İmam Hatip kelam kitabında İbn-i Teymiyye Skandalı
Çocuklara din eğitimi alanının gelişmesini fırsat bilen İslam düşmanı odaklar, dinini yeni yeni tanıyan yavrularımızı İslamın özü olan Kur’an ve Sünnetten uzaklaştırmak için atağa geçtiler. Bunun neticesinde ders kitaplarına İslam adına İslam dışı bilgiler sokulmaya başlandı. İmam hatipteki mezhepsiz hocaları ve tehlikeleri sizlere ara ara aktardık. Bunlardan bir tanesini (Caferiliği hak mezhep olarak göstermelerini) gündeme de getirmiştik. BURADAN BAKABİLİRSİNİZ
Şimdi de İmam Hatip kelam (akaid) kitabında İslam inanç sistemine ilk bidatleri sokan, müteşabih ayetleri fütursuzca yorumlayarak Peygamberimiz ve Eshabının yolundan ayrılan İbn-i Teymiyye’nin övüldüğünü ve çocuklarımıza doğru bir kaynakmış gibi sunulduğunu görüyoruz.
İşte o bölüm:
Peki İbn-i Teymiyye nasıl bir alim? Güvenilir mi?
İŞTE İBN-İ TEYMİYYE HAKKINDA SİTEMİZDEKİ YAZILAR
.
Mimar Sinan'a Mihrimah Sultan ile aşk iftirası – Romanlara dikkat
Önceleri Romanlara bakılarak senaryo yazıp dizi çekerlerdi. Şimdilerde ise uyduruk senaryolara bakıp roman yazar oldular.
Her önüne gelen, tarihi bir karakter seçip, sağdan soldan duyduğu yarım yamalak bilgi ile roman yazıyor, seçtiği tarihi karakteri kendi hayalindeki karaktere büründürerek gerçeği ile alakası olmayan bir kişilik olarak yansıtıyor. Şehvani duyguları aşk zannedenler, aşkın adını da kirletiyorlar.
Bildiğiniz gibi Osmanlı Devleti’nin en büyük şahsiyetlerinden biri olan Kanuni Sultan Süleyman Hazretlerini konu alan ahlaksız bir dizi çekmişler ve bütün tepkilere rağmen uyduruk senaryolara devam etmişlerdi. İslam Şeriat’ın en güzel tatbik edildiği zaman dilimlerinden biri olan Kanunî devrinin halk ve saray hayatını, İngiliz Kraliyetinin halkı ve saray yaşantısı gibi göstermeye çalışmışlar, insanların zihnindeki BÜYÜK OSMANLI algısını, Cumhuriyet dönemi palavralarıyla paralel düşen “kadın düşkünü, zampara padişah” yalanları ile yıkmak istemişlerdi.
Bu tip kara propagandaların romanlara da yansıdığını görüyoruz…
Roman aslında bir kurgudan ibarettir. Ancak tarihi bir karakter ele alınacaksa bunun üzerine kurgu yapılamaz, gerçeklerin anlatılması gerekir. Yapılması gereken şey hikayede oluşan boşlukları o zamanın ve zeminin şartlarına göre doldurmaktır…
Ancak son zamanlarda özellikle Osmanlı devrinde yaşamış önemli şahsiyetleri konu alan romanların gerçeği yansıtmak şöyle dursun büyük iftiralar ile dolu olduğunu görüyoruz.
MİMAR SİNAN HAZRETLERİNE İFTİRA
Bunlardan size sadece bir misal vereceğiz.
“İki Cami arasında aşk” adı ile yazılan, sözde “mihrimah ile Sinan” aşkını(!) anlatan “Mürvet Sarıyıldız” adında şahsın yazdığı bir roman. Romanda Mimar Sinan’ın yanında Osmanlı’ya ve Padişaha da iftiralar mevcut. En başta dediğimiz gibi: “senaryodan yola çıkılarak oluşturulan bir romandan” ancak bu kadarı beklenebilirdi…
Romanda dünyanın zekasına hayran olduğu Mimar Sinan hazretlerinin Kanunî Hazretlerinin kızı Mihrimah Sultan’a aşık olduğu, Prut nehrine bu aşk nedeniyle 13 günde köprü yaptığı, diğer Mimar başının hasetten hasta olup öldüğü, Mihrimah Sultan Cami’sine de bu aşkı yansıttığı, yaptığı eserleri “ismim duyulsun, herkes bilsin” için yaptığı gibi iftiralar başlıca göze çarpanlar arasında. Şimdi size bu iftiralardan birkaç tanesini sunalım:
KANUNİ’YE İFTİRA İLE BAŞLIYOR
“Padişah ise düşünceli bir halde hem Preveze’den gelecek olan haberi bekliyor hem de bir an önce nehri aşarak gözünün nuru payitahtta ve güzeller güzeli şahı Hürrem’ine kavuşmak istiyordu” (A.g.e s.13)
Payitaht ve Hürrem Kanunî hazretlerinin kavuşmak için can attığı yermiş. Daha en başında Muhteşem Yüzyıl adlı ihanet dizisinin senaryosunun romana dökülmüş hali olduğu çok açık bir şekilde görülüyor. Ömrünü at üstünde seferde geçiren bir padişahın gözünün payitahtta değil şahadette olduğunu anlamayacak kadar cahil insanların kurguları olduğu belli oluyor.
“Saray kurallarına pek uymasa da Kanunî, kendisine uğur getirdiğini düşündüğü kızını, seferlerde genelde yanında götürüyordu” (A.g.e s.15)
Yazar, Mimar Sinan ile Mihrimah Sultan’ı karşılaştıracak ya! O’nu da sefere katıyor. Bunu da “Kanunî’nin uğur getireceğine” inanmasına bağlıyor…
Böyle bir saçmalık işte ancak romanlarda olur… Onlar bir kızın, nalın, çivinin uğur getireceğine inanacak kadar imanı zayıf, Allah’a tevekkülü noksan insanlar değildiler… Katıldıkları savaşlarda da tek amaçları ilayı kelimetullahın yükselmesi ve şahadet şerbetini içmekti.
Tarihin derinliğine ve o dönemin yaşam tarzına vakıf olanlara mizah gibi gelecek bu girişten sonra sonra yazar, Mimar Sinan ile Mihrimah’ı dere kenarında karşılaştırıp şöyle diyor:
“Mührimah’ı düşündüğünde kendinden geçiyordu. At üstünde gitmesini, sarı saçlarını, narin parmaklarını hatırladı. Yüzünün güzel duru beyaz güzelliğini, tebessüm ettiğinde yanağında oluşan o küçük gamzeyi….. tekrar takrar hayal etti.” (A.g.e. s.33)
Osmanlı’nın özellikle o dönemlerinde değil bir kadının saçını görmek, yüzünü görmek bile imkansızdı. Kadınlar tesettüre tam riayet ederlerdi. Mimar Sinan ise o kadar asker içinde Padişah’ın sefere getirdiği(!) kızının sarı saçlarını, yüzünü, parmaklarını görmüş… Ve aşık olmuş… Hep onu hayal eder olmuş…
Gördüğünüz gibi hem Mihrimah Sultan’a İslamın tesettür emrini yerine getirmediği iftirası atılıyor, Mimar Sinan Hazretlerine ise “harama bakmak” iftirası atılıyor.
Bunları sırayla sayıp cevap verecek değiliz. Kitap baştan sonra saçma sapan kurgu, yalan ve iftiradan ibaret… Biz Mimar Sinan hazretlerine bu ve benzeri kitaplar ile atlan iftiralara cevap vereceğiz.
MİHRİMAH SULTAN CAMİİ’NDE AŞKINI MI YANSITTI?
Öncelikle şunun altını kalın bir çizgi ile çizelim. Mimar Sinan Hazretlerinin, Mihrimah Sultan’a aşık olduğu yönünde hiçbir tarihi kayıt yoktur. Bu büyük bir yalandır. Kendisi ile Mihrimah Sultan arasında 35 yaş fark vardır. Bunun dışında saray ve haremin bu ihanet dizilerinde yansıtıldığı gibi olmadığını zaten biliyoruz. Mimar Sinan’ın bile padişahın kızını görmek bir yana, hareme girmek gibi bir lüksü de olamazdı. Dahası, bahsettiğimiz devlette padişahın yüzüne bakmak da uygun görülmezdi. Bu durumda Sinan’ın kendisinden neredeyse 35 yaş küçük olan Mihrimah Sultan’ı görüp aşık olmasını bırakın, bazı rivayetlerde geçtiği gibi bu hanımsultan tarafından huzura çağırılmış olması bile imkansız.
Gelelim camiye…
Mimar Sinan, yaptığı camiye bir kadının eteği silüeti vermiş, Edirnekapı tarafında bir cami daha yaptırmış ve güneş ordan batarken Mihrimah camiinden ay doğuyormuş. Bu aşkının bir ifadesiymiş!
Mihrimah Sultan, gerçek tarih kayıtlarında geçtiği üzere çok hayırsever bir hanımdır. Devletin imkanlarını halkın refahı için kullanmaya çalışmış ve bir çok eserler yaptırmıştır. Mesela “Ayn-ı Zübeyde” suyunu nakleden su yollarını tamir ettirerek, mubarek beldelerin ve hacıların su ihtiyacının karşılanmasını sağlamıştır.
Mimar Sinan, yaptığı eseri kimin adına yapıyorsa ona bir alamet bırakan çok zeki bir mimardır. Mihrimah Sultan Camii ile halkına Allah rızası için büyük faydaları olmuş bir kişiye tabiri caiz ise jest yapmıştır. Eserdeki incelik onun Mihrimah Sultan’a aşık olduğunu değil ancak hürmetini ifade eder.
Bakınız mesela kaptanı derya adına yaptığı Piyale Paşa camisinde hiçbir cami de yapmadığı bir şey yapmış, minareyi caminin ortasına oturtmuş, camiye bir gemi silueti vermiştir. Buna bakarak Mimar Sinan’ın paşaya da aşık olduğunu mu iddia edeceksiniz? Elbette hayır. Dolayısıyla bu büyük bir iftiradır…
ALLAH AŞKI İLE YANAR VE İSLAM DAVASI GÜDERDİ
Batılıların hayran kalıp, akıl sır erdiremeyip kalem kağıt yırtıp, saç baş yoldukları Selimiye Cami’ni Allah’ın izniyle yapan Mimar Sinan tarihe altın harfler ile geçen şu sözleri söylüyor:
“Hıristiyanların mimar geçinenlerinin: “Müslümanlara galebemiz var; Ayasofya’nın kubbesi gibi bir kubbe devlet-i İslamiyye’de inşa olunamamıştır!” dediklerini duymuştum. Bu sözler, nice bir zaman şu fakirin gönlünde bir acı ukde olup kalmıştı. Nihayet Rabbimin izniyle Selimiye’nin kubbesini Ayasofya’dan altı zira yüksek, dört zira geniş bina eylemekle kefere-i fecerenin mimar geçinenlerine galebe çalmış olduk”
Her taşında bir sır gizlenen ve görenlerin hayran olduğu Selimiye caminin minarelerinin neden böyle uzun olduğu sorulunca Koca Sinan şu cevabı vermiştir:
“Bu topraklara düşman giremeyecektir; girse de duramayacaktır! Çünkü bu minareler, kıyamete dek: “Bu ülke Müslüman Türklerindir” diye arşa kadar haykıracaktır.”
İşte ruh… İşte iman… İşte Koca Sinan…
Derdi, davası, gayesi, maksadı İslam…
ALLAH DOSTUYDULAR
Bu zatlar aynı zamanda Allah’ın samimi kulları idiler. Mimar Sinan’ın yaptığı eserlerdeki inceliğin nereden geldiğini şu kayıt daha iyi gösterecektir.
Kanuni Sultan Süleyman Han, Süleymaniye camisinin inşasına karar verdiği zaman Resulüllah Efendimizi rüyasında gördü. Hazreti Peygamber, ona caminin nereye yapılacağını göstermekten başka caminin iç ve dış unsurları hakkında da bir takım talimatlar vardi. Bunları “Minberi şuraya, mihrabı şuraya, kürsüyü de şuraya yapasınız!” şeklinde tafsilatlı bir şekilde ifade buyurdu.
Büyük bir sürur ve heyecanla uyanan Kanuni, Alemlerin Efendisi’ne salavat getirerek gözyaşları içinde Cenab-ı Hakk’a şükretti. Ertesi gün ilk iş olarak derhal Hazret-i Peygamber’in işaret buyurduğu mahalle giderek Mimarbaşı Koca Sinan’ı oraya çağırdı ve buraya bir cami-i şerif yaptıracağını söyledi. Koca Sinan da, zaten bu teklifi bekliyormuşcasına Sultan’a:
“Devletü Sultan’ım! Camiyi bu yere şu minval üzere yaparız; mihrabı şurada, kürsüs de şurada olur” diyerek Kanuni’ye rüyasında vaki olan Peygamberimizin mübarek ifadelerini tekrarladı.
Bunun üzerine Kanuni, mütebessim bir şekilde Sinan’a bakarak:
“Mimar başı! Haberli gibisin” dedi.
Koca Sinan başını edeple önüne eğdi ve aynı rüya-yı sadıkayı kendisininde gördüğünü izhar sadedeinde:
“Sultanım! Sizin hemen arkanızda idim!” dedi.
İşte Allah dostu bir padişah ve mimarı… Yapacakları eserleri bile Resulüllah’ın tarif ettiği kutlu insanlar…
Yine tarihi kayıtlara geçtiği üzere Süleymani’ye camii inşa edilirken Frenk Krallarından biri, caminin içinde kullanılması için kaliteli bir mermer göndermişti. Ancak Koca Sinan, bu durumdan, yani gayr-i Müslim bir kralın cami inşaatına yardımcı olmasından şüphelenerek mermeri yardırdı. İçinden imalat esnasında hususi bir şekilde işlenmiş bir haç çıktı. Mimar Sinan bu haçı herkesi üzerine basması için müşahade edilebilen bir yere koydurdu.
ÖVÜNMEYİ SEVMEYEN TEVAZU ABİDESİ
Süleymani’ye camiinin açılışını Mimar Sinan’ın yapmasını isteyen Kanuni’ye, Koca Sinan şöyle demiştir: “Sultanım! Hattat Karahisarî bu cami-i şerifi hatlarıyla tezyin ederken gözlerini feda etti. Bu şerefi ona bahşediniz.”
Yaptığı muazzam camiye kendini hatırlatacak bir imza bile koymamış, kabrini bile Süleymaniye külliyesinin dışında inşa ederek tevazuunu da eseri gibi kıyamete kadar göstermiştir.
Selimiye Camii’ni tamamladığında adının kitabeye yazılması teklifine ise şöyle cevap veriyordu: “Ben kim oluyorum ki Allah’ın evine ismimi koyayım!..”
ALDANMAYIN-KANMAYIN!
Tarihi bilmeyenlerin yazdığı tarih romanlarına aldanmayın. Mesela bakınız İskender Pala da edebiyat alanında usta bir yazardır. Ancak tarihi bir roman yazmış ve okurlarını hayal kırıklığına uğratmıştır. BURADAN BAKABİLİRSİNİZ
Sizler, bizler bu konularda şuurlu olmaya çalışıyoruz ve biliyoruz ama belki çevremizde bu gibi iftiralara inanan insanlar vardır. Onları da şuurlandırmak ve dinimizi, ecdadımızı müdafaa etmek için iyi bir araştırmacı olmamız, Ehli sünnet tarihçileri dinleyerek gerçeklere vakıf olmamız gerekiyor. Şehid Bayram Hocamızın da üstüne basarak dediği gibi: “Bir Müslüman din, dil, tarih” bilmelidir.
Ayrıca ecdadımızı savunmak bizim boynumuzun borcudur. Bu gün şu vatan üzerinde ezanlar okunuyorsa onların gayretleri iledir ve küffar bu toprakları ele geçirse bile barınamıyorsa yine onların ihlasları ve bereketleri hürmetinedir.
www.ihvanlar.net
.
Ali Şeriatî’nin hac kitabı sapıklıkları ve cahillikleri
Ali Eren Hocaefendi yeni çıkan “Dinde Deformistler” adlı eserinde Ali Şeriati’nin “hac” kitabına el atıyor ve bakın neler çıkıyor neler…
(Mobilden girenler için resimlerin yüklenmesi biraz vakit alabilir)
ALİ ŞERİATİ’NİN CAHİLLİKLERİ
Ali Şeriati’nin cahilliklerine gelince:
a) Haccın başlangıcının zilhiccenin 9. günü olarak anlatıyor. (s. 79)
Hâlbuki hac, Zilhiccenin 8. günü Mina’ya çıkmakla başlar…
b) “Adem doğduğu zaman” (s. 84) diyor.
Hazreti Adem doğmamış, topraktan yaratılmıştır…
c) “Hacda ilk hareket Arafat’da başlar” (s. 86) diyor.
Yanlıştır, hac Mina’da başlar…
d) Şeytan taşlamak için toplanacak taşları şöyle tarif ediyor: “cevizden daha küçük, fındıktan daha büyük” (s. 101)
Yanlıştır. Doğrusu şöyle: Nohuttan büyük, fındıktan küçük. Milyonlarca hacı cevizden küçük taş toplasa Mina’da taş dağı meydana gelir.
f) “Demek Allah için insan kurban etmek yasak oluyordu. Oysa geçmişte bu, yaygın bir dini gelenek ve ibadetti.” (s. 135)
Dini gelenek derken hak dini kasdetmektedir. Oyda hak dinde insan kurban etmek gibi bir gelenek ve ibadet yoktur.
g) “Şimdi her şey sona erdi. Nerede? Mina’da!” (s. 46)
Yanlış. Hac Mina’da bitmez. Çünkü daha ziyaret tavafı yapılacaktır.
h) “Bu gün zilhiccenin onu. Kurban Bayramı, Hacc sona erdi.” (s 146)
Yanlıştır. Hac sona ermemiştir. Taşlama devam etmektedir. Ondan sonra da farz olan ziyaret tavafı var.
i) “Bu üç günde (bayramın üç günü) Mina bölgesinden dışarı çıkmak yasak! Kabe’yi tavaf için bile geceleyin dışarı çıkmaya hakkın yok.” (s 147)
Bunlardan başka kitabında Peygamberlerin isimilerini herhangi bir insandan bahseder gibi zikrediyor. “Aleyhisselam” gibi ifadeler kullanmıyor.
Acı olan bir gerçek var. Oda şudur: Böyle sapıklığı ve aynı zamanda cahilliği aşikar olan birisi nasıl olur da takip edilir? Nasıl olur da savunulur?
Bunu da sizin değerlendirmenize bırakıyoruz…
www.ihvanlar.net
.
Diyanetin ilmihalinde BÜYÜK HATA
İhvanlar.net sitemizin şuurlu takipçilerinin gözünden artık hiçbir şey kaçmıyor. İşte bir takipçimizin reddiyesi:
Türkiye Diyanet Vakfı yayınlarının yayınladığı ve bu ilmihalin ilmi müşavere-redaksiyon heyetinde yahudi hristiyan müslüman olmadan cennete girer diye kitap yazan Hayreddin Karaman ve Alİ Bardakoğlu gibi başkanlığı zamanında ehli sünnet dışı işlere müsade veren insanların da bulunduğu 2. ciltlik ilmihalin 2.cildindinde sahife 207 de diyorki
Delil 1: Şahitlerin iki erkek veya bir erkek iki kadın olması gerekir. Tek şahitle nikâh geçerli olmaz. Çünkü hadiste “Bir velî ve iki adaletli şahit olmadıkça nikâh olmaz.” Buyurulmuştur. (Ebû Dâvud Nikâh,19 , Zeylai 2/2..)
Delil 2 : İmam-ı Muhammedb.Hasan,İmam Malik kanalıyla Ebu Zübeyr el-Mekki’den şöyle rivayet etmiştir: Ömer(radıyallahu Anh)a bir adam ile bir kadın dışında kimsenin şahitlik yapmadığı bir evlilik getirildi de o “Bu,gizli bir evliliktir.Ona izin vermiyorum.Başta söylemiş olsaydım,şimdi sizi recmederdim” dedi [El-Huce3/229]
Delil 3: Yine Muhammed b.Hasan, İbrahim-en-Nehai’den şöyle rivayet etmiştir: Ömer b.Hattab nikahta bir erkek ile iki kadının şahitline izin verdi.İmam-ı Muhammed sonra şöyle dedi: Bizde bu görüşü alıyoruz. Bu, Ebu Hanife’nin de görüşüdür.
Delil 4: İmam-ı Muhammed, İbrahim-en-Nehai’den şöyle rivayet etmiştir :
sadece bir erkek ve bir kadının şahitlik yaptığı bir nikahın tarafları Ömer(radıyallahu Anh)a getirildiğinde:
{هذَا نِكَا حُ السِّرِّ، وَلَأُ جِيزُهُ}“
İşte bu gizli nikahtır,ben bunu caiz görmüyorum” (İmam-ı Malik,el muvatta,no:1960, 3/767) diyerek şahitlerin yeterli olmaması halinde kıyılan nikahı gizli nikah saymıştır.Demek ki şahitlik yeter sayısının en aşağısı olan adede ulaşılsaydı yani bir erkeğin yanında iki kadın şahit bulunsaydı bu nikahı gizli saymayacaktı [Cübbeli Ahmed hoca Nişan ve Nikah ahkamı s.163]
Delil 5: Şahitsiz nikâh sahih olmaz. Mezheplere göre farklıysa da, Hanefi’de, ya iki erkek veya bir erkekle iki kadın şahit olmazsa nikâh geçersiz olur. Hanefî’de, şahit olarak, âkil ve baliğ Müslüman iki erkek veya bir erkekle iki kadının bulunması lazımdır.[R. Nasıhin, Ni’metül İslam, imam-ı Serahsi el-Mebsut, Mülteka]
Delil 6: (Nikâhın sahih olması için), nikâhları kıyılanların her ikisinin (veya vekillerinin) de birbirinin sözünü işitmeleri ve eğer nikâhlanacak olan kadın müslüman olursa, şahitler; her ikisinin (eş olacakların) sözlerini işitmekle beraber iki mükellef (akil baliğ olmuş) her erkek veya mükellef,bir hür erkek ve iki hürre kadının hazır bulunmaları şart kılındı [Mülteka,c.1,nikah bahsi]
Delil 7:
İLGİLİ FETVALAR (Osmanlı şeyhulislamları)
Zeyd’in, Hind’i Tezevvüc ettiği nikâh meclisinde Zeyd ve Hind’din iaşka ancak Amr hazır olsa, o nikâh sahih olur mu?…
ELCEVAP… Olmaz (zira şart olan iki erkek veya bir erkek iki kadın şahit olarak bulunmamıştır).
[FEYZULLAH ve ALİ EFENDİ FETVALARI., 26]
İki şahit huzurunda olmayan nikâh sahih olur “mu?… ELCEVAP… Olmaz.
[ABDIRRAH1M EFENDİ FETVALARI], C. 1, 153
Zeyd, Hind’i mehir konuşmaksızm şahitler huzurunda nikahlarsa. bu nikâh sahih olur mu?…
ELCEVAP… Olur. [ABDURRAHİM EFENDİ FETVALARI, 153]
Zeyd. Hind’i nikâhla almak istediğinde erkeklerden kimseyi şahit dikmeyip ancak Zeynep ve Haticenin huzurlarında nikâhlasa, Hind, Zeyd’in nikâhlısı olur mu?…
ELCEVAP… Olmaz. [FEYZULLAH EFENDİ FETVALARI, 27]
Nikâhın sahih olması için iki mükellef erkek veya mükellef bir erkekle ilci kadının hazır bulunması şart olduğundan nikâh sahih olmaz.
Birinci fetvada şahit bir. ikinci fetvada da iki kadın bir erkek menzilinde olduğundan yine bir şâhİt huzurunda nikâhlasa sahih olmaz.
Bu sahih olmayan nikâhla Zeyd Hind’i fasit olarak nikahladıktan sonra Hind’e üç talak boş ol dese, ve Hind’i Hüllesiz tezevvüç etmesi caiz olur mu?…
ELCEVAP… Olur. [ALİ EFENDİ FETVALARI, 26]
Yukarıda huccet getirilen alimler Osmanlı şeyhulislamlarıdır.
(Aşağıda bakınız.Hayatları)
—ALÎ EFENDİ “Çatalcalı” “rahmetullahiteâlâ aleyh”: Osmânlı Şeyh-ülislâmlarının kırküçüncüsüdür. 1041 de Çatalcada doğdu. Dördüncü Muhammed
hân zemânında, 1084 [m. 1673] de Şeyh-ül-islâm oldu. Onüç sene sonra azl edildi. 1103 [m. 1692] de vefât etdi.(Alî efendi fetvâsı) meşhûrdur. 167, 901.
— FEYZULLAH EFENDİ “rahmetullahi teâlâ aleyh”: Erzurumludur.
Şemseddîn-i Tebrîzî soyundandır. Osmânlı şeyh-ul-islâmlarının kırkaltıncısıdır.
Edirnede 1115 [m. 1703] senesinde şehîd edildi. Medrese, kütübhâne, mektebler
yapdırdı. Feyzullah Erzincânî, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdînin (İ’tikâdnâme) kitâbı-
nı türkçeye terceme etmiş 1323 [m. 1905] de vefât etmişdir.
—ABDURRAHİM EFENDİ “rahmetullahi teâlâ aleyh”:1716 rınOsmanlı şeyhulislamı.İyi bir fıkıh alimi olan Abdurrahim Efendi’nin fetvaları. Feteva-yı Abdürrahim adıyla iki cilt halinde neşredilmiştir.Şer’i-Arfi uygulamaya ait pek çok fetvayı ihtiva eden eser,Osmanlı dönemi fetva mecmualarının önemlilerinden biri kabul edilir.Özel kütüphanesini Fatih Camii’ne vakfeden Abdurrahim Efendi’nin ayrıca Ceridetü’l-feraiz ve Ta’likat Cela’l-Beyzavi adlı iki eseri daha vardır
Bütün muteber din kitaplarında da şöyle deniyor: Nikâhın sahih olabilmesi için, iki Müslüman erkeğin veya bir erkekle iki kadının şahit olarak bulunmaları şarttır. (El-İhtiyar, Dürr-ül-muhtar, Hidaye, Hindiyye, Dürer, Mecmua-i Zühdiyye, Menahic-ül-ibad, Nimet-i İslam)
Değerli Kardeşimize emeklerinden dolayı teşekkür ediyoruz..
www.ihvanlar.net
.
Lise Din Kitabında Diyalog Skandalı
Din Ders kitabında göreceğiniz bu kısım, Dinler arası diyaloğun ve bu kapsamda uydurulan “İbrahimi dinler” gibi kavramların asıl amacını ortaya koyuyor.
LİSE DİN KİTABINDA “İBRAHİMİ DİNLER” SKANDALI
Gördüğünüz gibi önce İbrahimi Dinler diyerek Hıristiyanlığı ve yahudiliği, İslam ile birlikte zikrediyor. Sonra İbrahim Aleyhisselam’ın inanç sistemini, hanif olmanın özelliklerini anlatıyor. Asıl önemli olan kısım ise altı kalınca çizilmiş olan yer. Ne diyor: “İBRAHİM A.S’IN GETİRDİĞİ BU ESASLARI DEVAM ETTİRDİĞİ İÇİN YAHUDİ VE HIRİSTİYANLIK İBRAHİMİ DİN OLARAK NİTELENDİRİLİR!”
Evet, işte dilayog ile yapılmaya çalışılan budur, dedik başımız belaya girdi. Diğer muharref dinleri, geçerliymiş gibi, Hakmış gibi göstermeye çalışmak. Ve maalesef din kitaplarına girmiş. Çocuklarımızı, daha hiçbir şeyden haberi olmayan genç beyinleri etki altına almak istiyorlar.
BU DİNLER İBRAHİMİ MİDİR? İBRAHİM A.S’IN GETİRDİĞİ ESASLAR DEVAM MI EDİYOR? İŞTE PAPA’NIN HAYALLERİNİ YERLE BİR EDEN REDDİYE – TIKLAYIN!
.
REŞİT HAYLAMAZ EFENDİMİZ KİTABINDA AYET TAHRİFATI
Maşallah takipçilerimiz şuurlandı Elhamdülillah.. Artık nerede bir hata görseler anlayacak dereceye geldiler ve bizleri haberdar ediyorlar. Ve bu davada bir katkılarının olmasını istiyorlar…
2. REŞİT HAYLAMAZ VAKIASI
Daha önce Yeni Şafak tarafından promosyon olarak dağıtılan kitabında peygamberimize nasıl iftira ettiğini gözler önüne sermiştik. BURADAN OKUYABİLİRSİNİZ
Şimdi ise bir ayetin nasıl çarpıtıldığına ve üstün zeka (!) oyununa şahit olacaksınız…
Kitabın adı “Gönül tahtımızın eşsiz sultanı EFENDİMİZ”
Kitap, diyalogcuların yayın organları Nil Prodüksiyon ve Burç FM ortaklığında radyo tiyatrosuna da çevrildi. (Diyalogcuların birbirini nasıl tuttuğunun da göstergesi)
Çarpıtılan ayet: Ali İmran 64
Reşit Haylamaz ayete verdiği dip notta 3/65 demiş ama o kadar da incelemeyelim yazım hatası olmuş olabilir…
AYETİN MANASI:
“(Resulüm) De ki:’Ey Kitap ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze gelin. Allah’tan başkasına tapmayalım; ona hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın. Eğer yüz çevirirlerse, işte o zaman şahit olun biz müslümanlarız’ deyiniz.” (Al-i İmran 64)
Bu ayeti kerimeyi diyalogcu çevreler diyaloğa delil alırlar. Bu ayetin izahı ayrı bir ders. Bunlar minareyi çalacaklar ya kılıf lazım.
Bakın yazar nasıl meal veriyor: “Ey ehli kitap! Gelin, sizinle bizim aramızda müşterek, tek bir kelimede, asgari müşterekte birleşelim; Allah’tan başka hiçbir şeye mabud nazarıyla bakmayalım ve O’na hiçbir şeyi şerik tutmayalım. Sizinle bizim aramızda hiç kimseyi, Allah’tan başkasını Rab yerine ikame edilmiş bir dost olarak görmeyelim.”
Yazar öyle uyanık ki uydurduğu mealin sonuna işaret ettiği dip notta ayetin inişini izah ederek İbni Kesir’i referans veriyor. Yani bir şeyden habersiz iseniz bu manayı ibn-i kesir’in verdiğini zannedebilirsiniz…
Şimdi kardeşlerimiz ayetin kelime kelime manasını vereceğiz. Bakın bakalım yazarın verdiği mana ile uzaktan yakından bir alaka kurabilecek misiniz?
Ye ehlel kitap: Ey kitap ehli
Te’alev: Geliniz
İla kelimetin: Bir kelimeye
Seva-in beynena ve beyneküm: Bizimle sizin aranızda eşit (denk-ortak)
Enla na’büde İllallahe: Allah’tan başkasına tapmayalım (kulluk etmeyelim)
Ve la nüşrike bihi şeyen: Hiçbir şeyi O’na ortak koşmayalım
Ve la yettehize: Edinmesin
Ba’zuna: Bazımız
Ba’zan: Bazımızı
Erbaben: Rabler
Min dünillah: Allah’tan başka…
Bu manaları alın, istediğiniz gibi yerleştirin bakalım Haylamaz’ın vardığı sonuca varabilecek misiniz?
Varamazsınız! Neden? Çünkü sizim kapasiteniz sınırlı!!! Reşit Haylamaz gibi hayal dünyanız gelişmemiş! Ne kadar zorlarsanız zorlayın olmaz.
Hele ayetin son kısmındaki “bazımız bazımızı Allah’tan başka rabler edinmesin” yerine söylediğine bakın:
“Sizinle bizim aramızda hiç kimseyi, Allah’tan başkasını Rab yerine ikame edilmiş bir dost olarak görmeyelim.”
Yazar kelime kalabalığı ile iş çevirmeye kalkışıyor. Ayette mevcut olan kelimeleri büsbütün katlederek kendi istediği manayı veriyor.
BÜYÜK CESARET
Görüldüğü üzere Reşit haylamaz Allah’u Teala’nın ayetini açıkça tahrif ediyor. Mevcut olan kelimeleri bile hazfederek hiç alakası olmayan bir mana ortaya çıkarıyor. Yani kendi hevasına göre yorumluyor. Rabbimizin ayetlerini böyle alenen tahrif etmek çok büyük bir cesarettir. Bu cesaretin kaynağı olsa olsa dünya menfaatidir. Çünkü Rabbimiz, Kur’an ayetlerini tahrif etmeye cüret göstercek olanları bize “menfaatçi” olarak bildirmişti:
“Hakkı batıla karıştırmayın, bile bile gerçeği gizlemeyin.(Bakara, 42)
“Onlar Allah’ın ayetlerini az bir dünya menfaati karşılığında sattılar da Allah’ın yolundan insanları alıkoydular. Gerçekten onlar ne fena iş yapıyorlar!” (Tevbe, 9)
DİYALOGCULARIN İTTİFAKI!
Müştereklerde birleşmeyi savunanları daha önce tanımıştık. Zaman yazarı Ahmet Şahin’in bu konudaki konuşması mevcut. O da: “Allah birdir, Peygamber haktır, ahirete inanıyoruz, müştereklerimiz var, amentüde ittifak etmekteyiz” gibi hezeyanlarda bulunmuştu.
Bizim Yahudi Ve Hıristiyanlarla bir müşterek yanımız yok ama diyalogcuların birbirleri ile çok müşterek yanları var ve her konuda ittifak etmekteler. İstedikleri kadar ayrı ayrı yerlerden, değişik metodlar ile diyalog için çalışsınlar. Söylemleri ile büyük bir ittifak içinde olduklarını ancak kendilerinin de birbirlerinden haberdar olmadığını izhar ediyorlar.
Reşit Haylamaz’ın kimlere hizmet ettiğini daha iyi anlamış oluyoruz.
SİYER KİTAPLARINI KULLANIYORLAR
Dikkat ederseniz Reşit Haylamaz’ın reddiye yaptığımız iki kitap da “Siyer” kitabı Yani peygamberimizi anlatan kitaplar. Anlıyoruz ki diyalog meselesini “Siyer kitaplarında” işleme mevzusuna birileri seçilmiş. Ve görevini icra ediyor.
Peygamberinin hayatını okumak, öğrenmek isteyen nesiller kirli bir oyunun propagandası ile karşı karşıya kalıyor. Hem de hiç farkında olmadan…
www.ismailaga.info
.
OKUL KİTAPLARINDA İSLAM DÜŞMANLIĞI VE DİNLER ARASI DİYALOG
Bu gün gençlik üzerinde hiçbir fonksiyonu olmayan İmam Hatiplerin orta okulunu açtık, içerisinde dinler arası diyalog bölümleri olan siyer dersini koyduk dediler ve kendi ifadeleriyle sizin gazınızı aldılar. Bakın çocuğunuza 1. sınıftan itibaren neler empoze ediyorlar. Görün…
İSLAMİ KIYAFET DÜŞMANLIĞI – BU SAYEDE ÇOCUĞUNUZ SİZDEN NEFRET EDEBİLİR VE KENDİSİNE YENİ BİR YOL ÇİZEBİLİR…
DİNLER ARASI DİYALOG FAALİYETLERİ
MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞINI BU FAALİYETLERİNDEN DOLAYI ŞİDDETLE KNIIYORUZ…
.
Akvaryum Yayınevi’nde Domuz Skandalı
Bildiğiniz gibi İslam’da haram olan domuzu kasaplık et statüsüne alınmıştı. Şimdi de küçük zihinlere test usulü işleniyor.
1. sınıf yaprak test kitapçığından bir kare. Kasap sorusunun yanına yerleştirilen domuza dikkat!…
.
Milli Görüş Avrupa’da (IGMG) neler oluyor?
Avrupa’da yaşayan bir kardeşimiz, elde ettiği bilgi ve bulguları, önemli tesbitlerini bizler ile paylaştı. Yapılanları görünce “Milli Görüş Avrupa nereye gidiyor” veya “yönetim kimlerin eline geçti” diye düşünmeden geçemiyorsunuz.
Merhum Erbakan Hocamızın davası Milli Görüş’ü biz ehli sünnetten taviz vermeyen, siyonizme dur diyebilen, küfre boyun eğmeyen bir yapı olarak biliyoruz. Avrupa’da da Müslümanların yegane buluşma noktası olarak biliniyor. Ancak kardeşimizin dediği gibi bazı yanlış işler var. İnşaAllah bunları düzeltmelerine vesile oluruz…
TEMEL EĞİTİMDE SAPIK KAYNAKLAR ZİRVEDE
Çocuklar için hazırlanan ve temel eğitim düzeyindeki kitaplarda Ehli sünnet akaidine taban tabana zıt görüşleri olan ve yine ehli sünnet alimlerce reddiyeler yazılmış sapıkların görüşlerine yer verilen kitaplar, yetişen nesil açısından bizleri tedirgin ediyor. İşte Avupa’da teşkilatın içerisinde bulunan ve yaşayan bir kardeşimizin hazırladığı bilgiler:
Teşkilatta bu kitap okutuluyor. Okutulan kitapta yukarıda dediğimiz gibi İslam alimleri tarafından sapık görüşlerine reddiyeler yapılan insanlar kaynak olarak alınıyor. Asırlara mal olmuş onca İslam alimi var iken bu kişilerin kaynak alınması gerçekten düşündürücü.
Abdurrahman el-Hümeyyis
Abdurrahman el-Hümeyyis, vehhabidir, bunu ‘Dört imam’in itikadi’ kitabindan anliyoruz. Bu
kitabinda söyle diyor:
‘’Bir kimsenin Allah’a O’nun isimleri disinda baska bir isimle dua etmesi caiz degildir.’’ (s. 9)
‘’Dua edenin ‘falancanin hakki icin’ veya ‘peygamberler ve nebilerin hakki icin, ya da
‘Kabe’nin hakki icin’ gibi sözlerle Allah’a yalvarmasi mekruhtur.’’ (s. 9)
‘’Bir kimsenin Allah’tan gayrisiyla Allah’a dua etmesi dogru degildir. Duada ‘Senin arsinin
izzetle tutundugu yerlerin hürmetine’veya ‘yarattiklarindan birinin hakki icin’ gibi sözler
kullanilmasini kerih görürüm.’’ (s. 10)
‘’O’nun eli, yüzü ve nefsi vardir. Allah’in kitabinda zikretmis oldugu yüz, el, nefis, O’nun
nasilligi bilinemeyen sifatlarindandir. Elinden maksat kudretidir veya nimetidir denilemez.
Zira bu durumda Allah’in sifatlarini iptal etme söz konusu olur. Bu ise mutezile ve
kaderiyye’nin görüsüdür.’’ (s. 11)
‘’Simdi ise nasil olup da bircoklari Allah’in heryerde oldugunu ya da hicbir yerde hatta
alemin icinde olmadigini söyleyebilmektedirler.’’ (s. 13)
‘’Ehli-sünnetin yolu……..Allah’in gökteki Ars’inin üzerinde oldugu,….. ve dünya gögüne de
diledigi gibi inecegini ikrar yoludur.’’ (s. 38)
Ahmed el-Hakemi
Ahmed el-Hakemi, vehhabidir. ‘Sorulu-Cevapli Islam Akaidi’ kitabinda, Ehli-sünnet itikadina
bircok muhalif yanlislar bulunmaktadir. Kitabindaki sapkin görüslerini söyle siralayabiliriz:
‘’Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat; Allah’ın keyfiyeti bizim tarafımızdan bilinmeyen, başka yüzlere
benzemeyen, hakîki anlamıyla bir yüzü olduğuna îmân ve ikrar eder. Ehl-i Sünnet ve’l-
Cemaat; Allah’ın yüzü”nü, zât veya rızâ ile yorumlayıp nassları tahrîf etmez.’’ (s. 13)
‘’SORU 38: Îmânın artıp eksildiğinin delili nedir? CEVAP: Yüce Allah’ın şu buyruklarıdır:…’’
(s. 32)
‘’Ayet-i kerime keyfiyyeti bizim tarafımızdan bilinmeyen hakiki “iki el”i olduğunun
delilidir.’’ (s. 54)
‘’Ayet-i kerime Yüce Allah’ın başka yüzlere benzemeyen, keyfiyyeti bizim tarafımızdan
bilinmeyen, hakiki bir “yüz”ü olduğunun delilidir. Ayet-i kerime Yüce Allah’ın başka gözlere
benzemeyen, keyfiyyeti bizim tarafımızdan bilinmeyen, hakiki “iki göz”ü olduğunun
delilidir.’’ (s. 55)
‘’SORU 65: Yüce Allah’ın fevkıyyetinin (üstte, yukarda oluşunun) Kitâb’tan delili nedir?
CEVAP: Bu hususa dâir açık deliller sayılamayacak kadar çoktur. Bunlardan bir kısmı sözünü
ettiğimiz isimler ile o anlamı ihtiva eden lafızlardır. Kur’ân-ı Kerîm’de yedi ayrı yerde geçen:
“Rahman Arş’a istivâ etti.” (Taha, 20/5)…..’’ (s. 61)
‘’Bu istiva âyetlerinde Yüce Allah açıkça arşın üzerinde olduğunu ifade etmiş
bulunmaktadır. Selef istivayı yukarda olmak ve üstünde bulunmakla açıklamışlardır.’’ (s.
62)
‘’SORU 134: Şefaate îmân etmenin delili nedir? Kimler, kimlere şefaat edecektir? Ne zaman
olacaktır? CEVAP: Yüce Allah, Kitâb-ı Kerîm’inin pekçok yerinde ağır bir takım şartlara bağlı
olarak şefaatin sâbit olduğunu belirtmiştir. Şefaatin yalnızca kendisinin elinde olduğunu,
hiç kimsenin bu konuda herhangi bir pay sahibi olmadığını bize bildirmiştir.’’ (s. 132)
Yusuf el-Kardavi
Kardavi, (Kimseyi taklid etmiyorum) diyor, yani (Dört mezhepten birine uymam) diyor. Bu,
ben mezhepsizim demenin başka şeklidir. Kimseyi taklit etmediğini söylese de, İbni
Teymiyye’ye İmam ve Şeyhülislam diyerek, küçük kitapçığına, ondan 21, talebesi İbni
Kayyım’dan ise 8 tane nakil almıştır. Ebu Hanife ismi iki defa geçiyorsa da, kaynak olarak
değildir.
El-Halal-vel-Haram kitabının önsüzünde, (Kendimi herhangi bir mezhebe bağlamayı uygun
bulmadım. Yalnız bir mezhebin esiri olunmaz) diyor, mezhepleri esaret kamplarına
benzetiyor. El-Halal-vel-Haram kitabı, daha önce çok tenkide uğramıştır. O. Hacı Ömeroğlu,
mezhepleri yıkmaya çalışan Kardavi için (İki işçi, koca Süleymaniye’yi yıkar; fakat onu yapmak
için bir Süleyman ve bir de Sinan gerekir) diyor. (Din, kolaylık üzerine kurulmuştur) diyerek
verdiği çağdaş, asrî fetvalardan birkaçı şöyle:
1- (İnce çorap üstüne mesh caizdir) diyor. Hâlbuki dört hak mezhebin hiç birisinde ince
çoraba mesh caiz değildir. Bugüne kadar hicbir Ehli-sünnet alimi böyle bir fetva vermemistir.
Kolaylık olsun diye, her kolayına geleni yapmak caiz olmaz. Mesela kolaylık olsun diye, vakit
girmeden beş vakit namazı bir vakitte kılmak, dini değiştirmek olur.
2- Mukim olanın, bir özürle iki namazı cem etmesine, (Hanbelî’de caiz olduğu için, ben de
caizdir derim) diyor. Hâlbuki Hanbelî’nin bu hükmünü herkese şamil etmek, asla caiz değildir.
Bir zaruret veya ihtiyaç sebebiyle bir mezhebi bir hususta taklit edebilmek için, o mezhebin o
husustaki mümkün olan bütün şartlarına da riayet etmek gerekir. Şartlarına riayet etmeden
bir mezhebin bir hükmünü almak veya mezheplerin kolaylıklarını toplamak, telfik olup bütün
alimlerin icmai ile haramdır. (Hadika)
3- (Fitil kullanmak orucu bozmaz) diyor. Hâlbuki 4 mezhepte de bozar.
4- (Midye, ıstakoz gibi deniz haşaratı ve denizde kendiliğinden ölmüş balık yenir) diyor.
Hâlbuki kendiliğinden ölmüş balık yenmez. Hanefi’de midye, ıstakoz gibi deniz haşaratı da
yenmez. (Dürer)
Balık, hastalık gibi bir sebeple kendiliğinden ölünce leş olur, insanı da zehirleyebilir. Bir sahih
hadis-i şerif meali şöyledir: (Kendiliğinden ölüp, su yüzüne çıkan balık yenmez.) [Darekutni]
5- (Demir ve diğer madenlerden yapılan yüzükler erkeklere caizdir) diyor. Halbuki bu icma ile
haramdir. Mütercim, dipnotuna, haram olduğunu ilave etmiş. Demek ki, mütercim bile,
Kardavi’nin dine aykırı sözleri olduğunu biliyor. Peki harama helal diyenin kitabı, niye
tercüme edilir ki?
6- (Haşhaş, kenevir ve tütün ekmek haramdır, çünkü bunlar kötü yerlerde kullanılıyor) diyor.
Kötü yerde kullanılınca haram mı olur? Afyon, tıpta çok kullanılır. Halbuki alimlere göre ilaç
olarak az miktarda kullanmak caizdir. (Redd-ül-muhtar)
Kötü yerlerde de kullananlar var diye, haşhaş ekmeye haram denmez. Bu yanlış görüş, şarap
yapılıyor diye üzüm yetiştirmeyi yasaklamaya benzer.
7- (Şâfiî mezhebinde olan halka kolaylık sağlamak için, eti yenen deve, sığır gibi hayvanların
necasetlerinin temiz olduğuna fetva verdim. Kadına dokununca abdestleri bozuluyordu.
Kadına dokunmakla abdestin bozulmayacağını söyledim. Buna da Kur’an ve sünnetten delil
getirdim) diyor. Bu ne demek oluyor? Açıkça, bin küsur yıldan beri Şafiîlerin yanlış yolda
olduğunu, Şafiî âlimlerinin Kur’an-ı kerime ve hadis-i şeriflere aykırı fetva verdiklerini
söylemiş olmuyor mu? Mezhepsiz Kardavi, İmam-ı a’zam Ebu Hanife veya İmam-ı Şafiî gibi
büyük bir âlim olsa bile, ancak (Benim görüşüm bu) diyebilir, fakat yine dört hak mezhepten
birinin hükmüne yanlış diyemez. Hele dinin sahibi gibi, (Şâfiîlere şunu helal ettim) diyerek
mezhepleri bozmaya hakkı yoktur. Şafiî’deki birçok hüküm Hanefi’ye aykırıdır, bu ayrılık da
ümmet için rahmettir, sahih bir hadis-i şerifde mealen söyle buyurulmustur (Alimlerin ihtilafi
ümmetim icin rahmettir), Şafiî âlimleri hiçbir zaman, (Hanefilerin ictihadı yanlıştır) demediler.
Sadece kendi mezheplerinin hükümlerini bildirdiler.
8- (İbni Teymiyye’nin, “Bir anda verilen üç talak, bir talaktır. Evlat, fakir ana babasına zekât
verir. Bir kadın, yol eminse tek başına hacca gider” görüşlerini tercih ettim) diyor. Bu
konularin hepsi İcma-ı ümmet ile sabittir, yani Karadavi burada İcma-ı ümmet karşı geliyor.
9- (Hastaya Kur’an okumak, âyetleri muska şeklinde üstte taşımak haramdır) diyor. Hâlbuki
bunlar sünnettir. Bunu Peygamberimiz ve Sahabeler yapmistir. Hatta Kur’anda Allahu Teala
Kur’anin mü’minler icin sifa oldugunu söyluyor.
10- Hak ve bâtıl mezhep ona göre aynı olduğu için, Zeydiyye mezhebinden olan Şevkani’den
de nakiller yapıyor, Zahiriyye mezhebinden İbni Hazm’ın, enfiye çekmenin, kulağa, burna ve
makattan ilaç vermenin orucu bozmayacağı görüşünü savunuyor. Mezhepsiz Reşit Rıza’ya
müceddid diyor, onu övüyor.
Hayrettin Karaman
Hayrettin Karaman’in Ehli-Sünnet disi bircok sapik görüsleri vardir. Bunlardan bazilarini
kitabindan nakiller ile siralayacagiz:
Hayrettin Karaman ‘’Polemik degil Diyalog’’ kitabinda sapkin görüslerini su sekilde yaziyor:
‘’Bütün insanlarin müslüman olmalari dinin Kuran’in hedefi degildir’’ (s. 41)
‘’Müslümanlarin cogu ‘Peygamberin bütün din saliklerini Islam’a cagirdigina’ inanirlar.’’ (s.
35)
‘’Peygamberimiz Yahudiler mutlaka müslüman olsun demiyor. Hristiyanlar mutlaka
müslüman olsun demiyor.’’ (s. 35)
‘’Diyalogun hedefi tek bir dine varmak, dinleri tek’e indirgemek olmamali.’’ (s. 36)
‘’Kuran-i Kerim’de ehl-i kitabla ilgili devamli vurgulanan sey Allah’a iman, Ahirete iman ve
ameli Salih’dir. Kur’an bircok ayette bunu söyluyor; yani Peygambere iman edin demiyor.’’
(s. 37)
Ve Hayrettin Karaman kendi resmi websitesinde (www.hayrettinkaraman.net) kendisine
Mehdi Aleyhisselam hakkinda sorulan sorunun cevabinda söyle diyor: ‘’Mehdi inancı kesin
bir inanç unsuru/ögesi değildir.’’ Böylelikle Mehdi Aleyhisselamin gelecegine inanmanin farz
olmadigini öne sürüyor.
Yine ayni websitesinde kendisine yöneltilen soruya yanlis fetva veriyor. Soru erkegin kadinla
tokalasmasi hakkinda. Hayrettin Karaman bu soru üzerine kadinin veya erkegin karsi cinsle
tokalasmasinin caiz oldugunu söylüyor ve bunun haram olmadigini söylüyor.
Mevdudi
Mevdudi’nin ‘’Hilafet ve Saltanat’’ isimli mezhebsizlik zehiriyle dolu kitabına bir göz atalım:
1- İslâm’ı Anlamak kitabından imanın şartlarını beşe indiriyor, “Kadere iman” akidesini ve
şartını zikr etmiyor.
2- Tefhimü’l-Kur’ân’da şefaat meselesinde Vehhabîleri ve Selefîleri geçen bir aşırılığa
sapmıştır.
3- Gayri müslimler, müminlere verilmiş bütün medeni haklardan aynı şekilde istifade eder.
(s.58)
[Yanlıştır, bir gayri müslim, mümin kadınla evlenemez, seçme ve seçilme hakkına sahip
olamaz.]
4- Benim nazarımda bütün insanlar eşittir. Bizden olsun veya olmasın. (s.68)
[İnsanlar, insan olarak eşitse de, bir müslümanla bir kâfir asla eşit değildir. Müslüman namaz
kılması için zorlanır, fakat kâfir zorlanamaz. (Ancak müminler kardeştir) âyet-i kerimesine
istinaden bütün vatandaşların eşit olduğu hükmünü çıkarıyor. s.69-70 ]
5- Sahabeden Hz. Sa’ad bin Ubade’ye, farklı ictihadı için kabilecilik taassubu diyor. (s.112)
6- Dördünün değil de, ilk iki halifenin icraatı numune kabul edilir diyor. (s.114)
[Hadis-i şerifte ise, (Benden sonra ihtilaflar çıkınca, sünnetime ve hulefa-i raşidinin sünnetine
uyun! Onlara azı dişlerinizle ısırır gibi sımsıkı sarılın!) buyuruluyor. (Tirmizi, İbni Mace)]
7- Hulefa-i raşidinin aydınlattığı meşaleyi [Hz.] Osman söndürdü diyor. (s.117)
8- İbni Teymiye’den bile nakiller yapıyor. (s.135)
9- [Hz.] Osman’ın siyaseti hatalı idi diyor. (s.141)
10- İslam’ın emrettiği seçim şeklinin modern olmadığını veya modern seçimin İslam’ın
koyduğu seçim sisteminden üstün olduğunu, dolayısıyla Hz. Ali’ye haksızlık yapıldığını
belirtmek için, “Bugünkü modern usullerle bir seçim yapılmış olsaydı Hz. Ali kazanacaktı”
diyor. (s.151)
11- “Talha, Zübeyir ve diğer kan davası peşinde koşanlar” diyor da, şer’i kısas isteyenler
demiyor. Aşere-i mübeşşereden bu iki zatı “kan davası peşinde koşanlar” diye suçluyor.
(s.164)
12- Hz. Ali’nin karşı taraftakilerin şehitlerine hürmet gösterdiğini ve mallarını ganimet
saymadığını yazdığı halde hainliğinden karşı tarafa hücum etmekten kendini alamıyor. (s.167)
13- Resulullahın kayınbiraderi, vahiy katibi Hz. Muaviye’ye uzattığı kirli diline bakın:
Muaviye, Osman’ın kanını istemek hususunda gayri kanuni yolda yürüyordu. (s.169)
Muaviye, Osman’ın katillerinden değil, o zamanın halifesinden kan istiyordu. (s.171)
14- Hz. Osman’ın katilinin Hz. Ali’nin olduğunu söylemesi için, sahabeden 5 tane yalancı şahit
bulundu diye iftira ediyor. (s.173-174)
15- Hakem olayında haklıyı haksızı tespitin, hakemlerin yetkisinde olmadığını, hakemlerin
yaptığı işin tamamen yolsuz ve yersiz olduğunu söyleyerek, bu işe rıza gösteren Hz. Ali ile
bütün Eshab-ı kiramı yolsuz ve yersiz iş yapmakla suçluyor. (s.182-183-187)
16- Hz. Ali’nin, Hz. Osman’ın katline iştirak eden iki sahabiyi vali yaptı diyerek, “İşte Hz.
Ali’nin tek hatalı meselesi budur” diyerek Hz. Ali’yi suçluyor da, ictihadı böyle idi diyemiyor.
(s.187-197)
17- Hz. Ebu Bekir’in Hz. Ömer’i yerine hilafete seçtiği gibi, Hz. Muaviye’nin de oğlunu hilafete
seçmesini yanlış, hatalı ve usulsüz bir fikir olarak söyledikten sonra Eshab-ı kiramın bu işi
aynen kabul etmesini hazmedemediği için Resulullahın arkadaşlarına yükleniyor. (s.197)
18- Hz. Muaviye hakkında ağzına geleni söylüyor, bir defacık olsun Hz. kelimesini bile uygun
bulmadığı halde yaptığı hareketlerin tasvibi için bakın nasıl bir dil kullanıyor: Muaviye iyilikleri
şöyle dursun sahabi olması hasebiyle hürmete şayan bir zattır. Onun hakkında her kim ileri
geri konuşur, ona taan etmeye kalkarsa, o haddini bilmeyen bir kimsedir. (s.204)
19- Hz. Muaviye için, “Politik gayeler uğruna şeriat hükümlerini tahrif etti” diyor. (s.235)
20- Şöyle bir iftira ediyor: “Bu hadise esnasında bin kadar kadın kendi kocalarından başka
kimselerden gebe kaldı.” (s.247)
[Mevdudi, Eshab-ı kiram ve onların çocukları olan Tabiine bu ırz düşmanlığını nasıl layık görür
ki?]
21- Şirkten başka günahların affedilebileceği, Mürcienin (sapik bir mezheb) itikadı olduğunu
söylüyor. (s.302)
Halbuki Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ, şirki asla affetmez ve şirkten başka olan bütün günahları dilerse affeder.) [Nisa
48]
22- İmam-ı a’zamın istisnasız bütün sahabileri hayırla, iyilikle yâdettiğini yazmasına rağmen,
kendisi hain olduğu için Hazret-i Muaviye’ye, Hazret kelimesini bile çok görüyor. (s.326)
23- İslam âlimleri cumhuriyet esasları korunması şartıyla birlik için çalıştılar diyor. (s.360)
24- Sahabiler için, “Bilerek hata yapmaz” diyor ve ictihadi hataları olabilir demiyor. (s.436)
25- Es-sahabetü küllühüm adül, mefhumunun istisnasız bütün sahabiler hakkında varit
olduğunu söylediği halde, yine de çokları adil iş yapmadı, şeriatı tahrif etti diyor. (s.437)
26- Bir hata işlemekle bir kimsenin derecesinin yüksekliğine noksanlık gelemiyeceğini
belirterek “Eshab-ı kirama dil uzatıyorum ama onlara noksanlık gelmez” demek istiyor.
(s.441)
27- “Benim düşüncem şöyle” diyerek kendini, Resulullahın arkadaşlarını, akrabasını hâşâ
hesaba çeken savcı olarak görüyor. (s.443)
28- (Eshabım hakkında konuşulurken dilinizi tutunuz) hadis-i şerifine rağmen Sahabe-i kirama
kusur yüklemeye, hata bulmaya çalışıyor. (s.444)
29- Sapıkların şahitliği kabul edilmediği halde iftiralarına ibni Sebecilerden delil getiriyor.
İntak-ı hak kabilinden mehaz gösterdiği İbni Ebi Hadid’in ehl-i sünnet olmadığını kendi de
itiraf ediyor. (s.445)
30- İbni Kuteybeyi mehaz olarak gösteriyor. İbni Kuteybe’nin ehl-i sünnet olmadığı bir tarafa,
Hz. Ali’yi sevmemek anlamına gelen nasibilikle itham edildiğini belirtiyor. (s.446, 447)
[Sanki Hz. Ali düşmanı olunca sözü senet mi olur?]
31- İbni Teymiye’yi imam diye övüyor. (s.452) [Burada imam, mezhep sahibi büyük âlim
demektir.]
32- İbni Arabi’nin, İbni Teymiye’nin ve Şah Abdülaziz’in Şiileri reddiye hakkında yazdıkları
kitapların mehaz olamıyacağını beyan ediyor. (s.463-464)
33- Kendi fikirlerini yazdıktan sonra, “Kendi icthad-i fikrimi ortaya koysaydım” diyor. (s.463)
34- [Hz.] Osman’ın niyeti değil, düşüncesi yanlıştı diyor. (s.465)
35- Hz. Osman’ın firasetinin noksan olduğunu ispat için, “Herhangi cahil bir insan bile vukuu
muhtemel zararları tahmin edebilir, iyi veya kötü bunlara karşı gerekli tedbirleri almayı ihmal
etmezdi” diyor. Hz. Osman’ın bir cahil kadar bile tedbirli olmadığını söylüyor. (s.467)
36- Hz. Osman’ın Hz. Muaviye’yi uzun seneler valilikte bıraktığı için siyaset ve tedbirinin
hatalı olduğunu, bir valiyi ancak 5-6 sene istihdam edip değiştirmenin münasip olacağını
söylüyor. (s.472)
37- Hz. Osman’ın akrabalarına karşı olan tutumunu zaaf olarak vasıflandırıyor. (s.476)
[Mevdudi’yi savunan müslüman kardeşlerimiz, Hz.Osman’ı savunsalardı kendileri için daha
hayırlı olurdu. Bize ne kadar kızarlarsa kızsınlar, biz Hz.Osman’ı savunuyor ve onun tarafını
tutuyoruz.]
38- [Hz.] Osman, bazı valileri değiştireceğine söz verdiği halde yine yerlerinde bıraktı diyerek,
onu yalancılıkla suçluyor. (s.483)
39- Eshab-ı kiramın en büyüklerinden Amr İbni As hazretleri için, “Bu zatın yaptığı iş, düpedüz
haksızlıktı” diyor. (s.498)
40- Mekke’nin fethinde [Hz.] Osman’ın iltiması ile bir zatın suçundan vazgeçildi diyor. (s.506)
[İltimas, bir haksızlığı meşru kılmak için yapılır. Hz. Osman iltimas yaptı demekle hem Hz.
Osman suçlanıyor, hem de bu iltiması kabul eden Resulullah efendimiz suçlanmış oluyor.]
Üstad Ahmet Davudoğlu hoca, Din tahripçileri kitabında, Mevdudi’yi tenkit ederek özetle
diyor ki:
Felsefe ile meşgul olan Mevdudi, kolay tarafından din âlimi olmaya heves etmiş, dinde
reformcu bir cemaat meydana getirmiştir. Mısır’ın reformcu yazarları onu göklere çıkarırken,
Pakistan uleması da yerin dibine batırmıştır. (s.168)
Mevdudi, ulemasıyla, muhaddisiyle, fukahasıyla bütün İslam âlimlerine cahil demiştir. (s.173)
“Peygamber SAV, peygamberlik farzında kusur ettiği için ALLAH ona istiğfar emretmiştir”
diyor. (s.173)
“Bütün peygamberler günah işlerler” diyor. (s.174)
“Peygamberimiz Kur’anın eşitlik esası ile ameli terk etti” diyor. (s.176)
Mevdudi, Resail Mesail isimli eserinde (s.57 de) “Resulullah Deccalin kendi zamanında
çıkacağını sanıyordu, ama bu zannı üzerinden 1350 sene geçmesine rağmen, peygamberin
zannı doğru çıkmamıştır” diyor. (s.179)
Yazılarında bunlara benzer saçmalar çoktur. (s.178)
Son söz olarak Mevdudi’nin kim olduğuna bakalım:
(Hindistan’daki dinde reformculardan, İngiliz casusu Ebülula el Mevdudi İskoç masonu idi.)
[Faideli Bilgiler s.303] –
Seyyid Kutub
İşte S.Kutub’un yanılgılarının ve ehl-i sünnet inancına uymayan görüşlerinden bazılarının
vesikaları :
1- Seyyid Kutub, bütün kitaplarını müctehid edası içinde yazar.Yani kendisini müctehid yerine
koyar..Bir İmamı Azam (RA) gibi sanır..Tefsirinde geçmiş ehl-i sünnet müfessirinden pek
kaynak göstermez..” Kur’anı kendi reyi ile tefsir edenin yeri cehennem ateşi olsun”[4] hadis-i
şerifini çok iyi düşünmek durumundayız.
2- Bütün kitapları ayet ve hadisten derlemedir.Ayetler herhangi muteber bir tefsire
dayanmaz.Hadislerin yorumu, şahsı tarafından yapılır.Nasih, mensuh, sebeb-i nüzul ilimleri
bilinmeden tefsir işine soyunmak büyük bir musibettir.
3- İcma ve Kıyas tanımaz. Sahabe için bile durum böyledir.Mesela, ‘’eğer bugün bazı kimseler
zekatı kendi elleriyle verebiliyorlarsa, bu İslamın farz kıldığı bir şekil ve nizam değildir ” deme
cür’eti kendisine aittir.[5] Ne var bunda diyenler meseleleri kavramamış insanlardır.Bu sözün
ucu Hazreti Osman (RA) efendimize ve O’nun mübarek ictihadına ve bu ictihad sonucu
oluşmuş, icma-i ümmet, yani Hazreti Osman radiyallahü anh efendimiz zamanında yaşayan
tüm sahabelerin ittifakını reddemeye-Allah bizleri bu sapıklığa düşmekten korusun amingötürür.
Zira Hazreti Osman (RA) efendimiz ictihadıyla altın ve gümüş zekatlarının verilmesini
sahiplerine bıraktı. Bu noktada Seyyid Kutub, hiçbir mezhep imamının demediğini demiş
oldu..Zaten mezhepsizler, mezhepler üstüdür.
Müslüman ümmet, yüzyıllardır, altın, gümüş, para gibi görünmez değerlerini; Hz.Osman –
radiyallahü anh- efendimiz ve sahabe-i kiramın icmaına uyarak zekat olarak veriyorlar. Kutub,
yukarıdaki cümlesiyle hem müslümanları ve hem de sahabeyi, Hz.Osman efendimizi, bu
İslam’ın farz kıldığı bir şekil ve nizam değildir diyerek farzı yerine getirmemekle; İslam dinini
bilmemekle itham etmiş oluyor. Bu ne büyük enaniyet, nefse ve akla güveniştir.. Adam
gözümüzün içine baka baka İslam büyüklerine yaldızlı edebiyatı ile hakaret ediyor. Buna
rağmen bazı aymazlar da Kutub büyük alimdir diyebiliyorlar. (devam edecek)
[1] Ahmed Davudoğlu, Dini Tamir Davasında Din Tahripçileri
[2] N.Fazıl Kısakürek, Doğru Yolun Sapık Kolları
[3] Ehl-i Sünnet İtikadı, sh: 10 Bedir yayınevi.
[4] Tirmizi
[5] Seyyid Kutub, Cihan Sulhü ve İslam, sh.150-158
4- Yine aynı kitapta “Devletçilik, İslam’ın bu tarafı gereği gibi açıklanmamıştır” ( sh: 13 ) Dört
raşid halife de dahil, gelmiş geçmiş bütün mezhep imamlarını, ulemayı, alimleri
küçümsemek,yok saymaktır bu. Onlar bu mes’eleyi gereği gibi anlatamamışlar da kendisi
anlatmış (!) Bütün alimlerimize iftira atıyor. Onları yani dört halife, Emevi, Abbasi ve Osmanlı
halifeleri, ulemayı bu konuyu atlamakla, yeterince bilmemekle itham ediyor. Demek ki,
Seyyid Kutub, bu dünyaya gelesiye ve sapık kitaplarını yazasıya, kendini mezhepler üstü
allame göresiye kadar, İslam ümmeti İslam’ın devlet mes’elesinden habersizdi !
5- “İslamiyyet diğer dinlerden nefret manasını taşıyan dini taassubu asla kabul
etmez”miş.(Cihan sulhü, sh: 22) İslam’dan başka dinlere mensup olanları sevmemek taassup
olarak gösterilmiştir. Şimdi ben mesela Yahudiyi sevmezsem, Müslüman düşmanı Bush’dan
nefret edersem bu taassupmuş.Ne yani -haşa- sevecek miyiz? “Ey iman edenler ! Mü’minleri
bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin”[1] misali ayetler varken, Filistin kan ağlarken, Irak’da,
Afganistan’da, Doğu Türkistan’da Çeçenistan’da…müslümanlar acımasızca katledilirken, Bush
haçlı savaşı başlamıştır diyerek kan emerken kadınların namusu kirletilirken, biz hümanist
olacağız, Allah için nefret etmekten uzaklaşacağız, Allah’a ibadeti engelleyen tağutlara
taassupta (!) bulunmayacağız öyle mi ?
6- “Tüm insanlar, tanışıp anlaşsınlar, birbirlerini sevsinler diye yaratılmıştır, boğuşup
birbirlerini yesinler diye değil “(aynı kitap) Tüm insanlar birbirini sevemez.”Mü’minler ancak
kardeştir..(Hucurat:10) ‘’Mü’minlerin dostu (velisi) “ancak ALLAH (onun) Resûlü ve rükû
eden, namazı kılıp, zekâtı veren mü’minlerdir.” (Maide :55 ) bir çırpıda aklıma gelen ayet
mealleri nerede, Kutub’un “tüm insanları kardeş” yapma sapıklığı nerede.. Hadis-i şerifte
sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz : “İmanın temeli ve en kuvvetli alameti, müslümanları
sevmek, kâfirleri sevmemektir.”[2].: “Allah’a ve ahiret gününe inanan bir toplumun kendi
babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa Allah’a ve Resulüne muhalefet edip,
düşman olanlara dostluk ettiğini, sevgi beslediğini göremezsin…” buyurulmuştur.[3]
7- “Yeryüzünde yaşayan tüm canlılar arasında bir yakınlık bağı vardır, hepsi bir ailedendir”
(C.Sulhü kitabından )cümlesi de ona ait. Kur’anda Hazreti Lut ve Hazreti Nuh (AS) kıssalarında
“Yarabbi oğlum.. diyecek oluyor, iman etmeyen oğlu için Mevlamız :”O senden değil ”
buyuruyor.Peygamberimiz aleyhisselatü vesselamın getirdiği din, baba ile oğlu karşı, karşıya
getirmedi mi?Akrabalar birbirine kılıç çekmedi mi ?
8-“Devlet yalnız vergi yoluyla değil, şahsi mülkiyetten ihtiyacın gerektirdiği miktarda
karşılıksız, iade etmemek üzere alır..” (C.Sulhü ) Kısa cevabı, bu da komünist sistemlerde
vardır.İslam nizamında zekat dışında devlet zorla bir şey alamaz. [4]
9- İslam’a “nazariye” diyor. Lügatlerde nazariyenin manası, doğruluğu ispatlanmamış ilmi
görüşler diye tarif ediliyor. Hani şu Darwin nazariyesi cümlesi gibi. Bu nazariye kelimesi
beşeri, ideolojik şeyler için kullanılır.İslam’ın görüşü diyor, görüş biz kullara ait, doğruluğu
tartışılabilen şeylerdir. Korkunç cürüm! Yoldaşı mason Efgani’de İstanbul’da yaptığı bir
konferansta -haşa- “Peygamberlik sanatlardan bir san’attır” demiş ve ortalık birbirine
girmişti.! Yani bu sanatı öğrenenler peygamberlik yapabilirler,diyebilmiştir.Kelime ve
kavramlar bu kadar önemlidir.Onlar maksatlarını böyle sinsice kelime oyunları içinde
döktürürler.
10- Fizilail Kur’anda, maide suresini güya tefsir ederken : Dört mezhebin ictihadlarını bildirip,
“biz bu hususta imam Malik’in fikrini tercihe şayan görüyoruz” diyerek mezhepsiz ve
mezhepler üstü olduğunu ispat etmiştir. Sen kimsin de mezheplerden birini tercih ederek,
mezhepleri karma yapıp,aklına yatana göre tefsir yapıyorsun.Sen mezhep seçicisi misin
?Maliki mezhebini tercih ederken, diğerleri yanılmışlardır, demeye getiriyor. Yoksa
mezhepleri telfik ederek, mezhepler üstü bir konumla, diğer mezhep imamını tahkir edici
tarz çok çirkindir.Bir kimse kendi mezhebinin içtihadını tercihe şayan görmez, hep doğru bilir
ve amel eder.Başka mezhebin ictihadını tercihe şayan gören, İmam-ı Rabbani efendimizin
buyurduğu gibi, mülhid, yani mezhepsiz olur.
11- Zümer suresi 3. ayetini anlatırken, evliyayı, veliyi, mürşid-i kamilleri reddediyor. Bu da
vehhabiliğine işaret. Mürşid, Allah dostu veli insana puttur diyebiliyor.
12- Bakara suresine başlarken;”Her surenin kendine has bir musiki tesiri vardır..” diyebiliyor.
Kur’anı musiki ve teganni ile bağdaştırmak mı müfessirlik ?
13- “Tefsir ve tevhid alimlerinin bilmesi gerekir ki..” bu cümlesiyle de gelmiş geçmiş cümle
tefsir alimlerini ve imamları, alimleri küçümseyerek, onlara akıl hocalığı tarzında, ukalaca
bilgiçlik taslıyor. Sanki onlar bilememişler gibi..
14- Yine tefsirlerinde “bana göre” ifadesi, fıkıhtan haberi olanlarca oldukça anlamlı. Sen
kimsin, müfessir mi, müctehid mi, muhaddis mi ? hiçbiri..Herkes “bana göre” demeye başladı
mı, ortada ne mezhep, nede din kalır..Oysa icazetli ehl-i sünnetin meşhur müfessirleri bile,
son tahlilde ‘’en doğrusunu Allah bilir’’ demiş, büyüklenme yoluna gitmemişlerdir.
Tabiünden Şabi (rh.a.)’e bir kimse gelip bir sual sorar.O bu konuda Abdullah İbn-i Mes’ud
(RA)’dan bir rivayeti nakleder.Sual soran kimse: “Sen bu konudaki şahsi kanaatini söyle”
deyince, Hz.Şa’bi (rh.a.): Şu adama bakın, ben ona Abdullah İbn-i Mes’ud şöyle dedi
diyorum.O bana şahsi kanaatimi soruyor. Ben dinimi bundan tenzih ederim. Vallahi müzikle
meşgul olmayı, sana şahsi kanaatimle fetva vermeye tercih ederim, diye haykırmıştır.[5]
Hz.Ebubekir -radiyallahü anh- efendimize bir ayetin manası sorulduğunda : “ Ben Allah’ın
kitabından bir şey hakkında Allah-u Tebareke ve Teala’nın murad ettiğinden başka bir şey
söylersem, beni hangi gök gölgelendirir ve hangi yer taşır. Nereye gidebilirim ve nasıl
yaparım? ”[6] buyurarak bu çok ince ve hassas meselenin- hem de peygamberlerden sonra
insanların en üstünü olmasına rağmen- önemini, tasasını bizlere hissettirmeye çalışmıştır.
Allahresulünün nazarına ilişmiş, sohbetiyle yetişmiş sırdaşı Kur’an’ı tefsir hususunda böyle bir
endişe taşıyacak, hiçbir icazeti olmayan, mezhepsiz S.Kutub kendi başına ahkam kesecek, işte
ayrılış noktası..! 15- “Zekat bir vergidir, ancak devlet tahsil eder” Zekat bir vergi değil mali bir
ibadettir ve verileceği yerler belirtilmiştir. Yusuf Kerimoğlu, Emanet ve Ehliyet İslam
İlmihalinin Zekat başlığında muteber kaynaklar eşliğinde tespitlerinden özet :”Şurası
muhakkaktır ki, “zekat” ile “vergi” arasında teşri kaynağı, gaye, miktar ve harcanacağı yerler
noktasında müthiş farklar vardır. Zekat Allah Teala’nın koyduğu bir ibadettir.. Bu şer’i
hududlara hiç kimsenin tecavüz etmesi veya onu değiştirmesi mümkün değildir.Hanefi
fukahası, Dar’ül İslam’da zalim bir yönetimin koyduğu haksız vergilerin ödenip-ödenmeyeceği
hususunda ihtilaf etmişlerdir… Adil ve zalim bir İslam ululemirinin yönetiminin bulunmadığı
beldelerde; müminler küfür ahkamına muhatap oldukları için “ESİR” hükmündedirler. Küfür
ahkamı memurlarına, zekat ve öşürlerini kat’iyyetle veremezler. Verseler de sahih olmaz.”
Zekat toplama hakkının İslam devletinin başı ululemre ait olduğunu bilmek başka şey, hem
zahiri ve hem de batıni mal olarak tabir edilen, ortada olan; para, altın gibi gizlenilebilen
mallar –ki bu gizlenilebilen kısmı Hz.Osman efendimizin ictihadı ile ancak devlet tahsil eder’e
dahil olmaz, verilmesi, müslüman ferde bırakılmıştır. Seyyid Kutub, Allahresulünün -sallahü
aleyhi vesellemin- damadı, müslümanların üçüncü halifesi ve Peygamberin “raşid
halifelerime uyunuz “ buyurduğu Hz.Osman-ı Zinnureyn’den -radiyallahü anh-ve Müllefei
Kulüb’e artık zekatın verilemiyeceğine ictihadla fetva veren Hz.Ömer -radiyallahü anhefendilerimizden
ve onların bu ictihadlarını ittifakla-icma kabul eden sahabe-i kiram
hazeratından daha mı iyi İslam’ı biliyordu, bilgiliydi ve akıllıydı ? Bu soruya “evet” diyecek bir
ahmak çıkmaz demeyin, nice nasipsizleri şahsen tanıdım ! (devam edecek)
[1] Nisa : 144, Al-i İmran :118-119-120-149; Nisa : 144, Mümtehine : 1-2; Maide : 55-56-57;
Tevbe; 123 gibi sayısız ayet-i kerime mealinin tefsirleri okunmalıdır.
[2] Kimya-i Saadette, İmam-ı Gazali ( Rh.a.)
[3] İbn Kesir, Mücadele suresi: 22
[4] İslami nizamın dökümanı hükmündeki Mecelle madde 95 bunu böyle açıklar.
[5] Sünen-i Darimi, sh: 47
[6] Kenzül Ummal, II/327; No : 4149
Ibn Teymiyye
İbn Battuta, İbn Hacer el-Heytemi, Takiyyuddin es-Sübki, Tacüddin es-Sübki, Kemaleddin
İbnü’z-Zemlekâni, Şihabuddin İbn Cehbel ve Ebu Hayyan gibi muasırı olan alimler tarafından
görüşleri tenkit edilen İbn Teymiyye, hakkında yazılan reddiyelerin de etkisiyle, zamanla ilk
yıllardaki itibarını kaybeder. Osmanlı’nın son dönemlerinde Hicaz’da ortaya çıkan
Muhammed b. Abdulvahhab’ın başlattığı hareket, İbn Teymiyye’nin fikirlerinin yeniden
canlanmasına zemin hazırlar. İbn Abdulvahhab’a nisbetle Vehhabilik olarak tanınan ve
zamanla siyasi bir boyut kazanan hareket Suudi Arabistan Krallığı’nın kurulmasında da etkili
olur.
Kendisini selefiyye olarak tanımlayan “vehhabilik” hareketi zamanla Suudi Arabistan başta
olmak üzere İslam coğrafyasının önemli bir bölümünde nüfuz elde eder.
İbni Teymiyye’nin Mü’min suresinin 36-37. ayetlerinde geçen (Fir’avn’a ait bir sözü) delil
olarak öne sürerek ALLAHü teâlâ için cihet isnad ettiği anlaşılıyor. İbni Teymiyye’nin çağdaşı
olan Ahmed b. Yahya el-Küllabi diyor ki:
“Keşke bilseydim, İbni Teymiyye Fir’avn’un bu sözünden ALLAHü tealanın göklerin ve Arşın
üzerinde olduğunu nasıl anlamıştır? Fir’avn (Musa’nın ALLAH’ı göklerdedir) dememiştir.
Haydi Fir’avn’un dediğinden böyle anlaşıldığını farzedelim. Peki İbni Teymiyye, nasıl
Fir’avn’un zannıyla istidlal eder? …Demek ki İbni Teymiyye’nin, bu ayetten anladığı mana ve
ALLAH’a cihet olduğuna dair itimad eylediği delil, Fir’avn’un görüşüne göredir. Akidesinde
itimad ettiği delil Fir’avn’un zannettiği şey olup o Fir’avn inancının kurucusudur.” (Beraatül-
Eşariyyin, s.120-121.)
Hafız İbni Hacer el-Askalânî, Ed-duraru’l-kâmine isimli kitabında, İbni Teymiyye’nin sahabenin
büyükleriyle ilgili sözleri hakkında alimlerin bazı tenkidlerini nakletmektedir:
“İbni Teymiyye Ömer ibnu’l-Hattab’a üç talak meselesinde ve Hazret-i Ali’ye de on yedi
meselede Kur’anın nassına muhalefet etti diye isnadda bulunmuştur. Hazret-i Ebu Bekir ne
dediğini bilen yaşlı birisi olarak müslümanlığı kabul etti, ama Hazret-i Ali çocukken İslamiyeti
kabul edip bir kavle göre çocuğun İslamiyeti sahih değildir, demesi ve yine Hazret-i Ali
hakkında, kendisi Ebu Cehil’in kızını istemiş ve ölünceye kadar onu severek unutmamıştır,
demesi üzerine alimler ona münafıklığı isnad etmişlerdir. İbni Teymiyye Hazret-i Osman
hakkında (Osman malı severdi) demiş ve (Peygamberden -aleyhisselam- istigasede
bulunmazdı) dediği için ona zındıklık isnad etmişlerdir.”
(Bera’atü’l-Eş’ariyyin min Akaidi’l-Muhâlifin, s.410.)
“Zamanındaki kırk Sünni ulema İbn-i Teymiyye’yi bir fetvada kafir ilan ettiler. Bunların
arasında Muhammed bin İbrahim Şafii, Muhammed bin Ebu Bekir Maliki, Muhammed bin
Ebu Bekir Cerir Ensari Hanefi ve Abdullah bin Ömer Mukaddis Hanbeli vardı.”
(Ed-Durra el Kamina, Ibn Hacer, Bölüm 1 sayfa 147 ,Dakkan)
Takiyyuddin el-Husni ed-Dimeşki (vefat tarihi: h. 829), -ki bazı alimler bu zatın mutlak
müçtehit derecesine kadar yükseldiğini belirtmiştir- başından sonuna kadar ibni teymiyeye
reddiyede bulunduğu “Def’u şubehi men temerrade ve nesebe zalike ilesseyyidi’l-celili’limam
Ahmed” (Mektebu’l Ezheriyye lit-turâs baskısı) isimli kitabının 45. sayfasında şöyle
demiştir: “… böylece onun (ibni teymiyenin) küfrü, üzerine icma edilmiş olmuştur.”
Ibn Battuta’nın seyahat ettiği ülkelerdeki gözlem ve hatıralarını anlattığı “Tuhfetu’n-nuzzar fî
ğaraibi’l-emsar” adlı eseri, İbn Teymiyye ve Onun tecsim akidesi ile alakalı ilginç bilgiler
vermektedir:
‘’Dımaşk şehrinde çeşitli konularda konuşan fakat aklından zoru olduğu anlaşılan Hanbeli
fakihlerinin ileri gelenlerinden Takıyyuddin İbn Teymiyye adında biri vardı. Halka vaaz verir,
insanlarda Ona karşı ileri derecede saygı gösterirlerdi.İbn Teymiyye, yaptığı bir konuşmadan
dolayı fakihlerin tepkisini çekmişti. el-Meliku’n-Nasır’ın huzuruna çıkarılıp, kadılar tarafından
sorgulandı ve hapse atıldı. Yıllarca hapiste kaldı. Bu müddet içerisinde 40 ciltten oluşan ve
adını “el-Bahru’l-muhit” koyduğu bir tefsir kaleme aldı. Annesinin ricası üzerine sultan Onu
serbest bıraktı. İbn Teymiyye, Dımaşk de bulunduğum sırada –önceden- tutuklanmasına
sebep olan ifadeleri tekrar etti: Cuma günü cemaat olarak hazır bulunduğum camide,
insanlara vaaz ve nasihatta bulunurken minberin merdiveninden bir basamak aşağıya inerek
“muhakkak ki Allah Teala benim buradan indiğim gibi dünya semasına inmektedir.” şeklinde
bir cümle sarfetti. Maliki fakihi İbn Zehra söylediklerine karşı çıktı. Cemaatte ayağa kalkıp
sarığı başından düşünceye kadar ona dayak attı. Neticede bir daha tutuklandı ve hapsedildiği
kalede ölünceye kadar tutuklu kaldı. (Muhammed b. Abdillah b. Muhammed İbn Battuta,
Tuhfetu’n-Nuzzar fî Ğaraibi’l-Emsar (Rıhlet-u İbn Battuta), Beyrut, 2004, s. 88.)
Ibn Teymiyye’nin açıkça Allah Tealaya cisim isnat ettiğini söyleyen Zahid Kevseri bu noktada
şunları söylemektedir: “Ebu Hayyan, ‘O’nun kürsüsü bütün gökleri ve yeri kaplayıp
kuşatmıştır.’Ayetini tefsir ederken muasırı olan İbn Teymiyye’nin “Kitabu’l-Arş” adlı -kendi el
yazısıyla kaleme aldığı- eserinde şu ifadeleri okuduğunu nakletmektedir: ‘Allah Teala kürsüde
oturmaktadır. Yanı başında boşalttığı yerde ise Onunla birlikte Hz. Peygamber oturmaktadır.”
( Muhammed Zahid el-Kevseri, es-Seyfu’s-Sakîl fî’r-Rreddi alâ İbn-i Zefîl, (el-Akidet-u ve ilm’lkelam
min a’mali’l-imam Muhammed Zahid el-Kevseri içerisinde), (d. not: 1), Beyrut, 2004)
Ebu Hayyan “el-Bahru’l-Muhît”in muhtasarı olan “en-Nehru’l-mâd” adlı tefsirinde de Ibn
Teymiyye’nin tecsimle alakalı görüşlerini tenkit etmektedir. Kitabı tahkik eden Bûran ed-
Dannavî ve Hidyan ed-Dannâvî İbn Teymiyye’ye isnat edilen tecsimle alakalı bölümü
tefsirden çıkartmışlardır. ( Abdulhamid, a.g.e., (d. not: 1), s. 125.)
İmam es-Sübki (v. 756) “es-Seyfu’s-sakîl fî’r-reddi alâ İbn-i zefîl” adlı eserinde, Ebû Hayyan’ın
belli bir dönem kendisinden övgüyle bahsettiği İbn Teymiyye’yi “Kitabu’l-Arş” adlı eserini
okuduktan sonra ölünceye kadar lanetlediğini yazmaktadır. (Takıyyuddin es-Sübki, a.g.e., s.
477-478.)
Şafii ulemasından Şihabuddin İbn Cehbel de İbn Teymiyye’nin tecsimle alakalı görüşlerini
reddeden bir risale kaleme almıştır. Ibn Cehbel eserinin sonunda “İbn Teymiyye’nin sapıklık
ve inadının derecelerini açıklamak için tahrif ve fesadından kaynaklanan açıklamalarını
bekliyoruz.”demesine rağmen Ibn Teymiyye Onun bu meydan okumasına cevap
ver(e)memiştir. (Tacüddin Abdulvahhab b. Ali es-Subki, Tabakatu’ş-Şafiiyyeti’l-Kübra, t.y., IX,
35-91.,Tacüddin es-Sübki, a.g.e., IX, 91)
Hanefî fıkıh alimlerinden, İmam Ebû C’afer et-Tahâvî’nin (vefatı m.933) rahimehullah yazdığı
ve mezhebin üç büyük imamının itikadî çizgisini yansıtan “Akîde”de şöyle denmektedir:
“Allahü teâlâ, varlığı için birtakım sınır ve son noktalar bulunmasından, erkân, aza ve
edevattan yüce ve beridir. Mahlukatı ihata eden altı yön O’nu ihata edemez.”
Molla Aliyyülkârî rahimehullah diyor ki:
“Allahü Teâlâ’nın cisim olduğunu, mekânı bulunduğunu, Allahü Teâlâ üzerine zaman geçtiğini
söyleyen kimse de kâfirdir. Böyle bir kimse için iman hakikati sabit olmamıştır…. Allah bir
mekânda değildir. Yukarıda değildir, aşağıda değildir, başka cihetlerde değildir. Allahü Teâlâ
üzerinden zaman geçmez. Allah bir şeyin içine girmiş değildir, bir şeyin mahalli de değildir.”
(Fıkh-ı Ekber Şerhi)
Ehl-i sünnet alimlerinin bu açık beyanlarına rağmen, İbni Teymiyye’nin kitaplarını okuyanlar
arasında “Allahü teâlâyı yaratıklara benzetmek” temayülünün va başka sapık görüşlerin
yayıldığını görüyoruz. Ebu Hamid bin Merzuk rahimehullah İbni Teymiyye’nin bozuk sözlerini
geniş olarak ele almış ve reddetmiştir. Bera’atü’l-Eş’ariyyin isimli eserinden ufak bir kısmı
burada vermekde fayda görüyorum:
[İbni Teymiyye] Yine mezkur kitabın [Minhacu’s-Sünne’nin] c. 2, s. 29’da (min muvafati
sarihi’l makul li sahih el-menkul) bahsinde der ki:
“Allahü teâlâya bir had (ölçü) olup, ondan başkası miktarını bilmiyor. Haddinin sonu tasavvur
edilmesi hiçbir kimseye caiz değildir. Ama haddi olduğuna ina¬nacak ve hakkındaki bilgiyi
Allahü teâlâya havale edecektir. Allah’ın mekanı için de had vardır. Allah Arş’ının üzerinde,
göklerin üstündedir. İşte bu iki durum, O’nun iki haddidir (sınırıdır).”
“Allah için had vardır, mekanı için de bir had vardır?” dediği bu iki sözünde, Rab¬bi için cisim
isnad ettiğinde, acaba akıllı kimse tereddüt eder mi? Allahü teâlâ ve tekaddes onun dediği bu
yalanından uzaktır. Yine akıllı kimse, İbn Teymiyye’nin, “Onun bir haddi olup kendisinden
başka kimse bilmez”, kavlinden taa “Onun mekanı için de bir had vardır” kavline kadar dediği
bu tabirinin arasında hata ve çelişki olduğunda tereddüt eder mi? Bu söz, “Allah’ın cismi
vardır, ondan başka hiç kimse cismini bilmiyor” tabirinin benzeridir. Allah’a had isbatlamak,
O’na mekan olduğunu söylemek, ancak şeytandan gelebilecek bir kuruntudan başka bir şey
değildir.
Milli-Görüs Genel Merkezin hazirladigi Islam Akaidi ve Fikhi Kitabi
Bu kitap 18-25 yas arasi gencler icin hazirlanmistir ve bu kitap Akaid ve Fikih gibi cok önemli
ve ciddi konular hakkinda yazilmasina ragmen gereken hassasiyet gösterilememis ve
dolayisiyla kitap icerisinde itikadimiza mühalif düsen bircok mühim hatalar yapilmistir.
‘’Yüce Allah’in Mirac gecesinde oldugu gibi, Peygamberimiz Aleyhisselam’a, perde
arkasindan hitapta bulunmasi.’’ Burada perde arkasindan konusmaktan murad, Hz. Musa
(Aleyhisselam) ‘in mazhar oldugu gibi, Allahu Teala’nin Kelamini isittigi halde Allahu Teala’nin
Zatini görmemesidir. Fakat burada bu önemli aciklama yapilmamistir. Avrupada Vehhabiligin
yaygin oldugu bu devirde itikadi ilimlere vakif olmayan genclere bu tür meseleler hakkinda
aciklama yapmadan genclere sunmak son derece tehlikelidir ve vehhabilerin ekmegine yag
sürmektir. Bundan dolayi ‘’perde arkasindan’’ diye kullanilan ifade Allahu Teala’nin ‘’perde
arkasinda’’ oldugunu, dolayisiyla O’nun bir mekan icerisinde bulunabilecegi manasini tasir.
Bu kesinlikle yanlistir ve Allahu Teala’ya mekan izafet etmektir.
Sayfa 118: Burada Peygamber efendimizin ‘’dini ilim ve dini olmayan ilim’’ diye ayirim
yapmadigi yazmaktadir. Halbuki bu ikisi arasinda ayirim yapmayi birak, bu ikisi birbirleriyle
kiyas bile edilemez.
Sayfa 118: Burada Ibn Sina ve Farabi övülmüs ve birer Islam Alimi olarak gösterilmis. Halbuki
bunlar felsefe ugruna Islamin bircok temel hükümlerine mühalafet etmislerdir. Maddenin
ezeliyetini savunmak gibi bircok dinden cikaran görüsleri benimsemislerdir.
UYARILAR…
Çalışmayı hazırlayan kardeşimiz daha bir çok konuyu ele almış ancak biz bu kadarı ile yetineceğiz… Kardeşimiz uyarısını şöyle bitiriyor:
Bilinmelidir ki bu kitap avrupa’da yasayan ilimden ve amelden yoksun genclere
hazırlanmıstır. Bundan dolayı itikad bozukluklarına mahal vermeden daha titiz
bir calısma yapılması gerekirdi. Ve bu gencler öyle bir devirde yasıyor ki
Vehhabiler, reformistler ve Ehli-Sünnet dısı akımlar cok aktif bir sekilde faaliyet
gösteriyor. Onun icin normalde gösterilmesi gereken titizligin daha fazlası
gösterilmesi gerekirdi, aksi takdirde birisi bu ifadelerden birini yanlıs anlayıp,
itikadı bozulabilir.
MUSTAFA İSLAMOĞLU UMRE REHEBERİ(!)
Daha önce de konferansa davet edip tepkiler artınca iptal edilen, başta kaderi inkar gibi ehli sünnete 180 derece zıt görüşleri bulunan, babası tarafından bile sapık ilan edilen bir insan da kaynaklar arasında:
DİNLER ARASI DİYALOG’DA NEYİN NESİ OLUYOR?
Milli Görüş’ün bu konuda sağlam olduğu kanatindeyiz. Masaya oturup dini konuları, İslami esasları pazarlık konusu yapmazlar. Ancak yine de bu toplantıların “dinler arası diyalog” adı ile yapılması, bayramlarının kutlanması gibi dinimizce hoş karşılanmayan durumlar var…
HIRİSTİYANLARIN MANEVİYATINA MI KALDIK?
BİZ UYARIYORUZ!
Biz her zaman olduğu gibi uyarıyoruz. Ey Müslüman kardeşlerimiz uyanık olun. Özellikle Avrupa’daki kardeşlerimiz bunları ikaz etsinler, tepki versinler, engellemeye çalışsınlar. İslam’da ehli sünnet kaynaklar tükendi mi ki çocuklarımızın temel eğitimi son devrin sapıklarına kalsın! Çıkarın bu batıl zihniyetli kişileri kitaplarınızdan. Ve “dinler arası diyalog” gibi oyunlara alet olmayın. Avrupa’da yaşayan Müslümanların tek umudu siz kalmıştınız siz bari bozulmayın. Ehli sünnet düşmanları son sürat faaliyet yaparken siz de onların ekmeğine yağ sürmeyin.
www.ihvanlar.net