Sual: Dinimizde kâr haddi var mıdır?
CEVAP
Dinimizde kâr haddi yoktur. Fakat ihtikâr ve fahiş fiyat yasaklanmıştır.
Medine’de pahalılık oldu. Fiyatlar yükseldiği için kâr haddi koyması istenildiğinde, Peygamber efendimiz, (Fiyatları koyan Allahü teâlâdır. Rızkı genişleten, daraltan, gönderen yalnız Odur. Ben Allahü teâlâdan bereket isterim) buyurdu. Başka bir hadis-i şerifte ise, (Kâr haddi koymayın, fiyat koyan Allahü teâlâdır) buyuruldu.
Karaborsacılar, fırsatçılar tarafından [mallar saklanarak] fiyatlar yükseltilip millete zarar ve zulüm haline geldiği zaman, Belediyenin ilgililerle istişare ederek uygun bir narh, kâr haddi koyması caiz olur. (Redd-ül Muhtar)
Peygamber efendimiz, (Müslümanların, şehre mal getiren köylüleri karşılayıp piyasaya fiyatını gizleyerek, ucuz satın almalarını) yasakladı. Köylü böyle bir satıştan vazgeçebilir. Piyasayı bilmeyenlere yüksek fiyatla mal satmak da haramdır. Hatta, acemi olup, ucuz satan veya pahalı alan ile alışveriş etmemelidir. Bunlarla alışveriş yaparken piyasadaki fiyatı gizlemek günahtır.
Satılan şeyin ayıbını, kusurunu gizleyerek aldatmak haram olduğu gibi, alınan malın kıymetini gizleyerek aldatmak da faiz olur. Mesela, bir kimse, sattığı malın kıymetini bilmiyor. On milyonluk malı, beş milyona satıyor. Ona (Bu mal, her yerde 4 milyon eder) diyerek kandırmak haramdır. İnsanlar, Müslüman ahlakına uyarsa, ne kandıran, ne kandırılan olur. Mallara narh koymaya lüzum kalmaz. Arz ve talebe göre, mallar kıymetlenir veya ucuzlar.
Basra’da büyük bir tüccar vardı. İran’da bulunan adamlarından biri, buna mektup yazarak, bu sene şeker kamışının verimli olmadığını, kimse duymadan, çok şeker almasını bildirdi. Tüccar da, çok şeker satın alıp, şeker piyasadan çekilince, pahalı satarak, otuz bin dirhem kâr etti. Sonra, düşünüp (Şeker kamışlarına afet geldiğini Müslümanlardan saklamakla, onlara hıyanet ettim, bu nasıl Müslümanlıktır?) diye, otuz bin dirhemi, şekerlerini almış olduğu kimselere götürdü. Yaptığı yanlış işi anlattı. Hatasına pişman olup dürüstlük göstermesinden dolayı, hiçbiri verdiği parayı almayıp, Sana helal olsun dediler. Akşam evinde düşündü ki, belki utanarak almamışlardır. Din kardeşlerime hıyanet ettim diyerek, ertesi gün tekrar götürdü. Her birine yalvararak otuz bin dirhem gümüşü taksim etti.
Müşteriye doğru söylemeli, hile etmemelidir. Malda bir arıza oldu ise, haber vermelidir. Ucuz aldığı bir malın fiyatı yükselip pahalı satıyor ise, aldığı fiyatı söylemelidir. Aldatarak satmak, hıyanet ve dolandırıcılık olur. Böyle hıyaneti bilmeyerek yapanlar olur. Hıyanet yapmaktan kurtulmak için, herkes, kendine yapılmasını istemediği şeyleri, başkalarına yapmamalıdır.
Bir malı peşin ucuz, veresiye veya taksitle pahalı satmak caizdir. Vade farkı istemek ise caiz değildir. Vadeli satışla, vade farkı ayrı şeylerdir. (Redd-ül Muhtar)
Sual: Zekât vermek için bir arkadaşa gittim. 100 lira zekât verecektim. O arkadaşa, Elindeki bir altını bana 100 liraya satarsan, bu altını zekât olarak vereceğim dedim. O da, Tam İlmihal’de okudum, ucuza satmak gaben-i fahişe girer, 120 liraya aşağı satılması caiz olmaz dedi. 100 liraya satsa idi bir mahzuru olur muydu?
CEVAP
Hiç mahzuru olmazdı. İnsan malını istediği fiyata satabilir. 50 liraya, hatta 1 liraya da satabilir. Hatta bedava bile verir. Bunun dinen bir mahzuru yoktur. Eğer siz altınlar 100 liraya düştü bu altını bana 100 liraya sat deseydiniz, o da bilmediği için satsaydı, çok aldanma olduğu için alışverişi bozma hakkına sahip olurdu. Ama bozmasa da bir şey gerekmezdi. Zekât için gelen parayı geri çevirmesi yanlış olmuştur.
Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye’de diyor ki:
Sarraflıkta piyasadaki fiyatların en yükseğinden, % 2,5 ve daha fazlası kadar yüksek fiyatla satın alarak aldanmaya Gaben-i fahiş = çok aldanmak denir. Bu miktar, hayvandan başka menkul mallar için % 5, hayvan için % 10, bina için % 20 dir. Bu miktarlardan az olan aldanmaya, Gaben-i yesir = az aldanmak denir. Satıcı, bu mala, şu kadar lira veren oldu diyerek satsa, piyasadaki en yüksek değerinden çok aldanma kadar fazla olduğu ve başkası, o kadar lira vermediği anlaşılsa, müşteri alışverişi bozabilir.
[Dikkat edilirse bozabilir deniyor, bozması gerekir demiyor. Üstelik kendi rızası ile çok ucuza satmanın hiçbir mahzuru yoktur.]
Satıcı yalan söylemeden, fahiş fiyatla satsa, aldanan müşteri alışverişi bozamaz. Çünkü herkes malını, dilediği fiyatla satabilir. İslamiyet’te kâr haddi diye bir şey yoktur. Yalan söylenerek, az aldatılan kimse, alışverişi bozamaz.
Bir kimse, 20 liraya aldığı bir mal için, (4 liraya aldım, 1 lira kâr ile sana 5 liraya satarım) dese caizdir; çünkü adamı aldatma maksadı yoktur. Belki o fakirdir, onu sevindirmek için böyle yapmıştır. Herkes malını çok ucuza satabilir.
Sıkışık durumda olanlara, yiyecek içecek, giyecek ve barınacak şeyler için fahiş fiyatla mal satmak haramdır. Nafakasını temin etmek için herhangi bir şeyini satmak zorunda kalan fakirin sattığını, gaben-i fahişle ucuz almak da haramdır. (Bey ve şir’a risalesi)
Sual: Tam İlmihal’de (Veresiye pahalı, peşin ucuz demek, yani, mesela peşin on liraya, veresiye on beş liraya vermek şeklinde iki şartlı satışın fâsid olduğu, Mevkufat, Cevhere ve Tuhfet-ül-fukaha’da yazılıdır. Çünkü, semen meçhuldür) deniyor. Buna göre, peşin 10 liraya satılan malı, veresiye 15 liraya satmak fâsid midir?
CEVAP
Hayır hiçbir mahzuru yoktur. Satıcı yalan söylemeden, fahiş fiyatla da satabilir. Çünkü herkes malını, dilediği fiyatla satabilir. İslamiyet’te kâr haddi [kâr limiti] diye bir şey yoktur. Bu inceliği bilmeyenler, veresiye pahalı satılamaz zannediyorlar. İfadenin son cümlesinde, (Çünkü, semen meçhuldür) deniyor. Semen, satışta belirlenen fiyatı demektir. Satıcı, peşin olursa 10 lira, taksitle 15 lira derse, müşteri de, bu iki fiyattan birini, yani ya peşin 10 liraya veya veresiye 15 liraya olan satış fiyatını kabul ederse, alışveriş sahih olarak gerçekleşmiş olur. Peşin veya veresiye belirtilmeden, müşteri, zamanı ve fiyatı belirlemeden, kabul ettim derse, bu satış fâsid olur. Çünkü, semen ve zaman belli değil. 10 liraya mı aldı, yoksa 15 liraya mı? Müşteri hangisini kabul ettiğini söylememiştir. Zaman ve fiyat belirlenmediği için satış fâsiddir. Müşteri, peşin on liraya aldım derse yahut, veresiye 15 liraya aldım derse, satış sahihtir.
Dinimizde kâr koymada, sınır yoktur. İbni Abidin hazretleri buyuruyor ki:
Enes bin Malik bildirdi ki: Medine’de, pahalılık oldu. (Ya Resulallah, fiyatlar yükseliyor. Bir kâr haddi koyun) denildiğinde, (Fiyatları koyan Allahü teâlâdır. Rızkı genişleten, daraltan, gönderen yalnız Odur. Ben, Allahü teâlâdan bereket isterim) buyurdu. (Tirmizi, İbni Hibban)
Fiyatlar, fahiş olarak [mal oluş fiyatının iki misline] artıp, millete zarar ve zulüm haline gelince, hükümetin, tüccarlara danışarak, uygun bir narh, kâr haddi koyması caiz olur. (Redd-ül-muhtar)
Pahalı satmak ve aldatmak
Sual: 300 liraya veresiye aldığım bir ürünün 200 lirasını verdim, 100 lirası daha duruyor. Sonra bu ürünün başka bir yerde 200 liraya satıldığını öğrendim. Müslümanlıkta aldatmak da, aldanmak da olmadığı için ve adamdan senetsiz aldığıma göre, kalan 100 lirayı vermesem günah olur mu?
CEVAP
Normal rayiçten satıyorsa, başka yerlerde de 300 liraya satan varsa kalan 100 lirasını vermemek günah olur. Herkes malını, istediği fiyata satabilir. Bir kuruş eksik verilse kul hakkı olur. Eğer o mal her yerde 200 liraya satılıyorsa, bir tek o kişi 300 liraya satıyorsa, bu da rayicin üstündeyse o zaman alışverişi fesh etme yetkimiz olur. 300 liraya satan başka yerler de varsa, başka birileri de 200 liraya satıyorsa, bu ölçü olmaz.
Bir şey satarken, bu, benzerlerinden farklı diyerek yalan söylemek veya malın kusurunu gizlemek, aldatmak olur. Bir de, piyasadaki rayiç fiyatların en yükseğinden, sarraflıkta % 2.5, hayvandan başka menkul mallar için % 5, hayvan için % 10, bina için % 20 ve daha fazlası kadar yüksek fiyatla satın almak da aldanmak olur. Böyle bir aldanma olursa, müşteri alışverişi feshedebilir.
Pahalı satmak
Sual: Esnaflık yapıyoruz. Elimizde mevcut bazı malların fiyatları yükseliyor. Mesela 10 liraya aldığımız malın fiyatı 20 lira olabiliyor. Aynı malı 20 liraya alıyoruz. Elimizde 10 liraya aldıklarımız da var. Biz, 10 liraya aldığımız malları, daha önce 15 liraya satarken, şimdi 25 liraya satabilir miyiz?
CEVAP
Dinimizde kâr haddi yoktur. 10 liraya alınan bir malı, müşteriye yalan söylemeden, onu kandırmadan, 100 liraya bile satmak caiz olur. Mesela 10 liraya aldığı bir mal için, müşteri sorunca, (Biz bunu 20 liraya aldık, 5 lira da kâr koyarak satıyoruz) derse caiz olmaz, fakat (Bu malı, biz 10 liraya aldık, ama şimdi toptancısında 20 liradır. 5 lira kârla 25 liraya satıyoruz) denirse mahzuru olmaz. Din kitaplarında deniyor ki:
Ucuz aldığı bir malın fiyatı, yükselip pahalı satıyorsa, aldığı fiyatı söylemelidir. (Seadet-i Ebediyye)
İhtikâr, karaborsa yapmak
Sual: İnsanlara ve hayvanlara lazım olan gıda maddelerini çokça alarak saklayıp, daha sonra fiyatlar artıp pahalı olarak satmanın dinimizdeki hükmü nedir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Kimyâ-i se'âdet kitabında deniyor ki:
“İhtikâr; insan ve hayvan gıda maddelerini piyasadan toplayıp, yığıp, pahalandığı zaman satmaktır ki şimdi karaborsa denmektedir. Peygamber efendimiz, çeşitli hadis-i şeriflerde buyurdu ki:
(Bir kimse gıda maddelerini alıp, pahalı olup da satmak için kırk gün saklarsa, hepsini fakirlere parasız dağıtsa, günahını ödeyemez.)
(Bir kimse, hariçten gıda maddesi satın alıp, şehre getirir ve piyasaya göre satarsa, sadaka vermiş gibi sevap kazanır veya köle azat etmiş gibi sevap kazanır.)
Hazret-i Ali buyuruyor ki:
“Gıda maddelerini kırk gün saklıyanın kalbi kararır.”
Âlimlerden birisi, tüccar idi. Vâsıt şehrinden, Basra’ya gıda gönderip satılmasını vekiline emretti. Basra’da ucuz olduğu için, vekili bir hafta bekleyip, pahalı sattı ve âlime müjde yazdı. Âlim cevabında buyurdu ki:
“Biz, az kâr ile çok sevap kazanmayı daha çok severiz. Fazla kazanmak için, dinimizi feda etmemeli idin. Çok büyük cinayet yapmışsın. Bunu affettirmek için sermayeyi ve kârı hemen sadaka olarak dağıt!”
İhtikârın, karaborsanın haram olması, Müslümanlara zararlı olduğu içindir. Çünkü, gıda maddeleri, insanların ve hayvanların yaşayabilmesi için lazımdır. Satılınca, herkesin alması mubahtır. Bir kişi alıp saklayınca, başkaları alamaz. Sanki çeşme suyunu saklayıp, herkesi susuz bırakmaya benzer. Gıda maddelerini bu niyetle satın almak günahtır. İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe hazretleri buyurdu ki:
“Köylü veya ziraatla uğraşan topak sahipleri, tarlalarından elde ettikleri gıda maddelerini istedikleri zaman satabilir. Acele satmaları vacip değildir. Fakat, acele etmeleri sevaptır. Pahalı olunca satmayı düşünmek çirkindir. İlaçlarda ve gıda maddesi olmayan ve herkese lazım olmayan şeylerde ihtikâr haram değildir. Ekmek ve benzerlerinde çok haram olup, et, yağ gibilerde az haramdır.”
İmâmeynin kavline göre ise, bunların hepsi ihtikârdır, karaborsadır. İnsanlara lazım olan her şeyde ihtikâr haramdır. Devlet, ihtikâr edeni, haber alınca, evine yetecek kadar bırakıp, fazlasını halka satmasını emreder.
Kâr haddi koymak
Sual: Dinimizde belli bir kâr haddi var mıdır, satılan mallara sınırlama getirilebilir mi?
Cevap: Normalde piyasaya narh, fiyat konması caiz değildir. Çünkü hiçbir şeyin satışında kâr haddi yoktur. Herkes, istediği kadar kâr ile satabilir. İslâmiyette kâr haddi yoktur. Yalnız, sıkışık durumda olanlara, yiyecek, giyecek ve barınacak lüzumlu eşyayı yüksek fiyatla satmak haramdır. Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde deniyor ki:
“Enes bin Mâlik hazretleri nakleder ki, Medine-i münevverede, pahalılık oldu. Ya Resûlallah! Fiyatlar yükseliyor. Bize kâr haddi koyunuz denildi. (Fiyatları koyan Allahü teâlâdır. Rızkı genişleten, daraltan, gönderen yalnız Odur. Ben, Allahü teâlâdan bereket isterim) buyurdu. Dürr-ül-muhtârdaki hadîs-i şerifte; (Kâr haddi koymayınız! Fiyat koyan, Allahü teâlâdır) buyurdu. Esnafın hepsi fiyatları, fahiş olarak yani mal oluş fiyatının iki misline çıkardığı, arttırdığı, millete zarar ve zulüm haline geldiği zaman, hükümetin, tüccarlara danışarak uygun bir narh, kâr haddi koyması caiz olur.”
Hükümetin koyduğu bu fiyata uymak vaciptir. Bunun gibi, adaleti, milletin haklarını, hürriyetlerini koruyan kanunlara uymak lazımdır. Bunları korumak için, hükümete yardımcı olmalı, mal, vergi kaçakçılığı yapmamalıdır. Gayr-i müslim hükümetlerin kanunlarına da karşı gelmemelidir.
.
.SORULARLA İSLAMİYET / SESLİ
CEVAP
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ, dinde size hiçbir zorluk yüklemedi.) [Hac 78]
Bu, size güç gelen ibadetleri yapmayın, onları istediğiniz gibi değiştirin demek değildir. Zamana, yere ve şahısların durumuna göre bazı ruhsatlar tanınmıştır. Birkaç misal:
1- Su yoksa veya su varken kullanılması zararlı ise teyemmüm eder.
2- Hasta ve aciz olan, namazı ayakta kılamazsa oturarak, oturamazsa, yatarak ima ile kılar.
3- Ramazan ayında, Müslümanlara oruç tutmak farzdır. Fakat, bir kimse hasta olsa veya üç günlükten daha uzak bir yere sefere çıksa, oruç tutmak farzı üzerinden muvakkaten kalkar. Daha sonra, müsait bir vaktinde tutamadığı oruçlarını kaza eder.
4- Seferi uzaklıktaki yolculuklarda 4 rekat farzları iki rekat olarak kılarlar. Seferde oruç tutmak güç gelirse tutmayıp mukim olunca kaza ederler.
5- Dinde zorluk yoktur demenin başka bir manası da, her gün oruç tutmak, gece uyumayıp sabaha kadar ibadet etmek, evlenmemek diye bir şey yoktur.
Allahü teâlânın kullarına olan ihsanları ve teklifleri herkese eşit değildir. Mesela, bazı müminlere zenginlik verir, ona hac yapmasını emreder. Bazılarına da fakirlik verip, ona hac yapmasını emretmez. Kimine güç, kuvvet ve sıhhat verip, oruç tutmasını emreder. Sağlığı müsait olmayanların da sonra tutmalarına izin verir. Kimine nisap miktarı mal ihsan edip, zekat vermelerini ve fakir olan akrabalarının nafakalarına yardım etmelerini emreder. Kimine de fakirlik verip, zekat almaya müstahak kılar. Kimine çok ihsan eder. Onlar da nimete şükredip, şükredenler derecesine kavuşurlar. Kimine de, az ihsan eder. Onlar da sabrederler, sabredenler derecesine ulaşırlar. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, hiç kimseye gücünden fazlasını emretmez.) [Nesai]
İnsan, gücü nispetinde ibadet etmeli, ruhsatlardan da yeri gelince istifade etmeli, zorluk çıkarmamalı, hiç kimseyi dinden soğutmamalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kolaylaştırın, güçleştirmeyin, müjdeleyin, sevdirin, nefret ettirmeyin! Birbirinizle iyi geçinin, ihtilafa düşmeyin!) [Buhari]
Dinimizde ifrat ve tefritin yani aşırılığın yeri yoktur. Dinimiz orta yolda olmayı emreder. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İşlerin hayırlısı vasat olanıdır.) [Beyheki]
[Vasat, ifrat ve tefritten uzak orta yol demektir. İfrat, normalden fazla, tefrit, normalden az demektir. Mesela çok uyumak ifrat, çok az uyumak tefrittir. Çok yiyip içmek ifrat, çok az yemek ise tefrittir.]
İfrata kaçarak gücünün yetmediği şekilde ibadet etmeye çalışmak, mesela geceleri hiç uyumadan namaz kılmak, gündüzleri hep oruç tutmak, hanımından uzak kalmak, et, süt, tatlı gibi şeyleri, hiç yememek, iyi Müslüman olmak demek değildir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kolay bir din ile gönderildim. Dinimizde ruhbanlık yoktur. Et yiyin, hanımlarınızla mübaşeret edin! [Nafile] oruç da tutun! Tutmadığınız günler de olsun! [Nafile] namaz da kılın! Uyuyun da! Ben bunlarla emrolundum.) [Taberani]
Yiyip içmeden, uyumadan ibadet etmek zordur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Din kolaylıktır. Dinde aşırı gideni, din mağlup eder.) [Nesai]
Günümüzde tefrite gidip, (Dinde kolaylık var) diyerek dini bozanlar çoktur. Reformcuların kitapları böyle yanlışlıklarla doludur. Şimdi birkaç misal verelim.
Ayaklardaki mestin üstüne mesh edilir diye tırnaklara oje sürüp üstüne mesh caiz olmaz. Yahut naylon çoraplara mesh kolaylık ise de, dinin emri değişmiş olur, ibadet sahih olmaz.
Su bulunmazsa teyemmüm edilir. Fakat reformcuların dediği gibi sular kesilince hemen teyemmüm edin demek, dinde kolaylık değil, dini değiştirmektir.
Ramazan yaza gelince tutmayıp, kışa tehir etmek veya namazları vaktinde kılmayıp, hepsini gece yatarken kılmak da dini değiştirmek olur.
Hanefi’de gusülde ağzın içini yıkamak farz ise de, diğer iki mezhepte farz değil diye ağzın içini yıkamamak mezhepsizlik olur.
Dinde zorluk yok, kolaylık var demek, (Dinimizin verdiği ruhsatlardan faydalanın) demektir. Yoksa, (Herkes hoşuna giden şeyleri yapsın, hoşlanmadığı şeyleri yapmasın, ibadetleri keyfine göre değiştirsin) demek değildir. Dinde ufak bir değişiklik yapmak dinsizlik olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Dinimizde olmayan bir şey çıkarılırsa, o şey, merduddur.) [Buhari]
Âyet-i kerimede de mealen, (Dinlerini oyuncak ve eğlence edinenleri bırak!) buyuruldu. (Enam 70)
Her ihtiyaç zaruret değildir.
Mecelle’de diyor ki:
Zaruretler, memnu olanı mubah kılar. Yani yasak olan şeylerin, zaruret devam ettiği müddetçe yasaklığı kalkar. (Madde 21)
Bazı kimseler, Mecelle’nin bu maddesini gerekçe gösterip, (Her ihtiyaç zarurettir. Zaruret karşısında da haramlar mubah olur) diyerek haramları mubah gibi işliyorlar. Zaruret nedir, ne değildir?
Zaruret: Kendinin veya nafakasını vermesi gerekenlerin, aç, susuz, çıplak veya sokakta kalarak hasta olması demektir. (Eşbah)
Zaruret, zor ile, başka şey yapmaya imkan olmadığı hallerde olur. (Kamus tercümesi)
Görüldüğü gibi, insanı bir şey yapmaya zorlayan, insanın elinde olmayan semavi sebebe zaruret denir. Kısacası, dinimizin emrettiği veya yasakladığı bir işte, başka bir şey yapamama mecburiyeti zarurettir.
Zarureti birkaç misal ile açıklayalım:
Bir günlük yiyeceği olanın dilenmesi haramdır. Çalışmaktan aciz olup açlıktan ölecek kimse, ödünç arar. Ödünç veren olmazsa dilenir. Dilendiği halde, kimse bir şey vermezse, leş yiyebilir.
24 saat yemek yemeyen kimse açtır. Bu açlığı ihtiyaçtır. Çünkü ölecek bir durum yoktur. Böyle bir kimsenin leş yemesi haram olur. Burada görüldüğü gibi, zaruret, bütün kapıların kapanması halinde yapılacak son çaredir.
Kullanılmadığı zaman helake sebep olan yasak şeyi kullanmak zaruret olur. Kullanılmaması sıkıntıya, meşakkate sebep olursa, ihtiyaç denir. Mesela günlerce aç kalıp yiyecek bir şey bulamayanın ölmeyecek kadar leş yemesi zarurettir. (Uyun-ül-Besair s.119)
Ölmeyecek kadar yemek zaruret; fakat doyuncaya kadar yemek zaruret değildir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(İhtiyaç başka, zaruret başkadır. Zaruret halinde caiz olan şey, ihtiyaç olunca caiz olmaz. (İhtiyacı olana faiz haram olmaz) demek, Kur'an-ı kerimin emrini değiştirmek olur. Maide suresinin 3. âyet-i kerimesinde (femenidturra fi mahmasatin) buyuruluyor.
[Mahmasa, açlıktan ölme halidir. Muztar, sıkışık, zaruret halinde olan çaresizliktir.]
Âyet-i kerimenin meali, (ölüme sebep olan sıkışık hâle düşen) demek olur.
Bu âyet-i kerime, zaruret halinde haramdan affolunacak özrü beyan buyurmaktadır. Faiz ile ödünç almak için her ihtiyaç özür olsaydı, faizin haram edilmesinin sebebi kalmazdı. Çünkü faiz ödemeyi ancak ihtiyacı olan kabul eder. İhtiyacı olmayan, açıktan para vermek istemez. Allahü teâlânın bu yasak emri, yersiz lüzumsuz olurdu. Allahü teâlânın kitabına böyle iftira edilemez. Helale haram, harama helal diyen kâfir olur. Her ihtiyaç zaruret sayılırsa, faizin haram olacağı yer kalmaz. Faizin haram edilmesi, abes, lüzumsuz bir emir olur. Hatta oruç kefaretini, yemin kefaretini ödemek niyetiyle, fakirleri doyurmak için faiz almak da caiz değildir.) [Müjdeci Mektublar 202]
Öldürmek için silah çekene karşı kendini korumak, meşru müdafaa olur. (Mecelle şerhi)
Saldırıya uğrayanın, kendisini korumak için, meşru savunmaya geçip, saldırganı zararsız hâle getirmesi caizdir. Ancak bir kimse, sırf korkutmak için (seni öldürürüm) derse, hemen onu öldürmeye kalkması caiz olmaz.
Dinde zorluk yoktur
Sual: Dinde zorluk yokken, Peygamber de, (Kolaylaştırın, güçleştirmeyin, müjdeleyin, nefret ettirmeyin) derken, ne diye, hep zorluk çıkarılıyor ki? Örneğin, güneş doğunca da, namaz kılınabildiği halde, ne diye sabahın köründe namaz kılmaya zorlanır? Gündüz iş arasında namaz kılmaya zorlamak doğru mudur? Akşam eve gelince veya işe gitmeden önce hepsi kılınsa ne zararı olur ki? “96 gramdan fazla altının varsa zekat vermen, her yıl bir ay aç durman, diş dolgun varsa izin veren mezhebi taklit etmen gerekir” gibi sözler, zorluk çıkarmaktan başka nedir ki? Zorla güzellik olur mu? Herkes kolayına geleni yapması daha uygun değil mi?
CEVAP
(Kolaylaştırın) sözü, dini kurallara aykırı olmadan, ruhsatlardan, izinlerden faydalanın demektir. Yoksa dini kural tanımayın demek değildir. (Dinde zorluk yok, kolaylık var) gibi sözleri art niyetli kimseler, silah olarak kullanıyorlar. Bu sözün doğrusu, (Allahü teâlânın bütün emirlerini yapmak kolaydır, zor bir şey emretmedi. Dini kuralların dışına çıkmadan, bazı emirlerde ruhsatlardan istifade edilir) demektir. Yoksa, (Kendimize güç gelen şeyleri, Allah affeder. Herkes kolayına geleni yapmalıdır. O, hepsini kabul eder) demek değildir.
Sizin dedikleriniz kolaylık değil, bir kısmı dini hükümleri kabul etmemek, bir kısmı da dini değiştirmek olur. Her ibadetin vaktinde yapılması gerekir. İbadet yani kulluk, emredileni, emredildiği şekilde, emredildiği yer ve zamanda ve emredildiği kadar yapmaktır. Aklımıza uygun geleni veya bize kolay geleni yapmak yahut emirleri değiştirmek, kulluk değil; sahibine isyan etmek, Onun emirlerini beğenmemek olur.
Allahü teâlânın sevdiği ruhsat, kendi emirlerini yaparken, zaruret haline düşenler için, bildirmiş olduğu kolaylıkları yapmaktır. Yoksa, emirleri yapmaktan kurtulmak ve aklına, görüşüne göre, kolaylık aramak caiz değildir. Zekat, oruç da dinin bildirdiği gibi yapılır. Kolaylık olsun diye kaldırılmaz veya değiştirilmez.
.SORULARLA İSLAMİYET / SESLİ
CEVAP
Ölü için sessiz ağlamak caizdir. Zira (Müminin ölümüne gökler ağlar) buyuruldu. (Şerh-us-sudûr)
Ölü için yüksek sesle ağlamak, matem tutmak, siyah elbise giymek, siyah perdeler ve rozetler, işaretler asmak, matem işaretleri, resmini taşımak caiz değildir. (S.Ebediyye)
Cenazeye ve cenaze çıkan yere siyah örtmek ve siyah giyinmek caiz değildir. (Hazânet-ür-rivâyât)
Ebu Seleme’nin kızı Hazret-i Zeynep anlatır:
Resulullahın zevcesi Ümmü Habibe validemizin babası ölünce başsağlığı dilemek için yanına gittiğim zaman dedi ki: “Resulullahın, (Allah’a ve ahiret gününe inanan bir kadının, ölen yakını için üç günden fazla yas tutması helal değildir) dediğini duydum.” Cahş kızı Zeynebin kardeşi şehid olunca, o da aynı şeyleri söyledi. (Buhari)
Dinimiz, nimetlere şükretmeyi, musibetlere de sabır ve susmayı emrediyor. Çocuk olunca, akika kesmeyi bildiriyor. Ölünce, hayvan kesmeyi veya başka bir şey yapmayı emretmiyor. Bağırıp çağırmayı, yas tutmayı yasak ediyor. (Es-Siret-üş-Şamiyye)
Dinimize göre, hem sevinç, hem de üzüntü bulunan bir günün yıl dönümlerinde, üzülmeyip, sevinmek, o gündeki sevinçli şeyleri hatırlayıp, üzüntülü şeyleri düşünmemek gerekir. Çünkü İslamiyet’te yas tutmak yoktur. Bütün hadis kitapları, Peygamber efendimizin ölü için yüksek sesle ağlamanın ölüye sıkıntı vereceğini buyurduğunu bildirmektedir. Bu hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:
(Ölüyü överek ağlamak cahiliyet âdetidir.) [Buhari]
(Ölü, yakınlarının kendisine bağırarak ağlamasından azap [sıkıntı] duyar.) [Buhari]
(Yas tutan, ölmeden tevbe etmezse, kıyamette şiddetli azap görür.) [Müslim]
(Ölü için yas tutmak insanı küfre sürükler.) [Müslim]
(Ölü için ağlayana da, onu dinleyene de lanet olsun.) [Ebu Davud]
(Üzülünce, elbisesini yırtan ve bağırıp çağıran bizden değildir.) [Buhari]
(Çığlık atarak ölü için ağlayan kadına, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti olsun.) [Taberani]
(Nimete kavuşunca [davul] zurna çalmak, musibet anında bağırıp çağırmak caiz olmaz.) (Bezzar)
(Rahmet melekleri ölünün arkasından feryat edip ağlayanlara dua etmez.) [İ.Ahmed]
(Felakete uğrayınca, saçlarını yolan, elbisesini yırtan yüksek sesle bağırıp ağlayan bizden değildir.) [Nesai]
Matem yapmak, bağırıp çağırmak, ilk olarak Muhtar-ı Sekafi tarafından ortaya çıkarıldı. Bu bid'at, zamanla bir ibadetmiş gibi yayıldı. Halbuki Muhtar-ı Sekafi, bunu Kufe halkını aldatıp, onları Emevilerle harbe sürüklemek, böylece hükümeti ele geçirmek için bir hile olarak yapmıştı.
Peygamberlerden Hazret-i Zekeriyya ile Hazret-i Yahya’yı keserek şehid etmişlerdi. İlk islam şehidi Hazret-i Yaser ve hanımı Sümeyye hatun idi. Resulullah efendimizin sevgili amcası Hazret-i Hamza da feci şekilde şehid olmuştu. Peygamber efendimiz, şehid olan peygamberlerin, Hazret-i Yaser ile hanımının ve Hazret-i Hamza’nın şehid edildiği günün yıldönümlerinde matem tutmadı. Matem tutmayı yasakladı.
Matem yasak olmasaydı, herkesten önce, Yahudi kadının Hayber’de verdiği zehirli yemeğin yıllar sonra etkisini göstererek şehid olan Peygamber efendimizin ölümü için matem tutulurdu. Hazret-i Hamza gibi; Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali de şehid olmuş, Hazret-i Hasan da zehir verilerek şehid edilmişti.
Milyonlarca Müslümanın mezhep imamı olan İmam-ı a’zam hazretleri de şehid edildi. Resulullah efendimizin emrine uyularak bu büyük zatlar için de yas tutulmadı. Yas tutmamak o büyük zatları sevmemek anlamına gelmez. Babası gibi Hazret-i Hüseyin gibi yüce bir imamın şehid edilmesi de, bütün Müslümanlar için büyük üzüntüdür. Ama yas tutmak, ölüm yıldönümlerinde dövünmek asla caiz değildir.
.SORULARLA İSLAMİYET / SESLİ
CEVAP
Vefa, sevgide devamlılık demektir. Vefa demek, ihtiyaç hâlinde ona yardım etmektir. Arkadaş, öldükten sonra, onun çoluk çocuğunu, yakınlarını sevmek, onlarla ilgiyi kesmemek de vefadandır. Müslüman vefakâr olur. Vefakâr olmanın, yani sırf Allah rızası için sevmenin mükafatı büyüktür.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kıyamette hiç bir himayenin bulunmadığı zaman, Allahü teâlânın himayesinde bulunacak yedi kişiden biri, birbirini [sırf Allah rızası için] sevenlerdir.) [Buhari]
Vefa, dostlukta, bağlılıkta sebat etmektir. Arkadaşa yaptığı iyiliği az görmek, onun yaptığını çok bilmek vefadandır.
Vefa demek, gerek hayatta iken ve gerekse öldükten sonra sevgi ve ilgiyi devam ettirmek demektir. Ölen bir kimseye az bir vefa göstermek, hayatta yapılan çok iyiliklerden daha makbuldür. Çünkü insan, hayattaki arkadaşına bir iyilik edince, belki bir karşılık bekleyebilir. Öldükten sonra yapılacak iyiliğe riya karışması zor olur. Ölüler için dua ve istigfar edilir. Yapılan iyiliklerin sevabı bağışlanır. Hayattaki akrabalarına, dostlarına iyilik edilir. Peygamber efendimiz, ihtiyar bir kadına ikramda bulundu. Sebebini soranlara, (Bu kadın, Hatice hayatta iken bize gelir giderdi. Ahde vefa, dindendir) buyurdu.
Vefanın gereğindendir ki, insan sevdiği arkadaşının dostlarını, akrabalarını da sevip haklarını gözetmelidir! Çünkü insan, yakınlarına gösterilen ilgiye daha çok memnun olur. Sevgi, sevgilinin her şeyini, ona yakından uzaktan ilgili olan her şeyi sevgili kılar. Bunun için, “Sevgilinin kapısındaki köpek, sevenin kalbinde, diğer köpeklerden üstün ve ayrı bir yer tutar” denmiştir.
Âlimler, “Evlada hizmet, babasına hizmet demektir” buyurmuşlardır. Evlada hizmet babayı sevindirdiği gibi, evlada düşmanlık da babayı üzer. Diğer yakınlarının durumu da böyledir. Arkadaşının dostu ile düşman olmamak veya düşmanı ile dost olmamak da vefadandır. Arkadaş vefat ettikten sonra da, onun yakınlarına ilgi göstermek, sağlığında ilgi göstermekten daha kıymetlidir. Arkadaşın yanında, “Şu benim, şu senin” dememeli! İbrahim bin Şeyban hazretleri, “Bu benim kalemim, diyenle arkadaşlık etmezdik” buyururdu. “Bunu senin için yaptım!” demek de onu minnet altında bırakmak olur, soğukluğa sebep olur. Âlimler, “Çağırdığımız zaman nereye, diye soranla arkadaşlık etmezdik” buyurmuşlardır. Arkadaşın kusurlarını görmemek, mürüvvetten, vefadandır.
Arkadaşın dost ve akrabalarını arayıp sormak vefakârlığın şartlarındandır. Onların haklarına riayet, arkadaşa ikram etmekten daha kıymetlidir.
Vefasızlık şeytanın hoşuna gider. Mesela arkadaşlar arasındaki sevginin azalması, kırgınlığın zuhur etmesi şeytanı çok sevindirir. Şeytanı sevindirmemek, onun oyununa gelmemek için vefakâr olmalı, arkadaşın kusurlarını fazilet, hakaretlerini de iltifat kabul etmeli. İki arkadaştan biri, diğerine sert bakınca, şeytan sevinip oynar. Allahü teâlâ, (Şeytan, aralarını bozmaması için, kullarım güzel konuşsun!) buyuruyor. (İsra 53)
Onun için kırıcı ve üzücü konuşmaktan ve sert bakmaktan uzak durmalıdır! Allah dostlarının duruşu bile sevgi telkin eder. Böyle bir kimse, makam sahibi de olsa, eski arkadaşlarını arar. (Kerem sahipleri, darlık zamanlarında kendileriyle düşüp kalkanları, genişlik zamanlarında da ararlar) denmiştir.
Sıkıntılı anında arkadaşın yardımına koşmalı, “Kara gün dostu” olmalıdır. Şeytan, nefs ve kötü arkadaş, ara bozmaya çalıştığı için arkadaşlığı devam ettirmek zor olur. Bunun için, “Arkadaşlık ince ve lâtif bir cevherdir. Korunmasını bilmezsen kazaya uğrar!” demişlerdir. Bu cevheri korumak; arkadaşta kusur aramamak ve hiçbir hatasını görmemekle olur. Çünkü kusursuz insan olmaz. Kusurunu görünce, onu bırakmamalı ve demeli ki:
Bu seferlik affet belki de bilmez
Sürçen atın başı hemen kesilmez.
Kusursuz insanla herkes geçinir. Asıl yiğitlik, kusurlu arkadaşla iyi geçinmektir. Daima onu kendine tercih etmelidir! Vefakâr olmanın şartlarından biri de, dostun sevmediklerini, düşmanlarını sevmemektir. Dostun düşmanı ile birlikte gezmek, düşmanlıkta ortak olmak demektir.
Eski zatlardan birinin oğluna vasiyeti şöyle:
(Oğlum, herkesle arkadaşlık edilmez. İhtiyaç içinde olduğun zaman senden uzaklaşan, genişlik zamanında malına göz diken ve yükseldiği vakit sana üstünlük taslayan kimse ile arkadaş olma!)
O halde, ihtiyacı olan arkadaşa yardım etmeli, ondan bir menfaat beklememeli ve ona karşı hiçbir üstünlük göstermemelidir! Her şeye itiraz eden, hayır öyle değil, diyen, arkadaşlarını düşman etmekle kalmaz, bütün insanların nefretini kazanır.
Vefalı, bir okuyucumuz, yayınlarımızdan istifade edip bizi tanıdıktan sonra, uzun bir mektup yazmış. Mektubunu yayınlamak yerine, sadece bir beytini yayınlamak bize yeterli fikir verir. Vefalı dostumuz diyor ki:
Herkes dost gibiydi, siz yabancıydınız bize,
Şimdi herkes yabancı, sizler dostsunuz bize.
.SORULARLA İSLAMİYET / SESLİ
CEVAP
Her Müslüman, ölmeden önce vasiyetini yazmalıdır. Vasiyeti, ölüm hastalığında yazmak vacip; sıhhatte iken yazıp, yanında taşımak müstehaptır.
Vasiyette evladına, ahbabına son nasihatini yapmalıdır. Kendinde hakkı bulunanlarla helalleşmelerini, alacaklarını, vereceklerini, borçlarının ödenmesini, iskât yapılmasını, hac borcu varsa vekil gönderilmesini istemeli; cenaze hizmetindeki ve definden sonraki isteklerini bildirmelidir. Hanımına olan Mehr-i müeccel borcunun ödenmesi için vasiyet etmelidir. Bu isteklerinin yapılması için, adil iki şahit yanında bir vasi seçmelidir.
Ölmüş müminlerin ruhları birbirlerini ziyaret ederler. Bilhassa, cuma gecelerinde konuşurlar. Ölenin ruhu göğe çıkınca, müminlerin ruhları gelip, dünyada tanıdıklarını sorarlar. Vasiyet etmeden ölenlerin ruhlarına konuşmak için izin verilmez. (Feraid-ül-fevaid)
İskât için fidye
Namazları kaza etmeden ölüm hâli gelen kimseye, bu namazların iskâtı için, bırakacağı maldan fidye verilmesini vasiyet etmek vacip olur. Vasiyet etmezse, velisinin, hatta yabancının kendi malından iskât yapması caiz olur.
Hacca gidemeyen zenginin, hac parasını bırakarak, başkasının gönderilmesi için vasiyet etmesi vaciptir. Malı olmayan meyyit [ölü], ölmeden önce, devir yapılmasını vasiyet ederse, velinin devir yapması gerekmez. Meyyitin kefaretlerini iskât edecek kadar malının hepsini, mirasın üçte birini aşmamak üzere vasiyet etmesi vacip olur. Böylece, devre lüzum kalınmadan, iskât yapılır. 1/3’ü iskâta yetiştiği halde, 1/3’den az malın devir yapılmasını vasiyet etmek günahtır. Vasiyet etmeyip, vârisi kendi parası ile hacca gidebilir veya birini gönderebilir.
Vasiyet edilmeyen zekat iskâtının yapılması gerekmez. Ancak vâris, zekat iskâtı için de, kendiliğinden devir yapabilir. Günah olan bir şeyi yapmak için vasiyet edilmez ve böyle vasiyetler yerine getirilmez.
Vasiyet ile ilgili birkaç hadis-i şerif meali:
(Rüyada Cennet ehli iki kadın gördüm. Biri konuşamıyordu. Konuşan kadın, “Ben vasiyet ettim. Bu vasiyetsiz öldü, kıyamete kadar konuşamaz” dedi.) [Deylemi]
(Vasiyetsiz ölmek büyük bir kusur, ahirette ise ateşe girmek ve rezil olmaktır.) [Taberani]
(Vasiyet etmesi gerektiği halde, vasiyetsiz iki gece geçirmeye bir Müslümanın hakkı yoktur.) [Buhari]
(Vasiyette vârislerden birini zarara sokmak büyük günahtır.) [İ.Cerir, Beyheki]
(En fazla malın üçte birini vasiyet et! Vârisleri zengin olarak bırakmak, fakir ve muhtaç durumda bırakmaktan daha hayırlıdır.) [Müslim]
Bir vasiyet örneği
Bismillâhirrahmânirrahim. Elhamdülillahi Rabbil’âlemin. Essalâtü vesselamü alâ resulinâ Muhammedin ve âlihi ve sahbihi ecma’in.
Ben ölünce, bıraktığım mal ile, dine uygun olarak techiz ve tekfinim yapılsın. Borcum çıkarsa, hepsini ödeyip geriye kalanın 1/3’ü ayrılsın. Bu para ile namaz iskâtı, oruç, yemin ve adaklarım için kefaret yapılsın. Dine uygun olarak iskât yapılsın.
Bunları aklım ve şuurum yerinde olarak yazdım. Bu vasiyeti yerine getirmeye ........................ vasi tayin ettim. Hakkımı herkese helal ettim. Onlar da bana haklarını helal etsin!
[Vasi bu vasiyeti kabul edip, hepsini en iyi şekilde yapmayı üzerine alır. İki şahitle beraber dördü imzalar.]
Malının tamamı için vasiyet
Sual: Bir kimse, ölmeden önce, malının tamamını dilediğine verebilir mi veya tamamının vârislerinden birine verilmesini vasiyet edebilir mi?
CEVAP
Tamamı için vasiyet edemez, sadece malının üçte biri için vasiyet etmeye yetkisi vardır. Hayatta iken, malının tamamını dilediği kimseye hediye edebilir ise de, salih çocukları arasında ayırım yapmamalıdır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Hediye verirken çocuklarınız arasında eşitliğe riayet edin!) [Taberani]
Din kitaplarında da deniyor ki:
Bir kimse, malının hepsini çocuğunun birine verip diğerlerine vermese, bu mal, çocuğun mülkü olur. Diğer çocukların, bundan bir şey istemeye hakları olmaz. Fakat babası, salih çocukları arasında ayırım yaptığı için günaha girer. (Hindiyye)
Salih veya ilim tahsilinde olan çocuğa daha çok mal vermek caizdir. Salihlikleri eşit ise, eşit vermelidir! Çocukları fasık olan kimsenin, miras bırakmayıp, salihlere, hayrata vermesi iyidir. Böylece, onların işleyeceği günaha yardım etmemiş olur. (Bezzâziyye)
Sual: Vefat eden kadın, malının kaçta kaçını vasiyet edebilir?
CEVAP
Zevc veya zevceden başka vârisi yoksa, malının hepsini de vasiyet edebilir. Varsa, sülüsten fazlasını edemez.
Sual: Biri, malının hepsini yabancıya vasiyet etse, hepsi mi verilir?
CEVAP
Vârisi yoksa hepsi, varsa ancak üçte biri verilir.
Sual: Babam, ölmeden önce, söz ile bahçemizi camiye bağışlayıp (Ben ölünce verirsiniz) demişti. Vermezsek günah mı?
CEVAP
Evet. Zira, vasiyetin 1/3 ünü yerine getirmek vaciptir.
Sual: Bizde cenazeye iştirak edene para dağıtılır. Babam da bana böyle yapmamı vasiyet etti. Yapmam lazım mı?
CEVAP
Mirasın üçte birinden vermek lazımdır. Sadaka sevabını babanızın ruhuna hediye edersiniz.
Sual: Tanıdıklardan birisi, (Beni ölünce yakın) diye vasiyet etmiş. Uygun mudur?
CEVAP
Uygun değildir. Dinimizde ölü yakılmaz. Ölünün yakılması Hindularda vardır.
Sual: Rahmetli annem, sağlığında, Yasin-i şerif okuyup kasete aldı. “Ben ölünce bunu dinleyip sevabını bana gönderin” dedi. Vasiyetini yerine getirmekte mahzur var mıdır?
CEVAP
Dine uygun olmayan vasiyetler yerine getirilmez. Kasetten Yasin-i şerifi dinlemek ibadet olmaz. Kasetten dinlenilen Kur'an-ı kerim ölüye bağışlanmaz. Bizzat okuyarak bağışlamak gerekir.
Sual: Hiç vârisim yok. Malımın kaçta kaçını vasiyet edebilirim?
CEVAP
Vârisi olmayan, malının hepsini de vasiyet edebilir. Vârisi olan ise, üçte birinden fazlasını vasiyet edemez. Vasiyet etse de, üçte birinden fazlası yerine getirilmez.
.SORULARLA İSLAMİYET / SESLİ
CEVAP
Yerine getirmek niyetiyle söz vermek sevaptır. Verilen sözde durmak müstehaptır. Sözünde durmamak tenzihen mekruh olur. Kendisine söz verilen kimse, (Sen bana söz verdiğin için bu benim hakkımdır) demeye hakkı yoktur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir kimse, yapmak niyeti ile verdiği sözü tutamazsa günah olmaz.) [Tirmizi]
Yapmayacağı halde, yalan olarak söz vermek haramdır. Bu şekilde sözünde durmamak da günah olur. Yapmamak niyetiyle söz verdiği halde, sonradan, verdiği sözde durursa, yalancılık günahı affolmuş olur. Hadis-i şerifte, (Sözünde durmamak münafıklık alametidir) buyuruldu. (İbni Neccar)
Sözünde durmaya gücü yetmezse, münafıklık alameti olmaz.
Kendisine mal, söz veya sır emanet olunan kimsenin bunlara hıyanet etmesi, münafıklık olur. Sözünde durmaya çalışmalıdır. Âyet-i kerimede mealen buyuruldu ki:
(Allah, [sözleşmeleri bozmaktan] sakınanları sever.) [Tevbe 7]
Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Vaat, söz vermek borçtur. Sözünde durmayana yazıklar olsun.) [Deylemi]
Sözünde durmak önemli bir haslettir. Bu hususta birçok atasözü vardır. Birkaçı şöyledir:
Hayvan yularından, insan sözünden tutulur.
Er olan sözünde durur.
Allah bir, söz bir.
Söz namustur.
Söz verme, verdinse dönme!
Söz ağızdan çıkar.
Sözünün eri ol!
Tükürdüğünü yalamak [verdiği sözden dönmek] yiğide yakışmaz.
Kur’an-ı kerimde, sözünde duranlar övülmekte, (sözünün eri) denilmektedir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Dört şey münafıklık alametidir: Emanet olunana hıyanet etmek, yalan söylemek, vaadini bozmak, sözünde durmamak.) [İ. Neccar]
Sual: Hizmetlere giderken, bir arkadaşa, bizim evin ihtiyaçları ile ilgilenebilirsen iyi olur diyoruz, o da tamam diyor, fakat hiç ilgilenmediği meydana çıkıyor. Söz verdiği halde böyle yapmak uygun olur mu?
CEVAP
Söz verince, onu yerine getirmelidir. Ama yapmak isteyip de yapamamışsa, bir mazereti çıkmışsa, o zaman sakıncası olmaz. Bir hadis-i şerif meali:
(Cihad için savaşa giden erkeklerin hanımları, cihada gitmeyen erkeklere kendi anneleri gibi haramdır. Bir erkek, mücahitlerden birinin ailesine bakmayı üzerine alır da, hıyanet ederse, kıyamette, o mücahit, bu kimseden hakkının tamamını alır.) [Müslim, Nesai]
.Takva, Vera ve Zühd
CEVAP
Takva, Allah’a inanıp, Onun emir ve yasaklarına riayet etmek, yani Allahü teâlâdan korkup haramlardan sakınmak demektir. Takva ehli, şüpheli işlerden de sakınırsa vera sahibi olur. Helal malın fazlasından, şüphelilere düşme korkusu ile mubahların çoğunu terk etmeye ve dünya sevgisinden sakınmaya Zühd denir.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Dünyada felaketlerden, ahirette azaptan kurtulmak için iki şey gerekir. Emirlere sarılmak ve yasaklardan sakınmak! Bu ikisinden en büyüğü, daha lüzumlusu, ikincisidir ki, buna Vera ve Takva denir. İnsanların meleklerden daha üstün olabilmesi, vera sayesindedir. Vera ve takva üzere olmak, her şeyden daha lüzumludur. (m. 76)
Vera hakkında hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İmanın esası vera’dır.) [Hatib]
(Dinimizin direği vera’dır.) [Beyheki]
(Hiçbir şey, vera gibi olamaz!) [Tirmizi]
(Vera, amellerin efendisidir.) [Taberani]
(İman insanı vera sahibi yapar.) [Deylemi]
(Vera, şüpheli şeylerden kaçmaktır.) [Taberani]
(Dinimizdeki en hayırlı şey vera’dır.) [Hakim]
(Vera güzeldir, âlimlerde daha güzeldir.) [Deylemi]
(Dininiz ancak vera ile ayakta kalır.) [Mekt. Masumiye]
(Vera sahibi imamla kılınan namaz kabul olur, onunla oturmak ibadet, onunla sohbet sadaka olur.) [Deylemi]
(Vera ehli imamla kılınan iki rekat namaz, vera’sızla kılınan bin rekattan efdaldir.) [Ebu Nuaym]
(Şu üç şey bulunan kimsenin imanı kâmildir: Herkesle iyi geçinen güzel ahlak, kendini haramlardan alıkoyan vera, cehlini örten hilm.) [Nesai]
(Farzları eda et ki, insanların en âbidi olasın, haramlardan kaç ki, insanların en vera ehli olasın, Allahü teâlânın senin için yaptığı taksime razı ol ki, insanların en zengini olasın.) [İbni Adiy]
Takva hakkında Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Cennet, takva sahipleri için hazırlanmıştır.) [Al-i İmran 133]
(Allah indinde en şerefliniz, takva ehli olanınızdır.) [Hücurat 13]
(Allah, ancak takva ehlinin [ibadetlerini] kabul eder.) [Maide 27]
Peygamber efendimiz de buyuruyor ki:
(Takva, imanın elbisesidir.) [Deylemi]
(Takva, her hayrı içine alır.) [Ebu Ya'la]
(Takva ehli hesap vermeden Cennete girer.) [Taberani]
(Her şeyin esası vardır. İmanın esası da vera [takva]dır.) [Hatib]
(Üstünlük takva iledir. Başka bakımdan üstünlük yoktur.) [Taberani]
(Ahirette, Allahü teâlâya yakın olanlar, vera ve zühd sahipleridir.) [İbni Lâl]
(Zühd ile vera her gece kalbleri dolaşır, iman ve hayâ bulunan kalblere yerleşir, böyle olmayan kalblerde durmaz, geçip giderler.) [İ. Gazali]
(İlmiyle amil olmayan âlim, vera’sı olmayan da abid olamaz. Zahid değilse vera sahibi olamaz.) [Askeri]
Papaz ve takva
Sual: Bir arkadaşım, (Papazlar bizden daha çok takva sahibi) dedi. Bu doğru mudur?
CEVAP
Hayır, doğru değildir. Müslüman olup da, dinimizin bildirdiği haramlardan sakınmaya, takva; sakınan Müslümana da, takva sahibi denir. Müslüman olmayan, içki içmese, yalan söylemese, zina etmese, kumar oynamasa, gıybet etmese, her gün oruç tutsa, herkese iyilik etse, buna yine takva sahibi denmez. Gayrimüslimlere, emirleri yapmak ve yasaklardan sakınmak emredilmemiştir. Onlara, tek bir şey emredilmiştir. O da iman etmek, Müslüman olmaktır. Ancak Müslüman olduktan sonra, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına muhatap olabilir. Yoksa, yaptığı iyiliklerin, karşılığını dünyada görebilir ama, ahirette bunların hiç faydası olmaz. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlânın rahmeti, şefkati dünyada müminlere ve kâfirlere, herkese birlikte yetiştiği ve herkesin çalışmasına ve iyiliklerine dünyada karşılığını verdiği halde, ahirette kâfirlere merhametin zerresi bile yoktur.
Allahü teâlâ Cennete girmek için iyilik yapmayı, kötülüklerden sakınmayı değil iman etme şartını koymuştur. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Onlardan kimi, ona [Muhammed aleyhisselama] iman etti, kimi de, ondan yüz çevirdi. Bunlara da çılgın ateşli Cehennem yetti.) [Nisa 55-56]
.Süt Kardeşlik
CEVAP
İki yaşından küçük iki çocuk, aynı kadından süt emince, süt kardeşi olur.
Bir çocuk, bir kadının sütünü emince, bu sütün hasıl olmasına sebep olan erkek, bu çocuğun süt babası olduğu gibi, bu erkeğin babası da, süt dedesi, anası da, süt ninesi, kardeşleri de süt amca ve süt halası olur.
Çocuğun, süt anası ve süt babası ile ve bunların anaları, babaları ve kardeşleri ve çocukları ve her kuşaktan torunları ile evlenmesi, ebedi haramdır. Bunlarla soydan akraba olsaydı, yine evlenemezdi. Bu çocuğun çocukları, bunun süt anası veya süt babası ile evlenemez. Çocuğun hanımı, çocuğun süt babası ile ve çocuğun kocası da, çocuğun süt anası ile evlenemez. Aynı kadından emen oğlan ile kız, süt babaları başka olsa ve başka yıllarda emmiş olsalar bile, birbiri ile ve birbirlerinin çocukları ve torunları ile evlenemez.
Sual: Ağabeyimin hanımı, bir kızı emzirmiş. Bu kızla evlenmem haram mıdır?
CEVAP
Evet haramdır. O kız ağabeyinizin kızı sayılır, sizin de yeğeniniz olur. Öz kardeşinin süt kızı ile evlenmek haram olduğu gibi, süt kardeşinin öz kızı ile ve süt kardeşinin süt kızı ile de evlenmek haramdır.
Sual: Annemi emen çocuğun, yani süt kardeşimin annesi veya bacısı ile evlenebilir miyim?
CEVAP
Evet.
Sual: Ağabeyim, amcamın hanımını emmiş. Amcamın kızı ile evlenebilir miyim?
CEVAP
Evet evlenebilirsiniz.
Sual: Bir çocuk benim hanımımı emdi. Bu çocuğun ablası bana namahrem mi?
CEVAP
Evet yabancıdır.
Sual: Amcamın hanımını emdim. Bu hanım ölünce amcam, başka bir kadınla evlendi. Bu kadın da bana süt annem gibi mahrem midir?
CEVAP
Evet mahremdir; yani yabancı değildir. Süt babanın başka hanımı da mahrem olur.
Sual: Hanımımdan süt emen çocuk büyüdü ve evlendi. Onun hanımı bana yabancı mıdır?
CEVAP
Süt oğlun hanımı, kendi öz oğlunuzun hanımı gibi gelininiz olur yani yabancı değil, mahremdir.
Sual: Sütünü emdiğim kadının kardeşi, yani süt dayım, benim ablamla evlenebilir mi?
CEVAP
Süt annenin ve kocasının yani süt babanın, nesebden ve süt emzirmekle hasıl olan akrabasının hepsi, süt çocuğunun akrabasıdır. Fakat süt çocuğun akrabası, süt annesinin ve süt babasının akrabası değildir. Mesela süt annenin erkek kardeşi, süt çocuğunun bacısı ile evlenebilir. Süt babasının kardeşi de evlenebilir.
Sual: Ağabeyim, amcamın hanımını emmiş. Amcamın kızları benimle de süt kardeş olur mu?
CEVAP
Amcanızın bütün kızları ağabeyinizle süt kardeştir. Sizinle hiç biri süt kardeş olmaz.
Sual: Süt kardeşliğinde, "Süt aşağı akar, yukarı akmaz" sözü doğru mudur?
CEVAP
Böyle bir şeyin aslı olmadığı Nimet-i İslam kitabında yazılıdır. Mesela bir kız, bir kadından süt emse, bu kadının bütün çocukları ile süt kardeş olur. Fakat bu kadının çocukları, emen kızın ablası ve küçük kardeşi ile de evlenebilir. Yalnız bu kız, onlara süt kardeş olur. Büyük-küçük diğerleri süt kardeş olmaz.
Sual: Amcamın büyük kızı, annemi emmiş. Amcamın diğer kızları ile süt kardeş olur muyuz?
CEVAP
Annenizden süt emen büyük kız ile hepiniz süt kardeş olursunuz. Annenizi emmeyen diğer kızların hiçbirisi, hiçbirinizle süt kardeş olmaz.
Sual: Süt kardeşin süt kızı da, süt kardeş hükmünde midir?
CEVAP
Evet süt kardeş hükmündedir.
Sual: Bir kişi, hanımının süt kızına şehvet ile dokunsa, kendi kızına dokunmuş gibi hürmet-i musahere hasıl olur mu?
CEVAP
Evet.
Sual: (Bir kadın biberona sütünü sağsa, biberonun içinde inek sütü de olsa ve bu süt başka birisinin küçük çocuğuna içirilse, bu çocuk, sütünü içtiği kadının çocukları ile süt kardeş olur mu?)
CEVAP
Kadının sütü, inek sütünden fazla ise süt kardeş olur. Az ise süt kardeş olmaz. Kadın sütü yoğurt yapılsa, çocuğa bu yoğurt yedirilse yine süt kardeş olmaz. (Merakıl felah, Dürer, Tahtavi)
Sual: Annem bir çocuğu emzirmiş. Bu çocuğun kız kardeşi ile evlenmem caiz midir?
CEVAP
Evet caizdir.
Sual: Süt oğlunun veya süt kızının kız kardeşi ile evlenmek caiz midir?
CEVAP
Evet caizdir.
Sual: Süt kardeşinin veya öz kardeşinin süt kızı ile evlenmek caiz midir?
CEVAP
Hayır caiz değildir. Çünkü kardeşinizin kızı demektir.
Sual: Oğlumun süt anasının kızı ile evlenmem caiz midir?
CEVAP
Evet caizdir.
Sual: Kardeşimin kızını emziren kadının kızı ile evlenmek caiz midir?
CEVAP
Evet caizdir.
Sual: Küçük kardeşimin emdiği kadının kızı ile veya bu kadınla evlenmem caiz midir?
CEVAP
Evet caizdir.
Sual: Oğlum, bir kadını emmiş. Bu kadınla evlenmem caiz midir?
CEVAP
Evet oğlunun süt annesi ile evlenmek caizdir.
Sual: Süt kardeşimin yanında başı açık durabilir miyim?
CEVAP
Evet. Normal kardeşinizden farkı yoktur. Dinen kardeşinizin yanında nasıl durabilirseniz onun yanında da öyle durabilirsiniz.
Sual: Çocuklarımızı birbirine süt kardeş yapmanın faydası veya zararı ne olabilir? Nelere dikkat etmemiz gerekir? Her iki çocuk da birbirinin annesini emmesi gerekir mi, yoksa birisi yeterli mi?
CEVAP
Süt kardeş genelde tavsiye edilmez. Ama ihtiyaç olursa yani bir arada büyüme gibi zorunluluklar varsa, süt kardeş yapılır. Birinin emmesi yeterlidir. Emen, emdiği kadının bütün çocukları ile kardeş olur.
Sual: Çocuğumuz olmuyor. Bazı ilaçlar aldık. Hanımdan süt gelmeye başladı. Küçük bir kız çocuğunu emzirmiş. Hanımım süt anne oldu mu?
CEVAP
Dokuz yaşından büyük bâkire kızdan süt gelse, sütünü bir çocuğa emzirse süt anne olur. Hanımınız da, emzirdiği çocuğun süt annesi olur. Bu emzirilen kız çocuğu, sizin üvey süt kızınız olur ise de, sütün gelmesine siz sebep olmadığınız için, önceki hanımdan olan çocuklarınız, bu kadının emzirdiği çocukla süt kardeş olmaz. (Hindiyye)
Sual: İslamiyet’te evlatlık olarak zikredilen kişi gerçek evlat olmadığı ve anne-babaya namahremiyeti devam ettiği için kız veya erkek bu çocuğu süt evlat yapmak marifetiyle bundan kurtulmak mümkün müdür?
CEVAP
Süt evlat yapılırsa mümkündür.
Sual: (Bu hususta hanımın suni bir şekilde memesinden süt alınıp çocuğa içiriliyor ve böylelikle kendisi ve kocasının varsa sair çocuğun vs. süt akrabası oluyormuş) Böyle bir usul caiz midir?
CEVAP
Kadının sütü varsa caizdir. Emen çocuğun da iki yaşını geçmemesi gerekir. Başka yolu da vardır. Çocuk erkekse, kadın o çocuğu abisinin hanımına emzirtir, yahut kız kardeşine emzirtir, böylece yeğeni olur. Çocuk kız ise, erkek aynı şeyi yapar, yani erkek kardeşlerinden birisinin hanımına emzirtir veya kız kardeşlerinden birine emzirtir, böylece kız bunun yeğeni olur.
Sual: Bu durumda şahıs erkek kardeşinin hanımına emzirdiği için süt emmeden dolayı yeğeni olan çocuk ile ebedi mi mahrem olur? Yoksa eğer yengesi ile abisi boşanırlarsa yengesi ile akrabalığı sona erdiğinden bu çocuk ile olan namahremlikte biter mi?
CEVAP
Ebedi mahrem olur. Annesi ile ilgisi olmaz. O onun her zaman yeğenidir.
Sual: Babası Şafii, annesi Hanefi olan 2 yaşından küçük bir kız çocuğuna Hanefi olan bir hanım bir kaşık içinde süt verse süt annesi olur mu?
CEVAP
Hanefi’ye göre süt anne olur, Şafii’ye göre süt anne olmaz.
Sual: Dayımın oğluyla ortanca kardeşim süt kardeşler. Biz 3 kardeşiz onlar da 3 kardeş. Ortancalar süt emmiş. Ben ablamın süt kardeşinin büyüğü olana mahrem miyim?
CEVAP
Eğer, ablanız dayınızın hanımını emmişse, dayınızın bütün çocukları ile kardeş olur. Dayınızın oğlu annenizi emmişse, emen çocuk annenizin bütün çocukları ile kardeş olur.
Ablanızın süt kardeşinin büyüğü size yabancıdır, namahremdir, mahrem değildir. Onunla evlenebilirsiniz.
Sual: Bir kızın abisi teyzesini emmiş. Ve o kız şu anda teyzesinin oğlu ile evlendi. Bunların durumu nedir?
CEVAP
Bir mahzuru yoktur. Süt kardeşi olmaz. Eğer kız teyzesini emseydi, teyzesinin oğlu ile evlenemezdi. Abisinin emmesinin önemi olmaz. Süt aşağı falan akmaz.
Sual: Yengem babaannesini emmiş. Yengemin halasının oğlu yengeme mahrem midir?
CEVAP
Evet mahremdir. Çünkü yengeniz babaannesini emmekle babaannenin kızı olmuş oldu, yani halası ile kardeş oldu. Halasının oğlu da kardeşinin oğlu olmuş olur. Kardeşin oğlu da mahrem olur.
Süt kardeşliğinde yaş
Sual: Bir erkek, hanımın sütünü içse, nikahına zararı olur mu?
CEVAP
Nikahına zararı olmaz ancak, kadın sütünü, zaruretsiz içmek caiz değildir. Bilerek içmek günah olur ise de, büyük kimse, süt emmekle süt çocuğu veya süt kardeşi olmaz. Hanbeli’de, bir kavilde, her yaşta süt emen, süt kardeşi olur. Şafii’de, iki yaşından yukarı iken emen, süt kardeşi olmaz. İmam-ı a’zama göre, 30 aydan, Maliki mezhebinde, 26 aydan sonra emen, süt kardeşi olmaz. Hanefi ve Maliki’de bir defa, bir yudum emmekle, süt kardeşi olur. Şafii ve Hanbeli’de ise, ayrı ayrı 5 kere doya doya emmesi gerekir.
Süt kardeşlik sebebi ile taklit
Sual: Hanefi mezhebindeki bir kimse, evlenip çocukları olduktan sonra, hanımının kendisinin süt kardeşi olduğu meydana çıksa ne yapılması gerekir?
CEVAP
Bir erkeğin, hanımı ile süt kardeş oldukları, ama 1-2 kere emmiş olduğu anlaşılsa, Şafii veya Hanbeli taklit edilir. Çünkü Şafii’de ve Hanbeli’de ayrı ayrı beş kere doya doya emmedikçe süt kardeşi olmaz. Böyle hallerde, yalnız o hususta başka bir mezhep taklit edilerek yuvanın yıkılması önlenir.
.Ebu Talib’in Diriltilmesi
CEVAP
Evet imansız ölmüştür. Bu husustaki hadis-i şerifin meali şöyledir:
(Cehennemde en hafif azap Ebu Talib’e yapılır. Ayaklarında ateşten iki nalın olacak, bunların sıcaklığından beyni kaynayacaktır.) [Müslim]
Bu hadis-i şerif, Ebu Talib'in diriltilip iman etmesinden sonra, İmam-ı Kurtubi ve İmam-ı süyuti hazretlerinin bildirdiği (Amcam Ebu Talib, diriltildi ve iman etti) mealindeki hadis-i şerif ile nesh edilmiştir.
Ebu Talib’in diriltilerek iman ettiğini bildiren hadis-i şerif, Kurtubi’den naklen İbni Hacer-i Mekki hazretlerinin Nimet-ül-kübra kitabında da yazılıdır.
Ebu Talibin diriltilerek iman ettiği Şifa-i şerif şerhinde de vardır. İmam-ı Süyuti hazretleri, Ebu Talib’in imanlı olduğunu ispat eden kıymetli bir kitap yazarak, 12 hadis âliminden de delil getirmiştir. (Mirat-ül harameyn s.1096-1112)
Sana kimse dokunamaz
İslamiyet kuvvetlendikçe müşriklerin düşmanlıkları arttı. Fakat Ebu Talib’den korktukları için bir zarar yapamıyorlardı. Müşrikler, Ebu Talib’e gelip "Ya yeğenini bize teslim et, yahut putlarımıza hakaret etmesin" dediler. Ebu Talib, müşriklerin arzusunu yeğenine bildirdi. Resulullah kabul etmedi. Ebu Talib, "Ey oğul sen vazifeni yap, ben hayatta olduğum müddetçe kimse sana dokunamaz" dedi. Müşrikler Ebu Talib’den çekindikleri için, Resulullaha bir şey yapamadılar. Fakat, Beni Haşimle her türlü alakayı kesip bir de ahdname yazarak Kâbe’nin duvarına astılar. Münasebet kesme [boykot] uzun sürdüğünden, Beni Haşim taraftarları perişan oldular.
Ebu Talib, Resulullahı korumada çok titizdi. Her gece kılıcı ile Peygamberimizin evinin etrafında sabaha kadar dolaşırdı. Peygamber efendimiz (Cebrail geldi. Müşriklerin astığı ahdnamedeki yazıları bir güvenin yediğini bildirdi) buyurdu. Bunun üzerine Ebu Talib, "Senin mabudun haktır. Sen doğru söylersin" diyerek müşriklerin yanına gitti. "Yeğenimin Rabbi, bir böcek gönderip ahdnamenizdeki yazıların hepsini telef etmiş. Yalnız Allah ismini bırakmış" dedi. Müşrikler alaylı bir şekilde gülünce, Ebu Talib, "Eğer o sözünde yalancı ise, onu size teslim edeceğim. Eğer doğru çıkarsa düşmanlığı bırakın" dedi. Razı oldular. Gidip bakınca Allah ismi hariç, diğer yazıların yok olduğu görüldü. Müşrikler mahcup oldu.)
Yeğenime tâbi olun
Medaric-ün-nübüvvede diyor ki:
(Ebu Talib, hasta olunca, ziyaretine gelenlere dedi ki: "Kâbe’ye hürmet edin, sıla-i rahmi bırakmayın, zayıflara yardım edin, fakirlere ihsan edin, emanete riayet edin, yeğenim Muhammed’e tâbi olun! O Arabın eminidir. Sözünde sadıktır. Davet ettiği şeyi akıl da kabul eder. Arabın, Acemin onu tasdik edip ona teslim olacağına inanıyorum. Ona yaklaşın, mal ve canınızla yardım edin!"
Ebu Talib, ölüm döşeğinde iken, Resulullah yanına gelip (İman et) buyurdu. Ebu Talib "Ey yeğenim, söylediğinin iyilik olduğunu biliyorum. Lakin ölüm korkusu ile imana geldi denilmesinden çekiniyorum" dedi. Öleceği zaman bir şey söyledi. Fakat hâlsiz olup sesi yavaş çıktığından herkes işitemedi. Yakınında bulunan Hazret-i Abbas (Kardeşim iman etti) dedi. Fakat Peygamber efendimiz (Ben işitmedim) buyurdu."
.Vehbi İlim ve İlham
CEVAP
(Vehbi ilmi tercih ederiz) demek doğru değildir. Çünkü dinde senet yalnız edille-i şeriyyedir. Bunlar, Kitab, Sünnet, İcma ve Kıyas’tır. Akıl, ilham, rüya dinde senet olmaz. Çünkü, ilhamlara ve rüyalara, vehim, hayal ve şeytan karışabilir. Karışmamış olanları da, tevilli, tabirli olabilir. Doğruları, eğrilerinden ayırt edilemez. Evliyanın ilhamı başkalarına senet olamaz.
İlham, Allah tarafından kalbe gelen bilgi demektir. Ehlullahın ilhamlarının doğruluğu, İslamiyet bilgilerine uygun olmalarından anlaşılır. Dine sarılmayan, bid'atten sakınmayan kimsenin söyledikleri, nefsten ve şeytandan gelen bozuk fikirlerdir. İlm-i ledünni ve ilham, Muhammed aleyhisselama uyanlara ihsan olunur. Bu ihsana kavuşanlar, Kur'an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri iyi anlar. Her sözü bunlara uygun olur. Bugün din bilgileri, ancak Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından öğrenilir.
İlham senet değil
Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:
İlham ile dinimizin hükümleri anlaşılamaz. Yani, Allahü teâlânın, evliyanın kalblerine verdiği bilgiler, helal ve haramlar için delil, senet olamaz. Resulullah efendimizin mübarek kalbine gelen ilham, her Müslüman için senettir. Her Müslümanın bunlara uyması gerekir. Evliyanın ilhamı İslamiyet’e uygun ise, yalnız kendisine senettir. Başkalarına senet olamaz. Buhari’deki hadis-i şerifte, (İlim üstaddan öğrenilir) buyuruldu. Marifet ise ilham ile hasıl olur. İlim, ilham ile hasıl olmaz. İlmin kaynağı Kur'an-ı kerim ve hadis-i şeriflerdir. (Berika s.385)
Mearif-i ilahiyye bilgileri, ilham ile hasıl olur, hocadan öğrenilmez. İbadetlerin yapılması ve bütün din bilgileri ise, üstaddan öğrenmekle elde edilir. Din bilgileri, ilham ile hasıl olsaydı, Allahü teâlânın Peygamberler ve kitaplar göndermesine lüzum olmazdı. (Hadika s.378)
İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
(Kıyas ve ictihad, dinin dört temelinden birisidir. Buna uymaya emrolunduk. Evliyanın keşf ve ilhamları böyle değildir. Bunlara uymaya emrolunmadık. İlham, yalnız sahibi için delildir, başkaları için senet değildir.) [m. 272]
(Evliyanın keşfinde hata etmesi, yanılması, müctehidlerin ictihadda yanılması gibidir; kusur sayılmaz. Bundan dolayı, Evliyaya dil uzatılmaz. Müctehidlere uyanlara, onların mezhebinde bulunanlara da, hatalı işlerde sevap verilir. Evliyanın yanlış ilhamlarına uyanlara, sevap verilmez. Çünkü ilham, ancak sahibi için senettir. Müctehidlerin sözü ise, mezhebinde bulunan herkes için senettir. O halde, Evliyanın yanlış ilhamlarına uymak caiz değildir. Müctehidlerin hata ihtimali olan sözlerine uymak ise vaciptir.) [m.31]
Kıl ucu kadar uygunsuzluk bulunursa
(Tasavvuf büyüklerinden birkaçı, kendilerini hâl ve sekr kaplayınca, doğru yolun âlimlerinin bildirdiklerine uymayan bilgiler, marifetler söylemişler ise de, keşf yolu ile anladıklarını bildirmişlerdir. Bunun için, suçlu sayılmazlar. Bunlar ictihadında yanılan müctehidler gibidir. Onlar gibi, bunların yanılmalarına da bir sevap verilir. Böyle, birbirine uymayan bilgilerde, hep Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri doğrudur. Çünkü bunların bilgileri, Peygamberlik kaynağından alınmıştır. Bu bilgiler, vahiy ile bildirilmiştir. Elbette doğrudur. Tasavvuf büyüklerinin marifetleri ise, keşf ve ilham ile anlaşılmaktadır. İlhamın, doğruluğu kesin değildir. İlhamın doğru olup olmadığı, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olup olmaması ile anlaşılır. Kıl ucu kadar uygunsuzluk bulunursa, yanlış demektir. İşin doğrusu böyledir. İşin doğrusu bilinince, buna uymayan ilhamların, sapıklık oldukları anlaşılır.) [m.112]
İlim hocadan öğrenilir
Sual: İlhamın doğru olup olmadığı nasıl anlaşılır, ilim nerden öğrenilir?
CEVAP
İslam dini dört vesika ile bizlere gelmiştir. Bu dört vesikaya (Edille-i şerıyye) denir. Tasavvuf büyüklerinin, yani büyük evliya zatların kalblerine gelen ilhamlar, keşifler, ahkam-ı İslamiye için senet ve vesika olamaz. İlhamların doğru olup olmadığı, İslamiyet'e uygun olup olmamaları ile anlaşılır. Tasavvufun, vilayetin yüksek tabakalarında bulunan Evliya da, ilmi olmayan, aşağı derecelerdeki Müslümanlar gibi, bir müctehide tâbi olmak mecburiyetindedir. Bayezid-i Bistami, Cüneyd-i Bağdadi, Celaleddin-i Rumi ve Muhyiddin-i Arabi gibi Evliya, herkes gibi, bir mezhebe tâbi olarak yükselmişlerdir. Bugün dinimizi, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından okuyup, öğreneceğiz! Din bilgileri ancak bunların kitaplarından öğrenilir. Keşif ile, ilham ile, ilim elde edilmez. Bunların kitaplarını okuyan, hem ilim öğrenir, hem de kalbleri temizlenir. (S. Ebediyye)
İslamiyet'in hükümleri ilham ile anlaşılmaz. Evliyanın ilhamı başkalarına hüccet, senet olamaz. İlhamın doğruluğu, İslamiyet bilgilerine uygun olmalarından anlaşılır. Fakat, Evliya olmak için, İslamiyet bilgilerini öğrenmek ve bunlara uymak şarttır. (Takva sahiplerine Allahü teâlâ ilim ihsan eder) mealindeki âyet-i kerime bunu bildirmektedir. İslamiyet'e sarılmayan, bid’atten sakınmayan kimsenin kalbine ilham gelmez. Bunun söyledikleri, nefsten ve şeytandan gelen bozuk şeylerdir. İslamiyet bilgileri, rüya ile de anlaşılamaz. İslamiyet'e uymayan rüyanın şeytani olduğu anlaşılır. (Faideli Bilgiler)
İlim ancak üstaddan öğrenilir. İlmi, kendi kendine kitaptan öğrenenler çok yanılır, yanlışı, doğrusundan çok olur. Bugün, ictihad edecek kimse yoktur. İmam-ı Rafii ve İmam-ı Nevevi ve İmam-ı Razi dediler ki, bugün hiç müctehid kalmadığında âlimler sözbirliğine varmıştır. (Müslümana Nasihat)
Hülasa fetva kitabında, (Fıkıh kitabı okumak, geceleri namaz kılmaktan daha sevaptır) deniyor. Çünkü, farzları, haramları, [Ehl-i sünnet âlimlerinden veya onların yazmış oldukları] kitaplardan öğrenmek farzdır. Kendisi yapmak ve başkalarına öğretmek için fıkıh kitapları okumak, tesbih namazı kılmaktan daha sevaptır. İslam bilgileri, ancak üstaddan ve kitaptan öğrenilir. İslam kitaplarına ve rehbere lüzum yoktur, [bana ilham geliyor, ben direkt Allah’tan öğreniyorum] diyenler yalancıdır. Müslümanları aldatmakta, felakete sürüklemektedir. Din kitaplarındaki bilgiler, İslam âlimleri tarafından Kur'an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden çıkarılmıştır. (Hadika s.365)
İbadetlerin yapılması ve bütün din bilgileri, üstaddan öğrenmekle elde edilir. Din bilgileri, ilham ile hasıl olsaydı, Allahü teâlânın Peygamberler ve kitaplar göndermesine lüzum olmazdı. (Hadika s.378)
Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(İlim üstaddan öğrenilir.) [Taberani]
(Ey insanlar, biliniz ki, ilim âlimden işiterek öğrenilir.) [Hadika]
(Üç türlü baba vardır: Dünyaya getiren baba, kayın baba ve ilim öğreten baba. Bunların hayırlısı, üstadıdır.) [Umdet-ül-İslam]
(İlim öğrenin! İlim öğrenmek ibadettir. Âlimden ilim öğrenmek, teheccüd namazı kılmak gibidir.) [Hadika]
(İlim öğrenmek isteyen ilmin kapısına gelsin. Ali ilmin kapısıdır.) [Hâkim]
İmam-ı Ebu Yusuf’un çok sevdiği bir oğlu vardı. 15 yaşında iken ansızın vefat etti. Talebelerine, (Defin işini size bıraktım. Ben üstadımın dersine gidiyorum. Bugünkü dersi kaçırmayayım) dedi. İmam-ı Ebu Yusuf’u vefatından sonra rüyada gördüler. Cennette, büyük bir köşkün karşısında duruyordu. Köşkün yüksekliği Arşa varmıştı. Bu köşk kimindir dediler, benimdir buyurdu. Buna nasıl kavuştun denilince, (İlme ve ilim öğrenmeye ve öğretmeye olan sevgim ile) buyurdu. (İslam Ahlakı)
.Vesvese ve Kurtuluş Çaresi
CEVAP
Vesvese, şeytanın verdiği zararlı olan şüphedir. Vesvese etmek günahtır. Günah işlememek için vesveseye hiç itibar etmemelidir. İki hadis-i şerif meali:
(Vesvese şeytandandır. Abdest alırken, guslederken ve necaset temizlerken, şeytanın vesvesesinden sakının.) [Tirmizi]
(Bir zaman gelecek, insanlar temizlikte fazla titiz hareket edecek, [vesvese ederek] dinde haddi aşacaklardır.) [Ebu Davud]
Vesvese, suyu israf etmeye, namazı geciktirmeye, cemaati, hatta namaz vaktini kaçırmaya, vakti, ömrü zayi etmeye sebep olur. Başkalarının elbisesinin, yemeğinin necis olmasından şüphe eder ki, Müslümanlara suizan haramdır. Üstelik kendini ihtiyatlı sanıp, kibirli olur. O işin uzmanı bir kimse bile ona nasihat etse, asla kabul etmez. Kendi yaptığının daha doğru olduğunu kabul eder. Başkalarını küçümser.
Vesvese, ibadetleri mekruh olmakla bırakmaz, ruhi bunalımlara yol açar.
Guslün, abdestin, taharetin ve namazın şartlarını, sünnetlerini, mekruhlarını bilmeyen, vesvese hastalığına yakalanır. Önce vesvese edilen yerlerin doğrusunu öğrenmeli. Bunları bilip, yerine getirince, şüphe kalmaz. Doğru yaptım diye inanmak ihtiyat, şüpheye düşmek vesvese olur. Vesvese sahibi, azimetle değil, ruhsat ile amel etmelidir!
Haramlardan, şüpheli şeylerden, hatta mubahların fazlasından kaçmak azimettir. Günah olmayan, caiz olan işleri yapmak ruhsattır.
İmam-ı Rabbani hazretleri, (Gerektiğinde en kolay fetvaya uymalı. Allahü teâlâ, güç gelen şeyleri değil, kolay olanların yapılmasını istiyor. Çünkü insan zayıf, dayanıksız yaratılmıştır) buyuruyor.
İmam-ı Şarani hazretleri de, (İhtiyaç halinde ruhsatla amel etmeli) buyuruyor. Üç hadis-i şerif meali:
(Allahü teâlânın verdiği kolaylıklardan, ruhsatlardan faydalanın!) [Buhari]
(Ruhsatlardan faydalanmayan, Arafat dağı kadar günah işlemiş olur.) [Taberani]
(Allahü teâlâ, azimeti sevdiği gibi, ruhsatla amel edilmesini de sever.) [Beyheki]
Dinimiz, kolaylık dinidir. Mesela, abdest aldığını bilip sonra bozulduğunda şüphe etse de, abdesti var demektir. Abdest aldıktan sonra, kuru yer kalmıştır zannıyla yeniden abdest alınmaz, alınırsa mekruh olur. Abdest aldıktan sonra, iç çamaşırında yaşlık görüp, idrar mı, su mu diye şüphe eden, abdestten önce çamaşırına su serpmeli! Sonra orada bir yaşlık görürse, (Bu benim serptiğim su) demeli. Hatta o yaşlık idrar bile olsa, onun idrar olduğu kesin olarak bilinmediği için yıkamak gerekmez.
Vesveseden kurtuluş çaresi, hangi meselede vesvese ediliyorsa dinimizin o konudaki hükmünü öğrenmek ve iyi bilmektir. İyi bilen kesinlikle vesvese etmez. Mesela mesh etmek, ıslak el ile yavaşça saçların üstüne sürmektir. Ama vesveseli bunu bilmediği için, başını ezecek gibi mesh eder veya avucuna su doldurup, saçlarını iyice ıslatır. Abdest alırken şuraya el değmedi galiba, şurası yıkanmadı diyerek tekrar tekrar yıkar. Halbuki, bir yer yıkanmasa bile, yıkanmadığı bilinmeyince yani kasten yıkamayı terk etmediği için abdesti sahih olur. Bu kadarını bilmek bile vesveseyi önler.
Vesveseden kurtulmak için kendi kendine, (Buranın kuru kaldığına yemin eder misin?) diye sormalı. Yemin edemiyorsa orası yıkanmıştır, tekrar yıkamak gerekmez. Her vesvese için de aynı soruyu sorabilir. (Ya, yemin edecek kadar emin olsam zaten vesvese etmem) demek de vesvesedir, yemin edemiyorsa bunun vesvese olduğunu anlamalıdır.
Abdestten sonra, (Acaba başımı mesh ettim mi) veya (Abdestim var mı) diye şüphe etmek, namaz kıldıktan sonra "Elbisem temiz mi idi" veya "İftitah tekbirini almış mıydım?" gibi şüpheler vaki olsa da, yeniden abdest alınmaz, elbise yıkanmaz, namaz da iade edilmez.
İbadetlerimizi eksik yapmakla, hâşâ Allahü teâlânın bir kaybı, fazla yapmakla da bir kazancı olmaz. Bunun için, dinin emrine uyularak noksan veya fazla yapılmış olsa mahzuru olmaz. Mesela sabahın farzını kılarken (iki mi, bir mi kıldım?) diye şüphe eden, bir rekat kıldığını zannederek bir rekat daha kılsa ve kıldığı üç rekat olsa, namazı sahih olur. Fakat kasten üç kılsa namazı sahih olmaz. Bir kimse de dört kıldım zannıyla üç rekat kılsa, kıldığı namaz sahih olur. Bir kimse de, araştırıp kıbleden başka istikamete namaz kılsa, namazı sahihtir, ama araştırmadan kıbleye isabet etse bile sahih olmaz. Demek ki, dinin emrine uyulunca kıbleden başka yöne de kılınsa, 4 rekat yerine 5 rekat da kılınsa sahih olur. O halde, kuru yer kalsa da önemi yok. Kuru yer kalmadığını sanmak yeter. Zaten hiç kimse kasten kuru yer bırakmaz.
Vesvese, dua ve zikir ile de azalıp yok olur. Bunun için, vesvese gelince, hemen Allahü teâlâyı anmalı, istigfar, salevat ve dua okuyarak şeytanı uzaklaştırmaya çalışmalı! Şeytanın vesvesesinden kurtulmak için, her gün şu duayı da okumak iyidir:
(Ya Allah-ür-rakib-ül-hafiz-ür-rahim. Ya Allah-ül-hayy-ül-halim-ülazim-ür-rauf-ül-kerim. Ya Allah-ül-hayy-ül-kayyüm-ül-kaimü alâ külli nefsin bima kesebet, hul beyni ve beyne adüvvi!)
Unutmak özürdür
Sual: Vesveseli biriyim. Dikkat etmeme rağmen, abdestte gusülde kuru yerim kalmışsa, yahut secdei sehv yapılacakken unutmuşsam, buna benzer başka şeyleri unutmuşsam, oruçlu iken unutup yiyip içmişsem, unutarak namaz vaktini çıkarmışsam, sonra da hatırlamadığım için kaza etmemişsem, ahirette benim halim nice olur?
CEVAP
Dinimizde unutmak özürdür. Unutarak yiyip içmek orucu bozmaz, kaza da gerekmez. Unutarak namazın kazaya kalması da günah olmaz.
Abdestte, gusülde kuru yer kalmışsa, bilmediğiniz için hiç mahzuru olmaz. Acaba kuru yer kaldı mı diye defalarca yıkamak gerekmez. Bunlar vesvesedir, vesvese ise günahtır.
Kötü düşünceler nereden geliyor
Sual: Kalbimize çeşitli düşünceler geliyor. Bunlar nereden geliyor? Hangisinin iyi, hangisinin kötü olduğunu nasıl bileceğiz?
CEVAP
İnsanın kalbine, melekten, şeytandan ve kendi nefsinden de çeşitli düşünceler gelir. Melekten gelene ilham, şeytandan gelene vesvese, nefsten gelene ise hevâ denir. Bunların birbirinden farkı nasıl bilinir? Hadis-i şerifte, (Melekten gelen ilham, İslamiyet’e uygun olur. Şeytandan gelen vesvese, İslamiyet’ten ayrılmaya sebep olur) buyuruldu. O halde vesveseyi ilhamdan ayırmak için dinin emrini iyi bilmek gerekir.
Gayrimüslimlerden peynir, sucuk gibi gıda alırken, (Bunların içine necis madde koymuşlardır) düşüncesi gelirse, hemen dinin bu husustaki hükmü hatırlanır. Dinimiz almanın caiz olduğunu bildiriyorsa alınır. Bu düşüncenin şeytandan olduğu anlaşılır.
Vesveseye uyulmazsa, şeytan bundan vazgeçip başka vesvese verir. Nefsimizden gelen düşünce ise, devamlıdır. İnsan ölünceye kadar devam eder.
Şeytan, hayırlı, iyi bir işe mani olmak için daha az iyi olanı yaptırmak maksadıyla vesvese verir. Büyük günaha sürüklemek için küçük iyilikleri yaptırmaya çalışır. Dinini bilen kimseyi, şeytan, asla aldatamaz. Her insan Allah’ın kulu olduğu halde, dinini bilen, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riayet eden kimseler için Kur'an-ı kerimde, şeytana hitap edilirken, (Benim kullarıma senin sultan [hakimiyetin] yoktur) buyuruluyor. (İsra 65)
Şeytanın vesvesesine aldanmamak için Allahü teâlânın, (Benim kulum) dediği kimselerden olmalı, yani düzgün bir itikada ve ilme sahip olmalı ve ilmi ile amel etmelidir! "Mesela şeytan vesvese verince, onu hemen uzaklaştırmalıdır! Hadis-i şerifte, (Şeytan vesvese verir. Allah’ın ismi zikredilince, söylenince kaçar. Söylenmezse, vesveselerine devam eder) buyuruldu. (Ebu Ya’la)
Sünnete uygun abdest almasını bilmeyen kimse, iyi abdest alayım diye fazla su kullanır. Bu ise vesvesedir. Vesvese eden kimse, dine iyi uymak niyetiyle yeni bir şeyler çıkarır, bu ise bid'attir. Bid'at ise haramdır. Başkalarının yiyecek ve içeceklerinin, giyeceklerinin temiz olup olmadığında şüphe eder. Bu da suizanna sebep olur. Müslümana suizan ise haramdır. (Ben her gıdayı yemem, ihtiyatlı davranırım) diyerek kibre düşer. Halbuki zerre kadar kibri olanın Cennete girmesi zordur.
Fatır suresi 6. âyet-i kerimesinde mealen, (Elbette şeytan size düşmandır. Onu düşman edinin!) buyuruluyor. Vesvese eden, şeytanı kendine dost ve kardeş edinmiş olur. Sünnetleri, mekruhları ve diğer emir ve yasakları bilmeyen, vesvese hastalığına yakalanır. Bunları bilip yerine getiren şüpheye düşmemelidir! Vesvese eden, ruhsatlarla amel etmelidir! Üzerinde necaset görünmeyen her şey temiz kabul edilir. Şüphe etmekle necis olmaz. Gıdalarda necis maddeler var zannı ile gıda almamak vesvesedir, aşırılıktır. Hadis-i şerifte, (Aşırı gidenler helak oldu) buyuruldu. (Müslim)
İfrat ve tefritten yani aşırılıklardan uzak olmak ve orta yolu tutmak gerekir. Deylemi’deki hadis-i şerifte, (İşlerin hayırlısı vasat olanıdır) buyuruldu. (Hadika)
İman ve vesvese
Sual: Ahiret var mı, Allah’ı kim yarattı gibi vesveseler içimi kemiriyor. Küfre mi giriyorum? Bundan kurtulmanın yolu var mıdır?
CEVAP
İmam-ı Gazali hazretleri buyurdu ki:
Her insana musallat olan en az bir şeytan vardır. Şeytanın vereceği vesveselerden korunmaya çalışmalı! Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kanın damarlarda dolaştığı gibi, şeytan da, insanın vücudunda dolaşır. Açlıkla [az yemekle, oruç tutmakla] onun yollarını daraltın!) [Buhari]
Şeytanın kalbe giriş yerlerinden biri de, Allahü teâlânın zatı hakkında düşündürmek, şüpheye düşürmektir. İnsanların en ahmağı zekasına en çok güvenendir. İnsanların en akıllısı da, suçu kendinde arayan ve bilmediklerini âlimlere soran kimsedir. İki hadis-i şerif meali:
(Şeytan, "seni kim yarattı" diye vesvese verir. O kişi "Allah yarattı" derse, "Onu kim yarattı" diye vesvese verir. Böyle vesvese gelince, "Ben Allah ve Resulüne iman ettim" desin!) [Buhari]
(Allah’ın yarattığı şeyleri tefekkür edin, ama zatını tefekkür etmeyin.) [Ebu-ş-şeyh]
Vesvese, dua ve zikir ile azalıp yok olur. Bunun için, bilhassa günaha meyledildiği zaman, hemen Allahü teâlâyı anmalı, istigfar, salevat ve dua okuyarak şeytanı uzaklaştırmaya çalışmalı!
Bilhassa 40 yaşını geçince, tevbeyi hiç ihmal etmemeli. Hadis-i şerifte, (Şeytan, 40 yaşını geçtiği halde, tevbe etmeyen için, "Bu artık kolay iflah olmaz" der) buyuruldu. (İ. Gazali)
Tevbe edip şeytanı çaresiz hâle getirmeye çalışmalı. Bir hadis-i şerif meali:
(İnsan, yolculukta devesini zayıflatabildiği gibi, mümin de şeytanını zayıflatabilir.) [İ.Ahmed]
Kötü şeyler düşünerek, kötü yerlere giderek, şeytana yardımcı olmamalı! Çünkü hadis-i şerifte, (Uçurum etrafında dolaşan oraya düşebilir) buyuruldu. (Buhari)
Haram işlemeye niyet edip, Allah’tan korktuğu için vazgeçen günaha girmez. Bir hadis-i şerif meali:
(Kalbe gelen kötü şey söylenmedikçe ve buna uygun hareket edilmedikçe affolur.) [Beyheki]
Kibir, haset gibi şeyler böyle değildir. Çünkü bunlar zaten kalb ile olur.
İbadetleri yapıp imanıma bir zarar gelir diye korkanın ve günahlarım çoktur, ibadetlerim beni kurtarmaz diye düşünenin imanı kuvvetli demektir. (Bezzaziyye)
İbadetleri yapıp, ilmihal bilgilerini öğrenmeye çalışan kimseye, Allah’ı, ahireti inkâr gibi düşünceler gelmesi, onun imansız olduğunu değil, imanlı olduğunu gösterir. Meyveli ağaç taşlandığı, hırsız mücevher olan eve girmeye çalıştığı gibi, şeytan da imanlı olanlara saldırır. Hadis-i şerifte, böyle vesveselerin imandan olduğu bildirildi, (Vesvese imanın tâ kendisidir) buyuruldu. (Ramuz)
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Kötü vesveselerin gelmesine sebep imanın kâmil olmasıdır. Çünkü hadis-i şerifte (Böyle vesveseler, imanın olgun olmasındandır) buyuruldu. (1/182)
Böyle vesveseler birçok kimsede olabilir. İmanım gitti diye şüpheye düşmemeli, böyle düşüncelere önem vermemeli, her zaman Allahü teâlâyı anmaya çalışmalıdır!
Sual: Bazen imanla ilgili çok vesvese oluyor. Allah var mı, Cennet Cehennem gerçek mi gibi. Ne yapmalıyım?
CEVAP
Öyle vesvese gelince (Ben Allah ve Resulüne iman ettim) diyerek şu duayı okumalı:
(Allahümmme ya mukallibel kulub sebbit kalbi ala dinik = Ey kalbleri çeviren Rabbim, kalbimi dinin üzerine sabit kıl)
O şüpheler imandan ileri geliyor demektir. Meyveli ağaç taşlanır. Şeytan imanlı olanla uğraşır, imansızla uğraşmasına sebep yok. Kalbdeki bu düşünceler dile gelmedikçe, dil ile de söylemedikçe mahzuru olmaz. Bu tür vesveseleri dikkate almamalıdır.
Şeytan düşmandır
Sual: Bize gelen kötü düşünceler şeytandan mıdır?
CEVAP
Evet dine aykırı vesveseler şeytandandır. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Hakikaten şeytan size düşmandır. Siz de onu düşman edinin. Çünkü o, kendine uyanları, [günahlara sokup] Cehennem ehlinden olmaya çağırıyor.) [Fatır 6]
(Ey iman edenler, şeytanın yoluna [ve vesveselerine] uymayın.) [Bekara 208]
(Şeytanın izine, yoluna tâbi olmayın. Muhakkak ki, o size apaçık bir düşmandır. Şeytan size ancak kötülüğü, fahşayı [hayâsızlığı, dünyaya düşkün olmayı, nefsin arzularının peşinde koşmayı] emreder.) [Bekara 168-169]
(Şeytan sizi [Allah yolunda infak ederken] fakir olursunuz diye korkutur ve [sadaka vermemenizi] emreder.) [Bekara 268]
(Şeytan onları [taşkınlığa meylettirip] hidayete uzak bir sapıklığa düşürmek ister.) [Nisa 60]
(Şeytana itaat etmeyin, o size açık düşmandır diye size nasihat vermedim mi?) [Yasin 60]
(Şeytan, şarap ve kumar ile aranıza düşmanlık ve kin bırakmak ister. Sizi, Allah’ı zikirden ve namazdan alıkoymak ister. Siz bunlardan [ayıplarını, zararlarını bildikten sonra] hâlâ sakınmaz mısınız?) [Maide 91]
([Nefsine uyarak] Allahü teâlânın dininden yüz çevirenlere, [dünyada] bir şeytan musallat ederiz.) [Zuhruf 36]
Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Melekten gelen ilham, İslamiyet’e uygun olur. Şeytandan gelen vesvese, İslamiyet’ten ayrılmaya sebep olur.) [Tirmizi]
(Allahü teâlânın rahmeti cemaat üzerinedir. Şeytan, Müslümanların cemaatine katılmayıp muhalefet eden kimse ile beraberdir.) [D.Kulub]
(Sürüden uzak kalan koyunu kapan kurt gibi, şeytan da insanın kurdudur. Bölünüp parçalanmaktan sakının, cemaat halinde birleşin, mescitlere koşun!) [Tirmizi]
Vesvese edince
Sual: Çok vesveseliyim, abdestte, gusülde namazda niyet ettiğimi unutuyorum, bunları niyetsiz yapsam sahih olur mu? Kuru yer kaldı zannederek defalarca orayı yıkıyorum. Az bir kuru yer kalsa abdestim ve guslüm sahih olur mu? Abdestim bozuldu mu acaba diye çok vesvese ediyorum, abdestsiz namaz sahih olur mu? Elbiseme necaset bulaştı sanıyorum. Necis elbise ile namaz kılınırsa sahih olur mu? İmamın durumunu bilmiyorum, imam ateist falan ise kıldığım namaz sahih olur mu? Yiyip içtiğimiz gıdalarda, alkol veya domuz yağı vardır, hayvanlar besmelesiz kesilmiştir diye vesvese ediyorum. Bunun gibi durumlarda ne yapmam gerekiyor?
CEVAP
1- Niyet etmediğini bilmeyen yani yüzde yüz ben niyet etmedim diyemeyen kimse, niyet etmiş demektir, namaz sahihtir. Gusülde ve abdestte ise zaten niyet şart değildir.
2- Abdestte veya gusülde kuru yer kaldığı bilinmiyorsa, kuru yer kalsa bile bilmediği için, abdest ve gusül sahihtir.
3- Abdest aldığını biliyor ama, abdestinin bozulduğunu bilmiyorsa, abdesti bozulmuş bile olsa, abdesti var kabul edilir ve namazı sahih olur.
4- Elbisede necaset olduğu bilinmiyorsa, o elbise necis olsa da, namaz sahih olur.
5- İmamın ateist olduğu bilinmiyorsa, namaz sahih olur. Dinimiz, imamın kalbine bakın demiyor. Zahire bakılır. Görünüşte küfrünü gerektiren bir şey yoksa, namaz sahih olur.
6- Yiyip içtiğimiz gıdalarda alkol ve domuz yağı olduğunu bilmiyorsak, temiz kabul edilir. Gıdaların içinde necaset olsa bile, bilmediğimiz için günah olmaz. Yediğimiz her gıdayı analiz ettirmemiz gerekmez.
7- Dinimizin bütün hükümleri böyledir. Mesela bir kimse, evlendiği eşinin süt kardeşi olduğunu bilmiyorsa, o süt kardeşi olsa bile, hiç kimse bilmediği için, onunla evlenmesi günah olmaz.
Vesvese dinin hükmünü bilmemekten kaynaklanır. Yukarıdaki hükümleri bilen kimse, hiçbir konuda vesvese etmez.
İlham ve vesvese
Sual: Kalbimize gelen düşüncelerin, melekten mi, yoksa, şeytandan mı olduğu, nasıl anlaşılır?
CEVAP
Muhammed Hadimi hazretleri buyuruyor ki:
Kalbe gelen düşüncenin, kimden geldiğini anlamak için, İslamiyet’e uygun olup olmadığına bakılır. Kalbe gelen düşünce, nefse acı gelirse, hayır olduğu; tatlı gelir, hemen yapmak isterse, şer olduğu anlaşılır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Melekten gelen ilham, İslamiyet’e uygun olur. Şeytandan gelen vesvese, İslamiyet’ten ayrılmaya sebep olur.) [Tirmizi]
Allahü teâlâ, herkesin kalbine bir melek vazifelendirmiştir. İnsanın kalbine bu melekten gelen iyi düşüncelere ilham; şeytandan gelen kötü düşüncelere, vesvese; nefsten gelen kötü düşüncelere ise, heva denir. İlham ve vesvese devamlı olmaz. Nefsin hevası ise, devamlıdır ve gittikçe artar. Vesvese, dua ederek, zikrederek azalır ve yok olur. Bir hadis-i şerif meali:
(Şeytan, kalbe vesvese verir. Allah’ın ismi zikredilince, söylenince kaçar. Söylenmezse vesveselerine devam eder.) [Ebu Ya’la]
Vesveseden kurtulmak için çalışmalıdır. Nefse uyan kimse, vesveselere esir olur. Nefsine uymayanın ise, ilhama uyması kolay olur. (Berika)
Dinimizin emirlerine uymak
Sual: Dinin emrine uyularak yapılan bir iş, yanlış da olsa, affoluyor mu? Mesela kıbleyi bilmesek, dinin emrine uyup araştırsak, sonra yanlış bir yöne dursak namaz sahih olur mu?
CEVAP
Evet, sahih olur. Dinin emrine uyularak yapılan iş, yanlış kabul edilmez, dinin emrine uyulduğu için doğru olur. Mesela kıbleyi bilmeyen, araştırmadan kılarsa, kıbleye rastlamış olsa bile, namazı kabul olmaz. Araştırıp kıbleden başka istikamete doğru kılsa da, namazı sahih olur. Çünkü dinin emrine uyarak gerekli araştırmasını yapmıştır. Demek ki, önemli olan, isabet ettirmek değil, dinin emrine uygun şekilde hareket etmektir.
Birkaç örnek daha verelim:
1- Yiyecek ve içeceklerde şüphe edip yememek, vesvese olur. Haram veya necis olduğu kesin bilinmedikçe, temiz kabul edilir. Burada emredilen, mutlak helal veya temiz olanı yemek değil, haram veya necis olduğunu bilinmeyeni yemektir. Bu kural bilinirse, dinin emrine uyulmuş ve rahat edilmiş olunur. Yiyip içtiğimiz gıdalar necis olsa da, dinin emrine uyularak yapıldığı için temiz kabul edilir.
2- Elbiseye necaset bulaşsa, bu yer unutulsa veya bulunamazsa, zannedilen yer yıkansa temiz olur. Namazdan sonra meydana çıksa, namazı iade etmek gerekmez. (S. Ebediyye)
Burada da emredilen, mutlaka necis olan yeri temizlemek değil, emre uyarak tahmin ettiği yeri yıkamaktır.
3- Ramazan ayının bitip Şevval'in başlaması, yeni hilalin doğmasıyla değil, görülmesiyle anlaşılır. Mesela, Ramazan, 29 çekse ve 29. günü hilal, gerçekte doğduğu halde, hava bulutlu olduğu için görülemese, Ramazanın 30. günü gerçekte bayram olsa da, o gün oruç tutulur. Hâlbuki bayram günü oruç tutmak haramdır. Ama dinin emrine uyulunca, o gün oruç tutmak haram olmuyor, aksine farz oluyor.
.