|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
XXXXXXXXXXXXXXXX
Kur'ân'da Ahlak Esasları
Prof. Dr. İbrahim Emiroğlu
Arapça bir kelime olan ahlakın konusunu insanın karakteri, iyi ve kötünün tespiti, iyiyi alıp kötüden kaçınma yolları, insanın yapması gereken vazifeler oluşturur. Kur'ân-ı Kerim, bilinen ahlak kitaplarındaki sisteme göre değil de kendine mahsus sistematiği içerisinde eksiksiz bir ahlak sistemi oluşturacak zenginlikte nazari prensipler ve ameli kurallar getirmiştir. Kur'ân ahlakı sayesinde insan, davranışlarındaki güzel ve çirkin olanı anlarken fazilet ve reziletleri de kavrar, ahlakı faziletlerle süslenme ve kötülüklerden yahut manevi hastalıklar (emradu’l-kalb)’dan kurtulma yollarını öğrenir. Zaten ahlakın gayesi de budur.
Kur'ân-ı Kerim’de "ahlak" kelimesi doğrudan geçmemekle birlikte iki yerde "hulk" kelimesi geçmektedir. Bununla birlikte Kur'ân'da ahlak ile ilgili pek çok kelime ve kavram yer almaktadır. Mesela, birr (iyilik), takva (Allah’tan sakınma ve dini hassasiyetle yaşama), amel-i salih (iyi-hayırlı işler yapma), istikamet (doğruluk), hüsün (güzel düşünceli ve güzel davranışlı olma), hayr (iyi), ma’ruf (iyilik) gibi iyi ahlaklı olma; ism (günah), dalâl (sapkınlık), fahşâ (çirkin söz ve davranış), münker (kötü), bağy (isyankârlık), seyyie (günah iş), hevâ (nefsin boş arzularına uyma), fısk (günahkârlık), fücûr (günah işlemek), zulüm gibi kötü ahlaklı olmayı ifade eden birçok kavram vardır. Ayrıca pek çok ayette "amel" teriminin alanı, ahlaki davranışları da içine alacak şekilde geniş tutulmuştur.
Kur'ân’da nazarî ve amelî ahlakla ilgili çok zengin bilgi ve prensipler bulunmaktadır. Bunları şöyle maddeleştirmek mümkündür.
1. Kur’ân’da ahlak, iman ve ibadetle iç içedir. Kur’ân imanın yanı sıra ibadet etme ve güzel ahlaka sahip olma gereğine birçok ayette işaret eder. Bu ayetlerden birisi şöyledir:
"Onlar büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınırlar; kızdıkları zaman da onlar, affederler. Rab’lerinin çağrısına gelirler, namazı kılarlar. İşleri, aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır için harcarlar. Bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman kendilerini savunurlar. Kötülüğün cezası, yine onun gibi bir kötülüktür. Kim affeder, barışırsa onun mükafatı Allah’a aittir. Doğrusu o, zalimleri sevmez. Kim zulme uğradıktan sonra kendini savunursa onlar kınanmaz ve cezalandırılmazlar. Kınanan ve cezalandırılacak olanlar, insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere saldıranlardır. İşte böylelerine acı bir azap vardır. Fakat kim sabreder, affederse, şüphesiz bu çok önemli işlerdendir." (Şûrâ sûresi, 37-43; ayrıca bkz.: Mü’minûn sûresi, 2-8)
Öyle anlaşılıyor ki, Kur’ân’da ahlaki vazifelerle dinî emirler bir arada zikredilmiştir. Hiçbir ahlakî emir yoktur ki, dini veya imanî bir emir olmasın. Örneğin namaz, oruç, hac ve zekat nasıl bir dini vazife ise, sağlığı koruma, aileyi yaşatma ve başkalarına yardım da birer dini görevdir. İnsan öldürme, içki içme ve zina yapma nasıl birer kötülük ise, sağlığını korumama, gıybet, dedikodu, insanların ayıplarını araştırma da haramdır.
2. Kur’ân-ı Kerim, insanın sorumluluğuna geniş yer vermiştir. Sorumluluk(mes’uliyet) insanın değerini ortaya koyan bir kavramdır. Sorumluluk ve sorumsuzluk, akıllı varlık olan insanla, akılsız varlıklar arasındaki farkı ortaya koymaktadır. Kur’ân’ın emir ve nehiylerinin insanı merkeze aldığı görülmektedir.
İnsan önce Allah’a karşı sorumludur. Bu sorumluluk gereği insan, Allah’a ve O’nun vahyettiği gerçeklere inanmak, O'na şartsız olarak itaat etmek; O’nun kelamı, eserleri ve nimetleri üzerinde fikretmek, zikretmek ve şükretmek; O’nu her şeyden çok sevmek, O’na günlük ibadetini yapmak; O’na güvenmek, tövbe etmek ve rahmetinden ümit kesmemek zorundadır.
İnsan Allah’tan sonra Peygamberine, değerlerine, kendisine, ailesine, çevresine ve tüm insanlara karşı sorumludur. Ahlaki sorumluluğun en bariz ifadesini, "Oku kitabını, bugün nefsin sana hesap görücü olarak yeter… Hiçbir günahkar başkasının günah yükünü yüklenemez." (İsra sûresi, 14-15) ayetlerinde buluyoruz. Ayrıca her nefsin kendi hazırladığını bileceği, içlerinden hiçbirinin bırakılmayacağı, davranışlarının her birinin tespit edilip yazılacağı, herkesin tek tek hesaba çekileceği; kulak, göz ve kalbin mesul tutulacağı, dünyada verilen nimetlerin hesabının sorulacağı belirtilerek, sorumluluk kesin çizgilerle pekiştirilmiştir. (Bkz.: Tekvir, 81/14; İnfitar, 82/5; Kehf, 18/47,49; Bakara, 2284; İsra, 17/36; Tekasür, 102/8)
Kur’ân’da sorumluluk için hürriyete (meşru her isteğin, herhangi bir engelle karşılaşmadan gerçekleştirilmesi) geniş yer verilmiştir. Nasihat ve öğütler verilmekle birlikte hürriyete müdahale edilmemiştir. Hürriyet içinde insan, ya nefsini temizleyip gerçek mutluluğa erecek ya da nefsini kötülükle karartıp ziyana uğrayacaktır. Bu yüzden sorumluluk-özgürlük ilişkisini ölçülü kuramayanlara şeytan "O halde kusuru bana yüklemeyin, kendinizi kınayın!" (İbrahim sûresi, 22) diyecektir. Ahlaki sorumluluk şuuru devam ettikçe, ahlak devamlılık arzeder. "Bir millet kendilerinde bulunan (güzel meziyet)i değiştirmedikçe Allah onlara verdiği nimeti değiştirmez." (Enfal sûresi, 53) Böylece ilahi adalet, nimetin değiştirilmesi ile insani sorumluluk arasında doğrudan ilişki kurmuştur.
3. Kur’ân, ahlakta mecburilik ve mutlaklığı birleştiren bir vazife ahlakı sunar. Vazife, Kur’ânî ifade ile kulluk, gerekli ve zorunludur.(Hicr sûresi, 99) Yine vazife, genel, evrensel ve değişmez bir kaidedir. Bu umumiliği Kur’ân’ın "Ey insanlar!" şeklindeki hitabından anlıyoruz. Onun emir ve nehiyleri her yerde bütün insanlar için aynıdır. Vazife yapılabilir türdendir. Zira Allah, kimseye gücünün üstünde bir şeyi yüklememiştir. Son olarak vazife mutlaktır, lizatihidir. Yani vazife, vazife olduğu için yapılır, menfaati veya hazları sağladığı için yapılmaz. Kur’ân, vazifeye bu açıdan bakarak, görevlerini yapan insanların anlayışlarını kendi dillerinden şöyle nakleder: "Biz size sırf Allah rızası için ikram ediyoruz, yoksa sizden karşılık istemediğimiz gibi bir teşekkür bile beklemiyoruz." (Dehr sûresi, 9)
4. Kur’ân ahlakında yükümlülük (mükellefiyet)ün zaruriliği işlenir. Kur’ân’da bu durum, emir, kitabe ve fariza terimleriyle işlenir. Ameli ahlakta yükümlülük olmazsa, sorumluluk olmaz, sorumluluk ortadan kalkınca adaletin gerçekleşmesi mümkün olmaz. O zaman anarşi yaygınlaşır, düzen bozulur.
Kur’ân, ahlaki yükümlülüğü açığa kavuşturmak için ahlaki hareketin iki düşmanını zikreder. Bunlar, düşünmeksizin nefsin isteklerine uyma ve körü körüne bağlılıktır. Bu sonuncuda aklın bütünüyle faaliyet dışı kaldığı ve bunun akıl almaz ölçüde bir şaşkınlık olduğu kaydedilmiştir. (Bkz.: Sad sûresi, 26; Zuhruf sûresi, 22-23, Bakara sûresi, 170)
Kur’ân, ahlaki yükümlülükleri koyarken işin yapılabilirliğine önem vermiş (Talak sûresi, 7; En’âm sûresi, 52; Bakara sûresi, 286), kolaylık prensibi getirmiş (Bakara sûresi, 185), hayatın gerçeklerini gözetmiş (Enfal sûresi, 65-66; Fetih sûresi, 17; Nisa sûresi, 98, 101) ve tedrici olarak hayır yarışına zemin hazırlamıştır. (Bakara sûresi, 184, 237, 280…; Furkan sûresi, 67)
5. Kur’ân’da ahlaki yükümlülükler bazı yaptırım (müeyyide)lar ile takviye edilmiştir. Bunlar ahlaki, kanuni ve ilâhî yaptırımlardır. Kişinin kendi nefsine uyguladığı ahlaki yaptırımları tövbe, hatayı düzeltme ve kaza etme, günah ihtimali olan yollardan uzaklaşma şeklinde sayabiliriz. Kur’ân, insanların can, mal ve namuslarının korunmasını, insanın şeref ve haysiyetine uygun bir sosyal düzenin kurulmasını ahlaki bir zaruret saymıştır. Uyulmasını istediği kaideler yerine getirilmediği zamanlarda had, tazir gibi kanuni yaptırımları uygulama yoluna gitmiştir. Kur’ân, bu ceza uygulamalarıyla ahlaki hayat için en etkili yaptırımları getirerek, ahlakla hukuku birleştirmiştir. İlahi yaptırımlar ise, ahlakî ölçülere uyan yahut onları ihlal edenlerin dünyada ve öte dünyada (uhrevî) karşılaşacakları mükafat yahut cezayı içermektedir. Bu ilâhî yaptırım ahlaka, laik ahlakta bulunmayan bir kudsiyet ve derinlik kazandırır.
6. Kur’ân’da, "hayır" ahlakı işlenir. O, bütünüyle hikmeti, rahmeti ve genel faydayı gözetmiştir. Böylece kötülük, fesat, bozulma ve nefsin hevasına uyma önlenebilecektir. Gözetilen ilkeler yerine nefsin heva ve hevesleri seçilirse, yeryüzünün mutlaka bozulacağı belirtilmiştir. (Bkz.: Mü’minûn sûresi, 71; A’raf sûresi, 33; Kasas sûresi, 47)
Kur’ân’da hayır, davranışların iç ve dış yönünü kapsayan, en güzel gayeleri içine alan anahtar kavramlardan biridir. Hayır, insanın Rabb’ine karşı ibadetinden, insanlarla olan ilişkilerine kadar her güzel tutum ve tavrı içeren kapsamlı bir kavramdır. Kur’ân’da hayır, iman ve ibadet kavramlarıyla bir arada zikredilerek, hayır-ibadet ve hayır-iman ilişkisine geniş yer verilmiştir. Bu ilişki, ferdin ve toplumun bütün hayatını çevreleyen zengin bir içeriğe sahiptir. Kısacası hayır, Kur’ân toplumunun yolu ve ölçüsüdür.
Körle gören, mü’minle fasık, karanlıkla aydınlık, doğruyla eğri, cennetlikle cehennemlik bir olmadığı gibi hayırla şer de bir olamaz. Kur’ân şerri, genel manada yasaklanan davranışlar olarak saymış, şirk koşma, nefse zulmetme, tembellik, tefrika, haksız yere yeme içme, kibir ve haset gibi hareketlerin hepsi şer kapsamına alınmıştır. Öyleyse bize düşen, Kur’ân’ın hayır kapsamına aldığı güzellikleri yaşamak, şer olarak nitelediği kötü düşünce ve davranışlardan da kaçınmak olacaktır.
.
|
Acelecilik
|
Sual: Acele etmek uygun mu? Daha çok hangi işlerde acele etmek gerekir?
CEVAP
İnsanın fıtratında acelecilik vardır. İki âyet-i kerime meali:
(İnsan aceleci [tabiatta] yaratıldı.) [Enbiya 37]
(İnsan pek acelecidir.) [İsra 11]
Acele işe şeytan karışır. İki hadis-i şerif meali:
(Acele şeytandan, teenni Rahmandandır.) [Tirmizi]
(Teenni eden isabet eder, acele eden hata eder.) [Beyheki] (Teenni, acelenin zıttıdır.)
O hâlde, işlerde acele etmemeli ve hemen karar vermemeli! Aceleyle verilen kararlara şeytan karışır. Nefsin istediği bir şey hatıra gelince şeytan, (Fırsatı kaçırma, hemen yap!) der. Onun için kalbe gelen şeyi yapmadan önce, bu işten Allahü teâlâ razı mı, sevab mı, günah mı diye düşünmeli! Günah değilse yapmalı! Böylece teenni edilmiş, yani acele edilmemiş olur.
Yalnız 5 yerde acele gerekir:
1- Misafir gelince, hemen yemek vermeli,
2- Günah işleyince, hemen tevbe etmeli,
3- Namazı vakti girince, hemen kılmalı,
4- Defin işini acele yapmalı,
5- Kız veya oğlan çocuklara din bilgilerini ve namaz kılmayı öğrettikten sonra, büluğa erip de dengi çıkınca, hemen evlendirilmelidir. Eşiat-ül-lemeat kitabındaki hadis-i şerifte, (Ya Ali, üç şeyi geciktirme! Namazı vakti girince hemen kıl, cenaze namazını hemen kıl! Dul veya kızı, küfvü isteyince, hemen evlendir!) buyuruldu. (Tirmizi) O hâlde, namazını kılan, günahlardan sakınan ve nafakasını helalden kazanan biri varsa, hemen onunla evlendirmeli! Eğer evlendirilmezse, fitneye sebep olabilir. Bir hadis-i şerif meali:
(Dinini, ahlâkını beğendiğiniz bir kimse, kızınıza talip olursa, hemen evlendirin! Eğer evlendirmezseniz, fitne ve fesada sebep olursunuz.) [Tirmizi]
İbadetleri ve hayırlı işleri yapmakta acele etmeli. Birkaç hadis-i şerif meali:
(Ölmeden önce tevbe edin! Hayırlı işleri yapmaya mani çıkmadan önce acele edin! Allahü teâlâyı çok hatırlayın! Zekât ve sadaka vermekte acele edin! Böylece Rabbinizin rızklarına ve yardımına kavuşun!) [İbni Mace]
(Sadaka vermekte acele edin, çünkü bela sadakayı geçemez.) [Beyheki]
(Beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini biliniz: Ölmeden önce hayatın kıymetini, hastalıktan önce sıhhatin kıymetini, dünyada ahireti kazanmanın kıymetini, ihtiyarlamadan gençliğin kıymetini, fakirlikten önce zenginliğin kıymetini.) [Hakim]
Zekâtını vermeyen ve malını ahiret yolunda sarf etmeyen kimse, fakir olunca çok pişman olur. Bir hadis-i şerif meali:
(Tesvif eden helak olur.) [Berika] (Tesvif, hayırlı iş yapmayı sonraya bırakmaktır.)
İfrat ve Tefrit zararlı
Tembellik, bir işi geciktirmek, sonraya bırakmak nasıl kötü ise, acele etmek de kötüdür. Bunun biri ifrat, diğeri tefrittir. Dinimiz orta yolu, aşırılıklardan uzak olmayı emretmektedir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Aşırı giden helak olur.) [Müslim]
Bir kimse, müsrif olursa buna ifrat denebilir. Bir kimse de cimrilik ederse, buna da tefrit denebilir. Dinimiz, her iki aşırılığı da yasaklamıştır. Furkan suresinin 67. âyet-i kerimesinde, israf edenlerle cimrilik edenler kötülenmiş, ikisinin ortası olanlar övülmüştür.
Acele eden fütura düşer. Yani gevşeklik ve bezginlik hasıl olur. Hayırlı bir işin olması için acele eden, gecikince, bezginliğe, ümitsizliğe düşer. Dua eder, hemen duasının kabul olmasını ister. Duası gecikince duayı bırakır, maksudundan mahrum kalır. Acele edenin ihlası, takvası bozulabilir. Şüpheli şeylere, hatta haramlara dalabilir.
Namaz kılarken acele eden, tadil-i erkanı terk edebilir. Hızlı okurken tecvide uymayabilir, yanlış okuyabilir. Onun için ağırbaşlı olmalı, düşünerek hareket etmelidir. Salihlerin vasfı Kur'an-ı kerimde mealen şöyle bildiriliyor:
(Onlar Allah’a ve ahirete inanırlar, iyiliği emredip kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar, hayır işlerinde birbirleriyle yarış ederler. İşte bunlar salihlerdendir.) [A.İmran 114]
Böyle hayırlı işlerin haricinde acelecilik uygun değildir. Düşünerek hareket etmek ve hayırlı işlerde sebat göstermek gerekir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Yavaş, yumuşak davranmak, Allah’ın kuluna verdiği büyük bir ihsandır. Aceleci olmak, şeytanın yoludur. Allahü teâlânın sevdiği şey, yumuşak ve ağırbaşlı olmaktır.) [E.Ya’la]
İftarda acele etmeli
İftarda acele etmek ve sahuru geciktirmek, belki insanın aczini, yiyip içmeye ve dolayısı ile her şeye muhtaç olduğunu göstermektedir. İbadet etmek de zaten bu demektir.
Namaz borcu varsa acele kaza etmeli
Farz namazı özürsüz, vaktinde kılmamak büyük günahtır. Acele kaza etmek gerekir. Zaruri işler haricinde kaza etmeyi geciktirmek de büyük günahtır. Nafile zaruri iş olmadığı için, nafile kılarak, terk edilen kazayı geciktirmek dört mezhepte de haramdır. [Nafileleri kılarken kazaya da niyet etmeli. Hem sünnet sevabı alınmış olur, hem de namaz borcu ödenmiş olur.] Düşman karşısında, bir farz namazı kılmak mümkün iken terk etmek, 700 büyük günah işlemek gibidir. (Umdet-ül islâm)
Tevbe edilen günahlar affedilir
İnsan günahını ne kadar çok büyük görürse o kadar iyidir. Fakat günahı yüzünden Allahü teâlânın sonsuz rahmetinden ümit kesmek caiz değildir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ buyurdu ki: İşlediği günahı affımın yanında büyük görene gazaplanırım. Eğer acele etmek şanımdan olsaydı, acele ceza verseydim, rahmetimden ümit kesenlere acele ceza verirdim.) [Deylemi]
Allahü teâlâ, tevbe edilen günahları affeder. Tevbede acele etmeli.
Müstehap işlemek için sünnet terk edilmez
Cenaze olduğu zaman, Âyet-el kürsiyi ve tesbihleri okumayarak sünnet terk edilmektedir. Cenaze sebebiyle sünneti terk etmek uygun değildir. Cenaze namazını acele kılmak müstehaptır. Müstehap işlemek için sünnet terk edilmez. Cemaat çok olsun diye, cenaze namazını vakit namazlarından sonraya bırakmak mekruhtur. Cemaatın çok olması için, cenazeyi saatlerce bekletip, sonra acele ederek Âyet-el kürsiyi ve tesbihleri terk etmek pek yanlıştır. Özürsüz bir sünneti terk etmemeli, ortadan kaldırmamalıdır.
Sual: İbadetlerde ve yapılan işlerde acele etmenin, dinimiz açısından bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Eyyühel-veled kitabında deniyor ki:
“İşlerinde acele etme ve hemen karar verme! Acele ile verilen kararlara şeytan karışır. Hadis-i şerifte; (Acele şeytandandır. Teennî Rahmandandır) buyuruldu. Nefsin istediği bir şey hatırına gelince, şeytan, fırsatı kaçırma, hemen yap der. O da, yapar. Kalbe gelen şeyi yapmaktan Allahü teâlâ razı olur mu düşünmeli, sevap mı, günah mı olacağını anlamalı. Günah değil ise, yapmalıdır. Böylece, teenni etmiş, yani acele etmemiş olur. Yalnız beş yerde acele etmek lazımdır:
1- Misafirin gelince, önüne yiyecek getir! 2- Hasbel beşer bir günah işleyince, hemen tövbe, istiğfar eyle! 3- Her beş vakit namazını, vakit geçmeden, acele, yani erken kıl! 4- Kız veya oğlan çocuklarına, din bilgilerini ve namaz kılmasını öğret! Bulûğa erişince, geciktirmeden evlendir! 5- Ölen şahsın defin edilmesinde acele eyle! Fakat bunun için, beş vakit namazın sonundaki, Âyetel kürsî ve tesbihleri terk etme!”
.
Affedici olmak
|
Sual: Çok affediyorum, bu yüzden ahmak muamelesi gördüğüm de oluyor. Affedici olmak iyi bir şey midir?
CEVAP
Af, hak ettiği bir şeyi almayıp sahibine bağışlamak demektir. Allahü teâlâ affedicidir, affedenleri sever. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Affet, marufu emret ve cahillerden yüz çevir!) [Araf 199]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Affedin ki, Allahü teâlâ da sizi affetsin ve şerefinizi yükseltsin!) [İsfehani]
(Allah rızası için affedeni, Allahü teâlâ yükseltir.) [Müslim]
(Kendinden uzaklaşanlara yaklaşmak, zulmedenleri affetmek, kendini mahrum edenlere [Kendine bir şey vermeyenlere] ihsan etmek, güzel huylu olmaktır.) [İ.Süyuti]
(Sana zulmedeni affet, sana gelmeyene git, sana kötülük edene sen iyilik et, aleyhine de olsa mutlaka doğru konuş.) [Ruzeyn]
(Musa aleyhisselam, "Ya Rabbi, senin indinde en aziz kimdir?" diye sordu. Allahü teâlâ da, "İntikam almaya gücü yeterken affedendir" buyurdu.) [Harâiti]
(Allahü teâlâ merhameti olmayana merhamet etmez, affetmeyeni affetmez.) [İ.Ahmed]
(Affedin ki affa kavuşasınız!) [İ.Ahmed]
Af taraftarı olmak daha iyidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ceza vermekteki hata, affetmekteki hatadan daha kötüdür.) [Hakim]
Sual: Haksızı affetmenin mahzuru olur mu?
CEVAP
Haksızı da affedenler, dünya ve ahirette saadete kavuşurlar.
Kendisini içkiden kurtaramayan bir müslüman, hizmetçisine dört dirhem verir. İçki almasını söyler. Hizmetçi giderken Mansur bin Ammar isimli bir zatın, bir fakire yardım topladığını görür. Mansur, (Bu fakire 4 dirhem verene 4 dua ederim) der. Hizmetçi, fakire 4 dirhemi verir. Mansur der ki:
- Hangi duayı etmemi istersin?
- Hizmetçilikten kurtulmak istiyorum.
- İkinci isteğini söyle!
- Fakire verdiğim dört dirhem benim değildi. Benden bunu isterler. Dört dirhem isterim.
- Üçüncü isteğin nedir?
- Efendimin tevbe edip içkiyi bırakmasını istiyorum.
- Dördüncü arzun nedir?
- Allahü teâlânın beni, efendimi, seni, kavmimizi affetmesini istiyorum.
Mansur bin Ammar, hepsi için gerekli duayı yapar. Hizmetçi evine gidince, efendisi, geç kalmasının sebebini sorar. Hizmetçi durumu anlatır. Efendisi sorar:
- Sen neler istedin?
- Hizmetçilikten, kölelikten kurtulmayı istedim.
- Peki seni azat ettim. Başka ne istedin?
- Dört dirhem istedim.
- Al şu dört dirhemi. Başka ne istedin?
- Tevbe edip içkiyi bırakmanı istedim.
- Tevbe ettim. Başka ne istedin?
- Allahü teâlânın hepimizi affetmesini istedim.
Efendisi duraklar, (İşte bu benim elimde değildir) der. O gece rüyasında, (Sen elinde olanı yaptın da, biz elimizde olanı yapmaz mıyız? Seni de, hizmetçini de, Mansuru da ve orada bulunan hepinizi affettik) denir.
Her müslüman da elinde olanı esirgememeli, daima affedici olmalıdır!
Sual: Tam kesin değilse de, suçlu birisini cezalandırmak mı, yoksa affetmek mi daha uygun olur?
CEVAP
Suç kesin olmadıkça cezalandırmak caiz olmaz. Af taraftarı olmak daha iyidir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ceza vermekteki hata, affetmekteki hatadan daha kötüdür.) [Hâkim]
Düşmana iyi muamele
Sual: Bize kötülük yapanlara, düşmanlık edenlere, aynısını yapmak caiz midir?
CEVAP
Tam onların yaptıkları kadar yapmak zulüm olmaz, fazlası zülüm olur. Ancak adaletli hareket etmenin ölçüsünü bilemeyiz, zulüm yapmış oluruz. En iyisi affetmektir. Bir âyet-i kerime meali:
(Kötülüğü, en güzel şekilde önle! [Öfkeyi sabırla, cahilliği yumuşaklıkla, kötülüğü afla önle ki] o zaman düşman sana, yakın dost gibi olur.) [Fussilet 34]
Demek ki, düşmanı dost yapmanın yolu, onu affetmek, ona iyilik ve ihsanda bulunmaktır.
Affedilmek için, affetmeli
Sual: Başkalarının hatalarını affetmeyen bir kimsenin, kendi hatalarının affedilmesini beklemesi uygun olur mu?
Cevap: Affetmek, büyüklüğün alametidir ve Allahü teâlânın sıfatlarındandır. Kişinin, kendisine karşı yapılan hata ve kusurları bağışlamasına, affetmek denir. Hakkını almaya gücü yettiği hâlde, affetmek iyidir. Çünkü nefse daha güç gelir. Hadis-i şerifte;
(Musa aleyhisselam; Ya Rabbi! Kullarının en kıymetlisi kimdir? dedikte, gücü yettiği zaman affedendir, buyuruldu) buyurulmuştur.
Zulmedeni affetmek merhametin, kendisine iyilik etmeyene hediye vermek ihsanın, kötülük edene ihsanda bulunmak da, insanlığın en yüksek derecesidir. Bu sıfatlar, düşmanı dost yapar.
Zalimden hakkı kadar geri almak, adalet olur. Fakat gücü yettiği hâlde affetmek, güzel ahlaktır. Resulullah efendimiz, bir kimsenin zalime beddua ettiğini görünce;
(İntisâr eyledin! Affeyleseydin, daha iyi olurdu) buyurmuştur.
Resulullah efendimizin mübarek torunu hazret-i Hüseyin, bir gün misafirleri ile sofrada oturmuşlar yemek yiyorlardı. O sırada kölesi bir kap sıcak yemekle gelirken ayağı yere takılıp, elindeki yemeği hazret-i Hüseyin’in mübarek başına döker. Hazret-i Hüseyin, terbiye maksadı ile kölesinin yüzüne sertçe bakınca, kölesi, Âl-i imrân suresinin 134. âyet-i kerimesindeki;
(Gadab etmezler) mealindeki kısmını okur. Hazret-i Hüseyin;
-Gadabımı terk ettim, buyurunca, kölesi, âyet-i kerimenin;
(İnsanlardan kusurlu olanları affederler) mealindeki kısmını okur. Hazret-i Hüseyin;
-Affettim cevabını verince kölesi, âyet-i kerimenin;
(Allahü teâlâ ihsan edenleri sever) mealindeki kısmını okur. Bunun üzerine hazret-i Hüseyin;
-Allah için seni kölelikten azad ettim, istediğin yere gidebilirsin, buyurur.
Allahü teâlâ, kullarının günahlarını affedicidir. Müslümanlar da, birbirlerinin kusurlarını affetmelidir. Bunun için Müslümanların hatalarını görmemek, onlara kin tutmamak ve kusurlarını affetmek lazımdır. Allahü teâlânın bizim günahlarımızı affetmesini istiyorsak, biz de Onun kullarının hatalarını affetmemiz yani, affedilmek için affetmek lazımdır. Ahmed Rıfâî hazretleri;
“Kızdığın zaman affa sarıl. Çünkü affetmek suretiyle yapacağın hata, ceza vermek suretiyle yapacağın hatadan daha iyidir” buyuruyor.
Sual: İnsanların ayıplarını araştırmak, yüzlerine vurmak, dinimizce doğru bir şey midir?
Cevap: Müslümanların ayıplarını örtmek, gizli günahlarını yaymamak ve kusurlarını affetmek çok sevaptır. Küçüklere, emri altında bulunanlara, hanıma, çocuklara, talebeye, askere, işçiye, fakirlere merhamet etmelidir. Kusurlarını yüzlerine vurmamalıdır. Olur olmaz sebeplerle onları incitmemeli, dövmemeli ve sövmemelidir.
.
Alay etmek
|
Sual: Müslümanlarla alay edenlere karşı tavrımız nasıl olmalıdır?
CE VAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Hindistan’daki İslam düşmanlarının azgınlarını görüyoruz. Müslümanlarla alay ediyorlar. Müslümanları kötülüyorlar. Ellerine fırsat geçerse, güçleri yeterse, Müslümanlara her işkenceyi yaparlar. Hatta hepsini öldürürler. Yahut onları dinden, imandan ayırırlar. İslam terbiyesini, ahlakını, hayasını, şerefini yok ederler. O halde, Müslümanların bu azgın kâfirlere uymamaları, bunlardan sakınmaları, bunlara aldanmamaları, bunun için Allahü teâlâdan haya etmeleri lazımdır. (Haya imandandır) buyuruldu. Müslüman olanın böyle çirkin işlerden sıkılması lazımdır. İslam düşmanlarını, Allah’ın emirleri ile alay edenleri, helale, harama aldırış etmeyenleri zararlı bilmelidir. Bunları aşağı tutmalıdır. Bunlara yardımı dokunan her hareketten sakınmalıdır.
Bir kimsenin Müslüman olmasına alamet, İslam düşmanlarını tanıması, onlara aldanmaması, sözlerini dinlememesidir. Allahü teâlâ Kur'an-ı kerimde, Tevbe suresi 28. âyetinde kâfirlere Necs yani pis dedi. 95. âyetinde de Rics buyurdu. Rics de pis demektir. Bunun için, Müslümanların kendileri ile alay eden kâfirleri pis ve zararlı bilmeleri lazımdır. Böyle bilince, onlarla arkadaşlık yapmazlar, onları sevmezler, onlardan sakınırlar. Onlarla birlikte bulunmaktan nefret ederler. Böyle kâfirlerle meşveret etmek, işleri onlara danışıp onların sözü ile hareket etmek, bu din düşmanlarına kıymet vermek olur. Hem de, onları çok yükseltmek olur.
Onlardan yardım, şifa beklemek ve hele onlar vasıtası ile dua ve ibadet etmek boşuna uğraşmaktır. Mümin suresinin 50. âyetinde ve Rad suresinin 14. âyetinde mealen, (Kâfirlerin duaları ancak dalalettir) buyuruldu. Yani, İslam düşmanlarının duaları kabul olmaz, hiç fayda vermez. Kâfirler, papazlar vasıtası ile yapılan duaları Allahü teâlâ hiçbir zaman kabul etmez. Böyle duaların Müslümanlara faydası olmaz. Yalnız bu suretle o dinsizlere bir kıymet verilmiş olur. Onlar, dua ederken, putlarını, Allah’ın düşmanlarını araya korlar. Onlardan dua beklemenin kötülüğünün çirkinliğinin nereye kadar uzandığını, Müslümanlığın temelinden yıkılıp, kokusunun bile kalmayacağını buradan anlamalıdır.
Büyüklerden biri buyuruyor ki:
(Sizden biriniz divane olmadıkça, tam Müslüman olamazsınız). Burada (Divane olmak), İslamiyet’i yaymak için çalışmak, çabalamak ve bu arada kendi faydasını ve zararını hatırına bile getirmemek demektir. Müslümanlığa dokunmasın da, her ne olursa olsun, olmayan da olmasın! Yeter ki, Müslümanlığa bir zarar olmasın! Müslümanlık demek, Allahü teâlânın ve Onun Peygamberinin razı olduğu, beğendiği şeyler demektir. Allahü teâlânın razı olduğu şeyden daha kıymetli ne olabilir?) (C1, m.163)
Küfrü gerektiren sözler
Muteber kitaplarda buyuruluyor ki:
Küfre sebep olan bir sözü, tehdit edilmeden söyleyenin imanı gider. Çünkü her müslümanın bilmesi gereken şeyleri öğrenmesi farzdır. Bilmemesi özür olmaz, büyük günahtır. Küfre girenin önceki ibadetleri yok olur. Tevbe ederse, geri gelmez. Tevbe için yalnız kelime-i şehadet söylemek kâfi değildir, küfre sebep olan şeyden de tevbe etmesi gerekir. (Berika, Hadika)
Burhaneddin-i Mergınani hazretleri, (Kur'an-ı kerimi teganni ile okuyan hâfıza, ne güzel okudun diyenin imanı gider. Tecdid-i iman ve tecdid-i nikah gerekir) buyurdu. (Dürr-ül-münteka)
Ebu Nasr-ı Debbusi hazretleri, Kadi Zahireddin-i Harezmi hazretlerinden naklen buyuruyor ki:
(Bir şarkıcıyı dinleyen veya herhangi bir haram işi gören kimse, haram olduğuna inanarak veya inanmayarak, buna, ne güzel dese, o anda imanı gider. (Müjdeci Mek. 266)
Kâfirlerin ibadet olarak yaptıkları ve kâfirlik alameti olan ve İslamiyet’i inkâr etmek ve inanmamak alameti olan ve tahkir etmemiz vacip olan şeyleri yapan ve kullanan kâfir olur. Bunlardan meşhur olanlarını bilmeyerek veya şaka olarak veya herkesi güldürmek için yapan da, kâfir olur. (Birgivi vasıyyetnamesi)
Zaruri olan ve tevatür ile bildirilmiş olan din bilgilerine inanmayan kâfir olur. İnanmamayı gösteren her söz, ister şaka olarak, isterse gönülden olmayarak olsun küfür olur. (Milel-nihal)
Küfre sebep olan bir işi yapmak küfür olur. Mesela beline, zünnar denilen papaz kuşağını bağlamak ve küfre mahsus şey giymek de böyledir. Bunları mizah için, başkalarını güldürmek için, şaka için kullanmak da küfre sebep olur. İtikadının doğru olması fayda vermez. (Berika)
Miftah-ül-cenne’de diyor ki
Filan müslüman benim gözümde yahudi gibidir demek küfürdür. Ahirette olacak şeylerle alay etmek küfürdür. Kabirdeki ve kıyametteki azaplara akla, fenne uygun değildir diyerek inanmamak, faiz helal olsaydı demek, İslam bilgilerini ve din âlimlerini aşağılamak da, küfürdür.
Akıllı, bilgili, edebiyatçı olduğunu göstermek için veya yanındakileri güldürmek, sevindirmek veya alay etmek için söylenen sözlerde küfre düşmekten çok korkmalıdır. Bir kimse, küçük günah işlese, buna tevbe et denildiğinde, (tevbe edecek bir şey yapmadım ki..) dese, kâfir olur.
(Filan şey, filan kimsede yoktur, varsa kâfir olayım) diye, yemin eylese, o şey, o kimsede olsun veya olmasın, o kimse, kâfir olayım dediği için küfre girmiştir. Kâfirlerin ibadetleri, İslamiyet’e uymayan işleri güzeldir demek de küfürdür.
Bir kadın, beline bir kara ip bağlasa, (bu nedir) deseler, (zünnardır) dese, kâfir olur. Nasrani olmak, yahudi olmaktan, [amerikan kâfiri olmak, komünist olmaktan] hayırlıdır demek küfürdür.
İlim meclisinde ne işim var veya din adamlarının sözü neye yarar demek küfür olur. Biri diğerine, gel fıkıh kitabını okuyalım dese, o da, (Ben ilmi ne yapayım) dese, ilmi hafife aldığı için kâfir olur. (Miftah-ül-cenne)
Sual: Kimi din ile, Allah ile alay ediyor. Çirkin iftiralar yapıyor. Böyle bir kimse tevbe ederse affolur mu?
CEVAP
Elbette en azılı kâfir pişman olur, sıdk ile ihlas ile Kelime-i şehadet getirirse tertemiz müslüman olur. Bütün günahları affolur. Din ile alay etmeye devam edenin ise, yaptığı yanına kalmaz. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah’a karşı yalan uyduranların yüzleri, kıyamette simsiyah olacaktır.) [Zümer 60]
.
Ayıplanmak korkusu
|
Sual: İnsanların kötülemelerine, çekiştirmelerine, ayıplamalarına üzülmek caiz midir?
CEVAP
Küfr-i cühudiye sebep olan şeylerden biri de, insanlardan utanmak ve başkalarının kötülemelerinden, ayıplamalarından korkmaktır. Ebu Talibin küfrü böyledir. Ebu Talib, Resulullah efendimizin Peygamber olduğunu biliyordu. İnsanların kötüleyeceklerinden korkarak ve ayıplayacaklarını düşünerek, inandığı halde, inandığını söylemedi.
Ebu Talib ölüm döşeğinde iken, Resulullah efendimiz onun yanına gelerek, (Ey amcam! Sana şefaat edebilmem için, la ilahe illallah söyle!) buyurdu. Cevabında, (Ey kardeşimin oğlu, doğru söylediğini biliyorum. Lakin ölüm korkusu ile imana geldi denilmesini istemem) dedi.
Kureyş kâfirlerinin ileri gelenleri, Ebu Talibin yanına geldiler. Sen, bizim emirimizsin, sözlerin başımızın üzerindedir. Fakat, senden sonra, yeğenin Muhammed ile aramızda düşmanlığın devam edeceğinden korkuyoruz. Ona söyle! Dinimizi kötülemesin, dediler. Ebu Talib, Resulullaha işittiklerini söyledi. Resulullahın, onlar ile sulh yapmayacağını anlayınca, Müslüman olacağı anlaşılacak bazı şeyler söyledi. Bunları işitince, amcasının iman etmesini istedi. (İşitenler bana dil uzatacaklarından korkmasaydım, iman ederdim. Seni sevindirirdim) dedi. Öleceği zaman, bir şeyler söyledi. Bunları işitebilmek için, Abdullah ibni Abbas yanına yaklaştı. İman ettiğini bildiriyor dedi. Ebu Talibin iman ettiği şüphelidir. Ehl-i sünnet âlimlerine göre, iman etmedi. Hazret-i Ali, Resulullaha gelerek, dalalette olan amcan öldü dediğinde, (Yıka, kefen içine sar ve defnet! Men olununcaya kadar onun için dua ederiz) buyurdu. Birkaç gün evinden çıkmayarak, onun için çok dua etti. Eshab-ı kiramdan bazıları bunu işitince, onlar da, kâfir olarak ölmüş olan akrabaları için dua etmeye başladılar. Bunun üzerine, Tevbe suresinin, (Peygamber ve iman edenler, akrabaları olsalar da, müşrikler için istigfar etmemelidir) mealindeki 113. âyet-i kerimesi nazil oldu.
Ebu Talibin öldükten sonra diriltilip iman ettiği Kurtubi tefsirinde bildirilmektedir.
İnsanların ayıplamalarına karşı
Sual: İnsanların kötülemelerine, ayıplamalarına karşı ne yapmalı, nasıl bir yol takip etmelidir?
Cevap: İnsanların kötülemelerinden ve ayıplamalarından korkmaya karşı ilaç olarak şöyle düşünmelidir:
“Kötülemeleri doğru ise, ayıplarımı bana bildirmiş oluyorlar. Bunları yapmamaya karar verdim demeli, böyle kötülemelerden ferahlık duymalıdır. Onlara teşekkür etmelidir. Hasen-i Basrî hazretlerine, birisinin kendisini gıybet ettiğini haber verdiler. Ona bir tabak helva gönderip;
“Sevaplarını bana hediye ettiğini işittim. Karşılık olarak bu tatlıyı gönderiyorum” dedi. İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe hazretlerine de, birisinin kendisini gıybet ettiğini söylediler. Ona bir kese altın gönderip;
“Bize verdiği sevapları arttırırsa, biz de karşılığını arttırırız” dedi.
Yapılan kötüleme yalan, iftira ise, zararı söyleyene olur. Onun sevapları bana verilir. Benim günahlarım, ona yüklenir demelidir. İftira etmek, nemmamlık yapmak, gıybet etmekten daha fenadırlar. Nemime, Müslümanlar arasında söz taşımaktır.
Bir kimsenin düşmanlarının kendisine karşı kullandıkları kelimeler, insana ayıplarını tanıtmaya yarar. Çünkü düşman, insanın ayıplarını arayıp, yüzüne çarpar. İyi arkadaşlar ise, insanın ayıplarını pek görmezler. Birisi İbrâhîm Edhem hazretlerine, ayıbını, kusurunu bildirmesi için yalvarınca;
“Seni dost edindim. Her halin, hareketlerin, bana güzel görünüyor. Ayıbını başkalarına sor” dedi.
Başkasında bir ayıp görünce, bunu kendinde aramak, kendinde bulursa, bundan kurtulmaya çalışmak da, kötü huyların ilaçlarındandır.
(Mümin müminin aynasıdır) hadîs-i şerifinin manası budur. Yani, başkasının ayıplarında, kendi ayıplarını görür. İsa aleyhisselâma;
-Bu güzel ahlakını kimden öğrendin dediklerinde;
-Bir kimseden öğrenmedim. İnsanlara baktım. Hoşuma gitmeyen huylarından ictinab ettim, sakındım. Beğendiklerimi ben de yaptım buyurdu. Lokman hakîme;
-Edebi kimden öğrendin dediklerinde;
-Edepsizden! dedi. Selef-i sâlihînin, Eshâb-ı kiramın, Velîlerin hayat hikayelerini okumak da, iyi huylu olmaya sebep olur.
.
Az iyiliğe çok sevap
|
Sual: Bir hoca ufacık bir iyiliğe, dağlar kadar sevap, ufak bir hataya dağlar kadar günah olmaz diyor, doğru mudur?
CEVAP
Yanlıştır. Allah rızası için yapılan iyiliklerin, sadakanın, zekatın karşılığı, verenin ihlas derecesine göre, bire ondan bire yediyüze kadar hatta daha fazla olur. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Mallarını Allah yolunda harcayanların hâli, yedi başak bitiren ve her başağında yüz dane bulunan bir tohuma benzer. Allah dilediğine daha fazla da verir. O vasi ve âlimdir.) [Bekara 261]
[Vasi, takat ve kudret sahibidir, ihsan ettiği şeyler Ona darlık vermez.
Âlim, her şeyi, haliyle, hakikat ve özüyle bilicidir. İnfak edenin niyetini, ihlaslı olup olmadığını ve infak kudretini bilir.
İnfak, ihtiyaç karşılama demektir.]
Sabredenlere verilecek sevap da hesapsızdır. Sabredenlere o kadar çok sevap verilir ki, bunun miktarını Allahü teâlâdan başka kimse bilmez. Bir âyet meali:
(Sabredenlere mükafatları hesapsız verilecektir.) [Zümer 10]
Bire yediyüz almak
Hadis-i şeriflerde ise buyuruldu ki:
(Bir iyiliğe on mislinden 700 misline kadar sevap verilir. Allahü teâlâ, "Ancak oruç hariç, onun mükafatını ben veririm" buyurdu.) [İbni Huzeyme]
(Zilhiccenin ilk günlerinde tutulan oruç, bir sene oruç tutmaya, bir gecesini değerlendirmek de Kadir gecesini değerlendirmek gibidir.) [İbni Mace]
(Zilhiccenin ilk on gününden daha faziletli gün yoktur. Bir amele yedi yüz misline kadar sevap verilir.) [Tergib]
(Bugünlerin herbiri fazilette bin güne, Arefe ise on bin güne eşittir.) [Beyheki]
(Aşûre günü gusleden, yeni doğmuş gibi günahlardan temizlenir.) [Şir’a]
(Aşûre günü, zerre kadar sadaka verene, Uhud dağı kadar sevap verilir.) [Şir’a]
Allahü teâlânın rahmeti, ihsanı boldur. Zerre kadar bir iyiliğe dağ kadar sevap verir. Mülk Onundur. Dilediğine dilediği kadar ihsan eder. Kimse Ondan hesap soramaz. Sevap-günah miktarını, göklerin büyüklüğünü, uzaklıkları ve ahiretteki zamanları ve dünyanın yaratılışını ve mahlukların sayısını bildiren rakamlar, miktar sayısını göstermek için değil, miktarın çokluğunu anlatmak içindir. (Marifetname)
.
Cimrilik
|
Sual: Cimri âlim olur mu?
CEVAP
Bilgili olmak ayrı şey, ilmi ile amel etmek ayrı şeydir. Dünyada yapılan bir iyiliğe ahirette 700, hatta daha fazla sevap verileceğine inanan kimse, cömert olmaya gayret eder. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allah katında, cömert cahil, cimri âlimden daha kıymetlidir.) [Deylemi]
(Cimrilikle iman, bir kulun kalbinde asla birlikte bulunamaz.) [Nesai]
(Cimri çok ibadet etse de, Cennete girmez. Cömert, çok günah işlese de Cehenneme girmez.) [R. Nasıhin]
Bu hadis-i şerifler müminler için söylenmiştir. Kâfir cömert de olsa Cennete giremez.
[Not: (Cimri, Cennete girmez), (Cimrilik küfürdür) gibi hadis-i şerifleri açıklaması ile birlikte okumalıdır. Açıklamasız okunursa yanlış anlamaya sebep olur. Cimrilik her ne kadar kötü ahlaktan ise de, imansızlık değildir. (Cimri, günahının cezasını çekmedikçe Cennete giremez) demektir. Hatta sevabı günahından çok gelirse, Cehenneme girmeden de Cennete gider. Affa ve şefaate uğrayarak da Cennete gidebilir.
(Cömert Cennete yakındır) hadis-i şerifi de böyledir. Yani cömerdin imanı yoksa ebedi olarak Cehennemde kalır. İmanı varsa, sevapları fazla ise Cennete gider. Ehl-i sünnete göre, iyilik eden muhakkak Cennete, kötülük eden muhakkak Cehenneme gider diye bir şey yoktur. Bir müminin günahı sevabından çok ise, affa ve şefaate de uğramamışsa, günahının cezasını çektikten sonra Cennete gider. İmanı olmayan kimsenin ise, ne yaparsa yapsın, hiçbir iyiliği onu Cehennemden kurtaramaz. (İslam Ahlakı)]
Tamah ve cimrilik
Sual: Cimrilikle tamah aynı mıdır, bunlardan kurtuluş yolu var mıdır?
CEVAP
Tamah, mal toplama, biriktirme hırsıdır. Cimrilik ise, harcanması gereken yerde para harcamaktan kaçınmaktır. Cimriliğin içinde tamah da vardır. Her hastalığın çaresi vardır. Önce hastalığı teşhis etmek gerekir! Hastalık belli olunca ona göre ilaç verilir. Allah’tan korkan, kötülük işlemekten çekinir. Tamahın kötü olduğunu bilen müslüman da bundan kaçar. Dinimizde mal sahibi olmak kötü değildir. Kur'an-ı kerimde mala hayır adı verilerek övülmüştür. [Bekara 180]
Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Mal, salih kimse için ne güzeldir.) [Taberani]
Mal, kıymetli olduğu için onu israf etmek haramdır. Süfyan-ı Sevri hazretleri, malın insanın silahı olduğunu söyleyerek, insanın canını, malını, sıhhatini, dinini, şerefini mal ile koruyacağını bildirmiştir.
Dinimiz malı böyle övmüş, fakat mal hırsını, mal sevgisini yermiştir. Zengin olmak başka, mala muhabbet başkadır. Tamah mala muhabbettir. Tamahkâr malını hayırlı işlerde kullanamaz. Mal sevgisinin kötü olduğunu bildiren hadis-i şeriflerden birkaçı şöyle:
(İnsan yaşlandıkça, iki şeyi gençleşir: Uzun yaşama arzusu ve mal sevgisi.) [Buhari]
(Mal ve makam sevgisinin, müminin dinine vereceği zarar, iki aç kurdun, koyun sürüsüne vereceği zarardan daha fazladır.) [Bezzar]
(Sakın tamahkâr olmayın! Tamah, fakirliğin tâ kendisidir.) [Taberani]
(Kanaat eden, en çok şükredenlerden sayılır.) [İbni Mace]
(Aza kanaat etmeyen, çok ile doymaz.) [Beyheki]
(Mal ve mevki sevgisi, suyun sebzeyi yeşertmesi gibi kalbde nifakı yeşertir.) [İ. Gazali]
(İnsanoğlunun iki dere dolusu altını olsa, üçüncüsünü isterdi. Onun gözünü ancak bir avuç toprak doyurur.) [Buhari]
(Zenginlik, mal çokluğu değil, gönül zenginliğidir.) [Buhari]
Kur'an-ı kerimde bildiriliyor ki, İbrahim aleyhisselam, (Ya Rabbi, beni ve çocuklarımı puta tapmaktan koru!) diye dua etmiştir. Puttan maksat para sevgisidir. Demek ki, parayı sevmek, puta tapmak gibidir. Bunun için (Paraya tapan helak oldu) buyuruldu. (Altın ve gümüşün kulu helak oldu. Sürçmedi, tamamen helak oldu) hadis-i şerifi, parayı çok sevenlerin akıbetini haber vermektedir. (Tirmizi)
Kanaat gibi zenginlik olmaz. (Âlim ilme, tamahkâr da mala doymaz) buyuruldu.
İnsan, genelde cimridir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(De ki, "Eğer Rabbimin rahmet hazineleri sizin olsaydı, tükenir korkusuyla yine de vermeyip cimrilik ederdiniz." Gerçekten insan çok cimridir.) [İsra 100]
(Allah’ın ihsan ettiği mal ile cimrilik yapanlar [zekât vermeyenler] iyi yaptıklarını [zengin kalacaklarını] mı zannediyorlar? Halbuki kendilerine kötülük ediyorlar. Cimrilik edip vermedikleri o mallar, [Cehennemde azap aleti olacak, yılan şeklinde] boyunlarına dolandırılacaktır.) [A. İmran 180]
Cimriliğin zararları
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Cimrilik, helak edicidir.) [Taberani]
(Allahü teâlâ, yemin ederek cimrinin Cennete girmeyeceğini bildirdi.) [Tirmizi]
(Cimri abid olsa da, Cennete girmez.) [Taberani]
(En kötü hastalık cimriliktir.) [D. Kutni]
(Cimri, öyle bir kedere boğulur ki, artık sevinç ve ferahlık yüzü görmez.) [İ. Gazali]
(Her sabah iki melekten biri, "Ya Rabbi, infak edene karşılığını ver!" diye, diğeri de, "Cimrilik edenin malını helak et!" diye dua eder.) [Buhari]
("Hakkımın zerresinden vazgeçmem" demek cimrilik için kâfidir.) [Hakim]
(Kaybettiği dünyalığa üzülen, Cehenneme yaklaşmış olur.) [İ. Gazali]
(Ya Rabbi cimrilikten sana sığınırım.) [Müslim]
Savaşta ölen oğlu için (Vah şehidim) diye ağlayan kadına, Peygamber efendimiz, (Şehit olduğunu nereden biliyorsun? Belki boş konuşur, belki de cimri idi) buyurdu. (E. Ya’la)
Cimriliğin tedavisi
Sual: Cimrilik neden meydana gelir, tedavisi nasıldır?
CEVAP
Cimriliğin, diğer kalb hastalıkları gibi, ihlas noksanlığı, iman zayıflığı ve hatta küfürle ilgisi vardır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Cimrilik küfürdendir, küfrün yeri de Cehennemdir.) [Deylemi]
Kur'an-ı kerimde de kâfirlerin cimrilik ettiği bildirilmektedir:
(Cimrilik eden, hem de herkese cimriliği tavsiye eden ve kendilerine Allah’ın fazlından verdiğini gizleyen kâfirlere hor ve hakir edici bir azap hazırladık.) [Nisa 37]
Cimrilik mal sevgisinden meydana gelir. Cimriliğin sebebi, uzun yaşama ümidi ile parasız kavuşamayacağı arzularıdır. Eceline üç gün kaldığını bilse, cimriye mal vermek zor gelmez. Fakat çocukları olur, onların yaşamasını kendi yaşaması gibi kabul ederse, cimriliği yine artar. Bu bakımdan çocuklar, cimrilik sebebi olabilir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Çocuk, cimrilik sebebidir.) [Hakim]
Kur'an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki:
(Mallarınız, çocuklarınız, sizin için fitnedir, imtihandır.) [Tegabün 15]
(Mallarınız ve çocuklarınız, sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın!) [Münafikun 9]
Zengin cimriler
Kimi, çok zengindir, hiç kimsesi yoktur, yaşlanmıştır, öldükten sonra, malının başkasına kalacağını da bilir. Buna rağmen, sırf mala olan sevgisinden dolayı, zekât vermez, hastalansa doktora gitmez, birkaç ilaç almakla yetinir. Hatta kendi malını yemeye bile korkar. Para, insanı ihtiyacına ulaştıran bir vasıta olduğu için sevilir. Tatlıya ulaştıran her şey tatlıdır. Cimri, tatlıyı unutmuş görünüp, tatlı alacak parayı sever.
Malı, Allah yolunda harcamak için biriktirmenin zararı olmaz. Hadis-i şerifte (İyi kimseye, malın iyisi ne güzel yakışır) buyuruldu. İyi yolda harcanmayan paranın vebali vardır. Taparcasına parayı sevmek kötüdür. Hadis-i şerifte (Altın ve gümüşün kuluna [paraya tapana] lanet olsun!) buyuruldu. (Tirmizi)
Her hastalık, sebebinin zıddı ile tedavi edilir. Nefsin çeşitli arzularından kurtulmanın, ilacı, aza kanaat ve sabırdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlânın ihsan ettiği az rızka, kanaat eden mümin, kurtuluşa ermiştir.) [Müslim]
(Kanaat tükenmez hazinedir.) [Beyheki]
(Allahü teâlâ kanaat edeni, kanaatkâr yapar.) [Taberani]
(Aza kanaat etmeyen, çok ile doymaz.) [Beyheki]
Aza kanaat etmeyen çoğu bulamaz.
Çocuklarının fakir kalacağı korkusunun ilacı ise, cimrilikle zengin olunamayacağını, bıraktığı malları boşa harcayabileceklerini, hatta bazen servetin kötü yollara sevk ettiğini, zengin olacaklarsa bir başka yerden buna kavuşacaklarını düşünmelidir. Her zenginin, miras sebebiyle zengin olmadığını, mirasa konanların ise, boşa harcadıklarını da bilmek gerekir. Çocukları iyi olursa, Allahü teâlânın onlara kâfi geleceğini, kötü olurlarsa, bıraktığı malları, kötü yollarda harcayacaklarını düşünmelidir!
Birçok cimrinin gafletle öldüğünü, hasret çektiğini, bıraktığı malı mirasçıların harcadığını göz önüne getirmelidir. Cimriliğin her bakımdan kötü olduğunu düşünmelidir!
Aşırı mal sevgisinin ilacı, o maldan ayrılıp uzaklaşmaktır. Faydalı işte kullanmadığımız malı, denize atıp aşırı sevgisinden kurtulmak, cimrilikle saklamaktan daha az zararlıdır. Bir malı cimrilikle saklamak, riya ile başkasına vermekten daha kötüdür.
Mal, yılan gibi, içinde hem zehir ve hem ilaç vardır. Malı kullanmayı bilmek gerekir. Yani biz malı kullanmalıyız, mal bizi kullanmamalıdır!
Cimrilik, verilmesi gerekeni vermemektir. Mesela yemeği olanın, aç komşusuna vermemesi, cimrilik olur. Cömertlik, cimrilikle israfın arasında orta yoldur. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Onlar harcadıklarında, ne israf, ne de cimrilik ederler; bu ikisi arasında orta bir yol tutarlar.) [Furkan 67]
Cömert miyim, cimri miyim?
Sual: Bir kimse, kendinin cömert veya cimri olduğunu bilebilir mi?
CEVAP
Bir kimseye verdiği şey zor gelmezse, cömert sayılır. Zor gelirse cömert sayılmaz. Mürüvvetin icapları ile iktifa eden, cimrilikten kurtulur. Mürüvvet, insanlık demektir.
Hazret-i Hasan da buyurdu ki: "Mürüvvet, kulun, dinini muhafaza edip nefsini korkutması, misafirini iyi karşılaması, münazaalarda, güzel davranması demektir. Ululuk ise, komşuya eziyet etmemek ve zorluklara göğüs germektir. Kerem de istemeden vermek, yerinde yemek yedirmek, saile yumuşak davranmak ve bol vermektir."
Zekâtı severek veren, kurban kesen cömerttir. Hadis-i şerifte, (Zekâtını severek veren, misafirini ağırlayan, darda kalana yardım eden cimrilikten kurtulur) buyuruldu. (Taberani)
Misafir ağırlamak
Malı saçıp savurmak ne kadar kötü ise, malı korumak da o kadar mühimdir. Misafire ikram etmek ise, malı korumaktan mühimdir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Misafir ağırlamayanda hayır yoktur.) [İ. Ahmed]
(En iyiniz, yemek yedireninizdir.) [Hakim]
(Allahü teâlâ, yemek yediren cömertle meleklerine övünür.) [İ. Gazali]
(Yemek sofrası misafirin önünde bulunduğu müddetçe, melekler, ev sahibine istigfar ederler.) [Taberani]
(Arkadaşına, arzu ettiği yemeği ikram edenin günahları affolur.) [Bezzar]
Bir insanın karnını bir sefer doyurmanın bile ne kadar mühim olduğu görülüyor. Birini ömür boyu doyurmak veya öldükten sonra ebedi olarak doyurmaya sebep olmak daha büyük sevaptır. Bunu esirgemek ise çok kötüdür. Onun için, (Cimrilerin en kötüsü, emr-i maruf ve nehy-i münker yapmayandır) buyurulmuştur.
Her bakımdan cömert olmaya heves etmelidir! Çünkü, cimrinin malı felakete uğrar, cömert de verdikçe, fazlası ile alır. Hadis-i şerifte (Cömerdin evine rızk, devenin göğsüne vurulan bıçaktan daha tez gelir) buyuruluyor. (İbni Mace)
Yüksek tansiyonu olanın, hacamat yaptırması sağlık açısından iyidir. Kan vermekle sağlığa, yeni kana kavuştuğu gibi, misafir de rızkı ile gelir, kırk gün bereket bırakıp gider. Gerekli yerlere vermekle, cömerdin eli daralmaz. Peygamber efendimiz, yemin ederek (Sadaka vermekle mal azalmaz) buyurdu. (Tirmizi)
Şeytan ise cimriliğe teşvik eder. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Şeytan fakirlikle korkutup, size cimriliği emreder.) [Bekara 268]
Cimri, rızk için endişelenmemelidir! Her mahlukun rızkını Allahü teâlâ verir. (Her canlının rızkı Allah’a aittir.) [Hud 6]
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Rızk için üzülme, takdir edilen rızk seni bulur.) [İsfehani]
(Allahü teâlâ, müminin rızkını ummadığı yerden verir.) [İbni Hibban]
Peygamber efendimize inanan, vermekle malın azalmayacağını bilen bir müslüman, nasıl olur da, şeytana uyup cimrilik edebilir? Yahya aleyhisselam, (Şeytan cimri mümini sever, fâsık da olsa, cömertten nefret eder) buyuruyor. Bişr-i hafi hazretleri de (Cimriyle karşılaşanın kalbi katılaşır) buyuruyor. Hadis-i şerifte ise (Aman cimrilikten çok sakının! Sizden öncekileri cimrilik helak etmiştir) buyuruluyor. (Müslim)
Sual: Misafire fazla ikram veya yüksünerek hizmet etmek günah mıdır?
CEVAP
Misafire ikram çok sevaptır. Misafiri nimet bilmelidir. Her nimetin bir külfet karşılığı olduğu unutulmamalıdır! Külfetsiz nimet olmaz. Elbette misafirin sıkıntısı olur. Yüksünmeden hizmet etmelidir! Misafiri ganimet bilmelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, bir kavme hayır murat ettiğinde, onlara hediye olarak misafir gönderir. Misafir, rızkı ile gelir-gider. Allahü teâlâ da ev halkını mağfiret eder.) [Ebu Nuaym]
Hak teâlânın bir hediyesi olan misafire ikram etmelidir! Misafir gelmezse üzülmelidir! Çünkü hadis-i şerifte (Misafir girmeyen eve melek de girmez) buyurulmuştur. Misafir gelmemesini istemek doğru değildir. Çünkü Peygamber efendimiz (Misafir istemeyende hayır yoktur) buyurmuştur. Misafir için fazla ikram ve külfete girmemelidir! Misafir rahatsız olur. Hadis-i şerifte, (Misafir için külfete girmeyin, misafir bundan rahatsız olur. Misafirini küstüren Allah’ı küstürmüş olur. Allah’ı küstürene de Allah buğzeder) buyurulmuştur. (İbni Lal)
İktisadın önemi
Sual: İktisat eden cimri sayılır mı?
CEVAP
Cimrilik de, israf gibi kötü huydur. Dinimiz, her işte orta yolda olmayı, iktisat etmeyi emreder. Aza kanaat eden, nafakasını kolay temin eder, geçim sıkıntısı çekmez. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, tok gözlü olanı zengin eder.) [Buhari]
(Müminin izzeti, insanlara karşı tok gözlü olmasıdır.) [Hakim]
(Yetecek rızka sahip olan ve Allahü teâlânın kendine verdiği rızka kanaat eden müslüman kurtulmuştur.) [Müslim]
(Kimseye muhtaç olmadan yaşayan kanaatkâr müslümana ne mutlu!) [Tirmizi]
(Müjde o kimseye ki, hidayete kavuşmuş, müslüman olmuş, maişeti de yetecek kadardır ve buna kanaat etmiştir.) [Tirmizi]
(Fakir-zengin herkes kıyamette "Keşke dünyada, geçinecek miktardan fazla malım olmasaydı" diyecektir.) [İbni Mace]
(Şüphelilerden sakın ki, insanların en abidi olasın! Kanaat et ki, en çok şükredenlerden olasın! Kendin için sevdiğini başkaları için de sev ki, hakiki mümin olasın!) [İbni Mace]
(İnsan, elindeki ihtiyacına yeterken, kendini azdıracak olan daha fazla mal ister. Aza kanaat etmez, çok ile de doymaz. Ey insanoğlu, vücudun afiyette ve günlük ihtiyacın mevcut olarak sabahlarsan, artık bu sana kâfi gelir.) [Beyheki]
Tamahtan kurtuluş yolu
Kanaatkâr kimse, iktisat da ederse, tamahkârlıktan kurtulur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İktisat eden, sıkıntı çekmez.) [Taberani]
(Kurtarıcı üç şeyden biri, varlıkta, yoklukta, zenginlikte, fakirlikte, iktisada riayet etmektir.) [Beyheki]
(İktisat etmek, maişetin yarısıdır.) [Hatib]
(Tedbirli olmak, geçimin yarısıdır.) [Deylemi]
(Geçimde iktisat etmek, peygamberliğin yirmide biridir.) [Ebu Davud]
(İktisat eden zenginleşir, israf eden fakirleşir.) [Bezzar]
Rızk için endişe
İnsan, rızk için endişeye düşüp sıkıntıya girmemelidir! Her mümin, rızkı Allah’ın verdiğine inanıp, Ona güvenmelidir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Rabbin, rızkı dilediğine bol verir, dilediğine daraltır. Elbette O, kullarının her hâlini bilir. O, her şeyi çok iyi görür. Geçim endişesi ile çocuklarınızı öldürmeyin! Onların da, sizin de rızkınızı veren biziz. Onları öldürmek gerçekten büyük günahtır.) [İsra 30, 31]
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ey insanlar, rızkınızı güzel yollardan arayın! Herkes takdir edilenden fazla rızka kavuşamaz. Takdir edilen rızka kavuşup onu yemedikçe de dünyadan göçmez. İstemese de rızkı kendine verilir.) [Hakim]
(Cebrail aleyhisselam bildirdi ki, rızkını yemeden kimse ölmez. Öyle ise Allah’tan korkun, rızkınızı güzel yollardan arayın!) [Hakim]
Peygamber efendimiz, (Eğer Allah korkusunu kendinize sermaye edinirseniz, rızkınız, ticaretsiz ve sermayesiz gelir) buyurup şu mealdeki âyet-i kerimeyi okudu: (Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve rızkını ummadığı yerden gönderir.) [Taberani- Talak 2,3]
Yalan ve cimrilik
Sual: Bir hadis-i şerifte, (Her işittiğini söylemek yalan olarak yeter. Hakkımın zerresinden vazgeçmem demek de cimrilik olarak yeter) deniyor. Her işitilen doğru olsa da mı yalan oluyor? Bir de hakkını almak, niye cimrilik oluyor?
CEVAP
Her duyduğunu söyleyen, duyduğunu yanlış anlamış olabilir, ilave çıkarma yapabilir, neticede yanlış şeyler söyler. Çok söyleyenin her sözü mubah olsa bile, malayani ile uğraşmak caiz olmaz. Onun için her işittiğini söylemek çeşitli sebepler yüzünden caiz değildir. Çok söz hakkında çok söz vardır. Birkaçı şöyledir:
Çok mal haramsız, çok söz yalansız olmaz.
Söz insanın terazisidir. Fazlası ziyandır.
Çok konuşmak dostluğu bozar.
Çok konuşanın gafı da çok olur.
Söz gümüşse sükût altındır.
Konuşmakla ilgili birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Çok konuşan çok yanılır.) [Taberani]
(Dilini tutan kurtulur.) [Tirmizi]
(Rahat isteyen sussun!) [Ebu-ş-şeyh]
(Selamet isteyen, dilini tutsun!) [İ.Ebid-dünya]
(Susmak, hikmettir.) [Deylemi]
(En makbul amel dilini tutmaktır.) [Taberani]
(Dilini tutan, şeytanı mağlup eder.) [Taberani]
(Sükût eden bir mümine yakın olun! O hikmetsiz değildir.) [İbni Mace]
(Kurtuluş için dilini tut.) [Tirmizi]
(Kişiyi Cehenneme sürükleyen dilidir.) [Tirmizi]
(Dilini tutmayan, tam imana kavuşamaz.) [Taberani]
(Çok konuşmak kalbi karartır.) [Beyheki]
(Kusurların çoğu dildendir.) [Taberani]
(En iyi şey, dilini tutmaktır.) [Taberani]
Cimrilik, verilmesi gerekeni vermemektir. Zerre haktan vazgeçmeyen kimse, nasıl gönül rahatlığı ile zekâtını verebilir? Sadaka verebilir? Muhtaçlara ihsanda bulunabilir ki? Cimrilikten ve cimriliğe yol açan şeylerden sakınmalıdır. Birkaç hadis-i şerif meali:
(Her sabah bir melek, "Ya Rabbi, infak edene bol karşılık ver" der, bir melek de, "Cimrilik edenin malını helak et" diye dua eder.) [Buhari]
(Allahü teâlâ katında cömert cahil, cimri âlimden daha üstündür. Çünkü cimrilik en ağır hastalıktır.) [Dare Kutni]
(Aman cimrilikten son derece sakının! Sizden öncekileri cimrilik helak etti.) [Müslim]
Demek ki çok konuşmak yalana sebep olur, hakkın zerresinin peşinde koşmak da cimriliğe yol açar.
Cimrinin malı, kendine yâr olmaz
Sual: Halk arasında, cimrinin malı kendine yâr olmaz diye bir söz vardır. Bu sözün aslı var mıdır?
Cevap: Cimri diye, malının zekatını, tarlasından kaldırdığı mahsulünün uşrunu, Ramazan ayında sadakayı fıtrını vermeyen, vacip olduğu hâlde kurbanını kesmeyen ve çoluk çocuğunun nafakasını kazancına göre yapmayan kimseye denir. Böyle olan kimseler hakkında hazret-i Ebu Bekir buyuruyor ki:
“Cimrilerin malı, yedi beladan birine uğrar. Miras yiyen bir varisi, malını israf eder, onu Allahü teâlânın taatinden başka yerde harcar. Veya Allahü teâlâ o cimrinin üzerine bir zalimi musallat eder ve onun malını, onu hor ve zelil ettikten sonra alır. O cimriyi bir şehvet, arzu harekete getirir ki, o şehvet ile uygunsuz işler yaparak malını telef eder. Onda bir düşünce meydana gelir, öğünmek için bir bina yapar veya faydasız bir harabeyi tamir eder, malını onlara sarf eder. Ya da dünya afetlerinden bir afet peyda olur. Malı suda gark olur, hırsız çalar veya ona daimi bir dert erişir, malını doktorlara yedirir. Yahut da, malını bir mekânda, bir yerde saklar ve sonra da unutur.”
.
Cömertlik
|
Sual: Cömertliğin fazileti nedir?
CEVAP
Cömerdin az ibadeti, cimrinin çok ibadetinden üstün olduğu gibi, cömert cahil de, cimri âlimden üstündür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ cömerdi, gece gündüz ibadet eden cimriden daha çok sever.) [Tirmizi]
(Allah katında cömert bir cahil, cimri âlimden daha üstündür. Çünkü cimrilik en ağır hastalıktır.) [Dare Kutni]
Cömerdin imanı kuvvetli, cimrinin imanı ise zayıftır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Cömertlik iman sağlamlığından ileri gelir. İmanı sağlam olan Cehenneme girmez. Cimrilik, şekten, şüpheden meydana gelir. [İmanda] şüphesi olan da Cennete giremez.) [Deylemi]
(Bir kulun kalbinde cimrilikle iman bir arada bulunamaz.) [Nesai]
(Cömert, Allah’a, insanlara, Cennete yakın, Cehennemden uzaktır. Cimri ise bunun aksinedir.) [Tirmizi]
(Cömert olun ki, Allahü teâlâ da size cömertlik etsin! İyi bilin ki cimrilik küfürdendir, küfrün yeri de Cehennemdir.) [Deylemi]
Cömert, gayrimüslim bile olsa, Cehennemdeki azabı, diğer kâfirlerinki kadar şiddetli olmaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Cömert kâfir, Cehenneme girerken, Allahü teâlâ, [Cehennemde vazifeli meleklerin en büyüğü olan] Malike, "Bunu, dünyadaki cömertliği nispetinde Cehennemin azabı hafif olan tarafına koy" buyurur.) [Deylemi]
Cömerdin kazancı, malı bereketli olur. Cömertliği nispetinde malı artar. Misafirin rızkı ile geldiği, kırk gün bereket bıraktığı, sadaka vermekle malın eksilmeyeceği hadis-i şeriflerde bildirilmiştir.
Cömert olmaya çalışmalı, cimrilikten sakınmalıdır! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Aman cimrilikten son derece sakının! Sizden öncekileri cimrilik helak etmiştir.) [Müslim]
Cimrilikten kurtulup cömert olmak
Sual: Cimrilik nedir? Cömert olmak için ne yapmak gerekir?
CEVAP
Cimrilikten kurtulup cömert olmak için, cimriliğin dünya ve ahiretteki zararlarını cömertliğin de faydalarını iyi bilmek ve inanmak gerekir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlânın evliyasının hepsi cömert ve güzel ahlaklıdır.) [Dare Kutni]
(Ebdal denilen evliya, çok namaz kıldığı, çok oruç tuttuğu için değil, cömertlik ve halka nasihat etmeleri sebebiyle Cennete girer.) [Ebu Nuaym]
(Cennet, cömertler yurdudur.) [Ebuşşeyh]
(Cennette cömertler köşkü vardır.) [Taberani]
(Rabbim, "İbrahim cömert olduğu için, dost edindim" buyurdu.) [Taberani]
(Cömert olan ve halktan az şikayet eden, bu ümmetin efendisidir.) [Taberani]
(Cömert, Allah’a hüsnü zannı olduğu için cömerttir. Cimri de, Allah’a suizannı olduğu için cimridir.) [Ebuşşeyh]
(Cömertlik, dalları dünyaya sarkmış bir Cennet ağacıdır. Kim bu ağacın bir dalına tutunursa, bu dal onu Cennete götürür. Cimrilik de, dalları dünyaya sarkan Cehennem ağacıdır. Bu dalın birine yapışan, Cehenneme gider.) [Beyheki]
(Allahü teâlâ, cömertlikle güzel huyu sever, cimrilikle kötü huyu sevmez.) [Berika]
(Ben kefilim ki, cömert Cennete cimri Cehenneme girecektir.) [İsfehani]
(Cömerdin yemeği ilaç, cimrininki hastalıktır.) [Dare Kutni]
(Kendi ihtiyacı varken, başkasını tercih edenin günahları affolur.) [İ. Hibban]
{Kur'an-ı kerimde Eshab-ı kiram, böyle övülüyor: (Kendileri zarurette iken, başkalarını kendilerine tercih ederler.) [Haşr 9]}
(Cömert olursanız, Allahü teâlâ da size, cömertçe ihsanda bulunur.) [Deylemi]
(Yukarıdaki el, aşağıdakinden, veren el, alan elden üstündür.) [İ.Huzeyme]
[Not: (Cimri, Cennete girmez), (Cimrilik küfürdür) gibi hadis-i şerifleri açıklaması ile birlikte okumalıdır. Açıklamasız okunursa yanlış anlamaya sebep olur. Cimrilik her ne kadar kötü ahlaktan ise de, imansızlık değildir. (Cimri, günahının cezasını çekmedikçe Cennete giremez) demektir. Hatta sevabı günahından çok gelirse, Cehenneme girmeden de Cennete gider. Affa ve şefaate uğrayarak da Cennete gidebilir.
(Cömert Cennete yakındır) hadis-i şerifi de böyledir. Yani cömerdin imanı yoksa ebedi olarak Cehennemde kalır. İmanı varsa, sevapları fazla ise Cennete gider. Ehl-i sünnete göre, iyilik eden muhakkak Cennete, kötülük eden muhakkak Cehenneme gider diye bir şey yoktur. Bir müminin günahı sevabından çok ise, affa ve şefaate de uğramamışsa, günahının cezasını çektikten sonra Cennete gider. İmanı olmayan kimsenin ise, ne yaparsa yapsın, hiçbir iyiliği onu Cehennemden kurtaramaz. (İslam Ahlakı)]
Cömertlik için ne dediler?
Sual: Cömertlik nedir, cömert kime derler?
CEVAP
Cömertlik, hiçbir karşılık beklemeden ihsanda, bağışta bulunmak demektir. Teşekkür edilmeyi, övülmeyi istemek de cömertliğe yakışmaz. Kerem sahibi bir cömerde sorarlar:
- Muhtaçlara çok ihsanda bulunuyorsun. Acaba onlar sana minnettarlık hissi içinde bulunuyorlar mı?
- Hiçbiri bana minnettar kalmaz. Yani onlara o hissi verecek şekilde hareket etmem. Bir şey verirken kendimi aşçının elindeki kepçe gibi kabul ederim. Kepçenin övünmeye, minnete sebep olmaya hakkı yoktur.
Bir zat da buyurdu ki:
"Servetiyle ülkeler satın aldığı halde yapacağı ikram ile gönülleri satın almayan adama şaşarım."
Bir bedeviye (Efendiniz kim?) derler. O da, (Kötü sözlerimize dayanan, isteyene veren, cahilliklerimize göz yuman) der.
Hazret-i Hüseyin’in oğlu Ali: "Ben isteyene vermem" diyen cömert sayılmaz. Hakiki cömert, Allah’a itaat eden kullarına Allah hakkını ödeyen, bunun karşılığında teşekkür beklemeyen ve bunu yalnız Allah için yapan kimsedir, demiştir.
Mala bağlanmak
Hasan-ı Basri hazretlerine sorarlar:
- Cömertlik nedir?
- Allah rızası uğrunda servetini sarfetmektir.
- Mala nasıl bağlanmalı? [Yani malı korumak için ne yapmalı?]
- Onu Allah yolunda dağıtarak...
- İsraf nedir?
- Mal ve makam sevgisi yolunda infaktır.
Cimrilik ve cömertliğin ölçüsü insandan insana değişir. Mesela bazı şeyler, fakir için normal karşılanırken zengin için ayıplanır. Yabancılar normal karşılarken aile efradı onu ayıplar. Gençlere normal olan bir husus, ihtiyar için hoş görülmez. Erkekler yaparsa kötü, fakat kadınlar yaparsa önem verilmez.
Kasaptan, bakkaldan aldığı şey, az noksan diye geri götürüp veren cimridir. Bir şey yer iken, pencereden evine gelen birini görüp, hemen yediğini saklayan, cimridir.
Dünyalık ele geçirmek veya nefsin kötü arzularına kavuşmak için vermek de cömertlik sayılmaz. Hiçbir karşılık beklemeden dünyalık vermek malda cömertliktir. Dinde cömertlik ise, yine hiçbir karşılık beklemeden Allah yolunda, yalnız Allah sevgisi için canını vermektir.
Mal, insanoğluna bir fayda için verilmiştir. O malı saklayıp faydalı bir işte kullanmamak cimrilik olur. Faydalı işler, dinin ve mürüvvetin verilmesini iyi gördüğü şeylerdir. Mürüvvet, faydalı olmak, iyilik yapmak, arzusudur. İnsanlık yiğitlik demektir.
Karşılık beklemek
Cömertlik, hiçbir karşılık beklemeden vermektir. Muhtaçları gözetmeden vermektir. Muhtaçları gözetmek, istemeden vermek ve verdiğini azımsamak cömertliktir.
Zaman icabı, ileride bir sıkıntıya düşmemek için malı, parayı saklamak, avam için cimrilik sayılmazsa da, ilim ehli salih kimseler için cimriliktir. Dinin ve mürüvvetin icaplarını yerine getiren cimrilikten kurtulursa da cömert sayılmaz.
Övülmek veya teşekkür beklemek için veren de cömert sayılmaz. (Biz şunu verelim, o da bana bir şey verebilir, vermezsem ayıp olur, yoksa cimri derler) gibi düşüncelerle veren de cömert değildir.
Büyükler buyuruyor ki: (Cömert verene değil, verdiğine sevinene denir.)
Cömertliğin üstün mertebesi olduğu gibi, cimriliğin de aşırı derecesi vardır. Bu da kendine gerekmeyen şeyi vermemektir. Canının istediği şeyleri almaya gücü yeterken param gidecek diye almaz. Hatta hastalansa, bedava ilaç alma yollarını arar. Bunu da bulamazsa tedavi olmaktan vazgeçer.
Cömertlikte zirve
Cömertlik, kendine ihtiyacı olmayan şeyleri başkalarına vermektir. Îsâr ise, kendine gereken şeyleri vermektir. Yani başkalarını kendine tercih etmektir.
Cömertliğin üstün derecesi olan îsâr büyük bir haslettir. Ancak bunu büyük insanlar yapar. Allahü teâlâ, Eshab-ı kiramı överken buyuruyor ki:
(Onlar, fakr-u zaruret içinde olsalar bile, diğerlerini kendilerine tercih edip öz canlarından daha üstün tutarlar.) [Haşr 9]
Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Kendisine gerektiği şeyi, kendi arzu ve ihtiyacını tehir edip başkasına verirse, Allahü teâlâ onun günahlarını affeder.) [İbni Hibban]
Medine’nin yerlisi olanlar [Ensar-ı kiram], Medine’ye hicret eden müslümanlara [Muhacirlere] büyük fedakârlıklarda bulunmuşlardır. Bütün mallarına onları ortak etmişlerdir.
Resul-i ekrem efendimiz, ganimetlerin taksiminde iki teklifte bulundu. Ya Ensarın evlerinden çıkıp başka bir yerde kalmaları şartı ile ganimetlerin hepsi Muhacirlere verilecek veya Muhacirler, Ensarın evinde bir müddet daha kalmak şartı ile, ganimetler Ensar ile Muhacirler arasında taksim edilecekti. Bu teklifler için Ensar-ı kiram, (Biz ganimet istemeyiz. Hepsi Muhacirlere verilsin! Onların evlerimizden çıkmalarına da asla razı olamayız) dediler. Buna Peygamber efendimiz çok memnun oldu.
Başkasını kendine tercih
Peygamber efendimize misafir geldi. Evde yenecek hiçbir şey yoktu. Ensardan biri bu misafiri alıp evine götürdü. Onun da evinde yalnız bir kişilik yiyeceği vardı. Kandili söndürüp yemeği misafirin önüne koydu. Kendi de sofraya oturup yer gibi yapıyor, ellerini yemek kabına götürüp getiriyordu. Sabahleyin Resulullah efendimiz, ev sahibine buyurdu ki:
(Allahü teâlâ, sizin misafire gösterdiğiniz cömertliğe çok memnun oldu. "Kendileri, ihtiyaç içinde olsalar da, başkalarını kendilerine tercih ederler" âyet-i kerimesini gönderdi.)
Hazret-i Musa’ya, Peygamber efendimizin sahip olduğu makamlardan birinin nuru gösterilince, bayılacak hâle geldi, bu dereceye nasıl yükseldiğini sordu. Allahü teâlâ, (Yüksek ahlakı sayesinde bu dereceye kavuştu. Bu ahlak îsârdır. Ya Musa, ömründe bir kere îsâr edene, îsâr ahlakı ile bana kavuşana hesap sormaktan haya ederim) buyurdu. Cenab-ı Hak, Peygamber efendimizi överken (Elbette sen hulk-i azim [büyük ahlak] üzeresin) buyuruyor. (Kalem 4)
Önce can sonra canan
Sual: Önce can sonra canan demek uygun mu? Lüzumlu bir şeyi başkasına vermek günah mı?
CEVAP
Önce can sonra canan demek uygundur. Yani önce kendimizi kurtaracağız sonra başkalarını. Kendi itikadımız, kendi ahlakımız düzgün değilse, başkalarını nasıl kurtarabiliriz?
Önce can gelir sonra canan demişler
Gemisini kurtaran kaptan demişler
Mal yönüyle de böyledir. Kendimiz yokluk içinde iken, elimizdekini başkalarına vermek doğru olmaz. Dinimiz, (Sadaka verirken israf etmeyin) buyuruyor. Sâbit bin Kays hazretleri, bir günde 500 ağacın hurmalarını toplayıp hepsini sadaka vererek evi için hurma bırakmadı. Muaz bin Cebel hazretlerinin de bir hurma ağacı vardı. Hurmalarını toplayıp hepsini sadaka verdi. Kendine bir şey kalmadı. Ondan sonra (İsraf etmeyin) âyeti geldi. Bir âyet meali de şöyledir:
(Elini boynuna bağlayıp asma [cimrilik etme], büsbütün de açıp saçma. [itidalli ol, iktisada riayet et. Malını, kendine kalmayacak şekilde dağıtma!) Sonra kınanmış olur ve eli boş açıkta kalırsın.) [İsra 29]
İbni Mesud hazretleri anlatır: (Bir çocuk, Resulullah efendimize gelip, bazı lüzumlu şeyleri sayıp “Annem beni sana gönderip bunları istedi” dedi. “Bugün bende bunların hiç biri yok” buyurdu. “Gömleğini bana ver” dedi. Hemen, mübarek gömleğini çıkarıp çocuğa verdi ve kendisi gömleksiz kaldı. Camiye gidemedi. O zaman, bu âyet geldi.) Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Paranız ile, önce kendi ihtiyaçlarınızı alın. Artarsa, çoluk çocuğunuzun ihtiyaçlarına sarf edin. Bundan da artarsa, akrabanıza yardım edin!) [Müslim]
(Kendisi veya çoluk çocuğu muhtaç iken veya borcu var iken verilen sadaka kabul olmaz. Borç ödemek, sadaka vermekten, köle azat etmekten ve hediye vermekten daha önemlidir. Başkasının malını, sadaka vererek, yok olmasına sebep olmayın!) [Buhari]
Hazret-i Ebu Hüreyre anlatır: Resulullah efendimize biri gelip, bir altınım var, ne yapayım dedi. (Bununla kendi ihtiyaçlarını al) buyurdu. Bir altınım daha var dedi. (Onunla da çocuğuna lazım olanları al) buyurdu. Bir daha var dedi. (Onu da, âilenin ihtiyaçlarına sarf et) buyurdu. Bir altın daha var dedi. (Hizmetçinin ihtiyaçlarına kullan) buyurdu. Bir daha var deyince, [bu bildirdiklerimi ölçü alarak] (Onu kullanacağın yeri sen daha iyi bilirsin) buyurdu. (Begavi)
Cömertlik menkıbeleri
Cömert esir
Resul-i Ekrem, götürülen düşman esirlerinin, birini işaret edip bırakılmasını emredince, Hazret-i Ali, sual etti ki:
- Bunların hepsi düşman, hepsinin suçu da bir, bunu niçin istisna ediyoruz?
Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Cebrail aleyhisselam geldi, bunu bırakmamı; çünkü bunun cömert olduğunu, cömertliği Allahü teâlânın hoşuna gittiğini söyledi.) [İ. Gazali]
Mektubu açmadan
Biri Hazret-i Hasan’a bir mektup getirdi. Mektubu açmadan, İsteğin yerine getirilecektir diyerek geleni gönderdi. Oradakiler (Mektubu okumadan niçin cevap verdin?) dediler. Buyurdu ki:
(Mektubu okuyana kadar bekletirsem çekeceği sıkıntıdan Allahü teâlâ beni mesul tutar.)
Herkesin değeri
Yanına oturan fakir bedeviye Hazret-i Ali (Bir isteğin mi var?) buyurur. Bedevi utancından diliyle bir şey söylemeyip işaretle bildirir. Hazret-i Ali, yanında bulunan iki giyeceğin ikisini de Bedeviye verir. Bedevi sevinerek güzel bir beyit okur. Beyit Hazret-i Alinin çok hoşuna gider. Çocukları, için ayırdığı üç altının hepsini Bedeviye verir. Bedevi, (Ey Emir el müminin, beni kendi ailemin en büyük zengini ettin) der. Hazret-i Ali de, şu hadis-i şerifi nakleder:
(Herkesin değeri, söylediği güzel sözlere, yaptığı iyi işlere göre ölçülür.) [M. Cami]
Sahibini bulan kelle
Eshab-ı kiramdan birine bir koyun kellesi hediye edildi. (Benden daha fazla ihtiyacı olan vardır) diyerek bir başkasına verdi. Kelle, aynı şekilde yedi kişiye dolaştıktan sonra tekrar ilk veren zata geldi. Onun diğerlerinden daha muhtaç olduğu meydana çıktı.
İbadette îsâr
Sual: İbadette îsâr uygun olur mu?
CEVAP
İbâdetlerde îsâr yapılmaz. Meselâ, camide birinci saftaki yerini başkasına vermek, namaz vakti gelince abdestsiz kimsenin, abdest suyunu başkasına vermesi caiz değildir. Kendine ihtiyacı olmayan şeyleri başkalarına vermek cömertliktir. Kendine lazım olan şeyleri vermek ise, îsârdır.
Kendine lazım olanı, başkasına vermek
Sual: İnsanın kendisinin muhtaç olduğu bir şeyi, başkasına vermesi sevap mıdır?
Cevap: İsâr, muhtaç olduğu bir şeyi almayıp, muhtaç olan din kardeşine bırakmak demektir. İsâr, kendine lazım olanı, sabredip, başkasına vermektir. İnsana lazım olan şeylerde îsâr yapılır. İbadetlerde îsâr yapılmaz. Mesela, taharetlenecek kadar suyu, setr-i avret edecek, örtünecek kadar örtüsü olan kimse, bunları kendisi kullanır, muhtaç olana vermez.
Bir kimsenin hakkını geri vermek, ona olan borcu ödemek, adalet yapmak olur. Hakkından fazlasını vermek, ihsan etmek olur. Muhtaç olduğu malın hepsini başkasına vermek, isâr olur.
.
Cübn (Korkaklık)
|
Sual: Cübn ne demektir?
CEVAP
Cübn, korkaklık demektir. Gadabın, sert davranmanın lüzumlu miktarına (Şecaat) denir. Lüzumundan az olmasına, zayıf olmasına (Cübn) denir. Cübn, kötü huydur.
Korkak olan kimse, zevcesine ve akrabasına karşı gayretsizlik ve hamiyetsizlik gösterir. Onları koruyamaz. Zillete ve zulme boyun eğer. Haram işleyeni görünce susar. Başkalarının malına tamah eder. İşinde sebat etmez. Verilen vazifenin ehemmiyetini anlamaz. Allahü teâlâ, Tevbe suresinde şecaati, kahramanlığı övüyor. Nur suresinde, zina edenlere, had cezası verilmesinde merhamet olunmamasını emrediyor.
Hadis-i şerifte, (Sevgili kızım Fatıma hırsızlık ederse, elini keserim!) buyuruldu. Allahü teâlâ, Feth suresinde, Eshab-ı kiramı, (Kâfirlere gadap ederler), harpte sert davranırlar diyerek övmektedir. Tevbe suresi, 73. âyet-i kerimesinin meali âlisi, (Kâfirlere karşı sert ol), yani saldırdıkları zaman korkmadır. Bir hadis-i şerifte, (Ümmetimin hayırlısı, demir gibi dayanıklı olanıdır) buyuruldu. İslam’a ve Müslümanlara düşmanlık edenlere, saldıranlara karşı sert olmak lazımdır. Bunlara karşı korkak olmak, caiz değildir. Korkarak kaçmak, Allahü teâlânın takdirini değiştirmez. Ecel gelince, Azrail aleyhisselam, insanı nerde olursa olsun bulur. Kendini tehlikeye atmak da, caiz değildir. Tehlikeli yerde yalnız kalmak, yalnız yürümek, günahtır.
Peygamber efendimiz korkaklıktan Allahü teâlâya sığınmıştır. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ya Rabbi, acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, cimrilikten ve her çeşit hastalıktan sana sığınırım!) [Tergib]
Depremden kaçmak
Sual: Deprem olurken dışarıya kaçmak caiz midir?
CEVAP
Peygamber efendimiz, yolda eğri duvarın önünden koşarak geçince, Allahü teâlânın kaza ve kaderinden mi kaçıyorsun dediler. (Allahü teâlânın kazasından, yine onun kazasına kaçıyorum) buyurdu. (Hindiyye)
Deprem olurken kapalı yerde isek dışarıya kaçmanın caiz hatta müstehab olduğu kitaplarda yazılıdır. (Redd-ül Muhtar, Bezzaziye)
Fakat kaçmak tehlikeli olacaksa içeride kalıp, tedbir almak gerekir.
.
Çalışmak ibadettir
|
Sual: Çalışmak ibadet midir?
CEVAP
Müminin çalışması ibadettir. Fakat imansızın çalışması ibadet olamaz. Ben namaz kılmam ama bak çalışıyorum, bu da ibadettir demek yanlıştır. Namaz kılmayanın da çalışması ibadet olmaz.
Kimseye muhtaç olmamak için çalışmak çok kıymetlidir. Peygamber efendimiz, Hazret-i Muaz ile müsafeha edince buyurdu ki:
- Ya Muaz, ellerin nasırlaşmış.
- Evet ya Resulallah, kazma elimde toprakla meşgul oluyor ve bu sayede çoluk çocuğumun nafakasını kazanıyorum.
Fahr-i kâinat efendimiz, Hazret-i Muaz’ı öpüp buyurdu ki:
- Bu eli Cehennem yakmaz. (Tibyan)
Yine bir gün bir genç, sabah erkenden işine gidiyordu. Eshab-ı kiramdan bazıları, bunu uygun görmediler. Orada bulunan Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Öyle söylemeyiniz! Eğer kimseye muhtaç olmamak, ana babasını ve aile efradını muhtaç etmemek için işine gidiyorsa, her adımı ibadettir. Eğer kazanacağı para ile öğünmek, keyf sürmek niyetinde ise, şeytanla beraberdir.) [Taberani]
Görüldüğü gibi bir müslümanın iyi niyetle çalışması ibadettir. Fakat kâfirin ve her haramı işleyen kimsenin çalışması ibadet olmaz. Namaza ne lüzum var, çalışmak da ibadettir demek çok yanlıştır. Böyle söyleyen kâfir olur. Namaz kılan, haramlardan kaçan kimsenin iyi niyetle çalışması ibadettir. (K. Saadet)
Herkesin rızkı ayrılmıştır
İnsan, rızkını aradığı gibi, rızk da, sahibini arar. Çok fakirler vardır ki, zenginlerden daha iyi, daha mutlu yaşar. Allahü teâlâ kendisinden korkanlara, dinine sarılanlara, ummadıkları yerden rızk gönderir. Allahü teâlâ, insanları yaratırken, ömürleri gibi, rızklarını da takdir etmiştir. Bu konudaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyle:
(Allahü teâlâ, müminin rızkını ummadığı yerden verir.) [İ.Hibban]
(Allah’tan korkun, istediğiniz şeylere kavuşmak için, iyi sebeplere yapışın. Kötü sebeplere yanaşmayın! Hiç kimse, takdir edilen rızkına kavuşmadıkça ölmez.) [Hakim]
(Eceliniz sizi nasıl takip ederse, rızkınız da öylece takip eder. Rızk için sıkıntı çekerseniz, Allahü teâlânın emrine uygun hareket edin.) [Taberani]
(Allah korkusunu sermaye edinen, rızkına ticaretsiz ve sermayesiz kavuşur.) [Taberani]
(Allahü teâlâya tam tevekkül etseydiniz, sabah aç gidip, akşam tok dönen kuşlar gibi rızka kavuşurdunuz.) [Tirmizi]
Helal rızka kavuşmak isteyen sebeplerine yapışmalıdır! Para kazanmak, malı arttırır. Fakat, rızkı arttırmaz. Rızk, mukadderdir. Yani ezelde ayrılmıştır. Rızk, maaşa, mala, çalışmaya bağlı değildir. Fakat Allah emrettiği için çalışmak gerekir. Çünkü, Allahü teâlânın işleri, sebepler altında tecelli eder. Âdet-i İlahiye böyledir. Fakat, bazen, sebebe yapışıldığı halde, iş hasıl olmayabilir. Yahut, sebepsiz de, hasıl olabilir. Bu konudaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyle:
(Rızkının bol olmasını isteyen, sıla-i rahm etsin!) [Buhari]
(Rızk için üzülme, takdir edilen [ezelde ayrılmış olan] rızk seni bulur.) [İsfehani]
(Zikrin hayırlısı hafi [gizli] olanı, rızkın hayırlısı ise kâfi olanıdır.) [Beyheki]
(Allahü teâlâ sevdiğine, rızkını kâfi [yetecek kadar] verir.) [Ebuşşeyh]
(Helal kazanmak için sıkıntı çekene, Cennet vacip olur.) [İ.Gazali]
(Rızka kavuşan çok hamd etsin!) [Hatib]
Rızkların dağılması sabah namazından sonra olur. Manevi rızkların dağılması ise ikindi namazından sonradır. Bu iki vakitte uyumamaya dikkat etmelidir! (El-Envar)
Hamd etmek, Allahü teâlâya şükretmek demektir. Her nimetin Allahü teâlâdan geldiğine inanmak gerekir. Allahü teâlâ, Hazret-i Musa’ya buyurdu ki:
(Kendine verdiğim nimeti, benden bilip kendinden bilmeyen, nimetlerin şükrünü eda etmiş olur. Rızkını kendi çalışması ile bilip, benden bilmeyen ise, nimetin şükrünü eda etmemiş olur.) [İ.Gazali]
Çok kazanmak için çok çalışmak
Sual: Çok kazanmak için çok çalışmak dine aykırı mıdır?
CEVAP
Kendinin ve çoluk çocuğunun nafakasını kazanacak ve borçlarını ödeyecek kadar çalışıp kazanmak farzdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Çalışıp kazanmak farzdır.) [Taberani]
Çoluk çocuğunun bir yıllık nafakasını toplayacak kadar çalışmak mubahtır. Müslümanlara yardım için, cihad etmek için fazla çalışıp kazanmak müstehaptır, iyidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İnsanların en iyisi, insanlara faydalı olandır.) [Kudai]
Gösteriş için, övünmek için kazanmak tahrimen mekruhtur. Çalışmak rızkı artırmaz. Çalışmak takdir edilen rızka kavuşturmaya vesiledir. Rızkı veren Allahü teâlâdır. Çalışmak sebebe yapışmaktır. Sebeplere yapışmak sünnettir. (El-İhtiyar)
Ahiret sevabı için, (çok kazanmak için, çok çalışmak gerekir) sözü elbette pek hoştur.
Kur'an-ı kerimde mal için hayır adı verilmiş ve mal övülmüştür. Hadis-i şerifte de buyuruluyor ki:
(Bir zaman gelir ki, kişi dinini ve dünyasını ancak para ile ayakta tutabilir.) [Taberani]
Dinimiz, parayı değil, paranın sevgisini kötülemiştir.
İbrahim aleyhisselam, Peygamber olup puta tapmaktan çok uzak olduğu halde, (Ya Rabbi, beni ve çocuklarımı puta tapmaktan koru!) diye dua etmiştir. Puttan maksat para sevgisidir. Demek ki, parayı sevmek, puta tapmaya benzetilmiştir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Paraya tapan helak olur.) [Tirmizi]
(Altın ve gümüşün [paranın] kuluna lanet olsun!) [Tirmizi]
(Paraya gönül vermek, sizden öncekileri mahvettiği gibi sizi de mahvedebilir.) [Taberani]
(Bir zaman gelir ki, kaygısı mide, şerefi mal, kıblesi kadın, dini para olan kimseler çıkar. Bunlar halkın şerlileridir.) [Sülemi]
Hadis-i kudside de buyuruldu ki:
(Hak teâlâ buyurdu ki, "Ey dünya, bana hizmet edene hizmetçi ol! Sana hizmet eden de senin hizmetçin olsun.") [Ebu Nuaym]
Dünya kötü mü?
Sual: Dinimizde dünya ne demektir?
CEVAP
Dünya, haram ve mekruhlardır. Dünya, mal, servet, dünyalık, rızk gibi manalara da gelir.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
Dünya, seni Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeyler, demektir. Kadın, çocuk, mal, rütbe, mevki düşüncesi Allahü teâlâyı unutturacak kadar aşırı olursa, dünya olur. Çalgılar, oyunlar, faydasız, boş şeylerle vakit geçirmek (Kumar, kötü arkadaş, kötü filimler, mecmua ve romanlar) hep bunun için dünya demektir. Din ile dünyayı birlikte kazanmak imkansızdır. Ahireti kazanmak isteyenin dünyadan vazgeçmesi gerekir.
Bu zamanda dünyayı tamamen terk etmek kolay değildir. Hiç olmazsa hükmen terk etmek yani terk etmiş sayılmak gerekir. Bu da her işte İslamiyet’e uymak demektir. Yiyecekte, içecekte, giyecekte ve ev kurmakta İslamiyet’e uymak gerekir.
Dünya ahiretin kazanç yeridir. Kazanç yeri kötülenmez. Haram kazanç kötülenir. Dünyayı kötüleyen hadis-i şeriflere bu açıdan bakmak gerekir.
Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki.
(Dünya sevgisi bütün hataların başıdır.) [Hakim]
(Dünya melundur. Yalnız Allah için olanlar müstesnadır.) [İbni Mace]
(Dünya peşinde koşan, açgözlü olur, hep yokluk içinde kıvranır, işleri zorlaşır, nasibinden de fazla bir şeye kavuşamaz. Ahiret için çalışanın da, işleri kolaylaşır, gönlü zenginleşir, yüz çevirdiği dünyalık da kendisine teveccüh eder.) [Tirmizi]
(Emeli hep dünya olanın, Hak indinde değeri yoktur. Bunun meşgalesi tükenmez, fakirlikten kurtulamaz, zenginliğe kavuşamaz, sonu gelmeyen boş kuruntularla oyalanır.) [Taberani]
(Ateşin odunu yediği gibi, dünya sevgisi de imanınızı yer.) [İ.Gazali]
(Kalbinizi, dünyadan bahsederek meşgul etmeyin!) [Beyheki]
(Dünyanın yükselttiği her şeyi Allahü teâlâ alçaltır.) [Buhari]
(Allahü teâlâ, bir kimseye ahireti kazanması için dünyayı verir, ama dünya için ahireti vermek istemez.) [Deylemi]
(Allahü teâlâ, dünyanın akıbetini, yenilen yemeğin akıbetine benzetmiştir.) [Taberani]
(Dünyadan yüz çevir ki, Allahü teâlâ seni sevsin! Halkın eline bakma ki seni sevsinler.) [İbni Mace]
(Dünyayı ahirete tercih eden, üç şeye maruz kalır. Sıkıntısı hiç eksilmez, yokluktan kurtulmaz ve doymak bilmeyen bir hırsa kapılır ki, hiç bir zaman boş vakit bulamaz.) [Taberani]
(Cenneti isteyen hayra koşar, Cehennemden korkan, haramlardan kaçar. Ölümü bekleyen dünya lezzetlerini terk eder. Dünyaya meyledene musibetler yağar.) [İbni Hibban]
(Allahü teâlâ bir kuluna hayır murat edince, onu dünyadan uzaklaştırır, ahirete teşvik eder ve kusurlarını kendine gösterir.) [Deylemi]
(Tahsilsiz ilme, rehbersiz hidayete kavuşmak isteyen, dünyadan yüz çevirsin!) [İ.Gazali]
Zenginlik ve saltanat
Mal ve makam sahibi olmak başka, mal ve makam sevgisi başkadır. Dünya ve ahiret saadetine kavuşmak ve insanlara hizmet edebilmek için mal ve makam sahibi olmak çok iyidir. Bütün dünya bir kimsenin olsa, mala mağrur olmadan dine uygun harcasa, çok büyük sevap kazanır. Süleyman aleyhisselam, büyük bir zenginlik ve saltanat içinde yüzdüğü halde, Cenab-ı Hak, Kur'an-ı kerimde, (O ne iyi kuldur) diye övmektedir. (Sad 30)
Peygamber efendimizden sonra insanların en üstünü olan Hazret-i İbrahim’in ovaları dolduran davarları yanında yalnız yarım milyon sığırı vardı. Mal ve makamı kötüye kullanmak zararlıdır. İnsanı iyilik etmekten alıkoyan her şey dünyadır. Kur'an-ı kerimde, Cennetin, makam hırsıyla büyüklük taslamayan kimselere verileceği bildirilmektedir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
("La ilahe illallah" diyen, dünyayı dinden üstün tutmadıkça, Allahü teâlânın gazabından ve azabından kurtulur. Dini bırakıp dünyaya [haramlara] sarılırsa, Allahü teâlâ, ona; "Yalan söylüyorsun" buyurur.) [Hakim]
(Dünya işi için üzülen Allahü teâlâya karşı öfkelenmiş olur.) [Taberani]
Çobanlık, bahçıvanlık yapmak
Sual: Bazı kimseler, başkasının işinde çalışmayı, çobanlık, bahçıvanlık gibi işleri yapmayı, zillet aşağılık olarak görmektedir. Gerçekten dinimiz açısından da böyle midir?
Cevap: Her sanatı ve ticareti yapmak, maaş, ücret karşılığında mubah olan işleri yapmak, mesela çobanlık, bahçıvanlık yapmak, inşaatta, hafriyatta çalışmak ve sırtında yük taşımak tezellül değildir. Peygamberler ve veliler bunları yapmışlardır. Kendinin ve çoluk çocuğunun nafakasını temin için çalışmak farzdır. Başkalarına yardım için her türlü kazanç yolunda çalışarak daha fazla kazanmak mubahtır. İdris aleyhisselâm terzilik yapardı. Davut aleyhisselâm demircilik yapardı. İbrahim aleyhisselâm ziraat ve kumaş ticareti yapardı. İlk olarak kumaş dokuyan Adem aleyhisselâmdır. Din düşmanları, ilk insanların ot ile örtündüklerini, mağarada yaşadıklarını yazıyorlar. Bu yazılarının hiçbir vesikası, senedi, delili yoktur. Peygamberlerden İsa aleyhisselâm kunduracılık yapardı. Nuh aleyhisselâm marangozluk, Salih aleyhisselâm çantacılık yapardı. Peygamberlerin çoğu çobanlık yapmıştır. Hadîs-i şerifte;
(Evinin ihtiyaçlarını alıp getirmek kibirsizlik alametidir) buyuruldu.
Resûlullah efendimiz mal satmış ve satın almıştır. Satın alması daha çok olmuştur. Ücret ile çalışmış ve çalıştırmıştır, ortaklık yapmıştır. Başkasına vekil olmuş ve vekil yapmıştır. Hediye vermiş ve almıştır. Ödünç ve ariyet mal almıştır. Vakıf yapmıştır. Dünya işi için kimseye kızmamış, incitecek şey kimseye söylememiştir. Yemin etmiş ve ettirmiştir. Yemin ettiği şeyleri yapmış, yapmayıp kefaret verdiği de olmuştur. Latife, şaka yapmış ve söylemiş, latifeleri hep hak üzere ve faydalı olmuştur. Bunları yapmaktan çekinmek, utanmak, kibir olur. Çok kimse burada yanılmıştır. Böyle kimseler, tevazu ile tezellülü, zilleti birbiri ile karıştırmış ve nefis, burada çok kimseyi aldatmıştır.
.
Çok gülmek
|
Sual: Çok gülmenin mahzuru var mıdır?
CEVAP
Tebessüm etmek, güler yüzlü olmak çok iyidir. Kahkahayla gülmek mekruhtur. Birkaç hadis-i şerif meali:
(Eğer Cennet ve Cehennemi görseydiniz, az güler çok ağlardınız.) [Müslim]
(Eğer benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız.) [Buhari]
(Çok gülmek kalbi öldürür ve müminin değerini düşürür.) [Tirmizi]
(Allahü teâlânın kendinden razı olup olmadığını bilmeden kahkahayla gülene şaşılır.) [E. Nuaym]
(Mescidde gülmek, kabirde karanlıktır.) [Deylemi]
Bir âyet-i kerime meali:
(Az gülsünler, çok ağlasınlar!) [Tevbe 82]
Resulullah, Hazret-i Mikail’in gülmeyişinin sebebini Hazret-i Cebrail’e sual eder. O da,(Cehennem yaratıldığından beri hiç gülmemiştir) cevabını verir. (İ. Ahmed)
Çok gülenin heybeti azalır, çok şaka yapan hafife alınır. (Hazret-i Ömer)
Ömrümde bir defa güldüm, ona da pişmanım. (İmam-ı a'zam)
Dört şey, mümini gülmekten alıkoymalıdır: Âhiret işleri, geçim derdi, günahların verdiği sıkıntı, musibetlerden gelen elem. (Yahya bin Muaz)
Hasan-ı Basri hazretleri de, kahkaha ile gülen bir gence, (Oğlum, Sıratı mı geçtin veya Cennete gideceğine dair bir garantin mi var da böyle gülüyorsun?) buyurmuş, O gencin de bir daha boş yere güldüğü görülmemiştir.
Üç şey kalbi katılaştırır:
1- Şaşılacak bir şey olmadan gülmek,
2- Acıkmadan yemek,
3- Lüzumsuz konuşmak.
Şu beş şeyi de düşünen kahkaha ile gülemez:
1- İşlediği günahları düşündükçe, endişe içinde olur, gülemez.
2- Yaptığı iyi amellerin kabul olduğunu bilmeden, gülmesi doğru olmaz.
3- Acaba gelecekte neler yapar, akıbeti nasıl olur diye düşünen kimse, endişe içinde olur.
4- Cennet ve Cehennemden hangisine gideceğini bilmeyenin üzülmesi gerekir.
5- Acaba, Allahü teâlâ kendisinden razı mı, yoksa kendisine dargın mı?
Bunları düşünen, kahkaha ile nasıl gülebilir? (Tenbih-ül-gafilin)
Çok gülmek ayıptır, mahşer için kayıptır.
Hüzünlenmek
Sual: Hüzünlenmenin dindeki yeri nedir?
CEVAP
Hüzün, gam, keder, sıkıntı, üzülme demektir. Bir Müslümana gelen her sıkıntı, her üzüntü günahlarına kefaret olur. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Dünyada hüznü uzun olanın âhirette rahatı çok olacaktır.) [Müslim]
(Günahları çok olup da, onlara kefaret olacak amelleri olmayan kimsenin müptela olduğu hüzünler, günahlarına kefaret olur.) [İ. Ahmed]
(Dünyadaki musibetler, hastalıklar ve hüzünler [günahlara] karşılık olur.) [İ. Cerir]
(Cenaze namazını kıl, belki bu sana hüzün verir. Hüzünlüler Kıyamette, Allah’ın gölgeliklerinde bulunurlar ve hayra sahip olurlar.) [Hâkim]
(Bir mümine gelen yorgunluk, ağrı, kaygı, hüzün, gam, eza veya onun ayağına batan bir diken bile, günahlarına kefaret olur.) [İ. Hibban]
(Hüzünlü, gönlü kırık kimse, Allah’ın himâyesine girer, her türlü hayra mazhar olur.) [İbni Asakir]
(Kalb veya gözde olan hüzün rahmanîdir, ele ve dile çıkarsa şeytanîdir.) [Ebu Nuaym]
(Hüzünlü kimse, Kıyamette Arş’ın gölgesinde bulunacak ve her hayra mazhar olacaktır.) [Hâkim]
(Kıraati en güzel olan, Kur’anı hüzünlü okuyandır.) [Taberanî]
Resulullah, (Hüzünlü olmak, kalbin anahtarıdır) buyurunca, (Hüzün nasıl elde edilir?) diye soruldu, (Aç ve susuz kalmakla) diye cevap verdi. (Taberanî)
Demek ki, oruçlu olmak da hüzne sebep oluyor. Hüznü gerektirecek işleri aramalıdır.
.
Dilenmek ve istemek
|
Sual: Bazılarının zengin olduğu, dilenciliği meslek haline getirdiği söyleniyor. Böyle kimselere para vermek haram mıdır? Sadaka istemek ne zaman caiz olur?
CEVAP
Bir günlük yiyeceği bulunan kimsenin dilenmesi haramdır.
Hiç yiyeceği bulunmayıp, sağlam, çalışacak, ticaret edecek halde olan kimsenin de, yiyecek, içecek veya bunları almak için para istemesi, dilenmesi haramdır. Bunun varlığını bilerek, istediğini vermek de haramdır. Ancak istemeden verilen malı alması caizdir.
Aç veya hasta olanın yiyecek istemesi gerekir. Bir günlük yiyeceği olup da çalışabilecek haldeki kimse, ilim öğrenmekle veya öğretmekle meşgul ise, yiyecek istemesi caiz olur.
Parasını harama sarf edene ve israf edene sadaka verilmez. Camide cemaat arasında dolaşarak dilenmek haramdır. (Redd-ül Muhtar)
Görüldüğü gibi, İslamiyet’te, eli ayağı tutup da çalışabilenlerin dilenmesi haramdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Çalışmayıp kendini sadaka isteyecek hâle düşüren, 70 şeye muhtaç olur.) [Tirmizi]
(Muhtaç olmadan dilenen, ateş koru yutan kimse gibidir.) [Beyheki]
(Mal biriktirmek için dilenen, ateş koru dilenmiş olur.) [Müslim]
(Kendisinin veya çoluk çocuğunun katlanamayacakları bir ihtiyacı yok iken, dileneni Allahü teâlâ ummadığı yer ve zamanda muhtaç eder.) [Beyheki]
(Dilenci, dilenmekteki vebali bilseydi, hemen dilenmekten vazgeçerdi.) [Taberani]
(Gerçek yoksul, ihtiyacını karşılayacak bir şeyi olmayan, hatırlanmadığı için sadaka verilmeyen, kendisi de kalkıp kimseden bir şey istemeyen kişidir.) [Buhari]
(Şu üç şey için yemin ederim: Sadaka vermekle asla mal eksilmez. Öyle ise sadaka verin! Zulüm gördüğü şahsı, Allah rızası için affeden, dünya ve ahirette aziz olur. Öyle ise affedin! İsteme kapısını açana da, Allahü teâlâ fakirlik kapısını açar.) [İ.Ahmed]
(Dilenmeye mani olan zenginlik, sabah-akşam yiyeceğe malik olmaktır.) [Rüzeyn]
Dilenmekteki ölçü
Bir günlük yani sabah-akşam yiyeceği olanın dilenmesi caiz değildir. Dilencinin önünde bir günlük yiyecek parası varsa, ona bir şey vermek caiz olmaz. Fakat önünde para yoksa veya çok az varsa, onun bir günlük yiyeceği olduğu bilinmediğinden sadaka vermek caiz olur.
Her gün az da olsa sadaka vermelidir. Bir ay bekleyip de daha çok vereyim diyerek sadakasız gün geçirmemelidir.
Bilal-i Habeşi hazretleri, misafirlerine ikram etmesi için Resulullah efendimize vermek üzere en iyi hurmalardan bir yığın hurma ayırmıştı. Bir gün Peygamber efendimiz, Hazret-i Bilal’in evine gelip bu hurmaları görünce, bunların ne olduğunu sordu. Hazret-i Bilal de, (Bunları misafirlerinize ikram edesiniz diye size vermek üzere sakladım) dedi. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Bunların Cehennemde duman olmasından korkmuyor musun? Ya Bilal bunları infak et, azalır diye korkma!) [Bezzar]
Hediye için bile uzun müddet saklamak uygun görülmemiştir.
Sual: Birinden bir şey istemek caiz midir?
CEVAP
Bir günlük yani sabah ve akşam yiyeceği olan kimsenin başkasından bir şey istemesi haramdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (İhtiyacını karşılayacak bir şeyi varken, bir şey isteyen, muhakkak Cehennem ateşini çoğaltmış olur.) Bunun üzerine (Ya Resulallah, istemeye mani olan zenginlik nedir?) diye sual edildiğinde Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Sabah ve akşam yiyeceği kadar bir mala sahip olmak.) [Ebu Davud]
Başka bir rivayet ise şöyle:
(Sabah ve akşam karnını doyuracak kadar yiyeceği olmak.) [İbni Huzeyme]
Bir günlük yiyeceği varken dilenmek haramdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kim bana insanlardan bir şey istemeyeceğine söz verirse, ben de Onun Cennete gireceğine kefil olurum.) [Nesai]
(Kim insanlardan bir şey istemezse, Allahü teâlâ onu zengin eder. Kanaat edene de Allah kâfidir.) [Bezzar]
(Halktan bir şey istemeyin! Bir misvakı bir defa kullanmak için de olsa.) [Beyheki]
(Açgözlü olmaktan, istemekten sakının! Tamah, fakirliğin tâ kendisidir.) [Taberani]
Hazret-i Ebu Bekir, deve ile giderken devenin yuları düşünce, devesini çöktürüp yuları aldı. Oradakiler, (Bize söyleseydin de biz alıp sana verseydik, inmene ne lüzum vardı?) dediler. Hazret-i Ebu Bekir, (Resulullah bana, halktan bir şey istemememi emretti) buyurdu. (İ. Ahmed)
Sual: Dilenci, (Allah rızası için bana bir sadaka ver) derse, ona Allah versin diyerek terslemek caiz mi?
CEVAP
Her dilenene sadaka vermek uygun değil ise de, bu şekilde terslemek de uygun değildir.
İnsanlardan yiyecek, giyecek istemek
Sual: Aç, susuz olan bir kimse, başkalarından yiyecek, içecek ve başka temel ihtiyaçlarını isteyebilir mi?
Cevap: Bir günlük yiyeceği bulunan kimsenin ve hiç yiyeceği yok ise de, sağlam, çalışacak, ticaret edecek hâlde olan kimsenin, yiyecek, içecek veya bunları almak için para istemesi, dilenmesi haramdır. Bunun varlığını bilerek, istediğini vermek de haramdır. İstemeden verilmesi ve verileni alması caizdir. Bu kimsenin yiyecek, içecekten başka ihtiyaçlarını mesela, elbise, ev eşyası, kira paraları istemesi caiz olur. Aç veya hasta olanın, oturacak evi olsa da, yiyecek istemesi caizdir. Bir günlük yiyeceği olan, olmasa da, çalışabilecek hâlde olan kimse, ilim öğrenmekle veya öğretmekle meşgul ise, yiyecek istemesi, yine caiz olur. Parasını harama sarf edene ve israf edene sadaka verilmez.
İnsanlardan istemek zillettir
Sual: İnsanlardan yiyecek, içecek istemek de, dilenmek gibi zillet mi olur?
Cevap: Tezellül, bayağılık, kendini aşağı tutmak yani zillet demektir. Bir günlük yiyeceği, içeceği olan bir kimsenin, başkalarından yiyecek, içecek, para istemesi, dilenmesi, tezellül olur ve haramdır. Ebû Ali Rodbârî hazretleri;
“Dünyayı kazanmakta nefisler için zillet, ahireti kazanmakta ise izzet vardır” buyurmuştur.
Allahü teâlâya iman eden, Onun emirlerine boyun eğen, başını secdeye koyan, aziz olur. Kendi nefsine, kendisi gibi aciz olan insanlara boyun eğen, dünyalık ele geçirmek için onlara yaltaklık eden de, zelil, hakir olur.
Zillet, aşağılık, hakirlik demektir. İnsan, sadece Allahü teâlânın huzurunda, kendini böyle aşağı, hakir görür. Yaratanının huzurunda kendini aşağı görmesi, insanı aziz eder, yükseltir. Çünkü ibadet, zül ve zillet demektir. Yani, insanın Rabbine karşı, hakir, aciz, muhtaç olduğunu göstermesidir.
Fazla hediye almak için, az bir şeyi hediye olarak vermek, tezellüldür, bayağılıktır. Zaruret olmadan, herhangi bir kimseden bir şey istemek, dilenmek haramdır. Resûlullah efendimiz, hazret-i Ömer’e hediye olarak bir şeyler gönderir. Hazret-i Ömer de, bunları almayıp geri gönderir. Karşılaştıkları zaman Peygamber efendimiz;
- Niçin almadın? diye sual edince hazret-i Ömer;
- Yâ Resûlallah, (En hayırlınız, kimseden bir şey almayandır) buyurmuştunuz, bunun için almadım deyince, Resûlullah efendimiz;
- O sözüm, isteyip de almak içindi. İstemeden gelen şey, Allahü teâlânın gönderdiği rızıktır, buyurur. Bunun üzerine hazret-i Ömer;
- Allahü teâlâya yemin ederim ki, kimseden bir şey istemeyeceğim ve istemeden gelen her şeyi alacağım cevabını verir.
Herhangi bir ziyafete davet olunmadan gitmek, tezellüldür. Hadîs-i şerifte;
(Davet edilen yere gitmemek günahtır. Davet olunmadığı yere gitmek hırsızlık etmek olur) buyuruldu.
Başkasından sadaka istemekte; Allahü teâlânın nimeti az gönderdiğini haber vermek, kendini zelil etmek ve istenilen kimseye eziyet etmek gibi zararlar vardır. Bunlar, zaruret olmadıkça caiz değildir. Peygamber efendimiz;
(Aç olan veya bir şeye muhtaç olan, kimseden istemeyip, Allahü teâlâdan beklerse, Allahü teâlâ, ona bir senelik rızık kapıları açar) buyurmuştur.
Yiyeceği olmayanın, yiyecek istemesi
Sual: İnsanlardan yiyecek, içecek gibi şeyleri istemenin dinimiz açısından bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Bu konuda Muhammed Ma'sûm Fârûkî hazretlerinin Mektûbât kitabında deniyor ki:
“Bir günlük yiyeceği olmayanın istemesine fetva verilmiştir. Takva ve azimet ise, hiç istememektir. Zaruret hâlinde, istemek mubah olur. Elbisesi olmayanın, giyecek istemesi mubah olur. Çalışıp kazanabilen kimsenin dilenmesi caiz değildir. Din bilgilerine çalışıp da, kazanmaya vakit bulamayanın, istemesi caiz olur. Yazı yazarak kazanabilenin istemesi caiz değildir. Mişkât şerhinde diyor ki; ‘Çalışamayan hastanın, bir günlük yiyecek dilenmesi caizdir. Fazlası caiz değildir. Nafile namaz ve nafile oruç sebebi ile çalışmaya vakit bulamayanın zekât ve sadaka istemesi caiz değildir.’
Sadaka istemekte üç zarar vardır. Allahü teâlânın, nimeti az gönderdiğini haber vermektir ki, haramdır. Kendini zelil etmektir. Müminin Allahtan başkasına boyun bükmesi caiz değildir. İstenilen kimseye de eziyet etmektir. Zaruret olmadıkça, bu da haramdır. Bunun için, takva sahipleri, kimseden bir şey istememişlerdir. Bişr-i Hâfî, Sırri-yi Sekatî hazretlerinden başka kimseden bir şey istemezdi. ‘Onun mal verince, sevineceğini biliyorum, onu sevindirmek için istiyorum’ derdi. Bişr-i Hâfî hazretleri buyurdu ki; ‘Üç çeşit fakir vardır: İstemez, verince de almaz. Bunlar, İlliyyînde meleklerledir. İstemez, verince alır. Bunlar, Cennetlerde mukarreblerledir. İhtiyacı olunca ister. Bunlar, Eshâb-ı yemîn iledirler.’
Zaruret olmadan dilenmek haramdır. Zaruret ve ihtiyaç hâlinde mubah olur. Ölüm hâlinde vacip olur. İstemeyip ölürse, günaha girerek ölür. Resûlullah efendimiz, hazret-i Ömer’e hediye gönderdi. Hazret-i Ömer, almayıp geri gönderince; (Niçin almadın?) buyurdu. ‘Ya Resûlallah; (En hayırlınız, kimseden bir şey almayandır) buyurmuştunuz.’ (O sözüm, isteyip de almak içindi. İstemeden gelen şey, Allahü teâlânın gönderdiği rızıktır) buyurdu. Hazret-i Ömer; ‘Allahü teâlâya yemin ederim ki, kimseden bir şey istemeyeceğim ve istemeden gelen her şeyi alacağım’ dedi. Bir hadîs-i şerifte; (Aç olan veya bir şeye muhtaç olan, kimseden istemeyip, Allahü teâlâdan beklerse, Allahü teâlâ, ona bir senelik rızık kapıları açar) buyuruldu
.
Doğruluk
|
Sual: Doğru olmanın dindeki yeri nedir?
CEVAP
Yalancılık ne kadar kötüyse, doğruluk da o kadar iyi, güzel ve faziletlidir. Peygamber efendimize olgunluğun alameti sorulduğunda (Doğru konuşmak ve doğrulukla iş yapmaktır) buyurdu. (İmam-ı Gazali)
Sadakat [doğruluk] hakkında İslam âlimleri buyuruyorlar ki:
(En güzel amel doğruluk, en çirkini de yalancılıktır.)
(Dünyada doğru insan görmedim diyen; eğer kendisi doğru olsaydı, doğru olanları bulurdu.)
(İslam dini, üç temel üzerindedir. Bunlar; hak, sadakat ve adalettir.)
(Bir insanda üç şey bulunduğu vakit, onun salih bir insan olduğu anlaşılır. Bunlar, nefsani arzulardan uzak olmak, Allah rızası için doğruluk, helal ve temiz yemektir.)
(Günahların içinde bocalayan kimsenin, doğruluğu bulması çok zordur.)
Her şeyin başı doğruluktur. Her işin nizam ve intizamı doğruluk iledir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Şüphelilerden uzaklaş! Şüphe vermeyene sarıl! Doğruluk, sükun ve huzurdur.) [Tirmizi]
(Tehlikenin doğruluk içinde olduğunu görseniz de, doğruyu arayınız! Çünkü doğrulukta kurtuluş ve selamet vardır.) [İbni Ebiddünya]
(Doğru olan, iyi davranır, iyi davranan emindir. Emin olan Cennete girer.) [İmam-ı Ahmed]
(Şu üç şeyden biri kimde bulunursa, o kimse, namaz kılsa da, oruç tutsa da münafıktır: Yalan söylemek, sözünde durmamak, emanete hıyanetlik.) [Ebu Davud]
(Kıyamette fâsık-salih herkes pişman olacaktır. Fâsıklar fıskı bırakıp doğruluk ve takva üzere bulunmadıklarına, salihler ise daha çok ibadet etmediklerine pişman olacaklardır.) [Feraid-ül fevaid]
Tam doğru, yani sıddık olabilmek için:
1- Doğru sözlü olmalıdır. Zaruret olmadıkça tarizli ve imalı konuşmamalıdır. Büyüklerden biri zalimlerden kaçıp, Habib-i Aceminin bir odasına girip saklandı. Zalimin zulmünden kurtulmak için yalan söylemek caiz olduğundan, (Soran olursa yok dersin) dedi. Biraz sonra zalimler gelip sordular: (İçerde...) diye cevap verdi. İçeriyi iyice aradılar. Bulamayıp oradan ayrıldılar. (Niye böyle yaptın?) diye sordu. Habib-i Acemi, (Yalan söyleseydim, ikimiz de helak olmuştuk. Doğru söylemenin bereketiyle ikimiz de kurtulduk) diye cevap verdi.
2- Doğruluk için niyette ihlas şarttır. Şayet davranışlarda nefsin arzuları karışırsa, bu niyetten ihlas kalkar. Bu kimse yalancı olur.
3- Azminde doğru olmalıdır. Mesela, (Allahü teâlâ bana şu malı verirse veya şu makama geçersem, şu hizmeti yaparım) diyen kimse, o mala veya o makama sahip olunca, zaruretsiz sözünde durmazsa, azminde doğru değildir.
4- Verdiği sözde durmalıdır. Hazret-i Enes bin Malik anlatır: Amcam Nadr’ın oğlu Enes, Bedir savaşında Resul-i Ekremin yanında savaşa katılamadığına çok üzüldü. (Eğer Allahü teâlâ, beni bir savaşa kavuşturursa, bütün gücümle savaşacağım) diye karar verdi. Ertesi yıl Uhud savaşına katıldı. Sad bin Muaz bunu görünce, (Ne o, nereye gidiyorsun?) diye sorduğunda, (Uhud dağının ardında Cennetin kokusunu aldım. Cennete gidiyorum) dedi. Öyle savaştı ki, şehit olduğunda vücudunda seksenden fazla yara vardı. Bacısı, (Tanınacak hâli kalmamıştı. Ancak elbisesinden onu tanıyabildim) dedi.
5- Doğru iş yapmalıdır. İçi ile dışının bir olması adalettir. İçinin dışından iyi olması fazilettir. İçi dışına uymayan insana doğru denmez.
6- Bütün işlerde doğru olmalıdır. Hadis-i şerifte, (Kalbi doğru olmayanın imanı doğru olmaz. Dili doğru olmayanın da kalbi doğru olmaz) buyuruldu. (İbni Ebiddünya)
Büyükler buyuruyor ki:
Doğruluk emanettir. Yalancılık hıyanettir. (Hazret-i Ebu Bekir)
Oğlum, yalandan sakın, o serçe eti gibi tatlıdır. Ondan az kimse kurtulur. (Lokman Hakim)
Allah indinde en büyük hata, yalan konuşmaktır. (Hazret-i Ali)
Yalancı ile cimri Cehenneme girer. Fakat, hangisi daha derine atılır, bilmem. (Şabi)
Doğru ile yalan, biri diğerini çıkarıncaya kadar kalbde boğuşur. (Malik bin Dinar)
İçi dışına, sözü işine uymamak, nifaktandır. Nifakın temeli ise yalandır. (Hasan-ı Basri)
Eshab-ı kiram indinde yalandan daha kötü bir şey yoktur. Çünkü, onlar, yalanla imanın bir arada bulunamıyacağını bilirlerdi. (Hazret-i Âişe)
İstikamet [her işte daimi doğruluk], kerametten üstündür. (Seyyid Abdülhakim Arvasi)
Hazret-i Lokmana, (Bu dereceye ne ile kavuştun?) diye sual ettiler. (Doğruluk, emanete riayet ve bana gerekmeyeni bırakmakla) diye cevap verdi.
Seyyid Abdülkadir Geylani hazretleri, "Bu işe başladığınızda, temeli ne üzerine attınız? Hangi ameli esas aldınız da böyle yüksek dereceye ulaştınız?" diye soranlara buyurdu ki: (Temeli doğruluk üzerine attım. Hiç yalan söylemedim. İçim ile dışım bir oldu. Bunun için işlerim hep rast gitti.)
Bütün kötülüklerin esası yalandır. Peygamber efendimizin en sevmediği huydur. Yalan söylemek haramdır. Ancak üç yerde caizdir. Harpte, iki müslümanı barıştırmak için, hanımı ile iyi geçinmek için.
Din düşmanlarının zararından korunmak veya müslümanları korumak için yalan söylemek caizdir. Zalimden, bir müslümanın bulunduğu yeri, malını, günahını saklamak caizdir. İki müslümanın, karı-kocanın arasının açılmasını önlemek için, malını korumak için, müslümanın sırrını, aybını meydana çıkarmamak için ve bunlar gibi haramları önlemek için yalan caiz olur, ölmemek için leş yemeye benzer. İyiliğe vesile olan yalan, fitneye sebep olan doğrudan makbuldür.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Yalan üç yerde caizdir: Harpte, zira harp, hiledir. İki müslümanı barıştırmak için, birinden diğerine iyi söz getirmek. Hanımını idare etmek için.) [İbni Lal]
(Kötü şeyler irtikab eden, bunları gizlemeye çalışsın!) [Hakim]
Büyükler yalan söylemek icap ettiği yerde, sözün manasını değiştirerek, doğru söylemeyi tercih etmişlerdir. Muaz ibni Cebel hazretleri, vazifesinden dönünce, hanımı (Bu kadar çalıştın, zekat topladın, bize ne getirdin?) dedi. O da, (Beni gözeten vardı, bir şey getiremedim) dedi. O, Allahü teâlâyı kastetti. Hanımı ise, Hazret-i Ömer’in onu kontrol eden birini gönderdiğini sandı. Hanımı, Hazret-i Ömer’in evine gidip, kızarak, (Muaz, Resulullahın ve Ebu Bekr-i Sıddıkın yanında emin idi. Siz niçin onun peşine adam takıyorsunuz?) dedi. Hazret-i Ömer, Hazret-i Muaz’dan işin aslını öğrenince güldü ve hanımına vermesi için ona bir miktar hediye verdi.
Her doğruyu her yerde söylememeli
Doğruluk ve doğru söz, dinimizin esasındandır. Fakat büyüklerimiz, (Sözün doğru olmalı, ama her doğruyu her yerde söylememelidir!) demişlerdir. Ulu orta, köre kör, sağıra sağır demek uygun olmaz. Dünya ve ahirete yaramayan doğruyu söylemekte ise zaten fayda yoktur. Denizde su, ormanda ağaç, çölde kum olur) demek doğrudur. Fakat boş sözdür. Bu doğru söz insanların içinde beş on kere tekrar edilirse ona deli derler. Dokuz köyden kovulmamak için doğruyu dinimizin emrine uygun söylemelidir! Mesela hırsız, ahlaksız, hain insan kötüdür. Bunu ıslah için (Sen ahlaksızsın) denirse kabul etmez. Dokuz köyde böyle konuşursak, her köyden kovuluruz. İyi ahlakın güzelliği anlatılarak kötülükten vazgeçirmeye çalışılır.
(Yiğitlik ondur. Biri kaçmak, dokuzu hiç görünmemek) sözünde bir pasiflik görünüyor gibi ise de, yiğitlik, kabadayılık değildir. Kavga çıkaran, baş yaran, belasından yanına varılmayan kimseye yiğit denmez. Yiğit, haklı olduğu, gücü yettiği halde, affeden, intikam almayan, kavga etmeyen, iyi geçinen kimsedir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Yiğitlik, kahramanlık, pehlivanlık hasmını yenen değil, öfkesini yenendir.) [Buhari]
Harpte düşman karşısında cesur, fakat müslümanlar arasında mütevazı olmalıdır!
Rızktan endişe etmemeli
Her şeyin başı doğruluktur. Her işin nizam ve intizamı doğruluk iledir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Doğru olunuz, doğruluk gerçeği, gerçek de Cennet yolunu gösterir. Bir kimse doğruluktan ayrılmaz, doğruluğu düstur edinirse, Allah indinde o kimse sıddıklardan olur.) [Buhari]
Bir haramdan kaçmak, milyonlarca nafile ibadetten evladır. Günahtan kaçmak ibadet yapmaktan önce gelir. Bir hadis-i şerifte, (Çok az bir günahtan kaçınmak, bütün cin ve insanların [nâfile] ibadetleri toplamından daha iyidir) buyuruluyor. Her günah, Allahü teâlâya isyan olduğundan, büyüktür; fakat bazısı, bazısına göre küçük görünür. Bir küçük günahı yapmamak bütün cihanın nafile ibadetlerinden daha sevabdır, çünkü nafile ibadet yapmak farz değildir. Günahlardan kaçınmaksa farzdır. (Rıyad-un-nasıhin)
Rızktan endişe etmemeli, bu yüzden doğruluktan ayrılmayıp haramlara düşmemeli. Rızk mukadderdir. Yani herkesin rızkı bellidir, artmaz eksilmez, rızkını almadan dünyadan ayrılmaz. İsteyene helalden gelir, isteyene haramdan. Gelen miktar aynıdır. Ecel de mukadderdir. Yani herkesin ömrü bellidir, uzamaz kısalmaz, vakti dolunca dünyadan ayrılır. Kaza ve kader, hayır ve şer, zaten imanın şartlarındandır. Peki, daha ne istiyoruz, niye şükretmiyoruz? Rızkımız belli, ömrümüz belli, başımıza gelenler Allah'tan. Artık dileyen şükretsin, dileyen de nankörlük.
Gencin biri Kâbe’de hep, Ey doğruların yardımcısı olan Allah’ım, ey haramdan sakınanların yardımcısı olan Allah’ım, sana hamdü sena ederim diye dua eder. Bu durum herkesin dikkatini çeker. Biri, (Neden hep aynı duayı yapıyorsun, başka bir şey bilmiyor musun?) der. O da anlatır:
7-8 sene önce yine Kâbe’de iken içi altın dolu bir torba buldum. Tam 1000 altın vardı. İçimden bir ses (Bu altınlarla, şunları şunları yaparsın) diyordu. Hayır dedim kendi kendime, bu benim değil, başkasının malı, kullanmam haram olur dedim. Bu sırada biri, (şöyle bir torba bulan var mı?) diye bağırıyordu. Çağırdım onu, nasıl bir torbaydı, içinde ne vardı diye sordum. Torbayı tarif etti ve içinde 1000 altın vardı dedi. Al öyleyse torbanı diyerek verdim. Adam torbayı açıp içinden bana 30 altın verdi.
Pazara gittim. Temiz yüzlü genç bir esiri [köleyi] överek satıyorlardı. Gencin temizliği dikkatimi çekti. Yanlarına gittim, bu köle için ne istiyorsunuz dedim. 30 altın dediler. Adamdan aldığım 30 altını verip genci satın aldım. Bir iki yıl geçti. Genç çok çalışkan, çok edepli idi. Onu aldığıma çok memnun olmuştum. Bir gün onunla giderken karşıdan iki üç kişi geliyordu. Genç bana dedi ki, (Efendim, ben Fas emirinin oğluyum. Bu gelenler babamın adamları. Beni buldular. Senden beni satın almak isterler. Sen iyi bir insansın, onlara 30 bin altından aşağıya satma) dedi.
O kişiler yanıma geldi, bu esiri bize satar mısın dediler. Satarım dedim. 60 altın verelim dediler. Olmaz dedim. İyi ama sen bunu 30 altına almadın mı? Biz sana iki mislini veriyoruz dediler. Öyleyse gidin pazardan alın dedim. Artıra artıra 20 bin altına kadar çıktılar. 30 binden aşağı olmaz dedim. Çaresiz kabul ettiler. Altınları verip, genci alıp gittiler. Ben o 30 bin altınla, işyerleri açtım, ticaret yaptım, daha çok zengin oldum. Bir gün bana arkadaşlar, çok zengin bir ailenin iyi bir kızı var. Babası yeni vefat etti. Onunla seni evlendirelim dediler. Ben de olur dedim. Nikah kıyıldı. Deve yükleri çeyizini getirdiler. Çeyiz arasında bir torba dikkatimi çekti, kıza, bu nedir dedim. İçinde 970 altın var, babam Kâbe’de bunu kaybetmiş, bulan gence 30 unu vermiş. Kalanını da bana hediye etti, çeyizine koyarsın dedi. Demek ki bulduğum altınlar benim rızkım imiş, vermese idim haram yoldan gelecekti, şimdi helal yoldan yine bana geldi.
Öyle ise, haramı ateş bilip ona uzanmamalı, günah kazanmamalı.
İslam’ın adaleti
Rum Kayseri Herakliyus’un büyük ordularını perişan eden İslam askerlerinin başkumandanı Ebu Ubeyde bin Cerrah hazretleri, zafer kazandığı her şehirde adamlarını bağırtarak, Rumlara, Halife Hazret-i Ömer’in emirlerini bildirirdi. Humus şehrini alınca buyurdu ki:
(Ey Rumlar! Allahü teâlânın yardımı ile ve Halifemiz Ömer’in emrine uyarak bu şehri de aldık. Hepiniz ticaretinizde, işinizde, ibadetlerinizde serbestsiniz. Malınıza, canınıza, ırzınıza, kimse dokunmayacaktır. İslamiyet’in adaleti aynen size de tatbik edilecek, her hakkınız gözetilecektir. Dışardan gelen düşmana karşı, müslümanları koruduğumuz gibi sizi de koruyacağız. Bu hizmetimize karşılık olmak üzere, müslümanlardan hayvan zekatı ve uşr aldığımız gibi, sizden de, senede bir kere cizye vermenizi istiyoruz. Size hizmet etmemizi ve sizden cizye almamızı Allahü teâlâ emretmektedir.)
Humus Rumları, cizyelerini seve seve getirip, Beyt-ül-mal emini Habib bin Müslime teslim ettiler.
Herakliyus’un, bütün ülkesinden asker toplayarak Antakya’ya hücuma hazırlandığı haberi alınınca Humus şehrindeki askerlerin de, Yermük’deki kuvvetlere katılmasına karar verildi. Ebu Ubeyde hazretleri şehirde memurların şöyle bağırmalarını emretti:
(Ey Hristiyanlar! Size hizmet etmeye, sizi korumaya söz vermiştim. Buna karşılık, sizden cizye almıştım. Şimdi ise, Halifeden aldığım emir üzerine, Herakliyus ile gaza edecek olan kardeşlerime yardıma gidiyorum. Size verdiğim sözde duramayacağım. Bunun için hepiniz Beyt-ül-mala gelip, cizyelerinizi geri alınız! İsimleriniz ve verdikleriniz, defterimizde yazılıdır.)
Suriye şehirlerinin çoğunda da böyle oldu. Hristiyanlar müslümanların bu adaletini, bu şefkatini görünce, senelerden beri Rum imparatorlarından çektikleri zulümlerden ve işkencelerden kurtuldukları için bayram yaptılar. Sevinçlerinden ağladılar. Çoğu seve seve müslüman oldu. Kendi arzuları ile Rum ordularına karşı İslam askerine casusluk yaptılar.
İslam devletlerinin meydana gelmesi, yayılması asla, saldırmakla olmadı. Bu devletleri ayakta tutan, yaşatan, büyük ve başlıca kuvvet, iman kuvveti idi ve İslam dininde çok kuvvetli bulunan adalet, iyilik, doğruluk ve fedakârlık meziyeti idi. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Allah, adaleti, iyilik yapmayı, akrabaya bakmayı emreder. Hayasızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı men eder.) [Nahl 90]
(Ey iman edenler! Bir millete olan öfkeniz, sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Adil olunuz!) [Maide 8]
Sözünün eri
İbrahim aleyhisselam, Allahü teâlâ bir oğul verirse, onu Allah için kurban edeceğini söyledi. Dileği hasıl olunca, sözünü yerine getirmesi rüyada bildirildi.
Hazret-i İbrahim, sözünde durup oğlunu kurban etmek istedi. Cenab-ı Hak, (İbrahim, gerçekten rüyasına sadakat gösterdi. Elbette bu açık bir imtihandı. Oğluna karşılık ona büyük bir kurbanlık koç fidye verdik. İhsan sahiplerini böyle mükafatlandırırız) buyurdu.
Hazret-i İbrahim, Nemrud tarafından ateşe atıldığında canı ile, Hazret-i İsmail’i kurban etmesi emredildiğinde evladı ile, ovaları kaplayan bütün sürülerini bağışlamakla da malı ile imtihan edildi. Üç imtihanı da kazandı. Kur'an-ı kerimde, (Sözünün eri İbrahim) diye övüldü. (Necm 37)
Böyle sözünde durmak büyük fazilettir. Kur'an-ı kerimde, sözünde duranlar övülmektedir:
(Müminler içinde Allah’a verdiği sözde duran nice erler var.) [Ahzab 23]
(Elbette İbrahim, sadık bir Peygamberdi.) [Meryem 41]
(İsmail, sözünde sadık resul bir nebi idi.) [Meryem 54]
Hadis-i şerifte ise buyuruldu ki:
(Doğruluk iyiliğe, iyilik Cennete götürür. İnsan doğruluk ile Allah indinde, sıddıklardan yazılır.) [Müslim]
Hazret-i İbrahim, Cenab-ı Hakkın gönderdiği koçu kurban etti. Peygamber efendimiz, Eshab-ı kirama, (Kurban kesmek, babanız İbrahim’in sünnetidir) buyurdu. (Hakim)
.
Edep - Haya - İffet
|
Sual: Edebin dinimizdeki yeri nedir?
CEVAP
Edep, güzel terbiye, iyi davranış, güzel ahlak, haya, nezaket, zarafet gibi manalara gelir. Mesela terbiyeli çocuk, edepli çocuk demektir. Hadis-i şerifte, (Evladınızı edepli, terbiyeli yetiştirin) buyuruluyor. Dinimiz, baştan başa edeptir. Edep, kulun kendisini Cenab-ı Hakkın iradesine tâbi kılması, güzel ahlaklı olmasıdır. Hadis-i şerifte, (Sizin en iyiniz, ahlakı en güzel olandır) buyuruldu.
Hazret-i Ömer, (Edep, ilimden önce gelir) buyurdu. Çok heybetli olmasına rağmen, edebinden, hayasından Resulullahın huzurunda çok yavaş konuşurdu. Peygamber efendimiz de, bir kimsenin yanında iki diz üzerine oturur, ona saygı olmak için mübarek bacağını dikip oturmazdı. Ebu Said Hudri hazretleri, (Resulullahın hayası, bakire İslam kızlarının hayasından çoktu) buyurdu.
İbni Mübarek hazretleri, (Bütün ilimleri bilenin eğer edebinde noksanlık varsa, onunla görüşmediğime üzülmem, bunu kayıp saymam. Fakat edepli ile görüşemesem üzülürüm) buyurdu
Her zaman her yerde edepli, hayalı olmaya çalışmalıdır! Hadis-i şerifte, (Hayasızlık insanı küfre düşürür) buyuruldu. Haya, bir binayı tutan direk gibidir. Direksiz binanın durması kolay olmadığı gibi, hayasız kimsenin de imanını muhafaza etmesi zordur.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâdan haya edin! Allah’tan haya eden, kötü düşünceden uzak durur, midesine girenleri kontrol eder, ölümü hatırlar.) [Tirmizi]
(Haya, baştan başa hayırdır.) [Müslim]
(Her dinin bir ahlakı vardır. İslamiyet’in ahlakı da hayadır.) [İbni Mace]
(Hayasız olan hep kötülük eder.) [İbni Mace]
(Hayasız olan, emanete hıyanet eder, hain olur, merhamet duygusu kalmaz, dinden uzaklaşır, lanete uğrar, şeytan gibi olur.) [Deylemi]
(Haya ile iman, ikiz kardeştir. Biri giderse diğeri de gider.) [Ebu Nuaym]
(Mümin, ayıplamaz, lanet etmez, çirkin söz söylemez ve hayasız değildir.) [Tirmizi]
(Haya imanın nizamıdır. Bir şeyin nizamı bozulunca, parçaları da bozulur.) [İ.Maverdi]
(Haya imandandır. Hayasızın imanı yok demektir.) [İbni Hibban]
(İnsan, salih iki komşusundan utandığı gibi, gece gündüz kendisiyle beraber olan yanındaki iki melekten de utanmalıdır!) [Beyheki]
(Hayasızın dini olmaz ve hayasız kişi Cennete giremez.) [Deylemi]
(İman çıplaktır, süsü haya, elbisesi takva, sermayesi fıkıh, meyvesi ameldir.) [Deylemi]
(Haya insan olsaydı, salih biri, fuhuş insan olsaydı, kötü biri olurdu.) [Taberani]
(Haya ile iman bir aradadır. Biri giderse, öteki de durmaz.) [Hakim]
Dinimizde hayanın yeri çok mühimdir. Allahü teâlâdan utanmak, imanın kuvvetli olduğuna, hayasızlık da imanın zayıf olduğuna alamettir. Hadis-i şerifte, (Hayanın azlığı küfürdendir) buyuruldu. Hayasız kimse, zamanla küfre kadar gidebilir. Haya, imanın esasındandır. Hayası olan Allah’tan utandığı için günahtan çekinir. İnsanlardan utanmayan Allah’tan da utanmaz. İnsanlardan utanarak günahı gizlemek de hayadandır. İnsanlardan utananın, Allahü teâlâdan da utandığı anlaşılır. Çünkü hadis-i şerifte, (Allah’tan sakınan, insanlardan da sakınır) buyuruluyor. Hayasız olan mürüvvetsiz olur. Hazret-i Ebu Bekir, (Hayasız insan, halk içinde çıplak oturan gibidir) buyurdu.
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İman edenler arasında kötülüğün, hayasızlığın yayılmasını isteyenler ve sevenler için dünyada da ahirette de elim bir azap vardır.) [Nur 19]
Kadın erkek ilişkilerinde ve tuvalet için kullanılan kelimeleri aynen söylemek insanlığa uygun değildir, hayayı yok eder ve iyileri gücendirir. Böyle kelimeleri söylemek gerekince, açık olarak değil, kinaye olarak söylenir.
Allahü teâlânın nimetinde, nimeti vereni görmeli, daima Onun huzurunda olduğunu düşünmeli, mesela otururken, yatarken edebe riayet etmelidir. Yerken, içerken, konuşurken, okurken, yazarken ve her çeşit iş yaparken, bütün bunların Allahü teâlânın kudretiyle yapıldığını, bütün işlerde Onun emrine uyup yasak ettiklerinden sakınmayı düşünmelidir. Böyle düşünmek çok üstün bir ibadettir.
Mahrem konuları edeple sormak lazım
Bir kız, mahrem konuları annesine sorar. O da bilmezse, annesine, (Babamdan öğren) der. Babası da bilmezse, babasının, bilen birine sorması gerekir. Babası yoksa, ağabey, amca, dayı gibi mahrem akrabalarından öğrenir. Bunlar da öğrenip bildirmezse, o zaman mektupla veya telefonla, kendinden değil de, (Bir kadının muayyen hâli şu kadar devam edip kesilse, ne gerekir) şeklinde sormak daha uygun olur. Bir kadının kocası, bu bilgileri öğrenip hanımına anlatmazsa, kadın, en uygun bir yolla bunları öğrenebilir. Bilenlerden bu konuları edep dairesinde sorması ayıp olmaz.
Hazret-i Esma’nın Peygamber efendimize nasıl gusledileceğini sorarken utanması üzerine, Hazret-i Âişe validemiz, (Ensar kadınları ne iyidir; utanmaları, dinlerini öğrenmekten men etmiyor) buyurdu. (Buhari)
Demek ki, ayıp olur diye kendisine farz olan bilgileri öğrenmemek yanlıştır. Peygamber efendimiz, mahrem konuları anlatırken, (Allahü teâlâ, hakkın anlatılmasından çekinmez) buyurmaktadır. (Tirmizi)
Aynı anlamda âyet-i kerime de vardır:
(Allahü teâlâ, gerçeği söylemekten çekinmez.) [Ahzâb 53]
İnsanlardan utanarak günahı terk etmek
Sual: Günah işlemeyi, insanların ayıplamalarından korkulduğu için mi yoksa Allah için mi terk etmelidir?
Cevap: Günah işleyecek kimsenin, bu günahtan vazgeçmesi, ya Allahü teâlâdan korktuğu veya insanlardan hayâ ettiği, utandığı yahut da başkalarının yapmasına sebep olmamak için olur. Allahü teâlâdan korkarak terk etmenin alameti, o günahı gizli olarak da işlememektir. İnsanlardan hayâ etmek, utanmak, onların kötülemelerinden korkmak demektir. Başkalarının günah işlemelerine sebep olmak, yalnız yapmaktan daha çok günahtır. Başkalarının bu günahı işlemelerinin günahları da, kıyamete kadar bunlara sebep olana yazılır. Bir hadis-i şerifte;
(İnsan günahını dünyada gizlerse, Allahü teâlâ da, kıyamet günü, bu günahı kullarından saklar) buyuruldu.
Herkese vera sahibi olduğunu bildirmek için, günahını saklamak ve gizli olarak devam etmek, riya olur.
Sual: Bir kimsenin, yaptığı ibadetleri başkalarına göstermekten veya onların duymasından haya etmesi, utanması doğru bir şey midir?
Cevap: İbadetlerini başkalarına göstermekten haya etmek, utanmak caiz değildir. Haya, günahlarını, kabahatlerini göstermemeye denir. Bunun için, vaaz vermekten, ilmihal kitabı yazmaktan, satmaktan, imamlık, müezzinlik yapmaktan, Kur’ân-ı kerim okumaktan haya etmek caiz değildir.
(Haya imandandır) hadis-i şerifindeki haya, kötü, günah şeyleri göstermekten utanmak demektir. Müminin, önce Allahü teâlâdan haya etmesi lazımdır. Bunun için, ibadetlerini ihlas ile yapmalıdır
.
Fitne çıkarmak
|
Sual: Fitne nedir?
CEVAP
Fitne imtihan demektir. Anarşi, bozgunculuk, günah, şirk, bela ve daha başka manalara gelirse de, ekseriya bölücülük, bozgunculuk anlamında kullanılır. Abdülgani Nablusi hazretleri buyuruyor ki:
(Fitne, Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara, günaha sokmak, insanları isyana kışkırtmak demektir.) [Hadika]
İmam-ı Birgivi hazretleri de, fitneyi böyle tarif etmiştir. (Tarikat-ı Muhammediyye)
Muhammed Hadimi hazretleri de fitneyi benzeri şekilde tarif ettikten sonra, yetmişten fazla fitne çeşidi bulunduğunu bildirerek buyuruyor ki:
(Fitne çıkarmak haramdır. Kur'an-ı kerimde, dinden saptırmak için fitne çıkaranların Cehenneme atılacağı ve fitne çıkarmanın adam öldürmekten daha kötü olduğu ve hadis-i şerifte de, fitne çıkarana Allahü teâlânın lanet edeceği bildirilmektedir.) [Berika]
Fitnenin değişik manalarına Kur’an-ı kerimden birkaç örnek verelim:
1- Şirk, küfür:
(Fitne tamamen yok oluncaya kadar kâfirlerle savaşın!) [Bekara 193]
2- Günah:
(Bizi fitneye düşürme) diyenlerin kendileri fitneye düşmüştür. (Tevbe 49)
3- Bozgunculuk, kavga, ihtilal, bagilik [isyan], anarşi, kargaşa, bölücülük, fesat:
(Fitne çıkarmak, adam öldürmekten daha kötüdür.) [Bekara 191]
(Kâfirler birbirinin dostları, yardımcılarıdır. Eğer, Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmez, kendi aranızda dost olmazsanız, yeryüzünde, kargaşa, fitne ve büyük fesat çıkar.) [Enfal 73]
Birkaç hadis-i şerif meali:
(Fitne uykudadır. Fitneyi uyandırana Allah lanet etsin!) [İ.Rafii]
(Din, dünya menfaatine alet edilince, fitneler zuhur eder.) [A.Rezzak]
(Fuhuş yayılınca fitne çoğalır.) [Deylemi]
(Fitneler artmadıkça, kıyamet kopmaz.) [Buhari]
(Eshabım arasında fitne çıkacak, o fitnelere karışanları, Allahü teâlâ benimle olan sohbetleri hürmetine affedecektir. Bu fitnelere karışan Eshabıma dil uzatan Cehenneme girecektir.) [Müslim]
4- İmtihan:
(Sana [Miracta] gösterdiğimiz temaşayı halk için bir fitne [imtihan] yaptık.) [İsra 60]
(Mallarınız, çocuklarınız, sizin için fitnedir [imtihandır].) [Tegabün 15]
(Biz onlardan öncekileri de, fitneden [imtihandan] geçirdik.) [Ankebut 3]
5- Bela, musibet:
(Bir fitne olmayacak sandılar da, kör ve sağır kesildiler.) [Maide 71]
(O fitneden sakının ki, o sadece zalimlere dokunmakla kalmaz.) [Enfal 25]
6- Azab:
Onlara, (Fitnenizi [azabınızı] tadın) denecektir. (Zariyat 14)
7- Eziyet, işkence:
(Fitneye [eziyete, işkenceye] uğratıldıktan sonra hicret edip, ardından da sabrederek cihad edenlerin yardımcısı elbette Rabbindir.) [Nahl 110]
8- Deli:
(Fitneye düşeni [deli olanı] yakında sen de, onlar da görecek.) [Kalem 5,6]
9- Zarar verme:
(Seferde iken, kâfirlerin sizi fitneye düşürmelerinden [zarar vermelerinden] endişe ederseniz, namazı kısaltmanızda bir vebal yoktur.) [Nisa 101]
10- Sapıklığa düşürme:
(Siz ve taptıklarınız, Cehenneme girecek olanlardan başkasını fitneye düşüremez [saptıramaz]) [Saffat 161-163]
Üç hadis-i şerif meali:
(Ahir zamanda, âlim [geçinen]ler fitne unsuru olur, camiler ve hâfızlar çoğalır, ama, içlerinde [hakiki] âlim hiç bulunmaz.) [Ebu Nuaym]
(Fitne [bid’at, sapıklık, küfür] yayıldığı zaman, hakikati, doğruyu bilen, [imkanı nispetinde, söz ile, yazı ile, medya = gazete, dergi, radyo, tv ile] başkalarına [mümkün olan her yere ve herkese] bildirsin, [imkanı var iken, bir engel de yok iken bildirmezse], Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun!) [Deylemi]
(Ahir zamanda, âlim ve ilim azalır, cahillik artar. Cahil ve sapık din adamları, yanlış fetva vererek fitne çıkarır, doğru yoldan saptırırlar.) [Buhari]
11- Uydurma mazeret:
(Onların, sadece “vallahi, biz müşrik değildik” sözlerinden başka fitneleri olmayacaktır.) [Enam 23]
12- Dalalet:
(Allah birini fitneye [dalalete, şaşkınlığa] düşürmek isterse, Allah’a karşı senin elinden bir şey gelmez.) [Maide 41]
13- İnsana sıkıntı ve zarar veren her şey:
Hadis-i şerifte, imamın namazı uzatıp cemaati sıkıntıya sokması fitne olarak bildirilmiştir. İhtiyara, “tecvidsiz namaz kılınmaz” demek gibi yapamayacağı fetvayı vermeye de fitne denmiştir.
Üç hadis-i şerif meali:
(Ümmetim için en korktuğum şey, kadın ve içki fitnesidir.) [İ. Süyuti]
(Güzel saç, güzel ses, güzel yüz, fitneye düşürebilir.) [Deylemi]
(Âdem aleyhisselamdan itibaren, Deccaldan büyük fitne yoktur.) [Müslim]
Avrupa’daki müslümanlar
Sual: Buraya çeşitli İslam ülkelerinden gelen bazı müslümanlar, "Avrupa gayrı müslim diyarıdır. Avrupa’da kanunlara uymamak günah olmaz" diyorlar. Avrupa’da müslümanların hareketleri nasıl olmalıdır?
CEVAP
Fıkıh âlimlerinden İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
(Gayrı müslim ülkelerde, onların kanunlarına itaat etmek [karşı gelmemek] zarureti vardır. Mallarına, canlarına, ırzlarına saldırmak asla caiz değildir.) [Redd-ül-muhtar kadılık bahsi]
Abdülgani Nablusi hazretleri de şöyle buyuruyor:
(Hükümet mubah bir işi yasak ederse, bu emre itaat vacip olur. Kendini tehlikeye atmak caiz olmaz.) [Hadika s.143]
Muhammed Hadimi hazretleri de buyuruyor ki:
(Hükümetin emrettiği her mubahı yapmak millete vacip olur.) [Berika s.91]
Bu üç eserde de görüldüğü gibi, müslüman, dünyanın neresinde olursa olsun, her yerde, kanunlara karşı gelmemeli, güzel ahlakı ile herkese örnek olmalıdır!
Kanuna karşı gelinmez
Almanya’da otomobille yolun sağından, İngiltere’de ise yolun solundan gitmek mecburiyeti vardır. (Avrupa’da kanunlara uymamak günah olmaz) diyerek, Almanya’da yolun solundan, İngiltere’de ise yolun sağından giderek kaza yapıp, insanların ve kendisinin ölümüne sebep olan kimse, büyük günaha girer. Avrupa’da kanunlara karşı geldiği için değil, topluma ve kendine zarar verdiği için günaha girmiştir. Bu bakımdan gayrı müslimlerin kanunlarına karşı gelmemek vaciptir. Karşı gelmek ise günahtır.
Yabancı bir ilim adamı, İslamiyet’i inceleyip müslüman olduktan sonra, Arap ülkelerine gidince, oralardaki müslümanların yanlış hareketlerini görüyor. (Sizlerin hayatını inceleseydim, müslüman olmazdım) diyor. Ne kadar mühim bir teşhis. Hiçbir müslümanın, yanlış hareketlerle İslamiyet’e gölge düşürmeye hakkı yoktur.
Müslüman, İslam’ın güzel ahlakı ile süslenmeli, kimseye zarar vermemeli, isyankâr olmamalı, anarşi çıkarmamalı, kötü kimselere aldanmamalı, kısacası, Allah’a karşı günah, kanunlara karşı suç işlemekten sakınmalıdır! Görüldüğü gibi, Avrupa’daki müslümanların işlenen kötülükleri el ile düzeltmeye kalkmaları fitne olur. Fitne ise büyük günahtır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Fitne zamanında evinizde oturun, günahlarınıza tevbe edin, dilinizi tutun, kendi işinize bakın, başkalarının işine karışmayın!) [Nesai, Ebu Davud]
(Ne mutlu fitneye karışmayana, ne mutlu fitneye maruz kalıp da sabredene!) [Ebu Davud]
(Hadiseler, fitneler, tefrika ve ihtilaflar zuhur edince, katil [öldüren] olmaktan kurtulup, maktül [öldürülen] olabilirsen ol!) [Ebu Nuaym]
(Fitne zamanı evinize girdikleri zaman, Âdem aleyhisselamın, [Maide suresinin 28. âyetinde bildirildiği gibi] "Beni öldürmek için sen bana elini uzatırsan da, seni öldürmek için ben sana elimi uzatmam" diyen oğlu [Habil] gibi ol!) [Ebu Davud, Tirmizi]
(Fitne zamanı evlerinizden ayrılmayın! Oklarınızı kırın, yaylarınızı kesin! Âdem aleyhisselamın oğlu [Habil] gibi olun!) [Ebu Davud, Tirmizi]
(İnsanın fitneden selamet kalması, evine kapanıp kalması ile mümkün olur.) [Deylemi]
(Fitne, fırtına gibi insanları savurduğu zaman, âlim ilmi ile, kendini fitneden korur.) [Ebu Nuaym]
İsyan ve itaat
Avrupa’daki gayrı müslimlerin kanunlarına karşı gelmek başka şey, onlara itaat etmemek başka şeydir. Avrupa’daki âmirler, patronlar, müslüman işçilere içki, kumar gibi haram şeyleri yapmalarını emrederlerse, müslümanlar, bunları yapmaz. Çünkü (Halıka isyan olan işte, mahlûka itaat olmaz) hadis-i şerifi vardır. Ancak, gayrı meşru emre itaat edilmez diye isyan etmek caiz olmaz. Ana-baba da haramı, hatta küfrü emretse, onlara da itaat edilmez. Fakat isyan edip onları üzmek doğru olmaz.
Hakimin bildirdiği hadis-i şerifte emir [âmir], (Müslümanlığı bırak, bırakmazsan, öldürürüm) derse, (Müslümanlığı bırakma, boynunu uzat) buyuruluyor.
Kâfir olmaya zorlayan bir emire bile isyan etmeyi dinimiz caiz görmüyor. Halbuki kâfir olmayan bir emir, müslümanı kâfir olmaya zorlamaz. Dünyanın neresinde olursa olsun, fitneden kaçmalıdır!
Âmire itaat
Sual: Günahkâr, fâsık ve zalim olan bir âmire dinimize göre itaat gerekir mi?
CEVAP
Dinimiz, cemiyetin huzur içinde yaşaması, kargaşadan uzak olması için âmirler kötü de olsa, onların meşru emirlerine itaat edilmesini emreder. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir hayvanın ayağını veya yaş bir hurma ağacını kesenin yahut ortağına hıyanet edenin, kazandığı sevapların dörtte biri gider. Emirine isyan edenin ise sevaplarının tamamı gider.) [Beyheki] [Emir, âmir, başkan demektir.]
Huzeyfe radıyallahü anh diyor ki:
Peygamber efendimiz, (Bir zaman gelecek, benim gösterdiğim yola uymayan, sünnetime riayet etmeyen emirler bulunacaktır. Bunlar görünüşte insan ise de, kalbleri şeytan kalbi gibidir) buyurunca (Ya Resulallah bu zamana yetişirsem ne yapayım?) diye sual ettim. Buyurdu ki:
(Emirin sözlerini dinle ve itaat et! Sırtına vurup malını alsalar bile, emirin sözünü dinle ve ona itaat et!) [Buhari]
Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Müslüman, hoşuna gitse de, gitmese de, emirin sözünü dinler ve ona itaat eder. Emir, günah olan bir şeyi emrederse, o emri dinlemek gerekmez.) [Buhari]
Dinimizde birlik ve beraberliğin sağlanması için âmire itaatin önemi büyüktür. Âmirimiz kötü diye yakınmamız doğru değildir. Önce kendimize bakmamız gerekir. Acaba kendimiz iyi miyiz? Kendimizi düzeltirsek, âmirlerimiz de düzelir. Nitekim Şir’a şerhindeki hadis-i şerifte (Siz nasılsanız, başınıza öyle âmirler geçer) buyuruluyor. O halde, ilkönce kendimizi ıslah etmeliyiz!
Fitneye sebep olmak haramdır
Sual: Camimizin bir hocası var. Cuma vaazlarını uzun tutuyor. Söyledikleri şeyler doğru ancak sanki hepimiz evliyaymışız gibi anlatıyor. Genci yaşlısı, âlimi cahili var. Cumadan Cumaya geleni var. Yeni namaza başlayanlardan bazıları daha gelmiyor. Dalga geçeni de oluyor. Bunlar dinimizi hiç bilmiyorlar. Hocanın herkesin durumunu göz önünde bulundurup, ona göre anlatması lazım değil mi?
CEVAP
İlmi siyaset diye bir ilim var, o ilmi bilmeyen her zaman rezil olur. Müdara ilmi var, bunu da bilmeyen sıkıntılara girer. Fitneye sebep olmak haramdır. Hadis-i şerifte (Ehli olmayana ilim öğretmek domuza inciden gerdanlık, kolye takmaya benzer) buyuruluyor. Bilmeyene dinden bahsetmek fitneye de sebep olur.
İnsanlara akılları ölçüsünde, anlayacağı şekilde, anlayacağı kadar konuşmak lazım. Aynı tabip gibi olmak lazım. Tabip ne yapıyor? Önce hastayı dinliyor, muayenesini yapıyor. Gerekirse röntgen çektiriyor, tahlil yaptırıyor. Ancak hastalığı teşhis ettikten sonra lüzumlu ilacı veriyor. Aç karnına veya tok karnına içeceksin, suyla içeceksin, sütle içeceksin diyor. Şunları şu kadar yiyeceksin, şunları yemeyeceksin diyor. Yani perhiz yapacaksın diyor. Yani hastanın, hastalıklarını doğru teşhis edip, doğru ilacı, doğru zamanlarda veriyor. Bunları yapmazsa, yahut eksik veya yanlış yaparsa, hastasına zarar verebilir, hatta ölümüne sebep olabilir.
Dini anlatmak, öğretmek de buna benziyor. Üstelik faydası veya zararı daha fazla, mukayese bile edilmez. Ebedi Cennet nimetleriyle Cehennem azaplarıyla, dünyadaki rahatlık veya sıkıntı hiç mukayese edilir mi? Ehliyeti olmadan her önüne gelenin doktorluk yapamıyacağı gibi herkes de dini anlatamaz. Biz boşuna mı İslam âlimlerine uymak lazım, dört hak mezhepten birine uymak lazım diye anlatıyoruz. Boşuna mı yalvarıyoruz, vallahi bunlar doğru, billahi bunlar doğru, bu büyüklere uyun, ebedi saadete kavuşun diye. Çünkü Onlar da dinin mütehassıslarıdır. O mübarek insanlara uyan rahat eder, uyan doğruya kavuşur, uyan hem dünya hem ahiret saadetine kavuşur. Hacısı da hocası da, âlimi de cahili de bu büyük zatlara tâbi olmalıdır. Hem kendi rahat eder, hem de insanlara iyilik eder, kötülük etmemiş olur. Kaş yapayım derken göz çıkartmamış olur. Herkes ahirette bunu çok güzel anlayacaktır, ama iş işten geçmiş olacaktır.
Yumuşak davranmalı
Sual: Haksızların haksızlıklarını yüzüne karşı söylemek uygun mudur?
CEVAP
İnsan, sıkıntılar içinde olunca, sıkıntılarını kendisini dinleyen birine anlatarak deşarj olmak ister. Yahut kızdığı zaman karşısındakine yüksek sesle çıkışır. Belki biraz rahatlar. Fakat karşıdaki bizim rahatladığımızı düşünmez. Üstelik kendisine çıkıştığımız için üzülür. Kendimizi tatmin etmek için başkalarını üzmek asla doğru olmaz.
Haksızın haksızlığını söylemek için çeşitli usuller vardır. Yüzde yüz haksız olan birine, yüzüne karşı haksız olduğunu söylersek, haksız olmayı hazmedemiyeceği için haksızlığını kabul edemez. Başkaları da bizim gibi insandır. Onlar da haksız olmayı kabul edemezler.
Hiç kimse kolay kolay haksız olduğunu kabul etmez. Haksızın üzerine üzerine gitmekle onu kötü yoldan döndürmediğimiz gibi, iyice bataklığa saplanmasına sebep oluruz.
Hataları yüze vurmak yerine, umumi olarak anlatmak daha tesirlidir. Yumuşak davranarak, alaka göstererek, suçlamaya girmeden yazdığımız mektuplar sayesinde birçok müspet netice aldığımızı defalarca gördük. Fikirlerimiz, ne kadar doğru olursa olsun, zorla kabul ettirmemiz mümkün değil denecek kadar zordur. Fakat yumuşaklıkla, dostlukla samimiyetle, fikrimizi kabul ettirmemiz mümkündür.
Hakkı söylemek
(Hakkı söylemiyecek miyiz?) diyen çıkabilir. Elbette hakkı söyleyeceğiz. Hırçınlıkla değil, nezaketle hareket edersek müspet netice almak mümkün olur. Hakkı söyleyeceğiz diye, karşımızdakini inat çukuruna gömmek, fayda yerine zarar verir. Maksadımız, herkesin hakkı, doğruyu, iyiyi bulmasıdır. Yanlış hareketlerimizle, iyiliğe elverişli olana mani olmamalıyız!
Birinin yüzüne karşı hakkı söylersek, nasihat eder gibi konuşursak, yaptığının yanlış olduğunu bildirirsek, karşımızdakine (Sen cahilsin, sen bu hususları bilmezsin) demiş oluruz. Böylece karşımızdakini üzmüş, kalbini kırmış oluruz. Kalb kırmak, Kâbe’yi yetmiş defa yıkmaktan daha büyük günahtır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Emr-i maruf ve nehy-i münkeri ancak, rıfk ve hilm sahibi fakihler yapar.) [İ. Gazali]
Allahü teâlâ da, Musa aleyhisselama Firavunla konuşurken yumuşak konuşmasını emretmiştir. Yarın ahirette Firavun, (Bana sert hareket edildiği için hakkı kabul edemedim) diyemiyecektir. O halde ölçümüz, daima yumuşak hareket etmek olmalıdır!
Vaazı uzatmak
Sual: İmamın uzun zamm-ı sûre okuması ve namaz vakti geldiği hâlde, insanlara hizmet için vaazını uzatması, kul hakkına sebep olur mu?
CEVAP
Elbette olur. Kimsenin zamanını çalmaya hakkımız yoktur. Üstelik daha uzun sûre okuyunca daha fazla sevab alınmaz, aksine cemaati rahatsız edecek kadar uzun sûre okuyarak namaz kıldırmak, tahrimen mekruh olur, yani harama yakın günah olur.
Hazret-i Muaz’ın, Bekara ve Nisa sûresini okuyarak Eshab-ı kirama namaz kıldırdığını haber alan Resulullah efendimiz, üç kere (Ya Muaz, sen fettan mısın?) buyurmuştur. Yani (Fitneci misin, fitneye mi sebep olacaksın?) buyurup, kısa sûrelerden okumasını, cemaat arasında, yaşlı, zayıf ve ihtiyaç sahibi kimseler de bulunabileceğini bildiriyor. (Buharî)
Cuma ve bayram namazlarında, namazdan önce vaizlerin, cemaatin namaz kılmadan camiden çıkamayacaklarını fırsat bilip, vaazlarını uzatmaları da, kul hakkına sebep olur. Namazdan sonraki vaazlarda, utancından çıkamayanlar olsa bile, vaazı uzatmak o kadar uygunsuz sayılmaz, çünkü işi olan, sıkışan her şeye rağmen çıkıp gidebilir. Namazlardan önce nasıl olsa namazı kılmadan gidemez, mecburen dinler düşüncesiyle, vaazını uzatarak o kadar insanın vebaline girmek çok yanlıştır.
Düğün ve fitne
Sual: İş arkadaşlarımızın veya yakınlarımızın, içkili veya kadın erkek karışık olarak yaptığı her düğüne veya toplantıya, fitneye sebep olmamak için gitmek mi gerekir?
CEVAP
Ana, baba veya âmir de olsa hiç kimsenin günah olan emirlerine uyulmaz, hatır için günah işlenmez, çünkü dinimizde, (Hâlık’a isyan olan işte mahlûka itaat yoktur) kuralı vardır. Gayemiz Allah’ın rızası olmalı. Bir hadis-i şerif:
(Bir kimse, kötülerin kızacakları şeyde Allah'ın rızasını ararsa, Allahü teâlâ onu, insanlardan geleceklerden korur. Bir kimse, Allahü teâlânın kızacağı şeyde, insanların rızasını ararsa, Allahü teâlâ, onun işini insanlara bırakır.) [Tirmizî]
Fitne çıkar zannıyla günah işlemek caiz olmaz. Fitne çıkacağını kesin bilmek gerekir. Bu işlerde, tartışmaya girmemeli, günah dememeli, başka herhangi bir bahane bularak gitmemeli. Eğer makul bir mazeret bulunamazsa, zarar verecek bir fitne çıkma ihtimali de yüksekse, o zaman gitmek caiz olur. Yine de mümkün olduğu kadar kısa kalmaya çalışmalıdır.
Uçuruma giden otobüs
Sual: Bir büyüğümüzün, devleti bir otobüse, hükümetleri de şoförlere benzetip, (Şoföre kızıp, otobüse zarar verilmez. Şoförü beğenmeyen, otobüsü durdurup, usulüne göre şoförü değiştirir. Devlet zaafa uğradığı zaman, sokağa anarşi hâkim olur. Kuzgun leşe gider. Onun için topluma zarar veren çapulculara fırsat vermemelidir) sözüne kızan, kendini bilmez birkaç kişi, (Bu aptal millet, böyle şoförlere oy verdiği sürece, şoförleri değiştirmek mümkün olmaz. Otobüs uçuruma gidiyor, devlet yıkılıyor. Uçuruma giden otobüsü durdurmak için, ya şoförünü zararsız hâle getirmeli veya otobüsü çalışamaz duruma sokmalıdır. Yani illegal yollarla olsa da, kamu çok zarar görse de, şoförler direksiyondan indirilmelidir) gibi tepki gösterdiler. Bunların maksadı ne olabilir?
CEVAP
Bunların maksatlarının üzüm yemek olmayıp, bağcıyı dövmek olduğu pek açıktır. Yani devleti koruma bahanesi altında, hükümetleri yıkmak ve bir kaos oluşturmak için, kamuya her türlü zararı meşru kabul ediyorlar. Orman yakmaları, topluma bomba atmaları, dükkânları yağma etmeleri, banka soymaları, vandallık yapmaları, uyuşturucu satmaları, anarşi çıkarmaları, fuhşu yaymaları bunlardan birkaçıdır. Milletimizin gözü açıldı, yıkıcı propagandalara rağmen, otobüse de, güvenip inandığı şoförlerine de sahip çıkar. Devletimiz güçlendikçe, bunların yalanlarının, iftiralarının fazla bir önemi olmaz.
Fitneye karışmamalı
Sual: Merhum Hocamıza ve kitaplarına çeşitli yollarla durmadan saldırılıyor, tahrik edici yazılar yazılıyor. Onlara gerekli cevaplar vermemiz uygun değil mi?
CEVAP
Hayır, uygun olmaz. Bu hakaretler, bu yolun şânındandır. Başta Peygamber efendimiz olmak üzere, bütün büyükler bu hakaret ve iftiralara mâruz kalmışlardır. Hattâ şu anda bile Peygamber efendimize yapılanları dünya âlem görüyor. Meyveli ağaç taşlanır. Müşriklerden biri, Resulullah'ı huzurunda kötülerken, Peygamber efendimiz susuyor. Hazret-i Ebu Bekir dayanamayıp ona cevap veriyor. Peygamber efendimiz, hemen dışarı çıkıyor. Hazret-i Ebu Bekir de dışarı çıkıyor, (Yâ Resulallah yanlış bir iş mi yaptım?) diye arz ediyor. Peygamber efendimiz, (Sen cevap vermeye başlayınca melek gitti, şeytan geldi. Şeytanın olduğu yerde durmak istemedim) buyuruyor. Biz de susmalıyız. Hem de bunlara cevap vermek gereksizdir. Çünkü Hocamızın büyüklüğü, kitaplarının üstünlüğü güneş gibi meydandadır, bütün dünya biliyor, tanıyor, savunmaya ihtiyacı yoktur. Tahriklere kapılmamalı. Cevap verilmeye kalkılırsa, onların istediği tuzağa düşülmüş, fitneye alet olmuş olunur. Peygamber efendimiz, (Fitneyi uyandırana lânet olsun) buyuruyor. Onlar kendileri çalsın, kendileri oynasın. Kesinlikle fitneden uzak durmalıdır.
Fitne, Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara, günaha sokmak demektir. (Hadîka)
Kur’an-ı kerimde, fitne kötülenmektedir. Birkaç âyet-i kerime meali:
(Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür.) [Bekara 217]
(Onlar fitne çıkarmak için can atarlar.) [Nisa 91]
(Yeryüzünde fitne fesat çıkaranlara lânet olsun.) [Rad 25]
(Onlara; "Yeryüzünde fitne fesat çıkarmayın" dendiği zaman, "Biz ancak ıslah edicileriz" derler.) [Bekara 11]
Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Fitneden sakının! Söz ile çıkarılan fitne, kılıç ile çıkarılan fitne gibidir.) [İbni Mâce]
(Malı ve canı ile cihad eden, ortalığın karışık olduğu zaman bir kenara çekilip ibadetini yapan ve kimseye zararı olmayan insan, mümin-i kâmildir.) [Hâkim]
(Kıyamet yaklaştıkça fitneler çoğalır. Böyle zamanlarda kenarda kalan, ileri atılandan, oturan ayakta olandan, ayakta olan, yürüyenden, yürüyen de, koşandan hayırlıdır, evinizde oturun, fitneye karışmayın!) [Ebu Davud]
Fitne hakkındaki âyet-i kerime ve hadis-i şeriflere uymalı, hiç cevap vermemelidir. Eden kendine eder.
Sual: Fitne çıkarmak, fitneci gibi tabirler çok kullanılmaktadır. Kısaca fitne ne demektir?
Cevap: Fitne, insanları sıkıntıya sokmak, belalara düşürmek, felaketlere sürüklemektir. Hadis-i şerifte;
(Fitne uykudadır, uyandırana lanet olsun!) buyuruldu.
“Fitne çıkarana Allah lanet etsin!”
Sual: Bir Müslüman, insanları sıkıntıya sokacak, fitneye, karışıklığa sebep olacak işler yapabilir mi ve böyle bir durum olursa, Müslüman nasıl hareket etmelidir?
Cevap: İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabında buyuruyor ki:
“Fitnelerin yayıldığı, fesatların çoğaldığı zamanlar, tövbe ve istiğfar zamanıdır. Kenara çekilmeli, fitnelere karışmamalıdır. Fitneler çoğalıyor. Gün geçtikçe yayılıyor. Peygamber efendimiz buyurdu ki; (Kıyamet yaklaştıkça, fitneler çoğalır. Gece başlarken karanlığın artması gibi olur. Sabah evinden mümin olarak çıkan çok kimse akşam kâfir olarak döner. Akşam mümin iken, gece safalarında imanları gider. Böyle zamanlarda, evinde kapanmak fitneye karışmaktan hayırlıdır. Kenarda kalan, ileri atılandan hayırlıdır. O gün oklarınızı kırınız! Silahlarınızı, kılıçlarınızı bırakınız! Herkesi tatlı dil ile, güler yüzle karşılayınız! Evinizden çıkmayınız!)”
Müslümanlar bu nasihatlere uymalı, sapıkların, din cahillerinin isyana teşvik eden, fitneyi körükleyen zararlı, uydurma kitaplarına aldanmamalıdır. Cihat, devletin, ordunun, düşmanlarla, sapıklarla harp etmesi demektir. Müslüman devlet olsun, kâfir devlet olsun, adil olsun, zalim olsun, kendi devletine isyan etmeye, vatandaş kanı dökmeye, birbirine saldırmaya cihat denmez, fitne, fesat çıkarmak denir. Peygamber efendimiz;
(Fitne çıkarana Allah lanet etsin!) buyurmuştur.
Müslümanlar devlete karşı isyan etmez, fitneye karışmaz, kanunlara karşı gelmez. Ehl-i sünnet âlimleri, siyasete karışmamış, yazıları, sözleri ile devlet adamlarına nasihat vermişler, onlara hak ve adalet yolunu göstermişlerdir. Bazı cahil din adamları, Ehl-i sünnet âlimlerinin yolundan ayrılarak, devlet işlerine karışmış, asıl vazifeleri olan öğrenmek ve öğretmek saadetini ihmal ederek, kendilerine de, Müslümanlara da faydalı olamamışlardır.
Fitne, Müslümanları sıkıntıya sokmaktır
Sual: Fitne ne demektir, ne yapılırsa fitne çıkarılmış veya fitneye sebep olunmuş olur?
Cevap: Bu konuda Hadîkada, fitne anlatılırken deniyor ki:
“Fitne, Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara, günaha sokmak, insanları devlete karşı isyana kışkırtmak demektir. Zalim olan devlete de itaat etmek vaciptir.”
Ayrıca Berîkada da deniyor ki:
“Başınızdaki amir, bir Habeş hizmetçi gibi zelil, adi, aşağı kimse olsa da, İslâmiyete uygun emirlerine itaat vaciptir. İslâmiyete uymayan emirlerine de, fitneye, fesada sebep olmamak için karşı gelmemeli, isyan etmemelidir.”
Din adamlarının insanlara yapamayacakları fetvaları bildirmeleri de fitneye sebep olur. Köylüye ve ihtiyara, tecvitsiz namaz kılınmaz demek böyledir. Çünkü, bunlar artık öğrenemez ve namazı büsbütün bırakır. Halbuki, tecvitsiz namazın caiz olduğuna, fetva verenler vardır. Bu fetva zayıf ise de, hiç kılmamaktan iyidir. Harac, meşakkat olunca başka mezhebi taklit caiz olduğunu düşünerek, cahillere, acizlere zorluk çıkarmamalıdır.
Sual: Fitne ne demektir ve fitne çıkarmak veya fitneye sebep olmak niçin çok tehlikelidir?
CEVAP
İnsanları sıkıntıya, belaya düşürmek, ihtilale sebep olmak, fitne çıkarmaktır. Hadis-i şerifte;
(Fitne, uykudadır. Bunu uyandırana Allah lanet etsin!) buyuruldu.
İnsanları, kanunlara karşı isyana teşvik etmek, fitne olur. Fitne çıkarmak haramdır. Haksız yere adam öldürmekten daha büyük günahtır. Zalim olan devlete karşı isyan etmek de haramdır. İsyan etmenin zararı, günahı, zulmün zararından ve günahından daha çoktur.
İmamın, namaz kıldırırken, sünnet olan miktardan fazla okuyarak namazı uzatması da, fitne çıkarmaktır. Cemaatin hepsi razı olursa, fitne olmaz, caiz olur. Vâizlerin, din adamlarının, cemaatin anlayamayacakları şeyleri söylemeleri ve yazmaları da, fitne olur. Herkese, anlayabileceği kadar söylemelidir.
Müslümanlara yapamayacakları ibadetleri emretmemelidir. Zayıf kavil olsa bile, yapabileceklerini söylemelidir. Emr-i ma'rûf yaparken de fitne çıkarmamaya dikkat etmek lazımdır. Dine ve başkalarına zarar vererek, dünya fitnesine de, sebep olmamalıdır.
Fitne zamânında evinden çıkmamalı, kimse ile görüşmemelidir. Fitneye yakalanınca, sabretmelidir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri, ikinci cildin altmışsekizinci mektubunda buyuruyor ki:
“Sevgili yavrum! Tekrar tekrar yazıyorum ki, şimdi, günahlarımıza tövbe edecek, Allahımızdan af dileyecek zamandayız. Fitnelerin çoğaldığı bu zamanda, eve kapanıp, kimse ile görüşmemelidir. Fitneler, neredeyse yağmur gibi yağarak, her yeri kaplayacak. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kıyamet kopmadan evvel, her yeri fitneler kaplıyacak. Fitnelerin zulmeti, ortalığı karanlık gece gibi yapacak. O zaman, evinden mümin olarak çıkan kimse, akşam kâfir olarak evine dönecek. Akşam mümin olarak evine gelen, sabah kâfir olarak kalkacak. O zaman oturmak, ayakta kalmaktan hayırlıdır. Yürüyen, koşandan daha iyidir. O zaman oklarınızı kırınız! Yaylarınızı kesiniz. Kılınçlarınızı taşa çalınız! O zaman, evinize birisi gelince, Âdem nebinin iki oğlundan iyisi gibi olsun!) Eshâb-ı kirâm, bunu işitince;
- O zamanda bulunacak Müslümanlara ne yapmayı emredersiniz dediklerinde, cevabında;
(Öyle fitne zamanında, evinizden dışarı çıkmayınız!) buyurdu
.
Gariplerin kıymeti
|
Sual: Garibim diye yüzüme bakan yok. Hâlimi hatırımı soran yok. Aç mısın susuz musun diyen yok. N’oldu bize böyle? Garibiz diye ölelim mi?
CEVAP
Garip kimselerin genelde insanların yanında bir kıymeti yoksa da, Allahü teâlânın katında değeri büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Garip, gurbette, Allah yolundaki mücahid gibidir. Gariplere ikram ediniz. Çünkü, kıyamette onların şefaat hakkı vardır. Umulur ki onların şefaati sebebi ile kurtulursunuz.) [Ebu Nuaym]
(Garip, hastalandığı zaman, sağına, soluna, önüne, arkasına bakıp da tanıdık birini görmediği vakit, Allahü teâlâ onun günahlarını mağfiret eder.) [Deylemi]
(Garip iken ölen şehittir.) [İ. Asakir]
(Garibe yardım eden Cenneti hak eder.) [Deylemi]
(Müminin, doğduğu yerin dışında, garip olarak ölmesi nimettir.) [Taberani]
(Gariplerin dost ve yardımcısı Allah ve Resulüdür.) [Tirmizi]
(Garipler, çoğunlukta az olan salihlerdir. Bunları sevmeyen, sevenden çoktur.) [İ. Ahmed]
(Allahü teâlâ buyuruyor ki: büyüklenmeyen, gününü Allah’ı anmakla geçiren, [Allah’ın razı olduğu işleri yapan] günahta ısrar etmeyip istigfar eden, aç doyuran, garibi koruyan, küçüğe merhamet, büyüğe saygı gösterenlerin namazlarını kabul ederim. Böyle bir kimselerin istediklerini veririm, dua ederlerse, dualarını kabul ederim.) [Darekutni]
(Mümin, dünyada gariptir.) [Ebu Nuaym]
Büyükler, (Mal, gurbette vatandır. Fakirlik vatanda gurbettir. Bir kimse, fakirse, nerede olursa olsun gariptir) buyuruyor. Şair de, "Ben gurbette değilim, gurbet benim içimde" diyor. Bu garipliğin sebebi ise, insanlar gittikçe bozulmaktadır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İnsanların en iyisi benim asrımda bulunan müslümanlardır. [Eshab-ı kiramdır]. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenlerdir. [Tabiindir]. Onlardan sonra da en iyiler onlardan sonra gelenlerdir. [Tebe-i tabiindir]. Onlardan sonra gelenlerde yalanlar yayılır. Bunların sözlerine, işlerine inanmayınız.) [Buhari]
(Kıyamete yakın ilim azalır, cehalet artar.) [İbni Mace]
(Bu din garip olarak başladı, sonu da garip olur. Halkın bozduğu sünnetimi düzelten gariplere müjdeler olsun!) [Tirmizi]
(Bir zaman gelir, sünnetim unutulur, bid'atler yayılır. Sünnete uyanlar garip olur, yalnız kalır. Bid'atçiler, kendilerine çok arkadaş, yardımcı bulur. O zamandaki müslümanlar, sudaki tuz, sirke içindeki kurtçuk gibi zor şart altında yaşarlar, dinlerini korumaları güçleşir, Avuçtaki ateş koru gibi, bırakırsa söner, tutarsa elini yakar.) [Şir’a]
(Garipler dörttür: Zalimin göğsündeki Kur'an, içinde namaz kılınmayan mescid, bir evdeki okunmayan mushaf, kötü kimseler arasında bulunan salih kişi.) [Deylemi]
(İki garip şey var: Biri sefih [keyfine düşkün] kimseden çıkan "hikmetli sözü" ki onu kabul edin. Diğeri hikmet ehlinden çıkan sefih sözü, ki onu affedin. Zira hiçbir hikmet ehli yoktur ki, ayağı sürçmesin ve tecrübe sahibi olmasın.) [Deylemi]
(Hakkın peşinde olmak, garip ve yalnız kalmak demektir.) [İbni Asakir]
.
Gereksiz sual sormak
|
Sual: Çok sual soruyoruz. Her suali sormanın sakıncası var mıdır?
CEVAP
Sırf öğrenmek niyetiyle Allah rızası için faydalı olan her suali sormak caizdir. (Hazret-i İbrahim’in kestiği koçun etini kim yedi?), (Falanca âlimin anasının adı nedir?), (Hazret-i Yunus’u yutan balık, erkek miydi?) gibi sualler soruluyor. İnsanın, bilmesi gerekmeyen şeyleri sorması mekruhtur. Âlimler buyuruyor ki: Öğrenilmesi emredilmemiş olan şeyleri sormak caiz değildir. Mesela Hazret-i Lokman peygamber midir? Cin, insanlara nasıl görünür gibi şeyler sormamalı, çünkü bunları öğrenmekle emrolunmadık. (Tahtavi)
Bugün çok kimse, ehl-i sünnet itikadını bilmiyor. Öğrenmesi farz-ı ayn olan bilgilerden habersizdir. Faiz çeşitlerini, hatta yemeğin farzlarını bile bilmez iken, dünya ve ahirette gerekmeyen şeyleri soruyor. Bilinmesi gerekmeyen sorulmamalıdır.
Kötü niyetle sual sormak
Kötü maksatlılara ilim öğretmek yanlıştır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İlmi, ehli olmayana öğretmek onu kaybetmek demektir.) [İbni Ebi Şeybe]
Suali de uygun sorabilmek, o kişinin ilmini gösterir. Hadis-i şerifte, (Güzel sual sormak, ilmin yarısıdır) buyuruldu. (Taberani)
Kendisine farz-ı ayn olan faydalı sualleri sormak gerekir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İlim hazinedir. Anahtarı sual sormaktır. Sual sorun ki, Allahü teâlâ sizlere merhamet etsin. Çünkü sual sormakla dört kişi mükafat alır: Soran, cevap veren, dinleyen ve bunları seven.) [Ebu Nuaym]
Faydalı bir sual sorana cevap vermemenin vebali büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Âlimin bildiğini söylememesi, cahilin de bilmediğini sormaması helal değildir. Çünkü Allahü teâlâ, “Bilmiyorsanız, ilim ehline sorun” buyurdu.) [Taberani]
(İlmini başkasına bildirmeyen, hazineyi gömüp kimseye yardım etmeyene benzer.) [Taberani]
(İlmini gizleyene, denizdeki balıklardan, gökteki kuşlara kadar her şey lanet eder.) [Darimi]
(İlmini gizleyen kimseye, kıyamette ateşten gem vurulur.) [Taberani]
İlim sahibi biliyorsa söylemeli, bilmiyorsa bilmiyorum demelidir. Fetva vermenin mesuliyeti çok büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bilmiyorum demek ilimdendir.) [İbni Mace]
(Âlimim diyen kimse cahildir.) [Taberani]
(Bilmeden fetva verene, yer ve gökteki melekler lanet eder.) [İbni Lal, İ. Asakir]
(Ehli olmadan yanlış fetva veren, hainlik etmiş olur.) [Ebu Davud, Hakim]
(Ben bilirim) demek doğru değildir. Kur’an-ı kerimde de mealen buyuruldu ki:
(Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen vardır.) [Yusuf 76]
Âlimler buyuruyor ki:
(Allah rızası için, bilmediği bir hususta susanın aldığı sevap, bildiği hususta konuşanın aldığı sevaptan az değildir. Zira cehaleti kabul etmek nefse çok ağır gelir.) [Şabi]
(Bir âlim, “Bilmiyorum” derse, şeytan kahrolur ve, “Âlimin susması, konuşmasından daha zararlı oluyor” der.) [İbrahim Edhem]
(Hakiki âlim, suale cevap verirken, kıyamette “Bu cevabı hangi kitapta buldun” diye sorulacağından korkan zattır.) [H.Nişapuri]
Suali, muteber eserlerden nakledenlere sormalı, kendi anladığını din kabul eden sapıklara sormamalıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İlim de, namaz da dindir. Bunun için ilmi kimden aldığınıza, namazı nasıl kıldığınıza iyi bakın. Kıyamette bunlardan sorguya çekileceksiniz.) [Deylemi]
(Ahir zamanda, âlim azalır, cahillik artar. Âlim kalmayınca da, cahil ve sapık din adamları, yanlış fetva vererek fitne çıkarır, hem kendilerini, hem de başkalarını saptırırlar.) [Buhari]
(Bir zaman gelecek, o zamanın fakihleri, ince ve karışık meseleleri ele alıp, halkı şaşırtacaklardır. İşte bunlar, ümmetimin en kötüleridir.) [Taberani]
(Cehennem zebanileri, günahkâr hâfızlara, puta tapanlardan daha çok azap yapar. Çünkü bilerek yapılan günah, bilmeyerek yapılan günahtan daha kötüdür.) [Taberani]
(Ümmetim, kötü din adamlarından çok zarar görecektir.) [Hakim]
Şu halde, lüzumsuz sual ve başka maksatlarla sual sormak doğru değildir. İmtihan gayesiyle karşısındakini sıkıştırmak için sual sormak da uygun değildir. Hadis-i şerifte, (Öğrenmek için sual sorun! Kötü maksatla sual sormayın!) buyuruldu. (Deylemi)
Sual sormanın sevabı
Sual: Gazetelerdeki veya radyolardaki hocalara sual sormanın vebali var mıdır?
CEVAP
İşe yaramayan lüzumsuz suallerin vebali olur. Ama lüzumlu sual sormak çok sevaptır. Çünkü hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(İlim, hazinedir. Anahtarı sual sormaktır. Sual sorun ki, rahmete kavuşun. Sual sormakla dört kişi sevap alır:
1- Sual soranlar.
2- Cevap verenler.
3- Dinleyenler. [Gazetelerde, maillerde bunları okuyanlar, Radyolarda ise dinleyenler.]
4- Bunları sevenler. [Adam gazete alamıyordur, yahut bilgisayarı maili yoktur, okuyamıyordur. Radyoyu o saatte dinleyemiyordur. Ama gazete alsaydım veya benim de bilgisayarım olsaydı da bu sual cevapları okusaydım, yahut radyoda konuşulurken o saatte müsait olsaydım da dinleseydim diyenler diğerleri gibi sevaba kavuşur. Mesela Osman Ünlü hoca konuşuyor, dinleyemiyorsak, ama (Ne iyi nakle uygun suallere cevap veriliyor, Osman hocadan ve Osman hocaya o imkanı verenlerden Allah razı olsun) denirse, sevapta ortak olur.
Sual sorarken
Sual: Bazı kimselere verdiğiniz cevaplarda, (öyle sual olmaz) diyorsunuz. Nasıl sual sorarsak uygun olur? Birkaç örnek verir misiniz?
CEVAP
Sual sorarken, az çok o konuda bilgi sahibi olmak gerekir. Hiç bilmeden sual olmaz. Mesela (Gazoz ağacı hangi mevsimde budanır, budanan yerlere davul tozu mu ekilir?) diye bir sual sorulmaz. Peygamber efendimiz, (Güzel sual sormak, ilmin yarısıdır) buyurmuştur. Güzel suali, ilim sahibi sorar.
Şimdi birkaç yanlış sual ile doğrusunu bildirelim:
(Kedi, köpek, ayı, çeşitli haşaratlar neden haramdır? Çinliler yiyor hiç hastalanmıyor) deniyor. Haram olması illa hastalanmayı gerektirmez. Besmelesiz kesilen kuzu eti de haramdır. Bir damla idrar, bir yudum şarap da haramdır. Ama içilirse vücuda bir zararı olmaz. Din haram etmişse, niye haram denmez.
(Akşam namazı niye üç rekattır? Bazen iki bazen dört kılsak ne sakıncası olur) deniyor. Dört veya iki kılınırsa hiç kabul olmaz. Dinin emri değiştirilmiş olur. Herkes aklına göre dini değiştiremez, o zaman ortada din kalmaz, şahısların yaptıkları uyduruk bir şey olmuş olur. Niye üç rekattır, iki olsa ne çıkar denmez. Dinin emrinde hikmet, sebep aranmaz, niye böyle yapılıyor denmez. Allahü teâlâ öyle bildirmiş, öylesi uygundur.
(Niye zekâtı kırkta bir veriyoruz da otuzda bir vermiyoruz) deniyor. Böyle sormak da yanlış. Zekât, şu mallardan yüzde kaç veriliyor diye sorulur.
Bir de yuvarlak soru soruluyor. Sual net anlaşılmalı. Mesela, (Bir kimse bir haram işlese cezası nedir) deniyor. Yüzlerce haram var. Bir de haramın birbirine göre şiddetlisi var. Mesela yabancı kadına bakmak haram, gidip öpmek haram, zina etmek de haram, ama aralarında çok fark var. Onun için hangi haram ise, şu haramı işlese cezası nedir diye sormak gerekir.
(Bir kimse bir küfür söz söylese nasıl tevbe eder) deniyor. Bir kere o söz küfür mü değil mi? Ona göre küfür olabilir yani o küfür zannedebilir. Onun için önce o sözü yazmalı; bu söz küfür mü demeli, sonra da, küfürse tevbesi nasıl olur diye sormalı.
Bir de yanlış olarak, (Ele kolonya, idrar sürülünce, bunların abdesti bozmadığını ispat eder misiniz) deniyor. Abdesti bozmayan binlerce, milyonlarca iş var. Bozanlar ise yedi tanedir. Bildirilen yedi maddenin dışındakiler abdesti bozmaz.
Yine, (Şu gıdada domuz yağı olmadığını ispat eder misiniz) deniyor. Bir şeyin yokluğu değil, varlığı ispat edilir. Eğer içinde domuz yağı olduğuna dair elimizde bir bilgi yoksa temiz kabul edilir.
Yine aynı bozuk mantıkla, (Falan şahıs hırsızdır, hırsız değilse ispat edin) deniyor. Bu da yanlış bir soru. Hırsız olmayan hırsız olduğunu ispat edemez. Ona kim hırsız demişse, nereden ne çaldığını onun ispat etmesi gerekir. Aksi taktirde, iftiraya uğrayan kimse, suçsuzluğunu ispat edemez.
Bunun gibi, (Sigaranın haram olmadığını ispat edin) denmez. Haram olduğu hangi muteber kitapta yazıyorsa, iddia edenin bunu ispat etmesi gerekir. Mubah diyene böyle bir şey söylenemez.
Bir de, tenkit ederken, (Siz yanlış söylüyorsunuz, herkes başka türlü söylüyor) deniyor. Bu da çok yanlış. (Siz şöyle diyorsunuz, halbuki falanca muteber kitabın falanca sayfasında böyle deniyor) denirse, ancak o zaman ilmi tenkit olur. Sadece, (Sizin bildirdiğiniz yanlış) demek yersizdir.
Sual: Maillerle ve telefonla çok sual soruyoruz. Bunun mahzuru oluyor mu?
CEVAP
Sitemizde, hemen her konuda, hatıra gelebilecek bütün dini suallerin cevapları vardır. 30 yıllık bir çalışmanın ürünüdür. Yeni arama özelliği sayesinde, aranılanı bulmak, daha da kolaylaşmıştır. İmkanı olan, oradan bakmalı, cevabını bulamazsa o zaman sormalıdır. Mesela ana baba hakkı ile ilgili bilgi almak istiyorum deniyor. Orada kaynakları ile birlikte cevaplar vardır. Önce sitemize bakmalı, bulunamazsa bize sormalı. Biz yerini bildiririz..
Gıybet etmek
|
Sual: Gıybet nedir?
CEVAP
Belli bir mümin veya zimmi kâfirin aybını, onu kötülemek için arkasından söylemek, gıybet olur. Gıybet, haramdır. Dinleyen, o kimseyi tanımıyorsa, gıybet olmaz.
Gıybet olunan kimse, bedeninde, nesebinde, ahlakında, işinde, sözünde, dininde, dünyasında, hatta elbisesinde, evinde, hayvanında bulunan bir kusur, arkasından söylendiği zaman, bunu işitince üzülürse, gıybet olur. Duyunca üzüleceği bir sözü yüzüne karşı da söylemek günahtır.
Kapalı söylemek, işaret ile, hareket ile bildirmek, yazı ile bildirmek de, hep söylemek gibi gıybettir.
Bir müslümanın günahı ve kusuru söylendiğinde, hâfızların, din adamlarının, (Elhamdülillah, biz böyle değiliz) demeleri, gıybetin en kötüsü olur. Birinden bahsedilirken, (Elhamdülillah, Allah bizi hayasız yapmadı) gibi, onu kötülemek, çok çirkin gıybet olur. (Falanca kimse çok iyidir, ibadette şu kusuru olmasa, daha iyi olurdu) demek de gıybet olur.
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Birbirinizi gıybet etmeyiniz.) [Hucurat 12]
Gıybet, adam çekiştirmek demektir. Birini gıybet etmenin, ölmüş insanın etini yemek gibi olduğu bildirildi. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Miraca çıkarıldığımda, bakırdan tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan kimseler gördüm. "Bunlar kim" dedim. Cebrail aleyhisselam, "Gıybet ederek insanların etini yiyen, şahsiyetlerini zedeleyen kimselerdir" dedi.) [Ebu Davud]
(Kıyamette bir kimse, sevap defterinde, yapmadığı ibadetleri görür. "Bunlar seni gıybet edenlerin sevaplarıdır" denir.) [Harâiti]
(Bir cemaat içinde bulunurken, bir kimse hakkında gıybet edildiğini görürsen, o kimse için yardımcı ol. Ve cemaatı da ondan men etmeye çalış veya oradan kalk git.) [İ.Ebiddünya]
(Din kardeşinin yüzüne söylemekten hoşlanmayacağın şey gıybettir.) [İbni Asakir]
(Bir kimsenin yanında din kardeşi gıybet edilir de, yardıma muktedirken ona yardım etmezse, Allahü teâlâ o kimseyi dünya ve ahirette rezil eder.) [İbni Ebiddünya]
(Bir kimsenin malı az, çoluk çocuğu çok, namazı güzel olursa ve müslümanları gıybet etmezse, kıyamette onunla yan yana oluruz.) [Hatib]
(Falancanın boyu kısadır) diyen birine, Peygamber efendimiz, (Bu sözün denize atılsa, denizi kokutur) buyurdu. (Tirmizi)
Gıybet, insanın sevaplarının azalmasına, başkasının günahlarının kendine verilmesine sebep olur. Bunları her zaman düşünmek, gıybet etmeye mani olur. (İslam Ahlakı)
Gıybetin zararı
Sual: Gıybetten kurtulmak mümkün müdür?
CEVAP
Evet, gıybeti ve zararını bilen gıybetten kaçıp kurtulur. Mesela yılanı ve zararını bilen, yılanla oynar mı? Yılanı koynuna alıp yatar mı? Gıybetten kurtulmak için:
1- Gıybetin zararını düşünmeli! Gıybet sebebiyle, sevaplarının gideceğini, hatta gıybet ettiği kimsenin günahlarını da yükleneceğini bilmelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kıyamette, sevap defteri açılan bir kimse, "Dünyada iken, şu ibadetleri yapmıştım, burada yazılı değil" der. "Onlar, silinip gıybet ettiklerinin defterlerine yazıldı" denir.) [İsfehani]
2- Gıybet, dünyada da alında bir kara lekedir! Kendine dedikoducu dedirtmemelidir. Çünkü Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Gıybet edeni dinleyen de günahta ortaktır.) [Taberani]
3- Bir kimse, başka birine kırgınsa, onu kötülemeye çalışır, gıybetini eder. Başkasına kızıp da kendini Cehenneme atmanın ahmaklık olduğunu bilen, gıybet etmez. Gıybet etmekle, ona zarar vermiş olmuyor, kendini felakete atıyor. Üstelik sevmediği kişinin günahlarını alıp, yerine kendi sevaplarını veriyor.
4- Bazen topluluktakileri memnun etmek, onları güldürmek için gıybet edilir. İnsanları memnun etmek için, Allahü teâlânın gazabına maruz kalmayı istemek ne kadar yanlıştır.
5- Gıybet eden, övülmeyi, herkesin kendisinden bahsetmesini ister. Bu bakımdan kendini övmek için dolaylı yolları seçer. Mesela, (Falanca çok geçimsizdir) der. Bu, (Ben geçim ehliyim) demektir. Cömert olduğunu bildirmek için, (Falanca çok cimridir) der. Eğer böyle gıybet edeni dinleyen, akıllı biri ise, kendini bu şekilde övene hiç değer vermez, onun değersiz olduğunu anlar. Bunları dinleyen akıllı değil de, cahil, ahmak biri ise, gıybet ettiği için ona değer verse, ne çıkar? Kazancı ne olur?
6- Başkalarını gıybet edip kusur araştıran kimse, kendi kusurlarını göremez. Halbuki kendi kusurları ile meşgul olan başkalarının kusurlarını göremez. Başkalarının kusurları ile uğraşan birinin, kendi kusurunu görmeyen zavallı bir ahmak olduğu anlaşılır.
7- Kıskanç olan, mal sahiplerini kötüler. (Malı çok ama yemesini bilmez, cimrinin biridir) der. Yahut mevki sahibi için, (Müdür oldu diye kendini bir şey zannediyor) der. Böyle söylemekle, gıybet edilenin ne malı azalır, ne de makamı elden gider. Buna rağmen kıskançlık ateşi, söyleyeni yakıp kavurur. Üstelik, gıybet günahına girdiği için sevaplarını sevmediği kimseye vermeye mahkum olur.
Sual: Dini bir meseleyi öğrenmek için, (Beyim şunu yapıyor, caiz midir?) diye soruyorum. Beyimi gıybet etmiş oluyor muyum?
CEVAP
Hayır. Fakat beyinden bahsetmeyip, (Bir erkek hanımına şöyle yapsa caiz olur mu?) diye sormak daha uygun olur.
Sual: İstişare edene, (O erkeğin veya kızın şu kusuru vardır) demek, yahut, (O malı alma, şu kusuru var) demek gıybet olur mu?
CEVAP
Gıybet olmaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Facirin hâlini anlatmaktan çekinmeyin ki halk, onun zararından korunsun.) [Taberani]
Sual: Meşhur lakabı ile bilinenden bahsederken, mesela (Kara Bülent) demek gıybet olur mu?
CEVAP
Bu lakabı ile çağırılınca üzülmüyorsa gıybet olmaz.
Sual: Arkadaşımı, kötü arkadaşlardan korumak için, (Falan kumarbazdır, diğeri de sarhoştur) demek gıybet olur mu?
CEVAP
Gıybet olmaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Hayasızdan bahsetmek gıybet olmaz.) [İ.Adiy]
Sual: Birini kasdederek kaş göz hareketi yapmak günah mıdır?
CEVAP
Eğer o, o hareketten dolayı üzülürse gıybet olur, günah olur. Üzülmezse hoşlanırsa günah olmaz, caiz olur.
Sual: Hükümetteki insanlar hakkında konuşmak gıybet olur mu?
CEVAP
Açıkça yanlış yapıyorlarsa söylemek caizdir.
Sual: Savunanlara karşı, cahil şeyhlerin yanlışlıklarını söylemek, kötülemek gerekmez mi? Müslümana bunu bildirmek gıybet olur mu?
CEVAP
Onların liderleri yanlarında kötülenirse, onlar da ehl-i sünnet âlimlerine hücum eder. Buna sebep olmamak lazım. Kendi aranızda kötülükleri söylenir. Zararlarından korunmaya çalışılır. Kötülerin zararından korunmak için kötülüğünü söylemek gıybet olmaz.
Gıybet zinadan kötüdür
Sual: Gıybetin zinadan kötü olduğunu bildiren hadise uydurma diyorlar. Bu hadis din kitaplarında yok mudur?
CEVAP
O hadis-i şerifin meali şöyledir:
(Gıybetten sakının; çünkü gıybet zinadan daha şiddetlidir. Kişi zina edip tevbe eder de, [bir daha yapmazsa], Allahü teâlâ onun tevbesini kabul eder. Gıybet edilen, gıybet edeni affetmedikçe, affolmaz.) [İbni Ebid-Dünya, Deylemi, Taberani, Beyheki, Tergib ve Terhib, İ. Şarani, İ. Gazali]
İslam âlimlerinin kitaplarında bulunan hadis-i şeriflere itiraz edilmez, dil uzatılamaz. Ancak acaba açıklaması nasıldır, âlimlerimiz ne bildirmişlerdir diye sorulabilir.
Bir âyet-i kerime meali de şöyledir:
(Fitne, katillikten daha kötüdür.) [Bekara 191]
Âyet-i kerimede fitnenin adam öldürmekten daha büyük günah olduğu bildiriliyor. Fitne nasıl olur da katillikten daha kötü denmediği gibi, gıybet nasıl olur da zinadan daha kötüdür denmez. Adam öldürmek bir suç ise, fitne bir çok suçlara sebep olabilir. Fitnenin, birçok anlamı vardır. Daha çok küfür, bozgunculuk, bölücülük, bela, imtihan gibi anlamlara gelir. Fitne, bir çok müslüman kanı dökülmesine veya bir müslüman ülkenin küffârın eline geçmesine sebep olabilir.
Bir kimse, nefsine, şeytana ve kötü arkadaşa uyup zina etmişse, sonra pişman olup bir daha yapmamışsa, Allahü teâlâ onun tevbesini kabul eder. Ama gıybet, söz taşımak, bir çok fitnelere sebep olabilir. Gıybete kolayca girildiği, zararının sınırı olmadığı için bu şiddetli bir ikazdır.
Gıybet, Kur'an-ı kerimde, ölü kardeşinin etini yemeye benzetilmiştir. Bir âyet meali:
(Birbirinizin kusurunu araştırmayın, arkasından çekiştirmeyin, gıybet etmeyin. Kim ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır? Bu tiksindiricidir. O halde Allah'tan korkun.) [Hucurat 12]
Gıybet, söz taşımak ve diğer günahlardan kaçınmak, nefs ile cihad olup, cihad-ı ekber olarak bildirilmiştir. Gıybetin verdiği zararlar hakkında hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Miracda göğüslerinden asılarak azap edilenleri gördüm. “Bunlar, kaş göz işaretiyle alay ve gıybet edenlerdir” dendi. Nitekim Kur’anda, [mealen] şöyle buyuruluyor: (İnsanları arkadan çekiştirip, kaş göz ile alay edenlerin vay haline!) [Hümeze1] (Beyheki)
(Miracda, Cehennemde kokmuş leş yiyenlerin kim olduğunu sordum. “Bunlar, gıybet ederek insanların etlerini yiyenlerdir” dendi.) [I. Ahmed]
(Gıybet ve kovuculuk, kişinin imanını zayıflatarak yok eder.) [İsfehani]
(Cehennemden en son çıkan, gıybetten tevbe edendir. Cehenneme ilk giren, gıybetten tevbe etmeden ölendir.) [R.Nasıhin]
(Gıybet, etmek leş yemekten daha kötüdür.) [İ.Hibban]
(Biri için söylenen kusur, onda varsa, gıybettir, yoksa iftira olur.) [Müslim]
(Gıybet edenin duası kabul olmaz.) [Şir’a]
(Gıybet eden Cehennemliktir.) [İsfehani]
(Dört kişinin, çektikleri şiddetli azaptan, Cehennemdekiler rahatsız olur. Biri, ateşten bir tabut içindedir, ikincisi bağırsaklarını yerde sürür, üçüncüsü kan ve irin kusar, dördüncüsü kendi etini yer. İlki borçlu olarak öldü. İkincisi idrardan sakınmazdı. Üçüncüsü, müstehcen konuşurdu. Dördüncüsü, gıybet ve kovuculuk ederdi.) [Taberani]
(Beş şey oruç ve abdestte hayır bırakmaz: Yalan, gıybet, söz taşıma, şehvetle harama bakmak, yalan yere yemin etmek.) [Deylemi]
(Oruç, ateşe kalkandır. Gıybetle parçalanmadıkça korur.) [Buhari]
(Gıybet yapmayan Allahü teâlânın güvencesindedir.) [İbni Huzeyme]
(Leş yemek, gıybet ederek, arkadaşının etini yemekten daha hafiftir.) [Ebuşşeyh]
Yeni defnedilen iki ölü için Resulullah efendimiz buyurdu ki: (Şimdi onların kabirleri ateşle dolduruldu, azap içindedir. Feryatlarını insan ve cinden başka her mahluk işitti. Eğer gizleyebilseydiniz, benim işittiklerimi siz de işitirdiniz. Bunlardan biri, idrardan sakınmazdı, öteki de, insan eti yerdi [gıybet ederdi].) [İ.Ahmed, İbni Cerir]
Resulullah gıybet edene, (Tevbe et, kardeşinin etini yedin) buyurdu. (Taberani, İ. Ebi Şeybe)
Suç işleyerek cezalandırılan birini gıybet edenlere, Resulullah efendimiz, (Şu eşeğin leşinden yiyin. Gıybet etmek, şu eşek leşini yemekten daha kötüdür) buyurdu. (İbni Hibban]
Netice: Resulullah efendimizin (Vârislerim) dediği, Allahü teâlânın güvendiği zatlara yani İslam âlimlerine karşı en azından edebi muhafaza etmeli, din düşmanlarına aldanıp suizan etmemeli. Allahü teâlânın, dinini, soysuzlara karşı bu mübarek zatlar vasıtasıyla muhafaza edip, yaydığını unutmamalı.
Gıybetin kefareti
Gıybet etmenin kefareti, üzülüp tevbe etmek ve helalleşmektir. Pişman olmadan helalleşmek, riya olur, ayrı bir günah olur. Gıybet, üç türlüdür:
1- (Bu gıybet değil, onda olan şeyleri söyledim) demek. Böyle söylemekle, harama helal demiş olur ki, çok tehlikelidir.
2- Gıybet olunan, bunu duymuşsa, tevbe etmekle affedilmez. Onunla helalleşmek de gerekir. Bir hadis-i şerif meali: (Gıybetini yaptığı kişi, gıybet edeni affetmedikçe, mağfiret olunmaz.) [Deylemi]
3- Gıybet olunanın bundan haberi yoksa, tevbe ve istigfar etmekle ve ona hayır dua etmekle affolur. (Ya Rabbi beni de, gıybetini ettiğim kişiyi de affet) diye dua etmelidir! İki hadis-i şerif meali :
(Gıybetin kefareti, gıybet edilenin mağfireti için dua etmektir.) [İbni Lâl]
(Gıybet eden, gıybet edilen için mağfiret dilerse gıybet günahına kefaret olur.) [Hatib]
İhtiyaç halinde gıybeti caiz olanlar
1- Bir haksızlığı, bir yolsuzluğu şikayet için, ilgili mercilere bildirmek.
2- Etkili ve yetkili birine, (Falanca, gayrimeşru iş yapıyor, buna mani olun) demek.
3- Bid'at sahibi ile gezen birine, (Onunla gezme, o mezhepsizdir) demek.
4- Şahitlikte, (Falanca şöyle yaptı) demek.
5- İnsanları, açıktan günah işleyenlerden korumak için, mesela (O kumarbazdır) demek.
6- Müslümanları, bid’at ehlinin zararlarından korumak için, bunların kitaplarının ve yazılarının bozukluğunu, sözle veya yazı ile bildirmek. [Bunu yapmak, aynı zamanda dinin emridir.]
Sual: Helal edeceği bilinse, ana babanın gıybeti caiz midir?
CEVAP
Caiz değildir, günahtır, helâlleşmek gerekir. Ana baba hakkını helâl etse de, gıybet etmek günah olduğu için, ayrıca tevbe etmek de gerekir.
Sual: Kâfiri gıybet etmek de haram mıdır?
CEVAP
Zimmi kâfiri gıybet etmek haramdır, harbi kâfiri gıybet etmek caizdir. Şimdi dünyada zimmi kâfir yoktur. Kim olursa olsun, ağzımızı gıybete alıştırmamalıyız.
[Halifelik döneminde, İslam devletinde yaşayıp, cizye ve haraç veren kâfire zimmi, kendi ülkesinde yaşayan, İslam devletine bağlı olmayan kâfire de harbi denirdi.]
Gıybet edilince
Sual: Bir kimsenin gıybet ettiğini görünce ne yapmalıyız?
CEVAP
Söyleyince kabul edecek biriyse mani olmalı, böyle değilse konuyu değiştirmeye çalışmalı veya orayı terk etmeli. Bunlar da mümkün olmazsa, kalben gıybete razı olmamalıdır.
Gıybet, üç çeşittir
Sual: Helalleşmeden affa uğrayan gıybet var mıdır?
CEVAP
Gıybet üç türlüdür:
1- Küfür olan gıybet:
Gıybet edip, (Benimki gıybet değil, onda olanları söyledim) derse, haram olan gıybete helal dediği için küfür olur. Zaten gıybet, onda olanı söylemektir. Onda olmayanı söylemekse iftiradır, daha büyük günahtır. Küfürden tevbe eder gibi, tevbe etmesi gerekir.
2- Duyulan gıybet:
Yaptığı gıybeti, gıybet edilene duyurmaktır. Büyük haram olur. Tevbe etmekle affedilmez, onunla helalleşmek de lazım olur.
3- Duyulmayan gıybet:
Gıybet olunanın bundan haberi olmaz. Tevbe ve istigfar etmekle ve ona hayır dua etmekle affolur. (Berika)
Gıybetle deşarj olmak
Sual: Deşarj olmak, rahatlamak gibi faydalı bir niyetle gıybet etmek caiz olur mu?
CEVAP
Deşarj olmak için gıybet etmek caiz olmaz. Zaten herkes deşarj olmak için gıybet eder. Bütün günahlar da buna benzer, deşarj olma isteğinden kaynaklanır. Nefsin gıdası günahlar olduğu için, günah işleyince nefsimiz rahatlar. Hâlbuki salihler günahtan rahatsız olurlar, çünkü günahlar, nefsin gıdası ve kalbin zehridir.
Gıybet edilen kimse, bu konuşmalardan hoşlanmazsa, duyunca üzülecekse gıybet olur. İhtiyaç halinde gıybet caiz olur. Birkaç örnek verelim:
1- Bir haksızlığı, bir yolsuzluğu şikâyet için, ilgili mercilere bildirmek.
2- Etkili ve yetkili birine, kötülüğe mani olması için, (Falanca, gayri meşru iş yapıyor) demek.
3- Bid'at sahibiyle gezen birine, (Onunla gezme, o mezhepsizdir) demek.
4- Şahitlikte, (Falanca şöyle yaptı) demek.
5- İnsanları, açıktan günah işleyenlerden korumak için, mesela (O kumarbazdır) demek.
6- Gıybet edileni bir zarardan önlemek için, bunu önlemeye gücü yeten birine onun yanlış işlerini söylemek. Mesela, sigara veya bira içen çocuğun babasına gidip durumu bildirmek, babası da, onu önleyecek güçte ise, bu şikâyet çocuğun faydasına olacağı için caizdir.
7- Müslümanları, bid’at ehlinin zararlarından korumak için, bunların kitaplarının ve yazılarının bozukluğunu, sözle veya yazıyla bildirmek. [Bunu yapmak, aynı zamanda dinin emridir.]
Yukarıdakilere benzer bir fayda olmadan, sırf deşarj olmak için gıybet caiz olmaz.
Ana babayı gıybet
Sual: Helal edeceği bilinse, ana babanın gıybeti caiz midir?
CEVAP
Caiz değildir, günahtır, helâlleşmek gerekir. Ana baba hakkını helâl etse de, gıybet etmek günah olduğu için, ayrıca tevbe etmek de gerekir.
Ölüyü kötülemek
Sual: (Ölüyü kötülemek gıybettir, günahtır) deniyor. Mesela bid’at ehli veya kâfir bir yazar yanlış şeyler yazıp ölse, onun yanlışlarını söylemek gıybet mi oluyor?
CEVAP
Hayır, günah olmaz. Ölüyü değil, ölülerimizi, yani Müslüman ölüleri kötülemek bildiriliyor. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ölülerinizin iyiliklerini söyleyin, kötülüklerinden bahsetmeyin!) [Tirmizî]
Dirileri kötülemek de caiz değil, ama dirilerle helalleşme imkânı vardır, ölüye göre biraz daha hafiftir.
Dine aykırı yazı yazan ölü veya diri Müslümanın da, bu hatasını bildirmek gıybet olmaz. Gıybet nedir, ne değildir?
Gıybet, bir Müslümanın gizli bir kusurunu arkasından söylemektir. Kâfirlerin ve açıkça günah işleyen Müslümanların bu günahlarını bildirmek, Müslümanlara zulmedenlerin ve alışverişte onları aldatanların yaptıkları bu kötülükleri duyurmak, Müslümanları bunların şerrinden sakındırmak, Müslümanlığı yanlış anlatanların ve yazanların bu iftiralarını da söylemek gerektiğinden, gıybet olmaz. (Redd-ül-muhtar)
Dinsizin gıybeti
Sual: Bir ateist için, (Şu dinsizdir) demek gıybet olur mu?
CEVAP
Dinsizin zararından korunmak için, (Falanca dinsizdir, şunları yapar) gibi sözler söylemek gıybet olmaz. Yani dinsizliği açıksa, dinsize dinsiz demek gıybet olmaz. Diğer açık işlenen günahların hepsi böyledir. Bir yazar, çıkıyor, (Ben mezhebe uymam) diyorsa, ona mezhepsiz demek gıybet olmaz.
Gıybet edeni tanımamak
Sual: Bir arkadaşın aleyhinde birine bir şey anlatıyorum. Anlattığım arkadaş, gıybetini yaptığım kişiyi hiç tanımıyor. Sadece ben tanıyorum. Gıybet günahı yalnız bana mı olur?
CEVAP
Gıybet edileni tanımadığı için arkadaşınıza günah olmadığı gibi, size de günah olmaz. Gıybet edileni o da tanısaydı, ikinize de günah olurdu.
Gıybet olmaz
Sual: Dini yanlış anlatan bir yazarın, dine aykırı yazıları hakkında, (Yanlış yazıyor) diye konuşmak gıybet olur mu?
CEVAP
Müslümanlığı yanlış anlatanların ve yazanların bu iftiralarını söylemek lâzımdır. Bunlar gıybet olmaz. (Redd-ül-muhtar)
Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ortalık karışır, yalanlar yazılır, âdetler ibadetlere karıştırılır ve Eshabıma dil uzatıldığı zaman, doğruyu bilenler herkese bildirsin! Allahü teâlânın, meleklerin ve bütün insanların laneti, doğruyu bilip de, gücü yettiği halde bildirmeyene olsun.) [Deylemi]
Gıybeti affettirmek için
Sual: Bir kimseye, yaptığımız gıybetimiz ulaşmazsa, tevbe etmek yeter mi? Yine de helâlleşmek gerekir mi?
CEVAP
Gıybet edilen kişi, yaptığımız gıybeti duymamışsa, tevbe ve istigfarda bulunmakla ve ona hayır dua etmekle bu günahımız affolur. (İslam Ahlakı)
(Ya Rabbî beni de, gıybetini ettiğim kişiyi de affet!) diye dua etmelidir! İki hadis-i şerif:
(Gıybetin kefareti, gıybet edilenin mağfireti için dua etmektir.) [İbni Lâl]
(Gıybet eden, gıybet edilen için mağfiret dilerse gıybet günahına kefaret olur.) [Hatib]
Gıybetimizi duymuşsa, bunun kefareti, üzülüp tevbe etmenin yanında gidip onunla helâlleşmektir. Pişman olmadan helâlleşmek, riya olur, ayrı bir günah olur. Tevbe edip gıybetini yaptığımız kimseyle helâlleşmekle, gıybet günahından kurtuluruz. Gıybetini yaptığımız kimseyle helâlleşirken, üzgün ve pişman olmalıyız. Çünkü riyakâr bir kimse, bazen pişmanlık duymadan gıybetini yaptığı kimseden, takva ehli olduğunu göstermek için helâllik ister. Böylece ikinci bir günah işlemiş olur!
Ölünün gıybeti
Sual: Peygamberimiz, (Ölülerinizi hayırla anın, iyiliklerini söyleyin, kötülüklerini açıklamayın!) buyururken, İbni Sebe, Ahmet Kadiyanî, Efganî, Reşat Halife, Mevdûdî gibi kimseler sapık da olsa, bunların yanlışlarını söylemek gıybet olmaz mı?
CEVAP
Bu sicili bozukları anlatmak, gıybet olmaz, sevap olur yani dinin emrine uyulmuş olur. Çünkü İbni Âbidîn hazretleri buyuruyor ki:
Ölmüş de olsa, bid’at ehlinin ve Müslümanlığı yanlış anlatanların bu iftiralarını söylemek lazımdır, gıybet olmaz, emr-i maruf olur. (Redd-ül-muhtar)
İki hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Dine bid’at karıştıranları gıybet etmek günah olmaz.) [İbni Ebi-d-Dünya]
([Gıybet olur zannıyla] fâcirin hâlini anlatmaktan çekinmeyin ki halk, onun zararından korunsun.) [Taberanî]
Demek ki böyle kimselerin bütün yanlışlarını açıklamak gerekiyor. Üç hadis-i şerif:
(Bid’at yayılınca, hakkı bilen, bilgisini açıklasın! Hakkı yani doğruyu bildiği hâlde gizleyene lânet olsun!) [Hatîb]
(Bid’atler yayılıp, sonrakiler, öncekilere lânet edince, doğruyu bilenler herkese söylesin! Söylemeyip gizleyen, Allah’ın indirdiği Kur’anı gizlemiş olur.) [İbni Asakir]
(Ortalık karıştığı, yalanlar yazıldığı, âdetler ibadetlere karıştırıldığı ve Eshabıma dil uzatıldığı zaman, doğruyu bilenler herkese bildirsin! Allahü teâlânın, meleklerin ve bütün insanların lâneti, doğruyu bilip de, gücü yettiği hâlde bildirmeyene olsun.) [Ebu Nuaym, Deylemî]
Bu lânetlere müstahak olmamak için ölü veya diri bütün mezhepsizlerin dine aykırı yanlışlarını çeşitli yollarla anlatıp, Müslümanları bu sapıklıklardan korumak lazımdır.
Gıybet etmek dört çeşittir
Sual: Gıybet kaç çeşittir?
CEVAP
Gıybet dört çeşittir: Küfür, nifak, günah ve mübah olan gıybet.
1- Küfür olan gıybet: Bir kimse, bir Müslümanı gıybet edip de, (Benimki gıybet değil, olanları söylüyorum) derse, harama helâl demiş olur, harama helâl demek de küfürdür.
2- Nifak olan gıybet: Bilinen bir Müslümanı gıybet edip, (Gıybet olmasın diye ismini söylemiyorum) diyerek takva ehli olduğunu göstermek ister. Fakat dinleyenler, kimi gıybet ettiğini biliyorsa bu nifak, yani münafıklık olan gıybet olup haramdır.
3- Günah olan gıybet: Bizi tanıyan bir Müslümanın ismini söyleyerek yapılan gıybettir.
4- Mübah olan gıybet: Bizi tanımayanı gıybet etmek veya tanısa da fâsık ise, zarar vermesin diye bu hâllerini anlatmak mübah olan gıybettir. (Tenbih-ül-gâfilin)
Bid'at ehlinin bid’atlerini, alışverişte hile yapanların bu hilelerini Müslümanlara duyurup, bunların şerrinden sakınmalarına sebep olmak ve Müslümanlığı yanlış anlatanların bu iftiralarını söylemek gıybet olmaz, emr-i maruf olur. (Redd-ül-Muhtar)
Gıybetin zinadan büyük olması
Sual: Gıybet, zinadan kötü olabilir mi? Bu konudaki hadis sahihse, açıklaması nasıldır?
CEVAP
Sahih olan o hadis-i şerif şöyledir:
(Gıybetten sakının; çünkü gıybet zinadan daha şiddetlidir. Zina eden, tevbe eder [bir daha yapmazsa], Allahü teâlâ onun tevbesini kabul eder. Gıybet edilen, gıybet edeni affetmedikçe, affolmaz.) [İbni Ebid-Dünya, Deylemî, Taberânî, Beyhekî, Tergib ve Terhib, İ. Şa’rânî, İ. Gazâlî]
İslam âlimlerinin kitaplarında bulunan hadis-i şerifler için uydurma demek çok tehlikelidir. Çünkü Allahü teâlânın ve Resulullah'ın "sallallahü aleyhi ve sellem" övdüğü âlimlere gölge düşürmek, itimadı sarsmaya yol açar. Bu da, dinin yıkılmasına sebep olur. Bu yüzden hadis-i şeriflere inanmayan zındıklar, (Yalnız Kur’an) diye ayrı bir yol tutmuşlardır. Hepsi de (Kur’ana uyalım) diyor, ama hepsinin Kur’andan anladıkları ve tuttukları yol farklıdır. Hangisinin söylediği Kur’an-ı kerime uygun? Sonra niye Resulullah efendimizin açıklamasını beğenmeyip de kendileri âyetlere yorum getiriyorlar?
(Uydurma hadis) demek, uydurulan bir söze, (Bunu Allah Resulü söyledi) diyerek Peygamber efendimize iftira etmektir. Bunu, en günahkâr Müslüman bile yapmaz, nerde kaldı ki hâşâ İslam âlimleri yapsın! Hadis uydurmanın cezasının çok büyük olduğunu bilmeyen âlim olmaz. Bunun için hiçbir İslam âliminin kitabında uydurma hadis olmaz. Şu meşhur ve mütevatir hadis-i şerifi hangi âlim bilmez ki?
(Kasten hadis uyduran, Cehennemdeki yerine hazırlansın!) [Buhârî, Müslim, İbni Mâce, Tirmizî, Beyhekî, Ebu Nuaym, Bezzar, Hâkim, Ukaylî]
Muhammed Hâdimî hazretleri, zina ile ilgili bu hadis-i şerifi şöyle açıklamaktadır:
Bu zina, kadın nikâhlı olmadığı ve hiçbir yakını tarafından ayıplanmadığı zamandır. Böyle değilse, sadece tevbe kâfi gelmez. Çünkü o zaman, işin içine kul hakkı da karışmış olur. Tevbeyle birlikte helâlleşmek de gerekir. Bu da ancak İmam-ı Ebu Yusuf'un kavline göre genelleştirme yoluyla yani zina ettiğini açıkça söylemeden helâlleşme olur. Fetva da böyledir. Helâlleşmek için, zina edenin, zina ettiği kadının yakınlarına, (Âhirette davacı olmaman için, senden bütün haklarını bana helâl etmeni talep ediyorum) demesi gerekir. Çünkü açıkça zina ettiğini söylese, fitneye, fesada yol açabilir. (Berîka)
Gıybet etmemeli, edene mani olmalı
Sual: İnsanlarda var olan hata ve kusurları, onların ardından söylemekte, başkalarına bunları anlatmakta dinimiz açısından bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Gıybet, bir Müslümanın veya gayr-i müslimin gizli bir kusurunu, arkasından söylemektir. Gıybet etmek haramdır, büyük günahlardandır. Bir kimseyi kötülemek gıybet olur. Gıybet ve iftira söylemek, büyük günah olduğu gibi, bunları dinlemek de haramdır.
Gıybet, insanın sevaplarının azalmasına, başkasının günahlarının kendisine verilmesine sebep olur. Bunları, her zaman düşünmek, insanın gıybet etmesine mani olur. Gıybet, üç türlüdür:
Birincisinde, ben gıybet etmedim, onda bulunan şeyi söyledim, der. Böyle söylemek, küfür olur. Çünkü, harama, helal demiş olur.
İkincisinde, gıybet olunana duyurmaktır. Büyük haram olur. Tevbe etmekle affedilmez. Onunla helallaşmak da lazım olur.
Üçüncüsünde, gıybet olunanın bundan haberi olmaz. Tevbe ve istiğfar etmekle ve ona hayır dua etmekle affolur.
Yanında gıybet yapıldığını işiten kimse, buna hemen mani olmalıdır. Hadîs-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Din kardeşine, onun haberi olmadan yardım eden kimseye, Allahü teâlâ dünyada ve ahirette yardım eder.)
(Yanında, din kardeşine gıybet edilince, gücü yettiği halde ona yardım etmeyen kimsenin günahı, dünyada ve ahirette kendisine yetişir.)
(Bir kimse, dünyada din kardeşinin ırzını korursa, Allahü teâlâ, bir melek göndererek, onu Cehennem azabından korur.)
(Bir kimse, din kardeşinin ırzından bir şeyi korursa, Allahü teâlâ, onu Cehennem azabından korur.)
Gıybet yapılırken, orada bulunan kimse, korkmazsa, söz ile, korkunca, kalbi ile ret etmezse, gıybet günahına ortak olur. Sözünü kesmesi veyahut kalkıp gitmesi mümkün ise, bunları yapmalı. Eliyle, başıyla, gözüyle men etmesi kâfi gelmez. Açıkça, sus, demesi lazımdır.
Gıybet etmenin kefareti, üzülmek, tevbe etmek ve onunla helallaşmaktır. Pişman olmadan helallaşmak, riya olur, ayrı bir günah olur. Ölmüş olanı ve gayr-i müslimi gıybet etmenin de, haram olduğu İbni Âbidînde yazılıdır.
Gıybet, küfre en yakın günahlardandır
Sual: Gıybet etmek ne demektir, gıybet etmekle insanın imanının gitme tehlikesi var mıdır?
Cevap: Gıybet, küfre en yakın günahlardan biridir. Gıybet, karşı tarafın işitince üzüleceği bir kusurunu arkasından söylemektir. Mesela, bedeninde, nesebinde, ahlakında, işinde, sözünde, dininde, dünyasında, hatta elbisesinde, evinde bulunan bir kusur arkasından söylendiği zaman, bunu işitince üzülürse, gıybet olur. Kapalı söylemek, işaretle, hareketle ve yazı ile bildirmek de, hep söylemek gibi gıybettir.
Kim dikkat edip gıybetten, dedikodu yapmak, yani söz taşımak günahlarından sakınmazsa, artık tabii bir hâl alır ve önem vermez olur.
“Ben olanı söyledim, yalan söylemedim, bunun neresi günah?” diyerek günahı hafife alırsa Allah korusun küfre girer. Zaten olanı söylemek gıybettir, olmayanı söylemekse iftira olur. İ̇ftira etmek, nemmamlık yapmak, yani söz taşıyarak ara açmak gıybet etmekten çok daha fenadır.
Gıybet, nemmamlık yani dedikodu yapmak, söz taşımak gibi günahlara önem vermemek küfürdür. Küfür demek, sonsuz Cehennemde kalmak demektir. Küfre tövbe edince iman geri gelir, fakat önceki bütün ibadetleri ve sevapları yok olur. Bunun için küfre girmekten çok sakınmak lazımdır.
Gıybet kanser gibidir, girdiği yeri mahveder, girdiği vücut iflah olmaz. Bugün gıybet, dedikodu maalesef hem erkekler hem de kadınlar arasında salgın hâle gelmiştir. Allahü̈ teâlâ Kur’an-ı kerimin Hucürât sûresi, 12. âyet-i kerimesinde mealen;
(Sû-i zandan kaçınmayı emretmekte, birbirini çekiştirmeyi menetmekte, gıybeti ölü kardeşinin etini yemeğe) benzetmektedir.
Dikkat edilirse, birçok ailelerin, toplumların, milletlerin, hep bu yüzden bölünüp parçalandıkları görülür.
Hiçbir kimsenin dedikodu yaparak aleyhinde konuşmamalı, gıybet etmemelidir. Kötü ve çok günahkâr bildiğimiz birini gıybet ederek, onun günahlarını almamalıdır. Başkasının günahlarını yüklenmek akıl işi midir? Bir kimsenin günahı ve kusuru söylenince;
“Elhamdülillah, Allah bizi böyle hayâsız yapmadı” gibi, onu kötülemek, çok çirkin gıybet olur.
“Falanca kimse, çok iyidir, şu kusuru olmasa, daha iyi olurdu” demek de gıybet olur.
Sual: İnsanları aldatanları, zulmedenleri, İslâmiyeti yanlış anlatanları, başkalarına söylemek de gıybet olur mu?
Cevap: Bu konuda Redd-ül muhtâr kitabında deniyor ki:
“Gıybet haramdır. Gıybet, bir Müslümanın, din ve dünya işlerindeki gizli bir kusurunu, arkasından söylemektir. Bidat sahiplerinin ve açıkça günah işleyenlerin bu günahlarını ve Müslümanlara zulmedenlerin, alışverişte onları aldatanların bu fenalıklarını Müslümanlara duyurarak, bunların şerrinden sakınmalarına sebep olmak ve Müslümanlığı yanlış söyleyenlerin ve yazanların bu iftiralarını söylemek lazımdır, gıybet olmaz.”
Sual: İnsanları aldatanları, zulmedenleri, İslâmiyeti yanlış anlatanları, başkalarına söylemek de gıybet olur mu?
Cevap: Bu konuda Redd-ül muhtâr kitabında deniyor ki:
“Gıybet haramdır. Gıybet, bir Müslümanın, din ve dünya işlerindeki gizli bir kusurunu, arkasından söylemektir. Bidat sahiplerinin ve açıkça günah işleyenlerin bu günahlarını ve Müslümanlara zulmedenlerin, alışverişte onları aldatanların bu fenalıklarını Müslümanlara duyurarak, bunların şerrinden sakınmalarına sebep olmak ve Müslümanlığı yanlış söyleyenlerin ve yazanların bu iftiralarını söylemek lazımdır, gıybet olmaz.
.
Ahlak ilmini öğrenmek ve güzel ahlak
|
Sual: Dinin emir ve yasaklarını öğrenmek lazım olduğu gibi, iyi ve kötü huyları da öğrenmek ve hayatımıza geçirmek, dinin emri midir?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Kimyâ-i se'âdet kitabında deniyor ki:
“Kalbe ait bilgileri, yani ahlak ilmini öğrenmek, her Müslüman erkek ve kadına farz-ı ayndır. Mesela Hıkd yani kin bağlamak, Haset başkasında bulunan nimetin onda olmayıp, kendinde olmasını istemek, Kibir kendini büyük bilmek, üstün görmek, Suizan etmek iyi insanı fena, kötü bilmek gibi şeylerin haram olduğunu öğrenmek, her mümine farz-ı ayndır.
Bir kimsede bulunan nimetin, onda olduğu gibi, kendisinde de olmasını istemek haset değildir, buna Gıpta etmek, imrenmek denir ki sevaptır. Kibirli olana karşı kendini büyük göstermek, kibir olmaz, sadaka vermek gibi sevap olur.”
Görülüyor ki, imanı, yani Ehl-i sünnet itikadını kısaca öğrendikten sonra, iyi ve kötü huyları öğrenmek de, farz-ı ayndır, her Müslümanın öğrenmesi lazımdır. Abdesti, guslü, namazı, orucu ve haramları da, her Müslümanın öğrenmesi farz-ı ayndır. Cenaze namazını, ölüye hizmeti, sanat ve ticaret bilgilerini, bugünün silahlarını yapmak ve kullanmak için, fen bilgilerini iyi öğrenmek farz-ı kifâyedir. Yani lazım olan kimselerin öğrenmesi farz olup, başkalarına farz olmaz. Fakat, lüzumu kadar kimse öğrenmezse, bütün Müslümanlar, büyük günaha girer. Doktor olacak kimsenin lise ve tıp fakültesinde okuması farz olup, mühendis olacak kimsenin tıp fakültesinde okuması farz değildir. İbni Âbidîn hazretleri, Dürr-ül-muhtâr şerhinde diyor ki:
Ulûm-i nakliyyeden yani din bilgilerinden kendine lazım olanları öğrenmek farz-ı ayndır. Bundan fazlasını öğrenmek ve ulûm-i akliyyeden faydalı olanları öğrenmek farz-ı kifâyedir. Bir âyet ezberlemek, herkese farz-ı ayndır. Fatihayı ve üç âyet veya bir kısa sûre ezberlemek vaciptir. Kur’ân-ı kerimin hepsini ezberlemek farz-ı kifâyedir. Kendine lazım olmayan fıkıh bilgilerini öğrenmek, hafız olmaktan daha iyidir. Başkalarına öğretmek için ilim öğrenmek, kendi işlemesi için öğrenmekten daha sevaptır.”
Sekiz ana kötü huy
Sual: Din kitaplarında, iyi ve güzel huyların yanı sıra kötü huylardan da bahsedilmektedir. Bu kötü huyların esası, temeli nelerdir?
Cevap: Bu konu, İslâm Ahlâkı kitabında şöyle açıklanmaktadır:
“Dört esas iyi huya karşılık, sekiz ana kötü huy olur ki bunlar:
1- Cerbeze olup, hikmetin aşırı olmasına denir. Ahlakı ve işleri incelemek, anlamak kuvvetini, lüzumsuz yerlerde kullanmaktır. Hile yapmak, aldatmak, haram işleri neşretmek, yaymak gibi. Ruhun fen kuvvetini yani aklı, aşırı kullanmak cerbeze olmaz. Kötü olmaz. Din bilgilerini, fen bilgilerini ve matematiği ilerletmek için, ne kadar çok çalışır, inceler, araştırırsa, o kadar çok iyi olur.
2- Belâdet, eblehliktir. Aklı kullanmamaktır. Ahmaklık da denir. Kalın kafalılıktır. Öğrenmesi ve işlemesi, yapması kusurlu olur. İyiyi kötüden ayıramaz.
3- Tehevvürdür. Çabuk kızmak demektir. Şecaat, kahramanlık iyi huyunun aşırı olmasıdır. Akıllı tanınan kimselerin beğenmeyeceği işler yapmaya kalkışmaktır. Ruhunu veya bedenini boş yere yorar.
4- Cübndür. Korkaklık demektir. Şecaatin lüzumundan az olmasıdır. Korkmak caiz olmayan yerde korkaklık gösterir.
5- Fücûrdur. İffetin aşırı olmasıdır. Dünya lezzetlerine düşkün olur. İslâmiyetin ve aklın beğenmediği taşkınlıkları yapar.
6- İffetin az olmasıdır. Humud, yani miskinliktir. İslâmiyetin ve aklın izin verdiği arzularını bırakmaktır. Bedeni zayıflar, kuvveti gider, hasta olur, nesli tükenir.
7- Zulümdür. Adaletin sınırını aşmaktır. Başkasının hakkına tecavüz etmektir. Başkasının malına, canına, namusuna zarar verir.
8- Haysiyetsizliktir. Kendisine karşı yapılan zulüm, işkence ve hakaretleri kabul eder. Adaletin noksan olmasıdır. Adalette bütün iyilikler toplandığı gibi, zulümde de, kötülükler toplanmıştır.”
Sual: İyi müslüman olmak için güzel ahlaklı olmak gerektiğini bildirdiniz. Güzel ahlaka nasıl sahip olunur?
CEVAP
Evet iyi bir müslüman olmak için güzel ahlaka sahip olmak, kötü ahlaktan uzak durmak gerekir. Ancak bununla dünya ve ahiret saadeti elde edilir.
Güzel ahlak, ilim ve edep öğrenmekle, iyi insanlarla arkadaşlık etmekle elde edilir. Kötü ahlak da bunun tersidir. Yani cahil kalmak, edepsiz olmak, kötü insanlarla arkadaşlık etmekten hasıl olur. Cenab-ı Hak, Peygamber efendimizi överken (Gerçekte sen büyük bir ahlak üzeresin) buyuruyor. (Kalem 4)
İyi insan, iyi ahlaklı insan demektir. Dinimiz iyi huylar edinmemizi, kötü huylardan kaçınmamızı emretmektedir.
Güzel ahlaka sahip kimselere gıpta etmek, onlar gibi olmaya gayret etmek gerekir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Nimete kavuşmuş olanlardan, tevazu gösterene ve kendini hep kusurlu bilene, helalden kazanıp, hayırlı yerde sarf edene, fıkıh bilgileri ile hikmeti [tasavvufu] birleştirene, helale harama dikkat edene, fakirlere acıyana, işlerini Allah rızası için yapana, huyu güzel olana, kimseye kötülük yapmayana, ilmi ile amel edene ve malının fazlasını dağıtıp, lafının fazlasını saklayana müjdeler olsun.) [Taberani]
Güzel sözler
Ahlak hakkında İslam âlimleri buyuruyor ki:
"Kötü ahlaklı, parçalanmış testiye benzer. Ne yamanır, ne de eskisi gibi çamur olur."
"Her binanın bir temeli vardır. İslam’ın temeli de güzel ahlaktır."
"Kötü ahlak, öyle bir fenalıktır ki, onunla yapılan birçok iyilikler fayda vermez. Güzel ahlak, öyle bir iyiliktir ki, onunla yapılan günahlar bile affa uğrar."
"Yükselen bütün insanlar ancak güzel ahlakları sayesinde yükselmişlerdir."
"Güzel ahlak güler yüzlülük, cömertlik ve kimseyi üzmemek demektir."
"Güzel ahlak, kimseyle çekişmemek ve kimseyi çekiştirmemektir."
"Güzel ahlak, eziyet vermemek ve meşakkatlere katlanmaktır."
"Güzel ahlak, genişlikte ve darlıkta insanları razı etmeye çalışmak demektir."
"Güzel ahlak, Allah’tan razı olmak demektir. Yani hayrı ve şerri Allah’tan bilmek, nimetlere şükür, belalara sabretmektir."
"Güzel ahlakın en azı, meşakkatlere göğüs germek, yaptığı iyiliklerden karşılık beklememek, bütün insanlara karşı şefkatli olmaktır."
"Güzel ahlak, haramlardan kaçıp helali aramak, diğer insanlarla olduğu gibi aile efradıyla da iyi geçinip onların maişetlerini temin etmektir."
"Güzel ahlak, Yaratanı düşünerek, yaratılanları hoş görmek, onların eziyetlerine sabretmektir."
Bir müslümana çatık kaşla bakmak haramdır. Güler yüzlü olmayan kimse mümin sıfatlı değildir. Herkese karşı güler yüzlü olmalıdır.
Hadis-i şerifte, Allah’a ve ahiret gününe iman edenin, misafirine ve komşusuna ikram etmesi, ya hayır söylemesi veya susması emredilmiştir. (Buhari)
Başkasının kötü ahlakından şikayet eden kimsenin kendisi kötü ahlaklıdır. Başkalarının kötülüklerinden bahsediyorsak, bu kendimizin kötü olduğunun alametidir. Güzel ahlak, eziyetleri sineye çekmektir.
Güzel ahlaklı olmanın alameti şunlardır
İnsaflı olmak, arkadaşlarının hatasını görmemek, hüsnü zan etmek, suizandan [kötü zandan] kaçınmak, arkadaşlarının eziyetlerine göğüs germek, onlardan şikayetçi olmamak, hep kendi ayıp ve kusurlarıyla meşgul olmak, kendi nefsini kınamak, güler yüzlü olup, herkesle yumuşak konuşmaktır.
Güzel ahlaklı kimse, edeplidir az konuşur, hatası azdır, gıybet etmez, Allah için sever, Allah için buğzeder, emanete riayet eder, komşu ve arkadaşını korur. Bütün hasletlerin başı ise hayadır.
Hazret-i Hızır buyurdu ki:
(Güler yüzlü ol, hiddetlenme! Hep faydalı iş yap, az da olsa zararlı iş yapma! Lüzumsuz dolaşma, boş yere gülme, hiç kimseyi kusurundan dolayı ayıplama, günahların için ağla!)
Büyüklerden Ebu Osman El-Hayri’yi ziyafete davet ettiler. Davet yerine vardığı zaman kendine (Kusura bakma, çok insan geldi seni kabul edemeyeceğiz) dediler. Az gidince tekrar çağırdılar. Gelince tekrar, kabul edemeyeceklerini bildirdiler. Böyle birkaç defa çağırıp geri döndürdükten sonra (Biz seni denemek için bunu yaptık. Gerçekten güzel ahlaklıymışsın) dediler. Cevabında buyurdu ki: (Bu ahlak o kadar güzel midir? Bir köpeği de çağırsanız gelir, kovsanız gider.)
Ahlakı güzelleştirmek
Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Sizin imanca en güzeliniz, ahlakça en güzel olanınızdır.) [Hakim]
(Ya Rabbi senden, sıhhat, afiyet ve güzel ahlak dilerim.) [Harâiti]
(Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.) [Beyheki]
(Güzel ahlak, büyük günahları, suyun kirleri temizlemesi gibi temizler. Kötü ahlak ise, salih amelleri, sirkenin balı bozduğu gibi bozar.) [İ. Hibban]
(Allahü teâlâ indinde kötü ahlaktan büyük günah yoktur. Çünkü, kötü ahlaklı bir günahtan tevbe edip kurtulursa, bir başka günaha düşer. Hiçbir vakit günahtan kurtulamaz.) [İsfehani]
(Bir kimse tevbe ederse, tevbesini Allahü teâlâ kabul eder. Kötü ahlaklı kimsenin tevbesi makbul olmaz. Zira bir günahtan tevbe ederse kötü ahlakı sebebiyle, daha büyük günah işler.)
[Taberani]
(Güzel ahlak, senden kesilen akrabanı ziyaret etmek, sana vermeyene vermek, sana zulmedeni affetmektir.) [Beyheki]
(Din, güzel ahlaktır.) [Deylemi]
(Müminlerin iman yönünden en faziletlisi ahlakça en iyi olanıdır.) [Tirmizi]
(Şüphesiz güzel ahlak, güneşin buzu erittiği gibi günahları eritir.) [Harâiti]
(Bir müslüman güzel ahlakı sayesinde, gündüzleri oruç tutan, geceleri ibadet eden kimselerin derecesine kavuşur.) [İ. Ahmed]
(Bir insan az ibadet etse de, güzel ahlakı sayesinde en yüksek dereceye kavuşur.) [Taberani]
(Yumuşak davran! Sertlikten sakın! Yumuşaklık insanı süsler, çirkinliği giderir.) [Müslim]
(Yumuşak davranmayan, hayır yapmamış olur.) [Müslim]
(En çok sevdiğim kimse, huyu en güzel olandır.) [Buhari]
(Yumuşak olan kimseye, dünya ve ahiret iyilikleri verilmiştir.) [Tirmizi]
(Yumuşak olanlar ve kolaylık gösterenler, hayvanın yularını tutan kimse gibidir. Durdurmak isterse hayvan ona uyar. Taşın üzerine sürmek isterse hayvan oraya koşar.) [Ebu Davud]
(Cennete götüren sebeplerin başlıcası, Allahü teâlâdan korkmak ve iyi huylu olmaktır. Cehenneme götüren sebeplerin başlıcası da, dünya nimetlerinden ayrılınca üzülmek, bu nimetlere kavuşunca sevinmek, azgınlık yapmaktır.) [Tirmizi]
(İmanı en kuvvetli kişi, ahlakı en güzel ve hanımına en yumuşak olandır.) [Tirmizi]
(İnsan, güzel huyu ile, Cennetin en üstün derecelerine kavuşur. [Nafile] İbadetlerle bu derecelere kavuşamaz. Kötü huy, insanı Cehennemin en aşağısına sürükler.) [Taberani]
(İbadetlerin en kolayı, az konuşmak ve iyi huylu olmaktır.) [İbni Ebiddünya]
(Şu üç şey bulunan kimsenin imanı kâmildir: Herkesle iyi geçinen güzel ahlak, kendini haramlardan alıkoyan vera, cehlini örten hilm.) [Nesai]
(Dünyada veya ahirette özür dilemek zorunda kalacağın söz ve hareketten uzak durmaya çalış!) [Hakim]
(Söz veriyorum ki, münakaşa etmeyen, haklı olsa da, dili ile kimseyi incitmeyen, şaka ile veya yanındakileri güldürmek için, yalan söylemeyen, iyi huylu olan müslüman Cennete girecektir.) [Tirmizi]
(Allahü teâlâ buyuruyor ki: “Size gönderdiğim İslam dininden razıyım, [bu dini kabul edip, bu dinin emir ve yasaklarına riayet edenlerden razı olur, onları severim.] Bu dinin tamam olması, ancak cömertlikle ve iyi huylu olmakla olur. Dininizin tamam olduğunu her gün, bu ikisi ile belli ediniz!) [Taberani]
(Sıcak su buzu erittiği gibi, iyi huylu olmak, günahları eritir, yok eder. Sirke balı bozup yenilmez hâle soktuğu gibi, kötü huylu olmak, ibadetleri bozup yok eder.) [Taberani]
(Hak teâlâ yumuşak huyluya yardım eder, sert ve öfkeliye yardım etmez.) [Taberani]
(Yumuşak olan, kızmayan müslümanın Cehenneme girmesi haramdır.) [Tirmizi]
(Yavaş, yumuşak davranmak, Allahü teâlânın kuluna verdiği büyük bir ihsandır. Aceleci olmak, şeytanın yoludur. Allahü teâlânın sevdiği şey, yumuşak ve ağırbaşlı olmaktır.) [E.Ya’la]
(Kişi, yumuşaklığı, tatlı dili ile, gündüzleri oruç tutanın ve geceleri namaz kılanın derecesine kavuşur.) [İ. Hibban]
(Kızınca, öfkesini yenerek yumuşak davrananı Allahü teâlâ sever.) [İsfehani]
(Güler yüzle selam veren, sadaka verenin sevabına kavuşur.) [İ.E.dünya]
Bir kimse Resulullah efendimizden nasihat istedi, (Kızma, sinirlenme) buyurdu. Birkaç kere sordu, hepsine de (Kızma, sinirlenme) buyurdu. (Buhari)
Sual: İyi insan olmak için ne yapmak gerekir?
CEVAP
İyi insan olmak için kâmil yani olgun müslüman olmak gerekir. Zaten müslüman, iyi insan demektir.
Allah indinde mümin çok kıymetlidir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Müminler, öyle kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalbleri titrer, Allah’ın âyetleri okununca, imanları kuvvetlenir ve yalnız Rablerine dayanıp güvenirler, namazı doğru kılar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden [Allah’ın razı olduğu yerlere] harcarlar.) [Enfal 2-3]
(Müminler, muhakkak kurtuluşa ermiştir. Namazlarını huşu içinde kılar, boş ve lüzumsuz şeylerden yüz çevirir, zekatlarını verir, iffetlerini korur, emanet ve ahidlerine riayet ederler.) [Müminun 1-8]
(Onlar, Allah’ın ahdini yerine getirir, verdikleri sözü bozmaz, Rablerinin rızasını isteyip sabreder ve kötülüğü iyilikle savarlar.) [Rad 20-22]
([Müminler] büyük günahlardan ve hayasızlıktan sakınır, öfkelendikleri zaman da kusurları bağışlar ve işlerini aralarında istişare ederler.) [Şura 37,38]
(İnanıp hayırlı iş işleyen [mümin]lerin kötülüklerini, and olsun, örteriz, onları yaptıklarının en güzeli ile mükafatlandırırız.) [Ankebut 7]
(Allah onların [müminlerin] kötülüklerini örter, onlara işledikleri şeylerin en güzellerinin karşılığını verir.) [Zümer 35]
(Allah, inanıp emirlerini yapan müminlere mağfiret ve büyük ecir vaad etmiştir.) [Feth 29]
(Elbette müminler kardeştir.) [Hucurat 10]
Müminlerle ilgili hadis-i şeriflerden bazıları da şöyle:
(Müslüman, elinden ve dilinden müslümanların emin olduğu kimsedir.) [Buhari]
(Mümin akıllı, basiretli, uyanıktır. Her işte Allah’ın rızasını gözetir. Acele etmez, ilim sahibidir, haramlardan kaçar.) [Deylemi]
(Mümin, koku satan kimse gibidir. Yanında otursan için açılır. Onunla gezsen veya ortak iş yapsan faydasını görürsün. Onun her işi faydalıdır.) [Taberani]
(Müminler, birbirine karşı sevgi ve merhamette, bir vücut gibidir. Vücudun bir yeri rahatsız olunca, bütün vücut huzursuz olup onun tedavisi ile meşgul olunduğu gibi, müslümanlar da böyle birbirine yardıma koşmalıdır.) [Buhari]
(Mümin ülfet eder [iyi geçinir], ülfet etmeyen ve ülfet edilmeyende hayır yoktur.) [Beyheki]
(Müminin yanına giren, güzel bir bahçeye girmiş gibi ferahlık duyar.) [Deylemi]
(Mümin lanet etmez, kötülemez, müstehcen konuşmaz ve hayasız olmaz.) [Hakim]
(Mümin arıya benzer; konduğu dalı kırmaz, oraya zarar vermez. Toplayıp bıraktığı eseri de güzeldir.) [Beyheki]
(Mümin, yumuşaktır, hafiftir. Munis bir deve gibi boyun eğer, "Ih" denince, yer sert olsa da çöker.) [Beyheki]
(Mümin sert değildir. Yumuşaklığından dolayı ahmak zannedilir.) [Deylemi]
(Mümin geçim ehlidir. Arkadaşına rahatlık verir. Münafık ise geçimsizdir, arkadaşına sıkıntı verir.) [Dare Kutni]
(Halkın elindekine göz dikmemek, müminin alametlerindendir.) [Dare Kutni]
(Komşusu kötülüğünden emin olmayan, mümin olamaz.) [Buhari]
(Çevrendekilerle güzel komşuluk et ve kendin için sevdiğini, başkaları için de sev ki müslüman olasın.) [Harâiti]
Kime dinin emirlerini yapmak kolay gelirse, onun salih biri olduğu anlaşılır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ahirete ait istediğine kolayca kavuşur, dünyaya ait olana kavuşman zorlaşırsa, bil ki sen iyi bir hâl üzerindesin. Bunun tersi olursa kötü haldesin!) [Beyheki]
Müslümanın vasıfları nelerdir
Sual: Allah’tan korkan müslümanın vasıfları nelerdir?
CEVAP
Allah’tan korkan bir kimse, Onun emirlerini yapmaya, yasaklarından sakınmaya titizlikle çalışır. Hiç kimseye kötülük yapmaz. Kendine kötülük yapanlara sabreder. Yaptığı kusurlara tevbe eder. Sözünün eri olur. Her iyiliği Allah için yapar.
Kimsenin malına, canına, namusuna göz dikmez. Çalışırken, alışveriş ederken, kimsenin hakkını yemez. Herkese iyilik eder. Şüpheli şeylerden kaçınır. Makam sahiplerine, zalimlere yaltaklanmaz. İlim ve ahlak sahiplerine saygı gösterir.
Arkadaşlarını sever ve kendini sevdirir. Kötü kimselere nasihat verir. Onlara uymaz. Küçüklerine merhametli ve şefkatli olur. Misafirlerine ikram eder. Kimseyi çekiştirmez. Keyfi peşinde koşmaz. Zararlı ve hatta faydasız bir şey söylemez. Kimseye sert davranmaz. Cömert olur. Malı ve mevkii herkese iyilik etmek için ister.
Riyakârlık, iki yüzlülük yapmaz. Kendini beğenmez. Allahü teâlânın her an gördüğünü ve bildiğini düşünerek hiç kötülük yapmaz. Onun emirlerine sarılır. Yasaklarından kaçar. İşte, Allah’tan korkanlar milletine, ülkesine faydalı olur.
Allahü teâlâ, Kur’an-ı kerimde, inananları şöyle tarif etmektedir:
(Rahim olan Allahü teâlânın kulları, yeryüzünde gönül alçaklığı ile vakar ve tevazu ile yürürler. Cahiller, onlara sataşacak olursa, bunlara [sağlık ve selamet sizin üzerinize olsun gibi] güzel söz söyler, [büyük bir yumuşaklık gösterirler.] Onlar geceleri secde yapar ve kıyâmda dururlar [namaz kılarlar.] Onlar, “yâ Rabbi, Cehennem azabını bizden uzaklaştır. Cehennem azabı devamlıdır ve çok şiddetlidir. Orası şüphesiz kötü bir yer ve kötü bir duraktır” derler. Bir şey verdikleri zaman, israf etmez, cimrilik de yapmazlar, ikisi ortası bir yol tutarlar. Kimsenin hakkını yemez, Allah’a şerik koşmaz, Ondan başkasına yalvarmazlar. Allah’ın dokunulmasını haram ettiği cana kıyıp, haksız olarak kimseyi öldürmez, zina etmezler. Bunlardan birini yapanın Kıyamette azabı kat kat olur, orada zelil ve hakir olarak ebedi bırakılır. Ancak, Allah, tevbe eden ve doğru iman eden ve ibadet ve faydalı iş yapanların kötülüklerini iyiliğe çevirir. Allah, af ve merhamet sahibidir. Tevbe edip, amel-i salih işleyen, Allahü teâlâya [tevbesi makbul ve Onun rızasına kavuşmuş olarak] döner. Onlar yalan yere şahitlik yapmaz, faydasız ve zararlı işlerden kaçınırlar. Kendilerine âyetler okunduğu zaman, kör ve sağır davranmazlar, [dikkat ile dinleyip bu âyetlerle kendilerine yapılması emredilen şeyleri yaparlar.]) [Furkan 63-73]
İyi huylu olmanın ve bunu muhafazanın yolu
Sual: İyi huylu olmak ve bunu muhafaza edebilmek için ne yapmalı?
CEVAP
İyi huylu olmak için ve iyi ahlakını muhafaza edebilmek için, salih kimselerle, iyi huylularla arkadaşlık etmelidir. İnsanın ahlakı, arkadaşının huyu gibi olur. Hadis-i şerifte, (İnsanın dini, arkadaşının dini gibi olur) buyuruldu. Ahlakı bozan, şehveti harekete getiren kitapları okumamalı, böyle radyo ve TVden sakınmalıdır.
İyi huyların faydaları ve haramların zararları ve Cehennemdeki azapları, hep hatırlanmalıdır. Mal, mevki arkasında koşanlardan hiçbiri muradına kavuşamamıştır. Malı, mevkii hayır için arayan ve hayır işlerde kullanan, rahata, huzura kavuşmuştur.
Allahü teâlâdan korkmak, bu deryanın gemisidir. Hadis-i şerifte, (Dünyada, kalıcı değil, yolcu gibi yaşa! Öleceğini hiç unutma) buyuruldu.
Faydasız şeylerden, oyunlardan, zararlı şakalaşmak ve münakaşa etmekten sakınmalıdır. İlim öğrenmeli ve faydalı işler yapmalıdır. Vaktin kıymetini bilip gece-gündüz ilim öğrenmelidir! İlim, ibadet içindir. Kıyamette işten, ibadetten sorulur, çok ilim öğrendin mi diye sorulmaz. İş ve ibadet de ihlas elde etmek içindir. (İslam Ahlakı)
Sert mizaçlı olmak
Sual: Haksızlık olunca dayanamıyorum. Çok sert mizaçlıyım. Sert mizaçlı olmak dinen kusur mudur?
CEVAP
Sert mizaçlı olmak kusur değildir. Ancak dine aykırı olarak sertlik yapmak kusurdur. Hazret-i Ömer’in sert mizacı övülmüş, takdir edilmiştir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İki melek var, biri sert, biri yumuşak mizaçlıdır. Bunlar, Cebrail ile Mikail’dir. Peygamberlerden biri yumuşak, diğeri sert mizaçlıdır. Bunlar İbrahim ile Musa’dır. Benim de iki arkadaşımdan biri yumuşak, diğeri sert mizaçlıdır. Bunlar, Ebu Bekir ile Ömer’dir.) [Taberani]
Kâfirlere karşı da iyi huylu olmalı
Sual: İslamiyet’in güzel ahlakını göstermek için, kâfirlere karşı da iyi huylu olmak ve onları incitmemek gerekmez mi?
CEVAP
Müslümanların kâfirlere karşı da iyi huylu olmaları, onları incitmemeleri gerekir. Böylece İslam dininin, iyi huylu olmayı, kardeşçe yaşamayı, çalışmayı emrettiği onlara da gösterilmiş olur. Böylece iyiliği seven insanlar, seve seve müslüman olurlar. Cihad etmek farzdır. Cihadı devlet topla, silahla yapacağı gibi, soğuk harp ile, propaganda, neşriyat ile de yapar. Her müslüman da, iyi huyları ile, iyilik yapmakla cihad yapar. Çünkü cihad etmek, insanları müslüman yapmaya davet etmek demektir. Görülüyor ki, kâfirlere karşı da, iyi huylu olmak, onları incitmemek, cihad etmek oluyor. Cihad ise her müslümana gücü nispetinde farzdır.
Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmak
Sual: İyi bir müslüman olmak için Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmak gerekiyormuş. Bu nasıl olur?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Bir kimse, bir zat ile konuşunca, eğer kalbinde, dünya sevgisi azalıp, Allahü teâlâya bağlılığı artarsa, onun keramet sahibi, evliyadan bir zat olduğu anlaşılır. Eğer böyle olmazsa, o zatın istidrac gösteren bir yalancı olduğu meydana çıkar. (Evliya olmak için Allahü teâlânın ahlakı ile ahlaklanmak gerek) buyurulmuştur. Yani Allahü teâlânın sıfatlarına uygun sıfatlar, evliyada hasıl olur. Fakat bu benzerlik sadece isimdedir. Yoksa sıfatların özelliğinde beraberlik olmaz. (Allahü teâlânın ahlakı ile ahlaklanın) emrini anlatırken Hace M. Parisa hazretleri, Tahkikat kitabında buyuruyor ki:
"Allahü teâlânın bir sıfatı Basirdir. Yani Allahü teâlâ her şeyi görür. Bir kimsenin kalb gözü açılır, firaset ışığı ile, kendi ayıplarını ve başkalarının iyi huylarını görürse, yani başkalarını kendinden üstün görürse ve Allahü teâlânın her an gördüğünü göz önünde bulundurarak hep Onun beğendiği şeyleri yaparsa, bu sıfatla huylanmış olur.
Allahü teâlânın bir sıfatı da Mümittir. Yani öldürücü demektir. Bir kimse, sünnetler yerine yerleşmiş olan bid'atleri yok ederse, bu sıfatla sıfatlanmış olur. Bütün sıfatlar, bunlar gibidir."
Cahiller, bu ahlaklanmayı başka türlü anlamış ve yoldan çıkmıştır. Evliyanın ölüleri dirilteceğini, kaybolan şeyleri bileceğini sanmışlar, günaha girmişlerdir.) [Müj. Mekt. 107]
Allahü teâlânın sıfatlarından biri Settardır. Yani günahları örtücüdür. Müslüman da, din kardeşinin kusurunu örtmelidir.
Allahü teâlâ Kerimdir. Rahimdir. Yani lütfu, ihsanı bol ve merhameti çoktur. Müslüman da, cömert ve merhametli olmalıdır!
Allahü teâlâ, Gaffardır, yani kullarının günahlarını affedicidir. Müslümanlar da birbirlerinin kusurlarını affetmelidir!
Af, hak ettiği bir şeyi almayıp sahibine bağışlamak demektir. Allahü teâlâ affedicidir, affedenleri sever. Kur'an-ı kerimde mealen, (Affet, marufu emret ve cahillerden yüz çevir!) buyuruluyor. (Araf 199)
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Affedin ki, Allahü teâlâ da sizi affetsin ve şerefinizi yükseltsin!) [İsfehani]
(Allah için affedeni Allahü teâlâ yükseltir, aziz eder.) [Berika]
(Kendinden uzaklaşanlara yaklaşmak, zulmedenleri affetmek, kendini mahrum edenlere ihsan etmek, güzel huylu olmaktır.) [İ.Ebiddünya]
(Sana zulmedeni affet, sana gelmeyene git, sana kötülük edene sen iyilik et, aleyhine de olsa mutlaka doğru konuş.) [Ruzeyn]
(Musa aleyhisselam, "Ya Rabbi, senin indinde en aziz kimdir?" diye sordu. Allahü teâlâ da, "İntikam almaya gücü yeterken affedendir" buyurdu.) [Harâiti]
(Allahü teâlâ, merhameti olmayana merhamet etmez, affetmeyeni affetmez.) [İ.Ahmed]
(Affedin ki affa kavuşasınız!) [İ.Ahmed]
Sual: En makbul amel nedir?
CEVAP
Peygamber efendimiz, en makbul amelin güzel ahlak olduğunu bildirmiş, (İman yönünden müminlerin en faziletlisi, ahlakı güzel olanlardır) buyurmuştur. (Hakim)
Bir kimse Peygamber efendimizden nasihat istedi. Dedi ki:
- Ya Resulallah bana öğüt ver!
- Nerede olursa olsun Allah’tan kork!
- Yine buyur ya Resulallah!
- Her kötülüğün akabinde bir iyilik yap! İyilikler günahları giderir.
- Yine buyur!
- Herkesle güzel geçin! (Tirmizi)
Oğlu, Lokman aleyhisselama sorar:
- En iyi haslet nedir?
- Dindar olmaktır.
- Peki babacığım, bu haslet iki olursa?
- Dindarlık ve mal sahibi olmak.
- Üç olursa?
- Dindarlık, mal ve haya.
- Dört olursa?
- Dindarlık, mal, haya ve güzel ahlak.
- Beş olursa?
- Dindarlık, mal, haya, güzel ahlak ve cömertliktir.
- Altı olursa?
- Oğlum bu beş haslet kimde olursa, o kimse takva ehli, temiz bir kimsedir, Allahü teâlânın dostudur, şeytandan uzaktır.
Kur'an-ı kerimde ise mealen buyuruluyor ki:
(Allah indinde en şerefliniz, takva ehli olanınızdır.) [Hücurat 13]
Bir kimse, asil bir aileye mensup olmasa da, güzel huylu ise, onun için güzel huyu, iyi bir asalettir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Güzel huy gibi asalet, tedbirli olmak gibi akıllılık olmaz.) [İbni Mace]
Güzel huylu kimse, insanların takdirini kazanır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mallarınızla herkesi memnun edemezsiniz. Güler yüz ve tatlı dil ile, güzel ahlakla memnun etmeye çalışınız!) [Hakim]
Sual: Güzel ahlaka sahip olmak için ne yapmak gerekir?
CEVAP
Güzel ahlaka sahip olmak için iyi ve kötü huyları bilmek gerekir. Ayrıca kendi kötü huylarını teşhis etmek gerekir. Bu teşhisi kendi yapar. Yahut bir âlimin, rehberin bildirmesi ile anlar. İnsan kendi kusurlarını zor anlar. Güvendiği arkadaşına sorarak da, kusurunu öğrenir. Sadık olan dost onu tehlikelerden, korkulardan koruyan kimsedir. Düşmanlarının kendisine karşı kullandıkları kelimeler de, insana ayıplarını tanıtmaya yarar. Çünkü düşman, insanın ayıplarını arayıp, yüzüne çarpar. Arkadaş ise, insanın ayıplarını pek görmez.
Biri İbrahim Ethem hazretlerine, aybını, kusurunu bildirmesi için yalvarınca, (Seni dost edindim. Her halin bana güzel görünüyor. Aybını başkasına sor) dedi.
Başkasında bir ayıp görünce, bunu kendinde aramak, kendinde bulursa, bundan kurtulmaya çalışmak gerekir. (Mümin müminin aynasıdır) hadis-i şerifinin manası budur. Yani, başkasının ayıplarında, kendi ayıplarını görür. İsa aleyhisselama, bu güzel ahlakını kimden öğrendin, dediklerinde, (Birinden öğrenmedim. İnsanlara baktım. Hoşuma gitmeyen şeylerinden sakındım. Beğendiğimi ben de yaptım) buyurdu. Hazret-i Lokman’a, (Edebi kimden öğrendin) denince, (Edepsizden) dedi.
Selef-i salihinin, Eshab-ı kiramın, evliyanın menkıbelerini okumak da, iyi huylu olmaya sebep olur. Kendinde kötü huy bulunan kimse, buna yakalanmanın sebebini araştırmalı, bu sebebi yok etmeye, bunun zıddını yapmaya çalışmalıdır. Kötü huydan kurtulmak, bunun zıddını yapmak için çok uğraşmak gerekir. Çünkü, insanın alıştığı şeyden kurtulması güçtür. Kötü şeyler nefse tatlı gelir.
Çocukları ihmal etmeyelim
Bugün, bütün hristiyan ülkelerinde, bir çocuk dünyaya gelir gelmez, buna bozuk dinlerinin icaplarını yapıyorlar. Her yaştaki insanlara, yahudiliği ve hristiyanlığı titizlikle aşılıyorlar. Müslümanların imanlarını, dinlerini çalmak ve yok etmek ve onları da, hristiyan yapmak için, İslam ülkelerine paket paket kitap, broşür ve sinema filmleri gönderiyorlar.
O halde müslümanlar, din cahillerinin hilelerine, yalanlarına aldanmamalı, bize emanet edilen çocuklarımıza sahip olmalıyız. Onlara sahip olmak da, dinimizin emirlerine uygun olarak yetiştirmekle olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ahlakınızı güzelleştirin!) [İbni Lal]
En vahşi hayvan bile terbiye ile ehlileştiriliyor. Hiçbir zaman elma çekirdeğinden portakal olmaz. Fakat elma fidanını büyüterek, lüzumlu aşı ve kültürel tedbirlerle kaliteli elma veren bir ağaç olarak yetiştirmek mümkündür. Bunun gibi insan tabiatında bulunan bazı arzular yok edilemez, fakat terbiye edilebilir.
Her şeyi, zıddı kırar. Kötü huyları, iyi huylar yok eder. Bu bakımdan kendini zorla da olsa iyi işler yapmaya alıştırmalı, onları âdet haline getirmelidir. Çocuk, işleri ve ahlakı iyi olan insanlarla arkadaşlık ettirilirse, güzel huylar kendiliğinden onun tabiatı olur. Bu esaslar dahilinde çocuklar yetiştirilirse dünya ve ahiret saadeti elde edilir. Kıyamet günü, ana-baba, çocuğuna öğretmesi gereken ilimlerden mesul olacak, vazifesini yapmamış ise, yahut kusur etmiş ise cezaya çaptırılacaktır. Çocuklarını İslam terbiyesi üzerine yetiştirmeyenler, dünya ve ahiret felaketine maruz kalacaklardır.
Ne mutlu çocuğunu İslam ahlakı ile yetiştirenlere.
Güzel ahlaklı olmak
Sual: Güzel ahlaklı olmak için, özet hâlinde birkaç prensip bildirilebilir mi?
CEVAP
İyi ve kötü huyları bilmek ve tatbik etmek gerekir. İslam Ahlakı kitabını okuyup, oradaki bilgilerle amel eden, güzel ahlaklı olur. Bu kitapta yazılı olan şu iki prensibi esas alan da güzel ahlaklı olur:
1- Düşmanlarımız, muhaliflerimiz, bizi çekemeyenler, hep ayıplarımızı araştırır. Onlardan kusurlarımızı öğrenip güzel ahlaka sahip olabiliriz. Biri, ahlakını düzeltmek için İbrahim Ethem hazretlerine, ayıbını, kusurunu bildirmesi için yalvarınca, (Seni dost edindim. Her hâlin bana güzel görünüyor. Ayıbını başkasına sor) dedi.
2- Başkasında bir ayıp görünce, bunu kendinde aramak, kendinde bulursa bundan kurtulmaya çalışmak gerekir. (Mümin, müminin aynasıdır) hadis-i şerifinin mânâsı budur. Yani, başkasının ayıplarında, kendi ayıplarını görür. İsa aleyhisselama, bu güzel ahlakı kimden öğrendiği sorulunca, (İnsanlara baktım. Hoşuma gitmeyen şeylerinden sakındım. Beğendiğimi ben de yaptım) buyurdu. Hazret-i Lokman’a, (Edebi kimden öğrendin?) denince, (Edepsizden) buyurdu. Yani birinin yaptığı hareket bizim hoşumuza gitmiyorsa, edepsizlik olarak görüyorsak, onu biz de yapmamalıyız. Biri bizim bir kusurumuzu söyleyince sevinmiyorsak, başkalarının da kusurlarını söylememeliyiz. Biri bizi tenkit edince hoşlanmıyorsak, biz de başkalarını tenkit etmemeliyiz.
İnsan bu prensipleri uygularsa, güzel ahlaklı olur. O hâlde, bir söz söylerken, kendimizi karşımızdakinin yerine koymalıyız. Böyle bir söze tepkimiz ne olur diye düşünmeliyiz. Bunun da istisnaları çıkarsa da, azdır. Zaten istisna genel kaideyi bozmaz.
Kötü huyu olan ne yapmalıdır?
Sual: Kendinde kötü huy bulunan bir kimse, bunu gidermek, yok etmek için ne yapmalı, nasıl hareket etmelidir?
Cevap: Kendinde kötü huy bulunan bir kimse, öncelikle bu kötü huya yakalanmasının sebebini araştırmalı, bu sebebi yok etmeye, bunun zıddını yapmaya çalışmalıdır. Kötü huydan kurtulmak, bunun zıddını yapmak için çok uğraşmak lazımdır. Çünkü, insanın alıştığı şeyden kurtulması çok zordur. Zira kötü şeyler, nefse tatlı gelir. İnsanın, kötü bir şey yapınca, arkasından nefse güç gelen şeyleri yapmayı âdet edinmesi, faydalı bir ilaçtır. Mesela, “bir kötülük yaparsam, şu kadar sadaka vereceğim” veya “oruç tutacağım, gece namazları kılacağım” diye yemin etmelidir. Nefis, bu güç şeyleri yapmamak için, onlara sebep olan kötü âdetini yapmaz. Kötü ahlakın, huyların zararlarını okumak, işitmek de, faydalı bir ilaçtır. Kötü huyun zararlarını bildiren hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İnsanların hiç çekinmeden, sıkılmadan yaptıkları günah, kötü huylu olmaktır.)
(Her günahın tövbesi vardır. Kötü ahlakın tövbesi olmaz. İnsan, kötü huyunun tövbesini yapmayıp, daha kötüsünü yapar.)
(Sıcak su buzu erittiği gibi, iyi ahlak da, hataları eritir. Sirke balı bozduğu gibi, kötü ahlak, hayratı, hasenatı, iyilikleri mahveder.)
Hakiki Müslüman demek
Sual: İman edip, elinde geldiği kadar ibadetlerini yapan her Müslüman, hakiki Müslüman mıdır?
Cevap: Hakiki Müslüman olmak demek, yalnız adete tabi olarak ibadet etmek değil, İslâmın emir ettiği güzel ahlakı edinerek, insanlık vazifelerini yaparak, ruhen de tertemiz olmak demektir. İbadet eden, fakat hileyi zeka eseri sayan, insanları aldatan, hatta bazen zararlı propagandalara aldanarak insan öldüren, ortalığı yakıp yıkan, yalan söyleyen bir kimse, Müslüman olduğunu söylese de, hakiki Müslüman değildir. Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerimde Furkân sûresinde, bir Müslümanın nasıl olması icap ettiğini beyan buyurmuş, açıkça bildirmiştir. Bunu tefsir etmek için, Ehl-i sünnet âlimleri fazlasıyla kitap yazmışlardır. Fakat biz, kendimizi halâ fena, kötü huylardan kurtaramıyor, Kur'ân-ı kerimde bildirildiği gibi çalışmıyor, Allahü teâlânın emirlerini yapmıyor, sözüne sadık olamıyor, sokaklarımızı pislik içinde bir harabeye çeviriyor, ruhen ve bedenen temizlenemiyoruz. Halbuki, elimizde bize bütün bu güzel şeyleri emir eden, ne yapmamız lazım geldiğini açık açık bildiren, Allahü teâlânın kelâmı Kur'ân-ı kerim, Peygamber efendimizin sözleri, emirleri ve Ehl-i sünnet âlimlerinin kitapları vardır.
(Allahü teâlâ şükredenlerin mükafatını verecektir) buyuruluyor. Bunu Allahü teâlâ vadediyor.
Burada şükretmek demek, Kur'ân-ı kerimin istediği gibi, tam Müslüman olmak demektir. Allahü teâlânın verdiği nimetleri, Onun emrine uygun olarak kullanmak demektir. Bugün dünyada bir milyardan fazla Müslüman olduğu bildirilmektedir. Dünyada her 4 kişiden biri Müslümandır. Eğer bu Müslümanlar, Allahü teâlânın emir ettiği gibi, ruhen ve bedenen tertemiz insanlar olur, birbirlerine kardeşçe bağlanır, çalışır, her sahada ilerlemeye başlarsa, Allahü teâlâ da, onlara mükafatını verecek, o zaman Müslümanlar, tıpkı orta çağda olduğu gibi, medeniyetin en önüne geçeceklerdir. Allahü teâlâ, bize bunu vadediyor. Allahü teâlâ, hiçbir zaman vadinden dönmez.
Sual: Bir Müslümanın, kendi hatalarını, işlediği günahları düşünmesi ve bunları düzeltmesi gerekmez mi?
Cevap: Herkes, kendi kusurlarını görmeli, Allahü teâlâya karşı yaptığı kabahatleri düşünmelidir. Allahü teâlânın, kendisine ceza vermekte acele etmediğini, rızkını kesmediğini bilmelidir. Ananın, babanın, dine uygun emirlerine itaat etmeli, dine uygun olmayanlara karşı gelmemeli, fitneye sebep olmamalıdır. Hakiki Müslüman böyle olur
.
Haline razı olmak
|
Sual: Görünüşüm çok bozuk, aşağılık duygusuna kapılıyorum. Ne yapmalıyım?
CEVAP
Sıhhat, afiyet, zenginlik, asalet, güzellik gibi nimetlere sahip olmak ve bunları yaratılış gayesine uygun kullanmak çok iyidir. Fakat bunlar maksatları dışında kullanılırsa çok kötü olur. Bunlar bir bıçak gibidir. İyi iş de yapılır, kötü iş de yapılır. İnsana verilen nimet çok olunca şükrü o nispette zorlaşır. Rabbimiz size iki göz vermiştir. Sağır ve dilsiz değilsiniz. Eliniz kolunuz sağlam. En mühimi deli değilsiniz, aklınız vardır. Hepsinden daha mühimi de imanlısınız. Daha bizim bilmediğimiz ne nimetlere sahipsinizdir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız, bitiremezsiniz.) [Nahl 18]
Bunca nimetlere acaba hakkıyla şükrediyor muyuz? Sizin durumunuzda olmayan çok insan vardır. Acaba bu hallerine şükrediyorlar mı? Sizde ise, başkalarında bulunan sakatlık yoktur. Bunun için şükrediyor musunuz? İnsanlar şükür yönünden gafildir. O nimet gitmeyince kıymetini bilemez. Nimet içinde yüzen şükrü kolay hatırlayamaz. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Kullarım içinde hakkıyla şükreden azdır.) [Sebe 13]
İnsanlar zayıf, aciz yaratıldığı için sabrı da şükrü de azdır. Binlerce nimete şükretmez, fakat bir bela gelince feryat ve figan eder. Hasta olup gece uyuyamazsa, hep Allah’ı anar. Fakat sağlam iken hiç Onu hatırlamaz. Müslüman Allahü teâlânın dostudur. Dostluğun alameti, dostun belalarına sabretmektir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kimi çeşitli nimete kavuşunca, Allah’ı anmaktan yüz çevirir, [hastalık, fakirlik gibi] bir şer dokununca da [Allah’ın rahmetinden] ümidini keser.) [İsra 83]
(Andolsun sizi biraz korku, biraz açlık, mal, can ve mahsulün eksilmesiyle imtihan edeceğiz. Ey Habibim, sabredenlere [lütfumu, ihsanımı] müjdele!) [Bekara 155]
Bu âyet-i kerimedeki (korku) Allah korkusu, gazada düşman korkusu; (açlık) ramazan orucu, kıtlık (malın eksilmesi) zekat ve malın zararı, (canın eksilmesi) hastalık, (mahsulün eksilmesi) ise, çeşitli afetler yüzünden mahsulün azalması veya mahsul denilen evlatların ölmesi olarak açıklanmıştır.
İmtihanı kazanmak için sabretmek gerekir. Sabreden büyük nimetlere kavuşacaktır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allah sabredeni sever.) [Taberani]
(Haline sabredeni çok severim.) [İ.Gazali]
(Sabır, Cennet hazinesidir.) [İ.Gazali]
(Sabır imanın yarısıdır.) [Beyheki]
(Hoşlanılmayan şeye sabretmekte büyük hayır vardır.) [Tirmizi]
İnsan arzusunun sonu yoktur
İnsan arzusunun sonu yoktur. Her istediğine kavuşmak ister. Her istenilene kavuşmak, muhakkak insana mutluluk getirmez. Onun için hakkımızda hayırlı olanı istemek gerekir.
Zenginlik çok iyi olmasına rağmen bazılarının felaketine sebep olmaktadır. Sırf parası için öldürülebilir.
En lüks bir arabaya sahip olan, çoluk-çocuğuyla bir uçurumdan aşağı yuvarlanabilir. Çok zeki olan bir kimse zekasının kurbanı olabilir. Vücudumuzdaki bütün organlar bize emanettir. Yaratılış gayesine uygun kullanmak gerekir. Mesela harama bakan kimse, gözünün şükrünü yerine getirmediği gibi, üstelik günah da işlemiş olur. Güzel sohbet edenin maksadı, dinleyicilerin teveccühünü kazanmak ise dilini hayra değil, şerre kullanmış, kendini dili ile felakete sürüklemiş olur. Her uzvu hayra kullanmak büyük saadet olur. Hazret-i Ebu Bekir, boş bir şey konuşmamak için mübarek ağzına taş koymuştur. Onun için (Ya hayır konuş, ya da sus) buyurulmuştur. Hep şer konuşan için dili bir afettir.
Her erkek yakışıklı, her kız da güzel olmak ister. Herkes için güzellik faydalı olmayabilir. Mesela güzelliğine güvenip artist olmak için İstanbul’a gelen birçok kızın ne felaketlere maruz kaldığını gazetelerde okuyoruz. Güzellik muhakkak nimet değildir. Kimini mutlu ettiği gibi, kimini de felakete sürüklemektedir.
Kul, Allah’tan nasıl razı olur?
Müslümanın itikadı şöyledir ki, her hayır ve şer Allah’tandır. Her işi yaptıran Allahü teâlâdır. Bu iş Allah’tan geldiğine göre, bir müslüman olarak bu işe rıza göstermek gerekir. Çünkü Müminin başına gelen her iş, müminin hayrınadır. Onun için vaki olanda hayır vardır buyurulmuştur. Vaki olan bir işle karşı karşıya olan, ne kadar zor olursa olsun buna rıza göstermesi gerekir.
Kavmi, Musa aleyhisselama, (Allahü teâlâdan öğren, neden razı ise, onu yapalım) dedi. Vahiy geldi. Allahü teâlâ şöyle buyurdu.
(Kaza ve kaderime rıza gösterirseniz, sizden razı olurum. Benim rızam, sizin rızanıza bağlıdır. Benden razı olursanız, sizden razı olurum)
Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ buyuruyor ki, ben kaza ve kaderime razı olandan razı olurum. Razı olmayandan razı olmam ve ona gazap ederim)
Yine Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(Kaza ve kaderime razı olmayan, beğenmeyen ve gönderdiğim belalara sabretmeyen, benden başka Rab arasın! Yer yüzünde kulum olarak bulunmasın!) [Taberani]
Allahü teâlâ, benim yaptığım işe razı olmayan kendine başka Rab arasın buyuruyor. Başka Rab olmadığına göre, yapılacak iş, Allahü teâlânın her işine razı olmaktır. Onun gönderdiği belalara sabretmek şarttır. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Allahü teâlâ buyurdu ki: "Bedenine, evladına veya malına bir musibet gelen, sabr-ı cemille karşılarsa, [yani güzel sabrederse] kıyamette ona hesap sormaya haya ederim.) [Hakim]
Güzel sabır, gelen belaya razı olup, herkese açıklamamak ve şikayette bulunmamak demektir. Güzel sabreden, dünya ve ahirette kurtuluşa kavuşur. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Derdini açıklayan sabretmiş olmaz.) [İ.Maverdi]
Allahü teâlâ, (Benden razı olandan razı olurum) buyuruyor. Allahü teâlânın kaza ve kaderine razı isek, Onun da bizden razı olduğu anlaşılır. Allahü teâlâdan gelenlerden razı değilsek, şikayetçi isek, Ona asi isek, O da bizden razı değildir.
Bir âbid zata, gece rüyasında, (Senin Cennetteki komşun şu çobandır) denir. Âbid merak eder, çobanı bulur. Çobanın evinde üç gün misafir kalır. Âbid, gece ibadet ederken çoban uyur. Âbid, çobana der ki:
- Senin ibadetin bu kadar mı?
- Evet bu kadar.
- İyi düşün, başka hasletin yok mu?
- Benim ibadetlerim bu kadardır. Fakat benim küçük bir özelliğim var. Darlıkta, sıkıntıda olsam hâlimden razı olur hiç kimseye şikayette bulunmam, hatta bu hâlimden kurtulmayı da istemem. Hasta olsam, yine hâlimden memnun olurum.
Âbid, elini başına koyarak der ki:
- Buna mı küçük özellik diyorsun? Her babayiğit bu haslete sahip olmaz.
Bir Âbidin de, (Ya Rabbi, benden razı ol) diye dua ettiğini duyan Rabia-i Adviyye hazretleri, (Kendisi Allah’tan razı olmadığı halde, Allah’ın kendisinden razı olmasını nasıl ister) buyurdu. (Kul, Allah’tan nasıl razı olur?) diye sordular. (Allah’tan gelen nimet ve belayı aynı gördüğü vakit) buyurdu. Bela gelince de, nimetteki gibi hâli değişmemişse, Rabbinden razı sayılır.
Sual: Bir kadın, (Ya Rabbi, beni niye erkekle aynı haklara haiz yaratmadın) dese, küfre girer mi?
CEVAP
Yaratığın, Yaradan’a itiraz etmesi, Onun işini beğenmemesi asla caiz olmaz. Birkaç örnek:
1- Biri, ya Rabbi beni niye dünyada yarattın da, göklerde, gezegenlerde yaratmadın diyemez.
2- Zenci, beni niye beyaz yaratmadın diyemez. Esmer, beni niye sarışın yaratmadın, sarışın, beni niye buğday tenli yaratmadın diyemez.
3- Çirkin, beni niye güzel yaratmadın, güzel de, beni niye daha güzel yaratmadın diyemez.
4- Cüce veya kısa kimse, beni niye uzun yaratmadın diyemez. Çok uzun biri de, beni niye normal yaratmadın diyemez.
5- Sakat doğan, beni niye sakat yarattın diyemez. (Kel, kör, sağır, dilsiz, felçli, çolak gibi)
6- Hasta doğan, beni niye hastalıklı yarattın diyemez. (Deli, geri zekalı, hiper aktif gibi)
7- Bir kimse, beni niye daha zeki, daha akıllı, daha kabiliyetli [yetenekli] yaratmadın diyemez.
8- Erkek, beni niye kadın yaratmadın, kadın da beni niye erkek yaratmadın diyemez. Bir insan, beni niye melek veya cin yaratmadın diyemez. Cin de beni niye insan yaratmadın diyemez.
9- Bir insan, beni niye bir hayvan, mesela aslan, köpek, eşek, yılan yaratmadın diyemez. Bir hayvan da beni niye insan yaratmadın diyemez. Yılan, beni niye ayaksız yarattın, beni niye bir aslan olarak yaratmadın diyemez.
10- Bir insan veya hayvan, beni niye, gül, lale gibi bir çiçek veya çam, kavak gibi bir ağaç olarak yaratmadın diyemez.
Bunlar doğuştan yaratılan durumlardır. Hiç kimsenin yaratılışı için bir şey demeye hakkı yoktur.
Müslüman, hayrın ve şerrin de Allah tarafından yaratıldığını bilir. Birkaç örnek de buna verelim:
1- Fakir bir kimse, beni niye zenginleştirmiyorsun, zengin kimse de, beni niye daha çok zengin yapmıyorsun diyemez.
2- Bir memur, beni niye âmir yapmıyorsun, âmir de, beni niye müdür, genel müdür, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı yapmıyorsun diyemez.
3- Avukat, beni niye doktor yapmadın, doktor, beni niye tüccar yapmadın, köylü, beni niye şehirli yapmadın diyemez. Bir şoför, beni niye pilot ve kaptan yapmadın diyemez.
4- Bir kimse, beni niye evliya veya peygamber yapmadın diyemez.
Ne erkek, diğer erkeklerle eşit yaratılmıştır, ne de kadın, diğer kadınlarla eşit yaratılmıştır. Allahü teâlâ her canlıyı farklı yaratmış ve her birine bir vazife vermiştir. Herkes haline ve hakkına razı olmalı, razı olmayan büyük isyan içinde olur.
Belki bir insanın kadın veya erkek olarak yaratılması, onun hakkında daha iyidir. Bir âyet meali:
(Hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinize; sevdiğiniz şey de, kötülüğünüze olabilir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.) [Bekara 216]
Her halimize razı olmalıyız. Çünkü Allahü teâlâ kudsi hadislerde buyuruyor ki:
(Mümin başına gelen işten, hoşlansa da, hoşlanmasa da, o iş, onun için iyidir.) [İbni Şahin]
(Kimisinin imanı ancak zenginlikle salah bulur. Eğer o fakir olsaydı, küfre girerdi. Kimi de, ancak fakirlikle salah bulur, [doğru, iyi yolda olur], eğer zengin olsaydı, küfre düşerdi. Kiminin imanı da, ancak sıhhatte olması ile tamam olur. Eğer hastalansa, küfre girerdi. Kiminin imanı hastalıkla olgunlaşır. Eğer sıhhatte olsaydı küfre sürüklenirdi.) [Hatib]
Ne yaparsak Allah bizden razı olur
Sual: Bilhassa ne yaparsak Allah bizden razı olur?
CEVAP
İsrailoğulları benzer bir suali Musa aleyhisselama sual etmişlerdir. Allahü teâlâ, (Onlar benden razı olurlarsa, ben de onlardan razı olurum) buyurdu. Yani başına gelen belalara katlanmak, ona buna şikayet etmemek, Allah’tan gelen her şeye razı olmaktır.
Musa aleyhisselam, (Ya Rabbi en çok buğzettiğin kimdir?) diye sual etti. Allahü teâlâ, (Bir kul, benden hayırlısını isteyip ben de ona hakkındaki hükmü gönderince ona rıza göstermeyendir) buyurdu. Allahü teâlânın takdirine razı olmalıdır!
.
Haset etmek
|
Sual: Haset nedir?
CEVAP
Haset, bir kimsenin hayırlı bir işi veya evi, malı, mülkü, ilmi olsa, o kimseden bunların gitmesini, onda olmayıp, kendinde olmasını istemektir. Onda olduğu gibi kendisinde de olmasını istemek haset olmaz. Buna gıpta etmek, imrenmek denir. Günah değildir.
Başkasının, kendinden üstün olan her şeyini kıskanana, yani ondaki üstünlüğün, yalnız kendinde olmasını isteyene, kıskanç denir. Bu hâl, en kötü huylardan biridir. Kıskanç insan, ömrü boyunca rahatsız insandır. Böyle insan, kendinden aşağı olan insanı görmez de, kendinden yüksek ve varlıklı insanın her şeyini görür ve onu kıskanır. Kıskanç insan, Allahü teâlânın kendisine verdiği şeylere razı olmayan insan demektir. Allahü teâlânın verdiğine razı olmayan insandan, Allahü teâlâ da razı olmaz. Allahü teâlânın bir insandan razı olmaması ise, felaketlerin en büyüğüdür. Artık o insan, dünyada da, ahirette de zarardadır.
Bunun için, kendisinde kıskançlık ve haset duygusu olduğunu gören, bu kötü huyundan kurtulmalıdır. İnsanlar, kendilerini ıslah edebilirler. Kıskançlıktan kurtulanlar rahat ve huzura kavuşur. Bu iş, zenginlik ve fakirlik işi değildir. Bu iş, kalbin zenginliği ve fakirliği işidir.
Nice fakirler vardır ki, bir lokma ekmek kazanınca, Allahü teâlâya şükreder ve zenginlerin hâlini düşünmez bile. Nice zenginler de vardır ki, milyarlarına daha birkaç milyar ekleyemediği için üzüntü içindedir.
Kıskanç insan, başka bir insanın kendinden iyi giyinmesini, iyi yaşamasını hazmedemez. Yani onun boyunu bosunu, güzelliğini, çalışkanlığını, başarısını kıskanır. Daha kötüsü, onun başına gelen fenalıklara sevinir.
İşte bu hâl, kıskançlığın en kötü derecesidir. Böyle insandan, Allahü teâlânın yardımı kesilebilir. Daha da mahrum olur. İyi kalbli ve herkesin iyiliğini isteyen insan, Allahü teâlânın himayesinde demektir. Bir hadis-i şerifte, (Bir müslüman, kendisine istediği bir iyiliği, başka bir müslüman için istemezse ve bir müslüman, kendisine gelecek bir kötülüğü, istemediği halde, o kötülüğü başka bir müslüman için isterse, onun imanı tam değildir) buyuruldu. Yani, Peygamber efendimiz yalnız kendisini düşünenleri beğenmiyor. Başka müslümanları düşünenleri beğeniyor ve öyle yapmalarını istiyor. Düşünün bir kere; bütün dünya, Peygamber efendimizin bu emirlerini yapmış olsa, dünyada kavga, gürültü kalır mı?
Haset, tekebbüre sebep olur. Başkasında bulunan nimetlerin ondan ayrılarak kendisine gelmesini ister. Onun haklı olan sözlerini ve nasihatlerini reddeder. Ondan bir şey sorup öğrenmek istemez. Kendinden yüksek olduğunu bildiği halde, ona tekebbür eder. İmam-ı Gazali hazretleri, (Bütün kötülüklerin başı, kaynağı üçtür: Haset, riya, ucub) buyurdu.
Haset eden, çekemediği kimseyi gıybet eder, çekiştirir. Onun malına, canına saldırır. Kıyamette, bu zulümlerinin karşılığı olarak, hasenatı alınarak ona verilir. Haset edilendeki nimetleri görünce, dünyası azap içinde geçer. Uykuları kaçar. Hayır hasenat işleyenlere on kat sevap verilir. Haset bunların dokuzunu yok eder, biri kalır. Haset edenin duası kabul olmaz.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İnsanların gizli şeylerini araştırmayın, kusurlarını görmeyin, düşmanlık ve haset etmeyin, birbirinizi kardeş gibi sevin, çekiştirmeyin. Müslüman Müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez, yardım eder. Onu, kendinden aşağı görmez.) [Buhari]
(Müminin kalbinde imanla haset bir arada bulunmaz.) [Beyheki]
(Müslüman hayırlı olur. Haset edince hayır kalmaz.) [Taberani]
(Hasetten kurtulmak zordur. Haset ettiğiniz kimseyi incitmeyiniz!) [İ. Ahmed]
(Hasetten sakınınız! Ateş odunu yakıp yok ettiği gibi, haset de hasenatı yok eder.) [Ebu Davud]
Haset etmek, Allahü teâlânın takdirini değiştirmez. Hasetçi, boşuna yorulur, üzülür. Üstelik büyük günaha girmiş olur. Hasedin, haset edilene dünyada ve ahirette hiç zararı olmaz. Üstelik faydası olur. Hiçbir hasetçi muradına kavuşmamıştır. Haset, sinirleri bozar, ömrün kısalmasına sebep olur. Esmai diyor ki, 120 yaşındaki bir köylüye çok yaşamasının sırrını sordum, hiç haset etmediğini söyledi.
Haset edilene, dünya ve ahirette, hiç zarar olmaz. Haset edenin ömrü üzüntü ile geçer. Haset ettiği kimsenin nimetlerinin azalmadığını, hatta arttığını görerek, sinir krizi geçirir. Hasetten kurtulmak için, ona hediye vermeli, ona karşı tevazu göstermeli ve onun nimetinin artması için dua etmelidir.
Doğru olan bir şeyi kabul etmemeye inat denir. İnat, karşımızdakini aşağı görmek, ondan nefret etmek, ona düşmanlık beslemek, haset etmek gibi sebeplerden meydana gelir. Hakkı, düşmanımız da söylese kabul etmeliyiz! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlânın en sevmediği kimse, hakkı kabul etmemek için inat gösterendir.) [Buhari]
Haset hakkında âlimlerin sözleri:
Bütün kötülükler, hırlaşmalar almak üzerinedir. Bütün iyilikler, vermek üzerinedir.
İlk haset eden şeytandır. Hazret-i Âdem’i çekememesi, kendisini isyana sevk etmiştir.
Herkesi memnun etmek mümkündür, yalnız haset edeni tatmin etmek zordur. Çünkü o, haset ettiği şeyin yok olması ile ancak memnun kalır.
Haset, iyileşmeyen bir yara gibidir. Onun dünyadaki bu sıkıntısı sebebiyle ahirette uğrayacağı azap, ceza bakımından kendisine yeter.
Haset edici kadar mazluma benzeyen bir zalim görmedim. Çünkü o, sana verilen nimeti kendisine işkence olarak görür.
Haset eden, servet düşmanıdır. Kimin malı, nimeti varsa ona buğzeder. Ona bunu niye verdin diye Rabbine darılmış olur. Allahü teâlâ fazlını dilediğine verir. Haset eden, niye ona verdin diye Allah’ın fazlı için cimrilik eder. Mal ve nimet sahibinin rüsvay olmasını, elindeki nimetlerin gitmesini ister. Haset eden her yerde zelil olarak anılır. Melekler lanet eder. Yalnız iken üzüntüsü artar. Can çekişirken, sıkıntısı artar. Kıyamette rüsvay olur, Cehennemde cezasını da çeker.
Ey insanoğlu, niçin kardeşini çekemiyorsun? Ona verilen onun hakkı ise, Allahü teâlânın ikram ettiği kimseye kızmaya ne hakkın var? Şayet hakkı değilse, Cehenneme girecek adamın nesini çekemiyorsun?
Aralarında ilgi bulunanlar haset eder
Birbirinden uzak ayrı yerde yaşayıp, aralarında ilgi bulunmayan kimseler arasında, birbirleriyle ilgi bulunmadığı için haset de bahis konusu olmaz.
Bir kimse, karşısındakinin kibirlenmesine dayanamaz, aralarında düşmanlık veya rekabet bulunduğu vakit haset edebilir. Bunlar sık sık karşılaşırlar. Biri diğerinin görüşüne uymazsa, öteki ondan nefret eder, ona karşı böbürlenmeye başlar. Bunun içindir ki, âlim âlime haset eder de abide haset etmez, abid de, başka bir abide haset eder, fakat bir âlime haset etmez. Aynı şekilde yazar yazara, tüccar tüccara haset eder. Kısaca herkes kendi mesleğinden olana haset eder.
Bir kimse, daha çok kardeşine haset eder. Tüccarın maksadı diğer tüccar ile birleşir. Aynı zamanda komşu olduğu tüccar ile uzaktaki arasında da fark vardır. Bütün bu sebeplerle, kendisine yakın olan meslektaşına daha çok haset eder. Bunun gibi, bir pehlivan, bir yazara değil, başka bir pehlivana haset eder. Çünkü onun maksadı yazı ile değil pehlivanlıkla şöhret kazanmaktır.
Bütün bu hasetlerin aslı düşmanlıktır. Düşmanlığın aslı da menfaat çatışmasının bir noktada birleşmiş olmasıdır. Bu da, menfaatleri ayrı veya uzaklarda bulunanlar arasında değil, menfaatleri müşterek olup, birbirine yakın olan kimseler arasında olur. Bu sebeple bunlar arasında haset çoğalır. Haset eden, her tarafta tek olarak anılmasını ister, kendi sahasında karşısına rakip olarak çıkacak herkese, nerde olursa olsun haset eder, fakat bu azdır.
Bütün bunların kaynağı, dünya sevgisidir. Hakiki din âlimleri arasında ise çekemezlik yoktur. Hepsinin maksadı, kullar indinde değil, Allah katında mevki sahibi olmaktır. Gerçek âlim, herkesin kendisinden daha bilgili ve daha iyi müslüman olmasını ister. Fakat âlim geçinenler, ilimleri ile menfaat peşinde koştukları için birbirine haset eder.
Hakkın adaletine kızılmaz
Haset, bir kalb hastalığıdır. Kalb hastalıkları, ancak ilim ve amel ile tedavi edilir. Hasedin zararı insanın kendisinedir, haset edilene bir zararı yoktur. Haset sebebiyle Allah’ın taksimatına rıza gösterilmemiş olur. Onun adaletine kızılmış olur. Bu ise tevhidin özüne aykırıdır. Ateş odunu yakıp yok ettiği gibi, haset de amelleri yok eder.
Sen haset ettikçe, içinde bir ateş yanar, kendi kendini kemirir, perişan olursun. Haset edilenin nimetini Allahü teâlâ artırır. Onun nimeti arttıkça senin de hastalığın artar, sıkıntı içinde kıvranır durursun. Göğsün daralır, uykun kaçar ve bu hastalık ölüme kadar götürür. Zaten düşmanın istediği de budur. Sen onun perişanlığını isterken, kendin perişanlığa düşmüş olursun. Bununla beraber senin hasedinin onun elindeki nimete bir etkisi olmaz. Hatta ahirette, seni sıkıntıya düşürdüğü için hasetten vazgeçmen gerekir. Çünkü faydasız bir sıkıntıdır. Allah’ın gazabına uğramaya çalışmaktan daha büyük ne olur?
Haset etmekle kimseye bir zarar veremezsin. Neymiş onun arabası senin arabandan iyi imiş. Onun evi, daha geniş ve daha uygun bir semtte imiş. N’olacak yani, senin hasedin, Allahü teâlânın ona takdir ettiği nimete mani olabilecek mi? İmkansız... Şayet sen, hasedin sebebiyle onun nimetinin yok olacağını düşünürsen, bu bir ahmaklıktır. Çünkü, eğer nimetler haset ile yok olsa, hiç kimsede hiçbir nimet, hatta iman nimeti de kalmazdı.
Hasede sebep olan şeyler
Sual: Haset nedir ve hasede sebep olan şeyler nelerdir?
CEVAP
İmam-ı Gazali hazretleri buyurdu ki:
Haset, bir kimsenin elindeki nimeti ona çok görüp, onun elinden gitmesini istemek demektir ve haramdır. Ancak kötü birinin, eline geçen servet ile fitne uyandırdığı, bu sebeple ara bozup herkese eziyet ettiği zaman, bu nimetin onun elinden çıkmasını istemek, bu adamın bu varlığına memnun olmamak, günah değildir. Çünkü, sen onun yok olmasını, nimet olduğu için değil, onu kötülükte kullandığı için istiyorsun. Şayet adam yaptığı fesatlıktan vazgeçseydi, onun elindeki nimete üzülecek değildin.
Allahü teâlânın taksimatındaki kazasına rıza göstermemek, hasedin haram olduğuna delâlet etmektedir. Sana zararı dokunmayan bir müslümanın rahata ulaşmasına hoşlanmamak, hasetten başka şey değildir.
Hasedin dereceleri
1- Haset ettiği kimsenin elindeki nimetin yok olmasını istemektir. Bu nimet ister kendi eline geçsin, ister geçmesin, yeter ki onda bulunmasın. Hasedin en kötü olanı budur.
2- Haset ettiği adamın elindeki nimetin, kendi eline geçmesini istemektir. Mesela, adamın güzel evi veya güzel arabası var, yahut üstün mevkidedir. Adamın, “Bunlar benim olsa” demesidir. Bunun arzusu o nimete sahip olmaktır. Maksadı, o nimeti kendisinin elde etmesidir. Yoksa birincisinde olduğu gibi, “Ne onda, ne de bende olsun” şeklinde değildir. Başkası bu nimetten neden istifade ediyor, demiyor, ben neden istifade edemiyorum, diyor. Ondaki nimet bende olsun demek uygun değildir.
3- Ondaki nimetin benzerinin kendisinde olmasını istemesidir. Şayet kendi eline onun gibisi geçmeyecekse, onda da olmasın diye, arzu etmesidir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Allah’ın kiminizi kiminizden üstün kılmaya vesile yaptığı şeyleri ummayın!) [Nisa 32]
4- Onda olan nimet gibi bir nimetin de kendi elinde bulunmasını arzu etmek, fakat onun elindeki nimetin elinden çıkmasını istememektir. İşte bu, dünyalık hususunda ise affedilmiştir.
Hasede sebep olan şeyler
1- Düşmanlık: İnsan, kendisine veya bazılarına yaptığı kötülük sebebiyle birine düşmanlık eder, kin besler. Kin ise intikam ile yatışır. Düşmanına bir felaket geldiği zaman, bunu kendi kerametine hamlederek buna sevinir ve bunu kendi mükafatı sanır.
2- Çekememek: Varlık sahibinin üstünlük taslaması onun ağrına gider. Emsallerinden biri mevki, ilim veya servet sahibi olduğu takdirde, kendisine karşı kibirleneceklerinden, kendisinin buna dayanamıyacağı için haset eder. Yani hasedi, kendi kibrinden dolayı değil, karşısındakinin kibrine dayanamıyacağından dolayıdır.
3- Kibir: Kibirlenip, karşısındakini küçük görüp kendine hizmet ettirmesi ve bütün arzularında kendi emrinde olması isteğidir. Birinin başına bir devlet kuşu konsa, buna haset eder. Kâfirlerin çoğunun Resul-i Ekrem efendimize karşı hasedi, Onun kendilerine karşı ululuk iddia etmesi korkusundandır. (Biz ulu kimseler iken bir öksüz nasıl olur da başımıza geçer ve biz ona nasıl boyun eğeriz) dediler.
4- Şaşkınlık: Aynı tahsilli, aynı yaşta ve aynı memleketli olmasına rağmen bazı arkadaşlarının mal, mülk sahibi olmalarına hayret edip kıskanır.
5- Gayesine ulaşamama korkusu: Bu da iki kişinin bir maksatta birbirine üstünlük arzusuna dayanır. Arzusuna tek başına ulaşabilmekte kendisine yardımcı olan her nimete, öbürü haset eder. Birinin o arzuya erişip diğerinin erişememesi hâlinde birbirine haset ederler. Ana-babanın sevgisini kazanmaktaki evlatların yarışması, talebelerin hocalarının sevgisini kazanmaktaki yarışmaları, gazetecilerin okuyucu çekmek için yarışması ve birbirine haset etmeleri hepsi bu kısımdandır. Her iki tarafın maksadı aynıdır. Maksatlarına ulaşmakta birbirine haset ederler.
6- Lider olma sevdası: Bir kimse, herhangi bir ilim dalında, parmakla gösterilen tek bir insan olmayı arzu eder. Övülmek sevgisi kendisine galebe çaldığı zaman, insanlar tarafından, “İşte bu kimse, kendi sahasında zamanının tek insanıdır, emsâli yoktur” gibi sözlerle övülünce, buna sevinir. “Falan yerde de bu sahada üstün biri var” diye duyduğu zaman canı sıkılır. Bu kişinin, kendisiyle ortak olan bu varlığının, elinden gitmesini ve hatta ölümünü bile arzu eder. Bu ortaklık mevkide, ilimde, sanatta, güzellikte, servette ve benzerlerinde olabilir. Cihanda emsâlsiz ve tek kalması sebebiyle sevindiği her hususta durum aynıdır. Burada hasedin sebebi tek başına otorite olmak sevdasından başka bir şey değildir. Yahudi âlimleri, Resul-i Ekremin hak peygamber olduğunu bildikleri halde, başkanlıklarının elden gideceğinden korktukları için, Peygamber efendimize haset ederek inkâra kalkıştılar.
7- Kötü huy: Hiçbir sebep olmadan kötü huyu, cimriliği sebebiyle kimsede bir varlık görmek istemez ve onlara haset eder. Ona, bu nimetlere Allahü teâlânın mazhar kıldığı bir kimsenin iyiliklerinden bahsedilince, canı sıkılır. Bu kişi, daima başkalarının gerilemelerini seven ve Allahü teâlânın lütfuna cimrilik gösteren bir insandır.
Kimi de var, başkasının malında cimrilik eder, yani başkasının malını da başkasına reva görmez. Aralarında hiçbir alaka bulunmadığı halde, Allahü teâlânın kullarına verdiği nimete cimrilik eder ve onlara haset etmeye başlar. Bunun kötü huyluluktan başka bir sebebi yoktur. Bunun tedavisi pek zordur.
Hazret-i Enes anlatır: Resul-i Ekrem, (Şimdi içeri Cennetlik bir zat girecektir) buyurdu. Az sonra, Ensardan, bir adam çıkageldi. Ertesi gün, Resul-i Ekrem yine önceki gibi söyledi. Yine aynı adam çıkageldi. Üçüncü gün de aynı şey oldu. Abdullah bin Amr, o adamın evinde birkaç gün misafir kaldıktan sonra şunları anlattı:
- Üç gece onunla kaldım. Gece kalkıp namaz kılmadı. Bizlerden fazla bir ibadet yapmadığı halde Cennetlik oluşunun sebebini anlayamadım. Adama dedim ki:
- Resulullah seni niçin övüyor?
- Hiç kimseye haset etmem.
- Şimdi anlaşıldı. Seni o dereceye ulaştıran budur. (İ. Ahmed)
Hazret-i Musa’nın imrendiği zat
Musa aleyhisselam, salih bir zata imrenip, kim olduğunu sordu. Allahü teâlâ, (Bu zat, şu üç amel ile bu mertebeye ulaşmıştır: Kimseye haset etmedi, ana-babasına âsi olmadı ve söz taşımadı) buyurdu.
Hazret-i Zekeriyya da Allahü teâlânın şöyle buyurduğunu haber veriyor:
(Haset eden kimse, nimetime düşman olan, kazâma kızan, kullarım arasındaki taksimatıma razı olmayan biridir.)
Hazret-i Safiyye anlatır:
Bir gün, babam amcama sordu:
- Bu Peygamber hakkında ne diyorsun?
- Hazret-i Musa’nın müjdelediği Peygamberdir.
- O halde niçin iman etmiyorsun?
- Bizden gelmediği için, ölünceye kadar düşmanlık edeceğiz.
İşte hasedin vardığı acı nokta...
Hasedin zararları
Haset edilen kimse, senin zulmüne uğramış, bir mazlumdur. Hele haset edip çekiştirir, kötülüklerini söylersen, bunlar senin ona verdiğin hediyelerdir. Hep onun ekmeğine yağ sürmüş oluyorsun. Yani ona ibadetlerinin sevabını verip, onun günahlarını yükleniyorsun. Böylece kıyamette müflis olacaksın.
Düşman, hasmının beladan belaya uğramasını ister. Haset hastalığı ile senin yüklendiğin bela, bütün felaketlerden büyüktür. Düşmanlarının en büyük arzuları kendilerinin refahta, hasımlarının sıkıntıda olmalarıdır. Sen kendi kendine onların arzularına uymuş oldun. Bunun için düşmanın, senin ölmeni değil, böylece sürünmeni, ellerindeki nimetlere bakarak haset ateşi içinde hep kıvranmanı isterler.
Bunları düşünebilirsen, kendi kendinin düşmanı ve düşmanının dostu olduğunu kolaylıkla anlamış olursun. Çünkü davranışın, dünya ve ahirette senin aleyhine, hasmının lehinedir. Bu işin zararı senin, kârı onundur. Herkesin yanında nefret edilirsin. Allah katında da kötü birin. Sen istesen de istemesen de haset ettiğin kimsenin nimeti devam eder gider.
Eğer ahiretteki hâlini rüyada bile görebilseydin, korkunç bir manzara ile karşılaşırdın. Hâlin, tıpkı, öldürmek için düşmana kurşun atan, fakat mermisi geri teperek gözüne isabet edip gözünü çıkaran ve buna fazla sinirlenerek ikinci kurşunu atan ve ikinci mermi de aynı şekilde geri teperek diğer gözünü çıkaran, buna daha da sinirlenerek attığı üçüncü kurşunun yine kendi beynine saplanan ve hasmı esenlik içinde bulunan kişinin durumuna benzer. O, durmadan hasmını hedef alıp kurşun atar, mermiler ise geri teperek kendisine isabet eder. Bunun bu hâline, düşmanları kahkaha savurur. İşte şeytan böyle maskara eder.
Haset edenin durumu bundan da fecidir. Çünkü bu kişinin hasmına atıp tersine dönerek kör olmasına sebep olduğu gözleri, nihayet ölüme kadar yaşayacak ve ölüm ile onlar da yok olacaktı. Ama hasetten meydana gelen günah, ölüm ile yok olmaz. Bu sebeple Allahü teâlâyı öfkelendirir ve Cehenneme girer. Gözünün kör olması, Cehenneme girip Cehennemin kendisini yakmasından, elbette çok daha hafiftir.
Şu işe bak! O, haset ettiği kimsenin nimetinin elinden alınmasını isterken, Allahü teâlâ o nimeti almadığı gibi, ötekini sıkıntıdan sıkıntıya sokmuştur. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kişi kazdığı kuyuya kendi düşer.) [Fatır 43]
Çok kere düşmanı için istediği aynen kendi başına gelir. Bunlar, hasedin ilim ile tedavisidir. Eğer akl-ı selim ile düşünürsen, haset ateşini kalbinde söndürürsün. Çünkü hasedin, kendini helak ettiğini, düşmanını sevindirdiğini, haset sebebiyle huzurunun bozulduğunu ve neticede Allahü teâlânın hışmına uğradığını bilirsin.
Hasedin amel ile tedavisi şöyledir:
Haset arzularının aksini yapmakla hasedini tahakküm altına alırsın. Mesela, hasmını kötülemek istersen, hemen onu öv, kibretmek istersen tevazu göster, ondan özür dile, şayet vermemeyi teklif ederse, vermeye gayret et! Yapmacık da olsa tatlılık, kini ortadan kaldırır ve gönülleri birbirine bağlar. Bu sayede kalb, haset hastalığından kurtulur. Haset edilen kimse, senin böyle zoraki yaptığını bilse de, yine memnun kalır ve seni sevmeye başlar, bu suretle karşılıklı sevgi başlar ve haset hastalığı da kaybolur. Çünkü tevazu, övmek ve sevgisini bildirmek, karşısındakine etki ederek onu sever. Zoraki yaptığı iyilikler, zamanla huy haline gelir. Böylece hasetten kurtulmuş olursun.
Elbette bu arada şeytan boş durmaz, senin bu durumun onu çok üzer, sana (münafıklık yapıyorsun) diye vesvese verir. Sen de, münafıklık zilletine düşmeyeyim diye sakın şeytanın oyununa gelme!
Hastalıklar acı ilaçlarla tedavi edilir. İlacın acılığına dayanamayan, şifanın zevkine eremez. Hasedin tedavisinde kullanılan, düşmana karşı alçak gönüllülük, onu övme gibi hâllerin acılığını, ancak yukarıda bildirilen manaları bilmek kolaylaştırır. Ayrıca Allahü teâlânın kazasına rıza ile elde edilecek sevap, Allah’ın sevdiğini sevmek de bu güçlüğü yener. Murada ermemek zillettir. Bu zilletten kurtuluş ancak iki şeyin biriyle mümkündür. Ya dilediğin şey olacak veya olacak şeyi dileyeceksin. Birincisi senin elinde olmadığı için, bu hususta uğraşmak manasızdır. İkincisi ise mücahede ve riyazet ile mümkündür. O halde akıllı olan, bu ikinci çareye başvurur.
[Riyazet, nefsin arzularını yapmamak demektir. Nefs ahmak olduğu için her istediği kendi zararınadır. Nefs daima haramları ister. Mücahede ise, nefsin istemediği şeyleri yapmaktır. Nefsimiz, iyilik ve ibadet etmemizi istemez. Nefse, günahlardan kaçmak, ibadet etmekten daha güç gelir. Onun için günahtan kaçmak daha sevaptır.] (İhya)
Mümine kâfir diyenin kendisi kâfir olur
Sual: Bazı kimseler, haset yüzünden çok iyi tanıdığım bir müslümana yahudi diyorlar. Halbuki bildiğiniz gibi, bir kimse istediği dini seçebilir. Fakat hiç kimse yahudi olamaz. Yahudi olmak için yahudi olarak doğmak şarttır. Böyle haset ederek bir müslümana yahudi demenin dindeki yeri nedir?
CEVAP
M. Hadimi hazretleri buyuruyor ki:
(Haset etmek, Allahü teâlânın takdirini değiştirmez. Hasetçi, boşuna yorulmuş, üzülmüş olur. Üstelik büyük günaha girmiş olur. Haset, sinirleri bozar, ömrün azalmasına sebep olur. Hasedin, haset edilene dünyada ve ahirette hiç zararı olmaz. Üstelik faydası olur. Haset ettiği kimsede nimetlerin azalmadığını, arttığını [kervanın yürüdüğünü] görerek sinir krizleri geçirir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Mümin imrenir, münafık haset eder.) [İ. Maverdi]
(Haset edenler benden değildir, ben de onlardan değilim.) [Taberani]
Berika’daki bu yazı, hasedin ne kadar kötü olduğunu göstermektedir. Hasetçinin yalan söylemesi, iftira etmesi ayrı bir günahtır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir müminde her haslet bulunabilir. Ancak hıyanet ve yalan bulunamaz.) [İbni Ebi Şeybe]
(Yalan, münafıklıktan bir kapıdır.) [İbni Adiy]
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Yalan söyleyenler, iftira edenler, ancak Allahü teâlânın âyetlerine inanmayanlardır. İşte onlar, yalancıların tâ kendileridir.) [Nahl 105 Beydavi]
Hadis-i şerifde de buyuruluyor ki:
(Yalan, imana aykırıdır.) [Beyheki]
İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
(Böyle kimselerin bozuk sözlerine üzülmeyiniz! Kur'an-ı kerimde, (Herkes, kendine uygun işi yapar) buyuruluyor. (İsra 84) [Yani kişinin işi ve sözü, kendinin aynasıdır.] Böyle aşağı kimselerin sözlerine iyi ve kötü karşılıkta bulunmamak daha iyidir. Yalanın sonu gelmez. Onların birbirini tutmayan sözleri, kendilerini rezil etmeye yetişir. Allahü teâlânın aydınlatmadığı kimseye, başkası ışık veremez. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Allah de, sonra onları bırak! Bozuk işlerinde, daldıkları bataklıkta oynaya dursunlar!) [Enam 91, Mektub. 204]
Aynı evliya zat yine buyuruyor ki:
(Bir zan ile bir müslümana kötü damgası basmak, yer yer dolaşıp, onu sapık olarak yaymaya çalışmak bir din adamına yakışır mı? Müslüman olan bir kimse, bir insandan dine uygun görünmeyen bir söz işitince, bu söyleyeni incelemelidir. Söz sahibi, sapık ve zındık ise, buna doğrusunu söylemeli, sözünde iyi mana aramamalıdır. O sözün sahibi müslüman ise, onun sözüne iyi mana vermeye uğraşmalıdır. Eğer faydalı olmak için değil de, bir müslümanı kötülemek için yapılıyorsa, buna bir şey diyemem.) [c.3, m.121]
Suizan ederek bir müslümana kâfir denmez. Bir savaşta, kelime-i şehadet getiren birini öldüren kimseye, Resulullah efendimiz, (Kelime-i şehadet söylerken niçin öldürdün?) buyurdu. O kimse de, (Dili ile söylüyordu, kalbi ile inkâr ediyordu) dedi. (Kalbini yarıp da baktın mı?) diyerek onu azarladı. Onun için, günahkâr da olsa, mümine kâfir demekten sakınmalıdır! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mümine kâfir diyenin, kendisi kâfir olur.) [Buhari]
Haset, gayret ve kıskançlık
Başkasının, kendinden üstün olan her şeyini kıskanan, yani ondaki üstünlüğün, yalnız kendinde olmasını isteyen insana, kıskanç denir. Bu hâl, insanlığın en kötü huylarından biridir. Kıskanç insan, ömrü boyunca rahatsız insandır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Haset etmeyin, ateş odunu yaktığı gibi, haset de ibadetlerin sevaplarını giderir.) [İbni Mace]
Haset eden, onu gıybet eder, çekiştirir. Onun malına, canına saldırır. Kıyamet günü, bu zulümlerinin karşılığı olarak, yaptığı iyilikler alınarak ona verilir. Haset edilendeki nimetleri görünce, dünyası azap içinde geçer. Uykuları kaçar. Hayır, hasenat işleyenlere, on kat sevap verilir. Haset bunların dokuzunu yok eder, biri kalır. Küfürden başka hiçbir günah, hasenatın sevaplarının hepsini yok etmez. İslamiyet’e önem vermeyerek haram işlemek ve küfre sebep olan işleri yapmak, sevapların hepsini yok eder. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Eski ümmetlerden iki kötülük haset ve kin size bulaştı. Dinlerini haset ve kinle yıktılar.) [Tirmizi]
Haset etmek, Allahü teâlânın takdirini değiştirmez. Boşuna üzülmüş, yorulmuş olur. Kazandığı günahlar da, cabası olur. Hiçbir hasetçi muradına kavuşmaz, kimseden saygı görmez. Haset, sinirleri bozar. Ömrünün azalmasına sebep olur. Haset olunanın, dünyada ve ahirette, bundan hiç zararı olmaz. Hatta faydası olur. Haset edenin ömrü üzüntü ile geçer. Haset ettiği kimseden nimetlerin azalmadığını, hatta arttığını görerek, sinir krizleri geçirir. Hasetten kurtulmak için, ona hediye göndermeli, onu övmeli, ona karşı tevazu göstermeli, onun nimetinin artmasına dua etmelidir.
Haset, kıskanmak, çekememek demektir. Yani, Allahü teâlânın birine vermiş olduğu nimetin ondan gitmesini istemek demektir. Ondan gitmesini istemeyip de, kendisinde de olmasını istemek, haset olmaz. Buna gıpta etmek, imrenmek denir. Gıpta güzel bir huydur. İslamiyet’in ahkamına, yani farzları yapmaya ve haramlardan sakınmaya riayet eden, gözeten salih kimseye gıpta edilmesi vaciptir. Dünya nimetleri için gıpta etmek tenzihen mekruh olur. Birinde bulunan kötü, zararlı şeyin gitmesini istemek, gayret olur. Gayret gösterene de gayur denir. Gayret, bir kimsede olan hakkına, onun başkasını ortak etmesini istememektir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Mümin gayur olur. Allahü teâlâ ise daha gayurdur.) [Müslim]
(Allahü teâlâdan daha gayuru yoktur ve mümine gayret ettiği için fuhşu yasaklamıştır.) [Buhari]
Namusunu kıskanmayana deyyus denir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, Cenneti yaratınca, “deyyus senin kokunu bile duyamaz” buyurdu.) [Deylemi]
Allahü teâlânın gayret etmesi, kulunun kötü, çirkin şey yapmasına razı olmamasıdır.
İnsanın Allahü teâlâya gayret etmesi, haram işlenmesini istememekle olur.
Yusuf aleyhisselamın, (Sultanın yanında benim ismimi söyle!) demesi gayret-i ilahiyyeye dokunarak, senelerce zindanda kalmasına sebep oldu. İbrahim aleyhisselamın, oğlu İsmail’in dünyaya gelmesine sevinmesi, gayret-i ilahiye dokunarak, bunu kurban etmesi emrolundu. Allahü teâlânın çok sevdiklerine, bazı evliyaya böyle gayret etmesi çok vâki olmuştur.
Müslümana kâfir demek
Sual: Bazı Müslümanlar için, (Bunlar, Bizans’ın torunlarıdır. Bunların namazları, kabul olmaz. Bunlara herhangi bir şekilde yardım edenler, Cehenneme bilet kesmişlerdir) diyerek, açıkça kâfir olduklarını söylemek, küfür değil midir?
CEVAP
İslam âlimleri buyuruyor ki:
Küfür isnadı, iki başlı ok gibidir. Oku atınca, karşı taraf kâfirse orada kalır, şayet değilse, ok geri döner sahibini vurur, yani söyleyen kâfir olur.
Fıkıh kitaplarında da, kendisine kâfir denilen kimse kâfir değilse, Müslüman ise, söyleyenin kâfir olacağı bildiriliyor. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Mümine kâfir diyenin, kendisi kâfir olur.) [Buhari]
Kıskanmak ve imrenmek
Sual: Dinimizde kıskançlık yasaktır ama Peygamber efendimizi gören ve Onun zamanında yaşayanları ister istemez kıskanıyoruz, bu günah olur mu?
CEVAP
Ona kıskanmak denmez, imrenmek denir. İmrenmek sevaptır, iyidir.
Kıskanç insan, rahatsız insandır
Sual: Kıskanç, hasetçi kimseler, kıskançlıkları sebebiyle, kendilerini rahat, huzurlu mu zannediyorlar?
Cevap: Başkasının, kendinden üstün olan her şeyini kıskanan, yani ondaki üstünlüğün, yalnız kendinde olmasını isteyen insana, kıskanç denir. Bu hâl, insanlığın en kötü huylarından biridir. Kıskanç insan, ömrü boyunca rahatsız insandır. Böyle insanlar, kendinden aşağı olan insanı görmez de, kendinden yüksek ve varlıklı insanın her şeyini görür ve onu kıskanır. Kıskanç insan, Allahü teâlânın kendisine verdiği şeylere razı olmayan insan demektir. Allahü teâlânın verdiğine razı olmayan insandan Allahü teâlâ da razı olmaz. Allahü teâlânın bir insandan razı olmaması ise, felaketlerin en büyüğüdür. Artık o insan, dünyada da, ahirette de hüsran içindedir, yani zarardadır. Bunun için, kendisinde kıskançlık ve haset duygusu olduğunu görenler yavaş yavaş bu huylarından sıyrılmalıdır.
İnsanlar, kendilerini istedikleri kadar ıslah edebilir. Kıskançlıktan kurtulanlar rahat ve huzura kavuşur. Bu iş, zenginlik ve fakirlik işi değildir. Bu iş, kalbin zenginliği ve fakirliği işidir. Nice fakirler vardır ki, bir lokma ekmeği kazandığı zaman, Allahü teâlâya şükreder ve zenginlerin hâlini düşünmez bile. Nice zenginler de vardır ki, milyonlarına daha birkaç milyon ekleyemediği için üzüntü içindedir.
Kıskanç insan, başka bir insanın kendinden iyi giyinmesini, iyi yaşamasını hazmedemez. Yani onun boyunu posunu, güzelliğini, çalışkanlığını, başarısını kıskanır. Daha kötüsü, onun başına gelen fenalıklara sevinir. İşte bu hâl, kıskançlığın en kötü derecesidir. Böyle insandan Allahü teâlânın yardımı kesilebilir. Daha da mahrum olurlar. İyi kalpli ve herkesin iyiliğini isteyen insan, Allahü teâlânın himayesinde demektir. Peygamber Efendimiz;
(Bir Müslüman, kendisine istediği bir iyiliği, başka bir Müslüman için istemezse ve bir Müslüman, kendisine gelecek bir kötülüğü, istemediği hâlde, o kötülüğü başka bir Müslüman için isterse, onun imanı tam değildir) buyurmuştur. Yani Peygamber Efendimiz, yalnız kendisini düşünenleri beğenmiyor. Başka Müslümanları düşünenleri beğeniyor ve öyle yapmalarını istiyor. Bütün dünya, Peygamber Efendimizin bu emirlerini yapmış olsa, dünyada kavga, gürültü kalır mı?
Sual: Birisinde iyi bir şey görünce, bundan bende de olsun demenin dinen mahzuru olur mu?
Cevap: İnsan bir kimsede bulunan nimetin ondan gitmesini istemeyip, kendisinde de bulunmasını isterse, bu haset olmaz. Buna gıpta etmek, imrenmek denir. Gıpta etmek, güzel bir huydur. İslâmiyetin ahkamına, yani farzları yapmaya ve haramlardan sakınmaya riayet eden, gözeten salih kimseye gıpta edilmesi vaciptir. Dünya nimetleri için gıpta etmek tenzihen mekruh olur.
.
Hasta ziyareti
|
Sual: Hastayı ziyaret farz mıdır?
CEVAP
Hasta ziyareti sünnettir. Hastanın bakacak kimsesi yoksa vacib-i kifaye olur. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Müslümanın, Müslüman üzerinde beş hakkı vardır: Selamını almak, hastalanınca ziyaret etmek, cenazesine gitmek, davetine icabet etmek, aksırıp da elhamdülillah dediği zaman, yerhamükallah demektir.) [Müslim]
(Biriyle arkadaş olunca, kimliğini öğren! Hasta olursa ziyaretine, ölürse cenazesine gidersin.) [Beyheki]
(Hasta ziyareti için bir mil, iki kişinin arasını düzeltmek için iki mil, Allah için dost edindiğin birini ziyaret için üç mil uzakta da olsa git!) [İbni Ebi-d-dünya]
(Allahü teâlâ birine, (Ben hastalandım, beni ziyarete gelmedin) buyurur. O kimse, (Ya Rabbi, seni nasıl ziyaret edeceğimi bilmiyorum) deyince de, (Falanca Müslüman hastalandığında, ziyaret etseydin, beni bulurdun) buyurur.) [Müslim]
(Bir hastayı ziyaret edenin kefili Allah olur.) [Hâkim]
(Şunlar komşu haklarındandır: Hastalanırsa ziyaret etmek, ölünce cenazesine gitmek, borç isterse vermen, fakir düşerse her yerde söylememek, güzel bir şeye kavuşursa tebrik etmek, başına bir musibet gelirse teselli etmek, evini onun evinden yüksek yapmamak, komşuya da verilmezse yapılan yemeğin kokusunu ona duyurmamak.) [Cami-üs-sagir]
(Hasta ziyaretinin mükemmel olması, elini hastanın yüzünün veya elinin üzerine koyması ve halini sormasıyladır. Aranızdaki selamlaşmanın mükemmel olması da müsafeha etmekledir.) [İ. Mace, İ. Ahmed]
(Hastaları ziyaret ediniz. Dua etmelerini isteyiniz. Şüphesiz hastaların duası makbul, günahları da affedilmiştir.) [Deylemi]
(Hastaları ziyaret etmenin, cenazeleri uğurlamaktan daha büyük sevabı vardır.) [Deylemi]
(Kim bir hastayı ziyaret ederse, dönünceye kadar Cennet bahçesi içerisindedir.) [Müslim, Tirmizi, İ. Ahmed]
(Sünnet uygun abdest alıp, hasta olan Müslüman kardeşini, Allah rızası için ziyaret eden yetmiş yıllık yol mesafesi olan Cehennemden uzaklaşır.) [Ebu Davud]
(Hastaları da ziyaret edin.) [Buhari]
(Hasta ziyareti güzel iştir.) [Taberani]
(Hasta bir Müslümanı sabah ziyaret edene, akşama kadar; akşam ziyaret edene ise sabaha kadar yetmiş bin melek dua ve istigfar eder. Cennette de kendisine bir bahçe verilir.) [Tirmizi]
(Hastayı ziyaret edene, 70 bin melek, ertesi gün aynı vakte kadar istigfar eder.) [Şirazî]
(Hasta ziyaretine giden kimse, Allahü teâlânın rahmetine girer, onun yanında oturunca da bu rahmete gömülmüş olur.) [Beyheki, İ Ahmed]
(Sırf Allah rızası için, arkadaşını veya bir hastayı ziyaret eden için, Allahü teâlâ buyurur ki: Ne güzel ettin. Cennette kendine bir köşk hazırlamış oldun.) [Buhari]
(Bir hastayı ziyaret edip, yanında bir miktar oturan Müslümana, bir an günah işlenmemiş bir yıllık amel sevabı verilir.) [Ebu Nuaym]
(Hastayı ziyaret üç günden sonradır. Ziyareti de seyrek yapın! Dalgınsa ziyaret gerekmez.) [Deylemi]
(Hastayı ziyaret eden kimse, müsafeha etsin ve elini hastanın alnına koyup, halini sorsun ve onun için şifa ve uzun ömür dilesin, ondan dua da istesin. Çünkü hastanın duası meleklerin duası gibidir.) [Beyheki]
(Bir günde şu beş şeyi yapan Cennet ehli olur: Hastayı ziyaret eden, cenazeye giden, Cuma günü oruçlu olan, Cumaya giden ve sadaka veren [Ebu Ya’la] [Cuma günü oruç tutmak isteyen, perşembe ile veya cumartesi ile beraber tutmalıdır!]
Peygamber efendimiz, ziyaretçiye çok sevap verildiğini bildirince, oradakiler, hastaya da sevap olup olmadığını sordular. (Hastaya kat kat daha çok sevap verilir) buyurdu. (Taberani)
Biri hastalanınca hemen ziyarete gidilmez. Sık sık gitmek de doğru değildir. En fazla iki günde bir gidilebilir.
Ziyarete yeni elbise ile değil, her gün giyindiği elbise ile gitmelidir! Hastanın başucunda değil, ayakucunda oturmayı tercih etmelidir!
Hastanın yüzüne bakmayıp, sağa sola bakmak veya önüne bakmak uygun olmadığı gibi, devamlı olarak hastanın yüzüne bakmak da uygun değildir.
Hastanın yanında asık suratla durmamalıdır! Güzel şeylerden bahsetmeli, iyileşmesi için dua etmelidir!
Peygamber efendimiz, bir hastayı ziyaret edince, (Bir şeyin yok, inşaallah bu rahatsızlığın, günahlarını temizler) buyururdu. (Buhari)
Ziyarette hastanın yanında çok oturmak, uygun değildir. Peygamber efendimiz, (Hasta ziyaretini kısa tutmak sevabdır) buyurdu. (Bezzar)
Hasta da, halinden şikâyet etmemeli! Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Sadakayı gizli veren, musibetini gizleyen, halini Allah’a arz eden için, Allahü teâlâ buyurur ki: Kulum verdiğim belaya sabretti. Ziyaretçilere beni şikâyet etmedi. Ben de onun vücudunu daha sıhhatli kılarım. Günahsız olarak iyileşir. Ölürse rahmetime kavuşur.) [Taberani]
Hasta hâlinden şikâyet etmediği gibi, “Beni ziyarete gelmiyorlar” diye de şikâyet etmemeli! Kendisini ziyarete gelmeyenin bir mazeretinin olabileceğini düşünmeli, ona suizan etmemeli, küsmemeli!
Sual: Hasta ziyaretine giderken çiçek götürmek hristiyan âdeti midir?
CEVAP
Mubah işlerde gayrı müslimlerin âdetine uymak günah olmaz. (Hadika) Ziyarete giderken çiçek götürmek günah değildir. Hadis-i şeriflerde, (Kime güzel kokulu çiçek ikram edilirse reddetmesin, onu alıp koklasın) ve (Kırmızı gülü koklayıp da bana salevat getirmeyen, bana eziyet etmiş olur) buyuruldu. (Şir'a)
Sual: Bir arkadaş, hastalığında kendisini ziyaret edemediğim için bana darılıp küsmüştür. Hastayı ziyaret etmek farz mı?
CEVAP
Hasta ziyareti sünnettir. Hastanın kimsesi yoksa vacip olur. Sünnet olan hasta ziyaretini yapmayana küsmek haramdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Müslümana, üç günden fazla dargın duran, Cehenneme gider.) [Nesai]
Sual: Hasta ziyaretinde nelere dikkat etmek gerekir?
CEVAP
Hastanın yanına Euzü besmele ile selam vererek girmeli, mümkünse sağ tarafına oturmalı, dua etmek için hal ve hatırını sormalı, bir ihtiyacı olup olmadığını sormalı, varsa yardımcı olmalı. Ona da duyurmak için Kelime-i şehadet söylemeli. Yanında fazla oturmamalı. Eğer ısrar ederse biraz daha oturulabilir. Ayrılırken de hayırlı âcil şifaya kavuşması için dua etmelidir.
Sual: Hasta olan birini ziyarete gidildiğinde ne yapmalı, nelere dikkat etmeli, nasıl hareket etmelidir?
Cevap: Bir hastanın ziyaretine gidildiği zaman, kapıya varınca, içeri girmeye müsaade istemeli, izin almalı. İzin verilirse besmele ile girmeli, mümkünse hastanın sağ tarafına oturmalı, içeri girince selam vermeli, hastanın hâl ve hatırını sormalı. Hastalığına bir ilaç veya tavsiye edilecek bir doktor biliniyorsa söylemeli. Kelime-i şehadet getirerek ona duyurmalı ve acil şifalar dilemeli. Hastanın yanında fazla oturmamalı. Bir ihtiyacı varsa yapmalı. Ayrılırken kendisine acele sıhhat bulması için dua etmeli.
Sual: Bakıcısı olsun veya olmasın her hastayı ziyaret etmenin hükmü aynı mıdır?
Cevap: Bakıcısı bulunan hastayı ziyaret etmek sünnettir. Kimsesi yok ise, yoklamak vacip olduğu Mişkât hâşiyesinde yazılıdır.
.
Havf ve Reca
|
Sual: Allah sevgisi ile Allah korkusunun diğer sevgi ve korkulardan farkı nedir?
CEVAP
Allah korkusu ve Allah sevgisi, insanları saadete kavuşturan iki kanat gibidir. İman eden ve imanın tadını bulan da Allahü teâlâyı çok sever.
Akıllı insan, nimet sahibinin sevgisini kaybetmekten çok korkar. Ayrıca Ona isyan edip azaba müstahak olmaktan da korkar. Demek ki, Allah korkusu, sevileni kaybetmekten meydana gelen bir korku olduğu gibi, Ona isyan ederek tehlikelere maruz kalmaktan da meydana gelen bir korkudur. Allahü teâlâdan celal sıfatı sebebiyle korkmak, günahı sebebiyle korkmaktan daha üstündür. Sadece günahı sebebi ile korkan kimse, günah işlemeyi bırakınca, (Günahları bıraktığıma göre, artık Allah’tan niçin korkayım) diyebilir. Allah’tan korkan, korkunun gereğini yapan kimse akıllıdır. Çünkü hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Aklın çokluğu, Allah korkusunun çokluğu ile belli olur.) [İ. Muhber]
Sual: Allah’tan korkmak ne demektir?
CEVAP
Allah’tan korkmak, bir zalimden korkmak gibi değildir. Bu korku, saygı ve sevgi ile karışık olan bir korkudur.
Aşıkların maşuklarına karşı yazdıkları şiirlerde, böyle korku içinde olduklarını bildiren beyitleri az değildir. Maşukunu kendinden pek yüksek bilen bir aşık, kendini o sevgiye layık görmeyerek, hislerini böyle korku ile anlatmaktadır.
İnsan, sevdiği kimseyi, herhangi bir şekilde üzmekten korkar. Allahü teâlâyı ise, herkesten çok sevmek gerekir. Allah’ı çok seven bir kimse, herhangi bir yanlış iş yapıp, Onu üzerim diye çok korkar.
Bizleri yoktan var eden ve çeşitli nimetler ihsan eden Rabbimizi elbette çok sevmek gerektiği gibi, bu sevgiyi kaybetmekten de çok korkmak gerekir.
Allah’tan korkmak büyük derecedir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah indinde en kıymetliniz, Ondan en çok korkanınızdır.) [Hucurat 13]
(Allah’tan korkun! Biliniz ki Allah’ın azabı çok çetindir.) [Bekara 196]
(Allah’tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz.) [Maide 100]
Âlimler ve arifler buyuruyor ki:
Allah’tan korkanın kalbi hikmetle dolar.
Kalbinde Allah korkusu bulunmayan kalbler harap olmuştur.
Allah’tan korkmanın alameti, kendini hasta görüp, ölüm korkusuyla bütün isteklerinden kaçınmaya çalışmaktır. Allah’tan korkan kimse, Allahü teâlânın rahmetinin çok bol olduğunu bilir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kim günah işler veya kendine zulmeder, sonra pişman olup, mağfiret dilerse, Allah’ı çok affedici, çok merhametli bulur.) [Nisa 110]
(Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin; çünkü kâfirlerden başkası, Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.) [Yusüf 87]
Allahü teâlânın azabı şiddetli olduğu gibi, rahmeti daha boldur. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Rabbinizden bahsedince, korku verecek şey söylemeyin!) [Beyheki]
(Allahü teâlâyı kullarına sevdirin ki, Allahü teâlâ da sizi sevsin!) [Taberani]
(Eğer kul, Allahü teâlânın ne kadar affedici olduğunu bilseydi, haram işlemekten çekinmezdi. Azabının da ne kadar şiddetli olduğunu bilseydi, hep ibadet eder, hiç günah işlemezdi.) [Nesefi]
İnsanları Allah’ın rahmetinden ümitsizliğe düşüren, onlara zorluk gösteren bir kişiye, Kıyamet günü Allahü teâlâ, (Sen kullarıma rahmetimden ümit kestirdin. Bugün sen de rahmetimden mahrumsun) buyuracaktır. Peygamber efendimiz de buyurdu ki:
(Allahü teâlânın rahmetinden ümit kestirip [dinden] nefret ettirene lanet olsun!) [Şir’a]
Allahü teâlânın rahmeti, dünyada mümin-kâfir herkesedir. Ahirette, kâfirlere rahmetin zerresi yoktur.
Âyet-i kerimede mealen, (Rahmetim her şeyi kaplamıştır) buyurulduktan sonra, (Rahmetim, benden korkup, haramlardan kaçan ve zekatlarını veren ve Kur'an-ı kerime inananlar içindir) buyuruluyor. (Araf 156)
(Havf ve reca [korku ile ümit] arasında bulunan mümin, umduğuna kavuşur, korktuğundan emin olur) hadis-i şerifini düşünmeli, Allahü teâlânın azabından korkup, rahmetinden de ümit kesmemelidir! (Tirmizi)
Mümin orta yolda olmalıdır
Bir kimse, ne kadar âlim olursa olsun, ne kadar ibadet ederse etsin, kendisine muhakkak Cennetlik gözü ile bakmamalıdır. İlmine, ameline güvenenler zarara uğrayabilir. Bunun için daima Allahü teâlânın azabından korkmalı, hiç bir ibadetine güvenmemelidir! İlmine, ibadetine güvenmek, nasıl çok tehlikeli ise, kendini muhakkak Cehennemlik zannederek, Allahü teâlânın rahmetinden ümidini kesmek de tehlikelidir. Mümin, orta yolda olmalıdır. Yani Allahü teâlânın rahmetinden ümidini kesmemeli, azabından da emin olmamalıdır!
Allahü teâlânın rahmetinden ümidini kesmek caiz olmaz. Her ibadet eden, muhakkak Cennetlik olmadığı gibi, her günahkâr da muhakkak Cehennemlik değildir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kıyamet günü Allahü teâlâ, "Dünyada beni bir defa hatırlayan veya korkup günahtan vazgeçeni Cehennemden çıkarın" buyurur.) [Tirmizi]
(Allahü teâlânın mümine olan merhameti, her annenin çocuğuna olan merhametinden daha üstündür.) [Buhari]
([İhlasla] "La ilahe illallah Muhammedün Resulullah" diyene Allahü teâlâ Cehennemi haram kılar.) [Buhari]
Sual: Allah’ın emri ve yasaklarına riayet etmeden, Allah’ın rahmetinin çok olduğunu söyleyip, yalnız Onun rahmetinden ümidi kesmemek uygun mudur?
CEVAP
Allahü teâlâdan korkmalı, Onun rahmetinden ümidi kesmemelidir! Ümit, Reca, korkudan çok olmalıdır. Böyle olanın ibadetleri zevkli olur. Gençlerde korkunun daha fazla olması, ihtiyarlarda recanın daha fazla olması gerekir, denildi. Hastalarda reca fazla olmalıdır. Korkusuz reca ve recasız korku caiz değildir. Birincisi emin olmak, ikincisi ümitsiz olmaktır. Hadis-i kudside, (Kulumu, beni zan ettiği gibi karşılarım) buyuruldu. Zümer suresindeki 53.âyet-i kerimede mealen, (De ki, ey çok günah işlemekle haddi aşan kullarım, Allah’ın rahmetinden [bizi affetmez diye] ümidinizi kesmeyin! Çünkü Allah, [iman ehlinin] bütün günahlarını hiç şüphesiz affeder. Elbette O, sonsuz mağfiret ve nihayetsiz merhamet sahibidir.) buyuruldu. Bunlardan, recanın fazla olması gerektiği anlaşılıyor. (Allah korkusundan ağlayan, Cehenneme girmez) ve (Benim bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız) hadis-i şerifleri de, havfın yani korkunun fazla olması gerektiğini gösteriyor.
Sual: Hep Allah’tan korku içinde mi yaşamak gerekir?
CEVAP
Kendini garanti Cennetlik bilmek gibi, kendini mutlaka Cehennemlik bilmek de çok tehlikelidir. Allahü teâlâdan korkmalı ve rahmetinden ümidi kesmemeli, yani beyn-el-havfi ver-reca [korku ve ümit arasında] olmalıdır.
Havf, Allahü teâlâdan korkmak, reca, Allahü teâlânın rahmetinden ümidini kesmemektir. Sebebine yapışmadan bir şey beklemeye temenni, sebebine yapıştıktan sonra, beklemeye reca denir. Temenni, insanı tembelliğe, reca ise, çalışmaya sevk eder. Hadis-i şerifte, (Din işleri temenni ile doğru olmaz) buyuruldu.
Bir kimse, en iyi tohumu bulup, mümbit toprağa eker, yabani otlardan temizler, gübreler ve gerekli ilaçlamalarını da yapar. Allahü teâlâ da bu mahsulü çeşitli afetlerden korursa, bu beklemeye ümit denir. İyi tohum atmaz, kültürel ve ilaçlı mücadelesini yapmazsa, üstelik toprak da mümbit değilse, bu tarladan iyi mahsul almak için beklerse, bu bekleyişe ümit denmez. Çünkü sebeplerin hepsine yapışmamıştır. Ama yine imkansız olmadığı için, buna temenni denir.
Bunun gibi, doğru iman tohumunu kalbine yerleştirip, burasını fena ahlak dikenlerinden temizlerse, ibadet suyu ile iman ağacını sularsa, ölünceye kadar her türlü afetlerden koruması için Allahü teâlâya sığınırsa, yani vazifesini zamanında yaparsa, buna ümit denir. Ümitten muhabbet doğar. Muhabbet makamından yüksek makam yoktur.
İman tohumu doğru olduğu halde, kötü ahlaktan temizlenmez ve ibadet suyu ile sulanmazsa, rahmet beklemek ahmaklık olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Her istediğini yapıp, rahmete kavuşacağını ümit eden ahmaktır.) [Tirmizi]
Demek ki, bütün sebeplere yapıştıktan sonra neticeyi beklemek ümit olur. O halde ihlasla tevbe eden, kabul edildiğini ümit etmelidir. Tevbe etmediği halde günahına üzülürse, üzülmesi tevbeye sebep olur.
Cehennem tohumu ekip, Cennet beklemek büyük ahmaklıktır. Salih amel işlemeden, büyüklerin kavuştukları dereceyi ümit etmek de akılsızlık olur.
Her ibadet eden, Cennetlik olmadığı gibi, her günahkâr da Cehennemlik değildir. Cenab-ı Hakkın gazabı düşünülerek ibadetlere güvenmemeli, af ve mağfireti de düşünülerek rahmetinden ümit kesmemelidir!
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ buyurdu ki: Kulum, göklere ulaşacak günah işlese; fakat rahmetimden ümidini kesmeyip, mağfiret dilerse, affederim.) [Tirmizi]
Ümit, korkudan çok olmalıdır:
Allahü teâlânın kendisini affedeceğini zannedenin, ibadetleri zevkli olur. Gençlerde korkunun daha fazla olması, ihtiyarlarda recanın daha fazla olması gerekir. Hastalarda reca fazla olmalıdır. Korkusuz reca ve recasız havf caiz değildir. Birincisi emin olmak, ikincisi ümitsiz olmaktır.
Yukarıdaki âyet-i kerime ve hadis-i şerif de recanın, ümidin fazla olması gerektiğini göstermektedir.
Korku, ümitten çok olmalıdır:
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kıyamette kurtuluşa erenler, Allah’a ve Resulüne itaat edip Allah’tan korkan ve sakınanlardır.) [Nur 52]
(İşlediklerinin cezası olarak, artık az gülüp, çok ağlasınlar.) [Tevbe 82]
(Allah katında en kıymetliniz, ondan çok korkup sakınanınızdır.) [Hucurat 13]
Müminun suresinin, (Rablerinin huzuruna çıkacaklarından kalbleri korku ile çarpar) mealindeki 60. âyet-i kerimesindeki kimselerin hırsız mı, zâni mi olduğu sorulunca, Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Bunlar, namaz, oruç ve zekat gibi ibadetlerini yerine getirdikleri halde “acaba ibadetlerimiz kabul olmadı mı” diye korkan kimselerdir.) [Tirmizi]
Bu âyet-i kerimeler de, korkunun fazla olması gerektiğini göstermektedir. Ümidi ve korkuyu bildiren nasslar birlikte incelenince, müminin, havf ve reca arasında olması gerektiği anlaşılır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Havf ve reca [korku ile ümit] arasında bulunan mümin, umduğuna kavuşur, korktuğundan emin olur.) [Tirmizi]
Yani Allahü teâlânın azabından korkarak, rahmetinden de ümidini kesmeyerek, haramlardan kaçıp ibadetlerini yapmaya çalışan mümin Cennete gider.
Allah korkusunun önemi
Allah’tan korkmalı, ona karşı kötü zanda bulunmamalıdır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Allah’tan nasıl korkmak gerekiyorsa, öylece korkunuz) [A.İmran 102]
(Sizden öncekilere de, size de Allah’tan korkmanızı tavsiye ettik.) [Nisa 131]
(Kötü zanda bulunduğunuz için helake mahkum kavim oldunuz.) [Feth 12]
(Rabbinize olan [ümitsizliğiniz, kötü] zannınız sizi helak etti.) [Fussilet 23]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Allah korkusundan ağlayan, Cehenneme girmez.) [Nesai]
(Benim bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız.) [Buhari]
(Cenab-ı Hak, yemin ile buyuruyor ki: “Dünyada benden korkarak ağlayan hiç kimse yoktur ki, onu Cennette ebedi güldürmüş olmayayım!”) [Beyheki]
(Allah korkusu ile, kalbi ürperenin, ağaçtan yaprak dökülür gibi, günahları dökülür.) [Beyheki]
(Allahü teâlâdan hakkıyla korksaydınız, cehilsiz ilme kavuşurdunuz.) [İbni Sünni]
(Allah korkusu, her hikmetin başıdır.) [Taberani]
Sevgiyi yitirmek korkusu
İnsan sevdiği şeylerin elden çıkmasından korkar. Sevdiği kimselerin sevgisini kaybetmekten korkar. Bunun için Allah’ı en çok sevenler, Allah’tan en çok korkanlardır. Keza Allahü teâlâyı en iyi tanıyanlar da Ondan en çok korkanlardır. Allah’tan korkup günahtan sakınan kimselere mütteki denir. Müttekiler hakkında çok müjdeler vardır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Müttekilerin hepsi hesapsız Cennete girer.) [Taberani]
Allah korkusunun sebebi, ilim ve marifettir. İlim ve marifet sahipleri, kendi ayıplarını, günahlarını ve ibadetteki kusurlarını görerek, bunun yanında Allahü teâlânın kendisine verdiği sayısız nimetleri düşününce, yaptıklarından utanıp, kalbinde korku başlar. Bu kimsenin hali şuna benzer. Bir padişah bir kimseye iltifat ederek sayısız yardım ve ihsanlarda bulunsa, üstelik sadrazamlık rütbesi verse, bu kimse de, padişahın bu iyiliklerine karşılık nankörlük ve hıyanet etse, bunu da padişahın gördüğünü anlasa, o kimsenin kalbine bir korku ateşi düşer.
Korkunun dereceleri vardır: İnsanın kendisini arzulardan men etmesine iffet, haramlardan men etmesine takva, şüphelilerden men etmesine vera denir. Allah’a yaklaşmaya mani olan her şeyden men etmesine ise sıdk denir. Böyle kimselere de sıddık denir.
Salih bir müslüman Cehennemden, gaflete düşüp kalbinin kararacağından, nimetlerin çokluğu sebebiyle zevke dalıp ahireti unutacağından, bütün kusur ve kabahatlerinin ortaya dökülüp rezil olacağından korkar.
En büyük korku da imansız gitme korkusudur. Çünkü Allahü teâlâdan celal sıfatı sebebiyle korkmak, günahı sebebiyle korkmaktan daha üstündür. Sadece günahı sebebi ile korkan kimse, günah işlemeyi bırakınca, (Günahları bıraktığıma göre, artık Allah’tan niçin korkayım) diye düşünebilir. Bu bakımdan Allahü teâlâdan, Celal sıfatı sebebiyle korkmak daha üstündür.
Cenab-ı Hak, Davud aleyhisselama, (Kükremiş aslandan nasıl korkuyorsan, benden de öyle kork) buyurdu. Çünkü aslan, senden korkmaz, öldürmemek için bir sebep aramaz. Öldürmek isteyince de seni bir suçundan dolayı öldürmez. Böyle düşünenin korkmaması mümkün değildir.
İmansız ölmek korkusu
Hazret-i Ebud-derda buyuruyor ki:
Hiç kimse, ölüm zamanında imanının geri alınmayacağından emin olmaz. Sıddıklar kötü akıbetten çok korkarlar. Süfyan-i Sevriyi ağlarken gördüler. (Allahü teâlânın affının, senin günahından büyük olduğunu bilmez misin?) dediler. (İmanla öleceğimi bilsem, dağlar kadar günahım olsa yine korkmam) buyurdu. Mürid, günah işlemekten, arif ise küfre düşmekten korkar.
İlim ve marifetten korku hasıl olur. Korkudan ise, zühd, sabır, tevbe, sıdk, ihlas ve bunlardan da muhabbet hasıl olur. Muhabbet makamı çok üstündür. Marifet, kendini ve Rabbini bilmek demektir. Marifetten aciz olan ise, marifet sahipleri ile sohbet etmeli, gafillerden uzak durmalıdır.
Allah’tan korkan, Onun emir ve yasaklarına riayet eder. Hiç kimseye zararı dokunmaz. Kendine edilen kötülüğe sabreder. Kusurlarına tevbe eder. Çalışırken, alışveriş ederken, kimsenin hakkını yemez. İlim ve ahlak sahiplerine saygı gösterir. Arkadaşlarını sever ve kendini sevdirir. Kimseyi çekiştirmez, kimseye sert davranmaz. Malı ve mevkiyi herkese iyilik etmek için ister. Kendini beğenmez. Allahü teâlânın her an gördüğünü ve bildiğini düşünür, hiç kötülük etmez. Kısaca, Allah’tan korkan, herkese faydalı olur.
Allah korkusu faydalıdır
İbadet yapmamak, günahlardan kaçmamak insanın kalbini karartır, zamanla küfre sokar. Yani kâfir olur. Ebedi Cehennemde kalır. Günahların hepsi Allah’ın emrini yapmamak olduğundan büyüktür. Bir hadis-i şerifte, (Çok az bir günahtan kaçınmak, bütün cin ve insanların [nâfile] ibadetleri toplamından daha iyidir) buyuruluyor. Her günah, Allahü teâlâya isyan olduğundan, büyüktür; fakat bazısı, bazısına göre küçük görünür. Bir küçük günahı yapmamak bütün cihanın nafile ibadetlerinden daha sevabdır, çünkü nafile ibadet yapmak farz değildir. Günahlardan kaçınmaksa farzdır. (Rıyad-un-nasıhin) Tevbe edilmeyen günahların cezası verilirse, bu cezaya katlanmak çok zordur.
İnsan, kendi acizliğini düşünerek, Allahü teâlânın azabının çok çetin ve şiddetli olduğunu iyi bilmelidir.
Kişi, dünyada hiçbir şeyine güvenmemelidir! Ne ilmine, ne ibadetine, ne soyunun yüce olmasına, hasılı hiçbir faziletine güvenmemelidir!
Allahü teâlânın gazabı günahlar içinde saklıdır. Bir günah yüzünden büyük azaba maruz bırakabilir. Yıllarca ibadet eden makbul bir kulunu ebediyen Cehenneme koyabilir.
Yüz bin yıl ibadet eden İblis, kibrederek, Âdem aleyhisselama doğru secde etmediği için, sonsuz olarak lanetlik oldu. Allahü teâlâ, yüzbin yıllık ibadetini yüzüne çarptı.
Cezaya maruz kalanlar
Allahü teâlâ, bir zelle yüzünden Âdem aleyhisselamı Cennetten çıkardı. Hazret-i Âdem yıllarca felaketlere maruz kaldı. [Zelle, doğrular içinde en doğruyu bulamamak demektir. Peygamberler asla günah işlemez.]
Âdem aleyhisselamın oğlu Kabil, kardeşi Habil’i öldürdüğü için ebedi Cehennemlik oldu.
Nuh aleyhisselam, ufak bir söz yüzünden Allahü teâlânın sert hitabına maruz kaldı. Utancından kırk yıl, başı eğik gezdi.
Allah’ın dostu İbrahim aleyhisselam da bir zellesi yüzünden uzun müddet ağladı. Cebrail aleyhisselam gelip dedi ki:
- Niçin bu kadar ağlıyorsun? Sen Allah’ın dostusun. Hiç dost, dostunu cezalandırır mı?
İbrahim aleyhisselam şöyle cevap verdi:
- Yaptığımı düşünürken dostluk hatırıma gelmiyor.
Yunus aleyhisselam, zelle sayılacak bir hareketinden dolayı, Allahü teâlâ onu deniz altında kırk gün balığın karnında hapsetmiştir.
Davud aleyhisselam da bir zelle yüzünden o kadar ağladı ki, gözyaşlarından otlar bitti. Allahü teâlâya dua ederken dedi ki:
- Ya Rabbi, gözyaşımı görüyorsun.
Cenab-ı Hakkın cevabı şöyle oldu:
- Ey Davud, yaptığını unutuyor, gözyaşlarını hatırlıyorsun.
Davud aleyhisselam, kırk sene daha ağlamıştır.
Her duası makbul, âlim ve evliyadan bir zat olan Belam-ı Baura, Musa aleyhisselama beddua ettiği için kâfir oldu. Akabinde dili göğsüne kadar sarkıp yapıştı. Kur'an-ı kerimde, dilini sarkıtıp soluyan köpeğe benzetildi. (Araf 176)
Çok zengin olan Karun, zekat vermediği için malı ile helak oldu.
O halde, her günahtan kaçmaya çalışmalıdır. Günah işleyince de, ümitsizliğe kapılmamalı, hemen tevbe etmelidir. Peygamber efendimiz, (Ya Rabbi, gazabından rızana, azabından affına, senden sana sığınırım) diye dua ederdi. (Hakim)
Allah’ın rahmeti boldur
Müslüman, Allahü teâlânın rahmetinin sonsuzluğunu düşünerek, ümitsiz olmamalı. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlânın mümine olan merhameti, annenin çocuğuna olan merhametinden daha fazladır.) [Buhari]
(Allahü teâlâ, kıyamette buyurur ki:
Dünyada bir gün beni hatırlayıp ananı, benden bir kerecik korkanı, Cehennemden çıkarın!) [Tirmizi]
(Mümin, Allah’ın azabının şiddetini bilseydi, Cenneti ümit etmez, kâfir de Allah’ın rahmetinin sonsuzluğunu bilseydi, Cennetten ümidini kesmezdi.) [Müslim]
(Kıyamette, [günahı sevabından çok] biri, Cehenneme götürülürken, “Ya Rabbi, dünyada sana hep hüsnü zan ettim, [rahmetinden ümit kesmemiştim]” der. Allahü teâlâ da, “Onu bırakın! Kulumu beni zannettiği gibi karşılarım” buyurur.) [Beyheki]
(Allahü teâlâ, kıyamette, hiç kimsenin tahmin edemeyeceği kadar çok kişiyi affeder. Hatta İblis bile affolunacağını umar.) [İbni Ebiddünya]
(Allahü teâlâ buyuruyor ki: Ben Allah’ım, benden başka ilah yoktur. Rahmetim, gazabımı geçmiştir. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed aleyhisselamın, Onun kulu ve resulü olduğuna şehadet eden, Cennete girer.) [Deylemi]
([İhlasla] “La ilahe illallah Muhammedün Resulullah” diyen kimseye Cehennem haramdır.) [Buhari]
Kadi Yahya bin Eksem vefat edince, rüyada görüp halini sordular.
O da, (Allahü teâlâ bana, “Ey kötü ihtiyar, şunları niçin yaptın” diye beni azarlayınca, beni büyük bir korku kapladı. Ben de, “Ya Rabbi, böyle sorguya çekileceğimi bildirmediler” dedim. “Ne bildirdiler?” buyurdu.
Ben de râvilerin ismini sayarak, “Ben azimüşşan müslüman olarak saçı sakalı ağaran kuluma azap etmekten hayâ ederim” buyurduğunu bildirdiler, dedim. “Sen ve râviler sadıksınız. Ben de seni mağfiret ettim” buyurdu) diye cevap verdi.
Cehennemden iki kişiyi çıkarırlar. Allahü teâlâ, (Yaptıklarınızın karşılığını gördünüz. Çünkü ben zulmetmem) buyurduktan sonra, (Haydi tekrar Cehenneme) denilince, biri çok hızlı yürür, diğeri ise yürümez, bekler.
Her ikisine bunun sebebini sorarlar. Hızlı yürüyen, (Emre uymamanın, söz dinlememenin neye mal olduğunu anladım, onun için, bu emri olsun yerine getireyim diye hızlı yürüyorum) der. Diğeri ise, (Rabbime hüsn-i zan ettim. Cehennemden çıkarınca, bir daha sokmaz diye ümit ettim) der. Her ikisini de cenab-ı Hakkın ihsanı ile Cennete götürürler.
Allahü teâlânın af ve mağfiretini ümit eden müminleri ve kendisinden korkanları Cehennemden çıkaracağı, bildirilmiştir. Peygamber efendimizin şefaati de, günahı sevabından çok olan müminler içindir.
Hazret-i Ebu Bekir buyurdu ki:
Allah’tan korkmanızı, havf ile recayı birleştirmenizi tavsiye ederim. Çünkü Allahü teâlâ Zekeriyya aleyhisselamı ve ehl-i beytini şöyle övüyor:
(Hayır işlerinde yarışır, korku ile ümit arasında bize dua ederlerdi.) [Enbiya 90]
Hazret-i Ömer buyurdu ki:
(Eğer dense ki, Cennete yalnız bir kişi girecek, o kişinin kendin olduğunu ümit etmelisin! Yine dense ki, Cehenneme yalnız bir kişi girecek, o kimsenin kendin olacağını zannedip korkmalısın.)
Hazret-i Ali de, (Günahlarım çok, Allah beni affetmez) diyerek ümitsizliğe düşen birine buyurdu ki: (Ümitsiz olma, Allahü teâlânın rahmeti senin günahlarından büyüktür. Rahmeti gazabını aşmıştır.)
Allahü teâlânın rahmetini ümit etmek, kulu Cennete çeken ip gibidir. Havf, yani Allah’tan korkmak ise, Cehenneme düşmemek ve Cennete gitmesi için vurulan kamçı gibidir.
Peygamber efendimiz, ölüm halindeki bir gence sorar:
- Kendini nasıl buluyorsun?
- Günahlarımdan korkuyor; fakat Allah’tan ümit kesmiyorum.
- Bu korku ile ümit, şu ölüm anında kimde bulunursa, Allahü teâlâ, ona umduğunu verir ve onu korktuğundan emin kılar. (İ. Gazali)
Mümin daima korku ile ümit arasında yaşamalıdır. Korkunun fazla olması daha iyidir. Böylece kötülüklerden kaçıp iyilik etmeye koşar. Ölürken ise ümidi korkusundan fazla olmalıdır.
Ya Rabbi! Bizleri azabından korkan ve rahmetinden ümit eden kullarından eyle!
Sual: Bir arkadaş, (Biz bütün dünyanın Müslüman olması için çalışıyoruz) dedi. Ben de (Bu mümkün mü?) dedim. (Tevbe de, Allah’tan ümit kesmek küfürdür. Sen kâfir oldun) dedi. Benim öyle söylememin küfürle ilgisi var mı?
CEVAP
Hayır, küfürle ilgisi yoktur. Allah’tan ümit kesmenin bu konu ile ilgisi yoktur. Allah’ın rahmetinden ümit kesmek küfürdür. Yani, beni kesin Cehenneme atar, ben bu günahkâr halimle asla Cennete giremem demek küfür olur. Kendini kesin Cehennemlik bilmek küfür olduğu gibi, kendini garanti Cennetlik bilmek de küfürdür, yani doğru imana, emir ve yasaklara önem verilmez, varlığıyla yokluğu, yapmasıyla yapmaması eşit hale gelir, yani onun için fark etmez, bu yüzden küfre düşer.
Hazret-i Mehdi geldiği zaman bütün dünyaya hâkim olacak ama o ayrı bir konudur.
İbadet, Allahü teâlâ için yapılır
Sual: İbadetleri yaparken neye dikkat etmeli, korkarak mı yoksa ümit ederek mi ibadet etmelidir?
Cevap: İbadet, Allahü teâlânın rızasına kavuşmak için yapılır. Başkasının muhabbetine, sevgisine, ihsanına kavuşmak için yapılan ibadet, ona tapınmak olur. Allahü teâlâya ihlas ile ibadet etmemiz emir olundu. Hadîs-i şerifte;
(Allahü teâlânın birliğine iman edenden, namazı ve zekatı ihlas ile yapandan Allahü teâlâ razı olur) buyuruldu. Resûlullah efendimiz Mu'âz bin Cebel hazretlerini, Yemene vali olarak gönderirken;
(İbadetlerini ihlas ile yap. İhlas ile yapılan az amel kıyamet günü sana yetişir) buyurmuştur. Hadîs-i şeriflerde;
(İbadetlerini ihlas ile yapanlara müjdeler olsun. Bunlar hidayet yıldızlarıdır. Fitnelerin karanlıklarını yok ederler.)
(Dünyada haram edilmiş olan şeyler melundur. Ancak Allah için yapılan şeyler kıymetlidir) buyuruldu.
Dünya nimetleri geçicidir. Ömürleri pek kısadır. Bunları ele geçirmek için dinini vermek ahmaklıktır. İnsanların hepsi acizdir. Allahü teâlâ dilemedikçe, kimse kimseye fayda ve zarar yapamaz. İnsana Allahü teâlâ kâfidir. Allahü teâlâdan korkmalı, Onun rahmetinden ümidi kesmemelidir. Ümit, reca, korkudan çok olmalıdır. Böyle olanın ibadetleri zevkli olur. Gençlerde korkunun daha fazla olması, ihtiyarlarda recanın, ümidin daha fazla olması lazımdır denildi. Hastalarda reca, ümit fazla olmalıdır. Korkusuz reca ve recasız korku caiz değildir. Birincisi emin olmak, ikincisi ümitsiz olmaktır. Hadîs-i kudside;
(Kulumu, beni zan ettiği gibi karşılarım) buyuruldu. Zümer sûresinin 53. âyet-i kerimesinde meâlen;
(Allah bütün günahları affeder. O gafurdur, rahimdir) buyuruldu.
Bunlardan, recanın, ümidin fazla olması lazım geldiği anlaşılmaktadır.
(Allah korkusundan ağlayan, Cehenneme girmez) ve
(Benim bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız) hadîs-i şerifleri de, havfın, korkunun fazla olması lazım geldiğini göstermektedir
.
Hediyeleşmek
|
Sual: Verilen hediyeyi alıp almamanın dindeki yeri nedir?
CEVAP
Hediyeleşmenin önemi büyüktür. Peygamber efendimiz, insanların birbirleriyle ilgilerini kesmemesi ve irtibatlarının kopmaması için hediyeleşmeyi emreder, hediyenin, alanı sağır ve kör ettiğini bildirirdi. Yani hediye sayesinde hediye verenin kötü sözlerini duyamaz, kötü işlerini göremez olur.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Müsafeha edin, müsafeha kini, kırgınlığı giderir. Hediyeleşin, çünkü hediye, sevgiyi artırır, düşmanlığı giderir.) [İbni Asakir]
(Hediyeleşin, çünkü hediye, aradaki muhabbeti artırır.) [Beyheki]
(Hediyeleşin, çünkü hediye, dostluğu artırır, kini, düşmanlığı giderir.) [Taberani, Ebu Nuaym]
(Talep etmeden verilen hediyeyi kabul edin!) [Hakim]
(İstemeden verileni alın! O, Allahü teâlânın gönderdiği rızktır.) [Beyheki]
(Hediyeyi reddeden, Allahü teâlânın verdiğini reddetmiş olur.) [Ramuz]
(Davete icabet edin, hediyeyi reddetmeyin!) [Buhari]
(Hediye, Allahü teâlânın gönderdiği güzel bir rızktır. Hediyeyi kabul edin ve karşılığında daha güzelini verin!) [H.Tirmizi]
(Hediye verene, siz de hediye verin! Eğer verecek bir şey bulamaz iseniz, onun için dua edin ki hediye karşılıksız kalmasın!) [Nesai]
Şimdi bazı gayrı meşru işler yaptırmak için hediye adı altında rüşvet veriliyor. Hediye verenin böyle bir art niyeti olmadığı biliniyorsa, verilen hediyeyi geri çevirmek uygun değildir.
Hazret-i Âişe validemiz, muhtaç bir kadının hediyesini kabul etmeyince Peygamber efendimiz, (O kadın muhtaç olsa da, hediyesini kabul edip ona daha fazla bir şey vermeliydin) buyurdu. Sahabeden bir zat da, verilen hediyeyi kabul etmeyip, (Ya Resulallah, birinden bir şey alanda hayır yok buyurduğunuz için almadım) deyince, Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(O isteyerek alınan şeylere mahsustur. İstenmeden verileni alınız!) [İ. Malik]
Verilen hediyede bir art niyet yoksa, mutlaka almalı ve karşılığında az çok bir şey vermelidir!
Bir şey veremeyen kimse ise, hediye verene dua etmelidir! (Bunu bana falanca verdi, Allah ondan razı olsun) demelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İnsanlara teşekkür etmeyen, Allahü teâlâya şükretmemiş olur.) [Tirmizi]
Hediye, muhakkak bir mal vermekle olmaz. Selam vermek ve faydalı bir şey söylemek de hediye olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Mümini sevindireni Allahü teâlâ sevindirir.) [İbni Mübarek]
(Bir arkadaşın hidayetini artırıcı veya onu tehlikeden kurtarıcı bir söz söylemekten daha iyi hediye olmaz.) [Ebu Ya’la]
(Hediyenin en iyisi, hikmetli bir sözü öğrenip birine öğretmektir ki, bu da bir yıl ihlaslı ibadet etmekten daha sevaptır.) [İbni Asakir]
(Seferden dönerken, çoluk çocuğunuza yararlı bir taş da olsa, hediye getiriniz.) [İ. Asakir]
(Kim sadaka verirken, sevabını müslüman ana-babasının ruhuna hediye ederse, verdiği sadakanın sevabı, onların ruhuna gideceği gibi, sevabından hiçbir şey eksilmeden kendine de yazılır.) [Taberani]
Bir hadis-i şerifte de, (Arkadaşını seven, sevdiğini ona bildirsin) buyuruldu. (Hakim)
Sevgiyi, hediye ile bildirmek, dili ile bildirmekten daha kolay ve daha önemlidir. Bir arkadaşa, (Seni seviyorum) demek zor olabilir veya yanlış anlaşılabilir. Birine hediye vermek seni seviyorum demenin bir başka şeklidir.
Sual: Hediyeleşmek, insanlar arasında sevgiyi, muhabbeti arttırır mı?
Cevap: Selamın, yardımın ve hediye vermenin zamanı yoktur. Hadîs-i şeriflerde; (İnsanlar, kendilerine iyilik edenleri sever) ve (Hediyeleşiniz, sevişirsiniz) buyuruldu. Hediyenin en kıymetlisi, en faydalısı, güler yüz ve tatlı dildir. Herkese karşı, dosta ve düşmana, daima güler yüz ve tatlı dil göstermelidir.
Sual: Bir kimse, ben ölünceye kadar evim senin olsun veya ben ölürsem senin, sen ölürsen benim olsun diyerek hediyeleşmek, dinimiz açısından uygun mudur?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İhtiyâr kitabında deniyor ki:
“Ömrî denilen hibe caizdir. Yani, ömrün boyunca evim senin olsun deyince, öldükten sonra ev, sahibine, sahibi ölmüş ise, vârislerine geri verilir. Rukbî denilen hibe, batıldır. Yani, sen ölürsen benim olsun, ben ölürsem senin olsun diyerek evini birisine vermek batıldır. Her biri, ötekinin ölümünü beklediği için, rukbî denilmiştir.
Sual: Hediye edilen bir şeyi, alan kimsenin kabul ettim demesi mi gerekir, bir de bir kimse alacağını, bir başkasına hediye edebilir mi?
Cevap: Bu konuda Fetâvâ-yı Bezzâziyyede deniyor ki:
“Bunu sana hediye ettim dese, o da kabul ettim demeyip onun yanında alsa, yahut almayıp, kabul ettim dese sahih olur. Falancadaki alacağımı sana hediye ettim, ondan al derse caiz olur
.
Büyük günahlardan kurtulmanın çaresi nedir?
|
Sual: Büyük günahlardan kurtulmanın çaresi nedir?
CEVAP
Her türlü günahın tek ilacı vardır. Bu ilaç Kur'an-ı kerimde açıkça bildiriliyor. Bu ilacı kullanan her müslüman, alışkanlık haline gelen büyük günahlardan mutlaka kurtulur. Ankebut suresi 45. âyet-i kerimesinde (Namaz, münker ve fahşadan [edepsizlikten, akla ve dine uymayan, esrar, içki, zina, livata gibi her türlü kötülükten] alıkoyar) buyuruldu.
Bir genç, namaz kılar ve her türlü kötülüğü de yapardı. Bu gencin durumunu Resulullaha bildirdiler. Peygamber efendimiz, (Bir gün gelir namaz, onu diğer günahları işlemekten alıkoyar) buyurdu. (Haram işliyorsa, namaz kılmasın) demedi, (Namaza devam etsin) buyurdu. Aradan çok zaman geçmedi. O genç günahlarına tevbe etti, iyi hal sahibi oldu. Bu bakımdan mutlaka namaz kılmalıdır!
Namaz kılmanın fazileti çok büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Cennetin anahtarı namazdır.) [Darimi]
(Namaz kılan, Kıyamette kurtulur, kılmayan perişan olur.) [Taberani]
(Namaz, Allahü teâlânın hoşnut olduğu amellerin en faziletlisidir. Sıratı yıldırım gibi geçiricidir. İmanın başı ve Cehennemden kurtarıcıdır.) [Miftah-ul-Cenne]
(Allahü teâlâ beş vakit namazı farz kıldı. Eksiksiz eda eden kimseyi Cennete koyacağına söz verdi. Namaz kılmayana verilmiş bir sözü yoktur, böyle kimseye dilerse azap eder, dilerse Cennete koyar.) [Ebu Davud]
(Müslüman, namaz kılarken günahları başı üzerine konur. Her secde ettiğinde başından dökülür. Namazı bitirince hiçbir günahı kalmaz.) [Taberani]
(Mümin, Allah rızası için namaz kılınca, ağaçtan yaprakların döküldüğü gibi, günahları dökülür.) [İ.Ahmed]
(Her namaz vakti gelince, melekler, "Ey insanlar, günahlarınız sebebiyle hasıl olan ateşi namaz kılarak söndürün!" derler.) [Taberani]
Bir kimse, (İman eder, namaz kılar, zekat verir, oruç tutar ve diğer ibadetleri yaparsam, kimlerden olurum?) diye sual edince, Peygamber efendimiz, (Sıddık ve şehitlerden olursun) buyurdu. (Bezzar)
Namazı terkin cezası
Namaz kılmak böyle büyük bir ibadet olduğu için terk edilmesi de çok büyük günahtır. Hanbeli’de namazı terk eden küfre düştüğü için, Şafii ve Maliki’de büyük günah işlediği için ceza olarak öldürülür.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kıyamette kulun ilk sorguya çekileceği ibadet namazdır. Namaz düzgün ise, diğer amelleri kabul edilir. Namaz düzgün değilse, hiçbir ameli kabul edilmez) [Taberani]
(Namaz kılmayan, Kıyamette, Allahü teâlâyı kızgın olarak bulacaktır.) [Bezzar]
.
Hıkd (Kin beslemek)
|
Sual: Hıkd nedir?
CEVAP
Hıkd, başkasından nefret etmek, ona karşı kin beslemektir. Kendine nasihat verene kin beslemek haramdır. Onu sevmek, ona hürmet etmek gerekir. Halbuki o, kendisi ile aynı derecede veya daha üstün olana kızar. Bir şey yapmak elinden gelmediği için, ona karşı kibirlenir. Tevazu gösterilmesi gerekene tevazu edemez. Onun haklı sözlerini, tavsiyelerini kabul etmez. Herkese karşı ondan daha üstün olduğunu göstermek ister. Ona eziyet verse de, özür dilemez.
Zulüm edene karşı hıkd haram değildir. Bir alacaklı ölse, bunun hakkı vârislerine ödenmese, kıyamette ödetilir. Zalimi af etmek efdaldir. Uhud gazasında Resulullah efendimizin mübarek yüzü yaralanıp, mübarek dişi kırılınca, Eshab-ı kiram çok üzüldüler. Dua et, Allahü teâlâ, cezalarını versin dediler. (Lanet etmek için gönderilmedim. Hayır dua etmek için, her mahluka merhamet etmek için gönderildim) ve (Ya Rabbi, bunlara hidayet et, tanımıyorlar, bilmiyorlar) buyurdu. Düşmanlarını af etti. Lanet etmedi.
Zulüm edeni af etmek, hilmin, merhametin ve şecaatin en üstün derecesidir. Kendisine iyilik etmeyene hediye vermek de, ihsanın en üstün derecesidir. Kötülük edene ihsanda bulunmak, insanlığın en yüksek derecesidir. Bu sıfatlar, düşmanı dost yapar.
Şeyh İbn-ül Arabi diyor ki:
(Kötülük edene iyilik yapan kimse, nimetlerin şükrünü yapmış olur. İyilik edene kötülük yapan kimse, küfran-ı nimet etmiş olur.)
Hakkını alandan, yalnız hakkını geri almak, fazlasını almamak, (İntisar) olur. Af etmek, adaletin yüksek derecesi, intisar ise, aşağı derecesidir. Adalet, salihlerin en yüksek derecesidir.
Af etmek, bazen zalimlere karşı aczi gösterebilir. Zulmün artmasına sebep olabilir. İntisar, her zaman zulmün azalmasına, hatta yok olmasına sebep olur. Böyle zamanlarda, intisar etmek, af etmekten daha efdal, daha sevap olur.
Hakkından fazlasını geri almak zulüm olur. Zulmedenlere azap yapılacağı bildirilmiştir. Zalimi af eden, Allahü teâlânın sevgisine kavuşur. Zalimden hakkı kadar geri almak, adalet olur. Kâfirlere karşı adalet yapılır. Fakat gücü yettiği halde af etmek, güzel ahlaktır.
Resulullah efendimiz, bir kimsenin zalime beddua ettiğini görünce, (İntisar eyledin!) buyurdu. Af eyleseydi, daha iyi olurdu. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Üç şey kendisinde bulunan kimse, Cennete dilediği kapıdan girecektir: Kul hakkını ödeyen, her namazdan sonra onbir defa ihlas suresini okuyan, katilini af ederek ölen.) [Berika]
Zulmün çokluğu kadar affın sevabı çok olur.
Hıkddan hasıl olan kötülükler çoktur. Hıkd eden kimse, iftira, yalan ve yalancı şahitlik ve gıybet ve sır ifşa etmek ve alay etmek ve haksız olarak incitmek ve hakkını yemek ve ziyareti kesmek günahlarına yakalanır.
|
.
Hırsızlık ve gasp
|
Sual: Hırsızlığın dindeki yeri nedir?
CEVAP
Hırsızlık, büyük günahtır. Kitap, sünnet ve icma ile haramdır.
Hırsızlık yapan cezalandırılır. (Maide 38)
Hadis-i şerifte de, (Sizden öncekiler, nüfuzlu biri hırsızlık yapınca, serbest bırakırlar, güçsüz biri hırsızlık yapınca, ona ceza verirlerdi. Bu yüzden helak oldular) buyuruldu. (Müslim)
Hırsızlık, kendisi büyük günah olduğu halde, başka büyük günahların da işlenmesine sebep olabilir. Katillik, malının çalınmasıyla mağdur duruma düşenin dininin dünyasının zarara uğraması gibi.
Çalınmasaydı o malın hayır işlerinde kullanılacak olması, dolayısıyla buna engel olunması, mesela vakıf malının çalınması bu günahı daha da artırır.
Başkasının malını izinsiz almak
Sual: Gasbedilmiş veya emanet olarak bırakılmış malı, parayı kullanmanın, bu mal ve para ile ticaret yapmanın, kazanç elde etmenin dinimiz açısından hükmü nedir?
Cevap: Bu konu hakkında Hadîkada el afetlerinde deniyor ki:
“Başkasının malını ondan izinsiz, zorla almaya, Gasbetmek denir. Gasp, haram olduğu gibi, gasbedilen malı kullanmak da haramdır. Başkasının malını izinsiz alıp, kullanıp, sonra geri vermek, malda ayıp ve kusur hasıl olmasa bile, haram olur. Kendisine emanet olarak bırakılan veya gasbettiği malı, parayı ticarette veya başka yerde kullanıp da, bundan kazanç sağlamak caiz değildir. Kazandığı şeyler de haram olur. Bunu fakire sadaka olarak vermesi lazım olur. Birinin malını, parasını şaka olarak da alıp saklamak haramdır. Çünkü, böylece, başkasını üzmüş oluyor. Başkasına eziyet vermek haramdır.
.
Hıyanet ve Emanete riayet
|
Sual: Emanete hıyanet etmenin dindeki yeri nedir?
CEVAP
Hıyanet etmek haramdır. Münafıklık alametidir. Hıyanetin zıddı emanettir, emin olmaktır.
Hıyanet, birine kendini emin tanıttıktan sonra, o emniyeti bozacak iş yapmak demektir. Mümin, herkesin malını, canını emniyet ettiği kimsedir. Emanet ve hıyanet, malda olduğu gibi, sözde de olur. Hadis-i şerifte, (Meşveret edilen kimse emindir) buyuruldu. Yani onun doğruyu söyleyeceğine ve sorulanı başkalarından gizleyeceğine emanet olunur, güvenilir. Onun, doğru söylemesi vaciptir. İnsan, malını, emniyet ettiği kimseye bıraktığı gibi, doğru söyleyeceğine emin olduğu kimse ile istişare eder, danışır. Âl-i İmran suresi, 159. âyetinde mealen, (Yapacağın işi önce meşveret et) buyuruldu.
Meşveret, yani danışmak, insanı pişman olmaktan koruyan bir kale gibidir. Meşveret olunacak kimsenin, insanların hâlini, zamanın ve memleketin şartlarını bilmesi lazımdır. Buna siyaset bilgisi denir. Bundan başka, aklı, fikri kuvvetli, ileriyi gören, hatta sıhhati yerinde olması lazımdır. Meşveret olunan kimsenin, bilmediğini veya bildiğinin aksini söylemesi günahtır. Hata ile söylemesi günah olmaz. Yukarıdaki şartları taşımayan biri ile meşveret edilirse, her iki tarafa günah olur. Din ve dünya işlerinde bilmeyerek fetva verene, melekler lanet eder. Bir kimse zararlı olduğunu bilerek bir emir verse, hıyanet etmiş olur.
Abdullah bin Mesud hazretleri buyurdu ki:
(Dininizden ilk olarak, ayrılacağınız, elinizden kaçıracağınız şey, emanet olacaktır.) [Hadika]
Sual: Emanete riayetin dinimizdeki yeri nedir?
CEVAP
Emanete riayetin dindeki yeri büyüktür. Müminun suresinin başında, kurtuluşa eren müminlerin vasıfları bildiriliyor. 8. âyette de bunların emanete ve ahidlerine riayet ettikleri açıklanıyor. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Şu altı şeyi yapacağınıza söz verin, ben de size Cennete gireceğinize söz vereyim. Bunlar, namaz kılmak, zekat vermek, emanete riayet, zinadan sakınmak, helal yemek ve dili [elfaz-ı küfür, yalan, gıybet, lanet, malayani gibi] kötü sözlerden korumaktır.) [Taberani]
(Kıyamete yakın, insanlar, alışverişlerinde, birbiriyle olan münasebetlerinde emaneti gözetmezler. Güvenilir insan çok azalır. "Falanca yerde güvenilir bir insan varmış" denir. O insanın kalbinde de hardal tanesi kadar iman yoktur.) [Müslim]
(Allah ve Resulünü seven, bunların da kendisini sevmesini isteyen, konuşunca doğru söylesin, emanete riayet etsin ve komşusu ile iyi geçinsin!) [Beyheki]
(Bir satıcı, yalan söylemez, emanete riayet eder, verdiği sözden dönmez, borcunu geciktirmez, alacaklısını sıkıştırmaz, satarken malını fazla övmez ve alırken de kötülemez ise, kazancı ona mübarek olur.) [Deylemi]
(Kur'an, akraba, emanete riayet eden ve din kardeşleriniz şefaat eder.) [Deylemi]
(Allah ve Resulünün sizi sevmesi için, emanete riayet edin, doğru konuşun, komşunuzu üzmeyin ve ona iyi muamele edin.) [Taberani]
(Mümin her kabahati yapabilir. Fakat, hıyanet etmez ve yalan söylemez.) [İ. E. Şeybe]
(Münafığın üç alameti vardır: Yalan söyler, sözünde durmaz ve emanete hıyanet eder.) [Buhari]
(Hile ve hıyanet sahibi ateştedir.) [Ebu Davud]
(Hayasız olan, emanete hıyanet eder, hain olur, merhamet duygusu kalmaz, dinden uzaklaşır, lanete uğrar, şeytan gibi olur.) [Deylemi]
Hazret-i Lokman buyurdu ki:
(Emanete riayet, doğru söylemek ve malayaniyi [faydasız sözü] terk edip, bana gerekmeyeni bırakmakla bu dereceye kavuştum.)
Sual: Kur’an-ı kerimde insanın yüklenmekten çekinmediği bildirilen emanet nedir? Mezheplere ve âlimlere itibar etmeyen bir yazar, benim düşünceme göre emanet mülktür diyor. Doğrusu nedir?
CEVAP
Ahzab suresinin, (Emaneti göklere, yere ve dağlara bildirdik. Onlar bunu yüklenmekten çekinip sorumluluktan korktular. Onu insan yüklenerek, nefsine zulmetti, o çok cahil yani sonunu bilemedi) mealindeki 72. âyet-i kerimesinden önceki âyette, (Allah ve Resulüne itaat edenler [emirleri ile yasaklarına uyanlar], büyük kurtuluşa [ebedi saadete] kavuşurlar) buyuruluyor. Bu emirlerle yasaklar, emanete benzetiliyor. Emaneti yerine vermek gerektiği, ibadetleri yapmanın önemi bildiriliyor. Emanete, akıl ve İslamiyet diyen âlimler de oldu. Çünkü aklı olan İslamiyet’e uyar.
İmam-ı Beydavi hazretleri buyuruyor ki:
Bu emanete akıl da denilse, âyet-i kerime, ibadetleri yapmanın, beş vakit namaz kılmanın önemini bildirmektedir. Nisa suresinin 58. âyet-i kerimesindeki emanet kelimesini Allah’ın Resulü, ibadet olarak açıklayıp beş vakit namaz kılmayı emretmiştir.
Müminun suresinin 8. âyetinde de, (O müminler, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler) buyuruluyor. Mearic suresinin 32. âyeti de aynı mealdedir. Her iki surede de ondan sonra gelen âyetlerde namaza riayetin önemi bildirilmektedir.
Emanetin başka anlamları da vardır. Emanet ile ilgili hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Emanet kaybedilince Kıyamet yaklaşır. İşleri, ehli olmayana vermek, emaneti kaybetmektir.) [Buhârî]
(Dininizden ilk kaybedeceğiniz şey emanet, sonra namazdır.) [Z.Makdisi,Taberani]
(Kadınlar size Allahü teâlânın emanetidir. Sizin onların üzerinde, onların da sizin üzerinizde hakları vardır.) [İbni Cerir]
(Fakirlik emanettir. Onu gizleyen ibadet etmiş olur. Fakirliğini açığa vuran da, din kardeşlerini borçlu çıkarmış olur.) [İbni Asakir]
(Söz emanettir. Çirkin bir sözü götürmek [laf taşımak] helal olmaz.) [Ebu Nuaym]
(Kara şehidinin borç ve emanet hariç, bütün günahları affedilir. Deniz şehidinin ise bütün günahları affedilir.) [Ebu Nuaym]
(Allahü teâlâ Âdem aleyhisselama, “Emaneti kabul eden olmadı, sen yüklenir misin?” buyurdu. O da, “Yüklenmenin mesuliyeti nedir” dedi. Allahü teâlâ da, “Emanete riayet edene sevap, etmeyene azap vardır” buyurdu. Âdem aleyhisselam, emaneti kabul edince Cennette öğleden ikindiye kadar kalabildi. Sonra İblisin hilesi ile oradan çıkarıldı.) [Ebuşşeyh]
(Emanete riayet etmeyenin imanı, abdesti olmayanın namazı yoktur. Namazı olmayanın da dini yoktur. Namazın dindeki yeri, başın gövdedeki yeri gibi önemlidir.) [Taberani]
(Vedalaşırken, emanetleri kaybolmayan Allah’a seni emanet ediyorum deyin.) [İbni Mace]
(Size iki emanet bırakıyorum: Allah’ın kitabı ve Ehl-i beytim.) [İ. Ahmed]
(Hanımının mahrem sırlarını başkalarına söylemek, emanete hıyanettir.) [Müslim]
(Allah ve Resulünün, kendisini sevmesini isteyen kimse, emanete riayet etsin.) [Taberani]
Emanet, emin, güvenilir olmak demektir. Peygamberlerde bulunması lâzım olan yedi sıfattan biri emanettir.
Fıkıh ilminde, güvenilen kimseye bırakılan mala emanet denir. Emanete bir zarar vermeden aynen sahibine iade etmek gerekir. Emanete riayet etmemek, münafıklık alametidir. Bu çeşit emanetle ilgili bazı hadis-i şerif mealleri şöyledir:
(Emanete riayet rızkı artırır, hıyanet ise fakirliğe yol açar.) [Kudaî]
(Allah ve Resulü, emanete riayet edeni sever.) [Taberanî]
Allahü teâlâ, canımızı ve vücudumuzun her organını bize emanet etmiştir. Bize verdiği nimetlerin hepsi birer emanettir. Onları Rabbimizin rızası dışında kullanmak, o emanete hıyanet olur. Mesela çocuklarımız, hanımımız bize bir emanettir. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Eşinizi üzmeyin! O, Allahü teâlânın size emanetidir.) [Müslim]
(Kızını fâsığa veren, Allahü teâlânın emanetine hıyanet etmiş olur. Emanete hıyanet edenlerin gideceği yer Cehennemdir.) [Seadet-i Ebediyye]
Fakirlik de bize bir emanettir.
Birinin bize söyleyip başkalarının duymasını istemediği söz de, emanettir.
Kur'an-ı kerim ve Ehl-i beyt de bize emanettir. (Kur’anla Ehl-i beyt birbirinden ayrılmaz) hadis-i şerifi Kur’ana uyanın, Ehl-i beyti sevmesi ve Ehl-i beyti sevenin de Kur'ana uyması gerektiğini bildiriyor. (Eshabın tamamı cennetliktir) âyetini inkâr eden Ehl-i beyti sevmiş olmaz. (Kurret-ül ayneyn)
Emanete riayet etmemek, bir mümin için düşünülecek bir şey değildir. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Emanete riayet etmeyenin imanı kâmil değildir.) [Taberani]
(Emanete riayet etmeyenin namazı da, zekâtı da kabul olmaz.) [Bezzar]
Kur'an-ı kerimde, müminler övülürken, (Emanetlerine [dinin emir ve yasaklarına] riayet ederler ve verdikleri sözleri yerine getirirler) buyuruluyor. (Müminun
Başka bir âyet-i kerimede de, (Allah size, mutlaka emanetleri [işleri] ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle davranmanızı emreder) buyuruluyor. (Nisa 58)
Ahzab sûresindeki emanet, işlenmesinde sevab ve terkinde ceza olan dinin bütün emir ve yasaklarıdır. (Celaleyn)
Demek ki, aklı olup, dinin emir ve yasaklarına riayet eden, namaz kılan, emanete riayet etmiş olur. (Hak Sözün Vesikaları)
.
İftira etmek
|
Sual: Yalan ve iftiranın dindeki yeri nedir?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Yalan söylemek ve iftira etmek haramdır, sakınmak lazımdır. Bu iki fenalık, her dinde de haram idi. Cezaları çok ağırdır. (C.3, m.34)
İftira büyük günahtır ve çok fenadır. Bunda yalan söylemek de vardır ki, yalan, her dinde haramdır. İftirada bir mümini incitmek de vardır ki, bu da, başkaca haramdır. Bunlardan başka, iftira etmek, yeryüzünde fesat çıkarmaya, ortalığı karıştırmaya sebep olur ki, bu da haramdır. (C.3, m.41)
Müslümanlara suizan, zulüm etmek, mallarını gasp etmek gibi ve haset, iftira ve yalan söylemek ve gıybet etmek gibi haramdır. (Hadika)
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir kimse, bir mümin hakkında olmayan bir şey söylerse, iftiraya uğrayan kimse, onu affedinceye kadar, Allahü teâlâ onu Cehenneme sokar.) [Ebu Davud]
(Bir müminde her haslet bulunabilir. Ancak hıyanet ve yalan bulunamaz.) [İbni Ebi Şeybe]
(Yalan, münafıklıktan bir kapıdır.) [İbni Adiy]
En çok düşmanı olan kimdir?
En çok düşmanı olan Allahü teâlâdır! Bir gün Musa aleyhisselam, insanların konuşmalarından bıkmış, (Ya Rabbi, n'olur bu insanlar benim hakkımda konuşmasın) diye dua etmiş. Allahü teâlâ buyurmuş ki:
(Ya Musa, senin istediğin o şeyi ben, kendim için bile yapmadım. Görmüyor musun, duymuyor musun, Benim hakkımda neler konuşuyorlar.)
Peygamber efendimiz Allah’ın habibi idi, âlemlere rahmet idi. İnsanları Cennete davet için, Cehennemden sakındırmak için en acı sıkıntıları çekti. Ona akla hayale gelmeyecek iftiraları yaptılar, hâşâ, sihirbaz dediler, hâşâ, mecnun dediler, hâşâ, şair dediler, hâşâ, hanımı Âişe validemize iftira ettiler, çok eziyet ettiler, yollarına dikenler döşediler. Allah’ın Habibi ile savaştılar. Halbuki O rahmet-i ilahi idi, insanlar yanmasın diye adeta çırpınıyordu. (Bilmiyorlar, bilselerdi yapmazlardı) buyuruyordu. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Bir kimse, bir mümin hakkında olmayan bir şey söylerse, iftiraya uğrayan kimse, onu affedinceye kadar, Allahü teâlâ onu Cehennemde bırakır.) [Ebu Davud]
Kur'an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki:
(Yalan söyleyenler, iftira edenler, ancak Allah’ın âyetlerine inanmayanlardır. İşte onlar, yalancıların tâ kendileridir.) [Nahl 105]
İkinci binin müceddidi, hadis-i şerifle müjdelenen imam-ı Rabbani hazretlerine yaptıkları eziyet diğer iftiraların yanı sıra ne dediler biliyor musunuz, Serhend cahili dediler, bu isimle de yazılar yazıp dağıttılar.
Resulullahın vârislerinin istisnasız hepsi de aynı eziyet ve sıkıntılarla karşılaşmışlar, çeşitli iftiralara maruz kalmışlardır. Hatta ibni Âbidin hazretleri, hocası Mevlana Halid-i Bağdadi hazretlerine yapılan iftiralara dayanamayıp, iftiracılara ve onlara inananlara bir reddiye risalesi yazdı. Bu risaleye de Sell-ül-Hüsâmü'l-Hindi li-Nusreti Mevlana Şeyh Halid Nakşibendi ismini verdi.
İmam-ı Gazali hazretleri de iftiralara maruz kalan büyüklerdendir. Felsefeciler ve bid’at ehli olanlar hâlâ bu büyük imama iftiralarına devam etmektedirler.
Kim Muhammed aleyhisselama çok benzerse o derece, bu sıkıntılar, bu iftiralar başına gelir. Bunlar, bu yolun şanındandır. Eden kendine eder. Allahü teâlâ kimi azaba atmak isterse büyüklerin üstüne salar, yani o insanlar büyüklere dil uzatır. Yaradılışında said olanlar kesinlikle büyüklere dil uzatmazlar. Başka günahları olabilir ama büyüklere dil uzatmazlar.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Şeyh-ul-islam Abdüllah-i Ensâri Hirevi, "Ya Rabbi! Dostlarını öyle yaptın ki, onları tanıyan sana kavuşuyor ve sana kavuşmayan, onları tanımıyor" buyuruyor. Bu büyüklere düşmanlık etmek, sonsuz ölüme sürükleyen bir zehirdir. Onları incitmek, sonsuz felaketlere sebep olur. Allahü teâlâ bu belaya düşmekten korusun! Şeyh-ul-islam yine buyurdu ki, "Ya Rabbi, her kimi felakete düşürmek istersen, onu bizim üzerimize atarsın." (m.106)
Peygamberlerden başka herkes günah işler. Allahü teâlâ sevdiği kullarının günahlarının cezasını ahirete bırakmaz. Çünkü günah suçtur. Karşılığı cezadır. Dünyada üç sıkıntı verir:
1- Hastalık verir. Sabrederse affeder. Sebeplere yapışmak ve geleni Allah’tan bilmek lazımdır. Ve ne maksatla geldiğini bilerek şükretmeli.
2- Günahların affı için ikinci yol maddi sıkıntıdır. Borçlu olmaktır. Borçlarını ödemek için çekilen sıkıntılardır. Bu da günahların affına sebeptir.
3- İnsanların yalan ve dedikodu ve iftiralarıyla haksız olarak iftiraya uğramaktır.
İftiraya ceza
Sual: Hazret-i Âişe validemize iftira yapılınca, âyet-i kerime inmişti. Bu âyet-i kerimeye göre iftira edenler cezalandırıldı mı?
CEVAP
Evet, iki erkekle bir kadına kazf haddi yapıldı. (Ebu Davud)
Kazf haddi: Kazf, fırlatmak, atmak demektir. İslamiyet’te muhsan olan [evli olan namuslu] erkek veya kadına zina lafı atmak olup, büyük günahtır. Kazf edilen kimsenin istemesiyle, kazf edene had vurulur
.
|
Huy değişir mi?
|
Sual: Kendimizde bulunan kötü huyları tespit için nasıl hareket etmeliyiz?
CEVAP
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mümin, müminin aynasıdır.) [Taberani]
İnsan kendi kusurlarını zor anlar. Güvendiği arkadaşına sorarak da, kusurunu öğrenir. Sadık olan dost, onu tehlikelerden, korkulardan muhafaza eden kimsedir. Böyle bir arkadaş bulmak çok zordur. Bunun içindir ki, İmam-ı Şafii hazretleri buyurdu ki:
Sadık dost ve halis kimya
Az bulunur, hiç arama!
Hazret-i Ömer de buyurdu ki:
Arkadaşım aybıma uyardı beni,
Kardeşlik sünnetinin budur temeli!
Düşmanlarının kendisine karşı kullandıkları kelimeler de, insana ayıplarını tanıtmaya yarar. Çünkü düşman, insanın ayıplarını arayıp, yüzüne çarpar. İyi arkadaşlar ise, insanın ayıplarını pek görmezler. Biri İbrahim Ethem hazretlerine aybını, kusurunu bildirmesi için yalvarınca, (Seni dost edindim. Her halin, hareketlerin, bana güzel görünüyor. Aybını başkalarına sor) dedi.
Başkasında bir ayıp görünce, bunu kendinde aramak, kendinde bulursa, bundan kurtulmaya çalışmak da, kötü huyların ilaçlarındandır. (Mümin müminin aynasıdır) hadis-i şerifinin manası budur. Yani, başkasının ayıplarında, kendi ayıplarını görür. Hazret-i İsa’ya, güzel ahlakını kimden öğrendin, dediklerinde; (Birinden öğrenmedim. İnsanlara baktım. Hoşuma gitmeyen huylarından kaçınıp, beğendiklerimi ben de yaptım) buyurdu.
Hazret-i Lokman’a da (Edebi kimden öğrendin) dediklerinde, (Edepsizlerden) dedi.
Eshab-ı kiramın velilerin hayat hikayelerini okumak da iyi huylu olmaya sebep olur.
Sual: Kendimizde bulunan kötü bir huydan kurtulmak için ne yapmak gerekir?
CEVAP
Kendinde kötü huy bulunan kimse, buna yakalanmanın sebebini araştırmalı, bu sebebi yok etmeye, bunun zıddını yapmaya çalışmalıdır. Kötü huydan kurtulmak, bunun zıddını yapmak için çok uğraşmak gerekir. Çünkü insanın alıştığı şeyden kurtulması zordur. Kötü şeyler nefse tatlı gelir. İnsanın, kötü şey yapınca, arkasından riyazet çekmeyi, nefse güç gelen şey yapmayı âdet edinmesi de, faydalı ilaçtır. Mesela, bir kötülük yaparsam, şu kadar sadaka vereceğim veya oruç tutacağım, gece namazları kılacağım diye yemin etmelidir. Nefs, bu güç şeyleri yapmamak için, onlara sebep olan kötü âdetini yapmaz. Kötü ahlakın zararlarını okumak, işitmek de, faydalı ilaçtır. Bu zararları bildiren hadis-i şerifler çoktur. İslam Ahlakı kitabındaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyledir:
(Allah katında kötü huydan büyük günah yoktur.) Çünkü, bunun günah olduğunu bilmez. Tevbe etmez. İşledikçe, günahı kat kat artar.
(İnsanların hiç çekinmeden, sıkılmadan yaptıkları günah, kötü huylu olmaktır.)
(Her günahın tevbesi vardır. Kötü ahlakın tevbesi olmaz. İnsan, kötü huyunun tevbesini yapmayıp, daha kötüsünü yapar.)
(Sıcak su, buzu erittiği gibi, iyi ahlak da, hataları eritir. Sirke, balı bozduğu gibi, kötü ahlak da, hayratı, hasenatı mahveder.)
Sual: Huy değişir mi? Kötü alışkanlıklarda çevrenin rolü nedir?
CEVAP
Alışkanlık, bir şeyi tekrarlayarak kolaylıkla yapabilme melekesidir. Huy, kalb ile ruhun melekesi, alışkanlığıdır. Yerleşmiş olan huya meleke denir. Geçici olan huya hâl denir. Mesela gülmek, utanmak, birer hâldir. Cömertlik, cesaret, birer melekedir. Huy, meleke demektir. Ara sıra hayır işlemek huy değildir. Her zaman hayır işlerse, cömert huylu olur. Fakat kendini zorlayarak yaparsa, yine cömert huylu olmaz. Kolaylıkla, seve seve yaparsa, huy denir. Huy, iyi veya kötü iş yapmaya veya, iyi ve kötü olmayan şeye sebep olur. Bunlar üçe ayrılır. İlkine fazilet veya güzel huy denir. Cömertlik, yiğitlik, böyledir. İkincisine rezalet veya kötü huy denir. Cimrilik böyledir. Üçüncüsüne sanat denilir. Terzilik, çiftçilik gibi.
Âlimler huyun değişip değişmemesi hakkında diyorlar ki:
1- Huy değişmez. Çünkü bir hadis-i şerifte, (Bir dağın yerinden ayrıldığını işitirseniz tasdik edin. Ama bir kişi huyunu değiştirmiştir derlerse tasdik etmeyin. Çünkü insanın yaratılışındaki huy devam eder) buyuruluyor. Bu bakımdan portakal çekirdeğinden ceviz olmaz. Gazap, şehvet gibi insanın fıtratında olan şeyler yok edilemez. Onun için can çıkar huy çıkmaz denmiştir.
2- Huyun, insanla birlikte yaratılmış olanı değiştirilemez, sonradan hasıl olanı değişebilir. Evet gazap ve şehvet terbiye ile yok edilemez. Fakat dinimiz de bunların yok edilmesini değil, terbiye edilmesini emrediyor. Terbiye edilince de zararları önleniyor. Terbiye etmek başka, yok etmek başkadır. Nasihat ile insan terbiye edilebilir. Onun için Kur'an-ı kerimde mealen, (Nasihat et, nasihat müminlere elbette fayda verir) buyuruluyor. (Zariyat 55)
(İnsan huyunu değiştiremez. Çünkü yaratılıştaki huy devam eder) hadis-i şerifi, yaratılışta olan huyların değişmeyeceğini gösterir. Fakat, (Huyunuzu güzelleştirin) (Herkes, Müslümanlığa elverişli olarak dünyaya gelir. Bunları sonra anaları babaları, gayrimüslim ve imansız yapar) hadis-i şerifleri de, huyun değişebileceğini gösterir. Evet portakal çekirdeğinden ceviz olmaz. Fakat bakıp, aşılanırsa, çekirdeksiz tatlı, iri portakal olur. Akılsız hayvanı bile ehlileştirmek, ona bazı alışkanlıklar kazandırmak mümkündür. Mesela av hayvanına, avını yememesi, tuttuğu avı getirmesi öğretilebiliyor. Akıllı insanın terbiyesi, huyunun değiştirilmesi ise daha kolaydır.
3- Huy sonradan elde edilir ve değiştirilebilir. Âlimlerinin çoğu bu üçüncü görüşü benimsemişlerdir. Onlara göre;
(Evladınıza ikram edin, onları edepli, terbiyeli yetiştirin!),
(Hepiniz, bir sürünün çobanı gibisiniz. Çoban sürüsünü koruduğu gibi, siz de evinizde ve emriniz altındakileri Cehennemden korumalısınız! Onlara Müslümanlığı öğretmezseniz, mesul olursunuz) hadis-i şerifleri gösteriyor ki, insanlar iyiliğe elverişli olarak doğar. Sonra, nefsin kötü arzuları ve güzel ahlakı öğrenmemek ve kötü arkadaşlarla düşüp kalkmak, çevrenin etkisiyle kötü huyları meydana getirir.
Kötü alışkanlık, haram işlemeye alışmak demektir. Haram olmayan şeyi kullanmaya, mesela çay içmeye kötü alışkanlık denmez. İçki, kumar, esrar, zina alışkanlığı [bağımlılığı] birer kötü alışkanlıktır. Kötü alışkanlıklara elini veren kolunu alamaz. Onun için alışmış kudurmuştan beterdir denir.
Kötü alışkanlıklara çevrenin etkisi büyüktür. Çevreyi değiştirmeli, iyi insanlarla beraber olmalı, her haramdan kaçmaya çalışmalı ve bilhassa namazı asla aksatmamalıdır. Çünkü Cenab-ı Hak, (Namaz insanı fahşa ve münkerden, [yani her türlü kötülükten] alıkoyar) buyuruyor. Salih kimselerin kontrolü altında namaza devam eden kimse, her türlü kötü alışkanlıktan kurtulur, tertemiz insan olur.
Oruç ile, insan güçlü bir irade kuvveti kazanır. Alkol, uyuşturucu gibi, kötü alışkanlıklardan oruç vesilesi ile kurtulanlar çok görülmektedir. Allah’ın emri olduğu için, ramazanda bir ay oruç tutan bir Müslüman, Allahü teâlânın emirlerini yapmak alışkanlığını da kazanır. Böylelikle, Onun başka emirlerini yapmaya da gayret ve kabiliyet elde eder.
Tembellikten kurtulmak için, önce bunun kötülüğünü bilmeli, ondan sonra da tedavisine bakmalıdır. (İnsan, ancak çalıştığının faydasını görür) mealindeki âyet-i kerimeyi düşünmelidir. Resulullah efendimiz tembellikten Allahü teâlâya sığınmış, (Ya Rabbi, beni, tembellikten koru!) diye dua etmiştir. Tembelliğin ilacı, çalışkanlarla konuşmak, tembel, uyuşuk kimselerden kaçınmak, Allahü teâlâdan haya etmek lazım geldiğini ve azabının şiddetli olduğunu düşünmektir. Dinini iyi bilen salih kimselerle görüşmelidir. Sabah namazına uyanmak için çalar saat gibi bir tedbir almalı. Birkaç gece kalkınca, artık âdet olur, uyanmak kolaylaşır. Bir insan bir işin kendisi için faydalı olacağına inanmadıkça, yeni bir şeyi kabul etmez, eski alışkanlığından da vazgeçemez.
İyi işleri yapmaya kendini zorlayan, güzel huyları elde edebilir. Mesela hat kabiliyeti olan, hiç hat ile uğraşmazsa, gizli kabiliyeti meydana çıkmaz. Fakat bu sanatla uğraşmaya çalışırsa, güzel yazı yazabilir. Güzel huyları itiyat hâline getirmek, güzel huylu olmayı kolaylaştırır. Cimri bir kimse, hayır yapmayı, tanıdıklarına ziyafet vermeyi âdet hâline getirirse, cimrilikten kurtulması mümkündür. Alışkanlık hâline gelen küçük günah da, büyük günah olabilir. Büyük günaha alışan da küfre düşebilir.
Sual: Ahlak değişmez mi?
CEVAP
Herkesin ahlakı değişebilir. Hiçbir kimsenin huyu, yaratılıştaki gibi kalmaz, sonradan değişebilir. Ahlak değişmeseydi, Peygamberlerin gönderilmesi hâşâ faydasız, lüzumsuz olurdu. Terbiye ve ceza usulleri abes olurdu. İlmin ve terbiyenin fayda sağladığı her zaman görülmüştür. O halde, ahlakın değiştiği güneş gibi meydandadır. Ancak, bazı huylar pek yerleşmiş, ruhun özelliği gibi olmuştur. Böyle huyları değiştirmek, yok etmek pek zor olur. Böyle ahlak, en çok, cahil, kötü kimsede bulunur. Bunu değiştirmek için ağır riyazet ve çok mücahede gerekir. Nefsin isteklerini yapmamak için çalışmaya Riyazet, nefsin istemediği şeyleri yapmaya Mücahede denir.
İnsanlar iyiliğe, yükselmeye elverişli olarak doğar. Sonra, nefsin kötü arzuları ve güzel ahlakı öğrenmemek ve kötü arkadaşlarla düşüp kalkmak, kötü huyları meydana getirir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Her çocuk, Müslümanlığa elverişli olarak dünyaya gelir. Bunları sonra anaları babaları, yahudi, hristiyan veya dinsiz yapar.) [Taberani]
Sual: İyi huylu olmak ve iyi ahlakı muhafaza edebilmenin çaresi nedir?
CEVAP
Kötü niyet ile olmayan hikmet, adalet, iffet ve şecaat, iyi ahlakın kaynağıdır. İyi huylu olmak için ve iyi ahlakını muhafaza edebilmek için, salih kimselerle, iyi huylularla arkadaşlık etmelidir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Kurtulmanın tek çaresi vardır, o da kurtulanlarla beraber olmaktır.)
İnsanın ahlakı, arkadaşının huyu gibi olur. Ahlak, hastalık gibi bulaşıcıdır. Kötü huylu ile arkadaşlık etmemelidir. Hadis-i şerifte, (İnsanın dini, arkadaşının dini gibi olur) buyuruldu. Faydasız şeylerden, oyunlardan, zararlı şakalaşmaktan ve münakaşa etmekten sakınmalıdır. İlim öğrenmeli ve faydalı işler yapmalıdır.
Ahlakı bozan, şehveti harekete getiren seks, fuhuş kitapları okumamalı, böyle radyo ve televizyondan sakınmalıdır. İyi huyların faydaları ve haramların zararları ve Cehennemdeki azapları, hep hatırlanmalıdır.
Mal mevki arkasında koşanlardan hiçbiri muradına kavuşamamıştır. Malı, mevkii hayır için arayan ve hayır işlerde kullanan, rahata, huzura kavuşmuştur.
Mal, mevki gaye olmamalı, hayra vasıta olmalıdır. Mal mevki, bir deryaya benzer. Çok kimse, bu denizde boğulmuştur. Allahü teâlâdan korkmak, bu deryanın gemisidir. Hadis-i şerifte, (Dünyada, kalıcı değil, yolcu gibi yaşamalı! Öleceğini hiç unutmamalı!) buyuruldu. İnsan, dünyada baki değildir. Dünya zevklerine daldıkça, dertler, üzüntüler, güçlükler artar.
Aşağıdaki hadis-i şerifleri hiç unutmamalıdır:
(Kişi, az ibadet etse de, güzel ahlakı ile en yüksek dereceye kavuşur.) [Taberani]
(İnsan, güzel huyu ile, Cennetin en üstün derecelerine kavuşur. [Nafile] İbadetlerle bu derecelere kavuşamaz. Kötü huy, insanı Cehennemin en aşağısına sürükler.) [Taberani]
(İbadetlerin en kolayı, az konuşmak ve iyi huylu olmaktır.) [İbni Ebid-dünya]
Birinin gündüzleri oruç tuttuğu, geceleri namaz kıldığı, fakat kötü huylu olduğu, dili ile komşularına, arkadaşlarına eziyet ettiği söylendiğinde, Peygamber efendimiz cevabında, (Böyle olmak iyi değildir. Gideceği yer, Cehennem ateşidir) buyurdu.
İnsan günahını ne kadar çok büyük görürse o kadar iyidir. Fakat günahı yüzünden Allahü teâlânın sonsuz rahmetinden ümit kesmek caiz değildir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ buyurdu ki: İşlediği günahı affımın yanında büyük görene gazaplanırım. Eğer acele etmek şanımdan olsaydı, acele ceza verseydim, rahmetimden ümit kesenlere acele ceza verirdim.) [Deylemi]
Allahü teâlâ, tevbe edilen günahları affeder.
Sual: Can çıkar, huy çıkmaz deniyor, kötü huy değişmez mi?
CEVAP
Can çıkar, huy çıkmaz sözü, gazap, şehvet gibi insanın fıtratında olan şeylerin tamamen yok edilemeyeceğini bildirmek için söylenmiştir. Terbiye etmek başka, yok etmek başkadır. Nasihat ile insan terbiye edilebilir. Onun için Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Nasihat et, nasihat müminlere elbette fayda verir.) [Zariyat 55]
Huyu değiştirmek mümkün olduğu için, çocuk terbiyesi hakkındaki hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Çocuğu güzel terbiye, evladın babasındaki haklarındandır.) [Beyheki]
(Çocuğu terbiye etmek, tonlarla sadakadan daha sevaptır.) [Tirmizi]
Peygamber efendimiz, (Ahlakınızı güzelleştirin) buyurdu. (Din nedir) diye sual edilince de, (Din, güzel ahlaktır) buyurdu.
Şu halde dinin emirlerine uyup yasak ettiklerinden kaçan kimse, huyunu değiştirip güzel ahlaka sahip olur. Güzel ahlakın ne olduğu sorulduğu zaman da buyurdu ki:
(Güzel ahlak, gelmeyene gitmek, vermeyene vermek ve zulmedeni affetmektir.) [Hakim]
Akılsız hayvanı bile ehlileştirmek, bazı alışkanlıklar kazandırmak mümkündür. Mesela av hayvanına, avını yememesi, tuttuğu avı getirmesi öğretilebiliyor. Akıllı insanın terbiyesi ise daha kolaydır. Dinimiz de, nefsimizi terbiye etmemizi, nefsini terbiye edenlerin iki cihan saadetine kavuşacağını bildiriyor. Nefsimizle cihadın önemi büyüktür. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Asıl mücahid, Allahü teâlâya itaat uğrunda nefsi ile cihad edendir.) [Tirmizi]
Bir erik çekirdeği, ne elmadır, ne de eriktir. Bu çekirdek, toprağa konur, sulanıp gübrelenirse erik ağacı olabilir. Bu ağaçtan da erik alınabilir. Bu ağaca ne kadar bakılırsa bakılsın, erik çekirdeğinden elma olmaz.
İşte bunun gibi, gazap ve şehvet terbiye ile yok edilemez. Zaten dinimiz de bunların yok edilmesini değil, terbiye edilmesini emrediyor. Terbiye edilince de zararları önleniyor. Mesela gazabı saldırganlık derecesinde olmak kötü olduğu gibi, gazabın tamamen yok olması da zararlıdır. Tehlikelere karşı koyamaz. Terbiye ile itidal sahibi olunabilir. İsraf da, cimrilik de kötüdür. İkisinin ortası cömertliktir. Terbiye ile, dine uymakla insan cömert olabilir. Dinimiz, aşırılıklardan uzak, orta yolda olmayı emretmektedir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Sizi vasat bir ümmet kıldık.) [Bekara 143]
Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(İşlerin hayırlısı vasat olanıdır.) [Beyheki]
[Vasat, ifrat ve tefritten, her türlü aşırılıklardan uzak olan demektir.]
Kusurları bilmek için
Sual: Kusurlarımı öğrenip düzeltmek istiyorum. Fakat kusurlarımı nasıl öğrenebilirim?
CEVAP
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
İnsanların bazıları, hatta çoğu, kendi kusurunu bilemez. Elin gözündeki çöpü görür de, kendi gözündeki merteği göremez. Alışkanlık haline getirdiğimiz kusurlarımızın hata olduğunu bile düşünmeyiz. Kusuru öğrenmenin birkaç yolu:
1- Bir şey öğrenmek isteyen, o hususta kendini talebe kabul etmelidir. Yaşı kendinden küçük de olsa, bilmediği hususlarda bilenlere sormalıdır. Kalbin kusurlarını bilen, ilmiyle amil salih birinden kusurlarını ve tedavi çarelerini öğrenmelidir.
2- Kendisine kusurlarını gösterecek salih ve basiret sahibi bir arkadaş bulmalı, kusurlarını söylemesi için ona rica etmelidir. Hazret-i Ömer, Eshab-ı kiramdan bazılarına kusurlarını sorardı.
Akıllı kimse, daima kendini kusurlu görmelidir. Hakiki dostlarımızdan başkasına kusurumuzun ne olduğunu sormak faydasızdır. Kimi dalkavukluk eder, kusurlarımızı gizleyip söylemez. Kimisi de haset eder, kusur olmayan şeyi kusur gibi gösterir.
Kusurumuzu samimi olarak söyleyen çıkarsa, kolay kolay kabul edemeyiz. Halbuki başkalarının ikazı ile kusurlarımızı düzeltmemiz büyük fazilettir.
Kötü huylarımız, zehirli yılan ve akrep gibidir. Biri, ceketimizde bir akrep olduğunu söylese, doğru söyleyip söylemediğine bakmadan hemen ceketi çıkartırız. Kötü huylar ise akrepten daha tehlikelidir. Akrep en fazlasından bizi zehirleyip öldürebilir. Fakat kötü huylar, sonsuz felaketimize sebep olabilir. Kötü huylarımızı haber verene teşekkür etmiyorsak, bizi ikaz ettiği için sevinmiyorsak, gerçekten kusurlu olduğumuz anlaşılır.
Hele bir de, (Senin de şu kusurların var. Bir de bana nasihat mi ediyorsun?) diyerek nasihati kabul etmediğimizi gösterirsek, kötü olduğumuz iyice meydana çıkar.
Bu hâl, günahlarımızın çokluğu sebebiyle kalbimizin karardığını gösterir. Daha açıkçası iman zayıflığından meydana gelmektedir. Kusurlarımızı söyleyene teşekkür ve dua etmeliyiz!
3- Düşmanlarımız da kusurlarımızı dillerine dolayabilir. Çünkü kin ve nefret gözlüğü ile bakan, kusurları daha kolay görür. Böyle bir düşman, kusurlarımızı gizleyen dalkavuktan daha iyidir. İnsan tabiatı, düşmanın ikazını hoş görmez. Fakat akıllı kimse, düşmanın sözlerinden istifade etmeli, söylediği kusurları düzeltmeye çalışmalıdır.
4- Kusurlarımızı öğrenmenin bir başka yolu da, başka müslümanlara bakmaktır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mümin müminin aynasıdır.) [Taberani]
Başkasının kusurlarında kendi kusurlarını görür. Başkasında görüp hoşlanmadığı şeylerden kendini temizler. Birçok salih kimse, kötü insanın kötülüğünü görüp kendilerini ıslah etmişlerdir. Bir ayyaş düşünün, fazla içtiğinden yol kenarına yatıp, kustuğunu köpekler yalamaktadır. Bu hali gören kimse, ayyaşlığa özenmez. Bunun gibi kumarbazın, hırsızın haline gıpta etmez. İyilerin iyiliklerine imrenir. Bildirilen bu yollarla kusurlarımızı düzeltmemiz mümkündür.
5- İnsan kendi kusurlarını zor anlar. Güvendiği arkadaşına sorarak da, kusurunu öğrenir. Sadık dost, arkadaşını, tehlikelerden, korkulardan koruyan kimsedir. Böyle bir arkadaş bulunursa, bunu büyük nimet bilmelidir. Onun tavsiye ve nasihatlerine kızmamalı, aksine çok sevinmelidir. Mesela gıybetin, zinadan kötü olduğu, sevapları ateşin kuru odunu yaktığı gibi yok ettiği hadis-i şeriflerle bildirilmiştir. Biz gıybet etmeye başlayınca bir arkadaşımız, (Sus sevapların yanacak, Cehenneme gideceksin) derse, bize iyilik mi etmiş olur yoksa kötülük mü? İyilik ettiğine göre, böyle arkadaşa kızmak mı, yoksa minnettar kalmak mı gerekir? Yanımızda bir arkadaşın gıybeti yapılınca, hemen müdahale etmemiz gerekir. Çünkü hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Gıybet edilen kardeşini, gücü yettiği halde himaye etmeyeni Hak teâlâ dünya ve ahirette zelil eder.) [İ.Ebiddünya]
Kötü huylar, kalbi, ruhu hasta eder. Hastalığın artması, kalbin, ruhun ölümüne sebep olur. Müslümanın önce kalbini temizlemesi gerekir. Çünkü hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İnsanın bedeninde bir et parçası vardır. Bu iyi olursa, bütün uzuvları iyi olur. Bu kötü olursa bütün organları bozuk olur. Bu kalbdir.) [Beyheki]
Kalb, yürek denilen et parçasındaki gönüldür. Kötü huylar çoktur. Hepsi için müşterek ilaç, hastalığı, zararını, sebebini, zıddını ve ilacın faydasını bilmektir. Bu hastalığı kendinde teşhis etmek, aramak, bulmak gerekir. Bu teşhisi herkes kendi yapmalıdır. Kendi yapamazsa, iyilerin, salih kimselerin bildirmesi ile anlamalıdır.
Bize karşı kötülük yapan zalimleri affetmek, onlara iyilik yapmak bir fazilettir. Fakat başkalarına zulmeden, Allahü teâlâya isyan edenlere ihsan edilmez. Çünkü zalime ihsan edince mazluma haksızlık edilmiş olur. Zalimlere, bid'at sahiplerine ve başkalarına zararı dokunan kimselerin günahlarını açığa vurmakta mahzur yoktur. Bazen gerekir.
Çocuk ateist mi doğar?
Sual: Bir ateist profesör diyor ki: (Ben doğduktan sonra anam ölmüş, zaten babamı hiç tanımıyorum. Kimsesiz büyüdüm. Çevremden hiç etkilenmedim. Kendi aklıma göre yetiştim ve ateist oldum. Bu da bana gösteriyor ki, her çocuk ateist olarak doğar. Sonra çevresi onu dindar yapar.)
Bunun bilimsel bir yönü var mıdır?
CEVAP
Bu, ilmî değil, indî bir yorumdur. Hristiyanlar da, (Çocuklar günahkâr doğar) diye, şarapla vaftiz yapıyorlar. Hâlbuki her çocuk, günahsız ve iyiliğe, güzelliğe elverişli olarak doğar. Sonra çevresi onu bozar. Çocuğun yetişme şekli çok önemlidir. Nasıl yetişirse öyle büyür, öyle yaşar. Kimi doğuştaki güzel fıtratını tamamen kaybeder, Ebu Cehil gibi kâfirliğine devam eder. Kiminin de, fıtratı yok olmaz, üzeri örtülür, İslamiyet’i görünce Hazret-i Ömer gibi sever ve böylece fıtratı meydana çıkar. Kâfirler içinde olduğu hâlde İslâmiyet'i kabul eder.
Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Her çocuk, İslam fıtratı üzerine doğar, yani Müslümanlığa elverişli olarak dünyaya gelir. Sonra bunları anaları babaları [ve çevresi], Yahudi, Hristiyan veya dinsiz yapar.) [Taberanî]
Demek ki annesi ölen ve babası bilinmeyen profesör, çevresindeki kötü insanların etkisinde kalarak doğuştaki güzel fıtratını kaybetmiş ve ateist olmuştur.
Ahlakı değiştirmek mümkün müdür?
Ahlakı değiştirmek, kötüsünü yok edip iyisini getirmek mümkündür. Hadis-i şerifte, (Ahlâkınızı iyileştiriniz) buyuruldu. İslamiyet mümkün olmayan şeyi emretmez. Tecrübeler böyle olduğunu göstermektedir. İnsanların, ahlaklarını değiştirme konusunda istidatları, kabiliyetleri aynı değildir.
Ahlakın kaynağı, insanî ruhun üç kuvvetidir ki, bunlardan birincisi, ruhun idrak kuvvetidir ve buna akıl denir. Aklın orta miktarda olmasına hikmet denir. Hikmet, iyiyi kötüden, hakkı batıldan ayıran kuvvettir. Bu kuvvetin lüzumundan fazla olmasına ukalalık denir. Ukala insan, mümkün olmayan şeyleri anlamaya kalkışır. Müteşâbih âyetlere mânâ verir, kaza kader üzerinde konuşur, hile, büyü gibi zararlı şeyler yapar. Bu kuvvetin az olmasına ahmaklık denir. Böyle kimse, hayrı, şerri birbirinden ayıramaz.
Ahlakın kaynağı olan kuvvetlerden ikincisi gadaptır. Hayvanî ruhun kuvvetidir. Beğenmediği, istemediği bir şey karşısında, kanı harekete gelir. Bu kuvvetin insanî ruh tarafından temin edilen orta miktarına şecaat, cesaret denir. Lüzumlu, faydalı işlere atılmaktır. Bu kuvvetin fazla olması saldırgan olmaktır. Çabuk hiddetlenir. Bu kuvvetin az olması korkaklıktır. Lüzumlu olan şeyi yapmaktan çekinir.
Ruhun kuvvetlerinden üçüncüsü şehvettir. Hayvanî ruhun, kendine tatlı gelen şeyleri istemesidir. Bunun insanî ruh tarafından temin edilen orta miktarına iffet, namus denir. İnsan, tabiatının muhtaç olduğu şeyleri İslamiyet’e ve insanlığa uygun olarak yapar. Lüzumundan fazla olmasına hırs denir. Helalden olsun, haramdan olsun, her istediğini elde etmeye çalışır. Başkalarının zararına da olsa beğendiği şeyleri toplar. Şehvetin lüzumundan az olmasına uyuşukluk denir ki, hasta olduğundan veya hayâsından yahut korkusundan, kibrinden, muhtaç olduğu şeylere kavuşmakta gevşek davranır.
Bu bildirilen dört orta derece, yani hikmet, adalet, iffet ve şecaat, iyi huyların esasıdır. İnsan, ruhun üç kuvvetinden hikmete tabi olunca diğer ikisine yani gadaba ve şehvete hakim olur. Bu ikisini orta dereceli olan iffete ve şecaate kavuşturarak saadete erer. Eğer, aklın orta derecesi olan hikmeti bulamayıp, iki kötü uca meylederse kötü huylar hasıl olur. Aşırı olan huylar, her zaman kötüdür. Orta derecede olan huylar da kötü niyetle yapılınca kötü olur. Mala, mevkiye kavuşmak için din adamı olmak, riya ile, gösteriş olarak namaz kılmak, hikmeti kötüye kullanmak olur. Bir zevke veya mevkiye kavuşmak için bazı zevklerini terk etmek, iffeti kötüye kullanmaktır.
Kötü huydan kurtulmak için
Sual: Herhangi bir kimsenin, kendinde bulunan kötü huylardan kurtulabilmesi için nasıl bir yol izlemesi lazımdır?
Cevap: Kendinde kötü huy bulunan kimse, öncelikle bu kötü huya yakalanmanın sebebini araştırmalı, bu sebebi yok etmeye, bunun zıddını, tersini yapmaya çalışmalıdır. Kötü huydan kurtulmak, bunun zıddını yapmak için çok uğraşmak lazımdır. Çünkü, insanın alıştığı şeyden kurtulması zordur. Çünkü kötü şeyler nefse tatlı gelir. İnsanın, kötü bir şey yapınca, arkasından riyazet çekmeyi, nefsine güç gelen şeyleri yapmayı adet edinmesi, faydalı bir ilaçtır. Mesela, bir kötülük yaparsam, şu kadar sadaka vereceğim veya oruç tutacağım, gece namazları kılacağım diye yemin etmelidir. Nefis, bu güç şeyleri yapmamak için, onlara sebep olan kötü âdetini yapmaz. Kötü ahlakın zararlarını okumak, işitmek de, faydalı bir ilaçtır. Hadis-i şerifte;
(Allah katında kötü huydan büyük günah yoktur) buyuruldu. Çünkü, bunun günah olduğunu bilmez. Bunun için tövbe etmez veya tövbe hatırına gelmez. İşlemeye devam eder ve işledikçe de, günahı kat kat artar.
Sual: Bir kimse, kötü olan huyunu değiştirip, güzel huylu olabilir mi?
Cevap: Bir kimsenin, ahlakını, huyunu değiştirip, kötüsünü yok edip, yerine iyisini getirmesi mümkündür. Hadîs-i şerifte;
(Ahlakınızı iyileştiriniz!) buyuruldu. İslâmiyet mümkün olmayan şeyi emir etmez. Tecrübeler de, böyle olduğunu göstermektedir. Tecrübe, kati bilgi elde etmeye yarayan üç vasıtadan biridir. Bu vasıtalardan ikincisi, Muhbir-i Sâdıkın yani Peygamberin haber vermesidir. Üçüncüsü, hesap ile anlamaktır. İnsanların, ahlaklarını değiştirme istidatları, kabiliyetler aynı değildir.
Sual: Kötü huyları değiştirmek için belli bir çare, ilaç var mıdır?
Cevap: Kötü huyların hepsi için ortak ilaç, hastalığı, zararını, sebebini, zıddını ve ilacın faydasını bilmektir. Sonra, bu hastalığı kendinde aramak, bulmak gelir. Bu teşhisi kendisi yapar, yahut bir âlimin, rehberin bildirmesi ile anlar. Mümin, müminin aynasıdır. İnsan kendi kusurlarını zor anlar. Güvendiği arkadaşına sorarak da, kusurunu öğrenir.
.
İnat ve Münakaşa
|
Sual: Tartışmanın zararları nelerdir?
CEVAP
Hakkı açıklamak niyetiyle de olsa, başkalarını mağlup etmek için yapılan tartışmalar zararlıdır. Bir kimsede tartışmada galip gelme sevgisi, hakkı karşısındakinin ağzından duymaktan daha sevimli gelirse, her kötülüğün içine girmiş demektir. Tartışmayı kazanma arzusu, diğer kötülüklere sebebiyet verir.
Münakaşanın zararları
İtiraz etmeyi âdet haline getirmek, “Hayır öyle değildir” demek, çok çirkindir. Mesela, biri, (Havanın sıcaklığı 25 derece) dese, buna, (Hayır 30 dan aşağı değil) demek, onun sözüne itirazdır. Çünkü böyle söylemek, (Sen bilmiyorsun, bu işten sen anlamazsın, sen ahmaksın, ben akıllı ve bilgiliyim) demektir. Bu ise, kendini büyük görüp, başkalarına hücum etmektir. Lüzum yokken, karşımızdaki şahsın kusurlarını bulup kendisine göstermek günahtır. Çünkü onun hatasını söylemekle üzmüş ve kalbini kırmış oluruz. Zaruretsiz incitmek haramdır. Böyle hususlarda başkasının hatasını söylemek gerekmez. Susmak ise imanın kemalini gösterir. Malik bin Enes hazretleri, (Tartışmanın dinde yeri yoktur. Tartışma kalbleri katılaştırır, kin ve nefret doğurur) buyurdu. (Çok sevdiğin sadık bir dostunu, tartışarak bir defacık kızdır, ondan sonra başına gelecek felaketi gör) demişlerdir.
Bir insanın hiç günahı olmasa, insanları doğru yola davet ediyorum diye tartışmaya girse, bu hareketi günah olarak ona yeter. İtirazı, tartışmayı huy edinen kimse mürüvvetsiz olur.
İmam-ı Gazali hazretleri, (Ancak şöhret için uğraşan, tartışmayı sever. Şöhret ise afettir) buyurdu. Münakaşa, dostun dostluğunu azaltır, düşmanın düşmanlığını artırır. Salih mümin kibirli olmaz, vakar sahibidir, dünya işlerinde kolaylık gösterir. Din işlerinde sağlam olur. Hiç münakaşa etmez!
Kötü ile münakaşa etme, seni üzer.
Halim ile münakaşa etme, sana küser.
Enes bin Malik hazretleri bildiriyor: Biz bir gün dini bir konuda tartışırken, Resulullah efendimiz yanımıza geldi. Bize öyle öfkelenmişti ki, hiç böylesini görmemiştik. Buyurdu ki:
(Bırakın tartışmayı! Sizden öncekiler sırf bunun yüzünden helak oldu. Tartışmanın faydası yoktur, tartışma zararlıdır. Mümin münakaşa etmez. Münakaşa edene şefaat etmem.) [Taberani]
Haklı olduğu halde tartışmayı terk etmek, haksız olduğu halde, tartışmayı terk etmekten daha zordur. Bu bakımdan haklı olduğu halde münakaşayı terk etmek daha çok sevaptır.
Dostlar arasındaki kin ateşini körükleyen münakaşadır. Münakaşa, karşıdaki insanı cahil yerine koymak, sen bilmezsin, ben bilirim demektir. Cahillikle suçlanan herkes az veya çok kızar. Hadis-i şerifte, (Allahü teâlânın en çok buğzettiği kul, tartışmada ileri gidendir) buyurulmaktadır. Münakaşa, dostların azalmasına, hasımların çoğalmasına sebep olur. Hasan-ı Basri hazretleri buyurdu ki:
(Bin kişinin dostluğuna, bir kişinin düşmanlığını satın alma!)
Münakaşa, kendisinin akıl, fazilet ve ilimde üstünlüğünü ispata çalışmaktır. Bu ise karşıdakini cehalet ve ahmaklıkla itham etmektir. Bu da düpedüz düşmanlıktır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Münakaşa etmeyen, kimseyi incitmeyen kimse Cennete girer.) [Tirmizi]
(Konuşurken itiraz etmeyene veya haklı olduğu halde, münakaşayı terk edene, Cennette bir köşk verilir.) [Taberani]
(Haklı da olsa, münakaşayı terk etmeyen, hakiki imana kavuşamaz.) [İbni Ebiddünya]
(Mücadelede ısrar edeni Allahü teâlâ sevmez.) [Buhari]
(Fitnesinden emin olunmayan mücadeleyi terk ediniz.) [Taberani]
Dört grup insan vardır
Bilgi yönünden insanlar dört gruba ayrılır:
1- Bildiğini bilen,
2- Bildiğini bilmeyen,
3- Bilmediğini bilen,
4- Bilmediğini bilmeyen.
Bildiğini bilen: Böyle kimseler makbuldür. Kendinden emindir. Cesurdur, bir çok işi başarır. Bir arkadaş var. Bilgisayar dahil, “Her aleti çalıştırabilirim, çünkü bunu da benim gibi bir insan yapmıştır” diyor ve kendinden emin olduğu için de başarabiliyor.
Bildiğini bilmeyen: Böyle kimseler ikaza muhtaçtır. Çekingendir. Ben bu işi başaramam diye korkar. Gerekli ikaz yapıldığında o işi rahat başarır. Mesela yine bir arkadaşım var. Bilgisayardan anlamam, o bana konuşmaz dedi. Yanına bir otur dedim, patlar, çatlar diye cesaret edemedi. Israr ettim, “Bunun bilgi ile, kültür ile ilgisi yok. Azıcık cesaret yeter” dedim. Şimdi bilgisayarı rahat kullanıyor.
Bilmediğini bilen: Böyle kimseler haddini bilir. Her şeye burnunu sokmaz. Kendi işi ile meşgul olur. Böyle kimseler her zaman takdir görür.
Bilmediğini bilmeyen: Böyle kimseler hem kendine, hem topluma zarar verir. Hem bilmez, hem de bilmediğini bilmez. Yani hem kel, hem foduldur. Her şeye burnunu sokar. Burnu da pislikten kurtulmaz.
Kendileri ile ilişki kurmak yönünden insanlar dörde ayrılır:
1- Tavşan pisliği gibi olanlar.
2- Gıda [besin] gibi olanlar.
3- İlaç gibi olanlar
4- Hastalık gibi olanlar.
Tavşan pisliği gibi olanlar: Ne kokar, ne bulaşır. Hiç kimseye yararı ve zararı dokunmaz. Varlıkları ile yoklukları arasında fark olmayan kimselerdir.
Gıda gibi olanlar: Herkesin her zaman ihtiyaç duyduğu kimselerdir. Böyle kimseleri arayıp bulmalı, bulunca da, kaybetmemek için gerekli tedbirleri almalıdır.
İlaç gibi olanlar: Ancak ihtiyaç zamanında işe yararlar. Böyle kimseleri de ihmal etmemelidir.
Hastalık gibi olanlar: Bu tip insanlara hiç ihtiyaç olmaz. Fakat, kendileri insanlara musallat olurlar, bulaşırlar. Bunlardan kurtulmak için, müdara etmek gerekir.
Hakkı kabul etmekte inat etmemeli
Sual: Münakaşa ettiğim arkadaşın haklı olduğunu anlıyorum. Fakat yenilgiyi kabul etmemek için, hayır öyle değildir diyorum. Bunun mahzuru nedir?
CEVAP
Doğru olan bir şeyi kabul etmemeye inat denir. İnat, karşımızdakini aşağı görmek, ondan nefret etmek, ona düşmanlık beslemek, haset etmek gibi sebeplerden meydana gelir. Hakkı, düşmanımız da söylese kabul etmeliyiz. Hakkı kabul edememek kibirdendir. Kibir ise büyük günahtır. Hadis-i şerifde buyuruldu ki:
(Hakkı küçük görmek kibirdendir.) [İ.Gazali]
Mümin kibirli olmaz; fakat vakar sahibi olur. Vakarlı kimse, dünya işlerinde kolaylık gösterir. Din işlerinde sağlam olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mümin vakarlı ve yumuşak olur.) [Beyheki]
Hiç kimse ile münakaşa etmemeliyiz!
(Allahü teâlâ, mücadelede ısrar edeni sevmez.) [Buhari]
(Haklı iken, münakaşayı terk edene, Cennetin ortasında bir köşk verilir.) [Taberani]
(Mücadelede ısrar edenler hariç, hiç kimse, hidayete kavuştuktan sonra sapıtmaz.) [Beyheki]
Münakaşa, dostların azalmasına, hasımların çoğalmasına sebep olur. Hasan-ı Basri hazretleri buyurdu ki:
(Bin kişinin dostluğuna, bir kişinin düşmanlığını satın alma!)
Münakaşa, kendisinin akıl, fazilet ve ilimde üstünlüğünü ispata çalışmaktır. Bu ise karşıdakini cehalet ve ahmaklıkla itham etmek demektir. Bu düpedüz düşmanlıktır. Kendini karşısındakinden üstün görmek ise kibirdir. Mahzurludur. Münakaşa her yönden mahzurludur. Münakaşa güzel ahlakın zıddıdır. Halbuki müslüman güzel ahlaklı olmalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mallarınızla herkesi memnun edemezsiniz. Güler yüz ve tatlı dil ile, güzel ahlakla memnun etmeye çalışınız!) [Hakim]
İyi insanın vasıfları
İyi insan, kimseyle münakaşaya girmeyen, herkesle iyi geçinen kimsedir. İyi insan, yani müslüman, her işinde Allah’tan korkar, titrer. Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak işleri yapmak için çırpınır. Sabreder, affeder. Her geçimsizlikte, her sıkıntıda, kusuru kendisinde görür. Her nefeste Rabbini düşünür. Gaflet ile yaşamaz. Bir kalbi incitmekten korkar. Kalbleri Allahü teâlânın evi bilir. Hâfız-ı Şirazinin, (Dostlara doğru söylemeli, düşmanları güler yüzle ve tatlı dil ile idare etmelidir) sözüne uyar. Dinlerine ve dünyalarına zarar gelecek şeylerden sakınır. Herkese karşı, güler yüzlü, tatlı dilli olur. Af dileyeni affeder. Hiç kimse ile münakaşa etmez. Bilir ki, münakaşa etmek, dostluğu giderir, düşmanların çoğalmasına sebep olur. Fitne çıkarmaz, dost ile de, düşman ile de tatlı konuşur, herkesle iyi geçinir. Kimsenin sözüne karşı gelmez. Herkese yumuşak söyler, sert konuşmaz. Hadis-i şerifte, (Mümin vakarlı ve yumuşak olur) buyuruldu. Münakaşa edenlerin yanında oturmaz!
İyi huylu olmak için ve iyi ahlakını muhafaza edebilmek için, salih kimselerle, iyi huylularla arkadaşlık etmelidir. Hadis-i şerifte, (Kişinin dini, arkadaşının dini gibi olur) buyuruldu. Ahlakı bozan kitap, gazete, radyo ve TV’den sakınmalıdır.
Malı, mevkii hayır için arayan ve hayır işlerde kullanan, rahata, huzura kavuşmuştur. Hadis-i şerifte, (Dünyada, yolcu gibi yaşa, öleceğini unutma) buyuruldu. Vaktin kıymetini bilip gece-gündüz ilim öğrenmelidir! İlim, ibadet içindir. Kıyamette işten, ibadetten sorulur, çok ilim öğrendin mi diye sorulmaz. İş ve ibadet de ihlas elde etmek içindir. Evliyadan bir zat, (Bir kimsenin veli olduğu; tatlı dili, güzel ahlakı, güler yüzü, cömertliği, münakaşa etmemesi, özürleri kabul etmesi ve herkese merhamet etmesi ile anlaşılır) buyurmuştur.
İbni Abbas hazretleri buyurdu ki:
(Aklın başı, kendisine zulmedeni affetmek, kendinden aşağıda görünene tevazu göstermek, düşündükten sonra konuşmaktır. Akılsızlığın başı ise, kendini beğenmek, lüzumsuz yere konuşmak ve kendisinin yaptığı şeylerde insanları ayıplamaktır. Hadis-i şerifte, (Akıllı şu kimsedir ki, açıkta yapınca utanacağı işi gizli yerde de yapmaz) buyuruldu. Hikmet ehli, ibadetlerini ihlasla yapan, insanlarla iyi geçinen, onlara iyilik eden ve belalara sabredenin akıllı olduğunu bildirmiştir.
Hakkı kabul etmek
Sual: Bazen bir hususta çocuğumla konuşurken, yanıldığımı anladığımda hatamı kabul edemiyorum. Uygun mu?
CEVAP
Hakkı söyleyen kim olursa olsun kabul etmelidir.! Çocuğumuz da söylese, cahil biri de söylese, itiraz etmeden kabul etmelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Hakkı söyleyen kimse, küçük-büyük ve hoşlanılmayan bir kimse de olsa kabul et, bâtılı da reddet!) [Deylemi]
Bir hususta körü körüne inat etmek çok kötüdür. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bilmediği bir hususta inat edene, inadından vazgeçene kadar Allahü teâlâ gadap eder.) [İ.Ebiddünya]
.
İnsanlara iyilik etmenin önemi
|
Sual: İyilik etmenin dindeki yeri nedir?
CEVAP
Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
Ömür kısadır. Sonsuz olan ahiret hayatında, insanın karşılaşacağı şeyler, dünyada yaşadığı hâle bağlıdır. Akıllı olan, ileriyi görebilen bir kimse, kısa olan dünyada, hep, ahirette iyi ve rahat yaşamaya sebep olan şeyleri yapar. İnsanlara hizmet etmek için çalışır. İnsanlara iyilik etmek, ahirette azaptan kurtulmaya ve Cennet nimetlerinin artmasına sebep olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Müslüman, müslümanın kardeşidir. Onu incitmez, üzmez. Bir kimse bir müslümanın aybını, kusurunu örterse, Allahü teâlâ, kıyamette onun ayıplarını, kabahatlerini örter.) [Buhari]
(Bazı kimseler, başkalarının ihtiyaçlarını karşılamak, onlara yardımcı olmak için yaratılmıştır. İhtiyaç sahipleri bunlara başvurur. Bunlar için ahirette azap korkusu olmaz.) [Taberani]
(Allahü teâlâ, bazılarına çok nimet vermiştir. Bunları, herkese faydalı olmak için yaratmıştır. Bu nimetleri dağıtırlarsa, azalmaz, dağıtmazlarsa bunlardan alıp, başkalarına verir.) [Taberani]
(Bir müslümanın, din kardeşinin bir ihtiyacını karşılaması on yıl itikâftan iyidir. Allah rızası için bir gün itikâf ise, insanı Cehennem ateşinden pek çok uzaklaştırır.) [Taberani]
(Din kardeşinin bir işini yapana, melekler dua eder. O işi yapmaya giderken, her adımı için bir günahı af olur ve kıyamette çeşitli nimetlere kavuşur.) [İbni Mace)
(Din kardeşinin rahata kavuşması veya sıkıntıdan kurtulması için idarecilere gidip uğraşana, sırat köprüsünden, herkesin ayağı kaydığı zaman, Allahü teâlâ ona yardım eder.) [Taberani]
(Allahü teâlânın en sevdiği iş, elbise vererek veya yedirip içirerek yahut başka bir ihtiyacını karşılayarak, bir mümini sevindirmektir.) [Taberani]
(Saygısızlık edene yumuşak davranan, zulmedeni affeden, vermeyene veren, kendisini arayıp, sormayan ahbabını, akrabasını gözeten, Cennette yüksek derecelere kavuşur.) [Taberani]
(Din kardeşine güler yüz göstermek, iyi şeyler öğretmek, kötülük yapmasını önlemek, sorana yol göstermek, sokaktaki pis ve zararlı şeyleri temizlemek, birer sadakadır.) [Tirmizi]
(Selam verirken gülümseyen, sadaka sevabına kavuşur.) [İ.E.dünya]
(Seferde, topluluğun efendisi, onlara hizmet edendir. Şehitlik hariç, hiçbir amel onun sevabına erişemez.) [Hakim]
(Kim, bir müslümanın sıkıntısını giderip, onu sevindirse, Allahü teâlâ, kıyamette en sıkıntılı anlarda, onu sıkıntılardan kurtarır.) [Buhari]
(Din kardeşine yardım edenin yardımcısı, Allahü teâlâdır.) [Müslim]
(İnsanların en iyisi, onlara faydası çok olanıdır.) [Kudai]
(Allahü teâlânın farzlardan sonra en çok sevdiği iş, bir mümini sevindirmektir.) [Taberani]
(İmanı en kuvvetli olan, ahlakı en güzel ve hanımına karşı en yumuşak olandır.) [Tirmizi]
(Söz veriyorum, tartışmayan, haklı da olsa, kimseyi incitmeyen Cennete girer.) [Tirmizi]
(Müminler, birbirine karşı sevgi ve merhamette, bir vücut gibidir. Vücudun bir yeri rahatsız olunca, bütün vücut huzursuz olur. Oranın tedavisi ile meşgul olurlar. Müslümanlar da böyle birbirine yardıma koşar.) [Buhari]
(Çevrendekilerle güzel komşuluk et ve kendin için sevdiğini, başkaları için de sev ki müslüman olasın.) [Harâiti]
İyiliği sayarak değil saçarak yapmalı
İslam âlimleri buyuruyor ki:
(Allahü teâlânın size nasıl muamele etmesini istiyorsanız, Onun kullarına öyle muamele ediniz.)
(İyiliği sayarak değil, saçarak yapınız.)
(Cömert verene değil, verdiğine sevinene denir.)
(Bütün kötülükler, hırlaşmalar almak üzerinedir. Bütün iyilikler, vermek üzerinedir.)
Herkese iyilik etmek, ödünç veya sadaka vermek çok sevaptır. Akrabaya yapılan iyilik daha sevaptır. Bir kadın, Resulullah efendimize, (Fakir kocama yardımda bulunsam, sadaka yerine geçer mi?) diye sual ettirdiğinde Peygamber efendimiz, (İki sevap vardır. Biri sadaka, diğeri de sıla-i rahim sevabı) buyurdu.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Senden yüz çeviren akrabana verilen sadaka daha faziletlidir.) [Taberani]
(Yakın akraba ve komşuya verilen sadakanın sevabı iki misli fazladır.) [Taberani]
(Paranızı önce kendi ihtiyaçlarınıza, artarsa çoluk çocuğunuzun ihtiyaçlarına sarf edin! Bundan da artarsa akrabalarınıza yardım edin!) [Müslim]
(Bir kimseden amcasının oğlu yardım ister de, o da gücü yettiği halde, vermezse, kıyamet günü Allahü teâlânın fazlından mahrum kalır.) [Taberani]
(Bir müslümana ödünç veren iki misli sadaka sevabı kazanır.) [İbni Mace]
(Müslüman kardeşini sevindirmek mağfirete sebep olur.) [Taberani]
(Bir müslümanın sıkıntısını giderene, Allahü teâlâ iki nur verir. Bu iki nurla Sıratta o kadar çok kimse aydınlanır ki sayısını ancak Allahü teâlâ bilir.) [Taberani]
(Duasının kabul, kederinin yok olmasını isteyen, darda kalanı ferahlandırsın!) [İbni Ebiddünya]
(Kim, arkadaşının ihtiyacını görürse, Allahü teâlâ da onun ihtiyacını karşılar.) [Taberani]
(Hayra vesile olan, hayır işlemiş gibidir. Allahü teâlâ, sıkıntıya düşene yardım edeni sever.) [İbni Neccar]
(Cehennemlik biri, Cennetlik birine rastlayınca ona der ki:
- Beni tanıdın mı?
- Sen kimsin?
- Benden abdest suyu istemiştin, ben de onu sana hediye etmiştim.
Cennetlik olan, ona şefaat eder. Yine Cehennemlik biri Cennetlik olana şöyle der:
- Beni tanıdın mı?
- Sen kimsin?
- Bana bir iş söylemiştin, ben de o işini yapmıştım.
Bunun üzerine ona şefaat eder ve şefaati kabul edilir.) [İbni Mace]
(Fakire verilen bir lokma, sahibine beş şeyi müjdeler:
1- Bir tane iken beni çoğalttın.
2- Küçük idim, büyüttün.
3- Düşman iken, beni dost ettin.
4- Fâni, yok olmak üzere iken, beni sonsuz kalıcı ettin.
5- Bugüne kadar sen beni muhafaza ettin, artık ben seni muhafaza ederim.) [Ey Oğul İlmihâli]
Müslümana yardım etmenin fazileti
Sual: Müslümana yardım etmenin, onu sevindirmenin fazileti nedir?
CEVAP
İyi kimse, hem kendisi iyi olan, hem de başkalarının iyi olmasına çalışan kimsedir. Bu husustaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyle:
(Bir mümini sevindiren, beni sevindirmiş olur.) [Ebuşşeyh]
(Müslümana sözle yardım eden veya onun için bir adım yürüyen, kıyamette Peygamberlerle emin olarak haşrolur ve 70 şehit sevabına kavuşur.) [Hatib]
(Kim bir mümini ferahlatırsa, Allahü teâlâ da kıyamette onu ferahlatır.) [İ.Mübarek]
(Allah’ın kullarını üzmeyin. Onları ayıplamayın, gizli kusurlarını araştırmayın. Kim müslüman kardeşinin aybını ararsa Allahü teâlâ da onun aybını arar. Hatta öyle ki, evinden çıkmasa da onu rezil eder.) [İ.Ahmed]
(En iyi kimse, kendisi ile alakasını kesenle ilgilenir, kendisini mahrum edene verir ve kendisine zulmedeni de affeder.) [Begavi]
(Müslüman, müslümanın kardeşidir, onu üzmez, onu sıkıntıda bırakmaz. Kardeşine yardım edene, Allahü teâlâ yardım eder. Kardeşinin sıkıntısını giderenin, Allahü teâlâ kıyamet sıkıntısını giderir. Bir müslümanı sevindireni, Allahü teâlâ kıyamette sevindirir.) [Nesai]
(İki şey var ki, ondan daha iyisi yoktur: Allahü teâlâya iman ve Onun kullarına iyilik etmek, şefkatli olmak. İki şey var ki, ondan daha kötü iki şey yoktur: Şirk ve insanlara kötülük etmek.) [İ.Askalani]
(Hasene yapınca sevinen, seyyie yapınca üzülen mümindir.) [Ebu Ya’la]
(Hasenen seni sevindiriyor, seyyien de seni üzüyorsa, sen müminsin.) [Diyâ] [Hasene; iyilik, güzellik, sevap. Seyyie; günah, kötü iş]
Layık olana da, olmayana da iyilik et!
Sual: (İyilik ettiğin kimsenin şerrinden sakın) buyuruluyor. Dinimiz ise, herkese iyilik etmeyi emrediyor. Bu hadis-i şerifin açıklaması nasıldır?
CEVAP
Genel olarak kötü kimseler, kadirşinas değildir, nankördür. Nitekim Kur’an-ı kerimde mealen, (Allah ve Resulü kendi lütuflarından onları [kötüleri] zenginleştirdiği için öç almaya kalkıştılar) buyuruluyor. (Tevbe 74) Demek ki kötü kimselerin, kendilerine iyilik edenlere zararları dokunabilir. Bunun için atalarımız şöyle demişlerdir:
(İyilikten maraz doğar)
(İyilik et kele, duyursun seni ele)
(İyiliğe iyilik olsaydı, kara öküze bıçak çalmazlardı)
Bu sözler, iyiliğin mutlaka zararlı olduğunu göstermiyor. Bazı kötü kimselere iyilik edince onlardan bazı uygunsuz hareketlerin, zararların gelebileceğini gösteriyor. En hafif ve leziz kuş etinin bile bazı hastalara dokunması gibidir. Bu anlamda hadis-i şerifler hatta âyet-i kerime bile vardır. Hazret-i Ali, (Kötü kimse, kendisine iyilik yapılınca katılaşır, iyilik edene bir zarar verebilir) buyuruyor. Yine büyük bir zat, (Kötüye iyilik edince, ahmaka acıyınca, onlardan gelecek kötülükten sakının!) buyuruyor.
Demek ki birine iyilik ettik, ondan kötülük gelirse, o kimsenin kötü biri olduğu anlaşılıyor. Mesela bayramlaşmaya gelen bir şeker hastasına, onun hastalığını bilmeden baklava versek, onun hastalığı artar. Kabahat baklavada ve baklava ikram edende değildir. Kötü kimse de iyiliğe tepki olarak kötülük yapıyorsa, kabahat iyilikte değildir. Kötü kimseler, mürüvvetsizdir, kadirşinas değildir, nankördür.
Allahü teâlânın, (Kendisine iyilik edene kötülük eden, benim nimetime nankörlük etmiş olur, kendisine kötülük edene iyilik eden de, bana şükretmiş olur) buyurduğu bildirilmiştir. Bir menfaat elde etmek için seninle arkadaşlık edenin şerrinden sakın! Çünkü beklediği şey kesilince; özür kabul etmez. (Şu’âb-ül-iman)
Yine genel olarak bir kimse, hiçbir menfaat beklemeden Allah rızası için, kötü birine de iyilik ederse, ondan zarar gelmez. Eğer, bir menfaat karşılığı iyilik ediyorsa, iyilik ettiği kimseden zarar gelebilir. Hiçbir menfaat beklemeden, sırf Allah rızası için iyilik etmekten korkmamalıdır. Kötü kimse, buna zarar vermeye kalksa da, fazla başarılı olamaz. İyilik eden, kendine iyilik etmiş olur. Onun için atalarımız, (İyilikten kötülük gelmez), (İyilik eden iyilik bulur), (İyilik et, denize at, balık bilmezse Hâlık bilir) demişlerdir. Demek ki, iyilik balık için değil, Hâlık için, yani Allah rızası için yapılırsa zararı olmaz.
Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
İhsan eden, iyilik eden sevilir. Hadis-i şerifte, (İhsan sahibi kimseyi sevmek, insanların yaratılışında vardır) buyuruldu. (Deylemi)
İnsan, ihsanın, iyiliğin kölesidir. Gönül, kendine iyilik edeni sever, kötülük edenden nefret eder. İnsan, ister istemez iyilik edene karşı sevgi duyar. Bunun için Peygamber efendimiz şöyle dua ederdi:
(Ya Rabbi, kötü birinin, bana iyilik etmesini nasip etme!) [Deylemi]
Allahü teâlânın kullarına hizmet etmekle, dünya ve ahirette çeşitli nimetlere kavuşulur. İnsanlara iyilik etmek, onların işlerini güler yüzle ve tatlı dille ve kolaylıkla yapmak, insanı Allah sevgisine kavuşturur. Ahiret azaplarından kurtulmaya ve Cennet nimetlerinin artmasına sebep olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlânın en çok sevdiği kulu, Onun nimetlerinin, kullarına ulaşmasına vasıta olandır.) [Deylemi]
(Her iyilik sadakadır.) [Tirmizi]
(İnsanların iyisi, insanlara iyilik eden kimsedir.) [İ. Ahmed]
(Arkadaşın iyisi, arkadaşına, komşunun iyisi ise komşusuna iyilik eden kimsedir.) [Tirmizi]
(En iyiniz, kendisinden hep iyilik beklenilen ve şerrinden emin olunandır. En kötünüz, kendisinden iyilik beklenilmeyen ve şerrinden emin olunmayandır.) [Tirmizi]
(İnsan, kendine iyilik edene sevgi, kötülük edene de nefret duyacak şekilde yaratılmıştır.) [Ebu Nuaym]
(İyilikler fenalıkları giderir.) [Ebu Nuaym]
(İyilik zâyi olmaz, kötülük unutulmaz, herkes ettiğini bulur.) [Beyheki]
O halde, maddi bir menfaat beklemeden herkese iyilik etmeye çalışmalıdır.
İyilikte yarış
Sual: Hizmet eden insanlara gıpta ederek, onlarla yarış olur mu?
CEVAP
Yarış, yardımlaşma iyilikte olur. Kötülükte, bölücülükte yardımlaşma, yarış olmaz. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İyilik etmekte, kötülüğü önlemekte birbirinizle yardımlaşın! Günah işlemekte, zulümde, haddi aşmakta yardımlaşmayın!) [Maide 2]
(İyi işler için yarışanlar bunun [iyiliğe koşmak, kötülüğe mani olmak, ibadete devam etmek] için yarışsınlar) [Mutaffıfin 26]
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Şu iki kişiye gıpta edilir: Bunlardan biri, ilmi ile amel eden ve başkalarına da öğreten, diğeri de, meşru yolda kazandığını, meşru yolda sarfeden.) [Müslim]
(Ani ölüm, mümine rahmet, facire nedamettir.) [İ.Ahmed]
Süfyan-ı Sevri hazretleri, (Ani ölümü istemezdim. Ama fitnelerden korktuğum için ani ölümü istiyorum) buyurdu. Orada bulunan Yusüf bin Esbat hazretleri, (Hayır ben ani ölümü istemiyorum. Hatta fazla yaşamayı istiyorum. Belki günahlarıma tevbe eder, salih ameller işlerim) buyurdu. Orada bulunan Hazret-i Vüheyb de, (Ben her ikisini de istemem. Çünkü hangisinin hakkımda hayırlı olduğunu bilemem. Allahü teâlâ hakkımda neyi takdir etti ise, onu sever, onu kabul ederim) buyurdu. Süfyan-ı Sevri hazretleri bu sözü duyunca, (Kâbe’nin Rabbine yemin ederim ki, bu Allah adamlarındandır. Doğrusunu bu söyledi) diyerek onu alnından öptü. Bayezid-i Bistami hazretleri de, (Ya Rabbi senin güzel gördüğün şeyi senden isterim) diye dua ederdi.
İnsanlığa hizmet nasıl olur
Sual: Kimi kumarhane açıyor. Bunu bir hizmet olarak gösteriyor. Hatta dini yıkıcı faaliyetlerine "insanlığa hizmet" diyorlar. İnsanlığa hizmet nasıl olur?
CEVAP
Herkes, insanlığa hizmet etmenin en şerefli vazife olduğunu ve bunun için çalıştığını söyler. Kendi keyfi, zevki için ve para kazanmak için olan çalışmalarını, didinmelerini, bu hizmet maskesi ile örtenler pek çoktur. İnsanlara hizmet, onları dünyada ve ahirette, huzura kavuşturmak demektir. Bunun da tek yolu, tek başarıcısı, insanları yaratan, yetiştiren, merhameti ve ihsanı sonsuz bol olan Allahü teâlânın gösterdiği saadet yolu, yani İslamiyet’tir. O halde, insanlığa hizmet, İslam’a hizmet ile olur. İslam’a hizmet, insanlığa hizmettir. İnsanlığa düşman olanlar, İslamiyet’i yok etmeye çalışmıştır. Saldırmalarının en tesirlisi, müslümanları aldatmak, içerden yıkmak olmuştur. Onları bölmüşler, birbirine düşman etmişler, dinsizlerin pençesine düşmelerine sebep olmuşlardır.
Hizmetlerdeki sıkıntı
Sual: Bu zamanda İslam’a hizmet nasıl olur? Müslüman olarak ne yapmamız gerekir?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını, sözlerini yaymak için, keramet sahibi olmak, âlim olmak şart değildir. Her müslümanın bunu yapmak için uğraşması gerekir. Fırsatı kaçırmamalıdır. Kıyamette her müslümana bunu soracaklar, "İslam’a niçin hizmet etmedin?" diyeceklerdir. Dine hizmet için uğraşmayanlara, din bilgilerini yayan kurumlara, kimselere yardım etmeyenlere, çok azap yapılacaktır. Özür, bahane kabul edilmeyecektir.
Peygamberler, insanların en üstünleri, en kıymetlileri iken, hiç rahat oturmadı. Allahü teâlânın dinini, seadet-i ebediyye yolunu yaymak için, gece gündüz uğraştılar. Mucize isteyenlere de, (Mucizeyi Allahü teâlâ yaratır. Benim vazifem, Allahü teâlânın dinini bildirmektir) buyurdu. Bu yolda çalışırlarken, Allahü teâlâ da bunlara yardım eder, mucize yaratırdı.
Bizim de, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını, sözlerini yaymamız ve kâfirlerin, düşmanların, müslümanlara iftira ve eziyet edenlerin, kötü, alçak, yalancı olduklarını, gençlere, dostlara bildirmemiz gerekir. Bu yolda malı ile, kuvveti ile, mesleği ile çalışmayanlar, azaptan kurtulamayacaklardır. Bu yolda çalışırken, sıkıntı çekmeyi büyük saadet, büyük kazanç bilmelidir.
Peygamberler, Allahü teâlânın emirlerini bildirirken, cahillerin, soysuzların hücumlarına uğrardı. Çok sıkıntı çekerlerdi. O büyüklerin en üstünü, seçilmişi, Allahü teâlânın habibi olan Muhammed aleyhisselam, (Benim çektiğim eziyet gibi, hiçbir Peygamber eziyet görmedi) buyurdu. [c.1, m.193]
Her müslümanın, Ehl-i sünnet itikadını öğrenmesi ve sözü geçenlere öğretmesi gerekir. Ehl-i sünnet âlimlerinin sözlerini bildiren kitapları ve gazeteleri bulup almalı, bunları gençlere, tanıdıklara göndermeli, okumaları için çalışmalıdır! İnsanlara, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmek, kıymetli bir hizmettir. Ancak cenab-ı Hakkın sevdikleri bu hizmet ile şereflenir.
Sual: Otobüste hiç kimseye yer vermesek kul hakkı yemiş olur muyuz veya kimlere yer vermek gereklidir?
CEVAP
Yer vermemekle kul hakkı geçmez. Kim olursa olsun iyilik etmek sevaptır. İyi kimseye iyilik daha çok sevaptır.
Herkese yumuşak davranmalı
Sual: Müslümanlara iyilik etmeye çalışırken neye dikkat etmeli?
CEVAP
Her zaman yumuşak davranmaya çalışmalı, sertlikten kaçmalıdır! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ refiktir. Yumuşaklığı sever. Sertlik edenlere vermediği şeyleri yumuşak davrananlara ihsan eder. Başkalarına vermez.) [Müslim]
(Yumuşak davran! Sertlikten ve çirkin şeyden sakın! Yumuşaklık insanı süsler, çirkinliği giderir.) [Müslim]
(Yumuşak davranmayan hayır yapmamış olur.) [Müslim]
(Kendisine yumuşaklık verilene dünya ve ahiret iyilikleri verilmiştir.) [Tirmizi]
(Cehenneme girmesi haram olan ve Cehennemin de onu yakması haram olan kimseyi bildiriyorum. Dikkat ediniz! Bu kimse, insanlara kolaylık, yumuşaklık gösteren mümindir.) [Tirmizi]
İhsan sahibini sevmek
Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
İhsan eden, iyilik eden sevilir. Hadis-i şerifte, (İhsan sahibini sevmek, insanların yaratılışında vardır) buyuruldu. Bütün iyilikleri yaratan, insana can, mal, sıhhat veren, zararlardan, korkulardan koruyan Allahü teâlâyı sevmek, insanlık icabıdır.
Sevmenin üç alameti vardır:
1- Onu sevenleri sevmek,
2- Ona itaat etmek,
3- Onu, dil ile, beden ile övmek.
Bunlardan ikincisine Şükür, üçüncüsüne Hamd etmek denir. Onu sevenleri, O da sever. İhsanlarını arttırır. Allahü teâlânın sevgisini kazanmaya çalışana Salih kul denir. Bu sevgiyi kazanmış olana Veli denir.
Başkalarının da kazanması için çalışan Veliye, Vesile denir. Allahü teâlâ, Kur'an-ı kerimin Maide suresinde, (Vesile arayınız!) buyuruyor. Vesilenin bu iyiliği, bu ihsanı, dünya ve ahiret nimetlerinin en kıymetlisidir. O halde, onu sevmek, hem bu ihsanın sahibi olduğu için, hem de, Allahü teâlânın sevgili kulu olduğu için, çok gerekir ve insanın birinci vazifesidir. Hakiki vesileye kavuşmak, en büyük saadettir. (C.1, m.27)
Sual: Müslüman olmayanlara da, merhamet etmek, saygı göstermek gerekir mi?
CEVAP
Allah indinde herkes, insan olarak eşittir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İnsanlar [insan olarak] bir tarağın dişleri gibi eşittir.) [İbni Lal]
(Rabbiniz bir, babalarınız, dininiz ve Peygamberiniz de birdir. Arabın Aceme, Acemin Araba üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızının karaya, karanın kırmızıya üstünlüğü yoktur. Hiçbir milletin diğerine üstünlüğü yoktur. Ancak takva bakımından biri diğerinden üstün olabilir.) [İbni Neccar] [Acem, Arap olmayan milletler demektir.]
Bunun için mümin olsun, kâfir olsun, bir kimseden kendini üstün görmek kibirdir. Kibir ise çok büyük günahtır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kalbinde zerre kadar kibir olan Cennete giremez.) [Taberani]
Başkalarının kendisine saygı göstermelerini sevmek de doğru değildir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kendisi için ayağa kalkılmasından hoşlanan, Cehenneme gidecektir.) [Tirmizi]
Gayrı müslim de olsa
İkram için, iyi geçinmek için, müdara için gayrı müslim olsa da ayağa kalkmak caizdir. Buradaki ölçü, müslüman olmayanlara sevgi beslememektir. Merhamet ile sevmeyi karıştırmamalıdır. Hazret-i Âişe validemiz bildirir:
Bir gün içeri girmek için biri geldi. Resul-i ekrem, (Müsaade edin, içeri girsin! O kabilesinin en kötüsüdür) buyurdu. O kimse, odaya girince gülerek karşılayıp iltifat etti. O kimse gidince merak edip sordum, ya Resulallah, kötü insan dediğiniz halde ona iltifat etmenizin sebebi nedir? Buyurdu ki:
(İnsanların kötüsü, zararından korunmak için kendisine ikram edilendir.) [Buhari]
Kâfir-mümin herkese, hatta bütün hayvanlara merhamet etmek gerekir! Peygamber efendimiz, (Merhametli olmayan imanlı olmaz) buyurunca, Eshab-ı kiram sual etti:
- Ya Resulallah, hepimiz merhametliyiz.
- Bir arkadaşa merhamet kâfi değildir. Bütün mahlukata merhametli olmak gerekir. [Taberani]
Dinimizde merhametin, saygının yeri büyüktür. Bu husustaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyle:
(Büyüğünü saymayan, küçüğüne acımayan bizden değildir.) [Tirmizi]
(Yerdekilere merhametli olmayana, göktekiler merhamet etmez.) [Taberani]
(İnsanlara merhamet etmeyene, Allah da merhamet etmez.) [Taberani]
Görüldüğü gibi, müslümanlara denmiyor. (İnsanlara) deniyor. O halde bütün insanlara ve hayvanlara acımak gerekir. "Kâfire, zalime nasıl acınır ki?" denebilir. Kötülük etmelerini önleyip iyi bir insan, yani salih bir müslüman olmaları için çalışmakla onlara merhamet edilmiş olur. Kim olursa olsun yaşlıya saygı göstermelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Yaşlılara saygı göstermek, Allahü teâlâya tazimdendir.) [Ebu Davud]
Yaşlı kimse gayrı müslim ise, ona yapılan saygı dini için değil, insan olduğu içindir.
Örnek insanlar
Lisan-ı hâl, lisan-ı kalden entaktır. Yani insanın hâl ve hareketi, sözünden daha tesirlidir. Hakiki müslümanların hâllerine bakıp müslüman olanlar çoktur. Bunlardan biri şöyle:
Gayrı müslimlere ait bir ticaret kervanı gelip, gece Medine’nin dışına kondu. Yorgunluktan hemen uyudular. Halife Hazret-i Ömer, şehri dolaşırken bunları gördü. Abdurrahman bin Avf’ın evine gelip, (Bu gece bir kervan gelmiş. Hepsi kâfirdir. Fakat bize sığınmıştır. Eşyaları çoktur ve kıymetlidir. Yabancıların, yolcuların bunları soymasından korkuyorum. Gel, bunları koruyalım) dedi. Sabaha kadar bekleyip, sabah namazında mescide gittiler.
Kervandakilerden bir genç uyumamıştı. Arkalarından gitti. Soruşturup, kendilerine bekçilik eden iki şahıstan birinin Halife Ömer olduğunu öğrendi. Gelip, arkadaşlarına anlattı. Roma ve İran ordularını perişan eden, adaleti ile meşhur, yüce halifenin, bu merhamet ve şefkatini görerek, İslamiyet’in hak din olduğunu anladılar ve seve seve müslüman oldular. (Menakıb-ı Çihar-ı Yâr-ı Güzin)
İhtiyaç arzetmek
Sual: İhtiyacını her zaman insanlara arz etmekte mahzur var mıdır? Sık sık ihtiyacını arz eden birine yardım etmemekte mahzur var mıdır?
CEVAP
Zaruret ve fazla bir ihtiyaç hasıl olmadıkça ihtiyaçlarını insanlara bildirmek doğru değildir. Mümkün mertebe ihtiyacını bildiren kimselere malı ile, dili ile yardım etmek çok sevaptır. Mükaşefetül-kulubda diyor ki:
İhtiyacını gidermesi için sık sık müslüman kardeşine gitme! Çünkü buzağı anasını emerken ifrata kaçarsa, anası onu süsebilir. Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(İyilik etmek ve fenalıktan sakındırmak hususunda birbirinizle yardımlaşın!) [Maide 2]
Hazret-i Ali buyurdu ki:
(Kim bir kalbe sevinç verirse, Allahü teâlâ o sevinçten bir lütuf yaratır. O kimseye bir musibet geldiği zaman, bu lütuf o kimsenin kalbine su gibi akar. Suyun kirleri temizlediği gibi, lütuf da, kalbdeki kederleri siler.)
Her iyilik sevaptır
Sual: Otobüste birine yer versek, görmeyen birini yoldan geçirsek sevap olur mu?
CEVAP
Allah rızası için yapılan her iyiliğe sevap verilir. Hadis-i şerifte, (Her iyilik sadakadır) buyuruldu. Her iyiliği Allah rızası için yapınca sevap alınır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Mümin, [Allah rızası için] yaptığı her işten sevap alır. Yoldaki bir şeyi kaldırsa, birine yol tarif etse, sözünü anlatamayana yardım etse, birine keçisini sağarak yardım etse, sevap alır.) [Ebu Ya’la]
Hele görmeyenlere [a’malara] yardım etmek elbet daha sevaptır. Hadis-i şerifte, (A’mayı kırk adım götüren Cenneti hak eder) buyuruldu. (Beyheki)
Yemek yedirerek veya başka iyilik ederek insanları sevindirmek de büyük sevaptır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Darda kalana kolaylık gösterene, Allahü teâlâ da dünya ve ahirette kolaylık gösterir. Kim de bir müslümanın aybını örterse, Allahü teâlâ da dünya ve ahirette onun aybını örter. Kul, kardeşine yardım ettiği müddetçe, Allahü teâlâ da kendisine yardım eder.) [Müslim]
(Duasının kabul olmasını ve kederinin giderilmesini isteyen, darda kalanı feraha kavuştursun!) [İ. Ebiddünya]
(Allah katında amellerin en sevimlisi, bir müslümanı sevindirmek yahut bir sıkıntısını gidermek veya sabrını taşıran bir kederini ortadan kaldırmak yahut borcunu ödemektir.) [Ebuşşeyh]
(Bir müslümana elbise veren, o elbiseden bir parça kalsa da, Allah’ın hıfzı emanında olur.) [Hakim]
Üzerek sevindirmek
Sual: Bir arkadaşın kalemini sakladım. Arkadaş, kaybettim diye epey aramış, çok üzülmüş. Fakat kalemini verince sevindi. Arkadaşları böyle sevindirmek sevap olur mu?
CEVAP
Birinin malını, parasını şaka olarak alıp saklamak caiz değildir. Böyle yapmakla o kimse üzülmüş olur. Başkasını üzmek ise haramdır. (Hadika)
Diyelim ki; arkadaşa aldığınız kalemi vermekle on sevap yazılmışsa, onu üzdüğünüz için yüz günah yazılmıştır.
Neticede kârda değil, zarardasınız. Sizin arkadaşa yaptığınız iyilik şuna benziyor:
Cemaatle nafile namaz kılmanın mekruh olduğunu bilen bazı kimseler, cemaatle nafile kılmayı adıyorlar. Sonra da cemaatle nafile kılıyorlar. Bu çok yanlıştır. Günah olan bir şey adansa da yapılmaz.
Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Az bir haramdan kaçmak, 80 bin nafile hac sevabından efdaldir.) [Deylemi]
Bir hadis-i şerifte, (Çok az bir günahtan kaçınmak, bütün cin ve insanların [nâfile] ibadetleri toplamından daha iyidir) buyuruluyor. Her günah, Allahü teâlâya isyan olduğundan, büyüktür; fakat bazısı, bazısına göre küçük görünür. Bir küçük günahı yapmamak bütün cihanın nafile ibadetlerinden daha sevabdır, çünkü nafile ibadet yapmak farz değildir. Günahlardan kaçınmaksa farzdır. (Rıyad-un-nasıhin)
Sual: Ölmek üzere olan bir hristiyana su vermek caiz midir?
CEVAP
Evet. Susamış bir köpeğe bile su vermek çok sevaptır.
İnsanları sevindirmek
Sual: Bir Müslümana iyilik etmek mi daha sevaptır, yoksa zikir ve benzeri ibadetlerle meşgul olmak mı?
CEVAP
İkisini de yapmaya çalışmalıdır. (Bir mümini sevindirmek bir yıllık nafile ibadetten hayırlıdır) buyuruluyor. Ubeydullah-i Ahrar hazretleri de, (Zikir ve murakabe, bir Müslümana hizmet yapılamadığı zamanda olur. Birinin gönlünü alacak, onu sevindirecek bir hizmet, zikir ve murakabeden önce gelir) buyururdu. Murakabe, nafile ibadet yapmak, Allahü teâlânın, her an, her şeyi gördüğünü, bildiğini düşünmektir.
Demek ki insanlara yardım ve hizmet ederek onları sevindirmek daha sevaptır. Ne şekilde olursa olsun, dine uygun olarak insanları sevindirmek çok sevaptır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(En kıymetli amel, bir müminin sıkıntısını gidermek, borcunu ödemek veya karnını doyurmak suretiyle sevindirmektir.) [Taberani]
(Sıkıntıya düşene, çaresize yardım edeni Allahü teâlâ sever.) [İbni Neccar]
(Din kardeşinin bir işini yapmak için gidenin, her adımında 70 günahı affedilir ve 70 sevap verilir. O iş bitene kadar, böyle devam eder. İşi yapılınca, bütün günahları affedilir. O işi yaparken ölürse, sorgusuz sualsiz Cennete gider.) [İbni Ebiddünya]
(Duam kabul olsun, sıkıntım gitsin diyen, darda kalanı ferahlandırsın!) [İbni Ebiddünya]
İyi haber getirmek
Sual: Sevdiğimiz kimseye sevdiğimizi, sevmediğimize de sevmediğimizi söylemek gerekir mi?
CEVAP
İyi şeyler bildirilir, kötü şeyler bildirilmez. İki hadis-i şerif meali:
(Sevdiğinize sevdiğinizi söyleyin, nefret ettiğinizden de uzak durun.) [Nevafi-ul-atıra]
(İyi kişi, iyi haber getirir. Kötü de kötü haber.) [İ. Asakir]
Sevgi ile ilgili bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Din kardeşini seven, ona sevdiğini bildirsin.) [Buhari]
Zalime yardım etmek
Sual: Birine iyilik ettinizse ondan kötülük bekleyin deniyor. Böyle bir şey olabilir mi?
CEVAP
İyilere iyilik etmek iyidir, onlardan zarar gelmez. Fakat kötülere iyilik edince onlardan zarar gelebilir. Kötülük eden zâlimdir. Zâlime yardım edince, ondan zarar göreceği hadis-i şerif ile bildiriliyor. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Kim bir zâlime yardım ederse, Allahü teâlâ o zâlimi ona musallat eder.) [İ.Asakir]
İyilik etmeli
Sual: Teşekkür etmeyene, nanköre de iyilik etmek caiz midir?
CEVAP
Elbette, herkese iyilik etmek iyidir. İki hadis-i şerif meali:
(Layık olana da, olmayana da iyilik et! İyilik ettiğin kimse, buna layıksa ne iyi. Layık değilse, sen iyilik edicilerden olursun.) [İbni Neccar]
(İyilik zayi olmaz, kötülük unutulmaz, herkes ettiğini bulur.) [Beyheki]
Atalarımız da, (İyilikten kötülük gelmez), (İyilik eden iyilik bulur), (İyilik et, denize at, balık bilmezse Hâlık bilir) demişlerdir. Demek ki, iyilik balık için değil, Hâlık için, yani Allah rızası için yapılırsa zararı olmaz.
Allah için ömründe bir kere olsun iyilik eden mahrum kalmaz. Bir Müslüman, bir İslam âliminin veya evliyanın ruhuna, ömründe bir kere, bir Fatiha okuyup hediye etse, o zat, bu iyiliğin altında kalmaz. Mutlaka o kimseye şefaat eder. İki hadis-i şerif meali:
(Allahü teâlâ, zerre kadar hayır işleyeni rezil etmez.) [İ. Adiy]
(Ömründe hiç hayır yapmayan bir Müslümanın, [başka Müslümanlara zarar vermesin diye] bir dikeni yoldan kaldırması, Allah indinde makbul görülerek Cennete gitmesine sebep oldu.) [Ebu Davud]
Bir hadis-i kudsi de şu mealdedir:
(Ya Musa, ömründe bir kere îsâr edene, îsâr ahlakı ile bana kavuşana hesap sormaktan haya ederim.) [Şir’a – şerh-i Hutab]
Îsâr, muhtaç olduğu bir şeyi kendi kullanmayıp, muhtaç olana vermek, mümin kardeşlerinin işlerini bitirmek demektir. Kendi muhtaç olduğu malın hepsini, muhtaç olanlara verip, yokluğuna kendisi sabr etmektir. İyi huyların çok kıymetlisidir. Âyet-i kerimeler ile övülmüştür.
Sual: Allah indinde bir mümine yapılacak en kıymetli şey nedir?
CEVAP
Bir iyilik ederek, onu sevindirmektir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Farzlardan sonra en kıymetli amel, bir mümini sevindirmektir.) [Taberani]
(En faziletli amel, bir müminin ayıbını örtmek, karnını doyurmak veya bir ihtiyacını karşılamak suretiyle onu sevindirmektir.) [İsfehani]
(Bir mümini sevindiren, beni sevindirmiş olur. Beni sevindiren de, Allah indinde bir ahit almış olur. Allah’tan ahit alana da, ateş asla dokunmaz.) [Ebu-ş-şeyh]
(Din kardeşini sevindirmek kadar, Allah katında kıymetli bir şey yoktur.) [İ. Neccar]
(Bir Müslümanı sevindiren, kabrimde beni sevindirmiş olur. Beni sevindireni de Allahü teâlâ kıyamette sevindirir.) [İ. Neccar]
(Allahü teâlâ, bir Müslümanın sıkıntısını giderip, onu sevindireni, kıyamette en sıkıntılı anlarda sıkıntılardan kurtarır.) [Buhari]
(Müslüman, Müslümanın kardeşidir, onu üzmez, onu sıkıntıda bırakmaz. Kardeşinin sıkıntısını giderenin, Allahü teâlâ kıyamet sıkıntısını giderir. ) [Nesai]
(Her şeyin bir anahtarı vardır, Cennetin anahtarı da yoksulları sevmektir.) [İbni Lal]
(Cennetteki sevinç sarayına, ancak çocukları sevindirenler girer.) [İ. Adiy, İ. Neccar]
(Bir kimse, mümin kardeşini sevindirince, bir melek, bu kimseye hep dua eder. Ölüp kabre konunca, yanına gelip, “Beni tanıyor musun?” der. Ölü, “Hayır” deyince, “Ben, bir Müslümana verdiğin sevincim. Bugün seni sevindirmek için geldim. Kabirde yanındayım, kıyamette de, sana şefaat edip Cennetteki makamını göstereceğim” der.) [İ. Ebi-d-dünya]
Güçsüzlerin gücü
Sual: Sakat, engelli, düşkün ve güçsüzlere yardım eden rızka kavuşur mu?
CEVAP
Evet, kavuşur. Birkaç hadis-i şerif şöyledir:
(Siz, güçsüzleriniz sayesinde rızka ve zafere kavuşuyorsunuz.) [Müslim]
(Aranızdaki zayıflar sebebiyle yardıma ve rızka kavuşuyorsunuz.) [Buharî]
(Allah bu ümmete, ancak zayıfların duaları, namazları ve ihlâsları sayesinde yardım ediyor.) [Nesaî, Tirmizî]
(Nice [kıymetsiz ve hakir görülerek] kapılardan kovulan, pejmürde kılıklı kimseler vardır ki, [onlar Allah yanında çok kıymetlidir, şu şöyle olacak diye] yemin etseler, Allah [onlara ikram için, dediklerini yaratır] yeminlerini doğru çıkarır.) [Müslim] (Bazı âlimler bu hadis-i şerifi, “Güçsüz kimseler dua etse, Allah dualarını kabul eder” diye açıklamışlardır.)
Eden bulur
Sual: (Etme bulma) deniyor. Bu iyi şeyler için de geçerli mi? Yoksa sadece kötülük edenler için mi geçerlidir?
CEVAP
İyilik edenler için de geçerlidir. Mesela bir genç, bir ihtiyara yaşından dolayı hürmet ederse, Allahü teâlâ o gence uzun ömür verir, kendisine hizmet edecek gençler yaratır. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Bir genç, bir ihtiyara yaşından dolayı hürmet ederse, o genç ihtiyarlayınca, Allahü teâlâ, ona hizmet edecek gençler yaratır.) [Tirmizi]
(Ana babasına hizmet edenin ömrü, bereketli ve uzun olur.) [İslâm Ahlâkı]
(Men hadime hudime.) = Hizmet eden hizmet görür.
Büyüklerimiz de, (Müminlere hizmet eden muhtaç duruma düşünce, ona da hizmet eden çok olur) buyuruyor. Demek ki, kötülük eden kötülük bulduğu gibi, iyilik eden de iyilik buluyor.
Hizmet nimeti
Sual: Dedem, (Hizmette lezzet olmamak olmaz) diye çok eski bir şiir okurdu. Hizmet nedir?
CEVAP
Hizmet, insanlara maddî veya manevî yönden yardımcı olmak, onlara iyilik etmektir. Hizmet edenin Allah katında değeri diğerlerinden üstündür. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(İnsanların efendisi onlara hizmet edendir.) [Ebu Nuaym]
Bir toplumda en çok hizmet eden, en çok sevabı alır. Seferde ve savaşta hizmet, başka zamanlardakine göre daha kıymetlidir. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Seferdekilerin efendisi, onlara hizmet edendir. Hizmette önde olan kişiyi, o topluluk, şehit olma durumu hariç, hiçbir amelle geçemez.) [Hâkim]
(Allah yolunda savaşanların en üstünü, savaşanlara hizmet edendir. Sonra da onlara haber getirendir.) [Taberanî]
Evlada hizmet, babaya hizmettir. Babaya hizmet, evlada hizmettir. Bir zatın sevdiklerine hizmet, o zata hizmet etmek olur. Resulullah, Eshabını [arkadaşlarını] çok severdi. Eshabından birine hizmet edeni görünce ona dua ederdi. (Ramuz)
Bir büyük zatın talebelerine hizmet edilirse, o büyük zat da elbette çok sevinir.
Muhtaçlara hizmet ve iyilik etmek daha çok sevab olur. Bir hadis-i şerif şöyledir:
(Dul ve yoksullara hizmet eden, fi-sebilillah cihad eden gibidir.) [Buharî]
Hizmette, ana baba daha önemlidir. Bir hadis-i şerif şöyledir:
(Ana babasına hizmet edenin ömrü, bereketli ve uzun olur.) [İslâm Ahlâkı]
Allah için hizmet edene, muhakkak hizmet edenler bulunur. (Bir genç, bir ihtiyara yaşından dolayı hürmet ederse, o genç ihtiyarlayınca, Allahü teâlâ, ona hizmet edecek gençler yaratır) hadis-i şerifi, (Men hadime hudime=Hizmet eden hizmet görür) hadis-i şerifine bir örnektir.
Her ne şekilde olursa olsun, yardım ve hizmet çok sevabdır. İki hadis-i şerif:
(Bir mümini sevindirene, maddî veya mânevî bir hacetini görene, Allahü teâlâ, Kıyamette ona hep hizmet edecek birini yaratır.) [Taberanî]
(Allahü teâlânın farzlardan sonra en çok sevdiği iş, bir mümini sevindirmektir.) [Taberanî]
(Şu üç şeyi yapan, tam mümindir: Ailesine hizmet eden, fakirlerle oturup kalkan ve hizmetçisiyle birlikte yiyen.) [Deylemî]
(Bir kimse, din kardeşinin bir işine yardım etse, Allahü teâlâ da onun işini kolaylaştırır. Bir kimse, bir Müslümanın sıkıntısını giderir, onu sevindirirse, kıyamette en sıkıntılı zamanlarında, Allahü teâlâ onu sıkıntıdan kurtarır. Bir Müslümanın ayıbını, kusurunu örtenin, ayıplarını, kabahatlerini de kıyamette Allahü teâlâ örter.) [Buhari, Müslim]
(Bir kimse, din kardeşine yardım ettikçe, Allahü teâlâ da ona yardım eder.) [Müslim]
(Allahü teâlânın, başkalarına da versin diye nimet verdiği kulları vardır. Onlar bu hizmeti yüksünürlerse, Allah o nimeti onlardan alır, başkasına verir.) [Ramuz]
(Allahü teâlâ, başkalarına da versin diye, bazı kullarına çok nimet vermiştir. Bu nimetleri Allahü teâlânın kullarına dağıtırlarsa, nimetleri azalmaz. Bu nimetleri onlara ulaştırmazlarsa, Allah nimetlerini bunlardan alır, başkalarına verir.) [Taberani]
Maddî yönden iyilik etmek çok sevabsa da, manevî yönden iyilik etmek daha büyük sevabdır. Birinin hidayetine sebep olmak, ona Ehl-i sünneti öğretmek, doğru bir kitap vermek çok büyük sevabdır. Bir hadis-i şerif şöyledir:
(Kim, hidayete [Ehl-i sünnete] davet ederse, o yola girenlerin bütün sevabları ona da yazılır.) [Tirmizî]
Mümine hizmet
Sual: İyi veya kötü kimseye yahut iyi olanla daha iyi olana hizmet etmek sevab bakımından farklı olur mu?
CEVAP
Elbette farklıdır. Mümbit toprağa ekilen tohumla, kıraç veya çorak toprağa ekilen tohumdan aynı ürün alınmaz. Dine hizmet edene hizmet edilirse daha çok sevab alınır. (Men hademe hudime) buyuruluyor. Hizmet edene, Allahü teâlâ başkalarını da hizmet ettirir. Hem dünyada hem âhirette karşılığı verilir. Müminlere hizmet eden, ihtiyaç sahibi olunca, ona da hizmet edenler çok olur.
Dinimize hizmet edene bir bardak su verenin kabir azabı, ölüm acısı ve mahşer azabı görmeyeceği, Arş’ın altında gölgeleneceği din kitaplarında yazılıdır. Dine hizmet edene bir kalem, bir kitap veren cihad sevabı alır.
Hele seyyidlere yani Resulullah efendimizin soyundan gelenlere hizmet etmek daha büyük sevabdır. Bir seyyide yol gösterdiği için Yahudi’nin parmağının azap görmediği kitaplarda yazılıdır. Seyyidler çok kıymetlidir. Günahkâr da olsalar onlara hizmeti büyük şeref bilmelidir. Seyyidlere hizmet eden son nefeste imanla ölür.
İyilikten maraz doğar mı?
Sual: (İyilikten maraz doğar) diyorlar. İyilik ettiklerimden kötülük görüyorum. Kimseye iyilik etmemek mi gerekir?
CEVAP
İyilere iyilik etmek iyidir, onlardan zarar gelmez. Fakat kötülere iyilik edince onlardan zarar gelebilir. Kötülük etmek de zulümdür. Zâlime yardım edince, ondan zarar görülebilir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kim bir zâlime yardım ederse, Allahü teâlâ o zâlimi ona musallat eder.) [İ. Asakir]
İyiliğe layık olmayana iyilik etmek pişmanlık doğurur. İmam-ı Şâfiî hazretleri, (Aşağı kimselere iyilik etmek düşmanlığa sebep olur) buyurdu. (Mizan)
Bazı kötülere iyilik edilirse düşman olabilir, dikkat etmek gerekir. Bir kimse, Hazret-i Ali’ye kötülük ediyor, o da, (Ben ona hiç iyilik etmemiştim, o niye bana kötülük etti?) buyuruyor. Buradan, kötülere iyilik edilirse, dikkat etmek gerektiği, onlardan bir zarar gelebileceği anlaşılmaktadır.
(İyilik edene iyilik et, kötülük edeni affet!) hadis-i şerifi düsturumuz olmalıdır. Bir başka hadis-i şerifte de, (Sizin en iyiniz, kendisinden hep iyilik beklenen ve kötülük etmeyeceğinden emin olunandır) buyuruluyor. (Tirmizî)
Başkaları kötülük etse de biz iyilik etmeliyiz. Maddî zararımız olsa da, biz iyilik ehli olmuş oluruz.
Fedakâr olmak
Sual: (Bize iyilik etmeyene, iyilik etmeye devam etmek enayilik olur) deniyor. Mutlaka onlardan iyilik beklemek mi gerekiyor?
CEVAP
Makbul olan iyilik, karşılık beklemeden Allah rızası için yapılandır. Karşılık beklenirse alışveriş olur. (İyilik et, at denize, balık bilmezse Hâlık bilir) demişler. Yani (Balık için değil, Allah rızası için yap!) demektir. Güzel ahlak sahibi olan iyilik eder. Bir hadis-i şerif:
(Güzel ahlak, gelmeyene gitmek, vermeyene vermek, zulmedeni affetmektir.) [Hâkim]
(Enayilik olur) sözü yanlıştır. İyilik etmekten geri kalmamalı. Asıl enayilik, iyilikten kaçmak ve böylece âhiretteki büyük nimetlerden mahrum kalmaktır. Dinimizin emrine uymalı, fedakâr olmalı, gelmeyen Müslümana gitmeli, kötülük edene iyilik etmeli, vermeyene vermeli. Bir hadis-i şerif:
(Veren el, alan elden üstündür.) [Buhârî]
Hep veren el olmaya çalışmalı. İyi insan, sadece başkalarına sıkıntı vermeyen değil, başkalarından gelen sıkıntılara da katlanandır. İyi komşu da böyledir. Hakiki Müslüman, kendi rahatını, arkadaşının rahatı için terk eder, başkalarının enayi demesine aldırış etmez, hep fedakâr olur. Deniyor ki: Taşlı yolda, yayan gelsin, / Hak yola baş koyan gelsin! / Rahatını düşünmeyen, / Tatlı cana kıyan gelsin!
Menfaat karşılığında iyilik yapmak
Sual: Başkasının sevgisine kavuşmak ve onların kendisini övmelerine sebep olmak için, onlara iyilik yapmak, gösteriş yapmak mı olur?
Cevap: Başkalarının sevgisine ve övmelerine kavuşmak için, dünya işleri ile, onlara iyilik yapmak, riya yani gösteriş olur. İbadet ile olan riya bundan daha fenadır, kötüdür. Allahü teâlânın rızasını hiç düşünmeden yapılan riya ise, hepsinden daha fenadır, kötüdür. İbadet yaparak Allahü teâlâdan dünya menfaatlerini istemek, riya olmaz. Mesela yağmur duasına çıkmak, istihâre yapmak, böyledir. Ücret ile imamlık, hatiplik, muallimlik yapmak, sıkıntıdan, hastalıktan ve fakirlikten kurtulmak için ayet-i kerimeler okumak da, böyledir denildi. Bunlarda hem ibadet, hem de menfaat niyetleri bulunmaktadır. Ticaret maksadı ile hacca gitmek de böyledir. İbadet niyeti hiç bulunmazsa riya olurlar. İbadet niyeti çok olursa, sevap hasıl olur. İbadetlerini başkalarına göstermek, onlara öğretmek ve teşvik etmek niyeti ile olursa, yine riya olmaz ve çok sevap olur. Ramazan orucunu tutmakta riya olmaz.
İnsanların geçimlerine yardımcı olmak
Sual: İnsanların terbiyesi ile meşgul olmak, nafakalarını temin etmekte yardımcı olmak da, sevap mıdır?
Cevap: Bu konuda, İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Mektûbât kitabında, bir talebesine hitaben buyuruyor ki:
“Allahü teâlânın, bir kuluna, faydalı, güzel işler yapmayı, çok kimsenin ihtiyaçlarını sağlamasını nasip etmesi, çok kimsenin ona sığınması, bu kul için pek büyük bir nimettir! Allahü teâlâ, kullarına ıyâlim demiş, çok merhametli olduğu için, herkesin rızkını, nafakasını kendi üzerine almıştır. Allahü teâlâ, bu ıyâlinden, kullarından birkaçının rızıkları, nafakaları için ve bunların yetişmeleri, rahat yaşamaları için bir kulunu görevlendirirse, bu kuluna büyük ihsan etmiş olur. Bu büyük nimete kavuşup da, bunun için şükretmesini bilen kimse, çok talihli, pek bahtiyardır. Bunun kıymetini bilip, şükretmek, kendi sahibinin, Rabbinin ıyâline, kullarına hizmet etmeyi saadet ve şeref bilmek ve Rabbinin kullarını yetiştirmekle övünmek, akıl icabıdır.”
Sual: “Başkasını kendisine tercih etmek” güzel huylardandır deniyor. Bu tercih, ibadetler dâhil, her konuda geçerli midir?
Cevap: Bu konuda Eşbâhda deniyor ki:
“Başkasını kendine tercih etmek, isârdır ve güzel huylardandır. İsâr, muhtaç olduğu bir şeyi almayıp, muhtaç olan din kardeşine bırakmak, vermektir. İnsana lazım olan şeylerde isâr yapılır, ibadetlerde isâr yapılmaz. Mesela, taharetlenecek kadar suyu, setr-i avret edecek kadar örtüsü olan bir kimse, bunları kendisi kullanır. Bunları muhtaç olana vermez. Cemaatle namaz kılarken, birinci saftaki yerini başkasına vermez. Namaz vakti gelince abdestsiz kimsenin abdest suyunu başkasına îsâr etmesi, vermesi caiz değildir.”
İnsanların iyisi, faydası çok olanıdır
Sual: İnsanların iyileri, insanlara ve bütün yaratılanlara karşı iyiliği çok olanlar mıdır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İmâm-ı Rabbânî hazretleri, bir talebesine hitaben yazdığı mektupta buyuruyor ki:
“Allahü teâlânın, bir kuluna, faydalı, güzel işler yapmayı, çok kimsenin ihtiyaçlarını sağlamasını nasib etmesi, çok kimsenin ona sığınması, bu kul için pek büyük bir nimettir! Allahü teâlâ, kullarına ıyâlim demiş, çok merhametli olduğu için, herkesin rızkını, nafakasını kendi üzerine almıştır. Allahü teâlâ, bu ıyâlinden birkaçının rızıkları, nafakaları için ve bunların yetişmeleri, rahat yaşamaları için bir kulunu görevlendirirse, bu kuluna büyük ihsan etmiş olur. Bu büyük nimete kavuşup da, bunun için şükretmesini bilen kimse, çok talihli, pek bahtiyardır. Bunun kıymetini bilip, şükretmek, kendi sahibinin, Rabbinin ıyâline hizmet etmeyi saadet ve şeref bilmek ve Rabbinin kullarını yetiştirmekle öğünmek, akıl icabıdır.”
Mal, Allahü teâlânın verdiği bir nimettir. Dünya ve ahiret, mal ile intizam bulur, rahat olur. Hac, cihad sevabı mal ile kazanılır. Başkasına muhtaç olmaktan insanı koruyan maldır. Sadaka vermek, fakirlere yardım etmek, mescitler, mektepler, hastahaneler, çeşmeler, köprüler yaparak, insanlara hizmet mal ile olur. Dinimiz;
(İnsanların en iyisi, onlara faydası çok olanıdır) buyuruyor.
İnsanlara yardım etmek için çalışıp para kazanmak, nafile ibadet etmekten daha çok sevaptır. Abdullah ibni Mes'ûd hazretlerinin haber verdiği hadîs-i şerifte;
(İki şeyden birine kavuşan insana gıpta etmek, buna imrenmek yerinde olur. Allahü teâlâ bir kimseye İslâm ilimlerini ihsan eder. Bu da, her hareketini, bilgisine uygun yapar. İkincisi, Allahü teâlâ, birine çok mal verir. Bu kimse de malını, Allahü teâlânın razı olduğu, beğendiği yerlere harceder) buyuruldu.
İhtiyaçlarını karşılamak, fakirlere yardım etmek, fasıklara muhtaç olmamak, Müslümanlara hizmet etmek, İslâm ilimlerini yaymak ve bunları yapanlara yardım etmek için lazım olan parayı, malı kazanmak, çok sevaptır. Birbirlerine yardımcı olan insanlar arasında çekişme olmadığı kitaplarda yazılıdır. Peygamber efendimizin buyurduğu gibi:
(Bir kimse, din kardeşine yardımcı oldukça, Allahü teâlâ da ona yardımcı olur.)
Sual: Bir Müslüman ile bir gayrimüslimin, İslamiyet hakkındaki davranışlarının farkı nasıl anlaşılır?
CEVAP
Müslümanlar, birbirine hürmet eder, yardıma koşar. Din ve dünya işlerinde sıkıntıda olanları kurtarırlar. Oruç tutanlara, camilere, ezana, namaz kılanlara, Allah yolunda yürüyenlere sevgi ve saygı gösterir. Kur’ân-ı kerim okunurken, saygı ile dinlerler. Kur’ân-ı kerimi her kitabın üstünde bulundurup, üstüne bir şey koymazlar.
Çalgı ve içki âlemlerinde, oyun arasında, eğlence yerlerinde okumazlar. Uygunsuz okunurken, susturamazlar ise, dinlemeyip uzaklaşırlar. Kur’ân-ı kerimi veya bütün muhterem ve mübarek isimleri, yazıları, aşağı yerlerde görünce, kalpleri sızlayıp hemen kaldırırlar. Kul ve hayvan haklarını gözetirler. Kâfirlerin, turistlerin de mallarına, canlarına ve ırzlarına saldırmazlar. Kanunlara karşı gelmezler. İslamın güzel ahlakı ile yaşayarak herkesin sevgi ve saygısını toplarlar...
Kafirler ise, Kur’ân-ı kerimi ve bütün mübarek isimleri ve yazıları, hürmetten, kıymetten düşürmeye çalışır. Bunları, Allahü teâlânın yasak ettiği yerlerde ve şekillerde okurlar ve okuturlar. Müslümanlığın pis dediği şeyler arasına yazarlar. Paketlerde, eğlence masalarında, örtü olarak kullanılmaları ve yerlerde sürüklenmeleri için, dergilere, gazetelere basarlar.
Temsillerde, mizahlarda, komedilerde, karikatürlerde, filmlerde, televizyonlarda ve radyolarda, Müslümanlarla ve din büyükleri ile ve Allahü teâlânın emirleri ile alay ederler. Bütün buralarda Müslüman olarak pis, gülünç bir serseriyi gösterirler, Müslümanları ve Müslümanlığı tahkir ederek, onu sevimsiz ve nefrete şayan olarak tanıtırlar. Müslüman büyüklerine ve Müslümanlığın büyük tanıdığı şeylere çirkin isimler takarlar... Müslümanlar, bunlara aldanmamalı ve imanlarını çaldırmamak için, çok uyanık olmalıdır.
Bir din âlimini beğenmeyen veya bir din kitabını kusurlu, hatalı bulan bir kimse, eğer namaz kılıyor, oruç tutuyor, haramlardan sakınıyor ise, bu kimsenin sözü veya yazısı incelenmeye, o âlim veya kitap üzerinde durulmaya değer. Din kitabına, din adamına, dil uzatan kimse, ibadet yapmıyor ve haramdan sakınmıyor ise, onun sözünün bir iftira, bir din düşmanlığı olduğunu anlamalı ve inanmamalıdır.
.
İsraf
|
Sual: İsraf nedir?
CEVAP
Malı, dinin ve mürüvvetin uygun görmediği yerlere dağıtmaya israf denir. Mürüvvet, faydalı olmak, iyilik yapmak arzusudur. Dine uymayan israf, haramdır. Mürüvvete uymayan israf tenzihen mekruhtur.
İsraf, malı helak etmek, faydasız hâle getirmek, faydalı olmayacak şekilde sarf etmektir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İktisat eden zenginleşir, israf eden fakirleşir.) [Bezzar]
İsrafla cimriliğin ortasına iktisat veya cömertlik denir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İktisat eden, sıkıntı çekmez.) [Taberani]
(Kurtarıcı üç şeyden biri, varlıkta, yoklukta, zenginlikte, fakirlikte, iktisada riayet etmektir.) [Beyheki]
(İktisat etmek, maişetin yarısıdır.) [Hatib]
(Tedbirli olmak, geçimin yarısıdır.) [Deylemi]
(Geçimde iktisat etmek, peygamberliğin yirmide biridir.) [Ebu Davud]
(Kıyamette herkes, şu dört suale cevap vermedikçe hesaptan kurtulamaz:
1- Ömrünü nasıl geçirdi?
2- İlmi ile nasıl amel etti?
3- Malını nereden, nasıl kazandı ve nerelere harcetti?
4- Cismini, bedenini nerede yordu, hırpaladı?) [Tirmizi]
İsraf cimrilikten kötüdür
Dinimizde abes, lüzumsuz şeyleri yapmak, caiz değildir. Mesela boş ve lüzumsuz yere bir şeyler karalamak, israf ve abestir. Burada birkaç israf vardır. Zaman, emek, enerji, kağıt, kalem, mürekkep. Hepsinden mühimi de faydalı bir şeyle meşgul olunmamak...
Eğer dünyadaki herkesin boşa harcadığı zaman, enerji ve emek hesaplansa, dünyada açlık ve yokluk içinde kıvranan milyonlarca insanın ihtiyaçlarına kâfi gelebilecek zaruri meta üretilebilirdi.
İsrafın miktarı ne olursa olsun zararı büyüktür. Küçük sanılan şeyler, yan yana geldiği zaman büyük rakamlar, değerler ortaya çıkar. Damlaya damlaya göl olur, atasözünü duymuşuzdur. Dakikada on damla kaçıran bir musluk ayda 170 litre su akıtıyormuş.
Semavi dinlerin hepsinde Allahü teâlâ kötü bir huy olan israfı yasak etmiştir. Dinimizin boşu, abesi, haramı, israfı yasaklamasında insanların saadeti, refahı, adaleti ve her şeyi yatmaktadır.
Dinimizde, cimriliğin, israftan daha çok kötülenmesi, israfın cimrilik kadar kötü olmadığını göstermez. Cimriliğin daha çok kötülenmesi, insanlardan çoğunun mal biriktirmeye meyilli olmasındandır. İsrafın kötülüğünü göstermek için, Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(Yiyin, için, fakat israf etmeyin! Allahü teâlâ israf edenleri elbette sevmez.) [Araf 31]
(İsraf etme! İsraf edenler, şeytanların kardeşleridir.) [İsra 26, 27]
(Müsrifleri helak ettik.) [Enbiya 9]
(Mallarını israf edenlere bir şey vermeyin!) emri ile müsrifleri en kötü şekilde vasıflandırıp, (Mallarınızı sefihlere vermeyin!) buyuruyor. (Nisa 5)
Ne israf etmeli, ne de kısmalıdır. Bunların ortasını bulmak ise makbuldür. Buna iktisat etmek denir. Cömertlik de malını iktisat ile kullanmaktır. Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(Cimri olma, israf da etme!) [İsra 29]
Cömertleri överken de buyuruyor ki:
(Onlar sarf ettikleri zaman ne israf ederler, ne de cimrilik. İkisi arasında orta bir yol tutarlar.) [Furkan 67]
Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Yiyip için, giyinin ve tasadduk edin. Fakat israf ve kibirden sakının!) [Buhari]
İsrafın zararları, israf edenlerin şeytana, Firavun’a ve Hazret-i Lut’un kötü kavmine benzetilmesi ve Allahü teâlânın bunları sevmemesi ve bunlara sefih demesi ve ahirette azap çekmeleri, dünyada aşağı, muhtaç duruma düşmeleri ve pişman olmalarıdır.
İsrafın kötü olmasının birinci sebebi, malın kıymetli olmasıdır. Mal, Allahü teâlânın verdiği bir nimettir. Ahireti kazanmak, mal ile olur. Dünya ve ahiret, mal ile intizam bulur, rahat olur. Hac, cihad sevabı mal ile kazanılır. Bedenin sıhhat, kuvvet bulması, mal ile olur. Başkasına muhtaç olmaktan insanı koruyan maldır. Sadaka vermek, akrabayı dolaşmak, fakirlerin imdadına yetişmek mal ile olur. Mescitler, okullar, hastaneler, yollar, çeşmeler, köprüler yaparak insanlara hizmet de mal ile olur. Peygamber efendimiz (İnsanların en iyisi, onlara faydası çok olanıdır) buyuruyor. (Kudai)
İnsanlara yardım etmek için çalışıp para kazanmak, nafile ibadet etmekten daha çok sevaptır. Cennetin yüksek derecelerine mal ile kavuşulur. Mal kıymetli olunca, onu israf etmek elbette kötüdür.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, bir kuluna mal ve ilim verir. Bu kul da haramlardan kaçınır, akrabasını sevindirir, malından hakkı olanları bilip verir ise, Cennetin yüksek derecesine kavuşur.) [Tirmizi]
(İki şeyden birine kavuşana gıpta etmek, imrenmek yerinde olur. Allahü teâlâ bir kimseye İslam ilimlerini ihsan eder. Bu da, her hareketini, bilgisine uygun yapar. İkincisi, Allahü teâlâ, birine çok mal verir. Bu da malını, Allahü teâlânın razı olduğu, beğendiği yerlere harceder.) [Müslim]
(İyi kimseye malın iyisi, ne güzel yakışır.) [Berika]
Süfyan-ı Sevri hazretleri (Bu zamanda mal, insanın silahıdır. İnsan canını, sıhhatini, dinini ve şerefini mal ile korur) buyurdu. Büyük bir nimet olan malı israf, Allahü teâlânın nimetine kıymet vermemek, nimeti elden kaçırmak, küfran-ı nimet, yani şükretmemek olur. Bu ise, nimeti verenin azap etmesine sebep olacak büyük bir suçtur. Nimetin kıymeti bilinmez, hakkı gözetilmezse elden gider. Şükredilir ve hakkı gözetilirse elde kalır ve artar. Cenab-ı Hak (Şükrederseniz, verdiğim nimetleri artırırım) buyuruyor. (İbrahim 7)
Elbise, ayakkabı gibi giyim eşyasını iyi kullanmayıp, çabuk eskitmek, onları yırtmak, yıkarken suyu, deterjanı çok harcamak, elektriği, tüp gazı boş yere yakmak, hep israftır.
Acıkmadan veya doyduktan sonra fazla yemek de israftır. Nefis yemekler yemek, kıymetli, yeni elbise giymek, büyük binalar yapmak ve haram olmayan daha bunun gibi şeyler, helalden kazanıldığı, kibir ve öğünmek için olmazsa, israf değildir. Ahireti kazanmak isteyenlere, gereken ile kanaat edip, fazlasını hayra vermek yakışır.
Sadaka vermekte de israf vardır. Hazret-i Sabit bin Kays bir anda, 500 ağaçtaki hurmaların hepsini sadaka verip evi için bir şey bırakmayınca (Hepsini vermeyin) diye âyet indi.
Borcundan çok malı olmayan, çoluk çocuğu sıkıntıya sabredemediği halde, bunların ihtiyacını karşılayacak maldan fazlası bulunmayan veya sıkıntıya katlanamadığı halde, kendi muhtaç olanın sadaka vermesi israf olur.
Sefihlik aklın az ve hafif olmasıdır. Aksine rüşd denir ki, aklın kuvvetli olmasıdır.
Allahü teâlâ (Mallarınızı sefihlere vermeyin!) dedikten sonra (Onların halinde rüşd görürseniz, mallarını kendilerine teslim edin!) buyuruyor. (Nisa 5, 6)
İsraf nedir?
Sual: İsrafın cimrilikten de, kötü olduğu söyleniyor. İsraf nedir? Neler israftır?
CEVAP
İsraf, malı helak etmek, faydasız hâle getirmek, dine ve dünyanın mübah olan işlerine faydalı olmayacak şekilde sarf etmektir. Malı denize, kuyuya, ateşe atmak, onu helak etmektir. Kullanılmayacak hâle sokmak, kırmak, kesmek, ağaçtan meyveyi toplamayıp çürütmek, tarlayı hasat etmeyip, ekinin helak olmasına sebep olmak, hayvanları soğuktan, düşmandan korunacak yere koymamak ve soğuktan, sıcaktan ve açlıktan ölmelerini önleyecek kadar yedirmemek ve örtmemek de, helak etmek olup israftır.
Günah işlemek için ve günah işlenmesi için verilen mal ve paralar da israf olur.
Meyve ve ekin toplandıktan sonra, bunları iyi saklamayıp kendiliklerinden bozulmaları veya nem alarak çürümeleri veya kurt, güve, fare ve benzeri canlıların yemelerine sebep olmak israftır.
Ekmek, et, et suyu, peynir gibi gıdaların; karpuz, soğan gibi meyvelerin; kuru incir, kuru üzüm, kayısı gibi kuru meyvelerin; buğday, arpa, mercimek gibi hububatın ve elbise, kumaş, kitap gibi eşyaların, çeşitli yollarla israf edildiği çok görülüyor.
Yemek artıklarını dökmek, çatalı, kaşığı, tabağı, tası ekmekle veya parmakla sıyırıp yemeden önce, kapları yıkamak ve silmek israftır. Sofra bezi ve masa üstüne düşen ekmek ve yemek kırıntılarını toplamayıp atmak da israftır. Bu kırıntıları toplayıp kedi, köpek, koyun, sığır, kuş, tavuk gibi hayvanlara yedirmek israf olmaz.
Ekmeğin içini yiyip kabuğunu bırakmak, pişkin yerini yiyip, gerisini bırakmak israftır. Kalanı başkası veya hayvan yerse israf olmaz.
Abdestte ve gusülde, lüzumundan fazla su kullanmak israftır.
Sofrada lüzumundan fazla çeşitli yemekler bulundurmak israftır. İbadete kuvvetlenmek için ve misafir için bulundurmak, israf olmaz.
Yemek, bal, pekmez gibi şeyler bulaşmış parmağını yalamak ve düşen lokmayı alıp yemek, insanı israftan kurtardığı gibi, kibir ve riyayı giderir, berekete kavuşturur. Özellikle de Peygamberlerin efendisine uymak ve emrini yapmak şerefini kazandırır.
Fasulye, pirinç, nohut gibi şeyleri yıkarken dökülenleri toplamamak israftır. Elbise, çorap, ayakkabı gibi giyim eşyasını iyi kullanmayıp çabuk eskitmek, yıkarken suyu, deterjanı çok harcamak, lambayı, elektriği, doğalgazı boş yere yakmak israftır.
Malı kıymetinden aşağı fiyatla satarak veya kiraya vererek ve kıymetinden yukarı fiyatla satın alarak veya kiralayarak aldanmak israf olur. Aldanarak alışverişe zaruri ihtiyaç olursa veya yardım, sadaka gibi niyetle böyle yaparsa israf olmaz. Ölünün kefenini miktar ve cins bakımından, dinde bildirilenden fazla yapmak israftır.
Doyduktan sonra fazla yemek de israftır. Yalnız, misafir utanmasın diye, ev sahibinin fazla yemesi ve orucu rahat tutmak için sahurda çok yemek israf değildir. Her istediğini yemek israf olduğu gibi, acıkmadan günde ikinci defa yemek de israftır. İki hadis-i şerif meali:
(Her istediğini yemek israftandır.) [İbni Mace]
(Ya Âişe! Günde iki kere yemek israftandır.) [Beyheki]
Günde iki kere yemekten ve her istediğini yemekten maksat, doyduktan sonra veya acıkmadan tekrar yemek demektir. Çünkü gündüz ikinci olarak yemek, hele kısa günlerde veya yorucu bir işte çalışmayan kimseler için, genelde tam acıkmadan yemek olur.
Lüzum yokken, sofrada yemek çeşitlerini arttırmak israftır. Fakat bir yemekten usanıp her birinden biraz yiyerek ibadet yapmak, mesela oruç tutmak, helal kazanmak için çalışmak veya Müslüman kardeşlerine yardım etmek gibi ibadetler için kuvvetlenmek düşüncesiyle veya sofrada misafir bulundurmak niyetiyle olursa, israf olmaz.
Sofraya lüzumundan fazla ekmek koyup, sonra bunları tekrar yemek için kaldırmamak israftır. Yani, yenmeyen ekmek parçalarını atmak ve riya, gösteriş, şöhret için fazla ekmek koymak israf olur.
Nefis yemekleri yemek, kıymetli, yeni elbise giymek, yüksek, büyük binalar yapmak ve dinin haram etmediği daha bu gibi şeyler, helalden kazanıldığı, kibir ve öğünmek için olmadığı zaman israf değildir. Lüzumundan fazla olunca tenzihen mekruh olur. Bir hadis-i şerif meali:
(İstediğini ye, istediğini giy! İnsanı yanlış yola götüren, israf ve tekebbürdür.) [Buhari]
İmam-ı Muhammed Mâsum hazretleri de buyuruyor ki:
Yemekte, içmekte orta yolu gözetmeli. Gevşeklik verecek kadar çok yememeli. İbadet edemeyecek kadar da, az yememeli. Evliyanın büyüklerinden Şah-ı Nakşibend hazretleri, (İyi ye, iyi çalış) buyurdu. İbadet ve iyilik etmeye yardımcı olan her şey, iyi ve mübarektir. Bunlara mani olan her iş yasaktır. (2/110)
Hayra verilen para israf olmaz diyen âlimler varsa da, sadaka vermekte de, israf olabilir. Mesela borcundan çok malı olmayan veya çoluk çocuğu sıkıntıya sabredemediği hâlde, bunların ihtiyacını karşılayacak maldan fazlası bulunmayan veya sıkıntıya katlanamadığı hâlde, kendisi muhtaç olan kimsenin sadaka vermesi israf olur. Ödünç vermekte de böyle israf olur.
İsraftan kurtulmanın yolu, ilacı üçtür:
1- İlimle ilaç: İsrafın zararlarını bilmek ve bunları düşünmektir.
2- İşle, uğraşmakla ilaç: Malı dağıtmamaya gayret etmek ve güvendiği birine bu derdini anlatıp, malına ve harçlarına dikkat etmesini, israfını görünce, kendine hatırlatmasını, hatta zorla önlemesini rica etmektir.
3- İsrafın sebeplerini söküp atmak. İsrafın sebepleri altıdır:
Birinci sebep, sefahattir. Çok kimseyi israfa alıştıran budur. Sefahat, aklın az olmasıdır. Buna sefih denir. Çok kimse, yaratılışta sefih olur. Bu kötü hâlleri, bazı sebeplerle zaman zaman artar. Çalışmadan, alın teri dökmeden eline mal girer, kötü arkadaşlar, bu mala konmak için dağıtmasına, saklamanın, arttırmanın erkeklik, yiğitlik olmadığına kandırır. İsrafa yol açarlar. Bunun içindir ki, kötü arkadaşlardan kaçmakla emrolunduk. Zengin çocuklarının çoğu, böyle israfa alışmakta ve mirasyedi olup çıkmaktadır. Sefahati arttıran bir sebep de, insanların çok saygı göstermesi ve övmesidir. Makam sahiplerinin ve zenginlerin çocukları bu yoldan sefahate düşmektedir.
İkinci sebep, israfı veya çeşitlerini iyi tanımaz. İsraf olduğunu bilmez, hatta cömertlik sanır. Lüzumsuz yere, yasak, zararlı yerlere verilen mal, cömertlik sanılır.
Üçüncü sebep, riya ve gösteriş yapmaktır.
Dördüncü sebep, gevşeklik ve tembelliktir.
Beşincisi, utanıp sıkılmaktır.
Altıncısı, dini kayırmamak, İslamiyet’i gözetmemektir.
Sual: Pahalı kumaşlardan elbise giymek israf ve haram mıdır?
CEVAP
Bazı kimseler, israfın mahiyetini bilmedikleri için, mubah olan birçok içeceğe bile haram demişlerdir. Harama helal, helale haram demek çok tehlikelidir. İsraf haramdır. Fakat kendi görüşüne göre, (Şunlar israf olduğu için haramdır) demek çok yanlıştır. Dinde herkes, kendi görüşünü ortaya koyarsa, insan sayısı kadar din ortaya çıkar. Buna da din değil, felsefe denir. Eğer islam âlimlerinden nakil yapılırsa, fetva verilen kavil seçilirse, sadece bir hüküm meydana çıkar.
Mubah olan işlerde niyet önemlidir. Niyet iyi olursa sevap, kötü olursa günah olur. Fakat haramlar, iyi niyetle de işlense haram olmaktan çıkmaz. Gücü yetenin pahalı kumaştan güzel elbise giymesi caizdir.
(Bahr-ür-raık)da buyuruluyor ki:
(Cemal ile ziyneti birbirine karıştırmamalıdır! Cemal, çirkinliği gidermek vakar sahibi olmak ve şükretmek için nimeti göstermek demektir. Allahü teâlâ cemal sahibi olmayı övmektedir. Cemal için temiz, güzel giyinmek mubahtır. Kibir, gösteriş için giyinmek haram olur.) [Oruç Bahsi]
Vakar için giyinmek
Cemal, çirkinliğe, başkalarının iğrenmelerine, alay etmelerine, hakaretlerine sebep olacak şeyleri yapmamak, bunları izale yani yok etmektir. Ziynet [süs] ise, başkalarını imrendirecek, onlara üstünlük sağlayacak ve övünülecek şeyleri yapmak demektir. Cemal sahibi olmak için bulunduğu yerde âdet olan şeylerden, haram olmayan en iyi elbiseyi giyinmek gerekir. Hazret-i Ömer, (İki çeşit elbiseniz olsun, biri şık, diğeri de mütevazı. Elbisenin şık, temiz olması, insanın şerefinin icabıdır) buyurdu.
İbni Ömer hazretleri de (Nasıl elbise giyineyim?) diye sual soran birine, (Aşağı kimselerin alayına, kültürlü kimselerin de seni ayıplamasına sebep olmayacak bir elbise giy!) buyurmuştur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Güzel giyinin ki, Allahü teâlânın size verdiği nimetlerin eseri görülsün!) [Taberani]
(Allahü teâlâ bir kuluna nimet verdiğinde, o nimetin eserinin o kulun üzerinde görülmesini sever.) [Taberani]
Peygamber efendimiz, perişan kılıklı birine, malının olup olmadığını sordu. O kimse de her çeşit malının bulunduğunu söyledi. Bu kimseye buyurdu ki:
(Allahü teâlâ sana bir mal verince, bu nimetin eseri senin üzerinde görülsün.) [Nesai]
Hikmet ehli buyuruyor ki:
(Öyle bir elbise giy ki, sen ona değil, o sana hizmet etsin!)
Gösteriş için giyinmek
Süs ve gösteriş için giyinmek ise haramdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Süsten kaçınmak imandandır.) [İbni Mace]
(Allahü teâlâ mütevazı elbise giyineni sever.) [Beyheki]
(Süs ve gösteriş için giydiği elbiseyi, üstünden çıkarmadığı müddetçe Allahü teâlâ, ona rahmet etmez.) [Taberani]
(Kibir ve gösteriş için, şöhret sahibi kimselerin giydiği elbiseyi giyineni, Allahü teâlâ, o elbiseleri ile birlikte ateşe atar.) [Ruzeyn]
Görüldüğü gibi süs ve gösteriş için elbise giyinmek haram, cemal için, müslümanlık şerefi için şık giyinmek mubahtır.
Elbise eski de olsa, temiz olmalıdır! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ya Âişe, şu iki elbiseyi yıka, bilmiyor musun elbiseler tesbih eder, kirlenince tesbih etmeleri kesilir.) [İbni Asakir]
Mühim mevkide bulunan veya önemli bir zatın huzuruna çıkan kimsenin şık, temiz elbise giymesi gerekir. Allahü teâlânın huzuruna çıkıldığı zaman buna daha çok dikkat etmelidir! (Her namaz kılarken, süslü, temiz, sevilen elbiselerinizi giyiniz!) mealindeki âyet-i kerime ile (Güzel koku gamı, güzel, temiz elbise kederi azaltır) mealindeki hadis-i şerife uymaya çalışmalı, eski bile olsa temiz elbise giymelidir! (M.Rabbani, Edeb-üd-dünya, Bostan)
Lüks hayat
Sual: Muhtaçların bulunduğu bir ülkede zenginlerin lüks hayat yaşaması, villalar yaptırması israf ve haram değil midir?
CEVAP
Zekâtını fakirlere veren ve alın teri ile helalinden kazanan kimsenin villalar yaptırması haram değildir. Helal ve mübarektir. Tembel oturup, çalışmayıp, fakir kalmak, yahut kazandıklarını haram şeylere verip, basit meskende kalmak uygun değildir. Böyle tembellerin ve malını haramlara israf edenlerin yüzünden, çalışkanlar niçin suçlu olsun! Zekâtını verenlerin köşklerde, villalarda oturmaları, şık giyinmeleri, fennin bulduğu bütün kolaylıklardan faydalanmaları, helaldir. Allahü teâlâ, (Verdiğim nimetleri, kullananları severim) ve (Çalışana veririm) buyuruyor. Çalışıp kazanmak ibadettir. Zenginlik günah değildir. Allahü teâlâ şükreden zenginleri sever. Zengin olduğu için, kendini beğenmek, kendini başkalarından üstün görmek haramdır.
Hazret-i Zübeyr tüccar idi. Medine, Basra, Kufe ve Mısır’da mülkleri, geniş arazileri ve bin hizmetçisi vardı. Gelirlerini fakirlere dağıtırdı, ölünce mirasçılarının herbirine kırkbin dirhem gümüş kaldı.
Hazret-i Talha da çok zengindi, günlük geliri bin altın idi. Şık giyinir, süslü gezerdi. Yüzüğünde çok kıymetli yakut taşı vardı.
Abdurrahman bin Avf hazretleri, ayrılan hanımına, son hastalığında mirasının yirmidörtde birinin verilmesini söylemişti. Buna 83 bin altın verildi.
Hazret-i Osman da zengin tüccardı. Tebük gazasında on bin altın ve mal yüklü bin deve verip Resulullah efendimizin duasına kavuştu.
Bunların dördü de aşere-i mübeşşereden [Cennete gideceği ismen müjdelenen on kişiden] idi.
Zekât ve ganimet ve ticaret sebebi ile Medine’de fakir kimse kalmadı.
Peygamberlerden Hazret-i İbrahim, Hazret-i Davud ve Hazret-i Süleyman çok zengin idi. Zenginlik nimettir. Eshab-ı kiramın fakirlerinden çoğu, zenginler de bizim gibi ibadet ettikten başka, malları ile de hayırlı işler yaparak çok sevap kazanıyorlar diye, agniya-yı şakirine [şükreden zenginlere] imrenirlerdi. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ahir zamanda zengin olmak saadettir.) [İ. Rafii]
Kırılan şeyler
Sual: Kırılan şey belayı önlermiş. Kırılmazsa, kırmak mı gerekir?
CEVAP
Belayı önlemesi doğrudur. Fakat kırmak israftır.
Suyu boşa akıtmak
Sual: Kışın, banyo ısınsın diye sıcak suyu boşa akıtıyoruz. Bu israf oluyor mu?
CEVAP
Böyle bir ihtiyaçtan dolayı yapılınca israf olmaz. Mümkünse boşa akıtmayıp bir kovaya almalı, o suyu başka işte kullanmalıdır.
İsraf mı, cimrilik mi?
Sual: İki arkadaştan biri, diğerine (Sen cimrisin) dedi. Öteki de (Sen de müsrifsin) dedi. Birincisi, (İsraf cimrilikten daha kötü) dedi. İkincisi (Cimrilik israftan kötüdür) dedi. Dinimizde hangisi daha kötüdür?
CEVAP
Bazılarına göre cimrilik daha kötüdür. Mesela zenginin cimri olması daha kötüdür. Fakir cimrilik etse de, o kadar zararı olmaz. Zenginin israf etmesiyle fakirin israf etmesi de aynı olmaz. Duruma göre her ikisi de kötüdür.
Cimri, malı harcamıyor, mal kullanılmadığı için işe yaramıyor. Müsrif, malı boşa harcıyor, yok ediyor, netice de onunki de işe yaramıyor. Cimri, kendine yazık etse de, malı mirasçısına falan kalabilir, yani bir faydalanan çıkabilir. Hırsız bile çalsa, cimri ahirette çalınan malın karşılığını alır. Hayvan yese sadaka olur.
Cimriliğin daha çok kötülenmesi, insanlardan çoğunun mal biriktirmeye meyilli olmasındandır. Kur’an-ı kerimde israf edenlerin şeytana, Firavun’a ve Hazret-i Lut’un kötü kavmine benzetilmesi ve Allahü teâlânın bunları sevmemesi, bunlara sefih demesi ve ahirette azap çekmeleri, dünyada aşağı, muhtaç duruma düşmeleri ve pişman olmaları, israfın zararlı olduğunu göstermektedir. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(İsraf ve kibirden sakının!) [Buhari]
İsraf kibirle beraber zikredilmiştir. Demek çok kötü ki, kibir gibi büyük bir günahla beraber söyleniyor.
İsrafın kötü olmasının birinci sebebi, malın kıymetli olmasıdır. Mal, Allahü teâlânın verdiği bir nimettir. Âhireti kazanmak, malla olur. Dünya ve âhiret, malla intizam bulur, rahat olur. Hac, cihad sevabı malla kazanılır. Bedenin sıhhat, kuvvet bulması, malla olur. Başkasına muhtaç olmaktan insanı koruyan maldır. Sadaka vermek, akrabayı dolaşmak, fakirlerin imdadına yetişmek malla olur. Mescidler, okullar, hastaneler, yollar, çeşmeler, köprüler yaparak insanlara hizmet de malla olur. (İnsanların en iyisi, onlara faydası çok olanıdır) hadis-i şerifi de, malın önemini bildiriyor. İnsanlara yardım etmek için çalışıp para kazanmak, nafile ibadet etmekten daha çok sevabdır. Cennetin yüksek derecelerine malla kavuşulur. Mal kıymetli olunca, onu israf etmek elbette kötüdür. İsraf kötü diye cimrilik de yapmak yanlış olur. İslamiyet orta yoldur. Aşırılıklardan uzak durmak gerekir. İsraf ifrat, cimrilik tefrittir. İkisinden de uzak durmalı, cömert olmalıdır.
Haram ve israf
Sual: İçki ve genelev gibi haram bir şeye para verilirse, ayrıca israf da olur mu?
CEVAP
Evet, israf da olur. İsraf ise haramdır. (Hadika)
Birkaç ayakkabısı olmak
Sual: Bir erkeğin yazlık kışlık gibi birkaç ayakkabısı olması israfa girer mi?
CEVAP
Ayakkabının birkaç tane olması erkek için israf olmaz. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ayakkabılarınızı çoğaltın! Erkek, ayakkabı giydiği sürece binekli sayılır.) [Müslim]
İsraf, malı helak etmektir
Sual: İsraf etmek ne demektir ve neler ne şekilde yapılırsa israf olmaktadır?
Cevap: İsraf, malı helak etmek, faydasız hale getirmek, dine ve dünyanın mubah olan işlerine faydalı olmayacak şekilde sarfetmektir. Malı denize, kuyuya, ateşe ve elden çıkmasına sebep olan yerlere atmak, onu helak etmektir. Kullanılmayacak hale sokmak, kırmak, kesmek, ağaçtan meyveyi toplamayıp çürütmek, tarlayı hasat etmeyip, ekinin helak olması, hayvanları soğuktan, düşmandan korunacak yere koymamak ve soğuktan, sıcaktan ve açlıktan ölmelerini önleyecek kadar yedirmemek ve örtmemek de, helak etmektir ki, bunların hepsi israf olmaktadır.
Herkesçe bilinmeyen, hatırlatılması lazım olan israflar da vardır. Mesela, meyve ve ekin toplandıktan sonra, bunları iyi saklamayıp kendiliklerinden bozulmaları veya nem alarak, çürümeleri veya kurt, güve, fare, karınca ve benzeri canlıların yemeleri hep israftır. Ekmek, et, et suyu, peynir gibi gıdaların ve hurma, karpuz, soğan gibi meyvelerin ve kuru incir, kuru üzüm, zerdali gibi kuru meyvelerin ve buğday, arpa, mercimek gibi hububatın ve elbise, kumaş, kitap gibi eşyanın, böylece, israf edildikleri çok görülmektedir.
Yemek artıklarını dökmek, çatalı, kaşığı, tabağı, tası ekmekle veya parmakla sıyırıp yemeden önce, kapları ve parmakları yıkamak ve silmek israftır. Sofra bezi ve masa üstüne düşen ekmek ve yemek kırıntılarını toplamayıp atmak da israftır. Bu kırıntıları toplayıp kedi, köpek, koyun, sığır, karınca, kuş, tavuk gibi hayvanlara yedirmek israf olmaz. Hadis-i şerifte;
(Şeytan, her işinizde sizinle beraber bulunur. Hatta, yemekte bile. Birinizin lokması düşerse, onu alıp tozunu temizleyip yesin. O lokmayı şeytana bırakmasın! Yemek sonunda parmağını yalasın! Çünkü, bereketin hangi lokmada olduğu bilinmez) buyuruldu.
Düşen lokmayı alıp yemek, yemek tabaklarını sıyırmak, insanı israftan kurtardığı gibi, kibir ve riyayı giderir, berekete kavuşturur. Mevcuttan istifadeye ve gelecek nimetin artmasına sebep olur. Fasulye, pirinç, nohut gibi şeyleri yıkarken dökmek ve dökülenleri toplamamak israftır. Elbise, çorap, ayakkabı gibi giyim eşyasını iyi kullanmayıp, çabuk eskitmek, onları yırtmak, yıkarken suyu, sabunu çok harcamak, lambayı, mumu, elektriği, hava gazını boş yere yakmak, hep israftır.
Kendi malını ateşte yakmak
Sual: Bir kimse, kendi kazandığı malı, dilediği gibi harcayabilir, istediğini yapabilir mi?
Cevap: Bir kimsenin, malını kendisi için kullanmadığı zaman, hakkı, yani lüzumu olmayan yere, az da sarf etmesi israf olur. Mesela, malı ateşte yakmak, denize atmak böyledir. Lüzumu olan yere, lüzumundan fazla vermek de israf olur. Mesela, çoluk çocuğuna ihtiyaçlarından fazla şeyler vermek israf olur. İhtiyaç, İslâmiyetin gösterdiği miktarlar ile ve memleketin âdetine göre belli olur. Görülüyor ki, bir kimsenin, malını sarf edeceği, harcayacağı yerleri ve kendi malındaki başkalarının hakkını öğrenmesi lazımdır.
İnsanın, kendi malında bulunan, başkasının hakkını ödemesi, israf değildir. Bu hakların en mühimi, zekâttır.
Sual: Bir kimse, kendi parasından, yemede, içmede, giyinmede istediği gibi harcama yapabilir mi?
Cevap: Bir kimsenin, kendi bedeni için, yemekte, içmekte, giyinmekte, ev kurmakta, tabiatının çektiği şeye, ihtiyacından fazla harcaması, israf olur. Mesela bir şeyi yemek, içmek isteyince, doyduktan sonra, fazlası israf olur. Bunun küçük günah olduğu, Redd-ül-muhtârda bildirilmektedir.
Sual: Bir kimse, ekmeğin içini yiyip, sert, kabuk kısmını yemeyip atarsa, israf mı olur?
Cevap: Ekmeğin pişkin yerini ve içini yiyip, kenar ve kabuklarını yemeyip atmak israf olur. Bırakılan kısımları başkası veya hayvan yerse, israf olmaz.
Her istediğini yemek israf mıdır?
Sual: Bir kimsenin, canı çektiği her yiyeceği, içeceği, yemesi ve içmesi israf olur mu?
Cevap: Her istediğini yemek de israftır. İbni Mâce, imâm-ı Beyhekî ve Abdullah ibni Ebiddünyâ hazretleri kitaplarında, Enes bin Mâlik hazretlerinin, Resûlullah efendimizin;
(Her istediğini yemek israftandır) buyurduğunu naklediyorlar.
Günde iki kere ve her istediğini yemenin israf olması, doyduktan sonra veya hazım, sindirim olmadan, acıkmadan tekrar yemek israf olur demektir. Çünkü, gündüz ikinci olarak yemek, hele kısa günlerde ve çalışmayan kimseler için, çok kere, tam acıkmadan yemek olur. Bir sofrada, her istediğini yemek de, doyduktan sonra yemek olur. Bildirilen iki hadîs-i şerifte, israf olduğunu açıkça anlatmadığından, israfa, harama teşbih, benzetme buyurulması da mümkündür.
Fakat, bir yemekten usanıp her birinden biraz yiyerek ibadet yapmak mesela oruç tutmak, helal kazanmak için çalışmak veya Müslüman kardeşlerine yardım etmek gibi ibadetler için kuvvetlenmek düşüncesi ile veya sofrada misafir bulundurmak niyeti ile olursa, israf olmayacağı, Hulâsa kitabında ve başka kitaplarda yazılıdır. Kitapların sözü, yemek çeşitleri, yalnız bu iki sebeple arttırılabilir demek değildir. Ziyan etmedikçe ve başka bozuk niyet ile olmadıkça, lezzet ve zevk için arttırmak da caiz olduğunu, A'râf sûresinin 31. âyeti ve Mâide sûresinin 90. âyeti göstermektedir. Bu iki âyet-i kerimeye dayanarak, âlimlerimiz, her çeşit meyve yiyerek lezzet almaya caiz demişler ve Resûlullah efendimizin çeşitli meyve yediğini haber vermişlerdir. Abdullah ibni Abbâs hazretleri için buyurulan;
(İstediğini ye, istediğini giyin! İnsanı yanlış yola götüren, israf ve tekebbürdür) hadîs-i şerifi, Buhârîde yazılıdır.
Sual: Bir kimsenin, kendi elbisesini yırtması, yakması, günah işleyenlere para, mal vermesi de israf olur mu?
Cevap: Bu konuda Hadîka kitabında buyuruluyor ki:
“Başkasının malını helak etmek, zulüm olur. Ödemek lazım olur. Kendi malını helak etmek ise, israf olur. Günah işlemek için ve günah işlenilmesi için verilen mal ve paralar da israf olur.”
Alışverişte aldanmak da israftır
Sual: İsraf sadece yemede içmede mi olur yoksa başka şeylerde de israf olabilir mi?
Cevap: Malı kıymetinden aşağı fiyatla satarak veya kiraya vererek ve kıymetinden yukarı fiyatla satın alarak veya kiralayarak aldanmak israf olur. Aldanarak alış verişe zaruri ihtiyaç olursa veya yardım, sadaka gibi niyet ile böyle yaparsa israf olmaz. Meyyitin kefenini miktar ve cins bakımından, İslâmiyette bildirilenden fazla yapmak israftır. Abdullah ibni Ömer hazretleri şöyle naklediyor:
“Sa'd ibni Ebî Vakkâs hazretleri abdest alırken, Resûlullah efendimiz gördü.
-Ya Sa'd! Suyu niçin israf ediyorsun? buyurdu.
-Abdest alırken de israf olur mu dedikte;
-Büyük nehirde de olsa, abdestte fazla su kullanmak israf olur buyurdu.”
Acıkmadan önce, günde ikinci defa yemek, israftır. Ahmed Ebû Bekr-i Beyhekî hazretleri kitabında;
“Hazret-i Aişe buyuruyor ki, günde ikinci defa yemek yiyordum. Resûlullah efendimiz görünce;
-Ya Aişe! Yalnız mideni doyurmak, sana her işten daha tatlı mı geliyor? Günde iki kere yemek de israftandır. Allahü teâlâ, israf edenleri sevmez! buyurdu.”
Hâdimî merhum, burayı şöyle açıklıyor:
“Resûlullah efendimiz, hazret-i Aişenin ikinci yemeği, acıkmadan yediğini anlayarak böyle buyurmuştu. Yoksa, kefaretler için, günde iki kere yedirmek lazım olduğu meydandadır.”
Sofraya lüzumundan fazla ekmek koyup, sonra bunları, tekrar yemek için kaldırmamak israftır. Yani, yenmeyen ekmek parçalarını atmak ve riya, gösteriş, şöhret için fazla ekmek koymak israf olur.
Nefis yemekleri yemek, kıymetli, yeni elbise giymek, yüksek, büyük binalar yapmak ve dinin sahibinin haram etmediği daha bu gibi şeyler, helalden kazanıldığı, kibir ve öğünmek için olmadığı zaman israf değildir. Lüzumundan fazla olunca tenzihen mekruh olurlar. Ahireti kazanmak isteyenlere, lazım olan ile kanaat edip, fazlasını sadaka vermek yakışır.
.
İstişarenin önemi
|
Sual: İstişarenin dindeki yeri nedir?
CEVAP
Bir iş yaparken ehline sormaya "meşveret" veya "istişare" denir. İstişare sünnettir. Kur'an-ı kerimde mealen, (Yapacağın işi önce meşveret et!) buyuruluyor. (Al-i İmran 159)
İyi kimseler övülürken de (İstişare ederek iş yaparlar) buyuruluyor. (Şura 38)
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(İstişare, pişmanlığa karşı kaledir.) [İ. Maverdi]
(İstihare eden, mahrum kalmaz, istişare eden pişman olmaz.) [Taberani]
(İnsanı pişman eden, kendi görüşündeki ısrardır.) [İ. Maverdi]
(Kendi düşüncenize göre hareket etmeyin!) [Taberani]
(Yapacağı işi ehli ile istişare edene, o işin en güzeli nasip olur.) [Taberani]
Hazret-i Âdem, “İşlerinizi istişare ile yapın. Eğer ben, yasak meyve konusunda meleklerle istişare etseydim, musibete maruz kalmazdım” buyuruyor. İstişare edilecek kimsede şu vasıflar bulunmalıdır:
1- Akıllı olmalı! Akıllı ile istişare galibiyet, ahmakla istişare mağlubiyet denilmiştir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Akıllıya danışıp onu dinleyen, doğruyu bulur, dinlemeyen pişman olur.) [İ. Maverdi]
2- Tecrübeli, işinin ehli olmalı! Çünkü, her şey akla, akıl da tecrübeye muhtaçtır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Tedbirli kimse, işinin ehli olana danışıp, ona göre hareket eder.) [Ebu Davud]
Hazret-i Lokman Hakim de buyurdu ki:
(Yapacağın işi, daha önce bunu denemiş, tecrübeli kimseye danış! Çünkü o, kendisine pahalıya mal olmuş doğru görüşleri sana bedava verir.) [İ. Maverdi]
3- İlim sahibi ve salih olmalı! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Salih olan âlimlerle istişare edin!) [Taberani]
Hazret-i Ömer, (Allah’tan korkanlarla istişare edin) buyurmuştur.
4- Dost olmalı! Dost olmayan kimseler, yanlış bilgi verebilir.
5- Fikri kuvvetli, sıhhatli olmalı! Düşüncesi dağınık, kaygılı kimselerin görüşü isabetli olmaz.
Danışılacak kimsenin, insanların hâlini, zamanın ve ülkenin şartlarını bilmesi gerekir. Bundan başka, aklı, fikri kuvvetli, ileriyi gören ve hatta sıhhati yerinde olan kimselerle istişare edilir. Böyle vasıflara haiz olmayan kimselerle istişare etmek günah olur. Peygamber efendimiz eshabı ile istişare eder, bazen bir iş için, akıl, takva, hikmet ve tecrübe sahibi on kişiye danışırdı.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İstişare edilen, güvenilen kişidir, kendisine layık gördüğünü başkasına tavsiye eder.) [Taberani]
(Danışana, bilerek yalan söyleyen ona hıyanet etmiş olur.) [İbni Cerir]
(Danışan yardıma kavuşur. İstişare edilen emindir.) [Askeri]
(Danışılan, güvenilir kimsedir. Biliyorsa söyler, bilmiyorsa sükut eder.) [Kudai]
İstişare ile yapılan iş, hatalı görünse de, sormadan yapılandan üstündür.
İstişare sünnettir, danışan dağı aşar,
Danışmayan zavallı, düz yolda bile şaşar.
Bilmemek ayıp değil, sormamak ayıp olur,
Ehline soran kişi, hakiki yolu bulur.
Meşveretin Türkçesi, ehline danışmaktır,
Başlamadan bir işe sebebe yapışmaktır.
İstişare edenler, hiç pişman olmaz elbet
Danışacak bir yerin varsa ne büyük nimet
Şaşkınlık içindesin, sendeki bu çile ne?
Eğer bin bilsen bile, sormalısın bir bilene
İstişare sünnettir
Sual: Allahü teâlâ yapacağımız işleri danışarak yapmamızı emrediyor. Danışarak iş yapmak farz mıdır? Hangi işi kimlere sormak gerekir?
CEVAP
İstişare, yani danışmak sünnettir. Unutulmuş, sünnetleri meydana çıkarmak çok sevaptır. Danışmak insanı pişman olmaktan koruyan bir kale gibidir.
Danışılacak kimsenin, insanların halini, zamanın ve ülkenin şartlarını bilmesi gerekir. Buna siyaset bilgisi denir.
Bundan başka, aklı, fikri kuvvetli, ileriyi gören ve hatta sıhhati yerinde olan kimselerle istişare edilir. Böyle vasıflara haiz olmayan kimselerle istişare etmek günah olur. Gerek din ve gerek dünya işlerinden bilmeden hüküm verene melekler lanet eder.
Bilinen şeyde istişareye lüzum yoktur. Fakat bildiğimizi zannettiğimiz nice şeyleri bilmediğimiz meydana çıkıyor.
Bir iş, neticesine göre ölçülür. Sonu hayırla mı, yoksa şerle mi biteceğini bilemeyiz. Olmasını şiddetle arzu ettiğimiz bir iş, bizim için çok tehlikeli olabilir. Aksine olmamasını istediğimiz bir iş, bizim için çok hayırlı olabilir.
Yukarıda vasıflarını bildirdiğimiz salih kimselerle istişare edince, verdikleri cevap pek aklımıza yatmasa da o işi yapmamız gerekir. Çünkü ehli ile danışılarak yapılan işin neticesi hayırlı olur. Onun için (Danışan dağı aşmış, danışmayan düz ovada yolu şaşırmış) dedikleri gibi, (Meşveretsiz yapılan şeyden hayır gelmez) de demişlerdir. (Şir’a)
Kendi görüşünde direnen kişi bir başka fikre muhtaç olmaktan kendisini hiçbir vakit kurtaramaz. Danışma yolunu benimseyen kişi ise helakten korunmuş olur. Hikmet ehli buyuruyor ki:
"İstişare, doğru yolu bulmanın tâ kendisidir! Her kim ki, kendi görüşünü beğenip başkası ile istişareye muhtaç olmadığını düşünse ve müşavereye lüzum görmese elbette yapacağı işte hata meydana gelir."
İşlerinde güçlükle karşılaşırsan akıllı kişilerin görüşlerine müracaat et. İstişareden kaçınma! Kendi görüşünle baş başa kalıp pişmanlık duymaktan elbette daha çok iyidir.
İdarede istişare şekli
Sual: İdareci, kendileri ile istişare edilecek kişilerin hepsi ile bir araya gelerek mi, yoksa her biri ile ayrı ayrı mı istişare etmesi daha uygundur?
CEVAP
Arap, Fars ve Hind hükümdarları toplu danışmayı, yani hep bir araya gelerek istişare olunmasını tercih etmişler, "Topluca bir araya gelinerek istişare olunmalıdır. Çünkü herkes kendi görüşünü açıklar. Karşılıklı itiraz, tenkit ve tartışmalar olur. İddialar ispat edilir. Ve en isabetli olan görüş herkesin oybirliği ile kabul edilir. Böyle istişare genellikle hatadan uzak kalır" demişlerdir.
Rum ve Mısır hükümdarları ise münferit olan danışmayı tercih etmişler, "Tek başına olan kişi mesele hakkında zihninde beliren çözüm şeklini, hiçbir etki altında kalmadan ortaya koyar. Böylece ayrı ayrı bütün danışmanların kendine has görüşleri, idareci tarafından alınmış olur. Halbuki toplu danışmada kişilerden birinin ortaya attığı fikir, diğer kişileri etkisi altında bırakır ve ötekilerin ona uyma ihtimali belirir. Bu suretle herkesin o meseleye ait fikrinin ortaya çıkması imkanı kalmaz" demişlerdir.
Türk hakanları ise, duruma göre hareket edilmesini tercih etmişler, önce, teker teker herkesin görüşünü almalı, sonra da hepsini toplayarak birlikte istişare olunmalıdır demişlerdir.
İdare, bir bahçeye benzer. Bahçe sahibi gece gündüz o bahçenin bakımına, geliştirilmesine ne kadar dikkat ederse ve bu ne derece gerekli ise idarenin devamlı bir şekilde terbiyesine dikkat etmek gerekir. Bahçe sahibi, bahçede meydana gelen işe yaramaz dikenleri, çalıları ayıklar; bunları bahçenin etrafını çeviren sınıra, duvarlara yerleştirir. Böylece bahçedeki zararlı ot ve dikenler temizlenerek mahsulün verimli olmalarına sebep olur. Ayrıca dışarıdan bahçeye gireceklere mani olur.
Not: İstişare toplantısının mübarek olması için, Mehmed isminde birinin bulunması iyi olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Meşveret için toplananların arasında Muhammed isimli biri yoksa, o toplantı mübarek olmaz.) [İbni Asakir]
İdarecinin istişaresi
Sual: Bir kimse veya bir idareci istişare ettikleri kimselerin görüşlerine aynen uyması gerekir mi?
CEVAP
İstişare, bir işi yaparken o işin ehli olan kimselerin görüşlerini almak demektir. İstişare ettikten sonra, istişare ettiği kimselerin görüşlerine uyma zorunluluğu yoktur. Hangi görüş aklına yatarsa ona uyar. İstişare edilen kimselerin, (Bizim görüşümüzü aldı, fakat bizim dediklerimize uymadı) demeye hakları olmaz.
Bunun bir örneği Eshab-ı kiram zamanında yaşanmıştır. Hazret-i Ebu Bekir halife iken, mürtedlerle savaş etmeye karar verince, Hazret-i Ömer, istişare edilmesini teklif etti. Hazret-i Ebu Bekir de, ileri gelenlerle istişare etti. Müşavere heyetindekiler, çeşitli makul sebepler yüzünden savaşmayı uygun görmediklerini belirttiler. Şayet savaşılırsa da, askerlerin yarısının şehirde kalıp, şehrin emniyetini sağlaması gerektiğini söylediler. Hazret-i Ebu Bekir, hepsini dinledikten sonra, (İstişare yapılmıştır, savaşa karar veriyorum, tek kişi kalmadan askerlerin hepsinin de savaşa gitmesini emrediyorum) buyurdu. Eshab-ı kiram, kendi görüşlerine aykırı karar alınmasına en ufak bir tepki göstermediler. Çünkü istişare sonunda bu karar verilmiştir. Onun için, idareciler, bizimle görüşüp de bizim düşüncemize aykırı hareket ederlerse, tepki göstermemiz caiz olmaz.
Emir üzerine bütün ordu, savaş meydanında toplandı. Düşman ordusu, yerin göğün askerlerle dolu olduğunu görünce, bunların, en az yarısı da şehirde nöbet bekliyordur diyerek barış teklifinde bulunmaya, istenileni vermeye mecbur kaldı. Böylece Hazret-i Ebu Bekrin basireti, yüksek deha sahibi olduğu bir kez daha meydana çıktı. Müslümanlar arasında birlik beraberlik bozulmadan kâfirlere karşı savaşsız galibiyet kazanıldı.
İstişare herkesle yapılmaz
Sual: İstişare ettiğimiz kimse yanlış cevap verirse, istişarenin ne faydası olur?
CEVAP
İstişare, herkesle yapılmaz. O işin ehli olanla yapılır. Bir iş, salih olan ehliyle istişare edilirken, soran Allah rızası için sorar, cevap veren de Allah rızası için ihlâsla cevap verirse, cevap yanlış bile olsa, Allahü teâlâ o işin neticesini hayra çevirir, yani o iş mutlaka hayırla sonuçlanır.
Hikmet ehli buyuruyor ki:
Salihlerden sormaktan utanma ve onlardan yardım istemekten çekinme! Hep kendi düşüncesiyle hareket eden, doğruyu göremez. Akıllı ile istişare galip olmaktır, ahmakla istişare mağlup olmaktır. Her sanatı ehlinden öğren, her işi de ehline danış!
Hanımla istişare
Sual: Kadınlarla istişare etmekle ilgili hadis var mıdır?
CEVAP
Evet, vardır. Bahsedilen hadis-i şerif istişarenin önemini bildiriyor. Kadınlar genelde hisleriyle karar verirler. Onun için bunların söylediklerini ihtiyatla karşılamak gerekir. Kimse bulunmazsa, kadınlarla da istişare etmeli; ama hisleriyle konuşuyorsa ihtiyatla karşılamalıdır. Yine de onlarla istişareden uzak durmamalıdır.
Sor kurtul!
Sual: (Sor kurtul!) deniyor. Bilinen, faydalı ve iyi şeyleri de mi sormak gerekiyor?
CEVAP
Evet bilinen, faydalı ve iyi şeyleri de sormak gerekir. İstişare demek, mubah şeyleri yapayım mı, yapmayayım mı diye sormaktır. İstişare çok önemlidir. Kur'an-ı kerimde iyiler övülürken, (İstişare ederek iş yaparlar) buyuruluyor. (Şura 38)
Dinimizde üç beş kişi bir araya gelince, birini emîr yani başkan seçmek sünnettir. Emire tâbi olmak ise vacib yani farzdır. Emir seçilen kimse diğerlerinden üstün olmayabilir. Üstün olması şart değildir, çünkü Peygamber efendimizden üstün hiç kimse yoktu. Ama Allahü teâlâ ona, (Yapacağın işi önce meşveret et!) buyuruyor. (Al-i İmran 159)
Danışılacak kimsenin, insanların hâlini, zamanın ve ülkenin şartlarını bilmesi gerekir. Bundan başka, aklı, fikri kuvvetli, ileriyi gören ve hatta sıhhati yerinde olan kimselerle istişare edilir. Böyle vasıflara haiz olmayan kimselerle istişare etmek günah olur. Peygamber efendimiz, Eshabı ile istişare eder, bazen bir iş için, akıl, takva, hikmet ve tecrübe sahibi on kişiye danışırdı.
Mubah olan her işimizi emîre danışmalıyız. Özellikle evlilik, eğitim, ev ve araba almak gibi işlerimizi mutlaka danışmalı, verilen cevaba göre hareket etmeli. En basiti, bir ayakkabı alırken bile, hangi mağazadan almalıyım, rengi, biçimi ne olmalı diye sormanın bile mahzuru olmaz. Sormakla onu rahatsız etmiş olmayız. Kendimizi soru sormaya alıştırmalıyız. Ev alacaksak ev almanın uygun olup olmayacağını, uygunsa hangi şehirden, hangi mahalleden almak gerektiğini sormalı. Evlenirken hiçbir şart ileri sürmeden kimi uygun görürse onunla evlenmeli. Eğer sorup da cevaba uygun hareket edilmeyecekse hiç sormamak, daha az hatalı olur.
Emîr olan, sorulan sorulara, soranın âhiretini düşünerek cevap verir. (Soran Allah rızası için sorar, cevap veren de Allah rızası için cevap verirse, cevap yanlış görünse de, Allahü teâlâ onu hayra çevirir) buyuruluyor. Onun için istişaresiz iş yapmamalıdır.
Kendi görüşünde ısrar
Sual: Danışmadan, kendi aklına uyarak hüküm vermenin, kendi görüşünde ısrar etmenin dindeki hükmü nedir?
CEVAP
İstişare etmeden, kendi görüşüne uyanın sonu felakettir. Çünkü Peygamber efendimiz "sallallahü aleyhi ve sellem", (Kendi görüşünde ısrar eden hüsrana uğrar) buyurmuştur. (Şir’a şerhi)
İmam-ı Ebu Yusuf'un yüzüğünde, (Men amile bi-re’yihi nedime) yazılıydı. (Ehline danışmadan, kendi görüşüyle hareket eden pişman olur) demektir. Kendi görüşünde ısrar etmeyip, istişarenin, ehline sormanın önemini bildirmektedir. Hele Kur’an-ı kerimden kendi anladığına uymak daha büyük felakettir. Bir hadis-i şerifte, (Kur'an-ı kerimi kendi görüşüyle açıklayan kâfir olur) buyuruluyor. (Deylemî)
(Benim görüşüm doğrudur) diye ısrar etmek, hakkı kabul etmemek, inat olur. İki hadis-i şerif:
(Allahü teâlânın en sevmediği kimse, hakkı kabul etmemekte inat edendir.) [Buhârî]
(Bilmediği konuda inat edene, inadından vazgeçene kadar Allahü teâlâ gazap eder.) [İbni Ebi'd-dünya]
Sual: Kendisine, bir konuda danışılan kimsenin, güvenilir olması, söylenenleri başkasına anlatmaması gerekmez mi?
Cevap: Mümin, herkesin malını, canını emniyet ettiği kimsedir. Emanet ve hıyanet, malda olduğu gibi, sözde de olur. Hadîs-i şerifte; (Meşveret edilen kimse emindir) buyuruldu. Yani onun doğruyu söyleyeceğine ve sorulanı başkalarından gizleyeceğine emanet olunur, güvenilir. Onun, doğru söylemesi vaciptir. İnsan, malını, emniyet ettiği kimseye bıraktığı gibi, doğru söyleyeceğine emin olduğu kimse ile istişare eder, danışır.
.
Kalp kırmanın günahı
|
Sual: Kalb kırmanın dindeki önemi nedir?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Kalb, Allahü teâlânın komşusudur. Allahü teâlâya kalbin yakın olduğu kadar hiçbir şey yakın değildir. Mümin olsun, asi olsun, hiçbir insanın kalbini incitmemelidir. Çünkü, asi olan komşuyu da korumak lazımdır. Sakınınız, sakınınız, kalb kırmaktan pek sakınınız! Allahü teâlâyı en ziyade inciten küfürden sonra, kalb kırmak gibi büyük günah yoktur. Çünkü, Allahü teâlâya ulaşan şeylerin en yakın olanı kalbdir. İnsanların hepsi, Allahü teâlânın köleleridir. Herhangi bir kimsenin kölesi dövülür, incitilirse, onun efendisi elbette gücenir. Her şeyin biricik Maliki, sahibi olan efendinin şanını, büyüklüğünü düşünmelidir. Onun mahlukları, ancak izin verdiği, emir eylediği kadar kullanılabilir. İzni ile kullanmak, onları incitmek olmaz. Hatta, onun emrini yapmak olur. (C.3, m.45)
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin vasiyetnamesinin son satırı ise şöyledir:
Hiç kimsenin kalbini incitmeyin.
Sual: Üzmek,kalb kırmak mı?
CEVAP
Hakaret ederek üzmek kalb kırmak olur. Her üzücü şey, kalb kırmak olmaz.
Sual: Kalb kırmanın hükmü nedir?
CEVAP
Kalb kırmak gibi büyük günah yoktur. (Mektubat-ı Rabbani 3/45)
Kalb, sırça sarayına benzer. Yani, çok ince camdan yapılmış bir kâse gibidir. Kırılırsa bir daha yapılması çok zordur. Hele salihlerin kalbinin kırılmasından, arş-ı ilâhî titrer.
Kalb kırmanın günahı
Sual: Kalb kırmanın Kâbe’yi yetmiş defa yıkmaktan daha büyük günah olduğu hadiste bildiriliyor. Biz belki yüzlerce insanın kalbini kırıyoruz. O zaman bizim halimiz ne olacak? Binlerce Ehl-i sünnet kitabı dağıtıyorum, namazlarımı kılıyorum. Bu hizmet ve ibadetlerim boşa mı gidiyor?
CEVAP
Büyük zatlar, (Tek bir kalb kırmak, kazanılan bütün sevabları yok eder) buyuruyorlar. Büyük günahlar, çoğaldıkça, birçok sevabımızı alıp götürür. Dinimizde günahtan kaçmak, sevab kazanmaktan önce gelir. Bir farzı işlerken haram da işlenecekse, o farz yapılmaz, tehir edilir. Mesela bir kadının mahremsiz hacca gitmesi haramdır. Hacca gitmek de, ona farz iken, yaptığı hacdan sevab alamaz. Bu bakımdan, âhirette iflas etmiş duruma düşmemek için, günahlardan, özellikle kalb kırmaktan çok sakınmalıdır.
.
Kanaat etmek
|
Sual: Kanaat edilmesi söyleniyor. Kanaat ne demektir?
CEVAP
Kanaat, çalışmayıp tesadüfen önüne çıkanı kullanmak, başka bir şey aramamak demek değildir. Kanaat, bileğin emeği, alın teri karşılığı kazanılana razı olmak, başkasının kazancına göz dikmemek demektir. Başkasının daha çok kazandığını görünce, onu kıskanmamak, onun gibi çok çalışmak demektir.
Kanaat demek, ihtiyacından fazla kalan kazancını bir yere yığmayıp, İslamiyet’in emrettiği hayırlı yerlere vermek; fakirlere, kimsesizlere, hastalara; cihad edenlere yardım etmek demektir.
Kanaat, böylece iyi ahlakın kaynağı olduğu gibi, insana mahrumiyetler içinde kaldığı zaman saadet temin eden sarsılmaz bir kale gibidir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kanaat eden, en çok şükredenlerden sayılır.) [İbni Mace]
(Kıyamette “Şükredenler gelsin!” diye seslenilir. Onlar bir bayrak altında Cennete girer. Bunlar, darlık ve genişlikte, her hâl-ü kârda Allahü teâlâya şükredenlerdir.) [İ.Gazali]
Sual: Bazıları İslamiyet’i bir lokma, bir hırka sözü ile kanaat etmekle suçlamaktadır. Böylece dinin çalışmaya mani olduğunu söylüyorlar. Dinimiz çalışmayı emretmiyor mu?
CEVAP
Evet din, kadere inanmak ve kanaat etmektir. Fakat kader, çalışmamak, fazla istememek değildir. Kader, insanların ne yapacağını, Allahü teâlânın önceden bilmesi demektir. Allahü teâlâ, çalışmayı emrediyor. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Cihad edenler, çalışanlar, uğraşanlar, oturduğu yerde ibadet edip cihad etmeyenlerden daha üstündürler, daha kıymetlidirler.) [Nisa 95]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Çalışıp kazananları Allahü teâlâ sever.) [Beyheki]
(İki gün bir derecede bulunan, ilerlemeyen aldandı.) [Beyheki]
(İşlerinizi yarına bırakmayınız. Sonra yok olursunuz.) [İ. Gazali]
(Yabancı dil öğrenin. Düşmanın şerrinden böylece kurtulursunuz!) [Faideli Bilgiler]
Müslümanlık, çalışıp kazanmayı emrediyor. Kanaat demek, bir hırkaya razı olup tembel oturmak demek değildir. Müslümanlar, asla böyle değildir. Kanaat demek, kendi kazandığına razı olup, başkasının kazancına göz dikmemek demektir.
Kanaat, sinir hastalıklarını önleyen, geçimsizliği, düşmanlığı gideren, cemiyetlerin düzenlerini sağlayan bir faktördür. Kanaat, İslamiyet’in dünyaya yayılmasını, ilim ve fen abideleri kurmayı sağlamıştır. (Çalışan kazanır) ve (Herkes yaptığını bulur) meal-i âlisinden olan âyet-i kerimeler ile (Allahü teâlâ çalışıp kazananları sever) ve Münavideki (Allahü teâlâ çalışmayan gençleri elbette sevmez) gibi, nice hadis-i şerifler, çalışıp ilerlemeyi mi, yoksa uyuşukluğu mu emrediyor?
Müslümanların kurduğu Emevi, Abbasi, Gaznevi, Hind Timurları ve Endülüs ve Osmanlı medeniyetleri, çalışkanlığı mı, yoksa uyuşukluğu mu gösteriyor?
Bir dervişin, bir lokma, bir hırka sözü, Kur'an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin emirlerini değiştirebilir mi?
Kendi hâlinden memnun olmak
Sual: İçinde bulunduğu hâlden şikâyet etmeyen, bunu kabullenen, kimseyi şikâyet etmeyen kimse, kanaat sahibi mi demektir?
Cevap: Her günkü hâlinden memnun olmak, her hâlinden Allahü teâlâya şükür ve hamdetmek, kanaat sahibi olmak demektir. Kendinden daha iyi mevkide, kendinden daha zengin, kendinden daha kuvvetli, kendinden daha güzel bir insanı kıskanmayarak kendi hâlinden memnun ve razı olan insanın evvela kalbi rahattır. Sonra da, en mühimi Allahü teâlânın sevgili kuludur. Sevgili kulu olmanın sebebi şudur ki, Allahü teâlânın kendisine verdiğinden memnun ve razıdır. Bunun için, Allahü teâlâ da, ondan razıdır.
Kanaat, bitmez tükenmez bir hazinedir. Kanaatkâr olmayan bir zengin, kanaatkâr olan bir fakirden daha fena durumdadır. Çünkü, o zenginin kalbi rahat değildir. Kanaatkâr olan fakir ise, kalbi rahat olduğu için, sanki bir hazine içinde yaşamaktadır
.
Kimseye yük olmamak
|
Sual: Dost ve arkadaşlarla nasıl geçinmeli? İnsanlara yük olmak uygun mudur?
CEVAP
Arkadaşla iyi geçinmek için ona yük olmamak gerekir. İmkan dahilinde ihtiyaçları ondan gizlemeli, yardım talebinde bulunmamaya gayret etmelidir! Mal, para gibi şeyler de istememelidir! Bir makama geçmek için ondan yardım talebinde de bulunmamalıdır!
Fazla hürmet, ikram ve lüzumsuz hizmetlerle ona ağırlık vermemelidir! Kendisinin yapmak istemediği bir şeyi arkadaşından beklemek, ona zulmetmek demektir. Arkadaşa bir iş yapma teklifinde bulunmayan fazilet göstermiş olur. Âlimler buyuruyor ki:
Dostların kötüsü, senin için külfete giren, seni özür dilemeye mecbur bırakandır. (Hazret-i Ali)
İki arkadaşın aralarının açılması, fuzuli külfetler yüzündendir. Ziyaretine gittiği arkadaşı, lüzumsuz bir sürü zahmete, külfete girince, insan bir daha ziyaretine gitmez. (Fudayl bin Iyad)
İki arkadaştan birinin diğerinden çekinmesi, mutlaka birinin kusurundandır. (Cüneyd-i Bağdadi)
Arkadaşlarından bana en çok ağırlık vereni benim için külfet ve zahmete giren ve bu suretle kendisinden çekindiğim kimsedir. Yalnız iken nasılsam, onunla beraber bulunduğum zaman da davranışımı değiştirmediğim kimseyi ise çok severim. (İmam-ı Cafer-i Sadık)
Çeşitli zahmetlere giren bir kimse, arkadaşına ağırlık vermiş olur. Bu suretle kendisinden çekinilir. Yalnız iken nasıl hareket ediyorsa, arkadaşı varken de öyle hareket eden kimse ile arkadaşlık kolay olur. Yanımızda ev kıyafeti ile duramayan arkadaş bizden çekiniyor demektir. Bu ise samimi olamamanın alametidir. İki arkadaştan biri diğerinden çekiniyorsa, biri kusurlu demektir.
Ülfetin şartı, külfeti terk etmektir. Külfeti olmayanın ülfeti ve sevgisi artar. Hadis-i şerifte, (Kendine reva gördüğünü, sana reva görmeyenin arkadaşlığında hayır yoktur) buyuruldu. (İ. Adiy)
Arkadaşlarla iyi geçinmek, sadece onlara yük olmamak, onlara sıkıntı vermemek değil, onlardan gelecek sıkıntılara da katlanmak demektir. Allahü teâlâ, Musa aleyhisselama, (Beni seven, arkadaşının eziyetine katlanır) diye vahyetti. (İmam-ı Gazali)
İhtiyaçlarımızı görecek, sıkıntılarımıza katlanacak arkadaş arıyorsak, arkadaş değil, bir hizmetçi arıyoruz demektir. İhtiyaçlarına koşacağımız, eziyetlerine katlanacağımız, dertlerine ortak olacağımız insanlarla Allah için arkadaş olmalıyız. Hazret-i Âişe validemiz, (Mümin, müminin kardeşidir, onu ne ganimet bilir, ne de ondan çekinir) buyurdu. Lüzumsuz tekliflerde bulunarak arkadaşa yük olmamalıdır! Mümkün mertebe ihtiyacını arkadaştan gizlemelidir! Ondan mal ve mevki istememelidir!
Hazret-i Ebu Bekir, deve ile giderken, yular düştü, inip yuları aldı. Oradakiler, (Bize izin verseydin de biz alıp sana verseydik) dediler. Hazret-i Ebu Bekir dedi ki: (Resulullah "Halktan bir şey isteme" buyurdu.)
Eshab-ı kiramdan Hazret-i Sevbanın, deve üzerinde iken kırbacı yere düşerdi de hiç kimseye, (Şunu bana verir misiniz) demez, deveden iner, kendisi alırdı. [Deveye inip binmek çok zahmetlidir.] Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Salihler, iyiler, külfet ve zahmet vermez.) [Dare Kutni]
(Halktan bir şey istemeyeceğine söz verenin Cennete girmesine kefilim.) [Nesai]
(Sakın kimseden bir şey isteme! Kırbacın düşse bile, başkasından isteme, inip kendin al! Emanet bir şey de almamaya gayret et!) [İ. Ahmed]
(Veren el, alan elden üstündür.) [Buhari]
İyi bir arkadaş olmak için, arkadaşımız, günah işleyince bizim istigfar etmemiz, hata edince bizim özür dilememiz, sıkıntılı anlarında yardımına koşmamız ve hiçbir surette ona yük olmamamız lazımdır
.
Arkadaşımıza daima iyi haber vermeli, üzücü olanları söylememeliyiz!
Halkın efendisi
Sual: Ülülazm bir Peygamberin, (Biz hizmet edilmek için değil, hizmet etmek için geldik) dediği bildiriliyor. Bir Peygamberin hizmet etmesi uygun mu?
CEVAP
Peygamber efendimiz de hizmet etmiştir. Bir yolculukta, bir koyun kebabı yapılacağı zaman, biri ben keserim dedi. Biri de, ben derisini yüzerim dedi. Diğeri de, ben pişiririm dedi. Resulullah efendimiz de, ben de odun toplarım deyince, “Ya Resulallah, sen istirahat buyur, biz toplarız” dediler. (Evet sizin her şeyi yapacağınızı biliyorum. Fakat, iş görenlerden ayrılarak oturmam. Allahü teâlâ, arkadaşlarından ayrılıp oturanı sevmez) buyurdu. Kalkıp odun toplamaya gitti.
Medine valisi olan Ebu Hüreyre hazretleri, odun taşıyordu. Muhammed bin Ziyad, bunu tanıyarak, yanındakilere, yol verin, vali geliyor dedi. Gençler hayret ettiler.
Evliyanın büyüklerinden olan İbrahim bin Edhem, önce Belh padişahı idi. Saltanatı bırakıp, Mekke’ye geldi. Sırtında odun taşıyarak ekmek parasını kazanırdı.
Hizmet etmekle ilgili dört hadis-i şerif meali:
(Halkın efendisi onlara hizmet edendir.) [Ebu Nuaym]
(Seferde bir topluluğun efendisi onlara hizmet edendir. O topluluk, en çok hizmet edeni, şehitlik hariç hiçbir amelle geçemez.) [Hâkim]
(Allah yolunda savaşanların en üstünü, savaşanlara hizmet edendir.) [Taberani]
(Misafire hizmet ettirmek akıl noksanlığıdır.) [Deylemi]
.
Komşuluk
|
Sual: Komşu hakkının dindeki yeri nedir?
CEVAP
Komşu hakkı önemlidir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Allah’a ve kıyamete inanan, komşusuna iyilik etsin!) [Buhari]
(Evinizde pişen yemekten, komşunuzun hakkını verin.) [Şir’a]
(Komşusu aç iken tok yatan, [gerçek] mümin değildir.) [Buhari]
(Komşuya da, ana-babaya hürmet eder gibi hürmet etmek gerekir.) [Şir’a]
(Güzel komşuluk et ki, hakiki mümin olasın.) [Tirmizi]
(Komşunun miras hakkı gibi hakkı vardır, o da komşuluk hakkıdır. Eğer müslüman ise sende iki hakkı vardır: Biri komşuluk hakkı, biri de Müslümanlık hakkı.) [İslam Ahlakı]
(Komşu üç türlüdür: Bir hakkı olan, iki hakkı olan üç hakkı olan komşu. Bir hakkı olan, akraba olmayan gayrimüslim komşudur. İki hakkı olan komşu, Müslüman olan komşudur ki, onun hem Müslümanlık, hem de komşuluk hakkı vardır. Üçüncü hakkı olan komşu ise, akraba olan Müslüman komşudur. Bunun hem Müslümanlık, hem akrabalık, hem de komşuluk hakkı vardır.) [Ebu Nuaym]
(Komşusunu üzen, beni üzmüş olur. Bana eziyet eden Allah’a eziyet etmiş olur. Komşusu ile dövüşen, benimle dövüşmüş olur. Benimle dövüşen Allah ile dövüşmüş olur.) [Ebu Nuaym]
(Namaz kılan, oruç tutan, sadaka veren, fakat dili ile komşularını inciten nice kimseler vardır ki, gidecekleri yer Cehennemdir.) [Hakim]
Komşuya emr-i maruf yapmamak önemli bir kul hakkıdır. Mesela, alkollü içkilerin, açık gezmenin haram olduğunu, güler yüz ve tatlı dil ile komşularına anlatmalı. Komşularının günah işlediklerini görüp de, bana ne diyerek evine çekilen, uygun bir şekilde onlara nasihat etmeyen ve kendileri ile görüşmeyen, onların Cehennemden kurtulması için yardım etmeyen mesul olacaktır. Komşuları böyle bir kimseyi, kıyamette Allahü teâlâya şikâyet edeceklerdir. Bunun yolu da, doğru bir kitap, mesela İslam Ahlakı vermektir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Nice kimse, kıyamette komşusunun yakasına yapışıp "Ya Rabbi, buna, niçin kapısını bana kapattığını sor. Niçin elindeki nimetlerden bana da vermedi" diyecektir.) [İsfehani]
(Komşun yardım isterse yardım et. Borç isterse ver. Fakir ise gözet. Hastalanırsa ziyaret et. İyi şeylerini tebrik et, felaketlerinde sabır dile. Ölünce cenazesine git.) [Harâiti]
Kötü komşu
Müslüman, komşunun sıkıntılarına da katlanır. Ona zararı dokunmaz. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Komşusu kötülüğünden emin olmayan kimse, [kâmil] mümin değildir.) [Buhari]
(Allah’a ve ahirete inanan, komşusunu incitmesin!) [Buhari]
(Allah ve Resulünü seven, bunların da kendisini sevmesini isteyen, konuşunca doğru söylesin, emanete riayet etsin ve komşusu ile iyi geçinsin!) [Beyheki]
(Komşusu, şerrinden emin olmayan kimse, iman etmemiştir.) [Bezzar]
(Kötü komşu, gördüğü iyiliği gizler, kötülüğü de yayar.) [Taberani]
(Komşunun köpeğini döven, sahibini incitmiş olur.) [İ. Gazali]
(Sıkıntıya düşen komşusuna yardım edene, sıkıntısını giderene, kıyamette en kıymetli elbiseler giydirilir.) [Şir’a]
(Komşu hakkı dört taraftan kırk evdir.) [İ.Hibban]
(Kendisinin iyi mi, kötü mü olduğunu anlamak isteyen kimse, salih komşularının kendisi hakkında ne dediklerini öğrensin! "iyi" diyorlarsa, Allah indinde iyi olduğunu anlasın!) [İbni Mace]
Evet, salih komşularımız, bize iyi biri diyorlar mı?
Her müslümanın, bilhassa yeni evlilerin, haramlardan sakınan, ibadet yapan salih müslümanlar arasında ev araması gerekir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ev satın almadan önce, komşuların nasıl olduklarını araştırın! Yola çıkmadan önce, yol arkadaşınızı seçin!) [Şir’a]
İyi komşu
İyi insan, sadece komşularına ve diğer insanlara zarar vermeyen değil, onlardan gelecek zararlara ve sıkıntılara da katlanandır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Malına veya çoluk çocuğuna zarar verir korkusuyla komşusuna kapısını kapatan, onunla görüşmeyi kesen, [hakiki] mümin değildir.) [Harâiti]
(İnsanların içinde yaşayıp da, onlardan gelen sıkıntılara sabreden mümin, kenara çekilip onlardan gelecek sıkıntılara sabretmek sevabından mahrum kalan müminden daha iyidir.) [Tirmizi, İ. Mace, İ. Ahmed, Beyheki]
(Allah indinde komşuların iyisi komşularına faydalı olandır.) [Hakim]
(Cebrail aleyhisselam, komşu hakkının öneminden o kadar bahsetti ki, komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.) [Buhari]
Bir kimse, komşusundan ne bekliyorsa, komşusuna da aynı şeyleri yapmalıdır! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allah’a yemin ederim ki, bir kimse, kendisi için sevdiği şeyi, komşusu veya arkadaşı için sevmedikçe iman etmiş olmaz.) [Müslim]
İyi komşu bir nimettir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Şunlar Müslüman için saadettir: Saliha hanım, iyi komşu, geniş ev ve uygun binek.) [Hakim]
(Bir salih müslümanın hürmetine, komşulara gelecek yüzlerce bela önlenir.) [Taberani]
(İki kişi, ölen komşusu için, “Biz bunu iyi biliyoruz” derse, o kul öyle olmasa da, Allahü teâlâ meleklere buyurur ki: İki komşunun şahitliğini kabul edin ve ölenin ilmimdeki durumuna bakmayın!) [İ.Neccar]
(İyi komşuluk, ülkeleri mamur eder ve ömrü uzatır.) [İ. Ahmed]
(İyi komşu, komşusunu Cennete sokar.) [Deylemi]
Komşuyu üzmekten sakınmalıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Komşusuna eziyet eden, bana eziyet etmiş olur.) [Ebuşşeyh]
(Komşusuna eza edeni Allahü teâlâ sevmez.) [Deylemi]
(Komşusu şerrinden emin olmayan, [gerçek] mümin olamaz.) [Buhari]
(Kötü komşuya kıyamette Allahü teâlâ rahmetle nazar etmez.) [Deylemi]
(Allahü teâlâ komşusunun kötülüğüne, ölene kadar sabreden kişiyi sever.) [Hatib]
(Eza eden komşuya sabredeni Allah sever.) [Hakim]
(Allah ve Resulünün sizi sevmesi için, emanete riayet edin, doğru konuşun, komşunuzu üzmeyin ve ona iyi muamele edin.) [Taberani]
Sual: Bizimle aynı varlıkta komşu bir hanım var. Evimizde un, şeker, yağ gibi gıda maddesi veya herhangi bir kitap, bir alet görse, ödünç olarak, ariyet olarak ister. Getirme huyu da yoktur. Hani maddi durumları kötü olsa, varsın getirmesin diyeyim. Bizden aşağı tarafları yok. Beyim, "Ne isterse istesin hiçbir şey vermemeli!" diyor. Komşu hakkından korkuyorum. Vermesem günah olur mu? Komşumun her gördüğünü istemesi ve aldığını getirmemesi günah değil midir? Bu komşu, sadece bizden değil, başkalarından da böyle şeyler istiyormuş.
CEVAP
Beyiniz, sizin malınızı, siz de beyinizin malını izinsiz harcayamazsınız. İzinsiz harcamak, başkasına vermek günah olur. Komşu gelince, "Beyim razı olmuyor. Ondan izinsiz bir şey vermem günahmış" derseniz, o da bir daha bir şey isteyemez. Ondan bundan bir şey istemek doğru değildir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İnsanlardan bir şey istemeyin, velev ki bir misvakı bir defa kullanmak için de olsa.) [Bezzar]
Ödünç veya borç alıp da vermemek günahtır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Aldığı borcu ödemek istemeyenlere Allahü teâlâ, kıyamette "Bu kimsenin hakkını sizde bırakacağımı mı zannettiniz?" buyurarak o kimsenin iyi amellerini alıp diğerine verir. Eğer borcunu vermeyenin iyi ameli yoksa, borç verenin kötü amellerini, günahlarını borçluya yükler.) [Taberani]
Bir kimseye zarar vermek, kalbini kırmak kötüdür. Fakat komşuya zarar vermek, onu incitmek daha kötüdür. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Komşusu, zararından emin olmayan kimse, Allah’a iman etmiş sayılmaz.) [Bezzar] [Yani bu kimse kâmil mümin değildir.]
Komşu kötü de olsa, ona elden gelen iyiliği yapmaya çalışmalıdır!
Müslüman, komşunun sıkıntılarına da katlanır. Ona zararı dokunmaz.
Sual: Gittiğim yerlerde çeşitli sebeplerden dolayı bazı bahaneler bularak yapılan ikramları kabul etmiyorum. Günah oluyor mu?
CEVAP
Meşru bir mazeretiniz yoksa, yiyip içilmesi haram olmayan ikramı reddetmek uygun değildir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir kimseye bir arkadaşı ikramda bulunursa, onu kabul etsin! Çünkü o Allahü teâlânın ikramıdır. Allah’ın ikramını da reddetmeyin!) [Ebu Nuaym]
(Arkadaşının evine gelip de, önüne konulanı yememek cefadır.) [Deylemi]
Evden önce komşu
Sual: (Ev almadan önce komşu al) atasözü için, hadis diyorlar. Atasözüne hadis denir mi?
CEVAP
Atasözleri genelde, hadislerden çıkarılmıştır. Bu söz de öyledir. Bir hadiste, (Evden önce komşu, yola çıkmadan önce yol arkadaşı ara!) buyuruldu. (Taberanî)
Ezmek mi, ezilmek mi?
Sual: (İnsanlardan ve komşulardan gelen sıkıntılara katlanmalı) deniyor. O zaman da ezilmiş olmaz mıyız? Müslümanın kimseyi ezmemesi gerektiği gibi, kendisini de ezdirmemesi gerekmez mi?
CEVAP
İyi geçinmeye ezilmek dememeli. Kesinlikle ezen olmamalıyız. Âhirette hesabı zordur. Zalim olmaktansa, mazlum olmayı tercih etmek zorundayız. Bir başka husus da, âhirete alacaklıyım diye gidip de, borçlu çıkılabilir. Mesela gıybet ettiğimiz veya hakaret ettiğimiz için borçlu duruma düşebiliriz. Bunun için, (Hakkımı onda bırakmam, söke söke alırım) demek yanlıştır, çünkü zorla sökerken ona zulmetmiş oluruz. Haklı da olsak, karşımızdakine (Sen haklısın) dersek, iyi insan olduğumuz anlaşılır. Öyle demeyen veya diyemeyen, iyi geçinemeyen kimse, Allahü teâlânın sevgisine ve rızasına nasıl kavuşur ki?
Evliya zatlar, insanlardan gelen sıkıntılara hep sabretmişler, onların yaptıklarına kötülükle değil, aksine iyilikle karşılık vermişlerdir. Haklarını almaya çalışmamışlar. (Ezen olmaktansa, ezilen biz olalım) demişler. Bu güzel ahlâkları, birçok gayrimüslimin Müslüman olmasına, günahkârların da tevbe etmelerine vesile olmuştur.
İyi komşu tarif edilirken de, sadece komşusuna zarar vermeyen denmiyor, komşusundan gelen sıkıntılara katlanan diye tarif ediliyor. Komşu rahatsız edecek, biz de sabredeceğiz. Mesela, onun çocukları yukarıda hoplayıp zıplayıp bizi rahatsız ederse, biz de karşılık vermeyeceğiz, aşağıda davul çalmayacağız. O bize bir şey vermese de, biz pişirdiğimiz en nefis yemeği, balı baklavayı ona vereceğiz. O bağıra bağıra konuşacak, biz, komşu rahatsız olur diye sesimizi kısacağız. Ancak o zaman iyi komşu olabiliriz. Biz de aynısını yaparsak, o zaman nasıl iyi komşu oluruz ki?
Sual: Komşuya yapılan kötülük ve iyiliklerin karşılığı, sevap ve günah olarak daha mı fazladır?
Cevap: Herhangi bir kimseye yapılması haram olan bir fenalık, komşuya yapılırsa, günahı ve herhangi bir kimseye yapılması sevap olan bir iyilik, komşuya yapılırsa, sevabı kat kat daha fazla olur.
Komşuya hürmet etmek
Sual: Komşuya hürmet etmeli deniyor. Bundan maksat nedir, ne yapılırsa hürmet edilmiş olur?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Şir'at-ül-islâm şerhinde deniyor ki:
“Her Müslümanın, salih komşular, iyi insanlar arasında ev araması lazımdır. Hadis-i şeriflerde;
(Ev satın almadan evvel, komşuların nasıl olduklarını araştırınız! Yola çıkmadan evvel, yol arkadaşınızı seçiniz!)
(Komşuya hürmet etmek, anaya hürmet etmek gibi lazımdır) buyuruldu.
Komşuya hürmet, onunla iyi geçinmektir. Onun aç olduğunu bilerek, kendisi tok yatmamaktır. Allahü teâlânın kendisine ihsan ettiği rızıklardan ona da vermelidir. Onu incitecek söz ve harekette bulunmamalıdır. Hadis-i şerifte;
(Komşusu, şerrinden emin olmayan kimse, Allahü teâlâya iman etmemiştir) buyuruldu. Gayr-i müslim komşuya dahi, mümkün olduğu kadar hediye vermelidir. Hadis-i şerifte;
(Zimmî komşunun bir hakkı, Müslüman komşunun iki hakkı, akraba olan komşunun üç hakkı vardır) buyuruldu. Komşusunun evine, pencerelerine bakmamalıdır.”
Sual: Komşuluk haklarının önemli olduğunu her Müslüman bilir. Peki kaç ev komşuluk hakkına sahiptir?
Cevap: Komşuluk hakkına sahip evlerin adedi, zamanın şartlarına ve insanın yardım kudretine göre değişir. Her taraftan birer, ikişer ve nihayet kırk ev komşuluk hakkına malik olur.
Komşunun yaptığı eziyetlere sabretmeli
Sual: Dinimizde komşuluk hakları önemlidir. Peki bu haklar, genel hatları ile nelerdir?
Cevap: Komşunun yaptığı eziyetlere ve cahilce hareketlerine sabretmeli, karşılık vermemelidir. Günah işlediklerinde, güler yüz ve tatlı dil ile anlatmalıdır. Komşular, günah işlediklerini görüp de nasihat vermeyen, kendileri ile görüşmeyen, Cehennemden kurtulmaları için yardım etmeyen komşularını, Kıyamet günü, Allahü teâlâya şikayet edecekler, maddi ve manevi haklarını isteyeceklerdir. Komşunun çocuklarını eli ile okşamalı, namaz kılmaları ve günah işlememeleri için, tatlı dil ile nasihat etmelidir. Hadîs-i şerifte;
(Evinizde pişen yemekten, komşunuzun hakkını veriniz!) buyuruldu. Ödünç ve ariyet olarak istediğini hemen vermelidir. Komşusu hasta olunca, ziyaretine gitmelidir. Sıkıntıya düşünce, imdadına yetişmelidir. Hadis-i şerifte;
(Sıkıntıya düşen komşusuna yardım eden, sıkıntısını gideren kimseye, Allahü teâlâ kıyamet günü kıymetli elbise giydirecektir) buyuruldu. Cenazesi olunca, taziye etmeli, yani sabretmesini söylemeli ve cenazesinin hizmetine koşmalıdır. Komşusu yolculuğa çıkınca, geride kalan ailesini, çocuklarını hırsızların, ahlaksızların şerlerinden, zararlarından muhafaza etmelidir. O yok iken, onun çoluk çocuklarına karşı davranışlarında, ona hıyanet etmekten çok sakınmalıdır. Onun evinin havasını, güneşini men edecek kadar, evine kat çıkarmamalı, buna zaruret olursa, ona anlatıp rızasını aldıktan sonra yapmalıdır. Ona veremeyeceği meyve, tatlı gibi şeyleri evine ondan gizli getirmelidir. Evini satacağı veya kiraya vereceği zaman, ona danışmalı, onun izin verdiği kimseye vermelidir.
Sual: İyi bir komşunun hürmetine, diğer komşulardan bela kaldırılır mı ve bir kimsenin iyi veya kötü bir komşu olduğu nasıl anlaşılır?
Cevap: Dünyada en kıymetli şey, Müslüman, salih, Allahü teâlânın ve mahlukların haklarını bilen ve gözeten komşudur. Hadis-i şerifte; (Allahü teâlâ, bir salih Müslümanın hürmetine, komşularından binlerce belayı, felaketi uzaklaştırır) buyuruldu. Kişinin iyi mi kötü mü olduğunun bilinmesi konusunda da, bir hadis-i şerifte; (Kendisinin iyi mi, kötü mü olduğunu anlamak isteyen kimse, salih, halis olan komşularının kendisi hakkında ne dediklerini öğrensin! İyi kimsedir diyorlarsa, ind-i ilâhide iyi olduğunu anlasın!) buyuruldu
.
Kul hakkı
|
Sual: Hak sahibi ölmüşse veya sağ ise kul hakkından nasıl kurtuluruz?
CEVAP
Kul hakkı beş türlüdür:
1- Mali [Parasal]
2- Nefsi [hayati yönden]
3- Irzi [Haysiyetle ilgili]
4- Mahremi [Namusla ilgili]
5- Dini.
1- Mali olan kul hakları:
Hırsızlık, gasp, aldatarak, yalan söyleyerek mal satmak, sahte para vermek, başkasının malına zarar vermek, yalancı şahitlik, rüşvet almak gibi.
Bu haklar için sahibi ile helalleşmek gerekir. Dünyada helalleşmezse, ahirette sevapları ona verilerek helalleştirilecektir. Mal sahibi ölmüş ise, vârisine ödenir. Vârisi yoksa veya mal sahibi bilinmiyorsa, salih bir fakire hediye olarak verilip, sevabı sahibine gönderilir. Salih fakir yoksa, İslamiyet'e hizmet eden hayır kurumlarına, vakıflara verilir. Kendi salih akrabasına, fakir olan ana babalarına, çocuklarına hediye olarak vermesi de, caiz olur. Bunları yapmak imkanını bulamazsa, mal sahibinin ve kendisinin af olunmaları için dua eder. Kâfirin hakkı için de, onunla helalleşmek gerekir. Gönlü alınmazsa, ahirette af olunması, çok güç olur.
2- Nefsi, yani hayati günah olan kul hakları:
Adam öldürmek, bir uzvunu kesmek, sakat bırakmak gibi şeylerdir.
Önce tevbe eder. Adam ölmüş ise, velisi ile helalleşmek gerekir. Velisi isterse af eder. İsterse belli bir mal ister. İsterse, mahkemeye verip, hakimden cezalandırılmasını ister. İslamiyet'te kan davası yoktur.
3- Irza dokunan kul hakları:
Dedikodu, iftira, alay, sövmek gibi haysiyetle, şerefle ilgili şeylerdir.
Tevbe etmek ve helalleşmek lazımdır. Bunlarda vârisleri ile helalleşmek olmaz.
4- Mahremi olan kul hakları:
Başkasının çoluk çocuğuna hıyanet etmek gibi şeylerdir.
Tevbe ve istigfar eder. Fitne çıkmak ihtimali yoksa, sahibi ile helalleşir. Fitne ihtimali varsa helalleşmek yerine, ona dua eder ve onun için sadaka verir. Yaptığı ibadetlerin sevaplarını ona bağışlar. Fitne ihtimali olunca, helalleşirken işlediği günahları bildirmeyip, bendeki bütün haklarını af et demekle yetinir.
5- Dini olan kul hakları:
Akrabasına ve emri altında olanlara doğru din bilgisi vermeyi terk etmek, insanların din bilgisi öğrenmelerine ve ibadetlerine mani olmak, onlara kâfir, fâsık demek. Bid’at çıkarıp veya mevcut bid’atleri savunup Müslümanların yanlış inanmalarına ve yanlış ibadet etmelerine sebep olmak. Açıktan oruç yiyerek veya açıktan başka haram işleyerek kötü örnek olmak. Bu günahlar için de tevbe etmek, hak sahipleri ile helalleşmek gerekir.
Sual: Üzerinde kul hakkı olan ne yapmalı?
CEVAP
Üzerinde kul hakkı olan buna tevbe için, kul hakkını hemen ödemeli, onunla helalleşmeli, ona iyilik ve dua etmeli. Mal sahibi, hakkı olan ölmüş ise, ona dua, istigfar edip vârislerine verip ödemeli, bunlara iyilik yapmalıdır. Çocukları, vârisleri bilinmiyorsa, o miktar parayı fakirlere sadaka verip, sevabını hak sahibine bağışlamalıdır. (Sefer-i Ahiret)
Bir kimseden haksız olarak alınan bir kuruşu, sahibine geri vermek, yüzlerle lira sadakadan kat kat daha sevaptır. Bir kimse, Peygamberlerin yaptığı ibadetleri yapsa, fakat, üzerinde başkasının bir kuruş hakkı bulunsa, bu bir kuruşu ödemedikçe, Cennete giremez. (Mektubat-ı Rabbani c.2, m.66, 87)
Kıyamet günü, hak sahibi, hakkından vazgeçmezse, bir dank [yarım gram gümüş] hak için, cemaat ile kılınmış, kabul olmuş yediyüz namazı alınıp, hak sahibine verilecektir. (Dürr-ül Muhtar)
Kul hakkını, Allahü teâlânın hakkından önce ödemek gerekir. Kul hakkı olan günahların affı güç ve azapları daha şiddetlidir. Başkasının hakkını yiyen, hak sahipleri ile helalleşmedikçe affa uğramaz. Yani üzerinde kul veya hayvan hakkı bulunanı Allahü teâlâ affetmez ve bunlar Cehenneme girip, cezalarını çekeceklerdir. (Hadika)
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Müflis, şu kimsedir ki, kıyamette, defterinde pek çok namaz, oruç ve zekat sevabı bulunur. Fakat, bazılarına çeşitli yönden zararı dokunmuştur. Sevapları, bu hak sahiplerine dağıtılır. Hakları ödenmeden önce sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları, bunun üzerine yükletilip Cehenneme atılır.) [Müslim]
(Kibri, hıyaneti ve kul borcu olmayan mümin, Cennete girer.) [Nesai]
(Kul hakkı, müminin aybı, kusurudur.) [Ebu Nuaym]
Üzerinde kul hakkı bulunanların ruhları Cennete girmez. Salihlerin ruhları kabirlerine gelerek, cesetlerini ziyaret ederler. Vefat eden müminlerin ruhları gelip, dünyada tanıdıklarını sorarlar. (Feraid-ül-fevaid)
Sual: Üzerinde kul hakkı ile ölen kimse, Cennete giremez mi?
CEVAP
Kul hakkı kâfirlik değildir. Sevaplarından bir kısmını vererek kul hakkını öderse, Cehenneme girmez. Sevapları yoksa, kul hakkı olanın günahlarının bir kısmını yüklenir. Cezasını çektikten sonra Cennete gider. Ne kadar çok günahkâr olursa olsun, müslüman, günahlarının cezasını çektikten sonra muhakkak Cennete girer. Fakat Cehennemde ceza çekmek öyle kolay değildir.
İşlenen günahta kul hakkı da varsa, kul hakkını hemen ödemek, onunla helalleşmek, ona iyilik ve dua etmek de gerekir. Kul borcu ile ölürsek, birçok sevabımız hak sahibine verilir, sevabımız kalmazsa, onun günahlarını yüklenmek zorunda kalırız. Şehit olan kimselerin kul borçlarını Allahü teâlâ öder.
Sual: Gayrimüslimlerle çalışıyoruz. Onların hakkını yesek günah olur mu?
CEVAP
Gayrimüslimlere [müslüman olmayanlara] kâfir denir. Bunların inançları, ibadetleri sevilmez. Fakat onları incitmek, kalblerini kırmak haramdır. Gayrimüslimleri gıybet eden, yüzlerine karşı kâfir diyen müslüman cezalandırılır. Çünkü bunları incitmek, mallarına zarar vermek günahtır. (Mülteka) [Kâfirler kendilerini kâfir kabul etmedikleri için kâfirin bile yüzüne karşı kâfir demek günah olur.]
Zimmiye [yani gayrimüslim vatandaşa] zulmetmek, müslümana zulmetmekten daha kötüdür. Hayvanlara işkence, zimmiye işkenceden daha kötüdür. Zimmiyi üzmemek için selamlaşmak ve tokalaşmak caiz olur. Açıkça günah işleyen fâsıka selam vermek de böyle caizdir. (Dürr-ül Muhtar)
Üzerinde kul hakkı bulunanların ibadetleri kabul olmaz, Cennete giremez. Kâfirin hakkı için de, onunla helalleşmek gerekir.
Savaş hâli hariç, kâfirleri öldürmek de haramdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Arkadaşını öldüren, ümmetimden değildir. Öldürülen kâfir olsa da yine böyledir.) [Hadika]
(Zimmiyi öldüren, Cennetin kokusunu alamaz.) [Hadika]
(Zimmiyi öldürene, Cennet haramdır.) [Ebu Davud]
Sual: Almanya’da Mısırlı bazı fellahlarla çalışıyoruz. Bunlar, "Almanya gayrimüslim ülkedir. Bunların mallarını hile ile almak caizdir" diyerek büyük marketlerdeki etiketleri değiştirip hile yapıyorlar. Kâfirlerin hakkı mühim değil midir?
CEVAP
Kâfirleri incitmek, kalblerini kırmak haram olduğu gibi, hile yapmak, mallarına zarar vermek de haramdır. (Mülteka)
Kâfirin hakkı için de, onunla helalleşmek gerekir. Gönlü alınmazsa ahirette affı çok güçtür. Kâfirin hakkından kurtulmak, müslümanın hakkından kurtulmaktan daha zordur. Gayrimüslimlerin mallarına, canlarına saldırmak caiz olmadığı gibi kadınlarına, kızlarına saldırmak da caiz değil, haramdır. (Redd-ül Muhtar)
Dâr-ül-harpte, kâfirlerin mal, can ve ırzlarına saldırmak haramdır. Kâfir kadınların başlarına, kollarına, bacaklarına bakmak haramdır. Kâfirin malını almak, kalbini kırmak, müslümanın malını almaktan daha büyük günahtır. Kâfirlerin haklarına dokunmamak, kimseyi dolandırmamak, Müslümanlık icabıdır.
Kâfirlerden de gasp, hırsızlık gibi gayrimeşru yol ile alınan şey, mülk-i habistir, kullanılması haramdır, sahibi bulunmazsa, fakirlere sadaka olarak vermek lazımdır. Hayvan hakkı, insan hakkından, kâfirin hakkı da, hayvan hakkından daha büyük günahtır. Başkasının malını ondan izinsiz alıp, kullanıp, zarar yapmadan yerine bırakmak da haramdır. (Hadika)
Gayrimüslim vatandaşlara da, dünya işleri için, dargın olmak caiz değildir. Onların da, güler yüzle, tatlı dille gönüllerini almak, incitmemek, haklarını ödemek lazımdır.
Müslüman olsun, kâfir olsun, nerde olursa olsun, hiçbir insanın malına, canına ve ırzına, namusuna dokunmak caiz değildir. Kâfir turistler, muamelatta, müslümanların hak ve hürriyetlerine maliktir. Kendi dinlerinin icaplarını yapmakta, ibadetlerini yapmakta serbesttirler. İslamiyet, kâfirlere de, bu hürriyeti vermiştir.
Müslüman, yabancıların kanunlarına karşı gelmemeli, suç işlememelidir.
Fitne çıkmasına sebep olmamalı, hiç kimseye zulüm, işkence yapmamalıdır.
Müslümanlığın güzel ahlakını, şerefini, her yerde herkese göstermeli, her milletin İslam dinine sevgili ve saygılı olmasına sebep olmalıdır. (İslam Ahlakı)
Yabancı bir ilim adamı, İslamiyet’i inceleyip müslüman olduktan sonra, Arap ülkelerine gidince, oralardaki müslümanların yanlış hareketlerini görüyor. (İyi ki sizleri görmeden müslüman oldum. Hayatınızı inceleseydim, müslüman olmazdım) diyor. Ne kadar mühim bir teşhis.
Hiçbir müslümanın, yanlış hareketlerle İslam’a gölge düşürmeye hakkı yoktur. Müslüman, İslam’ın güzel ahlakı ile süslenmeli, Allahü teâlâya karşı günah, kanunlara karşı suç işlemekten sakınmalıdır.
Sual: Kâfir hakkını ödemek, müslüman hakkını ödemek gibi mi?
CEVAP
Evet.
Sual: Kitapsız kâfirlerin de hakkı geçer mi?
CEVAP
Evet.
Sual: Almanya’da yaşıyorum. Kâfir komşuyla çocuklar dövüştüğü için sesli tartıştık, karşılıklı kalb kırdık. Ben kendimin haklı olduğuna inanıyorum. Helallik gerekir mi?
CEVAP
O da kendisini haklı kabul ediyordur. Helalleşmek her zaman iyidir. Hele kâfirle daha önemlidir.
Sual: 13-14 yıl önceleri okulda bir Alman arkadaştan bozuk para almıştım ve daha sonra geri vermek nasip olmadı. Şimdi ne yapmalıyım? Bir de ödünç bir şey alınmışsa (mesela kalem veya kitap) ve geri verilmesi unutulmuşsa, ne yapmalıdır?
CEVAP
Bulma imkanı yoksa, mirasçılarını da bulamazsanız, müslüman bir fakire o kadar sadaka vermelisiniz. Bulabilirseniz parasını vermeniz gerekir veya vermeden de helalleşmek ve hediye ettim, senin olsun gibi bir söz söylemesi gerekir.
Ödünç alınıp geri verilmesi unutulan şeyler de aynıdır, ya bulup vereceksiniz veya parasını vereceksiniz veya helalleşeceksiniz. Yahut hiç biri mümkün olmazsa, fakire sadaka vereceksiniz.
Sual: Şaka olarak, bir arkadaşı herhangi bir şekilde korkutmak veya bir eşyasını alıp saklayarak, arattırmak günah mıdır?
CEVAP
Her ne şekilde olursa olsun, üzmek, korkutmak caiz değildir, günahtır. Bıçakla, silahla işaret ederek veya ne şekilde olursa olsun insanları korkutmak doğru değildir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Müslümanı korkutmak caiz değildir.) [Ebu Davud]
Birinin unuttuğu eşyasını saklayıp onu arattırmak da korkutmak hükmüne girdiği bildiriliyor. (Envar-ül-kudsiyye)
Sual: Bir kimse hakkını bana helal etti. Aradan bir müddet geçtikten sonra, sana hakkımı helal etmiyorum dedi. Hangisi geçerlidir?
CEVAP
İkisi de geçerlidir. Helal ettim demekle o zamana kadar olan haklarını helal etmiş olur. Helal etmiyorum dedikten sonra da, helal ettiği günden itibaren olan haklarını helal etmemiş olur. Eski kararından vazgeçemez.
Sual: Bir kimse benim malımı çalsa, kapımın önüne kuyu kazıp benim kuyuya düşmeme bir yerimin incinmesine sebep olsa, gıybet ve iftira etse, ben de bu kimsenin bana böyle kötülüklerini olduğunu hiç bilmesem, bu kişi bana gelip, (Senin bana hakkın geçmiş olabilir, bildiğin bilmediğin bütün haklarını bana helal et) dese, ben de, (Bütün haklarımı helal ettim) desem, haktan kurtulur mu?
CEVAP
Evet kurtulur, helal etmiş olursunuz.
Sual: Kalbini kırdığımız bir insandan defalarca özür dileyip, helallik istesek ama o insan ısrarla affetmese ve bize kötü laflar ve beddualar ediyor olsa ne yapmamız gerekir? (O da bizim kalbimizi kırıyor ama biz helal ediyoruz.)
CEVAP
Hak onun helal etmeyebilir. Ahirette terazi kurulacak, sizin ondaki hakkınız alınacak, onun sizdeki hakları alınacak ve helalleştirilecektir. Kabul etmezse, sevaplarınızdan vereceksiniz, sevabınız yoksa, onun günahını yükleneceksiniz. Onun için hiç kimsenin kalbini kırmamalıyız.
Sual: Bir insan bir diğer insana kötülük ettiği zaman buna karşılık kötülük gören kişi beddua ederse bu kişi hakkını almış olur mu?
CEVAP
Daha fazla ederse hakkını alır, hem de daha fazla alırsa bu sefer ötekinin hakkı buna geçer.
Sual: Ve beddua eden kişi ahirette hak talep edecek mi?
CEVAP
Hakkı kadar beddua etmişse hak talebinde bulunamaz. Daha fazla etmişse, bu sefer öteki hak talebinde bulunur.
Sual: Bir insan diğer bir insana sıkıntı veriyor ve bu sıkıntı gören insan hiç karşılık vermiyor yalnız kalbinde sıkıntı veren kişiye karşı kırıklık hissederse, bu sıkıntı veren kişinin dünyada ve ahirette akıbeti ne olur?
CEVAP
Ne kadar alacağı varsa ahirette o kişiye verir. Dünyada başına bela da gelebilir.
Sual: Bize çay ve yemek ikram eden oluyor. Hakkı geçer diye korkuyorum. İkramını gördüğümüz kişiyle muhakkak helalleşmek gerekir mi?
CEVAP
Bize herhangi bir şey ikram eden kimsenin o ikramını kabul etmekle bize hakkı geçmez. Ancak az da olsa beraber bulunduğumuz kimselerle sık sık helalleşmek iyi olur. İyilik edenlere de teşekkür etmelidir!
Sual: Bize yapılan haksızlıkları affetmeli mi, kendimizi savunmalı mı?
CEVAP
Şahsınıza yapılan kötülükleri, haksızlıkları affetmeniz çok iyi olur. Haklı olduğunuzu savunmaya girmeniz faydasız ve lüzumsuzdur.
Sual: Hakkını, mümin-kâfir, herkese helal etmek caiz midir?
CEVAP
Caiz ve iyidir. Ahirette karşılık olarak çok sevap verilir.
Sual: Kalben değil de, sözle hakkını helal eden, helal etmiş olur mu?
CEVAP
Evet helal etmiş olur.
Sual: Biri, hakkını helal etse, sonra vazgeçse, vazgeçtiğini bize bildirmezse, ahirette yine hak talebinde bulunabilir mi?
CEVAP
Bildirse bile bulunamaz.
Sual: Arkadaşıma, (Hakkını helal et!) dedim. (Estagfirullah) dedi. Helal etmiş oldu mu?
CEVAP
(Helal ettim) veya (Helâl olsun) demedikçe helâl etmiş olmaz.
Sual: Ücretli helalarda para bırakılmazsa, kul hakkı geçer mi?
CEVAP
Parayı oraya bırakmak iyi olur.
Sual: Sigara içene, içirmezsem hak geçer mi?
CEVAP
Geçer.
Sual: Biz arabanın yanından ayrılınca, çocuklar arabayı temizliyor. Para vermezsek hak geçer mi?
CEVAP
Hak geçmez ise de, vermek iyi olur.
Sual: İstemeden, yükümü taşıyana, para vermezsem hak geçer mi?
CEVAP
İstemediğinizi bildirdiğiniz halde, taşırsa hak geçmez. Ses çıkarmazsanız, hakkı olur.
Sual: Evin altındaki atölye gürültülüdür. Şikayete hakkım var mı?
CEVAP
Şikayete hakkınız var. Ancak, fitneye sebep olmamalı.
Sual: Kâfirlerle güreşirken kasten kollarını kırmak caiz mi?
CEVAP
Hayır.
Sual: Kuyrukta hastalar varken, birini içeri almakla hak geçer mi?
CEVAP
Hastalara zaman vaad edilmemiş ise, hak geçmez. Mecbur olmadıkça böyle yapmamalı.
Sual: Üstümüzdeki komşumuz, dikiş makinesi ile, dikiş dikerek bizi rahatsız ediyor. Yaptığı zulüm müdür?
CEVAP
Hayır.
Sual: Kasaba et götürüp, ücretle kıyma çektiriyoruz. Makinede, önceden kalmış kıyma da oluyor. Kasabın hakkı geçiyor mu?
CEVAP
Hayır.
Sual: Bahçeme giren tavukları zehirlesem, hak geçer mi?
CEVAP
Evet. Bahçeyi muhafaza etmek gerekir.
Sual: Mütehassıs olmayan bir doktor, hastaya cerrahi müdahale etse, hastaya eziyet verse, sakat bıraksa, kul hakkı geçer mi?
CEVAP
Evet.
Sual: Yüksek sesle hapşırınca, yanımdaki korkarsa hakkı geçer mi?
CEVAP
Hayır.
Sual: Dayım kaybolduktan sonra, dedem öldü. Malı paylaşıldı. 30 sene sonra dayım geldi. Bu malda onun da hakkı var mı?
CEVAP
Evet.
Sual: Sovyetlerden Erzurum’a gelen turistleri kandıranlar çıkıyor. Beş bin verip ellibin diyenler oluyor. Dinimizde gayrimüslimleri de kandırmak günah değil midir?
CEVAP
Bir kimsenin hakkını yemek, kandırmak ona zulüm olur. Zulüm ise haramdır, büyük günahtır. Gayrimüslime zulmetmenin, müslümana zulmetmekten daha kötü olduğu (Dürr-ül Muhtar) ve diğer muteber kitaplarda yazılıdır. K. Saadetteki hadis-i şerifte, (Satılan bir şeyin kusurunu gizlemek helal değildir. O kusuru bilip söylememek de kimseye helal değildir) buyuruldu. Yine aynı kitapta, buğdayın yaş kısmını çuvalın iç tarafına koyan bir satıcıya Peygamber efendimizin, (Yaş kısmını niçin saklayıp göstermiyorsun? Hile yapan bizden değildir) buyurulduğu bildiriliyor.
Erbain-i Selmani kitabında (Bir şeyi aldatarak pahalı satmak veya ucuza almak faiz olur, haram olur) ve (Satılan şeyin aybını ve satın alınan şeyin kıymetini gizleyerek aldatmak faiz olur, haram olur) buyuruldu.
Sual: Nazımız geçen arkadaşlara ücretsiz iş yaptırmam caiz midir?
CEVAP
Zaruret olmadan bir şey istemek haram olduğu gibi, ücretsiz olarak başkasına iş gördürmek de haramdır. Başkasının çocuğuna iş gördürmek daha büyük günahtır. (Hadika c.2, s.267) İsteyerek iş yapan arkadaşla helalleşilir ise, ücretsiz iş yapması haram olmaz.
Sual: İhtiyaç hâlinde birinin malını almak caiz midir?
CEVAP
İhtiyaç hâlinde de kimsenin malına dokunmaya İslamiyet, izin vermemiştir. Zaruret hâlinde olan, yani bunalan kimse bile, başkasının hakkına dokunamaz. Aç kalan kimsenin, başkasının ekmeğini, izni olmaksızın yemesi caiz ise de, sonra kıymetini ödemesi gerekir. Onun aç olması, ölüm tehlikesinde bulunması, bir kimsenin kendi mülkündeki hakkının yok olmasına sebep olamaz. Zaruret hâlinde bile başkasından alınan malın ödenmesi gerekir. Zaruretlerin, yasak olan şeylerin yapılmasına sebep olmaları, kimsenin hakkının gitmesine sebep olamaz. (Mecelle Şerhi)
Sual: Arkadaşla tartışıp birbirimizi üzmüştük. "Hakkımı helal etmem" diyor. Ne yapılması gerekir?
CEVAP
Yapılacak iş, tekrar tekrar rica edip hakkını helal etmesini istemektir. Yine de helal etmezse, bir şey denemez. Gıyabında ona çok dua etmenizi tavsiye ederiz.
Sual: Hakkını helal et diyene, helal olsun demekle, hakkımız helal edilmiş olmaz mı?
CEVAP
Helal olsun demek de olur, mutlaka helal ettim demek gerekmez.
Sual: Haklı da olsa, hatta karşısındaki özür dilemese de hakkını helal etmek faziletli midir?
CEVAP
Elbette çok faziletlidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kıyamette bir münadi "Ecri Allah’ın üzerinde olan ayrılsın, Cennete girsin" der. "Bunlar kim?" diye sorulunca, münadi, "İnsanları affedenlerdir" der. Birçok kişi hesaba çekilmeden Cennete girer.) [İ. Ebiddünya]
Hak sahipleri
Sual: Müslümanlara karşı hareket tarzımız nasıl olmalı?
CEVAP
Her Müslümanı yani din kardeşimizi görünce, (Benim mutlu olmam, Cennete gitmem bunun kalbini kazanmak ve duasını almakla olabilir) demeli ve ona iyilik ederek duasını almaya çalışmalı.
Kendini, üzerinde hakkı olanların esiri, kölesi bilmelidir. Özellikle anne babanın ve hocanın üzerimizde hakkı olur. Bu hususa daha çok dikkat etmek gerekir.
Zarar vermek
Sual: Bir kimse, benim canıma ve malıma zarar verdi. Ben de bu kimsenin canına ve aynı malına, aynı miktar zarar versem, adalet olmaz mı?
CEVAP
Zarar vermekle adalet olmaz. Cezayı mahkeme tayin eder. Hiç kimsenin kendi hakkını kendi eliyle almaya hakkı yoktur. Hakkım var diyen başkasına saldırır ve anarşi doğar. Bir hadis-i şerifte, (Dinimizde zarar vermek olmadığı gibi, zarara zararla karşılık vermek de yoktur) buyuruluyor. (İ. Ahmed, Hâkim)
Kul hakkı ve sevab
Sual: Kitaplarda, (Üzerinde kul hakkı olanın veya günah işleyenlerin ibadetleri sahih olsa da, kabul olmaz) deniyor. Kul hakkı olmayan veya günah işlemeyen insan yok gibidir. Birine sert bakılsa kul hakkı geçer. Kabul olmuyorsa, ne diye ibadet ederek, boşa kürek çekiyoruz?
CEVAP
Haram işleyenin veya kul hakkı olanın ibadeti kabul olmaz demek, o ibadet için bildirilen büyük sevaplara kavuşamaz, yani hepsini muhafaza edemez, çünkü günahlar bu sevapları azaltır demektir. Yoksa, hiç sevab alamaz demek değildir. Her ibadetten sevab alınır, ama işlenen haramlar sevapları alıp götürür. Diyelim ki, oruç tutana 70 birim sevap veriliyorsa, içki içene de 70 birim günah yazılıyorsa, orucunu içki ile açan, 70 sevab kazanırken, içki içince, 70 günah yüklenir ve sevapsız kalır. Eğer oruç tutmasaydık, içki günahı artı olarak kalacaktı. Orucun, içki günahının affına sebep olması yetmez mi? Başka günahlar da, işlemişse sevapları eksilere iner. Onun için günahlardan ne kadar kaçılırsa, sevabımız o kadar çoğalır.
Sual: Bahçesine zarar verilerek zulmedilen kimsenin, kendisine zarar verenlere aynısını yapma hakkı var mıdır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak Mecellenin 921. Maddesinde deniyor ki:
“Mazlum olanın, başkasına zulmetmeye hakkı yoktur. Her ikisi de öder. Mesela sahte para alan, bunu başkasına veremez.”
Sual: Malına zarar verilen bir kimse, zarar verenin malına aynı şekilde zarar verebilir mi?
Cevap: Mecellenin 19. maddesinde deniyor ki:
“Birine zarar vermek ve zarar yapana karşılık olarak zarar yapmak caiz değildir.” Mubah olan işler de, başkasına zarar verirse, caiz olmaz. Malı çalınan kimse, hırsızın veya başkalarının malını çalmaya hak kazanmaz. Zararları gidermek hakimin vazifesidir. Zarar, kendi kadar veya daha çok zararla giderilmez.
Sual: Arabamıza zarar verenin arabasına, verdiği zarar kadar zarar vermek dinen uygun olur mu?
Cevap: Zararları İslâmiyete uygun olarak gidermek hâkimin vazifesidir. Zarar, kendi kadar veya daha çok zararla giderilmez.
.
Piyango, oyun ve kumar
|
Sual: Piyango şeklinde yapılanlar veya yarış şeklinde ortaya para koyarak kazanan alsın diyerek yapılan yarışlara da kumar karışmış olur mu?
CEVAP
Bu konuda İslâm Ahlâkı kitabının ''Yardım dernekleri, kumar, sigorta'' bahsinde deniyor ki:
Birkaç kimse, aralarında para, mal toplayarak piyango çekip, isabet etmeyenlerin, isabet edenlere mal, para vermelerini sözleşmelerine (Kumar) denir. Oyun, yarış, torbadan isim, numara çekmek, içinde kendi ismi yazılı bir şeye kavuşmak veya bir zarara, felakete yakalanmak, bir sualin cevabını bulabilmek gibi şartların hasıl olması şekillerinde piyangolar vardır. Satıcıların yaptıkları piyangolar ve ziyan ve felaket sigortaları, milletleri, fakirleri, işçileri sömürme vasıtalarıdır. Çünkü, ziyan ve felaket sigortaları, kumarhaneler ve bankerler, birçok kimsenin malını elinden alarak, bunu kumar ve fâiz ile başkalarına vermekte, başkalarından aldıkları haram paranın arslan payı da piyangocunun, bankacının, ceplerine girmektedir. İşçi sigortaları yukarıdakiler gibi düşünülmemelidir. Bu sigortalarda ve emanetçide toplanan ve maaşlardan kesilen malların, paraların (Lukata) hükmünde olduklarını, büyük âlim Abdülhakim efendi, vaazlarında bildirmiştir. Lukata, yerde bulunan mal demektir. Bunlar ve mal-ı habis, sahiplerine geri verilir. Sahipleri bulunamazsa, fakirlere verilir. Eline geçen fakirin mülkü olurlar.
İbni Âbidin “rahime-hullahü teâlâ” beşinci ciltte diyor ki, ok atmak ile, at koşusu ile yarışmak caizdir. Yarışan iki kimseden yalnız birinin, (Beni geçersen, sana şunu vereceğim. Ben geçersem, senden bir şey istemem) demesi veya yarışmaya karışmayan birinin, (İkinizden kazanana şunu vereceğim. Kazanmayan bir şey vermeyecek) demesi caizdir. (Kazanamayan, kazanana şunu verecek) denirse, kumar olur. Haram olur. Kumar sözü, kamerden gelmektedir. Kumarcılardan her birinin malının artmak ve azalmak ihtimali vardır. Birinin malının yalnız artması, ötekinin yalnız azalması ihtimali varsa, kumar olmaz. Eğer, üçüncü bir kimse, ikisinin atlarını geçmesi şüpheli olan bir at ile yarışa katılıp, (Sizi geçersem, ikinizden de alırım. Siz beni geçerseniz, size bir şey vermem, hanginiz ötekini geçerse, ondan alır) demesi de câiz olur. İki ilim adamı, bir suale farklı cevap verdiklerinde, mal üzerinde sözleşmeleri de böyledir.
Sual: Dünyadaki müslümanlara gönderilen Kumar Oyunları hakkındaki bildiriye cevap verir misiniz?
CEVAP
Dinimizde bir şeyin haram ve küfür olduğu dört delil ile bilinir. Bunlar Kitab, Sünnet, İcma ve Kıyastır. Bundan başka delil yoktur. Gönderilen bildiride çeşitli kumar oyunlarının kağıt sayısından dolayı haram veya küfür olduğu bildiriliyor. Halbuki İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
(Oyun ile vakit geçirmek, tavla, 14 taş ve benzeri oyunlar tahrimen mekruhtur. Bunlar, para ile, mal ile yapılırsa kumar olur, haram olur.) [Redd-ül Muhtar c.5, s.253]
Demek ki, ne çeşit oyun olursa olsun, çayına bile olsa, oynanınca haram, parasız oynanırsa tahrimen mekruhtur. Hiçbir kitapta, kumar oynayan dinden çıkar diye yazmaz.
Bildiride, (Pişpirik oynarsan 54 farzla oynarsın, tavla oynarsan İslam’ın 32 şartı ile oynarsın) gibi indi görüşler vardır. Dinimizde rakamlar üzerinden manalar çıkarmak doğru değildir. Amerika’da peygamber olduğunu söyleyen R. Khalife isimli bir din düşmanı da, 19 rakamının kutsallığından bahsetmiştir. 19 rakamı üzerine başka numara döndürenler de olmuştur.
İslam’ın şartı 32 değil, beştir. Dominodaki sayılar farsçadır. Yahudilikle, Hristiyanlıkla bir ilgisi yoktur. Abdestin farzı Hanefi’de dört ise de, diğer mezheplerde farklıdır.
Böyle bildiriler, ya yabancıların bir oyunu veya cahil kimselerin bir düzmesidir. Kumarın haram olduğu edille-i şeriyye ile de sabittir. Rakamlara göre haram olduğunu söylemek çok yanlıştır. Kumar oyunları, bildiride açıklanan rakamlarla değil de, başka rakamlarla oynansa haram olmaktan çıkacak mıdır? Elbette çıkmaz. Hurafelerden uzak durmak gerekir.
Sual: Top yarışı yaptırmak, topu en ileri atana hediye vermek caiz mi, kumar mı? Hangi şans oyunları, hangi yarışlar, kumardır, hangileri kumara girmez? Kur’a çekmek, piyangoya girer mi?
CEVAP
Bir şeyin kumar olabilmesi için bahse giren iki veya daha fazla kişinin zarar veya kâr etme ihtimalinin bulunması şarttır. Mesela (Sen kazanırsan ben sana vereceğim, ben kazanırsam sen bana vereceksin) şeklinde bahse girmek kumar olur. (Sen kazansan da, ben kazansam da ben vereceğim veya sen vereceksin) şeklinde olursa kumar olmaz. Yahut, biri, iştirakçilerden para almadan (Hanginiz kazanırsa ona para veya araba vereceğim) dese kumar olmaz. Kazanma olmadan, (Kur’a çekeceğim. Kim kur’ada çıkarsa ona vereceğim) demek de kumar olmaz.
Mubah olan herhangi bir şey ile yarışmak caizdir. Yarışan iki kimseden yalnız birinin, (Beni geçersen, sana şunu vereceğim. Ben geçersem, senden bir şey istemem) demesi veya yarışmaya karışmayan birinin, (İkinizden kazanana şunu vereceğim. Kazanmayan bir şey vermeyecek) demesi caizdir. (Kazanamayan, kazanana şunu verecek) denirse, kumar olur. Kumarcılardan herbirinin malının artmak ve azalmak ihtimali vardır. Eğer, üçüncü bir kimse, ikisinin atlarını geçmesi şüpheli olan bir at ile yarışa katılıp, (Sizi geçersem, ikinizden de alırım. Siz beni geçerseniz, size bir şey vermem, hanginiz ötekini geçerse, ondan alır) demesi de caiz olur. (Redd-ül Muhtar)
TV’deki çekilişler
Sual: TV’lerdeki programlarda, fazla puan alana, kapıyı önce açana, mayını patlatmayana çeşitli hediyeler veriyorlar. İştirakçilerden hiç para almıyorlar. Bu kumara giriyor mu?
CEVAP
Girmiyor. İştirak eden herkesten az da olsa para alsa, kumara girer. Bu hususta, muteber eserlerden aldığımız yazı aşağıdadır:
Her şey ile yarış etmek ve bulmaca çözmek helaldir. Bunları kumar ile yapmak haramdır. Koşarak veya at ile ve silah ile, ok ile hedefe atmak gibi harbde kullanılan şeylerle yapılan yarışlarda, bir taraftan mal şart etmek de caiz olur. Yani iki kişiden yalnız biri, (Sen kazanırsan, ben sana vereceğim. Ben kazanırsam, sen bana vermeyeceksin) derse veya bir üçüncü kimse, yarışa katılanlar arasından kazanana ben vereceğim) derse caiz olur. İki tarafın da mal vermesi şart edilirse, kumar olur. Bir üçüncü kimse de yarışa katılıp, ikisini de geçerse, ikisinden de alması, ikisini de geçemezse, ondan bir şey alınmaması şartı ile, ikisinden geride kalanın, geçene mal vermesini şart etmek caiz olur.
Kur’a çekmek caiz ve sünnettir. Mülk sahiplerinin haklarının miktarlarını değiştirmek veya ortaklardan birinin hakkını yok etmek yahut hakkı olmayana pay vermek için yapılan kur’a, piyango olur, haram olur.
Kumar, yarışlarda olduğu gibi, tavla ile, dama taşları ile, iskambil kağıtları ile yapılan her oyunda, futbol oyunlarında da olur. Bunların hepsinde ve ilim adamları arasındaki kumarda, sözleri, tahminleri yanlış çıkanlar, tahminleri doğru çıkanlara mal, para vermektedir. Kumara katılanların herbirinde, hem almak hem de vermek ihtimali vardır. Kumar oynatmak, yarışmak demek değil, tahminde yanılıp yanılmamak demektir.
Kumarla sömürenler
Kumarda, sonu tahmin edilen işin oyun olması, kazançlı, başarılı olması veya zararlı olması arasında fark yoktur. Canbazın düşüp düşmeyeceğini, geminin batıp batmayacağını tahmin edenlerin, birbirlerine para vermek için sözleşmeleri de kumar olur. Bunun içindir ki, oyun, yarış yapılmaksızın, kumarcıların isimleri veya para ile aldıkları biletlerin numaraları arasında piyango çekerek, çekilen numara sahiplerine biletlerden toplanan paraların hepsini veya bir miktarını dağıtmak kumar olur. Çünkü, piyangoya katılanların hepsi kendi numarasının çekileceğini ümit etmektedir. Bu tahminleri doğru çıkanlar, yanlış çıkanların önceden vermiş oldukları paralardan almaktadır. Aldıkları para ile, önceden bilete verdikleri paranın farkını, tahminleri yanlış çıkanlardan almış olmaktadır. Tahminleri yanlış çıkacaklardan para toplamak güç olacağı için ve bunlar önceden belli olmadıkları için, piyangoya katılanların hepsinden, önceden bilet ücreti ismi altında para toplanmakta, tahmini doğru çıkanların vermiş oldukları, sonra kendilerine iade edilmektedir. Önceden toplanan paraların hepsini piyango sahibi almakta, bundan "aslanpayı"nı kendine ayırıp, geri kalanını tahminleri doğru çıkanlara vermektedir.
Piyango sahibi, kumara iştirak etmese bile, harama sebep olduğu için, büyük günah işlemekte iştirak edenleri sömürmektedir. (Redd-ül Muhtar, Seadet-i Ebediyye, İslam Ahlakı)
Sual: Gazetenin, çekiliş yaparak araba vermesiyle piyango arasında fark var mıdır?
CEVAP
Piyango bileti alınınca verilen paraya karşılık bir mal alınmıyor. Kuponsuz olarak Gazetenin vereceği çekilişe katılan kimse, verdiği para ile gazetenin yanında ayrıca ansiklopedi ve kaset de alıyor. Okuyucuların gazeteden bir alacakları kalmıyor. Gazete fazla olarak kur'a ile araba vs. veriyor. Gazete bunu da sorulan sualleri bilene veriyor. Bunun piyango ile hiç alakası yoktur. Üç çeşit kur'a, yani çekiliş vardır:
1- Haram olan kur'a. (İştirakçilerinden birkaçı hariç, hepsi zarar eder. Her çeşit piyango çekilişleri böyledir.)
2- Caiz olan kur'a. (İştirakçilerden hiç birinin zarar etmediği kur'a. Gazetenin verdiği arabalar, buzdolapları ve çamaşır makineleri böyledir.)
3- Müstehap olan kur'a. Müşterek hakka sahip olanlar arasında çekilen kur'a. (Kurban etini tarttıktan sonra ortakların kur'a ile hisselerini almaları böyledir.) [Mecelle Şerhi]
Sual: Haram bir şeyi sevmek, "Kumar haram ama seviyorum" demek küfür olur mu?
CEVAP
İnsanın nefsi haramlardan hoşlanır. Haramlardan hoşlanmak insanın elinde olmadığı için küfür ve günah olmaz. Haram işlemek günah olur. "Haram ama seviyorum" demek suretiyle günahı duyurmak, ilan etmek, teşvik etmek de günahtır. (Hadika)
Sual: Bir kilo baklavayı yiyebilirsen fiyatını ben ödeyeceğim. Yiyemezsen kendin ödersin diyerek bahse girmek kumar sayılır mı?
CEVAP
Karşılıklı zarar etme olduğundan kumar sayılır. Kendi getirdiği baklavayı arkadaşına (Hepsini yiyebilirsen sana şu kadar para vereceğim. Yiyemezsen bir şey yok) dese, kumar olmaz. İki taraftan birinin zarar etme ihtimali varsa, karşılıklı bahisler kumar olur.
Sual: Büyük ikramiyeli yarışmalara katılıp oradan kazanılacak parayı yemek caiz midir?
CEVAP
Para vermeden yarışmaya katılma imkanı varsa mahzuru yok. Az da olsa para veriliyorsa kumar olur, haram olur.
Sual: Okey, kağıt vs. gibi oyunlar, çayına veya vakit geçmesi için oynandığında günah olur mu?
CEVAP
Çayına oynamak da kumardır ve haramdır. Bu oyunları oynamak tahrimen mekruhtur. Devamlı oynanırsa haram olur. Oyun oynamak malayanidir, boş iştir.
İnsan, dünyaya oyun ve eğlence için gelmemiştir. Dünya iş ve kazanç yeridir. Dünya ahiretin tarlasıdır. Burada ne ekilirse, ahirette o biçilecektir. Boş vakit fırsat ve ganimettir. Faydalı iş yapmadan vakit geçirmek vakti öldürmek olur. Dünyada yapılan her işin, her nefesin hesabı kıyamette sorulacaktır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kıyamet günü, herkes ömrünü ve gençliğini nerelerde geçirdiğinden, malını nereden kazanıp nerelere harcadığından ve ilmi ile amel edip etmediğinden sorguya çekilecektir.) [Tirmizi]
Ömür, ilim, mal ve beden, Allahü teâlânın kullarına verdiği bir sermayedir. Bu sermayeyi Allahü teâlânın bildirdiği yerlerde harcamalıdır. Vakit geçtikten sonra pişmanlığın faydası olmaz. Onun için gençliğin, malın, sağlığın kıymetini bilmeli, dünyada ahireti kazanacak işler yapmalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Beş şeyden önce beş şeyin kıymetini bil! İhtiyarlıktan önce gençliğin, hastalıktan önce sağlığın, meşguliyetten önce boş vaktin, fakirlikten önce zenginliğin ve ölümden önce hayatın kıymetini bil!) [Ebu Nuaym]
Peygamber efendimiz, tavla oynayan bir grup insana buyurdu ki:
(Oyunla meşgul olan el ve kalblere, boş ve bâtıl sözlere yazıklar olsun!) [Beyheki]
Böyle oyunları parasız, eğlence için oynamak da uygun değildir. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Satranç ve dama oynayan, ellerini domuz kanına bulaştırmış gibi olur.) [Müslim]
(Tavla oynadıktan sonra kalkıp namaz kılan, irin ve domuz kanı ile abdest alıp namaz kılana benzer.) [İ. Ahmed]
(Satranç, tavla ve benzeri haram olan oyunları oynayanlara rastladığınız zaman, selam vermeyin! Selamlarını da almayın!) [Deylemi]
Yukarıdaki hadis-i şeriflerin açıklaması olan fıkhi hüküm ise şöyledir:
(Tavla, satranç, 14 taş gibi oyunları oynamak tahrimen mekruhtur. Devamlı oynanırsa haram olur. Eğer bir farzı yapmaya mani olursa yahut para için oynanırsa yine haram olur.) [Redd-ül Muhtar 5/253]
Görüldüğü gibi, parasız olarak ara sıra oynamak harama yakın mekruh, devamlı oynanırsa haramdır. Çayına da oynamak kumar olduğu için yine haramdır.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir kimsenin boş şeylerle vakit geçirmesi, Allahü teâlânın onu sevmediğinin alametidir.) [Mektubat-ı Rabbani]
İmam-ı Malik hazretleri buyurdu ki:
(Satranç ve dama oynayan Allah ve Resulüne asi olmuş sayılır.) [U. Kübra]
İmam-ı Gazali hazretleri ile İmam-ı Şafii hazretleri, ara sıra satranç oynamanın mubah, devamlı oynamanın ise tenzihi mekruh olduğunu bildirdiler. Nitekim, İmam-ı Şafii hazretleri, (Satranç oynamak, din ve mürüvvet sahiplerinin âdeti değildir) buyurdu.
Bu yazılardan anlaşıldığına göre, Hanefilerin satranç dahil bütün oyunları oynamaları doğru değildir. Şafiilerin ise, ara sıra yalnız satranç oynamaları caizdir.
Sual: İctihad kapısı kapalı deniyor. Mesela günümüzde ortaya çıkan bazı oyunlar, at yarışı, loto ve diğer konular hakkında dinimizin bildirdikleri söylenirken kıyas ya da icma mı yapılmış oluyor yoksa İslam âlimlerinin bildirdikleri vasıtasıyla mı hüküm veriliyor?
CEVAP
Kumarı tarif etmişler, adına loto de, toto de, piyango de, at yarışı de, fark etmez yani yeni bir şey yok. Kıyas falan yapılmıyor. İçki, kumar ve diğer haramlar isim değiştirse de yine haramdır. Bunlar için yeni ictihada ihtiyaç yoktur.
Şans oyunu
Sual: Bazı şans oyunları, tamamen rastlantıya dayanmıyor, bilgi ve yetenek de, gerektiriyor. Kendi bilgimizi kullandığımız için, acaba bu tip şans oyunları caiz olur mu?
CEVAP
Hayır, caiz olmaz. Ölçü, bilginin kullanılıp kullanılmaması değil, oyunda para verilip verilmemesidir. Bilgi yarışması da yapılsa, katılmak için para verilirse, yine kumar olur, caiz olmaz.
Sual: Bir şeyine lades tutuşmak caiz olur mu?
CEVAP
Hayır, caiz olmaz, kumar olur.
Sual: Futbol veya başka oyunları, spor gayesiyle oynamak günah mıdır?
CEVAP
Avret yeri açık olursa veya namaza mani olursa, her oyun haram olur.
Oyunla vakit geçirmek, tavla, 14 taş ve benzeri oyunlar tahrimen mekruhtur. Bunlar, parayla, malla yapılırsa kumar olur, haram olur. (Redd-ül-muhtar)
Demek ki, ne çeşit oyun olursa olsun, çayına bile olsa, parayla oynanınca haram, parasız oynanırsa tahrimen mekruhtur. Spor olarak başka faydalı işler yapmak, mesela, yürümek, koşmak, denizde yüzmek, evde çeşitli jimnastik aletleriyle spor yapmak tercih edilebilir. Çeşitli oyunlara bağlanıp, kitap okumaktan mahrum kalanlar, hattâ yemek yemeyi bile unutanlar oluyor. Okuldaki derslerine bile çalışamıyorlar.
Piyango bileti bulmak
Sual: Yolda bir milli piyango bileti bulunsa, bu bilete bir miktar para çıksa, bu parayı alıp harcamak caiz olur mu?
CEVAP
Kendi satın almadığı için, lukata yani, yerde bulunan para, mal hükmündedir. Müslüman bir fakire verilebilir veya fakirse kendisi kullanabilir.
Piyangodan çıkan araba
Sual: Piyangodan çıkan bir arabayı satın almam caiz midir?
CEVAP
Kendisine piyangodan araba çıkan kimse, dinen araba onun mülkü olmadığı için satamaz, bir fakire hediye eder. Fakir, teslim aldıktan sonra, kendi malı olduğu için, size veya dilediğine satabilir.
Bahse girmek
Sual: Bir arkadaşıma, (Satın aldığım şu bir kilo baklavayı yiyebilirsen senden para istemem, yiyemezsen, sen bana yüz lira ver!) dedim. Böyle bir şartla yapılan anlaşma kumar hükmüne girer mi, yani haram mıdır?
CEVAP
Kumardır, haramdır. Böyle bahislerde, iki taraftan birinin kâr veya zarar etme ihtimali varsa kumar olur. Burada, arkadaşınız kazanırsa, yediği baklavanın parasını vermeyecek, baklava ona kâr olarak kalacak, kaybederse, 100 lira zarara girecektir. O yerse, siz satın aldığınız baklavayı kaybetmiş olacaksınız, kazanırsanız 100 lirayı alacaksınız. Tam kumardır.
Toplantıya geç kalan
Sual: (Toplantıya kim geç kalırsa, on lira para verecek veya bir kilo tatlı getirecektir) gibi bir anlaşma yapmak caiz midir?
CEVAP
Evet, caizdir, kumara girmez.
İkili opsiyon
Sual: İkili opsiyon isminde bir yatırım şekli var. Dövizlerin, hisse senetlerinin, altın veya gümüşün fiyatının, önümüzdeki 5 dakika, 1 saat veya 1 gün sonra gibi zaman aralıklarında, yükseleceği veya düşeceği yönünde tahmin yapılıyor. Mesela (Altının fiyatı, yarım saat sonra, şu anki fiyattan düşük olacak) denilerek 100 lira yatırılıyor. Tahmin tutmazsa, yani fiyatı yükselirse 100 lira gidiyor, kaybedilmiş oluyor. Tutarsa da 180 lira geri alınıyor, yani 80 lira kâr edilmiş oluyor. Böyle bir işlem caiz olur mu?
CEVAP
Böyle bir işlem, tam kumardır. Eğer, altın veya döviz satın alınırsa, o zaman yatırım olur. Bunların fiyatı yükselirse kâr, düşerse zarar edilmiş olur. Bir malın ticaretini yapmak gibi olur, bunun mahzuru olmaz. Ama yükselecek veya düşecek diye tahminde bulunup para yatırmak, iki taraftan birini zarara uğratacağı veya kâr ettireceği için kumar olur. Zar atmak veya piyango çekmek gibi kumardır. Çayına da oynansa, tavla, domino, dama ve kağıt oyunları da kumardır.
Güreşçinin kazandığı
Sual: Oğlum güreşçi olacak. Komşular, (Güreşçinin, müsabakalarda alacağı para kumara girer, haram olur) diyorlar. Avret yeri kapalı olarak müsabakalara katılıp ikramiye almak günah mıdır?
CEVAP
Hayır, kumara girmez, haram olmaz. (Sen yenersen, ben sana vereceğim, ben yenersem, sen bana vereceksin) şeklinde olan anlaşma kumardır. Bunun dışında, her çeşit müsabakada, kazananlara ikramiye vermenin mahzuru olmaz. Avret yeri açık olursa, o ayrı bir günahtır. Kazancı haram olmaz.
Sual: Çocukların veya büyüklerin, kendi aralarında bilmece çözerek yahut başka şekilde yarış yapmalarının dinen bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Her şey ile yarış etmek ve bilmece çözmek helaldir. Bunları kumar ile yapmak haramdır.
Çeşitli şekillerde yarış tertip etmek
Sual: Çocuklar, gençler arasında bulmaca çözerek, bilmece sorarak çeşitli yarışlar yapmanın, tertip etmenin, dinimiz açısından bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Konu ile alakalı olarak İbni Âbidînde deniyor ki:
“Her şeyle yarış etmek ve bilmece çözmek helaldir. Bunları kumarla yapmak haramdır. Koşarak veya atla, silahla, okla hedefe atmak gibi harpte kullanılan şeylerle yapılan yarışlarda, bir taraftan mal şart etmek de caiz olur. Yani iki kişiden yalnız biri, sen kazanırsan, ben sana vereceğim, ben kazanırsam, sen bana vermeyeceksin derse veya bir üçüncü kimse, yarışa katılan cemaat arasından kazanana ben vereceğim derse, caiz olur. Fakat harbe hazırlık için yapılmaları lazımdır. Oyun, gösteriş, övünmek için yapılan her yarış mekruh olur. Namaza mani olacak kadar devam ederse, haram olurlar. Harpte kullanılan şeyleri öğrenmek mendubdur. İki tarafın da mal vermesi şart edilirse, kumar olur. Kumar oynamak ise haramdır. Bir üçüncü kimse de yarışa katılıp, ikisini de geçerse, ikisinden de alması, ikisini de geçemezse, ondan bir şey alınmaması şartı ile, ikisinden geride kalanın, geçene mal vermesini şart etmek caiz olur. Kıbleye karşı atış mekruhtur. İki ilim adamının bir konuda münakaşa edip, tek taraflı mal şart etmeleri de caizdir. Birçok ilim adamından sözü doğru olana, hariçten birinin mal vermesi de caizdir. Fakat münakaşaya katılanların birbirlerine mal vermeleri kumar olur. Hadis-i şerifte; (Her türlü lehv haramdır. Yalnız, hanımı ile oynamak, at ve silah ile talim, yarış yapmak caizdir) buyuruldu.”
Sual: Kumarsız olarak satranç oynamanın dinimiz açısından mahzuru var mıdır?
Cevap: Fetâvâ-yı Hindiyyede; “Satranç, kumar ile olursa haram, kumarsız olursa mekruhtur” buyuruluyor.
Kumar, bir yarış değildir
Sual: Kumar, bir yarış değil midir, niçin yasak edilmiştir?
Cevap: Kumar, yarışlarda olduğu gibi, tavla, dama taşları, iskambil kâğıtları ile yapılan her oyunda, futbol oyunlarında da olur. Bunların hepsinde ve ilim adamları arasındaki kumarda, sözleri, tahminleri yanlış çıkanlar, tahminleri doğru çıkanlara mal, para vermektedir. Kumara katılanların her birinde, hem almak hem de vermek ihtimali vardır.
Kumar oynatmak, yarışmak değil, tahminde yanılıp yanılmamak demektir. Bunun için, oynayanlar arasında olduğu gibi, oynamayıp, yarışmayıp, yarışanlardan kazanacakları önceden tahmin edenler arasında da kumar olur. Hatta yalnız bir kişinin yaptığı işin başarılı olup olmayacağını, tahmin edenler arasında da olur.
Kumarda, sonu tahmin edilen işin oyun olması, kazançlı, başarılı olması veya zararlı olması arasında fark yoktur. Cambazın düşüp düşmeyeceğini, geminin batıp batmayacağını tahmin edenlerin, birbirlerine para vermek için sözleşmeleri de kumar olur. Bunun içindir ki, oyun, yarış yapılmaksızın, kumarcıların isimleri veya para ile aldıkları biletlerin numaraları arasında piyango çekerek, çekilen numara sahiplerine, biletlerden toplanan paraların hepsini veya bir miktarını dağıtmak kumar olur. Çünkü, piyangoya katılanların hepsi kendi numarasının çekileceğini ümit etmektedir. Tahminleri doğru çıkanlar, yanlış çıkanların önceden verdikleri paraları almaktadırlar. Aldıkları para ile, önceden bilete verdikleri paranın farkını, tahminleri yanlış çıkanlardan almış olmaktadırlar. Tahminleri yanlış çıkacaklardan para toplamak güç olacağı ve bunlar önceden belli olmadıkları için, piyangoya katılanların hepsinden, önceden bilet ücreti ismi altında para toplanmakta, tahmini doğru çıkanların vermiş oldukları, sonra kendilerine iade edilmektedir. Toplanan paraların hepsini piyango sahibi almakta, aslan payını kendine ayırıp, geri kalanını tahminleri doğru çıkanlara vermektedir. Piyango sahibi, kumara iştirak etmese bile, harama sebep olduğu için, büyük günah işlemekte ve piyangoya iştirak edenleri, soymakta, sömürmektedir.
Harbe ve ilme yarayan mubah yarışların, hayır, yardım işlerinin ve diğer mekruh oyunların çoğu, kumar veya başka haramların karışmaları sebebi ile haram olmaktadır.
Sual: Dinine ve dünyasına faydalı olmayan, lüzumsuz şeylerle vakit geçirmek de günah olur mu?
Cevap: Bu konuda Hadîkada buyuruluyor ki:
“Nefsin hoşuna giden faydasız şeylere lehiv ve la'b denir ki, boş yere vakit geçirmektir. Yalnız zevcesi, hanımı ile oynamak ve harp oyunları helal olup başkaları haramdır.”
Harbe hazırlanmak için, at yarışları, atış, güreş, ok talimleri, lüzumlu teknik tecrübeleri yapmak caiz, hatta lazımdır ve çok sevaptır.
.
Küs ve dargın durmak
|
Sual: Küs durmanın dindeki yeri nedir?
CEVAP
Erkek olsun, kadın olsun, dünya işleri için, müminin mümine darılması, onu terk edip uzaklaşması, aradaki bağlılığı, ilgiyi kesmesi caiz değildir.
Müslüman olan ve dine uygun yaşayan akrabayı ise, hiç olmazsa haftada veya ayda bir ziyaret etmeli, kırk günü geçirmemelidir.
Uzak memlekette ise, mektupla, telefonla veya haber göndererek gönlünü almalıdır. Dargın olsa da ziyareti ve gönlünü almayı ihmal etmemelidir.
Akrabası gelmezse, cevap vermezse de, giderek veya hediye, selam göndererek, yahut mektup ile, telefon ile yoklamaktan vazgeçmemelidir. Allahü teâlâ, müslüman olan ve salih olan akrabayı ziyareti emrediyor. Bunun tersi olanları ziyaret etmeyi emretmiyor. Hele kendilerinden zarar gelecek günahkâr akrabadan uzak durmak gerekir.
Dargın olana, üç günden önce gidip barışmak, daha iyidir. Güçlük olmaması için, üç gün izin verilmiştir. Daha sonra günah başlar ve gün geçtikçe artar. Günahın artması, barışıncaya kadar devam eder. Hadis-i şerifte, (Sana darılana git, barış! Zulüm yapanı affet. Kötülük yapana iyilik et!) buyuruldu. (İbni Ebiddünya)
Üç günden fazla dargın duran kimse, şefaat olunmazsa, affolunmazsa, Cehennemde azap görecektir. Günah işleyene, ona nasihat olmak niyeti ile ondan uzak durmak iyidir. Allahü teâlâ için darılmak olur.
Birbirine dargın olanları barıştırmak gerekir. Hadis-i şerifte, (Hastanın halini sormak için 2 km git, küs olan kimseleri barıştırmak için 4 km, bir din kardeşini ziyaret etmek ve ilim adamından bir mesele öğrenmek için de 6 km git!) buyuruldu.
Hazret-i Musa, (Ya Rabbi, dargın olanları barıştırana ne ecir verirsin? diye sordu. Hak teâlâ, (Kıyamet gününde selamet verir, korktuğu şeylerden emin eder, umduğu şeylerle şereflendiririm) buyurdu.
Dargın olanların, bayramı veya başka bir günü beklemeyip, hemen barışması gerekir.
Hoşgörülü olmalı
Allahü teâlâyı ve Peygamber efendimizi seven kimse, insanların kusurlarına bakmaz, hoşgörülü olur. İyi insan, yani mümin herkesle iyi geçinir. Başkalarına sıkıntı vermediği gibi, onlardan gelecek eziyetlere de katlanır.
Bir kusurundan dolayı iyi bir kimseye darılmamak gerekir. Dargınlık olsa bile 3 günden fazla sürmemelidir. Bayrama kadar süren bir dargınlık olduysa, daha fazla gecikmeden barışmalıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir müminin din kardeşiyle üç günden çok dargın durması caiz değildir. Üç gün geçtikten sonra, onunla karşılaşırsa, ona selam verip hatırını sormalıdır. O kimse selamını alırsa, birlikte, sevaba ortak olurlar. Selamını almazsa günaha girer. Selam veren de küs durma mesuliyetinden kurtulmuş olur.) [Ebu Davud]
(İki kişi, birbirine dargın olarak ölürse, Cehennemi görmeden Cennete giremez. Cennete girseler de birbiriyle karşılaşamazlar.) [İbni Hibban]
(Din kardeşiyle bir yıl dargın duran, onu öldürmüş gibi günaha girer.) [Beyheki]
(İnsanların amelleri, pazartesi ve perşembe günleri Hak teâlâya arz olunur. Hak teâlâ da, kendisine şirk koşmayan herkesi affeder. Ancak bu mağfiretten birbirine kin tutan iki kişi istifade edemez. Cenab-ı Hak, “O iki kişi barışıncaya kadar amellerini getirmeyin” buyurur.) [İ.Malik]
(Birbirinizle münasebeti kesmeyin! Birbirinize arka çevirmeyin! Birbirinize kin ve düşmanlık beslemeyin! Birbirinizi kıskanmayın! Ey Allah’ın kulları kardeş olun! Bir müslümanın diğer kardeşine darılarak 3 günden çok uzaklaşması helal değildir.) [Buhari]
(Birbirine dargın iki kimseden, hangisi önce selam verirse, günahları affolur. Verilen selamı öteki almazsa, bu selamı melekler alır. Selam almayan kimseye de şeytan, sevinerek iltifatta bulunur.) [İbni Ebi Şeybe]
(Müslüman kardeşine, üç günden fazla dargın duran kimse, ölünce Cehenneme gider.) [Nesai]
[Cehennemde günahı kadar ceza çektikten sonra çıkar.Yahut şefaate veya affa uğrarsa hiç Cehenneme girmez.]
Ara bulmak ve yalan
Müslümanların birbirine olan haklarından biri de iki kişinin arasını bulmak, küsleri barıştırmaktır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Nafile namaz, oruç ve sadakadan daha faziletli amel iki kişi arasını bulmak ve düzeltmektir. Çünkü ara bozukluğu dini kökünden yıkar.) [Tirmizi]
Peygamber efendimiz, bir gün gülümsedi. Bunu gören Hazret-i Ömer sebebini sual etti. Resulullah efendimiz buyurdu ki:
(Ümmetimden iki kişi, ahirette hesaplaşırlar. Biri (Ya Rabbi, bu adamdan hakkımı al) der. Allahü teâlâ, ötekine, (Bu adamın hakkını ver) buyurur. Adam, (Ya Rabbi, bir iyiliğim kalmadı ki nasıl vereyim) der. Allahü teâlâ hak sahibine, (Bu adamın iyiliği kalmadı. Ne yapacaksın) buyurur. Adam (Öyle ise günahlarımı alsın) der. Bu arada Peygamber efendimiz ağlayarak (O gün öyle dehşetli bir gündür ki, o gün başkalarının günahlarını yüklenmek şöyle dursun insan kendi günahının yükünü çekemez) buyurdu.
Allahü teâlâ, hak sahibine, (Başını kaldır da, Cennetin şu muhteşem köşklerine bak) der. Hak sahibi baktıktan sonra, (Evet görüyorum. Bu muhteşem köşkler, hangi peygamberin veya hangi şehidindir) der. Allahü teâlâ, (İşte o gördüğün göz kamaştırıcı köşkler, bedellerini ödeyenler içindir) buyurur. Adam, (Ya Rabbi bunların bedellerini kim ödeyebilir ki?) der. Allahü teâlâ, (Sen ödeyebilirsin) buyurur. Adam, (Nasıl ödeyebilirim, neyim var ki?) der. Allahü teâlâ, (Hakkını bu kardeşine bağışlamakla bu köşke sahip olursun) buyurur. Adam hemen, (Bağışladım ya Rabbi) der. Allahü teâlâ, (Haydi kardeşinin elinden tutup Cennete girin) buyurur. Peygamber efendimiz aleyhisselam devam ederek buyurdu ki:
(Allah’tan korkun ve aralarınızı düzeltmeye çalışın! Çünkü Allahü teâlâ, kıyamet gününde sizin aralarınızı düzeltir.) [Haraiti]
Karı-kocanın veya dargın iki kişinin arasını düzeltmeye çalışmak çok sevaptır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İki kişinin arasını düzeltmek, nafile oruç ve namazlardan daha faziletlidir.) [Taberani]
[Bazı kimseler, namaz kılmayıp, oruç tutmayıp, "Ben iki dargını barıştırdım, çok sevap aldım" derler. Namaz kılmayanın böyle iyiliklerine sevap verilmez. İyiliklere sevap verilebilmesi için doğru iman etme ve namaz kılma şartı vardır.]
Yalan büyük günah olduğu halde birkaç yerde, hayra, iyiliğe vesile olduğu için caizdir. Harpte, düşmanların zararından korunmak için, iki müslümanı barıştırmak için birinden diğerine iyi söz getirmek için caizdir. Ölmemek için leş yemeye benzer. Çünkü bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İki kişinin arasını bulmak için hayırlı söz söyleyen yalancı değildir.) [Müslim]
Bunların haricinde şakadan bile olsa yalan söylememeli. Bu konudaki bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Mümin her kabahati yapabilir. Ama hıyanet edemez ve yalan söyleyemez.) [İbni Ebi Şeybe]
Sual: Dinimizde küs durmak caiz mi, müslüman bir arkadaş benimle konuşmuyor. O benimle konuşmadığı için günaha sadece o mu giriyor ben de günaha giriyor muyum?
CEVAP
Dinimizde küsmek, dargın durmak caiz değildir, günahtır. Üç günden fazla dargın duran kimse, şefaat olunmazsa, affolunmazsa, Cehennemde azap görecektir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Bir müminin din kardeşiyle üç günden çok dargın durması caiz değildir. Üç gün geçtikten sonra, onunla karşılaşırsa, ona selam verip hatırını sormalıdır. O kimse selamını almazsa günaha girer. Selam veren de küs durma mesuliyetinden kurtulmuş olur.) [Ebu Davud]
(Müslümanla alakayı kesmek onun kanını dökmek gibidir.) [Ebu Nuaym]
Bir de küs durmanın sebebi nedir? Bu önemlidir. Alacak verecek meselesi midir, para meselesi mi? İtibar meselesi mi? Konuşmaz ama kin gütmezse küs duranların günahını yüklenmez. Nefret etmemek şartı ile ondan zarar gelir diye konuşmazsa küs durma günahına girmez.
Günah işleyene, büyüklük taslayana, kendini beğenene, sizinle alay edene nasihat olmak niyeti ile ondan uzak durmak iyidir. Allahü teâlâ için darılmak olur. Hâlini düzelt demek olur.
Sual: Hadis-i şerifte (Birbirinizi sevmedikçe, imana kavuşamazsınız) buyuruluyor. İnsan biriyle küsünce kâfir olmaz mı?
CEVAP
Hayır, kâfir olmaz. İnsan dünya işleri için bir müslümana kızar, onunla küsebilir. Üç günden fazla dursa da, yine kâfir olmaz. Yani insan günah işlemekle kâfir olmaz.
Dargınlar barışmalı
Sual: Birkaç arkadaş, bana dargın, konuşmuyorlar. Ne yapmam uygun olur?
CEVAP
Müslümanların dargın durması kötüdür. Dargınları barıştırmak sevabdır. Dargın durulmayıp barışmalı. Hoşlanılmayan kimseyle de, samimi olmamalı, ama rastlayınca selamlaşma ihmal edilmemeli. Yani konuşmamakla dargın durmak farklıdır. Zararı gelecek kimseyle konuşmak gerekmez, ama rastlayınca selam vermelidir.
Küs durmak
Sual: Bazı arkadaşlarla konuşmuyorum, ama hiçbirine kinim, düşmanlığım yok. Konuşunca zararları dokunuyor. Yanlarına gitmekten çekiniyorum. Hiç onlara darılmadan uzak durmam, konuşmamam günah olur mu?
CEVAP
Madem size zararı dokunuyor, kin beslemeden mesafeli durmak günah olmaz. İhtiyaç olmadıkça konuşmamanın da mahzuru olmaz. Ama görüşüldüğü zaman, yine ihtiyaç kadar konuşmalıdır.
Küs durmak
Sual: Görüştüğümüz zaman, sıkıntı veren iyi ve kötü arkadaşlarım var. İster istemez konuşmuyorum, ama dinimizde üç günden fazla küs durulmuyor. Sıkıntılarından uzak kalmak niyetiyle bunlarla konuşmamam uygun mu?
CEVAP
Küs durmak ayrı, konuşmamak ayrıdır. İnsan konuştuğu hâlde, kin güdebildiği gibi, konuşmadığı birine kin gütmeyebilir. Kin gütmemek şartıyla, bir mazeretle konuşmamak ve araya mesafe koymakta mahzur olmaz.
İslam âlimleri buyuruyor ki:
(Arkadaşına üç günden fazla dargın duran, affa veya şefaate kavuşmazsa, Cehennemde azap görür.)
Günah işleyene, darılmak ve nasihat için ondan uzak durmak caiz, hattâ müstehabdır. Bu, Allahü teâlâ için darılmak olur. Hadis-i şerifte, (Amellerin en kıymetlisi, hubb-i fillah ve buğd-ı fillahtır) buyuruldu. Hubb-i fillah, Allahü teâlâ için sevmek demektir. Buğd-ı fillah, Allahü teâlâ için sevmemek, dargın olmak demektir. (İslam Ahlakı)
Sual: Bayramları vesile ederek küsleri barıştırmanın ve ölmüş olan yakınlarımızı kabirlerinde ziyaret etmenin dinen hükmü nedir?
Cevap: Dargın olanları barıştırmak, akrabayı ve din kardeşlerini ziyaret etmek, onlara hediye götürmek sünnettir. Erkeklerin kabirleri ziyaret etmeleri de sünnettir.
Sual: Birbirine dargın olanları barıştırmanın da sevabı olur mu?
Cevap: Dargın olanları barıştırmak sünnettir, sevaptır. Davut aleyhisselâmın yanına iki kişi gelip, birbirini şikâyet ettiler. Dinleyip karar verip giderken, Azrail aleyhisselâm gelip;
-Bu iki kişiden, birincisinin eceline bir hafta kaldı. İkincisinin ömrü de, bir hafta önce bitmişti, fakat ölmedi dedi. Davut aleyhisselâm hayret edip, sebebini sorunca;
-İkincisinin bir akrabası vardı. Buna dargın idi. Bu gidip, onun gönlünü aldı. Bundan dolayı, Allahü teâlâ, buna yirmi yıl ömür takdir buyurdu, dedi.
Sual: Birine kızıp uzun süre ona karşı küs durmak, konuşmamak uygun mudur?
Cevap: Dargın, küs olana, üç günden önce gidip barışmak, daha iyidir. Güçlük olmaması için, üç gün müsaade edilmiştir. Daha sonra günah başlar ve gün geçtikçe artar. Günahın artması, barışıncaya kadar devam eder. Hadîs-i şerifte;
(Sana darılana git, barış! Zulüm yapanı affet. Kötülük yapana iyilik et!) buyuruldu
.
Kusurları gizlemek
|
Sual: İnsanların kusurlarını gizlemek gerekir mi?
CEVAP
Evet gizlemelidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kim, bir müslümanın dünya sıkıntılarından birini giderirse, Allahü teâlâ da onu kıyamet günü sıkıntılardan korur. Kim, müslümanın aybını örterse, Allahü teâlâ da onun dünya ve ahirette aybını örter. Kişi, arkadaşına yardımcı olduğu müddetçe, Allahü teâlâ da onun yardımcısı olur.) [Müslim]
(Müslüman müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez, zulmedilmesine de yardımcı olmaz. Kim arkadaşının ihtiyacını giderirse, Allahü teâlâ da onun ihtiyacını giderir. Kim, müslümanın sıkıntısını kaldırırsa, Allah da kıyamet günü onun sıkıntılarını kaldırır. Kim, müslümanın aybını örterse, Allahü teâlâ da kıyamette onun aybını örter.) [Tirmizi]
(Bir mümin, arkadaşının aybını görmez, onu gizlerse, şüphesiz Allahü teâlâ bu hareketi sebebiyle onu Cennete koyar.) [Taberani]
(Kim bir ayıp örterse, diri diri kuma gömen suçsuz kız çocuğunu kurtarmış gibi sevap olur.) [Ebu Davud, Nesai, Hakim]
(Kötülük etmeyin, ayıp araştırmayın! Kim bir müslümanın aybını araştırırsa, Allahü teâlâ da onun aybını ortaya çıkarır ve böyle bir kimse, en gizli bir yerde sığınsa bile, onu rezil eder.) [Tirmizi]
(Müslümanların aybını araştıran, onlara kötülük etmiş ve onları kötülüğe itmiş olur.) [Ebu Davud]
(Kim arkadaşını, tevbe ettiği bir günahtan dolayı ayıplarsa, o kimse, aynı günaha müptela olmadan ölmez.) [Tirmizi]
Sual: Nahoş iş yapan samimi bir arkadaşım var. Ondan uzaklaşmam uygun mu?
CEVAP
Arkadaş, bir günah veya bir kusur işleyebilir. Bunlarda ısrar ediyorsa hâlini düzeltecek şekilde güzel nasihatlerde bulunmalıdır.
Hazret-i Ömer’in Şam’da bir arkadaşı vardı. Gelenlerden onu sordu. (Şeytana arkadaş oldu. Günah işliyor) dediler. Bunun üzerine Hazret-i Ömer öyle diyen kimseyi susturup (Giderken bana uğra!) dedi. Dönüşte o kimseye bir mektup verdi. Mektubunda Mümin suresinin ilk üç âyet-i kerimesini yazıp, lüzumlu nasihatlerde bulundu. 3. âyet-i kerimede, Allahü teâlânın her şeyi bildiği, günah işleyenlerin tevbesini kabul edeceği ve azabının şiddetli olduğu bildiriliyordu. Şam’daki arkadaşı mektubu okuyunca ağladı. (Elbette Allahü teâlânın söylediği doğrudur. Ömer de bana nasihat etti) diyerek tevbe edip günahlarından vazgeçti.
Salih bir kimsenin arkadaşı günahlara dalmıştı. (Artık onunla arkadaşlığı bırak! Çünkü o sapıttı) dediler. O ise (Arkadaşım asıl şimdi bana muhtaçtır. Böyle bir anda onu bırakmak arkadaşlığa yakışmaz. Arkadaşımın düzelmesi için çalışacağım ve ıslahı için dua edeceğim) dedi.
Arkadaşımızı, hoşlanmadığımız hareketlerinden dolayı terk etmemeliyiz. Yerinde ikazlarımızla tevbekâr olup eski haline dönmesine çalışmalıyız. Eğer ondan yüz çevirip münasebetlerimizi kesersek, günah ile felaket ile onu baş başa bırakmış oluruz. Arkadaşa karşı vefalı olmalıdır. Vefa demek, ihtiyaç halinde ona yardım etmektir. Arkadaşın dindeki ihtiyacı, maldaki ihtiyacından daha çoktur. Onunla beraberken, günah işlemeye utanabilir. Arkadaşlık, yakın akrabalık gibidir. Çocuğumuz, kardeşimiz, bir günah işlerse onu hemen terk etmeyiz. Arkadaşı da hatasından dolayı tamamen terk etmek uygun olmaz. Kusurunu düzeltemeyen arkadaşı bırakmamalı, çünkü dörtbaşı mamur arkadaş bulunmaz.
Kötü biri ile arkadaşlık etmek elbette uygun olmaz. Fakat arkadaşımızın bazı kusurları görülünce, onu tamamen terk etmek de doğru değildir. Çünkü kusursuz dost olmaz.
Arkadaşımızın kusurlarını yüzüne vurmak, aramızın açılmasına sebep olur. Şeytanın da istediği budur. Onun için, şeytanın dediğini yapmamalı, arkadaşın kusurlarını gizlemeli. Bize karşı işlediği hatalarına gelince, bunu affetmemiz gerekir. Hatta hatasını tevil etmemiz, mazur görmeye çalışmamız vaciptir.
Arkadaşımızın bize karşı olan bir kusuru için, bir çok mazeret aramalıdır. Şayet kalbimiz yine mutmain olamazsa, kabahati kendimizde bulmalıyız. Kendi kendimize (Sen ne katı yüreklisin! Arkadaşın sana yetmiş mazeret buldu. Sen hâlâ kusur arıyorsun) demelidir. Eğer arkadaş, hatasını anlayarak özür dilemişse, hemen affetmeli! Çünkü İmam-ı Şafii hazretleri, gönlü alınmaya çalışıldığı halde rıza göstermeyen kimsenin makbul biri olmadığını bildiriyor. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Arkadaşının mazeretini kabul etmemek günahtır.) [İbni Mace]
(Özrü kabul etmeyen, özür dileyenin günahını yüklenmiş olur.) [İbni Mace]
(Kaba kimseye nazik davranan, zulmedeni affeden, mahrum edene ihsan eden, uzaklaşana yaklaşan yüksek derecelere kavuşur.) [Bezzar]
Allahü teâlâ da hiddetini, öfkesini yenenleri övüyor. (Al-i İmran 134)
Sual: Bazı kişilerin hilelerini, kusurlarını başkalarına anlatmak günah mıdır, gıybet olur mu?
CEVAP
Bid'at ehlinin bid'atini ve alışverişte insanları kandıranların bu hilelerini söylemek gerekir, gıybet olmaz. Ama bir kimsenin günahının zararı yalnız kendine ise ve bu günahı gizli ise, bunu açığa çıkarmak günah olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kim, bir müslümanın ayıplarını örtüp gizlerse, Hak teâlâ da, dünya ve ahirette onun ayıp ve kusurlarını örter. Kul, din kardeşine yardım ettiği müddetçe, Allahü teâlâ da o kula yardım eder.) [Müslim]
(Bir kimse, senin ayıplarını söyleyerek seni kötülerse, sen de onun aybını söyleyerek kötülemeye çalışma! Bunun sevabı senin, vebali de kötü söz söyleyenindir.) [Nesai]
(Müslümanlara eza cefa yapmayın, onları çekiştirip ayıplamayın ve onların hata yapmalarını arzulamayın!) [İbni Hibban]
Gıybet, Kur'an-ı kerimde, ölü kardeşinin etini yemeye benzetilmiştir. Gıybetin bazı durumlarda zinadan da kötü olduğu hadis-i şerifle bildirilmiştir.
Gıybet, kendi ayıp ve kusurlarını bırakıp, başkalarının ayıp ve kusurlarını araştırmaya çalışmaktır ki, bir müslüman için bundan daha kötü ve zararlı bir şey yok gibidir.
Biz, kendi ayıplarımızın ortaya dökülmesini, rüsvay olmamızı istemediğimiz gibi, başkaları da ayıplarının açıklanmasını istemez. Sen arkadaşının aybını örtersen, Allah da senin aybını örter. Sen başkasının aybını açarsan, senin ayıplarını da açan çıkar. Elâleme rüsvay olursun. Bu husus hadis-i şerifle bildirilmiştir.
Kendi kusurlarını araştıran ve bunların çaresini düşünerek başkasının kusurlarını göremeyen müslüman çok iyi insandır. Hadis-i şerifte de, (Kendi aybını gören, Allahü teâlânın hayır dilediği kimsedir) buyuruluyor. Kişi için kendi noksanını bilmek gibi irfan olmaz. (İmad-ül İslam)
Gıybet, söz taşımak ve diğer günahlardan kaçınmak cihad-ı ekber olarak bildirilmiştir. Ne mutlu kendi kusurunu görebilenlere...
Sual: Salih arkadaşa nasıl muamele etmelidir?
CEVAP
Salih bir arkadaş bulunca, ona lüzumlu hürmeti göstermelidir! Onun can ve malını kendi can ve malından önce tutmalıdır! Ayıplarını araştırmamalı, aybı olsa bile görmemeli ve kimseye söylememeli, hatta kendi kendine aybını düşünmemeli, asla münakaşaya girmemelidir! Aleyhinde konuşan olursa, münasip şekilde susturmalıdır! Alınacağı veya üzüleceği bir söz söylememelidir! Suizanda bulunmamalı, uygunsuz hareketlerini dalgınlığa ve unutkanlığa yormalıdır! Yani bir mazeret arayıp suçsuz olduğunu kabul etmelidir! Çünkü güzel ahlak sahibi, insanları mazur görür. Onların kusurlarını meydana çıkarmaz.
Güzel ahlaklı mert kimse, insaflıdır. Yani kendisi insafla hareket eder; fakat başkasından bu insafı beklemez. Böyle bir arkadaşın sevdiklerini sevmeli, sevmediklerinden ve düşmanlarından uzak olmalıdır! Ona karşı ve herkese karşı tevazu sahibi olmalıdır! Böyle bir kimseyi kendisine dost ve kardeş bilmelidir. Ona hürmet göstermedikçe ilminden istifade edemez.
Arkadaşın kusurlarını gizlemeye çalışmamız çok iyi olur. Müslüman, kusurları gizleyici olmalıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kim arkadaşının aybını örterse, Allahü teâlâ da kıyamet günü onun aybını örter. Kim de müslüman arkadaşının aybını açığa vurursa, Allahü teâlâ da onun aybını açığa vurur. Hatta evinde bile onu rezil eder.) [İbni Mace]
(Kendine reva gördüğünü, sana reva görmeyenin arkadaşlığında hayır yoktur.) [İ. Adiy]
.
Lakap takmak
|
Sual: Birine lakap takmak veya lakabı ile çağırmak günah mıdır?
CEVAP
Lakap, ya yermek, alay etmek veya övmek, takdir etmek için kullanılır.
İnsanları beğenmediği, üzüleceği lakaplarla çağırmak günahtır. Böyle bir lakapla arkasından konuşmak da gıybettir, haramdır.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Ey müminler, bir kısmınız, diğer kısmınızı alaya almasın! Belki de alay edilenler, kendilerinden daha iyidir. Birbirinizi ayıplamayın, kötü lakaplarla çağırmayın! İmandan sonra fâsıklık ne kötüdür! [Allah’ın yasak ettiği şeylerden] tevbe etmeyenler ise, zalimlerdir.) [Hucurat 11]
Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(İnsanlarla alay edene, Cennetten bir kapı açılır, “haydi gir” denir. O da, telaşla gelir, fakat kapı hemen kapanır. Sonra başka bir kapı açılır. O yine üzgün olarak kapıya gider. Kapı yine kapanır. Bu durum, defalarca tekrar eder, artık, gel denildiği halde, gidemez.) [Ebu Davud]
Demek ki, bir kimsenin üzüleceği bir lakapla yüzüne karşı da, arkasından da konuşmak yanlıştır. Mesela Şişko Tekin, Bücür Kaya gibi lakaplarla çağırmak veya arkasından konuşmak günahtır. Hadis-i şerifte (Bir kimseyi, sevmediği bir lakapla çağırana, melekler lanet eder) buyuruldu. (İbni Sünni)
Bir kimse, bir kusuru ile meşhur olup da, o lakap ile onu çağırınca üzülmezse, bu lakap ile onu çağırmak veya ondan bahsetmek de günah olmaz. Mesela, Uzun Cenk, Kara Yeşim demek gibi.
İnsanları beğendiği lakaplarla çağırmak günah değildir. Mesela, Yiğit Hüseyin, Hasan onbaşı gibi lakaplarla insanları çağırmak günah olmaz.
Peygamber efendimize Emin, Hazret-i Ebu Bekir’e Sıddık, Hazret-i Ömer’e Faruk, Hazret-i Osman’a Zinnureyn, Hazret-i Ali’ye Ebu Turab denmesi böyledir.
Araplar, en büyük çocuğun ismi ile künyelenirdi. Mesela Peygamber efendimize Ebul Kasım, Hazret-i Ali’ye de Ebul Hasen denirdi. İmam-ı Ebu Yusuf’un adı Yakub idi. Fakat çocuğunun ismi ile Ebu Yusuf olarak tanınmıştır.
Hadis-i şerifte, (Çocuklarınıza çeşitli lakap takılmadan, onlarla künyelenin) buyuruldu. Demek ki insanları beğendikleri lakap ve künye ile çağırmakta mahzur yoktur. (Şir’a)
.
Lezbiyenlik
|
Sual: Eşim lezbiyendir. Çıplak kadın resimlerine bakmaktan ve hatta bayanlarla tokalaşmaktan bile zevk alıyormuş. Çıplak bayan resimlerine bakmak günah değil diyor. Lezbiyenliğin dinimizde yeri nedir? Kurtuluşu var mı?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Kalb, göze tâbidir. Gözler haramdan sakınmazsa, kalbi korumak güç olur. Kalb, harama dalarsa, günahlardan sakınmak güç olur. O halde, imanı olanların, haram işlememesi, harama bakmaması gerekir.)
Erkeklerin homoseksüel [eşcinsel] olması haram olduğu gibi, kadının da homoseksüel [lezbiyen] olması, yani herhangi bir kadına şehvet ile dokunması ve bakması haramdır. Kadınların, kadınlara şehvet ile bakması ve dokunması, kocasından başkasına, erkek ve kadın, kim olursa olsun, yabancıya süslenmeleri caiz değildir. Erkekle kadın, başka cinsten oldukları için, bir araya gelmeleri nispeten güçtür. Kadının kadına yaklaşması ise daha kolaydır. Bunun için kadının kadına bakması ve dokunması, erkeğin kadına ve kadının erkeğe bakmasından daha kötü olabilir. Lezbiyenliğe Fransızca safizm deniyor.
Erkeğin erkek için ve kadının kadın için avret yeri, diz ile göbek arasıdır. Bir kadın, başka bir kadının, göbek ile diz arasına bakamaz. Zaruretsiz bakarsa, haram işlemiş olur. Kadının yabancı erkek için avret yeri, el ve yüzünden başka, bütün bedenidir. Başkasının avret yerine, lüzumsuz, şehvetsiz de bakmak haramdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Erkek erkeğin, kadın kadının avret yerine bakması, helal değildir.) [Abdurrezzak Eşiat-ül-lemeat]
(Kadının kadına yaklaşması [lezbiyenlik, safizm] zinadır.) [Taberani]
(Erkeğin kadına, kadının da erkeğe [şehvetle] bakması haramdır.) [Taberani]
(Erkeğin erkeğe, kadının kadına yaklaşması zinadır.) [Beyheki]
(Erkek erkekle, kadın kadınla [zaruretsiz] aynı yatakta yatamaz.) [İ.Ahmed]
(Erkek erkekle, kadın kadınla yetinirse, ümmetim helak olur.) [Hakim, Beyheki]
(Erkek erkekle, kadın kadınla yetinmedikçe, kıyamet kopmaz.) [Hatib]
(Erkek erkekle, kadın kadınla [çirkin iş için] beraber olamaz.) [Abdurrezzak]
(Ahir zamanda eşcinsel üç kısım olur: Bir kısmı konuşmak ve yüze bakmakla, diğeri, tokalaşmak ve kucaklaşmakla yetinir. Bir kısmı da bu işi bilfiil yapar. Allah bunlara lanet etsin! Eğer tevbe ederlerse, Allahü teâlâ tevbe edenin tevbesini kabul eder.) [Deylemi]
Her türlü günahın tek ilacı vardır. Bu ilaç Kur'an-ı kerimde açıkça bildiriliyor. Bu ilacı kullanan her müslüman, alışkanlık haline gelen büyük günahlardan mutlaka kurtulur. Bir âyet meali şöyledir:
(Namaz, münker ve fahşadan [edepsizlikten, hayasızlıktın, akla ve dine uymayan, uyuşturucu, içki, zina, eşcinsellik, {homoseksüellik, livata, lezbiyenlik} gibi her türlü kötülükten] alıkoyar.) (Ankebut 45)
Namaz, kötülükten alıkoymuyorsa, namaz doğru kılınmıyor demektir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Bir kişinin namazı, kendini fahşa ve münkerden [her türlü kötülükten] alıkoyamıyorsa, Allah’tan uzaklığı artar.) [Taberani]
Bir genç, namaz kılar ve her türlü kötülüğü de yapardı. Bu gencin durumunu Resulullaha bildirdiler. Peygamber efendimiz, (Bir gün gelir namaz, onu diğer günahları işlemekten alıkoyar) buyurdu. Aradan çok zaman geçmedi. O genç günahlarına tevbe etti, iyi hâl sahibi oldu. Bu bakımdan namazı doğru kılmalıdır!
Demek ki, namaz kılan bütün kötülüklerden uzak kalıyor. Yani insan namazı doğru kılarsa, dine tam uymuş olur. Dine tam uyan da, hiç bir kötülüğü işlemez, ayrıca dinimizin emrettiği iyi işleri yapmaya çalışır.O halde yapılacak iş, namazı doğru kılmaya çalışmaktır. Namazı doğru kılabilmek için önce itikadın düzgün olması şarttır. Daha sonra diğer şartlar gelir. Bu şartlara riayet eden, mutlaka her türlü kötülüğü bırakır.
Kötülerle gezmek bile çok zararlıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kötü arkadaş, demirci körüğü gibidir. Üflenince, ateş kıvılcımları seni yakmazsa da, kokusu seni rahatsız eder.) [Buhari]
(İyi arkadaş, güzel koku satan gibidir. Sana koku sürmese de, yanında bulunduğun müddetçe güzel kokusundan faydalanırsın.) [Müslim]
.
| | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | |