Allah’u Teâlâ Hazretlerine vesile aramak, vesile edinmek yani tevessül ile ilgili özellikle münkirler tarafından birçok yazı kaleme alınıyor. Vesile edinmeyi, vesile edrek dua etmeyi, himmet istemeyi inkar ediyor ve şirk olarak kabul ediyorlar. Hatta bazıları: “Allah’ım şu iyi kulun hürmetine bana ver dersen, sanane benim o kulumdan cevabıyla karşılaşabilirsin” gibi akla ziyan sözlerle iddialarını savunmaktadırlar. Bu yazımızda Peygamberleri, evliyaları vesile edinmenin nakli ve akli delillerini sizlerle paylaşacağız. Böylelikle münkirlerin ağızlarına mühür vururken bizimde inancımız kuvvetlenecek.
Öncelikle şunu vurgulayalım ki vesile yapmak demek, vesile yapılanı ilahlaştırmak demek değildir.
Mesela Fatiha Suresinde okuduğumuz “Ancak sana kulluk eder, ancak senden yardım isteriz” ayeti kerimesini okuyarak “Hem Ancak Allah’tan yardım isterim diyorsun, hemde şeyhten yardım istiyorsun” diyorlar. Onlara sadece şu ayeti kerimeyi okumak cevap olarak yetecektir:
Cebrail (Aleyhisselam) Meryem Valideye ne demişti:
“Sana bir çocuk vereceğim” (Meryem 19)
İnkarcılara sorulacak soru şu: Ayeti Kerimede sabit olduğu üzere Cebrail “Çocuk vereceğim” diyor. O halde Çocuğu veren kim?
Eğer derlerse ki “Çocuğu veren Cebrail”dir o halde kendileri şirke düşmüş demektir. Yok eğer “Çocuğu veren Allah’tır, Cebrail vesiledir” derlerse zaten kendi iddialarını çürütmüş olacaklardır.
Dolayısıyla inkarcıların tutunmaya çalıştığı dallar çürüktür. Ve bir mürid şeyhini vesile yaparken, himmet isterken verecek olanın Allah olduğunu bilir. Onu vesile yapar. Bu iş aslında bu kadar basittir.
İkinci olarak şu hususun altını kalın bir çizgi ile çiziyoruz. İnkârcıların inkârlarına delil olarak getirdiği Kur’an-ı Kerimdeki “Biz onlara sadece bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.” (Zümer Suresi 3) ve benzeri ayetler bütün Ehli Sünnet âlimlerinin tefsirlerine göre “müşrikler” hakkında nazil olmuş ve bu gibi ayetlerin puta tapan, puta taparak vesile yaptığını bahane eden müşrikleri haber verdiğini beyan etmişlerdir. Hiçbir Ehli Sünnet âlim, bu ayetlerin mürşitler ve veliler hakkında olduğunu beyan etmemiştir. Dolayısıyla bu ayetleri tek tek yazarak cevap vermek yersizdir.
VESİLE ARAYIN!
Öyle olmasaydı Allah’u Teâlâ: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.”(Maide 35) buyurmazdı.
Yine bazı inkarcılar bu ayeti kerime işlerine gelmediği için: “Bu vesileden maksat ibadetlerdir ve insanın amelleridir” demektedirler. Bakın Allah’u Teâlâ başka bir ayeti kerimesinde ne buyuruyor:
“De ki: “Onu bırakıp da ilâh diye ileri sürdüklerinizi çağırın. Onlar, başınızdaki sıkıntıyı ne kaldırabilirler ne de değiştirebilirler.”(İsra 56)
“Onların yalvardıkları bu varlıklar, “hangimiz daha yakın olacağız” diye Rablerine vesile ararlar. O’nun rahmetini umarlar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı gerçekten korkunçtur.” (İsra 57)
Allah’u Teâlâ buyuruyor ki: taptığınız taşlar bile “hangimiz daha yakın olacağız “diye Allaha vesile arıyor.
Cansız taşların bile Allah’a yakın olmak için vesile araması bizlere vesilenin sadece ibadet ile olmadığı gösteriyor.
VESİLE ARAYINIZ!
Ayeti kerimelerde de gördüğünüz üzere Allah’u Teâlâ “vesile edinmeyi” emrederken cansız varlıkların bile bizlere örnek teşkil edecek derece Allah’u Teâlâ’ya yakın olmak için vesile aradıkları beyan ediliyor. Dolayısıyla bu konu ayeti kerimeler ile sabit oluyor.
Peki, vesile nedir? Şimdi bu soruya cevap arayalım…
Ruhul Beyan tefsirinde Maide suresi 35. Ayetin tefsiri yapılırken şöyle denmiştir:
“Bil ki, ayeti kerime, açıkça vesileye yapışmayı emretmektedir, öyleyse vesile gereklidir. Çünkü Allah’u Teala’ya vuslat bir vesile ve bir vasıta ile olmaktadır. Bunun için en güzel vesile ve vuslat yolu da, hakikat alimleri ve tarikat eşyhleridir.
İnsanın kendi başına amel etmesi, benlik ve varlık duygusunu artırabilir. Fakat peygamber ve velilerin tarif, mürşidin işareti ve nezareti (gözetimi) ile yapılan amelde, benlik duygusu bulunmaz.
Böyle bir amel, talibi, Rabbul Âlemine ulaştırır. Ehl-i Hayrın ve Salihlerin sohbetinde büyük bir şeref ve saadet vardır.”
Merhum Elmalılı Hamdi Yazır bu ayeti tefsir ederken diyor ki: “… Allah’u teala’ya vesile talep ediniz.” Boş durmayıp, mücerred iman ve havf ile iktifa etmeyip (sade bir iman ve Allah korkusu ile yetinmeyip) Allah’u Teâlâ’ya yakınlık için vesile teharri ediniz (araştırınız)
En münasip esbaba teşebbüs ile muhabbet-i ilahiyye’ye şayan Allahın sevgisine layık) güzel ameller yapmaya iradenizi sarfeyleyiniz.”
Bütün bunlar göstermektedir ki, mü’min kendisini Allah’u Teâlâ’ya yaklaştıracak her sebepten, her vesileden ve yoldan istifade etmelidir. İşte veli, şeyh ve rabıta da, müridin, Allah’u Teâlâ’ya yaklaşmak için şeyhini vesile ve sebep yapmasından başka bir şey değildir.
Şeyh Huseyn Duseri (Kuddise Sirrahu) “er-Rametü’l-habita fi hakki’r-rabıta” isimli eserinde şöyle demektedir:
“Rabıta Allah’u Teala’ya ibadette huzur üzere olmaya kavuşturan vesilelere denir. Vesileler ise maksatlar hükmünde (araçlar, amaçlar değerinde) dir.”
Tevessülün ayeti kerimeler ile sabit olduğunu anladıktan sonra tevessülün iki kısmına geçebiliriz.
RESULÜLLAHIN TEVESSÜLÜ
Öncelikle Hem Peygamberi, hem de salih kimseleri vesile edinmeye delil olan bir nakil paylaşalım:
Enes Radıyallahu Anh’den den rivâyet edilmiştir ki: Halk yağmursuz kalıp kıtlığa uğradıkları zaman Ömer İbnul Hattab, (Peygamber’in amcası) Abbas İbni Abdilmuttalib’i vesîle edinerek yağmur duası yapar ve duada “Ya Allah! bizler, peygamberimizi vesîle edinerek sana niyaz ettiğimizde bize yağmur ihsan ederdin. Peygamberimizin amcasını vesîle edinerek senden niyaz ediyoruz. Yağmur ihsan eyle” (Buhari, İstiska:3)
Hazreti Ömer gibi bir sahabe “Peygambere yakın olması hasebiyle” İbni Abbas’ı vesile yapıyor. Buna göre Hem Peygamberi, hem de Allahu Teala’ya ve peygamberine yakın olduğuna inandığımız kişileri vesile yapmak Hazreti Ömer (Radıyallahu Anh)ın da adetidir ve bunun önemini anlatması açısından büyük bir delildir.
Hafız İbni Kesir (Rahimehullah) ın naklettiğine göre, Yemame vakıasında Müslümanların şiarı (nişanı) “Ey Muhammed! Bize yardım et” sözleriydi. (İbni Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye:6/324)
Abdurrahman ibni sa’d (Radıyallahu anh) şöyle anlatıyor:
“Bir kere Abdulalh ibni Ömer (Radıyallahu anhuma)nın ayağı uyuştu, o zaman bir adam ona: “En sevdiğin insanı an” dedi. O da “Ya Muhammed” der demez bağlardan kurtulmuş gibi rahatladı. (Buhari, el-Edebü’l-müfred:438, No:993, sh:262)
Bu şekilde değişik bir rivayeti de İmam-ı Mücahid (Radıyallahu anh) vasıtasıyla ibn-i Abbas (Radıyallahu anh) yapmıştır.
Bakınız bu sahabeler Peygamberimizin vefatından sonra onu vesile etmişlerdir (himmet istemişlerdir)
Şafii ulemasından Allame Şihab er-Remli (Rahimehullah)’a: “Bazı insanlar zorluklarla karşılaştıklarında ‘Ya Resulallah, Ya Şeyh’ gibi nidalarla, peygamberlerden, velilerden, alimler ve Salihlerden istiğasede bulunuyor (meded dileniyor)lar, bu caiz midir? Bu zatların, vefatlarından sonra bir iğase (yardım ve destek) leri var mıdır?” diye sorulduğunda, şöyle cevap vermiştir:
“Resullerin, nebilerin ve velilerin, vefatlarından sonra da yardımları vardır. Çünkü Peygamberlerin mucizeleri ve velilerin kerametleri ölümlerinden sonra kesilmez.
Zira birçok sağlam hadis-i şeriflerde varid olduğu üzere “Peygamberler kabirlerinde diridirler, namaz kılarlar.” (Ebu Ya’al, El Müsned, No: 3425,6/147; İbni Hacel, el-metaibul-aliye, No: 3452,3/269)
Dolayısıyla onların (peygamberlerin) yardım mucizelerinden sayılır. Şehitler de diridirler, gündüz gözüyle aşikare kafirlerle harbettikleri açıkça görülmüştür. Velilerin yardımı ise onların kerametidir.” (Fetave’r-Remli, İbni Hacer El-Haytemi’nin El-Fetave’l-Kübra’sının hamişi-, 4/382; El-Fetave’l-Hayriyye,- ibni Abidin’in el-Ukududdürriyye fi tenkihi’l Hamidiyyesinin hamişi-, 2/279-280; Tehanevi, Ahkamu’l Kuran, 3/67; nebhani, Şevahidü’l-Hak, sh:113)
EVLİYANIN TEVESSÜLÜ
Yukarıda zikredilen Enes Radıyallahu Anh’den den rivâyet edilen hadise nasıldı:Halk yağmursuz kalıp kıtlığa uğradıkları zaman Ömer İbnul Hattab, (Peygamber’in amcası) Abbas İbni Abdilmuttalib’i vesîle edinerek yağmur duası yapar ve duada “Ya Allah! bizler, peygamberimizi vesîle edinerek sana niyaz ettiğimizde bize yağmur ihsan ederdin. Peygamberimizin amcasını vesîle edinerek senden niyaz ediyoruz. yağmur ihsan eyle” (Buhari, İstiska:3)
Bu nakil, bize sahabelerin açıkça vesile ile dua ettiklerini gösteriyor. Dolayısıyla sahabeler bile kendilerinden üstün gördükleri bir insanı vesile ederek: “yağmur ihsan eyle” diye dua ediyorlardı.
Buradaki önemli husus peygamberimizin amcasının bir sahabe olduğudur. Yani o bir peygamber değildir. Ama Hazreti Ömer gibi bir sahabe tarafından vesile yapılmaktadır.
Başka bir hadisi şerifte ise:
Mus’ab ibn-i Sa’d (Radıyallahu anh)’den rivayet edilen: “Siz ancak zayıflarınız hürmetine yardım olunuyor ve rızıklandırılıyorsunuz.” (Buhari, Cihad:75 No:2739, 3/1061; Nesai, Cihad:43, No:3178, 6/352, 6/45; Adurrezzak, el-Musannef, No:9691, 5/303)
Eğer bir şeyin hürmetine istenilmeyecek olsaydı, Allah’u Teâlâ bir şey hürmetine rızıklandırmazdı.
Anlamamız açısından bir misal verelim: Bir babanın 4 tane çocuğu olsun. Bu baba içlerinden en mülayim, kendisine en itaatkar olanını seviyor ve diyor ki: “Bakın, siz benim çocuklarımsınız. Sizi besliyorum ama bu kardeşiniz sebebiyle sizi besliyorum” Şimdi bu 3 kardeş babalarından bir şey isterse babaları belki yapacaktır o işi ama çocuklar daha garanti olsun diye ne derler: “baba, bu kardeşimizin hatrına bize şunu al” derler. Ve bu istekleri o çocuk hatrına daha çabuk yerine gelir. Hadisi şerifi anlamamız açısından bir temsildir bu…
İbni Mes’ud (Radıyallahu anh) dan rivayet edilen bir hadisi şerifte:
“Allah, onlar sebebiyle yer halkından belaları kaldırır.” (Ali el-Müttaki, Kenzu’l Ummal, No:34612, 12/190; Ahmed İbni Hanbel, El-Müsned, No:896, 1/238) hadis-i şerifi de bazı insanlar sebebiyle belaların def edildiğini bildiriyor.
Peki, Peygamberin hayatta olduğu zaman bile “hürmetine rızık verilen, sebebi ile belalar kaldırılan” bu insanlar kim?
Bakınız Suyuti bu konuda ne buyuruyor:
“Hadisi şerifteki zayıflardan murat; Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) zamanındaki fakir muhacirlerdir. Kutup ve gavs onlardandır. “Allah’ın kulları, Rahmanın kulları” denirdi ki Kur’an-ı Kerimde de (İnsan suresi 6, Furkan suresi 63) bu tabirler mevcuttur.
Zamanımızda bu zatlara “kutup”, “Ğavs” “Evtad”, Nüceba” ve “Ebdal” (birler, dörtler, yediler, kırklar, üçyüzler” şeklinde isimler verilmektedir. (Suyuti el-Havi 2/455)
Hadisi şeriflerden anlaşıldığı üzere Peygamber Efendimiz zamanında bile“hürmetine insanların rızıklandırıldığı” insanlar mevcuttu. İnsanların rızıklanmasına ve belaların kalkmasına sebep (vesile) oluyorlardı.
İşte her dönemde böyle insanlar mevcuttur.
Demek ki Allah’u Teâlâ Rızıklandırmak için veya belaları kaldırmak için bazı insanları vesile kılıyor. O halde bir insanın, ister “zayıfların” isterse İslamı yaşamakta son derece titiz, Peygamberimize itaatte hata kabul etmeyen, ibadette ve ahlakta en üst seviyede olan, Allah katında sevildiğine inandığı insanları sebep edinerek istemesinin ne gibi bir sakıncası olabilir?
Buraya kadar özetlersek: Vesile edinmek ayet ile emredildiği gibi, sahabe-i kiramın da yapıştığı bir araçtır.
KULLARDAN HİMMET – İMDAD İSTEMEK
Deliller son sürat devam ediyor Allah’ın izniyle, batıl yok olmaya mahkumdur…
Utbe bin Gazvan (Radıyallahu anh)’dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte, Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz şöyle buyurmaktadır:
“Sizin biriniz bir şey kaybederse yahut yanında arkadaşı bulunmadığı bir yerde yardım dilerse:
‘Ey Allah’ın kulları bana yardım edin! Ey Allah’ın kulları bana imdad edin!’ Desin. Çünkü Allah’ın bizim göremediğiz kulları vardır.” (Taberani, el-Mu’cemu’l Kebir, No:290, 17/117; Haysemi, Mecme’u’zevaid, No: 17103, 10/188)
İbni Abbas (Radıyallahu Anh)dan rivayet edilen bir Hadis-i Şerifte Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz ki Allah’u Teâlâ’nın hafaza meleklerinin dışında yeryüzünde melekleri vardır ki, ağaç yapraklarından düşenleri yazarlar.
Sizin birinize çöl arazisinde bir aksaklık isabet ederse: ‘Ey Allah’ın kulları! (Bana) yardım edin’ diye seslensin.” (İbn-i Hacer El-Askalani, Muhtasar-u Zevaidi’l-Bezzar, No:2128, 2/420)
Abdullah ibn-i Mes’ud (Radıyallahu anh)den rivayet edilen diğer bir hadisi şerifte, Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Sizin birinizin sahrada hayvanı kaçarsa: ‘Ey Allah’ın kulları hapsedin! Ey Alalh’ın kulları durdurun’ diye seslensin. Çünkü Allah’ın yeryüzünde hazır bulunan kulları vardır ki, kısa bir zaman içinde onu tutarlar.” (Ebu Ya’la, El-Müsned, No:5269, 9/177, İbni Hacer, el-Metaibu’l Aliye, No:3375, Taberani, El-Mu’cemu’l Kebir, No: 10518, 10/217, Deylemi, Müsnedü’l Firdevs, No: 1311, 1/330”
İşte farklı rivayetlerle gelen ve aynı manayı işaret eden bu hadisi şerifler ismini dahi bilmediğiniz insanlardan himmet istemenin, meşruiyetinin açık delilleridir.
Şimdi bu hadis-i şerifler “Ancak sana ibadet eder, ancak senden yardım isteriz”ayeti ile zıdlaşıyor mu? Peygamberimiz doğrudan Allah’u Teala’yı işaret etmiyor da“Ey Allahın kulları durdurun” buyuruyor. O halde Peygamber Efendimiz de mi şirk koşuyor (haşa) Ey münkirler buna nasıl cevap vereceksiniz?
Bir deveyi bulmak için bile ismini dahi bilmediğiniz insanlardan “himmet” istemeyi Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve sellem) tavsiye ediyor. Bu da münkirlere büyük bir derstir.
ALLAH’U TEALA’NIN ADETİ BÖYLEDİR
Nihayetinde bir şeyi Allah’u Tela’nın vereceğini bilerek Şeyhi vesile yapmak, himmet istemek ve aracı yaparak Allah’tan istemek yukarıda verilen ayet ve hadis-i şerifler ile sabittir.
Bu konuyu Allah’u Teala’nın yeryüzüne koyduğu adeti de vurgulayarak noktalayalım.
Suheyb (Radıyallahu anh)’den rivayete göre Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Büruc Suresinde zikredilen Ashab-ı Uhdud kıssasındaki çocuktan bahsederken şöyle buyuruyor:
“O çocuk, körü ve alacalıyı iyi ediyor, insanları diğer hastalıklarından da tedavi ediyordu” (Müslim Zühd:17, No:3005, 4/2299, İbni Hıbban, Sahih-u İbni Hıbban, No:870, 2/116)
Bakınız Resulüllah Efendimiz ne buyuruyor: “O çocuk, körü ve alacalıyı iyi ediyor”Peygamber Efendimiz, yegâne şifa verenin Allah olduğunu bilmiyor mu? “Benim bildiğimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız” O, bizim bilmediklerimizi bile bildiği, Allah’u Teâlâ’yı en iyi bilen olduğu halde neden: “O çocuk, körü ve alacalıyı iyi ediyor” diyor?
Çünkü o çocuk bir vesiledir…
“O çocuk iyi ediyor” derken şifayı verenin o çocuk olduğu mu anlaşılıyor? Elbette hayır. O çocuk, Allah’u Teâlâ’nın şifa vereceği kimselere vesile oluyor. Ama Peygamber Efendimizin kullandığı cümle çok manidardır.
Haydi, Ey cahil inkârcılar. Yüce Peygamberi de şirk ile suçlayın…
Bakınız Mevla Teala kendisi için: “Bütün işleri o yönetiyor” (Yunus 3..) buyurduğu halde, başka bir ayette “İşleri yönetenler” (Nazi’at 5) buyuruyor..
“Ruhları Allah alır” (Zümer 42) buyurduğu halde, Azrail hakkında: “Ölüm meleği sizin canlarınızı alır” (Secde 11) buyurmaktadır.
En açık misallerden birisi şudur:
“Allah dilediğini hidayet eder” (Nur 46) buyurmuşken “Biz onları bizim emrimizle hidayet eden önderler yaptık.” (Enbiya 73) buyurarak hidayeti verenin aslında kendisi olduğu halde, hidayet için vesileler kıldığını belirtiyor.
Cebrail (Aleyhisselam) Meryem Valideye ne demişti:
“Sana bir çocuk vereceğim” (Meryem 19)
Bu misali en başta da vermiştik. İnkarcılara sorulacak soru şu: Ayeti Kerimede sabit olduğu üzere Cebrail “Çocuk vereceğim” diyor. O halde Çocuğu veren kim?
Eğer derlerse ki “Çocuğu veren Cebrail”dir o halde kendileri şirke düşmüş demektir. Yok eğer “Çocuğu veren Allah’tır, Cebrail vesiledir” derlerse zaten kendi iddialarını çürütmüş olacaklardır.
Dolayısıyla bütün bunlar vesile edinmenin, himmet istemenin, “şeyhin yardımıyla”demenin caiz oluşunu ve şirk ile uzaktan yakından alakasının olmadığını delilleriyle isbat etmek demektir.
İNKÂR ETMENİN SONU YOK!
Ardı arkası kesilmeyen bunca delile rağmen vesileleri inkâr etmek İNSAFTAN VE İDRAKTEN değildir. Bu nedenle bunca delile rağmen tevessülü, istiane ve istiğaseyi (Allah dostlarını aracı yapmayı, himmet ve yardım istemeyi) kabul etmeyenler şu iki durumun dışında değillerdir:
Ya bu açık delilleri anlayamayacak kadar cahillerdir veya ilimleri, işin iç yüzünü kavrayamayacak kadar yüzeyseldir.
Bu yüzden ey kardeş! Elin, dilin ikrar etmeye varmıyor ise bile inkâr etme. Temiz ehli sünnet yolu varken Vehhabilerin yoluna sapma. Allah dostlarına dil uzatma. Derveşleri hakir görme.
İnkar etmekle bunca delili yok sayarak hem Allah’u Teala’ya hem de Peygamberine karşı gelmiş oluyorsun…
Tevhid: Allah ve Resulünün yoluna uymaktır. Asıl şirk ise o yolu inkar etmektir, reddetmektir.
www.ihvanlar.net
.
TEVESSÜL (Vesile Edinmek) DELİLLERİ 2
Daha önce tevessül konusunda sizlere malumat vermiştik. Buradan Bakabilirsiniz. Özellikle internet ortamında çok etkili oldu. Kaynağı sahih, (ilim ehli tarafından) inkâr edilemeyen delillere devam ediyoruz…
ÂMA SAHABE’YE RESULÜLLAH’IN ÖĞRETTİĞİ DUA
Âma bir adam Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in yanına gelerek: “Ya Resulallah! Allah’a dua et de benim gözlerimi açsın”dedi.
Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de: “İstersen dua edeyim, fakat sabredersen o daha hayırlıdır.” buyurdu.
Adam: “Dua ediniz” dedi.
Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de adama, adab ve erkanına riayet ederek güzelce abdest alıp şu duayı okuyarak Allah’a yalvarmasını emretti:
“Ey Allah! Ben sana yalvarıyorum. Bu hacetimin görülmesi için Rahmet Nebisi olan Peygamberin Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile Sana yöneliyorum. Ey Allah! Onu bana şefaatçi kıl.”
Adam bunu yapar yapmaz gözleri açılmış olarak geri döndü. (Tirmizi, Deavat: 119, no: 3578, 5/569; İbni Mace, İkamet: 189, no:1385, 1/441)
Bu hadis-i şerifi Tirmizi (Rahimehullah) “Sahih”inde, İbni Mace (Rahimehullah) “Sünen”inde, Hakim (Rahimehullah) “el-Müstedrek” adlı eserinde sahih senetle rivayet etmişlerdir.
Celaleddin es-Suyuti (Rahimehullah) da “El-Camiu’l-Kebir ve’s-Sağir”inde zikretmiştir.
Tevessülü inkar edenler “bu olay ancak Resulüllah hayattayken olmuştur”diyemezler. Zira bu duayı ashab-ı kiram ve tabi’iler Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in vefatından sonra da ihtiyaçlarının yerine getirilmesi için okumuşlardır.
Taberani ve Beyhaki (Rahimehumullah)ın rivayet ettiğine göre: bir adam Hazreti Osman (Radıyallahu anh)ın halifeliği sırasında bir ihtiyacı için durmadan gelip giderdi. Fakat hazreti Osman (Radıyallahu anh) ne onun işine bakardı, ne de onunla ilgilenirdi.
Adam bu halini bahsi geçen hadisin ravisi Huneyf oğlu Osman (Radıyallahu anh)a şikayet etti. O da adama: “Git güzel bir abdest al, sonra mescide gelerek namaz kıl ve: ‘Ey Allah! Ben sana yalvarıyorum. Rahmet Nebisi olan Senin Peygamberin Muhammed ile Sana yöneliyorum. Ey Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)! İhtiyacımın temini için seninle Rabbime yöneliyorum” de ve ihtiyaçlarını söyle” dedi.
Adam hemen gitti, kendisine denileni yaptı. Sonra halife hazreti Osman (Radıyallahu anh) ın kapısına gelince hemen kapıcı gelip adamın elinden tutarak hzreti Osman’ın huzuruna çıkardı.
Hazreti Osman (Radıyallahu anh) adamı yanına oturttu ve “ne ihtiyacın varsa söyle” dedi. Adam da halini anlattı. Hazreti Osman (Radıyallahu anh) da isteklerini hemen yerine getirtti ve “Bundan sonra da ne ihtiyacın olursa derhal bana haber ver” dedi. Adam Hazreti Osman’ın yanından çıktığı vakit İbni Huneyf (Radıyallahu anh) ile karşılaştı ve ona: “Allah seni hayırla mükafatlandırsın. Sen bana o sözleri söyleyinceye kadar ihtiyaçlarıma bakmıyordu.” Dedi.
İbni Huneyf (Radıyallahu anh) da: “Yemin erdim ki o sözleri ben söylemedim. Fakat Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in yanına gözleri görmeyen bir ama gelerek halinden şikayet ettiğine şahit oldum.” Dedi ve daha önce geçen hadis-i şerifi zikretti.(Tirmizi, Deavat: 119, no: 3578, 5/569 ,İbni Mace, İkamet: 189, no:1385, 1/441, Ahmed ibn Hanbel, Müsned, no: 16789,16790,Hakim, El- Müstedrek, 1/313,519,526, Nesei,Sünen-i Kübra, no: 10419,10420,10421. Taberâni, Mu’cemu’l Kebîr , no:8311.Beyhâki,ed-Duâvâtu’l Kebir, no: 193, İbn Asâkir, Tarihu’d- Dimeşk,no : 6/24 , 58,375)
İşte bu Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in vefatından sonra yalpan tevessül ve nida (çağrı)dır.
Beyhaki ve ibni Şeybe (Rahimehullah)ın rivayetlerine göre Hazreti Ömer (Radıyallahu anh) ın hilafeti sırasındaki kuraklık ve kıtlık olmuştu. Ashabtan Haris oğlu Bilal (Radıyallahu anh) Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in kabrinin başına vararak: “Ya Resulallah! Ümmetin için Allah’dan yağmur iste, onlar helak olmak üzereler” dedi…
Görüldüğü üzere sahabeden Haris oğlu Bilal, Peygamber Efendimizin kabri başına giderek yağmur için Resulüllah’ı tevessül ederek dua etmiştir.
ADEM ALEYHİSSELAM PEYGAMBERİMİZLE TEVESSÜLÜ
Hafız Zehebi’nin “Hepsi hidayet ve nurdur” diye övdüğü Beyhaki (Rahimehullah)ın “Delailü’n-Nübüvve” adlı eserinde sahih senetle şöyle rivayet ediyor, Resulüllah Efendimiz şöyle buyuruyor:
“Adem (Aleyhisselam) hataya düştüğü zaman ‘Ya Rabbi! Muhammed hakkı için beni affetmeni senden diliyorum’ dedi.
Allahu Teala da: “Ey Adem! Muhammed’i henüz yaratmadığım halde sen onu nasıl bildin?” diye sordu.
Adem (Aleyhisselam) da: ‘Ya Rabbi! Beni yarattığımda başımı kaldırdım ki, Arş’ın sütunlarında: “La ilahe ilallah, MuhammedürRasulüllah” yazılı olduğunu gördüm. Senin ismine bitiştirdiğin kimsenin, muhakkak ki Senin en çok sevdiğin bir kimse olduğunu anladım’ dedi.
Allahu Teala’da: “Ey Adem! Doğru söyledin. O hakikaten yarattıklarım içinde en çok sevdiğimdir. Madem ki O’nun hakkı için benden affını istedin ben de seni affettim. Zaten o olmasaydı seni yaratmazdım.” buyurdu. (Hakim el-Müstedrek, no:4228, 2/672; Beyhaki, Delailü’n-Nübüvve 5/489)
RESULÜLLAH’IN KABRİNE DÖNEREK DUA ETMEK
Abbasi halifesi Mansur hacca gittiği zaman Resulüllah (Sallallahu Aleyhi v Sellem)in mezarını ziyarete vardığında orada bulunan İmam-ı Malik (Rahimehullah)a: ‘Ya Ebu Abdillah! Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in kabrine doğru mu, yoksa kıbleye dönüp de mi dua edeyim?’ dedi.
İmam-ı Malik (Rahimehullah) da Mansur’a: “Niçin yönünü O’ndan çevireceksin? Halbuki o senin de, baban Adem (Aleyhisselam)ın da Allah’a yakın olmanız için bir vesiledir.
Bilakis yönünü Resulüllah (Sallallahu Aleyhi v Sellem)e dön; O’nun şefaatini iste, çünkü Allah onun şefaatıyla seni affeder” dedikten sonra şu ayeti kerimeyi okudu:
“Eğer gerçekten onlar (günahlar işleyerek) nefislerine zulmettikleri zaman (senin huzurunda tevbe etmek üzere sağlığında veya vefatından sonra) sana gelseler ve Allah’tan (af ve) mağfiret dileseler, o Rasul de kendileri için bağışlanma talebinde bulunsa, elbette Allah’ı (tevbelerini çokça kabul eden bir) Tevvab ve (lütfuyla kendilerine çok acıyan bir) Rahim olarak bulurlar.” (Nisa Suresi 64’den)
Bu olayı İmam-ı Suyuti (Rahimehullah) ‘Şüfaü’s-Sik’âm’ adlı eserinde es-Seyyid Semhudi (Rahimehullah) ‘Hülesatu’l Vefa’ adlı eserinde el-Kastallani (Rahimehullah) ‘el-Mevahibü’l-Ledüniyye’sinde, İbni hacer (Rahimehullah) ‘El-Cevahirü’l-Münazzam’ında zikretmişlerdir.
YALVARANLAR HAKKI İÇİN
İbni Mace’nin sahih senetle Ebu Said el-Hudri (Radıyallahu anh)den rivayet ettiğine göre, Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Her kim namaza gitmek üzere evinden çıkarken: ‘Ey Allah! Sana yalvaranlar hakkı için Sana yalvarıyorum, Sana yürümem hakkı için senden istiyorum. Ben ne bir kötülük, ne bir hakkı inkar edip insanları küçümsemek, ne bir riyakarlık, ne de bir şöhret maksadıyla dışarı çıkmış değilim.
Yalnız senin gazabından korunmak ve rızana kavuşmak maksadıyla çıktım. Senden, beni ateşten korumanı ve günahlarımı affetmeni istiyorum. Çünkü senden başka günahları affedici yoktur’ derse Allah bu duayı okuyana cemaliyle yönelir ve O’nun için yetmiş bin melek istiğfar eder.” (İbn-i Mace, Mesacid: 14, no: 778, 1/256)
Bu hadis-i şerifi Celaleddin es-Suyuti (Rahimehullah) “el-Camiu’l-Kebir” adlı eserinde zikretmiştir, bir çok imam bu hadisi namaza giderken okunması sünnet dualar arasında rivayet etmiştir. Bu hadis-i şerifi, Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in müezzini Bilal (Radıyallahu anh)den naklen sahihinde İbn-i Sunni rivayet etmiştir. Hafız Ebu Nuaym (Rahimehullah) ve Beyhaki (Rahimehullah) da rivayet etmişlerdir.
SANA YALVARANLAR HAKKI İÇİN!
Burada önemli olan husus Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in duada edene tavsiye ettiği “Sana yalvaranlar hakkı için” ifadesidir.
Bu ifadesinden Resulüllah’ın tevessül için emir buyurduğu gerçeği gayet açık bir şekilde anlaşılmaktadır. İnkarcıların bu hususlar karşısında söyleyecekleri söz yoktur.
PEYGAMBERLERİN HAKKI İÇİN
Enes ibni Malik (Radıyallahu anh) derki: Hazreti Ali (Radıyallahu anh)ın anası olan Haşim oğlu Esed’in kızı Fatıma vefat ettiğinde Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)i büyüttüğü için Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onun yanına giderek başı ucunda durmuş: “Allah sana rahmet eylesin. Ey öz anamdan sonraki anacığım” demiştir.
Ardından onu özen sözler söyledikten sonra kendi bürdesiyle kefenlenmesini ve kabrinin kazılmasını emretmiş, lahde kadar kazılınca Resulüllah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendi eliyle kazmış ve toprakları dışarı çıkartmıştır.
Kazı işi bitince Resulüllah kabre girerek onu yere yatırmış ve şöyle duada bulunmuştur: “Ey dirilten ve öldüren, Kendisi hiç ölmeyen ve her zaman diri olan Allah! Anam Esed kızı Fatıma’yı bağışla. Peygamberinin ve benden önceki Peygamberler hakkı için onun mezarını genişlet. Çünkü sen acıyanların en merhametlisisin.” (Taberani, el-Mu’cemü’l-Evsat, no:191, 1/153)
Bu hadis-i şerifi Taberani (Rahimehullah)ın “el-Kebir” ve “el-Evsat” adlı kitaplarında rivayet edilmiş olup, İbni Hibban ve el-Hakim (Rahimehullah)ın rivayet ettikleri uzun bir hadisin bir parçasıdır. (Taberani, el-Mu’cemü’l-Evsat, no:191, 1/153)
Yine bu hadisi ibni Ebi Şeybe (Rahimehullah) Cabir (Radıyallahu anh)den, İbni Abdilber (Rahimehullah) ibni Abbas (Radıyallahu anh)den, Ebu Nuaym (Rahimehullah) da Enes (Radıyallahu anh) dan rivayet etmişlerdir.
Görüldüğü üzere bizzat Peygamberimiz “Peygamberler hakkı için” diyerek dua etmektedir.
AHMED B. HANBEL’İN TEVESSÜLÜ
Tevessülü inkar eden bazı kişiler özellikle “selefi-vehhabi1 bazı akımlar Hanbeli olduklarını iddia ederler. Ahmed b. Hanbel ise zat ile tevessülü kabul edenlerdendir. Mezhebinin görüşü de bu yöndedir ve bu “Mensek” adlı eserde yazılmaktadır.
İmam Mirdavi “El-Hanbeli el-İnsafi fi ma’rifeti’r-râcih mine-l-hilaf” kitabında diyor ki: “Ahmed b. Hanbel dedi ki: Yağmur kesilince dua edene, peygamberle tevessülde bulunması müstehaptır. Demek ki peygamberin duasıyla tevessül eder.
İmam Ahmed’in oğlu Abdullah, babasının, Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in saçıyla tevessülde bulunduğunu; onu öptüğünü ve suyun içine daldırdığı kaptaki suyu şifa niyetiyle içtiğini söylemiştir. (ez-Zehebi, Siyeru A’lami’n-Nübel’a, XI, 212.)
İbni Teymiyye bile bu hususta yaptığı nakilde şöyle demiştir: “İmam Ahmed b. Hanbel’in, Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in minberine el sürmeye ruhsat verdiğini, İbni Ömer, Said b. Müseyyeb ve Yahya b. Said (Radıyallahu anhum) gibi Medine-i Münevvere’nin büyük fakihlerinin bunu yaptıklarını” zikretmiştir. (İbni Teymiyye, İktizau’s-Sirati’l-Müstakim, s. 367)
Ebu Bekr el mevrazi kendisinin Mensek adlı kitabında nakletti ki, İmam Ahmed her ibadet ettiğinde peygamberle tevessül ederek şu sözleri söylerdi: “Ey Allah’ım ben sana senin Peygamberinle, Rahmet peygamberin Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile dönüyorum. Ben tüm ihtiyaçlarım için sana dönüyorum Ya Rab! Bu rivayet Hanbeli mezhebinin kitaplarında edeb ve dua başlığı ile fıkhi konusu gibi kaydedilmiştir.
İbni Muflihin Furu kitabı (cilt 1 sayfa 5950, cilt 2 sayfa 204). İmam el-Maverdinin İnsaf adlı kitabı (cilt 2 sayfa 456)
www.ihvanlar.net
.
TEVESSÜL (Vesile Edinmek) DELİLLERİ 2
Daha önce tevessül konusunda sizlere malumat vermiştik. Buradan Bakabilirsiniz. Özellikle internet ortamında çok etkili oldu. Kaynağı sahih, (ilim ehli tarafından) inkâr edilemeyen delillere devam ediyoruz…
ÂMA SAHABE’YE RESULÜLLAH’IN ÖĞRETTİĞİ DUA
Âma bir adam Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in yanına gelerek: “Ya Resulallah! Allah’a dua et de benim gözlerimi açsın”dedi.
Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de: “İstersen dua edeyim, fakat sabredersen o daha hayırlıdır.” buyurdu.
Adam: “Dua ediniz” dedi.
Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de adama, adab ve erkanına riayet ederek güzelce abdest alıp şu duayı okuyarak Allah’a yalvarmasını emretti:
“Ey Allah! Ben sana yalvarıyorum. Bu hacetimin görülmesi için Rahmet Nebisi olan Peygamberin Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile Sana yöneliyorum. Ey Allah! Onu bana şefaatçi kıl.”
Adam bunu yapar yapmaz gözleri açılmış olarak geri döndü. (Tirmizi, Deavat: 119, no: 3578, 5/569; İbni Mace, İkamet: 189, no:1385, 1/441)
Bu hadis-i şerifi Tirmizi (Rahimehullah) “Sahih”inde, İbni Mace (Rahimehullah) “Sünen”inde, Hakim (Rahimehullah) “el-Müstedrek” adlı eserinde sahih senetle rivayet etmişlerdir.
Celaleddin es-Suyuti (Rahimehullah) da “El-Camiu’l-Kebir ve’s-Sağir”inde zikretmiştir.
Tevessülü inkar edenler “bu olay ancak Resulüllah hayattayken olmuştur”diyemezler. Zira bu duayı ashab-ı kiram ve tabi’iler Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in vefatından sonra da ihtiyaçlarının yerine getirilmesi için okumuşlardır.
Taberani ve Beyhaki (Rahimehumullah)ın rivayet ettiğine göre: bir adam Hazreti Osman (Radıyallahu anh)ın halifeliği sırasında bir ihtiyacı için durmadan gelip giderdi. Fakat hazreti Osman (Radıyallahu anh) ne onun işine bakardı, ne de onunla ilgilenirdi.
Adam bu halini bahsi geçen hadisin ravisi Huneyf oğlu Osman (Radıyallahu anh)a şikayet etti. O da adama: “Git güzel bir abdest al, sonra mescide gelerek namaz kıl ve: ‘Ey Allah! Ben sana yalvarıyorum. Rahmet Nebisi olan Senin Peygamberin Muhammed ile Sana yöneliyorum. Ey Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)! İhtiyacımın temini için seninle Rabbime yöneliyorum” de ve ihtiyaçlarını söyle” dedi.
Adam hemen gitti, kendisine denileni yaptı. Sonra halife hazreti Osman (Radıyallahu anh) ın kapısına gelince hemen kapıcı gelip adamın elinden tutarak hzreti Osman’ın huzuruna çıkardı.
Hazreti Osman (Radıyallahu anh) adamı yanına oturttu ve “ne ihtiyacın varsa söyle” dedi. Adam da halini anlattı. Hazreti Osman (Radıyallahu anh) da isteklerini hemen yerine getirtti ve “Bundan sonra da ne ihtiyacın olursa derhal bana haber ver” dedi. Adam Hazreti Osman’ın yanından çıktığı vakit İbni Huneyf (Radıyallahu anh) ile karşılaştı ve ona: “Allah seni hayırla mükafatlandırsın. Sen bana o sözleri söyleyinceye kadar ihtiyaçlarıma bakmıyordu.” Dedi.
İbni Huneyf (Radıyallahu anh) da: “Yemin erdim ki o sözleri ben söylemedim. Fakat Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in yanına gözleri görmeyen bir ama gelerek halinden şikayet ettiğine şahit oldum.” Dedi ve daha önce geçen hadis-i şerifi zikretti.(Tirmizi, Deavat: 119, no: 3578, 5/569 ,İbni Mace, İkamet: 189, no:1385, 1/441, Ahmed ibn Hanbel, Müsned, no: 16789,16790,Hakim, El- Müstedrek, 1/313,519,526, Nesei,Sünen-i Kübra, no: 10419,10420,10421. Taberâni, Mu’cemu’l Kebîr , no:8311.Beyhâki,ed-Duâvâtu’l Kebir, no: 193, İbn Asâkir, Tarihu’d- Dimeşk,no : 6/24 , 58,375)
İşte bu Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in vefatından sonra yalpan tevessül ve nida (çağrı)dır.
Beyhaki ve ibni Şeybe (Rahimehullah)ın rivayetlerine göre Hazreti Ömer (Radıyallahu anh) ın hilafeti sırasındaki kuraklık ve kıtlık olmuştu. Ashabtan Haris oğlu Bilal (Radıyallahu anh) Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in kabrinin başına vararak: “Ya Resulallah! Ümmetin için Allah’dan yağmur iste, onlar helak olmak üzereler” dedi…
Görüldüğü üzere sahabeden Haris oğlu Bilal, Peygamber Efendimizin kabri başına giderek yağmur için Resulüllah’ı tevessül ederek dua etmiştir.
ADEM ALEYHİSSELAM PEYGAMBERİMİZLE TEVESSÜLÜ
Hafız Zehebi’nin “Hepsi hidayet ve nurdur” diye övdüğü Beyhaki (Rahimehullah)ın “Delailü’n-Nübüvve” adlı eserinde sahih senetle şöyle rivayet ediyor, Resulüllah Efendimiz şöyle buyuruyor:
“Adem (Aleyhisselam) hataya düştüğü zaman ‘Ya Rabbi! Muhammed hakkı için beni affetmeni senden diliyorum’ dedi.
Allahu Teala da: “Ey Adem! Muhammed’i henüz yaratmadığım halde sen onu nasıl bildin?” diye sordu.
Adem (Aleyhisselam) da: ‘Ya Rabbi! Beni yarattığımda başımı kaldırdım ki, Arş’ın sütunlarında: “La ilahe ilallah, MuhammedürRasulüllah” yazılı olduğunu gördüm. Senin ismine bitiştirdiğin kimsenin, muhakkak ki Senin en çok sevdiğin bir kimse olduğunu anladım’ dedi.
Allahu Teala’da: “Ey Adem! Doğru söyledin. O hakikaten yarattıklarım içinde en çok sevdiğimdir. Madem ki O’nun hakkı için benden affını istedin ben de seni affettim. Zaten o olmasaydı seni yaratmazdım.” buyurdu. (Hakim el-Müstedrek, no:4228, 2/672; Beyhaki, Delailü’n-Nübüvve 5/489)
RESULÜLLAH’IN KABRİNE DÖNEREK DUA ETMEK
Abbasi halifesi Mansur hacca gittiği zaman Resulüllah (Sallallahu Aleyhi v Sellem)in mezarını ziyarete vardığında orada bulunan İmam-ı Malik (Rahimehullah)a: ‘Ya Ebu Abdillah! Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in kabrine doğru mu, yoksa kıbleye dönüp de mi dua edeyim?’ dedi.
İmam-ı Malik (Rahimehullah) da Mansur’a: “Niçin yönünü O’ndan çevireceksin? Halbuki o senin de, baban Adem (Aleyhisselam)ın da Allah’a yakın olmanız için bir vesiledir.
Bilakis yönünü Resulüllah (Sallallahu Aleyhi v Sellem)e dön; O’nun şefaatini iste, çünkü Allah onun şefaatıyla seni affeder” dedikten sonra şu ayeti kerimeyi okudu:
“Eğer gerçekten onlar (günahlar işleyerek) nefislerine zulmettikleri zaman (senin huzurunda tevbe etmek üzere sağlığında veya vefatından sonra) sana gelseler ve Allah’tan (af ve) mağfiret dileseler, o Rasul de kendileri için bağışlanma talebinde bulunsa, elbette Allah’ı (tevbelerini çokça kabul eden bir) Tevvab ve (lütfuyla kendilerine çok acıyan bir) Rahim olarak bulurlar.” (Nisa Suresi 64’den)
Bu olayı İmam-ı Suyuti (Rahimehullah) ‘Şüfaü’s-Sik’âm’ adlı eserinde es-Seyyid Semhudi (Rahimehullah) ‘Hülesatu’l Vefa’ adlı eserinde el-Kastallani (Rahimehullah) ‘el-Mevahibü’l-Ledüniyye’sinde, İbni hacer (Rahimehullah) ‘El-Cevahirü’l-Münazzam’ında zikretmişlerdir.
YALVARANLAR HAKKI İÇİN
İbni Mace’nin sahih senetle Ebu Said el-Hudri (Radıyallahu anh)den rivayet ettiğine göre, Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Her kim namaza gitmek üzere evinden çıkarken: ‘Ey Allah! Sana yalvaranlar hakkı için Sana yalvarıyorum, Sana yürümem hakkı için senden istiyorum. Ben ne bir kötülük, ne bir hakkı inkar edip insanları küçümsemek, ne bir riyakarlık, ne de bir şöhret maksadıyla dışarı çıkmış değilim.
Yalnız senin gazabından korunmak ve rızana kavuşmak maksadıyla çıktım. Senden, beni ateşten korumanı ve günahlarımı affetmeni istiyorum. Çünkü senden başka günahları affedici yoktur’ derse Allah bu duayı okuyana cemaliyle yönelir ve O’nun için yetmiş bin melek istiğfar eder.” (İbn-i Mace, Mesacid: 14, no: 778, 1/256)
Bu hadis-i şerifi Celaleddin es-Suyuti (Rahimehullah) “el-Camiu’l-Kebir” adlı eserinde zikretmiştir, bir çok imam bu hadisi namaza giderken okunması sünnet dualar arasında rivayet etmiştir. Bu hadis-i şerifi, Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in müezzini Bilal (Radıyallahu anh)den naklen sahihinde İbn-i Sunni rivayet etmiştir. Hafız Ebu Nuaym (Rahimehullah) ve Beyhaki (Rahimehullah) da rivayet etmişlerdir.
SANA YALVARANLAR HAKKI İÇİN!
Burada önemli olan husus Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in duada edene tavsiye ettiği “Sana yalvaranlar hakkı için” ifadesidir.
Bu ifadesinden Resulüllah’ın tevessül için emir buyurduğu gerçeği gayet açık bir şekilde anlaşılmaktadır. İnkarcıların bu hususlar karşısında söyleyecekleri söz yoktur.
PEYGAMBERLERİN HAKKI İÇİN
Enes ibni Malik (Radıyallahu anh) derki: Hazreti Ali (Radıyallahu anh)ın anası olan Haşim oğlu Esed’in kızı Fatıma vefat ettiğinde Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)i büyüttüğü için Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onun yanına giderek başı ucunda durmuş: “Allah sana rahmet eylesin. Ey öz anamdan sonraki anacığım” demiştir.
Ardından onu özen sözler söyledikten sonra kendi bürdesiyle kefenlenmesini ve kabrinin kazılmasını emretmiş, lahde kadar kazılınca Resulüllah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendi eliyle kazmış ve toprakları dışarı çıkartmıştır.
Kazı işi bitince Resulüllah kabre girerek onu yere yatırmış ve şöyle duada bulunmuştur: “Ey dirilten ve öldüren, Kendisi hiç ölmeyen ve her zaman diri olan Allah! Anam Esed kızı Fatıma’yı bağışla. Peygamberinin ve benden önceki Peygamberler hakkı için onun mezarını genişlet. Çünkü sen acıyanların en merhametlisisin.” (Taberani, el-Mu’cemü’l-Evsat, no:191, 1/153)
Bu hadis-i şerifi Taberani (Rahimehullah)ın “el-Kebir” ve “el-Evsat” adlı kitaplarında rivayet edilmiş olup, İbni Hibban ve el-Hakim (Rahimehullah)ın rivayet ettikleri uzun bir hadisin bir parçasıdır. (Taberani, el-Mu’cemü’l-Evsat, no:191, 1/153)
Yine bu hadisi ibni Ebi Şeybe (Rahimehullah) Cabir (Radıyallahu anh)den, İbni Abdilber (Rahimehullah) ibni Abbas (Radıyallahu anh)den, Ebu Nuaym (Rahimehullah) da Enes (Radıyallahu anh) dan rivayet etmişlerdir.
Görüldüğü üzere bizzat Peygamberimiz “Peygamberler hakkı için” diyerek dua etmektedir.
AHMED B. HANBEL’İN TEVESSÜLÜ
Tevessülü inkar eden bazı kişiler özellikle “selefi-vehhabi1 bazı akımlar Hanbeli olduklarını iddia ederler. Ahmed b. Hanbel ise zat ile tevessülü kabul edenlerdendir. Mezhebinin görüşü de bu yöndedir ve bu “Mensek” adlı eserde yazılmaktadır.
İmam Mirdavi “El-Hanbeli el-İnsafi fi ma’rifeti’r-râcih mine-l-hilaf” kitabında diyor ki: “Ahmed b. Hanbel dedi ki: Yağmur kesilince dua edene, peygamberle tevessülde bulunması müstehaptır. Demek ki peygamberin duasıyla tevessül eder.
İmam Ahmed’in oğlu Abdullah, babasının, Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in saçıyla tevessülde bulunduğunu; onu öptüğünü ve suyun içine daldırdığı kaptaki suyu şifa niyetiyle içtiğini söylemiştir. (ez-Zehebi, Siyeru A’lami’n-Nübel’a, XI, 212.)
İbni Teymiyye bile bu hususta yaptığı nakilde şöyle demiştir: “İmam Ahmed b. Hanbel’in, Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in minberine el sürmeye ruhsat verdiğini, İbni Ömer, Said b. Müseyyeb ve Yahya b. Said (Radıyallahu anhum) gibi Medine-i Münevvere’nin büyük fakihlerinin bunu yaptıklarını” zikretmiştir. (İbni Teymiyye, İktizau’s-Sirati’l-Müstakim, s. 367)
Ebu Bekr el mevrazi kendisinin Mensek adlı kitabında nakletti ki, İmam Ahmed her ibadet ettiğinde peygamberle tevessül ederek şu sözleri söylerdi: “Ey Allah’ım ben sana senin Peygamberinle, Rahmet peygamberin Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile dönüyorum. Ben tüm ihtiyaçlarım için sana dönüyorum Ya Rab! Bu rivayet Hanbeli mezhebinin kitaplarında edeb ve dua başlığı ile fıkhi konusu gibi kaydedilmiştir.
İbni Muflihin Furu kitabı (cilt 1 sayfa 5950, cilt 2 sayfa 204). İmam el-Maverdinin İnsaf adlı kitabı (cilt 2 sayfa 456)
www.ihvanlar.net
.
Ashabı Kiramın Tevessülü – Tevessül Delilleri 3
İnkarcılara karşı deliller sıralamaya devam ediyoruz. Müslümanları şirkle suçlayanlar bilmeden bir hayra da vesile oluyorlar. Tabi bu hayrın onlara bir getirisi olmayacak. Onlar inkar ettikçe biz karşı çıkılmaz delilleri ortaya koyuyoruz. Böylelikle hem ağızlarına kilit vuruluyor hem de Müslümanlar şuurlanıyor… İlim meydana çıkıyor…
Taberani (Rahimehullah) “Kebir”inde rivayet ettiğine göre Sevad ibni Karib (Radıyallahu anh) söylediği bir beyitte şöyle demiştir: (Türkçe meali)
“Şahitlik ederim ki Allah’tan gayri Rab yoktur,
Ve sen her gaybî haberde güvenilensin,
Şüphesiz sen vesile bakımından
Rasullerin Allah’a en yakınısın
Ey tertemiz kıymeti babaların oğlu,
Ey gönderilenlerin en hayırlısı
Sana gelen dini bize emret
Saç örglerini ağartacak kadar ağır da olsa!
Hiçbir şefaatçinin, Sevad bin Karib’den
Çekirdek kadar bir sıkıntıyı bile
Gideremeyeceği o günde sen ol bana şefaatçi.” (Taberani, el-Muc’meu’l Kebir, no:642, 7/92; İbni Hacer, Fethu’l Bari, no: 3653, 7/180)
Yine Resulüllah’ın halası Safiye (Radıyalahu anha) Peygamberimizin vefatından sonra şöyle demiştir:
“Ey Allah’ın Resulü! Ümidimiz sensin,
Sen bize çok iyiydin, sert değildin.”
ÂMA SAHABE’YE RESULÜLLAH’IN ÖĞRETTİĞİ DUA
Âma bir adam Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in yanına gelerek: “Ya Resulallah! Allah’a dua et de benim gözlerimi açsın” dedi.
Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de: “İstersen dua edeyim, fakat sabredersen o daha hayırlıdır.” buyurdu.
Adam: “Dua ediniz” dedi.
Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de adama, adab ve erkanına riayet ederek güzelce abdest alıp şu duayı okuyarak Allah’a yalvarmasını emretti:
“Ey Allah! Ben sana yalvarıyorum. Bu hacetimin görülmesi için Rahmet Nebisi olan Peygamberin Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ise Sana yöneliyorum. Ey Allah! Onu bana şefaatçi kıl.”
Adam bunu yapar yapmaz gözleri açılmış olarak geri döndü. (Tirmizi, Deavat: 119, no: 3578, 5/569; İbni Mace, İkamet: 189, no:1385, 1/441)
Bu hadis-i şerifi Tirmizi (Rahimehullah) “Sahih”inde, İbni Mace (Rahimehullah) “Sünen”inde, Hakim (Rahimehullah) “el-Müstedrek” adlı eserinde sahih senetle rivayet etmişlerdir.
Celaleddin es-Suyuti (Rahimehullah) da “El-Camiu’l-Kebir ve’s-Sağir”inde zikretmiştir.
Tevessülü inkar edenler “bu olay ancak Resulüllah hayattayken olmuştur”diyemezler. Zira bu duayı ashab-ı kiram ve tabi’iler Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in vefatından sonra da ihtiyaçlarının yerine getirilmesi için okumuşlardır.
Taberani ve Beyhaki (Rahimehumullah)ın rivayet ettiğine göre: bir adam Hazreti Osman (Radıyallahu anh)ın halifeliği sırasında bir ihtiyacı için durmadan gelip giderdi. Fakat hazreti Osman (Radıyallahu anh) ne onun işine bakardı, ne de onunla ilgilenirdi.
Adam bu halini bahsi geçen hadisin ravisi Huneyf oğlu Osman (Radıyallahu anh)a şikayet etti. O da adama: “Git güzel bir abdest al, sonra mescide gelerek namaz kıl ve: ‘Ey Allah! Ben sana yalvarıyorum. Rahmet Nebisi olan Senin Peygamberin Muhammed ile Sana yöneliyorum. Ey Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)! İhtiyacımın temini için seninle Rabbime yöneliyorum” de ve ihtiyaçlarını söyle” dedi.
Adam hemen gitti, kendisine denileni yaptı. Sonra halife hazreti Osman (Radıyallahu anh) ın kapısına gelince hemen kapıcı gelip adamın elinden tutarak hzreti Osman’ın huzuruna çıkardı.
Hazreti Osman (Radıyallahu anh) adamı yanına oturttu ve “ne ihtiyacın varsa söyle” dedi. Adam da halini anlattı. Hazreti Osman (Radıyallahu anh) da isteklerini hemen yerine getirtti ve “Bundan sonra da ne ihtiyacın olursa derhal bana haber ver” dedi. Adam Hazreti Osman’ın yanından çıktığı vakit İbni Huneyf (Radıyallahu anh) ile karşılaştı ve ona: “Allah seni hayırla mükafatlandırsın. Sen bana o sözleri söyleyinceye kadar ihtiyaçlarıma bakmıyordu.” Dedi.
İbni Huneyf (Radıyallahu anh) da: “Yemin erdim ki o sözleri ben söylemedim. Fakat Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in yanına gözleri görmeyen bir ama gelerek halinden şikayet ettiğine şahit oldum.” Dedi ve daha önce geçen hadis-i şerifi zikretti. (Taberani, El-Mu’cemu’l-Kebir, no:8311, 9/31)
İşte bu Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in vefatından sonra yalpan tevessül ve nida (çağrı)dır.
Beyhaki ve ibni Şeybe (Rahimehullah)ın rivayetlerine göre Hazreti Ömer (Radıyallahu anh) ın hilafeti sırasındaki kuraklık ve kıtlık olmuştu. Ashabtan Haris oğlu Bilal (Radıyallahu anh) Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in kabrinin başına vararak: “Ya Resulallah! Ümmetin için Allah’dan yağmur iste, onlar helak olmak üzereler” dedi…
Görüldüğü üzere sahabeden Haris oğlu Bilal, Peygamber Efendimizin kabri başına giderek yağmur için Resulüllah’ı tevessül ederek dua etmiştir.
ADEM ALEYHİSSELAM PEYGAMBERİMİZLE TEVESSÜLÜ
Hafız Zehebi’nin “Hepsi hidayet ve nurdur” diye övdüğü Beyhaki (Rahimehullah)ın “Delailü’n-Nübüvve” adlı eserinde sahih senetle şöyle rivayet ediyor, Resulüllah Efendimiz şöyle buyuruyor:
“Adem (Aleyhisselam) hataya düştüğü zaman ‘Ya Rabbi! Muhammed hakkı için beni affetmeni senden diliyorum’ dedi.
Allahu Teala da: “Ey Adem! Muhammed’i henüz yaratmadığım halde sen onu nasıl bildin?” diye sordu.
Adem (Aleyhisselam) da: ‘Ya Rabbi! Beni yarattığımda başımı kaldırdım ki, Arş’ın sütunlarında: “La ilahe ilallah, MuhammedürRasulüllah” yazılı olduğunu gördüm. Senin ismine bitiştirdiğin kimsenin, muhakkak ki Senin en çok sevdiğin bir kimse olduğunu anladım’ dedi.
Allahu Teala’da: “Ey Adem! Doğru söyledin. O hakikaten yarattıklarım içinde en çok sevdiğimdir. Madem ki O’nun hakkı için benden affını istedin ben de seni affettim. Zaten o olmasaydı seni yaratmazdım.” buyurdu. (Hakim el-Müstedrek, no:4228, 2/672; Beyhaki, Delailü’n-Nübüvve 5/489)
YALVARANLAR HAKKI İÇİN
İbni Mace’nin sahih senetle Ebu Said el-Hudri (Radıyallahu anh)den rivayet ettiğine göre, Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
“Her kim namaza gitmek üzere evinden çıkarken: ‘Ey Allah! Sana yalvaranlar hakkı için Sana yalvarıyorum, Sana yürümem hakkı için senden istiyorum. Ben ne bir kötülük, ne bir hakkı inkar edip insanları küçümsemek, ne bir riyakarlık, ne de bir şöhret maksadıyla dışarı çıkmış değilim.
Yalnız senin gazabından korunmak ve rızana kavuşmak maksadıyla çıktım. Senden, beni ateşten korumanı ve günahlarımı affetmeni istiyorum. Çünkü senden başka günahları affedici yoktur’ derse Allah bu duayı okuyana cemaliyle yönelir ve O’nun için yetmiş bin melek istiğfar eder.” (İbn-i Mace, Mesacid: 14, no: 778, 1/256)
Bu hadis-i şerifi Celaleddin es-Suyuti (Rahimehullah) “el-Camiu’l-Kebir” adlı eserinde zikretmiştir, bir çok imam bu hadisi namaza giderken okunması sünnet dualar arasında rivayet etmiştir. Bu hadis-i şerifi, Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in müezzini Bilal (Radıyallahu anh)den naklen sahihinde İbn-i Sunni rivayet etmiştir. Hafız Ebu Nuaym (Rahimehullah) ve Beyhaki (Rahimehullah) da rivayet etmişlerdir.
PEYGAMBERLERİN HAKKI İÇİN
Enes ibni Malik (Radıyallahu anh) derki: Hazreti Ali (Radıyallahu anh)ın anası olan Haşim oğlu Esed’in kızı Fatıma vefat ettiğinde Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)i büyüttüğü için Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onun yanına giderek başı ucunda durmuş: “Allah sana rahmet eylesin. Ey öz anamdan sonraki anacığım” demiştir.
Ardından onu özen sözler söyledikten sonra kendi bürdesiyle kefenlenmesini ve kabrinin kazılmasını emretmiş, lahde kadar kazılınca Resulüllah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendi eliyle kazmış ve toprakları dışarı çıkartmıştır.
Kazı işi bitince Resulüllah kabre girerek onu yere yatırmış ve şöyle duada bulunmuştur: “Ey dirilten ve öldüren, Kendisi hiç ölmeyen ve her zaman diri olan Allah! Anam Esed kızı Fatıma’yı bağışla. Peygamberinin ve benden önceki Peygamberler hakkı için onun mezarını genişlet. Çünkü sen acıyanların en merhametlisisin.” (Taberani, el-Mu’cemü’l-Evsat, no:191, 1/153)
Bu hadis-i şerifi Taberani (Rahimehullah)ın “el-Kebir” ve “el-Evsat” adlı kitaplarında rivayet edilmiş olup, İbni Hibban ve el-Hakim (Rahimehullah)ın rivayet ettikleri uzun bir hadisin bir parçasıdır. (Taberani, el-Mu’cemü’l-Evsat, no:191, 1/153)
Yine bu hadisi ibni Ebi Şeybe (Rahimehullah) Cabir (Radıyallahu anh)den, İbni Abdilber (Rahimehullah) ibni Abbas (Radıyallahu anh)den, Ebu Nuaym (Rahimehullah) da Enes (Radıyallahu anh) dan rivayet etmişlerdir.
Görüldüğü üzere bizzat Peygamberimiz “Peygamberler hakkı için” diyerek dua etmektedir.
www.ihvanlar.net
.
Büyük Müctehidlerin ve alimlerin tevessülü
Büyük alim ibni Hacer (Rahimehullah) “El-hayratü’l Hisan fi Menakibi’l-İmam Ebi Hanifete’n-Numan” adlı eserinin yirmi beşinci bölümünde diyor ki: “İmam-ı Şafi’i Bağdat’ta bulunduğu sıralarda Ebu Hanife (Radıyallahu anh)ın mezarı başına gelir ve ihtiyaçlarını Cenab-ı Allah’ın gidermesi için onunla tevessülde bulunurdu.
İmam-ı Ahmed b. Hanbel (Radıyallahu anh) ın da İmam-ı Şafi’i ile tevessülde bulunduğu bir gerçektir.
Hatta İmam-ı Ahmed’in oğlu, babasının bu haline taaccüb ederdi.
Babası da İmam-ı Şafi’nin insanlar için bir güneş, beden için de bir afiyet olduğunu söylerdi. İmam-ı Şafi’ye Fas ahalisinin, İmam-ı Malik (Radıyallahu anh) ile tevessül de bulundukları söylenince, o bunu reddetmemiştir.
İmam-ı Ebu’l Hasen eş-Şazeli (Rahimehullah) da: “Kimin Allahu Teala yanında bir ihtiyacı olup da onun yerine getirilmesini istiyorsa, İmam-ı Gazali ile tevessülde bulunsun.” Derdi.
İbni hacer (Rahimehullah) “es-Sevâ’iku’l-Muhrika li ihvanı’d-Dalal ve’z-zendeka” adlı eserinde; İmam-ı Şafi (Radıyallahu anh)ın Ehli Beyt ile tevessülde bulunduğunu söyler. İmam-ı Şafi (Radıyallahu anh)ın şöyle dediğini nakleder:
“Peygamberin âli (yakınları) benim vasıtamdır.
Onlar Allah ile aramda vesilemdir
Onların hakkı için yarın defterimin,
Sağımdan verilmesini Allah’dan isterim.”
İmam-ı Nevevi El-Ezkar adlı eserinde zikrettiğine göre, Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sabah namazının iki rekat sünnetinden sonra üç kere:
“Allahım! Ey Cebrail, Mikail, İsrafil ve Muhammed’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Rabbi beni ateşten koru” (Hakim, el-Müstedrek 3/622) demelerini herkese emrederdi.
İmam-ı Zerruk (Rahimehullah) “Hizbu’l Bahr Şerhi”nde bir çok seçkin kişilerin isimlerini zikrettikten sonra şöyle der:
“Allahım! Onlarla Sana tevessülde bulunuyoruz. Çünkü onlar seni sevdiler. Onlar seni ancak Sen onları sevdiğin için sevebildiler. Onlara olan sevgin dolayısıyla Seni sevmeye muvaffak oldular. Biz ise henüz onların Seni sevmesi mertebesine ulaşamadık.”
İMAM-I AZAM’IN “HAKKI İÇİN İSTEMEK MEKRUHTUR” DEMESİ
inkarcılar mezhepleri de kabul etmezler ama işlerine gelince İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin sözünü naklederler.
Ebu Hanife İmam-ı Azam Hazretleri “Hakkı için” yapılan duanın mekruh olduğunu söyler. (Fetevay-ı hindiye c. 5, s. 318)
İmam-ı Azam Ebu Hanife “hakkı için istemenin” mekruh olduğunu söylemiştir. Ancak Ebu Hanife Hazretleri’nin bunun söylemekten maksadı Mutezile’nin önünü kesmek için sedd-i zerîa kabilindendir. Ebu Hanife “Hakkı için” diyerek duayı mekruh görmüş, “hürmetine, hatırına” gibi tevesülü inkar etmemiştir. Bu tür tevessülü inkar ettiğine dair Hanefi âlimlerinden hiçbir nakil yoktur.
NEDEN HAKKI İÇİN MEKRUH DEDİ
Molla Ali el-Kari bu mekruhluğun hakk sözüne vaciplik (mecburiyet) manası yüklendiği takdirde olacağını, zira vaciplik veya mecburiyet manasında kimsenin, Allah (Celle Celaluhu) üzerinde hakkı olmadığını, ancak hürmet ve tazim manasında kullanıldığı takdirde bunun tevessül babından olacağını, Allah (Celle Celaluhu)nün, “O’na varmaya vesile arayın” (Maide 35) ve bunu el-Hısnü’l-Hasin’de de yazdığına göre, duanın adaplarından kabul edildiğimi söylüyor. (Aliyyü’l Kari, Fethu’l Babi’l-İnaye, III, 30)
Hindistan’ın büyük alimlerinden Mevlana Muhammed Fadlurresul (Rahimehullah) Molla Aliyyü’l-Kari’nin bu mesele hakkındaki görüşünü naklettikten sonra diyor ki: “Ben derim ki, Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) duasında “Ya Rabbi, senden isteyip de verdiklerinin hakkı için, senden istiyorum” derdi. Buradaki hak kelimesinden murad, hürmettir. Yahut, rahmet gereğince ona vaad olunan haktır. Yani bihakkın demenin yasaklığı anlatılmak istenirken delil olarak; zira kimsenin Allahu Teala üzerinde hakkı yoktur demektedir. O halde bundan murad, hiç kimsenin Allahu Teala üzerinde vacip olan bir hakkı yoktur demektir.
KİMSENİN ALLAH ÜZERİNDE HAKKI YOKTUR
Peygamberimizin bu konudaki duasını buradan okuyabilirsiniz. Peygamberimiz de böyle dua ettiği halde Ebu Hanife’nin “mekruh” demesi, kimsenin Allahu Teala üzerinde hakkı olamayacağı içindir. Eğer kişi dua ederken “hakkı için” deyip bu manayı yüklüyorsa işte bu dua şekli yanlıştır. Ama “hakkı için” de dese ve buraya “hürmetine, hatırına” diye mana yüklerse bunda bir sorun yoktur.
İbni Abidin bu konuda: “Ben derim ki, bu söylenenlerin tamamı, bu lafızdan akla ilk gelen anlama muhalif ihtimallerdir. Lafzın, caiz olmayan bir manaya vehmettiriyor olması dahi, onu yasaklamak için yeterlidir. Allahu Alem, imamlarımız bu yasaklamayı bundan dolayı mutlak olarak söylemişlerdir.”
Bakın İbni Abidin “Reddü’l Muhtar” da ne diyor:
“Ben Allahu Teala’ya Nebiyy’i Kerim’i (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile ehl’i taatından her muazzam makam sahibi ile ve imamımız İmam Azam ile tevessül ederek lütuf ve kereminden bu işi bana asan eylemesini, doğruyu ilham buyurmasını, kusurlarımı bağışlamasını, hatalarımı afv buyurmasını niyaz etlerim.”Diyerek İmam-ı Azam ile tevessül ediyor ibni Abidin…
TASAVVUFA GİREN ALİMLERDEN BAZILARI
Tefsir, kelam gibi zahiri ilimlerle uğraşanların tasavvufa düşman oldukları veya aralında bir ihtilaf olduğu zannedilir. Ve sanki tarihte hep böyle bir mücadele varmış gibi zannedilir. Hâlbuki zahiri âlimlerden ilimde derinleşenlerin birçoğu aynı zamanda derin bir mutasavvıftır. Tarikat ehlidir. İşte onların en meşhurlarından seçmeler:
1- “Tabi’un’dan olan (Sahabeyi görme şerefine eren) Hasan-ı Basri (Radıyallahu anh) bir zühd ve tasavvuf büyüğü olmasının yanında, aynı zamanda bir mezhep imamıdır. Yani hadis ve fıkıh ilimleri sahasında mutlak müctehid seviyesindedir. Kendisi aynı zamanda tefsir ilminin de büyük imamlarındandır.
2- Daha sonraki nesilden Süfyan-ı Sevri’nin durumu da aynıdır.
3- Tasavvuf büyüklerinden Fudayl bin Iyaz ve Davud-u Tai, İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin talebelerindendir.
Bir mecliste adamın birisi “Ebu hanife hata etmiş” deyince, orada bulunan ünlü muhaddis Veki bini Cerrah şöyle demiştir: “Kıyastaki mahareti ile Ebu Yusuf ve Züfer, hadis ezber kabiliyetleriyle Yahya ibni Ebi Zaide, Hafs ibni Gıyas, Hibban ve Mendel, lügat ve Arapçadaki ilmiyle kasım ibni Ma’n, zühd ve veralarıyla Davud et-Tai ve Fudayl ibni ıyaz onun yanında bulunuyorken Ebu Hanife hata yapmaya nasıl muktedir olabilir?” (Hatib-i Bağdadi, Tarihu Bağdad: 14/247)
Bu nakil açıkça göstermektedir ki, İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin meclisinde sadece kuru ve farazi bir fıkıh tedris edilmemektedir. Aksine bu mecliste fıkıh, hadis, zühd, vera’ ve takva ehli kimseler iç içe bulunmaktadır ve ilim, bütün bu veçheelriyle tam ve kamil manada öğrenilip öğretilmektedir.
4- Yine zühd ve takva ehlinin büyüklerinden Abdullah ibni Mubarek (Radıyallahu anh) da İmam-ı Azam ebu Hanife’nin talebelerindendir.
5- Ünlü hadis imamı Süfyan ibni Uyeyne (Radıyallahu anh) de tasavvuf ehlinin ileri gelenlerindendir. (Bkz.Kelabazi, et-T’arruf, 23)
6- Özellikle hadis, Fıkıh ve Tefsir sahalarında, sadece bilgi sahibi olmakla kalmamış, aynı zamanda eser de yazmış olan hicri 3. Ve 4. Asır tasavvuf büyükleri arasında şu isimleri sayabiliriz:
Ebu Muhammed Abdullah ibni Muhammed, Ebu Abdillah Ahmed ibni Asım er-Razi, Ebu Bekir Muhammed ibni Ömer ibni Fadl el-Verrak et-Tirmizi, Ebu Osman Said ibni İsmail er-Razi, Ebu Abdillah Muhammed ibni Ali et-Tirmizi, Ebu Abdillah Muhammed ibni Fadl el-Belhi, Ebu Ali el-Cürcani, Ebu’l Kasım ibni İshak ibni Muhammed Hakim es-Semerkandi (Radıyallahu anhum) (Kelabazi a.g.e. 29-31)
7- İhya-i Ulumiddin adlı eseriyle İslam dünyasında haklı şöhret kazamış bulunan İmam-ı Gazali, aynı zamanda büyük bir Fıkıh ve Usul-i Fıkıh alimi olan İmam-ı Gazali tasavvuf büyüklerindendir.
8- Ünlü hadis ve fıkıh alimlerinden hanefi mezhebine mensup Cemaleddin Ez-Zeylai (İmam-ı Merğinnani’nin el-Hidayesi ile Zemahşeri’nin Keşşaf’ındaki hadislerin tahririne dair yazdığı Nasbu’r-Raye ve Tahricu’l Ahadis ve’lAsar isimli eserleriyle meşhurdur.)
Şafii mezhebine mensup Muasır ve arkadaşı el-Iraki (İmam-ı Gazali’nin İhya’sının hadislerini tahriç etmiştir) ve Takiyüddin İbni Daki-ki’l-İyd de Mutasavvıftırlar.
9- Hadis ilminde kaynak olan Nevadiru’l Usul adlı eserin sahibi hakim-i Tirmizi de mutasavvıflardandır.
10- Yine hanefi mezhebine mensup ünlü fıkıh ve hadis alimi Kemaleddin bni Humam da ehli tasavvufturç
11- Hadis hafızlarının son halkası diye anılan ve ilim denildiğinde akla gelen bütün sahalarda verdiği eserlerin miktarını yüzlerce cildi bulan Celaleddin es-Suyuti ve talebesi el-Mizanu’l-Kübra isimli fıkıh eserinin sahibi İmam-ı şarani de Ehli tasavvuftur.
12- Zahiri ve Batıni ilimleri birleştiren İmam-ı Rabbani, Molla Cami, Seyalükuti de ilim ve tasavvuf kanatlarıyla ilerleyen mutasavvıftırlar.
13- Osmanlı’nın son dönemine denk gelen 4 mezhebin müftüsü Ali Haydar el-Ehıshevi de tasavvuf yolunun büyüklerindendir.
Burada sadece misal olması için zikrettiğimiz bu isimler, tarih boyunca Şer’i ilimler ile tasavvuf arasında herhangi bir çelişki olmadığının en sadık şahididirler.
Akla gelen her türlü şer’i limde derinleşen bu gibi âlimlerin, ilimlerinin manevi yükselişte yeterli olmadığını anlayarak tasavvufa yönelmesi ve bir Allah dostunun elinden tutması, kendini müctehid zanneden reformistlere ve bu reformistlerin inkar çukuruna sürüklediği insanlara birer ibret olmalıdır.
www.ihvanlar.net
İmam-ı Azam Ebu Hanife Tevessülü kabul etmiyor muydu?
Tevessülün (vesile, aracı koymak) hakkındaki sahih delilleri sizlere sıralıyoruz. Çok etkili oluyor Elhamdülillah. İnkarcıların kaçacak delikleri kalmıyor. BURADAN BAKABİLİRSİNİZ
Bu inkarcılar mezhepleri de kabul etmezler ama işlerine gelince İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin sözünü naklederler.
Ebu Hanife İmam-ı Azam Hazretleri “Hakkı için” yapılan duanın mekruh olduğunu söyler. (Fetevay-ı hindiye c. 5, s. 318)
İmam-ı Azam Ebu Hanife “hakkı için istemenin” mekruh olduğunu söylemiştir. Ancak Ebu Hanife Hazretleri’nin bunun söylemekten maksadı Mutezile’nin önünü kesmek için sedd-i zerîa kabilindendir. Ebu Hanife “Hakkı için” diyerek duayı mekruh görmüş, “hürmetine, hatırına” gibi tevesülü inkar etmemiştir. Bu tür tevessülü inkar ettiğine dair Hanefi âlimlerinden hiçbir nakil yoktur.
NEDEN HAKKI İÇİN MEKRUH DEDİ
Molla Ali el-Kari bu mekruhluğun hakk sözüne vaciplik (mecburiyet) manası yüklendiği takdirde olacağını, zira vaciplik veya mecburiyet manasında kimsenin, Allah (Celle Celaluhu) üzerinde hakkı olmadığını, ancak hürmet ve tazim manasında kullanıldığı takdirde bunun tevessül babından olacağını, Allah (Celle Celaluhu)nün,“O’na varmaya vesile arayın” (Maide 35) ve bunu el-Hısnü’l-Hasin’de de yazdığına göre, duanın adaplarından kabul edildiğimi söylüyor. (Aliyyü’l Kari, Fethu’l Babi’l-İnaye, III, 30)
Hindistan’ın büyük alimlerinden Mevlana Muhammed Fadlurresul (Rahimehullah) Molla Aliyyü’l-Kari’nin bu mesele hakkındaki görüşünü naklettikten sonra diyor ki: “Ben derim ki, Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) duasında “Ya Rabbi, senden isteyip de verdiklerinin hakkı için, senden istiyorum” derdi. Buradaki hak kelimesinden murad, hürmettir. Yahut, rahmet gereğince ona vaad olunan haktır. Yani bihakkın demenin yasaklığı anlatılmak istenirken delil olarak; zira kimsenin Allahu Teala üzerinde hakkı yoktur demektedir. O halde bundan murad, hiç kimsenin Allahu Teala üzerinde vacip olan bir hakkı yoktur demektir.
KİMSENİN ALLAH ÜZERİNDE HAKKI YOKTUR
Peygamberimizin bu konudaki duasını buradan okuyabilirsiniz. Peygamberimiz de böyle dua ettiği halde Ebu Hanife’nin “mekruh” demesi, kimsenin Allahu Teala üzerinde hakkı olamayacağı içindir. Eğer kişi dua ederken “hakkı için” deyip bu manayı yüklüyorsa işte bu dua şekli yanlıştır. Ama “hakkı için” de dese ve buraya “hürmetine, hatırına” diye mana yüklerse bunda bir sorun yoktur.
İbni Abidin bu konuda: “Ben derim ki, bu söylenenlerin tamamı, bu lafızdan akla ilk gelen anlama muhalif ihtimallerdir. Lafzın, caiz olmayan bir manaya vehmettiriyor olması dahi, onu yasaklamak için yeterlidir. Allahu Alem, imamlarımız bu yasaklamayı bundan dolayı mutlak olarak söylemişlerdir.”
Bakın İbni Abidin “Reddü’l Muhtar” da ne diyor:
“Ben Allahu Teala’ya Nebiyy’i Kerim’i (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile ehl’i taatından her muazzam makam sahibi ile ve imamımız İmam Azam ile tevessül ederek lütuf ve kereminden bu işi bana asan eylemesini, doğruyu ilham buyurmasını, kusurlarımı bağışlamasını, hatalarımı afv buyurmasını niyaz etlerim.” Diyerek İmam-ı Azam ile tevessül ediyor ibni Abidin…
İNKAR EDENLER HER YÖNDEN TAKILIYOR
Tasavvuf, tevessül, rabıta, himmet istemek hakkında şer’i ve sahih delilleriBURADAN OKUYABİLİRSİNİZ… İnkarcılar bunca delile rağmen sadece akıl ve fikir yürüterek ve putlar hakkında inen ayetleri yanlış yorumlayarak batıl yola sapıyorlar. Zikredilen sahih hadisleri kabul etmiyorlar. İşlerine gelince en zayıf hadisi nakletmekten de geri durmuyorlar. Mezhepleri kabul etmiyorlar, işlerine gelince mezheplere sarılmaya çalışıyorlar…
Allahu Teala şerlerinden muhafaza eylesin.
Sizler delillerinizi bilin, ezberleyin… Cahil kalmayın.. her yerde verecek bir cevabınız olsun…
www.ihvanlar.net
(Seyyid Ali Hoşafcı Hocaefendi – Selefilik Adı Altındaki Görüşlere Selefice Cevaplar kitabından istifade edilmiştir)
.
İmam-ı Şafii tasavvufa karşımıydı – Tasavvuf düşmanlarının oyununa dikkat
İmam Şâfiî Hazretlerinin şöyle dediğini iddia ederler: “Sabah tasavvuf’a giren, öğleye deli olmadan çıkmaz.”
Bu itham ağır bir ithamdır. Hem İmam Şâfiî’ Hazretlerine hakarettir, hem de bütün ehl-i sünnet ve’l-cemâate. Şimdi gelelim bu sözün aslına.
İmam Şâfiî şöyle der:
حدثنا محمد بن عبد الرحمن حدثني أبو الحسن بن القتات, حدثنا محمد بن أبي يحيى, حدثنا يونس بن عبد الأعلى قال: سمعت الشافعي يقول: لولا أن رجلا عاقلا تصوف لم يأت الظهر حتى يصير أحمق.
Ebû Nu’aym “Hilyatü’l-Evliya” isimli risalesinde İmam Şafiî Hazretleri’nin şöyle dediğini nakleder:
“Kim ki sabahleyin tasavvufa girmezse, öğleye ancak deli olarak çıkar.”
Arapça ibarede geçen “lev la” lafzının kaldırılmasıyla bir cümleyi baştan başa tahrif etmiş oluyorlar.
Ebû Nu’aym, bunu Muhammad b. Abdurrahmân b. al-Fadl, o da bunu Ebû’l-Hasan (Ahmed b. Muhammad b. al-Haris) İbn al-Kattât (al-Misrî), o da bunu Muhammed b. Ebî Yahyâ, o da bunu İmam Yunus b. Abdu’l-A’la’dan rivayet etmişlerdir. Rivayet silsilesi budur.
İmam Aclunî, İmam Şafiî’nin de şöyle dediğini nakleder:
حبب إلي من دنياكم ثلاث: ترك التكلف، وعشرة الخلق بالتلطف، والاقتداء بطريق أهل التصوف.
Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi. Değiştirmeyi terk, insanlara güler yüzlü ve iyi muamele, tasavvuf ehlinin yoluna tabi olmak!
( Kaşfu’l-Hafa ve Muzilu’l-İlbas, I, 341/ no: 1089.)
İmam Şâfiî Hazretlerinin, “Hem fakih, hem sofi ol, sadece birisini yapma!” sözünün arapçasının tamamı: