Önsöz
Müslimanların İki Göz Bebeği (Hz. Ebû Bekr ve Hz.Ömer)
Birinci Fasl
İkinci Fasl
Aşağıdaki yazı, büyük islâm âlimi şâh Veliyyullah-ı Dehlevînin (Kurret-ül ayneyn fî-taftîl-iş-şeyhayn) ismindeki fârisî kitabından tercüme edilmiştir. Bu kitap, ikiyüzyetmiş sayfa olup, 1310[m. 1892] de Pişâverde basılmıştır.
(Kurret-ül-ayneyn) kitabında bir Mukaddime ile iki fasl vardır. Mukaddimede, Şeyhaynın üstünlükleri, nakle ve akla dayanılarak bildirilmektedir. Birinci faslda, şî'î âlimlerinden Nasireddîn-i Tûsînin (Tecrîd) kitabındaki yazılarına cevap verilmektedir. Muhammed Nasireddîn-i Tûsî, 597 [m. 1201] de Tus şehrinde tevellüd ve 676 [m. 1274] da Bağdâdda vefât etti. İkinci faslda, haset edenler ve zındıklar tarafından Şeyhayne yapılan iftirâlara, yalanlara cevap verilmektedir.
Şeyhayn, yâni Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer, Eshâb-ı kirâmın en üstünleridir. Zamanımızda bid'at sahipleri, yâni sapıklar çoğaldığı için, bu üstünlükte şüpheler hâsıl olmaya başladı. Hattâ, Selef-i sâlihînin doğru inanışları unutuluyor. Hâlbuki, Şeyhaynın üstünlüğü, hem akıl ile, hem de nakil yolu ile meydanda olan bir gerçektir. Nakil, üç yoldan gelmektedir. Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine mümin ve sâlih halîfeler vereceğini, dînini bunlarla kuvvetlendireceğini, Nûr sûresinin ellibeşinci âyetinde vaat buyurdu. Resûlullahın gördüğü ve Eshâb-ı kirâmın görüp Resûlullahın açıklamış olduğu rü'yâlar da bunu bildirmiştir. Resûlullah, kendinden sonra, Şeyhaynın halîfe olacaklarını, hem açık olarak, hem de işaret ederek, çok bildirmiştir. Hak halîfe olduklarını bildiren bu vesikalar, tevâtür yolu ile bizlere gelmiştir. O hâlde Şeyhayn, müslümanların en üstünleridir. Tirmüzînin ve Hâkimin bildirdikleri hadis-i şerifte,(Benden sonra, Ebû Bekre ve Ömere iktidâ ediniz!) buyuruldu. Bu hadis-i şerifi, Huzeyfe ve İbni Mes'ûd haber verdiler. Hâkimin kitabında, Enes bin Mâlik diyor ki, Benî Mustalak kabîlesi, beni, Resûlullaha gönderdi. Senden sonra, zekâtlarımızı kime vereceğimizi sor dediler. Gelip sordum. Resûlullah, (Ebû Bekre veriniz!) buyurdu. Tekrar gönderdiler. Gelip, Ebû Bekrden sonra kime verelim dediklerini söyledim.(Ömere!) buyurdu. Bir daha gelip, Ömerden sonra kime verelim dediklerini söyledim.(Osmana!) buyurdu. Resûlullah, son hastalığında kendi yerine Hz. Ebû Bekri imam yaptı. Başkasının imam olmasını açıkça red eyledi. Eshâbın büyüklerinden Hz. Ömer ve Hz. Ali, Hz. Ebû Bekrin halîfe olacağını buradan da anladılar. Eshâb-ı kirâmdan hiçbiri, buna karşı olmadı. Buhârîde diyor ki, Resûlullahın emri ile, Ebû Bekr-i Sıddîk, Eshâb-ı kirâma sabah namazı kıldırıyordu. Resûlullah, ansızın oda kapısının perdesini aralayıp, Eshâbını namazda görünce tebessüm eyledi. Ebû Bekr-i Sıddîk Resûlullahı namaz kıldırmaya geliyor sanarak geri çekildi. Eshâb-ı kirâm da, anlıyarak sevindiler. Mübârek eli ile işaret ederek, (Namazınızı tamamlayınız!) buyurdu. Perdeyi indirdi. O gün vefât etti. Hadis âlimleri, sözbirliği ile bildiriyorlar ki, bir kadın, Resûlullahdan birşey sordu. (Sonra gel, sor!) buyurdu. Yâ Resûlallah! Gelince, seni bulamazsam ne yaparım deyince, (Gelince beni bulamazsan, Ebû Bekre sor!) buyurdu.
Suâl: Hz. Ömer ve Hz. Ali, Resûlullah, kendinden sonra, kimin halîfe olacağını bildirmedi dediler. Buna ne dersiniz?
Cevap: Bu iki imam, Resûlullah, Eshâbını toplıyarak, kendinden sonra Ebû Bekre bî'at edilmesini emir buyurmadı dediler. Çünkü, her ikisi de, namaz kıldırması için emrolunması, halîfe olacağını göstermektedir demişlerdir. Ebû Vâîl diyor ki, Hz. Ali yaralanıp yatınca, kimi halîfe yapacaksın dediler. Allahü teâlâ, size iyilik irâde buyurdu ise, en iyinizi başınıza seçersiniz buyurdu. Hz. Alînin bu sözü de, Hz. Ebû Bekrin en üstün olduğunu bildirmektedir. Hâkimin kitabında, Hz. Alînin bildirdiği hadis-i şerifte, (Allahü teâlâ, Ebû Bekre çok rahmet eylesin! Bana kızını verdi. Hicrette beni Medîneye götürdü) buyuruldu. Nizâl bin Sebre diyor ki, Hz. Aliye, neşeli bir zamanında, kimleri arkadaş edindin dedim. (Resûlullahın Eshâbının hepsi benim arkadaşlarımdır), buyurdu. Ebû Bekr için ne dersin dedim. (O, öyle bir insandır ki, Allahü teâlâ, Cebrâîl aleyhisselâm vâsıtası ile ve Peygamberi Muhammed aleyhisselâm vâsıtası ile ona (Sıddîk) ismini vermiştir) dedi. Sa'îd bin Müseyyeb diyor ki, (Ebû Bekr-i Sıddîk Resûlullahın vezîri idi. Resûlullah, bütün işlerinde onun ile meşveret ederdi. İslâmda Resûlullahın ikincisi idi. Mağarada Resûlullahın ikincisi idi. Bedr gazâsında çardak altında Resûlullahın ikincisi idi. Kabirde de Resûlullahın ikincisi oldu. Resûlullah, hiçkimseyi onun önüne geçirmez idi). Abdürrahmân bin Ganemin bildirdiği hadis-i şerifte, Resûlullah, Hz. Ebû Bekre ve Hz. Ömere dedi ki, (İkinizin söz birliği ettiğiniz hiçbir işte sizden ayrılmam.)
Allahü teâlâ, İslâm dînini Hz. Ömer ile kuvvetlendirdi. Tirmüzînin ve Ebû Dâvüdün ve Hâkimin bildirdikleri hadis-i şerifte, (Allahü teâlâ, hakkı Ömerin diline ve kalbine yerleştirmiştir) buyurdu. Buhârînin ve Müslimin bildirdikleri hadis-i şerifte,(Şeytan Ömerin gölgesinden kaçar) buyuruldu. Buhârînin ve Müslimin bildirdikleri hadis-i şerifte, Resûlullah (Mîraçta, Ömere verilecek olan köşkü gördüm)buyurdu. Makam-ı İbrâhîm için ve kadınların örtünmesi için ve Bedr gazâsında alınan esîrler için, Allahü teâlâ Hz. Ömerin sözüne uygun âyet-i kerime göndermiştir. Hâkimin bildirdiği hadis-i şerifte, (Allahü teâlâ kıyâmet günü evvelâ Ömere selâm verecektir) buyuruldu. Ebû Sa'îd-i Hudrînin bildirdiği hadis-i şerifte,(Cennette ümmetim arasında derecesi en yüksek olan budur) buyurarak, Ömeri gösterdi. Hz. Ömer, ömre yapmak için Resûlullahdan izin istedikte, izin verdi ve (Ey kardeşim, duâ ederken bizi unutma!) buyurdu. Abdüllah ibni Abbâsın bildirdiği hadis-i şerifte, (Ömer îman ettiği gün, Cebrâîl aleyhisselâm geldi ve melekler birbirlerine Ömerin müslüman olduğunu müjdelediler) buyurdu. Tirmüzîde yazılı Akabe bin Âmirin bildirdiği hadis-i şerifte, (Benden sonra Peygamber gelseydi, Ömer bin Hattâb Peygamber olurdu) buyuruldu. Tirmüzîde yazılı hadis-i şerifte, imam-ı Zeynel Âbidîn Ali, babası Hz. Hüseynden, o da babası Hz. Aliden haber veriyor: Resûlullah ile birlikte oturuyordum. Ebû Bekr ile Ömer geldiler.(Bu ikisi, Peygamberlerden başka, Cennette olanların en üstünleridir)buyurdu. İbn-i Mâcede, Enes bin Mâlik diyor ki, en çok kimi seviyorsun yâ Resûlallah denildikte, (Âişeyi) buyurdu. Erkeklerden kimi denildikte, (Âişenin babasını)buyurdu. Tirmüzîde yazılı, Huzeyfenin ve Abdüllah ibni Mes'ûdun bildirdikleri hadis-i şerifte, (Benden sonra Ebû Bekre ve Ömere iktidâ ediniz!) buyuruldu. Tirmüzîde Enes bin Mâlik diyor ki, Eshâb-ı kirâm otururlarken, Resûlullah da gelip aralarında otururdu. Ayağa kalkmalarına izin vermezdi. Hiçbiri Resûlullahın yüzüne bakamazdı. Yalnız Ebû Bekr ve Ömer bakarlardı. Resûlullah da onlara bakar, karşılıklı gülüşürlerdi. Hâkimin kitabında yazılı Huzeyfe-i Yemânînin bildirdiği hadis-i şerifte(Eshâbımı her memlekete gönderip sünnetlerin ve farzların heryerde öğretilmesini istiyorum. Îsâ aleyhisselâm da Havârîlerini bunun için göndermiştir) buyurdu. Ebû Bekri ve Ömeri de gönderirmisin denildikte, (Bu ikisini yanımdan ayırmam. Bunlar benim kulağım ve gözüm gibidirler) buyurdu. Abdüllah ibni Ömerin bildirdiği ve Tirmüzî ile Hâkimde yazılı hadis-i şerifte, Resûlullah mescide girdi. Sağında Ebû Bekr, solunda Ömer vardı. Ellerinden tutmuştu. (Kıyâmet günü kabirden böyle kalkarız) buyurdu. Hâkimin bildirdiği hadis-i şerifte, Ebî Ervâ diyor ki, Resûlullah ile oturuyorduk. Ebû Bekr ile Ömer geldiler. (Allahü teâlâya hamd olsun ki, beni bu ikisi ile kuvvetlendirdi) buyurdu. Tirmüzîde ve ibni Mâcede yazılı, Ebû Sa'îd-i Hudrînin haber verdiği hadis-i şerifte, (Cennette yüksek derecelerde olanlar, aşağıdan, gökteki yıldızlar gibi görünürler. Ebû Bekr ve Ömer onlardandır) buyuruldu.
Hadis âlimleri söz birliği ile bildiriyorlar ki, Ebû Mûsel-Eş'arî dedi ki, Resûlullah ile bir bahçede oturuyorduk. Birisi kapıya vurdu. Resûlullah (Kapıyı aç ve gelene Cennetlik olduğunu müjdele!) buyurdu. Kapıyı açtım. Ebû Bekr içeri girdi. Resûlullahın müjdesini kendisine söyledim. Kapı yine vuruldu. (Kapıyı aç ve gelene Cennetlik olduğunu müjdele!) buyurdu. Kapıyı açtım. Ömer içeri geldi. Ona da müjdeyi söyledim. Kapı yine vuruldu. (Kapıyı aç! Gelene Cennetlik olduğunu müjdele ve başına belâlar geleceğini de söyle!) buyurdu. Kapıyı açtım. Osman içeri girdi. Müjdeyi ve Allahü teâlânın kaderini kendisine söyledim. Allahü teâlâya hamd olsun. Kazalarda, belâlarda ancak Allahü teâlâya sığınılır dedi.
Hâkimde ve İmâm-ı Ahmedin Müsnedinde yazılı, Hz. Alînin haber verdiği hadis-i şerifte, (Başınıza Ebû Bekr geldiği zaman, onu dünyada zâhid ve âhırete râgıb bulursunuz. Başınıza Ömer geldiği zaman, onu kuvvetli, emîn ve Allah yolunda kimseden çekinmez görürsünüz. Başınıza Ali geldiği zaman, hâdi ve mühdî olur. Sizi doğru yola götürür bulursunuz) buyuruldu.
Tirmüzîde ve ibni Mâcede yazılı, Sa'îd bin Zeydin haber verdiği hadis-i şerifte,(On kişi Cennettedir: Ebû Bekr ve Ömer ve Osman ve Talha ve Zübeyr ve Abdürrahmân bin Avf ve Ali bin Ebî Tâlib ve Sa'd bin Ebî Vakkâs ve Ebû Ubeyde bin Cerrâh). Sa'îd bin Zeyd dokuz sahâbinin ismlerini saydı. Onuncusunun ismini söylemedi. Bunu sordular. Ebül A'ver diyerek kendisi olduğunu işaret eyledi.
İbni Mâcede ve Tirmüzîde yazılıdır ki, İrbât bin Sâriye diyor ki, Eshâb-ı kirâm toplanmıştık. Resûlullah buyurdu ki, (Allahü teâlâdan korkunuz. Başınızdaki emîr, Habeş köle olsa bile, itaat ediniz! Benden sonra müslümanlar arasında ayrılıklar olacaktır. O karışıklık zamanlarında benim sünnetime ve Hulefâ-i Râşidînin sünnetlerine sarılınız. Benim halîfelerim doğru yolu gösterirler. Onların gösterdiği yolda olunuz! Sonradan çıkarılan şeylerden sakınınız! Bid'atlerin hepsi dalâlettir, sapıklıktır). Resûlullaha senelerce hizmet etmiş olan Sefîne hazretleri diyor ki, Resûlullahdan işittim: (Benden sonra halîfelerim otuz sene benim yolumu yaşatırlar. Ondan sonra, ümmetimin başına melikler gelir) buyurdu. Ebû Bekrin hilâfeti iki sene, Ömerin hilâfeti on sene, Osmanın hilâfeti oniki sene ve Alînin hilâfeti altı sene oldu dedi.
Ebû Bekrin ve Ömerin üstünlüklerini ve Cennetlik olduklarını bildiren bunlar gibi daha nice hadis-i şerifler vardır. Eshâb-ı kirâmın ve Muhâcirlerin ve Bedr, Uhud, Bî'atür-rıdvân ve diğer gazâlarda bulunanların üstünlüklerini bildiren yüzlerce hadis-i şerif, bu iki halîfeyi de, medh ve senâ etmektedir.
Bu ümmetin en üstünü Ebû Bekr ve ondan sonra Ömer olduğunu, Eshâb-ı kirâm ve Tâbiîn-i izâm sözbirliği ile bildirmişlerdir. Hz. Ebû Bekr halîfe seçildikten sonra, Eshâb-ı kirâmdan hiçbiri buna karşı birşey söylemedi. Hz. Ebû Bekr, kendisinden sonra Hz. Ömerin halîfe olmasını vasıyet ettiği zaman, Eshâb-ı kirâmdan hiçbiri buna karşı birşey söylemedi. Abdürrahmân bin Avf, Hz. Osmanı halîfe seçerken, Şeyhaynın yolunda bulunmasını şart eyledi. Hazır olanların hiçbiri buna karşı birşey söylemedi. Ali, Osmanın kendinden daha üstün olmasına karşı oldu ise de, bu şarta karşı olmadı.
Hz. Ali halîfe iken çeşidli yerlerde, Şeyhaynın kendinden üstün olduklarını çok söylerdi. Bu sözüne karşı şüpheye düşenleri azarlardı. Eshâb-ı kirâmın büyükleri bunu işitirlerdi. Hiçbiri karşı gelmezdi. Buhârîde diyor ki, Enes bin Mâlik (Ebû Bekr, Resûlullahın en yakınıdır. Birçok yerde Resûlullahın ikincisi olmuştur. Başımıza onun gelmesi lâzımdır. Kalkınız ona bî'at ediniz!) dedi. Yine Buhârîde Enes bin Mâlik diyor ki, bir kimse, Resûlullaha kıyâmet alâmetlerini sordu. (Kıyâmet için ne hazırladın?) buyurdu. Hiçbirşey yapamadım. Yalnız, Allahü teâlâyı ve Onun Resûlünü çok seviyorum dedi. (Kıyâmette, sevdiklerinin yanında olursun!) buyurdu. Resûlullahın bu sözünü işitince çok sevindim. Ben de Resûlullahı ve Ebû Bekri ve Ömeri çok seviyorum. Onlar gibi olamadı isem de, bu sevgimin, beni onların yanında bulundurmasını istiyorum dedim.
Hz. Ali, (Allahü teâlâ Ebû Bekre rahmet eylesin. Kur'an-ı kerimi o topladı. Resûlullah hicret ederken, o hizmet eyledi. Ömer mescidlerimizi aydınlattığı gibi, Allahü teâlâ, Ömerin kabrini nûr ile aydınlatsın) diye duâ etti. Sâlim bin Ebil-Ca'd diyor ki, Necrânda kırkbin kişi barınıyordu. Hz. Ömer onları vatanlarından çıkardı. Hz. Aliye gelip, şefaat etmesini yalvardılar. Bunları kovdu. (Ömerin her işi doğrudur) dedi. Hz. Ali, Hz. Ömeri kötüleyici olsaydı, Necrânlılara karşılık olarak söylerdi. Hâlbuki söylemedi. Onu övdü. Ebû Ya'lânın haber verdiği rü'yâ tabîrinde, Hz. Hasen, Hz. Ömeri medh etmiştir. Hâkim, kitabında diyor ki, Abdüllah bin Câfer-i Tayyâr, (Ebû Bekr bize vâlî olduğu zaman, onu insanların en iyisi ve en merhametlisi bulduk) derdi. Zeyd-i Şehit, savaşa giderken, (Babalarım, Şeyhaynı çok severlerdi) demiştir. Hâkimin kitabında, Abdüllah ibni Abbâsın Hz. Ömeri öven sözleri uzun yazılıdır. İmâm-ı Ahmedin Müsnedinde, Hasen bin Zeyd diyor ki, babam Zeyd, babası Hasenden işiterek dedi ki, babam Hz. Aliden işittim. Dedi ki, Resûlullah ile oturuyordum. Ebû Bekr ile Ömer geldiler. Resûlullah, (Yâ Ali! Bu ikisi, Cennette bulunanların en üstünleridir. Peygamberlerden başka, bunlardan üstün kimse yoktur!)buyurdu.
Bir kimsenin başkasından eftal olması demek, birçok iyiliklerde ortak olup, birincisinde başka iyiliklerin de bulunması demektir. Bütün kemâlâtın kaynağı, Resûlullahın sohbetidir. Eshâb-ı kirâmın hepsi, bu sohbette bulunmakla şereflendiler. Böylece, bütün ümmetten üstün oldular. Ebû Bekr-i Sıddîk, sohbette hepsinden çok bulundu. Hepsinden üstün oldu. Şeyhaynde ayrıca, hakkı anlamak ve bildirmek üstünlüğü de herkesten çok idi. Abdüllah bin Mes'ûd diyor ki, Arabistân halkının bilgileri terâzînin bir kefesine, Ömerin ilmi de öteki kefesine konsa, Ömerin bilgisi ağır gelir. Bugün bilinen hadis-i şeriflerin hemen hepsinde Şeyhaynın rivayetleri vardır. Şeyhaynın bildirdiği hadisleri, yalnız râvîleri arasında Şeyhaynın ismleri bulunan hadisler sanmamalıdır. Kitaplarda bulunan Merfû' hadislerin hepsini Şeyhayn rivayet etmiş olup, bunları başka Sahâbîler irsâl eylemiştir. Şeyhayn, Eshâb-ı kirâmı, feth olunan memleketlere gönderdiler. Hadis-i şerifleri yaymalarını emreylediler. Hâkimin kitabında, Mûsâ bin Ali bin Rebâh haber veriyor: Hz. Ömer, hutbede dedi ki, (Kur'an-ı kerimde müşkili olan, Übeyy bin Kâ'ba sorsun. Helâlı haramı Mu'âzdan, Ferâiz bilgisini Zeyd bin Sâbitten, mal kazanmak yollarını da benden sorup öğreniniz!). (İstî'âb)kitabında diyor ki: Filistine ilk tâyîn edilen kâdı [yâni hâkim] Ubâde bin Sâmittir. Filistin vâlîsi olan Muaviye, kâdınin bir hükmünü beğenmedi. Beğeneceği gibi hükm etmesi için, sıkıştırdı. Ubâde, böyle yerde adalet yapılamaz diyerek, Medîneye geldi. Halîfe Ömer, isti'fâsını kabûl etmeyip, geri gönderdi. (Senin ve senin gibi emîn hâkimlerin bulunmadığı yerde adalet olamaz) buyurdu. Muaviyeye emir yazıp, (Ubâdenin işine karışma!) dedi. İstî'âb kitabında, Hasen diyor ki, (Halîfe Ömerin, fıkh öğretmek için, bizim memlekete gönderdiği on âlimden biri, Abdüllah bin Magfel idi). Dârimînin kitabında, Ömer bin Eşca' diyor ki, (Halîfe Ömer buyurdu ki, bir zaman gelir, Kur'an-ı kerime yanlış, bozuk mâna verenler görülür. Doğrusunu, hadis âlimlerinden öğreniniz! Çünkü, Kur'an-ı kerimi en iyi hadis âlimleri bilir). Dârimînin kitabında, Meymûn bin Mehrân diyor ki, (Hz. Ebû Bekre davâcı gelince, Kur'an-ı kerime göre hükm ederdi. Kur'an-ı kerimde bulamazsa, hadis-i şerife göre hükm ederdi. Hadis-i şeriflerde de bulamazsa, Eshâb-ı kirâma anlatır, Resûlullahın böyle davâya cevap verdiğini bilen varmı derdi. Sözbirliği ile cevap verilirse, hamd edip, öylece hükm ederdi. Haber verilmezse, Eshâbın büyüklerini toplar. Onlara anlatır. Sözbirliğine varırlarsa, öylece hükm ederdi). Hz. Ömer de, kâdı Şüreyhe, böyle yapmasını, hiç cevap bulamazsa, kendi ictihâdı ile hükm etmesini emreylemişti. Yine Dârimîde Abdüllah ibni Yezîd bildiriyor ki, (Abdüllah ibni Abbâsa birşey sorulunca, Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde bulamazsa, Hz. Ebû Bekrin ve Ömerin sözlerine uyarak cevap verirdi. Onların sözlerinde de bulamazsa, kendi ictihâdı ile söylerdi). Dârimîde, Huzeyfe buyurdu ki, fetvâ verecek kimsenin, mensûh ve nâsih olan âyetleri bilmesi lâzımdır. Bunları bilen kim vardır dediklerinde, Ömer-übnül-Hattâb onlardandır dedi. Dârimîde, Ziyâd bin Cedîr diyor ki, Hz. Ömerle konuşuyordum. İslâmiyeti yıkan şey nedir dedi. Siz söyleyiniz dedim. (Din adamlarının yanlış söylemesi ve münâfıkların bozuk fikirlerini âyet ile ve hadis ile isbâta kalkışarak müslümanları aldatmaları ve sapıkların hükm sahibi olmaları, İslâmiyeti yıkar) buyurdu. Yine Dârimîde, Amr bin Meymûn, Hz. Ömer ölünce ilmin üçte ikisi gitti dedi. Bunu İbrâhîme söylediklerinde, Ömer ilmin onda dokuzunu götürdü dedi. Dârimîde, Amr bin Ebû Süfyân dedi ki, Hz. Ömer (Bildiklerinizi yazarak, unutulmaktan koruyunuz!) buyurdu. Hadis ilminin temeli, Hz. Ömerin bu sözüdür.
Resûlullah zamanında ve Hz. Ebû Bekr zamanında açıklanmamış olan çok mes'ele vardı. Hz. Ömer, bunların hepsini icmâ'a bağladı. Bunlarda şüphe bırakmadı. Hz. Ömerin bildirmediği mes'elelerde kıyâmete kadar sözbirliği olmaz. Hz. Ömerin gayreti olmasaydı, İslâm âlimleri kıyâmete kadar güç durumda kalırlardı. İslâmiyetin bayrağını ellerinde yürüten Ehl-i sünnetin temeli, Hz. Ömer Fârûkûn sözbirliği yaptığı mes'elelerdir.
İmâm-ı Ahmedin (Müsned) kitabında, Abdürrezzâk diyor ki, İbni Cüreyhden daha iyi namaz kılan görmedim. İbni Cüreyh, böyle kılmağı Atâdan, o da Abdüllah bin Zübeyrden, bu da Ebû Bekr-i Sıddîktan, Ebû Bekr de Resûlullahdan görerek öğrendiler. Hz. Ebû Bekrin ve Hz. Ömerin, fıkhın bütün kollarındaki sözlerini, Şâh Veliyyullah-ı Dehlevî sayfalar dolusu naklediyor. Bunları okuyan insâflı kimse, her iki halîfenin islâm memleketlerini genişletmekteki hizmetleri gibi, islâm ilimlerini yaymakta da, büyük gayretleri ve hizmetleri olduğunu iyi anlar. Bunun içindir ki, Hz. Ali, (Ömerin buluşları hep doğrudur) buyurdu. Bir kere de, (Ömerin kamçısı, bizim kılıncımızdan daha faydalıdır) dedi. Hadis-i şerifte, (Zamanların en hayrlısı, benim zamanımdır. Sonra, bundan sonraki asırdır) buyuruldu. Eshâb-ı kirâm, kendilerinden sonra gelenler ile Resûlullahın arasında vâsıta oldukları için, onlardan üstün oldular. Her asrın müslümanları, sonraki asırlardakilere İslâmiyeti bildirmekle, onların üstâdları olmuşlar. Onlardan daha hayrlı, daha üstün olmuşlardır. Aynı asırda yaşıyanlar arasında da, öğretici olanlar, öğrettiklerinden daha üstündür. Şeyhaynın fadl-ı küllîsi buradan gelmektedir. İmâm-ı Ahmedin kitabında Hz. Ali buyuruyor ki, birisinden hadis işittiğim zaman yemin ettirirdim. Yemin edince kabûl ederdim. Yalnız Ebû Bekri hemen tasdik ederdim. Ebû Bekr dedi ki, Resûlullahdan işittim. Buyurdu ki,(Günah işlemiş kimse, abdest alır. Sonra iki rekât namaz kılar. Sonra istigfâr ederse, günahı affolur). Hz. Ömeri yaraladıkları zaman, Abdüllah bin Abbâs ziyâretine gelip, (Yâ Emîrel-müminin! Sana Cenneti müjdelerim. Herkesin inanmadığı zaman, müslüman oldun. Herkes Resûlullaha düşmanlık ederken, sen Onunla berâber cihâd ettin. Resûlullah, senden râzı olarak vefât etti. Senin halîfe olmana kimse karşı çıkmadı. Şehit olarak can veriyorsun) dedi.
Resûlullaha ilk îman eden adam, Ebû Bekr-i Sıddîktır. Hz. Ali îman ederken çocuk idi. Resûlullahın evinde ve himâyesinde idi. Hz. Ebû Bekrin Hz. Aliden de önce îman ettiğini bildirenler vardır. Îman ettiğini ilk önce herkese duyuran ve başkalarının da îman etmesine sebep olan, Ebû Bekrdir. Ebû Amrin (İstî'âb) kitabında, Afîrenin kölesi Ömer diyor ki, (Hz. Ali îman ettiğini babası Ebû Tâlibden bile sakladı. Ebû Bekr ise, îman ettiğini arkadaşlarına bildirip, onları da îman etmeye çağırdı). Şa'bî diyor ki, önce kimin îman ettiği, Abdüllah ibni Abbâsa soruldu. Hassân bin Sâbitin şiirini işitmedin mi dedi. Bu şiirde, (Resûlullahı tasdikte insanların birincisi Ebû Bekrdir) denilmektedir. Bu kasîde, Eshâb-ı kirâm arasında yayılmıştı. Bunu Hz. Ali de okurdu. Cerîr, Ebû Nadradan haber veriyor. Ebû Nadra dedi ki, Hz. Ebû Bekr, Hz. Aliye (Ben senden önce îman ettim dedi. Hz. Ali bunu red etmedi). Hz. Ebû Bekr îman ettiği zaman kırkbin dirhem gümüş parası vardı. Bunların hepsini Resûlullaha ve îman edenlere sarf etti. Îman ettikleri için işkence yapılan yedi köleyi bu paradan satın alıp âzâd etti. Resûlullah, Mekkede kaldığı onüç sene içinde, hergün sabah ve akşam Ebû Bekrin evine gelirdi. Bunu Buhârî haber veriyor. Hz. Hadîce vefât edince, Resûlullah çok üzüldü. Hz. Ebû Bekr, kızı Âişeyi elinden tutup, (Yâ Resûlallah! Kızımı zevceliğe kabûl buyur. Sana hizmet ederek hüznünü azaltsın) dedi. Resûlullah, Hz. Âişeyi Medînede kabûl buyurdu. Mîracı ilk tasdik eden, Ebû Bekr-i Sıddîktır. Resûlullah Mekkeden Medîneye hicret ederken, Hz. Ebû Bekr berâber gidip, gece gündüz hizmet etti. Bedr gazâsında Resûlullahın yanından ayrılmadı. Resûlullah, zafer için çok duâ etti. Ebû Bekr, duânın kabûl olduğunu anlayınca, (Yâ Resûlallah! Artık üzülme! Allahü teâlâ bize yetişir) dedi. Çok yerde, Vahy gelmeden önce, Eshâb-ı kirâma, böyle ilhâm olmuştur. Ezan için Abdüllah bin Zeydin rü'yâsı ve Hz. Ömerin kıyâsı da Vahyden önce olmuştu.
Uhud gazâsında, Hz. Ebû Bekr, Resûlullahı korumak için, son gayretle çalıştı. Hendek gazâsında hendeğin bir kısmını korumak vazîfesi Hz. Ebû Bekre verildi. Şimdi(Mescid-i Sıddîk), o kısmda bulunmaktadır. Hayber gazâsında birkaç kal'anın alınması için Ebû Bekr savaştı. Hâkimin kitabında, Berîde-i Eslemî diyor ki, Resûlullahda şakîka denilen başağrısı olduğu zaman, bir iki gün dışarı çıkmazdı. Haybere gelince, şakîka başladı. Çadırından çıkmadı. Bayrağı Ebû Bekr alıp şiddetli savaş yaptı. Resûlullah Mekkeyi alıp, Mescide girince, Ebû Bekr, babasını bağlı olarak Resûlullaha getirdi. Îman etmesini söyledi. Resûlullah, (Yâ Ebâ Bekr! Bu ihtiyârı buraya yormasaydın iyi olurdu. Biz onun evine giderdik) buyurdu. Ebû Bekr de, Yâ Resûlallah, onun senin ayağına gelmesi lâzımdır dedi. Resûlullah, Ebû Bekrin babasını, mübârek dizleri önüne oturtup, göğsünü sıvadı ve (Müslüman ol!) buyurdu. O da, hemen îman etti. Babasının ve oğullarının îman etmeleri, Eshâb-ı kirâm arasında Ebû Bekrden başkasına nasip olmadı.
Hicretin dokuzuncu senesinde, Resûlullah Hz. Ebû Bekri hac için emîr yaptı. Hz. Alînin oğlu Muhammed bin Hanefiyye diyor ki, (Ebû Bekr hacca gittikten sonra,(Berâet) sûresi indi. Hz. Aliye okuyup, bunu Nahr günü Minâda hâcılara oku buyurdu. Hz. Ebû Bekr, Mekkede Hz. Aliyi görünce, Emîr olarak mı, yoksa memur olarak mı geldin dedi. Hz. Ali de, memur olarak geldim dedi. Hz. Ebû Bekr, herkese hac vazîfelerini yaptırdı. Nahr günü gelince, Hz. Ali hâcılara ezan okuyup, Berâet sûresini ve Resûlullahın emirlerini okudu).
Vedâ' haccında, Resûlullahın eşyası ile Ebû Bekrin eşyası bir devede idi. Resûlullah hasta olunca, mescide geldi. Uzun hutbe okudu. Önce, Uhud şehitleri için duâ ve istigfâr etti. Sonra, (Allahü teâlâ, bir kulunu dünyada kalmak ile âhırete gitmek arasında serbest bıraktı. O da, Allahü teâlânın nîmetlerine kavuşmağı istedi) buyurdu. Bu sözlerin, Resûlullahın yakında vefât edeceğini gösterdiğini yalnız Ebû Bekr anlayıp ağladı ve (Yâ Resûlallah sen ölme! Senin yerine biz ölelim. Çocuklarımız ölsünler!) dedi.
Hz. Ömer, Resûlullahdan önce, yirmi Sahâbî ile birlikte, Medîneye hicret etti. Hz. Ebû Bekrin müşâviri ve kâdîsi idi. İlk islâm hâkimi Hz. Ömerdir. Resûlullahın iki işi vardı. Biri Kitabı ve Sünneti öğretmek idi. İkincisi, tedbîr-i menzil ve siyâset-i medîne idi. Yâni islâmiyeti yürütmek, yaptırmak idi. Hz. Ömer halîfe olunca, bu iki vazîfeyi tam yaptı. Resûlullah, rü'yâsında, bir kadeh sütten içti. Artanını Hz. Ömere verdi. Bunu ilim ile tabîr buyurdu. Hz. Ömerin, zamanının en âlimi olduğunu, Eshâb-ı kirâm sözbirliği ile bildirdiler. Onun halîfe olması, Allahü teâlânın müslümanlara büyük rahmeti oldu. Hicretin onbeşinci senesinde Hums şehri alınınca, rum kayseri Heraklius buradan Kostantiniyyeye [yâni İstanbula] kaçtı. Kadsiye muhârebesinde yedibin müslüman, altmışbin mecûsî aceme gâlib geldi. Onaltıncı senede Haleb ve Antakya sulh ile alındı. Bu senede Ebû Ubeyde, Kûfe şehrini yaptı. Hz. Ömer, Beyt-ül-mukaddese geldi. Yirmibirinci senede, Mısr alındı ve Nehâvend zaferi kazanıldı. Yirmiikinci senede, Mugîre bin Şu'be, Azerbaycânı ve Amr ibni Âs, Trablusgarbı aldı.(Ravdat-ül-ahbâb) da diyor ki, Hz. Ömer zamanında binotuzaltı büyük şehir alındı. Dörtbin câmi yapıldı. Dörtbin kilise harap oldu. Cuma namazı için bindokuzyüz minber yapıldı. İlk islâm ordusunu kuran, asker talim ve terbiye eden, Hz. Ömerdir.
Peygamberler, bütün insanlara rahmet olarak gönderilmişlerdir. Cehâleti ve zulmü kaldırmışlardır. Bu hayr ve rahmet, Şeyhayn zamanında da tam hâsıl oldu. Halîfelik de bu demektir. Tarih gösteriyor ki, Şeyhaynden sonra, hiç kimse bu dereceye çıkamadı. Ayrılıklar, kan dökülmesi başladı. Şeyhayn, islâmiyeti en zayıf hâlden, en kuvvetli hâle yükselttiler. Bu hizmet, başkalarına nasip olmadı. Şeyhayn zamanında icmâ yapılan bilgilerin hiçbirinde dört mezhep arasında ayrılık yoktur. Onların bildirmediklerinde ihtilâflar hâsıl olmuştur. Bu sözümüzü, üsûl âlimleri anlar. Câhil din adamları anlamaz.
Her müslüman düşünmeli! Kâfirden, mecûsîlerden kendisini ayıran şeref nedir? Bu şereflerin birincisi, Kur'an yoludur. Kur'an-ı kerimi toplıyan, Şeyhayndır. Akâ'id ve fıkh bilgilerini toplıyan, icmâ bilgilerini ortaya koyan, gizli kalmış bilgileri açıklıyan ve Eshâb-ı kirâmı toplayıp Kıyâs yapan, Hz. Ömerdir. Her şehre Kur'an hâfızı ve hadis âlimi tâyîn etti. Bugün bilinen İslâm ilimlerinin hepsini, Şeyhayn ortaya koydu. Arabı, acemi hidâyete getiren, Şeyhayndır. Arab ve acem de, bütün insanların hidâyete kavuşmasına, medeniyete ermelerine vâsıta oldu. Bunu kimse inkâr edemez. Şeyhayna bütün insanlar minnettârdır. Bunu anlıyamamak, güneşi görememeye benzer.
Ehl-i sünnet âlimleri, Şeyhaynın üstün olduğunu, iki dâmâdı da sevmek lâzım olduğunu bildirdi. Çünkü müslümanın birinci vazîfesi, Kur'an-ı kerime ve hadis-i şeriflere uymağı istemektir. İkinci vazîfe, bunları öğrenmektir. Bunları öğrenmezse, islâmiyete uyamaz. Mülhid olur. Bu bilgileri toplıyan, ortaya koyan, Şeyhayndır.
Dört mezhepten birinde bulunan kimse, kendi mezhebi imamının daha üstün olduğunu bildirmeye çalışır. Böyle bilmezse, o mezhebe uyması sahih olmaz. Bunun gibi, Kur'an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri ortaya koyanların ve her ikisinin mânalarını bildirenlerin üstün olduklarına inanmıyan kimse, onların bildirdiği dîne uymuş olamaz. Şî'îlere göre halîfenin bütün ümmetten eftal olması ve mâsum olması ve Allahü teâlâ ve Resûlullah tarafından seçilmiş olması lâzımdır. Bu sözleri hem doğru, hem de yanlış mânaya çekilebilir. Bütün ümmetten üstün olmak, Peygamber vekîli olan halîfeler için sahihdir. Çünkü, bunlar, âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden mâna çıkarır ve islâmiyeti bildirirler. İslâmiyeti heryere yayarlar. Bunlar bütün ümmetten üstün olmazsa, yaptıklarına güvenilmez. Mâsum yerine mahfûz demek lâzımdır. Yâni Allahü teâlâ onları korur ve kuvvetlendirir. Allah ve Resûlü tarafından seçilmek yerine de, nass ile işaret olunmak demek lâzımdır. Ehl-i sünnet vel-cemaat böyle söylemiştir. Böylece Şeyhaynın, hattâ dört halîfenin hak halîfe olduklarını bildirmişlerdir. İslâmiyetin başlangıcında halîfelerin böyle olması lâzımdır. Çünkü, islâmiyeti kurdular ve heryere yaydılar. Dört halîfeden sonra gelenler ise, (Melik-i adûd) idi. Devlet ve hükûmet reîsi idiler. İlm başka ellerde idi. Müftîler de böyledir. İlk zamanlarda, müftîlerin âlim olması lâzım idi. Şimdi ise müftî olmak için, eskilerin kitaplarını okuyup anlıyabilmek kâfîdir. Mâsum olmak da, âdet olarak yapılan işlerde mâsumluktur. Çünkü, şimdi insanların muameleleri, kazanmaları, geçimleri âdete göredir. Akla dayanan temel bilgilere göre değildir.
Hz. Osman da, hakîkî halîfedir. Resûlullahın halası olan Bîda, Hz. Osmanın anasının anasıdır. Câhiliyyet zamanında zinâ ve içki ile hiç kirlenmedi. İlk îmana gelenlerdendir. Dinden çıkarmak için amcasının yaptığı işkencelere dayandı. Resûlullahın iki kızı ile evlenmek şerefine kavuştu. Allah yolunda evini, barkını, malını, mülkünü ve ticâretini bırakıp Habeşistana hicret etti. Sonra Medîneye de hicret etti. Kur'an-ı kerimi toplıyan Muhâcirlerden birisidir. Vazîfe ile başka yere gönderildiği için, Bedr, Uhud gazâlarında ve Hudeybiyye bî'atinde bulunmadı. Diğer bütün gazâlarda bulundu. Bedr zamanında Medînede Resûlullahın sevgili kızının tedâvîsine çalışması emrolunmuştu. Bedrde bulunanların sevabına ve ganîmetine kavuşacağı bildirilmişti. Uhudda bulunmıyanların affoldukları, âyet-i kerime ile bildirilmiştir. Hudeybiyyede Osmanın Allah işinde ve Resûlullah işinde olduğu hadis-i şerifte bildirildi. Resûlullah kendi mübârek eline, Osmanın elidir diyerek öteki eli ile müsâfeha etti. Eshâb-ı kirâmı susuzluktan kurtarmak için bir kuyu satın aldı. Tebük gazâsında dokuzyüzelli deve ve elli at ve sayısız para vererek yardım yaptı. (Osmana bugünden sonra yapacakları hiç zarar vermez) hadis-i şerifi ile şereflendi. Resûlullah, (Mescidimizi genişletene, Cennette daha iyisi vardır) buyurunca, etrâfındaki altı arsayı satın alıp mescide ekledi. Resûlullah, Ebû Bekr ve Ömer ve Osman ile (Sübeyr) dağının üstünde iken zelzele olunca, (Ey Sübeyr! Sallanma! Üzerinde Nebî, Sıddîk ve Şehit var!) buyurdu. Böylece Ömer ve Osmanın şehit olacaklarını müjdeledi. Bir hadis-i şerifte, halîfe olacağı bildirilerek, (Allahü teâlâ sana bir gömlek giydirir. Onu çıkartmak isterlerse, çıkarma!) buyuruldu. Kur'an-ı kerimi toplamak ve yer yüzüne yaymak şerefi ona nasip oldu. Kâbile kadar Asya ve İstanbula kadar Anadolu, onun zamanında müslüman oldu. Resûlullah, Hz. Osmanın boynuna sarılarak, (Sen benim dünyada ve âhırette sevgilimsin!)buyurdu. Talhaya karşı da, (Ey Talha! Her peygambere ümmetinden biri arkadaş olacaktır. Benim Cennette arkadaşım Osmandır) buyurdu.
Dinleri, îmanları zayıf olan birçok kimse, Mısrdan Medîneye geldi. Bunlar Eshâbdan ve Tâbiînden değildi. Eshâb-ı kirâma karşı kin besliyorlardı. Üç şeyden birini kabûl etmesi için Hz. Osmanı sıkıştırdılar. Hilâfetten çekil veya âmirlerin, vâlîlerin tâyîn ve azl edilmelerini bize bırak. Yâhut seni öldürürüz dediler. Hz. Osman, Resûlullahın vasıyetine uyarak, halîfelikten çekilmedi. Tâyînleri onlara bırakmak da, hilâfet vazîfesini bırakmak olacağından, buna da râzı olmadı. Mısrlılar halîfenin evini sardılar. Medînede bulunan Eshâb-ı kirâmın bir kısmı, işin ölüme varacağını zannetmedi. Mısrlıları geri gidecek sandılar. Bir kısmı da, azgınlara karşı koyacak güçte değildi. Osman Âdem aleyhisselâmın iki oğlundan hayrlısının yolunu tuttu. Sıkıntılara katlandıktan sonra şehit edildi. Bu habere Eshâb-ı kirâm çok üzüldü. Başka felaketler de başlamasın diye harekete geçtiler. Mısrlılar korkarak, kurtuluşu Hz. Aliyi halîfe yapmakta buldular. Eshâb-ı kirâm da, buna karşı gelmediği için, Hz. Ali halîfe seçildi. Eshâb-ı kirâmdan Hz. Âişe, Talha, Zübeyr ve Benî Ümeyyeden birçoğu, kâtilleri yakalamak için, arkalarından Basraya gitti. Halîfe seçimi, kâtillerin öncülüğü ile yapıldığı için fitneli seçim dediler. Halîfe de arkalarından gitti. Mısrlılar halîfenin etrâfında idi. Anlaşma olamadı. Halîfe Kûfeye gitti. Asker toplayıp, Basraya yürüdü. Cemel vak'ası oldu. Bunun üzerine Şâm vâlîsi Muaviye işe karıştı. Sıffîn harbi başladı ise de, iki tarafın hakemleri Hz. Muaviyeyi halîfe yaptı. Eshâb-ı kirâmın çoğu ve müslümanların çoğu buna uydu. Niyeti bozuk olan fitneciler (Harûrâ) denilen yerde toplandı. Hz. Ali bunların üzerine yürüyüp, bu (Hâricî)leri öldürdü. Kurtulanlarından [Abdürrahmân ibni Mülcem isminde] biri, Hz. Aliyi, sabah namazına giderken şehit eyledi.
İslâm âlimlerine göre, Hz. Osmanın şehit edilmesinde, Hz. Alînin bir ilişiği yoktur. Bunu kendisi de çeşidli hutbelerinde söylemiştir. İmâm-ı Nevevî buyuruyor ki, (Hz. Osman, hak halîfe idi. Zulüm olunarak şehit edildi. Fâsıklar tarafından şehit edildi. Bu zulme hiçbir Sahâbî karışmamıştır. Alçaklar, Mısrdan geldi. Medînedeki Sahâbîler bunlara karşı koyamadı. Hz. Alînin hilâfeti de, sözbirliği ile sahihdir. O hayatta iken başka bir halîfe yoktur. Hz. Muaviye de âdildir, üstündür. Eshâb-ı kirâmdandır. Aradaki savaşlar, şüphe üzerine oldu. Taraflardan herbiri, kendinin hak yolda olduğunu bilmişti. Bu harbler, hiçbirinin adaletten düşmesine sebep olmamıştır. İctihâdda ayrıldılar. Bunların hâli, mezhep imamlarının ayrılmaları gibidir. Bu ayrılıkları, hiçbirini sevmemeye sebep olmamıştır). Bu muhârebeler zamanında, Eshâb-ı kirâmın ictihâdları üç türlü oldu: Birinci kısm, Hz. Alînin hilâfetini haklı gördü. Karşı tarafı bâğî bildi. Bunlara, bâğîlerle harp etmek vâcib oldu. İkinci kısm, karşı tarafı haklı gördü. Hz. Aliyi bütün müslümanlar seçmedi. Medîne ehâlîsi de zor ile, korku ile kabûl etti. Kûfeliler ise, ictihâd ile değil, kötü maksat ile katıldı dediler. Üçüncü kısm, bir tarafı tercîh edemedi. Bunların harbe karışmamaları vâcib oldu. Çünkü, bâğî olmıyan müslüman ile harp etmek helâl değildir.
Abdülkâdir-i Geylânî (Gunye) kitabında diyor ki, (İmâm-ı Ahmed bin Hanbel, Hz. Talhanın ve Zübeyrin ve Hz. Âişenin ve Hz. Muaviyenin muhârebelerini konuşmamalıdır. Çünkü, Allahü teâlâ, kıyâmet günü Eshâb-ı kirâm arasında hiçbir geçimsizlik bulunmayacağını, Cennette karşılıklı oturup sohbet edeceklerini bildirmektedir dedi. Hz. Ali, bu muhârebelerde hak üzere idi. Çünkü, kendinin sahih halîfe seçildiğine inanıyordu. Kendine karşı olanlara bâğî diyordu. Onlarla harp etmesi câiz oldu. Hz. Ali ile harp eden Hz. Muaviye ve Talha ve Zübeyr ise, şehit edilen halîfenin kâtillerine kısâs yapılmasını istiyorlardı. Kâtillerin hepsi, Hz. Alînin askeri içinde idi. Müslümanların, bu büyüklerin işine karışmamaları, işin çözülmesini Allahü teâlâya bırakmaları lâzımdır).
Hadis-i şerifte (Ammâr bin Yâseri bâğîler şehit edecektir. Onları Cennete çağırır. Onlar ise, onu Cehenneme çağırmaktadır) buyuruldu. Hadis-i şeriften bu fakir [yâni Şâh Veliyyullah Ahmed Sâhib Dehlevî] şöyle anlıyorum ki, (Hz. Ali, zamanının en üstünü idi. En üstün olan halîfe seçilirse, islâmiyet daha iyi yürütülür. Başkası halîfe olursa, islâmiyetin yürütülmesinde gevşeklik olur. Birincisinde millet Cennete, ikincisinde Cehenneme sürüklenir. Ammâr bin Yâser birincisini istiyordu. Hadis-i şerifi böyle anlamak, Hz. Alînin şerefini arttırmakta, karşı taraftakileri de Mâzur göstermektedir). Peygamberimiz (Müctehid bâzan doğruyu bulur. Bâzan da yanılır) buyurdu. Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden Sa'd bin Ebî Vakkâs ve Abdüllah bin Ömer ve Üsâme bin Zeyd ve Ebû Mûsel Eş'arî ve Ebû Mes'ûd ve daha birçok Sahâbî bu muhârebelere katılmadı. Bunlar (Fitne zamanında oturunuz!), yâni fitneye karışmayınız hadis-i şerifine uydular. Fakat bunların hepsi, Hz. Aliyi çok sever ve çok överlerdi ve hilâfete lâyık olduğunu söylerlerdi. Bazısının sözleri, onun hilâfete hakkı olmadığını değil, halîfe seçilmesinde uygunsuzluk bulunduğunu göstermektedir.
Tenbîh: Çok kimseler sanıyor ki, Eshâb-ı kirâmdan bu muhârebeye katılmıyanlar, (Müslümanlarla harp etmeyiniz!) emrine uymuşlardır. Hâlbuki bu emr, hükûmete karşı harp etmeyiniz demektir. Harbe karışanlara gelince, bunlara göre, hükûmete yardım etmemek, fitne, fesat çıkmasına sebep olur. Fesatı önlememiz emrolundu dediler. Bu fakirin anladığına göre, fesatı önlemek, cana kıymadan ve karışıklık çıkarmadan yapılamaz. Bunun için şartlarına uygun olmadan seçilmiş olan halîfe ile birlikte harp etmemeli ve böyle halîfeye karşı gelmemelidir.
Resûlullah, firâset nûru ile anladı ki, bu fesat durmıyacaktır. Bunun için,(Benden sonra fitneler olacaktır. O zaman oturanlar, fitneye karışanlardan iyidir) buyurdu.
Allahü teâlânın âdeti şöyledir ki, sevdiği kullarından herbirini bir üstünlükle, ötekilerinden ayırmıştır. Hz. Ebû Bekrin merhameti, Hz. Ömerin şiddeti, sertliği fazladır. Dâvûd ve Süleymân devlet reîsi idiler. Îsâ ve Yûnüs ve Yahyâ ise, yalnızlığı severlerdi. Hassân bin Sâbit, şiir ile Resûlullahı överdi. Bu yoldan Cennet ile müjdelendi. Ubeyy bin Kâ'b Kur'an-ı kerimi ezberlemekte, Abdüllah bin Mes'ûd, fıkh bilgilerinde, Hâlid bin Velîd savaşmakta meşhûr oldu. Sevgi ve ihlâs ile sohbette ençok bulunmak ve kendini Resûlullahın rızası için her an feda etmek ve Resûlullah için ve İslâmiyeti yaymak için canını, malını ve makamını feda etmek üstünlüğü de ençok Hz. Ebû Bekre ihsân edildi. İslâmiyeti yaymak, Hz. Ömere nasip oldu. Her sıkıntıda mal ile imdâda yetişmekte ve hayâda ve gadabını yenmekte ve tahâret, kırâet ve fakirlere yardımda, Hz. Osman cümleden ileri idi. Resûlullahın kanından olmak, Onun elinde büyüyüp, terbiyesi ile yetişmek, cesaret, zühd, verâ ve zekâ ve fesâhatta Hz. Ali, hepsinden ileri idi. Resûlullah, Eshâbının bu üstünlüklerini bildirmiş ve herbirini övmüştür.
Resûlullah, tercümân-ı gayb idi. İlerde olacak şeyleri haber verirdi. Eshâbının yapacakları üstün vazîfeleri bildirirdi. Hepsi, dediği gibi oldu. Olmıyacak şeyi haber verdiği hiç görülmedi. (Hilâfet, Alînin ve çocuklarının hakkıdır) demek doğru değildir. Böyle bir hak bildirilmiş olsaydı meydana gelirdi. Hilâfeti onlar alır, ellerinden kimse kapamazdı. Halîfe olmamaları, Resûlullahın haber vermemiş olduğunu gösteriyor. Haber diye söylediklerinin hep yalan olduğunu isbât ediyor.
Resûlullah, herkesin hakkını gözetmekte, herkesten ileride idi. Bunun için, Hz. Abbâsı (Amca, baba gibidir) diyerek övdü. Hz. Fâtıma için (Onu üzen, beni üzmüş olur) buyurdu. Hz. Ebû Bekr için, (Niçin arkadaşımı inciterek, benim hâtırımı saymıyorsunuz?) buyurdu. Hz. Ali için, (O bendendir. Ben de ondanım) ve (Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır) buyurdu. Aklı ve insâfı olan kimse, akrabâlık bakımından olan övmek ile, dinde üstünlük ve hilâfete liyâkat bakımından olan övmeyi birbirine karıştırmaz. (Ben ondanım. O da bendendir) sözü akrabâlık bakımındandır. Akrabâlık hakkını yerine getirmektir. (Fadl-i küllî)yi, yâni her bakımdan üstün olmayı bildirmez. Çünkü, bu sözler, Hz. Ali ve Hz. Fâtıma için söylenildiği gibi, Hz. Abbâs için de söylendi. Hattâ, Ebû Lehebin kızı olan Dürre için de söylendi. İmâm-ı Ahmed bin Hanbelin kitabında Dürre diyor ki, (Âişenin odasında idim. Resûlullah geldi. (Abdest alacağım su getirin!) buyurdu. Âişe ile leğen ve ibrik getirdik. Abdest aldı. Bana dönüp, (Sen bendensin. Ben de sendenim!)buyurdu). Bu sözün, akrabâlık hakkı için olduğu, üstünlüğü göstermek için olmadığı, buradan pekiyi anlaşılmaktadır.
Resûlullah, çok kimse için (seviyorum) buyurdu. Hâle, vakte ve o kimseye göre, bu söze başka başka mânalar verilmiştir. Zaten sevmek çeşit çeşit olur. Zevceyi, evladı, arkadaşı, üstâdı sevmek birbirine benzemez. İnsan birini sever. Başka bakımdan, diğer birini daha çok sevebilir. Bunun içindir ki, Resûlullah, (Âişeyi çok seviyorum) buyurdu. Başka bir yerde (Üsâmeyi çok seviyorum) dedi. Üçüncü bir yerde (Ebû Bekri çok seviyorum) dedi. Dördüncü bir yerde de (Aliyi çok seviyorum) buyurdu. Bu sevgilerin başka bakımlardan oldukları meydandadır.
Bir kimsenin başkasından daha üstün olması, aynı üstünlüğün onda daha çok bulunması demektir. Bu çokluk, bir üstün sıfatın bütününde olacağı gibi, parçalarında da olabilir. Birinde bir parçası, ötekinde başka parçası bulunabilir. Meselâ cesaretin bir kısmı, pehlivânın, [sporcunun] cesaretidir. Bir kısmı da, hükûmet reîsinin cesaretidir. Melikin cesareti, pehlivânın cesaretinden elbet daha kıymetlidir. İlm sıfatının kolları çoktur. Suâli iyi anlamak, bunu başka mes'ele ile karıştırmamak bunlardan bir parçadır. Zühd de iki kısmdır: Evliyânın zühdü, haramlardan sakınmaktır. Peygamberlerin zühdü ise, islâmiyeti yaymaktan başka birşey düşünmemektir.
İslâmiyetin yayılması, Kur'an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri yaymakla olur. Peygamberimiz bunun için, Eshâb-ı kirâm arasında bazılarının Kur'an hâfızı ve ilmi çok olduğunu bildirerek, bunlardan öğrenilmesini diledi. Bu övmeler, onlar için diploma gibi oldu. Bunları sözlerinden tanıyamıyanlar, bu sûretle tanıdılar. Eshâb-ı kirâmın âlimlerinden hepsi, bu üstünlükte ortaktırlar.
Mekkenin fethinden önce, Allah yolunda mal verenlerin ve cihâd edenlerin daha üstün olduklarını Kur'an-ı kerim bildiriyor. Eshâb-ı kirâm, bu âyet-i kerimenin Ebû Bekr-i Sıddîk için geldiğini bildiriyor. Çünkü, herkesten önce mal veren ve cihâd eden o idi. Bu vazîfeyi bütün ömrünce yaparak, sonra başlıyanlardan veya önce başladı ise de, şehit olarak uzun zaman yapmak nasip olmıyanlardan daha üstün oldu.
Bir hadis-i şerifte, (Benden sonra Ebû Bekre ve Ömere uyunuz!) buyuruldu. Uyulacak kimsenin âlim olması lâzımdır. Hz. Ömer, bir suâl sorulunca, Eshâb-ı kirâmın âlimlerini toplar. Sözbirliği sağlardı. Hz. Ali zamanında böyle olmadı. O, keskin zekâsı, derin bilgisi ile hemen cevap verirdi. Hatîb ve edîb olduğu için, sözlerini yanlış anlıyanlar da olurdu. Hattâ, Hz. Osmanın şehâdeti ile ilişiği olduğunu anlayanlar da oldu. Fıkhda, Müt'a nikâhının haram olmasını ve ayakları yıkamanın farz olduğunu ve birçok mes'eleleri bildiren ince sözlerini yanlış anlıyanlar çok oldu. Âlimler arasında ayrılıklara sebep oldu. Hz. Ömerin, sözbirliği yaparak verdiği cevaplar ise, iyi anlaşıldı. Dört mezhep bilgilerine esas oldu. Meselâ, (Kur'a çekmek), hakları müsâvî kimseler arasından birini seçmek için yapılır. Birisini haklı göstermek için yapılmaz sözünü Ömer söylemiştir.
İmâm-ı Alînin sözlerini (Ehl-i sünnet) ve (İmâmiyye) ve (Zeydiyye) fırkaları incelemiştir. Herbiri başka türlü anlamıştır. Zeydiyye ile İmâmiyye, evliyâlığı inkâr etti. Şeyhayn zamanında, müslümanlar arasında ayrılık olmadı. Hep birlikte kâfirlerle cihâd ettiler. Ali zamanında ayrılıklar olunca, kâfirlerle döğüşmeyi bırakıp birbirlerini kırmaya başladılar. Hz. Ali, fitneyi önliyemedi. Hattâ, hilâfeti de elinden kaçırdı.
Suâl: İlk iki halîfe zamanında Eshâb-ı kirâm çoktu. Halîfeye yardımcı oldular. Hz. Ali zamanında, Eshâb-ı kirâm azaldı. Çeşidli memleketlerde yeni îman eden câhiller, sapık kimseler fitne çıkardı. Bu fitneleri ilk iki halîfe de önliyemezdi. Bu bakımdan üstünlüklerini söylemek doğru olur mu?
Cevap: Allahü teâlânın feyzleri, nîmetleri, fark gözetmeksizin herkese gelmektedir. Fakat, Allahü teâlânın âdeti şöyledir ki, feyzlerini, nîmetlerini bir sebeple, bir kimse ile gönderir. Bu sebebin, o nîmete vâsıta olabilmesi lâzımdır. İyiliğe sebep olanın iyi olduğu, felakete, azâba sebep olanın iyi olmadığı anlaşılacağı gibi, iyiler arasındaki üstünlük dereceleri de, buradan anlaşılır. İlk halîfe zamanında, câhil ve sapık, bozuk kimseler yoktur demek doğru değildir. Resûlullah vefât eder etmez, Arabistân halkının çoğu irtidâd etti. Eshâb-ı kirâmdan kendilerine vazîfe ile gelmiş olanları şehit ettiler. İki halîfenin tedbîr ve gayretleri, büyük bir felaketi önledi. Aklı olan kimse, bu hâdiselere tesâdüf diyemez. Takdîr-i ilâhî böyle imiş diyerek, hizmetleri inkâra kalkışmak da, Emr-i mârufü ve Nehy-i münkeri inkâr etmek olur. Hz. Alînin üstünlüğünü inkâr etmeye de yol açar.
Suâl: Hz. Alînin müslümanlarla harp etmesi, hakkı savunmak idi. Bâtılı yok etmek için idi. Bunun için, bu harbleri de cihâd sayılmaz mı?
Cevap: Hz. Alînin hak için, iyilik için uğraştığı ortadadır. Bunun için ona bir leke sürülemez. Fakat, bu savaşları Resûlullahın emri ile yaptı demek doğru değildir. Çünkü, onun fitneleri bastırması takdîr edilmiş olsaydı, Resûlullah ona emrederdi. O da, bu hayrlı işe sebep olurdu.
Bilindiği gibi, Şâmın ve Irâkın feth olunacağını haber vermişti. Bunun için, iki halîfenin bu çalışmaları meyveli oldu. Bu fesatlar ise, kaldırılamadı. Alînin söndürmek için aldığı tedbîrler, fitneyi daha da körükledi. Allahü teâlâdan Resûlüne vaat edilmiş olmadığı anlaşılmaktadır. Hz. Alînin hâricîlerle harp etmesi, öyle değildir. Resûlullah, bu muhârebesini bildirmiş ve zafer kazanacağını müjdelemişti.
Şeyhayn zamanında fıkh bilgilerine uymakta ve ihsân ve tarîkat denilen marifetleri almakta müslümanlar birlik hâlinde idi. Kusuru olanları halîfe cezâlandırırdı. Hâlbuki, kendileri gibi, onların çoğu da, Resûlullahın sohbetinde bulunmuşlardı. Sa'd ibni Ebî Vakkâs evinin kapısını acemler gibi yaptırınca, Hz. Ömer yıktırdı. Hâlid bin Velid gibi ünlü bir kumandanı azl eyledi. Mısr vâlîsi Amr ibni Âsı payladı. Hz. Ali zamanında, halîfeyi kabûl etmekte bile ayrılıklar oldu. Hz. Osmanın kâtillerine kısâs yapmaktaki ve halîfelik için Hz. Muaviyenin hakem talebini kabûl etmesindeki fikirlerini müslümanların çoğuna kabûl ettiremedi. Şeyhaynın sohbetinde bulunanlar, Sahâbî olmasalar bile, islâmiyete uyar, kalblerini temizlerlerdi. Hz. Alînin yanında bulunanların çoğu ise, asker idi. Kalbleri bozuktu. Kendisini bile sevmiyenler vardı. Halîfe minberde bunlardan şikâyet ederdi. Hz. Hasene cefâ edenler ve Hz. Hüseyni vahşice şehit edenler, hep Kûfe ehâlîsinden oldu. Halîfeyi sevenlerin çoğu da, bu sevgide taşkınlık yaptı. Hz. Ali, bunlardan da şikâyet ederdi.
Suâl: Hz. Alînin ruhaniyeti çoktu. Melek gibi idi. Onun için insanlarla anlaşamadı. Şeyhayn ise, herkes gibi insandı. Benzerleri ile kolay anlaştılar. Resûlullaha akrabâları bile inanmadı. Bu kusur, Resûlullaha değil, inanmıyanlara âid oldu?
Cevap: Ehl-i sünnet âlimlerine göre Hz. Ali için hiçbir kusur söylemek câiz değildir. Biz bu kitapta, Ehl-i sünnete uyarak, kusur değil, üstünlük farklarını belirtmek istiyoruz. Allahü teâlâ, Habîbine münâfıklarla müdârât etmesini, câhillere ince mes'eleleri anlatmamasını, herkesin hâline uygun davranmasını emreyledi. Böylece, onları terbiye etmek, feyz vermek kolay oldu. Allahü teâlâ, zaten bunun için, Peygamberleri insan olarak gönderdi. Melek olarak göndermedi. Halîfeler içinde de böyle olan, elbet daha üstün olur. İslâmiyeti yayması ve insanları terbiye etmesi başarılı olur. Her ne şekilde olursa olsun, böyle yapmaya mani olan şeyler, hattâ şiddet, verâ, edebiyat, halktan uzaklaşmak gibi kıymetli şeyler bile, halîfenin derecesini azaltır. Hayr ve hasenât yapanların kazandığı sevaplar, bunların üstâdlarına da ve sebep olanlara da verilir. Bu bakımdan da Şeyhaynın, Aliden üstün olması lâzım gelmektedir.
Hicretten evvel kâfirler Resûlullaha ve müslümanlara akla gelmedik eziyyet ve işkence yaptılar. Hz. Ebû Bekr ile Hz. Ömer onlara karşı çıktı. Hz. Ali o zaman çocuktu. Hicretten sonra Hz. Ali düşmanla dövüşmekte, Şeyhayn da Resûlullah ile meşveret etmekte daha ileri oldular. Resûlullahın vefâtından sonra, Şeyhayn zamanında, İslâmiyetin yayılması, memleketlerin alınması, o kadar çok ve o kadar çabuk oldu ki, hiçbir zaman ve hiçbir yerde böyle te'sîrli ve devamlı başarı görülmemiştir. Ali zamanında ise, hiçbir şehir alınmadı. Hattâ cihâd tamamen durdu.
Hz. Aliden hadis rivayet edenlerin çoğu, öteden beriden toplanan askerlerdi. Kimlikleri belli değildi. Onların bildirdikleri sağlam değildir. Medînedeki ve Şâmdaki âlimlerden, Hz. Aliden hadis bildiren pek azdır.
Kur'an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden sonra islâmın temel bilgisi (Fıkh)dır. Fıkhdan ana bilgiler, Hz. Ömerin sözbirliği yaparak ortaya koyduklarıdır. Müslümanların çoğu Hanefî, Mâlikî ve Şâfi'îdir. Mâlikî mezhebinin kaynağı (Muvatta)kitabıdır. Muvatta kitabında, Hz. Aliden gelme ancak birkaç mes'ele bulunmaktadır. Hanefî mezhebinin kaynağı olan imam-ı Ebû Hanîfenin Müsnedi ve imam-ı Muhammedin eserleri de böyledir. İmâm-ı Şâfi'înin Müsnedinde ise, onlardakilerden daha az vardır. Fıkhdan sonra (Siyer) bilgileri gelir. Burada da, Hz. Ali, öteki Sahâbîler gibidir. Tasavvufa gelince, (Sülûk) ve kalbi temizleme olan bu ilimde, Hz. Alinin sözleri, meselâ Abdüllah bin Mes'ûdun veya Abdüllah bin Ömerin sözlerinden daha çok değildir.
Suâl: Hz. Ali, Kur'an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri herkesten iyi biliyordu. Ondan işitenlerin çürük olmaları, Mezhep imamlarına doğru olarak iletememeleri, bu yüce imama kusur olur mu?
Cevap: Onların kusurları, İmâm hazretlerinin yüksekliğini elbet sarsamaz. Onun halîfe olmak hakkını elbet gidermez. Fakat, halîfenin hâkim, gâlib olması lâzımdır. Halîfe olmaya hakkı olanlar arasından, Allahü teâlâ, bilinmiyen sebeplerle, birini bu makama seçince, onun için elbet, ayrı bir üstünlük olur. Kendinde olan üstünlüğe, bir de iş yapmakla olan üstünlük eklenir. Hizmeti çok olanın, üstünlüğü artar. Allahü teâlâ, bu üstünlüğü, kendinde üstünlük olana ve ayrıca çalışana verir.
Şeyhaynın kalb temizliği, yâni tasavvuf bakımından üstünlüğü, iki yoldan anlatılabilir: Hz. Alînin zühdü, Velîlerin zühdü gibi idi. Şeyhaynın zühdleri ise, Peygamberimizin zühdü gibi idi. Verâları da böyle idi. Tarihler sözbirliği ile bildiriyor ki, Hz. Alînin zühdü, hilâfetinin düzenini bozdu. Şeyhaynın zühdleri ise, hilâfetlerini düzene koydu. İkinci yoldan deriz ki, zühd, nefsin istediğini yapmamaktır. İslâmiyetin izin verdiği şey olsa da, yapmamaktır. Hz. Ali, halîfe olmak için çok kan dökülmesine sebep oldu. Bu işinde elbet haklı idi ve islâmiyetin izin verdiği işi yaptı. Fakat Şeyhayn zühdlerinden dolayı, halîfeliği istemediklerini söylediler. Şeyhayn, ilim sahiplerine ve hilâfete hakkı olanlara hep tevâdu' gösterdi. Zühd, az şeyle geçinmek ise, Hz. Alînin bu bakımdan da Şeyhayndan ileri olduğu söylenemez. İmâm-ı Ahmedin kitabında, Muhammed bin Kâ'b-ı Kurazî diyor ki, Hz. Ali (Resûlullahın zamanında açlıktan karnıma taş bağladığım oldu. Şimdi ise, malımın zekâtı dörtbin altın oluyor) dedi.
Hiç şüphe yok ki, Hz. Ali kâmil ve mükemmil idi. Peygamberimiz, (Kimse rızkını bitirmeden ölmez. Fakat, rızkınızı iyi yerlerde arayınız!) buyurdu.
.
|