|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
ŞEFAAT-İSLAMKALESİ
Şefaat
Hanbeli alimlerindən Muhammed el Buhuti (v. 1088 h/1678 m) Hac ahkamlarıyla bağlı yazdığı eserde diyor ki:
وينبغي للزائر أن يسألَ لأهله وإخوانِه الشفاعةَ ولسائرِ المسلمين
وقد جئتكُ مستغفراً مِن ذنبي مستشفعاً بك إلى ربي فاشفَعْ لي يا شفيعَ الأمة ، وأجرِني مِن النار
يا رسولَ الله , قد وقَفتُ ببابِك ، واستجرت بجَنابك ، وتمسَّكتُ بأعْتابك ، أسألك الشفاعةَ لي ولوالديَّ
“(Rasulullahın kabrini ziyaret eden) Ziyaretçinin öz ailesine, kardeşlerine ve diğer müslümanlara şefaat istemesi lağzımdır.
(kabrin başında durup bu şekildə şefaat ister) Senin yanına günahımdan istiğfar ederek, senden Rabbim katında şefaat dilemeni isteyerek geldim. Ey ümmetin şefaatcisi benim için şefaat et!
Ey Allahın Rasulu! kapına geldim, yanına sığındım, eteyine yapıştım. Senden kendim ve validelerim için şefaat istiyorum.”
[Muhammed el Buhuti: Buğyetul Mesalik fi ahkemil Menasik: 131-132]
Hanbeli alimi İbrahim bin Ebi Bekr es Salihi (1030-1094 h/1621-1683 m) Həcc ahkamlarıyla yazdığı bir kitabında diyor ki:
ثم ينبغي للزائر أن يسألَ لأهله وإخوانه الشفاعةَ مِن النبي صلى الله عليه وسلم عندَ ربه
“Daha sonra ziyaretcinin Peygamberden Rabbi katında onun ailesi ve kardeşleri için şefaat istemesi lağzımdır.”
[İbrahim bin ebi Bekr es Salihi: Buğyətul Mutetabbi: 467]
Riyad: Darul Meymən: 1429/2008
Fetava Hindiyye de Nebi(sallallahu aleyhi vesellem) in kabrini ziyaret eden kimsenin şöyle söylemesi tavsiye edilmiştir ;
ويُبلِّغه فيقول : السلام عليك يا رسولَ الله مِن فلانِ بنِ فلانٍ, يستشفع بك إلى ربك, فاشفَعْ له ولجميعِ المسلمين
… ثم يقِفُ عند رأسِه صلى الله عليه وسلم كالأوَّل ويقول : اللهمَّ إنك قلتَ وقولُك الحقُّ: { وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جَاءُوكَ }, وقد جِئناك سامعينَ قوْلَك طائعينَ أمركَ مستشفعين بنبيِّك
Ziyaret edeb gönderilmiş selamı ileterek derki ; Filan oğlu filandan sana selam var ey Allahın Rasulu senden Rabbin katında şefaat etmeni istiyor ona ve bütün müslümalara şefaat et.
Sonra ilk başta olduğu gibi Sallalahu aleyhi vesellem’ in kabrinin başucunda durur ve derki ; Allahım Şüphesiz ki sen buyurdun ve senin sözün haktır : Eğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman senin yanına gelip bağışlanma dileselerdi ve rasulde onlar için bağışlanma dileseydi Allahı tevbeleri kabul eden merhametli olarak görürlerdi (Nisa – 64) sözünü işiterek ve emrine uyarak. Nebinden senin katında şefaat etmesini dileyerek geldik.
[ Nizamuddin El Belhi Fetavai Hindiyye 1-292-293]
Mecmaul Enhur fi Şerhi Multakal Enhur
Hanefi İmamlarından Abdurrahman bin Muhammed bin Suleyman Mecmaul Enhur fi Şerhi Multekal Ebhur adlı kitabında diyor ki ;
ثم يسألُ اللهَ تعالى حاجتَه ، وأعظمُ الحاجاتِ سؤالُ حُسْنِ الخاتِمة وطلبُ المغفرةِ, ويقول: السلام عليك يا رسولَ الله, أسألكَ الشفاعةَ الكبرى, وأتوسَّل بك إلى اللهِ تعالى في أن أمُوتَ مُسلمًا على ملَّتِك وسنَّتِك وأن أُحشِرَ في زمرةِ عبادِ اللهِ الصالحينَ
Sonra Yüce Allahtan ihtiyaçlarını isteyerek en büyük ihtiyac olan hayırlı son ve bağışlanma talebidir.
Der ki ; Esselamu Aleyke ey Allahın Rasulu Senden büyük şefaati istiyorum senin dinin ve sünnetin üzere ölmek ve Allahın salih kulları zümresinde haşredilmem için seninle Allaha tevessül ediyorum.
[ Şeyhzade Abdurrahman Bin Muhammed : Mecmaul Enhur fi Şerhi Multakal Enhur 1/464 ]
Merakil Felah bi İmdadil Fettah
Hanefi fukahasından Ebul ihlas Eş Şurunbulali Nebi s.a.v in kabrini ziyaret edenin yapacağı zikirleri anlatıyor ;
وقد قال الله تعالى: { وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّاباً رَحِيماً }, وقد جِئناك ظالمين لأنفسنا, مستغفرين لذنوبنا, فاشفَعْ لنا إلى ربك, واسأله أن يُمِيتَنا على سنّتِك, وأن يَحشُرَنا في زُمْرتِك, وأن يُوْرِدَنا حَوْضَك, وأن يُسقِيَنا بكأسِك غيرَ خَزَايَا ولا نَدامى, الشفاعة الشفاعة الشفاعة يا رسولَ الله – يقولها ثلاثا – { رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِإِخْوَانِنَا الَّذِينَ سَبَقُونَا بِالْأِيمَانِ وَلا تَجْعَلْ فِي قُلُوبِنَا غِلّاً لِلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا إِنَّكَ رَؤُوفٌ رَحِيمٌ }, وتُبلِّغه سلامَ من أوْصاك به فتقول : السلام عليك يا رسولَ الله مِن فلانِ بنِ فلانٍ, يتشفَّع بك إلى ربك فاشفَعْ له وللمسلمين
Yüce Allah buyuruyor ki ; Eğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman senin yanına gelip bağışlanma dileselerdi ve rasulde onlar için bağışlanma dileseydi Allahı tevbeleri kabul eden merhametli olarak görürlerdi (Nisa – 64)
senin yanına nefislerimize zulmederek günahlarımızdan istiğfar ederek geldik. Bizim için Rabbinden şefaat iste! Ondan bizi senin sünnetin üzere vefat ettirip zümrende haşretmesini havzuna kavuşturmasını utanç ve pişmalık olmadan kasenle içirmesini iste. Şefaat Şefaat Şefaat YaRasulullallah.Bunu üç defa der.
Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin (Haşr 10)
sonra kendisiyle selam gönderenlerin selamını ileterek dersin ki ; Filan oğlu filanın sana selamı var Ey Allahın Rasulu senden Rabbin katında şefaat etmeni istiyor ona ve müslümanlara şefaat et.
[ Ebu İshak Eş Şurunbulali : Merakil Felah bi İmdadil Fettah ]
Haşiyetul Tahtavi ala Merakil Felah
Şurunbulallinin Merakil Felah eserine haşiye yazan Mısılı Hanefi fukahasından Ahmed Et Tahtavi onun yukarıda zikredilen Şefaat Şefaat Şefaat Ey Allhın Rasulu sözlerini şöyle açıklıyor ;
قولُه : “الشفاعة” أيْ نطلُبُ مِنكَ الشفاعةَ
Muellifin şefaat sözünün manası Ey Allahın rasulu senden şefaat istiyoruz demektir.
[ Ahmed Et Tahtavi : Haşiyetul Tahtavi ala Merakil Felah 748]
Fethul Kadir lil Acizil Fakir
Kemaluddin İbn Humam Fethul Kadir kitabında Rasulullah s.a.v in kabrini ziyaret edenin yapması gereken amelleri aktarırken şöyle diyor ;
ويسألُ اللهَ تعالى حاجتَه متوسِّلا إلى اللِه بِحَضْرة نبيِّه عليه الصلاة والسلام .
وأعظمُ المسائل وأهمُّها سؤالُ حُسْنِ الخاتِمةِ والرِّضْوانِ والمغْفِرةِ ، ثم يسألُ النبيَّ صلى الله عليه وسلم الشفاعةَ فيقول: يا رسولَ الله أسألك الشفاعةَ ، يا رسولَ الله أسألك الشفاعةَ وأتوسّلُ بك إلى اللهِ في أنْ أمُوتَ مُسلمًا على مِلّتِك وسنَّتِك
Nebinin a.s huzurunda olmasıyla tevessül ederek yüce Allahtan ihtiyacını talep eder. Meselelerin en büyüğü ve en ehemmiyetlisi ise hayırlı ölümü, Allahın rızasını ve bağışlanmasının istenmesidir.Sonra Nebi (sallallahu aleyhi vesellem)’ den şefaat isteyerek şöyle der ; Ey Allahın Rasulu senden şefaat istiyorum.Senin dinin ve sünnetin üzre Müslüman olarak ölmem için Seninle Allaha tevessül ederim.
[Kemaluddin İbnu Humam Fethul Kadir lil Acizil Fakir 3/169]
El Mekki Tarrihul Mekke
Kadı Bahauddin İbnuz Ziya Tarihu Mehhe adlı kitabında Kabri ziyaret edenin söyle demesi gerektiğini söylüyor ;
وقد قال الله تعالى : { وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُول لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّابًا رَحِيمًا } . وقد جِئناكَ يا رسولَ اللهِ ظالمينَ لأنفسِنا ، مُستغفِرين لذُنوبِنا ، فاشفَعْ لنا إلى ربِّنا , واسأَلْه أنْ يُمِيتَنا على سنَّتِك ، وأنْ يحشُرَنا في زُمْرَتِك ، يُسقِيَنا بِكَأْسِكَ غيرَ خَزَايا ولا نَدامى ، ويرزُقَنا مُرافَقتَك في الفِرْدَوسِ الأعلى مع الذينَ أنعمَ اللهُ عليهم مِن النبيِّينَ والصِّدِّيقينَ والشُّهَداءِ والصالحينَ وحَسُنَ أولئك رَفيقاً ، يا رسولَ اللهِ الشفاعة الشفاعة
Yüce Allah buyuruyor ki ; Eğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman senin yanına gelip bağışlanma dileselerdi ve rasulde onlar için bağışlanma dileseydi Allahı tevbeleri kabul eden merhametli olarak görürlerdi (Nisa – 64)
Ey Allahın Rasulu biz senin yanına nefislerimize zulmederek günahlarımızdan istiğfar etmiş olarak geldik. Sende bizim için Rabbinden şefaat iste! Ondan bizi senin sünnetin üzre vefat ettirip senin zümrende haşretmesini utanç ve pişmanlık olmadan kasenden içirmesini, bizi firdevsul Ala da Nebilerden sıddıklardan şehitlerden ve Salihlerden Allahın nimet verdiği kişilerle beraber senin yanında olmakla rızıklarndırmasınıiste.Onlar ne güzel dostlardır .Ey Allahın Rasulu Şefaat Şefaat!
[Bahauddin İbnuz Ziya El Mekki Tarrihul Mekke 344]
Hanefi Fukahasından Abdullah Bin Mahmud El Mavsili El Muhtar Lil Fetva kitabı üzerine yazdığı El İhtiyar Li Talilil Muhtar isimli eserinde Allah rasulunun s.a.v kabrini ziyaret edenin söylemesi gerekenleri kaydederken ;
وقد قال الله تعالى: { وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّاباً رَحِيماً }, وقد جِئناك ظالمينَ لأنفسِنا، مستغفِرين لذُنوبِنا ، فاشفَعْ لنا إلى ربِّك، واسأَله أنْ يُمِيتَنا على سنَّتِك، وأنْ يحشُرَنا في زُمْرَتِك، وأنْ يُوْرِدَنا حَوْضَك، وأنْ يُسقِيَنا كَأْسَك غيرَ خَزَايا ولا نادمينَ، الشفاعة الشافعة يا رسولَ اللهِ، يقولها ثلاثا, { رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِإِخْوَانِنَا الَّذِينَ سَبَقُونَا بِالْإِيمَانِ }، ويُبلِّغه سلامَ مَن أوْصاه فيقول : السلامُ عليكَ يا رسولَ الله مِن فلانِ ابنِ فلانٍ ، يستشْفعُ بك إلى ربِّك فاشفَعْ له ولجميعِ المسلمين
Yüce Allah buyuruyor ki ; Eğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman senin yanına gelip bağışlanma dileselerdi ve rasulde onlar için bağışlanma dileseydi Allahı tevbeleri kabul eden merhametli olarak görürlerdi (Nisa – 64)
Senin yanına nefislerimize zülmedenler ve günahlarımızdan bağışlanma dileyerenler olarak geldik. Öyleyse bizim için Rabbinden şefaat iste bizi sünnetin üzre vefat ettirip zumrende haşretmesini bizi senin havzuna kavuşturmasını ve senin kadehinden utanç ve pişmanlık olmadan içirmesini dile. Şefaat şefaat şefaat Ey Allahın Rasulu bunu üç defa tekrar eder.…Rabbimiz!Bizi ve bizden önce iman eden kardeşlerimizi bağışla (Haşr 10)
Ona selam söyleyenin selamını ileterek derki ; Filan oğlu filandan sana selam var ya Rasulallah!
Senden Rabbin katında şefaat etmeni istiyor.Onun için ve bütün Müslümanlar için şefaat iste
[Abdullah Bin Mahmud El Mavsili El İhtiyar Li Talilil Muhtar 1/176]
Zeynuddin El Kirmani diyor ki ;
جِئناك للاسْتشفاعِ إلى ربِّكَ , فأنتَ الشافعُ المشفَّعُ , الموعودُ بالشفاعةِ الكبرى , والمقامِ المحمودِ , وقد قال تعلى فيما أنزلَ عليك :
{ وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّاباً رَحِيماً } , وقد جِئناك يا حبيبَ اللهِ ظالمينَ لأنفسِنا , مُستغفرينَ لذُنوبِنا , وأنتَ نبيُّنا , فاشفعْ لنا إلى ربِّنا وربِّك , واسأَلْه أنْ يُمِيتَنا على سنَّتِك , وأنْ يحشُرَنا في زُمْرَتِك ، وأنْ يُوْرِدَنا حَوْضَك ، وأنْ يُسقِيَنا كَأْسَك غيرَ خَزَايا ولا نُدامى .
يا رسولَ الله الشفاعة الشفاعة الشفاعة – يقوله ثَلاثَ مَرَّاتٍ – , فقد سمَّاك اللهُ بالرؤوفِ والرحيمِ فاشفعْ لمن أتاكَ ظالمًا لنفسِه , مُعْترِفًا بذنْبِه , تائبا إلى ربِّه . . .
فإنْ كانَ قد أوْصاك أحدٌ مِن المسلمينَ بتبْليغِ السلامِ إلى النبيِّ – صلى الله عليه وسلم – تقول : السلامُ عليكَ يا رسولَ الله مِن فلانِ بنِ فلانٍ , يستشفِعُ بك إلى ربِّك بالرحمةِ والمغفرةِ فاشفعْ له ولجميعِ المؤمنينَ , فأنتَ الشافعُ المشفَّعُ , الرؤوفُ والرحيمُ
Allah Rasulunun (sallallahu aleyhi vesellem). kabrini ziyaret eden şöyle demelidir ; Senin yanına Rabbinden şefaat dilemen için geldik. Çünkü sen şefaat isteyen ve şefaati kabul edilensin sana büyük şefaat ve övülen makam vadedilmiştir.
Yüce Allah buyuruyor ki ; Eğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman senin yanına gelip bağışlanma dileselerdi ve rasulde onlar için bağışlanma dileseydi Allahı tevbeleri kabul eden merhametli olarak görürlerdi (Nisa – 64)
Ey Allahın habibi bizde senin yanına nefislerimize zulmedenler günahlarımız için bağışlanma dileyenler olarak geldik. Sen bizim Nebimizsin O halde bizim için rabbinden şefaat dile
Rabbinden şefaat dile! Ondan bizi senin sünnetin üzere vefat ettirip senin zümrende haşretmesini havzuna kavuşturmasını utanç ve pişmanlık olmadan kabından içirmesini iste
Ey Allahın Rasulu şefaat şefaat şefaat ! bunu üç defa söylemelidir. Yüce Allah seni rauf ve rahim olarak isimlendirdi(Tevbe 128 de) Öyleyse senin yanına nefsine zulmetmiş günahını itiraf etmiş Rabbine tevbe etmiş olarak gelen kimse için şefaat dile! Eğer Müslümanlardan biri senden Nebi (salllallahu aleyhi vesellem) selam söylemeni istediyse o zaman şöyle dersin ; Filan oğlu filanın sana selamı var Ey Allahın Rasulu senden Rabbin yanında rahmet ve bağışlanma için şefaat etmeni istiyor ona ve bütün Müslümanlara şefaat et! Sen şefaat isteyen ve şefaati kabul edilen rauf ve rahimsin
[Zeynuddin El Kirmani El Mesalik Fil Menasik 1073]
Hanefi alimlerinden Rahmetullah Es Sindi Lubebul Menasik ve Ubebul Mesalik adlı kitabında Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem)’ in kabrini ziyaret edenin şefaat isteyeceğini söyleüyor ayrıca kitabı şerh eden diğer Hanefi fakih Molla Aliyyul Kari de bunu tastik ederek izah ediyor ;
قال السِّنْدي : ثم يطلُب الشفاعةَ , فيقول : يا رسولَ اللهِ أسألُك الشفاعةَ ثلاثًا .
شرحُ مُلا عليِّ القاري : ( ثم يطلُب الشفاعةَ ) أي : في الدنْيا بالتوفيقِ وفي الآخرةِ بغُفرانِ المعْصيةِ
قال السِّنْدي : وحسنٌ أن يقولَ : اللهمَّ إنك قلتَ وأنتَ أصدقُ القائلين { وَلَوْ أَنَّهُمْ إذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جَاءُوك فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمْ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّابًا رَحِيمًا } جِئناك ظالمينَ لأنفسِنا , مُستغفرينَ مِن ذُنوبِنا فاشفَعْ لنا :
شرحُ مُلا عليِّ القاري : ( وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ ) أي : بالشفاعةِ لردِّهم إلى الطاعةِ .
( ظالمينَ لأنفسِنا , مُستغفرينَ مِن ذُنوبِنا ) أي : ومُستشفعينَ بك إلى ربِّنا .
( فاشفَعْ لنا ) أي : إلى ربِّك
Es Sindi ; kabri ziyaret eden kimse daha sonra şefaat isteyerk şöyle der : Ey Allahın Rasulu senden şefaat istiyorum . bunu üç kere tekrar eder.
Aliyyul Kari şerhi ; Yani dünyada tevfik ahirette günahların bağışlanması için şefaat ister.
Es Sindi : Kabri ziyaret eden kimsenin şöyle demesi gğzel olur ; Ey Allahım.Sen buyurdun ve buyuranların en doğru sözlüsüsün ğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman senin yanına gelip bağışlanma dileselerdi ve rasulde onlar için bağışlanma dileseydi Allahı tevbeleri kabul eden merhametli olarak görürlerdi (Nisa – 64) bizde senin Peygamberinin yanına zulmedenler ve günahları için bağışlanma dileyenler olarak geldik. Öyle ise bizim için şefaat iste .
Aliyyul Kari şerhi ; … ve rasulde onlar için bağışlanma dileseydi. Yani onların itaate dönmeleri için şefaat etseydi.
Peygamberinin yanına zulmedenler ve günahları için bağışlanma dileyenler olarak geldik. Yani aynı zamanda Rabbimizden şefaat dilemeni isteyerek geldik.
Öyle ise bizim için şefaat iste. Yani Rabbinden iste
[Molla Aliyyul Kari : El Meslekul Mutakassit fi Mensekil Mutavassit ala Lubebil Menasik 289-291]
Maliki alimlerinden büyük usulcü Şihabuddin El Karafi Allah Rasulu(sallallahu aleyhi vesellem) kabrini ziyeret etmek hakkında meşhur Utbi kıssasını Tekrarlıyor.
وحكَى العُتْبي أنه كان جالسًا عندَ قبْرِه – عليه السلام – فجاءَ أعرابيٌّ فقال : السلامُ عليكَ يا رسولَ الله , سمِعتُ اللهَ يقول : { وَلَوْ أَنَّهُمْ إذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمْ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّابًا رَحِيمًا } وقد جِئتُك مُستغفِرًا مِن ذَنْبي , مُستشْفِعًا بك إلى ربِّي ثم أنشأ يقول
يَا خَيْرَ مَنْ دُفِنَتْ بِالْقَاعِ أَعْظُمُهُ
فَطَابَ مِنْ طِيبِهِنَّ الْقَاعُ وَالْأَكَمُ
نَفْسِي الْفِدَاءُ لِقَبْرٍ أَنْتَ سَاكِنُهُ
فِيهِ الْعَفَافُ وَفِيهِ الْجُودُ وَالْكَرَمُ
ثم انصرَف الأعرابيُّ فحمَلتْني عيْنيَّ فرأيْتُ النبيَّ في النوْمِ , فقال لي : يا عتبيُّ اِلحَق الأعرابيَّ فبشِّرْه أنَّ اللهَ قد غفَر له
Utbi diyor ki ; Nebi(sallallahu aleyhi vesellem)’ in kabrinin yanında oturmuştum. Bir bedevi geli ve dedi ki : Esselamu aleyke ya Rasullallah Yüce Allahın şöyle dediğini duydum ;
Eğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman senin yanına gelip bağışlanma dileselerdi ve rasulde onlar için bağışlanma dileseydi Allahı tevbeleri kabul eden merhametli olarak görürlerdi (Nisa – 64)
Ben günahlarım için bağışlanma dileyerek ve senden Rabbim katında şefaat etmeni isteyerek senin yanına geldim.Sonra şöyle bir şiir okumaya başladı :
Ey kemikleri şu ovada defnedilenlerin en hayırlısı
Onların güzel kokusundan ova ve tepeler yeşillendi
Senin yattığın kabre benim canım feda olsun
Orada iffet cömertlik ve kerem vardır
Sonra bedevi dönüp gitti ve beni uyku tuttu ve rüyamda Nebi s.a.v i gördüm bana dedi ki ; Ey Utbi o bedeviye yetiş ve onu Allahın bağışlanmasıyla müjdele.
[Şihabuddin El Karafi Ez Zahire 3/375-376]
İbnul Cuzey El Ğırnati El Kavaminul Fıkhiyye adlı kitabında şöyle diyor ;
ينبَغي لمَن حجَّ أنْ يقصِدَ المدينةَ فيدخُلَ مسجدَ النبيِّ – صلى الله عليه وسلم – فيصلِّيَ فيه ويسلِّمَ على النبيِّ – صلى الله عليه وسلم – وعلى ضَجيعَيْهِ أبي بكرٍ وعمرَ – رضي الله عنهما – ويتشفَّعَ به إلى اللهِ ويصلِّيَ بينَ القبرِ والمنبَرِ ويُوَدِّعَ النبيَّ – صلى الله عليه وسلم – إذَا خرَج مِن المدينةِ
Hacceden kimsenin Medineye yönelmesi Nebi(sallallahu aleyhi veselem)’in mescidine girmesi orada namaz kılıp Nebi (sallallahu aleyhi vesellem) ve onun yanında yatan Ebubekire ve Ömere r.a selam vermesi Nebiden (sallallahu aleyhi vesellem) Allah katında şefaat etmesini istemesi kabir ve minberin arasında namaz kılması ve Medineyi terkedeceği zaman Nebi (sallallahu aleyhi vesellem)’ e veda etmesi gerekir.
[İbnul Cuzey El Kavaninul Fıkhiyye 116]
Bu kitabı Şiir haline getirenlerden Murabit bin Mahfuz Eş Şinkiti aynı yerde şöyle diyor
وينبغي لمَن بحجِّ أُكْرِمَا قصْدُ المدينةِ وأنْ يسلِّمَا
على الشَّفيعِ وضَجِيعَيْهِ وأنْ يُصلِّي قبلَ ذا عُلِنْ
وكذا الصلاةُ بين قبْرِه وبين مِنْبَرِه
واستشْفِعَنْ ووَدِّعَنْ
Haccetmekle ikram edilen kimsenin Medineye yönelmesi
Şefaatçi olana ve onun yanında yatan iki kişiye selam vermesi
Bundan önce Mescidi Nebevide namaz kılması gerekir
Kabri ve minberi arasında namaz kılmakta gerekir
Ve Ondan Şefaat dile ve vedalaş.
[ Murabit Eş Şinkiti : Tuhfetul Mardiyye li Nazmil Kavaninil Fıkhiyye 114]
Maliki fakihlerinden Ebu Abdullah İbn El Hac el Abderi diğer bir Maliki fakihi olan İbnu Numan el Mağribiden naklen diyor ki;
وقد ذكَر الشيخُ الإمام أبو عبدِ اللهِ بن النعمانِ رحِمه الله في كتابه المسمَّى بسَفِينة النَّجاءِ لأهلِ الالْتجاءِ في كَراماتِ الشيخِ أبي النجاءِ في أثناءِ كلامِه على ذلك ما هذا لفْظُه : تحقَّق لذَوي البصائرِ ، والاعتبارِ أن زيارةَ قبورِ الصالحينَ محبُوبةٌ لأجلِ التبرُّكِ مع الاعتبارِ ، فإنَّ بركةَ الصالحينَ جاريةٌ بعدَ مماتِهم كما كانتْ في حياتِهم , والدعاءُ عند قبورِ الصالحينَ ، والتشفُّعُ بهم معمولٌ به عند علمائِنا المحقِّقينَ مِن أئمةِ الدينِ
Şeyh imam Ebu Abdullah bin Numan rahimehullah Sefinetun Neca li Ehlil iltica fi Kerameti Şeyh ebin Neca adlı kitabında diyor ki ;
Basiret ve itibar sahipleri için Salihlerin kabirlerini ibret alıp bereketlenmek için ziyaret etmenin güzel bir şey olması hakikattir. Çünkü hayatlarında olduğu gibi Salihlerin bereketi ölümlerinden sonrada devam eder.Salihlerin kabirleri yanında dua ve onlardan şefaat istemek. Din imamlarından olan muhakkik alimlerimiz katında amel edilen bir uygulamadır.
[İbn el Hacc : Medhal : 1/255]
Kitabın başka bi yerinde İbnul Hacc diyor ki ;
etme.Amin
Kitabın başka yerinde İbnul Hacc diyor ki ;
ثم يتوسّل إلى الله تعالى بهم في قضاءِ مآرِبه ومغفرةِ ذنوبه ويَستغِيث بهم ويطلُب حوائجَه منهم , ويجزِم بالإجابة ببركتِهم ويقوِّي حسْنَ ظنِّه في ذلك , فإنهم بابُ الله المفتوحُ ، وجرَتْ سنتُه سبحانه وتعالى في قضاء الحوائجِ على أيديهم وبسببِهم
ومَن عجَز عن الوصول إليهم فليُرْسِل بالسلامِ عليهم وذكْرِ ما يحتاج إليه مِن حوائجه ومغفرةِ ذنوبه وسترِ عُيوبه إلى غير ذلك ، فإنهم السادةُ الكِرامُ ، والكِرامُ لا يرُدُّون مَن سألهم ولا مَن توسّل بهم ، ولا مَن قصَدهم ولا مَن لجَأ إليهم , هذا الكلام في زيارة الأنبياء ، والمرسلينَ عليهم الصلاة والسلام عمومًا
Daha sonra istediğ şeyler günahlarının bağışlanması için Yüce Allaha tevessül eder onlardan yardım ve ihtiyaçlarının karşılanmasını ister. Onların bereketiyle isteklerine cevap verileceğine emin olur ve bunun için iyi zannını kuvvetlendirir. Çünkü onlar Yüce Allahın açık kapılarıdır. Allah subhanehu ve Tealanın ihtiyaçları karşılamaktaki sünneti ve adeti onların eli ve onlar sebebiyle cereyan etmiştir. Kim onların yanına mezarlarına gitme imkanı elde edemezse gidenlerle onlara selam göndersin ihtiyacı olan şeyleri günahlarının bağışlanması ayıplarının örtülmesini vs (Allahtan dilemelerini) istesin.çünkü onlar şerefli büyük zatlardır.şeref ehli kimseler ise onlardan isteyeni onlarla tevessül edeni onların yanına geleni ve onlara sığınanı geri çevirmezler.Bu umumiyetle Nebiler ve Rasullerin a.s ziyareti hakkında söylenilecek sözlerdir.
[İbn el Hacc : Medhal : 1/258]
Categories: Tevessül, Şefaat | Tags: allah, ölüden istemek, ölüler,ölülerin bereketi, es salihi, fetava, hac, hanbeli alimleri, hanefi alimleri ve şefaat, ibn hac, ibn human şefaat, imam buhuti, istigase, kabir,kabirde Şefaat, kabre gelip yardım isteme, Küfr, keramet, muhammed,nisa, nisa 64, peygamberimiz, reddiyeler, riyad, sefaat, sirk, tahavi,tahtavi, tevessül, tevessul, utbi, vehhabi fitnesi, vehhabilere reddiye, ya yasulullah, yardim, Şefaat talebi, Şrk, şefaat istemek, şefaat ya rasulullah
Hanefi fukahasından Ebul ihlas Eş Şurunbulali Nebi sallallahu aleyhi vesellem in kabrini ziyaret edenin yapacağı zikirleri anlatıyor ;
وقد قال الله تعالى: { وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّاباً رَحِيماً }, وقد جِئناك ظالمين لأنفسنا, مستغفرين لذنوبنا, فاشفَعْ لنا إلى ربك, واسأله أن يُمِيتَنا على سنّتِك, وأن يَحشُرَنا في زُمْرتِك, وأن يُوْرِدَنا حَوْضَك, وأن يُسقِيَنا بكأسِك غيرَ خَزَايَا ولا نَدامى, الشفاعة الشفاعة الشفاعة يا رسولَ الله – يقولها ثلاثا – { رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِإِخْوَانِنَا الَّذِينَ سَبَقُونَا بِالْأِيمَانِ وَلا تَجْعَلْ فِي قُلُوبِنَا غِلّاً لِلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا إِنَّكَ رَؤُوفٌ رَحِيمٌ }, وتُبلِّغه سلامَ من أوْصاك به فتقول : السلام عليك يا رسولَ الله مِن فلانِ بنِ فلانٍ, يتشفَّع بك إلى ربك فاشفَعْ له وللمسلمين
Yüce Allah buyuruyor ki ; Eğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman senin yanına gelip bağışlanma dileselerdi ve rasulde onlar için bağışlanma dileseydi Allahı tevbeleri kabul eden merhametli olarak görürlerdi (Nisa – 64)
senin yanına nefislerimize zulmederek günahlarımızdan istiğfar ederek geldik. Bizim için Rabbinden şefaat iste! Ondan bizi senin sünnetin üzere vefat ettirip zümrende haşretmesini havzuna kavuşturmasını utanç ve pişmalık olmadan kasenle içirmesini iste. Şefaat Şefaat Şefaat YaRasulullallah.Bunu üç defa der.
Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin (Haşr 10)
sonra kendisiyle selam gönderenlerin selamını ileterek dersin ki ; Filan oğlu filanın sana selamı var Ey Allahın Rasulu senden Rabbin katında şefaat etmeni istiyor ona ve müslümanlara şefaat et.
[Ebu İshak Eş Şurunbulali : Merakil Felah bi İmdadil Fettah ]
Categories: Istigase, Kabir ziyareti, Tevessül, Şefaat | Tags:Abdulvehhab, aracilik, ölüye seslenmek, fettah, hanefi fukuhasi, hanefi ulemasi, haşr 10, istigase, istiğfar, kabir ziyareti, kabirde zikirler, kabre konusmak, kabri basinda soylenmesi gerekenler, Nebi, nisa 64,peygamberden şefaat talep etme, Rasulullah, surunbali, tövbe etmek,tevessül, tevessul, tevssuk, vehhabi fitnesi, vehhabiler, vehhabilere reddiye, vesile, ya rasulullah, Şeyhülislam, şefaat istemek
Kadı Bahauddin İbnuz Ziya Tarihu Mekke adlı kitabında Kabri ziyaret edenin söyle demesi gerektiğini söylüyor:
وقد قال الله تعالى : { وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُول لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّابًا رَحِيمًا } . وقد جِئناكَ يا رسولَ اللهِ ظالمينَ لأنفسِنا ، مُستغفِرين لذُنوبِنا ، فاشفَعْ لنا إلى ربِّنا , واسأَلْه أنْ يُمِيتَنا على سنَّتِك ، وأنْ يحشُرَنا في زُمْرَتِك ، يُسقِيَنا بِكَأْسِكَ غيرَ خَزَايا ولا نَدامى ، ويرزُقَنا مُرافَقتَك في الفِرْدَوسِ الأعلى مع الذينَ أنعمَ اللهُ عليهم مِن النبيِّينَ والصِّدِّيقينَ والشُّهَداءِ والصالحينَ وحَسُنَ أولئك رَفيقاً ، يا رسولَ اللهِ الشفاعة الشفاعة
Yüce Allah buyuruyor ki ; Eğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman senin yanına gelip bağışlanma dileselerdi ve rasulde onlar için bağışlanma dileseydi Allahı tevbeleri kabul eden merhametli olarak görürlerdi (Nisa – 64)
Ey Allahın Rasulu biz senin yanına nefislerimize zulmederek günahlarımızdan istiğfar etmiş olarak geldik. Sende bizim için Rabbinden şefaat iste! Ondan bizi senin sünnetin üzre vefat ettirip senin zümrende haşretmesini utanç ve pişmanlık olmadan kasenden içirmesini, bizi firdevsul Ala da Nebilerden sıddıklardan şehitlerden ve Salihlerden Allahın nimet verdiği kişilerle beraber senin yanında olmakla rızıklarndırmasınıiste.Onlar ne güzel dostlardır .Ey Allahın Rasulu Şefaat Şefaat!
[Bahauddin İbnuz Ziya El Mekki Tarrihul Mekke 344]
Categories: Istigase, Kabir ziyareti, Şefaat | Tags: ölüden yardım, ölüye seslenmek, ehli sunnet, El Mekki, Ey Allahin rasulu, firdebsul Ala, hanefi alimleri, kabir putlari, kabir ziyareti, kabire yakınmak, kabirlere tapmak,kafir, müşrik, mekke, nisa, nisa 64 ayet, Peygamberden dua istemek,Salihlerin, sirk, vehhabi fitnesi, vehhabiler, şefaat dilemek, şefaat istemek
Hüccetü’l-İslam İmam Gazall, şefaat inancı konusunda ölçü niteliğinde önemli izahlarda bulunmuştur:
“Şefaat beklentisine girmek suretiyle takvayı terk edip isyana dalmak, bir hastanın akrabasından olan bir hekime itimad ederek kendisini tehlikelere atmasına benzer. Zira tabi b, her hastalığı de ğil, bazı hastalıklan tedavi edebilir. Artık tabibe bel bağlayarak, hastanın zararlı yemekleri yemesi caiz olmaz. Çünkü tabib her hastalığa müdahale edemez. İşte Peygamber ve salihterin yakın larına ve mensupianna yapılacak şefaati de bu şekilde anlamak gerekir. Bu idrak ve anlayış, korku ve sakınma duygusunu bir an bile ortadan kaldırmaz. Nasıl kaldırsın, peygamberden sonra en
hayırlı halefi sahabe-i kirarn olduğu halde, onlar bile toz-toprak olmayı temenni etmişler, ahiret korkusundan dolayı birer hayvan olmayı istemişlerdir. Halbuki bunlar, kalpleri temiz, amelleri güzel, takva sahibi olgun insanlardır. Mahza kendilerine mahsus olarak Resul-i Ekrem (sallallahu aleyhi vesellem) tarafından cennetle müjdelendikleri halde, sırf peygamberimizin şefaatine bel bağlamamışlar; korku
ve haşyeti bir an olsun kalplerinden çıkarmamışlardır. Kaldı ki, sohbet ve öncülükte onlar gibi olmayan, onların seviyesine hiçbir zaman ulaşamayanlar, nasıl şefaate güvenebilirler?
[el-Gazali, İhyau Ulumi’d-Din, III/332.]
“Bil ki, bir kısım müminlerin cehenneme girişi gerçekleşince, Yüce Allah, lütfu ve merhametiyle peygamberlerin, sıddiklerin, hatta alimlerin, salihterin ve Allah katında ameli iyi ve itibarlı olan herkesin onlara şefaatte bulunmasını kabul eder. Bu kimseler,
ailesine, akrabalarına, arkadaş ve tanıdıklarına şefaat edebilirler. Bu nedenle onların katında kendin için bir mevki (rütbe) edin me konusunda hırslı ol. Şöyle ki: Kesinlikle hiçbir insanı küçük görme. Zira Allah Teala, velilerini kulları arasında gizler. Belki
de senin gözünün tutmadığı ve hoşlanmadığın kimse Allah’ın ve lisidir, bilemezsin ki!. Bir de asla hiçbir günahı küçümseme! Zira Yüce Allah, gazabını kendisine karşı işlenen günahlar içinde gizler. Bilemezsin, belki de Allah’ın gazabı senin önemsemediğin o
günahtadır. Hiçbir itaat ve iyiliği de küçük görmeyesin; zira Allah, rızasını o iyilik içinde gizlemiş olabilir. Velev ki, bu amel güzel bir kelime, veya bir lokma, ya da iyi bir niyet olsa da.”
[el-Gazali, İhyau Ulumi’d-Din, IV/476.]
“Bilmiş ol ki; her Müslüman Resul-i Ekrem’in şefaatini bekler. Asıl olan akrabası da bunu öncelikle bekler. Fakat müttakilerden olup, Allah’ın gazabına uğrayanlardan olmamak şarttır. Allah Teala, gazaplandığı kimseye şefaat izni vermez. Zira günahların bir kısmı vardır ki, Allah’ın mekrini, gazabını icab ettirir. Bu hususta şefaate izin verilmez. Bir de, şefaat sayesinde afvolunacak günahlar vardır, afvolunmayacak günahlar vardır. Mesela, dünya hükümdarlarının yanmda işlenen suçlar:
Bir kimse hükümdar nezdinde ne kadar itibarlı olursa olsun, onun şiddetle gazap ettiği hususlarda şefaatçi olmaya kalkışamaz. Öyle suçlar vardır ki, affettirme cesareti bile kimsede görülmez. Günahlarda da hüküm böyledir. Öyle günahlar var ki, bunlara
şefaat yapılamaz ve şefaat ile cezanın önüne geçilemez.”
[el-Gazali, İhyau Ulumi’d-Din, lll/331.]
Büyük mutasavvıf ve müfessir Haris el-Muhasibi ise, şefaat konusundaki kanaatini kısaca şöyle ifade etmiştir: “Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem), yakınlarına şefaat edeceğine göre, aynı şekilde her salih insan da akrabalarına şefaatte bulunacaktır. Ancak, Allah’ın gazap ettiği kimselere hiçbir peygamber veya başka birinin şefaat etmesine izin verilmemiştir. Görmez misin ki, Allah, melekleri hakkında “Onlar ancak Allah’ın razı olduğu kimselere şefaat edebileceklerdir” buyurmuştur?”
[Ebu Abdullah el-Haris el-Muhasibi, er-Riaye li hukukıllah, s.364. ]
Categories: Şefaat | Tags: allah, aracilik, hadiste sefaa, hak, huccetul islam, imam gazali, kuranda sefaat, melekerin sefaati, mezhepsizler,reddiye, sefaat, sefaat inkarcıları, sefaat inkarcılaı, tevessul, teymiyye,vesile, şefaat inancı
Medine’de daha önce çıkan Selefiler ve Tasavvufçuların Görüşleri adlı eserimize reddiyye yazıldığını öğrendik. Ama Selefiler ve Vehhabilere Rediyye isimli kitap çıkmış oldu bir kere. Bu sefer eski kitaba yazılan rediyyeye karşı cevap vermedurumu oluştu. 378 sayfalık Selefiler ve Tasavvufçuların Görüşleri adlı eski eserimize yazılan 188 sayfalık rediyyede karşı tarafın haklı olduğu bazı yerlerdeki hatalarımızı düzelttik. Bu arada bize yazılan rediyyedeki eksik ve yanlış verilen bilgilerin doğrularını Selefilik Adı Altındaki Görüşlere Selefice Cevaplar adlı 800 sayfalık yeni kitapta cevap vererek sizlere sunduk. Umarız, onlar da hatalarını görüp düzeltirler.
Hüseyin Avni Hocaefendi rediyyedeki tevessül konusu ve o konudaki hadislere yapılan itirazlara Mahmud Saîd el-Memduh un eserinden tercüme ve kendi bilgilerini birleştirerek tek tek cevaplar vermiş ve Türkiye’deki eserlerde olmayan bu bilgileri bizlere kazandırmıştır.
Özellikle bu kitaptaki 2’nci 4’nci 5’nci ve 6’inci Hadislerin her iki tarafa göre tahriç ve değerlendirmelerine, itirazlara ve o itirazlara verilen cevaplara bakıldığında, bu eserin Türkiye’de bir ilk olduğunu kaynak özelliği taşıdığını göreceksiniz.
Biz üzerimize düşeni yapmaya çalıştık. Şimdi sıra sizlerde etrafınızda, internet ortamında eksik bilgi ve şüphelerinden dolayı Müslümanları tekfir eden Müslüman kardeşlerimize doğruları anlatıp, onların şüphelerini giderip tekfirden kurtararak Müslümanlar arasında oluşması gereken birliğe faydalı olmanızı bekliyorum.
Yasin Yayınevi Sipariş Hattı: 0212 534 04 34 – www.yasinyayinevi.com –www.kitapkalbi.com Kargo ile eve Teslim.
Categories: Ölüler işitir-Ruh ölmez, Ölünün tasarrufu, Ölüye amellerin hediye ve arz edilmesi, Bid'at kavramı, Kabir ve ruh, Kabir ziyareti,Kabirde kuran okumak, Müşrik-Mümin farkı, Taşlarla tesbih, Teberrük,Tevessül, Vehhabi Fitnesi, Vehhabilik(tarih-hadis-alimler), Şefaat
Hanefi alimlerinden Zeynuddin El Kirmani (v. 597 h/1201 m) bu hakkda diyor ki:
جِئناك للاسْتشفاعِ إلى ربِّكَ , فأنتَ الشافعُ المشفَّعُ , الموعودُ بالشفاعةِ الكبرى , والمقامِ المحمودِ , وقد قال تعلى فيما أنزلَ عليك :
{ وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّاباً رَحِيماً } , وقد جِئناك يا حبيبَ اللهِ ظالمينَ لأنفسِنا , مُستغفرينَ لذُنوبِنا , وأنتَ نبيُّنا , فاشفعْ لنا إلى ربِّنا وربِّك , واسأَلْه أنْ يُمِيتَنا على سنَّتِك , وأنْ يحشُرَنا في زُمْرَتِك ، وأنْ يُوْرِدَنا حَوْضَك ، وأنْ يُسقِيَنا كَأْسَك غيرَ خَزَايا ولا نُدامى .
يا رسولَ الله الشفاعة الشفاعة الشفاعة – يقوله ثَلاثَ مَرَّاتٍ – , فقد سمَّاك اللهُ بالرؤوفِ والرحيمِ فاشفعْ لمن أتاكَ ظالمًا لنفسِه , مُعْترِفًا بذنْبِه , تائبا إلى ربِّه . . .
فإنْ كانَ قد أوْصاك أحدٌ مِن المسلمينَ بتبْليغِ السلامِ إلى النبيِّ – صلى الله عليه وسلم – تقول : السلامُ عليكَ يا رسولَ الله مِن فلانِ بنِ فلانٍ , يستشفِعُ بك إلى ربِّك بالرحمةِ والمغفرةِ فاشفعْ له ولجميعِ المؤمنينَ , فأنتَ الشافعُ المشفَّعُ , الرؤوفُ والرحيمُ
“(Allah Rasülünün kabrini ziyaret eden şöyle söylemelidir) Senin yanına Rabbinden şefaat dileyesin diye geldik. Çünki sen Şefaat isteyen ve şefaati kabul edilensin, sana “büyük şefaat” ve “övülen makam” vad edilmiştir.
Yüce Allah sana indirdiği(Kuranda) buyuruyor:
“Eğer onlar nefslerine zülm etdikleri zaman, senin yanına gelib Allahdan bağışlanma dileseydiler ve resul da onlar için bağışlanma dileseydi, Allahı tevbeleri kabul eden, merhametli olarak görürdüler.”(En-Nisa: 4/64)
Ey Allahın habibi! Bizde senin yanına nefslerimize zülm edenler, günahlarımız için bağışlanma dileyenler olarak geldik. Sense bizim Nebimizsin! Öyle ise bizim için Rabbinden şefaat dile! Ondan bizi senin sünnetin üzre vefat etdirib, senin zümrende haşr etmesini, havuzuna yetişdirmesini, utanc ve pişmanlik olmadan kasanla içirmesini iste.
Ey Allahın Rasulü! Şefaat, Şefaat, Şefaat! – bunu üç kere demelidir . Yüce Allah seni rauf ve rahim olarak isimlendirmiştir! (Et Tevbe: 9/128 ayetinde)
Öyle ise senin yanına nefsine zülm etmiş, günahını itiraf etmiş, Rabbine tevbe etmiş olarak gelen kimse için şefaat dile! …
Eğer Müslümanlardan biri senden Nebiye – sallallahu aleyhi ve sellem– selam söylemeni istemişse o zaman şöyle dersin:
Falan oğlu falandan sana selam var ey Allahın Rasülü, senden Rabbin yanında rahmet ve bağışlanma için şefaat etmeni istiyor, ona ve tüm Müslümanlara şefaat et! sen Şefaat isteyen ve şefaati kabul edilen, rauf ve rahimsin!”
Kaynak: Zeynuddin El Kirmani: El Meselik fil Menesik: 1073-1074-1075
Beyrut: Darul Beşairil İslamiyye: 1424/2003
Categories: Tevessül-Teberruk-Istiğase-Himmet, Şefaat | Tags: ehli sunnet, El Kirmani, fitne, hanefi alimi, hanefiler ve tevessül, ibn teymiyye, Islam kalesi, istigase, sefaat, sirk, tevessül, tevessul, vehhabi fitnesi, vehhabiler, vehhabilere reddiye, şefaat ya resulallah
Kur’an’ı Kerim’de değişik surelerde kullanılan şefaat sözcüğü fiil, mastar ve
sıfat fiil olarak tam otuz bir kez geçmiştir.[1]
1. Şef’ ( شفع ) kökünden türemiş olan şefaat sözcüğü fiil ( [2] (شَفَعَ – شفاعة ve isim hâlinde kullanılmaktadır. İsim-mastar olarak ( الشفاعة-الشفعة-الشفع ) şeklinde geçmektedir.
a. Şef’ ( الشفع ) mastarı sözlüklerde “tek” sözcüğünün karşıtı olan “çift”[3] anlamına gelmektedir. Çoğulu ( فاعش)dır.[4]
Bir şeyi kendi misline-benzerine ekleyip katmak[5] sayısal yönden tek olan bir
şeyi (vetr) çift (iki) yapma[6] anlamında kullanılan bu sözcük Kur’an’da :
[والشفع والوتر) [7] “Çifte ve teke andolsun” şeklinde geçmektedir.[8] Rağıb’a göre (vetr) sözcüğü her bakkımdan Allah’ın “tekliği”, şef’ ( الشفع ) ise terkipleri ve bileşimleri yönünden yaratılmışlar (mahlûkat)[9] anlamındadır.[10]
Bir Vetr, Âdem, şef’ ise İbn Abbas’a göre eşinin kendisine katılmasıdır.[11] Şef’ iki şeyin birbirine yakın olmasına da delalet eder.[12]
[1]Bkz. Abdulbâkî, Muhammed Fuad, el-Mu’cemu’l-Müfehres Li-elfâzi’l-Kur’an-ı Kerîm, El-Mektebetü’lİslâmiyye,
İstanbul-1982, s.384.
[2]İbnu’l Esîr, en-Nihaye Fî Garîbi’l-Hadîs ve’l-Eser, “ŞFA” md., Tah. Tahir Ahmed ez-Zâvâ Muhammed
Mahmud et-Tanâhî, Mektebetu’l-İlmiyye, Beyrut, 1399/1979 (Çevrim içi) http://www.islammessage.com/.
booksww/book.
[3]الشفع خلاف الوتر) şeklinde geçen sözcük konusunda daha geniş bilgi için bkz. Ez-Zencanî, Tehzibu’s-Sı-hhah, Mısır, Dâru’l-Mearif, c.2, s. الشفع) . 496 ) md.; İbn Faris, Mu’cemu’l-Mekayisi’l-Luğa, Kahire-1368, c.3,s.201; İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, Beyrut-1956, c.8, s.183-85; ez-Zebidi, Tacu’l-Arûs, c.11, s.246-251.
[4] ez-Zebidi, Tacu’l-Arûs, c.11, s.249.
[5] Halil b. Ahmed, Kitabu’l-Ayn, “ŞFA” md., Mevqiu’l- Warrak; (Çevrim içi)http://alwarraq.com/; İbn Manzûr, age. c.8, s.183; el-Cevheri, es-Sıhah, c.3, s.1238; Rağıb, Müfredât, s.457.
[6] Bkz. H. Bin Ahmed, age. “ŞFA” md.
[7] Fecr 89/3.
[8] Atâ’ya göre ayette geçen Vetr Allah; şef’ ise halk, yaratıklar anlamında yorumlanmıştır. Bkz. İbn Manzzûr,Lisanu’l-Arab, c.8, s.183.
[9] Burada “şef’” kelimesinden kastedilenin “mahlûkat” olduğu şeklindeki yorum ile ilgili olarak gösterrilen Zâriyat 51/49’da geçen zevceyn kelimesi hakkında İbn Abbas ve çok sayıda Tabiîn’in söyledikleri (küfr/iman, mutluluk/mutsuzluk, hidâyet/dâlalet, karanlık/aydınlık, gece/gündüz, sıcak/soğuk, insan/cin)gibi birbirine karşıt varlıkları ifade etmektedir.
[10] Rağıb, Müfredât, s.457.
[11] Ez-Zebidi, Tacu’l-Arûs, c.11, s.246.
[12]İbn Faris, Mu’cemu’l-Mekayisi’l-Luğa, c.3, s.201.
————-
( الشفاعة ) sözcüğü, bir kimsenin başkasının istek ve talebine yardımcı olup katk
kıda bulunmak üzere onun yanında yer alması[1] anlamında kullanılmıştır. Yani birisinin kendi makam ve aracılığını kullanarak bir başkasına katılmak ve onu desteklemek anlammını taşıyor.
Şefaat sözcüğü ile ilgili açıklamalardan biri de şöyle:
Şefaat, şefaatçi ( الشفيع )nin başkasının dile getirdiği bir ihtiyacı, bir dileği hükümddarla, melik ile konuşmasıdır.[2]
Bu takdirde şefaat birisinden başkasının kendisine bir konuda araya girip yardım
etmesini talep etmekten[3] ibarettir. Çoğu kez şefaat mevki, konum, mertebe ve saygınlık yönünden üst düzeyde olan bir kimsenin daha alt düzeyde olan bir kimseye katılması, ona yardım ve aracılık etmesi anlamında kullanılmaktadır.[4]
Diğer bir anlatıma göre de şefaat, “borçlunun lehine tavassufta bulunma” anlammında kullanılmıştır.[5]
Bazılarına göre de şefaat, suç ve günahların bağışlanıp affedilmesi anlamında
algılanmıştır.[6]
[1] Rağıb, Müfredât, s.457.
[2] İbn Manzûr, age. c.8, s.184
[3] İbn Side, el-Muhassas, ( (الطلب لغيرك شفع له اليه
[4] Rağıb, age. s.458.
[5] MEBİA, İst-1970, 1. bs. c.XI, s.382.
[6] Bkz. Ez-Zebidi, Tacu’l-Arûs, c.11, s.250.
————————
فَعَ لي يشفع- شفاعة وتَشَفّعَ) * ) = Talep etmek, istemek anlamında.
Şefea ileyh ( شَفَعَ ا ليه )= Birinden bir şey istemek demektir.[7]
* Şefea li-Fülân ( شَفَع فَلان لفلان ) = Birisinin bir dilek, istek ve yardım edilmesi
talebi ile ricacı olarak birisine gelmesini[8] ifade eder.
[7] İbn Manzûr, age. c.8, s.184.
[8] İbn Faris, Mu’cemu’l-Mekayisi’l-Luğa, c.3, s.201.
———————–
شَفَعتُ الشيء شَفَعا) * )= Bir şeyi diğerine katmak, toplayıp bir araya getirmek.
شَفَعتُ الركعة = Bir rekâti çift kılmak.
شَفَعتُ في الامر شَفَعا وشفاعة) )= Bir konuda aracılık ve tasarruf hakkı istemek, demektir.[9]
شَفَع له عند اخر) * )= Günahlarının görmezden gelinmesini, bağışlanmasını istemek;
bu durumda sanki o kendisini yardımcı olmak üzere ona katmakta, onu desteklemektedir.[10]
* Bakara 2/255’te geçen şefaat sözcüğünün burada dua anlamında kullanıldığı
ifade edilmiştir.[11]
[9]el-Feyyumî, Ahmed b. Muhammed b. Ali el-Mukrî (ö. h. 770), el-Misbâhu’l-Munir, Kum-1414, c.1,s.317.
[10] Mu’cemu Elfazi’l-Kur’ani’l-Kerim, c.II, s.20; (Mecmau’l-Luğati’l-Arabiyye-Komite) 2. bs. Çabhane-I Arman, t.y.
[11] Bu hususta bkz. El-Ezheri, Tehzibu’l-Luğa, c.1, s.437; İbn Manzûr, Lisan, c.8, s.184; Ez-Zebidi, Tacu’l-Arûs, c.11, s.250.
————————
Şefî, şâfi’ ( ( الشفيع- الشافعBaşkası adına bir şey talep eden, isteyen[12]
Şâfî’ ( الشافع ) şefaat sahibidir, çoğulu ( .(شُفعاء
O başkasının şefaat talebine katılıp aracılık eden, onun adına, onu destekleyen
kimse anlamında[13]
Ebu’l-Bekâ, arkadaşı, dostu için şefaat talep eden ve bu konuda kendisine şefaat
etme izni verilen kimseye ( الشافع ) ve ( المُشَفع ) adı verildiğini söylemiştir.[14]
Şâfî’ yardım eden, yardımcı anlamına da gelir.[15]
[12] Es-Sahib b. Abbad, el-Muhit fi’l-Luğa, Mevkiu’l-Warak, (Çevrim içi) http://www.alwarrak.com/, “ŞFA”md.; Ayrıca bkz. İbn Manzûr, Lisanu’l Arab, c.8, s.184; Halil b. Ahmed, Kitabu’l-Ayn, (Çevrim içi)http://www.alwarrak.com/, “ŞFA” md.
[13]Ez-Zebidi, Tacu’l-Arûs, c.11, s.248.
[14] Ebu’l-Bekâ, Külliyat, s.536-537.
[15] Halil b. Ahmed, age.
-MÜDDESSIR 74/42-48
“Sizi bu cehennem ateşine sürükleyen nedir?” (42)
“Berikiler «Biz» diyecekler, «ne namaz kılanlardan idik,” (43)
“ne de yoksulları doyururduk;” (44)
“ve kendilerini günaha kaptıran (diğer) günahkarlar ile birlikte günaha dalmışttık;”(45)
“ve Hesap Günü’nü yalanlamıştık,” (46)
“(ölüm ile) her şey açık seçik ortaya çıkıncaya kadar.” (47)
“Ve böylece, onlar için şefaat edecek olanların hiç birinin (zerre kadar) faydası olmaz.” (48)
ACIKLAMA:
Şefaatçilerin, yani melekler, nebiler[1] ve sâlih kişilerin[2] şefaati onlara ulaşmaz.
Hatta bu şefaatçi sınıf, tümüyle şefaat etmiş olsalar bile yine de, bu şefaat onlara bir fayda vermez.[3]
Allah, nitelikleri sayılan bu kâfir mücrimlere şefaatin fayda vermesini haram
kılmıştır.[4] Müşrik olarak ölen kimse için kıyamet günü kesinlikle şefaat olmayacaktır.
Çünkü onlar hem inkârcı hem de günah işleyen kimselerdir[5]
[1- Mukatil b. Süleyman, Tefsiru Mücahid; Tabresi, Mecmau’l-Beyan, c.29,s.392.]
[2- İbn Abbas, Tefsiru İbn Abbas, (74/48’in yorumu)]
[3- Zemahşeri, Tefsiru’l-Keşşaf, c.VI, s.182-83; İbn Arabi, Tefsiru’l-Kur’an; Ebu’s-Suud,İrşâdu’l-Akli’s-Selim; Hemeyânü’z-Zâd; Kâsımî, Mehâssinu’t-Te’vil, c.16, s.5984-85.]
[4- Tahir b. Âşûr, et-Tahrir ve’t-Tenvir, c.29, s.324-329; Vehbe Zuhayli, et-Tefsiru’l-Munîr, c.29, s.340-348;Tûsi, Tıbyan, c.10, s.187; İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, c.3, s.572.]
[5-el-Cezairi, Ebubekr, Eyseru’t-Tefâsir; M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c.8,
s.430.]
-MERYEM 19/87
“Esirgeyen Tanrı nezdinde aht almış olanlardan başka hiçbir kimse şefaate mallik
olmayacaktır.” (87)/ Yalnız Rahmân’ın huzûrunda söz almış olanlardan başkaları şefâat edemezller.”(87)
ACIKLAMA:
Ayet büyük günah sahipleri için şefaatin olacağına delalet eder. Çünkü hemen ardından istisna cümlesi geliyyor:
“Ancak Allah’tan bir söz (ahd) almış olan müstesna…” Böylece ayet şu şekilde takddir edilir: Onlar (suçlular-mücrimler) kendilerine başkalarının şefaat etmesine müstahak olamazlar. Ancak onlar Allah’tan bir ahd almış olurlarsa bu müstesnadır, ki bu ahid de tevhid ve nübüvvettir.[1]
İbn Abbas ahd için, Allah’ın birliğine tanıklık etmek, güç ve kuvvet sahibi Alllah’a sığınmak, dönüşün ancak O’na olacağına inanmaktır.[2] İbn Cureyc, bu ayetle ilgili olarak; müminler o gün birbirlerinin şefi’leridirler, ahd ise sâlih ameldir, diyor.[3] Lakin o gün Rahman’ın huzurunda ahd almış kimseler şefaat edebilirler, yani Allah’ın kendilerine şefaat etmek için söz verdiği nebiler ve meleklerdir.[4]
[1- Râzi, et-Tefsiru’l-Kebir, c.21, s.252-3.]
[2-Taberi, age. c.16, s.128-129; Şevkâni, age. c.3, s.352-53.]
[3- Taberi, age. c.16, s.128-129; el-Vahidi Nisaburi, Tefsir, c.3, s.196.]
[Tahir b. Âşûr, et-Tahrir ve’t-Tenvir, c.16, s.166-71.]
[4-Tahir b. Âşûr, et-Tahrir ve’t-Tenvir, c.16, s.166-71.]
-TAHA 20/109
“O gün şefaat faide vermez, ancak Rahmânın izin verdiği ve sözüne razı olduğu
kimse müstesnâ” (109)
ACIKLAMA:
Rahman’ın şefaat etmesine izin verdiği ve kavlinden razı olduğu (Nebiler, velliler, sıddıklar ve mümin) kimseler[1]
O gün Rahman’ın şefaat etmek için izin verdiği ve şefaat hususunda sözünden hoşlandığı kimseden başkasının şefaati fayda vermez.[2]
Şefaat kimseye fayda vermez. Ancak Rahman’ın kendisine izin verdiği kimseye yani kendisine şefaat edilmesi için izin verdiği kimseye ve şefaat edilmesi için sözünden hoşnut olduğu kimseye (tevhid ehline) fayda verir.[3]
[1- Tûsi, Tıbyan, c.7, s.208-211; Tabresi, Mecmau’l-Beyan, c.16, s.30-31.]
[2- Kurtubi, age. c.11, s.162-165; Vehbe Zuheyli, et-Tefsiru’l-Munîr, c.16, s.282-289; el-Vahidi, Tefsir, c.3,s.222-223; Kâsımî, Mehasinu’t-Te’vîl, c.11, s.4210-4211.]
[Muhammed el-Cevzi, Za’dü’l-Mesir, c.5, s.322-323.]
[3- Muhammed el-Cevzi, Za’dü’l-Mesir, c.5, s.322-323.]
-SEBE 34/23
“O’nun katında, bizzat kendisinin izin verdiği kimseden başkasının şefaatı/kenddisinin
izin verdiği kimseden başkası için şefaat yarar sağlamaz.” (23)/
ACIKLAMA:
Sizin Allah’ın dışında yaptığınız ibadetlerin hiçbir faydası yok. Çünkü Allah kendisinden başkasına ibadet eden kimseye şefaat edilmesine izin vermeyecek.[1]
Allah’ın razı ve hoşnut olduğu melekler, nebiler, veliler (imamlar) ve müminllerin dışında (yani Allah’ın şefaat etmelerine izin verdiği kimseler dışında) Allah katında şefaatin bir yararı yoktur.[2]
Bu ayet (Sebe 34/23) istisna cümleciğine bağlı olarak iki farklı anlamda yorrumlanmıştır.
1) Kendilerine şefaat edilmeleri için Allah’ın izin verdiği kimseler dışında hiç
kimseye şefaatin bir yararı olmayacaktır.
2) Şefaat etmesi için Allah’ın kendisine izin ve yetki verdiği kimsenin şefaati dışında hiç kimsenin şefaati yararlı olmayacaktır.[3]
[1- Râzi, et-Tefsiru’l-Kebîr, cüz 25, s.254-255.]
[2- Tûsi, Tıbyan, c.8, s.390 vd.; Tabresi, Mecmau’l-Beyan, cüz 22, s.388-389; Şevkâni, Fethu’l-Kadîr, c.4,s.324-325.]
[3- Bkz. Zemahşeri, Keşşâf, cüz 5. s.66-67; Kurtubi, el-Câmi, cüz 14, s.189-190; Şevkani, Fethu’l-Kadîr,c.4. s.324-325; Ferra, Meani’l-Kur’an, c.II. s.361.
Sefaat yetkisi olanlar hadisde sirasiyla “peygamberler, melekler ve müminlerdir(alim ve sehitler) “(Buhari, Sahihu’l-Buhari Kitabu’t-Tevhid, Bab, 24; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.3, s.94.)
Bir başka hadis rivayetine göre şefaat edecek olan üç sınıf şu şekilde saptanmıştır:
“Nebiler, âlimler ve şehitler.”( İbn Mâce, Sünen, Kitabü’z-Zühd, c.2, s.1443, H. No.4313.)
Yine bir diğer rivayette şefaat etmeye yetkilikimseler: “Melekler, nebiler ve şehitlerdir.
( Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.5, s.43.)
Her peygamberin kendi ümmetine şefaat edeceğini gösteren bir hadise göre: İbn-i Ömer’den şu şekilde rivayet edilmiştir:
“İnsanlar kıyamet gününde gruplar hâlinde olacaklardır. Her ümmet kendi peyggamberini izleyerek:
— Ey falan, bize şefaat et, diyecektir
(Buhari, Tecrid ter. Ve Şerhi, DİB yay., 8. bas., c.11, s.128, H.N.1712)
Yine bir başka rivayete göre kalbinde zerre miktarı imanı olan kimseler Resuller
tarafından şefaat edilerek ateşten kurtarılacaklardır
(bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.3, s.325-326)
Ümmetimden öyleleri vardır ki bir cemaate, kimi bir kabilleye,kimi bir boya, kimi de bir kişiye şefaat ederek cennete sokacaklardır
(Tirmizi, age. Kıyame, c.4, s.627, H.N.2440; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.3, s.20)
Ümmetimden bir kişi Rebia ve Mudar oğullarından daha fazlasına şefaat edecektir
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.4, s.212; c.5, s.257-267.)
Ebu Umame’nin Peygamberden aktardığına göre o şöyle söylemiştir:
Kur’an okuyunuz, çünkü o, kıyamet gününde (ashabına) okuyucularına şefaatçi
olarak gelecektir. İki nur (iki kılavuz) olan Bakara ve Al-i İmran surelerini okuyun. Çünkkü bu ikisi kıyamet gününde iki bulut ve iki gölgelik olarak gelip okuyucularına şefaat edecektir
(Müslim, age. Kitabu Salati’l-Musâfirîn 42, c.1, s.553, H.N.252(804); Ayrıca bkz.Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.5, s.249-251; Said b. Mansur, Sünen, H.N.12, Mülteka ehli’l-Hadis.)
Kıyamet gününde benim şefaatime nail olacak kimse, şirk ve küfür şaibesine karışmayan ve kelimeyi tevhidi söyleyen mümindir
(Buhari, Sahih-i Buhari Tecrid Terceme ve Şerhi, c.1, s.97-98; c.12, s.214-215; Ahmed b. Hanbel, Müsnned,c.2, s.307,373,454,499,518)
Ubey b. Ka’b’ın aktardığı bir rivayette Peygamber’in “Kıyamet günü geldiğinde
nebilerin imamı ve hatibi ben olacağım. Onların içinde şefaat etme yetkisinin sahibi de benim.
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.5, s.137-138; İ. Canan, K. Sitte Muhtasarı, c.12, s.380.)
Abdurrahman ibn-i Yezid ibn-i Cabir (r.a) dan rivayet edilen:
Ümmetim icerisinde, kendisine “Sıla” denen bir zat bulunacaktir ki, onun sefaatiyle şu kadar insan cennete girecektir… (ebu nuaym 2/241… ali el muttaki no:34589, 12/185)
İbn-i Ömer’den şu şekilde rivayet edilmiştir:
“İnsanlar kıyamet günü gruplar hâlinde olacaklardır. Her ümmet kendi peygambberini
izleyerek:
— Ey falan, bize şefaat et, diyeceklerdir. Sonunda şefaat etme işi Peygamber
(Hz. Muhammed)e kalacak. İşte makam-ı mahmud budur
(Buhari, Sahih, Tefsir, Ben-i İsrail, 11, Zekât, 52; İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ yay.,
c.4, s.55; Ayrıca bkz. S. Buhari, Tecrid Ter. Ve Şerhi, DİB yay. 8. bs. c.11, s.127 vd.; Bu konuda ayrıca bkz.
Kadı Iyad, Ebu’l-Fadl Iyaz b. Musa b. Iyaz, Eş-Şifa Bi’ta’rîfi Hukui’l-Mustafa, İstanbul, Ruşen Efendi Mat.,
c.1, s.176-186; İbn Kesir, age. c.2, s.392-394; İbn Kesir, age. c.2, s.392-394, Tah. M. Ali es-Sâbunî, Beyrut,
1400 h.; Ebu’l Fida İsmail b. Kesir.)
Categories: Tevessül-Teberruk-Istiğase-Himmet, Şefaat | Tags: alimler,hadisi serif, nebiler, sefaat, sehitler, tevessul, tevhid, vehhabi,vehhabiler, vehhabilere reddiye, vehhabiyiz
“Öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse bir başkası adına bir şey ödeyemez. Hiçbir kimseden herhangi bir şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz. Onlara yardım da edilmez.”[BAKARA/48]
Ömer Nasuhî Bilmen Tefsiri:
Bu âyeti kerimedeki şefaatin reddi, kafirler içindir. Çünkü Kur’ân’ın bu hitabı onlara yöneliktir. Ve Allah’ın izni olmadıkça kimsenin şefaatte bulunamıyacağını bildirmektedir. Yoksa müslümanlar hakkında din büyüklerinin ve bilhassa Rasûlü Ekrem Efendimizin şefaatte bulunacakları naklen sabittir.
Tefhimu’l-Kuran Tefsiri:
Bu ayette İsrailoğulları, bozulmalarının asıl nedeni olan ahiret hakkındaki yanlış tasavvurlarına karşı uyarılıyorlar. Onlar, büyük peygamberlerin torunları oldukları için ebedî kurtuluşa ereceklerini sanıyorlardı. Bu nedenle de hak dini terketmişler ve günaha batmışlardı. Burada onlara kutsal ve değerli bir kişi ile olan ilişkileri ve onun şefaati sayesinde, yaptıkları kötü amellerin sonucundan kurtulamayacakları bildiriliyor. Bu nedenle onlara İsrailoğulları’na verilen nimet (Ayet 47) hatırlatıldıktan hemen sonra, kendilerinin de bu dünyada iken Ahiret’e inanmayan günahkâr insanlar gibi cezalandırılacakları haber veriliyor.
Tefsir’ül Münir:
Kabul olunmayacağı belirtilen şefaat, kâfirlerin şefaatidir. Müfessirler Yüce Allah’ın: “Bir de öyle bir günden korkun ki, kimse kimseye hiç bir fayda veremez, ondan herhangi bir şefaat da kabul olunmaz.” buyruğu ile kastedilen kimselerin her “kimse” değil, kâfirler olduğu üzerinde icmâ etmişlerdir. Müminlere gelince, Yüce Allah’ın izniyle şefaatin onlara faydası olacaktır. Çünkü Yüce Allah: “Ve onlar ancak onun rızasına ermiş (mü’min)lere şefaat edebilirler.” (Enbiyâ, 21/28) diye buyurmuştur. Fasık bir kimse ise razı olunmuş bir kimse değildir. Yüce Allah’ın: “Onun nezdinde şefaat, kendisine izin verilenden başkasına fayda vermez.” (Sebe’, 34/23) buyruğuna gelince; şefaat eden kimse için yüce Mevlâ’nın irâde buyurduğundan dönüşü gibi bir husus, şefaatte söz konusu değildir. Şefaat, Yüce Allah’ın ezelden beri, şefaat edenin duasını kabul etmeyi irade buyurduğu ve böylelikle şefaat eden kimsenin üstün şerefini açığa çıkarmak dileğini gerçekleştirmekten ibarettir. Çünkü şefaat bir duadır. Şefaatin kabul olunabileceğinin bilinmesinde, şefaate güvenerek dinin emir ve yasaklarını önemsememek gibi bir aldanışa düşenleri haklı çıkartacak bir taraf yoktur. Çünkü ahirette hiç bir kimseye Allah’a itaat ve onun rızasından başka bir şeyin faydası olmayacaktır.
Esbâb-ı Nüzûl:
Müfessirlerin kaydettiklerine göre bu âyetin nüzul sebebi şudur: İsrailoğullan: ”Bizler Allah’ın oğulları, dostları ve peygamberlerinin çocuklarıyız ve babalarımız bize şefaatçi olacaklardır.” diyorlardı. Allah Tealâ da onlara, kıyamet günü onlardan fidyenin de şefaatlerin de kabul edilmeyeceğini bildirdi. Bir rivayette de onların “Bizler Allah’ın dostu olan İbrahim’in evlâtlarıyız. O, Allah’ın rızası için kesmeye yatırdığı İshak’ın babasıdır. Bize şefaat eder ve bizi azâbdan kurtarır.” dedikleri belirtilmiştir.
Kuran Yolu Tefsiri:
Mu’tezile bilginleri bu âyete dayanarak âhirette günahkârlara şefaat edilmesinin söz konusu olmayacağını, ancak sadece sevaba müstahak olanlara mükâfatlarının arttırılması yönünde şefaat edilebileceğini ileri sürmüşlerdir. Ehl-İ sünnet bilginleri ise her iki durumda da şefaatin mümkün olduğunu, günahkâr kullara peygamberler ve Allah nezdinde itibarı yüksek olan diğer seçkin insanlar tarafından şefaat edilebileceğinisavunurlar.Ancak Allah’ın izin vermediği hiçbir kimse şefaatedemeyecektir.Kur’an’m ilgili âyetlerinin üslûbundan, âhirette şefaat mümkün olmakla birlikte bunun son derece sınırlı tutulacağı ve İnsanların şefaate bel bağlamadan, kendi kurtuluşları için yine kendilerinin çaba göstermesi gerektiği anlaşılmaktadır. Bu durum karşısında insan için gerekli olan şey, zaman kaybetmeden tevhid inancına sarılarak, Allah’a karşı kulluk görevlerini yerine getirmek ve ahlâkını düzeltmek, geçmişteki günahlarından dolayı da tövbe etmektir. Çünkü gerek Kur’ân-ı Kerîm’de gerekse hadislerde içtenlikle yapılacak tövbelerin geri çevrilmeyeceğine dair çok açık ve kesin açıklamalar vardır. Kur’an*in şefaat konusundaki ümit kinci üslûbu, şefaat beklentisinin insanları dinî ve ahlâkî hayatlarında gevşekliğe sürüklemesinden; yine Kur’an’m tövbelerin kabul buyurulacağına dair çok net ve ümit verici ifadeleri ise, tövbenin kişiye hatalı inanç ve davranışlarını terkettirme-sinden, böylece düzeltici ve ıslah edici bir fonksiyon icra etmesinden ileri gelmektedir. İşte, peygamberlerinin kendilerine şefaat edeceklerine güvenerek İslâm’ı kabul etmemekte ve Hz. Muhammed’e inanmamakta direnen yahudileri uyarmakta olan bu âyet, aynı zamanda bütün insanlar ve müslümanlar için de bir ikaz anlamı taşımakta; insanın asıl kurtuluşunun, yanlışlardan dönmesine başta imanı olmak üzere, dünya hayatında kendisinin yaptığı hayırlı işlere bağlı olduğunu vurgulamaktadır.
Hak Dini Kuran Dili Tefsiri:
Mu’tezile bu âyete dayanarak, ahirette buyük günah işlemiş olanlara şefaat edilmeyi reddetmişlerdir. Fakat burada şefaatin kabul olunmaması özellikle kâfirler hakkındadır. Ve hitap küfürde ısrar edenlere mahsustur. Zira İsrailoğulları kendilerinin babaları ve dedeleri olan peygamberlerin her halde kendilerine şefaat edeceklerine inanıyorlardı. Bu âyet, bunu reddediyor. Yoksa diğer âyetler gelecektir ve hadisler de vardır ki, Allah’ın izniyle yine şefaat olur. Yasaklanmış olan şefaat herkesin kendiliğinden ve Allah’ın iznine bağlanmadan yapılacağı düşünülen şefaatlerdir. Şu halde kendiliklerinden şefaat edebilirler zanniyle peygamberlere ve velilere tapılmamalı, ancak Allah’a ibadet etmelidir ki, o istediğine her istediği zaman şefaat ettirir. Ve bununla beraber kıyametin başlangıcı öyle korkunçtur ki, o sırada şefaat da bahis konusu değildir. Herkes kazancıyla kalabilecektir ve bu âyet o zamanı anlatmaktadır.
Hulâsat’ül Beyân Fî Tefsîr’il Kur’ân:
Bu âyette şefaat nefyolunmuşsa da diğer âyetlerde ve ahâdîs-i nebeviyede enbiyanın ve ehl-i salâhın şefaat edecekleri suret-i katiyede beyan olunduğundan nefyolunan şefaat; kâfirler hakkında olup şefaati beyaneden nusûs-u celile ehl-i iman hakkındadır, Binaenaleyh; âyetler beyninde tenakuz yoktur. Zira; şefaat vardır: Müminler hakkında. Şefaat yoktur: Kâfirler hakkında demektir. Kâfirlerin azapları kendi istihkakları icabı olduğuna işaret için, Vacip Tealâ zâlim olduklarını beyan buyurmuştur ki, azaplarına sebep kendi zulümleri demektir. Çünkü, kâfirler şefaate ehlolma-yan putlar ve saireden şefaat bekledikleri için şefaatten mahrum olacakları beyanolunmuştur. Çünkü şefaata ehlolmayan şeyden şefaat beklemek elbette hırmanı mucip olur. Beyzavi’nin beyanı veçhile bu âyette kâfirlerle murad; zekâtı terkedenler olmak ihtimali ağleptır. Zira; onlar zekâtlarını terkle hem kendi nefislerine hem de muhtaç olan fukaraya zulmettiklerinden şiddet tarikiyle onlara kâfir denmiştir ki. zekâtı terketmek kâfir âdeti demektir. Gerçi furû-u a’mâlden olan zekâtı terketmekle bir kimse hakikaten kâfir olmaz, lâkin Allah’ın verdiği nimeti setre-dip şükrünü eda etmediği için kâfir denilmiştir ki. cezasının ağır olduğuna işaret olunmuştur. Hulâsa; fevt etmiş olduğu ibadatı tedarik mümkün olmayan yevm-i kıyamet gelmezden evvel merzuk olduğu rızıktan lâzım gelen mahalle infak lâzım olduğu ve infakı terkedenlerin zâlim oldukları ha âyetten müstefad olan fevaid cümlesindendir.
Ruhu’l-Furkan Tefsiri:
Nesefî ve Ruhu’l-Beyan tefsirlerinde zikredildiğine göre, Yahudiler: “Bizler Allah’ın dostu olan İbrahim’in evlâtlarıyız. O, Allah’ın rızası için kesmeye yatırdığı İshak’ın babasıdır. Bize şefaat eder ve bizi azâbdan kurtarır.” dediklerinde onlara reddiye olarak bu ayet-i celile indirildi. Şu bilinmelidir ki, bu ayet-i kerimedeki hükümler kafirler hakkındadır. Yoksa Allah’a kalbi selimle kavuşana malının ve evladının fayda vereceğine ve zerre kadar imanla ahirete gidenlere şefaat ve yardım olunacağına dair birçok delil vardır.
Teberrük
“Ahmed bin Abdülmünim birçok defa bize nakletmiştir. O şöyle demektedir: “Ebû Cafer Saydalani yazılı olarak (kitabeten) Ebû Ali Haddad’tan, o da huzuren (yazılı değil sözlü) Ebû Naim el-Hafız’dan, o da Abdullah bin Cafer’den, o da Muhammed bin Asım’dan, o da Ebû Üsame’den, o Ubeydulah’tan, o Nafi’den, o da İbni Ömer’den nakletmiştir: (O, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’nin kabrine el sürmeyi mekruh görürdü) “Ben diyorum ki bu bir edepsizlik sayılacağı için mekruhtur.” Ahmed bin Hanbel’e Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in kabrine el sürmek ve öpmenin hükmünden sorduklarında bunda bir beis olmadığını söylemiştir. Bunu oğlu Abdullah bin Hanbel rivayet etmiştir. Eğer, “Sahabe böyle bir şey yapmış mıdır” diye sorulacak olursa şöyle cevap vermek mümkündür: “Sahabeyi Kiram onu hayattayken görmüş ve yeteri kadar beraber olmuşlardır. Ellerinden öpmüş, abdest suyunu kapışmış ve hac yaptığı zaman onun saçlarını bölüşmüşlerdi. Burnunu temizlediği zaman çıkanları birisi elleriyle yakalayarak yüzlerine bile sürmüşlerdi. Onun kabrine sürekli gelerek, saygıyla el sürmek ve öpmek arzusu, bizlere böyle bir imkân nasip olmadığı içindir. Görülmüyor mu ki sabit el-Benani “Bu eller Allah Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem-’nün ellerine dokunmuştur” dediğinde, Enes bin Malik onun ellerini öpüp nasıl başına koymaktadır. Bu gibi işler sadece ve sadece Allah resulü -sallallahu aleyhi ve sellem-’ne olan muhabbetin taşkınlığından kaynaklanmaktadır. Zira her Müslüman Allah’ı ve resulü’nü kendisinden, evlatlarından, tüm insanlardan, malından, cennetten ve hurilerden daha fazla sevmek ile yükümlüdür. Hatta her bir mümin Hz. Ebûbekir ve Hz Ömer’i kendilerinden daha fazla severler. Nerede kaldı peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-.Bize aktarıldı ki Cindar, Bika dağı tarafında ikamet etmekteydi. Orada bir adamın Hz. Ebûbekir-radıyallâhu anh-’a hakaret edip sövdüğünü işitmişti. Bunun üzerine derhal kılıcını sıyırarak o adamın yanına gitmiş ve boynunu vurmuştu. Eğer kendine ya da babasına sövüldüğünü işitseydi elbette ki o adamın kanını dökmeyi mübah kabul etmezdi. Sahabeyi kiramın, nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’e olan muhabbetlerinin taşkınlığından dolayı “Sana secde edelim mi?” diye sormalarının sebebi iyi anlaşılmalıdır. O -sallallahu aleyhi ve sellem- “hayır” diye cevaplamıştı ama eğer ki izin verseydi hepsi ona ibadet için değil, tazim için secde edeceklerdi. Aynı Yusuf -aleyhisselâm-’ın kardeşlerinin Yusuf’a secdesi gibi. Bir Müslüman, nebi –sallallahu aleyhi ve sellem-’nin kabrine secde edecek olsa bile bu şekilde değerlendirilmelidir. Secde eden kişi elbette haram işleyip asi bir günahkâr olur. Ama tekfir edilmemelidir. Bunu söylemek ile böyle bir secdenin yasak olmadığını kastetmiyoruz. Kabirlere doğru kılınan namazlarda aynı böyledir.”
[Ez-Zehebi “Mucemu’ş-Şuyuh” 1/73–4 ]
Categories: Teberrük | Tags: abdest, Allah Rasülü, ayak öpmek,üseymin, bin malik, cafer, el öpme, harici vehhabiler, ibn baz, imam zehebi, kabire secde, kabre el sürme, kabre el surmek, kabre secde etmek, kabre tapmak, kabri öpme, Küfr, meded, mekruh, reddiye,reddiyeciler, secde etmek, sirk, sofi, sofiler, teberruk, teberruk delili,teberruk delilleri, tekfir, tevhid, teymiyye talebesi, teymiyyenin talebesi,vehhabiler, vehhabiler ve teberrük, yusuf as, Zehebi
Medine’de daha önce çıkan Selefiler ve Tasavvufçuların Görüşleri adlı eserimize reddiyye yazıldığını öğrendik. Ama Selefiler ve Vehhabilere Rediyye isimli kitap çıkmış oldu bir kere. Bu sefer eski kitaba yazılan rediyyeye karşı cevap vermedurumu oluştu. 378 sayfalık Selefiler ve Tasavvufçuların Görüşleri adlı eski eserimize yazılan 188 sayfalık rediyyede karşı tarafın haklı olduğu bazı yerlerdeki hatalarımızı düzelttik. Bu arada bize yazılan rediyyedeki eksik ve yanlış verilen bilgilerin doğrularını Selefilik Adı Altındaki Görüşlere Selefice Cevaplar adlı 800 sayfalık yeni kitapta cevap vererek sizlere sunduk. Umarız, onlar da hatalarını görüp düzeltirler.
Hüseyin Avni Hocaefendi rediyyedeki tevessül konusu ve o konudaki hadislere yapılan itirazlara Mahmud Saîd el-Memduh un eserinden tercüme ve kendi bilgilerini birleştirerek tek tek cevaplar vermiş ve Türkiye’deki eserlerde olmayan bu bilgileri bizlere kazandırmıştır.
Özellikle bu kitaptaki 2’nci 4’nci 5’nci ve 6’inci Hadislerin her iki tarafa göre tahriç ve değerlendirmelerine, itirazlara ve o itirazlara verilen cevaplara bakıldığında, bu eserin Türkiye’de bir ilk olduğunu kaynak özelliği taşıdığını göreceksiniz.
Biz üzerimize düşeni yapmaya çalıştık. Şimdi sıra sizlerde etrafınızda, internet ortamında eksik bilgi ve şüphelerinden dolayı Müslümanları tekfir eden Müslüman kardeşlerimize doğruları anlatıp, onların şüphelerini giderip tekfirden kurtararak Müslümanlar arasında oluşması gereken birliğe faydalı olmanızı bekliyorum.
Yasin Yayınevi Sipariş Hattı: 0212 534 04 34 – www.yasinyayinevi.com –www.kitapkalbi.com Kargo ile eve Teslim.
Categories: Ölüler işitir-Ruh ölmez, Ölünün tasarrufu, Ölüye amellerin hediye ve arz edilmesi, Bid'at kavramı, Kabir ve ruh, Kabir ziyareti,Kabirde kuran okumak, Müşrik-Mümin farkı, Taşlarla tesbih, Teberrük,Tevessül, Vehhabi Fitnesi, Vehhabilik(tarih-hadis-alimler), Şefaat
Peygamber(sallallahu aleyhi vesellem) efendimizin bir tel saçı!!
IMAM ZEHEBI(radiallahu anh)’den
Özet: Resûlullah’ın bir tel saçına sahip olmayı, yeryüzünün bütün altın ve gümüşlerine sahip olmaya tercih ederdim.
Büyük tabiîlerden fakih ve muhaddis Abîda b. Amr es-Selmanî’ dir (ö. 72/691). Aslen Yemen’li olan Abide, Efendimiz’in vefatından iki yıl kadar önce, Mekke fethi sıralarında müslüman oldu, fakat içinde bulunduğu şartlar sebebiyle Medine’ye gelip de Resulullah Efendimiz’i göremedi. Ancak Hz. Ömer devrinde Küfe’ye gelip yerleşti ve birçok fütühata katıldı. Fıkıh dediğimiz İslam Hukuku’nda öylesine büyük bir şöhret kazandı ki, Küfe’nin meşhur dört fakîhinin en üstünü olarak o gösterildi. Devrinin en büyük kadılarından biri olan Kadî Şüreyh bile içinden çıkamadığı meseleleri gelip ona danışırdı.
Kendisinden en çok faydalanan talebesi Enes İbni Malik’in azatlı kölesi olan şöhretli fıkıh alimi Muhammed İbni Şirin ile bir gün Efendimiz’e dair sohbet ediyorlardı. İbni Şîrîn, efendisi Enes İbni Malik sayesinde Resûlullah’ın bir tel saçına sahip olduğunu söyledi. Böyle bir devleti elden kaçıran Abide es-Selmanî üzüntüsünü şöyle dile getirdi:- Resûlullah’ın bir tel saçına sahip olmayı, yeryüzünün bütün altın ve gümüşlerine sahip olmaya tercih ederdim.
Abide es-Selmanî’nin gönül zenginliğini gösteren bu özlü sözler, Zehebî’yi (ö. 748/1348) çok duygulandırmıştır. 23 ciltten meydana gelen Siyerü a’lami’n-nübela adlı eserinde (IV , 42-43) bu sözleri naklettikten sonra, büyük bir duygu seli halindeki hislerini şöyle dile getirmiştir:
”Resûlullah’ın bir tel saçını, insanların sahip olduğu bütün altın ve gümüşlere tercih eden Abîde’nin bu sözleri, doruk noktasındaki bir muhabbetin göstergesidir. O büyük alim, Hz. Peygamber’in vefatının üzerinden yalnızca elli sene geçmişken böyle söylerse, onun vusülünden yedi yüz sene sonra şayet güvenli bir şekilde onun bir tel saçını veya pabucunun kayışını, yahut kesip attığı bir tırnağını, hatta su içtiği toprak kabın bir parçasını elde edecek olsak, acaba bizim ne söylememiz gerekir! Şayet zengin bir adam servetinin büyük bir kısmını böyle bir şeyi elde etmek için sarf etse, sen ona saçıp savuran veya akılsızca para harcayan biri gözüyle mi bakarsın? Hayır, hayır. Resulullah’ın mübarek elleriyle yaptığı Mescid-i Nebevi’sini ziyaret edebilmek, onun aziz şehrinde Hücre-i saadet’inin yanı başında kendisine selam verebilmek için varını yoğunu harcamaktan çekinme! Medine’ye vardığında onun sevgili Uhud’una doya doya bak ve onu sen de sev! Çünkü Uhud’u senin Peygamber’in aleyhisselam da çok severdi. Onun ravzasına ve oturup kalktığı yerlere defalarca giderek ruhunu iyice doyurup kandırmaya gayret et! Zira Kainatın Efendisi olan o zatı canından, yavrundan, sahip olduğun her şeyden, kısacası bütün insanlardan, daha çok sevmedikçe mü’min olamazsın. Cennetten yeryüzüne inen o mübarek Hacerülesved’i öp! Kainatın Efendisi’nin öptüğü yeri öğrenerek oraya dudağını yapıştır! Cenab-ı Mevla’nın sana lütfettiği bu saadet sebebiyle haydi gözün aydın olsun. Dünyada bundan daha büyük bir bahtiyarlık yoktur. Şayet Resül-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in Hacerülesved’e doğru kaldırıp işaret ettiği, sonra da öptüğü bastonu bugün ele geçirmîş olsaydık, o bastonu görüp öpebilmek için bütün gayretimizi sarf etmemiz gerekirdi. Artık şunu kesin olarak biliyoruz ki, Hacerülesved’i öpmek, onun bastonunu ve pabucunu öpmekten daha değerli ve faziletlidir. Tabiî alimlerinden Sabit el-Bünani, Enes b. Malik’i görünce elini tutar ve “bu el, Resulullah’ın eline dokunmuş bir eldir” diye öperdi. … Şayet hacca gidememişsen, hacdan dönenlerden birini kucakla ve “bu ağız, sevgilim aleyhisselam’ın öptüğü taşı öpmüştür” diyerek sen de onun ağzını öp!
Categories: Teberrük, Tevessül-Teberruk-Istiğase-Himmet | Tags:edep, ehli sunnet, es-Selmanî, fakih, Hücre-i saadet, ibn teymiyye,islam hukuku, mekke, peygamber, peygamber efendimizin saçı,peygamber sevgisi, siyer, teberrük haktır, teberruk, tevessül, Uhud,vehhabilere reddiye, Zehebi, İbni Şirin
عن أسماء بنت أبي بكر رضى الله عنهما: أنها أخرجت جبة طيالسة كسروانية لها لبنة ديباج وفرجيها مكفوفين بالديباج، وقالت: هذه جبة رسول الله صلى الله عليه وسلم كانت عند عائشة فلما قبضت قبضتها، وكان النبي صلى الله عليه وسلم يلبسها فنحن نغسلها للمرضى يستشفى بها.
Ebû Bekr-i Sıddîk radıyallahu anh’ın kızı Esma radıyallahu anhâ, Kisrâ’ya mensup (Acem hükümdarlarının giydiği) ipekten yaması bulunan, kenarları dîba (kalın kıymetli ipek) ile geçilmiş, taylasandan olan (iki parmak genişliğinde ipekten uzun şeritleri olan) cübbeyi çıkararak (göstererek): “İşte bu, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in cübbesidir, bu cübbe vefâtına kadar Âişe radıyallâhu anhâ’nın yanında idi. O vefât edince ben aldım. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onu giyerdi, biz de onu hastalar için yıkıyoruz, (suyunu onlara içiriyoruz) onunla şifâ talebediliyor” dedi. (Müslim “Libas ve Zinet” 2, (no: 2069, 3/1641).
İmâm Nevevî rahimehullah’ın beyanına göre, bu hadis-i şerif salihlerin eserleriyle teberrükte bulunmanın müstehap olduğuna delalet etmektedir. (Sahih-i Müslim, Şerhü’n-Nevevî, XIV, 44.)
Categories: Teberrük, Tevessül-Teberruk-Istiğase-Himmet | Tags: ehli sunnet, ehli sunnet vel cemaat, eli sunnet vel cemaat, ibn teymiyye,islam, muslim, nevevi, sirk, teberruk, tevessül, vehhabi fitnesi,vehhabilere reddiye
Mahmud b. er-Rabî el Ensârî radıyallahu anh şöyle anlatıyor: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabından, aynı zamanda Bedir’de bulunan ensardan olan Itbân İbn Mâlik radıyallahu anh bir kere Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek:
— Ya Resûlullah! Gözümü beğenmiyorum (gözüm zayıfladı veya kör oldu). Ben kavmime namaz kıldırmaktayım, yağmurlar yağınca benimle onlar arasındaki vadi(de seller) akıyor, o zaman ben onların mescidine gidip kendilerine namaz kıldırmaya imkân bulamıyorum.
— Ya Resûlallah! İstedim ki sen bana gelesin, evimde namaz kılasın da ben o yeri namazgâh edineyim.” dedi. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona: “İnşallah (dediğini) yaparım.” buyurdu.
Ertesi sabah Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Ebû Bekir radıyallahu anh ile beraber gün yükseldiği vakit bana geldiler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem (içeri girmek için) izin istedi, ben de izin verdim. Eve girdiğinde oturmadı sonra:
— “Evinin neresinde namaz kılmamı istersin?” buyurdu.
Ben evin bir tarafını ona gösterdim, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem namaza durmak üzere tekbir aldı, biz de durup saf olduk, iki rekât kıldırdıktan sonra selâm verdi.
[Buhârî, Mesâcid: 14, (no: 415, I, 164), Müslim, İman: 10, (no: 33, I, 61), İbn Mace, Mesacid: 8, (no: 754), Nesâî, İkamet: 46, (no: 843, II, 440), Ebû Dâvûd et-Tayâlisî, no: 1241, s: 174.]
Ebû Bürde’den nakledilir: “Ben Medine’ye geldiğim zaman, Abdullah bin Selam ile karşılaştım. Bana: “Eve gel sana Allah Resulü sallallahu aleyhi ve selem’in su içtiği kaptan su içiririm ve onun namaz kıldığı yerde de namaz kılarsın” demişti.
Ben evine gittim. Bana o kap ile sevık (bir çeşit çorba), yanında da hurma ikram etti. Mescidinde de namaz kıldım.”
[ Buhari “Kitab ve Sünnete Bağlılık Kitabı” Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’i anmak ve ilim ehlinin ittifakına teşvik babı”]
Sümame, Enes -radıyallâhu anh-’den rivayet etmiştir: “Ümmü Süleym, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-‘e bir deri döşek serer o da onun üzerinde kaylule uykusu yapardı. Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- uyuduğu zaman Ümmü Süleym onun terini ve saçlarını toplar ve bir kaba doldurarak onları elindeki kokularla karıştırırdı. Enes bin Malik vefatı yaklaştığı sıralarda, benden naşına bu kokudan sürmesini istemişti. Dediği gibi yaptık.
[Buhari “İstizan kitabı” “onun yanlarında kaylüle yaptığı kişiler babı”]
Müslim’deki rivayette şöyle gelmiştir: “Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- bize gelmiş ve kaylule uykusuna yatmıştı. Uyurken terlemişti. Bunun üzerine Ümmü Süleym gelerek onun terini sıyırmaya ve bir kaba doldurmaya başlamıştı. Bu esnada nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- uyanmış ve:
يا أم سليم ما هذا الذي تصنعين؟
“Ne yapıyorsun ey Ümm-ü Süleym?” diye sormuş. O da: “Terini elimizdeki kokularla karıştırıyorum. Terin bütün kokulardan daha güzel kokuyor” diye karşılık vermişti..
İshak bin Ebu Talha’dan gelen rivayette şöyledir: “O -sallallahu aleyhi ve sellem- uyurken terlemiş ve teri yatağın üstündeki bir deri parçasının üzerinde birikmişti. Ümmü Süleym, o teri bir beze emdirerek bir kabın içine sıkıyordu. Allah Resulü o sırada uyanıp:
ما تصنعين؟
“Ne yapıyorsun?” diye sorunca o da: “Çocuklarımız için bereketini umuyoruz” diye cevaplamış, bunun üzerine Allah resulü:
أصبت
“İsabetli davrandın” diye karşılıkta bulunmuşlardır.”
Ebû Kalabe rivayetinde: “Ümmü Süleym terleri topluyor ve koku kabına koyuyordu.
ما هذا؟
“Bu nedir” diye soran Allah Resulü’ne Ümmü Süleym: “Terinizi elimizdeki kokularla karıştırıyoruz” diye cevap vermişti.”
Bu rivayetlerden Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in Ümmü Süleym’in yaptığı işi fark ettiğini ve tasvip ettiğini anlamaktayız Ümmü Süleym’in “güzel koktuğu için” ya da “bereket için terini topluyorum” demesi arasında bir çelişki yoktur. Bilakis her ikisi için de bu işi yaptığına kabul etmek en doğrusudur.”
[İbni Hacer “Fethu’l-Bari” 11/2]
[Mefahim]
Categories: Teberrük, Tevessül-Teberruk-Istiğase-Himmet | Tags: bidat,ehli sunnet, fethu'l-Bari, fitne, harici, hariciler, ibn hacer, ibn teymiyye,Islam kalesi, kabir, mefahim, muhammed, reddiye, selefilik, selefiyiz,sirk, teberruk, teriyle teberruk, tevhid, vehhabilik, vehhabiyiz
Teberrük
İmam Malik “Muvatta” adlı eserinde, “Muhammed bin Amr bin Halhal ed-Deyli’den, o da Muhammed bin İbni İmran el-Ensari’den, o da babasından naklen şu rivayeti yapar: “Ben Mekke’ye giderken bir ağacın altında konaklamak için durmuştum. Abdullah bin Ömer bana rastladı ve: “Neden bu ağacın altında konaklıyorsun?” diye sordu. Ben de: “Gölgelenmek için” diye cevap verdim. Bu sefer o: “Bundan başka bir sebebi yok mu?” diye sordu. Bende: “Hayır başka bir sebebi yok” dedim. Bunun üzerine Abdullah bin Ömer bana: “Allah Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem- bana şöyle buyurmuştu:
“Mina’dan gelirken Ahşebeyn (bir mekanmı) arasına uğrarsan –eliyle maşrık tarafını göstererek- orada ‘es-sürer’ adında bir vadi vardır. Oradaki ağaçlıklar altına yetmiş tane peygamberin göbek bağı kesilmiştir.”
İmam Malik burada geçen ‘sürre’ kelimesinin göbek bağı kesilmek anlamına geldiğini söylemiştir.
[İmam Malik “Muvatta” hac kitabı, haccı cemetme babında bu rivayeti zikreder. 1/424, İbni Hıbban “Sahih”te ‘el-İhsan babı’ 8/47 hadis no: 6211, Nesai, ‘hac kitabı’ ‘mina hakkında söylenenler babı’ 5/249 hadis no: 2995, Ahmed “Müsned” 2/138 hadis no: 6233, Beyhaki “es-Süneü’l-Kübra” ‘hac kitabı’ ‘mina’da konaklama babı’ 5/139 hadis no: 961]
Zerkani “Oradaki ağaçlıklar altına yetmiş tane peygamberin göbek bağı kesilmiştir” kısmıyla alakalı şöyle bir açıklamada bulunur:
“Yani oradaki ağaçların altlarında doğmuş ve göbek bağları (sürr) orada kesilmiştir. Göbek bağı (Sürr) çocuklar doğduğu zaman göbeklerinden (sürre) kesilen kısımdır” der. “en-Nihaye” ve diğer eserlerde bu şekilde geçmektedir. İmam Suyuti’nin “altlarında doğdukları zaman göbek bağları (sürr) değil de göbekleri (sürre) kesilmiştir demesi iki kelime arasında ki alakadan dolayı mecazen söylenmiştir. İmam Malik bu kelimenin manasına dair şöyle demiştir: “Onlar ağaçların altında doğum gibi sevindirici bir haber aldıkları için göbek bağı (sürr) sevinç (sürur) anlamından türetilmiştir.”İbni Habib şöyle söyler: “Bu kelime sevinç (sürur) kelimesinden türemiştir. Ağaçların altında doğum haberini alıp ve sevindiklerinden dolayı bu kelime göbek bağını kesmek anlamına gelmektedir. Bununla alakalı farklı görüşlerde vardır. Bu rivayette peygamberlerin hatırası olan yerlerle teberrük edilebileceğine delalet vardır.”
[Şerhü’z-Zerkani ale’l-Muvatta” 2/399]
İbni Abdilber şöyle söyler:
“Hadisi şerif, peygamberler ve salih insanların evleri, makamları, uğradıkları yerler ile teberrük edilebileceğine delildir. Abdullah İbni Ömer’de bu hadis ile bunu kastetmektedir. Allah en doğrusunu bilir.”
[İbni Abdilber, “et-Temhid” 13/67]
Categories: Teberrük, Tevessül-Teberruk-Istiğase-Himmet | Tags: ehli bidat, ehli hak, ehli sunnet, ehli sunnet vel cemaat, hariciler, ibn abdilber, ibn teymiyye, imam Malik, islam, muvatta, peygamberler hatirasi, reddiye, sirk, suyuti, teberruk, tevhid, vehhabilere reddiye,İmran el-Ensari
tabakat es shafii el kubra cilt 2 sayfa 36
İmâm Şâfiî’nin talebelerinden olan Rabî b. Süleyman anlatır:
“Bir gün İmâm Şâfiî bana; Rabî bu mektup al, Ahmed b. Hanbel’e götür ve cevabını bana getir.” dedi.
Ben mektubu Ahmed b. Hanbele götürdüm. Ahmed b. Hanbel mektubu okuduktan sonra çok sevindi. Ahmed b. Hanbel üzerindeki gömleği çıkarıp bana hediye etti. Mektubun cevabını İmâm Şâfiî’ye getirdim. İmâm Şâfiî bana: Sana hediye edilen gömleği alıp, seni üzmek istemeyiz. Ancak, hiç olmazsa onu bir suya batır ve o suyu bize ver ki, biz de o gömleğin bereketine böylece ortak olalım, dedi.
[İbnü’l-Cevzî, Menâkıbü’l-İmâm Ahmed b. Hanbel, s. 609-610; Tabakat es shafii el kubra cilt 2 sayfa 36]
Molla Aliyyü’l kari diyor ki.: İmam şafii bağdatda iken imam ahmedin içinde işkence yapıldığı çamaşırını istemiş ,imam ahmed de ona gömleğini göndermişdir.İmam şafii gömleğini alınca suyun içine koymuş ıslatmış ve onun suyuyla bereketlenmek üzere içmişdir.bu ise imam ahmedin menkıbesi için büyük bir şerefdir.
[Siyerü ‘lam-in Nübela, c.11 s.213-232 Şerh-i Mişkat, İsmail Çetin k.s cilt 1, sayfa: 287]
Categories: Teberrük, Tevessül-Teberruk-Istiğase-Himmet | Tags:ahmed b. hanbel, Cevzi, ehli sunnet, harici, hariciler, imam safii, ismail cetin, reddiye, sirk, siye el alem, teberruk, vehhabilere reddiye,vehhabiyiz, Zehebi, ziyaret
Gördüğünüz resim İmam Zehebinin(r.a) “Siyer Alem en Nubela” isimli kitabinin 11-ci cildinin 212-ci sayfasidir.Sayfada aynen şu sözler geçiyor:
“Abdullah bin Ahmed şöyle söylemektedir:
“Ben babamı, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’e ait bir kılı öperken görmüştüm. O kılı gözlerine sürdüğünü ve suyun içine koyarak o sudan içerek şifa dilediğini de gördüğümü zannediyorum. O, suyun daha güzel olacağı düşüncesiyle Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’e ait büyük bir kabı yıkayarak, artık suyu içmişti. Onun zemzem suyundan da şifa beklediğini gördüm, onu ellerine ve yüzüne sürmekteydi.”
Ben –(Zehebi)- diyorum ki: “İmam Ahmed’i inkâr edip beğenmeyenler neredeler acaba? Abdullah bir gün, Allah resulünün minberi ve hücreyi nebi ile teberrük edenlerin halinden sormuş, İmam Ahmed de: “Ben bunda bir sakınca görmüyorum” diye cevap vermiştir. Allah haricilerin ve bidatçilerin görüşlerinden bizleri ve sizleri muhafaza etsin.”
(Siyer Alem En Nubela,cilt 11,sayfa 212)
SON CUMLEYE DIKKAT, nediyor imam Zehebi?? HARICILER ve BIDATCILARIN goruslerinden bizleri ve sizleri muhafaza etsin!
Teberrugu kabul etmeyip isine gelince imam zehebiden delil getirenler iyi okusun,sizlere nediyor;)
bizde imam zehebinin(radillahu anh) bu duasina AMINNNNN diyoruz!!
Categories: Teberrük, Tevessül-Teberruk-Istiğase-Himmet | Tags: bidat,bidatcilar, ehli bidat, ehli hak, harici, hariciler, reddiye, teberruk,vehhabi, vehhabilere reddiye, Zehebi
İmam Müsliminn(r.a) “Sahih”inde yer verdiği bir hadisden geliyor.Gördüğünüz resim,Ehli Sünnetin en güvenilir kaynaklarindan olan İmam Müslimin(r.a) “Sahihi Müslim ” kitabinin 541-542 ci sayfalaridir.Bu Sayfada şu sözler geçiyor:
« لما رمى رسول الله صلى الله عليه وسلم الجمرة, و نحر نسكه و حلق, ناول الحالق شقه الأيمن فحلقه. ثم دعا أبا طلحة الأنصاري فأعطاه إياه. ثم ناوله الشق الأيسر. فقال “احلق” فحلقه, فأعطاه أبا طلحة. فقال “اقسمه بين الناس” »
Enes -radıyallâhu anh-’dan rivayetle şöyle nakleder:
“Allah Resulü -sallallahu aleyhi ve sellem- Cemre’de şeytan taşladıktan sonra kurbanını kesmiş, Daha sonra berbere ilk önce sağ sonra sol tarafını işaret ederek “buraları al” diye buyurarak saçlarını kestirmiş kesilen saçları Ebû Talha el Ensariye(r.a) vermiş, sol kısmını da kestirdikten sonra:
Bunu insanlar arasında paylaştırın” diye buyurmuşdular.
Bugün 3 ziyaretçi (48 klik) kişi burdaydı! |
|
Bugün 580 ziyaretçi (789 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|