Kürtler içerisindeki seküler-ulusalcı çevrelerin en fazla dile getirdiği konulardan biri Kürtlerin İslam öncesi inançlarına yönelik ideolojik-sloganik vurgudur. Bu vurgu yapılırken hemen hemen hiçbir şekilde gerçek tarihi referanslar ya kullanılmaz ya da göz ardı edilmeye çalışılır. Bu anlamda en fazla gündeme getirilen inanç şekilleri Zerdüştîlik/Mecusîlik ve Yezîdilik’tir. Ancak Kürtlerin, İslam öncesinde güçlü bir medeniyete ve kültüre, özgün bir dine sahip olduğunu savunanlar, bu her iki farklı inanç ve tarih temellerine dayalı dini inancın Kürtler arasında nasıl bir arada barınabildiğini açıklayamamakta ve anakronizm yapılmaktadır.
Bütün hedef, Kürtlerin İslam dışı bir zemine çekilmesi, Müslümanlığın bir şekilde, ne suretle olursa olsun Kürdistan’dan kovulmasına yönelik, delice çabalardan öte değildir.
Bu makalede özellikle Yezîdilik konusuna değineceğiz.
Her ne kadar Yezîdîliğin arkaik/kadîm, Milattan öncesine dayanan ve Kürtlere mahsus/özgü müstakil bir din ve inanç biçimi olduğu sürekli öne sürülse de, eldeki tarihi veriler ve dökümanlar bunu asla doğrulamamaktadır. Yezîdilik bütün kaynaklarda 558/1162-1163’te vefat eden Adiy Şerefuddîn Ebu’l-Fezâil Bin Müsafir Bin İsmail Bin Musa Eş-Şâmi El-Baalbekî El-Emevî’ye dayandırılmaktadır. Adiy Bin Müsafir’in hayatı, tarihsel kişiliği hakkında birçok kaynakta bir hayli bilgi bulunmaktadır. Bu anlamda gizemli bir yönü sözkonusu değildir.
Emevî hükümdarlarının soyundan gelen bu zât, Kâdirî tarikatının kurucusu, ünlü Şeyh Abdülkâdir El-Cilânİ/Geylânî ile çağdaş olup ,dostlukları mevcuttur.Hatta Abdülkâdir Geylânî çeşitli eserlerinde ve menâkıbında Adiy Bin Müsafirden övgü ile söz eder (Bkz.Seyyid Ali Nurbahş, 1962. Behcetü’l-Esrâr, Menâkıb-ı Abdülkâdir Geylânî) .Ayrıca Adiy Bin Müsafir büyük mutasavvıflardan Şeyh Ali Müncî, Ali Bin Vehb Er-Rebîî ve Şeyh Hammâd El-Debbâs ile de sohbet arkadaşlığı yapmıştır. Şeyh Adiy, Adeviyye Tarikatının kurucusu olup yine kaynaklarda Hz. Ömer’e giden tarikat silsilesi bile kaydedilmiştir. Silsile şu şekildedir:
Hz. Ömer Bin El-Hattâb (ra.)
Ebu Müslim El-Havlânî
Şeyh Ebu Süleyman Ed-Dârânî
Şeyh Ahmed Bin Taybe Bin Ebi’l-Havârî
Şeyh Yusuf El-Gassânî
Şeyh Ağlebek Er-Remeli
Şeyh Alî Bin Alîm
Şeyh Ebu Said El-Harrâz
Şeyh Muhammed El-Kalansevî
Şeyh Mesleme Es-Surûcî
Şeyh Ukayl El-Menbicî
Şeyh Adiy Bin müsafir
(Bkz. Ibn Es-Serrâc, Muhammed Bin Ali Bin Abdirrahman Ed-Dimeşkî Er-Rifâ’î, Te’lif:715/1314. İstinsah:997/1588 Tuffâhu’l-Ervâh Ve Miftâhu’l-İrbâh, Princeton University Library, Gift Of Robert Garret, No:97, USA; Varak. 34-59)
Şeyh Adiy Bin Müsafir ayrıca, Mardin’de türbesi bulunan Şeyh Musa Ez-Zolî (Sultan Şeyhmus) ile de çağdaş ve pirdaş olup, Sultan Şeyhmus da aynı şekilde Şeyh Ukayl El-Menbicî’nin halifelerindendir. (İbn Serrac, a.g.e.)
Hakkkari yakınlarında Laleş mevkiine yerleşen ve orada vefat eden Şeyh Adiy Bin Müsafir’den sonra, postuna yeğeni Şeyh Ebu’l-Berekât Sahar Bin Sahar Bin Müsafir geçer. Daha Şeyh Adiy Bin Müsafir döneminde çevresinde Arap, Fars ve Kürtlerden; Mısır, Suriye ve İran’a kadar bir hayli mürit toplanır. Hatta Kilis beyleri olan Kürt Canpolatzadeler ve çevrelerindeki aşiretler de önceleri Adeviyye tarikatına mensup imiş.
Şeyh Sahar’dan sonra ise onun yerine, Laleş’teki zâviyede oğlu Adiy Bin Sahar Bin Sahar BinMüsafir postnişîn olup uzun süre bu vazifede bulunur.
Yezidilik yaklaşık 14. Yüzyılın ikinci yarısına kadar Adeviyye Tarikatı olarak devam eder. Şeyh Adiy Bin Müsafir’in son dönemlerde tesdbit edilen "İ’tikâdu Ehlis’-Sunne Ve’l-Cemâa" adlı eseri başta olmak üzere tüm kaynaklara bakıldığında, bu tarikatın koyu Sünni-Hanbeli ve Şialığı sert eleştiren bir yapıya sahip olduğu gözlemlenebilmektedir. Hakkari’de 669/1271 tarihinde Adeviyye tarikatına mensup, Yusuf Bin Muhammed Bin Yusuf tarafından istinsah edilmiş olan ve Adiy Bin Müsafir’in adını zikrettiğimiz eserini de içeren çeşitli eserlerden oluşan mecmuâ, bu tarikatın temel inanç yapısını detaylı bir biçimde ortaya koymaktadır. (Bkz. Adiy Bin Müsafir, 669/1271. İ’tikâdu Ehli’Sunneti Ve’l-Cemâa Ve diğer eserler, İstinsah: Yusuf Bin Muhammed Bin Yusuf El-Hakkârî, Şehid Ali Paşa (Süleymaniye) Kütüphanesi No:2763’te, Mecmuâ)
14. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren ise Adeviyye tarikatının özellikle Kürt bölgelerinde ciddi bir değişime uğrayıp, yaklaşık 70-80 yıl gibi bir zaman içerisinde bugünkü Yezîdîlik dediğimiz farklı ve ezoterik/bâtınî bir din anlayışına, inanca dönüştüğü tesbit edilebilmektedir. Bu dönüşümün bu dönemde Şeyh Hasan adlı şeyh döneminde olduğu rivayet edilse de bu konuda kesin bir tesbitte bulunamıyoruz. Ancak, bu ezoterik/bâtınî dönüşüm sürecinde Tapınak şövalyelerinin ve bunların Hristiyan misyoner grupları içinde yer alan unsurlarının etkin olduğuna ilişkin ipuçlarına rastlanılmaktadır
(Bkz. Nebhânî, Yusuf bin İsmail, 2001. Câmi’u Kerâmâti’l-Evliyâ, Cilt.1-2. Tahkîk: İbrahim Utve İvaz, Merkez-i Ehl-i Sünnet Ve Berekât-ı Rızâ, Gücerat-Hindistan; Doskî, Enes Muhammed Şerîf, 2002. Etbâ’u Eş-Şeyh ‘Adiy bin Müsâfir El-Hekkârî, Mine’l-‘Adeviyye İla’l-Yezîdiyye, Matbaatu Havâr, Dohuk-Irak; Lescot, Roger, 2001. Yezîdîler, Çeviren: Ayşe Meral, Avesta Yayınları, İstanbul)
Bu konuya devam edeceğiz.
.
Geçen yazıda Adeviyye tarikatının 14. Yüzyıl’ın ikinci yarısından itibaren, 70-80 yıllık bir zaman diliminde İslam’dan ayrılarak Yezîdilik diye bir dine dönüştüğünden bahsetmiştik.
Şeyh Adiy Bin Müsâfir’in kendisi Emevi soyundan gelmektedir. Bazı kaynaklara göre, Emeviler’in inkırazı sonrasında, Abbasilerin takibatından kaçabilen Emevî hanedanının bir kısım mensupları, Musul’un kuzeyindeki dağlık Kürt bölgelerine sığınıp kendilerini sufiyane bir hayata adamışlar. Hatta bu bölgelerde Kürtler arasında, Emevileri kutsayan bir hayli kimsenin kümelendiği belirtilmektedir. Bunların önde gelenlerinden biri Şeyhülislâm El-Hakkârî olarak bilinen Ebu’l-Hasen Alî bin Ahmed bin Yusuf El-Hakkârî El-Emevî El-Kureşî’dir (1019-1097). Şeyhülislâm El-Hekkârî, Adiy Bin Müsâfir’in öncülerinden olup, onun inanç dünyasını en fazla etkileyenlerdendir. Daha önce sözkonusu ettiğimiz Şehid Ali Paşa (Süleymaniye) Kütüphanesi’nde (No:2763) bulunan mecmuada Şeyhülislam El-Hekkârî’nin de dört eseri mevcuttur. Bu mecmuâda Muâviye Bin Ebi Süfyan’ı müdafaa mahiyetinde Kadı Ebî Ya’la’nın (Kadı Ebî Ya’la Muhammed Bin El-Huseyn Bin Halef Bin Ahmed El-Ferrâ) bir eserinin (Varak:178-183) yanısıra, Ebu’l-Kasem Abdurrahman Bin Muhammed El-Ensârî El-Buhârî’ye nisbet edilen "Münazaratu Ca’fer Bin Muhammed Es-Sâdık Maa’r-Rafizî-İmam Ca’fer Es-Sâdık’ın Rafızî İle Münazarası" adlı bir risale de yer almıştır.(VaraK:152-156)
Bir yandan, – bir zaman sonra iyice ifrata varan- Emevi taraftarlığı, diğer yandan Mansur El-Hallâc başta olmak üzere Şeyh Hasan Bin Adiy Bin Ebi’l-Berekât Sahar Bin Sahar döneminden başlayarak vahdet-i vücud ekolünün etkisi, Adeviyye’nin dönüşümünün temellerini oluşturmuştur. Şeyh Hasan’ın Musul Hükümdarı Bedreddin Lu’lu tarafından öldürülmesi, Laleş’in ve Şeyh Adiy Bin Müsafir’in türbesinin tahribi, bu bölgedeki Adeviyye tarikatı mensuplarının zaman içerisinde ulema ve medreseden mahrum kalıp, birçok farklı batınî/ezoterik akımların etkisinde kalmalarına sebep olmuştur. Daha 14. Yüzyıl’ın başlarında Takiyuddin Ahmed Bin Teymiyye El-Harrânî (Vefatı:727/1328); Adeviyye Tarikatı mensuplarını, Yezîd Bin Muâviye konusunda aşırıya giden inançları ile ilgili ikaz eden bir risale kaleme almıştır.
Önce Musul Hükümdarı Bedreddin Lu’lu’nun saldırıları ve takibatı, akabinde Moğol istilaları ile merkezlerini ve medreselerini kaybeden Adeviyye Tarikatı mensupları çeşitli ezoterik akımların etkilerine maruz kalırlar. Harran’da etkisini bir şekilde sürdüren hermetik ezoterizme dayanan Harran Sabiiliği, Hakkarî Laleş bölgesinde var olan Nestûrilik, Vahdet-i Vücud ile başlayıp, zamanla Batıniliğe dönüşen bazı düşünce ve hareketlerin yanısıra ezoterizmi esas alan Tapınak Şövalyeleri’nin misyonerler içindeki faaliyetleri 14. Yüzyıl’ın ikinci yarısından itibaren Adevîliğin Yezidiliğe dönüşümünün âmilleri oldu.
Bugün elimizde bulunan Mushaf-ı Reş ve Cilve başta olmak üzere günümüz Yezidiliğine ait metinlere bakıldığında, bu anlamda syncretic (Sinkretik) ve eclectic (Eklektik) bir inanç örgüsünü/ağını barındırdığı görülebilmektedir. Roger Lescot’un tesbit ettiği bazı Arapça ve Kürtçe metinlerde bu durum tesbit edilebilmektedir. Son yıllarda Halep’ten Türkiye’ye getirilmiş olup, elimizde görüntüleri mevcut olan, Arapça El-Kitabu’l-Esved (Mushaf-ı Reş) kitabının deri üzerine geç bir dönemde yazılmış nüshasına bakıldığında, bir yandan Kur’ân-ı Kerîm’den bazı sure ve ayetler, Amentu metni, Melek-i Tavus ve yedi melek denilen Şeyh Hasan ve Melek Fahreddin başta olmak üzere şeyhlerin isimleri yer aldığı gibi, Vefk denilen ezoterik/tılsımlı işaret ve harflerin, Melek-i Tavus başta olmak üzere resimlerin yer aldığı tesbit edilebilmektedir. Bu nüsha ile birlikte gelen rulo halinde yazılı olan Cilve kitabına baktığımızda ise, tamamıyla Melek-i Tavus resimleri ve vefklerden oluştuğu görülmektedir.
Vefk: Arapça, uygun olmak, bir şey diğer şeye uygun olmak manasında, ıstılahi olarak üzerinde belli kaidelere göre sayıların, harflerin veya kelimelerin yazıldığı, hanelere ayrılmış satranç tahtası gibi bir kare, ya da tılsım için yazılan çeşitli işaretlerden oluşan sihir, büyü, muska olarak da kullanılan, sırlı işaretlerden oluşan yazılı metin.
Hermetizmin ve Harran Sabiiliği’nin etkisi ile İslam âleminde de kullanılan vefkler, en çok Bunî’nin Havass ilmine ait Şemsu’l-Maârif adlı ünlü eserinde yer almıştır. Hatta Bunî bu yüzden bazı çevreler tarafından Sabiilik’le suçlanmıştır. Vefkler 14. Yüzyıl’da en sistematik şekilde sayılar ve harfler üzerinden Fazlullah-ı Esterâbâdî’nin kurucusu olduğu Hurufîlerde (Cavidan, Arşnâme, Işknâme vs. Hurûfî eserleri) kullanılmıştır. Bu tür vefkler, Kabbala mistisizminde kullanıldığı gibi, Tapınak Şövalyeleri (The Knight Templars) tarafından da kullanılmış, oradan da masonluğa intikal etmiştir. Vefkler sihir ve büyü/tılsım için kullanılmış olduğu gibi, ezoterik işaretleşme/iletişim için de kullanılmıştır. Bu ezoterik işaretleşme/iletişimde çoğu zaman üç harfli yaratıklarla olan iletişimde de araç olduğu ifade edilmektedir. Yezidî toplumundaki Şeytan’a yönelik, pozitif yönde inanılan, Melek-i Tavus inancı, bir yandan Vahdet-i Vücud ekolüne ait metin ve sözlerde yer alan, Şeytan’a ilişkin Şathiyyat kabilinden ifadeler, diğer yandan vefkler aracılığı ile üç harflilerin şeytanları ile kurulan batınî/ezoterik ilişkinin etkisinin, Yezidilik’teki Şeytan inancının temelini oluşturduğu da söylenmektedir. Aynı tarz vefk kullanımı, bilinen bir çok batınî inanç gruplarında ve Masonlarda yer almaktadır. Masonlara ait metinlerde -Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Locası’nın yayın organı olan Mimar Sinan dergisinde sıkça rastlanıldığı gibi- kullanılan vefkler şaşırtıcı bir şekilde Yezîdî metinlerinde kullanılan vefklerle benzerlik göstermektedir. Mason localarında 33.dereceden masonların bir çeşit satanizmi andıran ayinleri de öteden beri bilinmektedir.
Tüm sıralanan bu âmillerin etkisiyle, Adeviyye tarikatının zamanla; Sincar, Laleş ve Şeyhan mıntıkalarıyla daha kuzeyde yer alan bölgelerde, İkinci Şeyh Adiy’nin oğlu Şeyh Hasan döneminden başlayarak, özellikle 14. Yüzyıl’ın ikinci yarısında, İslam’dan koparak farklılaştığı, ayrı bir dine dönüştüğü anlaşılmaktadır. Suriye ve diğer Arap bölgelerinde ise Adeviyye’nin daha uzun süre Yezidiliğe dönüşmeden devam ettiği belirlenmektedir. Günümüzde Yezîdî tâifesinin çoğunluğu Kürtçe konuşan topluluklardan oluşmasına karşın, Musul’a yakın Bahzan ve Başik yörelerinde meskun olan, buraya Halep civarından gelip yerleşmiş ve Yezîdî hiyerarşisinde önemli bir mertebeye sahip Kavallar ise Arapça konuşmaktadır.
Bugün Yezîdîler geleneksel sinkretik/eklektik inanç örgüsü ile, modernleşme ve etnik milliyetçiliğin arasında kalmış durumdadırlar. Bu etki alanı içerisinde olanlar, Yezîdiliği otantik yapısından farklı bir biçimde, modernliğin ve Kürt milliyetçiliğinin oluşturduğu bir temele oturtma çabasındadır. Aksine, Şeyhan Yezidileri ise daha geleneksel bir inanç sistemi ve yapısını öngörmektedir. Yezîdilik’le ilgili, Ahmed Teymur Paşa’nın eseri ile, R. Lescot’un 1938’de yayınlanan, önemli bilgi ve belgeleri içeren eserinden sonra, günümüze değin ilmi ve doyurucu bir araştırmaya pek rastlanmamıştır. Daha çok etnik ideolojik/modern bakış açısı ile yazılmış, slogan ve ezberlerden oluşan çalışmaların ön plana geçtiği gözlemlenmiştir. Ancak,günümüzde, Prof. Dr. Ahmet Taşğın ve Enes Muhammed Şerif Ed-Doskî’ nin bu konudaki makale ve eserleri ile Hakkari Üniversitesi öğretim görevlisi Yaşar Kaplan’ın yüksek lisans tezi takdir edilecek en ciddi çalışmalardır.
Kısaca, aynı zamanda Kur’an-ı Kerîm hafızı olduğu için, Hafız diye anılan Hafız Şemseddin Muhammed Şirazî, Sa’di-yi Şirazi ile birlikte, tarihte İslami-Fars edebiyatının en önde gelen şairlerinden biridir. 725/1325 tarihinde Şiraz’da doğup 792/1390 tarihinde yine Şiraz’da vefat etmiş olup, türbesi oradadır. Medrese eğitimi alıp, çeşitli eserlere şerh de yazan Hafız-ı Şirazî en çok şiirleriyle tanınmıştır. Vefatından sonra sevenleri tarafından 400 civarında gazeli bir araya getirilerek meşhur olan Divan’ı oluşmuştur. Divan’ında daha çok tevhîd , İlâhî aşk vs. Tasavvufî konular işlenmiştir. En çok bu divanı ile tanınmıştır. Şöhreti hemen hemen İslam dünyasının bir çok yerine ulaşmıştır. Şiir ve hikmetteki gücü , tasavvufî kişiliğiyle çok muteber bir konuma ulaşmış, Divanı Osmanlı ve İran medreselerinde büyük revaç bulmuş ve asırlarca okutulmuş, üzerine bir çok şerh yazılmıştır. Bu şerhlerin en ünlüsü Osmanlıca kaleme alınmış olup, sonradan Farsça’ya da tercüme edilmiş olan Sûdî Bosnevî’nin şerhidir. (Bu divan şerhinin bir çok yazması mevcut olup, 1252/1836 tarihinde üç cilt halinde Mısır’da Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın kurduğu Bulak matbaasında basılmıştır.)
Hafız-ı Şirazî Divanı’na şöyle bir Arapça mısra’ ile başlar:
Elâ Ya Eyyühe’s-Sakiy Edir Ke’sen We Nawilha
" Ey Sâkî elindeki ( şarap) kâsesini dolaştırıp meclistekilere sun! "
Hafız’ın divanına bu mısra ile başlaması çok sert tenkid ve taarruzlara yol açmış. Bu konuda ilginç ve hoş manzumeler yazılmıştır. Zira, Sûdî Bosnevî’nin Divan’ın şerhinde aktardığına göre bu mısra Yezîd bin Muaviye’ye aitmiş. Hafız-ı Şirazi Divanına Yezîd’in bu mısra’ı ile başladığı için sert tenkidlere maruz kalmış. Hafız’ın divanına giriş olarak aldığı Yezîd’e isnad edilen şiirin aslı şu şekildedir:
Ene’l-Mesmumu Ma îndî bitiryakin Welâ rakiy
Edir Ke’sen We Nawilha Elâ Ya Eyyühe’s-Sakiy
Tercüme:" Bendeki tiryakla zehirlenmiş durumdayım; Rukye edici ( üfürükçü, dua okuyan ) beni tedavi edemez , istemiyorum;Ey Sâkî elindeki (şarap) kâsesini dolaştırıp meclistekilere sun! "
Yine Yezid bin Muâviye’nin içki/şarap hakkında şu beyti de söylediği rivayet olunur:
We İn Hurrimet Yewmen Ala Dîni Ahmed
Fehuzha Ala Dîni’l-Mesîh’ibni Meryeme
Tercüme:"(İçki/Şarap) bir gün Ahmed’in dîni üzere haram kılındığında, onu Meryem oğlu Mesih’in dîni üzere al"
Yezîd’in bahr-i hezecden bir kıt’ası olduğu belirtilen bu şiirin ikinci beytini Hafız-ı Şirazî gazelinin kâfiyelerine muvafık gelsin diye, iki mısra’ını takdim ve te’hir edip Divanının başına almıştır.
Hafız, Yezîd’in bu şiiriyle divanına başlamasından dolayı çeşitli manzum eleştirilere uğramıştır. Nitekim Ehli-yi Şirazî şöyle demiş:
Hâce Hafızra şebî dîdem behâb
Goftem Ey durr-i fazl ve daniş-i bîmisâl
Ez çé besti ber hûd în şi’r-i Yezîd
Ba wucûd-i în heme fazl u kemâl
Goft wakıf nistî zeîn mes’ele
Mâl-ı kâfir hest ber mü’mîn helâl
Tercüme: " Hâce Hafız’ı bir gece rüyada gördüm. Dedim:’ ey emsalsiz fazilet ve bilgelik incisi , bu kadar fazilet ve kemâl sahibi olmana rağmen, Yezîd’in bu şiirini kendine nereden peyda ettin.’ ( rüyada ) bana dedi: ‘ Kâfirin malının mü’min için helâl olduğuna dair mesele’ye vakıf değil misin? "
Buna nazîre olarak Katibî-yi Nişaburî de şöyle manzum bir kıt’a yazar:
Aceb der hayretem ez Hâce Hafız
Benew’iy kuşhired ze an aciz âyed
Çé hikmet dîd der şi’r-i Yezîd û
Der Diwan nuhust ez wey ser âyed
Egerçé mâl-ı Kâfir ber müselman
Helâlest we der û kîylî neşâyed
Welî ez şîr ‘aybî bes azîmest
Ki lokma ez dehan-ı seg rubayed
Tercüme: " Hâce Hafız’dan dolayı hayretler içindeyim, aklını yemiş biri gibi bu konuda aciz kaldı, Yezîd’in şiirinde, o ne hikmet buldu ki, Divanda ilkin onunla başlıyor, Gerçi, kafirin malı müslümana helaldir ve onda herhangi bir söze hacet yok. Ancak, köpeğin ağzındaki lokmayı çalmak bir arslan için çok büyük bir ayıptır."
Son olarak ben de şöyle bir nazîre ekliyorum:
Goftend: Hâce Hâfiz âciz mande ez în Suâl
Ayâ merdîest talebîden cevâb-ı în ez mürdeî behâb
Çün tahkîkî kerdem neyâftem în ez eş’âr-ı Yezîd
mekün bühtânî be merd-i dürr-i fazl u dâniş-i azîm
Tercüme: "Dediler ki, "Hâce Hafız âciz kaldı bu sualden"
Dedim: "Mertlik midir, rüyâda talep etmek, vefat etmiş birinden bunun cevabın"
Bulamadım Yezid’in eş’ârı meyanında bunu tedkik ettiğimde
Etmeyin bühtan, büyük fazilet ve bilgelik incisi olan adama."
.
|