevinmeye değmez. Muazzam köşkler yaptıran çok kimse vardır ki, köşkleri durur, fakat kendileri yoktur, vefat etmişlerdir. İmam-ı Ebu Yusuf, Halife Harun Reşid'e tavsiyesinde buyuruyor ki:
"Bugünün işini yarına bırakma, aksi hâlde işleri zayi etmiş olursun. Ecel geldikten sonra artık iş ve ibadet yapılamaz. İki işten, âhiret için olanı tercih et! Çünkü âhiret sonsuz, dünya geçicidir. Dünya da, içindekiler de yok olacaktır. Âhiret ise devamlı kalınacak yerdir. Yarın Allah'ın huzuruna âsi olarak çıkma! Şunu iyi bil ki, Allahü teâlâ, kullarını makam ve mevkilerine göre değil, amellerine göre hesaba çekecektir. Allahü teâlâ ikaz ediyor, o hâlde dikkatli ol! Çünkü sen boş yere yaratılmadın, bu sebeple de başıboş bırakılmayacaksın. Şüphesiz, yaptıklarından hesaba çekileceksin. Peygamber efendimiz, (Kıyamette herkes, şu dört suale cevap vermedikçe hesaptan kurtulamaz: Ömrünü, nerede nasıl geçirdi? İlmiyle nasıl amel etti? Malını nereden, nasıl kazandı ve nerelere harcadı? Bedenini nerede yordu, hırpaladı?) buyuruyor. Bu soruların cevabını hazırla!"
İnsan öldüğü zaman, dünyalık olarak elde ettiklerinin hepsi dünyada kalacaktır. Ağır bir hastalığa yakalandığı zaman bile, mal mülk, evlat demeyip, sadece (Benim akıbetim ne olacak?) diye kendini düşünür. Mademki ölüm mutlaktır, niye akıbetimizi düşünmeyi sona bırakıyoruz?
Son nefeste imanla gitmek istiyoruz. Son nefesimizi de ne zaman vereceğimizi bilmiyoruz, her an olabilir. O zaman neyi bekliyoruz? Şimdiden Allah demeye, her şeyi Allah için yapmaya başlayalım. Peygamber efendimiz, (Helekel müsevvifûn) yani (Sonra yaparım diyenler helâk oldu) buyuruyor. Bu, (Dinin emir ve yasaklarını sonraya bırakanlar helak oldu) demektir. Allahü teâlâyı unutturan mal mülk, makam ve mevkiler hep dünyalık olur, fakat Onun rızasına uygun şekilde kazanılıp kullanılanlar dünyalık olmaz. Dünyalık şeylerin ne kıymeti vardır? Maalesef şimdi insanlar, dünyalık işleri birinci plana alıyor, âhiret işlerini ise arka plana atıyor. Hâlbuki her şeyin başı, birinci derecede önemli olan, Allahü teâlânın sevgisini, rızasını kazanmak ve Onun emir ve yasaklarına uymaktır.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Kıyamet günü öyle dehşetlidir ki, hâmile kadınlar korkudan çocuklarını düşürecektir. O gün gökler parçalanacak, yıldızlar dağılacak, yeryüzü ve dağlar parça parça olacak ve yok olacaktır. Bir insan, o güne nasıl hazırlanmaz? Önümüzde beş büyük imtihan vardır:
1- Son nefes: Nice âlimler son nefeste imansız gittiler. Süfyan-ı Sevrî hazretleri, üç hocası imansız gittiği için üzüntüden genç yaşta kamburlaşmıştı. Peygamber efendimiz, (Son sözü "La ilahe illallah, Muhammedün Resulullah" olan Cennete girer) buyuruyor. Bunu söylemeyip, (Para) derse, yani para için dinini terk etmişse veya (Aman doktor, kurtar!) derse, yani şifayı doktordan bilirse, Cehenneme gider. Şefaatlerin, müjdelerin hepsi, son nefeste imanla ölenler içindir.
2- Kabir suali ve azabı: Sual meleklerine cevap olarak, kabir suallerini ve cevaplarını öğrenmelidir. Hadis-i şerifte, (Kabir, Cennet bahçesi veya Cehennem çukurudur) buyuruldu. Kabir azabı, ruha ve cesede birlikte olacaktır.
3- Mahşer azabı: Mahşer günü, Güneş bir mızrak boyu alçalır. Dümdüz bir çölde herkes günahı nispetinde sıkıntı çekerek hesabının görülmesini bekler. O sıkıntılı günde, bir grup insan uçarak gelip, Arş'ın altında gölgelenir. Bunlar, ümmet-i Muhammed'den olup dünyadayken, sırf Allah için birbirlerini seven Müslümanlardır.
Mahşerin süresi, elli bin âhiret senesidir. Âhiretin tek bir günü, dünyanın bin senesidir. Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî hazretleri, (Bu yolun büyüklerini tanıyıp onların yolunda gidenler için mahşerin süresi, Arş'ın gölgesi altında, serin suların başında, iki rekât namaz kılacak kadar olacaktır) buyuruyor. Bu müjdeye kavuşmak için, büyükleri Allah için çok sevip, bu yolda gücümüz nispetinde, çok hizmet etmeliyiz.
4- Terazi: Sevablar ve günahların tartıldığı terazide, oraya kul hakkıyla gelenlerin iflas edecekleri, sevablarının hak sahiplerine verileceği, onlar da yetmezse hak sahiplerinin günahlarının onlara yükletileceği ve Cehenneme atılacakları, hadis-i şerifle bildirilmiştir.
5- Sırat köprüsü: Resulullah efendimiz, (Âhirette Sırat köprüsünde her Müslümana, iman, namaz, oruç, hac, zekât, gusül ve kul hakkından olmak üzere, yedi sual sorulur. Bunlara cevap veren, Cennete gider) buyuruyor. Cevap veremeyenlerin hâli felakettir. Nitekim Kur'an-ı kerimde mealen, (Siz hemen kolayca Cennete gireceğinizi mi zannediyorsunuz?) buyuruluyor.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Şifayı ilaçtan beklemek caiz midir?
CEVAP: Caiz değildir. Allahü teâlânın şifayı yaratması için, ilacı sebep yaptığına inanmak lazımdır. (Hindiyye)
İyi kötü, hayır şer, her şeyi yaratanın Allahü teâlâ olduğunu bilmek, Amentü'deki altı esastan biridir. Bir hadiste, (Kaderin, hayrın ve şerrin Allah'tan olduğuna inanmayan, mümin değildir) buyuruluyor. (Tirmizî)
Bir âyette de mealen, (Bir insana gelen iyilik ve kötülük de, hayır ve şer de Allah'tandır) buyuruluyor. (Nisa 78)
Her şeyi Allahü teâlânın yarattığına dair birçok âyet vardır. Cebriyeciler, hâşâ, bunu Allah zorla yaptırıyor sanıyorlar. Hâlbuki günahlarımız sebebiyle bela geliyor. Bir âyette, (Başınıza gelen bir bela, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir, [bununla beraber] Allah çoğunu affeder) buyuruluyor. (Şura 30)
Demek ki bela, günahlarımız yüzünden geliyorsa da, gönderen yine Allah'tır. Âyet-i kerimenin devamında, Allah çoğunu affeder deniyor. Demek ki, belayı gönderen Odur, çoğunu da affediyor. Bazıları, kötülükleri nefsimizin yarattığını söylüyorlar. Hâşâ, Allah'tan başka yaratıcı yoktur. Günahlarımızın ve nefsimizin kötülükleri sebebiyle Allah bela veriyor. Günahlarımız ve nefsimiz, sadece sebep oluyor.
Sual: Mızraklı İlmihâl kitabında, (Abdestten sonra şalvarına biraz su serpmek müstehabdır) diye yazıyor. Su serpmekle bir yer temizlenmez. Bu bir hurafe değil midir?
CEVAP: Akılla, mantıkla dinî hüküm verilmez. Mızraklı İlmihâl diye bilinen ilmihâl kitabının asıl ismi, Miftah-ul-Cennet olup, muteber bir eserdir. Vesveseyi önlemek için su serpmek emredilmiştir. Süfyan bin Sekafi hazretleri bildiriyor ki: (Resulullah efendimiz, [Müslümanlara öğretmek için] abdest aldıklarında, bir avuç suyu önlerine serperlerdi.) [Nesaî, İbni Mace, Ebu Davud, İ. Ahmed]
Abdest alırken başımızı mesh ediyoruz. Mesh etmekle saç yıkanmış olmuyor, ama din emrettiği için yapıyoruz. Bu emre de, aklımız ermese de uymamız şarttır.
Sual: Bir kimsenin yaptırdığı küçük bir cami yıkılıp, yerine başkası büyük bir cami yaptırsa, öncekinin sevabı kesilir mi?
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Alevler içinde yanan aracımızda bulunan Faideli Bilgiler kitabı yanmamış. Yangında Mushaf'ın yanmadığını çok duymuştuk, fakat bu kitabın yanmamasının sebebi ne olabilir?
CEVAP: Evet, Mushaf yanmaz. Bir hadiste, (Kur'an bir deriye yazılsa, bu deri ateşe düşse yanmaz) buyuruldu. (Taberanî)
Mushaf yanmayacağı gibi, fıkıh bilgileriyle bildirilen Kur'an-ı kerimin hükümleriyle amel eden de Cehennemde yanmaz. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarıyla amel etmek de böyledir. Zaten bu kitaplarda Kur'an-ı kerimin emir ve yasakları bildirilmiştir. Yani bu kitaplarla amel etmek, Kur'an-ı kerime uymak demektir. Hakikat Kitabevi'nin kitaplarında, hiçbir şahsi görüş yoktur. Hepsi İslam âlimlerinden nakildir. İkinci önemli bir özelliği de, kâr gayesiyle satılmamaktadır. Allah rızası için, Allah'ın dinine hizmet için, mal oluş fiyatından satılmaktadır. Fiyatları diğer kitaplarla karşılaştırılırsa, bu açıkça görülür.
Hakikat Kitabevi'nin bütün kitapları, İmam-ı Rabbanî hazretlerinin ve diğer Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından hazırlanmıştır. Allahü teâlâ bu kitabı yanmaktan koruduğu gibi, bu kitapları severek okuyanları, dağıtanları da Cehennem ateşinden korur. Merhum hocamız buyurmuştu ki:
(İmam-ı Rabbanî hazretlerine Allahü teâlâ müjde veriyor: (Kıyamete kadar, sana ve kitaplarına tâbi olanları, Cehennem ateşi yakmaz) buyuruyor. Bu söz, (Hayattayken talebeleri, vefatından sonra da kitaplarını okuyanlar kurtulur) demektir. Bu mübarek kitapları sevgiyle tutanların, bu kıymetli hizmetlerde çalışanların ellerini, Cehennem ateşi yakmaz. Elleri yanmayınca, o ellerin bulunduğu vücut da yanmaz.)
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri de, (İmam-ı Gazali'nin İhya kitabının aslı, bütün âlimlerce doğru ve yüksektir. Bir gayrimüslim, severek yapraklarını çevirirse, Müslüman olmakla şereflenir) buyuruyor. Hakikat Kitabevi'nin kitapları, Mektubat-ı Rabbanî, İhya gibi kıymetli eserlerden hazırlanmıştır. İhya'dan doğru olarak faydalanmak isteyen de, bu kitapları okumalıdır. İhya'nın piyasadaki tercümelerini tavsiye etmeyiz. Bu kitapları severek tutmak bile, insanın kurtuluşuna vesile olur, çünkü Peygamber efendimiz, (Kişi dünyada kimi seviyorsa, âhirette onlarla beraber olur) buyuruyor. (Taberanî)
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Nafaka ne demektir? Neler nafaka sınıfına girer? CEVAP: Nafaka, insanın yaşayabilmesi için gerekli şey demektir. Bu da, yiyecek, giyecek ve evdir. Yani mutfak masrafı, ev kirası, giyim ve ev eşyası masrafıdır. Bu masraflar, zamana, hâle, örf ve âdete göre değişir. (Nikâye)
Sual: Erkeğin hanımına nafaka vermesi ne zaman farz olur? Kadın zenginse de, erkeğin yine nafaka vermesi gerekir mi?
CEVAP: Evet, hanımı zengin olsa bile, bunun nafakasını vermek, kocası üzerine farzdır. Nafaka, nikâhtan sonra hemen farz olur. Erkek ve hanımı fakirseler, fakir nafakası verir. Zenginseler, zengin nafakası vermesi gerekir. İkisinden biri zengin olup, öteki fakirse, orta hal nafakası verir.
Örf ve âdete göre, kadına gereken gıda, elbise ve ev eşyasının hepsi, nafakaya dâhil olur. Erkek bunları getirir. Kadın kendi malını kullanmaya zorlanamaz. Kullanırsa, erkek bunların parasını hanımına öder. Her şeyi erkeğin getirmesi gerekir. Kadını, çalışıp kazanmaya zorlamak haramdır. (Bahr-ür-raık)
Sual: Evli olmayan kadının nafakasını kim verir?
CEVAP: Kız olsun, dul olsun, evli olmayan fakir kadına babası bakmaya mecburdur. Babası yoksa veya fakirse, zengin akrabası bakar. Bunlar da yoksa veya bakamazlarsa devlet maaş bağlar.
Sual: Dinî nikâh kıyılan kıza, düğünden önce de nafaka vermek gerekir mi?
CEVAP: Erkek, nikâhladığı kızı kendi evine çağırmazsa, kız babasının evinde kalsa da nafakasını vermesi gerekir. [Kız, çağırıldığı hâlde gelmezse veya düğün olmadan gelmezse, o zaman nafaka vermek gerekmez.] (Behcet-ül-fetava)
Sual: Kadın, kocasının yakınlarının evde kalmasına razı olmak zorunda mıdır?
CEVAP: Hayır, ana babası da dâhil, kocasının akrabasından hiç kimsenin evde bulunmamasını istemek, kadının hakkıdır. Kadın izin verirse, kocası mahrem akrabasını evinde bulundurabilir. Erkek de, hanımının ana, baba ve kardeşlerini bile eve sokmayabilir, fakat onları görmesine ve onlarla konuşmasına mani olamaz. (S. Ebediyye)
Mani olursa erkek günaha girer. Buna rağmen kadın, kocasından izinsiz yakınlarını ziyarete gidemez. Giderse, kocasının emrine uymadığı için o da, günah işlemiş olur.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Hadiste, kabirdeki ölülere, (Esselâmü aleyküm, yâ ehle dar-il kavm-il-mü'minîn! İnnâ inşâallahü an karibîn biküm lâhikûn) diye selam verilmesi emredildiğine göre, işitmeyen ölülere selam verilmesi niye emrediliyor? Niye (Biz de size kavuşacağız) diye, duymayanlara hitap ediliyor?
CEVAP: Elbette işitmeyene selam verilmez, onlara hitap edilmez. Demek ölüler işitiyor ki, onlara selam veriliyor ve hitap ediliyor. Resulullah efendimiz lüzumsuz iş yapar mı?
Bazı sapıklar da, (Şefaat ya Resulallah demek şirktir, çünkü ölü işitmez) diyorlar. Diriye işittiren Allahü teâlâ, ölüye işittiremez mi? Ruh ölmediğine ve işiten, ruh olduğuna göre, kâfir olsun, Müslüman olsun, her ruh işitir. Resulullah efendimiz, Bedir'de bir çukura gömülü ölmüş müşriklere, (Rabbinizin size vaat ettiğine kavuştunuz mu? Ben, Rabbimin söz verdiği zafere kavuştum) buyurunca, Hazret-i Ömer, ölülerin işittiği vesika hâline gelsin diye, (Ya Resulallah, leşlere mi söylüyorsun, onlar işitir mi?) dedi. Resulullah cevaben buyurdu ki: (Rabbimin hakkı için söylüyorum ki, siz beni onlardan daha iyi işitmezsiniz, ama onlar cevap veremezler.) [Buharî, Müslim]
İşitene selam verilir, işitenle konuşulur. Ölü işitmeseydi, Resulullah efendimizin, (Ölülerinize telkin verin!) buyurması hâşâ yersiz olurdu. Bir hadiste de buyuruluyor ki: (Ölü müminse, kabri genişletilir, kabri hoş kokularla doldurulur. Ölü kâfirse, demirden bir tokmakla başına vurulur.) [Buharî, Müslim]
Ölü, işitmeseydi, hissetmeseydi, müminin kabri güzelleştirilir, kâfirin kabri azapla doldurulur muydu? Bir âyet meali de şöyledir: (Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın!) [Âl-i İmran 169]
Kâfir ölülerinin ruhlarının da ölmediği ve işittiği, yukarıda bildirilmişti.
Sual: İmam-ı Beyhekî'nin naklettiği (Rızkı, yerin derinliklerinde arayın!) hadisi, acaba maden aramayı mı bildiriyor?
CEVAP: Bilmiyoruz, maden olabilir, petrol veya doğalgaz olabilir. Ziraatta toprağın iyi işlenmesi olabilir. Hepsi birden de olabilir. Bilmediğimiz başka bir şey de olabilir. Kesin olarak şudur demek yanlış olur.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Borçtan kurtulma duası var mıdır?
CEVAP: Muteber kitaplardan alınan borç duaları, internet sitemizde yazılıdır. Bunlardan bir tanesini bildiren bir hadis-i şerif:
(Ya Muâz! Bu duayı okursan, Uhud Dağı kadar borcun olsa da, Allah onu ödemek nasip eder: Allahümme mâlikel-mülki tü'til-mülke men teşâü ve tenziül-mülke mimmen teşâü ve tüizzü men teşâü ve tüzillü men teşâü bi-yedikel-hayr inneke alâ külli şey'in kadîr. Tûlicul-leyle fin-nehâri ve tûlicün-nehâre fil-leyli ve tühricul-hayye minel meyyiti ve tühricul-meyyite minel-hayyi ve terzuku men teşâü bi-gayri hisâb. [Buraya kadar olan kısım, Âl-i İmran sûresinin 26-27. âyetleridir. Aslına bakarak okumalı.] Rahmened-dünyâ vel-âhireti ve rahîmehümâ tu'tîhimâ men teşâü ve temneu min-hümâ men teşâü, irhamnî rahmeten tu'nînî bihâ ammen sivâke.) [Taberanî]
Sual: Abdest almak ve gusletmek, başlı başına birer farz mıdır?
CEVAP: İkisi de namazın şartıdır, yani namaza bağlı farzlardır. Namazın şartlarından biri, hadesten taharettir. Bu da, cünüp olanın gusletmesi, abdesti olmayanın abdest alması demektir. Namaz kılan ve kılmayan herkesin, bir namaz vaktini cünüp geçirmesi, büyük günah olur. Cünüp olunca, hemen gusletmek iyi olursa da, mesela öğle ezanından sonra cünüp olanın, öğle namazını kılmamışsa, ikindi vaktine, öğleyi kılacak kadar zaman kalıncaya kadar, guslü geciktirmesi caizdir. Daha fazla geciktirmesi haram olacağı için, hemen gusletmesi farz olur.
Sual: 14-15 yaşlarında büluğa erdiğim sırada, marketten çaldığım çikolata, sakız gibi şeyleri, oraya nasıl öderim? Onlara çaldığımı söyleyemem. Hangi yolla ödenebilir?
CEVAP: Çok yolu var. Önce, çalınan kadar şeyler alıp, götürüp yerlerine habersizce konur. Bu yapılamazsa, mesela gidip üç tane çikolata alırsınız. Daha sonra markete uğrayıp fişinizi gösterirsiniz ben üç tane çikolata istemiştim, üç yerine yanlışlıkla beş tane verilmiş. İkisini iade ediyorum dersiniz. Diğer çaldıklarınızı da buna benzer bir yolla ödersiniz. Bu da mümkün değilse, bedeli fakirlere verilir.
> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Dünya ile âhiret arası göz açıp kapayıncaya kadardır. Bu dünya hayâldir ve geçicidir. Asıl hayat, âhiret hayatıdır ve ebedidir. Orada da Cennetten ve Cehennemden başka yer yoktur.
Allahü teâlâ, (Kulum benden ne isterse ona o kapıları, o yolu açarım) buyuruyor. Kalbimizdeki istikamet çok önemlidir. Nereye yöneldiğimize, neye niyet ettiğimize bakalım, iyi düşünelim.
Dünya sultanı değil, âhiret sultanı olmaya bakmalı. İbrahim bin Edhem hazretleri, Dicle'nin kenarında oturup, hırkasını yamarken, saray mensubu eski arkadaşları kendisini görüp, hâline şaşırırlar, (Kalsaydın ne güzel sultandın, derviş oldun da eline ne geçti?) derler. İbrahim bin Edhem hazretleri, onlara uzun uzun baktıktan sonra elindeki iğneyi nehre atıp, (Ey Allah'ın mahlûkları, benim iğnemi getirin!) der. Bütün balıklar, iğneyi getirmek için yarışa başlarlar. İbrahim bin Edhem hazretleri de iğnesini alıp, (Elime bu iğne geçti. Size sultan olacağıma, bunlara sultan oldum) buyurur.
İnsan nereye sultan olacağına iyi karar vermeli, tercihini iyi yapmalı. Ne sattığını ve buna karşılık neyi aldığını iyi düşünmeli!
O hâlde kendimize gelelim, ömür su gibi akıp gidiyor, biz de geldik gidiyoruz. Kıldığımız namaz son namazımız olabilir, çünkü her gün binlerce kişi ölüp âhirete gidiyor. Bugün değilse yarın, yarın değilse bir başka gün, mutlaka Azrail aleyhisselam emaneti alacaktır. Sonunda hepsi yok olacak olan bu dünya malı ve rütbesi için günaha girmek, haram işlemek akıl kârı değildir. Dinimizi öğrenmemiz, öğrendiklerimizi tatbik etmemiz, vaktimizi boşa harcamamamız lâzımdır. Allah indinde makbul olan, mal ve rütbe değil, takva, yumuşaklık, insanlara iyilik ve dinimize hizmet etmektir.
En büyük korkumuz son nefeste Allah korusun kâfir olarak can vermektir. Çünkü küçük günaha devam, büyük günah olur. Büyük günaha devam küfre götürür. Kâfirin cezası da Cehennemde sonsuz yanmaktır. Bundan daha büyük felaket olur mu?
Din kitaplarımız, bu dünyanın alçaklığını, bu günahların felaketini, âhiretin azaplarını uzun uzun yazıyor. Peki, kurtulmanın çaresi ne? Bunun bir tek çaresi var. O da kurtulanlarla yani doğru iman sahibi olanlarla, takva ehliyle, günahtan kaçanlarla beraber olmaktır. Çünkü (İnsanın dini, arkadaşının dini gibidir) buyuruluyor.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Sırat köprüsünde yedi sual
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Peygamber efendimiz "sallallahü aleyhi ve sellem", (Sırat köprüsünde her Müslümana, imandan, namazdan, oruçtan, hacdan, zekâttan, gusülden ve kul hakkından olmak üzere yedi sual sorulacaktır. Kul hakkı ile ilgili sualden, masum oldukları hâlde, Peygamberler bile korkarlar) buyuruyor.
1- İman: İman, Amentü'de bildirilen altı hususa inanmaktır. İmanı olmayanlar Cehenneme girip sonsuz kalacaktır. Onun için imanı gideren hususları iyice öğrenmeliyiz. Mesela İslamiyet'in herhangi bir hükmünü hafif görenin veya (Bu zamanda böyle olmaz) diyenin imanı gider. Ümmet-i Muhammed'den olup, itikadı bozuk olanlar Cehenneme girerlerse de, zerre imanları olduğu için, orada sonsuz kalmazlar. Dört hak mezhepten birinde olup Ehl-i sünnet itikadında olanlar ise Cehenneme girmez, ikinci suale çekilirler.
2- Namaz: Şartlarına uygun şekilde kılınmalı ve hiçbir kaza namazı borcu olmamalı. Namaz, din demektir. Namazsız din olmaz.
3- Oruç: Orucu severek tutmalı. Çok faziletlidir. Allahü teâlâ, (Her iyiliğe, 10 mislinden 700 misline kadar sevab verilir, fakat oruç bana mahsustur, onun mükâfatını ben veririm) buyurdu. İmsak ve iftar vakitleri için temkin müddetini dikkate alan, doğru takvimlere uymalıdır.
4- Hac: Haccın şartlarını iyice öğrenip yerine getirmeli. Mesela Arefe günü Arafat'ta vakfeye durmayanın haccı sahih olmaz. Onun için Zilhicce ayının hilâlini gözetlemek ve Arefe gününü doğru şekilde tespit etmek gerekir.
5- Zekât: Zekâtı verilmeyen mal, para, Cehennem ateşinde kızdırılıp, sahibinin alnına, böğrüne, sırtına mühür gibi basılacaktır. Zekât, şartlarına uygun şekilde verilmelidir.
6- Gusül: Guslün şartlarına dikkat etmeli, guslümüz fıkıh kitaplarına uygun olmalı.
7- Kul hakkı. Üzerinde kul hakkı olanın sevabı alınıp hak sahibine verilecek, sevabı yoksa onun günahı buna yüklenecektir. Hırsızlık ve gasp, kul hakkı olduğu gibi, kalb kırmak, iftira ve gıybet de, hep kul hakkıdır.
Cennete girmek isteyen, bu yedi suale şimdiden hazırlanmalıdır.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Malum gazetelerden biri, belediye otobüsünün içinde namaz kılan şoförün resmini çekip, (Birilerine yaranmak için şov yapıyor) diye manşet atmış. Müslüman bir ülkede namaz kılana böyle hakaret nasıl yapılır?
CEVAP: Bu haber, namazın dindeki önemini bilmemekten kaynaklanmaktadır. Bazı cahiller de, (Yolda namaz mı kılınır? Akşam eve gidince kaza edersin) diyorlar. Namaz, zamanında yapılması gereken vakitli bir ibadettir. Acıkan kimseye, (Şimdi yeme, birkaç gün sonra hepsinin yerine daha çok yersin) demek ne kadar yersizse, (Namazlarını gece kaza edersin) demek bundan daha yersizdir.
Müslüman, işinden ve aşından olacağını bilse de namazını yine kılar. Bu yüzden işinden olan çok Müslüman olmuştur. Namazdan taviz verilmez. Çünkü namazın dindeki yeri çok büyüktür. Otobüsün içinde olur, dışında olur, yol ortasında olur, muhakkak kılması lazımdır. İslam âlimlerinin büyüklerinden Seyyid Abdülhakim Arvasî hazretlerinin, (Bir vakit namazım kazaya kalmaktansa Allah bin kere canımı alsın!) buyurması namazın önemini göstermektedir. Birkaç hadis-i şerif şöyledir:
(Namazın dindeki yeri, başın vücuttaki yeri gibidir.) [Taberanî]
(Namaz dinin direğidir, terk eden dinini yıkmış olur.) [Beyhekî]
(İman, namaz demektir.) [İbni Neccar]
(Namaz kılmayanın Müslümanlığı yoktur.) [Bezzar]
(Namaz kılmayanın diğer ibadetleri kabul olmaz.) [Ebu Nuaym]
Asırlardır Müslümanlar her yerde, her zaman namaz kıldılar. Bir art niyetleri mi vardı? (Birilerine yaranmak için şov yapıyor) diyor. Peki, o birileri kime yaranmak için namaz kılıyor? Elbette her Müslüman Allah rızası için namaz kılar. Allah'a inanmayanlar bunu anlayamaz. Sabah herkes uyurken o kalkıp namaz kılar. O saatte kime yaranacak? Buna nasıl şov denir?
Âşık olmayan aşktan anlamaz. Mecnun'a, (Leyla kara kuru bir kız. Niye onu seviyorsun?) demişler. (Siz, ona benim gözümle baksanız, yanarsınız) demiş. Namaz aşkı olmayan da, namazı şov zanneder!
Dinden imandan ve namazdan haberi olmayan kimsenin, (Her gün her yerde namaz mı kılınır? Kılanların bir art niyeti vardır) diye düşünmesi, ya cahilliktir veya din düşmanlığıdır.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Pastörize edilmiş üzüm suyunda alkol olabilir mi, içilmesi uygun mudur?
CEVAP: Usulüne uygun pastörize edilen üzüm suyunda alkol olmaz, içilebilir. Pastörize işi usulüne uygun yapılmazsa, bozulup şaraplaşabilir. Şaraplaşan üzüm suyu köpürür, tadı ve kokusu değişir. Üzüm suyuna hiç benzemez. Zaten içerken anlaşılır, şaraplaşmış üzüm suyu içilmez.
Sual: Zamm-ı sûre olarak üç âyetten aşağı olmaz, deniyor. Mesela iki âyet olan Amenerresulü veya tek âyet olan Âyet-el-kürsi okunsa caiz değil midir?
CEVAP: Caizdir. Zamm-ı sûre, Fâtiha'dan sonra okunan, en az üç âyete veya üç âyet uzunluğundaki bir âyete denir. Üç âyetin miktarı, en az, 30 harf olmalı. (Redd-ül Muhtar)
İki âyet olan Amenerresulü veya tek âyet olan Âyet-el-kürsi de, üç kısa âyetten uzun oldukları için zamm-ı sûre olarak okunur. Hattâ Âyet-el-kürsi tek âyet olduğu hâlde, yarısı birinci rekâtta, diğer yarısı da, ikinci rekâtta okunabilir.
Sual: Bütün namazlarda, aynı sûreleri okumak caiz midir?
CEVAP: İmamın, aynı namazların aynı rekâtlarında, aynı âyetleri okumayı âdet edinmesi mekruhtur. Yalnız kılanların ise, ara sıra başka âyet okumaları iyi olur. Nâfile namazlarda hep aynı sûreler okunabilir.
Sual: Öğle namazı, bir mazeretle vaktinde kılınamazsa, asr-ı sanide mi kılınıyor?
CEVAP: Hayır, asr-ı evvelde kılınır. Asr-ı sani, ikinci ikindi demektir. Bir mazeretle öğle namazı, öğle vaktinde kılınamazsa, asr-ı evvelde kılınır. Öğle, o vakte geciktirilerek kılınmışsa, o günkü ikindi de asr-ı sanide kılınır.
Sual: Hanımıyla telefonda konuşana, (Kiminle konuştun?) dense, o da, (Kızımla konuştum) dese veya hanımını gösterip (Bu benim kızım) dese nikâha zararı olur mu?
CEVAP: Hayır, zararı olmaz. Yalan söylemiş olur. Bunun gibi, bizzat hanımına, (kızım), (anam) veya (kız kardeşim) demekle de talak olmaz, ama böyle söylemek doğru değildir. (Artık, bundan sonra, anam, bacım ol!) denirse, bir talak-ı bain olur.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Kur'ansal İlkeler) diye bir kitap elime geçti. Din hakkında kitap yazdığına göre, yazar için, (İyi bir din tahsili yapan ve Arapça bilen biridir) diye düşünmüştüm. Dinden habersizmiş. (Ben din tahsili yapmadım, ama aklımı kullandım. İspanyolca bilirim. Paris kültürüyle yetiştim. 20 yıl profesyonel artistlik yaptım. Laik, çağdaş, akılcı ve Atatürkçüyüm. Dini aslına döndürmeye çalışan cesur bir reformcuyum. Bu ekolün temsilcisiyim. Kur'an meali okuyarak din hakkındaki yeni buluşlarım, çıkardığım harika hükümler, müftülere ve ilahiyat profesörlerine taş çıkartmıştır. Benim en esas hedefim, namaz, oruç, tesettür gibi kemikleşmiş tabuları yıkmak, içkinin, cünüp gezmenin ve kadınlarla beraber olmanın günah olmadığını anlatarak, sadece Kur'ansal ilkelere dayalı gerçek din anlayışını yapılandırmaktır) diyen yazarın maksadı nedir?
CEVAP: Yazar, Kur'ansal ilke adıyla, dinsizliği din olarak takdim etmeye çalışıyor. Adı (Gerçek İslam) olacak, fakat dinle hiç ilgisi olmayacak. Bu feci durum meal okumanın doğal sonucudur. (Yalnız Kur'an) diyenlerin hiçbiri, Kur'ana inanmaz. Çünkü inansalar, Allahü teâlânın Kur'an-ı kerimde defalarca buyurduğu, (Resulüme uyun!) emrini kabul ederler. Resulullah'ın "sallallahü aleyhi ve sellem" 23 yıl yaşadığı İslamiyet'i ölçü alırlar. Kur'an meali okuyan herkes, kendi aklını ölçü alıyor, kendi anladığını doğru sanıyor. Hepsi de farklı farklı görüşler ortaya atıyor. S. Ebediyye'de buyuruluyor ki:
Din öğrenmek için, Kur'an tercümesi, tefsir, hadis okumaya kalkışırsak, bunları kavrayamayız. Yanlış anlayarak dinimizi de, imanımızı da kaybederiz. Ana yuvasından almış olduğu kıymetli imanını kaybeden (Ben çağdaşım) diyen birkaç kimseyle karşılaştım. Bunların küfrüne sebep olan şeyin nasıl meydana geldiğini sordum. Tefsir ve meal okudukları söylediler. Mazhar-ı Can-ı Canan hazretleri, Makamat kitabında, bir halifesinin tefsir yazmasına mani olduğunu yazmaktadır. Görülüyor ki, uydurma yazılan tefsirleri ve tercümeleri bir yana bırakalım, meşhur tefsirler bile, ehlinden başkasına zararlı oluyor.
Ehl-i sünnet âlimleri, tefsir ve hadisten anladıklarını, bizim gibi din cahillerine, açık, kolay öğretmek için, binlerce fıkıh ve ilmihâl kitabı yazmışlardır. İslamiyet'i doğru öğrenmek için, o kitapları okumak lazımdır. (Birgivî V. Şerhi)
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Bir arkadaş bana, (İmam ol, cemaatle namaz kılalım) diyerek paltosunu verdi. Palto da tam bana uygun geldi. (Paltoyu bana verdin mi, benim mi oldu?) diye sordum, (Evet, sana verdim) dedi. Namazdan sonra giderken, (Paltoyu çıkar!) dedi. Ben de, (Bana vermiştin) dedim. (Kriz dönemindeyiz, veremem) diyerek, zorla paltoyu aldı. Bu, gasp yerine geçmiyor mu?
CEVAP: İcap ve kabulün ikisi de, o yerde âdet olan kelimelerle ve mazi [geçmiş zaman] şeklinde olunca, niyet etmek gerekmez. (S. Ebediyye)
İcap ve kabul gerçekleştiğine göre, verdim derken, hediye etmeye niyet etmemiş olsa da, palto sizindir. Vermemesi uygun olmaz. Dinen fakir değilseniz ve hediyeyi geri istemeye mani olan diğer şartlar da yoksa, geri istemesi caiz ise de, hediyeyi geri istemek insanlığa yakışmadığı için, yiğitliği sizin yapmanız ve geri hediye ederek, onu zor durumdan kurtarmanız, en uygun olanıdır.
Sual: Doğuştan asık suratlı ve çatık kaşlıyım. Bunun dinen mahzuru var mıdır?
CEVAP: Doğuştan ise günah olmaz, ancak gülümsemek insanın elindedir. İnsan gülümseyerek bunu düzeltir. Bir Müslümana çatık kaşla bakmak haramdır. Kaşını çatmak, suratını asmak, müminin alameti değildir. Müminin alameti güler yüzdür, münafığın alameti çatık kaşlı olmaktır. Bir hadis-i şerif şöyledir:
(Allahü teâlâ, Müslüman kardeşine karşı surat asana lânet eder.) [Deylemî]
O hâlde elden geldiği kadar, kaş çatmaktan, surat asmaktan uzak durmalıdır. Çatık değilse kaşın,/Çatlak değilse başın,/Helalden ise aşın,/Şükür gerekir şükür.
Surat asarak Müslümanın kalbini kırmak günahtır. Müslüman hiç gönül kırmaz,/Bundan büyük günah olmaz.
Sual: Dinimize göre, abi ve amca, baba; teyze de, anne hükmünde midir?
CEVAP: Evet, bildirdiğiniz gibidir. Üç hadis-i şerif şöyledir:
(Abi, baba makamındadır.) [Beyhekî]
(Teyze, anne hükmündedir.) [Buharî]
(Ya Abbas, sen benim amcamsın, babamın yarısısın.) [Hatib]
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (İmam-ı a'zam, Emevî zulmüne ortak olmamak için kadılık yapmayacağını söyleyince, Emevî halifesi tarafından dövülerek öldürüldü) deniyor. Bu yanlış değil mi?
CEVAP: Elbette yanlıştır. Ya cahillikten böyle söyleniyor veya kasten, Emevî düşmanlığından dolayı böyle söyleniyor. İmam-ı a'zam hazretleri hicri 150, miladi 767 tarihinde, zâlim olan ikinci Abbasî halifesi Ebu Cafer Mansur tarafından Bağdat'ta dövülerek şehit edilmiştir. Emevîlerle bir ilgisi yoktur. Kadılığın, zâlim Abbasî halifesine isyanla da ilgisi yoktur. İmam-ı a'zam hazretlerine kadılık teklif edilince, (Ben kadılık yapamam) buyurdu. (Yalan söylüyorsun) denilince de, (Eğer yalan söylüyorsam, yalancıdan kadı olmaz. Doğru söylüyorsam, doğru söylediğim için kadılık yapamam diyorum) buyurdu. Kabul etmemesi, devlete kadılık yapılmayacağı için değildi. Zühdü, takvası ve veraı da, ilmi ve zekâsı gibi son derece çok olduğundan, kabul etmedi. İnsanlık sebebiyle, kulların hakkını gözetmede kusur etmekten korktu. (Kamus-ül-alam)
Sual: Erkeklerin rükûda ayaklarını birleştirmesinin sünnet olduğu, S. Ebediyye'den başka hangi kitapta vardır?
CEVAP: Hanefî'de sünnet olduğu, Halebî ve Redd-ül-muhtar gibi kıymetli kitaplarda bildiriliyor. Meşhur Mızraklı İlmihâl'de de yazılıdır. Yine, öğrenciler için, zamanında Osmanlıca olarak yazılmış olan "Anadolu Yavrusunun Kitabı: Malumat-ı Diniyye" kitabında da, (Rükûda ayaklar birleştirilir) deniyor. Zamanla bunlar unutulmuş ve bunun için de, bugün Türkçe denilen Latin harfleriyle yazılan kitaplarda yoktur. Yoksa daha önce, bu tür bilgiler, kitaplara yazılırdı.
Sual: Bazı imamlar hutbeyi kılıçla okuyor. Böyle bir şey var mı?
CEVAP: Evet, Mekke ve Bursa gibi, savaşla alınan şehirlerde, imam, minbere çıkarken sol eline kılıç alır. Kılıca dayanarak okur. (S. Ebediyye)
31.05.2013
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
(Kıyamette Cehennemin en derin çukuruna, dini yanlış anlatan ve kendileri ibadet etmeyen din adamları gidecek) hadis-i şerifi, dinimizi menfaatlerine alet edenlerin akıbetinin ne olacağını bildirmektedir. Bunlara din hırsızı denir.
En büyük nimet, İmam-ı Rabbanî hazretleri gibi bir Allah adamına veya böyle bir zatın kitaplarına kavuşmaktır. Çünkü onun gemisi Cennete götürür. Ancak, böyle büyük bir zattan istifade edebilmek için, ona zerre kadar imtihan, şüphe ve endişe etmeden kesin olarak inanmak ve tâbi olmak lazımdır. Aksi hâlde insan, o zatın talebesi sayılmaz. O zatı sevmiş ve yolunda gitmiş olamaz.
O büyüklere değil de, mezhepsiz, bozuk bir kimseye talebe olmak felakettir. Çünkü kişi o kimseye inanır, ne derse kabul eder, öyle itikad eder. Dinî veya dünyevî meselelerini ona sorar. O kimse, (Bu da olabilir, şu da olabilir, hiç mahzuru yok) diye çok sayıda bozuk ve uydurma hüküm verir. Bu kişi de her işinde ona uyar. Sonra da Cehenneme gider.
Büyük zatlar, Allah adamıdır; anlattıklarından ve yazdıklarından zerre kadar şüphe edilmez. Böyle inanmak çok büyük saadettir! Hocasından şüphe etmek kadar kötü bir şey yoktur. Hocası varken dinî bir meseleyi başkasına sormak, hocasına karşı güvensizlik olup ayrı bir yol tutmaktır, bölücülüktür. Bu ise, çok tehlikelidir, felakettir. Bir şeye kavuşan, her şeye kavuşur. Ama her şeye kavuşmak isteyen, yani hocasından başka kimselerden de medet uman, hiçbir şeye kavuşamaz. İnsan hangi şadırvana giderse gitsin, ancak bir musluktan su içebilir. Aynı anda iki musluktan su içemez. Şadırvan aynıdır, dolayısıyla bir tanesinden içmek bizim için kâfidir. Yeter ki, Allahü teâlâ, sevip güvendiğimiz, inandığımız o büyük zatın nazarından bizi düşürmesin.
Silsile-i aliyye büyüklerinden Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri, (Bu büyük zatların gözünden düşmek, yedi kat gökten düşmekten kötüdür)buyuruyor. Yedi kat gökten düşen ölür, imanı varsa şehit olur. Ama hocasının kalbinden düşen, Cehenneme düşer. Çünkü hocasının kalbi, başka bir kalbe bağlı. O diğer kalb de, bir başka kalbe bağlıdır. Bu silsile yoluyla Resulullah'a, oradan da Allahü teâlâya gider. Bu iş, başka tehlikeye benzemez! Bunun için, din büyüklerine karşı bir edepsizlik yapmaktan çok sakınmalıdır.
> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Büyük bir zatı tanıyıp da, onun talebelerinin yani din kardeşlerinin aleyhinde konuşanın sözlerinde münafıklık kokar. Zira her devirde, fitne çıkaranlar, fitneye, arkadaşlarını tenkit ederek başlar, sonra fitne, o büyük zata ulaşır. Talebeleri sevilmedikçe büyükler sevilmez. Bir büyüğe olan bağlılığın artması için, o büyüğün eserlerini okumalı, onu sevenlerle, kitaplarını okuyanlarla beraber olmalı, onlara karşı edebi gözetmeli.
Dine hizmet edenler, bir vücut gibi çalışmalı. Bu vücutta göz, kulak, ayak, baş veya el olmak, bir nimettir. Ama, (Niye baş değilim de el oldum) diye itirazda bulunmak ahmaklıktır. Onu yaratan öyle yaratmıştır. Bu vazifeyi veren, öyle vazife vermiştir. Saatin çarkları ne kadar güzel çalışırsa, akrep ve yelkovan vakti o kadar doğru gösterir. Bunun gibi, herkes kendi işini güzel yaparsa, hizmetler saat gibi düzenli ve devamlı yürür.
İslam âlimlerinin, büyük zatların dış görünüşüne göre hüküm veren kaybeder. Akıl, bir mürşid-i kâmili tanıyana kadar işe yarar, ondan sonra o büyüğe teslim olmak lazımdır. Mevlana Celaleddin-i Rumî hazretleri, (Hocamı tanıdım, aklımı bırakıp kurtuldum) buyurmuştur. Büyüklerin dış görünüşlerine ve yaptığı işlere kendi kıt aklıyla bakan zehirlenir. Büyükleri imtihan eden münafıktır. Tâbi olmak gibi hiçbir üstünlük yoktur ve olamaz.
Kanuni Sultan Süleyman'ın sütkardeşi olan Yahya Efendi, âlim ve evliya bir zattı. Onun Apostol ismindeki Hristiyan bir komşusu bir gün denizde fırtınaya tutulur. Kendisi Hristiyan olduğu hâlde, Yahya Efendi'nin hürmetine dua ederek kurtulur. Geri dönünce evinden şarap alarak Yahya Efendi'nin dergahına gelir. (Denizde boğulacaktım, siz kurtardınız. Kendim için özel ve çok kıymetli olan bir hediye getirmeyi düşündüm. Yıllanmış bu şarabı size getirdim. Kabul buyurursanız çok minnettar kalırım) der. Yahya Efendi kabul edip talebelerine, (Herkes bardağını doldursun ve besmeleyle içsin!) der. Kimi, (Bizim hoca bozuldu) diye kaçar. Kimi, (İçsem mi, içmesem mi) diye tereddüt eder. Bazıları da, (Madem hocamız içmemizi istiyor, bir hikmeti vardır) diyerek besmeleyle içerler. İçenler hâlis, buz gibi nar suyu olduğunu görürler! Bu apaçık kerameti gören Hristiyan Apostol, Müslüman olmakla şereflenip, Ali ismini alır ve Yahya Efendi'nin talebeleri arasına katılır. Bu zat, Yahya Efendi ile aynı türbede yatmaktadır.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Mutezile itikadında biri, (Peygamberimiz, Mirac'a gidince Allah'ı gördü demek, Allah'a mekân isnat etmek olduğu için küfürdür. Bu bakımdan Mirac diye bir olay yoktur) diyor. Rafızîler de böyle diyor. Bu görüş doğru olamaz mı?
CEVAP: Kesinlikle yanlıştır. Ehl-i sünnet âlimleri, sözbirliğiyle Mirac'ın hak olduğunu bildiriyorlar. Kavl-ül-fasl kitabında deniyor ki: İsra sûresinin ilk âyet-i kerimesinde, Allahü teâlâ, kudret ve azametinden, nice harika olaylardan bazılarını göstermek için, Muhammed aleyhisselamı Mekke'den Kudüs'e götürdüğünü bildiriyor. İsra kelimesi rüya için kullanılmaz. Uyanıkken, gece yürümek manasına kullanılır. Yine buyuruldu ki:
(Sana [Mirac'da] gösterdiğimiz temaşayı insanlar için bir fitne kıldık.) [İsra 60]
Fitne yani imtihan, uyanıkken olur. Peygamber efendimizin anlattığı rüya olsaydı, hiç kimse tuhaf karşılamazdı. Hazret-i Ebu Bekir tasdik edip, yüksek derecelere kavuşmazdı.
Resulullah'ın "sallallahü aleyhi ve sellem", Mekke'den Kudüs'e götürüldüğüne inanmayan kâfir olur. Göklere ve bilinmeyen yerlere götürüldüğüne inanmayan ise sapık olur. (Bahr)
Birkaç saniyede Mekke'den Kudüs'e götüren Allahü teâlâ, neden daha uzaklara götüremesin? Allahü teâlânın kudretinden ancak kâfirler şüphe eder. Mirac hakkında birçok hadis-i şerif vardır. İkisi şöyledir:
(Mirac'ta, Cehennemde kokmuş leş yiyenlerin kimler olduğunu sordum. "Bunlar, gıybet ederek insanların etlerini yiyenlerdir" dendi.) [İ. Ahmed]
(Mirac Gecesi'nde ateşten makasla kendi dudaklarını kesenleri görüp, kim olduklarını sordum. "İlmiyle amel etmeyen din adamlarıdır" dendi.) [Buharî, Müslim]
Uzun bir hadis-i şerifin özeti de şöyledir:
(Cebrail aleyhisselamla bütün gökleri geçerek Sidre-i müntehaya geldim. Cenneti gösterdiler. Daha sonra elli vakit namazla dönerken Musa aleyhisselamı gördüm. Elli vakit namazın ümmetime zor geleceğini, dönüp namaz vakitlerini azaltmasını Allahü teâlâdan istememi söyledi. Azar azar kaldırılarak, sonunda beş vakte indirildi.) [Müslim]
Bu kadar vesikalar nasıl inkâr edilebilir ki?
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Bir insan kendinin kibirli olup olmadığını nasıl anlar? Kibir, büyük günahların en büyüklerinden olduğuna göre, kibirli kimse salih olabilir mi?
CEVAP: Eğer kibirli olduğu açıkça biliniyorsa salih olamaz. Kibrini başkaları da anlıyorsa fâsıktır. Tevazu sahibi densin diye, kibrini, (bu âciz), (bu zavallı), (bu günahkâr), (bendeniz) diyerek gizlemeye çalışıyorsa, başkası anlayamıyorsa fâsık denmez.
Kibir, Allahü teâlâyı unutmanın alametidir. Kibir her iyiliğe engeldir, her kötülüğün anahtarıdır. Kibir şeytanın sıfatı ve kovulma sebebidir. Güçlü insan mütevazı, âciz insan kibirli olur. Kibirle küfür arasında çok ince bir zar vardır. Kibrin bir adım ötesi küfürdür. Âciz insan, noksanlığını tamamlamak için kibirli olur. Faziletli kimsenin kibirlenmeye ihtiyacı yoktur. Bütün kötülüklerin başı kibirdir. Kibirli olan çok ahmak ve akılsız olur. Kârını, zararını düşünemez. Kibir, şirkin kardeşidir. Nefsi aradan çekmeli, kendimizden iğrenmeliyiz. Kendinden tiksinmeyen kurtulamaz.
Herkes kendinin kibirli olup olmadığını anlayabilir. Mesela şunlar varsa kibirlidir: 1- İstişare etmiyorsa, danışmıyorsa, soramıyorsa, peki diyemiyorsa, hatasını kabul edemiyorsa, özür dileyemiyorsa, kimseden dua isteyemiyorsa, vara yoğa öfkeleniyorsa, başkalarını beğenmiyorsa, 2- Üzerinde hakkı bulunanları, fakirleri, garipleri ziyaret etmiyorsa, 3- Hep kendini haklı kabul ediyorsa, 4- (Benim dediğim doğru) veya (Benim dediğim olacak) diyerek tartışmaya giriyorsa, 5- Kibrini örtmek için mütevazı ve edepli gözükmeye çalışıyorsa, (bendeniz), (bu günahkâr), (Biz bu işlerden anlamayız) gibi şeyler söylüyorsa, 6- Emr-i maruf yapılınca, kabul etmeyen, kibre düşmüş demektir. 7- Herkese sıkıntı veriyor, herkesi şikâyet ediyorsa, 8- Herkeste kusur, kabahat arıyorsa, onları bilgisiz, cahil, kendini onlardan üstün görüyorsa, 9- Fırsat buldukça rütbesinden, faziletinden bahsediyorsa. [Mesela, (Ben yüzbaşı iken erlerin namaz kılmasına izin verirdim), (Kaymakamken fakirlere yardım ederdim), (Doktorluğumda, çok garibana ücretsiz baktım, ilaçlarını verdim) diye övünüyorsa vaziyeti iyi değildir.]
Not: (Recebin 27. günü oruç tutana, 60 yıllık oruç sevabı verilir) hadis-i şerifinde de bildirildiği gibi, Mirac kandili için oruç tutmak isteyen, 6 Haziran Perşembe günü tutmalı.
> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Mirac'ı inkâr edenler, Allah'ın kudretinden mi şüphe ediyorlar?
CEVAP: Başka ne olabilir ki? Çünkü başka bir delilleri olsa onu söylerler. Mekke'den Kudüs'e ancak bir ayda gidip gelinebilir. Kısa bir anda Mekke'den Kudüs'e varıp gelmek ancak Allahü teâlânın kudretiyle olur. Buna inanıp da, daha uzaklara gittiğine inanmamak, Allahü teâlânın kudretinden şüphe etmeyi gerektirir. İşte mezhepsizlerin anlamadığı husus burasıdır. Allahü teâlâ dilerse niçin olmasın? Peygamber efendimiz, (Göklere ve daha uzaklara gidip geldim) buyuruyor. Bunu inkâr etmekteki maksat nedir? Gayrimüslimler, İslamiyet'i yıkmak için böyle konularda yerli maşalarını kullanıyorlar.
Zaman ve mekân mefhumu yaratıklar yani insanlar içindir. Yaratan yani Allahü teâlâ için değildir. Zamanları, mekânları her şeyi o yaratmıştır. İnsanlara göre olan ezelle ebedi birleştirip Cenneti Cehennemi insanlarla nasıl doldurduğunu Habibine göstermiştir. Şimdi Cehennem boşken, ezel ebed birleşince, Resulullah efendimiz, "sallallahü aleyhi ve sellem" Cehenneme girenleri görmüştür. Allahü teâlâyı da, Cenneti, Cehennemi de âhirete giderek görmüştür.
Allahü teâlânın kullarının cennetlik veya cehennemlik olmasını bilmesi de böyledir. (Allah ileride ne olacaksa bilir) demek insanlara anlatmak içindir. Yoksa Allahü teâlâ için zaman diye bir mefhum yok, ilerisi gerisi diye bir şey yok. Gelecek ve geçmiş, insanlar içindir. Allahü teâlâ hepsini bir anda görüyor, biliyor. An kelimesi de Allah için söylenmez; ama başka kelime olmadığı için böyle söyleniyor.
Bazı bid'at ehli, Peygamber efendimizin bir anda, Cenneti, Cehennemi ve daha birçok yerleri gezip gelmesine akıl erdiremeyip inkâr etmiştir. Bir kısmı da hâşâ (Miracı kabul etmek, Allah'a mekân tayin etmek olur) diyerek Mirac'ı inkâr ediyor. Allahü teâlâ, Musa aleyhisselam ile Tur Dağı'nda konuşmuştur. Tur Dağı Allah'ın mekânı mıdır? Elbette değildir. Cennete giren müminler de, Allahü teâlâyı görecektir. Cennet de Allahü teâlânın mekânı değildir. Allahü teâlâ mekândan münezzehtir.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Hakkı bâtıldan nasıl ayırırız? CEVAP: Hakkı bâtıldan ayırmak en zor iştir, çünkü bugün hak gizlenmiş, bâtıl ise hak şekline bürünmüş, hak gibi görünüyor. İmam-ı Rabbanî hazretleri, (Peri yanaklarını saklamış, şeytan naz ediyor. Şaşırdım kaldım, hayretten aklım gidiyor) buyuruyor. Melek yani hak, gizlenmiş, görünmüyor. Şeytan [ve sapıklar] ise peri ve melek şekline girmiş, herkese nurlu, güzel görünüyor, her tarafta cilve yapıyor, süslü püslü dolaşıyor, kendini gösteriyor. İnsan nasıl şaşırmasın ki? Onun için Peygamber efendimiz, hakkı bâtıldan ayırmak için nasıl dua edileceğini, ümmetine öğretmek için, şu duayı okurdu: (Allahümme erinel hakka hakkan ve erinel bâtıla bâtılan = Allah'ım, bana hakkı hak olarak, bâtılı da, bâtıl olarak tanıt! İkisini birbirine karıştırmayayım.)
O hâlde yapılacak iş, binlerce sapık kitaplar arasından, İmam-ı Rabbanî gibi Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okuyup hakkı bulmaktır. Resulullah'ın "sallallahü aleyhi ve sellem" bildirdiği şu duayı da okumalıyız: (Allahümme, yâ mukallibel kulûb, sebbit kalbî, alâ dînik = Allah'ım, kalbleri iyiden kötüye, kötüden iyiye çeviren, ancak Sensin. Kalbimi, dininde sabit kıl, dininden döndürme, beni Müslümanlıktan ayırma!)
Sual: Abdest için eğilip ayaklarını yıkayamayan, ayaklarını lavaboya da kaldıramayan hasta, içi su dolu leğene sokup çıkarsa, ayaklarını yıkamış olur mu?
CEVAP: Ayağını leğendeki suya sokunca, bütün su müstamel olmuş olur. Başka bir kavle göre, caiz olur. Zaruret veya ihtiyaç olunca, bu kaville amel etmek caiz olur.
Sual: Cünüplükten guslederken veya gusletmeden önce, etek tıraşı olmak uygun mu? Yoksa gusülden sonraya mı bırakmak gerekir?
CEVAP: Gusletmeden veya gusül bitmeden önce etek tıraşı olmak cünüp için mekruhtur. Hayızlı için mekruh değildir.
Sual: (Yemeğe, tuzla başlamak ve tuzla bitirmek sünnettir) deniyor. Yemeğe başlarken ve son lokmayı alırken, ekmekteki tuza niyet edilerek yenilse, tuzla başlama ve bitirme sünneti yerine getirilmiş olur mu?
CEVAP: Evet, getirilmiş olur.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: İçkinin bazı yerlerde içilmemesi, özgürlüğü kısıtlamak mı oluyor? Bazı yazar ve çizerlerin (Özgürlükler kısıtlandı) demelerinin mantıkî bir yönü var mıdır?
CEVAP: Özgürlüğün kısıtlandığını söyleyenler, ya özgürlüğün ne olduğunu bilmiyorlar veya kasıtlı konuşuyorlar. (Özgürlük, hiçbir kurala bağlı olmadan istediğini yapabilmektir) diyorlar. İnsaflı olanları ise, (Özgürlük, başkalarına zarar vermeden dilediğini yapabilmektir) diyor. Aklıselim sahipleri için bu tarif de eksiktir. Özgürlük, başıboşluk demek değildir. Özgürlük, sadece başkalarına değil, kendine ve kendi malına da zarar vermeden, kuralları çiğnemeden dilediğini yapabilme serbestliğidir.
Milletin zararına olan işlerde özgürlüğe izin vermek çok yanlış değil mi? Birkaç örnek verelim:
1- Bir şoförün, sarhoşken araç kullanarak veya kafası dumanlı olduğu için sol yola saparak gelen araçlarla çarpışması, kazalara sebep olması özgürlük müdür, millete zarar mıdır? Bu zararları önlemek millete hizmet midir, yoksa özgürlükleri kısıtlamak mıdır?
2- Bir arabayla son hızla giderek kaza yapmak özgürlük müdür, topluma zarar mıdır? Radarla hız kontrolü yaparak ceza vermek, hizmet midir, yoksa özgürlükleri kısıtlamak mıdır?
3- Sokaklara, caddelere pislemek, özgürlük müdür, topluma sıkıntı vermek midir? Bunu önlemek hizmet midir, yoksa özgürlükleri kısıtlamak mıdır?
4- Bir astımlının yanında sigara içip onu astım krizine sokmak özgürlük müdür, yoksa o şahsa eziyet midir? Bunu önleyici tedbir almak özgürlüğü kısıtlamak mıdır?
5- Sahte diplomalı bir doktorun, yanlış ameliyat yaparak hastalarını sakat bırakması veya ölümlerine sebep olması özgürlük müdür? Bunu önlemek özgürlüğü kısıtlamak mıdır?
6- Tuttuğu takım yenince veya bayram kutluyorum diyerek sokaklarda sağa sola silah atmak, bağırıp çağırmak veya başkalarının arabalarının camlarını kırmak, dükkânlara zarar vermek özgürlük müdür yoksa vatandaşa zarar mıdır? Polisin zararları önleme çalışması özgürlükleri kısıtlamak mıdır?
7- Geceleri sarhoş olup veya özgürlük uğruna komşunun duvarına vurup onu uykusundan uyandırmak veya kiracı olduğu evi kırıp dökmek özgürlük müdür?
Bir kimsenin özgürlüğü, başkasının özgürlüğünün başladığı yerde bitmelidir. Bitmezse anarşi olur. O hâlde özgürlükleri ihlal ve istismar etmemelidir.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Merhum hocamız, (Hayat hayâldir, insan ise âciz demektir) sözünü çok tekrar ederdi. Mesela insanın parmakları olmasa, odundan farkı kalmaz. Hiçbir şey yapamaz. Su içemez, bir yerini bile kaşıyamaz. Vücuttaki her organın, her parçanın ne kadar kıymetli olduğunu iyi anlamalıdır. Hayatın kıymetini ölüler, sağlığın kıymetini hastalar, zenginliğin kıymetini fakirler bilir. Bunlar elde birer emanettir. Emanete riayet etmeyen haindir. Hainler ve münafıklar Cehenneme gideceklerdir.
En büyük emanet, en büyük nimettir. Bu da iman etmektir. İman etmenin, Ehl-i sünnet itikadında olma nimetinin kıymeti çok büyüktür. Ne kadar önemli olduğu âhirette görülecektir. Birinci ölümde vücut ölecek, fakat ruh ölmeyecektir. Beden ölse de, ruh hareket eder, iş yapar. Hattâ Peygamberler mezarlarında namaz kılarlar. Ama ikinci ölümde, yani surun ikinci üflenmesinde melekler ve ruhlar da ölecek, hiçbir canlı kalmayacaktır. İşte hiçbir canlının olmadığı, her şeyin yok olduğu, öldüğü o gün, Allahü teâlâ mealen, (Dünyada kibirlenenler, kendini ilah sananlar, putlara tapanlar, Allah'ı tanımayanlar, bugün sizi kim mahkeme edecek, kim sorgulayacak?) buyuracak. Bundan sonra kahır, yok edici kuvveti ve hikmetiyle iftihar edecek. Sonra, Mümin sûresinde bildirildiği gibi, (Mülk kimindir?) diye soracak. Hiçbir canlı olmadığı için bu soruyu yine kendisi cevaplayacak, (Vahid ve kahhar olan Allah'ındır) buyuracak ve hesap başlayacaktır. Mahşer gününün dehşeti, azabı çok fazla olacaktır. Cehennem azabı ise bundan da şiddetlidir.
Eğer İmam-ı Rabbanî hazretleri gibi büyükleri tanımasaydık, doğru imana kavuşamayacaktık ve o azapları bizler de tadacaktık. Bu yüzden Ehl-i sünnet itikadında olmanın, bu yolun büyüklerini tanımanın sevincinden dolayı kıyamete kadar her gün bayram yapsak, yine azdır. Böyle bir imana kavuşan, çok şanslıdır. Bu imanın ne kadar kıymetli olduğunu, ne kıymet ifade ettiğini, öldükten sonra herkes anlayacaktır. Onun için her şeyin hakkı ödenebilir, ama Ehl-i sünnet itikadını, doğru imanı öğreten yani ebedî saadeti gösteren hocanın hakkı ödenmez.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
İnsan tek başına kurtulamaz
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
İnsan birkaç saniye bile olsa, elini ateşe süremez. Kibrit alevi bile, insanın canını yakmaya yeter. Âdem aleyhisselam dünyaya inince, Allahü teâlâ Cebrail aleyhisselama, (Cehennemden bir parça ateş al, dünyaya indir!) emrini verdi. O da Cehennem meleklerinin reisi olan hazret-i Malik'e gitti. O ise, (Eğer Cehennem ateşinden bir parça dünyaya götürsen, dünya yanar yok olur, zerre kalmaz) dedi. Cebrail aleyhisselam durumu arz edince, Allahü teâlâ, (Bir parça ateş al, Cennette 70 nehirde yıka, ondan sonra dünyaya indir) buyurdu. İşte dünyadaki en hararetli ateş bile, Cehennemden çıktıktan sonra 70 defa yıkanmıştır. Cehennemdekine nasıl dayanılır! Böyle bir ateş ve çok çeşitli azaplar vardır. Bu bakımdan, içinde bulunduğumuz nimet çok büyüktür. Bu nimet, ana babamızdan miras olmadığı gibi, herkesin kolayca elde edebileceği bir nimet de değildir. Allahü teâlâ imanı, itikadı, güzel ahlâkı kendi istediğine verir. Parayı, mal ve mülkü, mevki ve makamı yani dünyalıkları isteyene verir.
İmam-ı Rabbanî hazretleri, (Allahü teâlâ, mümine iki şey vermişse, ona her şeyi vermiştir. Birincisi, Ehl-i sünnet vel cemaat itikadı, ikincisi ise bu yolun büyüklerini tanımaktır) buyuruyor. İkisine de kavuşmak çok zordur. Elhamdülillah, bize ikisi de nasip oldu. Bu yolun büyüklerini tanımak nimeti, saadetin başıdır. Onun için çok zenginiz, çok bahtiyarız. Öyle ki dağlar kadar eziyet, haksızlık olsa, hiç üzülmemeliyiz. Ama eğer bu nasip olmamışsa, her şey hayâldir, hepsi sıfırdır.
İşin neticesini Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri bildiriyor, (Gemi selamet sahiline giderse, yalnız kaptanını değil, gemide kim varsa hepsini götürür. Siz, içinde bulunacağınız gemiye bakın) buyuruyor. Yani kurtulmak sadece o gemide bulunmakla mümkündür, yoksa imkân yoktur, batarız, mahvoluruz. Günahlarımız, kusurlarımız olsa da, kaptanı böyle olan bir gemide olmalıyız. Yoksa insanın bu hengâmede tek başına kurtulması mümkün değildir.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
İbadetlerde mezhep taklidi
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Gusül, abdest ve namaz gibi ibadetlerde aynı mezhebe uymak şart değil; bir kişi guslü Şâfiî'ye, abdesti Mâlikî'ye göre alabilir, namazı Hanefî'ye göre kılabilir) deniyor. Doğru mu?
CEVAP: Hayır, doğru değildir, çünkü bu üçü, birbirine bağlıdır. Oruç, zekât, hac gibi farklı ibadetler değildir. Bunu bir örnekle açıklayalım: Bir kimse, Şâfiî'ye göre gusletse yani ağzını burnunu yıkamak farz olmadığı için, buraları yıkamasa, namaz abdestini Hanefî'ye göre alsa, mesela niyet etmese yahut abdestten sonra bir kadına dokunsa, bu kimse namazını Hanefî'ye göre kılsa da caiz olmaz, Şâfiî'ye göre de kılsa caiz olmaz. Hanefî'ye göre guslü sahih olmadığı için caiz olmuyor, Şâfiî'ye göre de abdesti olmadığı için caiz olmuyor. Diş dolgusu olanın da, Şâfiî'ye veya Mâlikî'ye göre gusledince, abdest ve namazının da, bu mezhebe uygun olması gerekir. Uygun olmazsa, namazı sahih olmaz.
İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki: Bir Hanefî, niyet etmeden aldığı abdestle öğleyi kılsa, caiz olur. İkindi vakti Şafii olup ikindiyi kılsa, sahih olmaz. Niyet ederek tekrar abdest alması gerekir. Dinî bir ihtiyaç olmadan, dünya işleri için mezhebini değiştiren, dinini oyuncak yapmış olur. Cezalandırılması gerekir, imansız ölmesinden korkulur. (Faideli Bilgiler)
Oruç, zekât, hac gibi farklı ibadetleri de, bir harac olmadan farklı mezheplere göre yapmak doğru olmaz. Bir harac, yani sıkıntı varsa caiz olur. Mesela Şâfiîler, zekât verecek üç sınıf insanı bulamayınca Hanefî'yi taklit ederek verebilirler. Sadaka-i fıtır verirken buğday bulması zorsa, Hanefî'yi taklit ederek altınla verebilir.
Sual: (Ecelin benim elimden olacak) demek caiz midir?
CEVAP: Ecel, takdir edilen ölüm zamanı demektir. Başkası tarafından öldürülen de, intihar eden de, yani herkes eceliyle ölür. (Ecelin benim elimden olacak) sözünü, (Ölümüne ben sebep olacağım, bir engel çıkmazsa seni ben öldüreceğim) anlamında söylemek caizdir, fakat (Ölüm zamanını ben belirlerim) anlamında söylemek caiz olmaz.
Sual: Dolgu yaptırdıktan sonra, gusül gerekene kadar Maliki'yi taklit etmek yine gerekir mi?
CEVAP: Cünüp olana kadar taklit etmek gerekmez.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Hristiyanlar, (Kur'anda da, İsa'ya Allah'tan ruh üflendiği, yani Ruhullah olduğu yazılıdır) diyerek, Hazret-i İsa'nın Kur'ana göre de tanrı veya oğlu olduğunu söylüyorlar. Hazret-i İsa'ya niye (Ruhullah) deniyor?
CEVAP: Hazret-i İsa gibi, Hazret-i Âdem'e, hattâ herkese ruh üflenmiştir. Bir âyet meali:
(Yarattığı her şeyi güzel yaratan, insanı başlangıçta çamurdan, sonra onun soyunu bir nutfeden [spermle ovumun birleşmesinden] yaratan, sonra onu şekillendirip ruhundan ona üfleyen Allah'tır.) [Secde 7–9]
Hazret-i Cebrail'in Hazret-i Meryem'e üflemesinden dolayı, Hazret-i İsa'ya ruh denildi. Hazret-i Meryem, bu ruh vahyiyle müjdelendi ve Hazret-i İsa'ya da (Kün) yani (Ol) dendi. (H.L.O. İman)
Allah'tan bir ruh veya ruhullah demek, ona kıymet vermek içindir. Yoksa hâşâ Allah'tan bir parça değildir. Hazret-i Cebrail'e de ruh denir. Bir âyet meali: (O gece, Rablerinin izniyle melekler ve Ruh [Cebrail], her iş için iner durur.) [Kadr 4]
Her ne kadar, bütün ruhlar Allah tarafından yaratılmışsa da, Hazret-i İsa'nın kıymetini bildirmek için ona, Kelimetullah dendiği gibi, Ruhullah da denmiştir. Kelimetullah, Allahü teâlânın kelimesi demektir. Kelime, burada ruh anlamındadır. Bunun gibi, Allahü teâlâ, herkesin Rabbi olduğu hâlde, Peygamber efendimize verdiği kıymeti bildirmek için, (Senin Rabbin) buyuruyor. Buradan, başkalarının rabbi olmadığı manası çıkarılamaz. Kâbe için de, (Benim evim) buyuruyor. Biz de onun için Kâbe'ye (Beytullah = Allah'ın evi) diyoruz. Cami de, Allah'ın evidir. (Mesacidallah = Allah'ın mescitleri) tâbiri, Kur'an'da da geçmektedir. (Bekara 114; Tevbe 17, 18; Cin 18)
Camiye, Allah'ın mescidi veya Allah'ın evi demek, ona kıymet vermek içindir. Beytullah gibi, Arş'a da kıymet vermek için, Arşullah denmiştir. Bir âyet meali: (O gün, Rabbinin Arş'ını, bunların da üstünde sekiz melek yüklenir.) [Hakka 17]
Bir hadis-i şerif: (Sa'd bin Muaz'ın ölümünde, Arşullah [Allah'ın Arşı] sallandı.) [Buharî]
Ay, Güneş, yıldızlar, gezegenler de, Allah'ın olduğu hâlde, Arş'a, (Rabbinin Arş'ı) yani Arşullah demek, ona kıymet vermek içindir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Arş, mahlûkların en şereflisi olduğu için, Arşullah denir. Yoksa Allahü teâlâya göre, Arş da diğer yaratılmışlar gibidir. (2/67)
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
İlk insanlar vahşi değildi
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: İlk insanların vahşi olduğu söyleniyor. İlk insan Hazret-i Âdem'e, yaşamak için gerekli olan gıda, elbise, alet gibi şeyleri ve bunları elde etmenin yollarını, Allahü teâlâ bildirmedi mi?
CEVAP: Elbette Allahü teâlâ bildirdi. Hazret-i Âdem ve çocukları, ilimsiz, fensiz, görgüsüz değildi. Hazret-i Âdem ve ona iman eden torunları şehirlerde yaşarlardı. Okuma, yazma bilirlerdi. Demircilik, iplik yapmak, kumaş dokumak, çiftçilik gibi sanatları vardı. İslam harfleriyle gönderilen yazı, ilk insan Hazret-i Âdem'le birlikte dünyaya yayılmıştır. Daha sonra torunlarından ırklar, çeşitli diller ve alfabeler meydana çıkmıştır. (S. Ebediyye)
Cenab-ı Hakk'ın, ilk insan ve ilk peygamber olan Hazret-i Âdem'e her ilmi öğrettiği Kur'an-ı kerimde bildiriliyor. Bu husustaki bir hadis-i şerif: (Âdem, Cennetten dünyaya inince, Hak teâlâ, ona her sanatı, her ilmi öğretti.) [Taberanî]
Bu vesikalar gösteriyor ki, ilk insanlar vahşi değildi. Taş, tunç devri gibi devirlerin yalan olduğu pek açıktır, ilimle alakası yoktur. Evrimcilerin ve devrimcilerin uydurmasıdır. Onlar, kendi teorilerine bilim derler. Evrim tenkit edilse, siz bilime karşı çıkıyorsunuz diye Müslümanları kötülemeye çalışırlar. Dinimiz kesinlikle ilme karşı değildir. Zaten din ayrı, ilim ayrı değildir. Fen ilmi İslamî ilimlerin bir koludur. (Din, ilme aykırıdır) demek, evrimci ve devrimcilerin bir iftirasıdır.
Sual: Yanarak ölenin cenazesi yıkanır mı, namazı kılınır mı?
CEVAP: İnsanın yalnız başı veya bedenin yarısı ele geçerse, yıkanmaz ve namazı kılınmaz. Öylece gömülür. Başı olmasa bile bedenin yarıdan fazlası veya bedenin yarısı ile başı bulunursa, yıkanır ve namazı kılınır. (Dürr-ül-muhtar)
DİNSİZİN HAKKINDAN İMANSIZ GELİR
Sual: (Dinsizin hakkından imansız gelir) atasözünü kullanmak caiz midir?
CEVAP: Atasözü denildiğine göre, elbette caizdir. Atalarımız rastgele söz söylemez. Bu söz, (Acımasız olan kişiyi, ancak ondan daha acımasız biri yola getirir veya ona, anlayacağı dilden, acımasızca cezasını vermek gerekir) anlamında söylenir.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Allahümmerzuknâ kalben takıyyen min-eş-şirki beriyyen lâ kâfiren ve şakiyyen) duasını, iki secde arasında okumak namazı bozar mı, son oturuşta okununca ise secde-i sehv gerekir mi?
CEVAP: Bu dua, hadis-i şerifle bildirilmiştir. (Riyad-ün-nasıhin)
S. Ebediyye'de, (Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şerifte bulunmayan duaları okumak, namazı bozar) deniyor. Yani Kur'an-ı kerimde veya hadis-i şeriflerde bulunan her duayı okumak, namazı bozmaz. Farzı veya vacibi geciktirirse, sadece secde-i sehvi gerektirir.
Son oturuşta okumak ise, secde-i sehvi de gerektirmez. Salli Barik'lerden sonra ve selamdan önce bir dua okumak sünnettir, daha fazla okumak müstehabdır. Dua okumakla selam gecikmiş sayılmaz. Burada da, Kur'an-ı kerimde veya hadis-i şeriflerde bulunan her dua okunabilir. (Nimet-i İslam, Tergib-üs-salat)
Mesela şu dua âyetleri son oturuşta okunabilir: 1- Rabbenâ lâ tüziğ kulûbenâ ba'de iz hedeytenâ ve heb lenâ min ledünke rahmeh, inneke entel vehhâb. (Âl-i İmran , 2- Rabbenağfirlî ve li-valideyye ve lil-mü'minîne yevme yekûmül hisâb. (İbrahim 41), 3- Rabbenağfir lenâ ve li-ihvâninellezîne sebekûnâ bil-îmâni ve lâ tec'al fî kulûbinâ gıllen lillezîne âmenû rabbenâ inneke raûfün rahîm. (Haşr 10), 4- Rabbenâ fağfirlenâ zünûbenâ ve keffir annâ seyyiâtinâ ve teveffenâ me'al-ebrâr. (Âl-i İmran 193), 5- Rabbenâ ve âtinâ mâ ve adtenâ alâ rusülike ve lâ tühzinâ yevmel kıyâmeh. İnneke lâ tühlifül mî'âd. (Âl-i İmran 194)
Hadis-i şeriflerde bildirilen dualardan birkaçı: 1- Allahümme innî e'ûzü bike min hemezâtiş-şeyâtîn. (S. Ebediyye), 2- Allahümme innî zalemtü nefsî zulmen kesîren, lâ yağfirûz-zünûbe illâ ente, fağfir lî mağfireten min indike verhamnî, inneke entel gafûr-ur-rahîm. (Halebi), 3- Allahümme innî e'ûzü bike min azabil-kabri ve min azabinnar ve min fitnetil mahyâ vel-memâti ve min fitnetil Mesihiddeccâl. (H. L. Olan İman), 4- Allahümmağfir lî ve li-vâlideyye ve li-cemî'il mü'minîne vel-mü'minât vel-müslimîne vel-müslimât el ehyâü minhüm vel emvât. (Tergîb-üs-salat), 5- Rabbenâ âtinâ fid-dünyâ haseneten ve fil-âhireti haseneten ve kınâ azâbennâri ve azâbel kabri verzuknâ şefâ'ate Muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem. Bi-rahmetike yâ erhamerrâhimîn. (Tergîb-üs-salat)
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Namaz kılmayanın iyilikleri
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Namaz kılmayanın hiçbir iyiliğine sevab verilmez ve haram işleyenin ibadetleri kabul olmaz) deniyor. Allah iyiliklerimizi niye zayi ediyor ki?
CEVAP: Allahü teâlâ iyilikleri zayi etmez. Kimseye haksızlık etmez.
Namaz kılmamak en büyük günahlardan biridir. Yani namaz kılmamak haramdır. (Haram işleyenin ibadeti kabul olmaz) demek, o ibadet için bildirilen büyük sevablara kavuşamaz, yani sevablarının hepsini muhafaza edemez, çünkü günahlar bu sevapları azaltır demektir. Yoksa hiç sevab alamaz demek değildir. Her ibadetten sevab alınır, ama işlenen haramlar sevabları alıp götürür. Diyelim ki, oruç tutana 70 birim sevap veriliyorsa, içki içene de 70 birim günah yazılıyorsa, orucunu içkiyle açan 70 sevab kazanırken, içki içince 70 günah yüklenir ve sevabsız kalır. Eğer oruç tutmasaydık, içki günahı artı olarak kalacaktı. Orucun, içki günahının affına sebep olması yetmez mi? Günah işleyenlerin de ibadetlerini aksatmamaları gerekir. Başka günahlar da işlemişse sevabları eksilere iner. Namaz kılmamak bin birim günah ise, ne kadar çok iyilik ve ibadet edersek edelim, bin birimi bulamayız. Nafile ibadetler farzların yanında denizde damla bile olmadığı için, yapılmayan farzların günahları bu iyilikleri alır götürür, insan hiç iyilik etmemiş duruma düşer. İşte, (İyiliklerine sevab verilmez veya haram işleyenin ibadetleri kabul olmaz) bu demektir. (Kaza namazı olanın nafile namazları kabul olmaz) demek de böyledir. Farzı tehir edip nafileyle meşgul olunca, farzı tehir etme günahı, nafile namazın sevabından fazla olduğu için nafile namazları boşa gitmiş olur. Yoksa nafile namaz kıldığı için elbette sevab alır, fakat zararı kârından pek çok olur. Çünkü farzın yanında nafileler, denizde damla bile değildir.
Yukarıdaki bilgiler, itikadı düzgün olan yani Ehl-i sünnet itikadındaki Müslümanlar içindir. Ehl-i sünnet itikadında olmayana bid'at ehli denir. Bid'at ehlinin ibadetleri sahih olursa da, âhirette, dünyada yapmış olduğu iyiliklerin, hayrat ve hasenatının sevabına kavuşamaz. (Cennet Yolu İlmihâli)
Kâfirlerin ve bid'at sahibi olanların, hayırları reddedilip, şerleri için de ceza görürler. (Cevab Veremedi)
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Allah dostları, Allah rızası için yaşarlar. Allahü teâlânın bazı sıfatlarıyla sıfatlanmışlardır. Allahü teâlâya çok yaklaştıkları, Onda fâni oldukları, Onun sevgisini ve rızasını kazandıkları için, Onun yüce kudretiyle beraber olurlar.
Bu büyüklerin kalbi kırılırsa felaket olur. Onlar, Allah'ın kılıcıdır. Onlar kılıcı sallamazlar, ama haddini bilmeyerek başını dokunduranın, yani onlara dil uzatanın, edepsizlik edenin kellesi kesilir. Yani dünyada ve âhirette felakete düşer. Hele bir de kılıç sallarsa, hayvanları bile zarar görür. Nitekim Şeyh Salih hazretlerinin hayvanlarına dokunan diğer hayvanlar ölüyormuş. (Efendim, böyle giderse, mahlûkat kırılacak) diye arz eder. Mübarek zat tebessüm edip, tamam der ve iş hâllolur.
Bu büyük zatların kızmaları da, Allah rızası içindir, bizim iyiliğimizedir. Onların kızıp ikaz etmeleri tehlikeli değil, bir nimettir, ama kalbleri kırılırsa, yedi kat gökten düşmekten beter olur. Onun için büyüklerin üzüleceği iş ve sözden uzak durmalı.
Seyyid Atâ, Zengi Atâ hazretlerinin dört büyük halifesinden biridir. Onun zamanında, Silsile-i aliyye büyüklerinden, Ali Ramitenî hazretleri hayattaydı. Seyyid Atâ, kendi şeyhine muhabbetinden, Ali Ramitenî hazretleri hakkında yakışıksız bir söz söyler. O gün eşkıyalar oğlunu kaçırır. Yetkililer seferber olurlarsa da bulamazlar. Sonunda Seyyid Atâ, hatasını anlar. Hemen bir yemek hazırlayıp ileri gelenleri çağırır. Ali Ramitenî hazretlerine çok ısrar eder, o da gelir. O gelmeden önce oradakilere, (Bu yemeğin esas sebebi Ali Ramitenî'dir. O elini sürmedikçe hiç kimse yemeğe başlamasın) der. Sofra kurulur, (Buyurun) denildiği hâlde, hiç kimse elini sürmez. Ali Ramitenî hazretleri de şaşırır. Seyyid Atâ, ona hitaben, (Hocam, lütfen başlayın!) der. (Estağfirullah, burada büyüklerimiz var) der. Seyyid Atâ, (Hocam, buranın büyüğü sizsiniz) der. Ali Ramitenî hazretleri anlar ki, Seyyid Atâ hatasını itiraf ediyor. (Peki) der, (Kaybolan oğlunuz kapıdan girmeden ağzıma lokma koymam) der. O anda kapı açılır, çocuk içeri girer. Tabiî, içeride feryat figan kopar, herkes her şeyi unutur. Çocuğa, (Neredeydin, nasıl geldin?) derler. Çocuk, (Bilmiyorum, çok uzak yerdeydim, beni zincirlere vurup zindana atmışlardı. Bir anda kendimi burada buldum) der. Şu hâlde, büyüklere dokunan yanar, onlara sığınan kurtulur.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Büyüklerin gözünden düşmek
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri, (Mürşidinin gözünden düşmek, yedi kat göklerden düşmekten daha kötüdür) buyuruyor. Yedi kat gökten düşen ölür. Hocasının gözünden düşen ise, Cehenneme düşer, yani sonsuz ölür. Çünkü onun kalbi, başka bir kalbe, o diğer kalb de bir başka kalbe bağlıdır. Bu, silsile yoluyla Resulullah'a gider. O hâlde mümin, hocasının karşısında teneşir tahtasındaki ölü gibi olmalı. Çevirirse döner, çevirmezse dönmez. Yani onun huzurunda, kendi iradesini terk etmelidir.
Karlı soğuk bir kış günü, Behaeddin-i Buhari hazretleri, hocası Seyyid Emir Gilâl hazretlerinin aşkına daha fazla dayanamayıp yollara düşer. Yara bere içerisinde, yarı donmuş vaziyette, çok uzaklardan gelip kendisini dergâhın kapısına gece vakti zor atar. Dışarıda gürültü olunca dergâhtaki bir talebe bakıp gelir. (Efendim, Behaeddin-i Buharî gelmiş) deyince, Emir Gilâl hazretleri, (Kimden izin alıp da gelmiş? Almayın içeriye. Dönsün geldiği yere!) buyurur. Giden talebe güçlükle, (Geriye dönün!) der ve içeri gider. Behaeddin-i Buhari, hayatının en büyük imtihanını o gün vermiştir. (İçeri giremedim, ama bari kapının eşiğinde öleyim) diye kapının önüne yatıp kendinden geçer.
Gece Emir Gilâl hazretleri, bir ara dışarı çıkar. Bir şeye bastığını fark eder. Eğilip bakınca, Behaeddin-i Buhari'yi görür. Kucaklayıp içeri alır. Elini yüzünü temizler. Yaralarını sarar. Behaeddin-i Buharî kendine gelince, (Ben neredeyim?) der. Hocası, (İyi yerdesin evladım) diye cevap verince çok sevinir. (Efendim, canımızı, malımızı, her şeyimizi, kabul etseniz de, reddetseniz de size feda ettik, buradan bir adım gitmeyiz. Ancak, biraz önce dışarı atılmışken şimdi içeride, hem de kucağınızdayım, bu şefkatin hikmeti nedir?) diye sorar. Emir Gilâl hazretleri, (Behaeddin, her şeyin iyiydi, fakat kalbinde, bana olan aşkın düşürdüğü, farkında olmadığın bir kibir vardı. Bu kibir çıkmadan oraya faydalı bir şey giremezdi. Bu yüzden onun çıkmasını istedim. "Onu içeriye almayın" demek, bana da ne kadar zor gelmişti. Elhamdülillah şu anda sendeki o kibir de yok oldu. Kalbimde ne varsa, hepsi senin olsun) dedi. İşte bundan sonra Behaeddin-i Buharî, Şah-ı Nakşibend hazretleri oldu.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Kur'an-ı kerimde, (Sizi de, işlerinizi de yaratan Allah'tır) buyuruluyor. Hadis-i şerifte de, hayrı da, şerri de yaratanın Allah olduğu bildiriliyor. Bu bildirilenlerden, Allahü teâlânın, kâfirin küfür işlemesine izin verdiği anlaşılıyor. Bunun hikmeti ne olabilir?
CEVAP: İzin vermek, razı olmayı göstermez. İmam-ı Begavî hazretleri buyuruyor ki: Kaza ve kader bilgisi, Allahü teâlânın kullarından sakladığı bir sırdır. Bu bilgiyi, en yakın meleklere ve din sahibi olan peygamberlerine bile açmadı. Bu bilgi, büyük bir deryadır. Kimsenin bu denize dalması, kaderin inceliklerinden konuşması caiz değildir. Şu kadar bilelim ki, Allahü teâlâ, insanları yaratıyor. Bir kısmı şakidir, Cehennemde kalır. Bir kısmı da saiddir, Cennete gider. Bir kimse, Hazret-i Ali'den kaderi sorunca, (Karanlık bir yoldur. Bu yolda yürüme!) buyurdu. Tekrar sorunca, (Derin bir denizdir) buyurdu. Tekrar bir daha sorunca, (Kader, Allahü teâlânın sırrıdır. Bu bilgiyi senden sakladı) buyurdu. (S. Ebediyye)
Ş. Ahmed bin Yahya Müniri hazretleri de buyuruyor ki: Kudüs'te, Mescid-i Aksa'da ömrünü senelerce tesbih ve ibadetle geçiren bir kimse, ibadetin şartlarını ve ihlâsı öğrenmediği için, bir secdeyi terk edince, öyle zarar etti ki, helak oldu. Eshab-ı Kehf'in köpeği ise, pis olduğu hâlde, Sıddıkların arkasında birkaç adım yürüdüğü için, öyle yükseldi ki, hiç düşmedi. [Cennete girecektir.] Bu hâl, insanı hayrete düşürmektedir. Asırlar boyunca, âlimler bu sırrı çözememiştir. İnsanın kısa aklı, bunun hikmetini anlayamıyor. Âdem aleyhisselama buğdaydan yeme dedi ve yiyeceğini ezelde bildiği için, yemesini diledi. Şeytanın Âdem aleyhisselama secde etmesini emreyledi ve secde etmemesini diledi. (Beni arayın!) buyurdu, fakat ihlâsı olmayanın kavuşmasını dilemedi. İlahi yolun yolcuları, (Hiç anlayamadık) demekten başka bir şey söyleyemediler. (70. mektup)
Allahü teâlânın da ezelî ilmiyle, kulların kendi istekleriyle günah veya sevab işleyeceklerini bilmesi, kulların işlerine zorla bir müdahale değildir. Sevab işleyen de, günah işleyen de kendi arzusuyla, kendi iradesiyle işlemektedir. Zaten öyle olmasaydı, sevab işleyene mükâfat, günah işleyene ceza verilmesi anlamsız olurdu. İşte kaza ve kader konusunda, bu kadar bilmek yeterlidir.
> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Hadis-i şeriflerle amel etmek
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Camiye girince oturmadan namaz kılınırsa veya ayağa kalkmadan şu dua okunursa şu sevab alınır diye hadisler var. Camide oturulduktan veya ayağa kalkıldıktan sonra okunursa sevabı azalır mı, yoksa hiç sevab olmaz mı?
CEVAP: Hadis-i şeriflerden bizim hüküm çıkarmaya çalışmamız ve çıkardığımız hükümle amel etmemiz çok yanlış olur, çünkü o hadis-i şerif ictihad isteyebilir, başka bir hadis-i şerifle değişmiş olabilir, nesh edilmiş olabilir veya bilmediğimiz bir tevili vardır. Mezhebimizin hükmü neyse onunla amel edilir. (Berika)
Mesela hadis-i şerifte, denizden çıkan her hayvanın yendiği bildirilirken, Hanefî âlimleri deniz haşeratının yenmesinin caiz olmadığını bildirmişlerdir. Yine hadis-i şerifte kan aldırmanın, vücuttan kanın çıkmasının abdesti bozmayacağı bildirildiği hâlde, Hanefî âlimleri, vücuttan kan çıkınca abdestin bozulacağına hükmetmişlerdir. Bunun için bizim, hadis-i şerifle değil, mezhebimizin o konudaki hükmüyle amel etmemiz gerekir. Bildirdiğiniz hadis-i şeriflerden birkaçı:
(Mescide girince, oturmadan önce iki rekât namaz [tehıyyet-ül mescid] kılın!) [Buharî] (Hanefî'ye göre, oturduktan sonra da kalkıp kılınabilir.)
(Akşam namazından sonra, konuşmadan 6 rekât namaz kılan, 12 yıl nafile ibadet etmiş gibi sevaba kavuşur.) [İbni Mace] (Konuşulmuş olsa da yine Evvabin sevabı alınır.)
(Namazı bitiren kimse, hiç konuşmadan "Allahümme ecirnî minennâr ve edhılnil Cennete" demezse melekler, "Yazık şuna! Cehennemden korunmasını istemekten aciz kaldı", Cennet de, "Yazık şuna! Cenneti istemekten aciz oldu" der.) [Taberanî]
Namazı bitirince demek, tesbihleri çekip duayı ettikten sonra demektir. Tesbihlerden önce yapılması bid'at olur. Duadan sonra konuşsa da, o duayı okursa, bildirilen ecre kavuşur.
Bir hadis-i şerifte de, sabah namazını kılıp, yerinden kalkmadan ve konuşmadan on defa, (La ilahe illallahü vahdehü lâ-şerike leh lehül-mülkü ve lehül-hamdü yuhyî ve yümît ve hüve alâ külli şey'in kadîr) okuyanın, o gün her türlü kötülükten ve şeytanın şerrinden korunacağı ve birçok sevablara kavuşacağı bildiriliyor. (Nesaî)
Yerinden kalksa da, okumadan önce konuşsa da, yine duanın faziletine kavuşur. Elbette daha iyi olanı, konuşmadan okumaktır.
> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
CEVAP: Yobaz, bütün gerçekler kendisine gösterildiği hâlde, kabul etmeyen, kendi indî ve hatalı görüşünde körü körüne ısrar ve inat eden kaba, cahil kimse demektir. Her mesleğin, her ideolojinin yobazı olur. Birkaç örnek verelim:
Cahil yobaz: Din ve dünya bilgilerinden mahrum olanlardır. Bunlar, bölücülük yaptıkları gibi, din düşmanlarına çabuk aldanıp, zararlı yollara kolayca sürüklenebilir. Osmanlı tarihini kana boyayan Patrona Halil, Kabakçı Mustafa, mehdiyim diyen Celâli gibiler bu yobazlardandır. Günümüzde de mehdiyim diyen böyle yobazlar vardır.
Din yobazı: Az çok ilimleri varsa da, sinsi maksatlarına, mala, mevkiye kavuşmak için, bilmediklerini veya bildiklerinin tersini söyleyip yaparlar. İslamiyet'in dışına çıkarlar. (Yalnız Kur'an) diyerek Kur'anı da kendi görüşüne göre açıklayıp, hadisleri ve hak mezhepleri inkâr eden, din yobazıdır.
Fen yobazı: Gençlerin imanlarını bozmak, bunları İslamiyet'ten ayırmak için, uydurdukları şeyleri fen bilgisi, tıp bilgisi, ilericilik olarak anlatıp, (Din kitapları bu bilgilere uymadığı için yanlıştır, bunların gösterdiği yolda yaşamak gericiliktir) derler. Fen ilmi, din ilminin bir kolu olduğu hâlde, fen ilmini din ilminden ayrı gibi gösteren, fen yobazıdır.
Devrim yobazı: Devrim deyimi, Batı dillerindeki revolution kelimesi, dönüşme, devrim hem de devirme yani zorla değiştirme [ihtilâl] anlamındadır. Diyalektik maddeciliğe göre, evrim ve devrim birbirine kökten bağlıdır. Devrim, evrimin zorunlu sonucudur. Devrimci yobazlara göre, bütün dünya, dinden uzaklaşarak mutlaka komünist olacaktır. Din düşmanı sosyalistler, devrim yobazıdır.
Evrim yobazı: İlk insanın maymundan, son olarak da ayıdan geldiğini ileri sürenler çıktı. Bilimsel olarak, bunların yanlışlığı ispat edildiği hâlde, gerçeği kabul etmez, kendi yanlış görüşünde körü körüne inat edip, bilime aykırı olarak maymun soyu olduğunda ısrar eder. Darwin nazariyesine bilim diyenler, evrim yobazıdır.
Siyaset yobazı: Kendisi iktidarda değilse, ona göre, diğerleri demokrasi düşmanıdır, ülke sefalet ve karanlık içindedir. Yapılan iyi şeye iyi demez. Kendi kötülüklerini, millî iradeye düşmanlıklarını görüp onları terk edenlere dönek der.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Bekara sûresinin, (Ey Rabbimiz, unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma!) mealindeki son âyetinde bildirilen unutmak nedir? Unutup sonra hatırlasak, yine sorumluluk devam eder mi?
CEVAP: Bir hadis-i şerifte mealen (Allahü teâlâ, ümmetimin yanlışlıkla, unutarak veya mecburen [zaruretle] işlediği günahları affetmiştir) buyuruluyor. (İbni Mace)
Unutmalar, hatalar farklıdır. Birkaç örnek verelim:
1- Oruçluyken unutup yiyip içmekle oruç bozulmuş olmaz. Hiç hatırlamazsa oruç sahihtir. Hatırlayınca bırakması gerekir. Bırakmayıp yemeye devam ederse orucu bozulmuş olur.
2- Abdestsiz namaz kılsa, abdestsiz olduğunu hatırlamasa namazı sahih olur. Unutması günah olmaz, fakat abdestsiz olduğunu hatırlarsa, o namazı iade etmesi gerekir.
3- Guslederken, kuru yer kalmış olsa, kuru yer kaldığını bilmese guslü sahih olur. Sonra hatırlarsa sadece orasını yıkar. Hatırlamazsa gusül yine sahih olur.
4- Unutarak vaktin namazını kılamayıp kazaya kalsa, günah olmaz.
5- Vitir namazında kunut dualarını unutsa, namaz içinde hatırlayınca, secde-i sehv ile namazı tamam olur. Secde-i sehvi de unutursa yine unuttuğu için namazı tamamdır, ama bir farzı unutsa, mesela iftitah tekbirini unutsa sonra unuttuğunu kesin olarak anlasa, namazı yeniden kılması gerekir. Hatırlamazsa namazı sahih olur. Vesveseye itibar etmemelidir.
6- Elbisenin bir yerine necaset bulaşsa, bulaşan yeri unutsa, zannettiği yeri yıkasa, temizlendi kabul edilir.
7- Unutarak veya yanlışlıkla başka şey diye alkol içilse günah olmaz.
Sual: Açık gezen kadının anası, babası, kocası ve kardeşleri sorumlu olur mu?
CEVAP: Elbette, sorumlu olurlar, fakat razı olmayıp gerekli ikazı yaptıkları hâlde yine kadın dinlemeyip açık gezerse, o zaman günah sadece açık gezen kadına olur. Bir kere söyleyip, ben söyledim diyerek ipin ucunu bırakmak da asla caiz olmaz.
Sual: Tek kolu olmayan, namazda elini nasıl tutar?
CEVAP: İki eli varken yaptığı gibi yapar. Mesela tek elini, yine göbeğin altına koyar.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Berat gecesi ne zamandır, önemi nedir?
CEVAP: Berat gecesi, Şaban ayının 15. gecesidir ki, bu yıl 23 Haziran pazar gününü pazartesiye bağlayan gecedir. Berat gecesinin günü, 24 Haziran'dır. Oruç tutmak isteyen pazartesi günü tutmalı. Bu konudaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:
(Şaban öyle faziletli bir aydır ki, insanlar bundan gâfildir. Bu ayda ameller, âlemlerin Rabbine arz edilir. Ben de amelimin oruçluyken arz edilmesini isterim.) [Nesaî]
(Ramazandan sonra en faziletli oruç, Şaban ayında tutulan oruçtur.) [Tirmizî]
(Şaban ayında üç gün oruç tutana, Hak teâlâ, Cennette bir yer hazırlar.) [Ey Oğul İlmihâli]
(Şu beş gecede yapılan dua geri çevrilmez: Regaib Gecesi, Berat Gecesi, Cuma gecesi, Ramazan ve Kurban Bayramı gecesi.) [İbni Asakir]
(Allahü teâlâ, Şaban ayının 15. gecesinde rahmetiyle tecelli ederek, kendisine şirk koşan ve Müslüman kardeşine kin güdenler hariç, herkesi affeder.) [İbni Mace]
(Şabanın 15. gecesini ibadetle, gündüzünü de oruçla geçirin! O gece Allahü teâlâ buyurur ki: "Af isteyen yok mu, affedeyim. Rızık isteyen yok mu, rızık vereyim. Dertli yok mu, sıhhat, afiyet vereyim. Ne isteyen varsa istesin, vereyim." Bu hâl, sabaha kadar devam eder.) [İbni Mace]
Hazret-i Âişe validemiz buyuruyor ki: Resulullah'ın, hiçbir ayda, Şaban ayından daha çok oruç tuttuğunu görmedim. Bazen Şaban ayının tamamını oruçla geçirirdi. (Buharî)
Bu geceyi ganimet bilmeli, tevbe istiğfar etmeli, kaza namazı kılmalı, Kur'an-ı kerim okumalı, bilhassa ilim öğrenmeli. En kıymetli ilim, doğru yazılan ilmihâl bilgileridir. Peygamber efendimiz, "sallallahü aleyhi ve sellem" Berat gecesinde, (Allahümmerzuknâ kalben takıyyen mineşşirki beriyyen lâ kâfiren ve la şakiyyâ) duasını çok okurdu.
Hazret-i Âişe validemiz, (Ya Resulallah, Allahü teâlâ seni günah işlemekten muhafaza buyurduğu hâlde, neden Berat gecesinde çok ibadet ettin?) diye sordu. Cevabında buyurdu ki: (Şükreden kul olmayayım mı? Bu yıl içinde doğacak her çocuk, bu gece deftere geçirilir. Bu yıl içinde öleceklerin isimleri, bu gece özel deftere yazılır. Bu gece herkesin rızkı tertip olunur. Bu gece herkesin amelleri Allahü teâlâya arz olunur.) [Gunye]
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Cüneyd-i Bağdadi hazretleri, hocası hayattayken, edebinden tam 30 yıl vaaz ve nasihat etmemişti. Bir gün rüyasında Resulullah "sallallahü aleyhi ve sellem" ona, (Konuş yâ Cüneyd!) diye buyurur. Sabah çekinerek hocasının huzuruna çıkınca hocası, (Konuş yâ Cüneyd, aynı rüyayı ben de gördüm) buyurur. İşte bu yol, önce ölmek, yani kendini ölü bilmek, sonra olmak yoludur. Önce olmak, sonra ölmek değil! Merhum hocamız buyururdu ki:
(Şu hizmetlerin, bir zerresini kendimden bilsem, helâk olurum. Bütün bunların hepsi mübarek hocam Seyyid Abdülhakim efendinin himmetidir, bereketidir, onun duasının neticesidir. Bütün bu nimetlere edebimi muhafaza ettiğim için kavuştum.)
İslamiyet'in, başı, ortası ve sonu edeptir. Hiçbir edepsiz, Allah'ın sevgili kulu olamaz. Kendisine, ailesine, ana babasına, hocasına, arkadaşına, komşusuna yani herkese karşı edep şarttır. Edepli insan cahil de olsa çok makbuldür. Edep ve saygısı olmayan, kendisini âlim ve evliya bilse de, hiç kimse onun yüzüne bakmaz. İnsanlar onu görünce, yolunu değiştirir. Müslüman su gibi olmalıdır. Suya kâfirin de, Müslümanın da ihtiyacı vardır. İşte kâmil mümin, herkese karşı hayırlı ve faydalıdır, elinden ve dilinden emin olunan kimsedir.
Edebin zirvesi Eshab-ı kiramda idi. Peygamber efendimiz konuşurken, belki sesli olur diye nefes alıp vermelerinde bile sıkıntı çekerlerdi. Sohbet esnasında, elleri yukarıdaysa, aşağı indirmezlerdi. Hattâ taş gibi hareketsiz durdukları için, başlarına kuşlar konardı. Resulullah'a karşı böyle çok saygılıydılar.
Resulullah'ın vârisleri olan Silsile-i aliyye büyüklerini tanıyıp seven bir kişinin, yedi sülalesine faydası vardır. Bu büyüklerden birine buğz edenin de imanla gitmesi çok zordur. Çünkü bu büyüklerin her biri, peygamber vekilidir. Peygamber efendimize, hayır diyen kâfir olacağı için, Eshab-ı kiram, insanlık hâli, (Olur mu ya Resulallah?) dememek için ağızlarına taş koyarlardı. Böylece taşı çıkarana kadar söyleyeceklerini düşünürlerdi. Çünkü Resulullah'ı üzen, Cenab-ı Hakk'ı incitmiş olur. İşte, onun vârisleri de üzülürse, bu saygısızlık silsile yoluyla Resulullah'a kadar gider ve kişinin dünyada ve âhirette felaketine sebep olur.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Merhum hocamız anlatıyor:
(Seyyid Abdülhakîm efendiye karşı bir edepsizlik yapmaktan o kadar korkardım ki, belki yanlış bakarım da, hocamın kalbi kırılır diye yüzüne bakamazdım. Bir edepsizlik yaparım da beni kovar diye, bir şey söylemeye korkardım. Onlar açıkça kovmazlar, ama "Zaten bizden alacağınızı aldınız, bundan sonra gelmeseniz de olur. Bizim de fazla söyleyecek bir şeyimiz kalmadı" demeleri, benim için ölümden yüz bin kat beterdi, en çok korktuğum şey kovulmaktı.)
Bu, Cennetten kovulmak gibidir. Çünkü o kovunca, hocası da kovmuş demektir ve bu iş silsile yoluyla Peygamber efendimize kadar gider. Onun için, bu korku olmazsa, çok kötüdür. Seyyid Taha-i Hakkârî hazretleri halifesine, (Aslanın yanındaki kedi gibi hocandan korkmazsan, istifade edemezsin) buyurmuştur. İstifadenin bir yolu da korkmaktır. Korkmamak ise felakettir. (Sen de benim gibi bir insansın, senin ne farkın var) gibi çok tehlikeli bir mukayeseye, felakete götürür. Zâhiren farkı olmadığı doğrudur. Ama yetkili olmak, irşad makamında olmak, çok önemli bir mevkidir. O zat, Allah Resulünün vârisidir. Seyyid Fehim Arvâsî hazretleri, Seyyid Abdülhakim efendinin kardeşlerine şöyle bir mektup yazar:
(Bu Abdülhakîm, eski Abdülhakîm değildir. İcazetini almıştır. Saadetiniz ve felaketiniz onun elindedir. Kardeşlik, arkadaşlık bağlarınız sizi yanıltmasın. Abdülhakîm, buraya talebe olarak gelmişti. Şimdi, bir mürşid-i kâmil olarak dönüyor. Sakın eski âdetlerinizle hareket etmeyin, artık ona kardeşiniz, akranınız gözüyle bakmayın, yoksa felakete gidersiniz. İlmin şerefini gözetmek için ona karşı çok tevazu gösteriniz!)
Bu büyüklere zâhir gözle bakan zehirlenir. İrtibat kopar, soğukluk ve laubalilik meydana gelir. Neticesinde o büyükler de edeplerinden, asla (Öyle yapma!) veya (Git!) demezler. Çünkü Peygamber efendimizin ahlâkıyla ahlaklanmışlardır. Allahü teâlâ, Eshab-ı kiramı âyet-i kerimelerle ikaz edip, (Sakın, ya Muhammed demeyin! Onunla yüksek sesle konuşmayın!) ve (O size kalkın gidin demez, fakat yanında fazla durmayın!) buyurdu.
Velhâsıl, mürşid-i kâmilden istifade için edep lazımdır. Bu yüzden bazı mürşid-i kâmiller, kendi evlatlarını, evde edebe riayet edemez de helâk olur diye, ilim tahsili için başka hocaya gönderirlerdi.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Su az olup abdeste yetmezse nasıl abdest alırız?
CEVAP: Abdest azalarından bir kısmını yıkayacak kadar az suyu olan bir kimse, herhangi bir yerden su bulma imkânı da yoksa, mevcut su ile bir yerini yıkamaz, teyemmüm eder. (Hindiyye)
Sual: Abdest alacak kadar suyumuz olsa, nasıl guslederiz?
CEVAP: Cünüpken, abdeste yetecek kadar sudan başka suyu olmayan kimse, teyemmüm eder. O su ile abdest alması gerekmez. Fakat bu kadar suyu olan bir kimse, cünüp olur ve bununla birlikte abdest almayı gerektiren bir durum olursa, o su ile abdest alması gerekir. (Hindiyye)
Sual: 80 yaşındaki ninem, yalnız başına zor abdest alıyor, düşerim de bir yerim kırılır diye korkuyor. Acaba teyemmüm edebilir mi?
CEVAP: Düşme ihtimali varsa teyemmüm eder. Soğuk havada hastalanma ihtimali olan sağlam kimse de, soğuk suyla gusletmek yerine teyemmüm eder.
AYAK PARMAKLARINI HİLALLEMEK
Sual: Ayak parmakları nasıl hilallenir?
CEVAP: Sağ ayağı yıkarken, sol elin küçük parmağı ile sağ ayağın küçük parmağından başlanır, başparmağa doğru, ayak parmaklarının alt tarafından araları hilallenir. Sol ayağı yıkarken, sol elin küçük parmağı ile sol ayağın başparmağından başlanır, küçük parmağa doğru, ayak parmaklarının alt tarafından araları hilallenir. Müstehabdır.
Sual: Âyise yaşını hesaplarken, miladî yaşı mı, hicrî yaşı mı esas almak gerekir?
CEVAP: Hicrî yaş esas alınır. Âyise, hayzdan kesilmiş, yaşlı kadın demektir. Âyise yaşı, Hanbelî'de 50, Hanefî'de 55, Şâfiî'de 60, Mâlikî'de 70'tir. Bu yaşlardan sonra gelen kan, hayz olmaz, istihaza olur. Yaklaşık miladî 53 yaş 3 aylık olan kimse, hicrî 55 yaşına girmiş olur. Miladî yıl, 1,0307 ile çarpılınca, hicrî yıl bulunur. Mesela, miladî 68 yaşında olan biri, 1,0307 ile çarpılırsa, 70 bulunur.
Sual: (Erkek cünüpken, kadın da hayzlıyken, nikâh yapılmaz ve boşama da geçerli olmaz) deniyor. Dinde böyle bir şey var mıdır?
CEVAP: Hayır, nikâh da, talak da geçerlidir. Hayzlıyken boşamak bid'attır, haramdır, fakat boşama yine geçerli olur. (Redd-ül-muhtar)
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Akıntı, elde olmadan gaz kaçırma gibi bir özürden dolayı Malikî mezhebini taklit eden kimsenin, her namaz vaktinde, evinde de olsa abdest alması gerekir mi?
CEVAP: Evinde de olsa yeniden abdest almak, harac [sıkıntı] olur. Zaten bu gibi özürlerde, her vakitte abdest alma sıkıntısından kurtulmak için Malikî mezhebi taklit edilir. Mâlikî mezhebini taklit edince de, her namaz vaktinde tekrar abdest almak gerekmez. Mezhep taklidi harac olan işlerde yapılır. Abdest bozulunca, yeniden abdest alınması bir haracdır. S. Ebediyye'de, (Yolda, nakil vasıtalarında ve alışverişte temas korkusu olan Şâfiî, Hanefî veya Mâlikî mezhebini taklit etmelidir) deniyor. Kitaptaki bu ifadeye aykırı olarak, (Yolda, otobüste, çarşıda bir kadına dokununca, abdesti bozulan Şâfiî, zaruret yoksa, gitsin abdestini alsın) denmemeli. Yolda, alışverişte abdesti bozulan, tekrar abdest alabilir, fakat yeniden abdest almanın harac olduğu, S. Ebediyye'de açıkça bildiriliyor. Dinimizin verdiği ruhsatlardan insanları uzaklaştırmak doğru değildir. Bir hadis-i şerif: (Ruhsatlardan faydalanmayan, Arafat Dağı kadar günah işlemiş olur.) [Taberanî]
Sual: Bir kimse, dalgınlıkla imamdan önce başını rükûdan kaldırsa, sonra cemaatin hâlâ rükûda olduğunu görünce tekrar rükûa gitse iki rükû mu yapmış olur?
CEVAP: İmamdan önce başını kaldıran kimse tekrar rükûa döner. Bu, iki rükû sayılmaz. Cemaat hata etse de secde-i sehv gerekmez. (Dürr-ül-muhtar)
Sual: Kitaplarda, (Sabah camiye gelen biri, sünneti kılınca cemaati kaçıracağından korksa, sünneti terk edip imama uyar. Kılmadığı sünneti kaza etmesi de gerekmez) deniyor. Kılınamayan bu sünnet, öğleden önce kaza edilse, bir mahzuru olur mu?
CEVAP: Mahzuru olmaz, iyi olur. İmam-ı Muhammed'e göre sünnet, Şeyhayn'a göreyse nafile sevabı alır. Diğer dört vaktin sünnetleri de kaza edilirse, sünnet değil, nafile kılınmış olur ve nafile sevabı alınır.
Sual: Köpeğin dolaşıp gezdiği yerlerde namaz kılınır mı?
CEVAP: Köpeğin bastığı yerler necis olmaz. Hattâ çamura bassa, yine necis [pis] olmaz.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: On yıldır dolgulu dişle namaz kılan, fakat Mâlikî veya Şâfiî mezhebini taklit etmek gerektiğini yeni öğrenen bir kimsenin, kıldığı bu namazları kaza etmeden sahih hâle getirebilmek için ne yapması lazımdır?
CEVAP: Başka bir mezhep, amelden sonra da taklit edilir. (Redd-ül-muhtar, S. Ebediyye)
Başka mezhebi taklit ederken, o işin o mezhepte sahih olmasına mani olan, fakat kendi mezhebinde veya diğer bir üçüncü mezhepte mani olmayan ikinci bir haraç hasıl olursa, bu işi her üç mezhebe göre yapmaya devam eder. Üçüncü mezhebi taklide imkân yoksa, kendi mezhebindeki özrü zaruret haline girerek ibadeti sahih olur. (S. Ebediyye)
Görüldüğü gibi, taklit ettiği bir mezhepteki şarta uymasa bile, zaruret olunca taklit etmek caiz oluyor. Kıldığı on senelik namazı kaza etmek çok zor olduğu, yani bunda zaruret olduğu için, (Bu namazları Mâlikî'ye veya Şâfiî'ye göre kıldım) derse hepsi sahih olur. Artık yıllar öncesinde kılınan namazlar için Mâlikî veya Şâfiî'nin şartlarına riayet etme imkânı da yoktur. Bu zaruretten dolayı taklit etmek caiz görülmüştür.
Sual: Mâlikî'yi taklit eden, İmam-ı a'zam hazretlerinin kavline uyarak, öğleyi asr-ı evvelde, akşamı da işa-i evvelde kılabilir mi?
CEVAP: İhtiyaç varsa kılabilir. Mâlikî'yi taklit etmeyen de, ihtiyaç olmadan kılamaz. Asr-ı sani, İmam-ı a'zam hazretlerine göre, ikindi namazının giriş vaktidir. İşa-i sani de, İmam-ı a'zam hazretlerine göre, yatsı namazının giriş vaktidir. Fakat bu iki vakitte fetva, İmameyn'in [İmam-ı Muhammed ile İmam-ı Ebu Yusuf'un] kavline, yani asr-ı evvele ve işa-i evvele göredir. Her Müslümanın ibadet ederken, kendi mezhebindeki tercih edilen fetvaya uyması, yani öğleyi ve akşamı, Türkiye Takvimi'ndeki ikindi ve yatsı vaktinden önce kılması gerekir.
Sual: Hayzlı bir kadının, kuşluk vaktinde hayzı kesilse, imsak vaktinden sonra da orucu bozacak bir şey yapmamışsa, bir şey yiyip içmemişse, o anda niyet edip herhangi bir oruç tutabilir mi?
CEVAP: Hayır, tutamaz. Hayzlı olmak, oruçlu olmaya, oruca başlamaya manidir. İmsak vaktinden önce hayzı kesilseydi niyet edebilirdi.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Tütsü yakmak bâtıl bir inançtır. Tütsü son 15 yıldır bizim ülkemizde yaygınlaştı. Budizm inancında vardır. Ayrıca, tütsü yakılan eve cinler musallat olur) diyenler oluyor. Bunlar doğru mudur?
CEVAP: Tütsü yakmakla cinler musallat olmaz. Böyle söylemek hurafedir. Tütsülemek, kötü kokuyu yok etmek için yapılır. Budistler de yapsa, tütsü yakmak günah olmaz. Din kitaplarımızda deniyor ki:
Nazar değen çocuklara tütsü yapmak caizdir. (Fetava-i Hindiyye)
Cenaze, örtülü olarak, tütsülenerek yıkanır. (Redd-ül-muhtar)
Nimet-i İslam kitabında da, cenazeyi tütsülemenin müstehab olduğu yazılıdır.
Bu konudaki birkaç hadis-i şerif de şöyledir:
(Mescid kapılarının önünde temizlik yerleri yapın! Cuma günleri böyle yerleri tütsüleyin!) [İbni Mace, Taberanî]
(Oruçlu ziyaretçinin hediyesi sakalına koku sürünmek, elbisesini tütsülemektir.) [Beyhekî]
(Meleklerin hediyeleri, camilere tütsü koymaktır.) [Ebu-ş-şeyh]
Resulullah öd ağacıyla tütsülenir, ona bazen kâfur da katardı. (Müslim)
Ebu Davud'daki bir hadis-i şerifte de, hazret-i Fatıma'nın tütsü yaptığı bildiriliyor.
KADINLARIN CAMİYE GİTMESİ
Sual: Sitede, kadınların cemaatle namaz kılmak için camiye gitmelerinin uygun olmadığını İbni Âbidin'den alarak bildiriyorsunuz. Başka kitaplarda da bu husus var mıdır?
CEVAP: Vardır. Mesela Fetava-i Hindiyye'de deniyor ki: Kadınların cemaate gelmeleri mekruhtur. (Yaşlı kadınların, sabah, akşam ve yatsı namazına gelmeleri caizdir) diye fetva verilmişse de, zamanımızda fitne, fesat arttığı için, kadınların, artık bütün namazlara gelmeleri mekruhtur. Tebyin'de de böyle bildirilmiştir. (İmamlık bahsi)
Sual: Rahmi tamamen alınan kadından hayz kanı gelir mi?
CEVAP: Hayır, gelmez. Doktorlar, rahmin tamamı alınırsa, kan gelmeyeceğini bildiriyorlar. Eğer kan geliyorsa, başka bir hastalıktan olur.
Sual: Kaza veya nafile oruçlarda, perşembe günü oruç tutup da, cuma günü de oruç tutmak isteyen, nasıl niyet ederse daha çok sevab alır?
CEVAP: Perşembe günü oruç tutup da, cuma günü de oruç tutmak isteyen, cuma günü oruç tutmak müstehab diyen âlimlere de uymayı düşünürse daha iyi olur.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Zekât vermek için gerekli zenginlik ölçüsü nasıl hesaplanır?
CEVAP: Maddeler hâlinde yazalım: 1- Zekât nisabı, 20 miskal yani 96 gr altın veya bu değerde para veya ticaret eşyasıdır. Zekât nisabına malik olana zengin denir. Dinimize göre, erkekle hanımının mal varlığı ayrıdır. Hangisi zengin ise, zekâtını o verir.
2- Alacaklar nisap hesabına katılır. Alacaklar tahsil edildikten sonra, geçmiş senelerin zekâtları da verilir. Tahsil etmeden de verilebilir. Borçlar, mevcut para veya maldan çıkarılır. Geri kalanın zekâtı verilir.
3- Ticaret için olmayan evler, arsalar, vasıtalar, demirbaş eşyalar zekât nisabına katılmaz. Ticaret için alınan malların, altın, gümüş ve her çeşit paranın zekâtı verilir. Evin, arabanın zekâtı olmaz, fakat araba, ev ve arsa alıp satan, yani işi, mesleği bu olan, bunların zekâtını verir, çünkü bunların ticaretini yapmaktadır.
4- Zekâta tâbi malların veya paranın, yıl içindeki azalıp çoğalmasına itibar edilmez. Nisaba malik olduktan bir yıl sonra, elde kalan mal, nisabı bulursa, kırkta biri zekât olarak verilir. Zekât, kârdan değil, mevcut paranın ve eldeki ticaret malının tamamından verilir.
5- Kaybolmuş, gasbedilmiş, saklanılan yeri unutulmuş mal ve inkâr olunan alacaklar, nisaba katılmaz ve ele geçerlerse, önceki yılların zekâtları verilmez. Senetli veya iki şahitli yahut itiraf olunan alacaklar, iflas edende ve fakirde de olsa nisaba katılır. Ele geçince, geçmiş yılların zekâtı da verilir.
6- Kadının altın ve gümüşten başka diğer ziynet eşyaları zekâta tâbi değildir. Pırlanta, elmas, zümrüt gibi ziynet eşyalarının zekâtı verilmez. Şâfiî'de ise, kadının altın ve gümüş de olsa ziynetlerinin zekâtı verilmez. (Hidaye)
7- Nisabın helâk olması, sıfırlanması veya borçlanıp sıfırın altına düşmesi demektir.
8- Zekâtını yanlış hesaplayıp zamanından önce verip de, bir altın zekât vermesi gerekirken iki altın veren, bunu anlayınca, ikinci yıl vereceği zekâttan bu bir altını mahsup edebilir.
9- Çalışanların alacakları maaş veya ücret, ellerine geçmeden önce nisap hesabına katılmaz, çünkü bunlar, hak edilmiş ücret ise de, hak edilen mal, ele geçmeden önce mülk olmaz. Maaşlardan kesilen yardım sandığı ve sigorta paraları zekât hesabına katılmaz. Yıllarca sonra birikmiş olarak ele geçince, yalnız ele geçen para, o senenin zekât nisabının hesabına katılır.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Bilmiyorum diyen rahat eder
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Şah-ı Nakşibend hazretleri, (Sohbetimize bir defa gelenlerin bazısı, kapıdan çıkınca şeyhlik ilan ediyor, âlim kesiliyor) buyuruyor. Birkaç kelime öğrenip de, kendini bir şey zannedenlerden, kendi aklına göre din anlatanlardan çok çekiyoruz. Hâlbuki bize düşen, kendinin ne olduğunu anlamak, cahilliğini bilmek, hele din konusunda mümkün mertebe susmaktır. Konuşmak gerekirse de, din büyüklerinden bir şey nakletmektir. Kendi aklımızla söylediğimiz bir bilgi, âhirette başımıza çok büyük iş açabilir. Çünkü merhum hocamız, (Dînî konularda konuşurken çok korkun! Çünkü sizin yüzünüzden biri Cehenneme giderse, "Ben bunu şu kimseden duydum, onu da cezalandırın" der) buyurmuştu. Onun için çok korkmalı, (Bilmiyorum) diyerek vebalden kurtulmalı. Çünkü ağızdan çıkan bir cümle, namludan çıkan bir kurşun gibidir, geri gelmez. Kıyamete kadar da, onunla amel edilir. Bu bakımdan, Emr-i maruf yapmak isteyen, din büyüklerimizin kitaplarından bir kitap vermeli, gerisine karışmamalı. Dünya işlerinde söylenen bir söz, daha sonra düzeltilebilir. Ama dînî konularda, insanlar onunla amel edeceği, âhirette de hesabını vereceği için, çok dikkatli davranmalı. Bize bir şey sorulduğu zaman, (Bilmiyorum, kitaplara bakalım) demeli. Hele kitaplarımızda varsa, asla cevap vermemeli. Merhum hocamıza da çok sual soruluyordu. (Sualinizin cevabı S. Ebediyye'de vardır, oradan bakın!) diye cevap yazarlardı. Hattâ bir de ilmihal verirlerdi. Cevabı ilmihalin içine koyarlardı.
Horasan'dan salih bir kimse, hacca gitmeye karar verir. Oradakiler, (Bağdat'ta evliya bir zat var, elini öp, duasını al, ondan sonra hacca git!) derler. Bağdat'a gelip o mübarek zatın elini öper, sohbetini dinler. O zat, nereye gittiğini sorar. Genç de, (Efendim, hac için yola çıktım) der. Mübarek zat, (Arkadaşsız yola çıkılır mı? Bir talebemi vereyim onunla gidersin) buyurunca, (Peki efendim) der. Yolda giderken o talebeye ismini sorar. (Ali oğlu İbrahim) der. Hacdan döndüklerinde, o mübarek zat, (Talebemi nasıl buldun?) diye sorar. O salih kimse de, (Efendim, çok iyi hizmet etti, ama biraz çok konuşuyor. İsmini sordum, bana babasının ismini de söyledi. Babasını sormamıştım) der. Demek ki, sorulmayan şeyi söylemek bile uygun görülmüyor.
Gerçek âlimlerin ortak özelliği
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Bütün Ehl-i sünnet âlimlerinin ortak bir özelliği vardır. O da, sorulan suallere, soranın dünyasını değil, âhiretini düşünerek cevap vermeleridir. Hâlbuki bazen, sual de, cevap da dünyalık olur, fakat soranın mutlaka âhiretini düşünerek ve Allah'ın rızasını gözeterek cevap verirler. Peygamber efendimiz, (Bu dünyanın, Allah indinde sivrisinek kanadı kadar bir kıymeti olsaydı, düşmanı olan kâfire bir yudum su vermezdi) buyurduğu için Ehl-i sünnet âlimleri, dünyaya hiç kıymet vermediler. Aksi takdirde iyi birer âlim olmazlardı.
İslamiyet'i anlatmak ve yaymak, bu yolda faydalı olmak için yalnız ilim ve ihlâs kâfi değildir, akıl ve ilm-i siyaset de lazımdır. İlm-i siyaset, insanların hâlini, zamanın ve memleketin şartlarını bilmek demektir. Bunlar yoksa, kitaptan alıp nakletse bile fitneye sebep olur. Nitekim müctehid olmayanlar hadis-i şerifleri anlayamaz ve onunla amel edemez. Hadis-i şerifler hüccettir, senettir. Fakat bazıları tek bir şahsa söylenmiştir. Bazıları beş kişiye, bazıları ise umuma söylenmiştir. Onun için bizim gibilerin çeşitli malzemeler toplayarak, ekmek yapmamız mümkün değildir. Unu, şekeri bir araya getirerek, helva yapacak hâlde değiliz. Ya unu, ya şekeri yakarız. Onun ehli, ustası, Peygamber efendimizin vârisleri olan âlimlerdir. Merhum hocamız da, ömürlerini vererek ilmiyle, ihlâsıyla gece gündüz çalışarak binlerce Ehl-i sünnet âliminin kitabından, günümüz insanı için gereken bilgileri, yine onların anlayacağı şekilde hazırlamıştır. Bunun için de, (Bizim kitaplarımız çok kıymetlidir, çünkü içinde bize ait bir yazı, düşünce yoktur. Biz sadece büyüklerin yazılarını yazmak, onlardan nakletmek için çalıştık) buyururdu.
Dolayısıyla, bu kitaplar hakkında kim ne diyorsa, ancak kendi değerini göstermiş olur. Çünkü büyüklerin kitapları aynadır. Herkes bakar; kalbi temiz olan, yani itikadı ve ameli doğru olan, ondan zevk duyar. Kalbi kötü olan da, kusur bulur, itiraz eder, düşman olur.
Peygamber efendimiz, (Bir kimsenin hidayetine vesile olan, Nuh aleyhisselamın ömrü kadar [bin yıl] ibadet etmiş gibi sevab alır) buyuruyor. Bu bin yıllık ibadetlere farzlar da dâhildir. Birine doğru bir din kitabı veren de, aynı sevabı kazanır, yani o kişinin hidayetine sebep olmuş gibi cihad sevabı alır.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
30.06.2013
.
1- Zekât verirken bilezik, yüzük gibi altınların işçilik ve sanat değerine değil, ağırlığına itibar edilir. Mesela Reşat, Cumhuriyet ve Aziz liralar 7,2 gramdır. 12 ayardan fazla olan bütün altınlar tartılıp, kırkta biri zekât olarak verilir. Bilezik, küpe, yüzük gibi çeşitli ayarlarda altını olanın, bunların içinden en yüksek olanının ayarından vermesi daha iyi, ortasından vermesi caiz, düşüğünden vermesi ise mekruhtur.
2- Zekâta tâbi mallar, altın liraların en düşüğünün alış fiyatına göre hesap edilir.
3- Nisabın üstünde bileziği olan kadının zekâtını, kocası değil, kendisi verir. (Zekâtımı bir fakire ver) diye kocasını veya başka birini vekil ederse, vekil kendi parasıyla da zekâtı verebilir.
4- Miras ve mehr-i müeccel alacakları nisap hesabına katılır, fakat zekâtı verilmez. Aldıktan sonra nisabı bulursa, diğer alacaklardan farklı olarak, sadece o senenin zekâtı verilir.
5- Zekât, farz olduktan sonra verilir. Nisaba ulaşan, zengin olduğu tarihi, hicrî kamerî aya göre bir yere yazar ve her sene o tarihte zekâtını verir. Ramazan ayını beklemez. Günü gelmeden zekât vermekte de mahzur yoktur. Gelecek birkaç yılın zekâtını önceden vermek de caizdir. Zamanı gelince tekrar hesaplanır, eksik verilmişse tamamlanır. Fazla verilmişse gelecek senenin zekâtından düşülür.
6- Nisap, yıl içinde sıfırlanınca, ilk nisabı bulduğu gün yeniden tarih atılır. Bundan bir hicri yıl sonra, nisaba malikse zekât verir. Sıfırlandıktan sonra, bir daha zengin olana kadar tarih atılmaz. Sıfırlanmadan, mesela 50 gram varsa, yıl sonu diğer paralarıyla birlikte nisaba malikse zekâtını verir. Yani yıl içindeki, sıfırlanma hariç diğer dalgalanmalara itibar edilmez.
7- Uşru verilen mal, kırk yıl kalsa, uşru da zekâtı da verilmez, ama ticaret malı olursa veya satılıp paraya, altına çevrilirse zekât malı olur. Bir gün sonra da zekât günü gelse zekâtını vermek gerekir. Altın ve gümüş eşya ile kâğıt paralar, her ne suretle ele geçerse geçsin, zekât malı olurlar.
8- O ay tahakkuk eden kira borçları, zekât nisabından düşülür, gelecek aylarınki düşülmez.
9- 25–30 yıllık da olsa, uzun vadeli taksitlerle alınan krediler, zekât hesabından borç olarak düşülür.
10- Altın miktarı yarıdan az olan karışımın zekât hesabı, ağırlığıyla değil kıymetiyle yapılır.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Sual: Zekât kimlere verilir?
CEVAP: Maddeler hâlinde bildirelim: 1- Ana babaya, dedeye, büyükanneye, evlada, toruna, hanıma ve kâfire zekât verilmez. Fakir olmak şartıyla geline, kardeş, hala, amca, dayı, teyze gibi akrabaya, damada, kayınvalideye, kayınpedere, kayınbiradere, üvey çocuğa zekât verilir. Eğer salih iseler, yakın akrabaya zekât vermek, daha çok sevab olur.
2- Kadın, dinen fakir olan kocasına İmameyn'e göre zekât verir. Kocası maddî sıkıntı içinde ise, bu kavle uymakta mahzur olmaz.
3- Hayır kurumlarına zekât verilmez. Müctehid imamların hiçbiri, (Hayır kurumlarına zekât verilir) dememiş ve bu konuda icma hâsıl olmuştur. Sonra gelen âlimlerin ve hele günümüzdeki türedilerin sözleri, icma'ı bozamaz. Demek ki, bugün hakiki bir âlim bile çıksa, kurumlara zekât verilmesine fetva verse, icma'ı bozamayacağı için fetvası geçersiz olur. Zaten hakiki âlim de, icma'ı bozucu fetva vermez.
Öğrenci yurtlarına veya vakıflara zekât verebilmek için, bu kurumların bir yetkilisi, bir fakirden vekâlet alır. Fakir, kurumdaki yetkili şahsa vekâlet verirken, (Benim adıma zekât almaya ve aldığın zekâtı dilediğin yere vermeye seni vekil ettim) der. Yahut sadece (Seni zekât almaya umumi vekil ettim) demesi de kâfidir. O zaman vekil, aldığı zekâtı, talebelerin veya kurumun ihtiyaçlarına sarf edebilir. Böylece dine uyulmuş, zekât da dine uygun olarak verilmiş olur.
4- Hadis-i şerifte, (İlim öğrenmekte olanın 40 yıllık nafakası olsa da, buna zekât vermek caizdir) buyuruldu. Din bilgilerini öğrenmekte ve öğretmekte olanlar yani işi, mesleği bu olanlar, dinen zengin olsalar da, çalışıp kazanmaya vakitleri olmadığı için zekât alabilirler. (Dürr-ül-muhtar)
5- Babası zenginse, küçük çocuğuna zekât verilmez. Babası fakirse, fakir olan küçük çocuğa zekât verilir. Deliye de, fakirse zekât verilir. Çocuğa, deliye verilecek zekât, babasına veya velisine yahut vasisine verilir. Zenginin küçük oğluna, fakir olsa da zekât verilmez, ama zenginin büyük çocuğuna, zenginin hanımına veya zenginin babasına fakirseler verilebilir. Burada büyük demek âkıl baliğ olmuş demektir. Küçük ise, henüz âkıl baliğ olmayana denir.
6- Peygamber efendimizin soyundan gelen seyyidlere ve şeriflere eskiden zekât verilmezdi. Günümüzde, bunlara da zekât verilir. (Dürr-i Yekta)
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Sual: Her yıl zekâtını 27 Ramazan'da veren kimse, şu anda Ramazan ayı gelmeden nisaptan düşse, tekrar nisabı bulunca mı zekât tarihini belirler?
CEVAP: Hayır, yıl içindeki dalgalanmalar, nisabın altına düşse de, sıfırlanmadıkça dikkate alınmaz, yani bu düşüşler zengin olma tarihini değiştirmez. Eğer seneye 27 Ramazan'da nisabın üstüne çıkarsa, 27 Ramazan'da zekâtını vermesi lazımdır. Eğer o tarihte nisabın altında kalırsa, geçen yıldan bu yana bir yıl dolduğu için bu tarih artık iptal olur ve bu durumda nisabı bulana kadar bekler. Nisabı bulunca yeni tarih atar ve bu yeni tarihten bir hicrî yıl sonra nisaba veya üstüne malikse zekâtını vermesi gerekir. Yıl içindeki inip çıkmalar nisab tarihini etkilemez. Ancak bir yıl dolunca, nisaba malik olmazsa, o zaman yıl bittiğinden dolayı eski tarih iptal olur. Bir de, yıl içinde malı elden çıkarak veya borçlanarak, varlığı sıfırın altına düşerse, o zaman yıl dolmamış olsa da, önceki tarih iptal olur ve nisabı bulana kadar yeni tarih atılmaz.
Sual: Kâğıt paranın zekâtı hesaplanırken, altının gram fiyatı nasıl bulunur?
CEVAP: Kâğıt paranın zekâtı hesaplanırken, Cumhuriyet altını, Hamit lira, Aziz lira, Reşat lira gibi, piyasadaki basılmış, damgalı altın liraların fiyatı en düşük olanı esas alınır. Bunlar 7,2 gramdır. En düşüğünün fiyatı 7,2'ye bölünerek, altının gram fiyatı bulunur. Diyelim ki, Aziz lira en düşük olanıysa ve fiyatı da 540 liraysa, bir gram altının fiyatı, 540/7,2=75 liradır.
Sual: 15 bin lira param var. Bunun zekâtı nasıl verilir?
CEVAP: Önce altının gram fiyatı bulunur. Mesela gramı 75 liraysa, 15 bin lira, 200 gram altın eder. 200 gram altının kırkta biri de, 5 gram altın eder. 5 gram altın zekât olarak verilir. Tam 5 gram bulunamazsa, üç çeyrek altın verilir.
Sual: 70 gram 14 ayar altınla, 3750 lira parası olan, zekâtını nasıl verir?
CEVAP: Önce 3750 liranın ne kadar altın alabileceği hesaplanır. Altının gramının 75 lira olduğunu kabul edersek, 3750/75=50 gram altın eder. Bunu, 70 grama ilave edince, 120 gram olur. Bunun kırkta biri 3 gram eder. Zekât olarak 3 gram altın vermek gerekir. Bu 3 gramı 22 ayardan vermek çok iyi olur. 18 ayardan verilirse de caizdir. Eğer 70 gramını 14 ayardan, kalan 50 gramını da 22 ayardan verirse bir mahzuru olmaz. Hepsi 14 ayardan verilirse mekruh olur.
Zekât verip alırken şunlara dikkat etmeli: 1- Gayrimüslime zekât verilmez. 2- Zekât verilecek kimseyi araştırmak gerekir, zan üzerine zekât verilmez. Zengine, ana baba, evlat gibi yakına veya Müslüman olmayana zekât vermek sahih değildir. Ancak zekât verilecek kimseyi araştırarak zekâtını verdikten sonra, bunun zengin veya zekât verilmesi caiz olmayan biri olduğu anlaşılsa zararı olmaz. Yani zekâtı sahihtir. Araştırıp verdiği için tekrar vermesi gerekmez.
3- Zekâtta salih akrabayı tercih etmeli, çünkü zekâtı, salih olan fakir akrabaya vermek daha sevabdır. Hadis-i şerifte, (Fakir akrabası varken, başkalarına verilen zekâtı, Allahü teâlâ kabul etmez) buyuruldu. Yani zekât borcundan kurtulursa da, zekâttan hâsıl olan büyük sevaba kavuşamaz.
4- Fakire verilen altın, onu zengin edecek kadar fazla olmamalı. Borçsuz fakire nisap miktarı yani 96 gram altın veya daha çok zekât vermek, mekruh olur. 10 gr altın borcu varsa, 100 gr altını alması mekruh olmaz.
5- Zekât verirken, zekât demek gerekmez, hediye dense de caizdir.
6- Bir günlük yiyeceği olanın, zekât veya sadaka istemesi haramdır, fakat istemeden verilen sadakayı, zekâtı alması caizdir. Zekâtı mümkünse, salih olan muhtaçlara vermeli.
7- Fakire zekât için altın verip, tekrar onu ucuza satın almak mekruhtur.
8- Fakirdeki alacağını zekâta saymak caiz olmaz. Fakirde alacağı olan zengin, fakire borç senedini verip, (Alacağımı zekât olarak sana verdim. Sen de borcuna karşılık kabul et) dese, fakir de kabul etse, zengin zekâtını vermiş olmaz, çünkü zekât, borç senedi vermekle, razı olmakla verilmiş olmaz. Ancak mal teslim etmekle verilmiş olur. Bu zenginin, zekâtını fakire vermesi, fakirin de, aldıktan sonra, tekrar zengine geri vererek borcunu ödemesi gerekir.
9- Fakirde alacağı olan, fakirin, borcunu vereceğine güvenemiyorsa, güvendiği birini fakire gösterip, (Zekâtını almak ve borcunu ödemek için, bunu vekil yap) der. Zekâtı bu vekile verir. Vekil de, zengine geri vererek, fakirin borcunu öder. Böylece hem zekât dine uygun verilmiş, hem de, fakirin borcu ödenmiş olur. (Dürr-i yekta, Mizan-ı kübra)
10- Ev kirasını ödeyemeyen fakir kiracıya, mal sahibi, kirayı almadan bağışlasa, bu para zekât yerine geçmez, sadaka olur. (Redd-ül-muhtar)
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Çalıştığımız yer çok sıcak, oruçlu olunca çalışmam imkânsız. İzin de vermiyorlar. Çalışmasam çoluk çocuk nafakasız kalacak. Oruç tutmayıp kışın kaza etmem caiz olur mu?
CEVAP: Nafakaya muhtaç kimse, çalışınca hasta olacağını anlarsa, orucu bozar. Ücretle çalışmayı sözleşmişse ve iş sahibi, ramazanda izin vermiyorsa, kendinin ve ailesinin nafakası mevcut olan, orucu bozmaz, çünkü böyle kimsenin dilenmesi haramdır. Kendinin ve ailesinin nafakasına malik değilse, orucun zarar vermeyeceği başka hafif iş bulması gerekir. Hafif iş bulamazsa, işinde çalışarak, orucu bozması caiz olur. Bunun gibi, ekin biçen kimseye ramazan ayının orucu ziyan verirse, yani oruçtan dolayı, ekini biçemeyip, ekin telef olursa yahut çalınırsa [veya bina yapılamayıp da yağmurdan yıkılmak tehlikesi muhakkak olursa] ve bunları ücretle yapacak bulamazsa, oruç tutmayıp, bu işlerini yapmak caiz olur. İş bitince, orucunu tutar ve ramazandan sonra da, tutamadığı günleri kaza eder. Günah olmaz. Susuzluktan hasta olması, ölmesi muhakkak olan herkes de, orucu bozup kaza edebilir. Kefaret gerekmez. (Redd-ül-muhtar)
Sual: Ramazanda sıcak günlerde oruç tutmayıp, kışın kaza edilse sevabı az mı olur?
CEVAP: Dinî bir mazeret olmadan, orucu kazaya bırakmak haramdır, büyük günahtır. Oruç ibadeti, dinî bir mazeretle kazaya bırakılırsa, kazası tutulunca kişi sadece cezadan kurtulur. Ramazan-ı şerifte tutulan sevaba kavuşamaz. Ömür boyu oruç tutsa, ramazanda tutulan bir gün orucun sevabına kavuşamaz. Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Allahü teâlâ benim ümmetime Ramazan-ı şerifte beş şey ihsan eder ki, bunları hiçbir peygamberin ümmetine vermemiştir:
1- Ramazanın birinci gecesinde oruca kalkana, Allahü teâlâ rahmetle nazar eder. Rahmetle nazar ettiği kul artık rahmete kavuşmuştur, hiçbir korku yoktur.
2- İftar vakti, oruçlunun ağız kokusu, Allahü teâlâya, her kokudan daha güzel gelir.
3- Melekler, ramazanın her gece ve gündüzünde, oruç tutanların affolması için dua eder. Melekler günahsız olduğu için duaları kabul olur.
4- Allahü teâlâ, oruç tutanlara mahsus olarak Cennette bir köşk ihsan eder.
5- Ramazan-ı şerifin son günü, oruç tutan müminlerin hepsini affeder.) [Beyhekî]
Boş eve hırsız niye girsin!..
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Kim, kimi severse, âhirette onunla beraber olacaktır. Bütün arzumuz ve ümidimiz, yollarında dinimize hizmetle şereflendiğimiz büyük zatlarla beraber olmaktır. Çünkü Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri, (Eğer bir toplulukta, Allahü teâlânın sevdiği bir kişi varsa, Cenab-ı Hak, o bir kişinin hürmetine hepsini affeder. Hak kapısında, ehil ve nâ ehil beraberdir) buyuruyor. Onun için hiç endişe etmeden hizmete devam etmeli. Ama tabii ki, yapacağımız bir hizmetin, bir iyiliğin, fitneye sebep olmaması için çok dikkat etmeli. Âhir zamanda yaşadığımızı hiç unutmamalıyız...
Eskiden bid'atler yayılmıştı. Şimdi her yeri küfür kapladı. Onun için bugün zâhir mamur, bâtın haraptır. Bâtından haberi olmayanlar, bâtını nasıl anlatsınlar? İşte büyükler demek ki bugünleri düşündükleri için bu kitaplara önem vermişler. Tamamı ele geçmezse de hiç olmazsa tamamı terk edilmesin diye, bu kitapları senelerce hiç durmadan çalışarak hazırlamışlar. Yani büyükler cefayı çekti, sefayı bize bıraktılar. Hiç kimse, en ufak bir şikâyette bulunmamalı. Çünkü Eshab-ı kiramın, savaşlarda çektikleri sıkıntılar ve bir daha geri dönmemek üzere memleketlerini terk ettikleri düşünülürse, biz çok rahatız. Şimdi yapılan hizmetler az değil, ama zahmeti ötekilerin yanında hiçtir.
Unutmayalım ki, cevher ne kadar kıymetliyse, talipleri de o kadar çok olur. Korumak zorlaşır. Bir gün Peygamber efendimiz, Eshabıyla oturuyordu. Peygamber efendimizi dinlemeye, Arapça bildikleri için Yahudiler de geliyorlardı. Eshab-ı kiramdan biri, (Yâ Resulallah! İçime çok vesvese geliyor. Bunun bir ilacı var mı?) dedi. Yahudi hemen atıldı, (Bizim dinimizde hiç vesvese yok. Sen gel, bizim dinimize gir!) dedi. Peygamber efendimiz, (Yâ Ali, buna sen cevap ver!) buyurdu. Hazret-i Ali, (Yâ Resulallah! Boş eve hırsız girmez) dedi. Ne kadar güzel cevap! Hırsız boş evde ne yapsın? Şeytan, imansız kişiyle niye uğraşsın? O, biraz bozabilir miyim diye kıymetli cevherin olduğu yere, yani imanlıya saldırır. Onun için müminlerin kalbine gelen bu üzüntüler, sıkıntılar, imanın güçlü olduğuna, orada bir cevherin varlığına alamettir. Zaten Ehl-i sünnet itikadı çok kıymetli bir pırlantadır. Allahü teâlâ onu çöplüğe koymaz. Çok değerli olan bu cevher, çok değerli insanlara nasip olur...
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Peygamber efendimiz, (Kim Allah için tevazu gösterirse, Allahü teâlâ onu yükseltir) buyuruyor. Kim kendini yüksek görmek isterse, kendisini yalnız kendisi yüksek bilir, ama başkalarının gözünde bitmiştir, hiç kıymeti kalmamıştır. Herkes onunla alay eder.
Muinüddin-i Çeştî hazretleri, (Bir insanın içine, baş olmak, emir vermek sevdası düşerse, önce ibadeti, sonra ihlâsı zarar görür) buyuruyor. Yani baş olmak uğruna, ibadetinden ve ihlâsından kaybeder. Onun için dikkat edilirse, namaz kılanların mevki makamları yükseldikçe, yavaş yavaş namazları ve ihlâsları gidiyor. İbadet etse de, artık onunki hakiki ibadet olmuyor, çünkü kalbine onları yok edecek mikrop girdi demektir. Belirli bir kademeden sonra, zaten ne namaz, ne niyaz kalıyor. Bu çok tehlikelidir.
İbni Semmak hazretleri, (Kendisini makam, mevki arzusuna kaptıranın misali Firavun'dur. Firavun, makam korkusundan iman etmemiştir) buyuruyor. Yani emir vermek, baş olmak, mevki makam sahibi olmak, kimin kalbine düşerse, o kimse Firavun sıfatındadır. Çünkü Firavun, makamına mevkiine zarar gelecek diye iman etmedi. Heraklius da öyledir. Tebaasına bildirecekti, ama baktı ki, saltanat elden gidiyor, (Ben sizi imtihan etmek için söyledim, ben Müslüman olmadım) dedi. Hâlbuki önce iman etti, sonra mürted oldu. Onun için, Ehl-i sünnet âlimlerinin yolunda dinimize yaptığımız hizmetler ne kadar büyürse büyüsün, biz daha da küçüleceğiz. Talebelik vasfının birincisi edep, ikincisi tevazudur. Nitekim merhum hocamız, kendi talebeleri için, (Hiçbir arkadaşımız kibirli olamaz, eğer kibirliyse, o zaten bizim arkadaşımız değildir) buyurmuşlardır. Edep ise yolun temelidir. Şah-ı Nakşibend hazretlerine, (Efendim, yolunuzun esası, başı nedir?) diye sormuşlar. (Edeptir) buyurmuş. (Ortası nedir?) demişler, yine (Edeptir) buyurmuş. (Ya sonu nedir?) diye sorulunca, (Edeptir, çünkü hiçbir edepsiz, Allah'ın rızasına kavuşamaz, Allah adamı olamaz) buyurmuş.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Oruç tutamayacak kadar yaşlı veya hasta, oruç tutamazsa ne yapar?
CEVAP: Çok yaşlanıp, ölene kadar Ramazan orucunu veya kaza oruçlarını tutamayacak ihtiyar ve iyi olmasından ümit kesilen hasta, oruç tutmaz, fakir değilse tutamadığı gün kadar fidye verir. Bir hadis-i şerifte, (Oruç tutamayacak kadar yaşlı veya iyi olmasından ümit kesilen hasta, fidye verir) buyuruluyor. (Nesaî)
Fakir ise fidye vermez, dua eder. Fidye olarak, her gün için bir fitre miktarı un verilir. Bir fitre miktarı un 1750 gramdır. Bir aylık oruç için 53 kg un vermek kâfidir. Yahut bunun kıymeti kadar altın, tutulamayan bir aylık orucun fidyesi olarak, bir veya birkaç fakire, Ramazanın başında veya sonunda verilebilir. Fakir, aldığı fidyeyi kendisi kullandığı gibi, başka birine de verebilir. Fidye verdikten sonra, oruç tutabilecek hâle gelen hasta, tutamadığı oruçlarını kaza eder. (Nehr-ül-fâık)
Sual: Hasta olan, oruç tutmaz mı?
CEVAP: Orucun birçok hastalığa faydalı olduğu açıklanmıştır. Hadis-i şerifte, (Her şeyin bir zekâtı vardır. Bedenin zekâtı da oruçtur) buyuruldu. (Beyhekî)
Oruç tutan vücudunu hastalıklardan korur. Bir hadis-i şerifte, (Sağlığa kavuşmak için oruç tutun!) buyuruldu. (Taberanî)
Oruca mani olan hastalık çok azdır. Salih bir doktora sormadan, böyle bir doktor, (Senin oruç tutmaman gerekir) demedikçe veya orucun zarar verdiğini kendi tecrübesiyle anlamadıkça, orucu kazaya bırakmamalı!
Sual: Ramazanda oruç tutamayan hasta, iyileşince kaza edecek olsa, yine de kaza ettiği oruçların fidyesini vermesi gerekir mi?
CEVAP: Hayır, kaza edecek olan, fidye vermez. Fidye verse de, iyileşince kaza etmesi gerekir.
Sual: Ramazanda, orucu bozulan kimse yiyip içebilir mi?
CEVAP: Ramazan günü orucunu herhangi bir sebeple bozan, seferdeyken kendi şehrine gelen yani gelince mukim olan ve hayzı kesilen kadın, hastalık veya başka bir mazeret yoksa, akşama kadar oruçlu gibi durur, yiyip içmez. Fakat hayzı başlayan kadın, oruçlu gibi durmaz, yiyip içer. Oruç tutamayacak bir özrü olanlar, oruç tutamadıkları günler, gizli yiyip içmelidir.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Orucun farzları nelerdir?
CEVAP: Orucun farzı üçtür: 1- Niyet etmek, 2- Niyeti, ilk ve son vakitleri arasında yapmak, 3- İmsak vaktinden güneş batana kadar orucu bozan her şeyden sakınmak.
Ramazanda ve nafile oruçlarda niyetin vakti, güneş battıktan sonra başlar. Son vaktiyse, ertesi günü dahve-i kübra vaktine kadardır. Kaza ve kefaret oruçlarında ise, akşamdan imsak vaktine kadar niyet edilebilir. Ramazanda oruca niyet ederken, akşamdan imsak vaktine kadar (Yarın oruç tutmaya), imsak vaktinden sonraysa (Bugün oruç tutmaya) denir. Yanılıp yanlış söylense de, oruç tutulacak gün bilindiği için mahzuru olmaz. Gece yatarken yemeği yiyip veya yemek yemeden niyet edilse, sonra gece uyanınca, sahura kalkınca yemek yemekte mahzur yoktur. Akşam yemeği yerken niyet etmek iyi olur. Niyetten sonra da, imsak vaktine kadar yiyip içmekte mahzur yoktur. Sahura kalkınca da, daha önce niyet edilmiş olsa da, imsak vaktine kadar yiyip içilebilir.
Ramazanda, (Yarın dişim ağrımazsa oruç tutarım, ağrırsa tutmam) diye akşamdan niyet edilse, böyle şüpheli niyetle oruç tutmak sahih olmaz. Niyetin son vaktinden önce, kesin karar vermek gerekir.
Oruç tutmak niyetiyle yatmak da niyettir, sahura kalkılmasa da oruca niyet edilmiş olur.
İmsak, gecenin bitimi, yiyip içmenin yasak olduğu vaktin başlamasıdır. Türkiye Takvimi'ne göre hareket etmeli. Farklı takvim ve imsakiyeler hakkında, www.turktakvim.com sitesinde, Bilgiler kısmında geniş açıklama vardır.
Sual: Sahura kalkmadan oruç tutmak günah mıdır?
CEVAP: Günah değildir, ancak sahura kalkmak çok sevabdır. Bir yudum su içmek için de olsa, sahura kalkmak iyi olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Sahur yemeği mübarektir. Sahurun tamamı berekettir. Bir yudum su için de olsa sahura kalkın! Allahü teâlâ ve melekleri, sahura kalkanlara salât ve selam ederler.) [İ. Ahmed]
(Sahurda yemek yiyerek, oruç tutmanıza yardımcı olun!) [Beyhekî]
(Yedikleri helâl olmak şartıyla hesaba çekilmeyecek üç kişi; oruçlu, sahur yemeği yiyen ve Allah yolunda nöbet tutandır.) [Nesaî]
(Bir lokma olsa da sahur yemeği yiyin, çünkü onda bereket vardır.) [Deylemî]
(Müminin sahurunun hurmayla olması ne güzeldir.) [Ebu Davud]
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Teravih namazı kaç rekâttır? Cemaatle kılmak gerekir mi?
CEVAP: Peygamber efendimiz, 3-4 gün teravihi cemaatle kıldırdı, daha sonra evden çıkmadı. Sebebi sorulunca, (Teravih namazının size farz olacağından korktuğum için, evden çıkmadım) buyurdu. (Buharî)
Teravihin 20 rekât oluşu ve cemaatle kılınması hadis-i şerifle bildirilmiştir. Sünnet olduğu icma ile sabittir. Peygamber efendimiz, teravihi, 8, 12 ve 20 rekât olarak da kılmıştır. İbni Abbas hazretleri bildiriyor ki:
Resulullah, yatsıdan sonra, vitirden önce, 20 rekât namaz kıldıktan sonra, (Ramazanda 20 rekât teravih namazı kılanın, yirmi bin günahı affolur) buyurdu. (İbni Ebi Şeybe)
Teravihin 20 rekât olduğuna inanmayanın bid'at ehli olduğu Nur-ül-izah şerhinde de yazılıdır.
İmam-ı a'zam hazretleri, (Teravih namazı müekked sünnettir. Hazret-i Ömer, teravihin 20 rekât olarak cemaatle kılınmasını kendiliğinden ortaya çıkarmadı. O, elindeki sağlam esasa, yani Resulullah'ın sünnetine dayanarak emretti) buyuruyor. (El-İhtiyar)
Resulullah teravihi hiç kılmasa bile, Hulefa-i raşidin'in yani dört halifenin kılması, sünnet olması için kâfidir. Hadis-i şerifte, (Sünnetime ve Hulefa-i raşidin'in sünnetine sımsıkı sarılın) buyuruldu. (Buharî)
Teravihin cemaatle kılınması, sünnet-i kifâyedir. Yani bir mahallede cemaatle kılınınca, diğerleri evde kılsa da, sünnet ifa edilmiş olur. Erkeklerin camide cemaatle namaz kılmalarının, evde kıldıkları namazdan 27 derece daha fazla sevab olduğu, kadınların ise, evde namaz kılmalarının, camide namaz kılmalarından daha çok sevab olduğu hadis-i şeriflerle bildirilmiştir. Kadınlar, cemaatle namaz kılmak için camiye gidemez.
Kadınların, beş vakit namaz için veya cuma, teravih ve bayram namazları için, camiye gitmeleri caiz değildir. (Redd-ül-muhtar)
Teravih namazı iki veya dört rekâtta bir selam verilerek kılınır, fakat iki rekâtta bir selam vermek daha iyidir. Teravih namazını on rekâtta bir selam vererek iki selamla bitirmek mekruhtur. Şâfiî'de ise hiç sahih olmaz. Teravih, vitirden önce kılınır. Vitirden sonra da kılmak caizdir.
Ta'dil-i erkân, Hanefî'de vacib, Şâfiî'de ise farzdır. Bunun için ta'dil-i erkâna riayet etmeli, teravihi hızlı kılmamalı.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Oruç tutmamayı mubah kılan özürler nelerdir? CEVAP: Orucu tutmayıp kazaya bırakmayı mubah kılan özürler şunlardır:
1- Hastalık: Hasta olan veya oruç tutunca hastalığı artan kimse, oruç tutmaz veya tutuyorsa bozabilir. Hastaya bakan da, oruç tutunca hastaya bakmakta zorlanırsa, o da oruç tutmayabilir.
2- Sefer: 104 km uzağa giden kimse, 15 günden az kaldığı yerde seferi olur. Yolculukta sıkıntı olur, iş aksar veya kazaya sebep olacak bir durum olursa, orucu kazaya bırakmak caiz olur. Hadis-i şerifte, (Seferde sıkıntı içinde oruç tutmak, takva sayılmaz) buyuruldu. (Buharî)
3- Gebe ve emzikli olmak: Kendine veya çocuğuna bir zarar gelecekse, gebe ve emzikli kadın oruç tutmaz. Hadis-i şerifte, (Allahü teâlâ, gebeyle emzikli kadına, oruç tutmaması için ruhsat verdi, orucunu tehir etti) buyuruluyor. (Ebu Davud, Tirmizî, Nesaî)
Emzikli kadın, kendi çocuğunu veya başkasının çocuğunu emzirse de hüküm aynıdır.
4- Açlık ve susuzluk: Kendisinde şiddetli açlık ve susuzluk meydana gelen kimse, ölüm tehlikesi varsa veya aklı gidecekse yahut hastalanıp bir zarara uğrayacaksa orucunu bozabilir.
5- İhtiyarlık: Oruç tutamayan ve iyileşme ihtimali de olmayan yaşlı hasta, tutamadığı günler için fidye verir. 30 günün fidyesi 53 kg undur. 53 kg un alacak kadar altın da verilebilir.
6- İkrah: Oruçlu, (Orucunu bozmazsan seni öldürür veya bir uzvunu keseriz) diye tehdit edilmişse, dediklerini yapmaya güçleri yetiyor ve blöf yapmıyorlarsa, orucu bozmak mubah olur.
Ramazan-ı şerifte, özürsüz oruç tutmamak büyük günahtır. Hadis-i şerifte, (Özürsüz olarak Ramazanda bir gün oruç tutmayan, bunun yerine bütün yıl boyu oruç tutsa, Ramazandaki o bir günkü sevaba kavuşamaz) buyuruldu. (Tirmizî)
Sual: Akşam veya gece oruca niyet eden kimse, imsak vaktine kadar yiyip içebilir mi?
CEVAP: Evet, Türkiye Takvimi'ndeki (www.turktakvim.com) imsak vaktine kadar yiyip içebilir.
Sual: Akşam veya gece oruca niyet eden kimse, herhangi bir sebeple oruç tutmaktan vazgeçmek istese, ne vakte kadar niyetinden vazgeçebilir?
CEVAP: İmsak vaktine kadar niyetten vazgeçebilir, daha sonra vazgeçemez.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Ramazan orucunu bozan şeyler nelerdir?
CEVAP: Ramazan orucunu bozup, yalnız kaza gerektiren şeyler: 1- Boğaza kar ve yağmur kaçması, 2- Astım spreyi kullanmak, 3- Zorla bozdurulmak, 4- Buruna sıvı ilaç koymak, 5- Burnuna kolonya çekmek, [Koklamak bozmaz.] 6- Mukimken oruca başlayıp, sefere çıkınca yiyip içmek, 7- Ud ağacının, amberle tütsülenip dumanının çekilmesi, 8- Başkasının içtiği sigara dumanını isteyerek çekmek, 9- Kulağın içine ilaç damlatmak, kulağı ilaçlı suyla yıkamak, 10- Derideki açık yaraya konan sıvı ilacın sindirim yoluna girmesi, 11- Vücuda ilaç şırınga etmek, 12- İsteyerek, zorlayarak ağız dolusu kusmak, 13- Dişi kanayanın ağzındaki kanı yutması veya tükürükle eşit miktarda karışık kanı yutması, 14- İmsak vaktinin bittiğini bilmeden yiyip içmek, 15- Güneş battı zannederek orucunu bozmak, 16- Dişlerin arasında kalan nohut kadar şeyi yutmak, 17- Buruna çekilen suyun ağızdan çıkması, 18- Abdest alırken boğaza su kaçması, [Hanbelî'de bozmaz.] 19- Kâğıt, taş, pamuk, ot, pişmemiş pirinç gibi ilaç ve gıda olmayan şeyi yutmak, 20- Makattan veya kadınların önden fitil kullanması, 21- Oruçlu olduğunu unutup yediğinde, orucu bozuldu sanarak, bilerek yemeye devam etmek, 22- İmsak vaktinden sonra niyet edenin, gün içinde orucunu kasten bozması, 23- Denize girince veya guslederken makattan su girmesi, [Hanbelî'de bozmaz.] 24- Dil altına konan ilacı emmek, 25- Makata konan pamuğun veya başka şeyin hepsinin içeri girmesi, 26- Vücuda giren ultrason veya endoskopi cihazında ilaç, merhem olması, 27- Lavman yaptırmak, [Mâlikî'de bozmaz.] 28- Özel olarak su buharı teneffüs etmek, 29- Burundan genze giden kanı yutmak, 30- Açlığa veya susuzluğa gerçekten dayanamayarak yiyip içmek, 31- Bayılanı ayıltmak için veya uyuyanın ağzına su akıtmak.
Sual: Kan vermeye gitmiştim. Yeni bir makine çıkmış, kanı alıyor, bir kısmını geri vücuda veriyormuş. Bu durum orucu bozar mı?
CEVAP: Vücuttan çıkanlar bozmaz, vücuda girenler bozar. Kanın bir kısmı vücuda girince orucu bozar, kaza gerekir.
Not: Zekât ve oruçla ilgili geniş bilgi, www.dinimizislam.com sitemizde mevcuttur.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Akşam mümin, sabah kâfir!
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Hakiki bayram, son nefeste Allah diyebilmek, imanla ölmektir. Muteber olan sondur. Son nefeste, Allah demek yerine (Aman doktor, kurtar beni!) diyen tehlikededir. Mademki son nefes şüphelidir, o zaman daima korkacağız ve istiğfar edeceğiz. İbadet etmekle emrolunduk. İbadetimizin kabul olması için de yalvaracağız. Çünkü sahih olsa bile, ihlâsla yapılmazsa kabul olmayabilir, yani sevab verilmeyebilir.
Peygamber efendimiz, (Ey Eshabım, siz öyle zamanda geldiniz ki, emirlerin onda birini yapmasanız helâk olursunuz. Âhir zamandaki ümmetim, emirlerin onda birini yapsa kurtulur) buyuruyor. Burada, Eshab-ı kiramın helâk olması demek, faziletlerinin azalmasıdır. Bu, onların helâki sayılır. Âhir zamandaki ümmetin, onda birini yapıp kurtulmasından murat da, imanlarını koruyup, imanla ölmeleridir.
Eshab-ı kiram, lüzumsuz konuşmamak için veya Allah Resulü bir şey buyurduğu vakit, (Hayır) deseler kâfir olacaklarını bildikleri için, dillerinin altına taş koyarlardı. Çünkü Peygamber efendimiz, (Cennette yanımda olmak isteyen boş laf konuşmasın) buyuruyor. Kıyamet yaklaştıkça çok kötü şeylerin olacağı bildirilmiştir. Bir hadis-i şerif:
(Kıyamet yaklaştıkça, fitneler çoğalır. Gece başlarken karanlığın artması gibi olur. Sabah evinden mümin olarak çıkan çok kimse, akşam kâfir olarak döner. Akşam mümin iken, gece imanları gider.)
Bundan kurtulmak için Fâtiha sûresinin son üç âyetini okurken mânâsını düşünmeli. Tefsirlerde bildirilen mânâsı şöyledir: (Ya Rabbî, bana doğru imanı, Ehl-i sünnet itikadını göster, o büyüklere ihsan ettiğin yolu bize de nasip et, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği o kötü insanların küfründen, dalaletinden, bozuk yolundan beni koru!) Bu mânâyı düşünerek okursa, Allahü teâlâdan doğru imanı istemiş, kâfirlikten ve sapıklıktan Ona sığınmış olur ve küfürden korunur. Aynı zamanda tevbe etmiş olur. Dinimiz hastalığı da, ilacını da bildiriyor. Çünkü günümüzün hastalığı küfürdür. Bu zamanda haram helâl, iman küfür karıştığı için, haramları hafif görerek veya dinî bir hususla alay ederek küfre düşen çok sayıda insan, küfre düştüğünü bile bilmiyor, hâliyle tevbe de etmiyor. İşte bu korkunç hastalığın ilacı, bu üç âyet-i kerimeyi, mânâsını düşünerek okumaktır.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Bazı camilerde tenis oynatıldığı gibi Karagöz ve Hacivat oyunu da gösterilmiş, çeşitli resimler de konmuştur. Maksat ne olabilir?
CEVAP: İyi niyetle de yapılsa hiç uygun değildir. İki hadis-i şerif:
(Cebrail aleyhisselam, "Biz, köpek ve resim olan yere girmeyiz" dedi.) [Buhari, Taberani]
(Resim, cünüp ve köpek olan yere melek girmez.) [Ebu Davud, Nesaî]
Camide dünya kelâmı konuşmak bile caiz değildir. Dünya kelâmı konuşmak, gülmek, şakalaşmak sevapları yok eder. Nerde kaldı ki, tenis veya başka oyunlar oynansın! İki hadis-i şerif:
(Mescitte dünya kelamı söyleyenin ağzından kötü bir koku çıkar. Melekler, "Ya Rabbi, bu kulun mescitte söylediği kelamdan dolayı, ağzından çıkan fena koku bizleri rahatsız ediyor" derler. Hak teâlâ da buyurur ki: "İzzim celalim hakkı için, onlara büyük bela veririm.") [Ey Oğul İlm.]
(Âhir zamanda bazı kimseler, mescidlerde dünyadan konuşacaklar, dünya kelamı söyleyecekler. Onlarla beraber olmayın! Allahü teâlânın böyle kimselerle işi yoktur.) [İbni Hibban]
Camiyi yol haline getirip, her zaman oradan geçmek, camide bir şey yemek, uyumak da mekruhtur. Alışveriş yapmak da mekruhtur. (Redd-ül-muhtar)
Alışveriş yapmak, içinden geçmeyi âdet hâline getirmek, dünya kelamı konuşmak bile caiz olmayınca, tenis ve başka oyunları oynamak hiç caiz olur mu? Cami oyun eğlence yeri değildir. Çocukları alıştırmak için mubah olan şeyler yaptırılabilirse de, bunları başka yerde yapmalıdır.
Sual: Zekât vermek için, (Dilediğine ver) denilerek vekil edilen kimse, zekâtı kendi fakir hanımına veya fakir çocuğuna verebilir mi yahut fakirse kendisi de alabilir mi?
CEVAP: Üçünü de yapabilir. (Dürr-ül-muhtar)
Sual: Küçük çocuk ve deli zenginse, fitreleri kendi mallarından verilebilir mi?
CEVAP: Küçük çocuğun ve delinin malları varsa, yani zenginse, bunların fitreleri kendi mallarından verilir. Velileri vermezse, çocuk büyüyünce, deli iyileşince, eski fitrelerini de kendileri verir. Deli iyileşmezse zaten sorumlu olmaz.
Sual: Bir kimse, yanında kalan ana babasının ve âkıl bâliğ olan oğlunun fitresini, onlardan habersiz verse, caiz olur mu?
CEVAP: Sonradan bildirmek şartıyla caiz olur.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Kimlerin fitre vermesi gerekir?
CEVAP: İhtiyacı olan eşyadan ve borçlarından fazla olarak, zekât nisabı kadar malı, parası bulunan Müslümanın fitre vermesi vacib olur. Nisaba malik değilse fitre vermesi vacib olmaz, fakat vermesi iyidir. Bir hadis-i şerif:
(Sadaka-i fıtr, zenginlerinize bir tezkiyedir. Fakirleriniz de verirse, Allahü teâlâ onlara daha çoğunu verir.) [Ebu Davud] (Tezkiye, temize çıkarma, temizleme demektir.)
Diğer üç mezhepte, bir günlük yiyeceği olanın fitre vermesi farzdır. Hadis-i şerifte, (Sadaka-i fıtrı, küçük büyük, zengin fakir herkesin vermesi gerekir) buyuruldu. (Ebu Davud)
Dinen zengin olmayan herkes, fitre, zekât alabilir. İhtiyacı olan eşya ve borçlarından fazla olarak, zekât nisabı kadar malı, parası bulunan Müslümanın, fitre vermesi vacib olur. Fitre, zekât alması, haram olur. Fitre nisabına katılacak malın ticaret için olması şart olmadığı gibi, elinde bir yıl kalmış olması da gerekmez. Hastalık gibi herhangi bir özürden dolayı oruç tutamayan kimsenin de, zenginse fitre vermesi gerekir.
Sadaka-i fıtr, Ramazan-ı şerifte verilir. Ramazandan önce ve bayramdan sonra da vermek caizse de bayram namazından önce verilmiş olması daha çok sevabdır. Şâfiî'de Ramazandan önce verilmez. Bayramdan sonraya da bırakılmaz.
Ana babaya, dedeye, büyükanneye, evlada, toruna, hanıma ve kâfire fitre verilmez. Fakir olmak şartıyla geline, kardeş, hala, amca, dayı, teyze gibi akrabaya, damada, kayınvalideye, kayınpedere, kayınbiradere, üvey çocuğa verilebilir. Eğer salih iseler, yakın akrabaya vermek, daha çok sevab olur. İmameyn'e göre, borçlu ve fakir kimseye, hanımı fitre verebilir. (Mevkûfat)
Sadaka-i fıtrın miktarı her yıl değişmez. Bir kişinin fitresi için 1750 gram buğday veya un yahut 3500 gram arpa, kuru üzüm veya hurma verilir. Ya bu ürünlerin kendisini veya tutarlarını vermek gerekir.
S. Ebediyye'de, Cevhere kitabından alınarak, (Sadaka-i fıtr olarak, arpa, buğday yerine kıymetleri kadar altın, gümüş veya fülus, yani bakır, bronz para [kâğıt para] ve her çeşit mal verilebilir) deniliyor. İhtiyaç hâlinde, fitreyi bu kavle göre, kâğıt para olarak vermek caiz olur. Bir sıkıntı, ihtiyaç yoksa altın olarak veya bildirilen ürünlerden vermelidir.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Orucu bozmayan şeyler nelerdir?
CEVAP: Bazıları şunlardır:
1- Oruçlu olduğunu unutarak yiyip içmek,
2- Ağzına gelen kusuntunun geri gitmesi,
3- Oksijen tüpüyle ilaçsız suni hava vermek,
4- Orucu bozmaya niyet edip de bozmamak,
5- İstemeyerek ağız dolusu kusmak,
6- İsteyerek, zorlayarak biraz kusmak,
7- Sahurda tokluk veren ilaçlar kullanmak,
8- Göze katı veya sıvı ilaç koymak, ıslak lens takmak,
10- Rüyada ihtilâm olmak,
11- Diş çukuruna ilaç koymak,
12- Çiçek, kolonya veya parfüm koklamak,
13- Morfinsiz, iğnesiz diş çektirmek,
14- Yutmadan yemeğin tadına bakmak,
15- Sakındığı hâlde toz ve dumanın boğazdan veya burundan içeri girmesi,
16- Diş çektirince gelen tükürükten az kanı yutmak,
17- Ağzını yıkadıktan sonra, kalan yaşlığı tükürükle yutmak,
18- Dişleri arasında kalan, nohuttan küçük olan şeyi yutmak,
19- Hacamat olmak, kan aldırmak, akupunktur kullanmak,
21- Misvak kullanmak, macunsuz diş fırçalamak,
22- Gusletmek, banyo yapmak,
23- İdrar yoluna pamuk koymak, [Şâfiî'de bozar.]
24- Sağlam deriye ilaç, krem, her çeşit yakı, sigara bandı, tokluk bandı koymak,
25- Yaraya imsak vaktinden önce konan sıvı ilacın, imsak vaktinden sonra emilmesi,
26- Yaradan çıkan kan, irin ve benzerlerinin tekrar içeri girmesi,
28- Dudaktaki yaşlığı yutmak,
29- Banyoda oluşan su buharını teneffüs etmek,
30- Ele iğne batıp, kırığının içinde kalması,
31- Kulağa pamuklu çubuk sokmak, [Şâfiî'de bozar.]
32- Kanayan yere, kanın durması için kan taşı sürmek,
33- Ağza gelen yemeği, balgamı, kusmuğu veya baştan buruna gelen akıntıyı yutmak.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Oruçluya mekruh olan ve olmayan şeyler nelerdir? CEVAP: Mekruh olanlar şunlardır: 1- Dişleri diş macunuyla fırçalamak.
2- İlaçla gargara yapmak. Eğer ağızdaki yara, namazda okumaya mani olursa, ilaçla gargara etmek mekruh olmaz, çünkü özür vardır.
3- Cünüp olma ihtimali varsa hanımını öpmek.
4- Ramazan günü, bir kimse herhangi bir sebeple orucunu bozarsa, çocuk büluğa ererse, kâfir Müslüman olursa, seferdeki yolcu şehrine gelirse, kadının hayzı kesilirse, akşama kadar oruçlu gibi sakınmaları vacib olur, yiyip içmeleri tahrimen mekruh olur. (Redd-ül muhtar)
1- Gece ihtilam olup sahura kalkınca, imsak vaktine az kalmışsa, önce ağzını yıkayıp yemek yense, imsak çıktıktan sonra gusledilse, yani oruca cünüpken başlansa sahih olur. Daha sonra gusletmek caizdir.
2- Bozulursa kefaret olmasın diye, Ramazan orucuna imsak vaktinden sonra niyet etmek caizdir.
3- Ramazanda yatsıdan sonra cünüp olan, daha sonra guslederim diye uyuyup kalsa, uyanınca da güneş doğmuş olsa oruca zarar gelmez, fakat namaz kılmak için ilk fırsatta gusletmelidir.
4- Orucun aksamaması için hayzı ilaçla geciktirmek caizdir.
5- Oruçluyken hayzı başlayan kadın, oruçlu gibi durmaz, gizli yiyip içer.
Sual: İftar açarken hangi dua okunur?
CEVAP: İftardan önce, Euzü ve Besmele çekilip, (Allahümme yâ vâsi'al-mağfireh iğfirlî ve li-vâlideyye ve li-üstâziyye ve lil-müminîne vel müminât yevme yekûmülhisâb) denir. Mânâsı şöyledir: (Ey mağfireti çok geniş olan Allah'ım! Kıyamet günü hesaba çekilirken, beni, ana babamı, hocamı, erkek ve kadın bütün müminleri affet!)
Bir iki lokma yedikten sonra, (Zehebezzama' vebtelletil urûk ve sebe-tel-ecr inşâallahü teâlâ) denir ve yemeğe başlanır. Bu iftar duasının mânâsı ise şöyledir: (Açlık bitti. Damarlarımızın suya kavuşma vakti geldi. İnşallah sevab hâsıl oldu.)
Duaların Arapça orijinali, www.dinimizislam.com sitemizde vardır.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Oruç tutmak vücuda zarar verir mi?
CEVAP: Hayır, çünkü Allahü teâlâ zararlı olan bir şeyi emretmez. Oruç tutan, vücudunun zekâtını ödemiş, onu hastalıklardan korumuş olur. Peygamber efendimiz, (Her şeyin bir zekâtı vardır. Vücudun zekâtıysa oruçtur. Oruç tutun, sıhhat bulun!) buyurmuştur. (İbni Mace, Taberanî)
Orucun faydaları çoktur. İki hadis-i şerif:
(Oruç, eti eritir ve Cehennem ateşinden uzaklaştırır. Gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hatırına gelmeyen nimetler, ancak oruç tutana nasip olur.) [Taberanî]
(Allah rızası için bir gün oruç tutan kimseyi Allahü teâlâ, bu bir günlük oruç sebebiyle Cehennem ateşinden 70 yıl uzak tutar.) [Buharî]
Orucun sevabı diğer ibadetlere göre daha fazladır. Hadis-i kudside, (Her iyiliğe, 10 mislinden 700 misline kadar sevab verilir, fakat oruç bana mahsustur, onun mükâfatını ben veririm, çünkü kulum, benim için şehvetini ve yeme içmesini bırakmıştır) buyuruldu. (Buharî)
Her iyiliğin sevabını Allahü teâlâ verdiği hâlde, orucun sevabı için, (Ben veririm) buyurmasının hikmeti vardır. Yeryüzünün tamamı Allahü teâlânın mülkü olduğu hâlde, Kâbe'ye (Beytullah) yani (Allah'ın evi) denmesi, ona şeref vermek içindir. (Oruç bana mahsustur) demekle de ona özel bir şeref vermiştir. Oruç tutana verilecek sevabın muayyen bir ölçüsü yoktur. Oruçlunun durumuna göre, çok sevab verilecektir. Başkaları oruç yerken oruç tutmak daha sevabdır. Hadis-i şerifte, (Oruçlunun yanında oruçsuzlar yiyince, melekler oruçluya dua eder) buyuruldu. (Tirmizî)
ORUÇ TUTMAYI GANİMET BİLMELİ
Sual: Derslere çalışılan veya imtihana girilecek günlerde oruç tutmamak uygun mudur?
CEVAP: Oruç tutmak, derslere, imtihana engel olmaz. Bilakis destek olur. Mide çok doyarsa insanın kafası o kadar çalışmaz. Aç olanın zekâsı keskin, anlayışı kuvvetli olur. Ders için oruç tutmamak haram olur. Ramazan günü oruç tutmak büyük nimettir. Bu nimetten mahrum kalmamalı, oruç tutmayı ganimet bilmelidir. Bir hadis-i şerifte, (Ramazanda bir gün oruç tutmayan, onun yerine bütün yıl oruç tutsa, o bir günkü sevaba kavuşamaz) buyuruldu. (Tirmizî)
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Altı cilt Mektubat'ın özeti
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Üç cildi İmam-ı Rabbani hazretlerinin, diğer üç cildi de Muhammed Masum hazretlerinin olmak üzere, altı cilt Mektubat'ın özeti iki cümledir:
1- Şeriat-ı Muhammediyye'ye imtisal: Yani Muhammed aleyhisselama, getirdiği dine, Kur'an-ı azimüşşana, Onun sünnetine tâbi olmak.
2- Şeyh-i muktedaya muhabbet: Yani, tâbi olduğumuz, güvendiğimiz, izinden gittiğimiz mürşidimize, hocamıza sevgi ve muhabbet beslemek, ona itaat etmek.
Muhabbet, beyinde değil, kalbde hâsıl olan bir hâldir. Silsile yoluyla bize kadar gelen bu muhabbetin kaynağı Peygamber efendimizdir. İnsan hocasına ne kadar itaat eder, ne kadar muhabbet beslerse, hocasının kalbinden o kadar çok feyz ve muhabbet elde eder. Kalbinde dünyaya karşı soğukluk, âhirete karşı yakınlık da o nispette artar.
İki otobüs terminali düşünelim. Bir tanesinde, (Bu terminal âhirete götürür) yazılıdır. Müslümanlar ve onların bineceği otobüsler buradadır. Diğer terminalde ise kâfirler ve onların bineceği otobüsler vardır. Bunlar, Allah'a ve Peygambere iman etmedikleri için zaten sonsuz yanacaktır.
Şimdi biz Müslümanların terminalindeyiz. Herkes, (Gel kardeşim, bizim otobüse bin, doğru Cennete git) diyor. İşte böyle bir terminaldeki binlerce otobüsün içinde yalnız biri doğru istikamettedir, diğerlerinin hepsi bozuktur, yani bid'at ehlidir, Kur'an-ı kerime kendi kafalarına göre mânâ vermektedir. Bu ise felakettir. Böyle karışık bir yerde doğru otobüsü nasıl bulacağız? Mutlaka o otobüsü bilen biri lazımdır, çünkü diğerleri bizi rahatlıkla kandırabilir. İşte mürşid-i kâmil demek, binlerce otobüs içerisinden Allahü teâlânın razı olduğu otobüsü bilen zat demektir. Peki, o nereden biliyor? Ona da hocası öğretmiştir. Hocasına kim öğretmiştir? Ona da hocasının hocası öğretmiştir. Böylece bu âlimler zinciri Peygamber efendimize kadar gider. Arada hiç kopukluk yoktur. Bu iş rüya ve ilhamla olmaz. Âlimler zincirine eklenecek halkayı, yani bir sonraki âlimi mutlaka bir mürşid-i kâmilin yetiştirmesi lâzımdır.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Sahih-ül yed olmak esastır
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Ehl-i sünnet gemisinin kaptanı, İmam-ı a'zam hazretleridir. Kaptan bellidir, çünkü silsilede sahih-ül yed olmak esastır, yani hocalarının silsilesi Peygamber efendimize kadar belli olmalıdır. Mutlaka hocasını görerek, severek, elini öpmesi ve duasını, icazetini alması şarttır. Dolayısıyla bu iş rüyada, hayâlde olmaz. Arada bir kopukluk olursa kabul olmaz. Bu büyükler hep, (Ben mübarek hocamdan böyle işittim) buyuruyor. Zaten böyle olmazsa çok tehlikelidir.
Mesela bir gün merhum hocamız şöyle buyurmuştu: (Bizim kitaplarımızın hepsi Ehl-i sünnet âlimlerinin buyurduklarıdır. Biz kendimizden bir tek kelime yazmadık. Bu pırlantaların arasına biz cam kırıkları koymayız. Köşeli parantez içinde yapılan ilaveler de, yine başka kitaplardan aldıklarımız ve Abdülhakim efendi hazretlerinden duyduklarımızdır.)
İşte silsilesi belli olan böyle mübarek zatlar, kendilerine inananları alıp, doğru istikamete giden otobüse bindiriyor. Sadece bu otobüs, emniyet içerisinde Sırat köprüsüne giriyor ve karşıya geçiyor. Bid'at ehli olan diğer otobüslerin ise frenleri tutmuyor, doğru Cehenneme gidiyorlar. Çünkü Peygamber efendimiz, (73 fırkadan, sadece benim sünnetime ve Eshabıma tâbi olan bir fırka kurtulacaktır) buyuruyor. Burada sünnet demek İslamiyet, Eshab-ı kiram da Resulullah'ın cemaatidir. İşte bunun için doğru yola Ehl-i sünnet vel-cemaat deniyor. Dolayısıyla Resulullah efendimiz, (Sünnetime ve Eshabıma tâbi olanlar kurtulacaktır) buyuruyor.
Hâl böyleyken, maalesef Eshab-ı kiram efendilerimize küfredenler, kabirlerini tahrip edenler, bir kısmını severiz, diğerlerini sevmeyiz diyenler var. Bunların hepsi felakettedir. Allahü teâlâ Kur'an-ı kerimde, Eshab-ı kiram için, (Allah hepsine Cenneti vaadetmiştir) buyuruyor. Peygamber efendimiz de, (Eshabımı seven, beni sevdiği için sever, sevmeyen de, beni sevmediği için sevmez) buyuruyor.
O hâlde Ehl-i sünnet vel-cemaat demek, dinimize uymak ve Eshab-ı kiramın hepsini mutlak sevmektir. Onların aralarında, âdil ve sâdık olmak bakımından zerre kadar fark düşünmemektir.
Netice, insan kendisini uçuruma yuvarlanmadan emniyetle karşı tarafa geçirecek, yani Cennete götürecek vasıtaya bindiren zata ne yapsa onun hakkını ödeyemez. İşte büyükleri çok sevmemizin hikmet ve sebebi budur.
> Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: İftar vermenin sevabı nedir?
CEVAP: İftar vermek çok sevabdır. Yolda giderken bir oruçluya bir hurma veya bir zeytin verilse de iftar verme sevabına kavuşulur. Peygamber efendimiz, (Bir kimse, bu ayda bir oruçluya iftar verirse günahları affolur. O oruçlunun sevabı kadar ona sevab verilir) buyurunca, Eshab-ı kiramdan bazıları, bir oruçluyu iftar ettirecek kadar zengin olmadıklarını söylediler. Onlara cevaben (Bir hurmayla iftar verene de, yalnız suyla oruç açtırana da, biraz süt ikram edene de bu sevab verilir) buyurdu. (Beyhekî)
Yine bir hadis-i şerifte, (Ramazanda bir misafire oruç açtırana Sırat köprüsünü geçmek kolaylaşır) buyuruldu. (V. Necat)
Yemek yedirmek çok sevabdır. Hele oruçluya yedirmek daha çok sevabdır. Oruç tutanın sevabı kadar sevab alır, oruçlunun sevabından eksilme olmaz.
Sual: İftara veya başka davetlere tanıdıklarımızı davet ederken bazıları, (Kimler geliyor?) diye soruyor. Söylemek gerekir mi?
CEVAP: Elbette gerekir. Hattâ sormasını beklemeden, kimlerin geleceğini söylemelidir. Gelecekler arasında görüşmek istemediği veya görüşmesinde sakınca olabilecek kimseler olabilir.
Sual: Bazıları, (Namaz kılmayan, içki içen, açık gezen veya başka günah işleyen, boşuna oruç tutmamalı) diyor. Bu söz doğru mudur?
CEVAP: Hayır, dine aykırıdır. Birkaç günah işleyenin, diğer günahları da yapması gerekmez. Hem oruç tutup hem de günah işleyen kimse, oruç tutmakla hâsıl olan büyük sevaba kavuşamaz, fakat âhirette, niçin oruç tutmadın diye hesaba çekilmez. Oruç borcunu ödemiş olur, hatta orucun bereketiyle diğer günahlardan da kaçma imkânı olur. İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki:
(Bütün günahlara tevbe edip hepsinden kaçmak büyük nimettir. Bu yapılamazsa, bazı günahlara tevbe etmek de nimettir. Bunların bereketiyle belki bütün günahlara tevbe etmek nasip olur. Bir şeyin bütünü ele geçmezse, hepsini de kaçırmamalı.)
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Oruçta ihtiyaç hâlinde diğer üç mezhep taklit edilebilir mi?
CEVAP: Elbette edilebilir. Dinimizde dört hak mezhep vardır. Bunlar hâşâ sözde değil, fiiliyatta da haktır. Bir mezhepte yapılması zor olan bir şeyi, diğer mezheplerden birini taklit ederek yapmak, bütün İslam âlimlerine göre caiz, hattâ bazen lazım olur. Mesela Şâfiî'de abdest alırken, elde olmadan boğaza su kaçsa oruç bozulmaz. Boğazına su kaçan Hanefî, Şâfiî'yi taklit ederek orucuna devam edebilir. Yine Hanefî'de, idrar yoluna pamuk koymak orucu bozmazken, Şâfiî'de bozar. Bunu bilmeyen bir Şâfiî, (Önceki oruçlarımı Hanefî'ye göre tuttum) diye niyet ederek oruçlarını kurtarabilir. Bunun gibi, Hanbelî'de istemeden kan yutmak orucu bozmaz. Böyle durumda olan bir Hanefî veya Şâfiî de, Hanbelî'yi taklit ederek orucuna devam edebilir.
Sual: Bir kimse, oruç tutarken, bir şey kendi mezhebinde orucunu bozsa, fakat Şâfiî'de bozmasa, Şâfiî'yi taklit ederek orucunu kurtarabiliyor. Şâfiî'yi taklit ederken, Şâfiî'de de orucunu bozan başka şey yapsa ve bu da Hanbelî veya Mâlikî'de orucu bozmasa, üçüncü mezhebi taklit ederek orucunu kurtarabilir mi?
CEVAP: Elbette kurtarabilir. Hattâ üçüncü mezhepte de bozan bir şey yapsa, dördüncü mezhepte bozmuyorsa onu taklit ederek yine kurtarma imkânı vardır. Dört mezhebin dördü de haktır. Farklı olmaları rahmettir. İhtiyaç olursa taklit edilir. İhtiyaç yokken taklit edilmez.
Sual: Devamlı hasta veya çok yaşlı olup, peş peşe 60 gün oruç tutamayan kimse, oruç kefaretini ödemek için, her gün, bir fitre değerinde pide veya ekmek alıp bir fakire altmış gün veya altmış fakire bir günde verse, kefareti ödemiş olur mu? Bunun gibi ekmek yerine, her gün bir İslam Ahlakı veya başka bir muteber din kitabı yahut bir kilo elma veya bir kilo süt versek, oruç kefareti ödenmiş olur mu?
CEVAP: Evet, bildirdiğiniz şeylerin herhangi biri, bir fitre değerinden aşağı değilse, kefaret ödenmiş olur. Ancak peş peşe iki ay oruç tutabilen kimse, bunları yapsa da, kefareti ödemiş olmaz. 60 gün peş peşe oruç tutması lazımdır. Sonra da, kasten bozduğu orucu kaza etmesi gerekir.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Ramazan günü orucu bozup kefaret gerektiren ve gerektirmeyenler nelerdir?
CEVAP: Gerektirenler şunlardır: 1- Bilerek yiyip içmek. 2- Cinsel ilişkiye girmek. 3- Ramazanda, kaza gereken bir şey yaparak orucunu bozanın, aynı Ramazanın başka gününde de bu şeyi, nasıl olsa kefaret gerektirmiyor diye kasten yine yapması. 4- Sigara içmek. 5- Gıybet, sürme çekmek ve kan aldırmak gibi, orucu bozmadığı iyi bilinen şeyden sonra, oruç bozuldu sanarak, yiyip içmek.
Ramazan orucunu kasten bozduğu hâlde, kefaret gerektirmeyen bazı hâller:
Bir kadın, orucunu kasten bozsa, sonra o gün iftardan önce hayz olsa kefaret gerekmez. (Tahtâvî)
Orucunu kasten bozduktan sonra, o gün bayılana veya oruç tutamayacak kadar hastalanana kefaret gerekmez. (Hindiyye, Kadıhan)
Ciddi bir tehditle orucu bozdurulan kimseye kefaret gerekmez. (Kadıhan)
Susuzluktan hastalanacak veya ölebilecek durumda olan kimse, orucu bozup, kaza edebilir. Kefaret gerekmez. (Redd-ül-muhtar)
Niyetli orucu sefere çıkınca bozmak günahtır, ama günah işlese de, seferde bozduğu için kefaret gerekmez. (Cevhere)
Ağız dolusu kusan veya ihtilam olan kimse, orucum bozuldu sanarak yiyip içerse kefaret gerekmez. (Redd-ül-muhtar)
İğne olduktan sonra yiyip içse, kefaret gerekmediği gibi, kâğıt, taş, pamuk, ot, pişmemiş pirinç gibi ilaç ve gıda olmayan şeyi kasten yutmak da kefaret gerektirmez. (Nimet-i İslam)
Daha imsak vaktine vakit var sanarak veya güneş battı diye yiyip içenin orucu bozulur, kefaret gerekmez. (M. Zühdiyye)
Sual: Yemin kefaretinde olduğu gibi, kefaret orucunu tutamayan da kitap verebilir mi?
CEVAP: Devamlı hasta veya çok yaşlı olup, 60 gün kefaret orucunu tutamaz ise, 60 fakiri bir gün doyurur. Aç olan 60 fakiri, bir günde iki kere doyurmak lazımdır. Bir fakiri her gün iki defa doyurmak üzere 60 gün veya her gün bir defa doyurmak üzere 120 gün yedirmek de olur. Yahut 60 fakirin her birine bir fitre veya o değerde din kitabı da verilebilir. Mesela 60 tane İslam Ahlakı kitabı, 60 fakire verilir. 60 fakir bulunmazsa bir fakire her gün bir tane vermek üzere 60 gün verilir. 30 fakir varsa iki gün verilir. 20 fakir varsa üç gün verilir. 10 fakir varsa 6 gün verilir. 5 fakir varsa 12 gün birer tane kitap verilir.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Teravihte her dört rekât veya iki rekât kılındıktan sonra neler okunur?
CEVAP: Teravih, terviha kelimesinin çoğuludur. Terviha, istirahat oturuşudur, yani dinlenmek için oturmak demektir. Her dört rekâttan sonra oturulduğu için bu namaza teravih denilmiştir. İki rekât arasında oturulmaz. Dört rekât arasında, dört rekât kılacak zaman kadar oturup, salevat-ı şerife, tesbih, Kur'an-ı kerim okumak sünnettir. (Redd-ül-muhtar)
Kur'an-ı kerim okunursa teganni ile okumamalıdır, çünkü Kur'an-ı kerimi nağme ile yani sesi musiki perdelerine uydurarak okumak, harfleri bozmazsa mekruh olur. Fâsıkların nağmelerine benzemek olur. Eğer harfler değişirse, haramdır. Okuması mekruh olan bir şeyi dinlemek de mekruhtur. Okuması haram olan şeyi, dinlemek de haramdır. Teganni ile okuyan bir imam arkasında kılınan namazın iadesi, tekrar kılınması lazımdır. (Halebî-yi sagir)
Sual: Teravih ne zamana kadar kılınabilir?
CEVAP: Teravih, yatsı kılındıktan sonra, imsak vaktine kadar, vitirden önce de, sonra da kılınabilir. (Hindiyye)
Sual: Cemaate yetişemeyip yatsı namazını yalnız kılmış olan kimse, teravihi cemaatle kılabilir mi?
TERAVİHİ BAŞKA İMAMLA KILMAK
Sual: Camide iki imamımız var. Biri yatsının farzını kıldırıyor, öteki de teravihi kıldırıyor. Böyle teravih kılınması caiz midir?
Sual: Teravihi cemaatle kılamayan, farzı kıldığı imamla vitri kılabilir mi?
Sual: Ramazanda, vitrin üçüncü rekâtının rükûunda imama yetişen kimse, namazının kalan kısmını kendi kılarken Kunut okur mu?
CEVAP: Üçüncü rekâtı imamla kılmış sayıldığı için, artık Kunut okumaz. (Hindiyye)
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: İtikâf nedir? Kadınlar evde itikâfa girebilir mi?
CEVAP: Ramazan ayının son on gününde, gece gündüz bir camide kapanıp ibadet etmeye, itikâf denir. Ramazan-ı şerifte itikâf, müekked sünnettir. Ancak itikâf, sünnet-i kifâye olduğu için bir mahallede birkaç kişi itikâfa girerse, diğerlerinin bu sünneti yapması gerekmez. İmkânı olanlar itikâfa girmeli. İtikâf eden, camide yiyip içer, yatar. Abdest için dışarı çıkabilir. Birkaç hadis-i şerif:
(İtikâfta olan, günahlardan uzaklaşır, her iyiliği işlemiş gibi sevaba kavuşur.) [İbni Mace]
(Bir devenin iki sağımı kadar itikâf eden, bir köle azat etmiş gibi sevab kazanır.) [Tenvir]
(Ramazanda on gün itikâf eden, iki defa [nafile] hac yapmış gibi sevab kazanır.) [Beyhekî]
(Allah rızası için bir gün itikâf, insanı Cehennemden çok uzaklaştırır.) [Taberanî]
Sünnet iki türlüdür: Sünnet-i hüda ve sünnet-i zevaid. Camide itikâf etmek, ezan okumak, ikamet getirmek ve cemaatle namaz kılmak sünnet-i hüdadır. Bunlar, İslam dininin şiarıdır. Bu ümmete mahsustur. (Hadikat-ün-nediyye)
Resulullah efendimiz, (Mirac gecesi, beşinci gökte, Osman'ın suretini gördüm. Bu mertebeye neyle eriştin, dedim. Mescitte itikâf etmekle diye cevap verdi) buyurdu. (M. Cihar Yâri Güzin)
İtikâf; oruç, namaz gibi adak olunur. (Hastam iyi olursa, itikâfa gireceğim) denmez. (Hastam iyi olursa, Allah rızası için, şu kadar gün itikâfa gireceğim) demek adak olur. (S. Ebediyye)
İtikâf gibi başlı başına ibadet olan bir şeyi nezredenin, bunu yerine getirmesi gerekir. (Dürer)
Kadınlar camide itikâf yapmaz. Evdeyse şarta bağlıdır. Eğer mescid olarak kullandığı bir oda varsa, o odada itikâfa girebilir. Yemek yapmak, temizlik gibi ev işlerinin hiçbiri yapılmaz. Sadece ibadetle uğraşılır. Abdest gibi zaruri işleri yapmanın mahzuru olmaz.
Ramazanın son on gününde olanı sünnet-i kifâyedir. Az itikâf da yapılabilir. Bir gün veya birkaç saat gibi... İtikâfa girenin oruçlu olması şarttır. Sadece Şâfiî'de oruçlu olma şartı yoktur. Diğer üç mezhepte oruçlu olmak şarttır. İmkânı olan kadınların evde itikâfa girmesi, unutulmuş bu sünneti ihya etmesi ve sünneti ihya etme sevabına kavuşmaları çok iyi olur.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Allahü teâlânın razı olduğu iş
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: İmam-ı Rabbanî hazretleri bir gün yerden bir çöp alıp buyurur ki:
(Bu çöpe bir teveccüh etsem, bunun nasıl zikrettiğini hepiniz işitirsiniz ve zikirden nasıl vecde geldiğini görürsünüz. Bir teveccüh etsem, bu nur bulunduğu yerden Kıyamete kadar bütün dünyayı aydınlatır, Güneş söner, fakat Allahü teâlânın razı olduğu işler bunlar değildir. Onun Habibine, yani Peygamber efendimize tâbi olmaktır, onun yolundan gitmektir. Ne kazandıysam sadece tâbi olmaktan kazandım.)
İmam-ı Rabbanî hazretlerine bir gün biri gelip, (Efendim, çok ağır hastayım ölecek durumdayım. Bana bir dua edin!) der. (Hısn-ül hasîn okuyun!) buyurur. Yan odada, Hısn-ül hasîn okuyup gelir. (Okudum efendim) der. (Senin etrafında büyük bir kale görüyorum, fakat bu kalenin bazı yerleri açık, bazı tuğlalar düşmüş. Sen bunu iyi okumamışsın) buyurur. (Evet efendim, bazı yerleri silikti, oraları geçtim. Bazı yerleri de zordu, galiba yanlış okudum) der. (Öyle olur mu? Al bu yenisini, buradan oku!) buyurur. O kişi, hiç atlamadan harfleri bozmadan baştan aşağı tekrar okur ve hastalıktan kurtulur.
Bir gün biri dergâha gelirken, (Neden hep İmam-ı Rabbanî hazretleri imam oluyor? Arada bir başkası imam olsa olmaz mı?) diye kalbinden geçirir. Dergâhta İmam-ı Rabbanî hazretleri ona buyurur ki: (Biz imam olma heveslisi değiliz, ama Şâfiî mezhebinde imam arkasında da Fâtiha okumak farzdır. Hanefî'de ise tahrimen mekruhtur, harama yakındır. Biz dört mezhebin de şartlarını gözettiğimiz için, hem Hanefî'nin, hem de Şâfiî mezhebinin şartlarına uymak ve onlara aykırı bir şey yapmamak için imamlık yapıyoruz.)
Namazda da dört mezhebin şartlarına uymaya çalışırdı. Vefat ederken mübarek oğullarına buyurur ki:
(Peygamber efendimizin, tespit edebildiğim bütün sünnetlerini ifa ettim. Birini yapamadım. Vasiyet ediyorum, benden sonra o sünnet yerine getirilsin! O da şudur: Benim kızım evlenecek, bir oğlu olacak. O torunumu benim kabrime getirin, omzumun hizasına oturtun, çünkü Peygamber efendimizin, mübarek kızı hazret-i Fâtıma'dan olan torunları Hazret-i Hasan'la Hazret-i Hüseyin'i omzuna aldığı gibi, kızımdan bir torunum olup da omzuma alamadım. Bu hususta da ona benzemek istiyorum.)
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Dert ve beladan zevk alanlar
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Büyüklerin başına gelen felaketler, sıkıntılar onları zerre kadar üzmez ve sarsmaz. Mesela bir tüccar olan Şeyh Ahmed-i Yekdest hazretleri, bir gün Hindistan'a ticarete giderken çoluk çocuğunun veba hastalığından vefat ettiklerini haber alır. Daha sonra, yolda eşkıya kafileyi basıp, mallarını alıp sol elini bileğinden keserler. Kendisine (Yekdest=tek elli) denmesinin sebebi budur. O ise zerre kadar üzülmez ve zikreder. Kafiledekiler, (Herkes perişan, senin üstelik çocukların da öldü, elini de kestiler, sen nasıl böyle olabiliyorsun?) dediklerinde buyurur ki:
(Cenab-ı Hak, Levh-il-mahfuzda ne yazdıysa o oluyor, kaderde ne yazmışsa, bugün kaza olarak o meydana geliyor. Ben Cenab-ı Hakk'ın kader ve kazasına mı bir şey söyleyeyim? Ben Ona teslimim, size ve nefsime bağlı değilim.)
Seyyid Abdullah-ı Dehlevî hazretleri o kadar hastaydı ki, kaşıntı, basur, alerji, zafiyet, bronşit gibi birçok hastalıkları vardı. Hatta iki kolundan tutarak namaza kaldırırlardı. Fakat kapısı hastane gibiydi. Önüne gelene okuyor, dua ediyor, gelenler şifa bulup gidiyordu. (Efendim, bu kadar sıkıntı çekiyorsunuz, bir defa da kendinize okusanız, dua etseniz ne olur?) dediler. (Şikâyeti olanlara okuyorum, ben şikâyetçi değilim ki kendime okuyayım) buyurdu.
O büyükler, her inlemede, her sıkıntıda, Cenab-ı Hakk'a daha çok yaklaştıklarını görüyorlar. İnsan, Allahü teâlâya giden yolu tıkar mı? Bizler hep şikâyetçi olduğumuzdan bu yolu tıkıyoruz. Onlar ise dert ve beladan, nimetlere kıyasla daha çok zevk alıyorlar. Mesela, İmam-ı Hüseyin'in kalb gözü elbette açıktı, Levh-il-mahfuzu, kaza kaderi okuyordu. Kerbela'da o sıkıntılar başına geldiği zaman, ne baba, ne dede dedi. Eğer yalnız Hazret-i Ali'yi çağırsaydı veya (Dedeciğim yetiş!) deseydi, yerle gök birleşirdi. Ama hiçbirini çağırmadı. Bunun birinci sebebi, Levh-il-mahfuzda bütün olacakları görüyordu. Dolayısıyla Allahü teâlâya karşı edepsizlik etmek istemedi. İkincisi hiçbir savaşa iştirak etmemişti, şehitlik derecesine kavuşmak istedi. Allahü teâlâya kavuşmak aşkı içindeydi. Bazıları, (Peygamber, torununu kurtarmak için niye himmet etmedi?) diyorlar. Himmet, ancak istenirse gelir. Hazret-i Hüseyin ise istemedi. (Yetiş ya dedeciğim!) deseydi her şey bitmişti.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Doğudan batıya uçakla giden oruçlu kimse, orucunu çıktığı şehre göre mi, yoksa Güneş'in battığı yere göre mi açacaktır? Abduhcu biri; Kardavî, Hamidullah gibi günümüzde ne kadar mezhepsiz varsa, onların görüşlerini toplamış. Sonra da, (Benim görüşüm de budur) diyerek Hamidullah'ın görüşünü tercih etmiş. İslam âlimlerinin bu konuda bildirdikleri hükümler yok mu? Niye mezhepsizlerden nakil yapılıyor?
CEVAP: Mezhepsiz olmanın şartı, mezhepsizlerden nakildir. Ehl-i sünnet olmanın şartı da İslâm âlimlerinden nakildir.
İslam âlimlerinin bildirmediği hiçbir husus yoktur. Din eksik değildir. Bu konu bütün fıkıh kitaplarında açıklanmıştır. Önce mezhepsizlere bir cevap verelim. Sonra bu sorunun cevabını kitaplardan naklen bildirelim.
Günümüzdeki mezhepsizler, genelde, Şevkânî, Mevdûdî, Kardâvî, Elbânî gibi mezhepsizlerin yazılarını yazıp, (Biz şu görüşü tercih ediyoruz) derler. Onlara uymadıklarını, kendilerinin de görüş sahibi olduklarını bildirmeye çalışıyorlar. Halkımız bunlara müctehid taslakları diyor.
Necip Fazıl'ın Baidullah dediği Mösyö Hamidullah, İslam'a Giriş isimli bozuk kitabında, fıkıh ilmine aykırı olarak, (Selim akıl sahipleri, bu durumda Güneş'in batmasını esas almaz, çıktığı şehrin saatini esas alır) diyor. Bunun yanlış olduğu, bütün fıkıh kitaplarında açıklanıyor.
Mısırlı Desuki isimli bir mezhepsiz ise, (Güneş'in batması esas alınır) diyor. Bunu, muteber bir eserden alıp söylemiyor, kendi görüşü olarak söylüyor. Hüküm doğru, yani fıkıh kitaplarına uygunsa da, kafadan söylediği için dinde muteber olmaz.
Mezhepsiz Kardâvî de, (Nasslara göre, Güneş'in batması esas alınır) diyor. Bu da Desuki gibi Nasslardan kendi anladığını ölçü alıyor. Bir fıkıh kitabından nakletmiyor. Hüküm doğruysa da, nakli esas almadığı için bununki de dinde senet olmaz.
Ezherli başka bir mezhepsiz ise, (Oruca başladığı saatten itibaren 12 saat sonra, Güneş batmasa da, orucunu açar) diyor. Bunun sallaması da, Mösyö'nünki gibi isabetsizdir.
Dikkat edilmişse, hiçbiri (Şu mezhepte şöyledir) demiyor. Hepsi kendisini bir İmam-ı a'zam zannediyor. Birçok hüküm, dört hak mezhepte farklıdır. Hangi mezhebe göre bildirildiği açıklanmıyor. İslam âlimleri, bir hak mezhebe göre cevap verirken, bu mezhepsizler, (Biz İslam'a göre cevap veriyoruz) diyerek, dört mezhebin hak olduğunu inkâr edip, Dört İmam'ın da İslam'a göre cevap vermediğini vurgulamaya çalışıyorlar. (Devamı var)
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hanefî mezhebindeki fıkıh kitaplarının en kıymetlilerinden olan Dürer ve Gurer kitabında Molla Husrev hazretleri buyuruyor ki:
Ramazan ayı gelince, oruç tutmak farz olur. Ancak seferî olanın oruç tutması farz değildir. Kutuplara giden Müslüman, seferî ise oruç tutmaz. Geriye dönünce kaza eder. Gündüzleri 24 saatten daha uzun yerlerde, mesela altı ay gündüz olan yerlerde, oruca saatle başlanır ve saatle bozulur. Gündüzü böyle uzun olmayan, vakitleri normal teşekkül eden, yani gündüzleri 24 saatten az olan bir şehirdeki Müslümanların zamanına uyularak oruç tutulur. (Dürer ve Gurer)
Sual: Oruca niyet edip de sonra başka bir memlekete giden kimse, iftarını hangi yere göre açar? Yani sahurda niyet ettiği yerin iftar vaktini mi, yoksa gittiği yerin vaktini mi esas alır?
CEVAP: Bulunduğu yerin vakti esas alınır. Nereye giderse gitsin, bulunduğu yerde güneş batınca, yani akşam vakti olunca orucunu açar. Otobüste, arabada veya gemide gidiyorsa, yine bulunduğu yerde iftar vakti olunca orucunu açar. Ama uçaktaysa üstünden geçtiği şehri esas alamaz, çünkü bir yerin iftar ve diğer namaz vakitlerinin hesaplanmasında, yükseklik de hesaba katılır. Uçakta Güneş'in batması çok daha geç olacağı için, iftar vakti de üstünde bulunduğu şehirden daha sonra olur. Bunun için uçakta olan kimse, Güneş'in battığını, ufukta kaybolduğunu görmeden orucunu açamaz.
Görüldüğü gibi, iftar vaktinde, oruç açılan yerin zamanı, yani Güneş'in batması esas alınır. Saate göre hareket edilmez. Dünyanın hangi şehri olursa olsun, oruçta ve namazda, herkes vardığı şehrin vaktine göre hareket eder. Güneş batmadan oruç açılmaz ve akşam namazı kılınmaz. (Nimet-i İslam, Dürer)
Eğer çok hızlı giden bir uçak, hiç yere inmeden doğudan batıya gidiyorsa ve bu zaman 24 saatten fazla sürmüşse, mesela 33 saat sürse, o zaman gündüzü 24 saatten az olan bir şehrin saatine uyulur. Oruç tutulan gün, 24 saatten azsa, Güneş batana kadar beklemek gerektiği bütün fıkıh kitaplarında yazılıdır. (Nimet-i İslam, Dürer)
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Sıkıntılı, hastalıklı hâlde ve güçlükler içinde namaz kılmak, oruç tutmak ve başka ibadetleri yapmak, rahat, sağlıklı ve kolay yapılan ibadetten daha mı kıymetlidir?
CEVAP: Evet, daha kıymetlidir. Mesela yazın sıcak ve uzun günlerde oruç tutmak, kışın kısa günlerde tutmaya göre daha fazla sevab olur. Ancak, daha çok sevab olsun diye o sıkıntılı ortamı kendisinin meydana getirmemesi, o ortamın kendisinin elinde olmadan meydana gelmesi gerekir.
Fitne, fesat zamanında yapılan hizmetler de, çok kıymetlidir. Hele başka maniler de araya girerse, bunları dinlemeyip yapılan ibadetin sevabı o kadar çoktur ki, ancak Allahü teâlâ bilir. Çünkü maniler karşısında ibadeti yapmak güçlüğü, sıkıntısı, o ibadetlerin şanını, şerefini göklere çıkarır. Bir engel olmayarak, kolay yapılan ibadetler, o kadar faziletli olmaz. Bir hadis-i şerif:
(Mümin, hastalanıp ibadet edemeyince, Allahü teâlâ, günahları yazan soldaki meleğe, "Onun günahlarını yazma" emrini verir. Sevabları yazan sağdaki meleğe de, "Ona sıhhatliyken yaptığı amellere verilen sevabların en güzelini yaz, ben onun durumunu bilirim ve onu bu hâle ben getirdim" buyurur.) [İbni Asakir]
Demek ki, elde olmadan gelen sıkıntılar içindeki ibadetin kıymeti çok fazla oluyor.
EZAN OKUNURKEN ORUÇ AÇMAK
Sual: Ezan okunurken hemen orucumuzu açmakta mahzur var mıdır?
CEVAP: Vaktin girmesi şarttır, ezan erken veya geç okunabilir. Vakit girmişse, ezan okunmasa bile oruç açılabilir. Sonra namazı kılmalı. Yemeğin namazdan sonra yenmesi daha uygun olur. Vakit girmemişse, ezan okunsa da, top atılsa da orucu açmak caiz olmaz. İmsak vakti yiyip içmek de böyledir. Yani ezana değil vaktin girmesine itibar edilir. İmsak vakti girmişse, daha ezan okunmasa bile, artık yiyip içmeyi kesmek gerekir. Ezana değil vakte itibar edilir.
Sual: Mâlikî'yi taklit eden kadının, aylardan beri muayyen hâli her zaman 15 gün devam ediyor. 15 gün de temiz oluyor. 10 günden sonra hayzı devam ederken, oruç tutabilir mi?
CEVAP: Oruçta Mâlikî taklit edilmediği için, 10 günden sonra orucunu tutar.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
.Namaz kefareti
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Ramazan ayının son cuma namazından sonra kefaret-i namaz denilen dört rekâtlık namaz kılınırsa, bütün kaza borçlarının, affedileceği söylenmektedir. Bu, doğru mu?
CEVAP: Doğru değildir. Bu namazı kılmakla kaza borçları affedilmez. Sadece, namazları vaktinde kılmama ve geciktirme günahları için yapılan tevbenin kabulüne vesile olur.
Kefaret-i namaz ve mübarek zamanlarda yapılan diğer ibadetler, kaza edilmiş olan farz namazların, kazaya bırakma ve kazasını geciktirme günahlarının affolması maksadıyla yapılan tevbenin kabul olması içindir. Yoksa kılınmamış namazlar kaza edilmedikçe affolmaz. Nitekim oruç kefareti de, oruç borcunu ödemiyor, gün sayısınca orucun kazası da gerekiyor. (S. Ebediyye)
Bu namaz, dört rekât olarak kılınır. Her rekâtında, bir Fatiha, bir Âyet-el kürsi ve 10 Kevser suresi okunur. (Kazaya bıraktığım ve kazasını geciktirdiğim namazların günahlarının affolması için, kefaret namazı kılmaya) diye niyet edilir. Cuma namazından sonra, ikindi namazına kadar kılınır.
Aynen ikindinin sünneti gibi kılınır. Ondan tek farkı, her rekâtın kıyamında Fatiha'dan sonra 1 Âyet-el kürsi ile 10 Kevser sûresi okunur. Diğerleri aynıdır. Âyet-el kürsîden ve Kevser'den önce Besmele okumak gerekmez, okunsa da zararı olmaz.
Sual: Oruçta imsak vakti girince yiyip içmeyi bırakıyoruz, fakat sabah namazına ise, imsak vaktinden mevsimlere göre, 15-20 dakika kadar sonra başlamamızın sebebi nedir?
CEVAP: Oruçta ve yatsı namazının vaktinin sonu için, ihtiyat olarak, birinci fecre itibar olunur. Sabah namazında ise itibar, ikinci fecredir. Şerh-i Vikâye'de de böyledir. (Hindiyye)
Sabah namazının vakti, dört mezhepte de, şer'i gecenin sonunda yani imsak vaktinde başlar. (S. Ebediyye)
Yani oruca en geç Türkiye Takvimi'ndeki imsak vaktinde başlamalı.
Sual: Hastanede hasta olarak yatıyorum. Oruç tutacak durumum yok. Hastanede gizli yiyip içme imkânım da yok. Açıktan oruç yemek günah olur mu?
CEVAP: Hasta olduğunuz belli, yani oradakiler bunu biliyor ve görüyor, gizleme imkânı da yoksa açıktan yiyip içmek caiz olur.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Kadir Gecesi'nin önemi nedir?
CEVAP: Ramazan-ı şerif ayı içinde bulunan en kıymetli gecedir. Kadir Gecesi, bu ümmete mahsustur. Başka peygamberlere böyle faziletli bir gece verilmemiştir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Allahü teâlâ, Kadir Gecesi'ni ümmetime hediye etti, başka ümmete vermedi.) [Deylemî]
Resulullah'a "sallallahü aleyhi ve sellem", kendisinden önceki insanların ömürlerinin ne kadar olduğu bildirilince, kendi ümmetinin ömürlerini kısa buldu. Uzun ömürlü olan diğerlerinin işledikleri salih amelleri işleyemezler diye düşününce, Allahü teâlâ ona bin aydan hayırlı olan Kadir Gecesi'ni ihsan etti. Allahü teâlâ, (Kadir Gecesi senin ve ümmetinindir) buyurup Habibini ferahlandırdı. (İ. Malik)
Resulullah efendimiz, (Benî İsrail peygamberlerinden 80 yıl hep ibadet eden oldu) buyurunca, Eshab-ı kiram hayret etti. Cebrail aleyhisselam gelip, (Yâ Resulallah, ümmetin o peygamberlerin, [diğer işlerin dışında] 80 yıl hep ibadet etmesine şaşıyorlar. Allah sana ondan iyisini verdi) diyerek, (Kadir Gecesi, bin aydan hayırlıdır) mealindeki âyeti okudu. (Rıyad-ün-nasıhin)
Baliğ olarak 50 yıl yaşayan kimse, 50 tane Kadir gecesi geçirir. Bir gece, 80 yıl değerinde olunca, 50x80=4000 yıl eder. 4 bin yıl ibadet etmiş gibi sevaba kavuşur. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Sevabını Allah'tan umarak, Kadir Gecesi'ni ihya edenin geçmiş günahları affolur.) [Buhârî]
(Kadir Gecesi'nde, bir kere Kadir suresini okumak, başka zamanda Kur'an-ı kerimi hatim etmekten daha sevabdır. Kadir Gecesi'nde bir Sübhanallah, bir Elhamdülillah, bir La ilahe illallah söylemek 700 bin tesbih, tahmid ve tehlilden kıymetlidir. Bu gece koyun sağımı müddeti kadar [az bir zaman] namaz kılmak, ibadet etmek, bir ay bütün geceleri sabaha kadar ibadet etmekten daha kıymetlidir.) [Tefsir-i Mugni]
Resulullah, Kadir Gecesi'nde, (Allahümme inneke afüvvün kerîmün tühıbbül afve fa'fü annî) duasını okurdu. (Ya Rabbi, sen affedicisin, kerîmsin, affı seversin, beni de affeyle) demektir.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Feyz, nur demektir, Allah sevgisi demektir. Kalbden kalbe gelen, insana Allahü teâlânın razı olduğu şeyleri yaptıran bir kuvvettir. Feyz gelince, kalb temizlenir. Okuduğunu anlamaya, ibadetlerin tadını duymaya, kusurlarını görmeye ve günahlardan sakınmaya başlar. Feyz gelen kalb, dünya hayatını hayal gibi görür. Büyüklerin kendileri, kabirleri, sözleri, kitapları, eşyaları feyz kaynağıdır. Hattâ ellerini değdirdikleri taştan bile, Kıyamete kadar feyz yayılır. Bastıkları yere muhabbetle bakan da feyz alır.
Kâfirlerle, fâsıklarla ve bid'at ehli ile karşılaşmak, onlarla beraber olmak, kalbde zulmet hâsıl eder, feyz gelmesine engel olur. Haram yiyen, büyüklerin ruhlarının gelmesinden mahrum kalır ve feyz alamaz. Yediği haram şeylerin çıkardığı manevî gazlar vücuttaki feyz yollarını tıkar, büyüklerin feyzi gelemez. Demek ki feyzin gelmesi için, haramlardan sakınmak, salihlerle beraber bulunmak ve dinin emrine uymak şarttır.
Feyz, güneşin ışığı gibidir, her tarafa ışık saçar. O büyüklerden mutlaka feyz gelir. Bunu alıp almamak ise insanın elindedir. Hatta feyz göğüs hizasına kadar gelir, ama almak için bazı şartlar vardır: 1- Feyzin geldiğine inanmak. 2- Feyzin geldiği zatın büyüklüğüne inanmak. 3- Feyzin geldiği zatı sevmek yani onun bildirdiklerine uymak, itaat etmek. 4- Doğru iman sahibi olup, farzları yapmak, haramlardan sakınmak. 5- O zata karşı çok saygılı ve edepli olmak. Bu en önemlisi ve zor olanıdır, çünkü (Hiçbir bî-edeb, vâsıl-ı ilallah olamaz) buyuruluyor. Yani edebe riayet etmeyen, Cenab-ı Hakk'ın rızasına kavuşamaz, Allah dostu olamaz.
Feyz geldiği şu yollarla anlaşılır: 1- Feyz gelmişse, Allahü teâlâ, onu küfürden korur. 2- Haramlardan uzaklaştırır. 3- Dünyadan soğutur. 4- Büyükleri, salih kimseleri, ibadetleri sevdirir. 5- Ölümü sevdirir, ölüme karşı hasret duymaya başlar.
İşte bunlar varsa, feyz geliyor demektir. Feyz, insanı küfürden, günahlardan koruduğu gibi, evliyalığa kadar da götürür. Eğer haramlardan, günahlardan soğumuyorsak, dünya hırsı aynen devam ediyorsa, feyz alamıyoruz demektir.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Feyzin gelmesi için feyz veren zata tam inanmak gerekir. Ancak o zaman, tam muhabbet oluşur. Yani feyz ve muhabbetin olması için mutlaka güvenmek şarttır. Güvenince itaati artar, teslimiyeti artar. Teslimiyet, büyüklerden zerre kadar şüphe etmeden onları sevmek, onlara itaat etmek demektir, ölü yıkayıcısının elindeki ölü gibi olmaktır. Bu, ne kadar eksikse, gelen feyzden o nispette az alınır. Kişi hep dünyayla haşır neşir olunca da, dünya muhabbeti kalbinden çıkmaz. Çünkü bu büyüklerden gelen feyz, dünya muhabbetini kökten yok eder, siler süpürür. Diğer bir şart da sohbet, yani görüşmektir. Çünkü feyz olması için rabıta yani bir irtibat olması lazımdır. Rabıtanın en güzeli beraber olmak, görüşmektir. Mesela Selman-ı Farisî hazretlerinde ihlas ve muhabbet vardı, ama Resulullah vefat ettikten sonra artık Resulullah'ın sohbetinde bulunamadığı için kemale gelmesi, Ebu Bekr-i Sıddık hazretlerinin sohbetiyle oldu.
Gelen feyzi almamıza engel de şudur: Bir büyük günaha devam ediliyordur, çünkü günah engeldir. O zaman, o zatı reddetmemeli, kusuru herkes kendinde aramalı, bütün günahlara istiğfar etmeli. Devamlı tevbe etmeli ki, bu kapı açılsın. Yağmur geliyor, fakat kapta birikmiyor. Kap boş. Yağmur suyu akıp gidiyor. Kabın dolması için, iki ana musluğa ihtiyaç vardır. Biri istiğfar, biri de tevazudur, çünkü su dağlardan ovalara akıyor. Hiçbir su yukarı doğru akmaz. Feyz gelmesi için şart, salih insanlarla beraber bulunmaktır.
Peygamber efendimiz, (Salihlerin anıldığı yere rahmet iner) buyuruyor. Bu rahmetten, kabı çok açık olan çok alır, az açık olan az alır, ama kabı ters olan hiç alamaz. Kabının ters olması o zatı inkâr etmek, büyüklüğünde şüphe etmektir.
İmam-ı Rabbânî hazretleri, (Cenab-ı Hakk'a kavuşturacak her çeşit ibadet, her çeşit kemâlat üstünde, ilk sırada sohbet gelir, ama şartı ağırdır. O da edebe riayettir. Zerre kadar edeb dışına çıkılırsa istifade edilemez) buyuruyor.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Fıkıh kitaplarına saldırıp, cami duvarını kirletmekle meşhur biri, (Dinde, Kur'anı hatmetmek diye bir şey yoktur. Hatim bitirmek demektir. Bitirmek diye ibadet olmaz. Kur'an oku da, neresinden okursan oku) diyor. Kur'anı hatmetmek ibadet değil midir?
CEVAP: Hatim, kelime olarak bitirmek, sona erdirmekse de, fıkıhtaki manası, bir kişinin, Kur'an-ı kerimi baştan sona kadar okuyup bitirmesi demektir. Hatmin önemi hakkında çok hadis-i şerif vardır. Birkaçının meali şöyledir:
(Kur'an-ı kerimi hatmedene, altmış bin melek istiğfar eder.) [Deylemî]
(Kur'an-ı kerimi hatmedenin duası kabul olunur.) [Taberanî, İbni Hibban]
(Hatim duası yapılan yerde hazır olan, ganimet dağılırken bulunan kimse gibidir. Hatme başlanan yerde bulunan, cihad eden gibidir. İkisinde de bulunan, iki sevaba da kavuşur ve şeytanı rezil eder.) [Hazinet-ül-esrar]
(Üç kere İhlas sûresini okuyan Kur'anı hatmetmiş gibi sevaba kavuşur.) [Ey Oğul İlmihâli]
Hatmin dinde yeri büyüktür. Din kitaplarında hatimle ilgili çok bilgi bulunmaktadır. İmam-ı Rabbânî hazretleri, (Ramazan-ı şerifte Kur'an-ı kerimi hatmetmek önemli bir sünnettir) buyuruyor. (1/45)
İmam-ı Zahidî hazretleri, (Hatim okuyan hafıza az hediye vermemelidir) buyuruyor. Hafız, pazarlık etmeden, Allah rızası için hatim okursa, okutanın hediye ettiğini alması caiz olur. Az diye itiraz ederse, aldığı haram olur. (Havi, Hadika, Berika)
Kur'an-ı kerimi kırk günde hatmetmek müstehabdır. Hatimden sonra yapılan dua kabul olur. Hatim bitince, yeniden hatme başlamak niyetiyle Fatiha okumalı. Hadis-i şerifte, (İnsanların en iyisi, hatmi bitirince yeniden başlayandır) buyuruldu. (Şir'a şerhi)
Kur'an-ı kerimin hatmedildiği yere rahmet yağar. Hatimde toplanmak ve hatimden sonra dua etmek müstehabdır. Abdullah ibni Abbas hazretleri, hatim okuyanın yanında adamını bulundururdu. Hatim biteceği zamanı işitince, kendi de hazır olurdu. Enes bin Malik hazretleri, hatmettiği zaman, çoluk çocuğunu toplayıp dua yapardı. Hatim bitince, ikincisine başlamak müstehabdır. (Kitab-üt-tibyan)
Bu kadar vesikaları inkâr edip (Hatim diye bir şey yok) demek akıl ve ilim işi değildir.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Bir hadis-i şerifte, (Bayram gecelerini ihya edenin kalbi, kalblerin öldüğü gün ölmez) buyuruluyor. Bu geceler hangileridir?
CEVAP: S. Ebediyye'de, (Ramazan Bayramı gecesi, Ramazan-ı şerif ayının son günüyle bayramın birinci günü arasındaki gecedir. Kurban Bayramı geceleri ise, Kurban Bayramı'nın birinci, ikinci ve üçüncü günlerinden sonraki gecelerdir. Ramazan bayramının diğer geceleri de mübarektir) deniyor. Mübarek gecelerle ilgili iki hadis-i şerif:
(Rahmet kapıları dört gece açılır. O gecelerde yapılan dua, reddolmaz. Ramazan ve Kurban Bayramının birinci gecesi, Berat ve Arefe gecesi.) [İsfehanî]
(Regaib, Berat, Cuma, Ramazan ve Kurban Bayramı gecelerinde yapılan dua geri çevrilmez.) [İbni Asakir]
Sual: (Oruçta, ağız vücudun dışı olduğu için, kusmuğun bir kısmı veya balgam mideye giderse oruç bozulur) deniyor. İstemeden yutulursa da mı bozar?
CEVAP: Ağza gelen kusmuk, kendiliğinden mideye geri giderse orucu bozmaz. Balgam yutmak da orucu bozmaz. (Dürr-ül-muhtar)
Sual: Şâfiî mezhebindeyim. 50 bin lira kadar param var, ama bir o kadar da borcum var. Zekât vermem gerekir mi?
CEVAP: Evet, 50 bin liranın zekâtını vermek gerekir. Şâfiî'de borçlar düşülmez. Hanefî'de zekâtta bütün borçlar nisaptan düşülür, ama uşur verilirken Şâfiî'deki gibi borçlar düşülmez. Borçlu veya fakir olanın da, mahsulün uşrunu vermesi gerekir.
Sual: Bir kimse, zekâtın fakirin hakkı olduğunu düşünerek, o üzülmesin diye, (Sana olan borcumdu) diyerek zekât verse, caiz olur mu?
CEVAP: Hayır, caiz olmaz. (Hediyem) denirse caiz olur.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Dedem, (Hizmette lezzet olmamak olmaz) diye çok eski bir şiir okurdu. Hizmet nedir?
CEVAP: Hizmet, insanlara maddî veya manevî yönden yardımcı olmak, onlara iyilik etmektir. Hizmet edenin Allah katında değeri diğerlerinden üstündür. Bir toplumda en çok hizmet eden, en çok sevabı alır. Seferde ve savaşta hizmet, başka zamanlardakine göre daha kıymetlidir. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Seferdekilerin efendisi, onlara hizmet edendir. Hizmette önde olan kişiyi, o topluluk, şehid olma durumu hariç, hiçbir amelle geçemez.) [Hâkim]
(Allah yolunda savaşanların en üstünü, savaşanlara hizmet edendir. Sonra da onlara haber getirendir.) [Taberanî]
Evlada hizmet, babaya hizmettir. Babaya hizmet, evlada hizmettir. Bir zatın sevdiklerine hizmet, o zata hizmet etmek olur. Resulullah, Eshabını [arkadaşlarını] çok severdi. Eshabından birine hizmet edeni görünce ona dua ederdi. (Ramuz)
Muhtaçlara hizmet ve iyilik etmek daha çok sevab olur. Bir hadis-i şerif şöyledir:
(Dul ve yoksullara hizmet eden, fi-sebilillah cihad eden gibidir.) [Buharî]
Hizmette, ana baba daha önemlidir. Bir hadis-i şerif şöyledir:
(Ana babasına hizmet edenin ömrü, bereketli ve uzun olur.) [İslâm Ahlâkı]
Allah için hizmet edene, muhakkak hizmet edenler bulunur. (Bir genç, bir ihtiyara yaşından dolayı hürmet ederse, o genç ihtiyarlayınca, Allahü teâlâ, ona hizmet edecek gençler yaratır) hadis-i şerifi, (Men hadime hudime=Hizmet eden hizmet görür) hadis-i şerifine bir örnektir.
Her ne şekilde olursa olsun, yardım ve hizmet çok sevabdır. İki hadis-i şerif:
(Bir mümini sevindirene, maddî veya mânevî bir hacetini görene, Allahü teâlâ, Kıyamette ona hep hizmet edecek birini yaratır.) [Taberanî]
(Allahü teâlânın farzlardan sonra en çok sevdiği iş, bir mümini sevindirmektir.) [Taberanî]
Maddî yönden iyilik etmek çok sevabsa da, manevî yönden iyilik etmek daha büyük sevabdır. Birinin hidayetine sebep olmak, ona Ehl-i sünneti öğretmek, doğru bir kitap vermek çok büyük sevabdır. Bir hadis-i şerif şöyledir:
(Kim, hidayete [Ehl-i sünnete] davet ederse, o yola girenlerin bütün sevabları ona da yazılır.) [Tirmizî]
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Bayramda ne yapmak gerekir?
CEVAP: Bayramda erken kalkmak, gusletmek, misvak kullanmak, güzel koku sürünmek, yeni ve temiz elbise giymek, sevindiğini belli etmek, Ramazan Bayramı'nda bayram namazından önce tatlı yemek, hurma yemek, hurmayı 1, 3, 5 gibi tek adet yemek, teke riayet etmek, karşılaştığı müminlere güler yüzle selam vermek, fakirlere sadaka vermek, İslamiyet'e doğru olarak hizmet edenlere yardım etmek, dargınları barıştırmak, salih akrabayı, din kardeşlerini ziyaret etmek, onlara hediye vermek sünnettir. Ramazan gittiği için değil, günahlarımız affolup, büyük sevaba ve büyük nimete kavuştuğumuz için bayram yapıyoruz.
Peygamber efendimiz, (Ramazan ayının son günü Allahü teâlâ, oruç tutanları affeder) buyurunca, Eshab-ı kiram, (Ya Resulallah, o gün Kadir Gecesi mi?) diye sual etti. Onlara, (Bilmez misiniz ki, iş yapana, işi bitirince ücreti verilir) buyurdu. (Beyhekî)
(Ramazan ayındaki özel sevablar bilinmiş olsaydı, bütün yılın Ramazan olması istenirdi.) [Ebu Nasr]
Bunları bilen Müslüman nasıl sevinmez ve bayram etmez? Bayram günleri sevinmek, neşelenmek gerekir. Hazret-i Ebu Bekir, kızı Âişe validemizin evine gidince, iki cariyenin def çalıp oynadığını gördü. Ensar-ı kiramın kahramanlıklarını övüyor, destan söylüyorlardı. Hazret-i Ebu Bekir, (Resulullah'ın evinde böyle şey yapılmaz, susun) dedi. Düğünlerde ve bayramlarda, kadınların def çalmaları caiz olduğu için, Peygamber efendimiz hazret-i Ebu Bekir'e, (Onlara mani olma! Her kavmin bir bayramı vardır, bu da bizim bayramımızdır. Bayram, sevinç günleridir) buyurdu. (Buhârî)
Hazret-i Ali, (Bugün, orucu kabul edilenlerin ve günahları affedilenlerin bayramıdır) buyurdu. Hadis-i şerifte de, (Ramazan ayında, içkiye devam eden, ana babasına âsi olan ve sıla-i rahmi terk eden hariç, herkesin günahları affolur) buyuruldu. (Gunye)
Eğer bunlar tevbe ederse, Allahü teâlâ günahlarını affeder. Ne mutlu günahlardan sakınarak oruç tutanlara... Bunlar, asıl bayramı âhirette yapacaklardır!
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Ramazandan sonra, Şevval ayında oruç tutmanın önemi nedir?
CEVAP: Her zaman oruç tutmak sevabdır. Hadis-i şerifte, (Oruç, Cehennem ateşinden koruyan bir kalkandır) buyuruldu. (Buhârî)
Şevval ayında tutulan orucun çok sevabı vardır. Üç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ramazandan sonra Şevval ayında da 6 gün oruç tutan, anasından doğduğu günkü gibi günahsız olur.) [Taberanî]
(Ramazan orucuyla Şevvalde de 6 gün oruç tutan, bir yıl oruç tutmuş sayılır.) [İbni Mace]
(Ramazan ayı orucu on aya, Ramazandan sonra tutulan 6 gün oruç da iki aya mukabil olur ki, böylece bir yıl oruç tutma sevabına kavuşulur.) [İbni Huzeyme]
Bu 6 gün orucun bayramdan sonra hemen tutulması iyidir. Aralıklı tutmak da caizdir. Kazaya niyet ederek tutmalı. Kaza oruçlarını, pazartesi ve perşembe günleri tutmak daha iyidir.
Sual: Ramazan ayında tuttuğumuz oruçlar tam isabet etse, yani 30 gün oruç tutsak, yine bayramdan sonra iki gün oruç tutmak gerekiyor mu?
CEVAP: Evet, hilâl dinin emrine uygun gözetlenmediği için, tutulan oruçların tamamı, Ramazana rastlasa bile, ilk ve son günü şüpheli olduğundan bayramdan sonra, iki gün kaza orucu tutmak gerektiği Bahr, Hindiyye, Kadıhan gibi muteber eserlerde yazılıdır. Seyyid Abdülhakim Arvâsî hazretleri de, (Böyle yerlerde bulunan Müslümanların bayramdan sonra, dilediği zaman, kaza niyetiyle, iki gün daha oruç tutmaları lazımdır) buyurmuştur.
Şevval ayında altı gün oruç tutarken, kazaya da niyet edilirse, varsa hem kaza borcu ödenmiş olur, hem de bu ayda fazileti bildirilen altı gün oruç tutulmuş olur.
Sual: En az bire on sevab verildiği için, bir ay Ramazanda oruç tutan 300 gün, Şevvalde de 6 gün oruç tutan 60 gün oruç tutmuş gibi olacağı, yani bütün yıl oruç tutmuş sayılacağı söyleniyor. Farz olan Ramazan orucuyla nâfile olan Şevval orucu aynı kefeye nasıl konur?
CEVAP: Her ay üç gün oruç tutanın da, bütün sene oruç tutmuş gibi sayılacağı kitaplarda bildiriliyor. Burada farz olan Ramazan orucuyla nâfile oruç kıyas edilmiyor. Bütün sene oruç tutmuş olduğu değil, hükmen oruçlu gibi sayılacağı bildiriliyor. Yoksa ömür boyu nâfile oruç tutulsa, Ramazan-ı şerifte tutulan bir gün orucun sevabına kavuşulamaz.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Silsile-i aliyye büyüklerinin yolunda dinimize hizmet edenlerin imanının kâmil ve kalıcı olması, birbirlerini sevmelerine bağlıdır. Bu sevginin azlığı, imanın zayıf olduğunu gösterir. Eğer biri din kardeşinde kusur buluyorsa, onu sevmiyorsa, bir gün imanını kaybedebilir. Zira din kardeşinde kusur bulmak, insanı hâşâ hocasında ve onun bildirdiği, dinin hükümlerinde kusur aramaya götürür. Bu da zamanla imanını kaybetmeye sebep olur.
Müslüman akıllı tüccar gibi olmalı, ne yaptığını bilerek yapmalı. Mahşerde bir cemaat Cennete giderken melekler, (Durun, sizin hesabınız görüldü mü? Mahşere uğradınız mı? Sırattan geçtiniz mi?) diye sorarlar. Onlar, (Hayır, biz öyle bir şey görmedik) derler. Melekler yine, (Peki, siz ne amel işlediniz ki, elinizi kolunuzu sallaya sallaya Cennete giriyorsunuz) diye sorarlar. Onlar, (Rabbimize sorun!) derler. Allahü teâlâ buyurur ki: (Onlar salihlerdir, benim sevgili kullarımdır. Bunlar ümmet-i Muhammed'den olup, Allah rızası için birbirini severler. Onlar hesapsız doğru Cennete giderler.)
Mahşerde Güneş bir mızrak boyu alçalacak. Herkes terlerken, yedi sınıf insan Arş'ın gölgesinde gölgelenecektir. Onlar için azap korkusu olmayacak. O yedi sınıftan biri, Allah için müminin yüzüne sevgiyle bakandır. Din kardeşliğinin sevgisi sınırsız, sonsuz olduğu için ona doyulmaz. Ama onun dışında neyi seversek sevelim, sınırı vardır. Onun için gerçek sevgi, Allah rızası için din kardeşine duyulan sevgidir.
İmam-ı Rabbânî hazretleri, (Bu büyüklere hizmet eden, bu büyükleri tanımakla şereflenen, pervasız, patavatsız da olsa, aziz ve makbuldür) buyuruyor. Bu büyükleri tanıyan, zirvededir. Tanıdıktan sonra ıvır zıvırla uğraşan, başkasından faydalanmaya çalışan, başka kitapları okuyan, bu zirveden daha ilerisini aradığını zanneden, zirveden düşer.
Bu büyükleri seven müşrik ve kâfir olmaz. Ara sıra günah işlese de, sonra hemen tevbe eder, himmet gelir, tekrar düze çıkar. Ancak bu nimetin şuurunda olmak lâzımdır. Bu zamanda en büyük keramet, bu büyükleri sevmektir. Bu büyükleri sevenler, gökteki yıldızlar gibidir. Kim onlarla beraber olursa, imanını kurtarır. Onların kalbini kıran da helak olur. Onun için, imanı kaybetmekten çok korkmalı, kalb kırmamalı, gıybet, dedikodu, suizan etmemeli, din kardeşlerini sevmeli, onlardan ayrılmamalıdır.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Hizmette doğruluk esastır
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: En iyi âlim, kendinden söyleyen, kendine bağlayan değil, muteber kitaplardan nakleden, vasıta olandır. Dinimiz nakil dinidir. Nakleden aziz, nakilsiz konuşan rezil olur. Ebü'l-Abbâs-ı Mürsi hazretleri sohbetlerine hep, (Hocam Ebül-Hasan-ı Şâzili buyurdu ki...) diyerek başlardı. Bir gün, (Hep hocanızdan naklediyorsunuz. Hiç kendinizden bir şey söylemiyorsunuz) diyen birine buyurdu ki:
(Ben evden bir şey getirmedim. Ne kazanmışsam bu dergâhta kazandım. "Allahü teâlâ buyurdu ki", "Resulullah buyurdu ki" veya "Ben diyorum ki" diyerek, pek çok şey anlatabilirim. Ama bütün bunları öğrenmeme, bu dereceye yükselmeme vesile olan hocama karşı edebe riayet edip, hep ondan naklederek konuşuyorum. Uygun olan da budur. Hocasından bahsetmeyen, hep "Ben!" diye konuşan kimsede hayır yoktur.)
Bir mübarek zat, ölümünün yaklaştığını düşünüp mümtaz talebeleri arasından hangisini yerine oturtacağını, hizmetleri kime teslim edeceğini belirlemek için hepsini imtihan etmeye karar verir. Talebelerini çağırıp, (Alın bu çiçek tohumlarını, eve gidip saksıya ekin, kök tutup, yeşillenince bana getirin) der.
Herkes tohumlarını alır. Bir müddet sonra bitkiler yeşillenince hocalarına getirirler. Fakat biri, ne yaparsa yapsın tohumundan bitki yetişmez. Yalvarır yakarır, ama olmaz. Mecburen, mahcup fakat çok edepli olarak kuru saksıyı getirir. Herkesin saksısında kök salmış çiçekler varken, kendisininki kupkurudur. Hocaları hepsine bakıp, kuru saksı getirene, (Senin saksın niye böyle?) der. O talebe de (Hocam, herhalde çok büyük bir günahım var ki, Allah'ım bana bu imkânı nasip etmedi. Verdiğiniz tohumu ektim, çapaladım, gübreledim, suladım ama maalesef gördüğünüz gibidir) der. Mübarek zat, (Gel, yerime otur) buyurur. Herkes şaşkın bakarken, diğer talebelerine dönüp buyurur ki:
(Bir daha sakın böyle yapmayın! Ben tohumların hepsini suda kaynattım, tohumlar ölüydü. Siz benim verdiğim tohumların yerine başka tohumlar ektiniz, bana mahcup olmamak için kök salmış, çiçek açmış hâlde getirdiniz. Ama bu arkadaşınız bana doğru bilgi verdi, verdiğim tohumu ekti, başka tohumla değiştirmedi. Benim size son vasiyetim olsun, bana doğru bilgi verin! İşlerimizde, hizmetlerimizde sadakat ve doğruluk esastır. Allah doğruları sever, doğruların yardımcısıdır.)
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Hangi namazlarda açıktan okumak caizdir? CEVAP: Namazda Kur'an-ı kerim okumaya kıraat denir. Kendi işitecek kadar sesli okumaya, hafî yani gizli okumak denir. Yanında olan kimselerin de işitecekleri kadar sesli okumaya, cehrî yani açıktan okumak denir.
İmamın, sabahın iki rekât farzında, akşamla yatsının ilk iki rekâtında, Fatiha ile zamm-ı sureyi açıktan okuması vacibdir. Unutarak gizli okursa secde-i sehv gerekir.
Tek başına kılan kimse ise, açıktan okunan bu namazlarda muhayyerdir. Yani dilerse açıktan okur, dilerse gizli okur. Açıktan okumak evladır, daha iyidir.
Kazaya kalan sabah, akşam ve yatsı namazlarının farzlarını gece veya gündüz kaza ederken, açıktan okumakta mahzur yoktur. Hattâ açıktan okumak daha evladır. (Hindiyye)
Kazaya kalan, aynı günün sabah, akşam ve yatsı namazları cemaatle kılınıyorsa, imam, vaktinde kılınan gibi açıktan okur.
Vitir namazı da, vaktinde kılınsın veya kaza edilsin, Fatiha ve zamm-ı sure açıktan okunabilir. Kunut duaları açıktan okunmaz.
Tek başına gece Evvabin, Teheccüd gibi nâfile namaz kılan serbesttir, gizli veya açıktan okur, fakat öğle ikindi gibi gündüz kılınan namazlarla, kuşluk gibi nâfile namazlarda gizli okumak vacibdir. (Hindiyye)
Bir kimse, yalnız başına akşam, yatsı veya sabah namazını kılarken, Fatiha'nın bir kısmını okuduktan sonra, bir başka şahıs gelip, o kimseye uyarsa, imam Fatiha'yı açıktan ve tekrar yeni baştan okur. (Hindiyye)
Bir kimseye Fatiha'nın tamamını veya birazını gizli okuduktan sonra imam olursa, Fatiha'yı açıktan tekrarlar, çünkü cemaat olunca geri kalan kısmını sesli okumak vacib olur. Bir rekâtta kıraatin yarısını açıktan, yarısını gizli okuması çirkin olur. Açıktan okunarak tekrarlanması bundandır, yani o kimse sureyi bitirirken imam olsa, hem Fatiha'yı hem sureyi açıktan tekrarlar. (İbni Abidin)
Akşam ve yatsının sünnetlerini kılarken kazaya da niyet eden, açıktan okuyabilir. Gece kılınan Evvabin veya Teheccüd gibi nâfile namazları kılarken, kazaya da niyet eden, açıktan okuyabilir.
Açıktan okumak erkekler içindir. Kadın, hiçbir namazda, yanında kimse olmasa da, sesli okuyamaz. (Redd-ül muhtar)
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Ehl-i sünnete aykırı görüşleriyle ün salan Reşit Rıza'ya hayran biri, (Bu ümmet, Vehhabi'siyle, Sünnî'siyle, Mutezile'siyle, Cebriye'siyle hepsi kardeştir, çünkü ilahı da, peygamberi de birdir. İslam birliğinin kurulması için mezhebi de bir olmalıdır) diyor. Tek hak fırka olan Ehl-i Sünnet vel-cemaat mezhebi ile bid'at fırkalarını karıştırmak, sütün içine idrar, kan karıştırmaya benzemez mi?
CEVAP: Evet, 72 bid'at fırkasını birleştirip tek fırka haline getirmek, süte idrar karıştırmaktan kötüdür. Süt necis olunca dökülür, ama imana necaset karıştırınca insan küfre girebilir. Bu 72 bid'at fırkasının cehennemlik olduğunu Resulullah efendimiz haber vermiştir. Bid'at fırkalarıyla Ehl-i sünneti birleştirmeye kalkmak Resulullah'ın bu konudaki hadis-i şeriflerine savaş açmak demektir. Çok çirkin ve çok yanlış bir iştir.
Müslümanlar için rahmet olan dört hak mezhebi teke indirmenin haram olduğunda icma hâsıl olmuşken, bir de bid'at fırkalarını birbirleriyle karıştırmak daha büyük cinayet olur.
Mason Abduh'un çömezi Reşit Rıza gibi dinde reformcular, (Mezhepler birleştirilerek, İslam birliği kurulmalı) diyorlar. Hâlbuki Peygamberimiz, yeryüzündeki bütün Müslümanların tek bir iman yolunda, dört halifesinin doğru yolunda birleşmelerini emir buyurdu. İslam âlimleri, el ele vererek, çalışıp, dört halifenin itikat yolunu kitaplara geçirdiler. Peygamberimizin emrettiği bu tek yola, Ehl-i sünnet vel-cemaat ismini verdiler. Yeryüzündeki bütün Müslümanların bu tek Ehl-i sünnet yolunda birleşmeleri lazımdır. Bu hainler, mevcut olan bu birliğe katılmayıp, yaldızlı sözlerle Müslümanları aldatmaya ve İslam birliği maskesi altında iman birliğini parçalayarak İslamiyet'i içeriden yıkmaya çalışıyorlar. Bu oyunlara gelmemelidir.
Sual: Namazda, zamm-ı sure olarak uzun birkaç âyet okumak, kısa bir sure okumaktan daha iyi midir? Mesela Âmenerresulü'yü okumak, Kevser suresi okumaktan evla mıdır?
CEVAP: Hayır, kısa veya uzun sure okumak, uzun olsa da bir veya birkaç âyet okumaktan daha sevabdır. Tek sure okumak, birkaç sure okumaktan daha sevabdır. Bir kısa sure kadar üç âyet okumak da, uzun bir âyet okumaktan daha sevabdır.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Kitaplarda, (Emanetçi, emanet edilen altın parayı aynen geri verir. Kaybetmiş veya telef etmişse, benzerini veremez, kıymetini öder. Bir altın lira gasbeden, bunu aynen öder. Bu yoksa benzerini veremez, kıymetini öder) deniyor. Niye benzeri verilemiyor da, kıymeti veriliyor?
CEVAP: Altın paraların biri eski veya yeni tarihli yahut antika olduğu için değeri farklı olabilir. Bunun için, emanet edilenin aynısını vermek gerekir. Benzeri de olsa, başka altın verilemez. Telef olduysa, kaybolduysa, yine benzeri verilemez, çünkü benzerinin kıymeti farklı olabilir. Emanet edilen altın paranın kıymeti, değeri ne ediyorsa onu vermek gerekir.
20 gram bilezik yerine, benzeri olan başka bilezik verilmez. Verilen bileziğin ağırlığı 20 gramdan farklı olabilir. Eğer ağırlığı 20 gramsa, belki ayarı değişiktir. Biri 22, öteki 18 ayar olabilir. Ayarı da, ağırlığı da aynı olsa, bu sefer, işleme, işçilik farkı olur. Onun için emanet edilen altının değeri ödenir.
Bir mal, ya mislî veya kıyemî olur. Mislî malı telef eden, benzerini, kıyemî malı telef eden, değerini öder.
Mislî, çarşıda aynı vasıfta benzeri bulunan mal olup, fiyatları farklı olmaz.
Ağırlıkla, hacimle ve uzunlukla ölçülenlerden fabrikada, tezgâhta yapılan şeyler ve sayıyla ölçülenlerden, aynı büyüklükte olanlar, mesela aynı büyüklükteki yumurtayla karpuz böyledir.
Kıyemî, çarşıda benzeri bulunmayan, bulunsa da fiyatları farklı olan maldır. Uzunlukla ölçülenlerden tarla, elde dokunan halı, ev, dükkân, irili ufaklı olan karpuz kıyemîdir.
İkisine de bir örnek verelim:
Fabrika imalatı olup, modeli de markası da aynı olan bir halıyı telef eden, benzerini alıp verir, ama elde özel olarak dokunmuş bir halının aynısı başka yerde olmadığı için, değeri neyse onu öder.
Sual: Bir yol sorarken veya herhangi bir yardım isterken, yüzü güzel olanları mı tercih etmeli?
CEVAP: Evet. Üç hadis-i şerif:
(İyiliği, güzel yüzlülerden talep edin!) [Beyhekî]
(Hayrı, iyiliği güzel yüzlü olanların yanında arayın!) [Buhârî]
(Bana bir temsilci gönderirken, yüzü ve ismi güzel olanı tercih edin!) [Bezzar]
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Bir kız, nikâhını kıyacak kişiye nasıl vekâlet verir ve vekilde aranan vasıflar nelerdir? CEVAP: (Beni falancayla evlendirmek üzere seni vekil ettim) der. Gerektiğinde, vekilin de başkasına vekâlet verebilmesi için, (Beni falancayla evlendirmek ve dilediğin şekilde hareket etmek üzere seni umumi vekil ettim) der.
Vekâlet vermekte ve vekilde aranan şartlar şunlardır:
1- Vekilin Müslüman, akıllı ve temyiz edici [iyiyi kötüden ayırabilecek özelliğe sahip] olması şarttır. Büluğa ermesi ve erkek olması şart değildir. Mesela on yaşındaki bir kız çocuğu vekil olabilir.
2- Şahitlerin ve vekillerin, evlenecek kızı veya kadını tanımaları, yani kimin hangi kızı olduğunu bilmeleri lazımdır.
3- Vekâlet telefonla veya yazılı olarak verilebilir. Vekil yaparken şahide lüzum yoktur. Şahit olursa iyi olur.
4- Bir kimse iki tarafın yani hem kızın, hem de erkeğin velisi veya vekili olabilir.
5- Bir kimse, birinin velisiyken, ötekine vekil olabilir. Mesela kızın vekili, oğlanın velisi olabildiği gibi, kızın velisi, oğlanın da vekili olabilir.
6- Bir kimse, bir taraftan asil, diğer taraftan veli olabilir. Mesela nikâhlanacak oğlan, kızın velisi olabilir. Evlenecek erkek, kızın vekâletini alarak, şahitler huzurunda nikâh kıyabilir.
7- Baliğ olmayan çocuğu, velilerinden yakın olanı nikâhlar. Veli, Hanefî hariç, üç mezhepte babadır. Baba yoksa, babanın babası ve onun babasıdır. Bunlardan sonra, erkek kardeştir. Bundan sonra, erkek kardeş oğlu, sonra onun oğludur. Sonra amca, sonra amcaoğlu ve onun oğludur. Bunlar yoksa, anne veli olur.
8- Vekil olmayan birinin [mesela baliğ erkek veya kızın velilerinden birinin veya yabancının] yaptığı nikâhı, asil olan işitince reddetmezse, sahih olur.
9- Çocuk baliğ olunca, baba ve dededen başka velilerin yaptıkları nikâhı reddedebilir.
Sual: Cami yapılırken altına hamam, dükkân ve tuvalet yapmak, üstünü de imam ve müezzin için lojman yapmak veya apartmanın giriş katını mescid yapmak caiz olur mu?
CEVAP: Evet, hepsi caizdir.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Nâfile ibadetleri teşvik için, farzlar gibi açıktan yapmak uygun olur mu? CEVAP: Riya yani gösteriş korkusu yoksa, teşvik maksadıyla nâfile ibadetleri açıktan yapmak caiz olur. Riya tehlikesi varsa yahut riyaya yol açabilecekse, nâfile ibadetleri gizli yapmalıdır.
İslam âlimleri, (Bir hayrın yapılmasına yol gösteren, onu yapan gibidir) hadis-i şerifine göre, sadakayı açıktan vermenin, iyiliği açıkça yapmanın iki kat sevab olduğunu bildirmiştir. Biri, sadaka sevabı, ikincisi ise, başkalarını teşvik etmek sevabıdır. Bir hadis-i şerif:
(Sadakayı gizli vermek, açıktan vermekten efdaldir, ancak örnek olmak, teşvik etmek için açıktan verilen sadaka, gizli sadakadan efdaldir.) [Deylemî]
Riya endişesi olursa sadakayı gizli vermek daha sevabdır. (Yâ Resulallah, hangi sadaka daha faziletlidir?) diye sorulunca, (Az maldan gizli verilen sadaka) buyurup, (Eğer sadakayı açık verirseniz güzel olur, gizli verirseniz sizin için daha hayırlıdır) mealindeki âyeti okudu. (Taberanî)
İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: Farzlar yapılırken araya riya karışmaz. Nâfile ibadetlerde ise, gösteriş çok olur. Bunun için, zekâtı açıktan vermek gerekir. Nâfile olan sadakayı gizli vermeli ki, böylece kabul olma ihtimali fazla olur. (2/82)
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Gizli sadaka daha iyidir.) [Bekara 271]
(Rabbinize yalvararak, gizli, sessiz dua edin!) [Araf 55]
(Rabbini içinden zikret!) [Araf 205]
Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Allah'ı gizlice zikredin!) [İbni Mübarek]
(Hafaza meleklerinin işitmediği zikir, işittikleri zikirden 70 kat daha kıymetlidir.) [Beyhekî]
(Kıyamette, Allahü teâlânın himaye ettiği yedi kişiden biri, sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek kadar sadakayı gizli verendir.) [Buhârî]
(Gizli verilen sadaka, Allah'ın gazabını söndürür.) [Beyhekî]
(Sadakayı gizli vermek, iyilik hazinesidir.) [Taberanî]
(En üstün sadaka, gizli verilendir.) [Taberanî]
(Farzlar hariç, evde kılınan namaz, mescidimde kılınandan üstündür.) [İ. Âbidin]
(Farzlar hariç, evde kılınan namaz daha hayırlıdır.) [Buhârî]
(Tenhada kılınan nâfile namazın sevabı, açıkta kılınandan 25 kat daha fazladır.) [İ. Ahmed]
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: İnsanların gönlüne hoş gelsin diye elindekileri dağıtmak cömertlik sayılsa da, asıl cömertlik, başkalarının da imana kavuşmasına çalışmaktır. Ebu Bekr-i Sıddîk, Müslüman olur olmaz, (Yâ Resulallah, beni seven, beni dinleyecek altı arkadaşım daha var. Hemen getireyim, onlar da bu imana kavuşsunlar) dedi. İşte asıl cömertlik budur. Yani kendisi için sevdiği şeyin, kavuştuğu nimetin, bir başkası tarafından da elde edilmesini istemek, asıl cömertliktir.
(Farzlardan sonra en çok sevab, din kardeşine iyilik edene verilir) hadis-i şerifi, iyiliğin önemini bildirmektedir, fakat iyiliğin en üstünü, insanları ateşte yanmaktan kurtarmaktır. Mal mülk, ev, araba, yemek vermek de iyiliktir, ama bir kimseye yapılacak en büyük iyilik, ona doğru imanı, farzı, vacibi öğretmek veya öğretilmesine sebep olmaktır, mesela Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından bir kitap vermektir. Bu iyilik, farzlardan sonra Allahü teâlânın en çok sevab verdiği bir ibadettir.
Din büyüklerimiz, (Sana biri dinini öğrenmek için gelirse, ona hizmetçi ol) buyuruyorlar. Asıl iş, bir kişinin daha dinimizi öğrenmesine sebep olmaktır. Merhum hocamız buyurdu ki:
(Bir kişi o kadar zengin olsa ki, dünyanın her şeyi, yerin altı ve üstü onun olsa ve hepsini Allah yolunda sadaka olarak fakirlere dağıtsa, alacağı sevab, unutulmuş bir sünneti meydana çıkarmak sevabı yanında hiç kalır. Hakikat Kitabevi'nin kitaplarıyla iman ve farzlar da yayılıyor. Emr-i maruf sevabı, hiçbir şeyle kıyaslanamaz.)
Dünya hayatı hayaldir. Esas hayat, öldükten sonra başlar. Elde fırsat varsa, birine iyilik yapmalıdır. (İnsanların iyisi, insanlara faydalı olandır) buyuruluyor. Mümin herkesten dua alan, elinden ve dilinden emin olunan insandır. Asla ondan zarar gelmez. Hep etrafına faydalı olur.
Allahü teâlânın mahlûklarına karşı merhametli ve şefkatli olan, daima merhamet ve şefkatle karşılanır. Eden kendine eder. İyilik eden de, kötülük eden de kendine eder.
Peygamber efendimiz, (Sadaka belayı önler, ömrü uzatır) buyuruyor. Verilen şeyin ne olduğuna ve miktarına bakmayalım. Yeter ki bizden az da olsa bir şeyler çıksın!
Cömert olan kimse, kâfir bile olsa, son nefeste iman etme ihtimali vardır. Kâfir olarak ölse bile, Cehennemde azabı daha az olan yere konur.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Merhum hocamız, sık sık buyururdu ki: 1- Hayat hayaldir. 2- Dünya fanidir. 3- İnsan demek âciz demektir.
Mümine hizmet edenlere hesap da yoktur, azap da yoktur. Ubeydullah-i Ahrar hazretleri buyuruyor ki:
("Allah sevgisine, Allahü teâlânın rızasına nasıl kavuşulur?" sorusunun cevabını 700 âlim, 700 farklı şekilde vermişler. Ben de şöyle bir cevap verdim ve o 700 âlimin verdiği cevabı içine alan bir cevap oldu: Allah sevgisine, Allahü teâlânın rızasına kavuşmanın en kestirme yolu, Onun kullarına iyilik etmektir.)
Rahman sûresi 60. âyetinde mealen, (İyiliğin karşılığı ancak iyiliktir) buyuruldu. Kim birine zerre kadar iyilik ederse, karşılığını mutlaka görecektir. Kim birine bir iyilik yaparsa, Cenâb-ı Hak yaptığı o iyilik için kabirde bir melek yaratır ve o kişi ölünceye kadar, kabrinde ona istiğfar eder, kabre gelince onu karşılar ve (Sen mümin kulu ferahlandırdığın gibi, ben de seni ferahlandırırım) der.
Dünyadaki pişmanlık bir nimettir ama öldükten sonraki pişmanlık bir felakettir. Nitekim Kur'an-ı kerimde bildiriliyor: Allah'a iman etmeyenler, Peygamber efendimizin getirdiklerine inanmayanlar, beğenmeyenler, din-i İslam'ı kabul etmeyenler, Cehennemde feryat edecektir. (Yâ Rabbi bizi tekrar dünyaya gönder, hiç günah işlemeyeceğiz, hep ibadet edeceğiz) diyeceklerdir. Onlara, (Siz zaten oradan gelmediniz mi?) denilecektir.
Peygamber efendimiz, (Eğer benden sonra peygamber gelseydi Ömer peygamber olurdu) buyuruyor. Hazret-i Ömer, imza yerine yüzüğünü kullanırdı, üzerine, (Kefâ bil-mevti vâızan yâ Ömer) cümlesini kazımıştı. (Yâ Ömer, ölüm en iyi vaaz verici olarak, nasihat verici olarak sana yetmez mi?) demektir. O yüksekliğine rağmen, ücretli birini tuttu. (Beni nerede görürsen gel, "Yâ Ömer, bir gün öleceksin!" de ve git) diye talimat verdi. Epey zaman bu vazifeye devam eden o memura bir gün, (Artık vazifen bitti) buyurdu. Memur şaşırdı, (Efendim bir kusur mu işledim?) dedi. Hazret-i Ömer, (Hayır, vazifeni çok güzel yaptın. Ama artık sana ihtiyacım kalmadı. Çünkü sakalıma ak düştü. O beyazı gördükçe artık ölümü hatırlıyorum) buyurdu.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: İslâmiyet'e hizmet niyetiyle, yani iyi niyetle bir dînî site hazırladım. Fakat içinde dine aykırı şeyler de var. Mesela her çeşit müziğin yanında, çeşitli yazarların Ehl-i sünnete aykırı yazıları var. Ama ameller niyetlere göre olduğu için (Birkaç okuyucunun duasını alsam yeter) diyorum. Yanlış mı düşünüyorum?
CEVAP: Elbette yanlıştır. (Ameller niyete göredir) hadis-i şerifi, iyi ve mubah işler içindir. Yoksa haram olan işler, iyi niyetle de yapılsa haram olmaktan çıkmaz. Yapılan bir haram işten dolayı biri Allah razı olsun dese, öteki de âmin dese, her ikisinin de kâfir olacağı din kitaplarında yazılıdır.
İyi niyetle haram işlenmez. Mesela namaz kılmak ve oruç tutmak gayesiyle, kuvvetlenmek için şarap içmek helâl olmaz. Gâvur kızını Müslüman yapmak için onunla dans edilmez. Cehennemin iyi niyetli kimselerle dolu olduğu hadis-i şerifle bildirilmiştir. Yani sevab kazanmak niyetiyle yanlış işler yüzünden Cehenneme gidileceği bildiriliyor. Bir şeyin aklımıza göre iyi olması dinen de doğru olmasını göstermez. Böyle uygunsuz sitelerin vebali büyüktür.
Sual: Bulgaristan'dan gelen bir hoca, (Tuvalette, önce necaset tuvalet kâğıdıyla temizlenir, daha sonra su ile taharet alınır. Böyle yapılmazsa, necaset bulaşan el, 70 kere yıkansa yine temizlenmez) diyor. Böyle bir şey var mı?
CEVAP: Tamamen uydurmadır. Genelde gayrimüslimler böyle yapıyormuş. Kâğıtla necaseti temizleyip elini dokundurmadan su akıtıyorlarmış. Bu hoca da, onlardan görmüş veya duymuş olabilir. Necaset kâğıtla temizlenmez. Necaset parmakla alınır, sonra parmak yıkanır. Kalan necaset de temizlendikten sonra, tuvalet kâğıdıyla veya bezle kurulanmak iyi olur. Tuvaletten çıkınca, eli sabunla bile yıkamak gerekmez. Normal suyla yıkanınca el necasetten temizlenmiş olur.
Sual: Tuvalette sünnete uygun oturmak için, iki eli mi, yoksa tek elimi yanağa koymak gerekiyor?
CEVAP: Normal durumlarda, sağ el sağ yanağa, sol el sol yanağa konur. İhtiyaç olunca elin biri veya ikisi indirilip kullanılabilir.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Dinde, kendi aklını esas alan biri, (Kur'anda ve hadiste Sırat köprüsü diye bir şey yoktur. Eğer öyle bir köprü varsa, Allah beni oradan geçirmesin) diyor. Sırat köprüsü yok mu?
CEVAP: Aklını dinden üstün gören Mutezile denilen sapıklar Sırat köprüsünü inkâr ediyorlar. Ehl-i sünnet âlimleri, Sırat köprüsünün hak olduğunu naslarla ispat etmişlerdir. Kur'an-ı kerimde mealen, (Onları Cehennem Sıratına [Sırat köprüsüne] götürüp hapsedin! Çünkü onlar sorguya çekileceklerdir) buyuruluyor. (Saffat 23, 24)
Nuhbet-ül-Leali kitabında diyor ki: Sırat, Cehennem üzerinde bir köprüdür. Bir âyette mealen, (İçinizden hiçbiri istisna edilmemek üzere mutlaka Cehenneme varacaktır. Bu, Rabbinin katında kesinleşmiş bir hükümdür. Ancak cennetlikler yanmadan geçecekler, cehennemlikler ise ateşe düşeceklerdir) buyuruluyor. (Meryem 71)
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Sırat köprüsünden ümmetiyle ilk geçecek peygamber benim.) [Buharî]
(Kıyamet gününde Cehennemin üzerine Sırat köprüsü kurulur.) [Buharî, Müslim]
(Kıyamette Sırat köprüsünün başında dururum. Allahü teâlâ, "Dilediğini iste, istediklerine şefaat et, şefaatin kabul olunacaktır" buyurur. ) [İ. Ahmed]
(Ehl-i beytimi ve Eshabımı çok seven Sırat köprüsünden kolay geçer.) [Deylemî]
(Cehennem ateşi, Sırattan geçen müminlere, "Ey mümin, tez geç, senin nurun nârımı söndürüyor" der.) [Taberanî]
(Sırat köprüsünü ilk geçenler, beş vakit namazı cemaatle kılanlardır.) [Taberanî]
(Bana getirilen salevat, Sırat köprüsü üzerinde size nur olur.) [Dâre Kutnî]
(Namaz, Sırat köprüsü üzerinde nurdur.) [Dâre Kutnî]
(Sırat köprüsü, Cehennemin üzerinde, Cennete giden yoldadır.) [Hatîb]
(Kurbanlarınız Sırat köprüsünde bineklerinizdir.) [Deylemî]
(Bid'at ehli Sırattan geçemeyip, Cehenneme düşer.) [İbni Asakir]
İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: Cehennem üzerindeki Sırat köprüsünden geçilecek, iyiler geçip Cennete gidecek, cehennemlikler, Cehenneme düşecektir. (3/17)
Köprü denilince, bilinen köprüler gibi zannedilmemeli! (Sınıf geçmek için imtihan köprüsünden geçilir) diyoruz. Hâlbuki imtihanın, köprüye benzer tarafı yoktur. Sırat köprüsü de, bilinen köprülere veya imtihan köprüsüne hiç benzemez. (S. Ebediyye)
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında, kaynağı yazılmamış olan hadisler, keşifle söylenmiş yani uydurmadır) diyenler var. Bu mümkün mü?
CEVAP: Ehl-i sünnet âliminin sözü dinde senet olduğu için, genelde hadis-i şeriflere kaynak vermezler. İcazetli âlim demek, kendisi kaynak, delil olan âlim demektir. Kitaplarına bir tek uydurma hadis yazmazlar. Keşifle söylenmiş hiçbir hadis yoktur. (Evliya hadisleri keşifle söyler) demek iftiradır. Kaynak verilmemesi, keşifle söylendiğini göstermez. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında uydurma hadis var diyenin ya aklı veya dini bozuktur. O büyük zatların kitaplarında şu sebeplerden dolayı uydurma hadis olmaz:
1- Uydurma bir hadisi kitabına almak, ihmal, gaflet, cehalet, dalalet veya ihanetten ileri geldiğine göre, hangi İslam âlimi, ihmalkâr, gâfil, cahil, sapık ve hain olabilir? Biz dini bunlardan öğrendik. Bu âlimleri böyle suçlamak, hangi Müslümana yakışır?
2- Ehl-i sünnet âlimlerinin böyle kötü vasıfları olsa, Allahü teâlâ onları över mi? (Bilmiyorsanız âlimlere sorun!) der mi? (Verdiğimiz örnekleri ancak âlimler anlar) ve (Allah'tan ancak âlimler korkar) buyurur mu? Allah'tan korkan insan nasıl kitabına uydurma hadis alır?
3- Resulullah efendimiz, (Ehl-i sünnet âlimleri benim vârislerimdir) ve (Ümmetimin âlimleri, benî İsrail peygamberleri gibidir) der mi hiç? Böyle övülen âlimler kitaplarına nasıl uydurma hadis alabilir? Zerre kadar aklı ve ilmi olan, bu iftirayı nasıl yapabilir?
4- Resulullah efendimizin, (Hadis uyduran, Cehennemdeki yerine hazırlansın) hadis-i şerifini kitaplarına alan âlimler, uydurma hadis naklederek, hiç mi Cehennemden korkmuyorlar ve bu cinayeti nasıl işleyebiliyorlar? Böyle bir iftira nasıl yapılabiliyor?
5- Ehl-i sünnet âlimlerinin hepsi icazetlidir. İcazetli bir âlimin kitabında, uydurma hadis var denirse, icazeti veren âlime suizan olur. Bu âlimler, uydurma hadisle sahih hadisi bilmeyecek kadar cahil değillerdi. Kısacası Ehl-i sünnet âlimlerine (Uydurma hadis yazıyor) diyenlerin kendilerinin uydurma olduğu anlaşılır.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında uydurma hadis var diyenler kimlerdir? CEVAP: Uydurma bir söze hadis demek, ne kadar yanlış ve tehlikeliyse, hadis kitaplarındaki veya İslam âlimlerinin kitaplarındaki hadisleri inkâr etmek de, o kadar yanlış ve tehlikelidir. Hadislere uydurma diyenler şunlardır:
1- Hadisleri kaynak kabul etmeyen ve İslamiyet'i içeriden yıkmaya çalışan, yalnız Kur'an diyen zındıklar, hadislere uydurma derler. İki hadis-i şerif:
(Kur'andan başka delil kabul etmem, diyenler çıkacaktır.) [Ebu Davud]
("Hadisi bırak, Kur'ana bak" diyerek beni yalanlayanlar çıkacaktır.) [Ebu Ya'la]
2- Ecdadı kötüleyenler, "Atalarının izinden gidenler" diye Müslümanları kötüleyen ve eski âlimleri bilgisizlikle suçlayan mezhepsizler, İslâm âlimlerinin kitaplarında uydurma hadis olduğunu söylerler. Bir hadis-i şerif:
(Sonra gelenler, önceki âlimleri cahillikle suçlayacaklardır.) [İbni Asakir]
3- Usûl-i hadis ilminde müctehid olan bir âlim, bir hadisin sahih olması için lüzum gördüğü şartları taşımayan bir hadis için, mevdu yani (Benim ictihadıma göre hadis değildir) diyebilir. Seyyid Abdülhakim Arvâsî hazretleri buyuruyor ki: (Usûl-i hadis ilminde müctehid olan bir âlim, bir hadisin mevdu olduğunu ispat edince, bu ilmin bütün âlimlerinin de, mevdu demesi gerekmez, çünkü mevdu diyen müctehid, bir hadisin sahih olması için lüzum gördüğü şartları taşımayan bir hadis için, "Benim mezhebimin usulünün kaidelerine göre mevdudur" der. Yoksa "Resulullah'ın sözü değildir" demek istemez. Yani, "Hadis denilen bu sözün hadis olması, bence anlaşılmadı" demektir. Bu âlime göre, hadis olmaması, hakikatte hadis olmadığını göstermez. Hadis usulü ilminin başka bir müctehidi de, hadisin doğru olması için aradığı şartları bu sözde bulunca, "Hadistir, mevdu değildir" diyebilir. Dört mezhep arasında ayrılık bulunması, sözlerinin yanlış olacağını göstermediği gibi, hadisler için de, böyledir. Böyle şeyler, ictihad işi olduğundan, bir müctehidin mevdu demesiyle, gerçekte mevdu olması gerekmez.)
İctihad ictihadla nakzedilemediği gibi, hadis de başka hadisle nakzedilemez. Bir müctehid, (İmam-ı a'zamın ictihadı yanlıştır, zayıftır) gibi bir şey söylemez. Söylese de, Hanefi mezhebindekiler için geçerli olmaz. Hadisler için de, durum aynıdır. Mesela Nesaî, Taberanî'deki bir hadise uydurma diyemediği gibi, Taberanî de, Nesaî'deki bir hadise mevdu demez. Dese de, sadece ona göre mevdu olur.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Kaza ve beladan korunmak için hangi duaları okumak gerekir?
CEVAP: İhlas, Felak, Nas ve Fatiha suresini akşam, sabah üçer kere okuyan, malını, canını, çoluk çocuğunu, bütün belalardan muhafaza etmiş olur. (İslam Ahlakı)
Korkulu yerde ve düşman karşısında, emin ve rahat olmak için Kureyş sûresini okumalı. Tecrübe edilmiştir. Gece ve gündüz, hiç olmazsa, 11 defa okumalıdır!
İmam-ı Rabbânî hazretleri, talebeleriyle uzak bir yere giderken, gece, bir handa kaldılar. (Bu gece bir bela zuhur edecektir. [Besmele ile] "Bismillâhillezî lâ-yedurru me'asmihî şey'ün fil-erdı velâ fissemâi ve hüves-semî'ul'alîm" duasını üç defa okuyun) buyurdu. Gece büyük yangın oldu. Her odada eşyalar yandı. Duayı okuyanlara bir şey olmadı. Dert, bela, yıldırım, fitne, hastalık, nazar, sihir ve zâlimlerin şerrinden korunmak için, sabah akşam, İmam-ı Rabbânî hazretlerinin bildirdiğini hatırlayarak, 3 defa okumalı. Birkaç hadis-i şerif:
("Bismillâhillezî lâ-yedurru me'asmihî şey'ün fil-erdı velâ fissemâi ve hüves-semî'ul'alîm" duasını sabah 3 kere okuyana, akşama kadar, akşam okuyana da, sabaha kadar hiç bela gelmez.) [İbni Mace]
(Evinden çıkarken iki rekât namaz kılan, dışarıdan gelecek her çeşit beladan korunur. Evine girince iki rekât namaz kılan da, içteki kötülüklerden korunmuş olur.) [Beyhekî]
("La ilahe illa ente sübhâneke, innî küntü minez-zâlimin" duasını okuyan, dert ve beladan kurtulur.) [Hâkim]
("Euzü bikelimâtillahittammâti min şerri mâ haleka" duasını okuyana, o yerden kalkıncaya kadar, hiçbir şey zarar veremez.) [Müslim]
(Cuma namazından sonra, yedi defa İhlas, Felak ve Nas surelerini okuyanı, Allahü teâlâ, bir hafta, kazadan, beladan ve kötü işlerden korur.) [İbni Sünnî]
(Aksırınca "Elhamdülillah" diyeni, Hak teâlâ yetmiş çeşit beladan korur.) [İslam Ahlakı]
(Sabreden beladan kurtulur.) [İslam Ahlakı]
Sual: Bir hadis-i şerifte, fitne zamanında sünnete sarılana yüz şehid sevabı verileceği bildiriliyor. Bu hangi sünnettir?
CEVAP: Buradaki sünnet, Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadı demektir. Fitne fesat zamanında İslamiyet'e uymak, kâfirlerle savaşmak gibi güç olacağı için, bu itikada sahip olana ve beş vakit namazı cemaatle kılana yüz şehid sevabı verileceği din kitaplarında yazılıdır. Muteber kitapları dağıtarak Ehl-i sünnet itikadını yayana verilecek sevab elbette daha çoktur.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Dinimize uymak saadettir, huzurdur. Dinimiz bir ilaçtır, herkese şifadır. İman ederse, âhirette de şifa bulur, iman etmezse sadece dünyada rahat eder. Çünkü Cenab-ı Hak kullarına zulmetmez. Daima iyi ve faydalı şeyleri emreder. Eğer bir rahatsızlık, bir uyumsuzluk varsa bizdendir. Eshab-ı kiramın büyüklerinden Cabir bin Abdullah hazretleri anlatıyor:
Resulullah efendimizin sohbetindeydik. Beyaz yüzlü, güzel saçlı, üzerinde beyaz elbise olan biri huzura geldi. Selam verdi. Resulullah efendimiz onun selamını aldı. o beyaz elbiseli zat sordu:
— Yâ Resulallah, dünya nedir?
— Dünya, uykudaki bir kimsenin rüyası gibidir.
— Yâ Resulallah, âhiret nedir?
— Kiminin Cennete, kiminin Cehenneme gideceği ebedî hayattır.
— Dünyayı terk edene, sonsuz nimetlerin verildiği yerdir.
— Dünyayı isteyip âhireti unutana verilen yerdir.
— Bu ümmetin hayırlısı kimdir?
— Allah'a itaat eden ve ömrünü Onun yolunda tüketendir.
— İnsan dünyada nasıl olmalıdır?
— Geçip giden veya kâfilesini arayan bir yolcu veya acele işi olan biri gibi olmalı.
Bundan sonra o kişi geçip gitti. Nereye gittiği görülmedi.
Resulullah efendimiz, (Bu gelen Cebrail aleyhisselam idi, sizin dünya için kanaatkâr, âhirete de rağbetli olmanızı temin için geldi) buyurdu.
Bu yüzden, dünya işlerinde kanaatkâr olmalı, olduysa şükretmeli, (Rabbim bana bunu ihsan etti, elhamdülillah) demeli. Olmadıysa isyan etmemeli, sabretmeli. Kime isyan edeceğiz? Veren de, alan da Hak'tır, bunu anlamayan ahmaktır.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: İnsan, dünya peşinde koşarken dağdan bırakılan bir kaya gibi yuvarlanır, yuvarlandıkça hızı artar, hızı arttıkça daha çok yuvarlanır. Velhasıl, Allah muhafaza etsin, öyle bir yere düşer ki, artık onu oradan hiç kimse kaldıramaz. İnsanı frenleyen dinimizdir. İnsan, namaz kıldığı zaman frenlendiği gibi, oruç tuttuğu zaman da frenlenir. Dağdan yuvarlanırken biraz durur. Bayramdan sonra da, ya hızı azalmış olarak devam eder veya artık tamamen kendine gelir. O hâlde, dinimizin emir ve yasakları, hiç durmaksızın dünya malı peşinde koşan, başka hiçbir şeyi görmeyen insanın önüne konan en güzel setler, en güzel frenlerdir.
(İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar) hadis-i şerifi de gösteriyor ki, dünya rüyadır, âhiret ise, yaşanacak ebedî hayattır. Allahü teâlâ âhireti tercih edene Cenneti, dünyayı tercih edene Cehennemi verecektir. Bu bir tercih meselesidir.
Kişi rüyada zengin veya fakir olur, hasta veya sıhhatli olur, dünya ehli de, ya mükâfat veya ceza görür. Üçüncü bir yer yoktur. Dünyadaki mal mülk âhirette geçmez. Âhirette geçerli olan ancak Allah için verdiklerimizdir. Allahü teâlâ, dünya malını sahiplenmeyen, onun bir emanet olduğuna iman eden kimseler için ebedî Cenneti verecektir. Herkes bu dünyada kiracıdır, mal sahibi değildir. Hazret-i Ali'nin mühür olarak kullandığı yüzüğünde, (El mülkü lillah) yani (Mülk Allah'ındır) yazıyordu. Bu, bir âyet-i kerime mealidir. Burada kimsenin mülkü olamaz. Kullanma yetkisi verilmiştir, ama sahiplenemeyiz, çünkü mülkün sahibi Allahü teâlâdır, bizler birer emanetçiyiz.
(Bu dünyada garip gibi yaşa, yolcu gibi ol ve kendini ölmüş kabul et!) hadis-i şerifine uymalı. Çünkü bütün eşin, dostun, ailen mezarın başında seni yalnız başına bırakacaktır. Durakta bekleyen veya uçağa, vapura binecek bir yolcu gibi ol! Kendini ölmüş kabul et!
Dolayısıyla ölümü hatırlamak da insanı frenler. Merhum hocamız, (Eğer bir şey mutlaka olacaksa, onu olmuş bilmeli) buyururdu. Çünkü bugün değilse, yarın bir gün mutlak olacaktır.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Zehir alıp satmak haram olduğu gibi, bir zehir olan tütünü ekmek ve ticaretini yapmak da haramdır. Devlet bile sigara öldürür dediğine göre, bunun ticareti nasıl mubah olur?) deniyor. Bu sözlerde doğruluk payı var mı?
CEVAP: Bu, nakli esas almayan indî bir görüştür, dinde yeri yoktur. Devletin yazması dinde ölçü gibi gösterilemez. Madem devletin sözü dinde geçerli ise, insanı öldüren sigarayı devlet niye tamamen yasaklamıyor? Uyuşturucu hemen öldürmese de onu niye yasaklıyor? At eti yemek tenzihen mekruhtur, yani helâl sayılır. Helal olan at etini yasaklıyor da, haram olan domuz etini niye yasaklamıyor? Demek ki devletin bir şeyi yasaklaması, o şeyin haram olmasını gerektirmez. Devlet yasakladı diye at eti haram, yasaklamadığı için domuz eti helâl olmaz.
Tütünün zararını kimse inkâr edemez. Ancak çoğu zarar veren bir şeyin yetiştirilmesinin ve satılmasının haram olduğunu söylemek, dinimize aykırıdır. Bazı cahillerin, (Eski âlimler tütünün zararını bilmediği için haram olmadığını söylemişlerdir) demeleri, ilmî değildir, çünkü tütünün zararları bilinmese bile, zehirli otların zararları bilinmekteydi. Afyon ve türevleri olan eroin, kodein, morfin ve baldıran, zakkum, esrar, kafein, kokain gibi zehirli otlar ve diğer zehirler, eskiden de biliniyordu. Bilinen bu zehirli otların, sarhoş etmeyecek, zarar vermeyecek miktarlarının haram olmadığı, az miktarlarını ilaç olarak kullanmanın caiz olduğu, Feth-ur-rahim, Dürr-ü-muhtar, Redd-ül-muhtar gibi fıkıh kitaplarında yazılıdır. Hangi İslam âlimi, afyon ve esrar gibi zehirli otları ekmeye ve satmaya haram demiştir?
Nikotinden, çeşitli alanlarda faydalanıldığı gibi, bitki hastalıklarıyla mücadelede bitkileri saran dış asalakları öldürmek için de kullanılır. Yani faydalı yerlerde de kullanılır.
Üzümden şarap yapılıyor diye üzüm ticaretini yasaklamak nasıl ilme aykırıysa, tütün ekimine de haram demek böyle ilme ve dine aykırıdır. Tütün ticaretine haram demek, demirden bıçak yapılıp insanlar öldürülür diye, demir ticaretini yasaklamak veya tıka basa çok ekmek yemek haramdır diye fırıncılığa günah demek gibi çok yanlış bir iştir.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Afyon, kenevir ve tütün ekimi ve ticareti haramdır) deniyor. Zehirli ot yetiştirip tıpta ve sanayide kullanmanın ne sakıncası var ki?
CEVAP: Bunları ekmek ve satmak haram değildir. Bu konuda din kitaplarında şöyle bildiriliyor:
Skamonya denilen zehirli mahmude otunu müshil olarak kullanmak ve diğer katı zehirli ilaçları az miktarda kullanmak haram olmaz. Bunların az miktarını kullanmak caizdir. Zarar veren çok miktarlarını kullanmak haramdır. (Redd-ül-muhtar)
İmam-ı Nevevi hazretleri buyuruyor ki:
Kenevir bitkisinden elde edilen esrarın, sarhoş etmeyen miktarını ilaç olarak kullanmak caizdir. (Mühezzeb)
Afyonun da sarhoş etmeyen az miktarı haram değildir. (Feth-ur-rahim)
Afyon ve diğer zehirli otların alınan çok miktarları haramdır, fakat az miktarlarını ilaç olarak kullanmak caizdir. (Zevacir)
Uyuşturucu benc otu mubahtır. Bununla sarhoş olmak haramdır. (Dürr-ül-muhtar)
(Çoğu sarhoş edenin azı da haram olur) hadis-i şerifi sıvı içkilere mahsustur. Zehirli bitkileri ve sarhoş edici katı ilaçları az miktarda, ilaç olarak kullanmak haram olmaz. (Redd-ül-muhtar)
Bazı kimselere balık eti, süt, yumurta, biber gibi şeyler zarar verir. Bunlar, yalnız zarar verenlere haram, mekruh olur. Zarar vermeyenlere ise mubahtır. (Hadika)
Bu vesikalar karşısında, afyon, kenevir ve tütün ekimine, ticaretine haram demek çok yanlıştır. Bu bitkiler zehirliyse de, tıpta, sanayide de kullanıldığı için, ticaretine haram demek çok veballi bir iştir. Allahü teâlâ lüzumsuz bir şey yaratmamıştır. (Bu zehirli otları lüzumsuz yaratmıştır) demek insanı küfre düşürür. Bu zehirli otlar, nerelerde faydalı ise, oralarda kullanılmalıdır.
Sual: Guslettikten sonra, yine meni gelirse, tekrar gusletmek gerekir mi?
CEVAP: Az da olsa, gusülden önce idrar çıkarmışsa gusül gerekmez. İdrar çıkarmamışsa, gusülden sonra gelen meni, şehvetle gelen meninin parçası olduğu için tekrar gusül gerekir. Bunun için, idrar yaptıktan sonra gusletmeli. Mâlikî'de, yerinden şehvetle de ayrılmış olsa, dışarıya şehvetle çıkmazsa, gusül gerekmez. Şâfiî'de ise, idrar yaptıktan sonra da gelse, gusül gerekir. Çünkü Şâfiî'de şehvetle çıkma şartı yoktur. Yalnız her gelen akıntıyı meni sanmamalı. Özellikle, yapışkan prostat sıvısı meni sanılmaktadır.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Bir ateist, (Tanrı'nın, beni dünyaya getirirken bana sormadığı, benim görüşümü almadığı hâlde, yaptıklarımdan beni sorguya çekmesi adalete aykırı değil midir?) diyor.
CEVAP: Adaletin ne olduğunu bilmediği için ateist böyle konuşuyor. Allahü teâlânın adaletiyle kulların arasındaki adalet çok farklıdır. Bu yanlışlıktan dolayı, ateist işin içinden çıkamıyor ve kendisinin sorguya çekilmesini adaletsizlik sanıyor.
İnsanlar arasındaki adalet, bir âmirin, ülkesini idare için koyduğu kanunlar içinde hareket etmesidir. Zulüm ise, bu kanunun dışına çıkmaktır. Her şeyi yoktan yaratan Allahü teâlâ, hâkimler hâkimi, her şeyin asıl sahibi ve tek yaratıcısıdır. Üstünde bir âmiri, sahibi yoktur ki, Onu bir kanun altında bulundursun. Bundan dolayı, (Allah'ın yaptığı şu iş, adalete uymuyor) denmez.
Adaletin bir başka tarifi ise kendi mülkünde olanı kullanmak demektir. Zulüm ise, başkasının mülküne tecavüzdür. Allahü teâlâ, kâinat ve içinde bulunan her şeyin yaratıcısı olup, Ondan başka yaratıcı bulunmadığına, hiçbir kimse, hiçbir şeye sahip olmadığına göre, Rabbimizin yaptığı işler, hiç kimsenin malına, mülküne tecavüz değildir. Ne yaparsa yapsın, Onun yaptığı işler için, (Adalete uymuyor) denmez. Yasak ettiği bir şeyi, daha sonra serbest bırakabildiği gibi, önceden serbest ettiği bir şeyi de daha sonra yasaklayabilir. Mülk Onundur, dilediği gibi kullanır. Kimsenin bir şey sormaya hakkı yoktur. Canlı, cansız, insan ve hayvan hepsi Onun mülküdür. Dilediği gibi tasarruf eder. Bize konuşma özelliğini ve ateiste, bu iş adalete uygun değil diye düşünme yeteneğini veren de Odur. Mülk Onundur. Her şeyi ve herkesi yoktan var eden Odur. (Şöyle yapanı Cehenneme, şöyle yapanı Cennete koyarım) diyerek imtihana soktu. Kazananı Cennete, kaybedeni Cehenneme atar. Aslında imtihan yapmadan da, istediğini Cennete, istediğini de Cehenneme koyabilirdi. Mülk Onundur, başkasının malına mülküne tecavüz yok ki, adalete aykırı densin! Allahü teâlâ, yarattıklarının hepsini Cehenneme atsa, yine adaletsizlik olmaz. Başka birinin malını atmıyor ki, adalete uymasın. Ama O merhamet etmiş, (Şunları yapanı Cennete koyarım) demiş, bu da Onun bir ihsanıdır. Cehenneme atsaydı, bir şey diyebilir miydik, itiraz edebilir miydik? Ateist gibi itiraz edilse de ele ne geçerdi?
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: İlahiyatçı sapık biri, (Tanrı'nın bana sormadan beni kısa boylu yaratması adalet midir?) diyor. Bu yanlış değil mi?
CEVAP: Allahü teâlâ dileseydi onu, kedi, köpek, domuz olarak da yaratabilirdi. (Niye beni hayvan yarattın?) demeye hakkı olmazdı. Bakkaldan çay ve şekeri alırız, kimi onunla çay içer, kimi de helva yapar, yer. Şekerin bir şey demeye hakkı var mı? (Ne diye falanca bakkaldan aldığını çayla içtin de, beni helva yaptın?) demeye hakkı olmaz. Madem şeker benim malımdır, mülkümdür, onu dilediğim gibi kullanırım. Başkasının, (Bu şekerle niye helva yaptın?) demeye hakkı olamaz.
Bir insan domates alır, bununla salata yapar, tuzlu veya tuzsuz yer, domates buna müdahale edemez. Çöpe atılsa da bir şey diyemez. Bütün meyve ve sebzeler böyledir. Hayvanlar da böyledir. Bir kimse, bir kuzuyu keser, kızartır, yer, sucuk yapar, köpeğe verir. Kuzu ona, (Niye öyle yaptın?) diyemez, çünkü mal onundur. Kuzuya sorsak, elbette (Beni kesme!) der. Yılana sorsalar, (Ben yılan değil, aslan veya insan olmak isterdim) diyebilir. Yılanın, (Beni niye inek yaratmadın, beni niye kadın yaratmadın?) demeye hakkı yoktur.
Kölelik dönemlerinde insan kölesini istediği gibi çalıştırırdı. Köleye hiç sorulmazdı. Sorulsa, niye çalışmak istesin, elbette hür olmak isterdi. İşte bütün insanlar da, Allahü teâlânın kulu, kölesidir. Yoktan yaratılmıştır. Köle nasıl denileni yapmaya mecbursa, biz köleler de bizi yoktan yaratan Rabbimizin emirlerini yapmak zorundayız. Yapmam diyen şiddetli azaba düçar kalır. Yapan ise sonsuz nimete kavuşur.
Allahü teâlânın, insanları yaratmadan önce de, yarattıktan sonra emir verirken de, kimseye bir şey sorması gerekmez. Sorulsa, insan niye kul, köle olsun ki, herkes, (Ben hükümdar, hattâ Tanrı olmak isterim) der.
Kadının, (Beni niye kadın yarattın?), erkeğin (Beni niye erkek yarattın?) demeye hakkı olmadığı gibi, hiç kimsenin de, (Bizi niye yaratıp dünyaya getirdin, niye bunları emrettin, niye bunları yasakladın?) demeye hakkı yoktur. Bir buğday tanesini yaratmaktan âciz olan insan, kâinattaki her şeyi yoktan yaratan Allah'a karşı nasıl böyle konuşabilir?
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Namazın herhangi bir yerinde, Estağfirullah, Allahümmağfirlî ve benzeri duaları okumak, namazı bozar mı? CEVAP: Hayır, hiçbiri bozmaz. Halebi-yi sagir'de deniyor ki:
Allahümme ekrimnî=Allah'ım, bana ikram et!
Allahümme en'im aleyye=Allah'ım, bana nimet ver!
Allahümme eslıh emrî=Allah'ım, işimi ıslâh et!
Allahümmerzuknil-âfiyete=Allah'ım, beni afiyetle rızıklandır!
Allahümmağfirlî ve li-vâlideyye ve lil-mü'minîne ve'l-mü'minât=Allah'ım, beni, anamı, babamı ve erkek kadın bütün müminleri affet!
Yukarıdaki Arapça duaların hiçbirini okumak namazı bozmaz. Bu hususta esas kural şudur: Namazda insanlardan istenilmesi imkânsız olan bir şeyle Arapça dua etmek, namazı bozmaz. Bunun için Hidaye'de, (Allahümmerzuknî=Allah'ım beni rızıklandır demek, insanlardan talep edilmesi imkânsız olan şeylerden değildir. Bu bakımdan namaz bozulur) denilmişse de, bu duadan sonra, mal veya benzeri bir şey zikredilmedikçe, sadece Allahümmerzuknî=Allah'ım bana rızık ver demekle de, namaz bozulmuş olmaz.
Allahümmerzuknî rü'yeteke=Allah'ım, beni seni görmekle rızıklandır veya Allahümmerzuknî Cenneteke=Allah'ım beni Cennetinle rızıklandır demek de namazı bozmaz. Çünkü bunlar insanlardan istenebilecek şeylerden değildir, fakat aşağıdakileri söylerse namazı bozulur.
Allahümmerzuknî dâbbeten=Allah'ım, bana bir hayvan ver!
Allahümmerzuknî kermen=Allah'ım, bana bir bağ ver!
Allahümmerzuknî zevcen=Allah'ım, bana bir zevce ver!
Allahümmekdı deynî=Allah'ım, borcumu öde!
Bunları insanlardan istemek de mümkün olduğu için namaz bozulur. (Halebi-yi sagir)
Sual: Bir insan namaz kılarken yanlış okusa, yanlışı küfrü gerektirse, sonra dönüp düzeltse, namazı bozulmuş mu olur?
CEVAP: Hayır, namazı bozulmuş olmaz. Doğrusunu okuyunca namaza devam eder. Küfre de girmiş olmaz.
Sual: İmam rükû veya secdede üç kere tesbih söylemeden veya hızlıca söyleyip de kalksa, cemaat üçe tamamlayıp mı kalkar, yoksa cemaatin imama tâbi olup hemen kalkması mı gerekir?
CEVAP: Hemen kalkması gerekir, çünkü cemaatin imama tâbi olması vacibdir. (Dürr-ül-muhtar)
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Müslümanın imanının parlaklığı, işlerindeki hassasiyetle ölçülür. Konuşurken, alışverişte veya başka bir iş yaparken rıza-i ilahi için mi, yoksa insanların takdirini kazanmak, nefsini tatmin etmek veya başkasına gösteriş için mi yapıyor? İmanının parlaklığı, işte o anda belli olur. (Allahü teâlâ, sizin şeklinize, işinize, gücünüze bakmaz, kalbinize yani niyetinize, o anda onu niçin yaptığınıza bakar) hadis-i şerifinden de anlaşıldığı gibi, Allahü teâlâ, (Kulum bunu niçin alıp veriyor? Kulum bu ibadeti, bu hayır hasenatı niçin yapıyor, ilmi niçin öğreniyor?) diye soracaktır. İşte âhirette bize sorulacak olan bu (Niçin?) sorusuna doğru cevap verebilmek için, her işimizi Allah rızası için yapmalıyız.
O gün her şey, açığa çıkacak, ihlâslı ve ihlâssız olanlar ayrılacaktır. İhlâslı ameller sağ kefeye, ihlâssız olanlar sol kefeye konacak. İhlâssız olan, perişan olup kafasını taştan taşa vuracaktır. Ama boşuna! Artık dünyaya bir daha gelme imkânı yoktur. Evet, Ehl-i sünnet âlimlerinin yolunda dinimize yapılan hizmetler çok kıymetlidir, ama yaptığımız hizmetlere de güvenmemeli. Çünkü Peygamber efendimiz,(Allahü teâlâ bu dini fâcirlerle [kötülerle] de kuvvetlendirir) buyuruyor. Bu yüzden, niyetlerimizi düzeltelim. Vaktimizi iyi değerlendirelim. Bu dünyadaki her nefes, sonsuz Cennet saadetini verebildiği gibi, bir an bile dayanılması imkânsız olan Cehennem azabına da sürükleyebilir.
En korkulan kişi, insanlara göre şekillenen, onlara göre tavır alandır. Bu çok çirkindir. Altın, her yerde altındır, kâfirin elinde de, evliyanın elinde de altındır, hiç değişmez. Müslüman da böyledir. Camide de, sokakta da, dünyanın neresinde olursa olsun her yerde Müslümandır. Hava neyse, su neyse, Müslüman işte odur. Onun yanında olan, hayat bulur, rahat ve huzur bulur. Müslüman, elinden dilinden herkesin emin olduğu, yani kendisini güvende hissettiği, hasreti çekilen insan demektir. Hasreti çekilmeyen insanın, son nefeste imanı tehlikededir.
Terazinin kurulacağı, hayırlı işlerin ve günahlarımızın ölçüleceği gün için sevab hanemizi arttırmaya çalışmalı. Bilelim ki, şahit olarak iki melek, omzumuzda, bütün yaptıklarımızı "kamera"ya alıyor. Dünyadaki pişmanlık iyidir, ama âhiretteki pişmanlığın faydası yoktur. Büyüklerimiz, (Yerin altında çok pişmanlık var) buyuruyorlar. Orada pişman olacaklardan olmamalı.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Unutursan, unutulursun
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: İmam-ı Rabbânî hazretleri gibi büyük zatları tanımalı, sevmeli ve unutmamalı. Âhirette tanımak ve tanınmak çok önemlidir.
Çok ağlayan bir talebeye hocası sebebini sorunca, (Efendim sizin yanınızda olursam mesele yok, ama âhirette ya unutursanız da kaybolursam? Benim hâlim ne olur?) der. Hocası, (Üzülme evladım, istikametini bozma, ihlâstan ayrılma, gerisi kolaydır inşallah) der. Ama ertesi gün talebe yine ağlayıp aynı şeyleri söyler. Hocası buyurur ki:
(Evladım, unutursan unutulursun, kaybedersen, kaybolursun. Âhirette kiminle beraber olmak istiyorsan, burada da ondan uzak durma! Çünkü Peygamber efendimiz, "Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur" buyurmuştur. Dünyada bizi unutmayan, yanımızdan ayrılmayan, âhirette de bizimle beraber olur.)
Unutmamanın önemini anlatmak için büyük zatlar, talebelerine, (Birbirinizle görüşmenizde, konuşmanızda, birlikte kitap okumanızda çok fayda vardır) buyururlardı.
Merhum hocamız buyururdu ki:
(Bizi sevenlerde iki kötü ahlak olmaz. Bu iki huy varsa hiç istifade edemez. Bu iki huydan biri varsa, diğeri de muhakkak vardır, çünkü bu ikisi birbirinden ayrılmaz:
Birincisi, edepsiz olmaktır. Bu yolda, edep her şeydir. Büyükler, "Yolumuzun başı, ortası, sonu edeptir" buyuruyorlar. Kime karşı edepli, saygılı olmalıdır? Birincisi Allahü teâlâya, sonra Peygamber efendimize, sonra hocamıza yani dinimizi öğrendiğimiz büyük zatlara, onların talebeleri olan arkadaşlarımıza, ana babamıza, işverenimize, din kardeşlerimize, hâsılı herkese karşı edepli olmalıdır.
İkincisi, kibirli olmaktır. Bizi sevenler, kesinlikle kibirli olamaz. Kibir her kötülüğün başıdır, her kötülüğün davetçisidir. Allahü teâlâ, "Azamet ve kibriya bana mahsustur. Bu iki sıfatta, bana ortak olmak isteyenlere, çok acı azab ederim" buyuruyor. Kibir diğer günahlardan daha kötüdür.)
Bir kimsede bu iki kötü huyun olup olmadığı tavrından, yaşayışından anlaşılır. Kendisi bunu anlamaz, bu iki huya sahip olmadığını zanneder. Fakat kendisi için verdiği hüküm geçersizdir. Salih arkadaşları onu nasıl biliyorlarsa onların hükmü geçerli olur. Bu iki huydan kurtulmak için de sık sık salih arkadaşlarla buluşmalı, büyüklerin kitaplarını okumalıdır.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Güzel ahlaklı olmak için, özet hâlinde birkaç prensip bildirilebilir mi? CEVAP: İyi ve kötü huyları bilmek ve tatbik etmek gerekir. İslam Ahlakı kitabını okuyup, oradaki bilgilerle amel eden, güzel ahlaklı olur. Bu kitapta yazılı olan şu iki prensibi esas alan da güzel ahlaklı olur:
1- Düşmanlarımız, muhaliflerimiz, bizi çekemeyenler, hep ayıplarımızı araştırır. Onlardan kusurlarımızı öğrenip güzel ahlaka sahip olabiliriz. Biri, ahlakını düzeltmek için İbrahim Ethem hazretlerine, ayıbını, kusurunu bildirmesi için yalvarınca, (Seni dost edindim. Her hâlin bana güzel görünüyor. Ayıbını başkasına sor) dedi.
2- Başkasında bir ayıp görünce, bunu kendinde aramak, kendinde bulursa bundan kurtulmaya çalışmak gerekir. (Mümin, müminin aynasıdır) hadis-i şerifinin mânâsı budur. Yani, başkasının ayıplarında, kendi ayıplarını görür. İsa aleyhisselama, bu güzel ahlakı kimden öğrendiği sorulunca, (İnsanlara baktım. Hoşuma gitmeyen şeylerinden sakındım. Beğendiğimi ben de yaptım) buyurdu. Hazret-i Lokman'a, (Edebi kimden öğrendin?) denince, (Edepsizden) buyurdu. Yani birinin yaptığı hareket bizim hoşumuza gitmiyorsa, edepsizlik olarak görüyorsak, onu biz de yapmamalıyız. Biri bizim bir kusurumuzu söyleyince sevinmiyorsak, başkalarının da kusurlarını söylememeliyiz. Biri bizi tenkit edince hoşlanmıyorsak, biz de başkalarını tenkit etmemeliyiz.
İnsan bu prensipleri uygularsa, güzel ahlaklı olur. O hâlde, bir söz söylerken, kendimizi karşımızdakinin yerine koymalıyız. Böyle bir söze tepkimiz ne olur diye düşünmeliyiz. Bunun da istisnaları çıkarsa da, azdır. Zaten istisna genel kaideyi bozmaz.
Sual: Bir kimsenin, (Kıyamete kadar olan bütün haklarımı helâl ettim) demesi caiz midir?
CEVAP: Caizdir ve çok iyi olur. Haklarını helâl eden âhirette kazançlı çıkacaktır. (Ben falancaya hakkımı helâl etmiyorum) dememelidir. Şahsen ben, Kıyamete kadar olan bütün haklarımı kâfir Müslüman herkese helâl ettim.
Sual: Bir kimsenin gıybet ettiğini görünce ne yapmalıyız?
CEVAP: Söyleyince kabul edecek biriyse mani olmalı, böyle değilse konuyu değiştirmeye çalışmalı veya orayı terk etmeli. Bunlar da mümkün olmazsa, kalben gıybete razı olmamalıdır.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Kur'an-ı kerimdeki, (Zannın çoğundan kaçının, çünkü zannın bir kısmı günahtır) mealindeki âyette bildirilen husus nedir? Sitenizde, (Suizan etmekten sakının) diye açıklanıyor. Yaşadığım bir olay, bana suizannı öğretti: Bir arkadaş, altın yüzük takıyor, karısı açık, evinin dibindeki camiye gelmiyor, bir gün de yarım dakikada falan abdest aldığını gördüm, yani bazı uzuvlarını yıkamadığı belli oluyordu. Başka bir zaman da normal çoraba mesh ederken gördüm. Evine gazete kâğıdıyla sardığı bir şişe içinde bira veya şarap getirdiğini gördüm. Bir sefer de bid'at sakal bıraktığını gördüm.
Daha bunlar gibi çok yamuğunu gördüm. Bu arkadaşla karşılaşmamak için azami gayret sarf ettim, hep uzak durdum. Yıllar sonra bir arkadaşa, bu kimseden bahsettim. Ona, bu kimsenin uygunsuz biri olduğunu söyledim. O pek inanmadı. Gidip o kimseye söylemiş sen böyle yapıyormuşsun diye. O da, bunların hiçbirinin gerçek olmadığını söylemiş. Ben de (Nasıl olur, gözümle gördüm) dedim. Sonradan öğrendim ki, yanında gördüğüm açık bayan, ablasıymış, hanımı değilmiş. Hanımı kapalıymış. Parmağındaki altın yüzük değilmiş, gümüşmüş, ama çalıştığı yerde dikkati çekmemesi için altın kaplama yüzük takıyormuş. Yakınındaki camideki imam bid'at ehli, fâsık biri olduğu için, oraya gitmeyip daha uzaktaki bir camiye gidiyormuş. Ayağında mest olduğu için çabuk abdest alıyormuş. Çorabın üstüne mest ediyormuş, ama çorabın altında deri çorap mest varmış. Şişede getirdikleri de, sirke vesaireymiş. Hasta olduğu için, on gün kadar sakal tıraşı olamamış, yani kasten kısa sakal bırakmamış. Diğerlerinin de hep böyle bir sebebi varmış. Suizan ettiğimi o zaman anladım. Şimdi benim ne yapmam gerekiyor?
CEVAP: Tevbe etmek, bir daha suizandan sakınmak ve o arkadaşla helâlleşmek gerekir.
Sual: Çok günah işliyor, pişman oluyorum. Kendi kendime (Acaba ben imansız mıyım?) diyorum. İmanlı olduğumu gösteren net bir ölçü yok mu?
CEVAP: Beş vakit namaz kılmak, kişinin imanlı olduğunun kesin alametidir. Şu hadis-i şerif de, iman için bir ölçüdür:
(Dine uygun bir iyilik edince sevinen, günah işleyince üzülen gerçek mümindir.) [Tirmizî, Hâkim]
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını satmak, hediye etmekten daha mı iyi olur?
CEVAP: Hayır, (Satmak daha iyidir) denmez. Din kitaplarını, üstüne kâr koyarak satmak zaten caiz olmaz, ancak maliyetini ve satarken yapacağı masrafları karşılayacak kadar cüz'i bir kâr koyabilir.
Maliyetinden daha düşük fiyata, zararına yani çok ucuza bile satılsa, satın alan kimse, hiç olmazsa para verdim diyerek kitabı okuyabilir. Bedava alınca kıymeti pek bilinmeyebilir. Bu bakımlardan, hediye etmek yerine ucuza satmak daha iyi olabilir, fakat hediye etme imkânı olunca da, satmak daha iyi diye düşünmeden hediye etmeli, bu sevabdan mahrum kalmamalı.
Hediye edilse de, kârsız veya çok düşük kârla satılsa da, bu kitapların dağıtılmasına sebep olmak çok sevabdır. Hangisinin daha uygun olacağı, o anki duruma göre değişebilir.
Sual: (Nişan yüzüğü, ziynet yani süs olarak değil, nişanlı veya evli olmanın alameti olarak takıldığı için, erkeklerin altın nişan yüzüğü takmalarında ve kadınların da nişan yüzüğü takılı olarak dışarı çıkmalarında bir sakınca yoktur) demek yanlış değil mi?
CEVAP: Elbette, çok yanlıştır. İyi niyetle günah mubah hâle gelmez. Kâfir kız, (Benimle dans edersen Müslüman olurum) dese, Müslümanın, iyi niyetle onunla dans etmesi veya başka günah işlemesi caiz olmaz. İyi niyeti geçersiz, günahı geçerlidir. (Ameller niyete göredir) hadis-i şerifi, taat ve mubahlara niyete göre sevab verileceğini bildirmektedir. Günahlar, iyi niyetle de işlense, günah olmaktan çıkmaz.
İkincisi, dinde, nişan yüzüğü diye bir şey yoktur. Âdet olduğu için takılıyor. Mubahı varken haram olan altın takılamaz. Mutlaka altın takmak gereken bir durum varsa, gümüş yüzüğü altınla kaplayıp kullanmak da caizdir. Gören altın sanabilir, bunun mahzuru olmaz. Kadınlar için altın caizse de, dışarıda ve yabancı erkeklerin göreceği yerlerde takmaları haram olur. Evli olanın, evli olduğunu belirtecek bir işarete gerek yoktur.
Sual: Cennette saç ve sakal tıraşı var mı?
CEVAP: Cennette ibadet etmek olmadığı gibi, sıkıntı verecek herhangi bir iş de yoktur. Orada herkes sakalsızdır. Sakal çıkmaz. Saçlar ise, kendi istediğimiz şekilde olur.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Tebbet sûresinde beddua olduğu için zamm-ı sûre olarak okunmaz. Beddua ile Allah'ın huzuruna çıkılmaz) demek yanlış değil mi? Zamm-ı sûre olarak her âyet okunmaz mı?
CEVAP: Her âyet-i kerime zamm-ı sûre olarak okunur. Kur'an-ı kerimde beddua olan, lanet okunan çok âyet-i kerime vardır. Hepsi de okunur. Birkaçının meali:
(Allah'ın laneti inkâr edenlerin üzerine olsun.) [Bekara 89]
(Biz kitapta açıkça belirttikten sonra, indirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti gizleyenlere, hem Allah, hem de bütün lanet ediciler lanet eder.) [Bekara 159]
(Âyetlerimizi inkâr edip kâfir olarak ölenler var ya, işte Allah'ın, meleklerin, insanların hepsinin laneti onlaradır.) [Bekara 161]
(Allah, ikiyüzlü erkek ve kadınlarla inkârcılara, ebedi kalacakları Cehennem ateşini hazırlamıştır. Allah lanet etsin! Onlara devamlı azap vardır.) [Tevbe 68]
(Allah ve Resulünü incitenlere Allah, dünyada ve âhirette lanet etmiştir.) [Ahzab 57]
Sual: S. Ebediyye'de, (Bütün semavî kitaplar İslam harfleriyle gönderilmiştir) dendiği hâlde, Herkese Lazım Olan İman kitabında, Tevrat'ın aslının İbranice, İncil'in ise Süryanice olduğu bildiriliyor. Burada bir çelişki yok mu?
CEVAP: Hayır, çelişki yoktur. Lisan yani dil ile harfler farklıdır. Fransızca konuşanlar da, İngilizce veya Almanca konuşanlar da Latin harflerini kullanıyorlar. Türkler de, şimdi Latin harflerini kullanıyorlarsa da asırlarca İslam harflerini kullandı, ama dilimiz yine Türkçeydi, Arapça değildi. İranlılar da İslam harflerini kullanıyorlar, ama dilleri Arapça değil, Farsçadır. Dil ile harfleri karıştırmamalıdır. İslam harfleriyle inmişse de, Tevrat'ın dili İbranice, İncil'in dili Süryaniceydi.
Sual: Karton kutu içinde satılan sütleri içmenin mahzurlu olduğu söyleniyor, bunun aslı var mıdır?
CEVAP: Hayır, dînî yönden mahzuru yoktur. Zamanla bozulabilir veya içine sağlığa zararlı madde konabilir. Böyle bir durum olmadıkça mahzuru olmaz.
Sual: Yaratmak Allah'a mahsus olduğuna göre, (Eski eşyaları işe yaratıyorlarmış) demek küfür olur mu?
CEVAP: Hayır. Oradaki yaratmak, işe yararlı hâle getirmek demektir.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: S. Ebediyye'de, (Farz veya nâfile bir ibadet yapılırken veya yapıldıktan sonra, mesela, namaz, oruç, sadaka, hatm-i tehlil, Kur'an-ı kerim okumak, zikir, tavaf, hac, umre, evliyanın kabrini ziyaret ve ölüye kefen vermek gibi ibadet ve taatlerin sevabı diri veya ölü başkasına hediye edilebilir) deniyor. Faideli Bilgiler kitabında, Fetava-yi Hindiyye kitabından alınarak, (Yapılan ibadetin sevabını başkasına bağışlamak caizdir. Böylece namaz, oruç, sadaka, hac, Kur'an-ı kerim okumak, zikretmek ve peygamberlerin, şehitlerin, evliyanın, salihlerin kabirlerini ziyaret etmek, ölüye kefen vermek ve bütün hayrat ve hasenat sevabları bağışlanabilir) deniyor. Bu kitaplarda bildirildiği gibi, yapılan ibadet ve iyiliklerin sevabını şöyle söyleyerek bağışlayabilir miyiz?
1- Farz veya nâfile, kırk yıllık kıldığım namazların ve tuttuğum oruçların sevabını bağışladım. Aldığım abdestlerin sevablarını bağışladım. 2- Geçen sene yaptığım umrenin sevabını sana bağışladım. 3- Hindistan'a gidince İmam-ı Rabbânî hazretlerinin kabrini ziyaret etmiştim. Hâsıl olan sevabı sana bağışladım. 4- Komşu ölünce, ona yaptığım kefenden hâsıl olan sevabı sana bağışladım. 5- Yaptırdığım çeşmeden hâsıl olan sevabı sana bağışladım. 6- Mektubat-ı Rabbânî'yi okudum. Ondan hâsıl olan sevabı sana bağışladım. 7- Katıldığım dînî sohbetten hâsıl olan sevabı sana bağışladım.
Bir de, Kur'an-ı kerim okuyunca bağışlandığı gibi, bunları duaları yapılmak üzere başkalarına verebilir miyim?
CEVAP: Yukarıda bildirilen ibadet ve taatlerin hepsini ölü veya diri bir kişiye yahut bütün Müslümanlara bağışlamak caizdir. Ancak bunları, Kur'an-ı kerim gibi duaları yapılmak üzere başkalarına vermek âdet değildir. Dikkat çekici işlerden sakınmalıdır.
Sual: Yemek yerken namaz vakti girse, ne yapmak gerekir?
CEVAP: Yemek yerken namaz vakti girse, yemeğe devam edildiği takdirde, namaz vakti kaçacaksa veya mekruh vakte girecekse, yemek bırakılıp namaz kılınır. Eğer yemek yerken cuma namazının cemaati kaçacaksa, yine yemek bırakılır.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Resulullah efendimiz, (Ey Eshabım, siz öyle bir zamandasınız ki, dinin emir ve yasaklarının onda birine uymazsanız helak olursunuz. Öyle bir zaman gelecek ki, emir ve yasakların onda birine uyabilen, Cehennemden kurtulur) buyuruyor. İmam-ı Rabbânî hazretleri, (O onda biri yapma vakti, bu zamandır) buyuruyor. Yani âhir zaman hicri bin yılında, İmam-ı Rabbânî hazretleri zamanında başlamıştır.
Merhum hocamız, (Bu onda bir, imandır. Yani doğru iman sahibi olan kurtuldu) buyurdu. Çünkü âhir zamanda imana yapışmak, ateşi elde tutmaya benzer. Tutsan yanar, bıraksan söner. Bir şey, ne kadar kıymetliyse onun düşmanı da o kadar kuvvetli ve çok olur. Kâinatta imandan daha kıymetli hiçbir cevher yoktur. Çünkü o cevheri elinde tutan Cennete gider. Yoksa hiçbir ibadet, hiçbir amel, Cennete girmeye sebep değildir. Cennete girmeye sebep, sadece imandır. Bütün ameller, ibadetler, hâsılı bütün gayret, sadece imanı korumak içindir.
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri, (Esas maksat imanı korumaktır. İman giderse her şey biter) buyurmuştur. Bütün bu çalışmalar, hizmetler, ibadet ve sohbetler, imanı korumak içindir. Herkesin 24 saat boyunca asıl korkacağı, düşüneceği şey, (Aman imanım zayi olmasın, aman imanım elimden gitmesin, aman iman hırsızları bunu elimden almasın) olmalıdır.
İman hırsızları kimlerdir? En büyük hırsızlar, kafadan konuşan ve kendisini din adamı tanıtanlardır. Büyük bir zata, (İslam âlimi kimdir?) diye sorduklarında, (Kitaptan nakledendir) buyurur. Ehl-i sünnet olmak şartıyla, ilim, amel ve ihlâs sahibi olana İslam âlimi denir. Bu üç şarttan biri noksan olursa, buna gerçek âlim denmez.
Allahü teâlânın sevdiklerinden birini, yani bir Ehl-i sünnet âlimini sevmek ve kendi aklını bırakarak ona tâbi olmak, ebedî saadet kapısının anahtarıdır. Cenab-ı Hak, bir kulunu severse, onu sevdiklerinden birine kavuşturur. Dolayısıyla, İmam-ı Rabbânî hazretleri gibi büyükleri tanıyan, seven, Ehl-i sünnet itikadında olan kimse, çok şanslı, çok bahtiyardır. Bu cevherin kıymetini bilmeli, onu bir cam parçasıyla değiştirmemeli.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Biri ölünce, (Biz Allah için yaratıldık, sonunda yine Allah'a döneceğiz) mealindeki (İnnâ lillah ve innâ ileyhi râci'ûn) âyet-i kerimesi okunur. Dünyaya Allah'ın rızasını kazanmak için geldik. Nefis ve şeytanı razı etmek için, keyif sürmek için, yani Allah'tan başka şeyler için gelmedik. Onun rızasını almayan mahvolur, yanar. Her şeyi yaratan, her an varlıkta tutan, yediren içiren, besleyen, her şeyi yapan Allahü teâlâdır, ama Ona bir teşekkür edilmiyor. Hâlbuki nimete şükretmek, nimetlerin Ondan geldiğini bilmek, iman alametidir.
(Efendim, dinle imanla alakası olmayan insanlar da, arada bir dua ediyorlar, şükrediyorlar. Bunların imanı var mıdır?) diye soran talebeye, hocası buyurur ki:
(Evladım, imanın varlığı ve yokluğu icraatla belli olur. Bu icraat da, haramlardan sakınmak, örtünmek, beş vakit namaz kılmak, Allahü teâlânın diğer emir ve yasaklarına uymaktır. Böyle olana, imanı var denir. Yoksa hiç bunlardan haberi olmadan, sadece kendi kafasındaki bir ilaha ibadet etmek, şükretmek, iman değildir.)
Avrupalılar ve Amerikalılar da, (Allah'a inanıyoruz) diyorlar. İlim adamları, (Her şeyi yaratan bir yaratıcı vardır) diyorlar. Ama böyle demek iman olmaz. İman, Allahü teâlâya mahsus sıfatları bilip Âmentü'deki altı esasa inanmakla olur. Aksi takdirde iman edilmiş olmaz. Çünkü imanın esasları bir bütündür.
İnsan kendi aklıyla, Allahü teâlâyı tanıyamaz, bilemez. Bunun için, inanmaktan başka çaresi yoktur. İnsanlar, (Bu kâinatı bir yaratan vardır) der, ama hiç kimse, aklıyla Allah'ı bulamaz. Kâfirler, kendi tasavvur ettikleri şekle Allah diyorlar. Hâlbuki Allahü teâlânın zatı bilinemez, sıfatları da ancak bir peygamber vasıtasıyla bilinir. Çünkü Cebrail aleyhisselam, peygamberlere Allah'ın sıfatlarını, emir ve yasaklarını bildirmiştir.
Allah'ın rızasına kavuşturduğu, Cennete götürdüğü söylenen sayısız yol vardır. Peygamberlerin bildirdikleri hariç, hiçbiri kavuşturucu, kurtarıcı değildir. Kurtulmak da ancak, gerçek ve tek olan ilaha inanıp, gönderdiği dine, yani İslâmiyet'e tâbi olmakla mümkündür.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: İslam Ahlakı kitabında 54 farzın ilk maddesinde, (Allah'ı bir bilip, hiç unutmamak farzdır) deniyor. Biz, sabahtan akşama kadar çok unutuyoruz. Bu farzı terk ediyorsak, hep haram mı işlemiş oluyoruz?
CEVAP: Beş vakit namaz kılıp haramlardan sakınan bir Müslüman, Allah'ı hiç unutmuş sayılmaz. Bir vakit namazı kılıp, öteki namazı beklemekle, hep ibadet etmiş, Allah'ı unutmamış oluyoruz. Sabah namazına kalkmak niyetiyle gece yatınca, sabaha kadar uykuda bile ibadet etmiş, Allah'ı unutmamış oluyoruz. Hâlbuki uyku tam bir gaflettir. Buna rağmen, sırf niyetimizden dolayı uykumuz da ibadet oluyor.
Beş vakit namazı kılıp doğru niyet ederek çalışanın her yaptığı iş ibadet olur.
Allahü teâlâ çok şefkatli, çok merhametli, çok affedici olduğu için, namazlar arasındaki hatalarımız silinsin diye beş vakit namazı emretmiştir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Günde beş kere yıkananın kirleri temizlendiği gibi, beş vakit namaz kılanın da günahları temizlenir.) [Buhari]
İslam âlimleri, (Beş vakit namazını doğru kılan, bütün nimetlerin şükrünü eda etmiş olur) buyurmuşlardır. 24 saat devamlı Allahü teâlâyı anmak, hatırlamak, Ona şükretmek gerekir. Bu ise, gafletteyken mümkün olmaz. (Kim beş vakit namazı kılarsa, bir vakitten sonra diğer vakti düşüneceği için, yatarken sabah namazını düşüneceği için, bütün gün Allah'ı hatırlamış ve Ona şükretmiş olur) buyuruluyor. Beş vakit namazı kılanlar için böyle çok müjde verilmiştir.
Allahü teâlâyı hiç unutmamak demek, her şeyi İslamiyet'e uygun yapmaya çalışmak demektir.
Her sabah, (Kendimin ve ailemin rızkını kazanmak, onları kimseye muhtaç bırakmamak, Allahü teâlâya rahat ve temiz ibadet edebilmek, âhiret yolunda yürüyebilmek için işime gidiyorum) diye niyet eden bir kimse, hep sevab kazanır. Onun her işi, ibadet olur. (K. Saadet)
Okula giden bir öğrenci, (Okula, eğitimim bitince Müslümanlara, insanlara hizmet etmek için gidiyorum. Yâ Rabbi, bana faydalı ilim nasip eyle!) diye niyet ederse, okulda ve evde ders çalışırken her an sevab alır. Allah'ı unutmuş sayılmaz.
(Şu günahtır) diyerek sakınmaya çalışanın veya (Şu sevabdır) diyerek yapmak isteyenin Allah'ı unutmadığı anlaşılır.
Sual: Nazar yani göz değmesini inkâr eden küfre girer mi?
CEVAP: Evet. Nazarın hak olduğu âyet-i kerime ile ve hadis-i şeriflerle sabittir.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: İlim öğretirken nelere dikkat etmelidir?
CEVAP: İlmi, öğrenip amel etmek isteyene öğretmeli! İlmin kıymetini bilmeyene, başka maksatla sual sorana ilim öğretmek, doğru olmaz. İki hadis-i şerif:
(İlmi ehli olmayana öğretmek, onu kaybetmek demektir.) [İbni Ebi Şeybe]
(İlmi layık olmayana öğretmek, domuzun boynuna mücevher takmak gibidir.) [İbni Mace]
Allah rızası için, ilim öğrenmek maksadıyla sual soranlara güzel muamele etmeli. Üç hadis-i şerif:
(Sual sorup, ilim öğrenmek için gelenleri güzel karşılayın! "Resulullah'ın emrettiği ilmi öğrenmeye hoş geldiniz" diyerek sorularını cevaplandırın ve problemlerini güzelce çözmeye çalışın!) [İbni Mace]
(İlim öğrendiklerinize hürmet edin ve ilim öğrettiklerinize de ikram edin!) [İbni Neccar]
(İlim öğrettiklerinize de tevazu gösterin! Zorba âlim olmayın!) [Hatîb]
Bu husus sadece dînî ilimler değil, diğer ilimler için de geçerlidir. Mesela öğretmenlerin de bunlara dikkat etmesi, öğrencilerini sevmeleri ve kendilerini de onlara sevdirmeleri gerekir. Sevgi olmadan, öğrenmek ve öğretmek zordur.
Sual: Bir erkek, annesinin veya diğer mahrem akrabalarının nerelerine bakabilir?
CEVAP: Erkek, annesinin ve nikâhla alması sonsuz haram olan diğer on yedi kadının başına, yüzüne, gerdanına, kollarına, dizden aşağı bacağına, şehvetten eminse bakabilir. Göğüslerine, koltuk ve yanlarına [böğürlerine], uyluğuna, dizlerine ve sırtına bakamaz. Kadınların buralarına kaba avret yerleri denir. (S. Ebediyye)
Sual: Birinin arkasından yapılan duanın kabul olduğu doğru mudur?
CEVAP: Evet, bir kişinin arkasından yani gıyabında yapılan duanın kabul olacağı hadis-i şerifle bildirilmiştir. Yüzüne karşı dua edince riya karışabilir, ama gıyabında olunca riyasız olur, yalnız Allah rızası için olur ve dua kabul olur.
Senden isteğim yalnız gıyabî bir tek dua,
(Acep kabul olur mu) diye düşünme asla!
Yani, (Sen benim arkamdan dua et, gerisine karışma! O dua elbette kabul olur) demektir.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Her dua kabul olur mu? CEVAP: Günah olmayan ve şartlarına uygun yapılan her dua kabul olur. Allahü teâlâ kendisine açılan eli boş çevirmekten hayâ eder. Allahü teâlâ, (Bana dua edin, kabul edeyim) buyuruyor. (Mümin 60)
(Ben dua ediyorum, ama kabul olmuyor) demek yanlıştır. Onunki de kabul olmuştur. Mesela o kimse bir araba ister de, Allahü teâlâ ona bir ev ihsan edebilir. O, arabayı alamadığı için duası kabul olmadı zanneder. Duası sayesinde başına gelecek büyük bir bela önlenmiş olabilir. Yahut dua sayesinde günahları affedilmiş olur veya âhirette çok büyük ihsanlara kavuşur. Bu kabul edilme hususu, bir hadis-i şerifte şöyle açıklanıyor:
(Meşru olarak dua eden mümin, şunlardan birine muhakkak kavuşur: Kabul olur veya kabul edilmiş bir ibadet sevabı alır ve âhirette büyük nimetlere kavuşur. Günahları affedilir veya iyilikleri artar yahut önlenmesini istediği o kötülüğün bir benzerinden, Allahü teâlâ onu kurtarır. O hâlde dua etmeye devam edin! Allah'ın ihsanı boldur. Dünyada duası kabul olanlar, duası dünyada kabul olmayanlara, âhirette verilen nimetleri görünce, "Keşke, bizim de dünyada dualarımız hiç kabul olmasaydı" diyeceklerdir.) [Deylemî, Hâkim]
Peygamber efendimiz anlatır: Allahü teâlâ bir kulunu severse veya onun sevgili bir kul olmasını isterse, üstüne bardaktan boşanırcasına musibet yağdırır, onun üzerine ardı ardına belalar gönderir. Bu kimse dua ederse, Cebrail aleyhisselam, (Yâ Rabbi, bu sevgili kulun istediğinin verilmemesinin hikmeti nedir?) diye sorunca, Allahü teâlâ, (Ben onun sesini dinlemeyi seviyorum, bırakın, dua etsin!) buyurur. Kul, (Yâ Rabbi) dediği zaman, Allahü teâlâ, (İzzetime yemin ederim, ne dua edersen kabul edeceğim, ne istersen vereceğim, seni memnun edeceğim, ancak bu isteklerini ya dünyada veya âhirette veririm, âhirette verirsem daha üstününü verir, daha büyük belaları üzerinden def ederim) buyurur. Kıyamette, terazi kurulur, namaz, oruç, zekât ve hac ehli getirilir, hepsi de karşılıklarını tam alır. Belaya, musibete uğrayanlar için terazi kurulmaz, mükâfatları hesapsız bol bol verilir. Bunlara verilen sevabları görenler, (Keşke bizim de dünyada vücutlarımız makaslarla doğransaydı da, biz de böyle büyük nimetlere kavuşsaydık) derler.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: S. Ebediyye'de, (Haram olan ilacın etkisi kesinse ve şifa verecek başka helâl ilaç yoksa, domuz etinden başka haram ilacın kullanılması caiz olur) deniyor. İlaç kullanıldığı zaman, bu ilaca şifa etkisini veren Allah'tır. O hâlde, (Şu ilacın etkisi kesindir) demek küfür olmaz mı?
CEVAP: Burada, ilaca şifa etkisini verenin Allahü teâlâ olduğu inkâr edilmiyor. İlaçlara kesin şifa tesirini veren, elbette Allahü teâlâdır. Yine S. Ebediyye'de deniyor ki:
İlaç üç türlüdür: Birinci kısım ilaçların etkisi, faydası kesindir, meydandadır. Ekmeğin açlığı, suyun susuzluğu gidermesi böyledir. Kinin bileşiklerinin sıtmaya, salisilâtların romatizmaya, aşı ve serumların, antibiyotiklerin ve sülfamitlerin de bakterilere karşı etkisi böyledir. Faydası kesin olan ilaçları kullanmak farz olmaktadır. Etkisi kesin olan sebeplere yapışmanın vacib olduğu ve bunları kullanmayıp zarar görmenin günah olduğu, Hadika ve başka kitaplarda yazılıdır. Yangını suyla söndürmek de böyle kesindir. Etkisi kesin olan bu gibi ilaçları kullanmamak tevekkül değil, ahmaklıktır ve haramdır. (Ağaç meyve verdi), (Yemek beni doyurdu), (İlaç ağrıyı durdurdu), (Taş camı kırdı) gibi sözler yanlış değildir. Bu sözler, (Bu şey, bu işin yapılmasına sebep oldu, vasıta oldu) demektir. Mesela, (Taş camı kırmaya sebep oldu) demektir.
Sual: (Helâl olsun adamlara, sonunda helâl şarap da yapmışlar) demek küfür olmaz mı?
CEVAP: Birincisi, helâl şarap olmaz. İçinde alkol yoksa, ona zaten şarap denmez. Şarap, alkollü içki demektir. Bu, temiz idrar, helâl idrar demeye benzer. İdrar temiz de, helâl de olmaz. Şarap da, temiz ve helâl olmaz. Temiz ve helâl olana da, şarap denmez.
Ne niyetle olursa olsun, kesin haram olan bir şeye, (Helâl olsun) demek küfür olur, niyete bakılmaz, ancak Türkçede helâl olsun sözü, sadece tasvip anlamında kullanılmıyor, hayret, şaşkınlık bildirmek için, (Yazıklar olsun) anlamında da kullanılıyor. Bu anlamda kullanılınca küfür olmaz.
Sual: Kur'an-ı kerimden ezberlediği sûreleri unutmak günah mıdır?
CEVAP: Evet, günahtır. Tevbe etmelidir. (İ. Ahlakı)
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Gayrimüslimlerin kâfir olduklarında şüphe eden de kâfir olur mu?
CEVAP: Evet, bütün gayrimüslimlerin, Cehennemde sonsuz azap çekeceğinde şüphe eden de kâfir olur. Bir Hristiyan'ı, bir Yahudi'yi ve başka bir gayrimüslimi kâfir kabul etmeyen kimsenin kâfir olacağında şüphe eden kimsenin de kâfir olacağını, İslam âlimleri söz birliğiyle bildirdiler. (Bezzaziyye, Dürr-ül-muhtar, Şifa-i şerif, Ravda, El-A'lam)
Kâfir olmasında şüphe eden de kâfir olunca, onu [gayrimüslimlerin Cennete gideceğini söyleyeni] Müslüman bilenin nasıl olacağını ve hele onu, İslam âlimlerini öven kelimelerle övenin nasıl olacağını düşünmelidir. Böyle kimseleri İslam âlimi sananların ve bunların küfür saçan sözlerini, yazılarını övenlerin, yayanların kâfir olacaklarını iyi anlamalıdır. Övmek, yaymaya çalışmak ve reklamını yapmak, razı olmayı, beğenmeyi gösterir. Küfre rıza, küfür olur. Küfre rıza demek, kâfirin küfür üzere kalmasını istemek değildir. Onun küfrünü beğenmek demektir. (F. Bilgiler)
Sual: Arap alfabesine niye İslam harfleri deniyor?
CEVAP: Bu harfler sadece Arapçaya mahsus değildir. Din kitaplarımızda deniyor ki:
Âdem aleyhisselam Cennetteyken, Cennetin her yerinde ve Arş üzerinde (La ilahe illallah Muhammedün Resulullah) yazılı gördü. Bunlar İslam harfleriyle yazılıydı. Demek ki o harfler insan yapısı değildir. Dünya ve Âdem aleyhisselam yokken o harfler vardı. Semavi olan bütün kitaplar ve sahifeler İslam harfleriyle gönderilmiştir. (S. Ebediyye)
Diğer semavî kitaplar gibi, Hud aleyhisselama gelen kitap da İslam harfleriyle gönderildi. (Hadika, Letaif-ül-işarat)
Âdem aleyhisselam Cennetten yeryüzüne indirildiğinde, kendisine gönderilen kitaplar, Cennette öğrendiği İslam harfleriyle yazılıydı.
Sual: Kadın ve erkek, tamamı akik olan yüzük takabilir mi?
CEVAP: Kadına da, erkeğe de akik yüzük caiz değildir, fakat sıkıntıyı gidermek için tedavi maksadıyla, kadının da erkeğin de akik yüzük takmaları caiz olur. Ancak kadınların, sokakta yüzüklerini göstermeleri caiz olmaz.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Dinimizin esası imandır. Bir ağacın gövdesi, dalı ve yaprağı var da, kökü yoksa, o ağaç meyve veremez. Kısa zamanda kurumaya mahkûmdur. Ehl-i sünnet itikadında olmayan da, ne kadar ibadet ederse etsin, faydasını göremez. İmam-ı Rabbânî hazretleri, (Bir kimse, bin yıl ibadet etse, eğer ibadetini Peygamber efendimize tâbi olarak yapmadıysa, zerre kadar faydasını göremez) buyuruyor.
Allahü teâlânın rızası önemlidir. O kimden razıdır? Allahü teâlâ, İslamiyet'i sevdiği gibi, Müslümanları da, dinimizin emir ve yasaklarına tâbi oldukları için sever; kâfirleri ve kâfirliği ise sevmez.
Müslümanların ve kâfirlerin bir arada bulunduğu bir yerde, Müslümanların zenginliği, mevkii, makamı, itibarı, izzeti ne kadar yüksekse, orada kâfirler o kadar aşağı olur. Ama eğer kâfirlere kıymet verilir de, onlar yükseltilirse, Müslümanlar alçalır. Onun için Allahü teâlâ, cizyeyi emretmiştir. Kâfirler, bu cizye vergisini az vermek hattâ hiç vermemek için, yeni, süslü elbise giyinemezler, zengin görünmekten kaçarlar. Bu vergi sırf onları aşağı tutmak, tahkir etmek için konulmuştur. Onun için bir mümin, eğer bir kâfire ikram ederse, onu överse, Müslümanlara ve İslamiyet'e hakaret etmiş sayılır. Peygamber efendimiz, (Herkes, sevdikleriyle beraber haşrolur) buyuruyor. Allahü teâlâyı sevenler de, Onun sevdiği salih kullarla beraber haşr olur. Küfrü, kâfiri sevenler de, kâfirlerle haşr olur.
Allahü teâlâ, yarattığı günden beri, bir an olsun dünyaya rahmet nazarıyla bakmamıştır. Çünkü dünya, Müslümanları ibadetten alıkoyar. Dünya sevgisi bir kalbe girince, mutlaka o kalbde Müslümanlara karşı soğukluk başlar, hattâ zamanla İslamiyet'ten soğur. Cenab-ı Hak, İslamiyet'i ve Müslümanları sevdiğini, küfrü ve dünyayı sevmediğini bildiriyor. Herkes, sevdiğiyle beraber olmalı. İnsanın kalbi, ne kadar dünyaya meylederse, o kadar dinden uzaklaşır.
Allahü teâlânın, (Kâfirlerle cihad et!) emrine uymak için, önce kâfir olan nefsimizle cihad etmek gerekir. Nefsimizi yendikten sonra, artık cihad etmek, yani İslamiyet'i yaymak ve emr-i maruf yapmak da kolaylaşır.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: İmam-ı Rabbânî hazretlerinin zamanında da, şimdiki kadar olmasa da, helalle haram, sünnetle bid'at birbirine karışmıştı. O büyük zat, ta o zaman, (Bid'atler dünyayı kapladığından, dünya, karanlık bir gece gibi görünüyor. Sünnetler çok azalıyor, nurları da, bir karanlık gecede, tek tük uçuşan ateş böcekleri gibi parlıyor) buyuruyor. Şimdi ise, her tarafı daha kötü olan küfür karanlığı sardı. İmam-ı Rabbânî hazretleri bugünkü durumu yani imanla küfrün birbirine karıştığını görseydi, kim bilir neler söyleyecekti? Bunun için âhir zamanda, Ehl-i sünnet itikadına sahip olanın çok şükretmesi lazımdır.
Büyük zatlardan biri talebesine, (Gökyüzüne bir bak, ne görüyorsun?) diye sorar. O da, (Yıldızlar var efendim) der. (Yıldızlar nasıl görünüyor?) buyurur. (Tek tek olanı, üç beş tane olanı var, bazısı daha fazla, grup grup olanlar da var) der. O zat buyurur ki:
(İşte müminlerin iman nuru da, gökteki yıldızlar gibidir. Biz, şu anda nasıl ki gökyüzünü siyah ve yıldızları gruplar hâlinde pırıl pırıl görüyorsak, melekler de, şimdi dünyayı zifiri karanlık içinde, imanlı olanları aynı şekilde pırıl pırıl görüyorlar. Tabiî tek olanı var, üçü beşi bir araya gelenleri var, daha çok olanları var. Ehl-i sünnet itikadı çok kıymetlidir. Allahü teâlâ bu cevheri çöplüğe koymaz. Bu imana sahip olanlar, çok kıymetli ve makbul olmasaydı, Allahü teâlâ, bu kadar kıymetli bir imanı onlara nasip etmezdi.)
Doğru iman Cennetin anahtarıdır. Cennete girmeye sebep olan şey, ibadetler, ameller değil, imandır. İbadetler, imanı korumak içindir. Nasıl ki, en kıymetli pırlanta, birkaç anahtarla açılan, iç içe geçmiş gizli dolapların arkasındaki gizli bir çekmecede saklanırsa, bu kıymetli iman da, ibadetlerle ve amellerle muhafaza edilir. İbadetsiz olmaz, çünkü çok kuvvetli esen bu küfür fırtınasında, bir mum yakıp ortalıkta dolaşmak ve sonra da bu mumun sönmeyeceğini sanmak akıl kârı mıdır? Nasıl ki bu mum, sönmemesi için cam bir fanusa konulursa, iman nuru da namaz kılmak, oruç tutmak, sohbet etmek, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okumak gibi ibadetlerle muhafaza edilir. Asıl hedef imanı korumaktır. İman korunamazsa sonu felaket olur.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Hazret-i Ali'nin, Eshab-ı kiramın bir kısmıyla yaptığı savaşların sebebi neydi? Hangi taraf haklıydı?
CEVAP: İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: Eshab-ı kiram arasında olan savaşları, iyi sebeplerden, güzel düşüncelerden ileri geldi bilmek, dünyalık için, menfaat için bilmemek gerekir, çünkü onların ayrılığı ictihad ve tevil ayrılığıydı. Heva ve hevesten doğan ayrılık değildi. Ehl-i sünnet âlimleri hep böyle bildirdi. Şu kadar var ki, Hazret-i Ali ile savaşanlar, hata etti, fakat hataları ictihad hatası olduğundan, bir şey denemez ve dil uzatılamaz. Şerh-ı mevakıf kitabında Âmidî, (Cemel ve Sıffin vakaları ictihad yüzündendi) diyor. Ebu Şekûr-i Sülemî, Temhid kitabında, (Ehl-i sünnet vel-cemaate göre, bu savaşlardaki hata, ictihad hatasıydı) diyor. İbni Hacer-i Mekkî, Savâık kitabında, (Bu savaşlar, ictihad sebebiyleydi. Ehl-i sünnet âlimleri böyle bildirdi) diyor. (1/251)
İmam-ı Nevevî hazretleri de, Müslim hadislerini açıklarken buyuruyor ki:
O savaşlarda, Eshab-ı kiramın her biri, kendi ictihadına uygun iş yaptı. Bunun için hiçbirini ayıplamak doğru değildir. Bununla beraber, Hazret-i Ali ve onun ictihadında olup, ona uyanlar, ictihatta doğruyu bulmuşlardı. Karşılarındakiler ictihatta yanılmışlardı, fakat ictihadda yanılma olduğu için kötülenemezler. Yanılanlar bir sevab aldı. Doğruyu bulanlar on sevab aldı. (Yanıldılar) demek bile doğru değildir. Yanılanları da iyilikle anmak lazımdır. (Müslim şerhi, Mektubat-i Masumiyye 2/36, Redd-i Revafıd)
Bu savaşlar sebebiyle, hepsinin cennetlik olduğu nassla [âyet ve hadisle] bildirilen Eshab-ı kiramdan bir kısmına dil uzatılırsa, fâsık veya kâfir denirse, o konudaki âyetler inkâr edilmiş olur. O hâlde, İmam-ı Nevevî hazretlerinin, (Yanıldılar demek bile doğru değildir) sözünü esas alarak, (Bir tarafın ictihadı hatalıydı) bile dememiz uygun olmaz, çünkü müctehid âlimler, bu savaşlar hakkındaki ictihadlarını bildirebilirler, ama bizim avam olarak, bir tarafın hata veya isabet ettiğini söylememiz caiz olmaz. Sadece Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerini nakledebiliriz. Bazı müctehidlerin (Bir taraf hatalı idi) demeleri de ictihaddır, kesin değildir. (Hatalı değildi) diyen müctehidlerinki de böyledir.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com - www.mehmetalidemirbas.com
Midye kültürü ve hayat tarzı
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Midye ve ıstakoz yemeye günah demek, âdet ve göreneklerle ilgilidir. Deniz kıyılarında oturanlar, kültürlerinde olduğu için rahatlıkla yiyorlar, ancak denizden uzak yerlerde yaşayanlar bu kültürden yoksundur. Denizden çıkan her şeyin temiz olduğu yönünde bir de hadis olduğu için, midyenin haram olduğu söylenemez. Kur'anda da midye konusunda kesin bir hüküm olmadığı için rahatça yenebilir) deniyor. Bu görüşe ne denir?
CEVAP: Bu görüş birkaç bakımdan yanlıştır:
Birincisi, dinimizde tek delil Kur'an değildir. Hadis-i şeriflerle bildirilen hükümler de vardır. İki âyet-i kerime meali:
(Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da sakının!) [Haşr 7]
(O Peygamber, güzel şeyleri helâl, çirkin şeyleri haram kılar.) [Araf 157]
İşte müctehid âlimler, Kur'an-ı kerimin emrine uyarak, Resulullah efendimizin bu konudaki hadis-i şeriflerine de bakmışlardır. Kur'an-ı kerimde, köpek, fare ve yılan etinin haram olduğu bildirilmiyor diye, bunları yemek caiz olur mu? Bunların haram oldukları hadis-i şeriflerle bildirilmiştir.
İkincisi, müctehid olmayanların hadis-i şeriflere göre de amel etmeleri caiz olmaz. Mezhebinin bildirdiği hükme uyması vacib olur. (Denizin hayvanları helâldir) mealindeki hadis-i şerifi, Hanefî âlimleri, balık ve balık şeklinde olanlar hariç, deniz haşeratlarının yenmesinin caiz olmadığı şeklinde anlamışlardır. Hanefî olup da, mezhebinin hükmüne uymayan, mezhebinin hükümlerini beğenmeyen kimse, (Benim mezhebim var) dese de, mezhepsizdir.
Netice: Midye ve ıstakoz gibi deniz haşeratının yenmemesinin gelenekle, kültürle, hayat tarzıyla hiçbir ilgisi yoktur. Hanefî mezhebinde olan Müslümanların, deniz kenarında da yaşasalar, balık şeklinde olmayan yengeç, midye, istiridye, ıstakoz, kerevit, karides gibi deniz haşeratını yemeleri caiz değildir.
Sual: (Hastam iyi olursa Allah rızası için oruç tutacağım) diyenin, hastası iyi olunca, kaç gün tutması gerekir?
CEVAP: Üç gün oruç tutması gerekir. Bir kimse, (Allah rızası için oruç tutayım) dese, kaç gün olduğunu söylemese, bu orucu adak olur ve üç gün oruç tutar. (S. Ebediyye)
Cinlerle görüşmek ve cinci hocalara gitmek!
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Cinlerle ve cincilerle görüşüp, onlardan faydalı bilgiler öğrenilebilir mi?
CEVAP: Hayır. Cinci hocalara da gitmemeli. Muhyiddin-i Arabi hazretleri buyuruyor ki: Hiçbir insan, cinden Allahü teâlâya ait bir bilgi edinemez, çünkü cinlerin din bilgileri pek azdır. Onlardan dünya bilgileri edineceğini sanan kimse de aldanır, çünkü faydasız şeyle vakit geçirmeye sebep olur. Onlarla tanışan, kibirli olur. (Fütuhat)
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri de buyuruyor ki: İnsanın cinle tanışması, arkadaş olması zararlıdır. Onlarla konuşmak, fâsıkla arkadaşlık etmek gibidir. Onlarla tanışan, fayda görmez. Cinle tanışmaya özenmemeli, evliya-i kiramın ruhaniyetlerinden faydalanmaya çalışmalıdır. (Keşkül risalesi)
Evliya zatları tanımak, sevmek ve onlar tarafından sevilmek büyük nimettir.
Sual: Hâmile bir kadın, kocasından habersiz çocuğunu aldırır veya bilerek düşürürse, gurre denilen bir ceza gerekiyormuş. Bu ceza ne kadardır ve kime verilir?
CEVAP: Kocasından izinsiz çocuk aldıran veya ilaçla yahut başka sûretle çocuk düşüren kadının âkılesi, 500 dirhem gümüşü [veya 50 dinar altını], kadının kocasına verir. Buna gurre denir. Kocasının izniyle düşürürse veya bu olay dar-ül-harbde yani İslamiyet'le idare edilmeyen yerde olmuşsa bir şey vermek gerekmez. Âkıle, katilin öldürme işindeki yardımcılarıdır. Dinar, bir miskal altındır. 50 dinar, 240 gram basılı altın eder. Dirhem, 3,36 gram gümüştü.
Sual: Gusülde, gargara şart mıdır? Buruna çok su çekip, yanma hissedilmesi gerekir mi?
CEVAP: Hayır, öyle bir şart yoktur. Gargara yapmak abdestte de, gusülde de farz değil, sünnettir. Oruçluyken gargara yapmak ise mekruhtur. (S. Ebediyye)
Sual: (Üç yaşındaki bir çocuk, bir kadının sütünü içse, o kadının süt çocuğu olmaz. Bu bakımdan, erkeğin hanımının sütünü emmesinde bir mahzur yoktur) deniyor. Doğru mudur?
CEVAP: Yanlıştır. Erkeğin, hanımının sütünü içmesiyle süt çocuğu olmadığı doğruysa da, hanımının sütünü içmesi haramdır. Ancak salih ve uzman olan doktor, (Kadın sütü, bu hastalığa iyi gelir) derse, o zaman ilaç olarak içilebilir. (İslam Ahlakı)
Âyet-i kerimedeki (Taptığınız şeyler) ifadesi
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Enbiya sûresinin 98. âyetinin mealinde, (Siz de, Allah'ı bırakıp da taptığınız şeyler de, Cehenneme girecektir) deniyor. Bir ateist, (Buna göre, Hristiyanların taptığı Hazret-i İsa da, Cehenneme girecek) dedi. Buna nasıl cevap vermek gerekir?
CEVAP: Meal okumak böyle yanlışlıklara sebep olur. Bu âyet-i kerimede (ve mâ ta'budüne) ifadesindeki mâ, cansızlar için söylenir, orada (taptığınız şeyler)den maksat putlardır. İbni Abbas hazretleri buyurdu ki: Bu âyet-i kerime nazil olunca müşrikler, (Bizim ilâhlarımıza hakaret ediliyor) dediler. Putperestler, (İsa da mı Cehenneme gidecek?) diye, ateistler gibi aynı şeyi sorunca, şu mealdeki âyet-i kerime indi: (Kendileri için daha önceden tarafımızdan iyilik takdir edilmiş olanlar, Cehennemden uzaktır.) [Enbiya 101] (Kurtubî tefsiri)
Sual: Dini öğrenmek için Arapça bilmek şart mı?
CEVAP: Arapça öğrenmek, çok iyi, çok faydalıysa da, dini öğrenmek için şart değildir. Arapça bilmek, din bilmek değildir. Mısır, Suriye, Suudi Arabistan gibi ülkelerdeki insanların ana dili Arapçadır. Burada çok sayıda Vehhabi veya mezhepsiz vardır. Bunlar (Arapça biliyoruz) diye, Kur'an-ı kerime kendi görüşlerine göre mânâ vermişler, sapıklığa, hattâ küfre düşenleri bile olmuştur. Arapça bilmenin faydaları yanında, dinimizi ve Ehl-i sünneti bilmeyenler için böyle zararları da oluyor.
Bu ülkelerde yaşayan Hristiyanlar da Arapça biliyor, ama onlar gayrimüslimdir. Demek ki dil bilmek, din bilmek değildir. Bununla beraber, Müslüman olanın Arapçayı bilmesi dinini daha kolay öğrenmesine sebep olur, ama şart değildir. Hele, Kur'an-ı kerimi anlayıp, bu anladığına göre amel etmek niyetiyle öğrenmek, çok zararlı olur. Osmanlılar lüzumlu bilgileri zaten bildirmişlerdir. Bu Türkçe kitapları okuyarak dinimizi öğrenmek mümkündür.
Sual: İslam nikâhı, her gün kıyılabilir mi? Yoksa mübarek günleri mi beklemek gerekir?
CEVAP: Her gün, her gece kıyılabilir. Cuma gecesi veya cuma günü olursa, daha iyi olur.
Nikâh ve iman bayatlar; tazelemek gerekir
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Bazı camilerde cuma geceleri yapılan nikâh tazelemeleri yanlıştır. Nikâh bayatlamaz ki, tazelensin) deniyor. İnsan küfre düşerek imanı gitse, imanını ve nikâhını tazelemesi gerekmez mi?
CEVAP: Elbette, gerekir. İman ve nikâh gitmese de, nikâh tazelemenin mahzuru olmaz, aksine iyi olur. İman giderse, zaten her ikisinin de tazelenmesi şart olur. Nikâh da, iman da bayatlar. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Elbisenin eskidiği gibi, göğsünüzdeki iman da eskir. Allah'a niyaz ederek, imanınızı tazeleyin!) [Taberanî, Hâkim]
(La ilahe illallah sözünü çok söyleyerek imanınızı tazeleyin!) [İ. Ahmed, Taberanî]
Abdülgani Nablusî hazretleri buyuruyor ki: Erkek ve kadından biri mürted olunca, nikâhları fesh olur, yani bozulur. Bu, talak değildir. Tevbe ve tecdid-i nikâh [nikâhın tazelenmesi] gerekir. Küfür olup olmadığı şüpheli olan bir şeyi yapan kimsenin de, tevbe edince, nikâhını tazelemesi ihtiyatlı, yani iyi olur. (Hadika)
Demek ki, insan küfre düşünce veya küfre düştüğünü zannedince, tevbe edip imanını tazeler. İman gidince nikâh da gideceği için, nikâhını da tazelemesi gerekir.
Dinin hükümleriyle bilerek veya bilmeyerek alay eden yahut cahilliğinden veya küfründen dolayı inkâr eden zamane hocalarına itibar etmemelidir. Asırlardan beri iman ve nikâh tazelemesi yapılagelmiştir. Her hafta bütün camilerde yapılması çok iyi olur.
Sual: Gece tırnak kesmek, çöp atmak, çamaşır ve bulaşık yıkamak gibi işleri yapmakta mahzur var mıdır?
CEVAP: Hayır, mahzuru olmaz. Uzamış tırnağı geciktirmemeli, gece olsa da kesmeli. Halife Harun Reşit, İmam-ı Ebu Yusuf'a (Gece tırnak kesmek uygun mudur?) diye sorar. İmam, (Uygundur) buyurur. Halife delilini sorunca da, (Hayırlı işleri tehir etmeyin!) hadis-i şerifini bildirir. (Hindiyye)
Çöpü evde bekletmemeli, gecikmeden gece de olsa hemen atmalı. Bir hadis-i şerifte, (Çöp bekleyen evden bereket kalkar) buyurulmuştur. (Deylemî)
Bereketsizlik olmasın diye ilk fırsatta çöpü evden atmalıdır.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com / www.mehmetalidemirbas.com
"İki özellik Müslümanın ciğerine işlemeli"
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Cömert bir zata, (Efendim, sizin için, "Ona on çuval altın götürsen, bir günde bitirir. Yolun başında durur, ne varsa hepsini dağıtır" diyorlar. Bu doğru mu?) diye sorarlar. O zat der ki: "Evet, doğru söylüyorlar, çünkü o kimseye vermeyip saklasa ölür. Nitekim Peygamber efendimiz, (Müminin iki alameti vardır: Verdiği zaman sevinir. Günah işlediği zaman üzülür) buyuruyor. Verirken zerre kadar (Eyvah param eksildi!) veya (Ben bunu nasıl veririm!) gibi bir düşüncesi olmaz. Hem verir, hem de (Allah, bana bunu vermeyi nasip etti) diye çok sevinir. Günah işlediği zaman, ben bunu niye yaptım diye üzülür. Bu iki vasıf müminde bulunur. İnsan, neye kıymet verirse, kıymeti verdiği şeyle ölçülür. Paraya çok kıymet veren parayla, âhirete kıymet veren de âhiretle ölçülür."
Neden evliya zatların ismi saygıyla anılınca, Allah hatıra gelir? Çünkü insan, neye düşkünse, onunla hatırlanır. Onun için, dünya ile meşhur olmaya çalışmamalı.
Güzel ahlâkla, terbiyeli, saygılı olmakla ve namazla hatırlanmalı.
Büyük bir zat, nasihat isteyen gence buyurur ki: Şu iki özellik, Müslümanın ciğerine işlemelidir:
Birincisi, beş vakit namaza çok düşkün olmalı. Namaz, insanın aldığı hava, içtiği su, yediği gıda gibi olmalı. İkincisi, saygıya ve edebe çok dikkat etmeli. Saygı sınırı aşıldı mı, büyükler oradan uzaklaşır.
Hangi ailede edep varsa, o ailede mutluluk vardır. Hangi ailede karşılıklı saygı yoksa, orada daima kavga gürültü olur. Hiçbir bî-edep vâsıl-ı ilallah olamamıştır. Yani hiçbir edepsiz, Allah'ın sevgili kulu olamamıştır.
Evliya zatların, âlimlerin hayatlarına bakıldığında, çok alçakgönüllü insanlar olduğu görülür. Bu zatlar, bin yıldan beri hâlâ yaşıyorlar, isimleri kitaplarda geçiyor.
Cenab-ı Hak, zenginliği isteyene, edebi ve güzel ahlâkı ise bunlara layık olana verir. Dolayısıyla iftihar edilecek şey, çok zengin olmak, çok mal mülk sahibi olmak, mevki sahibi olmak değil; iyilikte, güzel ahlâkta, vermekte, insanların duasını almakta yarışmaktır... Bunlar tarihe geçecek, öldükten sonra da anılacak meziyetlerdir. O hâlde, herkese karşı edepli ve güzel ahlaklı olmaya gayret etmelidir.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com / www.mehmetalidemirbas.com
Namaza dikkat edin, hanımlarınızı üzmeyin!
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Merhamet imandandır. Bu din, merhametle bugüne kadar gelmiştir. Bir kimse, Peygamber efendimizin, torunları Hazret-i Hasan'la Hazret-i Hüseyin'i öptüğünü görünce, (Benim on tane çocuğum var. Hiçbirini öpmedim) der. Peygamber efendimiz, (Merhamet etmeyen, merhamete kavuşamaz) buyurur. Hazret-i Mevlana da, bir talebesine para verip, (Bana bir ekmek al) der. Alıp getirince, teşekkür edip, yola çıkar. Talebe de peşinden gider. Hazret-i Mevlana bir mağaraya girer. Orada yavrulamış ve açlıktan ölecek olan köpeğe, ekmeği suya batırarak yedirir. Çıkarken talebesiyle karşılaşır. Merakla bakan talebeye, (Yeryüzündeki her canlıya merhamet ediniz ki, merhamete kavuşasınız) mealindeki hadis-i şerifi söyler.
Peygamber efendimizin, vefat ederken son sözü, (Namaza dikkat edin, hanımlarınızı üzmeyin!) olmuştur. Hanımımız, evlatlarımız bize Allahü teâlânın emanetidir. Basit şeyler için onları üzmemeli. Onlara İlmihâl'den Ehl-i sünnet itikadını, dinimizin emir ve yasaklarını, namazı, Kur'an-ı kerimi öğretmeli. Tesettüre riayet ediyor ve namaz kılıyorsa, bunu büyük nimet bilmeli. Dinimizi sevdirmezsek ve ibadetleri yaptırmazsak, Cehenneme gitmelerine sebep oluruz. Bir insan, ailesine nasıl merhamet etmez, çoluk çocuğunu nasıl Cehenneme atar?
Namaz, nurdur. Namazsız geçen ömür, büyük kayıptır. Peygamber efendimiz, Mirac'da, bir grup insan görür, bunlar çamura dalıp, çamuru üstlerine başlarına sürüyorlarmış. Sonra çamurdan çıkıp yıkanarak tertemiz oluyorlarmış ve bu hâl böyle devam ediyormuş. Peygamber efendimiz (Ey kardeşim Cebrail, ne yapıyor bu insanlar? Kim bunlar?) buyurur. Cebrail aleyhisselam da, (Yâ Resulallah, bunlar senin ümmetin. Sabah namazından öğleye kadar günah işlerler, yani çamura batarlar. Sonra rahmet-i ilahi neticesinde bir abdest alırlar, namaz kılarlar, tevbe ederler. Sonra öğleden ikindiye kadar yine çeşit çeşit günah işlerler. Fakat bir abdest alırlar, namaza dururlar, tevbe istiğfar ederler, Cenab-ı Hak bunları tertemiz yapar. Her vakit namazla böyle temizlenirler. Ömür böyle geçer) cevabını verir. Bunun için, namazı asla ihmal etmemelidir.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Hayâ etmek, utanmak demektir. Utanmak, gülünç olacak bir duruma düşmekten korkmak, sıkılmak, mahcup olmak, çekinmek gibi mânâlara geldiğine göre, (Allah utanır demek) caiz midir? Allah, kimden çekinecek, kimden korkup sıkılacak?
CEVAP: Allah'ın hayâ etmesiyle insanların hayâ etmesi farklıdır. İnsanın hayâ etmesi, sıkılmak, çekinmektir. Fakat Allah'ın hayâ etmesi, o işi, keremine, ihsanına yakıştırmamaktır. Mesela insanların görmesiyle, işitmesiyle ve bilmesiyle; Allah'ın görmesi, işitmesi ve bilmesi çok farklıdır. Allahü teâlânın görmesi, ezelî ve ebedîdir. Her zaman, her şeyi görür. Vasıtasız, aletsiz devamlı görür. İnsanın görmesi böyle değildir, çok sınırlıdır. Allah'ın görmesi gözle, işitmesi de kulakla değildir. Geçmişi, geleceği, olmuşu ve olacağı, gizli açık her şeyi bilir ve görür. Görmesine hiçbir şey engel olamaz. Bunun için Allah'ın hayâ etmesiyle insanların hayâ etmesi çok farklıdır, sadece isim benzerliği vardır. Hayâ etmekle ilgili bir âyet-i kerime meali:
(Allah gerçeği söylemekten hayâ etmez.) [Ahzab 53]
(Habibimin isminde olan Müslümana azap etmekten hayâ ederim.) [Taberanî]
(Bir kulumun bedenine, çocuklarına veya malına bir musibet verdiğimde, bunu güzel bir sabırla karşılarsa, Kıyamet günü onun için bir mizan kurmaktan veya bir hesap defteri açmaktan hayâ ederim.) [Hakîm-i Tirmizî]
(Müslüman olarak ihtiyarlayana azap etmekten hayâ ederim.) [Beyhekî]
(İhtiyarlık benim nurumdan bir nurdur. Nuruma narımla [ateşle] azap etmekten hayâ ederim.) [Ebu-ş-Şeyh]
(Allahü teâlâ, çok hayâ ve kerem sahibidir. Kendisine açılan elleri boş çevirmekten hayâ eder.) [Tirmizî, Hâkim]
(Cennete gidecek bir mümin ölünce, Allahü teâlâ onun cenazesini taşıyana, arkasından gidene ve onun namazını kılana azap etmekten hayâ eder.) [Deylemî]
(Allahü teâlâ, bir kavmi, bir topluluğu mağfiret ettiği hâlde, onların içinden birini mağfiret etmemekten hayâ eder.) [Ebu-ş-Şeyh]
(Dostunuz çok olsun, çünkü Rabbiniz kerimdir. Kıyamette dostları arasında bulunan kuluna azap etmekten hayâ eder.) [Şir'a şerhi]
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com / www.mehmetalidemirbas.com
Dini korumak için dünya menfaatinden vazgeçmek
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Müdara nedir? Fitneye sebep olmamak için müdara nasıl olur?
CEVAP: Müdara, bir kimseyi idare etmek, dini veya dünyayı zarardan kurtarmak için, dünya menfaatinden vazgeçmek, insanlarla iyi geçinmek, İslamiyet'in dışına çıkmadan, güler yüz göstermek, gönlünü almaktır. Bazı toplumlarda, dinimize zarar gelmemesi için müdara gerekir. Bu da, inancını ve bazı konulardaki görüşünü saklamakla olur. Sırrını açıklayan kimse, çok defa söylediğine pişman olur. İnsan, söylemediği sözüne hâkimdir, söylediğinin ise mahkûmudur. Onun için, (Zehebini, zihâbını ve mezhebini gizli tut!) derlerdi. Yani paranı, dînî ve siyasî görüşünü, hizbini gizli tut, demektir.
Kâfirler arasında kalıp, malından, canından korkanın, onlara kalben değil de, dilden sevgi göstermesi caizdir. Nitekim müşrikler, Hazret-i Ammar'a, babası Hazret-i Yasir ve annesi Sümeyye hatuna işkence edip, (Lat ve Uzza putu, Muhammed'in dininden iyidir de!) diye zorlarlar, demeyince de işkenceyi artırırlardı. Nihayet, ana babası şiddetli işkence ile şehit edildiler. Hazret-i Ammar, kâfirlerin zorlamaları üzerine onların istediği küfür [imanı gideren] sözleri diliyle söyledi. (Ammar, dinini bırakıp kâfir oldu) dediler. Resulullah efendimiz onun hakkında buyurdu ki: (Ammar kâfir olmadı, o baştan ayağa imanla doludur. O, iki durumla karşılaştığında en doğru olanını tercih eder.) [İbni Mace, Ebu Nuaym]
Görüldüğü gibi fitne olmaması için Hazret-i Ammar, küfür söz söyledi. Demek ki fitnenin durumuna göre, sünnet veya farz terk edilebilir, hattâ küfür söz bile söylenir.
Hazret-i Ammar serbest bırakıldığında, Resulullah efendimiz, mübarek eliyle gözünün yaşını silip teselli buyurdu. Bu olay üzerine, Nahl sûresinin, (Allah'a küfredenlere şiddetli azap vardır. Ancak kalbine iman yerleşmiş olduğu hâlde [küfre] zorlanıp, sadece diliyle söyleyenler müstesnadır) mealindeki 106. âyeti nazil oldu. Resulullah efendimiz de Hazret-i Ammar'a, (Müşrikler eziyet ederse, yine böyle söyle!) buyurdu. (İbni Mace)
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com / www.mehmetalidemirbas.com
Kurbanı kestikten sonra etini tartmak
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Kurbanlık satılırken, alıcıya bir hayvan veriliyor. Alıcıya, (Bunu kestikten sonra tartarız, kaç lira gelirse parasını verirsiniz) deniyor. Yahut satıcı, alıcının istediği fiyata yakın bir hayvanı bayram günü kesiyor. Alıcıya, tartıp satıyor. Hacda ve bazı hayır kurumlarında, diyelim bin kişinin adına bin tane kurban eksiliyor. Ama hangi kurban kimin için kesildiği belli değil. Böyle kesilen kurbanlar sahih olur mu?
CEVAP: Her üç şekilde de kesilen kurbanlar sahih olmaz, et olur. Hacda kasabın, bir hayvanı kimin için kestiğini bilmesi lazım. Hayvanları kesip, (Gel hangisini istersen onu al!) denince de kurban sahih olmaz. Bir hayvanı emanet alıp, onu kestikten sonra parasını vermek de sahih olmaz. Çünkü emanet hayvan kurban edilmez. Şu şekilden biri olursa kurban sahih olur:
1- Hacda kurbanı kestireceklere vekâlet verilir. Kestirecek kimse de, her hayvanı hangi hacı için kestirdiğini bilmesi şarttır. Kurbanını bir hayır kurumuna hediye eden kimse de, bu işle görevli kişiye, (Allah rızası için, bayram kurbanımı kesmeye, dilediğine kestirmeye, etini ve derisini dilediğine vermeye seni umumi vekil ettim) demelidir. Görevli satın alacağı kurbana bir numara bağlar. Kesilirken, sahiplerinin ismini söyleyerek kasapları vekil eder. Böyle kesilirse hacdakiler ve hayır kurumundakiler sahih olur. Rastgele bir hayvanı kesip de, vekâlet verenlerden birinin olsun denirse sahih olmaz.
2- Kestikten sonra etini tartıp satacakların kurbanlarının sahih olması için, kurban kesecek kişi, hayvanları satana, yukarıda bildirildiği gibi vekâlet verir. Vekil de, o kişinin adına bir hayvan keserse sahih olur. Etini tartıp, (Kurban için şu kadar para vereceksin) diyebilir veya hiç para almasa bile kurban yine sahih olur. Önemli olan kesene vekâlet verilmesi, kesenin de bu kişi adına kesmesidir.
3- Satıcının, (Bunu götür kurban olarak kes, sonra etini tartıp parasını alırız) derse kurban sahih olmaz. Çünkü böyle verilen hayvan emanet olur. O hayvanı alıcıya belli bir fiyatla satar veya hediye ederse o zaman kurban edilir.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Hacca gitmenin önemi nedir? CEVAP: Gücü yetenin, ömründe bir kere Kâbe'ye gidip, oraya mahsus ibadetleri yapması farzdır. Daha sonra yapılan haclar nâfile olur. Farz olan hacca gitmeye çalışmalı! Bir kere farz olan haccı yapmak, 20 kere Allah yolunda savaşmaktan daha sevabdır. Hadis-i şerifte, (Hac, suyun kirleri temizlediği gibi, günahları yok eder) buyuruldu. (Taberanî)
Kabul olan hac; namaz, oruç ve zekât borçlarının affına sebep olmaz. Bunları geciktirme günahlarının affına sebep olur. Kul borçları verilmezse veya helâlleşilmezse ödenmiş olmaz. Kul ve Hak borçlarından başka günahlar affedilir. Haccın sahih olması için, vaktinde yapılması gerekir. Kabul olması için de, haccın sahih olması, o kimsenin itikadının düzgün olması, bid'at ehli olmaması gibi şartları vardır. Hadis-i şerifte, (Bid'at işleyenin orucu, haccı, cihadı kabul olmaz) buyuruldu. (Deylemî)
1- İfrad hac: Bu haccı yapana müfrid hacı denir. İhrama girerken, yalnız hac yapmaya niyet eden kimsedir. Mekke'de oturanlar, yalnız müfrid hacı olur.
2- Kıran hac: Bu haccı yapana karin hacı denir. Hacla umreye birlikte niyet eden kimsedir. Önce umre için tavaf ve sa'y edip, sonra ihramını çıkarmadan ve tıraş olmadan, hac günlerinde hac için, tekrar tavaf ve sa'y yapar.
3- Temettü hac: Bu haccı yapana mütemetti hacı denir. Hac aylarında, yani Şevval, Zilkade, Zilhiccenin ilk on gününde umre yapmak için ihrama girip, umre için tavaf ve sa'y yapıp ve tıraş olup ihramdan çıkar. Memleketine gitmeyerek, o sene, terviye gününde veya daha önce, hac için ihrama girerek müfrid hacı gibi hac yapar. Yalnız, tavaf-ı ziyaretten sonra da sa'y yapar. Karin ve mütemetti hacıların şükür kurbanı kesmeleri vacibdir.
Temettü veya kıran haccı yapanlardan, kurbanlık hayvan bulunmaması veya alınamaması sebebiyle, kurban kesme imkânı olmayanlar, üç gün hac esnasında, yedi gün hacdan sonra olmak üzere on gün oruç tutarlar.
Not: Hacla ilgili bütün bilgiler, www.dinimizislam.com sitemizde vardır.
Hayır kurumlarına kurban bağışı
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Vacib, akika ve adak kurbanlarını hayır kurumlarına nasıl kestirebiliriz?
CEVAP: Vacib olan kurban, adak, akika veya ölüler için kesilecek kurban, işin dînî yönünü de iyi bilen ve ilim neşriyle meşgul bir vakfa, vekâlet yoluyla kestirilebilir. Böylece ilim neşrine katkımız olduğu için farz sevabı da alırız. İlim tahsili yapılan yerlere, dine uygun şekilde zekât, fitre, adak, akika veya sadaka şeklinde yapılan yardımlar, insanı kazalardan, belalardan korur. Dünyada, sıhhat ve âfiyet içinde bir ömür sürmeye sebep olur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Hastalarınızı sadakayla tedavi edin! Bela sadakayı geçemez.) [Taberanî]
Vakıf yetkilisine dine uygun vekalet verilmeli ve her hayvanın, kimin adına kesildiği belli olmalıdır. İhlas Vakfı, bu işi senelerdir dine uygun olarak yapmaktadır. İhlas Vakfı'nın öğrenci yurtlarında, binlerce üniversiteli fakir öğrenciyi ve Türk dünyasından gelen muhtaç öğrencileri barındırmaktadır. Onların birçok ihtiyacı, hayırseverlerin yardımlarıyla sağlanmaktadır. Birçok önemli eseri çeşitli dillere tercüme ettirerek, yurt içinde ve yurt dışında dağıtmakta, böylece dinimizin, ülkemizin ve milletimizin tanınmasına vesile olmaktadır. Ayrıca, Türk dünyasından ve yurt içinden gelen fakir öğrencilere her türlü yardımı yapmaktadır.
Bu öğrenci yurtlarının bir yıllık et ihtiyacı, hayırseverlerin verdikleri kurban vekâletleriyle karşılanmaktadır. Vakfa verilen kurban vekâletleriyle, hayırseverler adına kurbanlıklar satın alınmakta ve dinimize uygun olarak kesilen kurbanlar, soğuk hava depolarında muhafaza edilmektedir. Yıl boyu, bu etler yurtların yemek ve et ihtiyacında kullanılmaktadır.
İhlâs Vakfı, eğitime ve devletimize verdiği destekle, en iyi şekilde kamu hizmeti yapmaktadır. İhlâs Vakfı'na kurban veya zekât vekâleti veren, İhlâs Vakfı'nın hizmetlerine iştirak etmiş olur. Telefonla veya internet üzerinden de kurban vekâleti verebilir. Kurban bedelleri, banka hesap numaraları, (0212) 451 49 00 numaralı telefondan veya www.ihlasvakfi.org.tr adresinden öğrenilebilir. Bu siteden vekalet verilip, havale veya kredi kartıyla da ödeme yapılabilir.
Dine hizmet, ateşten gömlek giymek gibidir
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Dine hizmet, ateşten gömlek giymeye benzer. Yani vebali ağırdır, çok hassas, çok dikkatli olmak gerekir. Dine hizmetten dünya menfaati sağlamak ise, zemzeme idrar karıştırmak gibidir, felakettir. İdrar karışan zemzem, artık zemzem olmaktan çıkar. İçilmez hâle gelir. Böyleleri için Kur'an-ı kerimde mealen, (Dini verip dünyayı aldılar, bu alışverişten çok zarar ettiler) buyuruluyor. Merhum hocamız, (Bu hizmetlerden bir kuruş menfaatim olmadı. Kitabevinden kendi kitaplarımı alırken de parasını verdim) buyururdu.
Gazalardan zaferle dönülünce, dağıtılmadan hiç kimse ganimet almazdı. Resulullah "sallallahü aleyhi ve sellem", ne verirse, her Sahabî onu alırdı. Hiçbir Sahabî, (Benimki az, ben daha çoğunu hak ettim) demezdi. Yani dine hizmet için çalışırken alınacak ücreti, herkes kendisi değil, Emîr tayin eder. Bu hizmeti yaparken, almak için değil, vermek için uğraşmalı. Ehl-i sünnet âlimlerinin yolunda yapılan hizmetlerde kâr değil, sevab paylaşımı vardır.
İslam dininin kendisi izzet ve şereftir. Ona uyup hizmet edenler, hizmet ettiği sürece şereflidir. Bunun dışında şeref arayanlar şeref bulamaz.
Dine hizmet edenlerin en çok korkacağı şey, kibirdir. Kibir on kısımdır, dokuzu hizmet edenlerdedir. Şeytan onları, (Ben şöyle hizmet ettim, şu kadar kitap sattım) diye konuşturur, yaptıklarıyla övünürler. Övündükçe ayakları kayar da, farkında olamazlar. İmam-ı Rabbânî hazretleri, (İyilik yaparken bir kötülüğe sebep olmayın!) buyuruyor.
Yavuz Sultan Selim Han Mısır'ı fethedip, halifeliği teslim aldığı zaman, hutbe okuyan imam, Sultanı tanıtırken, (Hâkim-ül Haremeyn) yani (Mekke ve Medine'nin hâkimi, sultanı) diye takdim edince, Sultan çok sinirlenip, başındaki kavuğu imama fırlatır. İmam hemen hutbeyi keser. Yavuz Sultan Selim Han, (Öyle deme, Hâdim-ül Haremeyn de!) Yani (Ben Mekke ve Medine'nin hizmetçisiyim, buralara hizmet için geldim) diye kendini takdim eder. Sorgucuna da, (Biz, Haremeyn'in süpürgecisiyiz) mânâsında, süpürge amblemi taktırır. Demek ki, her işte tek maksat Allahü teâlânın rızası olmalı.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com / www.mehmetalidemirbas.com
Zafere kavuşmak için iki şart
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: İki şeye dikkat edilirse, zafer mutlaka nasip olur: 1- Namazı doğru kılmak, 2- Âmire itaat. Kur'an-ı kerimde mealen, (Allah'a, Resûlüne ve sizden olan Müslüman âmirlere itaat edin) buyuruluyor. Emîre itaat etmemek haramdır.
Peygamber efendimiz, (Benim ümmetim bir vücut gibidir) buyuruyor. Bir vücutta iki kalb, sekiz göz, kırk kulak olmaz. Başarı için yekvücut olmalı. Emîre bir kere bile itiraz hakkı yoktur. İstişare etse bile, son kararı emîr verir.
Resulullah "sallallahü aleyhi ve sellem", Rumlarla savaşmak üzere bir ordu hazırlanmasını emir buyurup, azatlı kölesi ve evlatlığı Zeyd bin Hârise'nin oğlu olan, 22 yaşındaki Hazret-i Üsame'yi kumandan yaptı. Orduda Eshab-ı kiramın bütün büyükleri vardı, ama hiçbiri (Biz, zenci cariyenin oğlu Üsame'nin emrinde mi savaşacağız?) demedi.
Karargâh kurulmuş, ordu hazırlanmıştı. Hareket edecekleri sırada, Resulullah "sallallahü aleyhi ve sellem" vefat etti. Geri mi dönülecek, devam mı edilecek diye haber beklenirken, halife seçilen Hazret-i Ebu Bekir, hemen Eshab-ı kiramın ileri gelenlerini topladı. (Görüyorsunuz, Resulullah vefat edince, kabileler isyan ettiler, mürtedlerden, müşriklerin safına geçenler oldu. Müşrikler de, Medine'nin etrafında fırsat kolluyor. İslam ordusu sefere devam ederse Medine'ye saldırabilirler. Ordu geri mi dönsün, devam mı etsin?) diye sordu. Hepsi, (Başka ordumuz yok, ordu geri dönsün. Sefere daha sonra çıkılsın. Yine de karar sizin) dediler. Halife yani Emîr Hazret-i Ebu Bekir, (İstişare yapıldı, tek erkek kalmadan herkes orduya katılacak, ordu, geri dönmeyecektir) buyurdu. Bir tek o, bu düşüncedeydi ve böyle karar verdi. Hem savaş kazanıldı, hem de, saldırmaya hazırlanan bütün kâfirler, mürtedler, (Bu acılı günlerinde böyle büyük bir ordu dışarı çıktıysa, içeride kim bilir daha kaç tane ordu var?) diye gözleri korktuğu için saldıramadılar. Eğer ordu, geri dönseydi, cesaretlenecekler ve kan gövdeyi götürecekti. Halife, (İstişare et, karar verdikten sonra, Allah'a güven ve kararından dönme!) mealindeki âyet-i kerimeye uymanın bereketini gördü.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com / www.mehmetalidemirbas.com
Kurban için zenginlik ölçüsü
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Kurban Bayramı'nda kurban kesmenin vacib olması için şartlar nelerdir? CEVAP: 1- Mukim, âkıl baliğ ve Müslüman olmak.
3- Kadınların, altın ve gümüş dışındaki inci, mercan, pırlanta, zümrüt gibi ziynet eşyaları kurban nisabına katılır, fakat zekât nisabına katılmaz.
4- Birden çok evi olan erkeğin, nisaptan düşürecek kadar borcu yoksa, kurban kesmesi gerekir.
5- Kurban nisabı hesabına katılacak malın, ticaret için olması şart olmadığı gibi, elinde bir yıl kalmış olması da gerekmez. Bütün borçlar, alacaklardan ve mevcut maldan çıkarılır. Kalan alacaklar, zekâtta olduğu gibi, kurban nisabına da dâhil edilir.
Sual: Kurban alırken nelere dikkat etmelidir?
CEVAP: 1- Kurban satın alırken, (Bayram günü kesmesi vacib olan kurbanı almaya) diye niyet etmeli. Bunu keserken, tekrar niyet etmesi şart değildir. Bu aldığı hayvanı kurban etmesi de şart değildir, fakat keseceğinin kıymeti bundan az olmamalı. Satın alırken, hiç niyet etmese de olur, fakat bunu keserken veya kesecek olanı vekil ederken niyet etmesi gerekir.
2- Kurbanlık hayvanı canlı olarak tartıp satmak caiz olmaz. Canlı olarak tartıp, (Bu hayvana şu kadar para vereceksin) denirse, hayvanın tamamı üzerinde pazarlık yapılırsa, o zaman alışveriş götürü usulü olduğundan sahih olur.
3- Üç ortak, 7000 liraya bir inek alsa, ortağın biri 3000 diğeri de 3000 verse, üçüncü ortak 1000 lira verse, üçüncüye düşen hisse, yedide birden az olmadığı için caiz olur.
4- Eşit para verip, 3 kişi, 3 koyun alsa, kesmeden önce, (Şu senin, şu onun, şu da benim) diye paylaşmak caizdir.
5- Kurbanı veresiye veya kredi kartıyla almak caizdir. Faizli kredi ile almak caiz olmaz.
6- İki kişinin kurbanı karışırsa, her birinin kendinin sanarak kestiği, kendi kurbanı olur.
7- İki kurbanlıktan biri diğerini öldürmüşse, sahibine ödetilemez.
8- Kurban alan, niyetini değiştirip, akika veya adak olarak kesebilir.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com / www.mehmetalidemirbas.com
Kurbanlık hayvanın vasıfları
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Hangi hayvanlardan kurban olur? CEVAP: 1- Sadece davar, sığır ve deveden kurban olur. Davar denince koyun, keçi; sığır denince de, inek, boğa, manda, dana, düve, tosun anlaşılır. 2- Dişi hayvan da, erkek hayvan da kurban olur. 3- Yünü kırkılmış koyunu kurban etmek ve kurban için almak mekruhtur. 4- Davarın 1, sığırın 2, devenin 5 yaşını geçmesi gerekir. 6 ayı geçen kuzu, iriyse kurban olur. 5- Bir gözü görmeyen, topal olup yürüyemeyen, dişlerinin yarısı yok olan, kulağının veya kuyruğunun çoğu olmayan, bir ayağı kesik veya ölmek üzere olan hasta hayvan kurban olmaz. 6- Eti yenen vahşi hayvandan kurban olmaz. Yabani öküz [buffalo], yabani deve [lama] ve yabani koyundan da kurban olmaz. Melezse, anaya itibar edilir. Anası evcilse, yavrusu kurban edilebilir. 7- Husyeleri küçük, gebe, tüyü dökülmüş hayvanı kurban etmek mekruhtur. 8- Burnu veya dili kesik yahut çoğu yok olan hayvan kurban olmaz. 9- Davarda bir, sığırda iki meme kesik ise kurban olmaz, ama yavrusunu emziriyorsa olur. 10- İki kulağı kesik, biri kökten kesik, kuyruğu kesik, bir veya iki kulağı yoksa, kurban olmaz. 11- Diz kapakları gibi bir yeri kemik başına kadar kırılan hayvan kurban olmaz.
Kurban olmaya mani olmayan kusurlar: 1- Boynuzu kırık veya boynuzsuz olan. 2- Kulağın çoğu kesilip ayrılmasa, asılı kalsa mekruh olmakla beraber, caizdir. Yarıdan azı kesik olsa, kurban olur. Kulağı enine veya boyuna yarık olsa, kurban olur. Kulağın yırtık olması tenzihen mekruhtur. Burun da kulak gibidir. Uyuz, burulmuş olanı kurban edilir. 3- Kulağı, kuyruğu küçük olarak doğan, kurban olur. 4- Dişiye aşamayan, zekeri kesik olan kurban olur. Hünsa [çift cinsiyetli] olanı kurban etmemeli. 5- Yayılmasına mani olmayacak kadar deli olup, sürüsünden ayrılmayan hayvan, kurban olur. Sürüsünden ayrılan ve otlayamayacak kadar deli olan hayvan kurban olmaz. 6- Bir gözünde görmeye mani olmayan perde bulunan hayvanı kurban etmek caizdir. 7- Kurbanlık, kesim yerine getirilirken ayağı kırılır, sonra kesilirse, caiz olur. 8- Dişlerinin çoğu varsa mekruh olur, fakat caizdir.
Zilhicce ayında oruç tutmak çok faziletlidir
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Zilhicce ayının fazileti nedir?
CEVAP: Kurban Bayramı'nın bulunduğu aya zilhicce denir. Zilhicce ayının ilk on gününde yapılan ibadetlerin kıymeti çoktur. Birkaç hadis-i şerif:
(Zilhiccenin ilk günlerinde tutulan oruç, bir yıl oruç tutmaya bedeldir. Bir gecesini ihya etmek de Kadir Gecesi'ni ihya etmek gibidir.) [İbni Mace]
(Zilhiccenin ilk on gecesinde yapılan amel için, yedi yüz misli sevab verilir.) [Beyhekî]
(Terviye günü [Arefe'den önceki gün] oruç tutup, günah söz söylemeyen Müslüman Cennete girer.) [Ramuz]
(Zilhiccenin ilk dokuz günü oruç tutan, her günü için yüz köle azat etmiş veya cihad edenlere yüz at vermiş yahut Kâbe'ye kurban için yüz deve göndermiş gibi sevab alır.) [R. Nasıhin]
(Zilhiccenin ilk on günü, fazilette bin güne, Arefe günü ise on bin güne eşittir.) [Beyhekî]
(Rahmet kapıları dört gece açılır. O gecelerde yapılan dua reddedilmez. Ramazan ve Kurban Bayramı'nın birinci geceleri, Berat ve Arefe Gecesi.) [İsfehanî]
Eshab-ı kiram, (Ya Resulallah, bu ayın ilk günleri yapılan ameller, Allah yolundaki cihattan da mı daha kıymetlidir?) dediklerinde, (Evet, cihattan da kıymetlidir, ancak canını, malını esirgemeden savaşıp şehid olanın cihadı daha kıymetlidir) buyurdu. (Buhârî)
Hazret-i Ebüdderda buyurdu ki: Zilhiccenin ilk dokuz günü oruç tutmalı, çok sadaka vermeli, çok dua ve istiğfar etmelidir, çünkü Resulullah, (Bu on günün hayır ve bereketinden mahrum kalana yazıklar olsun) buyurdu. Zilhiccenin ilk dokuz günü oruç tutanın ömrü bereketli olur, malı çoğalır, çoluk çocuğu belalardan muhafaza olur, günahları affolur, iyiliklerine kat kat sevab verilir, ölürken kolay can verir, kabri aydınlanır. Cennette yüksek derecelere kavuşur. (Şir'a)
Bu on gün içinde, hasta ziyaret eden, Allahü teâlânın dostlarının hatırını sormuş ve ziyaret etmiş gibi olur. Bu on gün içinde Ehl-i sünnet'e uygun bir din kitabı okumak çok sevabdır. Din ilmini, Ehl-i sünnet itikadını öğrenmek, kadın erkek herkese farzdır. Çocuklara öğretmek, birinci görevdir.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com / www.mehmetalidemirbas.com
Seferilik ve kurbanın vacib olması
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Seferde, mesela öğle namazını kılan, öğle çıkmadan mukim olsa, öğleyi tekrar kılması gerekmediği hâlde, seferde nafile olarak kurban kesen zengin kimsenin, üçüncü günü mukim olunca, yeniden kurban kesmesi niye gerekiyor?
CEVAP: Seferde namaz kılmak farzdır. Seferde farzı yapınca elbette yeniden kılmaz. Kurbanı seferde kesmek ise nafiledir, bayramın üçüncü günü mukim olunca, zengine kurban kesmek vacib olur. Kurbanı vacib olarak kesmediği için yeniden kesmek vacib oluyor.
Fıkıh kitaplarında deniyor ki: Büluğa ermemiş bir çocuk, vakit girince o namazı kılsa, vaktin sonuna doğru büluğa erse, o namazı tekrar kılması farz olur, çünkü öncekini nafile olarak kılmıştır. Bunun gibi, vaktin sonunda ayılan baygına, hayzı veya nifası vaktin sonunda biten kadına, o namazı kılmak farz olur. (Dürr-ül-muhtar)
Bir çocuk, yatsı namazını kılar da, sonra ihtilam olur yani büluğa ererse, sabah namazına kadar yatsıyı tekrar kılması farz olur. İmam-ı Muhammed, bunu İmam-ı a'zam Ebu Hanife'ye sormuş, o da, (Evet, yatsıyı tekrar kılması farz olur) buyurmuştur. (Redd-ül-muhtar)
Kurban Bayramı'nın üçüncü günü sefere çıkacağını bilen kimseye, birinci günü kurban kesmek vacib olmaz. (S. Ebediyye)
Sefere çıkınca da seferi olduğu için kurban kesmesi vacib değildir. Seferde keserse nafile olur, vacib olmaz, vacib yerine gelmez. Seferden dönüp mukim olunca üçüncü günü kurban kesmesi vacib olur. Çünkü yukarıda, Dürr-ül-muhtar'da bildirildiği gibi, namaz, vaktin sonunda farz olduğu gibi, kurban da, bayramın üçüncü günü vacib olur. Daha önce nafile olarak kesilen kurban, vacib yerine geçmez. Namaz seferde de farzdır. Seferde namaz kılmak nafile olsaydı, bu o zaman uygun olurdu. Şimdiki kıyas tamamen bâtıldır.
Sual: Kurbanı keser kesmez başını koparmakta ve yüzmeye başlamakta mahzur var mıdır?
CEVAP: Hayvan tamamen ölüp çırpınması durmadan, başını koparmak ve derisini yüzmeye başlamak mekruhtur. (S. Ebediyye)
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Türk dünyasından gelen bir hafız, (Arapçada e sesi yoktur) diyor. Elif harfini a sesi ile e sesi arasında okuyor. Melek demiyor da, malak kelimesine yakın, ikisi arası bir şey söylüyor.
Mısır'dan gelen biri de, (Elif harfini a ve ü ile okumak yanlıştır) diyor. Mesela âmin yerine eeemin diyor. Amenerresulü demiyor, eeemenerrasulü diyor. Allahü ekber yerine Ellahu ekber diyor. Biz Türklerin okudukları yanlış mı?
CEVAP: Türk dünyasından gelen hoca gibi okuyanı yeni duyduk. Öyle bir okuma şekli duymadık. Sadece Allahü ekber derken elif harfi e harfi ile a harfi arasında okunur, başka yerlerde okunmaz. Melek kelimesi, melek olarak okunur.
En güzel okuma şekli Osmanlıların okuduğu kıraattir. Şimdiki Araplarınki, Doğu Anadolu'daki insanların konuştukları Türkçeye benziyor. Mânâ değişmese de Osmanlıdaki kadar düzgün olmuyor.
Ha harfiyle he harfinin karışmaması için hu değil, hü diye okumalı. Sad harfini ötre olarak okuyunca su diye okunur, sin harfini ötre olarak okuyunca sü diye okunur. Ü sesi yok diye onu da su diye okumak uygun olmaz. Osmanlının okuduğu gibi okunursa hiç yanlışlık olmaz. Sin ve Sad harfleri rahatça çıkmış olur. Mânâ da değişmez.
Allah ve Amenerresulü derken ayın harfiyle söylemiyoruz, elifle söylüyoruz. Elifle söyleyince mahzuru olmaz.
Sual: S. Ebediyye'de, (Satılan şeyin ayıbını ve satın alınan şeyin kıymetini gizlemek fâiz olur) deniyor. Bir kimse sattığı malı kaça aldığını söylemek mecburiyetinde midir?
CEVAP: Sorana, malın alış fiyatını değil, piyasa değerini söylemelidir. Piyasa değeri demek, bu maldan anlayan bilirkişilerin, eksperlerin verdikleri fiyat demektir, alış fiyatı değil. Bir kimse bir malı çok ucuza alsa da, rayiç fiyattan satabilir. Mesela 50 liraya alınan bir mal, piyasada 100 lira ise, (Bu malın değeri 100 liradır) diyerek satmak caiz olur. (Bu malın değeri 200 lira, ama sana 100 liraya satıyorum) demek, müşteriyi kandırmak caiz değildir.
Bütün mesele imanı korumaktır
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Her ülfetin, bir külfeti vardır. Çok kıymetli bir pırlanta sahibinin, çalınacak korkusuyla gözüne uyku girmez. Sonunda yok olacak bir dünya malını korumak böyle olursa, her hazineden daha kıymetli olan iman cevherini korumak nasıl olur?
Bu zamanda, bir kimseye doğru imanın nasip olması çok zordur. Böyle bir imanla şereflenmek büyük nimettir, ama bundan sonrası çok tehlikelidir. Çünkü Allahü teâlâ rızka kefil, ama imana kefil değildir. Allah korusun imanını kaybeden mürted olur, sonsuz kalmak üzere, Cehennemin dibine gider. Ehl-i sünnet kitaplarında, (Şunu yapan, şunu söyleyen imanını kaybeder) diye maddeler hâlinde bildiriliyor. Onları iyi öğrenmeli.
Diyelim ki dışarıda büyük bir kasırga var, ağaçları kökünden söküyor, damları uçuruyor. Orada elinde yanan bir mum bulunan kimsenin derdi, bu mumu söndürmemektir. İşte bu zamanda imanını korumak, mumu söndürmemek gibi çok zordur. İmansızlık fırtınası, ufak bir delikten iman mumunu söndürebilir. Çok kimsenin bundan haberi yok ki çaresine baksın!
İmanını kaybedenin, 99 kere hacca, umreye gitmesinin, yüzlerce rekât namaz kılmasının hiç faydası olmaz. Öldükten sonra da, (Eyvah, bu fırsat elden kaçmış) der, fakat iş işten geçmiş olur. Yoksa çok ibadet etmek meziyet değildir. Bütün mesele, imanı muhafaza edip küfre düşmemektir. İşte bu da, ancak farzları eksiksiz yapmak, haramlardan sakınmak, dine hizmet etmek ve Ehl-i sünnet âlimlerini sevip kitaplarını okumak ve yaymak gibi işlerle olur.
Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri, (Otuz yıl hep imanı anlattım. Anlayan üçü beşi geçmedi) buyuruyor. Demek ki, bu basit bir iş değildir. İman etmek zor, ama onu muhafaza etmek daha zordur. İnsan kızar, bir laf eder, her şey biter. Dili, gözü, eli, kalbi korumalıdır. (İçimizde bir yılan var, soktu, sokacak!) diye nefsimizden korkmalıyız. Pırlantamız çalınacak diye iman hırsızlarından korkacağız.
Bu zamanın iman hırsızları, kötü yayınlar ve kötü arkadaşlardır. Hepsi bir mayın tarlası gibidir. Bu zor zamanda mayınlara çarpmadan imanımızı korumaya çalışmalıyız.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Bir hayvanı gözümüzün önünde ateşe atsalar, vicdanı olan, buna tahammül edemez. Hâl böyleyken bazıları kendi evladını, kendi hanımını, hattâ bizzat kendini, ateşe nasıl atar? Çok yazık! Bu hayat, bir gün biter. Sonunda hepimizi kefene koyacaklar. Artık ondan sonra, kimseden fayda beklenmez. O fırsat artık geçti. Ne mutlu imanla ölene!
Tabiînin büyüklerinden Ömer bin Abdülaziz hazretleri, adalet timsaliydi. Çoban bir gün, kurdun sürüye saldırdığını görünce, (Halife Ömer bin Abdülaziz öldü) der. Nereden bildiği sorulunca, (O hayattayken onun korkusundan kurtlar sürüme saldıramazdı) cevabını verir. İşte bu zat buyuruyor ki:
(Ölüp de beni mezara koyunca, başımın üstünde bir baca yapın, başım gözüksün içinden. Beni kıbleye karşı yatırın. Bir gün sonra bacadan bakın! Eğer başım kıbleden başka yöne dönmüşse, bütün dostlara, "Ömer bin Abdülaziz imansız gitti" dersiniz. Artık onlar ağlasalar, üzülseler de faydasız. Eğer yüzüm dönmemişse, mezarı örtün, "Sevinin ey dostlar, Ömer bin Abdülaziz de imanını kurtardı" dersiniz. Çünkü, 44 kişiyi elimle gömdüm. Dördü hariç, hepsi öbür tarafa döndü.)
İman, müminle ateş arasında büyük bir duvar gibidir. Mümini ateşten korur. İmanı olmayan kurumuş demektir. Kurumuş ağaç, ancak yakılır.
Ebedî yani sonsuz ne demek iyi düşünmeli. İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
(Cehennemde ebedî kalacak olanlara, faraza, "Siz dünyadaki göl ve denizlerdeki damlalar adedince, çöldeki kum taneleri sayısınca yandıktan sonra çıkacaksınız" denilseydi, sonunda kurtulacağız diye o kadar sevinirlerdi ki, sanki nasıl yandıklarını anlayamazlardı. Bütün dünya, bütün gökyüzü, buğdayla dolu olsa, bir serçeye, "Her yıl bir tane yiyeceksin" deseler, o buğdaylar biter, sonsuzun yanında hesabı bile olmaz.)
İşte bu sonsuz azabı düşünerek imanı korumaya çalışmalı.
Vefat eden evliya bir zata, rüyada (Dünyaya geri gelmek ister misin?) diye sorulunca, (Dünyanın tamamını hesap sorulmamak şartıyla verseler de istemem. Sadece, kapı kapı dolaşıp ölüm ve kabir hâllerini anlatmak için isterim) buyurur.
Kurban için vekâlet nasıl verilir?
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Kurban için vekâlet nasıl verilir? CEVAP: Maddeler hâlinde bildirelim: 1- Kurbanı başkasına kestirirken, kalben niyet edip, (Allah rızası için bayram kurbanımı kesmeye seni vekil ettim) demek yeterlidir.
Kurbanı başkası alıp başkası kesecekse, (Bayram kurbanımı almaya, aldırmaya, kesmeye ve kestirmeye seni umumi vekil ettim) der. Yahut kısaca, (Kurban işimi hâlletmek için seni umumi vekil ettim) demek de yetişir.
2- Adak, akika veya nâfile kurban, yanlışlıkla vacib diye kesilse mahzuru olmaz.
3- Kurban kesmeye vekil olan, sahibinden ayrıca izin almadıkça veya umumi vekil edilmedikçe, başkasını kendine vekil yapamaz. Umumi vekil ise başkasını, o da bir başkasını vekil yapabilir.
4- Vekâleten kurban kesene, kimi çok, kimi az para verebilir. Vekil, vekâlet aldığı kimseler adına kurban keser veya başkasına da kestirebilir. Daha sonra vekil, ondan para ister veya istemez, kendi verebilir. İki kurbana yetecek para veren için de, iki kurban alır veya ona iki hisse verir. Yahut iyisinden bir kurban alır, çünkü umumi vekil, tam yetkilidir.
5- Birden çok kişiye vekâlet vermek sahihtir. Bir işe vekil olan iki kişiden biri, tek başına yetkili olamaz. Ancak emaneti vermede, borcu ödemede, kurban kesme gibi işlerde, biri tek başına yetkili olabilir, çünkü bu işlerde vekillerden birinin, diğerinin görüşünü sorması gerekmez.
Bir kimse, kurbanını kesmek üzere 4 kişiye vekâlet verse, bu vekillerden biri kesince, ötekilerin görüşünü almaya ihtiyaç yoktur. Kurban, dinimize uygun kesilmiş olur.
Sual: Kurbanı kasaba götürüp, (Bunu kes!) demekle vekâlet verilmiş olur mu?
CEVAP: Evet, olur. Bunun gibi, bir kimse birine, (Kurban işimi hâllet!) dese, vekâlet vermiş olur. Vekil, bir hayvan alıp kesebilir. (Kurbanı almaya aldırmaya, kesmeye kestirmeye, etini dilediğin gibi tasarruf etmeye seni umumi vekil ettim) demek şart değildir. Denirse daha iyi olur.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Bir gece, dînî kitap okuyorduk. Genç bir arkadaş, (Namazdan önce çayı içelim) dedi. Oradaki yaşlı biri, (Öyle söylenmez. Önce namazı kılalım, sonra rahatça çayı içelim) dedi. Hangisi daha uygundur?
CEVAP: Yaşlı kişi, namazın önemini belirtmek için öyle söylemişse de, gencin söylediği daha uygundur. Kalbi meşgul eden bir şey olursa, önce o şeyi hâlledip, sonra namaza durmalı. Çay, yemek gibi şeyler kalbi meşgul edebilir. Önce bunları hâlledip sonra namaz kılmak uygun olur. Yapılması gereken bir şeyler varken, rahat namaz kılınmaz. Gerekli işleri yaptıktan sonra, namaz kılmak daha rahat olur.
Fıkıh kitaplarında, imrendiği yemeği kaçırmak korkusu, cemaate gitmemek için özür kabul ediliyor. Yani yemekten sonra namazı yalnız kılmak caiz oluyor. Yemek hazırken, namaz mekruh vakte girmeyecekse, önce yemek yenmeli. İki hadis-i şerif:
(Yemek hazırken namaza durmayın!) [Müslim]
(Akşam yemeği hazırsa, namazdan önce yemeği yiyin!) [Buhârî]
Sual: Sağ elle bir iş yaparken, mesela bilgisayarın faresini tutarken sol elle tesbih çekilebilir mi?
CEVAP: Çekilebilir. Peygamber efendimizin iyi işlere sağdan başlaması, giyim kuşam, yiyip içmek gibi âdetlerine sünnet-i zevaid denir. Bunları unutarak veya bir ihtiyaçla terk etmekte hiç mahzur yoktur. İhtiyaçsız terk etmek de günah olmaz, ancak sünnete uyulmamış, sevabından mahrum kalınmış olur.
Kırda, piknikte, sofradan uzak bir yerde, sağ el meşgulse, sol elle de yiyip içilebilir, çünkü Peygamber efendimiz de, ekmeği sağ eline alıp, sonra karpuzu sol eliyle yemiştir. (Şir'a şerhi)
Eğer sol elle iş yapmak, yiyip içmek mekruh olsaydı, Peygamber efendimiz sol elle karpuz yemezdi. Demek ki, bir ihtiyaç olunca, sol elle de tesbih çekilebilir. Eğer sağ el meşgulse, mesela sağ elde ekmek varsa, kavun, üzüm veya başka bir yiyecek sol ele alıp yenebilir. Solak olanın, sağ elle yapılacak işleri, sol elle yapması günah değildir. Sol elle kurban kesilebilir, yazı yazılabilir ve diğer işler de yapılabilir.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com / www.mehmetalidemirbas.com
Bayramda sefere çıkacak olan zengin
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Kurban Bayramında sefere çıkacak olan nasıl hareket eder?
CEVAP: Maddeler hâlinde bildirelim:
1- Bir zengin, bayramın birinci, ikinci veya üçüncü günü kurban kesip sefere çıksa vacibi yerine getirmiş olur. Üçüncü günü seferden dönse de, artık tekrar kurban kesmesi gerekmez.
2- Zengin, bayramın üçüncü günü kurban kesmeden sefere çıkarsa, üzerine vacib olduktan sonra çıktığı için günaha girer. Birinci veya ikinci günü çıksaydı kendisine vacib olmadan çıktığı için günah olmazdı. Kurban, bayramın üçüncü günü imsak vaktinden sonra vacib olur.
3- Kurban kesmeden sefere çıkan zengin, seferdeyken kurban kesmiş olsa bile, bu kestiği nâfile olduğundan bayramın üçüncü günü memleketine gelip mukim olursa, tekrar ona kurban kesmek vacib olur.
4- Bir zengin, kurban kesmek niyetiyle bir koyun satın aldıktan sonra, sefere çıksa ve bayramın üçüncü günü de seferde olsa, vekâlet verip o koyunu kestirmesi gerekmez, yani seferi olduğu için kurban kesmesi vacib olmaz. Seferi iken de kurban kesmek çok sevabdır, Sırat'tan geçirir. Bu bakımdan zengin olanın, sevabdan mahrum kalmaması için seferde de kurban kesmesi iyi olur.
Sual: İbni Abidin'de, (Kurban satın almaya vekil olan, başkasını, bu da başkasını vekil edip, sonuncu vekil satın alsa, sahibi izin verirse caiz olur) deniyor. Buna göre, bir vatandaşın bir vakıf yetkilisine veya yetkililerine verdiği vekâletle, vekil edilen kişi başkasını vekil edip o alsa, sahibinden izin alınmadığı için o iş caiz olmuyor. Vakıflar, dernekler niye yanlış iş yapıyorlar?
Yanlış yapılmıyor. Vakfın yetkilisine vekâlet veren, sadece satın almaya vekil etmiyor. Kurbanı almaya, aldırmaya, kesmeye, kestirmeye, etini ve derisini dilediği gibi tasarruf etmeye umumi vekil ediyor. Vekil eden zaten sonuncu vekile de izin vermiş oluyor. Ayrıca izin almak gerekmiyor. İhlâs Vakfı yıllardır bu işi dine uygun olarak yapıyor.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com / www.mehmetalidemirbas.com
Üçüncü gün sefere çıkan zengin
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Bayramın 3. günü sefere çıkan zengin, kurban kesmese günaha girer mi? CEVAP: Zengin, Kurban Bayramının birinci veya ikinci günü sefere çıkarsa, seferde olduğu için üçüncü gün kurban kesmesi ona vacib olmaz. Ama üçüncü günü yani kurban vacib olduktan sonra sefere çıkarsa borçtan kurtulmuş olmaz. (S. Ebediyye)
Kurban bayramının üçüncü günü, kurban kesmek vacib olur. Üçüncü güne girmeden kesmek vacib olmaz. Kesilirse yine vacib yerine gelir.
Namaz da böyledir. Kurban üç gün içinde kesilebildiği gibi, namaz da, vaktin başından sonuna kadar herhangi bir zamanda kılınınca sahih olur. Vakit girince kılınırsa, farz yerine gelir. Hattâ vakit geciktikçe sevabı azalır. Vakti girince kılmayıp vakti çıkmadan on dakika kadar önce ölse namaz borcuyla ölmez, çünkü namaz, vaktin çıkmasına o namazı kılacak kadar bir zaman kalınca farz olur. Vakit çıkınca ölse namaz borcuyla ölür.
Namaz, nasıl son vakitte farz olursa, kurban da bayramın üçüncü günü, imsak vaktinden sonra vacib olur. Hanefî'de kurban, üçüncü gün akşama kadar kesilebildiği için son günü üçüncü gün olur.
Şâfiî'de ise dördüncü gün de kesilebilir. Orucun farz olması da böyledir. Ramazanda mukimken, oruç tutmamak haramdır. (Yarın öğle vakti sefere çıkacağım) diye, oruç tutmaya niyet etmese yine haram işlemiş olur.
Bir kimse, orucunu bozsa, sonra sefere niyet edip gitse, hem kaza, hem kefaret gerekir. Yolculuk, orucu bozmayı mubah yapmaz. Sefere çıkanın o gün orucu bozmaması vacibdir. Dahve vaktine kadar niyet eden seferinin o gün orucunu bozması helâl olmaz. Eğer bozarsa, yalnız kaza eder. (İslam Ahlakı)
Zekât da böyledir. Günü gelmeden yani farz olmadan önce zekât vermek caizdir. Zekât tarihi gelince, imsak vaktinden itibaren zekât vermek farz olur, çünkü şer'i gün, imsak ile başlar.
Zekâtı gününde vermeyenin, daha sonra fakirleşip, elinde hiç parası kalmasa, zekât borcu affolmaz. Hac da böyledir. Hac farz olduktan sonra mal elden çıksa hac borcu affolmaz. Demek ki, Kurban Bayramı'nın üçüncü günü, imsak vaktinden sonra sefere çıkan zengin, kurban borcundan kurtulmuş olmaz.
Kur'an-ı kerim okumanın önemi
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Hadis-i şerifte, gece ve gündüz Kur'an okumak gerektiği bildiriliyor. Namaz kılarken Kur'an-ı kerim okusak, başka zaman okuyamasak emir yerine gelmiş olur mu?
CEVAP: Önce Kur'an-ı kerim okumanın önemini bildirelim. Birkaç hadis-i şerif:
(En üstün ibadet, Kur'an okumaktır.) [İbni Kanî] (En çok ibadet eden, en çok Kur'an okuyandır.) [Deylemî] (Kur'an okuyun! Kıyamette size şefaat eder.) [Müslim] (Kur'an okuyan, Cennet ehlinin reisidir.) [Hakîm] (Kur'an okuyan bunamaz.) [Tirmizî] (Kur'an okunan yere rahmet yağar, melekler hazır olur.) [Buharî (Kur'an okunan evin bereketi artar, okunmayan ev ise, bereketsiz olur.) [Darimî] (Kur'an okunmayan evin hayrı azalır, şerri çoğalır, o ev halkına darlık gelir.) [Dâre Kutnî]
Kur'an-ı kerimi hatmetmek ise, daha çok sevabdır. Birkaç hadis-i şerif:
(Kur'an-ı kerimi hatmedene, 60 bin melek dua ve istiğfar eder.) [Deylemî] (Hatmi okuyanın ve dinleyenin duası kabul olur.) [Ebu Nuaym] (Üç kere İhlas sûresini okuyan, Kur'anı hatmetmiş gibi sevaba kavuşur.) [Ey Oğul İlm.] (Sabah namazından sonra 12 kere İhlâs okuyan, Kur'anı dört defa hatmetmiş gibi sevaba kavuşur.) [Bezzar] (Bir defa Yasin okuyan, on defa Kur'an okumuş gibi sevaba kavuşur.) [Tirmizî]
Kur'an-ı kerimi en az kırk günde bir hatmetmek iyidir. Ayda veya haftada bir hatmetmek daha iyidir. (Şir'at-ül İslâm)
Ramazan-ı şerifte hatim okumak önemli sünnettir. Günde kırk veya en az on âyet-i kerime okuyan gâfillerden sayılmıyor. Kur'an-ı kerim okumaya fırsat bulamayanın, namazda okuduğu âyetler bu miktarı bulur ve gafletten kurtulmuş olur. Vitirle birlikte 5 vakit namazın farzlarında okunan Fâtiha sayısı 20 oluyor. Bir Fâtiha, Besmeleyle birlikte 7 âyettir. Hepsi 140 âyet eder. Zamm-ı sûrelerde en az 3 âyet-i kerime okunur. Sünnet namazlarda da Fâtiha ve zammı sûreler okunur.
Kur'an-ı kerimi, namazda okumak namaz dışında okumaktan daha sevabdır. 5 vakit namaz kılan kimse, Kur'an-ı kerim okuma yönüyle gâfillerden sayılmaz. Okuma imkânı olan, Kur'an-ı kerimi okuyup kırk günde bir hatmetmeye çalışmalıdır.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com / www.mehmetalidemirbas.com
Dünya bizi terk etmeden...
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Mübarek bir zat, ticaretle uğraşan talebesine, (İş yerinize, dost düşman her çeşit insan gelir. Tedbir alıyor musunuz?) diye sorunca, talebesi şöyle arz eder:
(Efendim, her gelene, önce bu hayatın hayâl, ölümün hak olduğunu ve herkesin mutlaka öleceğini, esas hayatın öldükten sonra başlayacağını, onun için bu dünyaya kıymet vermemek gerektiğini anlatıyoruz. Gelen dost ise anlıyor, düşmansa "Burada ölüm korkusu var" diye ürküyor, kaçıyor, bir daha gelmiyor.)
Hocası memnun olup, tebrik eder. Cenab-ı Hak, bizi kendi şerrimizden korusun. Allah'ın düşmanı olan nefsimiz, her an, günün her saati bizimle beraberdir. Özellikle ölüm ânında, imansız öldürmek için şeytana yardımcı olur. Birlikte rahmet, ayrılıkta azab-ı ilahi vardır. Onun için Müslümanlarla beraber olmaya can atmalı. Çünkü iki Müslüman bir araya gelse, faydalı hiçbir şey yapmasalar bile, Cenab-ı Hakk'a sevgisi yüksek olanın kalbinden diğerinin kalbine sevgi akar. Anlamasalar ve hissetmeseler bile. Bileşik kaplardaki sıvı durdurulamadığı gibi bu akıntı da durdurulamaz.
Onun için bir bahane ile bir araya gelmeli. Maksat beraber olmaktır. Sohbetin mânâsı budur. Haramla meşgul olan, yarasanın güneşten kaçtığı gibi sohbetten, birlikte olmaktan kaçar. Bu engeli uğraşıp yıkmalıdır. Bir gün neyimiz varsa bırakacağız, öyleyse şimdiden bırakmalıyız. Her işimizi Allah'ın rızasını gözeterek yapmalıyız. Peygamber efendimiz, (Dünya sizi terk etmeden, siz onu terk edin!) buyuruyor. Dünya, bir gün, (Bu kadar yeter artık, git hesabını ver şimdi!) diyecek. Öyleyse o günü beklemeden onu terk etmelidir.
Allah'a güvenirsek, O bizi korur. Bazıları, âciz bir insana veya ömrüne yahut başka şeye güveniyor. Hâlbuki o güvendiği şeyler de, Allah'a muhtaçtır. Şunu alacağım, ötekini yapacağım diyorlar. Bakalım onları yapabilmek için ömrü var mı? Bizi yaratan ve her an varlıkta durduran Allahü teâlâdır, emaneti bir gün alacak olan da Odur. Yüce Allah kefilken, bunu unutup başkasının kefilliğini aramak, böylece hayatını harap etmek, ahmaklık değil mi?
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com / www.mehmetalidemirbas.com
Gerçek hayat, öldükten sonra başlar
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Müslüman, sadece Cennetin nimetlerini ve sonsuzluğunu veya Cehennemin sonsuz olduğunu ve azabının şiddetini düşünse, başka şeye ihtiyacı yoktur. İdama götürülen biri, o ipten başka ne düşünür? Yiyip içmekten kesilir, (Şunu bunu yapacağım!) hayâli nerede kalır. Doktor inceleyip, (Sen kansersin) dediği zaman, o kimse de kanser olduğunu anlayınca, artık erimeye başlar...
Ölümün başa geleceğini hiç unutmamalı. Herkes buna mahkûmdur ve herkes ölecektir. İnsan ölünce bir hiçtir. Mal, mülk, evlat ve başka neyi varsa, hepsi bir anda yok olur. Asıl hayat işte o gün başlayacaktır. Değer mi bu kadar kısa ömürde, azmaya, kudurmaya, hepsini bırakıp gideceğimiz malın mülkün peşinde koşmaya, bunların sevdasıyla ölmeye?
Allahü teâlâya tevekkül, güven ve iman azaldıkça, insan kendini emniyette hissetmek için, birçok tedbir peşinde koşar. Şu emeklilik, şu tarla, şu banka, şu ev diyerek, bunlarla meşgul olur. Hâlbuki bunların hepsi boştur.
Fidan gibi genç delikanlılar bile ölüyor. Bir gün yok ki, eşten dosttan, tanıdıklardan ölüm haberi gelmesin. Anlayan için, bu haberler ölümü hatırlamak ve ibret almak bakımından çok önemlidir. Çünkü (Neşenizi kıran, lezzetlerinizi yok eden ölümü çok sık hatırlayın) hadis-i şerifi bunu vurguluyor. Ölüm, hayâl olan bu hayatın sonu ve ebedî olan asıl hayatın başlangıcıdır.
Cenab-ı Hak bir kılcal damarımızı tıkasa ki, vücudumuzda uç uca eklense dünyayı dolaşacak kadar çok kılcal damar vardır, az bir zaman tıkalı kalsa felç oluruz. Bu tıkanıklığı kendi kendimize açabilir miyiz? Hele beyne giden veya kalbe giden bir pıhtı hemen felç yapar, o zaman trilyonlarımız olsa ne işe yarar? Bir kılcal damar veya bir sinir kopsa, her şey biter... Hâl böyleyken, (Bir ay veya bir yıl sonra, ben ne ile geçineceğim?) diye düşünüyoruz. Biz şimdi yaşıyoruz, ayaktayız, sıhhatteyiz, bu hizmetleri yapıyoruz. Bütün bunlar parayla pulla mı, yoksa Cenab-ı Hakk'ın kudretiyle mi oluyor? Bunu iyi düşünmeli. Önce bu nimetlerin şükrünü eda etmeli. Sonra zaten paraya pula, mala mülke gönül bağlamaya sıra gelmez...
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com / www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Arefe günü neler yapmalı?
CEVAP: Arefe günü sabah namazından, bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar, 23 farz namazın bitiminde selam verince, teşrik tekbiri okumak vacibdir. Bir kere, (Allahü ekber, Allahü ekber, La ilahe illallahü, Vallahü ekber, Allahü ekber ve lillahil-hamd) denir. Camiden çıktıktan sonra veya konuştuktan sonra okumak gerekmez. İmam tekbiri unutursa, cemaat terk etmez. Erkekler, yüksek sesle okuyabilir. Bu tekbir getirilen günler, Arefe, bayram ve eyyam-ı teşrik denilen üç gündür, hepsi beş gün ediyor. İlk güne Arefe, ikinci güne bayram, Zilhiccenin 11., 12. ve 13. günü olan diğer üç güne de, eyyam-ı teşrik [teşrik günleri] deniyor.
Zilhiccenin ilk 9 günü oruç tutmak sevabdır, fakat Arefe günü oruç tutmak daha çok sevabdır. Birkaç hadis-i şerif:
(Arefe günü oruç tutana, Âdem aleyhisselamdan, Sur'a üfürülünceye kadar yaşamış bütün insanların sayısının iki katı kadar sevab yazılır.) [R. Nasıhin]
(Arefe günü tutulan oruç, bin gün [nafile] oruca bedeldir.) [Taberanî]
(Arefe günü tutulan oruç, geçmiş ve gelecek yılın günahlarına kefaret olur.) [Müslim]
(Arefe günü [Besmeleyle] bin İhlâs okuyanın günahları affolup duası kabul olur.) [Ebu-ş-şeyh]
(Şeytan, Arefe gününden başka zaman daha zelil, rezil, hakir ve kinli görülmez.) [İ. Malik]
(Allahü teâlâ, Arefe günü zerre kadar imanı olanı affeder.) [Gunye]
(Duanın faziletlisi, Arefe günü yapılandır.) [Beyhekî]
(Arefe gününe hürmet edin! Arefe, Allah'ın kıymet verdiği bir gündür.) [Deylemî]
(Arefe gecesi ibadet eden, Cehennemden azat olur.) [S. Ebediyye] (İbadet olarak, ilim öğrenmek en faziletlisidir. İlmihâl okumakla en uygun ilmi öğrenmiş oluruz.)
(Arefe günü, kulağına, gözüne ve diline sahip olan mağfiret olur.) [Taberanî]
Bu uzuvlarına sahip olmak, bunlarla günah işlememek, yani gıybet, çalgı, harama bakmak gibi günahlardan uzak durmakla olur. Bunlara riayet eden Arefe gününü değerlendirmiş olur.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Bayramda neler yapmak gerekir?
CEVAP: Bayramda erken kalkmak, gusletmek, misvak kullanmak, güzel koku sürünmek, yeni ve temiz elbise giymek, sevindiğini belli etmek, yüzük takmak, karşılaştığı müminlere güler yüzle selam vermek, fakirlere çok sadaka vermek, İslamiyet'e doğru olarak hizmet edenlere yardım etmek, dargınları barıştırmak, akrabayı, din kardeşlerini ziyaret etmek, onlara hediye götürmek sünnettir. Bayram gecelerini ihya eden, büyük saadete kavuşur. Kurban Bayramı geceleri, bayramın 1., 2. ve 3. gününden sonraki gecelerdir. İki hadis-i şerif:
(Bayram gecelerini ihya edenin kalbi, kalblerin öldüğü günde ölmez.) [Taberanî]
(Rahmet kapıları dört gece açılır. O gecelerde yapılan dua, tevbe reddolmaz. Ramazan ve Kurban Bayramı'nın birinci geceleri, Berat Gecesi ve Arefe Gecesi.) [İsfehani]
Sual: Bir ortamda, secde âyeti okunsa, oradakiler, tilavet secdesi yapsalar, orada olup da sağır olduğu için duymayan kimse, secde âyeti okunduğunu anlasa veya işitenler ona söyleseler, onun da tilavet secdesi yapması vacib olur mu?
CEVAP: Evet, vacib olduğunu da, vacib olmadığını da bildiren muteber kitaplar var. Vacib olduğunu bildirenlerin kavli, ihtiyata daha uygundur. Bunların gerekçeleri şöyledir:
Sağır olmayanlar arasında, secde âyetinin okunduğunu duymayan çıkabilir. Eğer oradakiler, secde âyeti okunduğunu söylüyorlar ve kendileri de secde ediyorlarsa, duymamış olanların, duyanlara uyarak secde etmeleri vacib olur.
Sağır, secde âyetinin okunduğu yerde hazır olsa, orada bulunan cemaatle beraber tilavet secdesi yapar. (Mecmua-i Zühdiyye)
Okunan secde âyetini dinleyen kimse, anlasa da, anlamasa da, kendisine secde âyetinin okunduğu haber verilince, secde etmesi gerekir. İmam, secde âyetini okuduğu zaman, cemaat duysun veya duymasın, cemaate de, tilâvet secdesi vacib olur. Tilavet secdesi yapmak için, namazda, kıraatin açık veya gizli olması arasında da bir fark yoktur. Yani açık okunsa da, gizli okunsa da tilavet secdesi gerekir. (Hindiyye)
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Dişin içi değil, üstü yıkanır. Dolguda, dişin üstü yıkandığı hâlde niye gusle mani oluyor?
CEVAP: Dişin dışına sakız yapışsa, altına su geçmezse gusül caiz olmaz. Dolgu da sakız gibidir, dişe su geçirmez. Diş çürüyünce çürük kısmı dişin dış kısmı oluyor. Doldurulunca dış kısmı kapanıyor, o kısma su değmiyor. Başka örnekler de verelim:
1- Gusülde sadece kulağın dışı yıkanır. Küpe için delinmişse, delinen kısım artık vücudun dışı haline geliyor ve yıkanması gerekiyor.
2- Bir parmağın yarısı kesilse, kesilen yer artık vücudun dışı olur, kesik yer yıkanmazsa, abdest de, gusül de sahih olmaz.
3- Kolumuz bilekten kesilse, kesilen yer, artık vücudun dışı olmuş olur. O kısmın yıkanması şart olur.
Diş de bunlar gibidir. Dişin yarısı kırılsa, kırılan yer, vücudun dışı sayılır. Dış kısmını da, gusülde yıkamak farzdır. Yahut dişin üstü bir madenle kaplansa, dişe su geçmeyeceği için gusül sahih olmaz. Bunlar gibi, dişin çürük kısmı temizlenince, burası artık dişin dışı oluyor ve gusülde orasını yıkamak Hanefî'de farz olduğu için, gusülde ağzın içini yıkamak farz değil diyen Mâlikî'yi taklit gerekiyor.
Diş dolgusu yaraya benzetilemez. (Kaplamanın altındaki yara yıkanmaz, mesh kâfi gelir) demek cahilliktir. Vücuttaki yaraların üstüne konan sargıya mesh edilir. Yara iyi olduktan sonra, sargıya mesh caiz olmaz. Eğer bu sargıyı kaldırmakta da bir güçlük olursa, sargıyı çıkarıncaya kadar altını yıkamak gerekmez. Çünkü bu zaruretle, yani yarayı tedavi etmek, eski hâline getirmek için konulmuştur. Kaplama ve dolgu ise, dişi eski hâline getirmiyor. Hasta dişin, oyuk dişin o hâliyle bir müddet daha kullanılmasını sağlıyor. Eğer dolgu, dişin çürüğünü kaldırıp eski hâline getirseydi, sargı gibi zaruret olurdu.
Kaplama üstüne mesh etmek, yara üzerine mesh etmek gibi değildir. Bunun için sargıyla dolgu birbirine kıyas edilemez. (Ayaktaki meste mesh edildiği gibi dişe de mesh edilir) demek daha çok yanlış olur. Mesh, yalnız ayaktaki meste yapılır, oje üstüne veya kaplama diş üstüne yapılmaz. Dinimiz oyuncak hâline getirilemez. Fıkhî hükümlerin dışına çıkarak, reformlar yapmak çok tehlikelidir.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com / www.mehmetalidemirbas.com
Ya hep ya hiç demek uygun mu?
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: İbadetlerde, (Ya ibadetlerin hepsini yap veya hiçbirini yapma!), günah konusunda da, (Ya günahların hepsinden vazgeç veya hiçbirini terk etme!) yani (Ya hep ya hiç!) deniyor. Böyle konuşmak dinimize aykırı değil midir?
CEVAP: (Ya hep ya hiç) demenin, uygun olan ve olmayan yönü vardır:
Uygun yönü: (Namaz kıl da, nasıl kılarsan kıl, bir şey okumadan kıl, abdestsiz kıl!) demek yanlıştır. Her ibadeti, dinin bildirdiği ölçülere göre yapmaya çalışmak gerekir. Yani yapabildiğimiz kadar yaparız. Mesela oruç tutan kimse, öğleye kadar tutup, öğleden sonra yiyip içse, (Başkaları hiç tutmuyor, ben yine öğleye kadar tuttum) dese, yanlış olur. Bu, emri değiştirmek yani bid'at olur, hattâ oruçla alay olabilir.
İki rekât sabah namazının farzını kılmaya başladıktan sonra, bir rekât kılıp bıraksa, (Başkaları hiç kılmıyor, ben yine bir rekât kıldım) veya üç rekât kılsa, (Ben daha fazla kıldım) demek yanlış olur. Namazla alaya sebep olabilir. Hiç yapmamak çok kötü ise de, böyle yapmak, hiç yapmamaktan daha kötü olabilir.
Saz çalarak Kur'an okuyanın, (Başkaları hiç okumuyor ya...) demesi çok yanlış olur. Böyle okumak, hiç okumamaktan daha kötüdür.
Uygun olmayan yönü: (İslamiyet bir bütündür. Namaz kılmıyorsan oruç da tutma, açık geziyorsan namaz da kılma, kumar oynuyorsan, içki içmemenin bir faydası olmaz, ya hep ya hiç) demek yanlıştır.
Birkaç günah işleniyor diye, diğer günahları da yapmak gerekmez. Hadis-i şerifte, (Ufacık bir günahtan kaçınmak, bütün cin ve insanların [nâfile] ibadetleri toplamından daha iyidir) buyuruldu.
İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
Bütün günahlara tevbe edip hepsinden kaçmak büyük nimettir. Bu yapılamazsa, bazı günahlara tevbe etmek de nimettir. Bunların bereketiyle belki bütün günahlara tevbe etmek nasip olur. "Bir şeyin bütünü ele geçmezse, hepsini de kaçırmamalı" buyuruldu. (2/66)
Demek ki, ibadetlerin hepsi yapılamasa da, yapılabildiği kadar yapmak, günahların hepsinden kaçılamasa da, kaçılabildiği kadar kaçmak da bir nimettir. Bu konularda, (Ya hep ya hiç) demek dine aykırı olur.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com / www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Allah zaten bela vermez, "Bela verme" diye dua etmek Allah'a suizan olur. "Yâ Rabbî, sabredemeyeceğimiz bela ile bizi imtihan etme! Bizi rezil perişan etme, bizi sıkıntıya sokma!" diye dua edilmez) deniyor. Böyle dua edilir mi?
CEVAP: O şekilde dua etmekte bir mahzuru yoktur. Bela, sıkıntı onları hak edene veya Allahü teâlânın derecesini yükseltmek istediği evliya zatlara gelir, yani kimseye zulüm edilmez. Ancak, hayır ve şer Allahü teâlâdan olduğu için, (Bizi rezil etme, bizi zor şeylerle imtihan etme) diye dua etmekte mahzur yoktur. Bu konuda birkaç âyet-i kerime meali:
(Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediği işleri yükleme!) [Bekara 286]
(Ey Rabbimiz, bizi doğru yola ilettikten sonra kalblerimizi kaydırma!) [Âl-i İmran 8]
(Ey Rabbimiz, Kıyamette bizi rezil etme!) [Âl-i İmran 194]
(Ey Rabbimiz, bizi o zalim kavmin fitnesine uğratma! Onlarla imtihan etme!) [Yunus 85]
(Rabbimiz, bizi, inkâr edenlere ezdirme, onları bize musallat etme, onlarla bizi imtihan etme!) [Mümtehine 5]
(İnsanların dirileceği gün, beni mahcup etme, rezil etme!) [Şuara 87]
Peygamber efendimizin de böyle duaları çoktur. Birinin meali şöyledir:
(Allah'ım, bizi hayatta bıraktığın sürece kulağımızdan, gözümüzden ve kuvvetimizden bizi faydalandır. Bunları son anımıza kadar bizden alma! Bize zulmedenlerden intikamımızı al! Bize düşmanlık edenlere karşı bize yardım et! Bize musibet verme! Dünyayı, bizim en büyük kaygımız ve ilmimizin son hedefi yapma! Bize acımayanları başımıza musallat etme!) [Tirmizî]
Sual: Sabah akşam okunacak dualar, en erken hangi vakitte okunur?
CEVAP: Sabah okunacak dualar, gece yarısından sonra okunabilir. Akşam duaları ise, öğle vaktinden itibaren okunabilir. Gece okunması unutulan dualar, eğer öğleye kadar okunursa, yine vaktinde okunmuş gibi sevab alınır. Bir hadis-i şerif:
(Her gece okuduğu dua ve zikirleri ihmal edip okumadan yatan kimse, ertesi günü öğleye kadar okursa, aynı sevaba kavuşur.) [Müslim]
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com / www.mehmetalidemirbas.com
Her kaptan, içindeki dışına sızar
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Güzel ahlaklı olmalı, herkese iyilik etmeli. (Ama bu, iyiliğe lâyık değil) diyerek iyilikten vazgeçmemeli. Karşımızdaki ne olursa olsun, biz kendimize bakmalıyız. Hiçbir zaman kan kanla, idrar idrarla temizlenmez, ikisi de su ile temizlenir. Biz su olalım da, o ne olursa olsun!
İnsanlar hangi ahlak ve fazilet üzere ise, ona göre konuşur ve davranır. Peygamber efendimiz, (Her kaptan içindeki sızar) buyuruyor. Su kabından su, şarap kabından şarap dökülür. Yani her kapta ne varsa, dışarıya o sızar. İnsanda da, kalb denilen bir kap vardır. Buna ne doldurursak, ağzımızdan o çıkar ve yaptıklarımız da ona uygun olur. Mesela kalbde cömertlik varsa, elinde ne varsa verir. Bu kalbde ne güzellikler varsa, etrafımızdakilere ona uygun davranırız. Ama eğer içimiz fısk fücur, intikam, hırs, can yakıcı duyguyla doluysa, daima etrafına sıkıntı veren insanlar oluruz...
Bazı büyük zatlar bazen öyle kimselerle ortaklık kurarlardı ki talebelerin aklı ermezdi. Hatta bazıları (Bu adamla iş birliği yapılır mı?) diye şüpheye düşerlerdi. Ama birlikte iş yaptıkları o bozuk ahlaklı kimseler, hayatları boyunca hep o zatlara dua etmişlerdir. Çünkü onlar da insandır, bir güzellik gördükleri zaman, onlar da hayran olurlar ve ahlakları değişir...
Bir gün biri İsa aleyhisselama çok hakaret eder, kötü şeyler söyler. En sonunda İsa aleyhisselam, (Bana söyleyeceklerin bitti mi?) buyurur. (Bitti) cevabını alınca, (Ben peygamberim. Eğer hastan varsa, dua edip iyileşmesine sebep olayım. Paran yoksa, para temin edeyim. Bir üzüntün varsa çare olayım. Benden ne istiyorsun?) buyurur. Adam çok şaşırır ve oradan ayrılır. İsa aleyhisselam, çirkin hakaretlere karşı çok güzel şeyler söylemiştir. Havariler İsa aleyhisselama, (Bu kişi size hakaret etti. Siz ise tam aksini söylediniz, üstelik yardımcı olmak istediniz. Bunun hikmeti nedir?) dediler. (Herkes, yanında ne varsa ondan verir. Herkes kendi sermayesini kullanır. Onun sermayesi o, benim sermayem bu. Onun sermayesi bende yok, benimki onda yok. Ben o olamam) buyurur.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com / www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
(Men hadime hudime) yani (Hizmet edene hizmet edilir) hadis-i şerifi gösteriyor ki, kim hizmet ettiyse, mutlaka birileri de ona hizmet eder. Birine iyilik yapanın, yani hizmet edenin, bunun karşılığında ne kadar çok iyilik göreceğini ancak Allah bilir. Ona insanlardan iyilik gelmezse, melekler yardıma gelir. Çünkü Cenab-ı Peygamber, hâşâ boş konuşmaz. Onun için bir lokma ekmekle de olsa, yani küçük bir şey de olsa, bir şeyler yapıp iyilik etmelidir.
Hazret-i Ali, (Ben, hayatta hiç kimseye iyilik etmedim, her şeyi kendim için yaptım) buyurunca, bunu duyanlar, (Size inanıyoruz, ama bu söylediğinizi anlayamadık, sizin çok iyilik yaptığınızı biliyoruz) derler. Bunun üzerine buyurur ki:
(Kime ne iyilik yaptıysam, o kimse sadece sevindi, ama bana da en az on kat sevab yazıldı. Yani en az bire on aldım. Ben şimdi kendime mi, yoksa karşımdakine mi iyilik etmiş oldum? Elbette asıl iyiliği kendime yaptım. O birkaç günlük dünyada biraz sevindi, hâlbuki benim kazandıklarım âhirette karşıma çıkacak. Esas kazanç, âhirette ele geçendir. Âhirette benim defterim açıldığı zaman, yaptığım iyiliklerin karşılığını Allahü teâlâ bana bol bol ihsan edecek, çünkü Kur'an-ı kerimde, (İyilik etmenin karşılığı iyilik bulmaktır) buyuruyor.)
O hâlde akıllı mümin, elinden geldiği kadar iyilik etmelidir. İyiliğin de azı var, ortası var, çoğu var, ama bir de en çoğu var. İyiliğin en çoğu, birini ateşte yanmaktan kurtarmaktır. Biri ateşe gidiyorsa, onu ateşten kurtarmaktır. İşte bunun yolu da, itikadını düzeltmesi, dinini doğru öğrenip yaşaması için, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından insanlara vermektir.
İnsan kimi severse, kime itaat ederse elbette âhirette de onunla beraber olacaktır. Sevmek, kuru kuruya seviyorum demek değildir. Sevgi itaattir, kendi aklına değil, sevip bağlandığı evliya zatın bildirdiklerine itaat etmek lazımdır.
İnsanın kalbi, iradesi, arzusu neye meylederse, Cenab-ı Hak, o yolu ona kolaylaştırır. Mesela bir meslek sahibi olmak için çalışan, sonunda maksadına ulaştığı gibi, insanlara iyilik etmek isteyene de, Allahü teâlâ, Ehl-i sünnet âlimlerinin sevgisini, yolunu, hizmetlerini nasip eder. Buna kavuşan da kurtuluşa erer.
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com / www.mehmetalidemirbas.com
Yalnız senden yardım isteriz" mealindeki âyet
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Allah'tan başkasının iş yaptığını söyleyen, mesela (Aspirin ağrıyı kesti), (Resulullah'ın veya Abdülkadir Geylani'nin hürmetine Allah duamı kabul etti) diyen, Fâtiha sûresindeki (Biz yalnız senden yardım dileriz) mealindeki âyete göre, güya müşrik oluyormuş. İlaçtan, enbiyadan veya evliyadan yardım istemek şirk mi oluyor?
CEVAP: Hayır, şirk olmaz. İnsana yardım etme kuvvetini veren Allahü teâlâdır. Asıl, (Enbiya ve evliya yardım edemez) diyerek Allahü teâlânın kudretinden şüphe eden müşrik olur. Muteber bir menkıbe:
Ebul Hasan-ı Harkanî hazretleri, sefere çıkan talebelerine, (Sıkışınca benden yardım isteyin) buyurur. Yolda talebelerini eşkıya yakalar. Kurtulmak için Allahü teâlâya dua ederlerse de kurtulamazlar. Bir talebe, (Yâ Ebel Hasan, imdat!) der. O talebeyi eşkıya göremez. Diğerlerinin neleri varsa alırlar. Sefer dönüşü hocalarına, (Biz Allah'tan yardım istediğimiz hâlde soyulduk, fakat şu arkadaşımız sizden yardım isteyince kurtuldu. Bunun hikmeti nedir?) derler. O da, (Allahü teâlâ, günahkâr kimselerin duasını kabul etmez. Arkadaşınız, benden yardım isteyince, onun duasını Allahü teâlâ bana duyurdu. Ben de, "Yâ Rabbî, bu talebemi kurtar!" dedim. Allahü teâlâ da kurtardı. Ben sadece vasıta oldum, dua ettim. Kurtaran Rabbîmizdi) diye cevap verir. (Tezkiret-ül-evliya)
Vehhabiler, (Ölmüş evliya ve enbiyadan yardım istenmez) diyor. Mesela darda kalan insanlara, Hızır aleyhisselamın ruhunun yetiştiğini inkâr ediyorlar. Hâlbuki ruhun ölmediği, âyet ve hadislerle açıkça bildirilmiştir. (İmdat yâ Hızır) demek şirk olmaz, Allah'tan yardım istemek, sebebe yapışmak olur. (İmdat yâ Resulallah, şefaat yâ Resulallah) demek de şirk değil, Allah'tan yardım istemek olur. Allahü teâlâ yardım isteyenin sesini bu zatlara duyurmaya ve onların ruhlarına da yardım etme kuvvetini vermeye, elbette kâdirdir. Dirilere yardım etme kuvvetini veren Allahü teâlâ, ölmüş zatlara da vermektedir. Bunlara şirk demek, Allahü teâlânın kudretinden şüphe etmek olur.
Evliyanın diri veya ölü olmasının farkı yoktur. Büyük bir zat vefat edince, feyzi kesilmez, hattâ artar. (İrşad-üt-talibin)
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com / www.mehmetalidemirbas.com
Allah'tan başkasından yardım istemek
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Ölüden, diriden yardım istemek, Fâtiha'daki, (Yalnız senden yardım isteriz) mealindeki âyete aykırı mıdır?
CEVAP: Hayır, aykırı değildir. Ölünün de, dirinin de bir şey yapmasına tesir eden kudretin, Allahü teâlâdan başka bir güç olduğunu göstermez. Mesela acıkanın, hiçbir sebebe yapışmadan, (Ya Rabbî, beni doyur) demesi, bu âyete uygun değildir, çünkü Cenab-ı Hak, doyurmak için yemek yemeyi sebep kılmıştır. Yemek yiyip doyanın da, doymayı Allah'tan bilmesi gerekir. Rabbimiz, yemek yemeden de doyurur, fakat yemeği sebep kılmıştır. (Yalnız senden yardım isteriz) diyenin fırıncıdan (Bana ekmek ver) diye yardım istemesi Allah'tan başkasından yardım istemek değil, Allah'ın emrettiği sebeplere yapışmak olur. Ölü veya diri evliyadan yardım istemek de, sebeplere yapışmaktır. Sebeplere yapışmak ise, Allahü teâlânın emridir.
Evliya, enbiya yaratıcı değildir. Allahü teâlâ istenilen şeyi onların hürmetine yaratır. Yani onlar vesiledir, sebeptir. Cenab-ı Hak, her şeyi yoktan yarattığı hâlde, yaratmasına bazı şeyleri sebep kılmıştır. Mesela Hazret-i Âdem'i ana babasız yaratmış, fakat çamuru vesile kılmıştır. Bütün çocukları yaratan da Allahü teâlâdır, fakat çocukların yaratılması için, ana babayı vesile, vasıta kılmıştır. Hazret-i Âdem'i yarattığı gibi, bütün insanları da ana babasız yaratabilirdi, fakat ana babayı sebep vasıta kılmıştır. Onun âdeti böyledir. Onun için (Allah'a yaklaşmak için vesile arayın!) buyuruyor. (Maide 35)
Enbiya ve evliyadan yardım istemek, Allahü teâlâyı bırakmak, Onun yaratıcı olduğunu unutmak değildir. Her Peygamber sebeplere yapıştı. Rabbimizin yarattığı suyu içmek için çeşmeye, Onun yarattığı ekmeği yemek için fırıncıya gidildiği ve Onun zafer vermesi için, savaş araçları yapıldığı gibi, onun duayı kabul etmesi için de, büyük zatların ruhlarına gönül bağlanır. Allahü teâlânın elektromanyetik dalgalarla yarattığı sesi almak için radyo kullanmak, Allah'ı bırakıp bir kutuya başvurmak değildir, çünkü radyo kutusundaki aletlere o özellikleri, o kuvvetleri veren, her şeyde, kendi kudretini gizleyen Allahü teâlâdır.
Cennette monoton hayat yoktur
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Bal yiyen baldan bıkacağı gibi, Cennetteki monoton hayat da insanı sıkmaz mı?
CEVAP: Cennette monoton hayat olacağını sanmak, Allahü teâlânın sonsuz kudretinden şüphe etmek, hâşâ Onu âciz sanmak olur. Dinimiz, iki günü aynı olanın ziyanda olduğunu bildiriyor. Âhirette de her gün nimetler artacak, iki gün eşit olmayacaktır. Her gün aynı şeylerden farklı ve daha fazla zevkler alınacaktır. Yine her gün, farklı şeylerle, farklı nimetlerle karşılaşılacaktır. Allahü teâlânın kudretinden şüphe edilmez. İnsan, bilmediği şeyleri, bildiği şeylerle mukayese eder. Hâlbuki bilinmeyen şey, bilinen şeye kıyas edilmez. Hadis-i şerifte, (Dünya, ana rahmine göre Cennet, Cennete göre ise çöplük gibidir) buyuruldu. Çöplükle Cennet mukayese edilir mi? Ana rahmindeki bir çocuğun, nasıl ki, dünyaya gelip, çeşitli olaylarla karşılaşacağını bilmesi mümkün değilse, Cennete gidecek müminin de, orada kavuşacağı nimetleri bilmesi mümkün değildir. Cennet nimetleri yanında, dünya nimetleri, onların gölgesi, resmi gibi bile değildir. Ağacın resmiyle kendisi nasıl aynı şey değilse, Cennet nimetleri yanında dünyadakiler de öyledir. Hadis-i şeriflerde, (Cennette hiç kimsenin görmediği, işitmediği ve hayâl edemediği nimetler vardır. Cennete giren ölmez, ebedî yaşar. Hep mutlu olur, üzülmez, ümitsizliğe düşmez, elbisesi eskimez, hastalanmaz ve gençliği gitmez) buyuruldu.
Rüya ile dünya hayatı bile mukayese edilmez. Rüyada gözlerimiz kapalı iken çok yerleri görürüz. Dilimiz oynamadığı hâlde konuşuruz. Yani görmemiz gözle, konuşmamız dille değildir. İşitmemiz kulakla, yürümemiz ayakla değildir. Rüyada hükümdar olsak ne çıkar. Az sonra uyanınca, hayâl olduğu görülür. İşte dünya hayatı da, rüya gibidir. Hadis-i şerifte, (İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar) buyuruldu. Nasıl ki, rüyadaki şeyleri bile dünyadaki nimetlerle mukayese etmek uygun değilse, dünyadaki şeyler de, Cennetteki nimetlerle mukayese edilmez. Bir hadis-i şerifte, (Cennet nimetleriyle, dünyadakiler arasında yalnız isim benzerliği vardır) buyuruldu. (Beyhekî)
Ağızdan çıkmayan kan abdesti bozar mı?
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Diş kanasa, ama kan ağızdan dışarı çıkmasa abdest bozulur mu?
CEVAP: Bozulmaz. Ağzın içi, abdestin bozulmasında, iç organ sayılır. Orucun bozulmasında, bedenin dışı sayılır. Bunun için, diş etindeki veya ağızdaki kan, dışarı çıkmadıkça abdesti bozmaz. Ağızdan dışarı çıkınca, tükürükten çoksa bozar. Baştan gelen katı kan, çok olsa da bozmaz. Mideden, ciğerden gelen kan sıvı ise, az olsa da, abdesti bozar.
Bir şeyi ısırınca, o şey üzerinde kan görürse, bozulmaz. Misvak, kürdan üzerinde kan görünce, ağzına bulaşmadıysa, bozulmaz. Fakat oraya parmağını koyunca, parmağında kan görürse bozulur. Ağızda hâsıl olan kan, ağız dolusu değilse, bunun hâsıl olması ve bunu yutmak, abdesti de, namazı da bozmaz. Ağız bazen bedenin içi sayılır. Bunun için, oruçlu kimse, tükürüğünü yutarsa, orucu bozulmaz. İnsanın içindeki necasetin mideden bağırsağa geçmesi gibi olur. Ağızdaki yaradan veya diş çektirmeden, iğne yapılan yerden yahut mideden ağza kan çıkması, abdesti ve orucu bozmaz. Bu kanı tükürünce veya yutunca, tükürük kandan çoksa, yani sarı ise, yine bozulmazlar. Mideden gelen başka şeyler ağza geldiği zaman da böyle olup, abdest ve oruç bozulmaz. Ağız dolusu olup, ağızdan dışarı çıkarsa, ikisi de bozulur. Ağzın içi, bazen de, bedenin dışı gibi olur. Ağzına su alınca oruç bozulmaz. (S. Ebediyye)
Kan ve irin tükürükten fazla olursa veya tükürüğe eşit olursa abdesti bozar. Eğer tükürük fazla olursa abdesti bozmaz. (Dürer ve Gurer)
Ağızdaki kanı yutmak abdesti bozmadığı gibi namazı da bozmaz. Namaz kılan, dişlerinin arasındaki kanı yutsa, bu kan tükürüğünden çok olsa da, namazı bozulmaz. Namaz kılan biri, ister kasten olsun, ister unutarak olsun, bir şey yiyip içerse namazı bozulur. Ama namaz kılan, dişlerinin arasından çıkan kanı yutsa, bu kan, ağız dolusu değilse, namazı bozulmaz. (Hindiyye)
Ağızdan tükürüğe eşit veya fazla miktarda kan çıkarsa abdest bozulur. (Nimet-i İslam)
Kan, baştan kulağa veya burna aksa, eğer o kan gusülde yıkanması gereken burun deliklerinin ve kulağın deliğine aksa, ama dışarı çıkmasa abdesti bozmaz. (Halebî)
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Domuz yağı veya alkol bulunma şüphesi olan gıdaları ve nasıl kesildiği bilinmeyen etleri yemekten kaçınmak, takva olmaz mı?
CEVAP: Takva olmaz, vesvese olur, günah olur. Hazret-i Ömer'in, (Bizler harama düşmek korkusuyla helâllerin onda dokuzundan kaçındık) sözü, bu hususların dışındaki haramlar içindir.
İmam-ı Gazâlî hazretleri buyuruyor ki: Haram olma şüphesi olan şeylerden de sakınmalı, çünkü hadis-i şerifte, (Şüphelilerden sakınan, dinini, ırzını korumuş olur. Şüphelilerin etrafında dolaşan, harama düşebilir)buyuruldu, fakat yiyecek ve içeceklerde şüphe edip yememek, takva değil, vesvesedir. Mesela dinimiz, (Haram olduğu bilinmeyen şeyleri yiyin!)buyurur. [Belki o haramdır, ama biz bilmediğimiz için günah olmuyor.] (Haram olduğu bilinmeyenleri yemeyin) buyurmuyor. Çünkü bunu tespit etmek imkânsızdır. Dinimiz, araştırmayı emretmediği için, Resulullah efendimiz bir müşrikin, Hazret-i Ömer de, bir Hristiyan'ın [belki de necis olan] testisinden abdest almıştır. Eshab-ı kiram, gayrimüslimlerin verdiği suları içer, onların sattığı et, peynir gibi gıdaları alırlardı. Hâlbuki pis, necis olan şeyleri yemek haramdır. Kâfirler ise ekseriya pis olur. Elleri, kapları şaraplı olur. Hayvanı Besmelesiz keserler. Eshab-ı kiram, bunlara rağmen, necis olduğunu kesin bilmedikleri için, vesvese etmez, bu çeşit gıdaları yerlerdi. (İhya)
İmam-ı Rabbânî hazretleri de, (Kâfirlerin yiyecek ve içeceklerinden sakınmak değil, bu hâlden kurtulmak ihtiyattır) buyuruyor. (3/22)
Sual: Bir kimseye yiyecek hediye edilse, o da o hediyeyi yese, bir süre sonra, hediyeyi veren, ona herhangi bir sebeple darılıp, (Verdiğim şey sana haram olsun) dese, o yiyecek, hediye edilen kimseye haram olur mu?
CEVAP: Hayır, haram olmaz. Hediyeyi veren geri isterse, hediyesi yenmiş veya hediyede değişiklik meydana gelmişse, geri vermesi gerekmez. Hediye mevcut olsa ve bir değişiklik de olmasa bile, verilen hediyeyi geri istemek çirkindir. Bir hadis-i şerif:
(Verdiği hediyeyi geri isteyen, kustuğunu yalayan köpek gibidir.) [Buhârî]
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
1- Kelime-i şehadet getirenler.
2- Salihler: Allahü teâlânın rızasına kavuşmak için uğraşanlar.
3- Evliya olanlar: Allah'ın rızasına kavuşmuş olanlar.
4- Mürşid-i kâmil olanlar: Başkalarının da kavuşması için uğraşanlar.
İmam-ı a'zam hazretleri de, tıpkı İmam-ı Rabbânî, Ma'rûf-î Kerhî ve Hasan-ı Basrî hazretleri gibi mürşid-i kâmil idi. Ama vazife taksimi yapmışlardı. İmam-ı a'zam, İmam-ı Şâfiî, İmam-ı Mâlik ve İmam-ı Ahmed gibi âlimler dinin fıkıh kısmıyla, diğer evliya da tasavvuf kısmıyla meşgul olmuştur. Neticede hepsi de Müslümanların din ve dünya müşküllerini çözmek için çalışmışlardır.
Mürşid-i kâmil, her hareketinde İslamiyet'e uyan, her an Allahü teâlâyı hatırlayan kişidir. Melekler bir anda çeşitli yerlere gidebilirler. Allahü teâlâ, bu kuvveti mürşid-i kâmillerin ruhuna da vermiştir. Bir mürşid-i kâmilin iki talebesi olsa, biri doğuda, biri batıda olsa, ikisine de aynı anda emr-i Hak vâki olsa, yani ölmek üzere olsalar, ikisinin de imdadına yetişip, imanla ölmelerini sağlar. Noksanlıklarımız, ancak sohbetle giderilir. Sohbet imkânı yoksa kitapları okunur.
Bir kaptanın, işinin ehli olduğu, normal seyirde değil, dev dalgalarda, şiddetli fırtınada, gemiyi sağa sola çarptırmadan, batırmadan götürmesinden belli olur. Yoksa normal zamanda herkes götürebilir.
Emaneti ehline vermek dinimizin emridir. Nisâ sûresinin 58. âyetinde mealen, (Allahü teâlâ size emânetleri ehline vermenizi emreder) buyuruluyor. Peygamber efendimiz, (Emanet zayi edildiğinde kıyametin kopmasını bekleyin) buyurunca, (Yâ Resulallah, emanetin zayi edilmesi nasıl olur?) diye sordular, (Görev, ehlinden başkasına verildiği zaman kıyameti bekleyin) buyurdu. Bu, hatır gönül işi değildir. Emaneti ehline vermeyen haindir. Onun için her işi ehline, yani layık olana vermelidir. İşin ehli dururken, işi ona vermeyen mesul olur. İşi, ehli olmayana vererek zayi eden de vebal altına girer. Bunun için, büyük zatlar her zaman emaneti ehline teslim etmişlerdir.
Kapalı olan kaba su dolmaz
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Ehl-i sünnet âlimlerinin yolunda yapılan dine hizmet, Allahü teâlânın yardımı ve büyüklerin duasıyla, hizmet edenler de buna layık olduğu müddetçe devam eder. Çünkü kap ne kadar yağmura açıksa, o kadar dolar. Ama kap eğrilir veya ters dönerse, yine yağmur altında olduğu hâlde dolmaz. (Bir kimse kör ise, Güneş'in suçu ne?) buyuruluyor. Gözümüzü körleştirip bu nimetten mahrum kalmamalı. Bu hizmetlere lâyık olmak için, dinimize uymayan bir söz söylemekten veya iş yapmaktan çok sakınmalıyız.
Bu hizmet, yuvarlanan kar parçasının hızı arttıkça büyüdüğü gibi, yani çığ gibi büyür. Alınacak tedbirler, büyümeyi engellemek için değildir. Zaten gelen çığı durdurmaya kalkarsak, altında eziliriz. O çığ, hızını alıp gider. Ancak bu büyümenin, gerek bizi, gerekse çevreyi rahatsız etmeyecek şekilde dengeli olmasına çalışılmalı. Ona göre tedbirler alınmalı.
Dolayısıyla hizmetlerin büyüme ve başarısındaki birinci esas, dengenin sağlanmasıdır. Çünkü eğer çığın dengesini kaybederseniz, kendi çığırından çıkıp ayrı bir yola girer. O yol da, çığın yapısına uygun olmadığından, çığ hem kendisini eritip bitirir, hem de başkalarını sıkıntıya sokar. Onun için denge sağlanmalıdır. Denge ne kadar korunursa, o kadar başarı olur. Emanet, ehlinde olduğu için, bu denge her zaman iyi korunmuştur. Bize düşen görev, kendimiz dengeyi sağlamaya çalışmak değil, bize verilen görevi en iyi şekilde yerine getirmeye gayret etmektir.
Allahü teâlâ, Güneş'i, Ay'ı, yıldızları, rüzgârı, hâsılı her şeyi bir dengeye göre yarattı. Kur'an-ı kerimde mealen, (Ben her şeyi hesap, ölçü üzere yarattım) buyuruyor. Tabiatta ölçüsüz, hesapsız hiçbir şey yoktur. İşte bu dengeden ötürü, tabiat kanunları hiç kimseyi rahatsız etmiyor. Aksine, biz hep ondan faydalanıyoruz. Öyle faydalı ki, muazzam olan bu kanunlar çerçevesinde muazzam olaylar oluyor, ama çok kimse bunun farkında bile değildir. Yani devamlı hareket var, ama kimseyi rahatsız etmiyor. Ancak tabiî afetler olunca etrafımızda bir şeyler olduğunu fark ediyoruz, fakat onlara da genelde biz sebep oluyoruz. Nitekim Şûra sûresinde mealen, (Size gelen sıkıntılar, kendi kazandıklarınızdır. Çoğunu da affedip, size göndermiyor) ve Rûm sûresinde mealen, (İnsanların yaptıkları işlerle, karada ve denizde fesat hâsıl oldu. Her şey bozuldu) buyuruldu.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Hazret-i Mevlana, ne kadar liberal ve hümanist bir zatmış ki, (Gel, gel, her kim olursan ol gel, müşrik veya Mecusi de olsan, puta tapsan da gel!) diyor. Niye diğer İslâm âlimleri bu kadar liberal ve hümanist değildir?
CEVAP: Bu sözün liberal veya hümanist olmakla ilgisi yok. Bir insan çok büyük günah işler, affolmaktan ümidini kesebilir. Bir dinsiz, (Cennet ve Cehennem varsa ben yandım) diyebilir. Bâtıl din sahibi, (Benim dinim bâtılsa cehennemliğim) diye korkabilir. Hazret-i Mevlana bunlara, (Korkma, ne olursan ol gel!) diyor. Bu, (Gel de öyle kal) demek değildir. (Müslüman değilsen Müslüman ol, günahkârsan tevbe et, önceki hâlinden dolayı ümitsiz olma! Allahü teâlâ tevbe edilip bir daha yapılmayan her günahı affeder) demektir. Her İslam âlimi böyle diyor. Bunun aksini söyleyen, (Gel de olduğun gibi kal!) diyen hiçbir âlim yoktur.
Sual: Dinde reformcu biri, hâşâ, (İmansızlar, Allah'ı ellerine geçirseler meydan dayağı atarlar) diyor. Allah'ı böyle cisim olarak göstermek küfür değil midir?
CEVAP: Her şeyin yaratanı, sahibi yüce Allah hakkında böyle çirkin ifade kullanmak elbette küfürdür.
Sual: Babamın eşi ölünce, dul ve çocuklu olan annemle evlenmiş. Annemle gelen üvey ablam var. Babamın ölen eşinden de bir abim var. Bunlar, birbiriyle evlenebilir mi?
CEVAP: Elbette evlenebilirler, çünkü ikisinin de, ana babaları ayrıdır. Hiçbir akrabalıkları yoktur. Babanız, ileride anneniz olacak kadına, (Oğluma kızını ver, seninle biz evlenelim) demiş oluyor. Bu gayet normaldir.
Sual: Bir markete gidiyorum. Sepeti çeşitli mallarla dolduruyorum, çoğunun fiyatını da bilmiyorum. Kasiyer, her birinin barkodunu okutuyor. Mesela hepsi 70 lira etti diyor. Biz de 70 lirayı veriyoruz. Böyle alışveriş sahih midir?
CEVAP: Götürü usulüyle olduğu için sahihtir. Her birinin ayrı ayrı fiyatını bilmemiz gerekmez. Hattâ cinsleri ve fiyatları farklı olan mallardan birer ikişer bir poşete koysak, satıcı, (Hepsine 50 lira ver) dese, bu alışveriş de sahihtir.
"Irkçılık yapan bizden değildir"
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Irkçılık yapan bizden değildir) hadisine göre ırkçılık küfür müdür?
CEVAP: Irkçılığın yapılış şekli önemlidir. Irkını dininden üstün tutarsa mesela, (Dinsiz bir Türk, Müslüman olan bir Yunan'dan, İngiliz'den veya Ermeni'den daha üstündür) deniyorsa küfür olur, çünkü Müslümanlık kötülenmiş oluyor.
Bir insanın, kendi kavmini, ırkını sevmesi küfür olmaz. Türk Türk'ü, Kürt Kürt'ü, Alman Alman'ı daha çok sevebilir. Bu, insanın kendi Müslüman akrabalarını, hemşehrilerini daha fazla sevmesine benzer. Sevmek ayrı, (Benim ırkımdaki kâfir de olsa, başka ırktan olan Müslümandan daha üstündür) demek ayrıdır. Sevmeyi ırkçılık olarak kabul etmemelidir. Müslüman Türk'ün tarihteki kahramanlıklarını okuyunca göğsümüz kabarıyor. Yine Müslüman bir hemşehrimizle karşılaşınca da sevinmesi ırkçılık değildir. Kendi ırkını dinimizin üstünde tutmak, kendi milletinden olan gayrimüslimi başka milletten olan Müslümandan üstün tutmak, ırkçılık olur.
Sual: Devir ve iskat yoluyla kılınmayan namazlar affediliyorsa, namaz kılmaya ve başka ibadete ne gerek var? O zaman bir kâfir veya hiç ibadet etmeyen bir Müslüman da, iskatla Cennete gider.
CEVAP: Devir ve iskat, kâfirler ve hiç namaz kılmayanlar için değildir. Namaz kılmayan kimsenin zaten imanla ölmesi, imanını muhafaza etmesi çok zordur. Devir ve iskat, namaz kılan ve diğer ibadetleri yapan Müslümanlar için yapılır. Mesela bir kimse tevbe etmiş, namaza başlamıştır, fakat kaza namazları bitmeden ölmüşse, bunların affı için devir ve iskat yapılır, Allahü teâlâya yalvarılır. Yine de affedileceği kesin değildir. Bunun gibi, bir kimse, bütün namazlarını kılmıştır, ama bazı şartlarını bilmediği için, namazlarında eksiklikler olabilir, sahih olmamış olan namazları olabilir. İşte bunların affı için de, devir ve iskat yapılır. Kıldığımız namazların, tuttuğumuz oruçların kesin olarak kabul olduğunu bilmediğimiz gibi, devir ve iskatla da, bunların affedilip affedilmediği bilinemez. Allahü teâlâ ile pazarlığa girişemeyiz. Bizim vazifemiz, dinin bildirdiğini yapmaktır.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Emr-i maruf için dînî yazıları internette, forumlarda, sosyal paylaşım sitelerinde yayınlıyor, maille de herkese gönderiyorum. Gazetede, TV'de dine aykırı bir şey görsem, hemen arayıp, gerekli ikazı yapıyorum. Camide bid'at işleyenleri ikaz ediyorum. Bu şekilde emr-i marufa devam etmem uygun olur mu?
CEVAP: Hayır, uygun değil. Tepkiye, fitneye sebep olmamalıdır. Başka sitelerde, mail gruplarında da, bu doğru bilgilere karşı, bozuk kimseler tarafından yorumların yapılmasına, böylece bid'atin ve bâtılın yayılmasına sebep olabilir.
Biz sadece uygun gördüklerimize kitap vermeliyiz, uygun dînî siteleri tavsiye etmeliyiz. Günümüzde emr-i marufu böyle yapmalı. Trafik levhası gibi sadece yol göstermeliyiz. Müctehid gibi, görüşlerimizi ictihad olarak, senet olarak göstermemeliyiz. Müctehidler jeneratör gibidir. Biz jeneratör gibi üretken değil, kablo gibi iletken olmalıyız. Yani müctehidlerden geleni aynen nakletmeli, ekleme çıkarma yapmamalıyız. Bunun da tek yolu kitap vermektir. Değiştirmeden de olsa bir şey yayınlamamalı. Abdülgani Nablusî hazretleri buyuruyor ki:
Emr-i maruf ve nehy-i münkeri elle yani güç kullanarak yapmak hükümete; dille, söz ve yazı ile [kitaplarla ve diğer yayın vasıtalarıyla] yapmak din adamlarına, âlimlere; kalble yapmak, [emr-i maruf yapanlara, dua etmek ve gücü nisbetinde maddî yardımda bulunmak] ise her Müslümana farzdır. Kendinin ve Müslümanların dinine veya dünyasına zarar gelecek işleri bırakmak vacib olur. (Hadika)
Kadızade Ahmed Efendi de buyuruyor ki: Etkili olacaksa, emr-i marufu yapmak vacib, fitneye sebep olacaksa terk etmek vacib olur. (Birgivî şerhi)
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Kıyamette bir kimseye, günah işleyene niçin engel olmadığı sorulacak, o da "Onun zararından korktum, Allah'ın affına güvendim" diyecek ve mazur görülecektir.) [İbni Mace]
Sual: Bir yazar, bazen farklı görüşler ileri sürüyor. Bir arkadaş bu yazarın yüzünden o gazeteyi okumaktan vazgeçti. Böyle yapmak doğru mudur?
CEVAP: Doğru değildir. Bir gazetede farklı dünya görüşünde yazarlar bulunabilir. Önemli olan gazetenin genel politikasıdır. Bir kimsenin farklı fikirleri yüzünden bütün gazete dışlanmamalıdır.
Dört mezhepten birine uymak şarttır
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Ebu Hanife, (Resulullah'ın hadis-i şerifleri başımızın tacıdır. Eshab-ı kiramın sözlerine uyarız. Tâbiînin sözleri ise, bizim sözlerimiz gibidir)diyor. Zamanın Halifesi de, İmam-ı Malik'e, (Eserin Muvatta'yı Kâbe'nin duvarına asalım, bütün Medine halkı bununla amel etsin) dediğinde, İmam-ı Mâlik, Resulullah'ın kabrini gösterip, (Bu kabrin sahibi dışında herkesin sözü, alınabilir de, alınmayabilir de) diyor. Böylece, bu iki imam da bir mezhebe uymayı caiz görmediği hâlde, âyet ve hadisten başka delil olduğu söylenebilir mi?
CEVAP: Mezhep imamlarımızın, bir mezhebe uymayı caiz görmediklerini söylemek, onlara iftira olur. İmam-ı a'zamın sözü, kendisi gibi müctehid olan zatlar içindir. Müctehid, başka müctehide uymaz, kendi ictihadına uyar. Onun için farklı mezhepler meydana çıkmıştır. İmam-ı Mâlik'in sözü de, hem müctehidler için, hem de herkesi tek mezhebe uymaya zorlamanın, rahmeti daraltacağını, sünnete uymayacağını bildirmek içindir. Çünkü (Müctehid âlimlerin farklı ictihadları rahmettir) hadis-i şerifine göre, herkes bir mezheple amel etmeye zorlanırsa, rahmet daralmış, diğer mezheplerden istifade imkânı kalmamış olur. İmam-ı Mâlik, (Her mezhep yaşasın, tek mezheple amel etmeye mecbur etmeyin) demek istemiştir.
(Herkesin sözü, alınabilir de, alınmayabilir de) sözü de, herkesin tek bir mezhebe uymasının zorunlu olmadığını, dört mezhebin de hak olduğunu, müctehid olan zatların kendi ictihadlarıyla amel etmesi gerektiğini göstermektedir. Bir mezhebe tâbi olan bizlerin ise, mezhebimizdeki fetva verilen hükme uymamız şarttır. Bizim, mezhebimizdeki müctehid âlimin sözünü almama gibi bir yetkimiz yoktur. Öyle olsaydı, Kur'an-ı kerimde, (Bilmiyorsanız âlimlere sorun) buyurulmazdı. Müctehid âlimler, Resulullah'ın vârisidir. Vâris olan âlimlerin bildirdiği hükümleri atmaya, kimsenin yetkisi yoktur. Hattâ yetkili bir âlim bile, diğer bir âlimin sözünü yetkisiz hâle getiremez, çünkü Mecelle'deki (İctihad ictihadla nakzedilemez)kaidesi meşhurdur.
Sual: S. Ebediyye'de, (Rükûa eğilirken, sol ayağın topuğu, sağ ayak yanına getirilir. Secdeden kıyama kalkarken ayaklar açılır) deniyor. Bazıları secdeden ayağa kalktıktan sonra açıyor. Kalkarken açılır ne demektir?
CEVAP: (Kalkarken açılır) demek, (Secdeden kalkacağı zaman açılır) demektir. Ayaklar birbirinden ayrılmış olarak kalkılmış olur.
31.10.2013
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Sabır istemek, bela istemektir) deniyor. Sabır istenmez mi?
CEVAP: (Yâ Rabbî, vereceğin belaya sabır ver!) demeden, sabır istemenin mahzuru olmaz. Bir âyet-i kerime meali:
(Ey Rabbimiz, bize çok sabır ver, Müslüman olarak canımızı al!) [Araf 126]
Allahü teâlâ, Musa aleyhisselamdan sonra, İsrail oğullarına birçok peygamber gönderdi, fakat zaman geçtikçe azgınlaşan İsrail oğulları, Tevrat'ın hükümlerini değiştirdiler, peygamberlerini dinlemediler, ahlâkları tamamen bozuldu. Calut isimli kâfir bir hükümdar, İsrail oğullarını vatanlarından sürüp çıkardı. Daha sonra, Talut isimli bir hükümdar, ordusuyla gelip Calut'un üzerine yürüdü. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Calut ve ordusuna karşı çıktıklarında, "Rabbimiz! Bize sabır ver, sebatımızı, cesaretimizi artır, inkâr eden millete karşı bize yardım et" dediler.) [Bekara 250]
Talut'un ordusunda bulunan Davud aleyhisselam, Calut'u öldürdü. Talut'un ölümünden sonra, Davud aleyhisselam İsrail oğullarının hükümdarı oldu.
Davud aleyhisselamın da bulunduğu ordudaki Müslümanlar, (Yâ Rabbî, bize sabır ver) diye dua etmişlerdir.
Musibetlere sabretmek, yüksek derecedir. Peygamber efendimiz, ümmetine öğretmek için, şöyle dua ederdi:
(Yâ Rabbî, bana öyle yakîn ver ki, musibetler bana kolay gelsin!) [Tirmizî]
(Ya Rabbî, beni çok şükredenlerden ve çok sabredenlerden eyle!) [Bezzar]
Sual: Atasözlerini inceliyorum, (Ucuz etin yahnisi yenmez), (Ucuzdur vardır illeti, pahalıdır vardır hikmeti) ve (Ucuz alan, pahalı alır) gibi sözlerin gerçeğe uymadığını gördüm. Ucuz olduğu hâlde, kaliteli ve iyi mallara çok rastladım. Buradan, her atasözüne güvenmenin doğru olmadığı anlaşılmıyor mu?
CEVAP: Ucuz olduğu hâlde, kaliteli ve iyi malların olması, atasözlerinin doğru olmadığını değil, istisnaların olabileceğini gösterir. İstisnalar da kaideyi bozmaz.
Pahalı olanlar genelde kalitelidir. (Ucuz alan, pahalı alır) atasözü, (Ucuz alınan çürüktür veya kalitesizdir, işe yaramadan atılır, yenisini almak zorunda kalacağımız için bize pahalıya mal olur) anlamında bir sözdür.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Evden çıkarken, vasıtaya binerken ve korkulu yerlerde, (Bismillahillezî lâ yedurru ma'asmihî şey'ün fil-erdı ve lâ fissemâ' ve hüvessemî'ul alîm)duasını okumalı ki, Allahü teâlâ her türlü felaketten muhafaza etsin. Bu duada, karada, denizde, havada, yani nerede olursa olsun, bir mümin, başladığı herhangi bir işte Besmele çekerse, ona bir zarar gelmeyeceği bildiriliyor. Bu, o kadar mübarek bir duadır ki, okuyana hiçbir şey zarar vermez. Çünkü dinimize uygun olarak yola çıkmış oluyoruz. Bunu okuduğumuz hâlde başımıza bir şey gelirse, bizim için mutlaka hayırlıdır. [Duanın Arapça orijinaliwww.dinimizislam.com sitemizde mevcuttur.]
Âhir zamanda, iman zaafa uğradıkça, Allah korkusu azaldıkça, insanlar kötü yollara düşerler. Sihir ve büyü yaparlar. Tam İlmihâl Seadet-i Ebediyyekitabında bundan korunmanın çareleri yazılıdır. Bunun en büyük ilacı şu ikisidir:
1- Âyât-ı hırzı okumak ve üzerinde taşımak: Cin ve şeytan şerrinden kurtulmak için, sara hastalığına ve büyüye karşı Âyât-ı hırz'ı, yedi gün sabah akşam okumalı ve üzerinde taşımalıdır. Âyât-ı hırz, cin çarpması yüzünden hastalanmış birine Peygamber efendimizin okuduğu âyetlerdir.
2- Silsile-i aliyye büyüklerinin isimlerini okumak: Üç ihlâs bir Fatiha okuyup sevabını, isimlerini okuyarak Silsile-i aliyye büyüklerinin ruhlarına hediye etmek sûretiyle, onların yüzü suyu hürmetine, bu felaketlerden, bu dertlerden kurtulmayı talep etmeli. Bunun belli bir zamanı yoktur, her zaman okunabilir.
Merhum hocamız, (Saraya kapıdan girilir. O büyüklerin hepsi saray kapısıdır. Kapı çalınınca insanlar açmayabilir, ama kerimler öyle yapmaz. O büyükler kerimdir. Kerimlerin kapısı çalınınca açılır) buyururdu. O büyükleri vesile ederek yapılan dua kabul olur.
Kur'an-ı kerimde mealen, (İnsanlar aceleci yaratılmıştır) buyuruluyor. Dua ettiği zaman, tesirinin hemen görülmesini, neticesini hemen almasını ister. Fakat acelecilik doğru değildir. Çünkü kabul edilen bir duanın, en çok nerede ve ne zaman faydalı olacağını Allahü teâlâ bilir. Başına bir felaket geldiği zaman mı, dünyada mı, ölürken mi, kabirde mi, mahşerde mi, sırat köprüsünde mi, yoksa Cehennemde mi? Nerede daha faydalı olacaksa, Allahü teâlâ, mümin kuluna, o duanın neticesini, o zaman verir.
NOT: Zilhicce ayının son günü ve Muharrem ayının birinci günü [bu sene için 3-4 Kasım'da] oruç tutan, o yılın tamamında oruç tutmuş gibi sevaba kavuşur. (İ. Ahlakı)
.Kalbi kırıkların duası kabul olur
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Peygamber efendimiz, (Hastalık, Allahü teâlânın bir kemendidir, fakirlik de zindanıdır. Bunun ikisini de sevdiklerine verir) buyuruyor. Bazı büyükler, ağrı sızıdan çok muzdarip oldukları, çaresiz kaldıkları zaman, (İrhâm yâ Rabbî=Bana merhamet eyle ya Rabbî) diyerek, Allahü teâlâya sığınırlardı. Müslümanlar da böyle yapmalı. (Ben kalbi kırıkların yanındayım) hadis-i kudsîsi, (Hastaların, dertlilerin, borçluların duasını kabul ederim) demektir. Kalbi kırıklardan dua almaya çalışmalı.
Emir verir gibi, (İlla bana dua et!) diyerek zorla dua alınmaz. Öyle bir iş yapalım ki bize dua etmek, karşımızdakinin içinden gelsin. İşte bu şekilde dua almak, kolay değildir. Ama makbul olanı budur.
Ubeydullah-ı Ahrar hazretleri herkesten dua alırdı. Bir gün alışveriş yaparken alışveriş yaptığı kişiden dua almadan köye döndü. Sonra tekrar o kişinin yanına gitti ve herkesten dua aldığını, ondan dua almayı unuttuğu için geri döndüğünü söyleyince adam ellerini açarak, (Yâ Rabbi, bunun kalb gözünü aç!) diye dua etti. İşte Ubeydullah-ı Ahrar hazretleri o dereceye bu dua ile ulaştı.
Çok kişinin sevip saydığı meşhur bir kimse, mübarek bir zatı ziyaret eder. Sohbet esnasında o kimse, (Efendim bu nasıl oluyor? Ben mevkii, makamı ne kadar yüksek olursa olsun öyle herkesi çok önemsemem, fakat sizin henüz isminiz geçerken dahi hürmet duyuyorum ve içimden sevgi geliyor) der. Mübarek zat da, anne duası almanın önemini anlatıp buyurur ki:
(Altı yaşında ilim tahsiline başladım. Annem vefat ettiği güne kadar, bir kez bile onun elini öpmeden evden ayrılmadım. Bir defa vapuru kaçıracaktım. Aceleyle evden çıktım, yarı yolda, annemin elini öpmediğim hatırıma geldi. Hemen geri döndüm. Annem, "Ne oldu, bir şey mi unuttun?" dedi. "Evet, çok önemli bir şey unuttum. Elini öpmeyi unuttum" dedim. Annem de, "Sen deli misin oğlum, vapuru kaçırdın" dedi. Ben de, "Kaçarsa kaçsın, elini ver öpeyim" dedim. Elindeki anahtarı yere bırakıp, ellerini açtı, "Yâ Rabbî, ben oğlumdan razıyım, sen de razı ol!" diye ağlayarak dua etti. İşte bu dua sayesinde çok nimetlere kavuştum.)
Ölmüşlerimizi de unutmamalı. Peygamber efendimiz; (Ölünün mezardaki hâli, imdat diye bağıran, denize düşmüş kimseye benzer. Boğulmak üzere olan kimse, kendisini kurtaracak birini beklediği gibi, ölü de, babasından, anasından, kardeşinden, arkadaşından gelecek bir duayı gözler)buyuruyor. Hiç değilse bir Fatiha okumalı. Eğer biz okursak, bizden sonrakiler de bizim için okurlar.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Hicrî yılbaşı ne demektir?
CEVAP: Peygamber efendimiz, milâdî 571'de 20 Nisan'a rastlayan, Rebiulevvel ayının 12. Pazartesi sabahı, Mekke'de doğdu. 622'de Mekke'den Medine'ye hicret etti. 20 Eylül Pazartesi günü, Medine'nin Kuba köyüne geldi. O yılın Muharrem ayının 1. günü, Müslümanların hicrî [kamerî] yılbaşı oldu. Muharrem ayının 1. gecesi [bu yıl, pazartesiyi salıya bağlayan gece, yani bu gece] Müslümanların yılbaşı gecesidir. Bu geceyi ihya etmeli ve saygı göstermeli. Saygı göstermek, günah işlememekle olur. Zilhicce ayının son günü ve Muharrem ayının birinci günü oruç tutan, o yılın tamamını oruç tutmuş gibi sevaba kavuşur. Bu ay çok oruç tutmaya çalışmalı. Bir hadis-i şerif meali:
(Nafile oruç tutacaksan Muharrem ayında tut, çünkü o, Allahü teâlânın ayıdır. O ayda bir gün vardır ki, o günde Allahü teâlâ geçmiş kavimlerden birinin tevbesini kabul etti. Yine o gün tevbe edenlerin günahlarını da affeder.) [Tirmizi]
İslamiyet'ten önce Araplar, Muharrem ayında savaşmak isteyince, o yıl Muharrem ayının ismini, sonraki aya koyarlar, sonraki ayın ismini, Muharrem ayına takarlardı. Böylece, haram ay, Muharrem ayından bir sonraki ay olurdu.(Bir ayın haramlığını başka aya geciktirmek, ancak kâfirliği arttırır. Kâfirler, böylece sapıtıyorlar. Onlar, Allah'ın haram kıldığı ayların sayılarını denk getirmek için, haram ayı bir yıl helal edip, başka yıl onu yine haram ederler. Böylece, Allah'ın haram kıldığını helal kılmaya çalışırlar) mealindeki Tevbe sûresinin 37. âyet-i kerimesi, ayların yerlerini değiştirmeyi yasak etti.
Kur'an-ı kerimde bildirilen ve dinde kullanılan Arabî ayların bir yılı, bir Güneş yılından on gün kısadır. Hicrî kamerî aylar, hicrî şemsî ve milâdî aylara göre, on gün önce gelmektedir. Bunun için Müslümanların mübarek gün veya geceleri, şemsî yıllara göre, her yıl on gün önce olur. Çünkü mübarek günler, hicrî kamerî aylara göre kutlanır.
İslamiyet'te, milâdî ayların içinde mübarek bir gün yoktur. Doğum günü ve mübarek geceler, hicrî yılla kutlanır. Bütün ibadetlerde hicrî kamerî aylar esas alınır. Hac, oruç, kurban ve bayram günleri, bu aylara göre tespit edilir. Haccı Allahü teâlânın bildirdiği Zilhicce ayında yapmayıp da, milâdî bir ayda, mesela ocak ayında yapmak; orucu ramazan ayında değil de, şubat ayında tutmak, dini değiştirmek olur.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Namazda Fâtiha okurken, (İyyâke na'büdü=Yalnız sana ibadet ederiz)kısmında, kumar, içki, zina gibi günah olan veya alışveriş gibi mübah olan şeyler düşünülmüşse, düşünülen şeye ibadet edilmiş olur mu? Ben bir şey düşünmeden hiç namaz kıldığımı hatırlamıyorum. Alışverişe veya yaptığım işlere mi tapmış oluyorum?
CEVAP: Günah şeyler düşünülse de, o günahlara tapılmış olmaz. İslam âlimleri, insanları küfürden kurtarmak için tevil yolunu tercih etmişlerdir. İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: Bir Müslümanın, bir sözünden veya bir işinden yüz şey anlaşılsa, bunlardan 99'u küfre sebep olsa, biri Müslüman olduğunu gösterse, o bir şeyi anlamak ve ona kâfir dememek gerekir. (3/38)
Kimi yazarlar, bir Müslümanın bir sözünden yüz şey anlaşılsa, bunlardan 99'u imanlı olduğunu, biri de küfür olduğunu gösterse, o bir şeyi anlayarak ona kâfir diyorlar. Böyle yapmak İslam âlimlerinin yolu değildir.
Bir söze, 99 âlim küfür dese, bir âlim küfür değil dese, Allahü teâlâ da, o bir âlimin sözüne göre hüküm verip, o kimseyi kâfir yapmıyor.
Namaz kılmak iman alametidir. (Namaz kılarken düşünüyorsun) diye bir Müslümana kâfir demek çok çirkindir.
Fâtiha okurken insan çok şey düşünebilir. Düşündüğü şeye tapmış olmaz. İnsanları küfre sokmaktan sakınmalı, aksine küfürden kurtarmak için tevil etmeli. Kalbe gelen kötü düşüncelere küfür demekten kaçınmalı. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kötü düşünce, dille söylenmedikçe ve buna uygun hareket edilmedikçe, Allahü teâlâ, o kötü düşünceyi affeder.) [Buhârî]
Sual: Şehveti çok olan ne yapmalıdır?
CEVAP: Şehveti tahrik eden şiir ve şarkılardan uzak durmalı, cinsellik ihtiva eden kitapları okumamalı, televizyondaki ve internetteki böyle yayınlardan sakınmalı.
Sirke yemeli, çünkü sirke şehveti kırar. Kuvvetli gıdalardan da uzak durmalı. Oruç tutmak ve gece ibadet etmek de faydalıdır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Oruç ve gece ibadeti şehveti keser.) [İ. Ahmed]
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Allah, ilmi isteyene, malı istediğine verir) deniyor. Malı da, ilim gibi isteyene vermez mi? İstemediği hâlde verdiği de olmaz mı?
CEVAP: Evet, ilim gibi, malı da isteyene verir. İstemediği hâlde verdiği de olur. İki âyet-i kerime meali:
(İsteyene âhiret nimetlerini, isteyene de dünya nimetlerini veririz.) [Şura 20]
(Yalnız dünya için yaşamak, eğlenmek isteyenlerin çalışmalarının karşılığını, hiçbir şey esirgemeden [sağlık, mal, para, makam, şöhret gibi] bol bol veririz. Bunlara âhirette yalnız Cehennem ateşi vardır. Emekleri boşa gider.) [Hud 15, 16]
İstemek, sebebe yapışmak, yani çalışmak gerekir. Allahü teâlâ, dünya nimetlerine ve âhiret nimetlerine kavuşmak için çalışanlara, dilediklerini vereceğini vâdediyor. (Müslüman olmasa da, dünya nimetlerini çalışan herkese veririm) buyuruyor. O hâlde, ilim olsun, mal olsun, çalışan karşılığına kavuşur. Fetih sûresinin son âyet-i kerimesinde, Allahü teâlâ, inanıp iyi işler yapanlara büyük mükâfat vereceğini bildiriyor. Bir kimse, bilerek istemediği hâlde, ona hidayet verebilir, mal verebilir, makam verebilir. Allahü teâlânın (Her isteyene veririm) buyurması adalettir. (İstediğime veririm) buyurması da ihsandır.
Sual: Hutbe dinlerken, (Takkeni unutmuşsun, şurada boşluk var, safları doldur) gibi şeyler söylemenin, konuşmanın ve imamın âmin dedirtmesinin mahzuru olur mu?
CEVAP: Hutbe dinlemek namaz gibidir. Namazda yapılmaması gereken şeyler, hutbe dinlerken de yapılmamalı. Yer değiştirmek, konuşmak, konuşana sus demek, hattâ dua okumak, açıktan âmin demek bile caiz değildir. Camiye girince, hutbe okunuyorsa, hemen ilk bulduğu boş yere oturmalıdır. Safları yararak ileri geçmemelidir. Müminlere eziyet günahtır.
Sual: Yatağa yatınca, yatarken okunması edebe aykırı olan dua var mıdır?
CEVAP: Hayır, her dua okunur. Okunmayan dua yoktur. Hattâ Kur'an-ı kerimdeki sûreler, âyetler bile okunur. Mesela Tebareke ve Yasin-i şerif okunabilir. Kur'an-ı kerim okurken, yorgan altında bacaklar bitişik olmalı veya ayaklar toplanmalı. Avret yeri de açık olmamalıdır.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Bir yerde okudum, büyük bir zat, (Arapçayı Allah yaptı, diğer dilleri insanlar yaptı) diyor. Diğer dilleri insanların yapması, bana tuhaf geldi. Her şeyi Allah yaratmıyor mu?
CEVAP: Bu tuhaflık, kaderi iyi bilmemekten ileri geliyor. Evet, her şeyi yaratan Allahü teâlâdır. Ancak insanlara irade-i cüz'iyye vermiştir. Bir insan günah işlerse, kendi hür iradesiyle işlemiş olur, (Allah yaptırdı) denmez. (Her şeyi Allah zorla yaptırıyor) demek Cebriyye denilen bid'at fırkasının görüşüdür. Selefiler de, bu görüştedir. Selefiler, ("Bir cani, yedi kişiyi öldürdü" demek şirktir. Çünkü Kur'anda herkesi öldürenin Allah olduğu yazılıdır) diyorlar. İnsanı iradesiz bir robota benzetiyorlar.
Fabrikada yapılan aletler bozulunca, (İnsan yapısı bu, bozulur elbette) deniyor. İnsanın yaptığı aletlere, (İnsan yapısı) demenin mahzuru olmaz. İnsanlar, kendi istekleriyle bir şeyler yapıyorlar ki, Allah indinde sorumlu oluyorlar. Allah zorla yaptırsaydı sorumlu olmazlardı.
Allah'ın yaptığı kanunlar gibi, beşerin yaptığı kanunlar da olur. (Bu anayasayı, bu kanunları insanlar yaptı) demekte, dinen bir mahzur olmadığı gibi, (Arapçayı, İslam harflerini Allah yaptı, diğer dilleri ve yazıları insanlar yaptı) demekte de, dinen bir mahzur olmaz.
Sual: Bir caminin kapısına, (Camide cep telefonlarını kapatın) anlamında, (Hak'la irtibata geçince, halkla irtibatı kesin) diye levha asılmış. Uygun mudur?
CEVAP: İnsan dışarıdayken de, yani halkın içindeyken de Hak'la beraber olabilir. Aksine camideyken de halkla, dünya ile meşgul olabilir. Telefonunu kapatsa da yine halkla beraber olabilir. Bu bakımdan, (Camiye girerken telefonları kapatalım) demek daha uygun olurdu.
Sual: (Kaderime küstüm) demek küfür müdür?
CEVAP: Küfür değildir. İnsanın kaderi kötü olabilir. İnsan kötü kaderini beğenmeyebilir. (Kaderim kötüymüş) diyebilir, ama suçu kadere yüklemek caiz olmaz. Bu bakımdan, (Kaderime küstüm) gibi mânâsız bir şey söylenmemelidir.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Araştırmalara göre, hurafeler, dini bilmeyen veya çok az bilen kimseler, özellikle de, kadınlar arasında çok yaygındır. Bu hurafeleri kimler, niye çıkarıyor?
CEVAP: Genelde bunları misyonerler çıkarıyor. Cahiller eliyle, bunları yaymaya çalışıyorlar. Bunların maksatları, Müslümanları kendi uydurdukları hurafelerle uğraştırmak ve itikatlarını sarsmaktır. (Medine'den gelen mektup), (Mekke'den gelen mesaj), (Rüyada görülen dua) gibi hurafeler çıkarıyorlar, sonra, (Bakın, Müslümanlar hurafelerle uğraşıyor) diyorlar. (Bu duayı 7 kişiye veya 13 kişiye gönderin, göndermezseniz başınıza şöyle bir bela gelir. Gönderen bir sürprizle karşılaşacaktır) gibi hurafeler internette dolaşmaktadır. Bu işlere alet olup da, misyonerlerin oyununa gelmemelidir.
Sual: Zikrettiği için, çimenlere basmak günahmış. Çimenler yeşil olduğu için mi zikreder?
CEVAP: Çimenlere basmanın mahzuru olmaz. Sadece çimenler, yeşil olan bitkiler değil, bastığımız toprak ve taşlar da, yani canlı cansız her şey tesbih eder, zikreder. Bir âyet-i kerime meali: (Yedi kat gökle yer ve bunların içindekiler, Allah'ı tesbih eder. Hiçbir varlık yok ki, Onu hamdle tesbih etmesin, fakat siz, onların tesbihini anlayamazsınız!) [İsra 44]
Sual: Enver, Talat ve Cemal paşalar gibi, Osmanlı devletinin son döneminde yaşayan bazı kimselerin yaptığı kötülükleri çeşitli yayınlardan okuyoruz. Bunlardan mason olanları hakkında, (İyi paşaydı, iyi askerdi) demek uygun olur mu?
CEVAP: Askerlik yönü başarılı bile olsa din düşmanı olan birine (iyi paşa) demek, bunlara karşı sevgiye sebep olur. Kâfirleri sevmemek, imandandır. Mesela ittihatçı paşalara, (iyi paşa) demek tehlikelidir.
Eskiden Vehhabilerin elinde olan ülkelere imrenip de, Vehhabilere sevgi beslemesinler diye, âlimler, talebelerini umreye göndermemişlerdir. Hattâ hacca giderken de, onların yaptığı eserlere rağbet edilmemesini, dünya işlerinde bile olsa yaptıklarını beğenmemelerini söylemişlerdir.
Sual: Abdest aldıktan veya yemek için ellerini yıkadıktan sonra, ıslak olan parmakların ucunu gözlerin pınarına koyup çekerken nasıl dua etmeli?
CEVAP: (Yâ Rabbî, gözlerimi hastalıklardan muhafaza et, harama bakmaktan koru ve gözlerime şifa ver) diye dua etmek iyi olur.
Sevmek lafla değil, itaatle belli olur
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Muhabbet, gayet ince ve hassas bir yoldur. Bir Ehl-i sünnet âlimini sevdiğini söyleyen kimsenin, ona itaat etmesi gerekir. Onun sevdiklerini sevmesi, sevmediklerini sevmemesi gerekir. Onu sevenleri sevmesi, sevmeyenleri de sevmemesi, hocasında fâni olması gerekir. Çünkü böyle büyük bir zatın sevgisine kavuşan, bütün büyüklere kavuştuğu gibi, sevgili Peygamberimize ve Allahü teâlâya da kavuşur.
Bir talebe hocasına, (Efendim, ilim bakımından, acaba şu evliya zatlar mı, yoksa mübarek hocanız mı daha yüksek?) diye sorunca, o zat çok üzülüp, şöyle buyurur:
(Aman kardeşim, bir daha sakın böyle bir şey sormayın. Bütün dünyayı terazinin bir kefesine koysalar, mübarek hocamın gömleğini bir tarafa koysalar, gömlek ağır basar. Çünkü bizi ve bizim gibi binlercesini sonsuz olarak Cehennemde yanmaktan kurtaran böyle bir zatın dışında ben bir şey göremem. Zira Güneş'i gören, ne yıldız, ne Ay'ı görür. İnkâr etmeyiz, ama göremeyiz. Düşünemeyiz bile. Aklımızın kenarından geçmez.)
Mevlana Halid-i Bağdadî hazretleri de, yanlış iş yapan bir talebesi için şöyle buyurmuştur:
(Bu arkadaşınız bizim verdiğimizi istismar etti. Birçok hâllerini, başarılarını kendisinden bildi. Bir insan hocasından aldığı feyzi, ondan aldığı duayı, kendi kabiliyeti olarak kabul ederse, siz onun akıbetine bakın, ne olacak görürsünüz.)
Evliya zatlardan biri de buyurur ki:
(Büyüklere, ya bir şey sormayın veya sorduktan sonra bildirileni aynen yapın! Eğer yapmazsanız vebal altında kalırsınız. Çünkü sormaktan maksat, "Ben senin dediğine itaat edeceğim. Sana güveniyorum. Senin benim lehime, yani benim dünya ve âhiret saadetim için söyleyeceğine inanıyorum" demektir. Sorup da, yapılmazsa çok üzüntüye, soğukluğa sebep olur. Sormamaktan daha tehlikeli olur.)
Netice olarak, bu büyüklerin sözlerine tam bağlanmalı, kendi iradesini ve aklını bir tarafa bırakmalı. Sadece âhiret işlerinde değil, dünya işlerinde de böyledir. Nitekim büyük zat Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî hazretleri,(Hocama kavuştum, aklımı bıraktım ve kurtuldum) buyurmuştur.
Evliya zatları sevmenin faydası
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Allahü teâlânın, bir kuluna, sevdiği bir zatı tanıtması, en büyük nimettir. Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri buyuruyor ki:
(Bu büyüklere muhabbetle elde edilen fayda, o kadar çoktur ki, bir Müslüman bin yıl yaşasa, her gecesi ve gündüzü ibadetle geçse, bu muhabbet sebebiyle elde ettiği faydayı elde edemez.)
Güneşin enerjisi altında, topraktan aldığı gıdalarla, tatlı, sulu, kokulu ve renkli bir karpuz teşekkül ediyor. Ama karpuzun bundan hiç haberi olmuyor. Dolayısıyla biz bilsek de, bilmesek de, bir olgunlaşma devresinde olduğumuz kesindir. Bunun en bariz neticesi, önce imanımızın muhafazası, sonra, ibadet yapabilmemizdir. Bu âhir zamanda namaz kılabilmek, haramlardan sakınmak kolay iş değildir. Bunu ancak imanı kuvvetli olanlar yapar.
Yine Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri buyuruyor ki:
(İnsan bağlı bulunduğu mürşidinin sözüne, emrine, (Niçin?) diyemez. Derse, her şeyi kaybeder. Hele itiraz etmek veya (Niçin?) demek büyük felaket olur. Bütün feyz kapıları kapanır. Çünkü onların sözlerinde, insan aklının eremeyeceği hikmetle vardır.)
Bir çobanla bir koyun arasındaki fark neyse, evliya zatla, sıradan bir Müslüman arasındaki fark da odur. Koyun, çobanın hâlinden ne anlar? O hâlde koyun çobanı gütmez, çobana tâbi olur.
Bir gün, Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî hazretlerini ziyarete gelen çok zeki ve kabiliyetli biri, sohbet esnasında, (Efendim, benim mürşidim öyle olmalı ki, bana büyük bir hız, büyük bir enerji vermelidir) der. Abdülhakîm-i Arvâsî hazretleri, (Ne yapacaksın o enerjiyle?) buyurur. O kimse de, (İslam bayrağını Anadolu'ya, Avrupa'ya, Amerika'ya, Asya'ya dikeceğim) der. Abdülhakîm-i Arvâsî hazretleri de cevaben, (Çok yazık, demek ki sen mürşid-i kâmil aramıyorsun, merkep arıyorsun. Merkep niçin kullanılır? Ya üzerine binersin veya yükünü taşıtırsın. Mürşid aramaktan maksat, iradesini, onun iradesine teslim etmektir. Sen kendi iradeni yüklenecek bir merkep arıyorsun, kusura bakma, bizde öyle bir merkep yok. Bir mürşid bulunca ona teslim olunur; bayrağı dik derse dikilir, bayrağı şimdilik sakla derse saklanılır) buyurur.
Kişi kendi iradesinden vazgeçerse, yani ölü gibi olursa ancak olgunlaşır. Eğer diriyse, kendinde bir varlık hissederse asla istifade edemez.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Alkollü içkiler ve kolonya necis değil midir?
CEVAP: Alkollü içkiler, dört mezhepte de necistir. Necaseti temizlemek üç mezhepte farzdır, Mâlikî mezhebinde ise, bir kavilde, namaz için necaseti temizlemek farz veya vacib değil, sünnettir. (İslam Ahlakı)
Kolonyada alkol çoktur, ama alkollü içki sınıfına girmez. Karışım olduğu için Hanefî ve Şâfiî'de namaza mâni değildir. Kolonyanın temiz olduğu İslam Ahlakı kitabında yazılıdır. Mâlikî'de ise, zaten necaseti temizlemek farz olmadığı için, kolonya sürülmüş elbiseyle namaz kılınabilir.
Sual: Almanya, Fransa gibi gayrimüslim bir ülkede cuma namazı kılmak farz olmadığına göre, orada kırk kişi varsa, Şâfiî mezhebi taklit edilip kılınsa farz sevabı alınır mı?
CEVAP: Evet, taklit edilirse Cuma namazı sahih olur.
Müslüman olmayan bir ülkede, Müslümanlar, bir imam seçerek cuma namazı kılsalar, Hanefî mezhebine göre de namazları sahih olur. (İbni Âbidin)
Sual: Salonumuz evin ortasındadır. Salona açılan kapılar var. Diğer odalarda çalgı aleti ve duvarlarda resimler var. Salonun kapısı açıkken, salonda kılınan namaz mekruh olur mu?
CEVAP: Kapılar açık olsa da mekruh olmaz. Yine bunun gibi, tuvaletin önünde lavabolar oluyor. Tuvaletin kapısı açıkken tuvaletin önündeki lavaboda abdest almakta da mahzur olmaz. Hattâ açıkta pislik yoksa, tuvaletin içindeki lavabodan da, abdest almanın mahzuru olmaz.
Sual: Namaz kıldırırken imamın abdesti bozulursa ne yapar?
CEVAP: Namaz kıldırırken imamın abdesti bozulursa, hemen yakınındaki birini çekip yerine imam olarak geçirir. Sonra, dışarıda abdest alıp gelince, vekil ettiği imama uyarak namazını tamamlar. Camide abdest alma imkânı varsa, vekile lüzum olmaz. Cemaat bekler, imam, abdest alıp gelince, kaldığı yerden devam eder. Vekil bırakmayıp camiden çıkarsa, cemaat birden fazla ise, namazları bozulur. (S. Ebediyye)
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
CEVAP: Muharrem ayının onuncu günü yani yarın Aşûre günüdür. Muharrem ayı, Kur'an-ı kerimde, kıymet verilen dört aydan biridir. Bu ayın en kıymetli gecesi de Aşûre gecesi yani bu gecedir. Allahü teâlâ, birçok duaları Aşûre günü kabul etmiştir. Hazret-i Âdem'in tevbesinin kabul olması, Hazret-i Nuh'un tufandan kurtulması, Hazret-i Yunus'un balığın karnından çıkması, Hazret-i İbrahim'in ateşte yanmaması, Hazret-i İdris'in canlı olarak göğe çıkarılması, Hazret-i Yakub'un oğlu Hazret-i Yusuf'a kavuşması, Hazret-i Yusuf'un kuyudan çıkması, Hazret-i Eyyüb'ün hastalıktan kurtulması, Hazret-i Musa'nın Kızıldeniz'i geçmesi, Hazret-i İsa'nın doğumu ve ölümden kurtulup, diri olarak göğe çıkarılması Aşûre günü oldu.
Aşûre günü yapılması iyi olan işler:
1- Aşûre günü oruç tutmak sünnettir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Aşûre günü oruç tutanın, bir yıllık günahları affolur.) [Müslim, Tirmizî, İ. Ahmed, Taberanî]
(Aşûre günü bir gün önce, bir gün sonra da tutarak, Yahudilere muhalefet edin!) [İ. Ahmed]
[Yalnız Aşûre günü oruç tutmak mekruhtur. Bir gün öncesi veya bir gün sonrası ile tutmalı!]
2- Sıla-i rahim yapmalı. Yani salih akrabayı ziyaret edip, hediye ile veya çeşitli yardım ile gönüllerini almalı.
3- Sadaka vermek sünnettir, ibadettir. Hadis-i şerifte, (Aşûre günü, zerre kadar sadaka veren, Uhud Dağı kadar sevaba kavuşur) buyuruldu. (Şir'a)
(Bugün ibadettir) diye Aşûre pişirmek günahtır. Aşûrenin bugüne mahsus ibadet olmadığını bilerek, bugün Aşûre veya başka tatlı yapmak günah olmaz, sevab olur. Bu inceliği iyi anlamalı. Tedavi niyetiyle sürme çeken bugün de sürmelenebilir. Hadis-i şerifte, (Aşûre günü ismidle sürmelenen, göz ağrısı görmez)buyuruldu. (Hâkim)
4- Çok selam vermeli. Hadis-i şerifte, (Aşûre günü on Müslümana selam veren, bütün Müslümanlara selam vermiş gibi sevaba kavuşur) buyuruldu. (Şir'a)
5- Çoluk çocuğunu sevindirmeli! Hadis-i şerifte, (Aşûre günü, aile efradının nafakasını geniş tutanın, bütün yıl nafakası geniş olur) buyuruldu. (Beyhekî)
6- Gusletmeli. Hadis-i şerifte, (Aşûre günü gusleden mümin, günahlardan temizlenir) buyuruldu. (Şir'a)
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Yeterli ilim ve amel sahibi olan birinden, keramet görülebilir mi?
CEVAP: İhlâs sahibi olmak da şarttır. İlmiyle ve ameliyle gururlanırsa felakete maruz kalır. İhlâssız veya bid'at ehli birinde olağanüstü hâller meydana geliyorsa, bunlar keramet değil istidraçtır, çok tehlikelidir. Onun için şeyh taslağı hocalardan görülen olağanüstü halleri keramet sanmamalıdır.
İlminin fazla, amelinin çok olmasıyla gurura kapılan bir kimse, marifet sahibi değildir. Mesela cin taifesinden olan İblis, meleklerden üstün bilgiye sahipti, onlara hocalık yapıyordu. Yanlış kıyas yaptı. Ateşin topraktan daha hayırlı olduğunu söyledi. Allahü teâlânın yanlış emir verdiğini söyleyerek Ona isyan etti. Kibirlenen İblis, böylece Allahü teâlânın gazabına uğrayıp lanete müstahak oldu. Ebedî olarak rahmet dergâhından kovuldu. (İslam Âlimleri Ansiklopedisi)
Sual: Şimdi herkes (Benim hocam doğru yolda) diyor. Bunların hangisinin doğru yolda olduğu nasıl anlaşılır?
CEVAP: O zatın sohbetinde, Allahü teâlâ ve âhiret hatırlanıyorsa makbuldür. Dünya hatırlanıyorsa, dünya sevgisi kalbimizden çıkmıyorsa, o kimse makbul değildir. Elinde bir ölçüsü olmayan kimseyi, şeytan aldatıp, yanlış yolda olduğu hâlde, kendisini Allah'ı, âhireti hatırlıyor zannedebilir. İtikadı doğru değilse veya İslamiyet'e uymuyorsa, hiç kıymeti yoktur.
Sual: Kocası öldükten veya kendisini boşadıktan sonra, başkasıyla evlenen bir kadını, bir oğlan önceki kocasıyla evliyken, bir kız da yeni kocasıyla evliyken emse, bu oğlan ve kız birbiriyle evlenebilir mi?
CEVAP: Hayır. Aynı kadından emen oğlan ile kız, sütbabaları başka olsa ve başka senelerde emmiş olsalar bile, birbiriyle ve birbirlerinin çocukları ve torunlarıyla evlenemez. (S. Ebediyye)
SÜTÇOCUĞUN ANNE VE BABALARI
Sual: Bir kadının sütünü emerek, onun süt çocuğu olan çocuğun, öz annesiyle sütbabası ve öz babasıyla sütannesi mahrem olur mu?
CEVAP: Hayır, mahrem olmaz. Yani öz annesiyle öz babası ve sütannesiyle sütbabası ayrılırlarsa, öz annesiyle sütbabası, öz babasıyla da sütannesi evlenebilirler.
Sual: Erkeklere, altın rozet takmak caiz mi?
CEVAP: Hayır. Gümüş rozet caizdir.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Biz bir istekte bulunmadan, biri gelip bize yardım ediyor. Biz de ona, (Hakkını helal et!) diyoruz. Demesek hakkı bize geçmiş olur mu? Yani bu, kul hakkı olur mu? Markette de, (Paranın üstü kalsın) diyoruz. Kasiyer, (Hakkını helal et!) demese, parayı rızasıyla bırakanın hakkı geçiyor mu?
CEVAP: Yardımı kendiliğinden yaptığı için ve paranın üstünü kendiliğinden almadığı için hak geçmiş olmaz, ancak iyilik edene teşekkür etmek gerekir. Kendiliğinden yardım edince bir hak geçmez, çünkü biz istemeden yapmıştır, fakat devam eden bir yardım ise, bizim rızamız dâhilinde yapıyor demektir. O zaman, (Hakkını helal et!) demek gerekir. Mesela arabayla giderken, bazı çocuklar bir bezle arabanın camını siliyorlar. Biz yapmayın dediğimiz hâlde yaparlarsa hak geçmez. Biz sükût eder, yapmalarına rıza gösterirsek, onlarla helalleşmek veya birkaç lira vermek gerekir.
Sual: S. Ebediyye'de, (Bir rükünde, üç kere Sübhanallah diyecek kadar avret yeri açılırsa veya imamın önüne geçerse yahut aynı imama uymuş olan kadınla bir hizada olursa namaz bozulur) deniyor. Yani, bir rüknün tamamında değil, bir rüknün içinde üç kere Sübhanallah diyecek kadar zaman avret yeri açılırsa veya imamın önüne geçerse yahut kadınla yan yana durursa mı namaz bozuluyor?
CEVAP: Evet, rüknün uzunluğu veya kısalığı ölçü alınmıyor. Son teşehhütte oturmak, uzun bir rükündür. Rükû ve secdeler ise çok kısadır. Allah diyecek kadar çok az durmak, bir rükündür. Uzun rükünde olsun, kısa rükünde olsun, üç kere Sübhanallah diyecek kadar bir zaman, bildirilen bu işler yapılınca namaz bozuluyor.
Sual: Kazalar azalınca veya yaşlılar ölmeyince, Azrail tatilde demek caiz midir?
CEVAP: Caiz değildir. Azrail aleyhisselam, vazifesini ihmal etmez. Böyle söylemek vazifesini ihmal ettiği anlamına gelir. Meleklerle alay etmek de, küfre kadar götürür.
Sual: Ezan okurken iki eli değil de, sadece bir eli kulağa koymak bid'at olur mu?
CEVAP: Evet, sünnet diye öyle yapmak bid'at olur.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Hadis kitaplarında, Sahabe Deccal'ın dünyada ne kadar kalacağını sorunca Resulullah, (Kırk gün kalır, fakat ilk günü bir sene gibi, ikinci günü bir ay gibi, üçüncü günü bir hafta gibi, diğer günleri de sizin günleriniz gibi olur) buyuruyor. Bu, akla uygun mudur? Hiç, bir gün, bir sene olur mu? Dünya'nın dönüşü bellidir. Elbette bunun tevili gerekir. Demek ki, Mehdi ve Deccal mânevî şahsiyetlerdir, insan olarak gelmeyeceklerdir. Bunları tevilsiz yazmak yanlış değil mi?
CEVAP: Yanlış değildir. Bunlar tevili gerektirmez. Bu husus Eshab-ı kirama söylenince, (Bunun tevili nedir?) dememişler, (Yâ Resulallah! O zaman bu bir sene gibi olacak günde, bir günün namazı bize kâfi gelecek mi?) diye sormuşlardır. Cevabında, (Hayır, günün miktarını takdir edersiniz)buyurmuştur. Demek ki, bir gün bir yıl gibi uzun olacaktır. Bazı âlimlerimiz, kutuplar gibi, altı ay gece, altı ay gündüz olan yerlerde veya daha kısa, daha uzun olan yerlerde, böyle takdirle namaz kılınması ve oruç tutulması gerektiğini bildirmişlerdir. Yani belli bir saat oruç tutulur, belli saat aralığıyla namazlar kılınır. Bir gün bir yıl gibi uzun olmasaydı, (Namazı böyle kılın)buyurmazdı.
Sual: Bir kişi veya imam, unutup Fâtiha'nın bir kısmını okusa, secde-i sehv gerekir mi?
CEVAP: Fatiha'nın çoğunu okur da, azını unutursa, secde-i sehv gerekmez. Eğer yarıdan fazlasını unutursa secde-i sehv gerekir.(Hindiyye)
Sual: Mazeretli veya mazeretsiz nâfile namazını veya nâfile orucunu bozanın, bunları kaza etmesi gerekir mi?
CEVAP: Bozulan nâfile namazları tekrar kılmak, bozulan nâfile oruçları da tekrar tutmak vacibdir, çünkü nâfileye başlanınca, bunu tamamlamak vacib olur. (Uyun-ül-besair)
Sual: Tuvalete girerken, Euzü Besmele çekmeyi unutan kimse, içeri girince çekebilir mi?
CEVAP: Evet, avret yerini açmadan önce çekebilir, çünkü genelde bugünkü tuvaletlerde açıkta pislik olmuyor. Başka kılınacak yer bulunamazsa, zaruret halinde, tuvalette namaz bile kılınır.
Bir kula verilecek en büyük nimet
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Asıl maksadımız, Allahü teâlânın marifetini elde etmek yani Onu hakkıyla tanımak olmalıdır. Marifetullah iki çeşittir:
Birincisi, ilim yoluyla hâsıl olur. Bunu, âlimler tarif ederler, fakat bu unutulabilir. Çünkü nefs daima isyandadır, gaflettedir, vesvese verir. Bu yüzden de sadece ilim yoluyla marifet sahibi olanlar için imansız ölmek tehlikesi her zaman vardır.
İkinci çeşit marifet ise, hâl yoluyla kalbde hâsıl olur ve evliyadan gelir. Hâl yoluyla marifet sahibi olanlar için imansız ölmek tehlikesi yoktur. Nitekim bir insana baklavanın ne olduğu iyice anlatılsa, onu öğrenir, fakat gün gelir unutabilir. Ama baklavayı yerse, onun tadını artık unutmaz. Nefsine ve şeytana aldanmaz, (Ben bunun tadını biliyorum) der ve imanla ölür.
İşte Silsile-i aliyye büyüklerinin yolunda olanlar çok şanslıdır. Çünkü zülcenahayn olan, yani hem ilim, hem de marifet yoluyla Cenab-ı Hakk'ı bizlere tanıtan İmam-ı Rabbânî hazretleri gibi bir büyüğü tanımış oluyorlar. Bu, Allahü teâlânın, dünyada bir kuluna vereceği en büyük nimettir. Ama bu nimetin elden gitmemesi için, o büyükleri üzmemelidir. Mevlana Hâlid-i Bağdadi hazretleri, (Büyüklerin nazarından düşmek, yedi kat gökten, yere düşmekten beterdir) buyuruyor.
Öyle kimse vardır ki, ilim yoluyla da, hâl yoluyla da marifet alamaz. Safrası bozuk kimse gibidir, baklavanın tadını alamaz, hattâ baklava ona acı gelir.
(El mer'ü mea men ehabbe) hadis-i şerifi, herkesin âhirette, dünyadayken sevdikleriyle beraber olacağını bildiriyor. Onun için, bir insan, hiç değilse bu büyüklerden birini severek kurtulmalıdır. Çünkü Allah'ın dergâhında, ehil ve nâ-ehil beraberdir. O kulların içerisinden biri, Cenâb-ı Hak tarafından sevilip kabul edilse, onunla beraber olanların hepsi Cennete alınır.
Kalb sevgi yeridir, kalbden kalbe sevgi akar, buna (Hubb-i fillah) denir. Bu sevgiye kavuşmanın şartı görmek değil, sevmektir. Mesela Veysel Karanî hazretleri, Resulullah efendimizi görmedi, ama çok sevdi, sevince de feyz aldı, nurlara ve marifetlere kavuştu. Tâbiînin en büyüğü oldu. Ebu Cehil ise, gördüğü hâlde, sevmediği için bu nimetten mahrum kaldı.
İman nimetine nasıl şükredilir?
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Allah için olan işte sevgi olur. Dünya için olan işte sevgi olmaz. Gerçek sevgi Allah'tan gelir. Buna Allah rızası için iş yapanlar veya arkadaş edinenler yahut evlenenler kavuşur. Nefsini tatmin etmek için yapılan evlilikte gerçek sevgi olmaz. O evlilik kısa zamanda mahkemede bitebilir. Çünkü temeli bozuktur. Ticarette de böyledir. Birçok şirket, kurulduktan bir müddet sonra dağılıyor. Çünkü orada, maksat, Allah rızası olmadığı gibi, sevgi ve beraberlik de, Allah rızası için değildir.
Dünyaya düşkün olan, üç şey için yaşar: Mevki, para ve şöhret. Hâlbuki bunların Allah indinde hiçbir kıymeti yoktur.
Bir Müslüman, din kitabı okuduğu zaman, ilim sahibi olur, ama ihlâs sahibi olamaz. İhlâs, bir mürşid-i kâmilden alınır, kaynağı odur. Su isteyen, çeşmeye gittiği gibi, ihlâs isteyen de mürşid-i kâmil olan büyükleri sevmelidir. Bu büyüklere kavuşandan daha bahtiyar kimse yoktur. Onların kitabını severek okuyan da, o büyüklerden çok istifade eder, ihlâsa da kavuşur.
Âhir zamanda, Şeytanın ve iman düşmanlarının çeşitli hileleri karşısında Ehl-i sünnet itikadında olmak ve bu doğru imanı muhafaza etmek, ancak İmam-ı Rabbânî hazretleri gibi mübarek bir zatın sevgisi ve tasarrufuyla olur. Onun için bu büyüklerin sevgisine kavuştuktan sonra hem çok şükretmek, hem de çok korkmak lazımdır. Çünkü bir şey ne kadar kıymetliyse, onun düşmanı da, elden kaçmak tehlikesi de o kadar çoktur. Bu bakımdan çok sevinmeli, ama çok da korkmalıdır.
En büyük nimet doğru imandır. Bu nimete şükretmek lazım ki Cenab-ı Hak elimizden almasın. Allahü teâlâ, Mücadele sûresinde, bu iman nimetine birbirimizi, din kardeşlerimizi severek şükredeceğimizi bildiriyor.
Hubb-i fillah ve buğd-i fillah, yani Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek, bu dinin temelidir. Eğer büyükleri sevenler birbirini sevmezse, o büyüklerden feyz gelmez. Büyükleri sevdiğini söyleyen kimse, onların sevdiklerini sevmeyip, sevmediklerini seviyorsa, sözünde yalancıdır. Bir Müslümanda hubb-i fillah ve buğd-i fillah olmasının bir alameti vardır: Eğer o Müslümanı, Müslümanlar seviyorsa, onda hubb-i fillah vardır. Eğer münafıklar sevmiyorsa, onda buğd-u fillah vardır.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Komşuma, (Evde köpek besleme! Köpek olan eve melek girmez) dedim. O da (Daha iyi ya, o zaman Azrail meleği de gelmez, çok yaşarım) dedi. Böyle demesi uygun mu?
CEVAP: Rahmet melekleriyle Hafaza melekleri ve ölüm meleği ayrıdır. Vazifeleri de ayrıdır. Amellerini yazan melekler, köpek giren eve de girer. Rahmet melekleri, şu yerlere girmez:
1- İçinde canlı resmi veya heykeli bulunan odaya,
2- İçki içilen ve içki bulunan yere,
3- Kumar oynanan veya kumar aleti olan yere,
7- Çalgı aletleri bulunan odaya,
9- Avret yeri açık duranın olduğu yere,
10- Ana babaya âsi olunan eve. (Nisabül-ahbâr)
Melek girmeyen eve şeytan girer. Şeytan da kötülük yaptırmaya çalışır. Rahmet melekleri bir eve girmezse, onların faydalarından ve edeceği dualardan mahrum kalırız. Bu konudaki birkaç hadis-i şerif:
(Bir eve misafir gelince, melekler sofrada ev sahibine dua eder.) [Taberani]
(Sofrada sirke yiyene, melekler dua eder.) [İ.Asakir]
(Melekler, sahura kalkana dua eder.) [İ. Ahmed]
(Allahü teâlânın zikredildiği yerlere, melekler rahmet saçar.) [Ebuşşeyh]
(Kur'anı hatmedene 60 bin melek dua ve istiğfar eder.) [Deylemî]
(Bir kimse, namaz kıldığı yerden ayrılıncaya kadar, melekler, "Yâ Rabbî, buna rahmet et" diye dua ederler.) [Nesai]
(Melekler, iyilik öğretene dua ederler.) [Tirmizi]
(Yatağa abdestli yatan kimse için, bir melek sabaha kadar, "Yâ Rabbî, bunu affet" diye dua eder.)[Hakim]
Ölüm hastasının bulunduğu odada, hayzlı kadın veya melek girmesine mani olan başka şey bulunmamalı. Mümin, ruhunu teslim edeceği vakit, rahmet meleklerini görüp, can verme acısını duymaz. Oraya rahmet melekleri girmezse, o kimse ölürken sıkıntılara maruz kalabilir. Onun için rahmet meleklerinin girmesine mani olacak iş yapmamalıdır.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Namaz, oruç gibi bazı ibadetleri yapmayıp yerine fakire para verilmesi, mesela kurban kesmeyip yerine depremzedelere yardım yapılması daha uygun olur) diyenler çıkıyor. Parası olanlar ibadet etmeyip parayla işini yürütürse, fakirin hâli ne olacak?
CEVAP: İbadet yerine para vermek, dini içten yıkmak isteyen reformcuların dînî yıkma planlarından biridir. Herkes fakirlere istediği kadar yardım yapabilir, o ayrıdır. Ama bin koçun parası, bir fakire verilse, vacib bir kurbanın sevabına kavuşulamaz; vacib terk edildiği için günah da olur. Üstelik dinimizin emrini beğenmeyip değiştirildiği için suçlu duruma da düşülür. Aklımıza uygun gelse de, gelmese de, dinimizin emrine uymamız şarttır.
Sual: (Şimdiki imamların başlarına giydiği sarıklar, taylasansız olduğu için bid'attır. Sünnet olan, sarığın ucunu iki omuz arasına sarkıtmaktır) deniyor. Taylasansız olan yani ucu omuzlara sarkmayan sarıklar bid'at midir?
CEVAP: Hayır, bid'at değildir. Peygamber efendimiz sarıksız, sadece takke de kullanmıştır, sarığın ucunu sarkıtmadan da kullandığı olmuştur. Bu yüzden şimdiki sarıklara bid'at dememeli. İmam-ı Rabbânî hazretleri gibi Silsile-i aliyye büyükleri, ucu sarkan sarıklar kullandığı için, taylasanlı sarık tercih ediliyor. Bu tip sarıkları kullanmak, ötekilerin bid'at olduğunu göstermez.
VİTİRDE AYNI SÛRELERİ OKUMAK
Sual: Vitir namazında Asr, Kevser ve İhlâs'ı devamlı okumak mekruh olur mu?
CEVAP: Vacib olan Vitir namazı, sûre okuma yönünden nâfile gibidir. Yani nâfilelerde olduğu gibi, vitirde de hep, Asr, Kevser ve İhlas sûrelerini okumak mekruh olmaz. Nâfile namazların aynı rekâtlarında aynı sûreleri okumak mekruh değildir.
Sual: (Cünüpken ölen kâfir olarak ölür) deniyor. Böyle bir şey var mıdır?
CEVAP: Hayır, öyle bir şey yoktur. Eshab-ı kiramdan Hanzala hazretleri, gusletmeye vakit bulamadığı için, Uhud Savaşı'nda cünüp olarak şehit olmuş, onu melekler yıkamıştı. Bunun için (Gasîl-ül-melâike)ismi ile şereflenmişti. Meleklerin yıkadığı, guslettirdiği zat demektir.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Hediyeleşmenin önemi nedir? Hediye edilen bir şeyi, hediye edilenin haberi olmadan geri almak veya izinsiz kullanmak caiz midir?
CEVAP: Hediye, verilen kimsenin olur, izinsiz kullanılmaz.
Birine hediye vermek, ona olan sevgiyi bildirmek olur. İki hadis-i şerif meali:
(Bir din kardeşinizi seviyorsanız, sevdiğinizi kendisine bildirin!) [Buhârî]
(Allah yolunda, biri din kardeşini sevdiği zaman kendisine bildirsin, çünkü bu, ülfette daha kalıcı, sevgide sebat vericidir.) [İbni Ebi-d-Dünya]
Bunun için hediyeleşmek sünnettir. Külfete girmeden hediye vermeyi âdet edinmelidir! Birkaç hadis-i şerif:
(Hediyeleşin ki, muhabbetiniz [sevginiz] artsın!) [Taberanî]
(Hediye dostluğu artırır, kırgınlığı giderir.) [Ebu Nuaym]
(Hediye, Allahü teâlânın gönderdiği güzel bir rızıktır. Kabul eden, Allahü teâlânın gönderdiğini kabul etmiş olur. Reddeden de Onun gönderdiğini reddetmiş olur.) [Ramuz]
(İstemeden verileni alın! O, Allahü teâlânın gönderdiği rızıktır.) [Beyhekî]
(Hediye verene, siz de hediye verin! Eğer verecek bir şey bulamazsanız, onun için dua edin ki, hediye karşılıksız kalmasın!) [Nesaî]
Sual: Aklı başında, fakat başıyla da îmâ edemeyecek kadar hasta olanın namazları sakıt olur mu?
CEVAP: Eğer, bu hâli bir günden çok devam ederse namazları sakıt olur, yani o namaz farz olmaktan çıkar, kaza etmesi gerekmez.
Sual: Kâbe resmi olan seccade, bir bezle kaplanıp, Kâbe resmi görülmese, namaz kılmak yine caiz olmaz mı?
CEVAP: Kâbe resmi görülmüyorsa, o kısma basmamak şartıyla, namaz kılmak caizdir. Yani üstü örtülü olsa da, Kâbe resmi olan kısma basmamalıdır.
Sual: Bir kimse, hakkını helâl ettikten az sonra, sözünden vazgeçip, (Ben hakkımı helâl etmiyorum) dese, önceki helâl ettiği haklar da helâl edilmemiş mi olur? Yoksa sadece önceki helâl ettiği haklardan sonraki haklar mı kalır?
CEVAP: Öncekiler helâl edilmiş olur, sonrakiler kalır.
Pahalı satmak ve aldatmak
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: 300 liraya veresiye aldığım bir ürünün 200 lirasını verdim, 100 lirası daha duruyor. Sonra bu ürünün başka bir yerde 200 liraya satıldığını öğrendim. Müslümanlıkta aldatmak da, aldanmak da olmadığı için ve adamdan senetsiz aldığıma göre, kalan 100 lirayı vermesem günah olur mu?
CEVAP: Normal rayiçten satıyorsa, başka yerlerde de 300 liraya satan varsa kalan 100 lirasını vermemek günah olur. Herkes malını, istediği fiyata satabilir. Bir kuruş eksik verilse kul hakkı olur. Eğer o mal her yerde 200 liraya satılıyorsa, bir tek o kişi 300 liraya satıyorsa, bu da rayicin üstündeyse o zaman alışverişi fesh etme yetkimiz olur. 300 liraya satan başka yerler de varsa, başka birileri de 200 liraya satıyorsa, bu ölçü olmaz.
Bir şey satarken, bu, benzerlerinden farklı diyerek yalan söylemek veya malın kusurunu gizlemek, aldatmak olur. Bir de, piyasadaki rayiç fiyatların en yükseğinden, sarraflıkta % 2.5, hayvandan başka menkul mallar için % 5, hayvan için % 10, bina için % 20 ve daha fazlası kadar yüksek fiyatla satın almak da aldanmak olur. Böyle bir aldanma olursa, müşteri alışverişi feshedebilir.
Sual: Namazda şaşırıp İhlas sûresinin son âyeti okunmasa veya Felak sûresinin son iki âyeti okunmasa veya Tin sûresinin ilk âyeti okunduktan sonra şaşırıp son üç âyeti okunsa yahut Beyyine sûresinin tek âyeti okunduktan sonra şaşırıp başka okunamasa yahut Kadir sûresinin ilk iki âyeti okunduktan sonra şaşırıp hiç okunamasa namaz bozulmuş olur mu?
CEVAP: Hiçbiri namazı bozmaz, secde-i sehv de gerekmez.
Ölçüsü şu: Üç âyet miktarı okunmuşsa namaz tamamdır. Yahut üç kısa âyet miktarı, bir uzun âyet okunmuşsa, gerekli zamm-ı sûre okunmuş olur.
Sual: Cep saatinin zincirinin gümüş olması caiz iken, erkeğin boyna taktığı muskanın ipinin gümüş zincir olması neden caiz değildir?
CEVAP: Gümüş zinciri, kolye olarak takmak caiz olmuyor. Kolye takmak, benzemek niyeti olmasa bile, kadınlara benzemek oluyor. Tedavi niyetiyle bakır veya başka metal kolye takmak caiz olur.
Sual: Takkesini evde unutan, namazı mekruh olmasın diye, cami önünde, bir takke daha alsa israf olur mu?
CEVAP: Hayır, israf olmaz.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Pazarcılıkta yemin edince, bir güven meydana geliyor. Satış daha çok oluyor. Doğru olarak yemin etmenin mahzuru var mıdır?
CEVAP: Doğru da olsa, çok yemin etmek, Allahü teâlânın ismine ve yemine kıymet vermemek olur. Bunlara kıymet vermeyerek yemin etmek, çok çirkindir. Mal satmak için Allah'ın ismini alet etmemelidir. İki hadis-i şerif:
(Satışlarda çok yemin etmekten sakının! Çok kazansanız da, perişan olursunuz.) [Müslim]
(Yemin, malı sattırırsa da, malın bereketini kaldırır.) [Buhârî, Müslim]
Demek ki çok kazanmak değil, malın bereketli olması önemlidir. Bereket, az malın çok faydası olması, çok işe yaraması demektir. Hele yalan yere yemin edilirse ve hile yapılırsa daha çok tehlikelidir. İki hadis-i şerif:
(Malını yalan yeminle satan kimseye, âhirette acı azap vardır.) [Müslim]
(Ticarete hıyanet karışınca, bereket gider.) [İhya]
Tartıda hile yapmak da büyük günahtır. Bir âyet-i kerime meali:
(Verirken noksan, alırken fazla ölçenlere acı azaplar yapacağım.)[Mutaffifin 1]
HARAMA UYMAK NE DEMEKTİR?
Sual: S. Ebediyye'de, (Erkek veya kadının her sözünde, her işinde, Allahü teâlânın emirlerine, yani farzlara ve yasak ettiklerine [haramlara] uyması lazımdır) deniyor. Farza uymak elbette şarttır, fakat niye yasaklara, harama uymak gerekiyor? Harama uyunca haram işlenmiş olmaz mı?
CEVAP: Uymak, o işin gereğini yapmak, verilen emir ve yasağa riayet etmek demektir. Farzlara uymak, dinimizin bildirdiği şekilde, o farzları yapmak demektir. Haramlara uymak da, dinimizin bildirdiği şekilde, o haramlardan kaçmak demektir. Yasak emrine uyulunca yasaktan sakınmak gerekir.
Sual: Caminin içinde kermes düzenlemek caiz midir?
CEVAP: Hayır, caiz değildir. Caminin içinde alışveriş yapmak, mekruhtur. (Redd-ül-muhtar)
Bir hadis-i şerifte, (Mescidlerde alışveriş yapmayın) buyuruldu. (Tirmizî, Nesaî, Ebu Davud)
UYGUNSUZ ELBİSELER SATMAK
Sual: Dışarıda giyilen, açık saçık elbiseler satmak uygun mudur?
Kalb, his organlarına tâbidir
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Kalb, Allahü teâlânın nazar ettiği yerdir. Bunun için kalbi temizlemeye çok uğraşmalıdır. Kalbin temizlenerek selâmete kavuşması, Allahü teâlânın ismini zikretmek, Onun emir ve yasaklarına sarılmak, Resulullah efendimizin sünnetine yapışmak, bid'atlerden kaçınmak ve nefse aldanmamak gibi hususlara riayet etmekle olur.
Kalb, his organlarına tâbidir. Mesela gözünü haramlardan sakınmayanın, kalbini koruması güçtür. Kalb korunamazsa, günahtan sakınmak güçleşir. O hâlde, kalbi temizlemek için gözü ve diğer uzuvları haramdan korumak lazımdır. Kalb salih ve temizse, beden ve his organları da salih ve temiz olur. Şayet kalb bozuksa, beden de bozuk olur.
Kalbde tasdik ve iman hâsıl olduktan sonra, kalbe gelen vesveseler, hep nefs-i emmareden ileri gelir. Çünkü nefs, daima dünya zevklerine kavuşmak, her şeye âmir ve hâkim olmak ister. Başkasına tâbi olmak istemez. İşte bu azgın nefisten müminlerin kalbine gelen vesveseler, kalbdeki imana zarar vermez. Bu, müminler için bir müjdedir.
Kalb, sadece tek bir şeyi sever, aynı anda birçok şeyi sevemez. Mal, evlat ve mevki gibi birçok şeyleri sever görünürse de, hakikatte bütün bu değişik sevgilerin hepsi, bir tek sevgiden hâsıl olmaktadır. Bu bir sevgi de, insanın kendine, yani nefsine olan sevgisidir. Eğer nefsine olan sevgisi kalmazsa, o diğer şeylere olan sevgisi de kalmaz. O zaman sadece Allah'ı ve onun sevdiklerini sevmeye başlar.
Kalbde mutlaka iman veya inkâr bulunur. İmanın, teslim olmanın alâmeti, iman edilecek hususlardan, dinin emir ve yasaklarından, razı olmak, ferahlık duymak, onları sevmektir. İnkârın alâmeti ise, onlardan sıkılmak, onları beğenmemek ve kötü şeyleri sevmektir.
İşin başı, kalbi Allahü teâlâdan başka şeylerden temizlemektir Kalb bunlardan temizlenince, oraya Allah'ın sevgisini doldurmak için uğraşmak gerekmez. Su dolu bir şişe boşaltılınca havanın kendiliğinden yerleşmesi gibi, Allahü teâlânın sevgisi de kendiliğinden gelir, yerleşir. Bir kalbde Allahü teâlânın sevgisi ile Allah'ın sevmediği başka şeylerin sevgisi bir arada bulunamaz.
Ateşte yanan, ibadete nasıl koşar?
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından dinimizi doğru öğrenip buna uygun yaşamak, hem de bunları başka insanlara ulaştırıp büyüklerin duasına, Allahü teâlânın rızasına kavuşmak imkânı varken, başka şeylerle uğraşmak mâlâyânidir. Bugün insanların çoğu mâlâyâni ile, yani dinlerine ve dünyalarına faydası olmayan şeylerle uğraşıyor. Doğru imandan yani Ehl-i sünnet itikadından, helâlden, haramdan bahsedilmiyor.
İslamiyete uymanın temeli üç şeydir: Ehl-i sünnet itikadı, helâl ve haram. İtikadı bozuk olan, haram yiyip içen, haramla meşgul olan, ne yaparsa yapsın felakettedir. İbadetlerin onda dokuzu helâl lokmadır.
Helâl lokma yiyenin, eli kolu bağlansa, yine ibadete, namaza koşar. Haram yiyen ise ibadetten soğur. Çünkü dinimiz, (Haram ateştir) diyor. Ateşte yanan bir insan, ibadete nasıl koşar?
Mübarek bir zatın hayatı hep borç içinde geçer. Borç aldığı parayla alışveriş yapıp evine götürür. Daha sonra gidip, borcunu kendi parasından öder. Sebebini sorduklarında, (Evim için kendi paramla aldıklarıma güvenemiyorum. Helâl olması için, borç aldığım parayla ihtiyaçlarımızı karşılıyorum) buyurur. Başka büyük bir zat da, (Kazancında şüphesi olan, parasını, dine hizmet için kazanıp yine o yolda sarf edilen parayla değiştirsin! Çünkü helâl para, insanı Allah aşkıyla coşturur, durdurmaz, onu namaza koşturur. Helâlle beslenenin, namaz kılmaması imkânsızdır) buyurur.
Besmelesiz yenilen yemek, insan vücudunda hastalık yapar. Şeytan lokmalarla mikrop şeklinde insanın vücuduna girip, belki doktorların bile teşhis edemeyeceği hastalıklara sebep olabilir. Ama besmele çekilmişse şeytana izin verilmez. Dinimizin yasak etmediği bir işe Besmeleyle başlanırsa, o iş her ne olursa olsun, bize kötü de görünse, sonu mutlaka iyidir. Çünkü (Bismillâhillezî lâ yedurru ma'asmihî şey'ün fil-erdı velâ fissemâi ve hüves semî'ul-alîm) duasını okuyan, yerde de olsa, gökte de olsa, asla zarar görmez. Bu bakımdan Besmele çekmek çok kıymetlidir. Allahü teâlâ Cennete girecek bütün kullarına Cennet davetiyesi verecek, bu davetiyenin imzası Besmele olacaktır.
Kazası olmayanın nâfile kılması
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Kaza namazı borcu olmayanın, Kuşluk, Evvabin ve Teheccüd kılınan vakitlerde, dört rekâtlı kaza namazı kılarken, son iki rekâtında zamm-ı sûre okuması gerekir mi? Okumazsa vacibi terk etmiş olur mu?
CEVAP: Peygamber efendimiz, farzlarla beraber veya başka zamanlarda nâfile namaz kılardı. O, bu vakitlerde namaz kıldığı için bu namazlar bize sünnet olmuştur. Bu sünnet namazlar, revatib ve regaib diye ikiye ayrılır. Revatib, farzlardan önce veya sonra kılınan, müekked ve gayr-ı müekked sünnetlerdir. Regaib ise, Kuşluk, Teheccüd ve Evvabin gibi diğer sünnet namazlardır. Gerek revatib ve gerekse regaib sünnetlerin yerinde kaza kılınınca, bu sünnetler de kılınmış oluyor. Bu sünnetlere de niyet edince, ayrıca niyet sevabı da alınıyor. Farzların son iki rekâtında zamm-ı sûre okumak gerekmez. Okunsa da mahzuru olmaz. Ancak Kuşluk ve Teheccüd namazları en fazla 12 rekât olduğu için 12 rekâttan fazla kaza namazı kılınacaksa ve dört rekâtlı farzlar kaza edilecekse, kaza namazı olmayan kimse, son iki rekâtında zamm-ı sûre okumalıdır. Kaza namazı olanın ise okuması gerekmez.
Sual: Secdeye gidince, önce alnı mı, yoksa burnu mu koymak gerekiyor?
CEVAP: Alından önce burnu yere koymak müstehabdır. Kalkarken de tersi yapılır, yani önce alın, sonra burun kalkar. Diğer uzuvlar da böyledir. Secdeye inerken, önce sağ, sonra sol diz, sonra sağ, sonra sol el, sonra burun ve alın yere konur. Secdeden kalkarken bunun tersi yapılır. Yani önce alın, sonra burun, sonra sol el ve sağ el, sonra sol diz ve sağ diz yerden kaldırılır. Böyle yapılmasa da namaz yine sahihtir, mekruh da olmaz, fakat müstehab sevabından mahrum kalınır. Bunları, dikkati çekecek kadar yavaş yapmamalıdır.
Sual: Cemaat farza başladıktan sonra mescide gelen, son safta yer yoksa ne yapar?
CEVAP: Cemaat ayaktaysa, rükûa kadar birini bekler. Kimse gelmezse, rükûa varılmadan önce, öndeki safa sıkışır. Öndeki safa sığmazsa, arkaya, yanına gelmesi için güvendiği birinin omzuna dokunur. Güvendiği kimse yoksa en arkada yalnız durur. Cemaat oturuyorsa, o zaman son safta yer olmasa da, kimseyi yanına çağırmaz, en arkada yalnız durur.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Tesbih çekerken başkalarının görmesi riya olur mu?
CEVAP: Riya, ibadeti gösteriş için yapmaktır. Mal, mevki, saygı, şöhret gibi bir menfaat kazanmak maksadıyla yapılan ibadet de riya olur. Namaz, oruç, sadaka ve yol, cami yaptırmak gibi hayırlı amelleri, görenler beğensin de beni takdir etsin diye yapmak riyadır. Böyle ibadetlere sevab verilmez. Günah olur, azaba layık olur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(İbadetine riya karıştırana âhirette, "Git, sevabını o kişiden iste!" denir.)[İbni Mace]
Riyanın zıttı ihlâstır. İhlâs, gerek bedenle, gerek malla yapılan farz veya nafile bütün ibadetleri, sadece Allah rızası için yapmaktır. Allah rızasından başka niyetle yapılırsa riya olur.
Tesbih çekerken başkasının görmesi değil, kasten ona göstermek riya olur, yani herkes görsün, beni takdir etsin diye çekiliyorsa riya olur. Alışkanlık olduğu için veya kalbinde hiç gösteriş düşüncesi yoksa görülmesi riya olmaz. Ancak herkesin gözü önünde çekmek fitneye veya suizanna sebep olabilir. Kalbde riya olmadan, ev halkının yanında, Kuşluk, Teheccüd, Evvabin gibi nafile namazları kılmak, Kur'an okumak, tesbih çekmek, günlük okunması gereken duaları okumak, riya olmaz.
Sual: Cünüp kimse selam verebilir mi ve verilen selamı alabilir mi?
CEVAP: Elbette, selam verip alabilir. Hiç mahzuru olmaz. Selam güzel bir duadır. Cünüp kimse, Kur'an-ı kerimden sûre ve âyet okuyamaz, fakat her çeşit duayı okuyabilir, her çeşit zikri çekebilir, hatta Fatiha veRabbenâ âtinâ gibi dua âyetlerini, sadece dua niyetiyle okuyabilir.
Sual: Sünnetlerde ve diğer nafile namazlarda, zamm-ı sure olarak aynı sureler okunabilir mi?
CEVAP: Okunabilir. Peygamber efendimiz, sabah namazının sünneti ile akşamın sünnetinde Kâfirun veİhlas'ı; öğle namazının ilk dört rekât sünnetinde dört Kul'ü; öğlenin son sünnetiyle yatsının son sünnetindeFelak ve Nas'ı okumuştur. (Tergib-üs salat)
Dört Kul: Kâfirun, İhlas, Felak ve Nas sureleridir.
Sual: Ben ölene kadar kendim oturmak şartıyla, evimi hanımıma veya çocuğuma hediye etmem caiz midir?
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Dört delilin üçünü kabul etmeyip (Yalnız Kur'an) diyen bir mezhepsiz diyor ki:
Nahl sûresinin 44. âyetinde geçen beyan etmek ifadesi, (Gizlemeden bildir!) demektir, yoksa (Sen bunu açıkla!) demek değildir. Çünkü Kıyamet sûresinin 19. âyetinde de, (Âyetleri açıklamak Allah'a aittir) deniyor. O hâlde herkes Kur'anı anlar.
Kur'an-ı kerimi herkes anlayabiliyorsa, şu sorulara cevap yazar mısınız?
1- (Âyetleri açıklamak Allah'a aittir) ne demektir?
2- Resulullah, Kur'an-ı kerimi açıklamak için yüz binlerce hadis-i şerifi niye bildirdi?
3- Madem âyetleri açıklamak Allah'a aitse, Peygamber efendimiz hâşâ niye Allah'ın emrini dinlemeyip Kur'an-ı kerimde olmayan birçok haramları hadis-i şeriflerle açıklamıştır?
4- Eğer, Kur'an açık, herkes anlarsa, niye Allah, Kur'an-ı kerimin birçok yerinde (Resulüme uyun!) diyor? Niye (Yalnız Kur'ana uyun!) buyurmuyor?
5- Kur'an-ı kerimi anlamak kolaysa, dilleri Arapça olan Eshab-ı kiramın ileri gelenleri âyet-i kerimeleri niye Peygamber efendimize sual ettiler?
CEVAP: Bunları madde madde açıklayalım:
1- Hazret-i Katade, (Kur'anı açıklamak bize aittir) ifadesinin, (Onun muhtevasındaki helâlleri ve haramları açıklamak bize aittir) demek olduğunu bildirdi. Ayrıca, (Kur'an-ı kerimde yer alan vaatleri ve tehditleri açıklayıp, gerçekleştirmek bize aittir) anlamına geldiği ve Resulullah'a hitaben, (Senin dilinle açıklamak, bize aittir) demek olduğu bildirilmiştir. (Kurtubî tefsiri)
Resulullah'ın "sallallahü aleyhi ve sellem" beyan etmesi, onun diliyle Kur'anın açıklanması demektir. (Kur'anı insanlara beyan edesin diye sana indirdik) mealindeki âyette geçen beyan etmek, âyetleri, başka kelimelerle ve başka sûretle anlatmak demektir. Âlimler de, âyetleri beyan edebilselerdi, kapalı olanları açıklayabilselerdi ve Kur'an-ı kerimden hüküm çıkarabilselerdi, Allahü teâlâ Peygamberine "sallallahü aleyhi ve sellem", (Sadece sana vahiy olunanları tebliğ et!) derdi. Ayrıca beyan etmesini emretmezdi. (Huccetullahi alel-âlemîn) [Devamı var]
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
İmam-ı Kurtubî hazretleri de buyuruyor ki: Resulullah'ın beyanı iki türlüdür:
a) Kitapta mücmel [özet, kısa, kapalı] olarak gelen ifadeleri açıklamaktır. Beş vakit namaz, vakitleri, secdeleri, rükûları, bozanları, mekruhları ve diğer hükümleri; zekâtın miktarı, vakti, hangi mallardan alınacağı; haccın nasıl yapılacağı gibi hususların açıklamasını Resulullah "sallallahü aleyhi ve sellem" yapmıştır. İki hadis-i şerif şöyledir:
(Haccın nasıl yapılacağını benden öğrenin!) [Müslim, Ebu Davud]
(Namazı benim kıldığım gibi kılın!) [Buharî]
b) Resulullah'ın ikinci beyan şekli, Allah'ın kitabının hükmünden başka hüküm ortaya koymaktır. Bir kadının halası ve teyzesiyle birlikte nikâhlanmasının haram kılınması, evcil eşeklerin ve parçalayıcı azı dişi olan yırtıcı hayvanların yenmesinin haram kılınması gibi hükümler buna örnektir. (Cami-ul-ahkâm)
(Yalnız Kur'an) diyenlerin böyle diyeceklerini Resulullah, mucize olarak bildirmiştir. Üç hadis-i şerif şöyledir:
(Bir zaman gelecek, beni yalanlayanlar çıkacak, bir hadis söylenince, "Resulullah böyle söylemez, bunu bırak, Kur'ana bak" diyeceklerdir.)[Ebu Ya'la]
(Bazı kibirli kişiler çıkacak, "Allah Kur'anda bildirilenden başka bir şeyi haram kılmadı" diyecekler. Yemin ederim ki, benim emrettiğim, yasakladığım, koyduğum hükümlerin sayısı Kur'andaki hükümlerden daha çoktur.) [Ebu Davud]
(Kur'andan başka delil kabul etmem diyen [türedi]ler çıkacaktır.) [Ebu Davud]
Kur'an-ı kerimin birçok yerinde (Resulüme uyun!) buyuruluyor. (Yalnız Kur'an) diyenler samimi olsaydı, Allah'ın emrine uyup Resulünün emirlerini de esas alırlar, (Yalnız Kur'an) demezlerdi. 2- Resulullah efendimiz, Allahü teâlânın (Resulüme uyan, bana uymuş olur) emrine uyarak, âyet-i kerimeleri açıklamış, Kur'an-ı kerimde bulamadığımız binlerce hüküm bildirmiştir. 3- Peygamber efendimiz, hâşâ Allahü teâlânın emrine aykırı iş yapmaz. (Yapar) denirse, bu, Allah'ı suçlamak olur. Allahü teâlâya itaat etmeyen peygamber olur mu? Hâşâ Resulü yanlış iş yapar da, Allahü teâlâ düzeltmez mi? 4- Resulü de, Allahü teâlânın bildirdiğini bildireceği için (Resulüme uyun!) buyuruyor. 5- Elbette Kur'an-ı kerimi anlayamadıkları için sual ettiler. Anlayabilselerdi niye soracaklardı ki? (Devamı var)
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Muhammed Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki:
Resulullah efendimiz "sallallahü aleyhi ve sellem", herkese istidadına göre, Kur'an-ı kerimin manevî sırlarını açıklardı. [(Buharî)deki] hadis-i şerifte,(Herkese aklına, anlayışına göre söyleyin, [dinin hükmünü] inkâr ettirecek şekilde söylemeyin ki, Allah'ı ve Resulünü yalanlamasınlar) buyuruldu.
Bir gün Peygamber efendimiz, Hazret-i Ebu Bekir'e "radıyallahü anh", Kur'an-ı kerimin ince marifetlerini onun seviyesine göre anlatıyordu.
Yanlarına Hazret-i Ömer "radıyallahü anh" gelince, konuşma üslubunu ve bildirdiği sırları onun da anlayacağı şekilde değiştirdi.
Sonra Hazret-i Osman "radıyallahü anh" ve daha sonra da Hazret-i Ali "radıyallahü anh" geldi. Konuşmasını hepsinin anlayacağı şekilde değiştirdi. Her defasında değişik şekilde anlatması, oraya gelen zatların yaratılış ve istidatlarının farklı oluşlarındandı. (Mektubat-ı Masumiyye 1/59)
Hadis-i şeriflerde, (Benden sonra peygamber gelseydi, Ömer peygamber olurdu), (Osman'ın şefaatiyle, cehennemlik yetmiş bin kişi, sorgusuz Cennete girecek) ve (Ben ilmin şehriyim, Ali de kapısıdır) buyuruldu.
Her üçü de, bu derece üstün olduğu ve Arapçayı çok iyi bildiği hâlde, Kur'an-ı kerimi değil, tefsirini bile anlayamadılar. Çünkü Resulullah "sallallahü aleyhi ve sellem", herkesin seviyesine göre konuşurdu.
Eshab-ı kiramın ileri gelenlerinden ve Cennetle müjdelenen on kişiden biri olan Hazret-i Ali "radıyallahü anh" gibi ilim deryası büyük bir zatın anlayamadığı tefsiri günümüzün mezhepsizleri nasıl anlayacak ki? O hâlde, Resulullah efendimizin açıkladığından farklı bir şekilde Kur'ana mânâ vermek yanlıştır.
Sual: Nâfile kılan kimse, zamm-ı sûreyi bir rekâtta iki defa veya daha fazla okusa yahut her iki rekâtta da aynı sûreyi okusa mekruh olur mu?
CEVAP: Nâfile namazlarda mekruh olmaz, fakat farz ve kaza namazlarında mekruh olur. (Halebî, Hindiyye)
Sual: Dul kadınla evlenen de mehir verir mi?
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hiç kimse kendi kendine kurtulamaz. Çünkü dünya bir sarmaşık otu gibi insanın her tarafını sarmıştır. Bundan kurtulmak için İmam-ı Rabbânî hazretleri gibi bir Allah adamını tanımak ve salih arkadaşlarla beraber olmak şarttır.
Akıl ve kalb ayrı birer dünyadır. Bir kitaptan akıl ve kalb yoluyla istifade edilir. Akla, tıpkı teybe doldurur gibi, istediğimiz kadar bilgi doldurabiliriz. Ama kalbin istifade etmesinin şartları vardır. Okuduğumuz kitabın yazarı, kalbi Allah sevgisiyle dolu, yetkili bir âlimse, farkında olmadan bizde dünyaya karşı bir soğukluk başlar ve din kardeşlerimize karşı sevgimiz artar. Bunlar da kalbimizin temizlendiğine alâmettir. O mübarek kalbdeki feyz, bizim kalbimize akar.
İnsan yemek yemezse bir müddet sonra açlıktan öldüğü gibi, kalb de, gıdası olan ilmi alamazsa bir gün ölür. Fakat kalbin gıdasını vereceğim derken zehir verilirse, yani mezhepsiz, itikadı bozuk kimselerin kitapları okunursa, o kötü yazarların kalbindeki zulmet ve pislik, bizim kalbimize akar, kalbimiz zehirlenir ve hattâ ölür de farkına bile varmayız. Onun için, bir kitabın yazarı, içindeki bilgiden daha önemlidir.
Bizi kurtaracak olan beynimizdeki bilgiler değildir. Onları nasıl olsa unutacağız. Ancak büyüklerin temizlediği, nur ve sevgiyle dolu kalbler kurtulacaktır. Büyükler, (İnsanlar helak olmuştur, âlimler hariç. Âlimler de helak olmuştur, ilmiyle amel edenler hariç. İlmiyle amel eden âlimler de aldanmıştır, ihlâsla amel edenler hariç) buyuruyorlar. Demek ki ilim, amel ve ihlâsın üçü de şarttır.
Muhlis, kalbi temizlenmiş ihlâs sahibi insan demektir. Mektubat-ı Rabbânî'nin ve büyüklerin sohbetlerinin tamamı, insanın kalbi içindir. Çünkü kalb kurtulmadıkça insan kurtulamaz. Nitekim insan ölürken beyni durur. Ruh en son, kalbden çıkar. Dolayısıyla kalbin ilimle, bilgiyle değil, sevgiyle alâkası vardır. Ölürken sevdiğini yani Resulullah efendimizi ve onun vârisi olan büyükleri andığı zaman ruhları orada hazır olacağı için dünyadan imanla ayrılır.
Kalbi temizlemeye çalışmalı
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
1- İlim: İslamiyet'in en büyük düşmanı cehalettir. İlim öğrenmek farzdır. Farzları, haramları öğrenmek farz, vacibleri öğrenmek vacib, sünnetleri öğrenmek sünnettir. (Erkek olsun kadın olsun, Müslümanların ilim öğrenmesi farzdır) buyuruyor Peygamber efendimiz. Beşikten mezara kadar ilim öğrenmeli.
2- Amel: Öğrenilenler tatbik edilmelidir. İlaç, kullanmak içindir. Dağda kalan kimsenin yanında, çeşitli silahlar bulunsa, bunları kullanmasını iyi bilse ve çok cesur olsa, kendine hücum eden aslana karşı kullanmadıkça, bu silahların faydası olur mu?
3- İhlâs: Kalbin dünya sevgisinden tasfiyesi yani temizlenmesi için uğraşmak vacibdir. Merhum Hocamız buyuruyor ki:
(Ahlâk bilgilerini öğrenmek, mesela İslam Ahlâkı kitabını okumak farzdır. Bu bilgileri öğrenip onları yapmaya çalışmakla da kalb temizlenir. İslam Ahlâkıkitabındaki kalb hastalıklarını öğrenen, hele hele onları hazmedenin kalbi tasfiye olur. Farzı yapınca, vacib olan kalbin temizlenme işi, kendiliğinden yapılmış olur.)
Şu hâlde, ihlâs elde etmek için, kalbin temizliği şarttır. Mesela namaz kılmak, Kur'ân-ı kerim okumak, salih arkadaşlarla bir araya gelip sohbet etmek gibi şeyler, kalbin temizliği içindir. Eğer kalb, nefsin isteklerinden kurtulursa, hemen zikretmeye başlar. Çünkü kalb boş durmaz. İçindeki su boşalınca bardağa hemen havanın dolması gibi olur. Onun için esas zor olan, kalbin temizlenmesidir. Bu da, nefsin isteklerine engel olmakla olur. Nefsin gıdası dünya nimetleri değil, haramlardır. Mübarek bir zat buyuruyor ki:
(Hakiki Müslüman ol, layıkıyla ibadet et, Allah'a teslim ol, istersen dünya saltanatı içinde yaşa! Hiç mahzuru yoktur. Yeter ki sadakatle İslamiyet'e uy!)
İnsanların kalbleri hastadır. Bu hastalığın tedavisi şarttır. Bunun doktoru da, İmam-ı Rabbânî hazretleri gibi büyüklerin ruhlarıdır. Evet, onlar vefat ettiler, ama ruhları bizden ayrı değildir. Onlar vefat etmekle bizi bırakmazlar, bizden ayrılmazlar. Ancak, istifade etmek için mutlaka hatırlamak, anmak, onlara Fatiha okuyarak irtibat kurmak gerekir. Yoksa sadece bakıp geçerler, istifade edemeyiz. Gerek kitaplarını okuyarak, gerekse kabirlerine giderek bir bağlantı kurmalıdır. Onlar zaten feyz vermeye, tedaviye, kurtarmaya hazırdır. Bir adım atana, onlar on adım yaklaşır.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Yakasız gömlekli biri, "(Bir kavme benzeyen onlardandır) hadisi gereğince, kâfir olmamak için yakalı gömlek giymiyorum" diyor. Kâfirlerden gelen elbiseleri giymek küfür mü oluyor?
CEVAP: Hayır. Dinimizde sadece, kâfirlerin haç takmak, zünnar kuşanmak gibi ibadet olarak kullandıkları şeyler yasaktır. Mubah olan âdetlere izin verilmiştir. Resulullah efendimiz, papaz ayakkabısı ve Hristiyan elbisesi giymiştir. (Redd-ül-muhtar)
Gömlek giymek ibadet değil, âdettir. Bu âdet Hristiyanlardan gelmiş olsa bile, ibadet olmadığı için giymenin mahzuru yoktur. Peygamber efendimiz, uzun entari giymiş, şalvar ve pantolon giymemiştir. Şalvar giymek âdette bid'attir. Âdette bid'at olan şeyi yapmak günah değildir. Uçağa binmek de âdette bid'attir, günah değildir. Bunun için âdet olan yerlerde, kâfirlerden gelmiş olsa bile, kadınlara çarşaf ve erkeklere pantolon giymek günah olmaz.
Peygamber efendimiz, bazen Rum, bazen Arap elbisesi giyerdi. Kolları dar Rum cübbesi giydiği Tirmizî'deki hadis-i şerifle bildirilmiştir. (Mevâhib-i ledünniyye)
(Bir kavme benzeyen onlardandır) hadis-i şerifindeki benzemek, imanda ve ibadetlerde benzemektir. Kılık kıyafetle ilgili şeyler âdettir. Çirkin olmayan âdetlerde kâfirlere benzemek günah olmaz. İbadette kâfirlere benzemek bazı yerlerde mekruh, bazı yerlerde haram, bazı yerlerde küfür olur. Mesela Noel'i kutlamak küfür olur. Fakat kâfir gömleği giymek, uçağa binmek, masada yiyip içmek, çatal kaşık kullanmak, dikiş makinesi, bilgisayar, elbise gibi şeylerse âdettir, bunları kullanmak günah olmaz. Hattâ lüzumlu olanları kullanmak gerekir.
İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki: Resulullah'ın âdet olarak yaptığı şeyleri yapmamak bid'at değildir. Bunları yapıp yapmamak, ülkelerin ve insanların âdetlerine bağlı olup, dînî hükümler değildir. Her ülkenin âdeti başka başkadır. Hattâ bir ülkenin âdeti zamanla değişir. Bununla beraber, âdete bağlı şeylerde de, Resulullah'a "sallallahü aleyhi ve sellem" uymak, dünya ve âhirette insana çok şey kazandırır ve çeşitli saadetlere yol açar. (1/231)
Bunun için, teke riayet etmek, sağdan başlamak gibi günlük işlerde Resulullah efendimize uymaya çalışmak çok iyi olur.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Yolculuk esnasında vapurda veya trende kıbleye dönmek şart mıdır?
CEVAP: Evet, kıbleye dönmek şarttır. Seferî olunca, dört rekâtlı farzlar iki rekât kılınır. İki rekât namaz kılana kadar, vapurun, trenin yönü genelde değişmez. Eğer, sağa sola dönerse kıbleye karşı durup, secde yeri yanına pusula koymalı. Vapur veya tren döndükçe, kendisi de kıbleye karşı dönmeli. Yahut başka biri, sağa sola döndürebilir. Vapur ve tren ev gibi olduğu için, namazda göğsü kıbleden ayrılırsa, namazı bozulur. Böyle vasıtalarda kıbleye dönemeyenin, farz namazları sahih olmaz. Bunlar yolda seferi oldukları müddetçe, vardıkları yerde diğer üç mezhepten birini taklit edip iki namazı cem ederek kılabilirler.
Sual: Sünnetle farz veya farzla sünnet arasında konuşmak, dua okumak caiz midir?
CEVAP: Sünnetle farz, farzla sünnet arasında konuşulmaz. Bu, sünnetin sevabını azaltır. Bir şey okumak da böyle sünnetin sevabını azaltır. Hattâ (Sünnet hiç kabul olmaz, önceki sünneti tekrar kılmak gerekir) diyen âlimler de vardır. (Dürr-ül-muhtar)
Âişe validemiz buyuruyor ki: Resulullah farzdan sonra, (Allahümme entesselâm...) diyecek kadar oturup, hemen son sünnete başlardı. (Müslim)
Sual: Cuma namazının sünnetlerini kılarken, kazaya nasıl niyet edilir?
CEVAP: Cumanın ilk sünnetini kılarken, (Cumanın ilk sünnetini ve ilk kazaya kalmış öğle [ikindi veya yatsı] namazının farzını kılmaya) diye niyet edilir. Cumanın farzından sonra 10 rekât namaz kılınır. Bunun ilk dört rekâtını kılarken, (Cumanın son sünnetini ve ilk kazaya kalmış öğle [ikindi veya yatsı]namazının farzını kılmaya) diye niyet edilir. İkinci dört rekâtı kılarken, (Vaktine yetişip kılamadığım son öğle namazının farzını kılmaya) diye niyet edilir ve farz gibi kılınır. Buna zuhr-i ahir namazı denir, mutlaka kılmalıdır. Cuma namazı kabul olmazsa, bu namaz o günün öğle namazı yerine geçer. Sonra iki rekât daha kılınır, buna da (Vaktin son sünnetini ve ilk kazaya kalmış sabah namazının farzını kılmaya) diye niyet edilir.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: İmanın doğru olması için gerekli şartlar nelerdir?
CEVAP: İman doğru olmadıkça, ibadetlere sevab verilmez. Onun için, doğru imanı öğrenip ona göre iman etmek şarttır. İmanın doğru olması için gerekli şartlardan bazıları:
1- İmanda sabit olmak: (Üç yıl sonra İslamiyet'i bırakıp Hristiyan olacağım) diyen, o anda dinden çıkıp kâfir olur.
2- Havf ve recâ arasında olmak: Yani Allah'ın azabından korkmak ve rahmetinden ümit kesmemek gerekir.
3- Can boğaza gelmeden iman etmek: Ölürken, âhiret hâllerini gördükten sonra kâfirin imanı geçerli olmaz, fakat o anda da, Müslümanın günahlardan tevbesi kabul olur.
4- Güneş batıdan doğmadan önce iman etmek: Güneş batıdan doğunca tevbe kapısı kapanır.
5- Gaybı yalnız Allahü teâlâ bilir: Allah bildirirse peygamberin veya evliyanın da bilebileceğine inanmak gerekir.
6- Kâfirliğe sebep olan bir şeyi kullanmamak ve söylememek: Mesela haç takmamak, şakadan da olsa, (Ben kâfirim) dememek gerekir.
7- Dînî bir hükümde şüphe etmemek: Mesela (Namaz ve tesettür farz mı, şarap haram mı?) diye tereddüt etmemek gerekir.
8- İtikadını İslam dininden almak: Tarihçilerin, felsefecilerin değil, Resulullah'ın bildirdiği ve Ehl-i sünnet âlimlerinin açıkladığı şekilde iman etmek.
9- Amentü'deki altı esasa inanmak: Hayrın, şerrin ve her şeyin Allah'tan olduğuna inanmak gerekir. İnsanda irade-i cüziyye vardır. İşlediği günahlardan mesuldür. İmanın şartını beşe indiren ve yediye çıkaran sapıklar varsa da, imanın şartlarından herhangi birini inkâr eden veya yeni şart ilave eden kâfir olur.
10- Hubb-i fillah, buğd-i fillah üzere olmak: Sevgi ve nefreti yalnız Allah için olmak. Allah düşmanlarını sevmek, onları dost edinmek, Allah dostlarına düşman olmak küfrü gerektirir. Mesela kâfir olan Sokrat'ı sevmek, İmam-ı Gazali'ye düşman olmak gibi.
11- Ehl-i kitabın da cehennemlik olduğuna inanmak: Onların Cennete gireceğine inanan kâfir olur.
12- Ehl-i sünnet vel cemaate uygun itikad etmek: (Bu konu yarınki yazıda açıklanmaktadır.)
Ehl-i sünnet itikadı nedir?
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Ehl-i sünnete uygun iman nasıl olmalıdır?
CEVAP: Maddeler hâlinde bildirelim:
1- Allahü teâlâ zamandan, mekândan münezzehtir. (Allah gökte veya Arş'ta) demek küfürdür. 2- Allahü teâlâ hiçbir şeye benzemez. Mesela (Eli var, ayağı var, yürür, iner, çıkar) gibi insanlara benzetmek küfür olur. 3- Muhammed aleyhisselam son peygamberdir. Ondan sonra peygamber gelmez. (Nebi gelmez, ama resul gelir) gibi şeyler söylemek küfürdür. 4- Ehl-i kıbleye [namaz kılan ve küfre sebep olan inanışı olmayan Müslümana], işlediği günahlardan dolayı kâfir dememek. İbadetler, imandan parça değildir. Yani ibadet etmeyen ve günah işleyen mümine kâfir denmez. Allahü teâlâ, dilerse küçük günaha azap edebilir, büyük günahları affedebilir. 5- Cennetteki Müslümanlar Allahü teâlâyı görecektir. Mutezile buna inanmaz. 6- İman ya vardır, ya yoktur, artıp eksilmez. Parlaklığı, kuvveti artıp eksilir. 7- Kur'an-ı kerim mahlûk [yaratık] değildir. 8- Mest üzerine mesh etmek caizdir. 9- Mirac ruh ve bedenle birlikte olmuştur. 10- Mucize ve keramet haktır. 11- Sahabenin hepsini sevip, hiçbirini kötülememeli, çünkü hepsi cennetliktir. 12- Ebu Bekr-i Sıddık, Eshab-ı kiramın en üstünüdür. 13- Ruh ölmez. 14- Kabir ziyareti caizdir. Kabirdeki peygamber, şehid ve evliya zatlardan yardım istemek caizdir. 15- Kabir suali ve kabir azabı haktır. Kabir azabı ruh ve bedene olur. 16- Şefaate, sırata, hesaba ve mizana inanmak. 17- Okunan Kur'an-ı kerimin ve verilen sadakanın sevabını ölülere bağışlamak caizdir. Bu sevablar ve dualar ölülere ulaşarak, azaplarının azalmasına veya kalkmasına sebep olur. 18- Öldürülen, intihar eden de eceliyle ölmüştür. 19-Peygamberler, küçük büyük, hiçbir günah işlemez. 20- Cennet ve Cehennem ebedî yani sonsuzdur. Cennet ve Cehennem şu anda vardır. Günahkâr müminler, Cehennemde sonsuz kalmaz, kâfirler sonsuz kalır. 21- Bugün için, dört hak mezhepten birinde olmak şarttır. Birinde bulunmayan Ehl-i sünnetten ayrılır.22- Kıyamet alametlerinden olan Deccal'in, Dabbet-ül-arz'ın, Hazret-i Mehdî'nin geleceğine, Hazret-i İsa'nın gökten ineceğine, Güneş'in batıdan doğacağına ve diğer bildirilenlere tevilsiz inanmalı. 23- Sultana, halifeye isyan caiz değildir. (Bu bilgiler, Fıkh-ı ekber, Nuhbet-ül-leali, R. Nasihin, Mektubat-ı Rabbani, F. Fevaid'den alındı.)
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Marketten çeşitli şeyler aldım. Kasiyer, elmanın barkodunu okutmayı unutmuş. Eve gelince gördük. Şimdi biz bu elmayı yesek, sonra barkodunu götürüp okutarak borcumuzu versek, elmayı yediğimiz için günah işlemiş olur muyuz?
CEVAP: Elmanın fiyatı belli olduğu için, parasını vermeden önce yemek günah olmaz. Lokanta, pastane gibi yerlerde de aynı şeyi yapıyoruz. Yani önce yiyip sonra ödüyoruz. Fiyatları belli olan yemekleri yiyor, meşrubatları içiyoruz, çıkarken ödüyoruz. Markette çocuğumuz susasa, meşrubat içse veya kendimiz içsek, çıkarken fiyatını vereceğimiz için günah olmaz. Fiyatları belli olmayıp, pazarlıkla daha ucuza alınabilen malları, fiyatını öğrenmeden alıp yemek veya kullanmak caiz olmaz.
Sual: S. Ebediyye'de, (Rükûa eğilirken, sol ayağın topuğu, sağ ayak yanına getirilir. Secdeden kıyama kalkarken ayaklar açılır) deniyor. Bazıları secdeden ayağa kalktıktan sonra açıyor. Kalkarken açılır ne demektir?
CEVAP: (Kalkarken açılır) demek, (Secdeden kalkacağı zaman açılır) demektir. Ayaklar birbirinden ayrılmış olarak kalkılmış olur.
Sual: Cünüp kimse, abdest almadan kovadaki suya elini soksa su müstamel hâle gelir mi?
CEVAP: Hayır, müstamel hâle gelmez. Hattâ tas yerine eliyle suyu alıp abdest alsa yine kovadaki su müstamel olmaz. Hamamın kurnasından da aynı şekilde eliyle su alıp abdest alsa, yine kurnadaki su müstamel olmaz. Bu su ile abdest ve gusül alınabilir. (S. Ebediyye)
Sual: Perşembe günü öğleden sonra gusledince, cuma günü gusletmiş sevabı hâsıl olur mu?
CEVAP: Evet, sünnet sevabı hâsıl olur. (Nimet-i İslâm)
Sual: İmam, öğlenin farzını kıldırırken, Ettehıyyatü'yü okuduktan sonra yanılarak beşinci rekâta kalkıp, altıncı rekâtı da kılıp selam verdi. Mesbuk olan bir arkadaş da, imam selam verdikten sonra kalkıp bir rekât daha kıldı. Mesbuk arkadaşın namazı sahih oldu mu?
CEVAP: İmamın kıldığı beşinci ve altıncı rekâtlar nafile olduğundan, farz kılan, nafile kılan imama uyduğu için namazı sahih olmadı. Tekrar kılmak gerekir.
İşlerin en iyisi ve en kötüsü
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sevgi, dünya menfaatine dayanmamalı, Allah için olmalıdır. Menfaate dayalı sevginin kıymeti yoktur. Sevgi, Allah için olmalıdır. Yine bunun gibi, buğz ve düşmanlık da Allah için olmalıdır. Nefse zor geldiği için, menfaate ters düştüğü için buğz etmek de günahtır.
Dine hizmet ederken bizim beraberliğimizi sağlayacak olan, sevgidir. İnşallah bu sevgi bağı hepimizin kurtulmasına vesile olur. (Kişi sevdiğiyle beraber olur) hadis-i şerifi ümidimizi kuvvetlendirmektedir. Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri de, (Allah'ın dergâhında ehil ve nâehil beraberdir) buyuruyor. Yani eğer bir topluluğun içerisinde, Allah'ın sevdiği bir kişi varsa, Cenab-ı Hak o bir kişi hürmetine hepsini affeder. Onunla beraber hepsi Cennete girer. Öyleyse, kendimiz iyi olmasak da, iyilerle beraber olmaya çalışmalıyız.
(Cemaatte rahmet var, ayrılıkta azab-ı ilahi var) hadis-i şerifi beraber olmanın önemini bildirmektedir. Allahü teâlâ cemaatin içerisinde birini sever, onun ihlâsını, muhabbetini beğenir kabul ederse, diğerleri de onun hürmetine kurtulur. Kurtulmak için birlik ve beraberlik içinde olmak ve kurtulanların arasında olmak gerekir. Çünkü Muinüddin-i Çeşti hazretleri, (İyilerin arasında olmak, iyi işlerin en iyisidir. Kötülerin arasında olmak, kötü işlerin en kötüsüdür) buyuruyor.
Cenab-ı Hak, bizi kendi şerrimizden korusun! Allah'ın düşmanı olan nefsimiz, her an, günün her saati bizimle beraberdir. Özellikle ölüm ânında, imansız öldürmek için şeytana yardımcı olur. Müslümanlarla beraber olmaya can atmalı. Çünkü iki Müslüman bir araya gelse, faydalı hiçbir şey yapmasalar, anlamasalar ve hissetmeseler bile, Cenab-ı Hakk'a sevgisi yüksek olanın kalbinden diğerinin kalbine sevgi akar. Bileşik kaplardaki sıvı durdurulamadığı gibi bu akıntı da durdurulamaz.
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri vefat ederken, (Ya Rabbî, sana layık bir ibadet yapamadım. Yalnız, seni ve dostlarını çok sevdim, senin düşmanlarını da hiç sevmedim. Beni bu ibadetime bağışla!) diye dua etmiştir.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Salih insanlarla arkadaş olmalı, yoksa sonu felaket olur. Hadis-i şerifte, (İnsanın dini, arkadaşının dini gibidir)buyurulduğu için, devamlı görüştüğümüz insanları, özellikle evleneceğimiz kimseyi seçerken çok dikkatli olmalı, çünkü devamlı onunla beraber olacağız. İş seçerken de, hayırlı işi tercih etmeliyiz, neticede bu da bir arkadaştır. Ayrıca, okuduğumuz gazete, kitap ve dergiler de hep arkadaştır, bu yüzden çok dikkat etmeliyiz. Öyle bir yere, öyle bir arkadaşa gitmeli ki, ondan bir şey istifade etmeli. İki Müslüman, bir araya gelince, mutlaka kalbden kalbe bir şey akar. Bu yüzden, başlangıçta, kabir ziyareti yasak edilmişti. Çünkü ölenlerin hepsi kâfirdi. Ziyarete gidenlerin kalbleri kararacaktı. Müslümanlar da, vefat etmeye başlayınca, kabir ziyaretine izin verildi. Bizler de büyük zatların kabirlerine, onların kalblerindeki sevgi ve feyzin bizim kalbimize de akması için gidiyoruz. O hâlde ihlâslı, salih insanlarla görüşmeli ki, onların ihlâsı bize de bulaşsın!
Bir derviş, ıssız bir yerde, basit bir çardağın içinde zikredip, ibadetten başka hiçbir şey yapmazmış. Oranın hükümdarı, yardımcılarıyla beraber yakınlarından geçerken, görüp yanına gelir. Ama derviş yerinden kıpırdamaz. Hükümdar, (Beni tanıdın mı?) diye sorar. (Tanıdım) der. (Peki, niye ayağa kalkmıyor, hürmet göstermiyorsun?) diye sorar. (Neden kalkayım ki, bana bir menfaatin yok. Benim gibi bir kulsun. Senden kimin menfaati varsa, o kalksın) der. Hükümdar, (Sen ermiş birine benziyorsun. Bana ne nasihat verirsin?) der. O da, (Arkana bak!) der. (Arkamda ne var, bir şey görmüyorum) deyince, (Zaten bir şeyi gördüğün yok, onu nasıl göreceksin! Azrail arkandan geliyor, ruhunu almak için vaktini bekliyor) der. Hükümdar, (Peki ne yapmalıyım?) der. (Şimdiye kadar dünya için çalıştın, biraz da âhiretin için çalış, bu fırsatı değerlendir! Neyin varsa Allah için dağıt! Biraz sonra zaten hepsi dünyada kalacak) der. Hükümdar, (Benden bir şey istiyor musun?) diye sorar. (Çok vaktimi aldın, uzaklaşmakla bana iyilik etmiş olursun) der. Hükümdar dersini alır, doğruca saraya gider, neyi varsa dağıtmaya başlar.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Allah rızka kefil olduğuna göre, biri için, (Açlıktan öldü) demek caiz midir?
CEVAP: Allahü teâlâ, herkesin rızkına kefildir, ama bu, açlıktan ölmeye engel değildir. Herkes için belli bir rızık, belli sayıda nefes takdir edilmiştir. Eceli gelen ölür. Kimi hastalıktan, kimi trafik kazasında, kimi de açlıktan ölür. Allahü teâlâ, genelde işleri sebeplerle yaratır. Mesela, rızkı Allah verir, ama çalışmayı sebep kılmıştır. Çalışmadan rızık bekleyen, açlıktan ölebilir. Hastalıklara şifayı veren Allahü teâlâdır. Ancak doktoru, ilacı sebep kılmıştır. Doktora gitmeyen, tedavi ve ilacı kabul etmeyen hastalıktan, yiyip içmeyen açlıktan ölebilir. İki hadis-i şerif:
(Azapla korkutulduğunuz şeylerin hepsini, şu kıldığım namazda gördüm. Aç ve susuz bırakıp, böcek bile yemesine mani olmak için, açlıktan ölünceye kadar kedisini bağlayan kadını da gördüm.) [Müslim]
(Şu üç kişiden başkası dilenemez: 1- Açlıktan ölecek olan, 2- Borca boğulmuş kişi, 3- Diyet vermek zorunda olan.) [Nesaî]
Hazret-i Ömer, halife iken, kıtlık oldu. Eshab-ı kiramdan Bilal bin Hars, Resulullah'ın türbesine gidip, (Ya Resulallah! Ümmetin açlıktan ölmek üzeredir. Yağmur yağmasına vesile olman için sana yalvarırım) dedi. O gece rüyasında Resulullah ona, (Halifeye benden selam söyle! Yağmur duasına çıksın) buyurdu. Hazret-i Ömer, yağmur duasına çıktı. Duadan sonra, yağmur yağdı. (M. Nasihat)
Açlıktan ölmek üzere olana, leş, zaruret miktarı domuz eti yemek ve içki içmek haram olmaz. (Berika)
Açlıktan ve susuzluktan ölecek olana, leş ve şarap haram değildir. (Bezzaziyye)
Bir şehrin bir köşesinde, bir Müslüman açlıktan ölse, şehirdeki zenginlerden birinin, az bir zekât borcu kalsa, onun katili sayılır. (S. Ebediyye)
Bir kimsenin açlıktan ölmesinin, ezelde takdir edilmiş olmasına alamet, (Ezelde açlıktan ölmek alnıma yazılmışsa, yiyip içmek fayda vermez) düşüncesinin kalbine gelmesidir. Böyle düşündüğü için, yiyip içmez ve açlıktan ölür. (S. Ebediyye)
Açlıktan ölmek üzere olan, leş de yoksa, başkasının malını, ölmeyecek kadar yiyebilir. (Muhit)
Şu da bir gerçek ki, çok aç kalan, zamanla hastalanıp ölebilir. Ölüm her ne kadar hastalıktansa da, açlık sebep olduğu için, (Açlıktan öldü) demenin mahzuru olmaz.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Hadis düşmanları, (Hadisler dinde delil olsaydı, din eksik olurdu, çünkü hiçbir hadis âlimi, bildiği bütün hadisleri kitaplarına yazmamıştır. MeselaMüslim'de olan bir hadis, Buhârî'de olmayabilir. O zaman bu hadiste bildirilen hüküm dine girmemiş ve din de eksik kalmış olur) diyorlar. Böyle söylemeleri doğru mudur?
CEVAP: Hadis, Resulullah'ın vahye dayanan sözleridir. İslamiyet'in bir parçası değil tamamıdır, çünkü Peygamber efendimiz, Allahü teâlânın emri ile Kur'an-ı kerimi açıklayarak, İslamiyet'i tebliğ etmiştir. (Bu hadis-i kudsî, bu da hadis-i şerif) diye bildirmiştir. Bunlar delil olmazsa, ortada din kalmaz. (Hadisler delil değildir) demek, (Kur'an delil olamaz) demektir, çünkü böyle söylemek, Kur'an-ı kerimin, (Resulüme itaat edin, onun bildirdiklerine uyun) emrini inkârdır. Yani İslamiyet'i yıkmanın başka bir yolu olur.
Müslim'deki bir hadis, Buhârî'de olmayabilir, Buhârî'deki bir hadis de,Müslim'de olmayabilir. Kütüb-i sittedeki diğer hadisler de böyledir. Birinde olup ötekinde olmayan hadisler, elbette olur. Hepsini bir hadis âliminin kitabına yazması gerekmez. Eshab-ı kiram bütün hadisleri bildirmiştir. Hadis kitapları, bir bütün olarak ele alınınca, dinde hiçbir eksik hükmün kalmadığı görülür. Kur'an-ı kerim, hadislerle açıklanarak, dinimizde eksik bırakılan mesele kalmamıştır. Hadisler delil olmazsa, her şeyin hükmünü Kur'an-ı kerimde bulamayız.
Hadislerin delil olmasını inkâr edip, (Yalnız Kur'an delildir) diyenler kesinlikle samimi değildir, çünkü Allahü teâlâ, (Yalnız bana tâbi olun, yalnız bana itaat edin) buyurmuyor. (Resulüme de itaat edin) buyuruyor. Eğer hadisler, yani dinimiz eksik olsaydı, Allahü teâlâ, (Dininizi tamamladım) buyurmazdı. Hadislerin eksik olup olmadığını hâşâ Allahü teâlâ bilmez mi? Resulullah'a uymak gerektiğini bildiren iki ayet-i kerime meali:
(Resulümün verdiğini alın, yasakladığından sakının!) [Haşr 7]
(O Peygamber, güzel şeyleri helâl, çirkin şeyleri haram kılar.) [Araf 157]
Bir hadis-i şerif: ("Yalnız Kur'andaki helâl ve haramı kabul edin" diyenler çıkar. İyi bilin ki, Peygamberin haram kılması, Allah'ın haram kılması gibidir.) [Tirmizî]
Bir mezhebe uymak şarttır
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Herkesin, bir mezhebin tamamına uyma mecburiyeti yoktur. Her mezhepten, uygun gördüğü hükümleri alabilir) deniyor. O zaman bu kimsenin mezhebi ne olur?
CEVAP: Böyle söylemek ve böyle yapmak mezhepsizliktir. Din kitaplarımızda deniyor ki:
Herkesin kendi mezhebine tâbi olması vacibdir. [Burada vacib, farz demektir.] Zaruretsiz başka mezhebe göre iş yapması caiz değildir. Bir kimsenin kendi mezhebinden ayrılmasının caiz olmadığı, söz birliğiyle bildirildi. (Bahr-ür-raık)
Büyük âlim İbni Emir Hac, Tahrir şerhinde, (Bir müctehidin sözüyle amel edilir, ancak ihtiyaç olunca başka bir müctehid taklit edilebilir) diyor. (Redd-ül-muhtar)
Bir işi ve buna bağlı olan işleri bir mezhebe göre yaparken, bu mezhebi bırakmak ittifakla yasaktır. (Tahrir-ül-üsul, Muhtasar-ül-üsul, Dürr-ül-muhtar)
Müctehid olmayan bir âlimin, dört mezhepten birine tâbi olması vacibdir. Tâbi olmazsa, doğru yoldan sapar. Başkalarını da saptırır. (Mizan-ı kübra) [Vacib burada da farz demektir.]
Müctehid olmayanın, mezhep değiştirmesi caiz değildir. Bir mezhebe uyması lazımdır. (Redd-ül-muhtar)
Bir kimsenin mezhebini bırakmasının caiz olmadığı ittifakla bildirildi. (Tahrir)
Dört mezhepten birinde olan kimse, Allahü teâlânın emrine uymuş olur. (Cevhere şerhi)
Her Müslümanın ibadet ederken ve haramdan sakınırken, kendi mezhebinin hükümlerine uyması lazımdır.(S. Ebediyye)
Mezhebine aykırı iş yapmayı, hiçbir âlim caiz görmedi. (Kimya-i saadet)
İslam'ın binası, bu dört direk üzerine kuruldu. Dilediği mezhebi seçtikten sonra, bunu bırakıp, başka mezhebe geçmek, ilk mezhebe suizan olur. Âlimler, bunu söz birliğiyle bildirdiler. (Sıfr-üs-seadet şerhi)
Ehl-i sünnet âlimleri, avamın belli bir mezhebin belli bir imamına uyması lazım olduğunu bildirdiler. Keşfkitabı, bunu uzun anlatır. Her mezhepte mubah olanları, kolay olanları araştırıp, bunları yapmaya, mezhepleri telfik denir. Böyle yapan, fâsık olur. Tahavi şerhi bunu geniş şekilde anlatır. (Muhtasar-ı Vikaye şerhi)
Ehl-i sünnet olmak için, dört mezhepten birini taklit etmek lazımdır. Bu dört mezhepten birine uymayan kimse, Ehl-i sünnet değildir. (F. Bilgiler, Tahtavi)
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Engelliye acıma, sevgi göster! Acıyan, acınacak hâle düşer) deniyor. Acımayı kötülemek yanlış değil mi?
CEVAP: Elbette yanlıştır. Acımak, merhamet etmek şefkat göstermek demektir. Allahü teâlânın Esma-i hüsnasındaki Rahman, Rahim, Rauf gibi isimlerinin anlamı, merhamet eden, acıyan, şefkat gösteren demektir. Bir âyet meali:
(Allah çok acıyıcı, çok merhamet sahibidir.) [Furkan 70]
Erham-ür-rahimin, demek de, merhametlilerin en merhametlisi, acıyanların en çok acıyanı demektir. Allahü teâlâ Eshab-ı kiramı, (Birbirine acır) diye övüyor. (Feth 29)
Acımanın zıddı, gaddarlık, zulüm, merhametsiz ve katı kalbli olmaktır. Sanki (Acıma!) demek, (Zulmet!) demek gibi bir şey oluyor. (Acıma, vur!) der gibi. Acımak imanın şartıdır. Resulullah'ın "sallallahü aleyhi ve sellem" acıması çoktu. Tasavvuf, herkese acımak demektir. Acıyan kimse, başkalarına dert, felaket gelmesine üzülür, herkesin sıkıntıdan kurtulmasına çalışır. Kâfir mümin herkese, hattâ bütün hayvanlara merhamet etmek gerekir. Peygamber efendimiz, (Merhametli olmayanın, acımayanın imanı olmaz) buyurunca, Eshab-ı kiram, (Ya Resulallah, hepimiz merhametliyiz) dediklerinde, (Bir arkadaşa merhamet kâfi değildir. Bütün mahlûkata merhametli olmak gerekir) buyurdu. (Taberanî)
Peygamber efendimiz, acıyarak, bir âmâyı [görme engelliyi] kırk adım götürenin Cenneti hak edeceğini bildirmiştir. (Beyhekî)
(Allah'a yemin ederim ki, birbirinize acımadıkça Cennete giremezsiniz.) [Hâkim]
(Ancak merhametli olan, acıyan Cennete girer.) [Beyhekî]
(Zelil ve yoksullara acıyana müjdeler olsun!) [Buhârî]
(Sakatlara, hastalara, yaşlılara ve küçüklere acıyın.) [Şir'a]
(Yerdekilere acırsanız, göktekiler [melekler] de size acır.) [Tirmizî]
(Allahü teâlâ, insanlara acımayana, acımaz.) [Taberanî]
(Ana babanın yüzüne acıyarak bakana, hac ve umre sevabı verilir.) [İ. Rafiî]
(Yoksullara, çaresizlere, güçsüzlere acıyana müjdeler olsun!) [Buhârî]
(Ya Rabbî, bize acımayanları başımıza musallat etme!) [Tirmizî]
Dinimizin bu emirlerini rağmen, (Engelliye acıma!) demek, ne kadar vicdansız, acımasız bir söz olur. Yanlış olan acımak değil, engelliyi aşağılamak, hor görmektir.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Peygamber efendimize, İslam Peygamberi demek uygun mudur?
CEVAP: Kesinlikle uygun değildir. Peygamber efendimiz, Resulullah efendimiz demelidir. Kur'an-ı kerimde mealen, (Seni âlemlere rahmet olarak gönderdim) ve (Seni bütün insanlara peygamber gönderdim) buyurulmasına rağmen, Miracı ve başka mucizeleri, tevil suretiyle inkâr eden Hamidullah ise, yazdığı kitaba, yalnız Müslümanların peygamberi olduğunu anlatan İslam Peygamberi ismini vermiştir. Kâfirlerin inançları böyledir, ama Müslüman olan böyle inanmaz ve böyle yazmaz. İmam-ı Gazâlî hazretleri buyuruyor ki:
Peygamberlerin en yükseği, son peygamber olan Muhammed aleyhisselamdır. Yeryüzündeki dinli dinsiz herkese, her yere, her millete peygamber olarak gönderilmiştir. Bütün insanların, meleklerin ve cinlerin peygamberidir. Dünyanın her yerinde, herkesin, o yüce peygambere tâbi olması, uyması lazımdır. (Kimya-i saadet)
(Ben insanların tamamına peygamber olarak gönderildim.) [Buhârî]
(Her peygamber yalnız kendi kavmine geldi, ben ise bütün insanlara gönderildim.) [Müslim]
O hâlde bir Müslüman, gayrimüslimlere yaranmak isteyen Mr. Hamidullah gibi (İslam Peygamberi) dememeli, Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde bildirildiği gibi, (Bütün insanların ve cinlerin Peygamberi) demelidir.
Sual: Bir kimse, hanımına, (Falan yere gidersen, üç talakla boş ol!) dese, hanımının da, o yere gitmesi mutlaka gerekiyorsa, bunun kurtuluş çaresi var mıdır?
CEVAP: Evet, çaresi vardır. Hanımını bir talakla boşar. İddet zamanı bittikten sonra, hanımı boş olduğu için, artık gidilmesi gereken yere gider. Daha sonra, hanımla tekrar nikâh kıyarlar. Hanımı artık oraya gitse de, üç talakla boşanmış olmaz. Bağın biri koptuğu için, kalan iki bağ ile evliliğe devam ederler. (Nimet-i İslam)
Sual: Cenaze namazı kılmak veya tilâvet secdesi yapmak için teyemmüm etmiş olan bir kimse, bu niyetle aldığı teyemmümle farz namaz da kılabilir mi?
CEVAP: Evet, kılabilir. (Fetava-yı Hindiyye)
Tel: 0 212 - 454 38 20 www.dinimizislam.com / www.mehmetalidemirbas.com
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Dinimize hizmet ederken başarılı olmak için günahtan sakınmak şarttır.
Halife Hazret-i Ömer, Sa'd bin Ebi Vakkas hazretlerini, bir savaşta başkomutan tayin eder. Düşman ordusu çok kuvvetlidir, çok sayıda filleri vardır. Müslümanlarda ise sadece at, kılıç ve ok vardır. Savaşa başlamaya az zaman kalmışken, Hazret-i Ömer, Sa'd bin Ebi Vakkas hazretlerine şöyle bir mektup yollar:
(Ya Sa'd, düşmanın çokluğundan korkma, Allah'tan kork, Ona sığın! Askerine, malına, mülküne, kabiliyetine güvenme! Bunların hepsi ancak Allahü teâlânın izni ve yardımıyla işe yarar. O izin vermezse, yardım etmezse, bir işe yaramazlar. Günah işleme ve günah işletme! Eğer askerlerinin arasında günah işleyen varsa, ona iş verme, onu ayır! Çünkü Allah, günah işleyen kavmi muvaffak etmez. Eğer askerlerinin arasında haram işleyen olursa, İran ordusuyla aranızda fark kalmaz.)
Mektupta hiçbir savaş taktiği yoktur. O hâlde başarılı olmak için şu üç hususa dikkat etmeli:
1- Allah'tan korkmak: Çünkü Peygamber efendimiz, (Bütün hikmetlerin, iyiliklerin başı, Allah korkusudur) buyuruyor.
2- Haram işlememek: Haram denince, içki, kumar, zina gibi meşhur haramlar hatıra gelir. Hâlbuki gıybet, zinadan büyük günahtır, kanser mikrobu gibidir. Bu kanser de yayıla yayıla hizmetleri engeller, cemiyetleri çökertir. Hele kalb kırmak, Kâbe'yi yetmiş sefer yıkmaktan büyük günahtır. Bu günahları işleyen kimsenin, (Şu kadar hizmet ettim) diye sevinip övünmesi çok yanlıştır! Dinimizde haramdan sakınmak, farzı yapmaktan önce gelir. Günah işleyerek ibadet yapılmadığı gibi, hizmet de yapılmaz. Allahü teâlâ, günah işleyen topluma yardım etmez. Biz önce günah işlememekte başarılı olmayı düşünmeliyiz. Aksi hâlde, belki başkası bizim yaptığımız hizmetler vesilesiyle kurtulup Cennete gidebilir, ama biz yanarız. Başkasını kurtarıp kendini ateşe atmak, aklı olan bir insanın yapacağı iş değildir.
3- Kibirlenmemek: Kendimizi ve yaptığımız işleri beğenmemeliyiz. Her ne olursa olsun, nefsimize arka çıkmamalıyız. Din kardeşimizi kendi nefsimize tercih etmeliyiz. Kendimizi kusurlu görüp, (Allah, beni ıslah etsin) demeliyiz.
Kendimizi düzeltmeden başkasını düzeltemeyiz
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Asıl cihad, nefsle yapılan cihaddır, yani günah işlememektir. Günah ateştir. Bu ateşten, önce kendimizi kurtarmaya çalışmalıyız. O zaman çok faydalı bir insan oluruz ve ancak o zaman bizim ağzımızdan çıkan her kelime insanların kurtulmasına vesile olur. Bazı insanlar, vaaz kürsüsüne çıkınca, çok şey anlatır. Fakat anlatılanlar dinleyenlerin kalbine tesir etmez. Kapıdan çıkan birine, vaizin ne anlattığı sorulsa, anlatılanlar hoşuna gitmiş olsa bile, ne anlatıldığını bir türlü tam olarak hatırlayamaz. Çünkü anlatan kişi, başkalarına (Şunu yapın, şunu yapmayın!) der, fakat kendisi buna uymaz.
Kur'an-ı kerimde mealen, (İnsanları iyiliğe teşvik edip de kendinizi unutuyor musunuz? Niçin kendi yapmadıklarınızı başkalarına söylersiniz) buyuruluyor. Onun için büyüklerimiz, az konuşmuşlardır. Ama bir defa konuşunca da, yaptıkları nasihat, mermere kazınır gibi insanın ciğerine yazılır, asla unutulmaz. Neden büyüklerimizin kitaplarını okuyanlar, Allah'a dönüyor, namaza başlıyor, günahları bırakıyor? Çünkü onu yazan, önce onu kendisi yapıyor.
Bizim de çoluk çocuğumuza, konu komşumuza, herkese faydalı olabilmemiz için, önce kendimize faydalı olmamız lazımdır. Önce, iğneyi kendimize batırmalıyız. Çuvaldızı başkasına batırmak zor bir şey değildir, onu zaten herkes yapıyor. İnsan daima karşısındakinin kusurlarını görür, hiç kendisini görmez. Bir defa da kendimizi görelim. Biz neyiz ve kimiz? Ne yapıyoruz? Kendisinin hesabını görmeyenin hesabını çok ağır görürler. Biz maalesef başkasının hesabını görmeye alıştık. Hep başkasını tenkitle, hep başkasını hidayete getirmekle, hep başkasını düzeltmekle uğraşıyoruz. Kendimiz ne zaman düzeleceğiz?
Büyüklerimizin kitapları, dinimizin öğrenilmesi ve tatbik edilmesi için yazıldı. İslamiyet'in imandan sonra ilk emri, dinimizi öğrenmektir. Çünkü bilmemek mazeret sayılmaz ve cehaletle yapılan ibadetler kabul olmaz. Onun için mutlaka dinimizi öğrenip öğrendiğimize uygun yaşamalıyız. Böylece önce kendimize, sonra da başkalarına faydalı olmuş oluruz.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Fâsık bir kimsenin, doğru söylediğine inandığımız dînî konulardaki sözlerine itibar edilmez mi? Mesela piyasadaki gıdalar ve meşrubatlar için söyledikleri geçerli olur mu?
CEVAP: Doğru söylese de, onun sözü senet kabul edilmez. Mesela, (Kıble bu taraftır), (Bu gıda temizdir, necistir) veya (Bu helâldir, haramdır) dese, dediği de doğru olsa, ezan okuması gibi geçersiz olur. Soran kimsenin, kendi araştırıp anladığına uyması lazımdır. (Mizan-ül Kübra)
Fâsık, ezan okurken, (Allahü ekber) diyor. Yani (Allah büyüktür) diyor. Yalan söylemiyor. Ama fâsık olduğu için onun okuduğu ezan, dinen sahih olmuyor. Fâsık, mutlaka yalan söyleyeceği için değil, doğru da olsa, sözü geçerli olmadığı için, din ona itibar etmiyor. Bunun için, fâsıkların, söyledikleri doğru olsa bile, (Kolada alkol var, şu gıdada domuz yağı var, falanca firma tavukları Besmelesiz kesiyor) demelerine itibar edilmez.
Sual: Birkaç arkadaş, bana dargın, konuşmuyorlar. Ne yapmam uygun olur?
CEVAP: Müslümanların dargın durması kötüdür. Dargınları barıştırmak sevabdır. Dargın durulmayıp barışmalı. Hoşlanılmayan kimseyle de, samimi olmamalı, ama rastlayınca selamlaşma ihmal edilmemeli. Yani konuşmamakla dargın durmak farklıdır. Zararı gelecek kimseyle konuşmak gerekmez, ama rastlayınca selam vermelidir.
Sual: Tesbihi elime alınca Allah'ı hatırlıyorum. Dışarıda, yollarda riya, gösteriş olmaması için 99'luk tesbih yerine 33'lük tesbih kullanmak uygun olur mu?
CEVAP: Riya kalbde olur. Evde bir kişinin yanında da riya olabilir. Dışarıda başkalarının dikkatini çekiyor. 33'lük tesbih, 99'luğa göre daha az dikkati çeker, kullanılabilir. Genelde 33'lük tesbihle oynayanlar çok olduğu için, zikir olduğu pek anlaşılamaz. Burada önemli olan, dikkati çekmemektir.
İSLAM HARFLERİYLE KARIŞTIRMAK
Sual: İslam harfleriyle Latin harfleri karışık yazılabilir mi?
CEVAP: İslam harfleriyle Latin harflerini karışık yazmak caizse de, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde, karışık yazılmaz.
Allah'ın işitmesi ve görmesi
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Kitaplarda, (Allahü teâlâ işitir, görür, ama Onun işitmesi, görmesi bizimki gibi vasıtayla, yani göz ve kulakla değildir) diye bildiriliyor. O zaman bunun gibi, (Allah'ın gözü, kulağı vardır; ama bizim gözümüze, kulağımıza benzemez, nasıl olduğu bilinemez) demek caiz olur mu?
CEVAP: Hayır, kesinlikle caiz olmaz. Bunu söyleyen, Mücessime ve Müşebbihe ismindeki sapık fırkalardır. Bunlar, (Allah cisimdir) diyerek Onu mahlûklara benzetiyorlar. Bunun gibi Vehhabiler de, (Allah'ın eli vardır, ama bizimki gibi değildir, nasıl olduğu bilinemez) diyorlar. Hâşâ, (Gözü, kulağı veya eli vardır) demek, yaratılmışlara benzetmek olur. (Gözünün, elinin nasıl olduğu bilinemez, bilinen şeylere benzemez) dense de, mahlûklara benzetilmiş olur, çünkü göz, kulak ve el birer organdır yani maddedir, cisimdir. Allahü teâlâ ise, bunlardan uzaktır. Bir âyet-i kerime meali:
(Onun benzeri hiçbir şey yoktur, O hiçbir şeye benzemez.) [Şura 11]
İmam-ı Rabbânî hazretleri de buyuruyor ki: Allahü teâlâ, madde ve cisim değildir. O, bildiğimiz, düşünebileceğimiz şeyler gibi değildir. Nasıl olduğu anlaşılamaz, düşünülemez. Benzeri olamaz. Şu kadar biliriz ki, Allahü teâlâ vardır, bildirdiği sıfatları da vardır, fakat kendisinde, varlığında ve sıfatlarında akla gelen, hayâlimize gelen her şeyden münezzehtir, uzaktır. İnsanlar Onu anlayamaz. (2/67)
Sual: S. Ebediyye'de, (Kira ile ev tutmak varken, ev satın almak zaruret değildir) deniyor. Bu ifade, (Kira ile ev tutmaya gücü yetenin faizli krediyle ev alması caiz değildir) anlamına gelmez mi?
CEVAP: Evet, o anlamdadır, ama burasını S. Ebediyye kitabını hazırlayan merhum Hocamıza sormuştuk. Bu hükmün, gayrimüslim ülkeler için geçerli olmadığını, mesela Avrupa'daki bir Müslümanın, ev nafakaya dâhil olduğu için krediyle ev alabileceğini bildirmişlerdi. Yani kira ile ev tutabilen de, krediyle ev alabilir.
Sual: Herhangi bir hayvan şeklinde küpe veya kolye takmak caiz mi?
Allah'ın Arş'a istiva etmesi
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Allah'ın Arş'a istiva etmesi, Allah'ın Arş'ı hâkimiyetine almasıdır) deniyor. Zaten bütün mahlûkat Allah'ın hâkimiyeti altında değil mi? O zaman Arş niye özellikle belirtiliyor?
CEVAP: Allahü teâlâya göre, elbette Arş da diğer mahlûklar gibidir. Hepsini yaratan Allah'tır, fakat Arş, farklı özelliklere sahip olup yaratılmışların en büyüğüdür. Bunun için, Arş'a hâkimiyet bildirilmiştir. Allahü teâlânın âlemlerin, herkesin Rabbi olduğu bildirildiği hâlde, Kur'an-ı kerimde, (Mekke'nin Rabbi)buyurulmaktadır. Yine Peygamber efendimize hitaben, (Rabbike [Senin Rabbin]) ifadesi vardır. (Senin Rabbin) demek, âlemlerin Rabbinden ayrı değildir. (Senin Rabbin) ile (Mekke'nin Rabbi) ifadelerindeki Rab, farklı değildir. Farklı olmadığı hâlde, Resulullah'ın ve Mekke'nin önemini belirtmek için ayrı ifade kullanılmıştır. Allahü teâlâ mekândan münezzehtir. Kâbe, kıymetli, şerefli yer olduğu için (Beytullah), yani (Allah'ın evi) denmiştir. Arş da çok kıymetli, şerefli olduğu için (Arş'ın Rabbi) ve (Arş'a istiva etti) ifadeleri kullanılmış, yani (Arş'ı hâkimiyeti altına aldı) denmiştir. Bunun gibi İstanbul valisi denince, Fatih'e, Beşiktaş'a Üsküdar'a karışmaz anlamı çıkmaz. En büyük olan İstanbul söylenince, ilçelerin de valinin hâkimiyetinde olduğu zaten anlaşılır. İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
Arş, mahlûkların en şereflisidir. Her şeyden daha saf ve daha nurludur. Bunun için, ayna gibidir. Allahü teâlânın büyüklüğü orada görünür. Bunun içindir ki ona, (Arşullah) denir. Yoksa Allahü teâlâya göre, Arş da diğer eşya gibidir. Hepsi, Onun mahlûkudur. Yalnız Arş, ayna gibidir. Diğer eşyada bu kabiliyet yoktur. Aynada görünen bir insana, (Aynanın içindedir) denilir mi? O insanın aynaya olan nispeti, karşısında bulunan diğer eşyaya olan nispeti gibidir. İnsanın, hepsine olan münasebeti aynıdır. Yalnız, ayna ile diğer eşya arasında fark vardır. Ayna, insanın suretini gösterebiliyor, diğer eşya ise göstermiyor. (2/67)
Sual: Abdest alırken, bademciklerden nohut, mercimek büyüklüğünde iltihap gelse, abdesti bozar mı?
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: İslamiyet'te zorlama yoktur. (Kolaylaştırın, zorlaştırmayın, hoşgörülü olun) deniyor. Sarhoş olmayacak kadar içki içilemez mi? Tesettüre tam uymanın mânâsı nedir? Namaz yerine fakir doyurulamaz mı? TV seyrederken koltukta namaz kılınamaz mı?
CEVAP: (Kolaylaştırın) demek, (Size güç gelen ibadetleri yapmayın, onları istediğiniz gibi değiştirin) demek değildir. (Dinimizin bildirdiği kolaylıklardan faydalanın) demektir. Zamana, yere ve şahısların durumuna göre bazı ruhsatlar tanınmıştır. Sualdeki sorulara cevap verelim:
İçkinin sarhoş etmese de damlası haram olduğu gibi, tesettür de farzdır. Kolaylaştırmak veya zorlaştırmakla bir alakası yoktur. Fakir doyurmakla namaz kılınmış sayılmaz. Öyle olsaydı, dinin sahibi, (Namaz kılmak yerine fakir doyurun) derdi. (Ayakta namaz kılamayan, oturarak kılsın; oturarak kılamayan yatarak kılsın) buyuruyor. Kilisedekiler gibi, (Sandalyeye veya koltuğa otur!) demiyor.
Dinimiz, nerelerde nasıl kolaylık olduğunu göstermiştir. Kendi aklımıza göre yaparsak dine uymamış oluruz. Birkaç örnek:
1- Su yoksa veya su varken kullanılması zararlıysa, mesela hastalanacaksa teyemmüm eder.
2- Hasta ve âciz olan, oturamazsa, namazı yatarak îma ile kılar. Koltuğa oturup kılmaz.
3- Ramazan ayında, Müslümanlara oruç tutmak farzdır, fakat bir kimse hasta olsa veya üç günlük yoldan daha uzak bir yere sefere çıksa, oruç tutmak farzı üzerinden geçici olarak kalkar. Daha sonra, müsait bir vaktinde tutamadığı oruçlarını kaza eder.
4- Seferî uzaklıktaki yolculuklarda dört rekâtlı farzlar iki rekât olarak kılınır. Seferde oruç tutmak güç gelirse tutmayıp mukim olunca kaza edilir.
(Dinde zorluk yoktur) demenin başka bir mânâsı da vardır. Mesela her gün oruç tutmaya, gece uyumayıp sabaha kadar ibadet etmeye kendini zorlamak dinde yoktur. Allahü teâlânın kullarına olan ihsanları ve emirleri herkese eşit değildir. Mesela, zengine zekâtı emrederken fakire emretmez. Gücü, kuvveti, sağlığı yerinde olanın, oruç tutmasını emreder. Sağlığı müsait olmayanların da tehir etmelerine izin verir. Herkese gücü nispetinde emir verir.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Dinimizde aşırılığın hükmü nedir?
CEVAP: Dinimizde ifrat ve tefritin yani aşırılığın yeri yoktur. Dinimiz orta yolda olmayı emreder. Bir hadis-i şerifte, (İşlerin hayırlısı vasat olanıdır) buyuruldu. (Beyhekî)
[Vasat, ifrat ve tefritten uzak, orta yol demektir. İfrat normalden fazla, tefritnormalden az demektir. Mesela çok uyumak ifrat, çok az uyumak tefrittir. Çok yiyip içmek ifrat, çok az yemekse tefrittir.]
İfrata kaçarak gücünün yetmediği şekilde ibadet etmeye çalışmak, mesela geceleri hiç uyumadan ibadet etmek, gündüzleri hep oruç tutmak, hanımından uzak kalmak, et, süt, tatlı gibi gıdaları hiç yememek, iyi Müslüman olmak demek değildir. Bir hadis-i şerif:
(Kolay bir dinle gönderildim. Dinimizde ruhbanlık yoktur. Et yiyin, hanımınızla mübaşeret edin! [Nafile] oruç da tutun! Tutmadığınız günler de olsun! [Nâfile] namaz da kılın! Uyuyun da! Ben bunlarla emrolundum.)[Taberanî]
Yiyip içmeden, uyumadan ibadet etmek zordur. Bir hadis-i şerifte, (Din kolaylıktır. Dinde aşırı gideni, din mağlup eder) buyuruldu. (Nesaî)
Bir de tefrite gidip, (Dinde kolaylık var) diyerek dini bozanlar var. Reformcuların kitapları böyle yanlışlıklarla doludur. Birkaç misal verelim:
1- Mestin üstüne mesh edilir diye, oje üstüne mesh caiz olmaz.
2- Naylon çoraplara mesh kolaylıksa da, dinin emri değişmiş olur, namazlar sahih olmaz.
3- Su bulunmazsa teyemmüm edilir, fakat reformcuların dediği gibi sular kesilince, (Suyu aramadan hemen teyemmüm edin!) demek, dinde kolaylık değil, dini değiştirmektir.
4- Ramazan yaza gelince tutmayıp, kışa tehir etmek caiz olmaz.
5- Namazları vaktinde kılmayıp, hepsini gece yatarken kılmak da dini değiştirmek olur.
6- Hanefî'de gusülde ağzın içini yıkamak farzsa da, diğer iki mezhepte farz değil diye ağzın içini yıkamamak mezhepsizlik olur.
Dinde zorluk yok demek, (Dinimizin verdiği ruhsatlardan faydalanın) demektir. Yoksa (Herkes hoşuna giden şeyleri yapsın, hoşlanmadığı şeyleri yapmasın, ibadetleri keyfine göre değiştirsin) demek değildir. Dinde ufak bir değişiklik yapmak dinsizlik olur. Bir hadis-i şerifte, (Dinimizde olmayan bir şey çıkarılırsa, o şey merduddur) buyuruldu. (Buhârî)
Başarının yolu gönül almaktan geçer
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Dinimize hizmet ederken başarının yüzde sekseni gönül almak, kalb incitmemektir. Maiyetini, yani ailesini ve emri altında çalışanları üzmemektir. Kimsenin bedduasını almamaktır. Geriye kalan yüzde yirmisi de, çalışmaktır. Sebebe yapışmak için çalışmalı, ama başarının zerresini bile kendimizden bilmemeliyiz. Cereyan gelmeyince motor çalışmadığı gibi, bu büyüklerden de himmet gelmezse hizmetler durur. Yoksa hâşâ, dine hakkıyla hizmet etmek gibi zor bir vazife, bizim gibilerin yapacağı iş değildir.
Büyük zatlar, hiç kimsenin kaşına, gözüne veya işine bakmaz. Allah korkusuna, kalbindeki ihlâsa ve maiyetine karşı olan şefkatine bakarlar. Bir kimse, maiyetini kırıyor ve üzüyorsa, yaptığı hizmet ne kadar büyük görünürse görünsün, hiç kıymeti yoktur ve hizmetleri onu asla affettirmez. Ama din kardeşinin kendinden bin kere daha aziz, bin kere daha makbul, bin kere daha emin ve bin kere daha şefkatli olduğuna inanan kimse, çok kıymetlidir ve büyükler böyle kimseleri çok severler.
Asıl mayamızı kaybetmemeliyiz, parayı âhirete tercih etmemeliyiz. Parada sevgi, şefkat, merhamet ve af yoktur. Onun için, dünyaya düşkün olanda, insanlara karşı hiç af ve merhamet bulunmaz. Fakat kendileri de gece gündüz acı ve ızdırap içinde yaşarlar. Keyifli gözükseler de, neşelerinin hepsi sahtedir. Bir lokmayı bile ağız tadıyla yiyemezler. Çünkü para canavardır, engerek yılanıdır. Kalbe yerleştirilen bu yılanın her an sokması, o kimseyi her an rahatsız etmesi gayet tabiîdir.
Âhirete inanan ve âhiret için çalışanda ise şefkat, merhamet, af, cömertlik, gözyaşı ve sevmek vardır. Onlar için Allah sevgisi her şeyin üstünde olduğundan, oraya ne yılan ne de şeytan girer. Dünyanın en mutlu insanı onlardır. Âhireti dünyaya tercih ettikleri için de, Allahü teâlâ o parayı, o dünyayı onlara hizmetçi yapar. Nitekim Cenab-ı Hak bir hadis-i kudsîde, (Ey dünya, bana hizmet edenlere hizmetçi ol! Sana hizmet edenler de, senin hizmetçin olsun! Onlara zorluk çıkar! Onları her iyilikten, her güzellikten mahrum et!) buyuruyor. O hâlde, hem dünyaya, hem de âhiret nimetlerine kavuşmak için tek gaye, Allahü teâlânın dinine hizmet olmalıdır.
Bütün organların birbirine ihtiyacı var
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Dinimize hizmet ederken dikkat edilecek iki önemli husus vardır:
Birincisi: Ailemize, evladımıza ve emrimiz altında çalışanlara âmirlik taslamamalı, aksine onlara hizmetçi olmalıyız. Onları kendimizden daha kıymetli, daha şefkatli, daha merhametli bilmeliyiz. Onların daha başarılı ve daha emin olduğuna inanmalıyız. Beraber çalıştığımız arkadaşlarımıza olan güvenimiz, her bakımdan kendimize olan güvenden daha fazla olmalı. Çünkü bu yolun büyükleri böyleydi. Güven olmazsa, istenilen verim alınamaz.
İkincisi: Milyarda bir de olsa, elde edilen başarıdan kendimize hiç pay çıkarmamalıyız. Merhum hocamız, (Hocamı tanıdıktan sonra elime geçen tek kuruşu kendimden bilmedim. Öyle bilsem helak olurum, hepsi Efendi hazretlerinin bereketidir) buyururdu. Esas olan, büyüklerin himmeti ve birlikte çalıştığımız arkadaşlarımızın ihlâsıdır. Hiçbir organ bir vücutta tek başına bir iş yapamaz. Çünkü hepsinin birbirine ihtiyacı vardır. Kalb olmazsa, o beyin ne yapar? Beyin olmazsa o vücut ne işe yarar? Hepimiz bir vücut gibiyiz. Bir organın diğerinden üstün olduğu söylenemez. Çünkü hepsinin ayrı bir kıymeti vardır. Nitekim insan vücudunda değersiz olan, işe yaramayan bir organ, hattâ tek tüy yoktur. Nasıl olur da, bir insan bir din kardeşine, (Sen lüzumsuzsun, işe yaramazsın) der? Bu, hiç kimsenin haddi değildir. (Benim ümmetim, bir vücut gibidir) hadis-i şerifi de bu gerçeği açıklamaktadır. Bir vücutta bir organ, diğer organa müdahale edemez. Herkes kendi işine bakar.
Bir saat, vakti doğru gösteriyor, hiç şaşırmıyorsa, içindeki çarklar iyi çalışıyor demektir. Çarklar kendi vazifelerini iyi yapınca, saatin iyi çalıştığı, vakti doğru gösterdiği gibi, biz de başkasını rahatsız etmezsek, bir başkasını gıybet etmezsek, onu üzmezsek, bu hizmetler güzel bir şekilde yürür. Şahsi hatalarımız, nefsânî hareketlerimiz yüzünden, bir kimsenin bu hizmetleri kötülemesine sebep olmaya hakkımız yoktur. Hizmetlere bir şey olmaz, ama hizmetlerin kötülenmesine sebep olmak çok tehlikelidir, felakettir. O bakımdan, herkes aklını başına toplamalı ve saygılı, edepli ve yumuşak huylu olmalıyız. Gayemiz, başkalarına hizmet ettirmek değil, onların hizmetine koşmak olmalı. Unutmamalı, hizmet eden hizmet görür.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Salevat nedir, salevat getirmenin müstehab olduğu yerler nelerdir?
CEVAP: Salevat, Peygamber efendimize dua etmektir. Kısaca, (Allahümme salli alâ Muhammed ve alâ âli Muhammed) demektir. İbni Âbidin hazretleri, salevat getirmenin müstehab olduğu yerlerden bazılarını şöyle bildiriyor:
1- Cuma günü ve gecesi, 2- Sabah akşam, 3- Peygamberimizin kabrini ziyaret ederken, 4- Safa ile Merve'de, 5- Ezan okunurken, 6- İkamet edilirken, 7-Duanın başında, ortasında ve sonunda, 8- Telbiyeyi bitirdikten sonra, 9- Bir yere toplanırken ve oradan dağılırken, 10- Abdest alırken, 11- Abdestten sonra, 12- Bir şey unutulduğu vakit, 13- Vaaz ederken, 14- Hadis okumaya başlarken, 15- Hadis okumayı bitirince, 16- Kulak çınlarken, 17- Dînî sual sorarken, 18- Fetva yazarken, 19- Kitap yazarken, 20- Hoca derse başlarken,21- Talebe derse girince, 22- Kız istemeye gidilince, 23- Evlenirken ve evlendirirken, 24- Mühim işlerin başında, 25- Zikre başlarken, 26- Cenaze namazında ve namazda teşehhüdden sonra salevat okumak sünnettir. 27- Gül koklarken, [Resulullah'ın mübarek teri, gül gibi kokardı.] 28- Müsafeha ederken, 29- Pilav yerken, 30- Mescide girip çıkarken. 31- Resulullah'ın "sallallahü aleyhi ve sellem" ismini işitenin, ömründe bir defa salevat getirmesi farz, okuyunca, yazınca, söyleyince, işitince ilkinde söylemek vacib, tekrarında müstehabdır. (Redd-ül-muhtar)
Bu konudaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:
(Cuma günü ve gecesi çok salevat getirene şefaat ederim.) [Beyhekî]
(Dua perdelidir. Salevat getirilince, perdeler yırtılır, dua kabul olur.) [Taberanî]
(Allahü teâlâyı zikretmeden ve Resulüne salevat getirmeden toplanıp dağılmak, leşten dağılmak gibidir.) [İ. Ahmed]
(Bir toplulukta Allahü teâlâ anılmaz ve Resulüne salevat getirilmezse, o topluluk, Kıyamette, hasret ve pişmanlık çekerler.) [Tirmizî]
(Söyleyeceğini unutan, hatırlamak için salevat getirsin!) [İbni Sünnî]
(İsmim anılınca salevat okumayan, cimrilerin cimrisidir.) [Tirmizî]
(İsmim anılınca salevat getirmeyen, zelil olsun!) [Tirmizî]
(Bana bir salevat getirene, Allah ve melekleri 70 salât getirir.) [İ. Ahmed]
(Bana çok salevat getirenin dertleri gider, günahları affolur.) [Tirmizî]
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Halk arasında, (Namaza başlayıp bırakmak, sonra tekrar başlayıp tekrar bırakmak, hiç kılmamaktan daha büyük günah olur. Bıraktıktan sonra, tekrar başlamak günah olur) deniyor. Bırakma ihtimali olan kimsenin hiç namaza başlamaması daha mı iyidir?
CEVAP: Daha kötüdür. Tekrar günah işlerim diye tevbe etmemekten de kötüdür. Bir kabı, nasıl olsa tekrar kirlenecek diye yıkamayıp kirli bırakmaktan beterdir.
(Bırakınca yeniden başlamak günahtır) sözü çok yanlıştır. Bırakınca tekrar başlamak farzdır, büyük sevabdır. Günah olan namaza başlamak değil, namazı kasten bırakmaktır. Namaz kılmamak diğer amelleri de olumsuz yönde etkiler. Bir hadis-i şerif:
(Kasten [mazeretsiz] namaz kılmayanın diğer amellerini Allahü teâlâ kabul etmez. Tevbe edinceye kadar Allah'ın himayesinden de uzak olur.)[İsfehanî]
İmam-ı Rabbânî hazretleri de buyuruyor ki: Kıyamette önce, namazdan sorulacaktır. Namaz doğruysa, diğerlerinin hesabı, Allahü teâlânın yardımıyla kolay geçecektir. (2/67)
Sual: Bir kimse, Amentü'nün altı şartına inansa, fakat Allah'ın emir ve yasaklarından birini beğenmese, mesela (Cehennem lüzumsuzdur) veya (Şarabın haram edilmesi anlamsızdır) dese, bu kimse, imanın şartlarının hepsini kabul ettiği için imanlı sayılmaz mı?
CEVAP: Sayılmaz. Amentü'nün içinde Allah'a iman vardır. Allah'a iman, bütün sıfatlarıyla birlikte Ona imandır. Ayrıca emir ve yasaklarının yani İslamiyet'in doğru ve yerinde olduğuna da inanmak şarttır. Böyle inanmayan iman etmiş sayılmaz. Demek ki, Amentü'ye inanan kimsenin İslamiyet'i beğenmesi şarttır, çünkü İslamiyet, Allahü teâlânın emir ve yasaklarıdır. Emir ve yasakların birini bile beğenmemek küfür olur.
Bunun gibi hubb-i fillah, buğd-i fillah da imanın esaslarındandır. Allahü teâlâyı sevmek de, emir ve yasaklarının hepsini yerinde ve güzel bulmakla olur. Allah'ı ve onun dostlarını sevmek, sevmediklerini sevmemek de lazımdır. Bir hadis-i şerif:
(Allah için seven, Allah için buğzeden, Allah için veren, Allah için yasaklayan, gerçek iman sahibidir.) [Ebu Davud]
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: (Birini görünce, Allah hatırlanıyorsa, o evliya zatlardan biridir) deniyor. Bu, doğru mudur?
CEVAP: Evet, bir Müslümanı görünce, onunla konuşunca, Allahü teâlâ hatırlanıyorsa, o kimsenin evliya zatlardan olma ihtimali çoktur. Bir hadis-i şerif:
(Evliya o kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah hatırlanır.) [Hakîm]
Aşağıdaki hadis-i şerifte bildirilen âlimlerin Allah adamı oldukları anlaşılır:
(Her âlimin sohbetine gitmeyin! Ancak şu beş şeyden sakındırıp, diğer beş şeye davet eden âlimin sohbetine gidin!
1- Şekten yakîne, [Şüpheli inanıştan sakındırıp kesin imana yönlendiren]
5- Dünyadan zühde.) [İ. Asakir]
Sual: Bir ders kitabında, (Vahiyle yani Kur'anla bildirilen dînî ilkelerin anlaşılıp uygulanması, sünnetle, icma ve kıyasla değil, akılla gerçekleşir) deniyor. Akıl tek başına dinde ölçü olur mu?
CEVAP: Elbette, ölçü olmaz. Kur'an-ı kerimi açıklayan sünnettir. Peygambersiz din, dinsizlik olur. İcma ve kıyas da sünneti açıklar. Sünnet, icma ve kıyası bir kenara bırakarak, (Akılla her şeyi buluruz) demek dinimize aykırıdır. Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî hazretleri buyuruyor ki:
Din işleri, akıl üzerine kurulamaz, çünkü akıl, bir kararda kalmaz. Herkesin aklı, birbirine uymadığı gibi, bir adamın selim olmayan aklı da bazen doğruyu bulur, bazen de yanılır ve yanılması daha çok olur. En akıllı denilen kimse, din işlerinde değil, uzman olduğu dünya işlerinde bile çok hata eder. Çok yanılan bir akla nasıl güvenilebilir? Devamlı, sonsuz olan âhiret işlerinde, nasıl olur da akla uyulur? (S. Ebediyye)
İman bilgileri, namaz, oruç, zekât ve diğer din işlerinin hiçbiri akılla bulunamaz. Hepsi nakle dayanır. Akıl, nakli anlamakta kullanılır. Akıl doğru kullanılmazsa gerçeği bulamaz. İslamiyet, selim akla dayanan nakil dinidir. Nakil olmazsa, akıl, tek başına doğruyu yanlışı bulamaz.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Nefsin her istediği kendi zararınadır deniyor. Nefsin gayesi nedir?
CEVAP: Nefsin gayesi, insanı kâfir yapmaktır. İnsanı en çok, mal ve şöhrete düşkün olmaya zorlar. Mala ve şöhrete düşkünlük, nefisten kaynaklanır. Daha çok bu yollarla insanı felakete sürüklemeye çalışır.
Çok mal ve şöhret sahibi olmak her zaman kötü değildir. Dine ve Müslümanlara hizmet için çok mal sahibi olmak elbette iyidir. Bu niyetle makam sahibi olmak da iyidir. Nefis, bunları kötü yollarda kullanmaya çalışır. Bunları haram yollardan elde etmeye uğraştırır. Mesela bir çeşme yaptırınca, ismini yazdırır, böylece gösterişe, riyaya sürüklemek ister. Din kitabı yazar, ismini her yere duyurmak ister.
Helâl yollardan çok mal kazanmak biraz zordur. Onun için atalarımız, (Çok söz yalansız, çok mal haramsız olmaz) demişlerdir. Bu, çok olan mala muhakkak haram karışmış demek değildir. Zenginlik de, fakirlik de, insanı azdırıp küfre sürükleyebilir. Bunun için Peygamber efendimiz, (Ya Rabbi, azdıran zenginlik ve azdıran fakirlikten sana sığınırım) diye dua edilmesini bildirmiştir. Kimi fakirliğine isyan edip, kimi de zengin olunca şımarıp Allah'ı unutur, bu da felaketine sebep olur. Bu bakımdan şükrünü eda edebileceğimiz hayırlı mal istemeli. Şöhret sahibi olmak da, tehlikeli olabilir. Onun için, (Şöhret âfettir) buyurulmuştur. Allahü teâlânın korudukları hariç, çok kimse şöhretinin kurbanı olur.
İşte nefis, şöhret ve malla insanı küfre sokmaya çalışır. Nefsin oyununa gelmemeye çalışmalıdır.
Sual: Eve girerken okunacağı bildirilen Âyet-el kürsi ve İhlâs suresi ne zaman okunur? Bir arkadaş, eve girince okunur derken, öteki, girmeden okunur diyor. Bir diğeri de, (Ta apartmanın kapısından girerken, asansörle çıkarken okunur) diyor. Hangisi doğrudur?
CEVAP: Her üçü de uygundur.
Sual: Takkesiz namaz kılmak mekruhtur. Böyle mekruh kılınan namazı iade etmek vacib midir, yoksa sünnet midir?
CEVAP: Vacib değil, sünnettir.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Kur'an meali okuyorum, Al-i İmran sûresinin 8. âyetinde, (Rabbimiz kalblerimizi saptırma) ve İbrahim sûresinin 4. âyetinde ise, (Allah, dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini sapıklıkta bırakır) deniyor. Allah insanın kalbini saptırır mı da, böyle dua ediliyor? Allah insanı sapıklıkta bırakır mı? Meallerde mi yanlışlık var, yoksa benim bilmediğim bir husus mu var?
CEVAP: Meallerden din öğrenilmez. İşte böyle yanlış anlamalara sebep olur. 72 sapık fırka, Kur'an-ı kerimi yanlış anladıkları için sapıtmışlardır. Onun için mezhebimizin âlimlerinin bildirdiği bilgileri esas almalıdır. Allahü teâlâ kimseyi saptırmaz ve sapıklıkta bırakmaz. Hâşâ öyle olsa, âhirette, o kişi, (Yâ Rabbî, beni saptıran sensin, beni niye sapık diye suçluyorsun) demez mi? Bu, kaza kader meselesidir. İnsanlara irade-i cüz'iyye vermiştir. Herkes kendi arzusuyla sevab veya günah işler. İşlediğimiz günahları Allah'a yüklemek yanlış olur. Dinimizi, nakli esas alan ilmihal kitaplarından öğrenmeliyiz.
Sual: (Doğal âfet şehidi) deniyor. Böyle bir şey var mıdır?
CEVAP: Kim, nerede, nasıl ölürse ölsün, Müslüman değilse şehit olmaz. Gayrimüslim ise, zulmen de öldürülse şehit olmaz. İmanı varsa, yani itikadı düzgün bir Müslümansa, günahları çok olsa da, savaşta ölsün, anarşide ölsün, görevde ölsün, kanser gibi hastalıklardan ölsün, şehit olur. Doğal âfetler sebebiyle, mesela depremde, yangında, sel felaketinde, çığ altında kalmakla, yıldırım düşmekle, tsunamide, denizde ölmüş olsa yine şehit olur. Bunlara (doğal âfet şehidi) denmez. Dense de, şehitliklerine zarar gelmez. Fakat içkiden çatlayıp ölene, meyhane şehidi veya sosyalizm uğrunda ölene, devrim şehidi demek yanlış olur, çünkü şehitlik İslâmî bir tabirdir.
Sual: (Çorapla yatmak caiz değil) deniyor. Caizse, delili nedir?
CEVAP: Çorapla yatmanın dinen hiçbir mahzuru yoktur. Caiz olan, mubah olan şeylerin delili olmaz. Haram olan, mekruh olan, yasak olan şeylerin delili olur. Muz yemek caiz mi diye sorulsa, caiz diye cevap verilse, delil aranmaz. Haram denirse, delilini göstermek gerekir.
Dinimizde niyetin önemi büyüktür
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Allah rızası için çalışmak ibadettir. Büyük zatlar, (Allah bes, baki heves)buyuruyorlar. Yani Allah için olanlar makbul, Allah için olmayanlar hevestir. Heves, hayvanda da olur, insana mahsus değildir.
Niyet, her şeyden önemlidir. Peygamber efendimiz, (Muteber olan sondur) ve(Bütün ameller niyete bağlıdır) buyuruyor. Eğer bir insanın niyeti, hedefi ve gayesi, Allahü teâlânın rızasını kazanmak ve Onun kullarına iyilik olursa, yaptığı her şey, günah olmadıkça, mubah da olsa ibadettir. Eğer Allahü teâlânın rızasını kazanmak hatırına gelmezse, seksen sene hac yapsa, cihad etse hiç faydası olmaz.
O hâlde, gerek ibadet yaparken, gerekse dinimize hizmet ederken, niyetimizi düzeltmeliyiz. Hedefimiz, gayemiz, yalnız Allahü teâlânın rızasını kazanmak olmalıdır. Servet ve şöhret için yapılanların hepsi boştur.
Bir savaş esnasında, Eshab-ı kiram, pehlivan ve önüne geleni yıkan birini Peygamber efendimize gösterip, (Yâ Resulallah, nasıl cihad ediyor, nasıl kahramanlık gösteriyor. Ne mübarek zat!) derler. Peygamber efendimiz, (Bu Müslüman değil, cihad da etmiyor, bunun gayesi Allahü teâlânın rızası değil) buyurur. (Aman yâ Resulallah, o bizimle beraber müşriklere karşı savaşıyor) dediklerinde, (Gidin bakın!) buyurur.
O kimse bir kılıç darbesi alıp, yere yıkılır. Yanına biri yardım etmek için gidip, (Ne mübarek zatsın, Allah ve Resulü için ne güzel cihad ettin, kaç tane müşriki öldürdün) der. (Ben cihad falan bilmem, ben Allah'a da, Peygambere de inanmıyorum) diye cevap verir. (Ama sen bizimle beraber burada cihad ediyorsun) denince de, (Bu Mekkeliler Medine'ye girerse benim hurmalıklarımı elimden alırlar. Ben sadece hurmalıklarımı kurtarmayı düşünüyorum) der. Resulullah efendimizi ve Eshab-ı kiramı görmüş olduğu, onlarla beraber mücadele ettiği hâlde, iman etmemiştir ve niyetinde hurmalık vardır. O bakımdan büyüklerimiz hep, (Yâ Rabbî, niyetlerimizi ıslah eyle, amellerimizi salih eyle!) diye dua ederlerdi.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Müminin yüzüne sevgiyle bakmak ibadettir. Allahü teâlâ, güler yüzlü, tatlı dilli olan, birbirleriyle iyi geçinen Müslümanları çok sever. Kızmak genellikle kibirden olur. Bir kimse çok öfkeliyse, o kimsenin çok kibirli olduğu anlaşılır. Herkes ne çekerse, kendi yaptıklarından çeker, başkasından değil.
Hâşâ zulmetmez kuluna Huda'sı,
Herkesin çektiği kendi cezası.
Beden ve ruh, Cenab-ı Hakk'ın yarattığı birer varlıktır. Ölünce, beden çürüyüp toprağa karışır. Geriye kalacak olan, icraatımız, yani sevab ve günahlardır.
Âhirette mümine, (Yakışıklı mı, çirkin mi, uzun boylu mu, kısa boylu mu, kimin oğlu kimin kızı?) diye sorulmaz. Cenab-ı Hakk'ın verdiği akıl ve nasip ettiği imanla ne yaptığının hesabı sorulur.
Kulun üç türlü icraatı vardır:
Birincisi, Allahü teâlâya karşı sorumlu olduğu vazifelerdir. Bunlar, Allahü teâlâ ile kul arasındadır. Allahü teâlâ dilerse affeder, dilerse cezasını verir.
İkincisi, kulun diğer kullar ile olan münasebetleridir. Burada doğan haklar, ancak ödemekle veya helâlleşmekle affolur.
Üçüncüsü ise, kulun sebep olduklarıdır. Eğer bir kimse, kötü bir şeye sebep olursa, mesela bir bid'at ortaya çıkarırsa veya kötü bir çığır açarsa, insanlar bu kötü işi yaptıkça, o kimse tevbe etmedikçe, yiyip içerken, uyurken, ibadet ederken, hattâ öldükten sonra da hep ona günah yazılır. Kul hakkı dediğimiz esas tehlike buradadır.
Bunun tersi ise saadettir. Şayet bir kimse hayırlı bir iş yaptıysa, insanlar ondan istifade ettikçe o kimseye sevab yazılır. Mesela dinimize hizmet edilmesine veya bir hayra vesile olduysa, yerken, içerken, uyurken, gezerken, hattâ öldükten sonra bile, hep o kimseye sevab yazılır.
Dinimize hizmet etmeye çalışanlar, bu hayra sebep oluyorlar. Dolayısıyla onlar da, bu hayırlı işe ortaktır. İster fikren, ister dua ederek, ister bizzat iştirak etmiş olsun, bu hizmet devam ettikçe, uyurken, gezerken, ibadet ederken, ölürken, öldükten sonra, hepsine sevab yazılır. Ne güzel iş, ne büyük kazanç!
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Sünneti, farz kılınan yerden geride mi kılmak gerekir? Önde kılmak mekruh mudur?
CEVAP: Mekruh değildir. Farzı önde kılmak evladır. Mesela öğlenin ilk sünnetini kılınca, farzı biraz solda ve ileride kılmak, son sünneti de farz kılınan yerin solunda ve az gerisinde kılmak iyi olur. Farzı biraz solda ve ileride kılmak iyidir. Böyle farklı yerlerde kılmak müstehabdır. Namaz kılınan yer şahitlik edecektir. Bunun için değişik yerlerde namaz kılmak daha sevabdır. (Şir'a şerhi)
İmamın son sünneti, farz kıldığı yerde kılması mekruhtur. Cemaatin kılması mekruh değilse de, başka yerde kılmaları müstehabdır. Son sünneti başka yerde, hattâ yolda kimseyle konuşulmazsa, evde kılmak daha iyidir. (İmdad)
Cami kalabalık olunca, farzdan sonra aynı yerde son sünneti kılmak zorunda kalan, müstehab işlemek için, yanındakini emrivaki ile kendi yerine çekip, kendisi onun yerine geçmeye çalışmamalıdır.
Sual: Cünüp, denize veya göle düşse yahut kendi girip çıksa, gusletmiş olur mu?
CEVAP: Havuza, göle, ırmağa, denize girip çıkan veya yağmurda ıslanan cünüp, ağzını ve burnunu da yıkarsa gusletmiş olur. Denize başını daldırdığı hâlde ağzına su girmemişse, çıkınca, su içerse gusletmiş olur. Yani, su içmekle ağzı yıkanmış olur. Ama cünüpken, ağzı yıkamadan su içmek mekruhtur. (S. Ebediyye)
Göle düşen cünüp, uzuvlarını hareket ettirip su içinde biraz beklerse, guslün sünnetleri de yerine gelmiş olur.
Hanefî'de niyet farz olmadığı için göle, denize düşenin ağzına ve burnuna da su girmişse gusletmiş oluyor. Şâfiî'de ise, eğer suya düşerken ve su içinde gusle niyet ederse guslü sahih olur. Mâlikî'de ise, hem niyet etmesi, hem de vücudu yaşken delk etmesi yani ovması gerekir.
Sual: Bir kimse, birine para hediye edip, (Bu parayı, elma alman şartıyla sana hediye ettim. Bu parayla gazoz alırsan, haram olsun!) dese, o da bu parayla gazoz alsa, gazoz ona haram olur mu?
CEVAP: Hayır, haram olmaz. Hediye sahihtir, hediye verilirken söylenen şartlar ise bâtıl olur. Yani, elma alması gerekmez. O parayla muz da, gazoz da alabilir.
mehmetali.demirbas@tg.com.tr
Sual: Nâfile oruç tutulması daha çok sevab olan aylar ve günler hangileridir?
CEVAP: Haram aylarda, pazartesi ve perşembe günleri ve kamerî aylarıneyyam-ı biyd denilen 13.,14. ve 15. günleri oruç tutmak daha sevabdır. "Haram ay" demek, hürmet edilmesi gereken ay demektir. Bu konudaki hadis-i şeriflerden birkaçının meali şöyledir:
(Haram aylar; Receb, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem aylarıdır.) [İbni Cerir]
(Haram aylarda perşembe, cuma ve cumartesi günleri oruç tutana iki yıllık ibadet sevabı yazılır.) [Taberanî]
(Haram aylardan birinde bir gün oruç tutmak, başka bir ayın otuz günü oruç tutmaktan daha sevabdır.) [İ. Gazâlî]
(Her ayda üç gün oruç tutmak, bir yıl oruç tutmak gibi sevab olur. Çünkü Allahü teâlâ, En'am sûresinde [mealen] "Bir hayır işleyene, [en az] on katı sevab verilir" buyurdu. Bir güne on misli sevab veriliyor.) [Tirmizî]
(Ayda 3 gün oruç tutan, kameri ayın 13., 14. ve 15. günlerinde tutsun!)[Nesaî]
(Her ay, eyyam-ı biyd'de oruç tutan kimse, yılın tamamında oruç tutmuş gibi sevaba kavuşur.) [Nesaî]
Sual: Rabbena âtina'yı zamm-ı sûre olarak okurken veya Salli Barik'ten sonra dua olarak okurken unutup tekrarlarsak secde-i sehv gerekir mi?
CEVAP: Zamm-ı sûre olarak okurken tekrarlanınca, vacib tekrar edilmiş olacağı için, secde-i sehvi gerektirir. Ama Salli Barik'ten sonra dua olarak okurken tekrarlanınca secde-i sehv gerekmez. Çünkü Salli Barik'ten sonra dua okumak vacib değildir. Sünnet veya müstehab olan dualar unutulup tekrar edilse, secde-i sehv gerekmez. Salli Barik de unutulup tekrar edilse, yine secde-i sehv gerekmez.
Sual: Nikâh tazelemek için yanımda bir kişi olsa, telefonla başka bir arkadaşı da arayıp her ikisinin duyacağı şekilde, tecdid-i nikâh duasını okusam, iki şahit yanında nikâh tazelemiş olur muyum?
CEVAP: Hayır, iki şahidin bir arada olup birbirini görmeleri ve sizin de evli olduğunuzu bilmeleri lazımdır. Nikâh tazelemek yeniden nikâh kıymak demektir. Kimlerin nikâhının kıyıldığını şahitlerin bilmeleri gerekir.
|
Bugün 19 ziyaretçi (42 klik) kişi burdaydı!
|
|
|
|
|
|
Bugün 75 ziyaretçi (205 klik) kişi burdaydı!
|
|
|
|
|
Bugün 35 ziyaretçi (85 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 82 ziyaretçi (239 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|