Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil

Kutlu Doğum Haftası ile ilgili başlayan tartışmalar son günlerde nedense bambaşka yönlere çekilmeye çalışılmaktadır. Fikri olmayanlar zikri olmayanlar bölüyor, ötekileştiriyor, dışlıyor, şucu bucu deyip sadece saldırıyorlar. Oysa İslamiyet’te şucu bucu diye bir kavram olmadığı için bunu kullananlar, asıl bölücülük yaptığının farkında olmalıdır.  İslamiyet şucularla bucularla değil İslam’ı doğru yaşayanlarla yani Sahabe-i kiram efendilerimiz, mezhep imamları, Ahmed-i Yesevi, İmam-ı Gazali, gibi binlerce âlimlerle bizlere kadar değişmeden getirildi. Hepsi itikatta Ehl-i sünnet amelde dört mezhepten birinde olarak devam ettiler. 1400 senedir bu âlimler ne söyledilerse saf ve temiz bir şekilde inanan milletimiz, aynı imanı yaşadı. Aynı inançla ibadetini yaptı.
Bilhassa 12 Eylül 1980 darbesinden sonra FETÖ’nün dinî noktalarda nelere imza attığı düşünülmelidir. Zira bugün şu bir gerçektir ki 12 Eylül darbesinde güya beş yıl arandığı hâlde bulunamayan FETÖ’nün, 35 yıldır en fazla kullandığı alan dindir. Gençlerimizi dinle yakalamış ve vurmuştur. Bunu iyi bilen Sayın Cumhurbaşkanımız da Diyanet’ten, özellikle FETÖ’nün dinî hata ve yanlışlarının ortaya çıkarılmasını istemiştir. Yoksa bu ülke, yeni FETÖ’lere çok yelken açar. İmam-ı Rabbani, Bahaeddin Buhari, Mevlana Halid-i Bağdadi diyenlerden siz hiç FETÖ-vari bir oluşum duydunuz mu?
Bakınız önceki gün Sayın Görmez bir TV programında 2009 yılında Kazakistan’da emekli diyanet işleri başkanının FETÖ konusunda kendisini uyardığını bildirdi. Neden bunu 2017’de; tam sekiz sene sonra söylüyorsun?.. O gün o diyanet işleri başkanına ne cevap vermiştin? Bilmek hakkımız değil mi? Ayrıca sayın Başkan kendi ülkesindeki zararlı dini bir fenomeni yabancı birinden tesadüfen mi duymalıydı?
Zira ülkemizde FETÖ’nün etkisinin başladığı 1980 yılından itibaren bilhassa dinî uygulamalarda nice değişikliklere gidildi. Bir komutla namaz imsak vakitleriyle oynandı. 1982 yılı 31 Aralık’ında imsak vakti 6.35 iken bir gün sonra 1 Ocak günü 6.50’ye nasıl geldi. Bunun bilhassa oruç ibadetini büyük bir tehlikeye attığı nasıl göz ardı edilebilir.
Asıl olan FETÖ’yü bildim demek değil ki yaptığı tahribatları ortadan kaldırmaktır.


“Bu kitaplar Görmez’in” iddiası
Diyanet İşleri Başkanına Gülen’den özel teşekkür
Karar yazarı Elif Çakır’ın âdeta Görmez’i aklamak için “Prof. Dr. Yusuf Ziya Kavakçı’ya gidecek kitaplar bir başkası tarafından Gülen’e verildi” iddiaları yalanlandı. Odatv iddiaya şöyle karşılık verdi: “7 ciltlik ‘Hadislerle İslam Külliyatı’ bilerek gönderildi. Kavakçı’ya gidecek kitap “tesadüfen” Gülen’e yollanmadı. Bizzat Görmez tarafından Gülen’e gönderildi. Üstelik ABD’ye Diyanet’ten giden isim şimdiki İstanbul Müftüsü Hasan Kamil Yılmaz idi... Yılmaz’ın Gülen’e kitap takdim ettiği görüşmede eski New York Din Hizmetleri Ataşesi Hasan Mollaoğlu da vardı. FETÖ elebaşısı Gülen 7 ciltlik “külliyattan” son derece memnun oldu. Görmez’e özel teşekkürlerini iletti. Kitapları önünde hakaretler savurduğu beddualar ettiği, “külliyata” koyup mesaj verdi.” 
 
Gelelim “Kutlu Doğum Haftası”na!
 
Arabi aylara göre tesit edilen (kutlanan) Mevlid Kandilinin önce adı (1989)  sonra tarihi (1994) değiştirildi. Bilhassa tarihini sabitlemek başlı başına bir fecaat idi. O günlerde, “madem bunu sabitlediniz Ramazanı, Kurbanı, Kadir, Berat ve Regaib gecelerini de sabitleyiniz” diyen Y. Nuri Öztürk gelecek projeleri haber verir gibiydi. Bugünkülerin hiçbiri de buna ses çıkarmazlardı. “Bakınız daha çok oruç tutanlar oldu” diye çanak tutarlardı. Tıpkı daha çok insana ulaşıyoruz demeleri gibi. Daha çok insanın yapması mı yoksa ibadetin doğru yapılması mı önemlidir. Nitekim son yılarda camilerin oyun alanına çevrilmek istenmesi, Vaizelerin hanende ve sazende yapılması gibi kalabalıkların toplanması maksadıyla yapılan işler hep dinden verilen tavizler değil midir?
Cumhurbaşkanımızın ifadesiyle istiklal savaşının sürdüğü bugünlerde mücadelenin asıl FETÖ’nün dindeki tahribatına karşı yapılması lazım değil miydi? Biz sadece bunu dile getirdik. Zira Mümtazer Türköne ve Prof. Dr. Ahmet Keleş’in ifadeleriyle de “Kutlu Doğum”un bir FETÖ projesi olduğu tescillenmişti.
Diyanet İşleri Başkanımız ise bizim dikkat çektiğimiz bu FETÖ projelerini derhâl sahiplendi. Neden? Hâlbuki ondan beklenen FETÖ projelerinin üzerine eğilmek olmalıydı bence. Böylesine ciddi iddiaların olduğu bir meselede bizlerin de görüşlerine başvuramaz mıydı?
Oysa kendisi hemen saldırı yolunu seçti. Gaziantep’te düzenlediği programda “Gırtlağına kadar bid’ate ve hurafeye bulaşmış olanlar Kutlu Doğum projemize dil uzatıyorlar” diyerek veryansın etti. Böyle bir töhmetin altında elbette ki hiç kimse kalmak istemez. Hangi bid’ate veya hurafeye düşmüş olduğumuzu sormak hakkımızdı.
Bunun üzerine düzenlenen bir programda Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Sayın M. Emin Özafşar, bizim bazı suallerimiz karşısında aciz kaldı. Mesela Kutlu Doğum Haftalarında her yıl bir konuyu işlemek ne zaman ortaya çıkmış olup, kimin fikriydi? Bu yıl işlenen bir mevzuya yüz sene sonra mı sıra gelecekti. Sevgi, merhamet, güvenlik denilerek küresel değerlere iman ettirmeye yönelik gayretler mi vardı. Zira bir hafta boyunca sadece güvenliğin işlenmesi ne demekti? Peygamber efendimizin doğduğu gece olan harikulade olaylar, irhasat neden göz ardı edilirdi? Her yönüyle Peygamber efendimizi konuşmanın önü neden kesilmişti? Camilerde kadınların erkeklere sunduğu sema gösterilerinden, Romanların davullu zurnalı kutlamalarına kadar Peygamber efendimizi incitecek uygulamalar ise gırla gidiyordu. Bu sorular karşısında Özafşar, tatminkâr hiçbir açıklama yapamadı.

 
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in FETÖ elebaşısı Fetullah Gülen’e yazdığı mektup...
“Paralel Diyanetçiler” kim?
 
Bu durumda Diyanet’ten Sorumlu Sayın Numan Kurtulmuş Bey, Kutlu Doğum Haftası’nda hicri takvime dönülebileceğinin sinyallerini verdi. Ve ne olduysa işte ondan sonra oldu. Bir anda Diyanet’in üst kademesi alelacele toplandı. Kutlu Doğum Haftası’nın sadece adı değiştirilerek sabit tarihte devam kararının alındığı duyuruldu. Neden böyle alelacele karar verildiği millette derin bir şaşkınlık uyandırdı!..
Alelacele alınan son karar akıllara derhâl Diyanet’te bir dönem yine FETÖ ürünü olan “Dinler Arası Diyalog Masası”nı hatıra getirdi. Bu masa da ne yazık ki sadece adı değiştirilerek yerinde bırakılmıştı çünkü. Diyanet’te derin bir FETÖ’cü yapılanma mı vardı yoksa!..
Fakat Sayın Görmez bu defa da “Paralel Diyanetçiler var" diyerek başka bir tartışmanın fitilini ateşledi. Aslında bu söz fevkalâde yerinde bir tespit. Fakat değerlendirmesi son derece yanlış.  
Malumunuz Sayın Görmez “Paralel Diyanet” deyimini, paralel devlet yapılanması olan FETÖ’ye işaretle söyledi. Hâlbuki paralel devlet, devlet dışında devlete rağmen bir kurum değil ki! Devlet içine sızmış devleti ele geçirmek isteyen bir kurum. Öyleyse “Paralel Diyanet” de Diyanet içine sızmış Diyanet’i elde eden veya yanlış yönlendiren birilerinin organizasyonu olmalıdır. Sayın Görmez hedef mi saptırmaktadır! Yoksa birileri Sayın Görmez’e hedef mi saptırtmaktadır! Çok iyi incelenmesi gerekmektedir. Diyanet’e farklı maksatlarla sızmış kim varsa ve neci olursa olsun bir şekilde temizlenmelidir. Buna hiç kimse karşı çıkacak değildir.
Şurası muhakkak ki Diyanet’te “Paralel” yapılanmanın şifreleri bellidir. Bunu ortaya çıkarmak için tek şey Diyanet’te “Dinler Arası Diyalog Masası”nın kurucuları ile savunucularını tespit edilmekle ortaya çıkacaktır.
 
Ne kadar çok avukatı varmış?
 
Öte yandan Diyanet İşleri Başkanının bu tutumu hemen birtakım saldırıları da beraberinde getirdi. Aslında gerçeklerin ortaya konulması gibi bir görevi olması gereken bazı yazarlar taraf olmak gibi bir ucuzluğun girdabına sürükleniverdiler. Akıl almaz karalamalarla saldırıya geçtiler. Bu köşe yazılarının her birini ibretle okumakta fayda var. Zira hiçbirinde söylenen iddialara karşı tek bir cevap bulunmamaktadır.
Güneş balçık ile sıvanmaz ey dil
Bi-zeban da olsa bellidir kâmil
Kendinden gayrıyı beğenmez cahil
Kendi çalar, kendi oynar demişler
Şurası iyi bilinmelidir ki bizim Sayın Görmez’in şahsına karşı bir husumetimiz ve tavrımız olmadığı gibi Diyanet ve Diyanet camiası ile de olması düşünülemez. Zira Diyanet, bir kısım şahısların değil, devlete ve millete ait bir kurumdur. Dolayısıyla biz bu noktada tamamen dinimize uygun olmayan ve ileride tarifi imkânsız yanlış yerlere çekilebilecek sözlere ve uygulamalara karşıyız.
 
TÜRKİYE GAZETESİ MEHMET GÖRMEZ’İ SAVUNAN YAZARLARA SORUYOR;
 
1- Bazıları bu mektubu nereden aldığımızı ısrarla sormaktadır. Gerçekte bir takdim yazısı olan bu ifadeler altı aydır internet ortamında dolaşmaktadır ve hiçbir yalanlama getirilmemiştir.
Bazısına göre Görmez’in takdimi FETÖ’ye değilmiş. Farklı beş kişiye yazılmışmış. Madem o kadar araştırdın ve buldun diğer mektupları da sen gösterseydin! Kime nasıl hitap edildiğini anlamış olurduk.
Öncelik Sayın Görmez’de olmak üzere gönüllü avukatlarından bir şey rica ediyorum. Lütfen saldırgan ve hiçbir fikir taşımayan laf u güzafları bırakıp şu iddialara cevap veriniz. Vermiyorsanız aynı düşüncedesiniz demektir:
2- FETÖ 28 Şubat’ta başörtüsüne füruat dedi. Kızlarımız inim inim inletildi.
Görmez’in ise “başörtüsü dini, teabbüdî, hukuki olmaktan ziyade ahlakidir” sözü bundan farklı mıdır?
3- FETÖ’nün imanın şartını dörde düşürdüğünü kaleme aldığı “Ailem” dergisi Nisan 2005 sayısından sizin haberiniz var mı? Dikkat ediniz Nisan 2005 yani Kutlu Doğum Haftası’nın olduğu ay. O dergi Kutlu Doğum Haftalarında ne kadar dağıtıldı biliyor musunuz? Hiç bu densizliklerini köşenizde okurunuza duyurdunuz mu? Duyurmadınız ise FETÖ’nün iman esaslarının ne olduğunu öğrenip köşelerinizde dile getirirseniz büyük hizmette bulunursunuz. Henüz hutbelerde de duyurulmadı.
4- Reşit Haylamaz’ın Peygamber efendimize imanı yok sayan ve Kutlu Doğum Haftalarında dağıtılan kitabı körpe beyinlerin eline geçerken siz nerelerde idiniz! O günlerde tek bir sözünüz olduysa yazın bakalım.
5- Yaklaşık on yıldan beri Mehmet Görmez liderliğinde bir ekiple Diyanet’te köklü bir hadis çalışması yürütülüyor. Bu çalışma, Avrupa basınının son derece ilgisini çekmiş ve desteğine mazhar olmuştur. “Türkiye, 21. Yüzyıl İslam’ı için çalışıyor” başlığıyla konuyu ele alan The Guardian gazetesi, çalışmayı, “Müslüman inançlarıyla Batı ilkelerinin kaynaşması” olarak yorumladı. Bugün mücadele ettiğimiz Dinler Arası Diyalog denilen de aynen bu değil midir?
Yine The Guardian, projede Cizvit Papazı Feliz Körner’in de yer aldığını, Körner’in Batıdaki dini ve felsefi bilgi ile bu çalışmaya katkıda bulunacağını, Hıristiyan reform hareketlerinin İslam’a uyarlanması konusunda fikir vereceğini dile getirdi. The Daily Telegraph da hadislerin yeniden yorumlanması çalışmasını “devrim niteliğinde bir çaba” olarak yorumladı.
6- BBC ise “İslam’da reform yapılıyor. Prof. Dr. Mehmet Görmez, 1400 yıllık hadis külliyatına böylesi cesur bir müdahaleyi, ihtimamlı akademik araştırmayla haklılaştırıyor” diye yazdı. (Bak. Nev Hümanist, 26.02.2008;  The Guardian, 27.02.2008; Pigilito Says, 26,02.2008).
Şimdi söyleyiniz bakalım muhteremler! Bu proje sonunda hangi hadisler ayıklandı. Köşelerinizde bilgilendirseniz de Müslümanlar da müstefit olsalar(!) Takdim yazısını reddettiğiniz o külliyatın neden FETÖ’nün tenkidatına sunulduğunu bilmem anladınız mı? O külliyatın FETÖ’nün yatıp yatıp doğrulduğu koltuğun arkasında durduğu da hiç dikkatinizi çekmedi mi?
7- Sayın Görmez’e göre, “Kur’ân’ın her asra tatbik edilmesinde en büyük engelin, sünnet ve hadis olduğu”  (Bkz. İslam’ın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Önemi -Kutlu Doğum Sempozyumu 2001-, TDV Yayınları, Ankara, 2008) düşüncesinin nereden kaynaklandığı sanırım daha iyi anlaşılmıştır.
Barika-i hakikat müsademe-i efkârdan doğar. Diyanet’teki belli küçük bir kesimin FETÖ projeleri ile örtüşen düşüncelerini belirtip tenkide tabi tuttuğumuz görüşlerimize, ilmi hiçbir açıklama getiremeyip ucuz saldırılarda bulunmaya, çorak yere ekin ekip akıntıya kürek çekmek derler. Elinize bir şey geçmez. Buradan size ekmek çıkmaz!
İlmi olmayanın fikri böyle sakil kalır ancak!
Asıl olarak FETÖ ve FETÖ projeleri ile uğraşmak size, bize, Diyanet’e ve ülkemize yarar sağlayacaktır. Gücünüzü kuvvetinizi başka yerlere harcamayınız.
 
Tefekkür
 
Tefekkür, bâtılı terk eylemektir
Gönlü Hak’tan yana berk eylemektir