ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026
Sual: Fitne nedir? CEVAP Fitne imtihan demektir. Anarşi, bozgunculuk, günah, şirk, bela ve daha başka manalara gelirse de, ekseriya bölücülük, bozgunculuk ...
Sual: Fitneden çok bahsedip, (fitneye sebep olmamalı) diyorsunuz. Zararlı olan bu fitne nedir? CEVAP Fitne, sözlükte, altın, gümüş gibi madenleri potada, ateşte ...
Sual: (Fitne zamanında sünnetimi terk edebilirsiniz diye bir hadis yoktur; aksine fitnezamanında sünnete sarılana yüz şehit sevabı var diye hadis var. Sünnete ...
Büyük bir fitne çıkardı. Bu yüzden, milyonlarca müslüman kanı aktı. Sebecilik, 8. asırda Hurufilik ismini aldı. Hurufiler, üç halifeye olmadık iftiralar ettiler. Halbuki ...
Böyle işlere bulaşan fitneye sebep olmuş olur. İki hadis-i şerif meali şöyledir: ( Fitne uykudadır.Fitneyi uyandırana Allah lanet etsin!) [İ. Rafii] (Kıyamet kopmadan ...
Böyle şeyler yapmak, fitne çıkarmak, yani bölücülük olur. Müslümanların ezilmesine, hapse girmesine ve din, iman bilgilerinin yasak edilmesine yol açar.
Böyle zaruri durumlarda, haram olan fitneye sebebiyet vermemek için tokalaşmak mubah oluyor. Mubah olan bir işten dolayı teşekkür etmeye, Allah razı olsun ...
CEVAP Bu söz, İslam âlimlerinin bildirdiklerine uymamaktadır. Müslümanlar isyan etmez. Fitneve fesat çıkarmaz. Zalim olan hükümete de isyan etmek günahtır.
İhlâsla yapılan işlere fitne karışmaz. İhlâs, yüzünü, kalbini Allah'a dönmek demektir. Böyle ihlâsı olana herkes saygı duyar. Ama ihlâsı yoksa, daima bir yerlere ...
Emr-i marufu, fitne çıkarmadan yapmalı! Sabretmeli! Sabır dinin yarısıdır. Sabır acı, ama meyvesi tatlıdır. Sabır acı bir ilaçtır, ama şifası mutlaktır. Küsmek, intikam ...
Sual: Fitne olsa da, başkaları kızsa da namazı onların gözleri önünde emr-i maruf niyetiyle kılmak gerekmez mi? Yoksa fitneye sebep olmamak için, ibadeti ...
16 Oca 2015 ... Cevap verilmeye kalkılırsa, onların istediği tuzağa düşülmüş, fitneye alet ... [Ebu Davud] Fitne hakkındaki âyet-i kerime ve hadis-i şeriflere ...
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: (Fitne uykudadır, uyandırana Allah lanet etsin) hadis-i şerifi,fitnenin tehlikesini, fitneye sebep olmanın haram olduğunu ...
www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=13655
Fitne çıkarmak 11 ARALIK 1995
İnsanları sıkıntıya, belâya düşürmek, anarşiye, teröre sebep olmak, fitne çıkarmaktır. İnsanları, isyâna teşvîk etmek, fitne olur. Fitne çıkarmak harâmdır. Haksız yere adam öldürmekten daha büyük günâhtır. İsyân etmenin zararı, günâhı, zulmün zararından ve günâhından daha çoktur. Hadîs-i şerîfte, (Fitne, uykudadır. Bunu uyandırana Allah la'net etsin!) buyuruldu. Din adamlarının, halkın anlıyamıyacakları şeyleri söylemeleri ve yazmaları da, fitne olur. Herkese, anlıyabileceği kadar söylemelidir. Müslümanlara yapamıyacakları ibâdetleri emir etmemelidir. Zayıf kavil olsa bile, yapabileceklerini söylemelidir. Emr-i ma'rûf yaparken, dinin emirlerini yayarken de fitne çıkarmamaya dikkat etmek lâzımdır. Emr-i ma'rûf yaparken, kendini tehlikeye sokmak, emir olunmadı. Dîne ve başkalarına zarar vererek, dünya fitnesine de, sebep olmamalıdır. Fitne, anarşi zamanında evinden çıkmamalı, kimse ile görüşmemelidir. Fitneye yakalanınca, sabretmelidir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyurdu ki: Fitnelerin çoğaldığı zamanda, eve kapanıp, kimse ile görüşmemelidir. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (Kıyâmet kopmadan evvel, her yeri fitneler kaplıyacak. Fitnelerin zulmeti, ortalığı karanlık gece gibi yapacak. O zaman, evinden mü'min olarak çıkan kimse, akşam kâfir olarak evine dönecek. Akşam mü'min olarak evine gelen, sabah kâfir olarak kalkacak. O zaman oturmak, ayakta kalmaktan hayırlıdır. Yürüyen, koşandan daha iyidir. O zaman oklarınızı kırınız! Yaylarınızı kesiniz. Kılıçlarınızı taşa çalınız! O zaman, evinize birisi gelince, Âdem nebînin iki oğlundan iyisi gibi olsun!) Eshâb-ı kirâm, bunu işitince, o zamanda bulunacak müslümanlara ne yapmayı emir edersiniz dediler. Cevâbında, (Öyle fitne zamanında, evinizden dışarı çıkmayınız!) buyurdu. Hadîs-i şerîfte, (Fitne çıkarmayınız! Söz ile çıkarılan fitne, kılıç ile olan fitne gibidir. Zâlimlere, fâcirlere milleti çekiştirmekten, yalan ve iftirâ söylemekten hâsıl olan fitne, kılıç ile yapılan fitneden daha zararlıdır) buyuruldu. Âlimlerin hemen hemen hepsi, sözbirliği ile bildiriyorlar ki, malını, canını kurtarmak zorunda kalanın da, isyân etmemesi, karşı gelmemesi lâzımdır. Çünkü, zâlim olan hükûmete karşı sabır etmeği hadîs-i şerîfler emretmektedir. Hadîs-i şerîflerde buyuruyor ki: (Fitne zamanında, müslümanlara ve onların reîslerine tâbi' olunuz. Hak yolda olan yoksa, fitneciler, isyâncılar arasına karışmayınız! Ölünceye kadar, fitneye katılmayınız!) (Fitne zamanında, islâmiyete sarılınız. Kendinizi kurtarınız. Başkalarına akıl vermeyiniz! Evinizden dışarı çıkmayınız. Dilinizi tutunuz!) (Fitnecilere karışmıyan, saâdete kavuşur. Fitneye yakalanıp, sabreden de, saâdete kavuşur.) (Allahü teâlâ, Kıyâmet günü, bir kuluna soracak: Günâh işliyeni gördüğün zaman, niçin mâni' olmadın, diyecek. O kul, onun zararından, düşmanlık yapmasından korktum ve senin af ve magfiretine güvendim diyecek.) Bu hadîs-i şerîfler, düşmanın kuvvetli olduğu zamanlarda, emr-i ma'rûfu ve nehy-i münkeri terk etmenin câiz olacağını göstermektedir
Fitne; insanları ayrılığa, belâya düşürmek, Müslümânlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara, günâha sokmak, insanları isyâna kışkırtmak, demektir.
Önemli bir terim olan “Fitne”; “ayrılık, karışıklık, kargaşa, insanı hak ve hakîkatten saptıracak şey”; diğer bir ifâde ile; “insanları ayrılığa, belâya düşürmek, Müslümânlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara, günâha sokmak, insanları isyâna kışkırtmak” demektir.
Allahü teâlâ, Kur’ân-ı hakîminde, fitnenin kötülüğünü bir âyet-i kerîmede meâlen “…Fitne, adam öldürmekten daha beterdir, daha kötüdür...”(Bakara, 191), diğer bir âyet-i celîlede ise “…Fitne, adam öldürmekten daha büyüktür…” (Bakara, 217) şeklinde beyân buyurmaktadır.
Görüldüğü gibi, bu iki âyet-i kerîmede “fitne” hakkında “eşedd: daha şiddetli” ve “ekber: daha büyük” kelimeleri kullanılmıştır.
Hepinizin bildiği gibi, 15 Temmuz 2016 târihinde, Selçûklu ve Osmânlı Devletlerinin devamı olan büyük Türk Devletinin ve asîl Türk milletinin bütün iç ve dış düşmânları el ele vererek, vatanımızı işgâl etmek/tamamen ele geçirmek,ülkemizde bir iç savaş çıkartmak ve milletimizi birbirine kırdırmak istemişlerdir.
Milletimizin birlik ve beraberliğinin bozulması, vatandaşlarımızın huzur ve güveninin yok edilmesi,Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ilerlemesinin durdurulması, ilerleyen, gelişen Türkiyenin önünün kesilmesi,Mısır, Tunus, Irak ve Suriye’de oynanan oyunun burada da sahneye konulması istenmiştir.
Bunun ileri safhasında, ülkeyi istediklerine peşkeş çekme/malı götürme/ülkenin bütün mâlî imkânlarını ele geçirme/talan etme/yağmalama, milleti ve dîni istedikleri gibi dizayn etme, hattâ milletimizi İslâmiyetten uzaklaştırma ve Hıristiyân yapma maksadını gütmüşlerdir.
Ayrıca bölgede çok güçlü bir ülke olan, Orta Doğu'nun, bütün Afrika ülkelerinin, Balkan ülkelerinin, Kafkaslar'ın, Türk Cumhuriyetlerinin ve bütün İslâm âleminin ümîdi/umudu olan bir devleti, ilâ nihâye yok etmek, Osmânlı torunlarını bir daha bellerini doğrultamayacak şekilde imhâ etmek/yerle bir etmek/yok etmek, dünyadaki tüm mağdûr ve mazlûmların ümitlerini söndürmek istemişlerdir...
Zaman zaman Birleşmiş Milletler’de, NATO’da, Avrupa Birliği’nde, Davos’ta, diğer Uluslararası toplantılarda sesini yükselten Türkiye’nin sesini kısmak istemişlerdir.
Ama devlet-millet el ele vererek, bu hâinlerin, zâlimlerin, gaddârların darbesini püskürtmüş; hâin darbe girişimine "darbe" yapmıştır! İşte bu millet ile iftihâr edilir.
[Lütfettiği bu muvaffakiyet ve muzafferiyetinden dolayı Cenâb-ı Hakk’a sonsuz hamd ü senâlar, sayısız şükürler olsun.]
[Bu son derece mühim mevzuya, inşallah yarın da devam edelim.]
Bazı terimlerin bir sözlük manâları, bir de terim/tabîr/ıstılâh olarak dînî, ilmî anlamları vardır. Bugünkü konumuz olan “fitne” kelimesinin de pekçok manâsı bulunmaktadır.
Dünkü makâlemizde de ifâde ettiğimiz gibi, şerefli ecdâdımızın maksadı insanları öldürmek değil, yaşatmaktı. Hattâ “insanı yaşat ki, devlet yaşasın” demişlerdir.
Elinde silâh olmayan, sâdece bayrak tutan kişilere, şerefli ecdâdımızın ateş ettiği, tanklar, helikopterler ve uçaklardan ateş açarak sivilleri öldürdükleri vâki değildir; bu vahşeti ancak cinnet getiren, gözü dönmüş, ne yaptığını bilmeyen kişiler yapabilirler.
Peygamberler, emir ve yasaklarında hep 5 şeyin korunmasını gözetmişlerdir:1- Dînin, 2- Aklın, 3- Nefsin [Cânın], 4- Neslin [Irzın, nâmûsun] ve 5- Mâlın korunması.
Bilindiği üzere bazı terimlerin bir sözlük manâları, bir de terim/tabîr/ıstılâh olarak dînî, ilmî anlamları vardır. Bugünkü konumuz olan “fitne” kelimesinin de pekçok manâsı bulunmaktadır. Bu kelime Kur’ân-ı kerîmde birçok manâda kullanılmıştır. Başlıca 13 farklı manâda kullanıldığını görüyoruz. Bunlardan birkaç tanesini zikredip bazı misâller de vermeye çalışalım:
1- Şirk, küfür: “Fitne (küfür) tamâmen yok oluncaya kadar kâfirlerle savaşın.” [Bakara, 193]
2- Dalâlet: “Allah, birini fitneye (dalâlete, şaşkınlığa) düşürmek isterse, Allah’a karşı senin elinden bir şey gelmez.” [Mâide, 41]
“Âhir zamanda, âlim ve ilim azalır, câhillik artar. Câhil ve sapık dîn adamları, yanlış fetvâ vererek fitne çıkarır, doğru yoldan saptırırlar.” [Buhârî]
“Fitne (küfür, sapıklık, bid’at) yayıldığı zaman, hakîkati, doğruyu bilen, (imkânı nisbetinde, söz ile, yazı ile, medya=gazete, dergi, radyo, tv ile) başkalarına (mümkün olan her yere ve herkese) bildirsin, (imkânı var iken, bir engel de yok iken bildirmezse), Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerine olsun.” [Deylemî]
4-İhtilâl, bâğîlik [isyân], bozgunculuk, kavga, anarşi, kargaşa, bölücülük, fesâd: “Fitne çıkarmak, adam öldürmekten daha kötüdür.” [Bakara, 191]
“Kâfirler birbirlerinin dostları, yardımcılarıdırlar. Eğer, Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmez, kendi aranızda dost olmazsanız, yeryüzünde fitne, kargaşa ve büyük fesâd çıkar.” [Enfâl, 73]
İki hadîs-i şerîf meâli:
“Eshâbım arasında fitne çıkacak, o fitnelere karışanları, Allahü teâlâ benimle olan sohbetleri hürmetine affedecektir. Bu fitnelere karışan Eshâbıma dil uzatan Cehenneme girecektir.” [Müslim]
[Diğer manâlarını da inşâallah başka makâlelerimizde ele alalım.]
09.08.2016
Fitne çıkarmak
Sual: Fitne nedir? CEVAP Fitne imtihan demektir. Anarşi, bozgunculuk, günah, şirk, bela ve daha başka manalara gelirse de, ekseriya bölücülük, bozgunculuk anlamında kullanılır. Abdülgani Nablusihazretleri buyuruyor ki:
(Fitne, Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara, günaha sokmak, insanları isyana kışkırtmak demektir.)[Hadika]
İmam-ı Birgivi hazretleri de, fitneyi böyle tarif etmiştir. (Tarikat-ı Muhammediyye)
Muhammed Hadimi hazretleri de fitneyi benzeri şekilde tarif ettikten sonra, yetmişten fazla fitne çeşidi bulunduğunu bildirerek buyuruyor ki:
(Fitne çıkarmak haramdır. Kur'an-ı kerimde, dinden saptırmak için fitne çıkaranların Cehenneme atılacağı ve fitne çıkarmanın adam öldürmekten daha kötü olduğu ve hadis-i şerifte de, fitne çıkarana Allahü teâlânın lanet edeceği bildirilmektedir.) [Berika]
Fitnenin değişik manalarına Kur’an-ı kerimden birkaç örnek verelim: 1- Şirk, küfür: (Fitne tamamen yok oluncaya kadar kâfirlerle savaşın!) [Bekara 193]
2- Günah: (Bizi fitneye düşürme) diyenlerin kendileri fitneye düşmüştür. (Tevbe 49)
3- Bozgunculuk, kavga, ihtilal, bagilik [isyan], anarşi, kargaşa, bölücülük, fesat: (Fitne çıkarmak, adam öldürmekten daha kötüdür.) [Bekara 191]
(Kâfirler birbirinin dostları, yardımcılarıdır. Eğer, Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmez, kendi aranızda dost olmazsanız, yeryüzünde, kargaşa, fitne ve büyük fesat çıkar.) [Enfal 73]
Birkaç hadis-i şerif meali: (Fitne uykudadır. Fitneyi uyandırana Allah lanet etsin!) [İ.Rafii]
(Fitneler artmadıkça, kıyamet kopmaz.) [Buhari]
(Eshabım arasında fitne çıkacak, o fitnelere karışanları, Allahü teâlâ benimle olan sohbetleri hürmetine affedecektir. Bu fitnelere karışan Eshabıma dil uzatan Cehenneme girecektir.) [Müslim]
4- İmtihan: (Sana [Miracta] gösterdiğimiz temaşayı halk için bir fitne [imtihan]yaptık.) [İsra 60]
(Mallarınız, çocuklarınız, sizin için fitnedir [imtihandır].) [Tegabün 15]
(Biz onlardan öncekileri de, fitneden [imtihandan] geçirdik.)[Ankebut 3]
5- Bela, musibet: (Bir fitne olmayacak sandılar da, kör ve sağır kesildiler.) [Maide 71]
(O fitneden sakının ki, o sadece zalimlere dokunmakla kalmaz.)[Enfal 25]
6- Azab:
Onlara, (Fitnenizi [azabınızı] tadın) denecektir. (Zariyat 14)
7- Eziyet, işkence: (Fitneye [eziyete, işkenceye] uğratıldıktan sonra hicret edip, ardından da sabrederek cihad edenlerin yardımcısı elbette Rabbindir.) [Nahl 110]
8- Deli: (Fitneye düşeni [deli olanı] yakında sen de, onlar da görecek.)[Kalem 5,6]
9- Zarar verme: (Seferde iken, kâfirlerin sizi fitneye düşürmelerinden [zarar vermelerinden] endişe ederseniz, namazı kısaltmanızda bir vebal yoktur.) [Nisa 101]
10- Sapıklığa düşürme: (Siz ve taptıklarınız, Cehenneme girecek olanlardan başkasını fitneye düşüremez [saptıramaz]) [Saffat 161-163]
Üç hadis-i şerif meali: (Ahir zamanda, âlim [geçinen]ler fitne unsuru olur, camiler ve hâfızlar çoğalır, ama, içlerinde [hakiki] âlim hiç bulunmaz.) [Ebu Nuaym]
(Fitne [bid’at, sapıklık, küfür] yayıldığı zaman, hakikati, doğruyu bilen, [imkanı nispetinde, söz ile, yazı ile, medya = gazete, dergi, radyo, tv ile] başkalarına [mümkün olan her yere ve herkese]bildirsin, [imkanı var iken, bir engel de yok iken bildirmezse],Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun!) [Deylemi]
(Ahir zamanda, âlim ve ilim azalır, cahillik artar. Cahil ve sapık din adamları, yanlış fetva vererek fitne çıkarır, doğru yoldan saptırırlar.) [Buhari]
11- Uydurma mazeret: (Onların, sadece “vallahi, biz müşrik değildik” sözlerinden başka fitneleri olmayacaktır.) [Enam 23]
12- Dalalet: (Allah birini fitneye [dalalete, şaşkınlığa] düşürmek isterse, Allah’a karşı senin elinden bir şey gelmez.) [Maide 41]
13- İnsana sıkıntı ve zarar veren her şey:
Hadis-i şerifte, imamın namazı uzatıp cemaati sıkıntıya sokması fitne olarak bildirilmiştir. İhtiyara, “tecvidsiz namaz kılınmaz” demek gibi yapamayacağı fetvayı vermeye de fitne denmiştir.
Üç hadis-i şerif meali: (Ümmetim için en korktuğum şey, kadın ve içki fitnesidir.) [İ. Süyuti]
(Güzel saç, güzel ses, güzel yüz, fitneye düşürebilir.) [Deylemi]
(Âdem aleyhisselamdan itibaren, Deccaldan büyük fitne yoktur.)[Müslim]
Avrupa’daki müslümanlar
Sual: Buraya çeşitli İslam ülkelerinden gelen bazı müslümanlar, "Avrupa gayrı müslim diyarıdır. Avrupa’da kanunlara uymamak günah olmaz" diyorlar. Avrupa’da müslümanların hareketleri nasıl olmalıdır? CEVAP Fıkıh âlimlerinden İbni Âbidinhazretleri buyuruyor ki:
(Gayrı müslim ülkelerde, onların kanunlarına itaat etmek [karşı gelmemek] zarureti vardır. Mallarına, canlarına, ırzlarına saldırmak asla caiz değildir.) [Redd-ül-muhtar kadılık bahsi]
Abdülgani Nablusihazretleri de şöyle buyuruyor:
(Hükümet mubah bir işi yasak ederse, bu emre itaat vacip olur. Kendini tehlikeye atmak caiz olmaz.) [Hadika s.143]
Muhammed Hadimihazretleri de buyuruyor ki:
(Hükümetin emrettiği her mubahı yapmak millete vacip olur.) [Berika s.91]
Bu üç eserde de görüldüğü gibi, müslüman, dünyanın neresinde olursa olsun, her yerde, kanunlara karşı gelmemeli, güzel ahlakı ile herkese örnek olmalıdır!
Kanuna karşı gelinmez Almanya’da otomobille yolun sağından, İngiltere’de ise yolun solundan gitmek mecburiyeti vardır. (Avrupa’da kanunlara uymamak günah olmaz) diyerek, Almanya’da yolun solundan, İngiltere’de ise yolun sağından giderek kaza yapıp, insanların ve kendisinin ölümüne sebep olan kimse, büyük günaha girer. Avrupa’da kanunlara karşı geldiği için değil, topluma ve kendine zarar verdiği için günaha girmiştir. Bu bakımdan gayrı müslimlerin kanunlarına karşı gelmemek vaciptir. Karşı gelmek ise günahtır.
Yabancı bir ilim adamı, İslamiyet’i inceleyip müslüman olduktan sonra, Arap ülkelerine gidince, oralardaki müslümanların yanlış hareketlerini görüyor. (Sizlerin hayatını inceleseydim, müslüman olmazdım) diyor. Ne kadar mühim bir teşhis. Hiçbir müslümanın, yanlış hareketlerle İslamiyet’e gölge düşürmeye hakkı yoktur.
Müslüman, İslam’ın güzel ahlakı ile süslenmeli, kimseye zarar vermemeli, isyankâr olmamalı, anarşi çıkarmamalı, kötü kimselere aldanmamalı, kısacası, Allah’a karşı günah, kanunlara karşı suç işlemekten sakınmalıdır! Görüldüğü gibi, Avrupa’daki müslümanların işlenen kötülükleri el ile düzeltmeye kalkmaları fitne olur. Fitne ise büyük günahtır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Fitne zamanında evinizde oturun, günahlarınıza tevbe edin, dilinizi tutun, kendi işinize bakın, başkalarının işine karışmayın!)[Nesai, Ebu Davud]
(Ne mutlu fitneye karışmayana, ne mutlu fitneye maruz kalıp da sabredene!) [Ebu Davud]
(Hadiseler, fitneler, tefrika ve ihtilaflar zuhur edince, katil [öldüren] olmaktan kurtulup, maktül [öldürülen] olabilirsen ol!)[Ebu Nuaym]
(Fitne zamanı evinize girdikleri zaman, Âdem aleyhisselamın,[Maide suresinin 28. âyetinde bildirildiği gibi] "Beni öldürmek için sen bana elini uzatırsan da, seni öldürmek için ben sana elimi uzatmam" diyen oğlu [Habil] gibi ol!) [Ebu Davud, Tirmizi]
(Fitne zamanı evlerinizden ayrılmayın! Oklarınızı kırın, yaylarınızı kesin! Âdem aleyhisselamın oğlu [Habil] gibi olun!) [Ebu Davud, Tirmizi]
(İnsanın fitneden selamet kalması, evine kapanıp kalması ile mümkün olur.) [Deylemi]
(Fitne, fırtına gibi insanları savurduğu zaman, âlim ilmi ile, kendini fitneden korur.) [Ebu Nuaym]
İsyan ve itaat Avrupa’daki gayrı müslimlerin kanunlarına karşı gelmek başka şey, onlara itaat etmemek başka şeydir. Avrupa’daki âmirler, patronlar, müslüman işçilere içki, kumar gibi haram şeyleri yapmalarını emrederlerse, müslümanlar, bunları yapmaz. Çünkü (Halıka isyan olan işte, mahlûka itaat olmaz) hadis-i şerifi vardır. Ancak, gayrı meşru emre itaat edilmez diye isyan etmek caiz olmaz. Ana-baba da haramı, hatta küfrü emretse, onlara da itaat edilmez. Fakat isyan edip onları üzmek doğru olmaz.
Kâfir olmaya zorlayan bir emire bile isyan etmeyi dinimiz caiz görmüyor. Halbuki kâfir olmayan bir emir, müslümanı kâfir olmaya zorlamaz. Dünyanın neresinde olursa olsun, fitneden kaçmalıdır!
Âmire itaat
Sual: Günahkâr, fâsık ve zalim olan bir âmire dinimize göre itaat gerekir mi? CEVAP Dinimiz, cemiyetin huzur içinde yaşaması, kargaşadan uzak olması için âmirler kötü de olsa, onların meşru emirlerine itaat edilmesini emreder. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Bir hayvanın ayağını veya yaş bir hurma ağacını kesenin yahut ortağına hıyanet edenin, kazandığı sevapların dörtte biri gider. Emirine isyan edenin ise sevaplarının tamamı gider.) [Beyheki] [Emir, âmir, başkan demektir.] Huzeyfe radıyallahü anh diyor ki:
Peygamber efendimiz, (Bir zaman gelecek, benim gösterdiğim yola uymayan, sünnetime riayet etmeyen emirler bulunacaktır. Bunlar görünüşte insan ise de, kalbleri şeytan kalbi gibidir) buyurunca (Ya Resulallah bu zamana yetişirsem ne yapayım?) diye sual ettim. Buyurdu ki: (Emirin sözlerini dinle ve itaat et! Sırtına vurup malını alsalar bile, emirin sözünü dinle ve ona itaat et!) [Buhari]
Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Müslüman, hoşuna gitse de, gitmese de, emirin sözünü dinler ve ona itaat eder. Emir, günah olan bir şeyi emrederse, o emri dinlemek gerekmez.) [Buhari]
Dinimizde birlik ve beraberliğin sağlanması için âmire itaatin önemi büyüktür. Âmirimiz kötü diye yakınmamız doğru değildir. Önce kendimize bakmamız gerekir. Acaba kendimiz iyi miyiz? Kendimizi düzeltirsek, âmirlerimiz de düzelir. Nitekim Şir’a şerhindeki hadis-i şerifte (Siz nasılsanız, başınıza öyle âmirler geçer) buyuruluyor. O halde, ilkönce kendimizi ıslah etmeliyiz!
Fitneye sebep olmak haramdır
Sual: Camimizin bir hocası var. Cuma vaazlarını uzun tutuyor. Söyledikleri şeyler doğru ancak sanki hepimiz evliyaymışız gibi anlatıyor. Genci yaşlısı, âlimi cahili var. Cumadan Cumaya geleni var. Yeni namaza başlayanlardan bazıları daha gelmiyor. Dalga geçeni de oluyor. Bunlar dinimizi hiç bilmiyorlar. Hocanın herkesin durumunu göz önünde bulundurup, ona göre anlatması lazım değil mi? CEVAP İlmi siyaset diye bir ilim var, o ilmi bilmeyen her zaman rezil olur. Müdara ilmi var, bunu da bilmeyen sıkıntılara girer. Fitneye sebep olmak haramdır. Hadis-i şerifte (Ehli olmayana ilim öğretmek domuza inciden gerdanlık, kolye takmaya benzer) buyuruluyor. Bilmeyene dinden bahsetmek fitneye de sebep olur.
İnsanlara akılları ölçüsünde, anlayacağı şekilde, anlayacağı kadar konuşmak lazım. Aynı tabip gibi olmak lazım. Tabip ne yapıyor? Önce hastayı dinliyor, muayenesini yapıyor. Gerekirse röntgen çektiriyor, tahlil yaptırıyor. Ancak hastalığı teşhis ettikten sonra lüzumlu ilacı veriyor. Aç karnına veya tok karnına içeceksin, suyla içeceksin, sütle içeceksin diyor. Şunları şu kadar yiyeceksin, şunları yemeyeceksin diyor. Yani perhiz yapacaksın diyor. Yani hastanın, hastalıklarını doğru teşhis edip, doğru ilacı, doğru zamanlarda veriyor. Bunları yapmazsa, yahut eksik veya yanlış yaparsa, hastasına zarar verebilir, hatta ölümüne sebep olabilir.
Dini anlatmak, öğretmek de buna benziyor. Üstelik faydası veya zararı daha fazla, mukayese bile edilmez. Ebedi Cennet nimetleriyle Cehennem azaplarıyla, dünyadaki rahatlık veya sıkıntı hiç mukayese edilir mi? Ehliyeti olmadan her önüne gelenin doktorluk yapamıyacağı gibi herkes de dini anlatamaz. Biz boşuna mı İslam âlimlerine uymak lazım, dört hak mezhepten birine uymak lazım diye anlatıyoruz. Boşuna mı yalvarıyoruz, vallahi bunlar doğru, billahi bunlar doğru, bu büyüklere uyun, ebedi saadete kavuşun diye. Çünkü Onlar da dinin mütehassıslarıdır. O mübarek insanlara uyan rahat eder, uyan doğruya kavuşur, uyan hem dünya hem ahiret saadetine kavuşur. Hacısı da hocası da, âlimi de cahili de bu büyük zatlara tâbi olmalıdır. Hem kendi rahat eder, hem de insanlara iyilik eder, kötülük etmemiş olur. Kaş yapayım derken göz çıkartmamış olur. Herkes ahirette bunu çok güzel anlayacaktır, ama iş işten geçmiş olacaktır.
Yumuşak davranmalı
Sual: Haksızların haksızlıklarını yüzüne karşı söylemek uygun mudur? CEVAP İnsan, sıkıntılar içinde olunca, sıkıntılarını kendisini dinleyen birine anlatarak deşarj olmak ister. Yahut kızdığı zaman karşısındakine yüksek sesle çıkışır. Belki biraz rahatlar. Fakat karşıdaki bizim rahatladığımızı düşünmez. Üstelik kendisine çıkıştığımız için üzülür. Kendimizi tatmin etmek için başkalarını üzmek asla doğru olmaz.
Haksızın haksızlığını söylemek için çeşitli usuller vardır. Yüzde yüz haksız olan birine, yüzüne karşı haksız olduğunu söylersek, haksız olmayı hazmedemiyeceği için haksızlığını kabul edemez. Başkaları da bizim gibi insandır. Onlar da haksız olmayı kabul edemezler.
Hiç kimse kolay kolay haksız olduğunu kabul etmez. Haksızın üzerine üzerine gitmekle onu kötü yoldan döndürmediğimiz gibi, iyice bataklığa saplanmasına sebep oluruz.
Hataları yüze vurmak yerine, umumi olarak anlatmak daha tesirlidir. Yumuşak davranarak, alaka göstererek, suçlamaya girmeden yazdığımız mektuplar sayesinde birçok müspet netice aldığımızı defalarca gördük. Fikirlerimiz, ne kadar doğru olursa olsun, zorla kabul ettirmemiz mümkün değil denecek kadar zordur. Fakat yumuşaklıkla, dostlukla samimiyetle, fikrimizi kabul ettirmemiz mümkündür.
Hakkı söylemek (Hakkı söylemiyecek miyiz?) diyen çıkabilir. Elbette hakkı söyleyeceğiz. Hırçınlıkla değil, nezaketle hareket edersek müspet netice almak mümkün olur. Hakkı söyleyeceğiz diye, karşımızdakini inat çukuruna gömmek, fayda yerine zarar verir. Maksadımız, herkesin hakkı, doğruyu, iyiyi bulmasıdır. Yanlış hareketlerimizle, iyiliğe elverişli olana mani olmamalıyız!
Birinin yüzüne karşı hakkı söylersek, nasihat eder gibi konuşursak, yaptığının yanlış olduğunu bildirirsek, karşımızdakine (Sen cahilsin, sen bu hususları bilmezsin) demiş oluruz. Böylece karşımızdakini üzmüş, kalbini kırmış oluruz. Kalb kırmak, Kâbe’yi yetmiş defa yıkmaktan daha büyük günahtır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Emr-i maruf ve nehy-i münkeri ancak, rıfk ve hilm sahibi fakihler yapar.) [İ. Gazali]
Allahü teâlâ da, Musa aleyhisselama Firavunla konuşurken yumuşak konuşmasını emretmiştir. Yarın ahirette Firavun, (Bana sert hareket edildiği için hakkı kabul edemedim) diyemiyecektir. O halde ölçümüz, daima yumuşak hareket etmek olmalıdır!
Vaazı uzatmak
Sual: İmamın uzun zamm-ı sûre okuması ve namaz vakti geldiği hâlde, insanlara hizmet için vaazını uzatması, kul hakkına sebep olur mu? CEVAP Elbette olur. Kimsenin zamanını çalmaya hakkımız yoktur. Üstelik daha uzun sûre okuyunca daha fazla sevab alınmaz, aksine cemaati rahatsız edecek kadar uzun sûre okuyarak namaz kıldırmak, tahrimen mekruh olur, yani harama yakın günah olur.
Hazret-i Muaz’ın, Bekara ve Nisa sûresini okuyarak Eshab-ı kirama namaz kıldırdığını haber alan Resulullah efendimiz, üç kere (Ya Muaz, sen fettan mısın?) buyurmuştur. Yani (Fitneci misin, fitneye mi sebep olacaksın?) buyurup, kısa sûrelerden okumasını, cemaat arasında, yaşlı, zayıf ve ihtiyaç sahibi kimseler de bulunabileceğini bildiriyor. (Buharî)
Cuma ve bayram namazlarında, namazdan önce vaizlerin, cemaatin namaz kılmadan camiden çıkamayacaklarını fırsat bilip, vaazlarını uzatmaları da, kul hakkına sebep olur. Namazdan sonraki vaazlarda, utancından çıkamayanlar olsa bile, vaazı uzatmak o kadar uygunsuz sayılmaz, çünkü işi olan, sıkışan her şeye rağmen çıkıp gidebilir. Namazlardan önce nasıl olsa namazı kılmadan gidemez, mecburen dinler düşüncesiyle, vaazını uzatarak o kadar insanın vebaline girmek çok yanlıştır.
Düğün ve fitne
Sual: İş arkadaşlarımızın veya yakınlarımızın, içkili veya kadın erkek karışık olarak yaptığı her düğüne veya toplantıya, fitneye sebep olmamak için gitmek mi gerekir? CEVAP Ana, baba veya âmir de olsa hiç kimsenin günah olan emirlerine uyulmaz, hatır için günah işlenmez, çünkü dinimizde, (Hâlık’a isyan olan işte mahlûka itaat yoktur) kuralı vardır. Gayemiz Allah’ın rızası olmalı. Bir hadis-i şerif: (Bir kimse, kötülerin kızacakları şeyde Allah'ın rızasını ararsa, Allahü teâlâ onu, insanlardan geleceklerden korur. Bir kimse, Allahü teâlânın kızacağı şeyde, insanların rızasını ararsa, Allahü teâlâ, onun işini insanlara bırakır.) [Tirmizî]
Fitne çıkar zannıyla günah işlemek caiz olmaz. Fitne çıkacağını kesin bilmek gerekir. Bu işlerde, tartışmaya girmemeli, günah dememeli, başka herhangi bir bahane bularak gitmemeli. Eğer makul bir mazeret bulunamazsa, zarar verecek bir fitne çıkma ihtimali de yüksekse, o zaman gitmek caiz olur. Yine de mümkün olduğu kadar kısa kalmaya çalışmalıdır.
Uçuruma giden otobüs
Sual: Bir büyüğümüzün, devleti bir otobüse, hükümetleri de şoförlere benzetip, (Şoföre kızıp, otobüse zarar verilmez. Şoförü beğenmeyen, otobüsü durdurup, usulüne göre şoförü değiştirir. Devlet zaafa uğradığı zaman, sokağa anarşi hâkim olur. Kuzgun leşe gider. Onun için topluma zarar veren çapulculara fırsat vermemelidir) sözüne kızan, kendini bilmez birkaç kişi, (Bu aptal millet, böyle şoförlere oy verdiği sürece, şoförleri değiştirmek mümkün olmaz. Otobüs uçuruma gidiyor, devlet yıkılıyor. Uçuruma giden otobüsü durdurmak için, ya şoförünü zararsız hâle getirmeli veya otobüsü çalışamaz duruma sokmalıdır. Yani illegal yollarla olsa da, kamu çok zarar görse de, şoförler direksiyondan indirilmelidir)gibi tepki gösterdiler. Bunların maksadı ne olabilir? CEVAP Bunların maksatlarının üzüm yemek olmayıp, bağcıyı dövmek olduğu pek açıktır. Yani devleti koruma bahanesi altında, hükümetleri yıkmak ve bir kaos oluşturmak için, kamuya her türlü zararı meşru kabul ediyorlar. Orman yakmaları, topluma bomba atmaları, dükkânları yağma etmeleri, banka soymaları, vandallık yapmaları, uyuşturucu satmaları, anarşi çıkarmaları, fuhşu yaymaları bunlardan birkaçıdır. Milletimizin gözü açıldı, yıkıcı propagandalara rağmen, otobüse de, güvenip inandığı şoförlerine de sahip çıkar. Devletimiz güçlendikçe, bunların yalanlarının, iftiralarının fazla bir önemi olmaz.
Fitneye karışmamalı
Sual: Merhum Hocamıza ve kitaplarına çeşitli yollarla durmadan saldırılıyor, tahrik edici yazılar yazılıyor. Onlara gerekli cevaplar vermemiz uygun değil mi? CEVAP
Hayır, uygun olmaz. Bu hakaretler, bu yolun şânındandır. Başta Peygamber efendimiz olmak üzere, bütün büyükler bu hakaret ve iftiralara mâruz kalmışlardır. Hattâ şu anda bile Peygamber efendimize yapılanları dünya âlem görüyor. Meyveli ağaç taşlanır. Müşriklerden biri, Resulullah'ı huzurunda kötülerken, Peygamber efendimiz susuyor. Hazret-i Ebu Bekir dayanamayıp ona cevap veriyor. Peygamber efendimiz, hemen dışarı çıkıyor. Hazret-i Ebu Bekir de dışarı çıkıyor, (Yâ Resulallah yanlış bir iş mi yaptım?) diye arz ediyor. Peygamber efendimiz, (Sen cevap vermeye başlayınca melek gitti, şeytan geldi. Şeytanın olduğu yerde durmak istemedim) buyuruyor. Biz de susmalıyız. Hem de bunlara cevap vermek gereksizdir. Çünkü Hocamızın büyüklüğü, kitaplarının üstünlüğü güneş gibi meydandadır, bütün dünya biliyor, tanıyor, savunmaya ihtiyacı yoktur. Tahriklere kapılmamalı. Cevap verilmeye kalkılırsa, onların istediği tuzağa düşülmüş, fitneye alet olmuş olunur. Peygamber efendimiz, (Fitneyi uyandırana lânet olsun) buyuruyor. Onlar kendileri çalsın, kendileri oynasın. Kesinlikle fitneden uzak durmalıdır.
Fitne, Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara, günaha sokmak demektir. (Hadîka)
Kur’an-ı kerimde, fitne kötülenmektedir. Birkaç âyet-i kerime meali: (Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür.) [Bekara 217]
(Onlar fitne çıkarmak için can atarlar.) [Nisa 91]
Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki: (Fitneden sakının! Söz ile çıkarılan fitne, kılıç ile çıkarılan fitne gibidir.) [İbni Mâce]
(Malı ve canı ile cihad eden, ortalığın karışık olduğu zaman bir kenara çekilip ibadetini yapan ve kimseye zararı olmayan insan, mümin-i kâmildir.) [Hâkim]
(Kıyamet yaklaştıkça fitneler çoğalır. Böyle zamanlarda kenarda kalan, ileri atılandan, oturan ayakta olandan, ayakta olan, yürüyenden, yürüyen de, koşandan hayırlıdır, evinizde oturun, fitneye karışmayın!) [Ebu Davud]
Fitne hakkındaki âyet-i kerime ve hadis-i şeriflere uymalı, hiç cevap vermemelidir. Eden kendine eder.
.
Fitne çıkaran lanetliktir
Sual: Fitneden çok bahsedip, (fitneye sebep olmamalı) diyorsunuz. Zararlı olan bu fitne nedir? CEVAP Fitne, sözlükte, altın, gümüş gibi madenleri potada, ateşte eriterek, saf hale getirmek anlamına gelir.
Aşağıda bildirileceği gibi, fitnenin, ıstılahta birçok anlamı varsa da, daha çok bozgunculuk, bölücülük, isyan, ihtilal, fesat çıkarmak gibi anlamlara gelir.
Nitekim Abdülgani Nablusi hazretleri de, (Fitne, müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara, günaha sokmak, insanları isyana kışkırtmaktır) buyuruyor. İmam-ı Birgivi ve Muhammed Hadimi hazretleri de fitneyi aynı şekilde tarif etmiştir.
Fitne çıkarmak ve pasiflik Bazıları, Maide suresinin (Hazret-i Âdem’in oğlu Kabil, kardeşi Habile “Seni öldüreceğim" dediği zaman, Habil, “Sen beni öldürmek için elini uzatsan da, ben seni öldürmek için elimi sana uzatmam, çünkü ben Allah’tan korkarım” demiştir) mealindeki 27 ve 28. âyetlerinden dolayı Hazret-i Habili pasif ve korkak olarak vasıflandırıyorlar.
Halbuki Kur’an-ı kerimde, fitne kötülenmektedir. Birkaç âyet-i kerime meali şöyledir: (Onlar öyle sapıklar ki, yeryüzünde fitne ve fesat çıkarırlar.)[Bekara 27]
(Onlara; "Yeryüzünde fitne fesat çıkarmayın" dendiği zaman, "Biz ancak ıslah edicileriz" derler.) [Bekara 11]
(Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür.) [Bekara 217]
(Kalblerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak için, âyetleri kendilerine göre yorumlar.) [Al-i imran 7]
(Onlar fitne çıkarmak için can atarlar.) [Nisa 91]
(Onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar; Allah ise bozguncuları sevmez.) [Maide 64]
Fitne, Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara, günaha sokmak, insanları isyana kışkırtmak demektir.(Hadika, Tarikat-ı Muhammediyye, Berika)
Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki: (Fitneden sakının! Söz ile çıkarılan fitne, kılıç ile çıkarılan fitne gibidir.) [İbni Mace]
(Olaylar, fitneler, zuhur edince, katil [öldüren] olmaktan kurtulup, maktul [öldürülen] olabilirsen ol!) [Ebu Nuaym]
(Fitneciler saldırdığı zaman, "Beni öldürmek için sen bana elini uzatırsan da, seni öldürmek için ben sana elimi uzatmam" diyen Âdem’in oğlu [Habil] gibi ol!) [Ebu Davud, Tirmizi]
(Fitne zamanı evinizden ayrılmayın! Âdem’in oğlu [Habil] gibi olun!) [Ebu Davud, Tirmizi]
(Kıyamet yaklaştıkça fitneler çoğalır. Böyle zamanlarda kenarda kalan, ileri atılandan, oturan ayakta olandan, ayakta olan, yürüyenden, yürüyen de, koşandan hayırlıdır, evinizde oturun, fitneye karışmayın!) [Ebu Davud]
(Fitne zamanında evinizde oturun, günahlarınıza tevbe edin, dilinizi tutun, kendi işinize bakın, başkalarının işine karışmayın!)[Nesai]
(Ne mutlu fitneye karışmayana ve fitneye maruz kalıp da sabredene!) [Ebu Davud] Dinimizde fitne çıkarmak haramdır. Ehl-i sünnetin dört hak mezhebin dışında kalan mezhepsizler tarih boyunca fitne kaynakları olmuşlar, Müslümanları birbirlerine düşürmüşlerdir.
Fitne ve pasiflik
Sual: Hakikat Kitabevi’nin kitaplarında ve sitenizde, fitne öcü gibi gösteriliyor. Fitnenin katillikten kötü olduğu, fitneye sebep olana lanet edildiği bildiriliyor. Bu korkular yüzünden emr-i maruf ve cihad yapamıyoruz. Sünnet üzere sarık sarıp gezemiyoruz. Zalimlere dur diyemiyoruz. Kısaca, fitne korkusu, bizi pasif hâle getirdi, bizi uyuttu. Bu fitne engelini nasıl aşarız?
CEVAP Bunlar çok tehlikeli ifadeler. Kitaptakiler âyet ve hadis mealleridir. Muteber kitaplardan alınan bilgilerdir.
Fitne, sen zarar görmesen de, senin bir işinden, bir sözünden dinimizin ve Müslümanların zarar görmesidir. Fitne çıkarmak, düşman edinmektir. (Bugün İslam’ın vakarını, şerefini korumak için fitneden sakınmak vacibdir) buyuruluyor. En tesirli hizmet, en güzel örnek, yol tabelası gibi olmaktır. Sadece Ehl-i sünnet kitaplarını göstermek, tavsiye etmek ve dağıtmak büyük hizmet olur. Kötülükleri elle, zor kullanarak düzeltmek devletin, hükûmetin görevidir. Zorla düzeltmeye kalkışmak fitne olur.
Fitne çıkarmak, sadece elle, zor kullanarak olmaz, dille, basın yoluyla da fitne çıkarmak çok zararlıdır.
Sokakta, dışarıda fitne varsa, uzak durmalı. Basın yoluyla veya başka yollarla da fitne körüklenmemeli. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Fitneden selamette kalmak, evine kapanmakla mümkün olur.)[Deylemî]
Evinde de olsa, internetle, telefonla veya başka yolla fitneye sebep olacak söz ve işe sebep olmamalıdır.
.
Sünnet, fitne ve müdara
Sual: (Fitne zamanında sünnetimi terk edebilirsiniz diye bir hadis yoktur; aksine fitne zamanında sünnete sarılana yüz şehit sevabı var diye hadis var. Sünnete uymak hiç fitne olur mu? Asıl, sünneti terk etmek fitnedir. Mesela sarıkla, çarşafla, şalvarla gezmek gerekir) diyenler oluyor. Sünnete uymak mı, yoksa uymamak mı fitne olur? CEVAP Sünnete değil, yerine göre farza uymak bile fitne olur. Aşağıda bu hususlar vesikalarıyla açıklanmıştır. Sünnet ikiye ayrılır: 1- Sünnet-i hüda: İslam dininin şiarıdır, başka dinlerde yoktur. (Redd-ül-muhtar)
2- Sünnet-i zevaid: Peygamber efendimizin, ibadet olarak değil de âdet olarak devamlı yaptığı şeylere denir. Zevaid sünnetleri terk etmek mekruh değildir. Peygamber efendimizin giyiniş şekli, sarık sarması, iyi şeyleri yapmaya sağdan başlaması gibi şeyleri sünnet-i zevaiddir.(Redd-ül Muhtar) Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Farza bağlı olan ve olmayan sünnet vardır. Farzdaki sünnetin aslı Allah’ın kitabındadır. Bu sünneti, [sünnet-i hüda’yı] almak hidayet, terki ise dalalettir. Diğer sünneti [sünnet-i zaide’yi] almak fazilet, terki ise günah değildir.) [Taberani]
Terki günah olmayan zevaid sünnetler, sarık sarmak ve erkeklerin entari giymesi gibi olan sünnetlerdir. Çarşaf ve şalvar zevaid sünnet de değildir, bid’attir; fakat âdette bid’at olduğu için giymek caizdir. II. Abdülhamid han, çarşafın yurdumuza girmesini yasaklamışsa da, moda olarak girmiş, mani olunamamıştır. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Peygamber efendimizin böyle âdet olarak yaptığı şeyleri yapmamak bid’at değildir. Bunları yapıp yapmamak, ülkelerin ve insanların âdetlerine bağlı olup, dini hükümler değildir. Her ülkenin âdeti başka başkadır; hatta bir ülkenin âdeti, zamanla değişir. (2/55) Deveye binmek, erkeklerin entari giymesi zevaid sünnetlerdendir. Sualdeki sözü söyleyen kimse, deveye değil otomobile bindiğine ve entari de giymediğine göre, sünnete yapışmadığı için fitne mi çıkarmış oluyor? Evet ise, niye fitne çıkarıyor?
Peygamber efendimiz, âdete bağlı olarak, uzun entari giymiş, şalvar ve pantolon giymemiştir. Şalvar ve pantolon giymek âdette bid’attir.Âdette bid’at olan şeyi yapmak, günah değildir. Bunun için âdet olan yerlerde, kâfirlerden gelmiş olsa bile, kadınların çarşaf ve erkeklerin şalvar giymeleri günah olmaz. Tirmizi’nin bildirdiği hadis-i şerifte Resulullahın, Rum cübbesi de giydiği bildirilmiştir. Papaz ayakkabısı da giymiştir. (Redd-ül-muhtar) Bugün Arap denilen insanların çoğu entari giymektedir. Türkiye’de ise âdet olmadığı için erkekler entari giymiyorlar. Zevaid sünnet olduğu için, entari giymemek günah ve mekruh değildir. Sarıkla gezmek de Resulullah’ın âdeti idi. O zaman, kâfirler de sarıklıydı. Hadis-i şerifte,(Sarık Arapların tacıdır) buyuruldu. (Beyheki)
Erkeklerin entari giymesi gibi memleketin âdeti olmayan elbiseler giymekte ısrar etmek, dinimizin örtünme emriyle alay edilmesine, hatta bunların yasaklanmasına sebep olursa, bunun vebali de büyük olur.
Müdara iyi bilinmemektedir. Müdara, dini veya dünyayı zarardan kurtarmak için, dünya menfaatinden vermek, insanlarla iyi geçinmek, İslamiyet’in dışına çıkmadan, güler yüz göstermek, gönlünü almaktır. Bazı toplumlarda, dinimize zarar gelmemesi için müdara gerekir. Müdara, inancını ve bazı konulardaki görüşünü saklamak demektir. Sırrını açıklayan kimse, çok defa söylediğine pişman olur. İnsan, söylemediği sözüne hâkimdir, söylediğinin ise mahkûmudur. Onun için, (Zehebini, zihâbını ve mezhebini gizli tut!) derlerdi. Burada,zeheb=para; zihâb=inanç; mezhep=gidilen yol demektir. Yani paranı, dînî inancını ve siyasî görüşünü gizli tut demektir. Bu birkaç çeşittir: 1- Kâfirler arasında kalıp, malından, canından korkanın, onlara kalben değil de, dilden sevgi göstermesi caizdir. Nitekim müşrikler, Hazret-i Ammar’a, babası Hazret-i Yasir ve annesi Sümeyye hatuna işkence edip, (Lat ve Uzza putu, Muhammed’in dininden iyidir de!) diye zorlarlar, demeyince de işkenceyi artırırlardı. Nihayet, ana babası şiddetli işkenceyle şehit edildiler. Hazret-i Ammar, kâfirlerin zorlamaları üzerine onların istediği küfür sözleri diliyle söyleyince,(Ammar, dinini bırakıp kâfir oldu) dediler. Resulullah efendimiz onun hakkında buyurdu ki: (Ammar kâfir olmadı, o baştan ayağa imanla doludur. O, iki durumla karşılaştığında en doğru olanını tercih eder.) [İbni Mace, Ebu Nuaym]
Görüldüğü gibi fitne olmaması için Hazret-i Ammar, küfür söz söyledi. Demek ki fitne varsa sünnet terk edilebildiği gibi, fitnenin durumuna göre farz terk edilebilir, hattâ küfür söz bile söylenir.
Hazret-i Ammar serbest bırakıldığında, Resulullah efendimiz, mübarek eliyle gözünün yaşını silip teselli buyurdu. Bu olay üzerine, Nahl sûresinin, (Allah’a küfredenlere şiddetli azap vardır. Ancak kalbine iman yerleşmiş olduğu hâlde [küfre] zorlanıp, sadece diliyle söyleyenler müstesnadır) mealindeki 106. âyeti nazil oldu. Resulullah efendimiz de Hazret-i Ammar’a, (Müşrikler eziyet ederse, yine böyle söyle!) buyurdu. (İbni Mace)
Demek ki, küfür olan bir sözü, böyle durumda dille söylemek caizdir. Böyle durumlarda küfür söz bile caiz olunca, sünneti terk etmek, hatta yalan veya başka haramlar da elbette caiz olur; çünkü savaşta hile yapmak yalan söylemek caizdir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Harb hiledir, savaş hileden ibarettir.) [İbni Sünni, İbni Lal]
(Ümmetimin arasında, fitne yayıldığı zaman sünnetime sarılana,yüz şehit sevabı vardır) hadis-i şerifindeki sünnet, İslamiyet demektir. Yoksa sarık sarmak, entari giymek, sakal bırakmak demek değildir. Benim sünnetim demek, benim yolum, yani İslamiyet demektir. İmam-ı Nâsırüddin Seyyid Ebül-Kâsım Semerkandi hazretleri buyuruyor ki:
Bu hadis-i şerif, ümmetim arasında fesat çıktığı zaman, Ehl-i sünnet vel cemaat itikadında olup, beş vakit namazı cemaatle kılana yüz şehit sevabı verilir demektir. (Rıyad-un-nasıhin) Yoksa küçük çocukların başına sarık sarıp dinimizin aleyhine kanunların çıkmasına sebep olmak, sünnete yapışmak demek değildir. Fitnedir ve haramdır.
Bidatler çıktığı zaman, sünnete yani İslamiyet’e uyana, yüz şehit sevabı verilir; zira fitne zamanında İslamiyet’e uymak, kâfirlerle savaşmak gibi güç olur. (Hadika)
Bu hadis-i şerif, Selef-i salihin zamanındaki iman ve ahkâm-ı İslamiyye’ye uyana yüz şehit sevabı verileceğini bildirmektedir. (S. Ebediyye) (Sünnetimi terk edene şefaat etmem) hadis-i şerifindeki sünnet de, İslamiyet demektir. Sarık, entari, sakal gibi zevaid sünnet değildir. Şeyh-ul-islam İbni Kemal Paşa, (Şerh-ı hadis-i erbain) kitabında,(Sünnetimi terk edene şefaatim haram oldu) hadis-i şerifini açıklarken, (Bu hadis-i şerifteki sünnet, İslamiyet demektir; çünkü büyük günah işleyen mümin şefaate kavuşur) buyuruyor. Bir hadis-i şerif şu mealdedir: (Ümmetimden büyük günah işleyenlere şefaat edeceğim.) [Nesai]
Demek ki, fitne zamanında, zevaid sünnetlere, yani sarık sarana, cübbe ve entari giyene değil, itikadını düzeltip haramlardan kaçarak farzları yapana yüz şehit sevabı verileceği, yukarıdaki vesikalardan da anlaşılmakta, zevaid sünnetleri yapanların yüz şehit sevabına kavuşacağını söyleyenlerin hata ettiğini, bu vesikalar açıkça göstermektedir.
2- Küfrün galip olduğu yerde, gerçeği söylememek caizdir. Şafii’de, zalim Müslümanlar arasında da caiz olur. Müslümanlar garip ve zayıf olduğu müddetçe, kıyamete kadar her yerde caizdir; çünkü müminin mümkün olduğu kadar zarardan uzaklaşması gerekir. (Mektubat-ı Masumiyye 3/55) Müslümanın böyle durumlarda, sadece zevaid sünnetleri değil, farz olan ibadetini bile, mesela namaz kıldığını, oruç tuttuğunu gizlemesi gerekir; çünkü işinden, aşından olacağı gibi, din aleyhine kanunların çıkmasına, fitneye de sebep olur. Bu vebalden kurtulması için ibadetlerini gizlemesi gerekir. Entariyle, sarıkla ve cübbeyle ortada dolaşması caiz olmaz. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Bir zaman gelir ki, şimdi aranızda münafıkların küfürlerini gizlediği [ibadet yapar göründüğü] gibi, o zaman da müminler gizlenir. [İbadetleri gizli yapar.]) [İbni Sünni]
İbadet gizli yapılınca zevaid sünnetlerin gizlenmesi elbette lazımdır.
3- Müdara ibadet değil, zarardan korunma ruhsatıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Allahü teâlâ, farzları emrettiği gibi, müdara etmemi de emretti.)[Hâkim]
(Müdara edenler, şehit olarak ölür.) [Deylemi]
Bu hadis-i şerifler de, dinsizlerin, din düşmanlarının şerrinden korunmak için, onlara müdara etmek ve farz ibadetleri gizlemek lazım olduğu gibi, zevaid sünnetleri de gizlemenin lazım olduğunu açıkça bildirmektedir.
Dinimizde teke riayet etmek, sağdan başlamak zevaid sünnetlerdendir. İngiltere’de yaşayan bir Müslüman, yolun solundan gitme zorunluluğu varken, ben sünnete uyacağım diye otomobiliyle yolun sağından giderse, trafik kazasına sebep olur, insanların ölümüne veya yaralanmasına sebep olarak günaha girer. Kaza yapmasa bile, suç işlediği için cezalanır. Cezalanması fitnedir. Fitne ise, büyük günahtır. Ben küfrün kanunlarına riayet etmem demek ahmaklık olur.
Fitne, Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara, günaha sokmak, insanları isyana kışkırtmak demektir.(Hadika, Tarikat-ı Muhammediyye, Berika) Bu tarife göre, bir Müslüman zevaid sünnetlerden olan sarığı giyip cezalansa yahut Müslümanların aleyhine kanun çıkmasına sebep olsa, zarara soktuğu için fitne olur. Yahut askerlikte, illa ben sakal bırakacağım diye diretse, sonra da emre uymadığı için cezalansa, fitne olur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Fitneden sakının! Sözle çıkarılan fitne, kılıçla çıkarılan fitne gibidir.) [İ. Mace]
Fitnenin ne olduğunu bilememek de, kıyamet alametidir. Kur’an-ı kerimde, fitnenin adam öldürmekten kötü olduğu bildirildi. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Kıyamet yaklaştıkça, gece başlarken karanlığın artması gibi fitneler çoğalır. Sabah evinden mümin çıkan, akşam evine kâfir olarak döner. Akşam mümin iken, gece imanları gider, kâfir olarak sabaha çıkarlar. Böyle zamanlarda kenarda kalan, ileri atılandan, oturan ayakta olandan, ayakta olan, yürüyenden, yürüyen de, koşandan hayırlı olduğu için evinizde oturun, fitneye karışmayın!O gün oklarınızı kırın! Silâhlarınızı, kılıçlarınızı bırakın! Herkesi tatlı dille, güler yüzle karşılayın! Evinizden çıkmayın.) [Ebu Davud]
(Fitne zamanı evinize girdikleri zaman, Âdem aleyhisselamın,[Maide suresinin 28. âyetinde bildirildiği gibi] “Beni öldürmek için, sen bana elini uzatırsan da, seni öldürmek için ben sana elimi uzatmam” diyen oğlu [Habil] gibi ol!) [Ebu Davud, Tirmizi] (Allahü teâlâ da, Resulü de, kâfir olan Kabil’e (Ben sana el uzatmam) diyen Habil’i övüyor.)
(Fitne uykudadır, uyandırana Allah lanet etsin!) [İ. Rafii]
Bir Müslüman zevaid sünnetleri işleyerek fitneye sebep olursa haram işlemiş olur; hatta farzı işlemek bile fitneye sebep olacaksa, farzı tehir veya terk etmek gerektiği bildirilmiştir.
Yaşanmış bir olay:
Sakallı cahil ve fitneci bir hoca, namaz kılan bir subaya, alaylı bir eda ile, (Niçin sakal bırakmıyorsun? Yoksa rızkından mı korkuyorsun? Allah başka yerden de sana rızk verir) diyor. Subay, (Rızkımdan korkmuyorum. Allahü teâlâ rızka kefildir. Vatan, namus, din müdafaası için farz olan ilimlere çalışıyor, kâfirlerden, din ve vatan düşmanlarından üstün olma sebeplerini araştırıyorum. Din ve vatan düşmanlarının gelip, senin sakallarını yolmaması için sakal bırakmıyorum) diyor.
Görüldüğü gibi, fitneden uzak durmak gerekirken, her taraf günah ve fitne dolu iken, yangına körükle gider gibi fitne çıkarmak ne kadar yanlıştır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Ahir zamanda, âlim [geçinen]ler fitne unsuru olur, camiler ve hâfızlar çoğalır; ama içlerinde [hakiki] âlim hiç bulunmaz.) [Ebu Nuaym]
Maalesef, fitneciler de kendilerini sofu ve âlim sanıyorlar.
.
İlk Fitne ve Muharebeler
Ahmet Cevdet Paşa diyor ki:
Eshab-ı kirama düşman olmak fitnesini ilk ortaya çıkaran (Abdullah bin Sebe) isminde Yemenli bir Yahudidir. Bu Yahudi, Müslüman görünerek önce Basra’ya geldi. “İsa tekrar dünyaya gelecek de, Muhammed gelmez mi? O da gelecek, Ali ile birlikte dünyayı küfürden kurtaracak. Hilafet Ali’nin hakkı idi. Üç Halife, Onun hakkını elinden zorla aldı” diyordu. Basra’dan kovuldu. Kufe’ye gelip, halkı kışkırtmaya başladı. Buradan da kovuldu. Şam’a geldi. Şam’da da yüz bulamayınca Mısır’a kaçtı. Mısır’da, kendisini Ehl-i beytin aşığı olarak tanıtarak, Halid bin Mülcim, Sudan bin Hamran, Gafıki bin Harp ve Kinane bin Bişr gibi soysuz, azılı haydutları etrafına topladı.
“Ali’ye uymayanlara düşman olmak lazım” ve kendisine inananlara da, “Peygamberden sonra, en üstün Ali’dir” diyordu. Sözlerine inandırmak için, âyetlere yanlış manalar veriyor, hadis uyduruyordu. “Peygamber kendinden sonra Ali’nin halife olmasını emretti. Eshab, Peygamberi dinlemedi, dünya çıkarları için, dinlerini terk ettiler” diyordu. Bu sırları herkese açmayın, diye de tembih ediyordu. (Ben şan ve şöhreti sevmem. Tek maksadım, size doğru yolu bildirmektir) diyordu. Böylece Hazret-i Osman’ın şehit edilmesine sebep oldu. Sonra, Hazret-i Ali’nin askerleri arasına, üç Halifenin düşmanlığını yaydı.
Buna aldananlara Sebeiyye denir. Hazret-i Ali, bu dedikoduları haber alınca, üç Halifeye dil uzatanları ağır suçladı. İbni Sebe, Hazret-i Ali’nin kerametlerini ileri sürerek, (Bu insan gücünün üstündeki işleri, Onun ilah olduğunu gösteriyor) diyordu. Hazret-i Ali, bu sözleri de haber alınca, İbni Sebe ve ona inanan hurufileri ateşte yakacağını bildirdi. Bunları Medayin şehrine sürdü. Fakat, orada da rahat durmadı. Adamlarını Irak ve Azerbaycan’a göndererek, sahabe düşmanlığını yaydı. Hazret-i Ali, Şamlılarla savaştığından, bunlarla uğraşmaya vakit bulamadı. (Kısas-ı Enbiya)
Şah Veliyyullah Dehlevi hazretleri de diyor ki:
Kurnaz Yahudi İbni Sebe, Müslüman görünerek, Mısırlıları aldattı. Hazret-i Osman’ın şehit edilmesine sebep oldu. Büyük bir fitne çıkardı. Bu yüzden, milyonlarca müslüman kanı aktı. Sebecilik, 8. asırda Hurufilik ismini aldı. Hurufiler, üç halifeye olmadık iftiralar ettiler. Halbuki üç Halife, Hazret-i Ali’yi baş üstünde taşıdılar. Onun mübarek kalbini incitecek bir şey yapmadılar. Birkaç zâlimin, ahmağın, imam-ı Hasan’ın cenazesine yaptığı saygısızlığı bahane ederek ve olayları değiştirerek Müslümanlara saldırıyorlar. Yahudi dönmeleri, Müslümanları parçalamak, milleti birbirine düşman etmek için, tarihi olayları şişirerek ortaya atıyorlar, inanması ve öğrenmesi farz olmayan hatta örtülmesi lazım olan acıklı olayları anlatarak, kardeşi kardeşe saldırtmak istiyorlar.
Bu sinsi düşmanların yalanlarına aldanıp parçalanmamalı. Birlikten kuvvet hasıl olur. Ayrılık felakete sebep olur. Sahabe-i kiram arasındaki savaşları anlatan tarihlerin çoğu, Emevileri kötüleyen Abbasiler zamanında, onların arzularına göre yazıldığı için, Sahabe-i kiramı kusurlu gösteriyorlar. Maide suresinin, (Ey iman edenler! Dinden çıkarsanız, Allah, sizin yerinize başkalarını getirir. Onları sever. Onlar da Allah’ı severler) mealindeki 54. âyeti, dinden dönenlere karşı gelenleri, Allahü teâlânın sevdiğini bildirmektedir. Bu da, Hazret-i Ebu Bekir zamanında oldu. Hazret-i Ebu Bekir, dinden dönenlerle savaşmış, onların tehlikesini önlemiştir. Cennetlik oldukları âyet ve hadis ile bildirilen böyle mübarek insanları kötülemek büyük felakettir, bölücülüktür. (Kurret-ül-ayneyn)
Büyük zatlara iftira etmek
Eshab-ı kiram kitabında diyor ki:
İkiyüzlülük, hainlik alametidir. Eshab-ı kirama ve hele en kıymetlilerinden olan Hazret-i Ali için, ilk üç halifeyi kabul etmediği halde, ikiyüzlülük gösterip sustu demek ne kadar çirkindir. Allah’ın aslanına, tam 30 yıl, hainlik alametini yüklemek ve bu uzun zamanda, hep ikiyüzlülükle yaşadı demek, ne kadar çirkin bir iftira olur. Hadis-i şerifte, (Küçük günaha devam edilirse, büyük olur) buyuruldu. Münafıkların bir kötülüğünü 30 yıl durmadan yapmanın, artık ne olacağını düşünmeli. Üç halifenin üstünlüğünü söylemekle, Hazret-i Ali küçültülmüş olmaz, yüksek mertebesine dokunulmuş olmaz. Halbuki, fitnecilerin dediği gibi, onu ikiyüzlü bilmekle, bütün bu meziyetler, kıymetler, kendisinden alınmış olur. Çünkü, ikiyüzlülük, münafıkların, en aşağı, yalancı ve dolandırıcı kimselerin işidir. Eshab-ı kiramın hepsi ve Hazret-i Ali, Resulullahın hatırı için sevilir. Çünkü Resulullah efendimiz, (Eshabımı seven, beni sevdiği için sever. Onlara düşmanlık, bana düşmanlıktır) buyurmuştur. (Buhari)
Eshab-ı kiram, İslamiyet’i yaymak ve Resulullaha hizmet etmek için, insan gücünün üstünde çalışmışlar, din uğrunda gecelerini, gündüzlerine katmışlardır. Mallarını Allahü teâlâ yolunda feda ettiler. Akrabalarını, ailelerini, çocuklarını, vatanlarını, evlerini, tarlalarını, ağaçlarını Resulullahın sevgisi yolunda terk ettiler. Onun mübarek vücudunu kendi vücutlarına ve Onun sevgisini, mallarının ve evlatlarının sevgisine tercih ve takdim ettiler. Bunlar, sohbet, yani arkadaşlık şerefine nail olmuşlar ve o sohbette, başkalarına nasip olmayan bereketlere ve derecelere kavuşmuşlardır. Başkaları dağ kadar altın sadaka verse, onların bir avuç arpa sadakası sevabına, hatta yarısına yetişemez. Allahü teâlâ, onları överek, (Onlardan razıyım) buyurdu. Fetih suresinde de onlara kızanlara, düşman olanlara kâfir buyurdu. Şu halde, onlara kötü söylemekten, küfürden kaçar gibi kaçmalıdır.
Farklı ictihadlarından dolayı bir şey denemez. İmam-ı Ebu Yusuf, müctehid olduktan sonra, imam-ı a’zama uysaydı hata olurdu. İmam-ı Şafii Sahabe-i kiramın sözlerine uymaz, kendi reyine tâbi olurdu. İster Hazret-i Ebu Bekir olsun, ister Hazret-i Ali olsun, hiçbirinin sözlerine uymaz, kendi reyi ile karar verirdi. Bir müctehidin, Sahabinin sözüne uymaması caiz iken, Sahabe-i kiramın farklı ictihadları niçin suç olsun? Sahabe-i kiram ictihad işlerinde, bazen Server-i âleme de uymamış, bu bir suç olmamış ve azarlanmamışlardı. Bu farklı ictihadları Allahü teâlâ beğenmeseydi, elbette azap edeceğini bildirirdi. Halbuki, Resulullah ile yüksek sesle konuşanları yasaklamış ve azarlamıştı. Bedir’de alınan esirlere yapılacak iş hakkında Sahabe-i kiramın görüşleri farklı olmuştu. Ömer ve Sa’d ibni Muaz esirleri öldürelim dedi. Diğer Sahabiler ise, para karşılığı bırakalım, demişlerdi. Server-i âlem de, bunu kabul buyurmuştu. Sonra, âyet gelerek, birinci görüşün doğru olduğu bildirildi. (Eshab-ı kiram)
İbni Hacer-i Mekki hazretleri diyor ki:
Müslümanın birinci vazifesi Eshab-ı kiramın sevgisini, Ehl-i beytin sevgisi ile cem etmektir. Ehl-i beyti, Resulullahın evladı oldukları için sevdiğimiz gibi, diğerlerini de, Onun Eshabı oldukları için sevmeliyiz! Çünkü, Eshab-ı kiramın nail oldukları şeref pek yüksektir. O şerefe başkaları kavuşamaz. Her müslümanın bunların hepsini adil, salih, veli, âlim ve müctehid bilmesi lazımdır. Kendilerinden bir hata çıksa da Cenab-ı Hak hepsini af ile müjdelemiş ve (Allah, hepsinden razıdır)buyurmuştur. Sahabe-i kiramdan birini kötülemek, bu âyeti inkâr olur.(Savaik-ul-muhrika)
Eshabın istisnasız hepsi Cennetliktir Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde Cennet ile müjdelenen eshab-ı kiramdan herhangi birine kâfir demek, küfre sebep olur. Eshab-ı kiramın istisnasız hepsinin Cennetlik olduğu âyet ve hadislerle bildirilmiştir. Diğer maddelerde yazdığımız için tekrar etmiyoruz.
Eshab-ı kiramın her birini sevmemiz, hepsine saygı göstermemiz lazımdır. Aralarında yaptıkları muharebeleri, Allahü teâlânın emrini yerine getirmek için yaptıklarına inanmak lazımdır. Bu muharebelere katılanların hiçbirinde makam, şöhret, para hırsı yoktu. Hepsi dinin emrini yerine getirmek gayesinde idiler.
Hazret-i Osman şehit olunca, bütün müslümanlar, Hazret-i Ali’yi halife yaptılar. Halife hazretleri, önce ortalığı yatıştırmaya başladı. Sahabe-i kiramdan birçoğu ise ve bilhassa aşere-i mübeşşereden, yani Cennet ile müjdelenen on kişiden biri olan ve yedinci dedesinde Peygamber efendimiz ile akraba olan ve İslamiyet’in ilk zamanında imana gelip, kâfirlerden çok cefa çeken ve İstanbul’da medfun bulunan Halid ibni Zeyd eba Eyyub-el ensari ile ahiret kardeşi olan Talha ve yine aşere-i mübeşşereden Zübeyr ve Peygamberimizin ölünceye kadar sevgilisi olan ve Kur’an-ı kerimde Allahü teâlâ tarafından methedilmek saadetiyle şereflenen Hazret-i Âişe validemiz, Hazret-i Osman’ın katillerinin hemen yakalanarak kısas yapılmasını Halifeden istediler. Halifede, (Ortalık karışık olduğundan, bu işe başlarsam, fitnenin artmasına ve belki ikinci bir facianın çıkmasına sebep olur. Önce isyanı bastırayım, ortalığı rahata kavuşturayım, ondan sonra, Allahü teâlânın kısas emrini yapacağım) dedi. Karşı taraftakiler ise, katillerin, şimdi bile belli olmadığını, daha sonra hiç bulunamayacaklarını, fitnenin daha da büyüyeceğini, halife öldürmenin âdet haline geleceğini ve dinin emri yapılamayacağını, ancak şimdi mümkün olduğunu, ictihad ederek söylediler.
Böyle ictihad edenler arasında bulunan Talha, Şam’da vazifeli olduğu için, Bedir’de bulunamamış, diğer bütün gazalarda bulunmuş, hele Uhud muharebesinde, Allahü teâlânın yolunda çok işkencelere uğramıştı. Resulullaha kendisini siper etmiş ve Peygamber efendimizi ok yağmuru altında sırtına alarak kayaya çıkarmıştı.
Resulullahın (Talha ve Zübeyr Cennette benim komşularımdır)buyurduğunu, Hazret-i Ali söylüyor. Zübeyr bin Avvam da, Haticet-ül-kübranın biraderinin oğludur ve Peygamber efendimizin halası Safiyye’nin oğlu olup, İslamiyet’in ilk günlerinde, onbeş yaşında iken müslüman olmuştur. Allahü teâlânın yolunda ilk kılıç çeken budur. Yani, İslam subaylarının birincisidir. Birçok gazalarda ve en tehlikeli anlarda, Resulullahın önünde çarpışarak çok yerinden yaralanmıştı. Peygamber efendimiz (Her Peygamberin havarisi vardır. Benim havarim Zübeyr’dir) buyurmuştur. Hazret-i Ömer vefat edeceği zaman, halife olmaya layık gördüğü altı kişiden biri Talha, biri de Zübeyr’dir. Zübeyr çok zengin olup, bütün servetini Resulullah uğrunda feda etmişti.
İşte bu büyük zatlar, kısasın hemen yapılmasına ictihad edip, şiddetle istediler. O zaman, Eshab-ı kiramın ictihadı üç türlü idi. Bir kısmı, halife gibi ictihad etmişti. Bir kısmı da, karşı taraf gibi ictihad etmişti. Üçüncü kısım ise, susmayı uygun görmüştü. Bunlardan her birinin, başkasına uymayıp kendi ictihadı ile hareket etmesi lazım idi. Birinci ve ikinci kısımda olanlar çoğaldı. Abdullah bin Sebe adındaki yahudi, işe karışarak, iş muharebeye sürüklendi ve Basra ve Cemel vakaları meydana geldi.
Hazret-i Muaviye, o zaman Şam’da vali idi. Üçüncü kısım ictihadında olup, idaresindeki müslümanları bu muharebelere karıştırmamıştı. Hepsinin rahat ve sükunetle yaşamasını temin etmişti. Fakat, Hazret-i Ali Şamlıları da çağırınca, Hazret-i Muaviye, birçok hadis-i şerifleri düşünerek, karşı taraf gibi ictihad etti. Halife Şamlılarla anlaşmak üzere iken, araya siyonizm, yahudi parmağı karışarak, Sıffin muharebesi meydana geldi.
Bu muharebelerde, Eshab-ı kiram birbirlerini incitmeyi, intikam almayı, hilafete, saltanata, rütbe ve servete kavuşmayı asla düşünmemiş, yalnız ictihadları farklı olduğundan, dinin emrini yerine getirmeye uğraşmışlardır. Muharebe zamanında bile, birbirleri ile mektuplaştıkları, nasihat verdikleri, seviştikleri çok misallerle meydandadır. Mesela, Sıffin muharebesi sıralarında, İstanbul imparatoru ikinci Kostantin, hudutlardaki İslam şehirlerine rahatsızlık veriyordu. Hazret-i Muaviye, ona mektup yazıp: (Bu sarkıntılıktan vazgeçmezsen, şimdi efendimle sulh yapar, onun askerinin kumandanı olur, oraya gelip, şehirlerini yakarım. Seni domuzlara çoban yaparım) demişti. Yine aynı zamanda, halife Hazret-i Ali, büyük bir kalabalık karşısında (Kardeşlerimiz bizden ayrıldı. Onlar, kâfir ve fâsık değildirler. Çünkü, ictihadları öyle oldu) buyurdu. Birbirleri ile harp ederken, biri ötekine kardeşim dedi. O da, buna efendim dedi. Bunların muharebeleri, ictihadları ayrı olduğu için olup, saltanat için, mal ve şöhret için değildi. (Eshab-ı Kiram kitabı)
Burada bunu ispat için bir güzel misal verelim: Eshab-ı kiramın, ensarın büyüklerinden, Peygamber efendimizin mihmandârı, sancaktârı ve katiplerinden olan Halid bin Zeyd Ebu Eyyub-i Ensari hazretleri [Türkiye’de Eyüp Sultan denilmekle meşhurdur] 670 (H.50) senesinde İstanbul’da şehit olmuştur.
Resulullah, Medine’ye hicret edince, deve bunun kapısında çöktü. Mescid yapılıncaya kadar, yedi ay bu mübarek sahabinin evinde misafir kaldı. Bütün eshab-ı kiram istediği halde, Resulullahı yedi ay ağırlama ve evinde bulundurma şerefi bu mübarek zata nasip oldu. Medine ahalisi Hazret-i Halid’in evine gelip Resul-i ekremi ziyaret etti.
Hazret-i Halid, Bedir, Uhud, Hendek, Hudeybiye ve başka gazalarda Resulullah efendimizin yanında bulundu ve hayır dualarına kavuştu. Birçok muharebelerde sancaktârlık hizmeti ile şereflendi. Bu sebeple kendisine Sancaktâr-ı Resulullah ünvanı verildi. Yüzelli hadis-i şerif haber vermiştir. İhtiyar olduğu halde Hazret-i Muaviye zamanında, Süfyan bin Avf kumandasındaki ordu ile İstanbul’u almaya geldi. Yezid’in de bulunduğu asker arasında otuzüç sahabi vardı.Abdullah ibni Abbas, Abdullah ibni Ömer, Abdullah ibni Zübeyr hazretleri de Ebu Eyyüb-el Ensari Halid hazretleri ile beraberdi. Bunlardan Hazret-i Halid dizanteriden vefat etti.
Ebu Eyyub-i Ensari hazretleri, Cemel ve Sıffin vakalarında, Hazret-i Ali’nin yanında bulundu. Kumandanları arasında yer aldı. Hakemlerin kararı ile Hazret-i Muaviye halife seçildiği gün, Medine’de Hazret-i Ali tarafından vali idi. Suriye, Filistin muharebelerinde, Mısır ve Kıbrıs’ın fethinde bulundu. Gayet şecaatli ve pek kahramandı. Bir muharebede özrü sebebiyle bulunmadığı için hep üzülürdü.
İlk imana gelenlerden ve hayatta iken ismen Cennetle müjdelenen on kişiden biri olan Hazret-i Talha ile ahiret kardeşi idi. Resulullah efendimiz yapmıştı.
[Ki bu Talha hazretleri, Hicretin 36. yılında, Cemel vakasında, Hazret-i Ali’ye karşı savaş edenler arasında idi. Bu muharebede şehit olunca, Hazret-i Ali çok üzüldü. Ağlayarak yanına gitti, mübarek elleri ile, toprağı yüzünden sildi. Cenaze namazını kendi kıldırdı.]
Evet, bu yüce sahabi, Resulullahın sancaktârı, Hazret-i Ali’nin kumandan ve valilerinden Hazret-i Halid, bir zaman önce kendisine karşı savaştığı Hazret-i Muaviye’nin, halifeliği zamanında İstanbul’un fethi için teşkil ettiği orduya katıldı. Birbirlerini sevmeselerdi, Hazret-i Ali efendimizin buyurduğu gibi, birbirlerini kardeş bilmeselerdi hiç Hazret-i Muaviye’nin halifeliği zamanında onun emrine girip, fetih için gönderdiği orduya katılır mıydı? Ki bu katılması onun şehit olmasına da sebep oldu. (Kısas-ı Enbiya, Şevahüd-ün-nübüvve, Tezkire-i Kurtubi muhtasarı, H. S. Vesikaları, Eshab-ı Kiram, S. Ebediyye)
İmam-ı Müslim’in üstadlarından Ebu Züratirrazi, kitabında diyor ki:
(Eshab-ı kiramı aşağılayan, onlara dil uzatan, zındıktır. Müslümanların, Resulullahın düşmanlarını düşman bilmeleri ve onlara, Ehl-i beytin düşmanlarından daha fazla lanet etmeleri lazım gelir. Resulullahın büyük düşmanı olan ve çok eziyet ve cefalar etmiş olan Ebu Cehile lanet etmiyorlar, ona bir şey demiyorlar da, Resulullahın methettiği, sevdiği Hazret-i Muaviye’yi, Ehl-i beyte düşman zannedip, bu kerim olan zata dil uzatıyorlar ve hâşâ lanet ediyorlar. Bu nasıl dindir, nasıl müslümanlıktır? Muhammed aleyhisselamın, Allahü teâlânın peygamberi olduğunu, Kur’an-ı kerimin Ona Allahü teâlâdan geldiğini bizlere ulaştıran Eshab-ı kiramdır. Eshab-ı kiramı büyük ve doğru bilmeyen, onların bizlere ulaştırdıkları haberlere de inanmaz ve tabii, dinleri yıkılır, gider.)
Mirat-i kâinatın 327. sayfasında buyuruyor ki:
Akaid kitaplarının hepsinde şöyle yazılıdır: Eshab-ı kiramın hepsini büyük bilmek, hepsine hüsnü zan etmek, hepsinin salih ve adil olduğuna inanmak, hiçbirine dil uzatmamak, düşmanlık etmemek ve bir kısmını sevdiği için, ötekileri fena bilmemek kati deliller ile bütün müslümanlara vaciptir.
Mevahib-i ledünniyyede, (Eshabımın ismini işitince, susunuz! Şanlarına yakışmayan sözleri söylemeyiniz) hadis-i şerifi yazılıdır.
Eshab-ı kiramın şanlarına layık olmayan sözleri söylemek, müslümanlara yakışmaz. Onların muharebeleri kötü sebeplerle, aşağı düşüncelerle değildi. Onların ruhları ve nefsleri, insanların en iyisinin ve yükseğinin huzurunda bulunarak, mübarek sohbet ve nasihatlerini dinleyerek temizlenmiş, nurlanmış, kalblerinde kin ve geçimsizlik kalmamıştı. Her biri ictihad makamına yükselmiş olduğundan, kendi ictihadlarına uygun hareket etmeleri lazım ve vacip idi. Bazı işlerde ictihadları ayrılınca birbirlerine uymayıp, kendi ictihadlarına uymaları doğru yol idi. Onların birbirlerine uymamaları da, uymaları gibi, hak üzere idi. Nefsin arzusu değildi.
Yine 327. sayfada diyor ki:
İmam-ı azam Ebu Hanife buyurdu ki: Hazret-i Ebu Bekir ile Hazret-i Ömer’i üstün tutup, Hazret-i Osman ile imam-ı Ali’yi sevmek (Ehl-i sünnet vel cemaat) alametlerindendir. Bu ikisini üstün ve ikisini de sevgili tutmak, Cehennemden kurtulanlara mahsustur. İkisinin üstünlüğünü Eshab-ı kiramın hepsi söylemiş ve Tabiinin hepsi din imamlarımıza bildirmiş ve imamlarımız, kitaplarında yazmıştır. Mesela imam-ı Şafii’nin ve Ebül-Hasan Eşari’nin, Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer’i bütün ümmetin üstünde bildirdikleri muhakkaktır. İmam-ı Ali’nin dahi, halife iken, ileri gelen kimselere karşı, (Ebu Bekir ile Ömer’in, bu ümmetin en üstünü olduklarını) buyurduğu muhakkaktır. (Benden sonra ümmetin en yükseği, Ebu Bekir ile Ömer’dir), hadis-i şerifini imam-ı Ali’den işittiklerini imam-ı Zehebi ve imam-ı Buhari bildiriyor. Şii âlimlerinin büyüklerinden Abdürrezzak-ı Lahici de, bu ikisinin yüksek olduğunu söylüyor ve diyor ki, (imam-ı Ali’nin yüksek olduğunu ve en çok Onu sevdiğimi söylediğim halde, Onun yolundan ayrılarak, kendi görüşlerime uyabilir miyim? Çünkü O, Ebu Bekir ile Ömer’in kendisinden daha üstün olduklarını söylemiştir). Abdürrezzak bin Ali Lahici, Kum şehrinde müderris idi. 1051 [m. 1642] de vefat etti. (Eshab-ı Kiram kitabı)
.
Cinayet ve fitne
Sual: Ülkemizde yabancı uyruklu kimselerin öldürülmesinin sebebi ne olabilir? CEVAP Ülkemizde bu tür olayları, devletimizin güçlendiği, milletimizin birlik beraberlik içerisinde olduğu zamanlara denk getirmeye çalışıyorlar. Vatan ve millet düşmanlarının oyununa gelen kimseler, böyle işlere alet olabilir. Yoksa aklı başındaki bir Müslüman, böyle bir işe kalkışamaz! Peygamber efendimizin Müslüman olmayanlara özellikle Hristiyanlara verdiği emanı çok kimse bilir. Resulullahın bu husustaki bir mektubu özetle şöyledir:
(Bu yazı, Abdullah oğlu Muhammed’in bütün gayrimüslimlere verdiği sözü belirtmek için yazılmıştır. Kim ki, bu ahdin aksine hareket ederse, ister sultan, ister başkası olsun Allahü teâlâya karşı isyan ve din-i İslam ile alay etmiş sayılır ve Allahü teâlânın lanetine layık olur. Kendi dinine göre ibadetle meşgul olan gayrimüslim din adamları veya bir turist, benim korumam altındadır. Onlara zor kullanmayın. Onların dini reislerini makamlarından indirmeyin! Onları ibadet ettikleri yerden çıkartmayın! Seyahat edenlerine mani olmayın! Bunların manastırlarını, kiliselerini yıkmayın! Buna riayet etmeyen, Allahü teâlânın ve Resulünün emrini dinlememiş olur. Kendileriyle bir müzakere yapılınca, merhamet, iyilik ve şefkatle hareket edilmelidir. Onları, daima merhamet ve şefkat kanatları altında koruyun! Onların kiliselerinde, kendi dinlerine göre ibadet etmelerine mani olmayın! Her kim ki, Allahü teâlânın bu emrine itaat etmez ve bunun zıddına hareket ederse, Allahü teâlânın ve Resulünün emirlerine isyan etmiş sayılır. Bu sözleşme kıyamete kadar değişmeden devam edecek. Hiç bir kimse, bunun aksine bir harekette bulunmasın!) [Bunun aslı,Mecmua-i Münşea-tus-salâtin kitabındadır.]
Bunları bilen bir Müslümanın, gidip de, kendi aklı ve düşüncesi ile bir Hristiyan’ı öldürmesi nasıl mümkün olur? Ayrıca, ortada yanlış bir durum olsa bile, bunun nasıl düzeltileceği, herkesin her şeye müdahale edemeyeceği, din kitaplarımızda da açıkça yazılıdır.
Elle, güç kullanarak kötülüklere mani olmak; devletin [polisin, askerin] görevidir. Sözle, yazıyla bildirmek, âlimlerin vazifesidir. Kalble dua etmek ise, her müminin vazifesidir. (Birgivi, Hadika)
Görüldüğü gibi, ortada kanunlara aykırı bir durum varsa, yani suç işleniyorsa bile, herkesin kendi düşüncesi ile, buna müdahale etmesi uygun olmaz. Buna çapulculuk, eşkıyalık ve anarşi denir. Böyle işlere bulaşan fitneye sebep olmuş olur. İki hadis-i şerif meali şöyledir: (Fitne uykudadır. Fitneyi uyandırana Allah lanet etsin!) [İ. Rafii]
(Kıyamet kopmadan önce, her yeri fitneler kaplayacak. Fitne, ortalığı karanlık gece gibi yapacak. O zaman oturmak, ayakta kalmaktan hayırlıdır. Yürüyen, koşandan iyidir. O zaman oklarınızı kırın! Yaylarınızı kesin. Kılıçlarınızı taşa çalın! O zaman, evinize biri gelince, Âdem nebinin iki oğlundan iyisi gibi olsun. [Yani öldüren değil, öldürülen olsun].[Ebu Davud, Tirmizi]
Dua yerine silaha sarılmak, anarşi ve fitne olur. (Fitne çıkaranlara lanet olsun) buyurulmuştur. Fitne; anarşi, bozgunculuk, bölücülük demektir. İslam âlimleri buyuruyor ki:
Fitne, Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara, günaha sokmak, insanları isyana kışkırtmak demektir.(Hadika, T. Muhammediye)
Sual: Bir hakkı alabilmek için eylemlere girişmek, emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker midir? Kötülükleri, yanlış işleri önlemeye, çalışırken dikkat edilmesi gereken hususlar nelerdir? CEVAP
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
(İnsanlar üç kısımdır: Birinci kısmı gıda gibidir. Herkese, her zaman gerekir. İkincisi ilaç gibidir. İhtiyaç zamanında gerekir. Üçüncüsü,hastalık gibidir. Bunlara ihtiyaç olmaz. Fakat, kendileri bulaşırlar. Bunlardan kurtulmak için, dinimizin emrettiği şekilde müdara etmek gerekir.)
Emr-i maruf yapmak, güvenlik kuvvetlerine karşı gelmek ve isyan etmek, dövmek, yıkmak, kırmak, sövmek demek değildir. Böyle şeyler yapmak, fitne çıkarmak, yani bölücülük olur. Müslümanların ezilmesine, hapse girmesine ve din, iman bilgilerinin yasak edilmesine yol açar. Böyle fitne çıkarana Peygamber efendimiz lanet etmiştir.
Kendisine veya başkalarına zarar gelme korkusundan dolayı iyiliği emretmek ve haramı men etmek mümkün olmazsa, böyle durumlarda fitneye mani olmak için susmak gerekir. Buna müdara denir. Fitne zamanında, ineğe tapanların yanında, ineğin ağzına ot vermeli, onları kızdırmamalıdır.
Zarardan kurtulmak için
Müdara, İslamiyet’in dışına çıkmadan, dini veya dünyayı zarardan kurtarmak için, dünya menfaatinden vermek, gönül almaktır.
Müdahene, gönül alırken, İslamiyet’in dışına çıkmak, günaha girmektir. Hindiyye’de, (Günah işleyene tatlı sözle öğüt verilir. Dinlemezse, fitne çıkacak ise susulur. Kötü söylenmez) deniyor.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki: (Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır! Onlarla en güzel şekilde tartış!) [Nahl 125]
Kâdı zâde Ahmed efendi buyuruyor ki:
El ile, güç kullanarak emr-i maruf ve nehy-i münker yapmak, yani günah işleyene mani olmak; hükümetin vazifesidir. Söz ile, yazı ile cihad etmek, âlimlerin vazifesidir. Kalb ile dua etmek ise, her müminin vazifesidir.
Etkili olacaksa, bu vazifeleri yapmak vacip olur. Fitneye sebep olacağı umulursa, terk etmek vacip olur. Fitne bulunan yere zaruretsiz gitmek caiz değildir. Eğer dinini korumak için hicret ederse, güzel olur. Cennete girmeye layık ve şefaate mazhar olur. (Birgivi vasiyetnamesi şerhi s.200)
Abdülgani Nablusi hazretleri de buyuruyor ki:
(Emr-i bil marufu ve nehy-i anil münkeri el ile yapmak, hükümet adamlarına, dil ile yapmak, din adamlarına, kalb ile yapmak da her müslümana farzdır.
Kendinin ve müslümanların dinine veya dünyasına zarar gelecek işleri bırakmak vacip olur. Öldürüleceğini bilenin cihad yapması caiz olmaz.
Sultanın, kendi aklı ile, arzusu ile verdiği emirlerine itaat etmek gerekmez. Fakat sultan zalim ise, eziyet ve işkence ediyorsa, onun dine aykırı da olsa, emirlerine uymak gerekir. Hele, itaat etmeyenleri öldürüyorsa, kendini tehlikeye atmak, kimseye caiz olmaz.
Ahi Çelebi Hediye kitabında (Emr-i maruf farzdır, fitneye yol açarsa yapılmaz) buyuruyor.) [Hadika]
Kâfirlerle barış yapmak
İbni Âbidin hazretleri de buyuruyor ki:
(Savaşınca, ölüneceği, savaşmayınca esir olunacağı biliniyorsa, savaşılmaz. Müslümanların herhangi şekilde helak olmalarından korkulursa, kâfirlere mal vererek barış yapılır.
Sultanın, zalimin, ölümle, hapis ile, işkence ile korkutarak emrettiği günahı işlemek mubah, hatta farz olur. Emrini yapmamak günah olur.) [Redd-ül Muhtar]
Mişkât-ül-mesâbih şerhinde diyor ki:
(Bir hadis-i şerifte, (Öyle idareciler gelir ki, benim yolumdan ayrılırlar. Kalbleri şeytan yuvasıdır. Bunlara da itaat ediniz! Karşı gelmeyiniz! Döverek, söverek, mallarınızı alsa da karşı gelmeyiniz) buyuruldu. Yani, (zalim olan, malınıza, canınıza saldıran idareye de isyan etmeyin, fitne çıkarmayın. Sabredip, ibadetiniz ile meşgul olun. Şehirde fitneden kurtulamazsanız, ormana gidin, orada ot yemek zorunda kalırsanız, ormanda kalın, fitnecilere karışmayın) demektir. Peygamber efendimiz, (İyi dinleyin ve itaat edin) buyurdu. Bu, fitne çıkarmamak için, dikkatli olun demektir.) [Eşi’at-ül-leme’ât]
Müslüman, Allahü teâlânın emirlerine uymalı, günah ve suç işlememeli, fitne çıkmasına sebep olmamalıdır! Herkese iyilik etmeli ve herkesin hakkını gözetmelidir! Hiç kimseye zulüm, yapmamalıdır!
Müslümanlığın güzel ahlakını, şerefini, her yerde herkese göstermeli, her milletin İslam dinine sevgi duymasına, saygılı olmasına sebep olmalıdır! (İslam Ahlakı)
Kötülüğü önlemek Gücü yeten müslümanlar, hakkı, doğruyu söylemezse, yani emr-i maruf ve nehy-i münker yapılmazsa, o ülkenin başına büyük belaların geleceğini dinimiz haber vermektedir. İbni Abbas hazretleri sual etti ki:
- Ya Resulallah, içinde iyilerin de bulunduğu bir ülke helak olur mu? - Evet helak olur. - Niçin? - Allahü teâlâya isyan edildiğinde iyiler sükut edince, hepsi helak olur. (Bezzar)
Peygamber efendimiz yine buyurdu ki: (Allahü teâlâ, bir meleğe, bir kasabanın altını üstüne getirmesini emreder. O melek, bu kasabada hiç günah işlemeyen bir zatın da olduğunu, o zatı kurtarıp kurtarmayacağını sual edince, Cenab-ı Hak, "Bütün şehir halkı ile onu da alt üst et! Çünkü o zat, bana isyan edenlere karşı yüzünü ekşitmemiştir" buyurdu.) [Beyheki]
Hazret-i Âişe validemiz tarafından bildirilen hadis-i şerifte buyuruldu ki: (İçinde Peygamberler gibi ibadet eden seksen bin kişi bulunan bir ülke azaba maruz kalmıştır. Çünkü onlar, Allah için buğzetmedi, emr-i maruf ve nehy-i münkerde bulunmadı.) [İhya]
Daha başka hadis-i şeriflerde de, iyiler, kötülükleri önlemeye muktedir iken önlemezlerse, o ülkede azabın umumi olarak geleceği bildirilmiştir. (Tirmizi)
Kötülüğü önlerken iyilere de zarar gelebilir. Birkaç iyiye zarar gelecek diye, kötülüğe göz yummak caiz olmaz. Nitekim, Mecelle’de buyuruluyor ki:
(Çok kimseyi zarardan kurtarmak için, bir kimseye gelecek zarar tercih olunur.) [Madde 26]
Mesela, düşmanlar müslümanlardan bir kısım insanları esir alsalar, ön safa müslümanları koysalar, bu halde gelip bir ülkeyi istila etmek isteseler, düşmanın umumi zararına mani olmak için ön safta bulunan müslümanları da öldürmek caiz olur. Kangren olup bütün vücuda sirayet edecek olan bir uzvu kesip atmaya benzer. Milletin menfaati, fert menfaatinden önce gelir. Atalarımız, (Kurunun yanı sıra yaş da yanar) buyuruyor. Akılsız başın cezasını yalnız ayak değil, bütün vücut çeker. Onun için kötülerden, kötülükten uzak durmaya çalışmalıyız.
Emr-i maruf yaparken
Sual: Emr-i maruf yapmanın ölçüsü nedir? CEVAP Emr-i maruf herkese farz değildir. Farz-ı kifayedir. Yani emr-i maruf yapan varsa, diğerleri sorumlu olmaz. Emr-i maruf nehy-i anil münkerin ölçüsü şudur:
Hükümet güç kullanarak, âlimler söz ve yazı ile, diğer insanlar kalb ve dua ile, bir de imkânı nispetinde, âlimlerin kitaplarının yayılmasına yardım ederek emr-i maruf yapar.
Sözümüzün geçeceği kesin biliniyorsa, günah işleyenlere emr-i maruf yapılır. Eğer günah işleyen, tatlı sözle edilen nasihati dinlemezse, fitne de çıkacaksa susulur. Tepki gösterecek kimseye, emr-i maruf yapılmaz.
Emri maruf farz-ı kifâyedir
Sual: Emr-i maruf farz olduğuna göre, günah işleyenlere mani olmak, gördüğümüz her yanlışı düzeltmek, hattâ güç kullanarak müdahale etmek gerekmez mi? CEVAP Gerekmez. Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker farzdır, ama cenaze namazı kılmak gibidir. Yani farz-ı ayn değil, farz-ı kifâyedir. Herkese farz değildir. Bir yerde, bu işi yapanlar varsa, diğerlerine farz olmaz. Diyelim ki, Ehl-i sünnete uygun bir ilmihâl yazılmışsa, yeniden bir ilmihâl yazmak gerekmez. Mevcut olanın yayılmasına yardım ederek emr-i maruf yapılmış, farz sevabı alınmış olur.
Emr-i marufu devletin güvenlik kuvvetleri güç kullanarak; âlimler sözle, yazıyla; diğer insanlar, dua ve kalble yaparlar. Herkes vazifesini bilmeli, hiç kimse, görevi olmayan işe karışıp fitneye sebep olmamalıdır.
Korkmadan emr-i maruf yapmak
Sual: Kendine zarar gelecek diye emr-i marufu bırakmak caiz olur mu? CEVAP Bu iş, şahıslara ve duruma göre değişir. Emr-i marufun bırakılması gereken yerler de olur. Duruma göre emr-i maruf yapmanın iyi olduğu yerler de olabilir. Mesela aşağıdaki örnekteki âlim, oradaki duruma göre, sultandan çekinmeden emr-i maruf yapmıştır:
Buharalı bir âlim, Semerkant’ta sultanın çocuklarının sokakta abes oyun oynadıklarını görünce elindeki bastonla hafif döver. Çocuklar kaçıp babalarına şikâyet ederler.
Sultan, Buharalı âlimi çağırtarak, haşmetiyle der ki:
— Ey hoca, Sultana karşı çıkanın hemen hapse atılacağını bilmiyor musun? — Bilirim sultanım, ama ya sen, Rahman’a karşı çıkanın Cehenneme gideceğini bilmiyor musun? — Sana böyle emr-i maruf yapmak vazifesini kim verdi âlim? — Önce söyler misin? Seni kim sultan yaptı? — Kim olacak elbette halife. — Beni de, o halifenin Rabbi vazifelendirdi. — O hâlde sana Semerkant’ta emr-i maruf vazifesini veriyorum. Kimseden çekinmeden emr-i marufunu yap! — Ben de kendimi bu vazifeden hemen azlettim. — Hoca, senin bu cevabına hayret ettim, emredilmeden, izinsiz görev yapıyorsun. İzin verilince de, istemiyorsun. — Sultanım, sen izin verince, sonra azledersin. Rabbimin verdiği görevden beni kimse azledemez. — Sen iyi birine benziyorsun. Dile benden ne dilersen! — Peki, her şey isteyebilir miyim? — Elbette. — İhtiyarladım, hâlsizleştim, gençleşmek istiyorum, beni genç yap! — Bu iş elimden gelmez. — O zaman bana bir ferman yaz, görevli melekler beni Cehenneme atmasın! — Bunu da yapamam. — Benim öyle bir sultanım var ki, her şeyimi Ondan istiyorum. Hiç (Bunuyapamam) demedi.
— Haklısın, haydi yolun açık olsun. Beni duadan unutma! (İslam Ahlakı)
Tarafını belli etmek
Sual: Büyüklerimiz, (Tarafımızı belli etmeliyiz) dedikleri için oğlum, sevdiklerini, sevmediklerini sosyal medyada açıkça bildiriyor. Sevmediklerini kötülüyor, fitneye sebep oluyor. Böyle yapması uygun mudur? CEVAP Büyüklerimiz, Ehl-i sünnet âlimleri, (Fitne çıkarmayın! Bu zamanda en kıymetli hizmet fitneye sebep olmamaktır) diyorlar. Peygamber efendimiz, fitne çıkarana lânet ediyor. Tarafımızı belli etmek, fitneye sebep olmadan yapılır. Din kitaplarında deniyor ki:
Fitneden sakınmak için, Müslüman, inancını, görüşünü, partisini, grubunu, gittiği yolu saklamalıdır. Sırrını açıklayan kimse, çok defa söylediğine pişman olur, üzülür. İnsan, söylemediği sözünün hâkimidir, söylediğinin ise, mahkûmudur. (Keşke söylemeseydim) der, ama iş işten geçmiştir. Malı ve eşyayı emin olarak saklayan çok insan, sır saklayamaz. Hiç ummadığınız kimse, gizli sırlarınızı açıklayabilir. Onun için, eskiden büyük zatlar, (Zehebini, zihabını ve mezhebini gizli tut) derlerdi. Yani (Paranı, dînî inancını, siyasî görüşünü, grubunu gizli tut!) demektir. Müminin, kendini zararlardan koruması lazımdır. Mesela namaz kılanlara tepki gösterenlerin arasındaysa, namazı gizli kılmalıdır.
Fitne çıkmayacaksa tarafımızı belli ederiz. Açıktan camiye gideriz. Kadın isek, tesettürle dışarı çıkarız. Yani fitne çıkmayacak her işte, kimliğimizi ortaya koyarız. Böylece tarafımızı belli etmiş oluruz.
.
Zaruret ve fitne zamanında
Sual: Harama helal veya haram bir şey için Allah razı olsun diyenin kâfir olacağı din kitaplarında yazılıdır. Biz namaz kılan tesettürlü kimseleriz. Bayramda seyranda yabancı erkeklerle tokalaşıyor veya öpüşüyoruz. Bizi öpen yaşlı erkeklere Allah razı olsun desek küfür olur mu? Maksadımız harama helal demek değildir. Teşekkür kabilinden bir şeydir. Yine de küfre girmiş oluyor muyuz? Bazı arkadaşlar siz küfre giriyorsunuz diyor. CEVAP Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Bilmeden fetva verene, yerdeki ve gökteki melekler lanet ederler.) [İbni Lal]
Müslümana kâfir demek çok tehlikelidir. Bir kurtuluş yolu varsa onu bulmak lazımdır. Çünkü hangi söz küfür, hangisi değil, bilmek şarttır. 99 tane âlim, bir şeye küfür dese, bir tek âlim de küfür değil dese, o kimseye o işten dolayı kâfir denmez. Hanefi mezhebindeki bütün âlimler, bir şeye küfür dese, diğer mezheplerdeki bir âlim, bu şey küfür değil dese, o kimseye kâfir denmiyor. Onun için küfür olan bir konuda ince eleyip sık dokumak gerekiyor. Sorumsuz kimseler hemen haramdır, helaldir diye çekinmeden söylerler. Bilmeden, kitaba bakmadan, caizdir, caiz değildir gibi konuşmaktan çok sakınmalı! Haramdan korkmayan, günah işlemeye cesaret eden cahildir. Nitekim,(Cahil, cesur olur) yani (Cahil cüretkâr olur) deniyor. Bu söz, (Cahil, günah işlemekten korkmaz) demektir. Hadis-i şerifte, (Fetva vermekte en cüretkâr olanınız, ateşe [Cehenneme atılmaya] en cüretkâr olanınızdır) buyuruldu. (Darimi)
Mecelle’de diyor ki:
Zaruretler, memnu olanı mubah kılar. Yani yasak olan şeylerin, zaruret devam ettiği müddetçe yasaklığı kalkar. (Madde 21)
Zaruret olunca haram bir şey ilaç olarak kullanılıyor ve şifa hasıl olabiliyor. Halbuki Peygamber efendimiz, (Haramda şifa yoktur)buyuruyor. Haram olan şey, nasıl şifa olabiliyor diye hatıra gelebilir. Evet haramda şifa olmaz. Zaruret olunca haram mubah hale geliyor. Mubahtan şifa hasıl oluyor.
Genelde erkek için, yabancı kadınla tokalaşmak gibi bir zaruret hasıl olabiliyor. Böyle zaruri durumlarda, haram olan fitneye sebebiyet vermemek için tokalaşmak mubah oluyor. Mubah olan bir işten dolayı teşekkür etmeye, Allah razı olsun demeye küfür demek doğru olmaz.
[Ancak, zaruret ve fitne zamanlarında yapılması caiz olan şeyleri, sair zamanlarda yani fitne ve zaruret olmayan durumlarda yapmak uygun değildir.]
Yabancının elini öpmek Bazı bayanlar, mail ile, telefon ile, (Hocam ellerinizden öperiz)diyorlar. Bizzat öpmekle, öperim demek farklı şeylerdir. Mesela eski bir âdettir, mektuplarda, (Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperiz) denir. Halbuki gözden öpülmez, bu sevgiyi belirten bir ifadedir. Hatta her büyüğün elini de öpmek uygun değildir. Sadece ana baba ve âlimin eli öpülür diye bildiriliyor. Ama âdettir, fitne olmaması için amca, dayı, hala ve teyzemizin elini öpüyoruz. Hatta yabancı yaşlı kadın veya erkeklerin de elini öpüyoruz. “Ana babadan başkasının eli öpülmez, siz haramı mubah sayıyorsunuz, o halde kâfir oldunuz” demek yanlış olur. Bir teyzenin elini öpsek, o da “Evladım Allah razı olsun” dese, teyzeye “Haram bir işe Allah razı olsun dediniz, küfre girdiniz“ demek de yanlıştır.
Zaruret ve haramlar Sual: Zaruret olursa, yabancı kadınla tokalaşmak caiz olur deniyor. Zarureti bahane ederek, haram işlemek caiz olur mu? CEVAP Zaruret halinde, haram olan bir işi, zaruret bitene kadar yapmanın caiz olduğu bütün fıkıh kitaplarında yazılıdır. Mecelle’de deniyor ki: Zaruretler, memnu olanı mubah kılar. Yani yasak olan şeylerin, zaruret devam ettiği müddetçe yasaklığı kalkar. (Madde 21) Birkaç örnek verelim: 1- Domuz eti yemek ve içki içmek, haramdır. Zaruret varsa, zaruret bitene kadar mubah olur. Yani ölmemek için domuz yenir ve şarap içilir. Yiyip içmeyip ölen, haram işlemiş olur.
2- Faiz haramdır. Zaruret olunca, zaruret miktarı mubah olur.
3- Kadınların saçlarını açması haramdır. Zaruret varsa, zaruret bitene kadar mubah olur.
Bunlar gibi, zaruret olunca yabancı kadınla tokalaşmak da caizdir. Mesela, İslam ülkelerindeki bir devlet başkanı, başka ülkelerden gelen bayan başbakanlarla tokalaşmazsa fitneye sebep olur. Fitneye sebep olmak ise haramdır.
.
Cihad ve fitne
Sual: Yabancı bir yazar, (Hükümet, zulüm, haksızlık yaparsa, müslümanlar isyan etmelidir) diyor. Bu söz doğru mudur? CEVAP Bu söz, İslam âlimlerinin bildirdiklerine uymamaktadır. Müslümanlar isyan etmez. Fitne ve fesat çıkarmaz. Zalim olan hükümete de isyan etmek günahtır. Kanunlara, emirlere karşı gelmek, cihad olmaz. Fitne çıkarmak olur. Fitnecilere aldananlar, Hac suresinin 39. âyetine yanlış mana verdikleri için, bu felakete düşmüşlerdir. Bu âyette mealen,(Müminlere saldıran zalimlerle cihad etmeye izin verildi)buyuruldu. Mekke’de kâfirler, müslümanlara zulmedip, yaralayınca, öldürünce, bunlarla dövüşmek için, tekrar tekrar izin istediler. İzin verilmedi. Medine’ye hicret edilince, bu âyet gelerek, yeni kurulan İslam devletinin, Mekke’deki zalimlerle cihad yapmasına izin verildi. Bu âyet-i kerime, müslümanların, zalim hükümete isyan etmeleri için değil, insanların İslam dinini işitmelerine, müslüman olmalarına mani olan zalim diktatör ordular ile cihad yapması için, İslam devletine izin vermektedir.
(Siyer-i kebir)deki hadis-i şeriflerde, (Emire isyan eden kimseye Cennet haramdır) ve (Adil ve zalim, her emirin emri altında cihad ediniz) buyuruldu.
Cihadı devlet yapar Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazılı olan cihad, başka ülkelerdeki düşman olan kâfirlerle, devlet olarak savaşmak demektir. Korsan gösteriler yapmak, cihad cihad diye bağırmak cihad olmaz, çapulculuk olur. Dinimize zarar verir. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Bozuk bir işi düzeltemediğiniz zaman, sabrediniz! Allahü teâlâ onu düzeltir.) [Beyheki]
Bu hadis-i şerif, kanunlara karşı gelmeyi, ihtilal yapmayı değil, meşru yollardan nasihat verip sabretmeyi emretmektedir. Bir hadis-i şerifte de buyuruldu ki: (Cihadın en kıymetlisi, zalim sultan yanında, doğru yolu gösteren bir söz söylemektir.) [Tirmizi]
Âlimlerin, gücü yettiği kadar hükümet memurlarına, emr-i maruf yapması gerekir. Fakat emr-i maruf yaparken, fitne çıkmamasına çok dikkat etmelidir!
Görülüyor ki, müslümanlar ihtilal yapmaz. Ama, zulme, haksızlığa da teslim olmaz. Meşru yollardan hakkını arar. Hükümetin meşru emirlerine uymak, her müslümana vaciptir. Hiç kimsenin haram olan emirleri yapılmaz. Fakat, buna isyan edilmez. Fitne çıkarılmaz. Zalimlere karşı gelmemeli, onlarla münakaşa etmemelidir! Mesela, namaz kılmamak, en büyük günahlardandır. Âmir, kumandan, kâfir ve zalim olup, emri altında olana (Namaz kılma derse), (Baş üstüne, kılmam) demeli, senin yanında kılmam demeyi düşünmelidir! Çünkü fitne çıkarmak, yani müslümanların ezilmelerine sebep olmak haramdır. O zalimin yanından ayrılınca, namazı hemen kılmalıdır!
Kuvvete karşı gelmek, devlete karşı isyan etmek ahmaklıktır. Kendini tehlikeye atmak olur. Bu ise, haramdır. Tarihte öyle ahmaklar çıkmış ki, fitneye sebep olan yazı ve sözlerinden dolayı kendi kellelerini kaptırdıkları gibi, binlerce, on binlerce müslümanın kanının dökülmesine sebep olmuşlardır. Kâfirlerin müslümanlara karşı daha şiddetli hareket etmelerine sebep olmuşlardır.
Kâfir ülkelerinde misafir olan müslümanın da, kâfirlerin mallarına, canlarına ve ırzlarına dokunması caiz değildir. Kâfirlerin gönüllerini hoş ederek, onlardan istifade etmek caizdir.
Âmirlerinize itaat edin Dar-ül-islamda yaşayan zimmi kâfirlerin ve misafir gelen harbi kâfirlerin, yani turistlerin ve tüccarların haklarını gözetmek, müslümanların haklarını gözetmekten daha mühimdir. Bunlara saldırmak, hatta bunları gıybet etmek, çekiştirmek bile müslümanlara saldırmaktan daha kötüdür.
Müslümanlar, din ve fen bilgilerine çok çalışarak kuvvetlenir. Böylece, galip ve hakim olurlar.
İbni Âbidin hazretleri, (Sultan veya başka zalimler, ikrah ederek, zorlayarak, ölümle, hapis ile, işkence ile korkutarak emredince, belli günahları işlemek mubah, hatta farz olur. Emrini yapmamak günah olur) buyuruyor. Hadis-i şerifte, (Emirlerinize itaat ediniz) buyuruldu. Emir, en aşağınız olsa da, İslamiyet’e uygun olan emirlerine uymak vaciptir. Hiç kimsenin günah olan emrine itaat edilmez. Fakat, isyan etmek fesada sebep olursa, bu emrine de itaat olunur. Çünkü, büyük zarar işlememek için, küçük zarara katlanmanın caiz olacağı Eşbah’ta yazılıdır. Sultanın emrettiği mubah bir şeyi yapmak vacip olur.(Berika)
Abdülgani Nablusi hazretleri, (Sultanın, kendi aklı ile, arzusu ile verdiği emirlerine itaat etmek vacip olmaz. Fakat sultan zalim ise, eziyet ve işkence ediyorsa, onun Allahü teâlânın hükümlerine uymayan emir ve yasaklarına da uymak gerekir. Hele, itaat etmeyenleri öldürüyorsa, kendini tehlikeye atmak, kimseye caiz olmaz) buyurdu. (Hadika)
Müslümanlar, kıymetli kitaplardan naklettiğimiz yazılara dikkat etmeli, korsan gösteri yapanlara ve korsan yazı yazanlara itibar etmemelidir!
Sual: Dünyanın çeşitli yerlerinde azınlıkta olan Müslümanlara, Hristiyanlar veya başka İslam düşmanları zulüm ediyor, canlarına, mallarına ve ırzlarına saldırıyor. Bu durumda, onların öldüreceğini bile bile onlara saldırmak fitne olur mu? İntihara teşebbüs sayılır mı? CEVAP Meşru savaşı devlet yapar. Muayyen grupların isyan etmesi yanlış olur. Bunlar, hicret imkanı varsa başka diyara hicret etmeli. Buna da imkan yoksa yine de fitneye karışmamalı. Onlar öldürürse Müslümanlar şehit olur. Irza tecavüz etseler Müslümana günah olmaz. Bu hususta Peygamber efendimiz buyuruyor ki: (Kıyamet yaklaştıkça fitneler çoğalır. Sabah evinden mümin çıkan, akşam evine kâfir olarak döner. Akşam mümin iken, kâfir olarak sabaha çıkar. Böyle bir zamanda kenarda duran, ortaya atılandan, oturan ayakta olandan, ayakta olan yürüyenden, yürüyen koşandan hayırlıdır. Şu halde evinizde oturun, fitneye karışmayın!) [Ebu Davud]
(Fitne zamanı saldırganlar, evinize girdiği zaman, [Maide suresinin 28. âyetinde bildirildiği gibi] “Beni öldürmek için, sen bana elini uzatsan da, seni öldürmek için ben sana elimi uzatmam” diyen Âdem’in oğlu Habil gibi ol!) [Tirmizi, Ebu Davud]
(Fitne zamanı evlerinizden ayrılmayın! Oklarınızı kırın, yaylarınızı kesin! Âdem aleyhisselamın oğlu Habil gibi olun!) [Ebu Davud, Tirmizi]
(Olaylar, fitneler, zuhur edince, katil değil, maktul [öldürülen]olabilirsen ol!) [Ebu Nuaym]
(Ne mutlu fitneye karışmayana.) [Ebu Davud]
.
İhlâs varsa, fitne olmaz
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Dine hizmette başarılı olabilmek için, fitneden uzak durmak, birlik ve beraberlik içinde olmak şarttır. Her işi, her hizmeti ihlâsla, yani sırf Allah rızası için yapmalıdır. İhlâsla yapılan işlere fitne karışmaz. İhlâs, yüzünü, kalbini Allah’a dönmek demektir. Böyle ihlâsı olana herkes saygı duyar. Ama ihlâsı yoksa, daima bir yerlere çarpar veya birileri ona çarpar. Çünkü insanlar ya sınırlı bir daire içinde çarpışıp dururlar veya bu dairenin dışında, hedefe doğru giderler. İtişme kakışma, kavga gürültü, dairenin içinde olur, dışında olmaz. Çünkü dairenin dışında olanın bir yere çarpması mümkün değildir. Onun yönü, insanların birbirlerine çarptığı yer değildir. İhlâslı Müslüman’ın tek gayesi Allah rızası olduğu için, dünyanın neresinde olursa olsun rahat eder. Kimseye zarar vermez, kimseden de zarar görmez. Hep takdir görür.
Dine hizmet edilen yerde, bir kimsenin kalbindeki ihlâs azalırsa, o oranda sıkıntı başlar. Bazıları çok ihlâslıdır, elde olmadan çok sevilir. Nereye gitseler onlara kucak açılır. Bazıları ise ihlâsları noksan olduğu için çok itici olurlar, herkes onlardan uzak durmaya çalışır. Böyle ihlâsı noksan olanlara, dine hizmet ettirmek zordur. Onun için ihlâsımızı artırmaya çalışmalıyız. İhlâs devam ettiği sürece, mıknatıs bizi bırakmaz. Hep bu daire içinde kalırız.
.
Hidayet, fitne ve sabır
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Bizim vazifemiz, inandırmak değil, anlatmaktır. Hidayet Allah’tandır. Peygamber efendimize, akrabalarından bile iman etmeyenler oldu. Bazı din büyüklerimizin öz kardeşleri bile onlardan nasiplenememiştir. Bu bir nasip meselesidir. Güneş her tarafa ışık yayar. Fakat aynı ışıkla biber acılaşır, karpuz tatlılaşır.
Allahü teâlâ, Nuh aleyhisselama, (Ehlini [çoluk çocuğunu]koruyacağım) vaadinde bulunmuştu. Ama oğlunun biri inanmadı, gemiye binmedi, boğuldu. Hazret-i Nuh, babalık şefkatiyle bunun hikmetini sual etti. Allahü teâlâ, (Senin ehlin, zürriyetinden gelen değil, senin yolunda olandır) buyurdu.
Merhum hocamız, (Kitaplarımızda bize ait tek kelime yoktur, hepsi Ehl-i sünnet âlimlerinin yazılarıdır, hepsi birer ayna gibidir. İyi kimse, aynaya bakar, eksikliklerini tamamlar. Kötü kimse, bakınca, kendi bozuk hâlini görür. Hâlini düzelteceğine kabahati aynada bilir, aynayı kırar. Ehl-i sünnet kitaplarına düşman olanlar da böyledir) buyururdu.
Dine hizmet edecek kişide, şu üç özellik olmalıdır: Dini bilecek, akıllı olacak ve ilm-i siyasetten anlayacak, yani zamanın şartlarına uygun davranacak. Bu özellikler yoksa, hem kendini, hem de, peşinden gelenleri büyük sıkıntıya sokar.
Emr-i marufu, fitne çıkarmadan yapmalı! Sabretmeli! Sabır dinin yarısıdır. Sabır acı, ama meyvesi tatlıdır. Sabır acı bir ilaçtır, ama şifası mutlaktır. Küsmek, intikam, kan davası yok! Güler yüzlü, tatlı dilli ve affedici olmalı, (İyilik edene iyilik et, kötülük edeni affet!) hadis-i şerifine uymalı!
Adamın biri, talebeleri sabırlı olmakla meşhur olan evliya bir zatın dergâhına gider. Oradaki talebelerin sabırlarını denemek maksadıyla, abdest almak için bir testi ister. Talebe testiyi getirince, o testiyi kırar, bir daha ister. Geleni de kırar, tekrar ister. Bu şekilde 40 testi kırar. Yine testi isteyince, talebe özür diler, testi kalmadığını söyler. Bunun üzerine o kimse dergâhın şeyhine gider, (Ben imtihan etmek niyetiyle gelmiştim, 40 testi kırdım, yine de (Hayır) demediler, hep (Peki)dediler. Hâlbuki dünyada en zor şey peki demektir, böyle şey olamaz. Maşallah, talebeleriniz ne kadar sabırlıdır. Bunun sizin sayenizde olduğuna inanıyorum. Ben de size talebe olmak istiyorum) der
.
Fitneye sebep olmamalı
Sual: Fitne olsa da, başkaları kızsa da namazı onların gözleri önünde emr-i maruf niyetiyle kılmak gerekmez mi? Yoksa fitneye sebep olmamak için, ibadeti gizlemek mi gerekir? CEVAP Fitneye sebep olmamak ve zararlarından korunmak için, din düşmanlarından ibadeti gizlemelidir. Böyle kimselerin yanında açıktan ibadet yapmak emr-i maruf olmaz, fitne olur. Fitne çıkarmak haramdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Bir zaman gelir ki, şimdi aranızda münafıkların gizlendiği, ibadet yapar göründüğü gibi, o zaman da müminler gizlenir, ibadetleri gizli yaparlar.) [İbni Sünni]
Sual: Tehlike zamanında, namazı oturarak veya ima ile kılmak caiz midir? CEVAP Düşman veya yırtıcı hayvan korkusundan veya hastalanıp ayakta duramayan veya çamur olup kuru yer bulamayan kimse, namazını ima ile kılar. Daha sonra bunları iade etmesi gerekmez. (Halebi)
Sual: Namaz kıldığımız bilinmesin diye göz ile kılmamız caiz mi? CEVAP Hanefi’de kılınmaz. Ayakta duramayan oturarak kılar. Oturarak kılamayan yatarak başı ile ima eder. Yatarak başı ile de kılamayan gözü ile kılamaz ve namazını kazaya bırakır. Bu haliyle namazını kazaya bıraktığı için günaha girmez. Çünkü kılmaya imkanı yoktur.
Bir zaruret olursa, başka hiçbir imkan da bulunmazsa, Şafii mezhebi taklit edilerek kılınabilir.
.
Fitneye karışmamalı
16.01.2015
Sual: Merhum Hocamıza ve kitaplarına çeşitli yollarla durmadan saldırılıyor, tahrik edici yazılar yazılıyor. Onlara gerekli cevaplar vermemiz uygun değil mi? CEVAP
Hayır, uygun olmaz. Bu hakaretler, bu yolun şânındandır. Başta Peygamber efendimiz olmak üzere, bütün büyükler bu hakaret ve iftiralara mâruz kalmışlardır. Hattâ şu anda bile Peygamber efendimize yapılanları dünya âlem görüyor. Meyveli ağaç taşlanır. Müşriklerden biri, Resulullah'ı huzurunda kötülerken, Peygamber efendimiz susuyor. Hazret-i Ebu Bekir dayanamayıp ona cevap veriyor. Peygamber efendimiz, hemen dışarı çıkıyor. Hazret-i Ebu Bekir de dışarı çıkıyor, (Yâ Resulallah yanlış bir iş mi yaptım?) diye arz ediyor. Peygamber efendimiz, (Sen cevap vermeye başlayınca melek gitti, şeytan geldi. Şeytanın olduğu yerde durmak istemedim) buyuruyor. Biz de susmalıyız. Hem de bunlara cevap vermek gereksizdir. Çünkü Hocamızın büyüklüğü, kitaplarının üstünlüğü güneş gibi meydandadır, bütün dünya biliyor, tanıyor, savunmaya ihtiyacı yoktur. Tahriklere kapılmamalı. Cevap verilmeye kalkılırsa, onların istediği tuzağa düşülmüş, fitneye alet olmuş olunur. Peygamber efendimiz, (Fitneyi uyandırana lânet olsun) buyuruyor. Onlar kendileri çalsın, kendileri oynasın. Kesinlikle fitneden uzak durmalıdır.
Fitne, Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara, günaha sokmak demektir. (Hadîka)
Kur’an-ı kerimde, fitne kötülenmektedir. Birkaç âyet-i kerime meali: (Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür.) [Bekara 217]
(Onlar fitne çıkarmak için can atarlar.) [Nisa 91]
Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki: (Fitneden sakının! Söz ile çıkarılan fitne, kılıç ile çıkarılan fitne gibidir.) [İbni Mâce]
(Malı ve canı ile cihad eden, ortalığın karışık olduğu zaman bir kenara çekilip ibadetini yapan ve kimseye zararı olmayan insan, mümin-i kâmildir.) [Hâkim]
(Fitneciler saldırdığı zaman, "Beni öldürmek için bana elini uzatsan da, seni öldürmek için ben sana elimi uzatmam" diyen Âdem’in oğlu [Habil] gibi ol!) [Ebu Davud]
(Fitne zamanı evinizden ayrılmayın! Âdem’in oğlu [Habil] gibi olun!) [Tirmizî]
(Kıyamet yaklaştıkça fitneler çoğalır. Böyle zamanlarda kenarda kalan, ileri atılandan, oturan ayakta olandan, ayakta olan, yürüyenden, yürüyen de, koşandan hayırlıdır, evinizde oturun, fitneye karışmayın!) [Ebu Davud]
(Fitne zamanında evinizde oturun, günahlarınıza tevbe edin, dilinizi tutun, kendi işinize bakın, başkalarının işine karışmayın!)[Nesâî]
(Ne mutlu fitneye karışmayana!) [Ebu Davud]
Fitne hakkındaki âyet-i kerime ve hadis-i şeriflere uymalı, hiç cevap vermemelidir. Eden kendine eder.
.
Fitneye sebep olmak
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: (Fitne uykudadır, uyandırana Allah lanet etsin) hadis-i şerifi, fitnenin tehlikesini, fitneye sebep olmanın haram olduğunu bildirmektedir. Fitne çıkarana bir zarar gelmese veya o bu zarara razı olsa bile, söylenen o sözle, yapılan o hareketle Müslümanlar zarar görürse, vebali ağır olur. Çünkü Peygamber efendimiz, ona lanet ediyor.
İmam-ı Rabbani hazretleri, (Yapılacak bin iyilik, bir kötülüğe sebebiyet vermemeli) buyuruyor. Dinimize hizmet ederken buna çok dikkat etmeli. Zarardan, kötülükten korunmak, menfaat sağlamaktan önce gelir. Bir düşman kazanmak, bin dost kazanmaktan kötüdür. Bir fitneye sebep olmak, bin iyilik yapmaktan kötüdür. O hâlde, fitneye sebep olmadan, düşman kazanmadan, sertlikten uzak kalarak, daima yumuşaklıkla hizmet etmeli. Malı alıcısına satmalı. Talip olmayana, o işten anlamayana bir şeyler anlatarak tepkiye sebep olmamalı. Hadis-i şerifte, (Ehli olmayana ilim öğretmek, domuza inciden gerdanlık, kolye takmaya benzer) buyuruluyor. Bilmeyene, istemeyene, tepki verecek olana, dinden bahsetmek böyledir, fitneye de sebep olur.
Peygamber efendimiz, (İnsanlara, akılları derecesinde konuşun!)buyurmuştur. Bir bedevi, Resulullah’a gelerek, (Bana İslamiyet’i anlat, aklıma yatarsa inanırım) deyince, ona, (Bu dinin temeli iki şeydir: Allahü teâlânın bütün emirlerine ve yasaklarına hürmet etmek, beğenmek ve Onun bütün mahlûklarına acımak, şefkat göstermektir) buyurdu.
Emr-i maruf yaparken fitneye sebep olacaksa, susmalı, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını verip geçmeli. O büyüklerin sözleriyle kurtulamayan, bizim sözümüzle mi kurtulacak?
Sözlerimize, hareketlerimize dikkat etmeliyiz. Dosta da, düşmana da, güler yüz, tatlı dil göstermeliyiz, hiç kimseyle münakaşa etmemeliyiz.
Çok şey konuşanın aklının az olduğu anlaşılır. Hiçbir yerde, hiçbir kimseye lüzumsuz söz söylememeli. Hep düşünerek konuşmalı. Hele münakaşa, zararlı ve yasaktır.
İnsanlar, bir kendileri için yaptığı ibadetlerden, bir de sebep oldukları şeylerden dolayı hesaba çekilecektir. Sebep oldukları şeyin hesabı, çok daha ağırdır. Çünkü büyükler, (Öyle yaşayın ki, sizin yüzünüzden biri Cehenneme gitmesin, yoksa sizi de götürür) buyuruyorlar.
İnsanlar cemiyet hâlinde yaşamaya mecbûrdurlar. Toplu hâldeki insanların aralarında iyi geçim varsa, huzûr temîn edilebiliyorsa, orada yaşama râhatı vardır. Bütün insanlar biribirine düşmân olmadan, herkes diğerinin hakkına saygı duyarak yaşarlar. Bunun aksine, bozguncular tarafından vatandaşların arasına ayrılık tohumları atılıp, insanlar birbirine düşmân hâle gelmişse, orada "fitne" vardır. Bâzı insanlar huzûrsuz, râhatsız ve yaşamaktan bıkkın hâldedirler. Bilerek veya bilmeyerek "fitne" çıkmasına sebep olanlar, insanlar arasında bölücülüğe, sıkıntıya, kânûnlara karşı saygısızlığa ve dînî emirlerin yerine getirilmesine mâni olarak inançların zayıflamasına veya yanlış tatbîk edilmesine sebeb olmaktadırlar.
Onun için Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadîs-i şerîfinde: "Fitne uykudadır, onu uyandırana Allah la'net etsin" (el-Berîka) buyurmuştur.
KARIŞIKLIK, KARGAŞA!..
"Fitne" kelimesinin birçok ma'nâsı vardır: "Ayrılık, karışıklık, kargaşa"; "insanı hak ve hakîkatten saptıracak şey"; "insanları sıkıntıya, belâya düşüren, Müslümânların zararına sebep olan iş"; "düşmânlığa sebeb olan şey" bunlardan bir kısmıdır.
Yine "Fitne"nin ma'nâları arasında, "Karışıklık, geçimsizlik, bozgunculuk, arabozuculuk"; "Müslümânlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara, günâha sokmak, insanları isyâna kışkırtmak" karşılıklarını da görüyoruz.
Kur'ân-ı kerîmde "el-fitne" kelimesi [isim ve masdar olarak] 30 defa geçmektedir. Ayrıca fiil olarak başka âyetlerde de defalarca zikredilmektedir. Cemiyetteki insanlar arasında fitne çıkarıldığı zaman, millî bütünlük ortadan kalkar. İnsanlar kamplara bölünürler. O hâle gelirler ki kardeş kardeşe, baba evlâda düşmân olur. Bu hâl devletin sarsılmasına da sebeb olur.
Kardeş gibi yaşayan insanları çeşitli sebeplerle biribirlerine düşürüp, kânûnlara, hükûmetlere karşı isyâna teşvîk edenler, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerde belirtilen fitne çıkarma vebâlini yüklenmiş olurlar.
Allahü teâlâ, fitnenin kötülüğünü bir âyet-i kerîmede meâlen: "...Fitne, adam öldürmekten daha beterdir, daha kötüdür..." (Bakara sûresi, 191), diğer bir âyet-i celîlede ise "...Fitne, adam öldürmekten daha büyüktür..." (Bakara, 217) şeklinde beyân buyurmaktadır.
Bunlarda "eşedd: daha şiddetli" ve "ekber: daha büyük" kelimeleri kullanılmıştır.
Enfâl sûresinde ise meâlen şöyle buyurulmuştur: "Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sâdece zulmedenlere erişmekle kalmaz (umûma sirâyet ve hepsini perişân eder). Biliniz ki, Allah'ın azâbı şiddetlidir." (Enfâl, 25)
"Fesâd" da, "Bozukluk, karışıklık, fitne, anarşi" manalarında kullanılan bir terimdir. Allahü teâlâ, Mâide sûresinin 33. âyet-i kerîmesinde fesâd çıkaranların mes'ûliyetlerini ve cezâlarını beyân buyurmuştur.
Sevgili Peygamberimiz de bir hadîs-i şerîfinde: "Fitnenin, fesâdın çoğaldığı bir zamanda ibâdet etmek, hicret ederek benim yanıma gelmek gibidir" (Mektûbât-ı Rabbâniyye) buyurmuştur.
Diğer bir hadîs-i şerîf ise şöyledir: "Ümmetim arasına fesâd yayıldığı zaman, sünnetime yapışan için yüz şehîd sevâbı vardır." (el-Hadîka)
Ahmed İbni Hanbel'in "Müsned"inde zikrettiği bir hadîs-i şerîfte de şöyle buyurulmuştur: "Kıyâmet kopmadan önce, her yeri fitneler kaplayacak. Fitnelerin zulmeti, ortalığı karanlık gece gibi yapacak. O zaman evinden mü'min olarak çıkan kimse, akşama kâfir olarak evine dönecek. Akşam mü'min olarak evine gelen, sabâha kâfir olarak çıkacak. O zaman oturmak, ayakta kalmaktan hayırlıdır. Yürüyen koşandan daha iyidir. O zamân oklarınızı kırınız; yaylarınızı kesiniz. Kılınçlarınızı taşa çalınız...."
"DİLİNİZİ TUTUNUZ!.."
"Mişkâtul-Mesâbîh"deki diğer hadîs-i şerîflerde ise şöyle buyurulmuştur:
"Fitnecilere karışmayan, saâdete kavuşur. Fitneye yakalanıp, sabreden de, saâdete kavuşur."
"Fitne zamânında, Müslümânlara ve onların reîslerine tâbi olunuz. Hak yolda olan yoksa, fitneciler, isyâncılar arasına karışmayınız! Ölünceye kadar fitneye katılmayınız."
[İnşâallah yarınki makâlemizde de, bu konu üzerinde durmak istiyoruz.]
Dünkü makâlemizde, "fitne" ve "fesâd" kelimelerinin manâları ile konuyla ilgili bazı âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflere yer vermiştik. Bugün aynı konuda birkaç kelime daha yazmak istiyoruz. Dün sizlere, hadîs-i şerîfte, "Fitne, uykudadır. Onu uyandırana Allah la'net etsin" buyurulduğunu nakletmiştik.
Bilindiği gibi fitne çıkarmak, insanları sıkıntıya sokmak, belâya düşürmek, ihtilâle sebep olmaktır. Diğer bir hadîs-i şerîfte:
"Fitne çıkarmayınız! Söz ile çıkarılan fitne, kılıç ile olan fitne gibidir. Zâlimlere, fâcirlere, milleti çekiştirmekten, yalan ve iftirâ söylemekten hâsıl olan fitne, kılıç ile yapılan fitneden daha zararlıdır" buyurulmuştur. (Muhtasaru Tezkireti'l-Kurtubî)
Fitne ve fesâd hakkında İslâm âlimlerinin de çok önemli sözleri vardır:
ÂLİMLERİN VAZİFESİ...
"Fitne çıkaran âlimden ve câhil âbid (çok ibâdet eden)den sakınınız. Bunların hâline meftûn olan (gönlünü kaptıran) için ikisi de fitnedir. Hem de çok tehlikelidir" buyuran
İmâm-ı Şa'bî (rahimehüllah) de, fitneci âlimlerden de, câhillerden de sakındırmaktadır.
"Halkın işi gücü fesâd olunca, şerliler (kötüler) başlarına geçer." (İmâm A'meş)
Zamânın şartlarına, insanların hâline ve anlayış kapasite ve şekillerine göre dînin emir ve yasaklarını bildirerek, insanlar arasında fitnenin yayılmasını önlemek, İslâm âlimlerinin vazîfesidir.
Dîn adamlarının insanların yapamayacakları husûsları bildirmeleri de fitneye sebep olur. Bu işte yetkili olan ilim adamlarının, insanlara izin olarak bildirilen hükümleri belirtip kolaylaştırıcı olmaları, insanların yapabileceklerini söylemeleri gerekmektedir.
Dînimizde karışıklık çıkarmak, hattâ insanlar arasında fitneye sebep olacak şekilde nasîhat yapmak veya davranışlarda bulunmak da, büyük günâhtır.
Hattâ cemâate namaz kıldıran bir imâmın, kırâat yaparken sünnet olan mikdârdan fazla okuyarak namâzı uzatması da, fitne çıkarmak olarak kabûl edilmektedir. Ancak cemâatin hepsi râzı olursa, bu takdîrde fitne olmayacağı, câiz olacağı kaydedilmiştir.
Vâizlerin, dîn adamlarının, cemâatin anlayamayacakları şeyleri söylemeleri ve yazmaları da, fitne olarak tavsîf edilmektedir. Herkese, anlayabileceği kadar söylemelidir. Müslümânlara yapamayacakları ibâdetleri emretmemeli; zaîf kavil olsa bile, yapabileceklerini söylemelidir.
Emr-i ma'rûf yaparken de fitne çıkarmamaya dikkat etmek lâzımdır. Emr-i ma'rûf yaparken, kendini tehlikeye sokmak, emrolunmamıştır...
Kitaplarda: "İnsanları, hükûmete karşı, kanûnlara karşı isyâna teşvîk etmek, fitne olur. Fitne çıkarmak harâmdır. Haksız yere adam öldürmekden dahâ büyük günâhtır. Zâlim olan hükûmete karşı isyân etmek de harâmdır. Mazlûmlar isyân ederse, bunlara yardım etmek de harâmdır. İsyân etmenin zararı, günâhı, zulmün zararından ve günâhından dahâ çoktur" cümleleri yazılıdır.
"Sevgili yavrum! Tekrâr tekrâr yazıyorum ki, şimdi, günâhlarımıza tevbe edecek, Allahımızdan afv dileyecek zamândayız. Fitnelerin çoğaldığı bu zamânda, eve kapanıp, kimse ile görüşmemelidir. Fitneler, neredeyse yağmur gibi yağarak, her yeri kaplayacak.
Eshâb-ı kirâm (radıyallahü anhüm), Resûlullah Efendimize: "Fitne zamânında bulunacak Müslümânlara ne yapmayı emredersiniz" dediler. Cevâbında, "Evinizin eşyâsı olunuz"; diğer bir rivâyette ise, "Öyle fitne zamânında, evinizden dışarı çıkmayınız" buyurdu. [Ebû Dâvûd ve Tirmizî]
Bugünlerde, Dârul-harb kâfirlerinin Negrekût şehrinde, Müslümânlara, İslâm memleketlerinde yaptıkları zulümleri, işkenceleri işitmişsinizdir. Müslümânlara, görülmedik hakâretler yaptılar. Böyle alçakça işler, âhir zamânda çok olacaktır." [Mektûbât-ı Rabbâniyye, c. II, 68. Mektûb]
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)in bir duâsıyla makalemizi bitirelim (Meâlen):
"Ey Allah'ım! Bana, hayırlı işleri yapmayı, çirkin şeyleri terk etmeyi ve fakîrleri sevmeyi nasîb eyle! Kavmim arasında fitne çıkarmak istediğin zamân, fitneye karışmadan canımı al" [Onun bu duâyı okuduğunu, İmâm Muhammed (rahimehullah) bildirmiştir.]
Kur'ân-ı kerîmde "el-Fitne" kelimesi [isim ve masdar olarak] 30 defa geçmektedir. Ayrıca fiil olarak başka âyetlerde de defalarca zikredilmektedir.
Allahü teâlâ, fitnenin kötülüğünü bir âyet-i kerîmede meâlen; "...Fitne, adam öldürmekten daha beterdir, daha kötüdür..." (Bakara sûresi, 191) beyan buyurmaktadır.
Enfâl sûresinde ise meâlen şöyle buyurulmuştur: "Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sâdece zulmedenlere erişmekle kalmaz (umûma sirâyet ve hepsini perişân eder). Biliniz ki, Allah'ın azâbı şiddetlidir." (Enfâl, 25)
"Fitne" kelimesinin birçok manâsı vardır: "Ayrılık, karışıklık, kargaşa"; "insanı hak ve hakîkatten saptıracak şey"; "insanları sıkıntıya, belâya düşüren, Müslümânların zararına sebep olan iş"; "düşmânlığa sebeb olan şey" bunlardan bir kısmıdır.
Yine "Fitne"nin manâları arasında, "Karışıklık, geçimsizlik, bozgunculuk, arabozuculuk"; "Müslümânlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara, günâha sokmak, insanları isyâna kışkırtmak" karşılıklarını da görüyoruz.
İnsanlar cemiyet hâlinde yaşamaya mecbûrdurlar. Toplu hâldeki insanların aralarında iyi geçim varsa, huzûr temîn edilebiliyorsa, orada yaşama râhatı vardır. Bütün insanlar biribirine düşmân olmadan, herkes diğerinin hakkına saygı duyarak yaşarlar. Bunun aksine, bozguncular tarafından vatandaşların arasına ayrılık tohumları atılıp, insanlar birbirine düşmân hâle gelmişse, orada "fitne" vardır. Bâzı insanlar huzûrsuz, rahatsız ve yaşamaktan bıkkın hâldedirler. Bilerek veya bilmeyerek "fitne" çıkmasına sebep olanlar, insanlar arasında bölücülüğe, sıkıntıya, kânûnlara karşı saygısızlığa ve dînî emirlerin yerine getirilmesine mâni olarak inançların zayıflamasına veya yanlış tatbîk edilmesine sebep olmaktadırlar.
Cemiyetteki insanlar arasında herhangi bir fitne çıkarıldığı zaman, millî beraberlik ve bütünlük ortadan kalkar. İnsanlar kamplara bölünürler. O hâle gelirler ki kardeş kardeşe, baba evlâda düşmân olur. Bu hâl devletin sarsılmasına da sebep olur. Onun için Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadîs-i şerîfinde: "Fitne uykudadır, onu uyandırana Allah la'net etsin" (el-Berîka) buyurmuştur.
Makâlemizin başlığında geçen "Fesâd" da, "Bozukluk, karışıklık, fitne, anarşi" manâlarında kullanılan bir terimdir. Allahü teâlâ, Mâide sûresinin 33. âyet-i kerîmesinde fesâd çıkaranların mes'ûliyetlerini ve cezâlarını beyân buyurmuştur.
Sevgili Peygamberimiz de bir hadîs-i şerîfinde: "Fitnenin, fesâdın çoğaldığı bir zamanda ibâdet etmek, hicret ederek benim yanıma gelmek gibidir" (Mektûbât-ı Rabbâniyye) buyurmuştur.
Ahmed İbn-i Hanbel'in "Müsned"inde zikrettiği bir hadîs-i şerîfte de şöyle buyurulmuştur: "Kıyâmet kopmadan önce, her yeri fitneler kaplayacak. Fitnelerin zulmeti, ortalığı karanlık gece gibi yapacak. O zaman evinden mü'min olarak çıkan kimse, akşama kâfir olarak evine dönecek. Akşam mü'min olarak evine gelen, sabâha kâfir olarak çıkacak. O zaman oturmak, ayakta kalmaktan hayırlıdır. Yürüyen koşandan daha iyidir. O zamân oklarınızı kırınız; yaylarınızı kesiniz. Kılınçlarınızı taşa çalınız...." [Yarınki makâlemizde, inşâallah, bu konu üzerinde biraz daha durmak istiyoruz.]
Emr-i ma'rûf yaparken de fitne çıkarmamaya dikkat etmek lâzımdır. Emr-i ma'rûf yaparken, kendini tehlikeye sokmak, emrolunmamıştır...
Dünkü makâlemizde, "fitne" ve "fesâd" kelimelerinin manâları ile konuyla ilgili bazı âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflere yer vermiştik. Bugün aynı konuda birkaç kelime daha yazmak istiyoruz. Bilindiği gibi fitne çıkarmak, insanları sıkıntıya sokmak, belâya düşürmek, ihtilâle sebep olmaktır. Bir hadîs-i şerîfte:
"Fitne çıkarmayınız! Söz ile çıkarılan fitne, kılıç ile olan fitne gibidir. Zâlimlere, fâcirlere, milleti çekiştirmekten, yalan ve iftirâ söylemekten hâsıl olan fitne, kılıç ile yapılan fitneden daha zararlıdır" buyurulmuştur. (Muhtasaru Tezkireti'l-Kurtubî)
"Mişkâtul-Mesâbîh"deki diğer hadîs-i şerîflerde ise şöyle buyurulmuştur:
"Fitnecilere karışmayan, saâdete kavuşur. Fitneye yakalanıp sabreden de, saâdete kavuşur."
"Fitne zamânında, Müslümânlara ve onların reîslerine tâbi olunuz. Hak yolda olan yoksa, fitneciler, isyâncılar arasına karışmayınız! Ölünceye kadar fitneye katılmayınız."
"Fitne" ve "fesâd" hakkında İslâm âlimlerinin de çok önemli sözleri vardır:
"Fitne çıkaran âlimden ve câhil âbid (çok ibâdet eden)den sakınınız. Bunların hâline meftûn olan (gönlünü kaptıran) için ikisi de fitnedir. Hem de çok tehlikelidir" buyuran İmâm-ı Şa'bî (rahimehüllah), fitneci âlimlerden de, câhillerden de sakındırmaktadır.
"Fitne ve fesâd zamânında İslâmiyet'e uymak, kâfirlerle harb etmek gibidir." (Abdülganî Nablüsî)
Dînin emir ve yasaklarını, zamânın şartlarına, insanların hâline ve anlayış kapasite ve şekillerine göre bildirerek, insanlar arasında fitnenin yayılmasını önlemek, İslâm âlimlerinin vazîfesidir.
Dînimizde karışıklık çıkarmak, hattâ insanlar arasında fitneye sebep olacak şekilde nasîhat yapmak veya davranışlarda bulunmak da, büyük günâhtır.
Dîn adamlarının insanların yapamayacakları husûsları bildirmeleri de fitneye sebep olur. Bu işte yetkili olan ilim adamlarının, insanlara izin olarak bildirilen hükümleri belirtip kolaylaştırıcı olmaları, insanların yapabileceklerini söylemeleri gerekmektedir.
Vâizlerin, dîn adamlarının, cemâatin anlayamayacakları şeyleri söylemeleri ve yazmaları da, fitne olarak tavsîf edilmektedir. Herkese, anlayabileceği kadar söylemelidir. Müslümânlara yapamayacakları ibâdetleri emretmemeli; zaîf kavil olsa bile, yapabileceklerini söylemelidir...
Emr-i ma'rûf yaparken de fitne çıkarmamaya dikkat etmek lâzımdır. Emr-i ma'rûf yaparken, kendini tehlikeye sokmak, emrolunmamıştır. Dîne ve başkalarına zarar vererek, dünyevî fitneye de, sebep olmamalıdır. Ama sâdece kendisine dünyevî zararı dokunacak emr-i ma'rûfu yapmak câiz olur, cihâd olur. Şâyet başına geleceklere sabredemeyecekse, bunu da yapmamalıdır. Fitne zamânında evinden çıkmamalı, kimse ile görüşmemelidir. Fitneye yakalanınca da, sabretmelidir.
Kitaplarda; "İnsanları, hükûmete karşı, kanûnlara karşı isyâna teşvîk etmek, fitne olur. Fitne çıkarmak harâmdır. Haksız yere adam öldürmekden dahâ büyük günâhtır. Zâlim olan hükûmete karşı isyân etmek de harâmdır. Mazlûmlar isyân ederse, bunlara yardım etmek de harâmdır. İsyân etmenin zararı, günâhı, zulmün zararından ve günâhından dahâ çoktur" cümleleri yazılıdır. [İnşâallah, ileride bu konuda başka makâleler de yazarız.]
12.04.2014
İnsanları sıkıntıya düşürmek fitnedir
2 Aralık 2023 01:21 | Güncelleme :2 Aralık 2023 01:21
A -
A +
Sual: Fitne ne demektir ve fitne çıkarmak veya fitneye sebep olmak niçin çok tehlikelidir?
(Fitne, uykudadır. Bunu uyandırana Allah lanet etsin!) buyuruldu.
İnsanları, kanunlara karşı isyana teşvik etmek, fitne olur. Fitne çıkarmak haramdır. Haksız yere adam öldürmekten daha büyük günahtır. Zalim olan devlete karşı isyan etmek de haramdır. İsyan etmenin zararı, günahı, zulmün zararından ve günahından daha çoktur.
İmamın, namaz kıldırırken, sünnet olan miktardan fazla okuyarak namazı uzatması da, fitne çıkarmaktır. Cemaatin hepsi razı olursa, fitne olmaz, caiz olur. Vâizlerin, din adamlarının, cemaatin anlayamayacakları şeyleri söylemeleri ve yazmaları da, fitne olur. Herkese, anlayabileceği kadar söylemelidir.
Müslümanlara yapamayacakları ibadetleri emretmemelidir. Zayıf kavil olsa bile, yapabileceklerini söylemelidir. Emr-i ma'rûf yaparken de fitne çıkarmamaya dikkat etmek lazımdır. Dine ve başkalarına zarar vererek, dünya fitnesine de, sebep olmamalıdır.
Fitne zamânında evinden çıkmamalı, kimse ile görüşmemelidir. Fitneye yakalanınca, sabretmelidir. İmâm-ı Rabbânî hazretleri, ikinci cildin altmışsekizinci mektubunda buyuruyor ki:
“Sevgili yavrum! Tekrar tekrar yazıyorum ki, şimdi, günahlarımıza tövbe edecek, Allahımızdan af dileyecek zamandayız. Fitnelerin çoğaldığı bu zamanda, eve kapanıp, kimse ile görüşmemelidir. Fitneler, neredeyse yağmur gibi yağarak, her yeri kaplayacak. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kıyamet kopmadan evvel, her yeri fitneler kaplıyacak. Fitnelerin zulmeti, ortalığı karanlık gece gibi yapacak. O zaman, evinden mümin olarak çıkan kimse, akşam kâfir olarak evine dönecek. Akşam mümin olarak evine gelen, sabah kâfir olarak kalkacak. O zaman oturmak, ayakta kalmaktan hayırlıdır. Yürüyen, koşandan daha iyidir. O zaman oklarınızı kırınız! Yaylarınızı kesiniz. Kılınçlarınızı taşa çalınız! O zaman, evinize birisi gelince, Âdem nebinin iki oğlundan iyisi gibi olsun!) Eshâb-ı kirâm, bunu işitince;
-O zamanda bulunacak Müslümanlara ne yapmayı emredersiniz dediklerinde, cevabında;
(Öyle fitne zamanında, evinizden dışarı çıkmayınız!) buyurdu.”
.
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
FİTNE
Fitne kelimesi küfür, azgınlık, sapıklık, günah, rüsvalık, ayrılık, birisini azdırmak, delilik, iç ihtilaf ve kargaşa, kavga, kalbin bir şeyi fazlaca beğenip, ona meyletmesi, hoşuna gitmesi, bela, azap, musîbet... gibi anlamları vardır (Abdü`r-Raûf el-Mısrî, Mu`cemü`l-Kur`an, Beyrut, 1367 /1948, II, 71; İbnü`l-Manzûr, Lisanü`l Arab, Beyrut 1698 XIII. 317 vd). Aynı zamanda insanlar arasında vukua gelen ihtilaf, ihtilâl, eşkiyalık ve kavgaya da denir. Bazı hadis ve ayetlerde söz konusu kelime daha ziyade bu manadadır (Tecrid-i Sarih Tercemesi, XII, 290).
Fitne ve bu kelimenin değişik türevleri Kur`an-ı Kerim`de muhtelif sure ve ayetlerde 60 yerde 12 manaya gelir:
2- Şirk (Allah`a ortak koşmak): "Fitne (şirk) adam öldürmekten daha büyük günahtır..." (el-Bakara, 2/217),
3- Küfür: "O gün (kıyamet günü) münafık erkeklerle, münafık kadınlar iman edenlere der!er ki, "bizi gözetip bekleyin, nurunuzdan biraz edinelim ". Onlara "geriye dönün de nur arayın!" denilir. Sonra da aralarına kapısı bulunan sur çekilir. İç tarafında rahmet, dış tarafında o cihetten azap vardır. münafıklar, müminlere "biz sizinle beraber değil miydik?" diye seslenirler. Onlar da "evet, beraberdik, ama siz kendinizi fitneye düşürdünüz (iman etmediniz, küfrettiniz) şüpheye düştünüz" (el-Hadîd" 57/13-14),
4- Günah: "... Artık Peygamber`in emrine muhalefet edenler, kendilerine bir fitnenin (günahın) dokunmasından veya kendilerine elem verici bir azabın erişmesinden çekinsinler" (en-Nûr, 24/63), "Onlardan (Tebük seferine çıkmamak için bahane arayanlardan) bir kısmı "bana izin ver de, beni fitneye (günaha) düşürme" diyordu. Haberiniz olsun ki, kendileri fitneye düşmüşlerdir. Her halde cehennem kâfirleri çepeçevre kuşatacaktır" (et-Tevbe, 9/49),
5- İşkence, eziyet: "Sonra işkence ve azaba uğratılan, ardından hicret eden, sonra da Allah yolunda savaşan ve sabredenleri, Rabbin mutlaka bağışlayan ve çok merhamet edendir" (en-Nahl, 16/110),
6- Belâ ve imtihan: "Andolsun ki, onlardan öncekileri de çetin imtihan ettik." (el-Ankebût, 29/3),
7- Ta`zîb ve Gönül incitme: "O kimseler ki, mümin erkeklere ve mümin kadınlara işkencede bulundular, sonra da tövbe etmediler. İşte onlar için cehennem azabı vardır. (el-Bürûc, 85/10),
8- Öldürme ve Helâk: "Yeryüzünde yolculuğa çıktığınızda, kâfirlerin sizi fitneye düşürüp (öldürüp) kötülük edeceklerinden endişe ederseniz, namazı kısaltmanızda bir vebal yoktur..." (en-Nisâ, 4/101),
9-Sırat-ı müstekîm`den saptırma: ``Neredeyse onlar, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı uydurman için seni bile fitneye düşürecekler (doğru yoldan saptıracaklardı), ve ancak o takdirde seni samimi bir dost edineceklerdi" (el-İsra, 17/73),
10-Dalâlet ve tereddüde düşürme: "Çünkü siz ve taptıklarınız, cehenneme girecek olanlar dışında hiç kimseyi dalâlete düşürecek (azdıracak), baştan çıkaracak değilsiniz" (es-Saffât, 37/161-163),
11- "Özür ve illet: "Sonra onların, sadece "Rabbimiz Allah`a yemin ederiz ki, biz müşrik değildik" sözleridir: başka özürleri (fitneleri) olmayacak" (el-En`âm, 6/23),
12- Delilik ve Gaflet: "Yakında kimlerin deli olduğunu sen de göreceksin, onlar da görecek" (el-Kalem, 68/5-6).
Fitne Allah (c.c) ve kuldan sadır fiiller cümlesindendir. Mesela, belâ, musîbet, öldürme veya işkence... gibi hoşlanılmayan fiiller, her ne zaman Allah Teâlâ`dan sadır olursa, ancak bir hikmete binaen olur; buna mukabıl her ne zaman, Allah`ın emri dışında, kul tarafından bu fiiller yapılırsa, bunun zıddı olur (Fîrûzâbâdî, Besâiru Zevi`t- Temyîz fî Letâifi`l-Kitabi`l-Azîz, Mekke (t.y), IV. 166-169)
Kur`an-ı Kerim`de geçen "fitne" ve türevi olan ikilemeleri bu şekilde oniki maddede toplamak mümkün olsa da, buna karşılık aynı kelimelerin Hadislerdeki manalarında aynı çokluğu görmemiz mümkün değildir. Hadislerde bu kelimeler daha çok "ictimaî bozukluk, düzensizlik, anarşi... vb. manalar" kullanılmıştır: "Fitne, deniz dalgaları gibi dalgalanır" (`Buhâri, fiten, 17; Müslim, iman, 231). Bilhassa Hz. Peygamber "Deccâl`dan" bahsederken, fitne kelimesini kullanmış, ümmetini bu fitneye karşı dikkatli olmaları için uyarmıştır (Buhârî, fiten, 26, i`tisâm, 2; Müslim, küsûf, 8, 1 1, 12, 22; Ebu Davud, fiten, 24, 149). Yine O, bir çok dualarında da mutlak olarak fitneden, Allah`a sığınmış (Buharı, daavât, 35; Müslim, fezâil, 137...) ve dünyanın, malın, fakirliğin, kabrin, ölü ve dirilerin, kadınların ve cehennemin fitnesi konusunda da ümmetine çeşitli tavsiyelerde bulunmuştur ki, mezkur konularda söz konusu olan fitne, insanı dinini yaşamaktan alıkoyan, Allah`a ulaşmadan engel olan veya insanı cehenneme sürükleyen âmil, sebeb... vb. manalara gelir (Bu manalar için bkz. İbnü`l-Esir, en-Nihâye fi darıbi`l-Hadis, Beyrut, t.y III. 410-411).
Hadis Kitaplarında "Kitabü`l-Fiten" diye bölümler vardır. Buradaki "fiten" kelimesi de fitne kelimesinin çoğulu olup, söz konusu bölüm Hz. Peygamber`in, kendi vefatından sonra meydana gelecek fitnelerle ilgili hadislerinin yanında, kıyamet ve ahiretle ilgili hadisleri ihtiva eder.
Allah Teâlâ şu ayet-i kerimede zararı herkese olan, musibeti, günahkâr olan ve olmayana kadar herkese ulaşan, anlaşmazlık, kavga... kısacası anarşiden kaçınılmasını emrettiği belirtilmektedir: "Ey müminler! Öyle bir fitneden sakınınız ki, o, hiç de sizden yalnız zulmedenlere dokunmakla kalmaz (onun dehşeti günahsızları bile kuşatır), (el-Enfâl, 8/25). Çeşitli hadislere göre -Buhârî bu ayeti başlık yaparak bu hadisleri altında sıralamıştır-" en büyük fitne ümmetin birliğini bozan ve İslâm toplumunun sosyal hayatını ihlal eden, bağı hareketler gelir. İkinci planda da İslâm devletinin müdafasından kaçmak, bütün ümmetin gözü önünde alem küfür ve dinden irtidat etmek, zâlim yöneticilere hayır ve doğru olan şeyleri öğütlemeyip, onlara dalkavukluk yapmak veya yağ çekmek gibi kötü şeyler gelir ki, bunlar da bir ümmetin bütün fertlerinin maruz kalmalarına sebeb olan fitne ve belalar cümlesindendir" (Tecrid-i Sarih Tercemesi, XII. 291).
İslâm tarihinin ilk dönümlerinde siyâsi sebeblerle zuhur eden dahilî ihtilaflar âlimlerimizce fitne olarak nitelendirilmiştir. Mesela; Cemel ve Sıffîn vakaları, Hz. Osman ve Hz. Ali`nin şehid edilmeleri, Hz. Muaviye`nin oğlu Yezid`i kendine halef ve veliahd tayin etmesi gibi İslâm devleti bünyesinde ortaya çıkan fitnelerdir. Bu tür fitneler sonucu bir çok müslüman hayatını kaybetmiş yeni yeni batıl mezheplerin ortaya çıkmasına sebeb olmuştur. Açılan bu tür yaraların kanları zamanımıza kadar akmaya devam etmiştir.
.
Ahir zaman fitneleri nasıl ortaya çıkacak ve bu fitnelere karşı kendimizi nasıl koruyacağız?
Soran : Sorularlaislami...
Tarih: 24.08.2016 - 11:00 | Güncelleme:
Cevap
Değerli kardeşimiz,
Bir mümin olarak Asr-ı saadette hangi ibadetler yapılıyor, hangi yasaklardan kaçınılıyor idiyse, aynı yolu takip etmek esastır. Ahir zamanda öncelikli bazı konuları şöyle sırlayabiliriz:
Ahir zamanda en tehlikeye giren husus iman esaslarıdır. Bunları öğrenmeye azamî çaba göstermek gerekir. Deccallerin en büyük tahribatı, doğrudan Kur’an’a ve iman esaslarına yöneliktir. Allah’ın inkârı, haşrin inkârı deccalizmin, süfyanizmin temel felsefisidir. O hâlde en öncelikli husus başta tevhit ve ahiret inancı olmak üzere, iman esasları üzerinde yoğunlaşmak, -anadan, babadan gelen bir taklitle değil- ilmî araştırmayla tahkik mesleğini esas alarak, tahkikî imanı elde etmeye çalışmak gerekir.
Bir hadis-i şerifte“deccale karşı İhlas suresinin okunması” tavsiye edilmiştir. Bu hadisten anlaşılıyor ki, ahir zaman fitnesinde en fazla ihtiyaç duyulan husus Allah’ın birliğine imandır. İhlas suresinin okunmasından maksat, onun ders verdiği tevhit akidesini pekiştirmektir.
"Ahir zaman fitnesi" demek, İslam’ın öngördüğü tevhit ve istikametin bozulması demektir.
Bediüzzaman Said Nursi, tevhit akidesinin temel referansı İhlas suresi olduğunu söyler. Nitekim, Anglikan kilisesinin “Kur’an fikir ve hayata ne vermiş?” şeklindeki sorusuna karşılık,
“Fikre tevhid, hayata istikamet vermiştir. Buna dair şahidim: 'Kul huvellahu ehad' suresi ile 'festakim kema ümirte = Emr olunduğun şekilde istikametini belirle!' ayetidir.” (bk. Sözler, Envar, s. 746)
rivayeti yanında “son âyetlerini okuyan,”(Müsned, 2/446)“ilk on âyetini ezberleyen korunmuş olur.”(Müsned, 2/449) şeklinde rivayetler de vardır.
- Acaba bu sûrenin okunmasında ne gibi hikmetler olabilir?
Bu sûrede Cenab-ı Hak, zât ve sıfatlarıyla tanıtılmakta, Onun yardımıyla Ashab-ı Kehf'in, zamanın zâlim hükümdarı Dakyanus'un şerrinden kurtuluşları anlatılmaktadır. Deccal'ın şerrinden de yine Cenab-ı Hakk'ın inayetiyle kurtulunabilir. İşte bu sûre mü'minlere bu güvenceyi vermektedir. Bu sûrenin Resûlullah zamanından beri cuma günleri camilerde okunmasının önemli bir hikmeti de Deccalın şerrinden Allah'a sığınmak içindir.
Muhammed el-Hicazî (öl. 1625), Deccalın fitnesine karşı Kehf Sûresini okuma tavsiyesini değerlendirirken, ona ancak Kur'ânla karşı çıkılabileceğini söyler ve sırrını şöyle açıklar:
"Deccala karşı kuvvetli olan Kur'ân ile kuvvetlidir."[bk. el-Hıcazî, Sevâü's-Sırat (Mısır: Daru’l-Kütübi’l-Mısriyye, Gaybiyat Teymür, nr. 26), vr. 251, 268]
Kur’ân’ı iyi bilen, kalb ve aklını onun kutsî hakikatleriyle dolduran kişiye Deccalın hile, şüphe ve vesveselerinin hiçbir etkisi olamaz.
Dinî ilimlerle fen bilimlerini birlikte okumak, asrın durumunu müşahedeye çalışmak önemlidir. Çünkü, ahir zaman fitnesinin en önemli sıkıntılarından biri de cehalettir. Bu devirde bir yandan fen ilmini bilmedikleri için mekteplileri tekfir eden bağnaz medrese softaları, bir yandan da dinî ilimlerden habersiz olduklarından medrese alimlerini cehaletle suçlayan mektep bağnazları cehalet kaynağı durumundadır. Özellikle bu iki cehalet de ilim örtüsüne bürünmüş bir cehl-i mürekkep konumunda olduğu için, izalesi de oldukça zordur.
Her zaman kötülükten sakınmak iyilik yapmaktan daha önce gelir.Şu ahir zamanda ise, bu husus daha da önem arz etmektedir. Çünkü, devir kötülük çarkı gibi dönmektedir. Bu sebeple, maddî eylemlerden mutlaka uzak durmak gerekir. Bu tür örgütlerden fersah, fersah uzaklaşmak lazımdır.
Hadislerde ahir zamanın dehşetli fitnelerinden haber verilmiştir.
Ebu Hureyre’den (ra.) rivayet edildiğine göre Resulullah ümmetin sefih gençlerine dikkat çekerek
“Ümmetimin helaki sefih gençler eliyle olacaktır.”(1) buyurmuştu.
“İçimizde salihler (dindarlar) olduğu halde helak olur muyuz?” sorusuna
“Kötülükler çok olunca.”(2)
diye cevap vermişti. Yine Medine’de sahabelerine,
“Ben şüphesiz evlerinizin içine yağmur gibi girecek fitneler görüyorum.”(3)
buyurmuştu. Bir hadis-i şeriflerinde de,
“Zaman yavaş yavaş yaklaşıyor. Amel azalacak, (kalplere) cimrilik atılacak, fitne hakim olacak. Ölümler artacak.”(4)
buyurarak gittikçe ümmette bozulmaların olacağını haber vermişti. Bir başka Hadis-i Şerif de,
“Şu önümüzdeki günlerde cehalet iner, o zaman din ilmi kaldırılır. Hem o zaman ölümler çoğalır.”(5) haberi verilmişti.
Ashabtan Enes b. Malike gelip, Emevi valisi Haccac b. Zalim’den şikayet edenlere o:
“Sabrediniz, üzerinize gelen zaman ancak kendisinden daha kötü (olarak) gelecek: Rabbinize kavuşuncaya kadar. Ben bunu Nebiniz (asm.) den duydum.”(6)
buyurmuştu. Resulullah (asm.) in sırdaşı olan Huzeyfe b. el-Yeman (ra.) bir gün kendisine ulaşmasından korktuğu şer konusunda Resulullaha şöyle demişti:
“Ey Allah’ın Resulü, mutlaka bizler (İslam'dan önce) cahiliyyede şerler içinde idik. Derken Allah bize hayrı getirdi. Acaba bu hayırdan (menfeatten, güzellikten) sonra kötülükler var mı?" Bunun üzerine Allah Resulü
“Evet!..” buyurdu. O:
“Peki, bu şerden sonra hayırdan bir şey var mı?" Resulullah (yine)
“Evet!..” buyurdu...
(Hadis-i şerifte Resulullah (asm.) yine şerlerden söz etti.) sonunda Huzeyfe (ra.) yine sordu:
“Bu şerlerden sonra da hayır var mı?” Resulullah (asm.)
“Evet” buyurdu. “(Bir kısım) çağırıcılar cehennem kapılarına çağıracaklar, kendilerine icabet eden oraya yönelecektir. Onu oraya atacaklar.”(7).
Bunun üzerine ben:
“Onları bize tarif eder misin?”dedim. Resulullah:
“Onlar sizin aşiretinizden, içinizdendir. Sizin dilinizle konuşurlar.” dedi. (Yine) ben:
“Bu zamana ulaşırsam bana ne yapmamı emredersin?” dedim. Resulullah şöyle buyurdu:
“Müslümanların cemaatine ve onların imamına (önderine) uy ve bunlardan ayrılma.” Bunun üzerine:
“Onların cemaati ve önderi yoksa?..” dedim.
“O zaman cemaati ve imamı olmayan fırkaların hepsinden ayrıl, şayet bir ağacın köküne (kovuğuna) sığınabilirsen, ölüm sana yetişinceye kadar bu hâl üzere ol.”(8)
Burada Resulullah yine ümmetinin gittikçe bozulacağını, fakat Cahiliyye Çağından sonra İslam'ın geldiği gibi, her şerrin arkasından hayrın geleceğini belirtmiş, bozulmanın, çürümenin içten olacağını da ihbar etmiştir. Bozulanlar Müslümanlar içinden, onların kavim, kabile ve toplumundan olacaktır. O zamanlar Müslümanların da cemaatleri ve bunların önderleri olacak, bunlar bozulmaya, fesada karşı mücadele edeceklerdir. Durum daha kötüye gider de Müslüman kendisine yol gösterici bir imam (önder, lider) bulamaz, cemaat ve imam olmazsa, Resulullah böyle bir zamanda toplum içinde olmamayı, bozulan topluma karışmamayı tavsiye etmektedir.
Bir başka hadis-i şerifte de: (Ebu Hureyre’den nakledildiğine göre) Resulullah (asm.)
“Yakında büyük fitneler olacak o fitnelerde (yerinde) oturanlar ayaktakilerden, ayaktakiler yürüyenlerden, yürüyenler koşanlardan, daha hayırlı olacaklar. Kim o fitne içinde bulunmuş olursa, ondan uzak dursun. O zaman bir iltica yeri, sığınacak mekan bulursa ona sığınsın.”(9)
buyurarak, aynı konuya parmak basmıştır.
Cahiliye çağındaki açık saçıklığın, ümmetin sonunda da olacağını belirten Resulullah, bir gün Medine’de sabah namazı vaktinde korkarak heyecanla uyanmış:
“Dünyada nice giyinmiş kadınlar vardır. Ahirette çıplaktırlar."(10)
buyurmuştur. Böylece Resulullah dünyanın sonunda ve ümmetin sonlarında, İslam kadınlarının dünyada giyinik oldukları hâlde, İslamî tarzda giyinmedikleri, bazı yerlerini açtıkları, şeffaf ve dar giyindikleri için ahiret nokta-i nazarından açık olduklarını ve açıklıklarının cezasını göreceklerini belirtmiştir.
Yine, “Benden sonra, kimisi kimisinin boynunu vuran kâfirler olarak dinden dönmeyin.”(11)
buyurarak, kendinden sonra cahiliye çağı gelenek ve göreneklerine, içki, kumar, faiz, puta tapma, fısk ve büyük günahlara dönmemeyi emrettiği gibi, dinden geri dönme hususunda da ümmeti uyarmış, İslam cemiyetlerinde irtidadların (dinden dönmelerin) olacağına da işaret etmiştir.
Yine, fitnelerin Hz. Ömer zamanından sonra başlayacağını da Huzayfe’ye (ra.) bildirmiş, Hz. Ömer’in (ra.) fitnenin ortaya çıkmasını engelleyen bir kapı olduğunu ifade etmiştir.(12)
Resulullah (asm.) ayrıca fitnenin doğudan çıkacağını, deniz dalgaları gibi dalgalanıp ortalığa hakim olacağınıda belirtmiştir(13). Hatta zamanın değişmesi ile insan şekilli putlara tapılacağını da haber vermiştir.(14) Ümmet içinde ye’cüc, me’cûc ve Deccal’ın çıkacağındanda söz eden Resulullah (asm.) (15) zaman geçtikten sonra, güvenilirliğin insanlardan alınacağını, insanların gittikçe kötüleşeceğini, geriye kötü hâlli insanlar kalacağını (Husale-i nas) belirtmiştir. Husale, her şeyin kötüsü hakkında kullanılır. Meselâ buğdayın, hurmanın kötüsüne ‘husale” denildiği gibi, insanların şerlilerine, alçaklarına da böyle denir. Nitekim Buhari’de nakledilen bir hadis-i şerifte: Mirdas b. Eslemi şöyle rivayet eder:
“İyiler birer birer önceden gider. Geride arpa veya hurmanın husalesi (döküntüsü, kötüsü) kaldığı gibi husaleler kalır da Allah Onlara hiç kıymet vermez.”(16)
Bir hadis-i şerifte ise, ahir zamanda, kişiyi kardeşinden ve babasından ayıracak fitneler çıkacağı haber verilmektedir:
“İlerde büyük fitneler olacak, kişi o fitnelerde kardeşinden ve babasından ayrılacak. (O zaman) fitneler erkeklerin kalplerinde kıyamete kadar yayılacak. Hatta O fitne zamanında bir kimse, zinakâr kadının zinasıyla ayıplandığı gibi, Allah’ın emirlerine uymasından dolayı (17) ayıplanacak.” (18)
Rasulullah (asm.)’ın bu haberine göre, kıyamete kadar devam edecek şiddetli fitnelerde, özellikle ahir zamanda gelecek fitnede, kişi düşünce, fikriyat, hayatı anlama ve yorumlama, hatta din edinme hususunda kardeşinden ve babasından farklı olacak. İki kardeş, baba ile oğul bu hususta aynı değerleri paylaşmayacak. Çünkü O zaman fitne çok yaygın hâle gelecek, kişiler ailelerinden, ana babalarından kopup, başka kaynaklardan etkilenecekler. Çok uzaklarda ortaya çıkan yanlış bir fikir, gönülden gönüle, zihinden zihine, dilden dile yazı ile veya başka yollardan hemen yayılacak.Fitne kuş gibi kalpten kalbe uçacak, zihinlerde yuvalanacak.Elbette böyle kritik ve tehlikeli zamanlarda İslâm’ı yaşamak, benimsemek, onu dosdoğru şekilde hayatı boyunca devam ettirmek, güç olduğu kadar da sevaplı olacaktır.
1. Sahihu’l-Buhari, VIII, 88; Sunenu İbn-i Mace II, 1331 (no: 4015)
2. Sahihu’l-Buhari, VIII, 88; Sunenu İbn-i Mace II, 1305 (no: 3954)
3. Sahihu’l-Buhari, VIII, 89.
4. Sahihu’l-Buhari, VIII, 89.
5. Sahihu’l-Buhari, VIII, 89.
6. Sahihu’l-Buhari, VIII, 90.
7. Burada alma manasına kazf kelimesi kullanılmıştır.
8. Sahihu’l-Buhari VIII, 93; Sunenu İbn-i Mace II, 1317 (no: 3979).
9. Sahihu’l-Buhari VIII, 92; Tefriru’l-Kurani’l-Azim II, 43; Sunenu İbn-i Mace, II, 3961.
10. Sahihu’l-Buhari VIII, 90; Sunenu İbn-i Mace II, 1326 (Tabahtur ve kadınların süslenmesi).
11. Sahihu’l-Buhari VIII, 91.
12. Sahihu’l-Buhari, VIII, 93; Sunenu İbn-i Mace II, 1306 (no: 3956)
13. Sahihu’l-Buhari, VIII, 95.
14. Sahihu’l-Buhari, VIII, 100.
15. Sahihu’l-Buhari, VIII, 101-104.
16. Riyazu’s-Salihin s. 171 (370. bab. 1825. hadis. Buhariden); Sunenu İbn-i Mace II, 1307 (no: 3957, 1340) (no: 4038 Hurmanın kapcığından ayıklandığı gibi iyiler gittiği zaman) ayrıca bk. II, 1342 (no: 4043).
17. el-Müfredat s. 61. Bela, imtihan, sıkıntı, mihnet, meşakkat manalarına gelmektedir.
18. Gümüşhanevi, Ahmed Ziyaüddin, Ramûzul-Ehadis, terc. Naim Erdoğan, İstanbul ty. s. 298-3715 nolu hadis (Nuaym fiten, Tabarani Evsattan); Ayrıca bk. İbn-ü Mace, Muhammed b. Yezid. Sunenu İbn-i Mace I-II, İstanbul ty. II, s. 1306, 1317, 1333 İlerde Gelecek Fitnelerle İlgili Hadis Kitaplarının özellikle “Kitabu’l-Fiten” bölümlerinde birçok hadis-i şerife rastlamak mümkündür.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
.
Hadiste belirtilen fitnelere karşı nasıl tedbir alabiliriz?
Soran : Sorularlaislami...
Tarih: 22.06.2009 - 00:00 | Güncelleme:
Soru Detayı
- Hadis-i şerifte, "Yakında büyük fitneler olacak o fitnelerde (yerinde) oturanlar ayaktakilerden, ayaktakiler yürüyenlerden, yürüyenler koşanlardan, daha hayırlı olacaklar." buyuruluyor.
- Bu fitnelerine karşı alınacak tedbirler nelerdir?
“Yakında büyük fitneler olacak, o fitnelerde (yerinde) oturanlar ayaktakilerden, ayaktakiler yürüyenlerden, yürüyenler koşanlardan, daha hayırlı olacaklar. Kim o fitne içinde bulunmuş olursa, ondan uzak dursun. O zaman bir iltica yeri, sığınacak mekân bulursa ona sığınsın.”(Sahihu’l-Buhari VIII, 92; Tefriru’l-Kurani’l-Azim II, 43; Sunenu İbn-i Mace, II, 3961.)
FİTNE PATLAK VERİNCE YAPILACAKLAR KONUSUNDA HADİSLERDE BELİRTİLEN TAVSİYELER:
1. (4758)- Ebu Ümeyye eş-Şa'bânî anlatıyor: "Ey Ebu Sa'lebe, dedim, şu ayet hakkında ne dersin?" (Mealen):
"Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda oldukça sapıtmış olanlar size zarar vermez..."(Maide, 5/105).
- Bana şu cevabı verdi:
"Gerçekten bunu, iyi bilen birine sordun. Zira ben aynı şeyi Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a sormuştum: Demişti ki:
"Ma'rufa sarılın, münkerden de kaçının! Ne zaman uyulan bir cimrilik, takip edilen bir heva, (dine, ahirete) tercih edilen dünyalık görür, rey sahiplerinin (selefi dinlemeden) kendi reylerini beğendiklerini müşahede edersen, o zaman kendine bak. İnsanlarla uğraşmayı bırak. Zîra (bu safhaya gelince) arkanızda sabır günleri var demektir. O günler avuçta ateş tutmak gibi (sıkıntılı)dır. O günlerde, sizin kadar amel yapabilen bir kimseye elli kişinin ecri verilecektir."[Ebu Davud, Melahim 17, (4341); Tirmizî, Tefsir, Mâide, (3060); İbnu Mace, Fiten 21, (4014).]
AÇIKLAMA:
Hadis, kişinin kendisiyle meşgul olmasını, başkasının sapıklığının kişiye zarar vermeyeceğini ifade eden bir ayeti (Maide, 5/105) açıklama sadedinde varid olmuştur. Ayetin zahirine bakılınca emr-i bi'lmarufa yer vererek başkalarıyla meşgul olmayı değil, kendi işiyle meşgul olmayı emrediyor gözükmektedir. Ayet suale vesile olmuştur. Çünkü mü'min kişiyi emr-i bil marufta bulunmaya, münkerden nehyetmeye teşvik eden ayetler ve hadisler var. Bu ayetle öbür ayetler arasında zahirî bir tezad gözükmektedir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) beyan buyurdukları açıklama ile "Marufa sarılın..." emretmektedir. Ma'ruf, güzel kabul edilen, meşru olan, şeriatın yapılmasını tecviz ve teşvik ettiği her şeydir. Bunlar arasında emr-i bi'lmaruf ve nehy-i anil münker de yer alır. Şu halde mü'min buna ara vermeden devam edecek. Ancak cemiyette zuhur edecek bazı alametler var. Onlar görüldü mü, artık emr-i bil maruf ve nehy-i ani'lmünkeri terketmek evladır. Çünkü, bu safhada emr-i bil'maruf, fayda değil zarar verebilecektir. Hadiste bu alametler şöyle sayılır:
* İtaat gören cimrilik. Bazı alimler aşırı, hırsla karışık cimrilik diye açıklamıştır.
* Hevaya uyulması, yani şeriatın emirlerinin terkedilmesi.
* Dine tercih edilen dünya.
* Rey sahiplerinin kitaba, sünnete, icma-ı ümmete, sahabe akvaline bakmadan kendi görüşünü beğenip ona tabi olması.
Bu sayılanlar, haricî bir düşmanın hakimiyeti değil, İslam cemiyeti içerisinde gayr-ı İslamî, beşerî değerlerin hakimiyetidir, fitnedir, dahili kargaşanın had safhaya ulaşmasıdır. Bu derece bozulan insanlara emr-i bil maruf fayda vermez, zararı daha da artırır mânasında olmak üzere Aleyhissalâtu vesselâm, kişiye, cemiyeti terketmesini, kendini kurtarmayı düşünmesini tavsiye etmektedir. Çünkü arkada sabrın övüleceği sıkıntılı günler gelecektir.
2. (4759)- Vakid İbnu Muhammed babasından, o da Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu anhümâ)'dan anlattığına göre demişti ki:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), (bir gün) parmaklarını kenetledi ve dedi ki:
"Ey Abdullah İbnu Amr! Ahidleri bozulup şöyle karmakarışık hale gelen bir kısım ayak takımı (hezele) kimselerle başbaşa kalırsan ne yaparsın?"
"Ne yapmamı tavsiye edersiniz, Ey Allah'ın Resulü!" dedim. Buyurdular ki:
"Güzel bulduğun şeyi yaparsın, kötü bulduğun şeyi de terkedersin. Kendi yakınlarının (hallerini düzeltmeye) yönelirsin. O hezele takımı (ile de), onların cemaatı ile de (uğraşmayı) terkedersin."[Buhârî, Salat 88, Fiten 13; Ebu Davud, Melâhim 17, (4342); İbnu Mace, Fiten 10, (3957).]
AÇIKLAMA:
1. Ahdin bozulması, güven ve emniyetin kalkmasıdır. İster mal, ister can, isterse ırz emniyeti olsun, hepsinin kalkması, halel görmesi, ahdin bozulması ile ifade edilmiştir. Irz emniyeti deyince vicdan hürriyeti, din hürriyeti gibi kişinin şahsiyetine giren hususları da anlamamız gerekir. Ahdin bozulmasıyla cemiyette bunlar da kalmaz, vicdanlara baskı artar, inançları sebebiyle dindarlara taarruz ve tasallut tahammül edilmez hale gelir. Önceki hadiste de kısmen geçtiği üzere dindarlığın, ahirzamanda, elde ateş tutmak gibi zorlaşması, ahdin bozulmasıyla din ve vicdan hürriyetinin de ortadan kalkacağını ifade eder.
2. Şarihler bu hadisi açıklarken, hadisin "parmakların kenetlenmesini yasaklayan" bir başka hadisle arzettiği tenakuza dikkat çekip, aralarını telif ederler: "Resûlullah buyurmuştur ki: اِذَا صَلّى اَحَدُكُمْ فََ يُشَبِّكَنَّ بَيْنَ اَصَابِعَهُ فاِنَّ التَّشْبِيكَ مِنَ الشَّيْطَانِ وإنَّ اَحدَكُمْ َيَزَالُ في صََةٍ مَادَامَ في الْمَسْجِدِ حَتّى يَخْرُجَ مِنْهُ "Biriniz namaz kılınca parmaklarını kenetlemesin. Zira, kenetleme işi, şeytandandır. Biriniz mescidde olduğu müddetçe, oradan çıkmadıkça namazdadır." Şarihler, umumiyetle bu iki rivayet arasında tearuz görmezler. Çünkü bu sonuncu hadiste, namaz esnasında veya namaz beklerken parmakların kenetlenmesi yasaklanmaktadır. Halbuki, sadedinde olduğumuz hadis, hadisenin namazla ilgisinden bahsetmez. Hadisin mescidde vürud etmesi de muhtemeldir. Bu takdirde cevap şöyledir: Yasak, gayesiz bir şekilde boş yere kenetlemekle ilgilidir. Halbuki Resûlullah bir temsil vermek, kapalı bir mânayı daha anlaşılır kılmak için parmaklarını kenetlemiştir. Öyle ise, namaz dışında müsbet, faideli bir maksatla parmakların kenetlenmesinde bir mahzur yoktur.
Kenetlenme yasağının hikmeti üzerine: "Çünkü "şeytandandır", "uykuyu getirir", "kenetlemenin arzettiği manzara, ihtilafın manzarasıdır, bu manzara namazda veya namaz hükmündeki bir halde bulunan kimse hakkında mekruh görülmüştür. Çünkü bir başka hadiste وََ تَخْتَلِفُوا فَتَخْتَلِفُ قُلُوبُكُمْ. "Karışık olmayın; kalplerinize ihtilaf girer" buyrulmaktadır" gibi yorumlar getirilmiştir.
3. Hadisin, fitne sırasında Müslümanın takip edeceği yolla ilgili mesajı izah gerektirmeyecek kadar açıktır: Fitneye bulaşmamak, ateşi avuçta tutmak kadar zor bir iş dahi olsa fitneden kaçmak; öyle ki, icabında emr-i bi'lmaruf ve nehy-i ani'l münkeri de terkedip, sözünü dinleyecek yakınlarla meşgul olup, onları kurtarmaya çalışmak. Müteakiben kaydedilecek ilk iki hadiste (4760, 4761) fitneden kaçmanın gereği ve hayrı daha açık olarak ifade edilecektir.
.3. (4760)- Hz. Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) seslendiler:
"Ey Ebu Zerr!"
"Buyurun, Ey Allah'ın Resulü, emrinizdeyim!" dedim.
"İnsanlara (kitle halinde) ölüm isabet edip, kabirlerin (ücretli) hizmetçiler tarafından kazılacağı zaman ne yapacaksın?" buyurdular.
"Benim için Allah ve Resulü neyi ihtiyar buyurursa onu yaparım!" dedim.
"Sabrı tavsiye ederim!" buyurdular -veya, sabredersin! dediler- ve sonra bana tekrar seslendiler:
"Ey Ebu Zerr!"
"Buyurun ey Allah'ın Resûlü, sizi dinliyorum!" dedim.
"Zeyt mıntıkasının taşları kanda boğulduğunu gördüğün zaman ne yapacaksın?"
"Allah ve Resûlü benim için neyi ihtiyar buyurursa onu!" dedim
"Sana kendilerinden olduğun yakınlarını tavsiye ederim!" dedi. Ben sordum:
"Ey Allah'ın Resulü! (O zaman) kılıcımı alıp omuzuma koymayayım mı?"
"Böyle yaparsan (fitneci) kavme ortak olursun!" buyurdular.
"Bana ne emredersiniz!" dedim.
"Evine çekil!" buyurdular.
"Evime girilirse?" dedim.
"Eğer kılıcın parıltısının seni şaşırtacağından korkarsan, elbiseni yüzüne ört. Gelen hem senin günahınla, hem de kendi günahıyla dönsün!" buyurdular." [Ebu Davud, Fiten 2, (4261); İbnu Mace, Fiten 10, (3958).]
AÇIKLAMA:
1. Bu hadis fitneye karışmayı yasaklayan hadislerden biridir. Hadisin, Begavî tarafından Mesabih'te kaydedilen veçhi biraz daha teferruatlıdır; şöyle ki: "Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben bir gün, bir merkep üzerinde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın terkisinde idim. Medine'nin (dış) evlerini geçtiğimiz sırada bana:
"Ey Ebu Zerr! Medine'ye açlık hakim olduğu; öyle ki, yatağından kalkınca açlıktan bitkin düşüp mescide kadar gidemediğin zaman ne yapacaksın?" dedi" diyerek başlayan hadis, Resûlullah'ın şu tavsiyesi ile noktalanır:
"Eğer kılıcın parıltısının sana galebe çalmasından (dayanamayıp kılıca sarılıp fitneye katılmaktan) korkarsan elbisenin kenarını yüzüne çek, ta ki, (haksız yere öldürerek) senin günahınla ve kendi günahlarıyla geri dönsünler."
2. İnsanlara (kitle halinde) ölüm nisbeti kıtlık, veba, savaş gibi sebeplerle gelecek umumi ölüm hadisesi olarak anlaşılmıştır.
3. Hadiste geçen beyt البيت (ve vasif) الوصيف (kelimelerini anlamada şarihler bazı farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Şöyle ki:
* Mezar olarak tercüme ettiğimiz البَيْت (beyt) kelimesini bazı alimler mezar olarak anlamıştır. Hattabî der ki: "Beyt, burada "mezar" demektir, vasif de hizmetçi. Murad olan mâna şudur: "İnsanlar, öylesine meşguldürler ki öleni gömmeye fırsat bulamazlar da onu gömmesi için hizmetçiye verirler, yahut ücretle gömdürürler."
* Buradan şöyle anlayanlar da olmuştur: "Mezar yerleri öylesine dardır ki, her bir ölüleri için bir kabir yerini bir köle vererek satın alırlar." Ancak bu ikinci te'vil tenkit edilmiş ve: "Ölüm, sağlar arasında devam etse ve fevkalade yayılarak artsa da yine böyle bir darlık hasıl olmaz. Çünkü arz geniştir" denmiştir. Ancak, hadisin Mesabih'ten kaydettiğimiz veçhinde ikinci mânayı teyid eden ibareler mevcuttur. Hadisin şerhinde imkan varsa hadisten istifade en evla yoldur. Burada o imkan mevcuttur.
* Bu ibareden şu mâna dahi çıkarılmıştır: "O zaman evler, ölümlerin çokluğu ve ikamet edeceklerin azlığı sebebiyle çokça ucuzlar. Öyle ki bir ev, aslında normal olarak bir köleden pahalı olduğu halde, bir köle mukabilinde satılır."
* Şu mâna da çıkarılmıştır: "Evlerde önceleri çok insan mevcut olduğu halde, bu evin işini görmeye sadece bir köle kalır."
4. Zeyt'in Medine'nin bir mahallesi veya Medine civarında bir yer adı olduğu söylenmiştir. Türbüşti: "Burası, Yezid zamanında cereyan eden meşhur hadisenin vukua geldiği Harra'da bir noktanın adıdır. Orada savaşan zalim orduların komutanı da Müslim İbnu Ukbe el-Mürri'dir. Resûlullah'ın koyduğu haramları mübah kılan heriftir. Karargahı Medine'nin batısında yer alan Harre-i garbiyye idi. Medine'nin hurmetini ihlal etti, erkekleri hep öldürdü. Orada üç gün -beş de denmiştir- talanda bulundu."
5. "Kendinden oldukların" tabiriyle kişinin ailesi, yakınları, kavmi kastedilmiştir. Bununla "İmam"ın yani biat etmiş olduğu imamının kastedildiği de söylenmiştir. Bu durumda mâna: "İmamına ve bey'at ettiğin kimseye tabi ol" demek olur.
6. Hadiste, kişinin kılıcı alıp omuza koyması halinde, günahta fitnecilere ortak olacağı ifade edilmiştir. Öyleyse fitne şartlarında fitnecilere iştirak etmemek, günahlarına ortak olmamak için silaha sarılmamak gerekir. Aliyyu'l-Kârî der ki: "(Fitnede) hasım Müslümansa, fesad terettüp etmeyecek ise, müdafa-i nefis caizdir. Ancak hasım kafir ise, imkan nisbetinde müdafaa etmek vacib olur."
7. "Kılıcın parıltısının galebe çalması", kılıcı kullanmaktan kinayedir. "Elbisenin kenarıyla yüzünü örtmek", düşmanı görüp, korkmamak içindir. Bundan maksad, "Onlar seninle savaşsa da sen onlarla savaşma, ölmeyi tercih et" demektir.
Bu taktirde, gelenler "seni öldürmüş olmanın günahı ve diğer günahlarıyla dönerler" mânası anlaşılır.
4. (4761)- Hz. Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Kıyametten hemen önce karanlık gecenin parçaları gibi fitneler var. Kişi o fitnelerde mü'min olarak sabaha erer, akşama kafir olur; mü'min olarak akşama erer, sabaha kafir çıkar. O fitnede oturan, ayakta durandan hayırlıdır. Yürüyen koşandan hayırlıdır. Öyleyse yaylarınızı kırın, kirişlerinizi parçalayın, kılıçlarınızı da taşa vurun. Sizden birinin evine girerlerse Hz. Âdem'in iki oğlundan hayırlısı olsun (ölen olsun, öldüren değil)" [Ebu Davud, Fiten 2, (4259, 4262); Tirmizî, Fiten 33, (2205).]
Ebu Davud, "koşandan" kelimesinden sonra şu ziyadeyi kaydetmiştir: "Yanındakiler, "Bize ne emredersiniz (ey Allah'ın Resulü)?" dediler. "Evinizin demirbaşları olun!" buyurdu."
AÇIKLAMA:
1. Resûlullah, kıyamete yakın çıkacak fitnelerin dehşetini belirtmek için, zifirî karanlık gecenin parçalarına benzetmiştir. Yani peşpeşe fitneler olacak, her biri, gece parçası gibi karanlık, yani doğruyanlış, haklıhaksız, isabetlihatalı vs. şekilde tefrik etmek imkanı tanımayacak, son derece dehşetli olacak demektir. Bu teşbihten maksat fitnenin büyüklüğünü ifadedir.
2. Hz. Âdem'in iki oğlundan hayırlısı Hz. Habil'dir. Kardeşi Kabil onu öldürmek istediği vakit ayet-i kerimenin ifadesiyle kardeşine: "Sen beni öldürmek için elini bana kaldırsan da , ben seni öldürmek için elimi sana kaldırmayacağım" (Maide 28) demiştir. Bu ayette, Cenab-ı Hakk fitne sırasında Müslümanların takip edeceği siyaseti vaz' etmiş olmaktadır: "Fitneden kaçmak, öldürmektense ölmeyi tercih etmek." İslam'da bunun ilk örneğini Hz. Osman (radıyallahu anh)'ın verdiği belirtilir: O fitnenin büyümemesi için öldürmeyi değil, öldürülmeyi tercih etmiştir.
3. Evin demirbaşı olmaktan maksad, evden ayrılmamak, dışarı çıkıp fitneye bulaşmamaktır. Nasıl ki demirbaş denen halı, kilim gibi bir kısım eşyalar devamlı evde kalırlar; fitne sırasında da o eşyalardan biri gibi olmak yani evden dışarı çıkmamak tavsiye edilmiştir. Bundan da maksad, fitneye katılmamaktır.
5. (4762)- Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Kişinin en hayırlı malının peşine takılıp dağ geçitlerini ve yağmur düşen yerleri takip edeceği koyunu olacağı zaman yakındır. Böylece dinini fitnelerden kaçırmış olur."[Buhârî, İman 12, Bed'ü'l-Halk 14, Menakıb 25, Rikak 34, Fiten 14; Muvatta, İsti'zan 16, (2, 970); Ebu Davud, Fiten 4, (4267); Nesâî, İman 30, (8, 123, 124).]
"Yaklaşan bir şerden yazık Araplara! Elini çeken ondan kurtulur."[Ebu Davud, Fiten 1, (4249).]
AÇIKLAMA:
Kaydedilen son hadisler, özet olarak fitneye bulaşmamayı ve imkan nisbetinde fitneden kaçmayı tavsiye etmektedir. Kapıya kadar gelen fitneye, öldürülmeyi tercih edecek kadar bulaşmama emri, üzerinde durulması gereken bir husustur. Zîra ulema, çeşitli nokta-i nazarları ve mukabil delilleri de gözönüne alarak, mesele üzerinde ziyadesiyle durmuş ve enine boyuna tartışmıştır. Fitne şartlarında yaşamamız haysiyetiyle bu hususların daha sistemli ve teferruatlı olarak bilinmesinin gerekli ve faydalı olacağına inanıyoruz. Bu sebeple mevzuyu biraz açıklayacağız.
Fitnede herkese ferdî olarak terettüp edecek vazifeleri şöyle sayabiliriz:
1. Fitnenin getireceği sıkıntılara sabır.
2. Fitnecileri yalnız bırakmak,
3. Uzlet; eve çekilmek, dağa çekilmek, terk-i diyar etmek,
4. Öldürmektense ölmeyi tercih etmek. Fitnede müdafa-i nefis meselesi,
5. Dilini tutmak,
6. Kalben kerahet,
7. Mal ve evlatça hıffet,
8. Silah edinmemek,
Şimdi bunları açıklayalım:
1. FİTNEDE SABIR:
Hangi çeşitten olursa olsun, iradesi dışında gelen her çeşit musibet karşısında Müslümanın başvuracağı mühim bir silah olarak ifade edilen "sabır", fitne karşısında daha da ehemmiyet kazanan, ısrarla tavsiye edilen en mühim silah hüviyetini kazanmaktadır. Bu hususu Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), bazan tek tek fertlere, bazan umumi bir ifade ile herkese duyurmuştur.
Müslim'de gelen bir rivayette, Hz. Peygamber, kendisine memuriyet vermesini isteyen Ensar'dan bir zata şu cevabı verir: "Siz benden sonra bencillik (ve fitneyle) karşılaşacaksınız. Havz(-ı Kevser)in başında bana kavuşuncaya kadar sabredin." Tirmizî'nin rivayetinde, "..fitne ve dine muhalif bulacağınız icraatlar göreceksiniz" ibaresi vardır. Ensârinin "Ey Allah'ın Resulü, bize ne tavsiye edersiniz?" sualine karşı: "İcraatcılara olan vazifelerinizi (onların hakkını) eda edin, haklarınızı Allah'tan talep edin" cevabını verir.
Bu mevzuda Ebu Zerr'den gelen bir rivayet daha geniş, daha açıktır; aynen kaydediyoruz: Ebu Zerr anlatıyor: "Bir gün Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in bineğinin terkisinde idim. Medine'nin evlerinden dışarı doğru çıkmıştık ki bana:
"Ey Ebu Zerr, Medine'de açlık bulunduğu ve hatta sen yatağından kalkıp da açlık sebebiyle mescide kadar gidecek gücü kendinde hissetmediğin zaman halin nedir?" dedi Ben de: "Allah Resulü daha iyi bilir" dedim. Resûlullah:
"Ey Ebu Zerr! İffetini koru (söz ve fiillerde haramdan kaçın)" dedi ve ilave etti: "Ey Ebu Zerr! Medine'de kıtal olsa ve bir mezarın ücreti bir köle fiyatına ulaşsa, o kadar ki, bir kabir bile bir köle karşılığında satılsa, senin durumun ne olur?""Allah ve Resulü daha iyi bilir" cevabını verdim.
"Sabret ey Ebu Zerr" dedi ve ilave etti: "Ey Ebu Zerr! Medine'de kıtal olsa ve kan (Medine dışında yer alan) Zeyt mıntıkasının taşlarını sulayacak kadar çok aksa ne yaparsın?" Ben yine: "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dedim. Resûlullah:
"Mensup olduğuna (yani aile ve akrabana veya biat ettiğin imama) dön." dedi. Ben sordum ve: "Silahımı kuşanayım mı?" dedim. Resûlullah:
"(Hayır) o takdirde insanlara (kötü amellerinde) iştirak etmiş olursun." cevabını verdi.
"Öyleyse ne yapayım ey Allah'ın Resulü?" diye sordum. Cevaben:
"Evinde kal, çıkma" dedi. Ben tekrar: "Ya evime de gelirlerse?" dedim.
"Kılıcın parıltısının galebe çalmasından (kullanmaktan) korkarsan elbisenin kenarını yüzüne ört, ta ki (gelen kimse) hem senin günahınla hem kendi günahıyla dönsün."
Hz. Enes, Haccac'ın zulmüden çok ızdırap çekerek, ne yapacağız, diye şikayete gelenlere: "Sabredin, Rabbinize kavuşuncaya kadar sabredin. Zira artık her gelen yeni gün, gidenden daha kötüdür" der ve bunu Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den işittiğini ilave eder.
Mikdad İbnu'l-Esved ise, yeminle te'kid ederek Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den şunu işittiğini söyler: "Bahtiyar kimse (lütf-i İlahî olarak) fitnelere karışmaktan uzak tutulan kimsedir. Bahtiyar kimse fitnelerden uzak tutulan kimsedir. (Çeşitli belalarla) imtihan edildiği zaman sabırla karşı koyana ne mutlu!"
Tabiinden meşhur Hasan-ı Basrî de burada zikre değer. Zîra o da fitneye karşı hararetle sabır tavsiye eder ve ortalığın tevbe ile, insanların kendilerini düzeltmesi ile iyiye döneceğini söyler. Kendisine Haccac'la alâkalı sorulduğu zaman da hep şu mealde tavsiyede bulunurdu: "Ben onunla mukatele edilmemesi görüşündeyim. Zîra, eğer o Allah'tan bir ceza ise, siz kılıcınızla Allah'ın cezasını geri çeviremezsiniz. Şayet bir bela ise, sabredin, Allah hükmünü versin. Zîra O, en hayırlı şey üzere hükmedicidir." Ona göre fitne sırasında hiçbir gruba iltihak etmemelidir.
2. FİTNECİLERİ YALNIZ BIRAKMAK:
Çıkan fitnenin büyümesini önlemede ve ondan gelecek zararlara karşı korunmada en isabetli tedbirlerden biri, fitneciyi yalnız bırakmaktır. Haklı ve haksız tarafların belli olduğu durumlarda, haklı tarafın desteklenmesi tavsiye edilmiş olmakla beraber, haklı veya haksızın belli olmadığı durumlarda, hiçbir tarafa destek vermemek, bütün tarafları terketmek esastır. Hz. Peygamber'den gelen rivayetlerden bu anlaşılmaktadır.
Müslim'de gelen bir rivayette Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Ümmetimi Kureyş'ten şu kabile helak edecektir" diye istikbalde gelecek bir fitneden haber verir. Yanındakiler: "O vakit ne yapmamızı, nasıl davranmamızı emredersiniz?" diye sorarlar. Cevap şudur: "İnsanlar onları terketmelidir."
Muhtelif tariklerden gelen şu rivayet, fitne çıkaranların yalnız bırakılmalarının lüzumunu ve fitneye karışmamanın gereğini herkesin anlayacağı bir üslubla, çok vazıh bir şekilde ifade eder: Ebu Hüreyre, Hz. Peygamber'in şöyle dediğini bildirir:
"Haberiniz olsun (benden sonra) fitne çıkacak. O fitne sırasında uyuyan uyanıktan [yatan oturandan]; oturan ayakta olandan; ayakta olan yürüyenden, yürüyen koşandan daha hayırlıdır. Kim böyle bir fitneye rastlarsa hemen geri dönsün. Kim de fitne anında sığınacak bir kuytu bulursa oraya girsin."
İbnu Hacer, ed-Davudî'den naklen şu açıklamayı sunar: "Hadisin zahirine göre, fitneye uzak veya yakından muhtelif derecelerde teması olan kimseler burada dile getirilmektedir. Yani bu işte bazıları bazılarına rağmen çok daha ileridir. Bunlardan en ileride olanı, fitnenin artmasına sebep olacak şekilde koşandır. Sonra fitnenin sebeplerini hazırlayacak şekilde ortaya çıkandır ki, hadiste bu, "yürüyen" diye ifade edilmektedir.
Sonra fitne ile alakadar olan gelir ki, ona da: "ayakta olan" denmiştir. Ondan sonra fitneyi seyretmekle beraber mücadele etmeyen (karışmayan) gelir, bu da "oturan" diye ifade edilmiştir. Sonra da kendisinden bu hususta hiçbir ilgi, alâka sadır olmayan, ancak razı (ve memnun) olan gelir ki, bu da "uyuyan" diye ifade edilmiştir."
İbnu Hacer, fitneye karışma hususunda niyetlenenleri üç gruba ayırarak mesuliyet durumlarını belirtir:
1) Arzu geçirenler: Bunlar fiilen karışmadıkça günaha girmezler.
2) Arzuda kalmayıp fiile dökenler: Bunlar günahkârlardır.
3) Azmedenler, iyice niyetlenenler: Bunların durumu münakaşalıdır.
İbnu Hacer'in bu açıklamasının ışığında, "uyuyandan" maksadın fitneden hiç haberi olmayacak kadar kendi işine gücüne dalmış, çolukçocuğunun rızkı ve terbiyesi ile meşgul kimse olduğunu söyleyebiliriz.
Nevevî de bu hadiste, "fitnenin zararının büyüklüğüne dikkat çekildiğini, fitneden son derece çekinip kaçmaya, fitneye götürecek herhangi bir şeye teşebbüsten imtina etmeye teşvik edildiğini, zira fitnenin zararı ve şiddeti onunla olan alaka nisbetinde arttığını" belirtir.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), diğer birkısım hadislerinde de, dahilî birliğin kaybolduğu, ortaya çeşitli hiziplerin çıktığı hallerde -ki hadiste Müslümanların cemaat ve imamı yoksa diye ifade edilir- bu fırkaların hepsinin terkedilmesi emredilir.
Fitnecinin yalnız bırakılmasının fiilen gerçekleşmesi için, Hz. Peygamber'in bunu tamamlayıcı başka tavsiyelerine de rastlarız. Şimdi onları görelim:
3. UZLET:
Bu, kısaca inziva diye de ifade edilebilir. Uzlet veya inzivanın tahakkukunda Resûlullah'ın farklı tavsiyelerini görmekteyiz: Eve çekilmek, dağa çekilmek, terk-i diyar etmek gibi. Kişi, kendi şartlarına hangisi muvafıksa onu tercih edecek ve uzleti ihtiyar edecek. Şimdi bunları açıklayalım:
* EVE ÇEKİLMEK: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), gelecek fitneyi haber verip, insanları dehşete düşüren vasıflarıyla tavsif ettiği zaman dinleyicilerden vaki olan: "Ey Allah'ın Resûlü! Biz o zaman ne yapalım.?" sualine, Hz. Peygamber'in verdiği cevaplardan bir kısmı "evlerinize çekilin" mealindedir.
Ebu Musa'dan gelen bir rivayet aynen şöyle: "Önümüzde karanlık gece parçaları gibi fitneler var. O fitneler geldiği zaman kişi, mü'min olarak sabaha erer de akşam oluncaya kadar kafir olur. Orada oturan ayakta durandan; ayakta duran yürüyenden; yürüyen de koşandan hayırlıdır..." Dinleyenler:"Bize ne emredersiniz?" dediler. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Evinizin demirbaşları olun" cevabını verdi."
Aynı tavsiye İbnu Mes'ud'dan gelen bir rivayette: "Elinizi ve dilinizi tutun, evin demirbaşlarından biri olun." şeklinde az bir farkla tekrar edilir.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in fitne çıktığı zaman dökülecek kanların çokluğuyla alakalı -daha önce Ebu Zerr'den kaydettiğimiz- tasviri sırasında Ebu Zerr'e yapılan tavsiye daha vazıhtır: "...Evinde otur, kapıyı üzerine kilitle..."
Keza, bir başka hadiste, fitne tasvir edilirken, emniyetin, insanlara güven ve itimadın kaybolması, iyi, kötü fark edilemeyecek derecede insanların her an değişeceği belirtildiği sırada, ne yapılması gerektiği sorulunca Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Evine kapan, diline sahip ol, iyi bildiğin şeyi yap, kötü bildiğin şeyi de terket, kendi yakınlarınla meşgul ol, ammenin işini terket." der.
Şarihler eve kapanma emrini, zaruri olmayan işler dışında, halkla irtibatı kesmek şeklinde anlarlar. Zaruri temaslardan vazgeçilmemesi gerektiğini de belirtirler.
Yukarıdaki rivayette de görüldüğü üzere, mücerred bir eve çekilme yeterli değildir. Bir başka rivayette: "(Göze batıcı, dikkat çekici davranışlardan kaçınarak) kendinizden az bahsettirin" denmektedir.
* DAĞA ÇEKİLMEK: Fitneye karışmamak, dışında kalabilmek için hadislerde ifade edilen bir tedbir de dağa çekilmektir. Fitneye karışmamaya teşvik hususunda beyan edilen: "...Fitne sırasında yatan oturandan; oturan ayakta durandan... daha hayırlıdır..." hadisinin Ebu Bekre tarafından rivayet edilen veçhinde, bir adam Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a sorar: "Ey Allah'ın Resulü, bu durumda ne yapmamızı emredersin?" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in ona verdiği cevap şudur: "Kimin dağda develeri varsa onların peşine düşsün, kimin de davarı varsa, davarlarının yanına gitsin. Kimin de (ekim) arazisi varsa o da çiftinin başına çekilsin...."
Buharî ve Müslim tarafından kaydedilen bir rivayette "dağa çekilme" keyfiyeti te'yid edilir: "Müslüman kimseye, en hayırlı malın davar olacağı zaman yakındır. fitnelerden kaçarak, dinini kurtarmak için dağların yağmur düşen otlak yerlerini takip etmek üzere peşine takıldığı davar onun en hayırlı malıdır."
Müslim'de Ebu Bekre'den gelen rivayette daha vazıh olarak: "...Haberiniz olsun, fitne iner veya vukua gelecek olursa, devesi olan, devesine; davarı olan davarına; arazisi olan arazisine iltihak etsin..." denir.
Fitne sırasında inzivayı teşvik eden hadislerden biri de taarrüb ile alakalı rivayettir. Göçebe Araplara katılarak onlar arasında ikamet mânasına gelen taarrüb daha ziyade, hicret ederek Medine'ye yerleştikten sonra, geldiği kabileye geri dönerek tekrar göçebeleşmek durumuna düşenler için kullanılan bir tabirdir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), göçebe hayattan sonra şehirlileşen bu kimselerin tekrar eski hayata dönmelerini kesinlikle yasaklamış, ancak fitne anında müsaade etmiştir: "Hicret ettikten sonra tekrar bedeviyete (eski göçebe hayata) dönen kimseye Allah lanet etsin, fitne zamanında dönenler bundan hariçtir. Zîra göçebelik (bedeviyet), fitne bulunan yerde ikametten hayırlıdır." Hz. Peygamber'den bu maksadla izin alanlar meyanında Seleme tu'bnu'l-Ekva'ın ismi geçer.
Bu bahsi kaparken şu noktayı belirtmede fayda var: İmam Azam tarafından da fitne sırasında karışmayıp eve çekilme gereği hususunda te'yid edilen hükme Bedayi'de Kâsânî tarafından şu ihtirazi kayıt konmaktadır: "Bu hüküm, hususi bir vakitle alakalıdır. Bu da, fitnecilerle savaşa çağıran imamın bulunmadığı vakittir. Böyle bir imam varsa ve (cihada) çağırıyorsa icabet etmek farzdır."
* TERK-İ DİYAR ETMEK: Bir kısım hadisler, fitne çıktığı vakit eve, dağa, tarlaya çekilmekten daha öte, terk-i diyar etmeyi tavsiye etmektedir. Bu tavsiyeye uyarak Şam'a göç eden Ebu'd-Derda ile alakalı rivayet şöyle: "Yezid İbnu Ebî Hubeyb anlatıyor: "İki kişi Ebu'd-Derda'ya gelerek bir parça tarla için birbirlerini şikayet ettiler. Ebu'd-Derda onlara: "Ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in: "Sen bir yerde bulunduğun sırada bir parça tarla için iki kişinin husumet ettiklerini işitecek olursan orayı terket." dediğini işittim." der ve Ebu'd-Derda Şam'a gider."
Terk-i diyar umumi bir emir olarak anlaşılmasa bile, fitne sırasında buna tevessül etmenin istihbab edileceği bu rivayetten anlaşılmaktadır. Nitekim, yukarıda kısaca temas ettiğimiz Selemetu'bnu'l-Ekva (radıyallahu anh) da Ebu'd-Derda gibi fitneye bulaşmak korkusuyla terk-i diyar edenlerden biridir. "Hicretten irtidat mı ettin?" şeklinde maruz kaldığı ağır ithamlara rağmen, Mekke ile Medine arasında yer alan Rebeze'ye göç eder.
Hadisi şerh eden Aynî fitne korkusuyla seleften birçoğunun terk-i diyar ettiklerini belirtir. (1. cilt, s. 163)
İNZİVA VE UZLETİN FAZİLETİ:
Yukarıda kaydettiğimiz hadisler bize fitne sırasında uzlet ve inzivanın tavsiye edildiğini ifade eder. Esasen fitne olmayan normal zamanlarda alimlerin ekseriyeti tarafından cemiyete karışmak (muhalata), inzivaya çekilmeye tercih edilmiş, üstün tutulmuş ise de, bu üstünlük mutlak değildir. Birkısım şartların ortaya çıkması halinde inziva tercih edilmelidir. Bu mühim mevzunun aydınlanması için fitne sırasında hayvanlarını alarak dağa çekilmeyi veya arazinin başına geçerek ekimle meşgul olmayı tavsiye eden hadisi açıklama zımnında İbnu Hacer'in sunduğu veciz açıklamayı burada kaydetmeyi gerekli bulduk. Der ki: "Selef alimleri, uzlet hususunda ihtilaf etmişlerdir. Cumhur (ekseriyet) şunu söylemiştir: "İhtilat (cemiyete karışma) uzletten evladır. Zîra İslamî şeâirin devamı için lüzumlu olan dinî bilgiler bu sayede öğrenilir. Cemiyete karışmada Müslümanların sayıca artması da mevzubahistir. Onlara, maddî ve manevi yardımda bulunmak, hastalarını ziyaret etmek gibi çeşitli hayırlar bu sayede ulaştırılır."
Bazı alimler şunu söylemişlerdir: "Uzlet, üzerine düşeni bilmek şartıyla, ihtilattan evladır. Zîra uzlette selamat tahakkuk eder, gerçekleşir." Nevevî der ki: "Muhtar olan (yani farklı görüşlerden tercih edileni), günaha düşmeyeceği hususunda zann-ı galib olan kimse için cemiyete karışmak daha iyidir."
Bazıları da şu görüştedir: "Burada verilecek hüküm şahıstan şahısa değişir. Bazıları için bunlardan biri şarttır. Bazıları için de tercih vesilesidir. Bu iki husus açıktır. Ancak, inziva ile ihtilat eşit olurlarsa birini diğerine tercih hususunda verilecek hüküm zamanın ve ahvalin değişen şartına bağlıdır."
Kendisine muhâlata (yani cemiyete karışma) gereken kimseler meyanında kötülüğü bertaraf etme gücüne sahip olan kimse vardır. Böyle birisine cemiyete karışmak farzdır. Bu farz, ahval ve imkânlara tabi olarak, farz-ı kifâye nev'indendir.
Kendisine muhâlata şâyan-ı tercih olan kimseler meyânında, iyiliği emir, kötülükten men ettiği (emr-i bi'lma'ruf ve nehy-i ani'lmünkerde bulunduğu) takdirde kendisi fitneye maruz kalmayacağı hususunda zann-ı galibi hasıl olan kimse vardır.
İnzivaya çekilme ile cemiyete karışma şıklarından her ikisi de kendisine eşit olanlara misal olarak şöyle bir adam gösterilebilir: Kişi fitneye düşmeyeceği hususunda kendinden emindir. Ancak, kesinlikle bilmektedir ki, sözü tutulmayacak,kendisine itaat edilmeyecektir. Bu duruma, umumî bir fitnenin mevcut olmadığı hallerde rastlanır. Fitne çıkacak olursa, uzleti tercih etmek gerekir. Zira bu durumda umumiyetle zarara düşülmektedir.
Fitneye girenlere (İlâhî) belalar gelir ve fitneye katılmayanlara da sirayet eder. Bu hususu şu ayet haber vermektedir: "Öyle bir fitneden kaçının ki geldiği zaman sizden sadece zalim olanları çarpmaz..."
Sunduğumuz açıklamayı Ebu Saîd'in rivayet ettiği şu hadis de te'yid eder: "İnsanların en hayırlısı o kimsedir ki, nefsiyle ve malıyla cihad eder, keza o kimsedir ki dağ başlarında Rabbına ibadet eder ve böylece insanlara kötülük yapmaktan uzak olur."
Cemiyete karışıp karışmama, yani inziva ve ihtilat hususlarında Hattâbî'nin bir izahı da klasik alimlerimizin görüşlerini anlamada bizim için faydalı olacağı kanaatindeyiz. Der ki: "İnziva ve ihtilat, kendileriyle alâkalı şeylere tabidir. Onlar değiştikçe bunlardan birini tercih durumu değişir. İhtilâta ve cemiyete karışmaya teşvik sadedinde gelen deliller, imamlara itaatla ve bir kısım dinî meselelerle alâkalıdır. İnzivaya teşvik sadedinde gelen deliller de, bunlar dışında kalan meselelerle alâkalıdır. Mesela bedenen insanlara karışmayı veya onları terketmeyi ele alalım. Tek başına geçimi te'min ve dinini muhafaza edebileceğine kâni olan bir kimse için, bir şartla, insanlara karışmaktansa uzak dursa daha iyi olur. O şart da (namaz için) cemaate devam, selam vermeye ve almaya devam, hasta ziyareti, cenaze teşyii gibi Müslümanların hukukunu edaya devamdır.
Matlub olan, lüzumsuz sohbetleri terketmektir. Zîra sohbetin fazlası, zihnimizi meşgul ve vaktimizi zâyi ederek mühim işlerimizi ihmal ettirir. En iyisi ihtilat ve insanlarla görüşme işini, kendisinden tamamen vazgeçilmeyen, sabah ve akşam yemekleri menzilesinde tutup, zarûrî olanıyla iktifa etmektir. Böyle yapmak beden için ve kalp için de çok daha rahatlatıcı, çok daha uygundur."
Buhârî şarihlerinden Aynî de hadislerden, fitne sırasında, inziva ve uzleti ihtiyar etmenin lüzumunu anlamıştır. İbnu Hacer'den sunduğumuz açıklamanın yapılmasına sebep olan aynı hadisin şerhi sadedinde Aynî de şu kıymetli açıklamayı yapar: "Bu hadiste, fitne zamanında uzletin fazileti ifade edilmektedir. Ancak fitneyi izale edecek güçte olan kimse bu hükme tâbi değildir. Zîra bu durumda olan kimseye, fitneyi izâle etmek için, üzerine yürümesi farzdır. Bu farz, ahvâl ve imkâna tâbi olarak ya farz-ı ayn ya da farz-ı kifâye sûretlerinden biriyledir."
Fitne bulunmayan zamanlarda uzlet ve ihtilattan hangisinin efdal olduğu hususunda âlimler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Nevevî'nin sunduğu izaha göre: "İmam Şâfiî ve âlimlerin ekserisi ihtilatın efdal olduğu görüşündedirler. Zîra derler, ihtilatta bir kısım faydalı ameller îfa edilir, çeşitli İslâmî tezahürlere (şeâir-i İslâmiyye) katılır, Müslümanların sayısını artırır, hasta ziyareti, cenaze teşyii, selam vermek, emr-i bi'lma'rûf ve nehy-i ani'lmünkerde bulunmak, iyi ve hayırlı işlerde yardımlaşmak, muhtaçlara yardım, cemaatlere katılmak gibi herkesin muktedir olabileceği amellerle onlara birkısım hayır ve menfaat ulaştırır."
Bilhassa, âlimler ve zühd sahipleri hakkında, ihtilatın fazileti te'kidli olarak beyan edilmiştir.
Birkısım âlimler de, uzlette kesinlikle selâmet bulunduğu için, onun daha efdal olduğuna hükmetmişlerdir. Ancak bu, kendisine terettüp eden ibadet vazifelerini ve mükellef olduğu şeyleri bilmek şartına bağlıdır.
Muhtar olan (tercih edilen) görüş şudur: "Günaha düşmeyeceği hususunda zann-ı galib hasıl olan kimse için cemiyete karışmak (ihtilaf) efdaldir."
Kirmânî ise şunu söyler: "Asrımızda muhtar olan inzivadır. Zîra uğranacak meclisler (mehâfil) arasında günahlardan hâlî ve uzak olanlar nadirdir." Aynî ilave eder: "Ben Kirmânî'nin sözüne iştirak ederim. Zîra bu devirde insanlara karışmak birtakım şeylerden başka bir şey celbetmez."
Daha uzlaştırıcı bir neticeye varan Kastalânî ise: "Kişinin kemâli hem uzlet ve hem de sohbet (karışma) ile gerçekleşir. Sohbetle dinini salim kılamayan fakihe uzlet, hakkını veren kimseye de sohbet gereklidir" der.
4. ÖLDÜRMEKTENSE ÖLMEYİ TERCİH ETMEK:
Dahilde fitne çıktığı zaman dağa çekilmek, eve kapanmak -ve az sonra temas edileceği üzere- silah edinmemek gibi emirler, aslında bozulmuş olan içtimâî durumun daha da kötüye gitmesini önlemek içindir. Fitne ateşinin yandığı yerde sönmesi, onun üzerine gitmemeye bağlıdır. Söndürmeye gücü yetmeyenlerin, hususi eşhasın buna katılmaları, karışmaları, bulaşmaları onu daha da artıracaktır. İslam'ın bu konudaki görüşünün özü budur.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), fitneye bulaşmamanın ehemmiyetini vurgulayabilmek, tebarüz ettirebilmek, ami, cahil herkese duyurabilmek için "Fitne sırasında, seni öldürmeye gelseler bile karşılık verme, öldürmektense ölümü tercih et" mealindeki beyanlarda, emirlerde bulunmuştur.
Daha önce zikri geçen ve eve çekilmeyi emretmekle alâkalı rivayetlerin devamında umumiyetle şu sual sorulmaktadır: "Fitneciler eve de gelirse ne yapalım?" Bu sual Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in fitnede takınılacak tavırla alakalı emir ve tavsiyelerinin mantıkî silsilesi içerisinde mukadder, kaçınılmaz bir sualdır. Suale verilen cevap, fitneye karışmamak için yapılması gereken gayret ve gösterilmesi gereken fedâkârlıkların neler olabileceğini ifade eder, hiçbir hal ve şartta fitneye bulaşmanın meşru olmayacağını, dinin buna cevaz vermeyeceğini gösterir.
Sual mükerrer olarak sorulmuştur. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) de her seferinde aynı cevabı vermiştir.
Cevap kısaca şu mealdedir: "Fitnede öldürülmeye razı ol, fakat öldürme."
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), tebliğ ettiği her mühim meselede olduğu gibi bunu da tebliğ ederken, şartlara, muhatablara göre değişik üsluplara yer vermiştir. Kısmen daha önce söylediklerimizi tekrar mahiyetinde olmakla beraber, onlardan daha şümullu, daha cami olan bir rivayeti tam olarak görelim. Rivayeti yapan Abdullah İbnu Mes'ud'dur. Der ki: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in şöyle söylediğini işittim: "İleride fitne çıkacak, o zaman uyuyan yatandan hayırlıdır; yatan oturandan hayırlıdır; oturan ayakta durandan hayırlıdır; ayakta duran yürüyenden hayırlıdır; yürüyen koşturandan (atlı) hayırlıdır. Fitnede savaşanların hepsi ateştedir." Ben: "Ey Allah'ın Resulü, bu söylediğin fitne ne zaman olacak?" dedim. "Bu, dedi, eyyamu'lherçtir (dahilî kıtal zamanıdır)." Ben takrar: "Eyyamü'lherç ne zaman olur?" diye sordum. Dedi ki: "Kişi arkadaşına itimat etmediği zaman." O güne erişecek olsam bana ne emredersin?" dedim. "Nefsini, elini geri tut ve mahallene gir" dedi. Tekrar sordum: "Ey Allah'ın Resulü, eğer mahalleme de girerse ne yapayım?" "Evine gir" dedi. Ben tekrar : "Ya evime de girerse?" dedim. "O takdirde mescidine gir ve şöyle yap" -dedi ve sağ eliyle bileğinden tutarak- ilave etti: "Bu halde ölünceye kadar, "Rabbim Allah'tır" de."
Burada sırayla mahalleye, eve ve en sonunda evin daha kuytu bir köşesi olan mescid odasına sığınmanın tavsiye edilmiş olması, fitneden en son imkana kadar kaçılması gerektiğini ifade eder. Sığınılan son melceye kadar takip edildiği takdirde ise, elini tutmak, müdahale etmemek tavsiye edilir.
Başka rivayetler, o andan yani sığınılması mümkün son kuytu yere de düşman geldiği andan itibaren, yapılması gerekecek davranışı daha açık olarak ifade etmektedir. Sa'd İbnu Ebi Vakkas'dan gelen rivayette Sa'd: "..Ey Allah'ın Resulü, düşman evime kadar girip beni öldürmek için elini kaldıracak olursa ne yapayım?" diye sorar. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Hz. Âdem'in oğlu (Habil) gibi ol" der ve Hz. Âdem aleyhisselam'ın oğulları Kabil ile Habil arasında geçen hadiseyi hülasa eden -ve Habil'in söylediği sözleri nakleden- şu ayeti okur:
"Andolsun ki, beni öldürmek için elini bana uzatırsan ben seni öldürmek için elimi sana uzatıcı değilim. Çünkü ben, kainatın Rabbi olan Allah'tan korkarım. Şüphesiz dilerim ki, sen kendi günahınla birlikte benim günahımı da yüklenesin de o ateş yârânından olasın. İşte zalimlerin cezası budur."(Maide, 5/28-29).
Bir başka rivayette bu duruma düşecek olan bir kimseye Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), daha açık bir ifade ile şu emri verir:
"Elini tutsun, Allah'ın öldürülen kulu (Abdullahi'l-Maktul) olsun, Allah'ın öldüren kulu (Abdullahi'l-Katil) olmasın. Zîra kişi, İslam cemaatinde bulunur da kardeşinin malını yer, kanını döker, Rabbine isyan eder ve böylece cehennem kendisine vacip olur."
İbnu Ömer'den gelen bir rivayette ise Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şunları söyler: "Sizden birine, bir adam -yani ehl-i kıbleden biri- öldürmek kastıyla geldiği zaman (iki elinden birini diğeri üzerine koyarak) (Kur'an'da Habil'in Kabil'e söylediği sözü) söyleyip Hz. Âdem'in iki oğlundan en hayırlısı olmaktan aciz mi? Zira bu taktirde o, cennetliktir. Böyle yapmaz da geleni öldürecek olursa cehennemliktir."
Fitnede kıtalden men etmek maksadıyla bir başka sahabiye Resûlullah şu mealde vasiyette bulunmuştur:
"İnsanların iki ayrı emîre (lidere) biat ettiklerini gördüğün zaman, benimle birlikte katıldığın cihadlarda kullanmış olduğun kılıcını al, kırılıncaya kadar Uhud dağına vur. Sonra evinde otur. Günahkar bir el veya ölüm sana gelinceye kadar (evinden çıkma)."
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in Ebu Zerr'e yaptığı bir tavsiyede, buraya kadar söylenenlerin ötesinde bir tedbirin emredildiği görülmektedir. "Fitne zamanında eve giren düşmana karşı yüzünü örtmek."
Rivayetin bizi alâkadar eden kısmı aynen şöyle: "... Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, ya evime de girecek olurlarsa?" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şu cevabı verdi: "Eğer kılıcın parıltısının sana galebe çalmasından (yani eve giren düşmana mukabele etmekten) korkarsan, giyindiğin ridanın bir kenarı ile yüzünü ört, (seni öldürse de karşılık verme). Böylece hem kendi günahıyla ve hem de senin günahınla geri dönsün ve ateş ashabından (cehennemlik) olsun."
Aynı rivayette, evine gelen düşmana karşı silahına davranma hususunda soran Ebu Zerr'e şu cevabın verildiğini görmekteyiz: "O taktirde, sana gelen kimsenin içinde bulunduğu şeyde (yani fitnede) ona ortak olursun." Nitekim Ebu Bekre'nin: "Benim üzerime düşmanlar girecek olsalar, kendimi müdafaa için elimi silahıma uzatmam" dediği rivayet edilmiştir.
Eyyûbu's-Sahtiyani'nin de ifade ettiği üzere, Hz. Osman kendini öldürmek için gelen katillerine mukabele etmemiştir. O, yukarıda kaydettiğimiz, Hz. Âdem'in oğlu Habil'in, kendini öldürmek isteyen kardeşine, "Andolsun ki, beni öldürmek için elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatıcı değilim" dediğini haber veren ayetle, bu ümmetten amel edenin ilki olduğu belirtilir.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, fitne esnasında öldürmektense, ölmeyi tercih edecek kadar fitneden uzak durma hususundaki tavsiyelerine harfi harfine uymayı kendilerine şiar edinerek, Hz. Osman (radıyallahu anh)'ın şehadetiyle teselsül eden fitnelerde Hz. Ali'nin haklı olduğunu, muhaliflerinin haksız olduğunu kabul etmesine rağmen, Hz. Ali safında yer almaktan kaçınan Sa'd İbnu Ebi Vakkas, Abdullah İbnu Ömer, Muhammed İbnu Mesleme, Ebu Bekre ve diğerleri (radıyallahu anhüm ecmain) şu kanaati izhar etmişlerdir: "Fitneden uzak durmak şarttır. Öyle ki, biri gelip kendisini öldürmek istese, ona karşı müdafa-i nefis de yapılmaz" (İbnu Hacer, Fethu'l-Bari 16, 142).
* FİTNEDE MUDAFA-İ NEFİS:
Fitne zamanında kişi, evine kadar gelen düşmana bile mukabele etmekten men edilince, karşımıza mütenakız bir durum çıkmaktadır. Zîra, İslam'da tecavüz haram olmakla beraber, müdafa-i nefis helal addedilmiş ve hatta buna teşvik edilmiştir. O kadar ki, malını, canını, namusunu müdafaa sırasında öldürülen kimsenin manen şehid olacağı belirtilmiştir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurur:
"Kim malı(nı koruma) için dövüşürken öldürülürse (manevî) şehittir. Kim kanı(nı, canını malını korumak) için dövüşür ve öldürülürse (manevî) şehittir. Kim ehli(nin korunması) için dövüşürken öldürülürse (manevî) şehittir. Kim din için dövüşürken öldürülürse o da şehittir."
Bir seferinde, bir adam gelerek malına tecavüz eden kimseye nasıl davranacağı hususunda Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e sorar. Aralarında geçen konuşma mal ve can müdafaasının meşruiyetini görmekte burada kayda değer:
"Ey Allah'ın Resulü, bir adam gelerek malıma saldırsa ne yapmamı tavsiye edersin?"
"Ona Allah'ı hatırlat." Müteakip hadiste: "Allah'ı üç kere hatırlat." denir.
"Allah'tan korkmazsa?"
"Etrafındaki Müslümanlardan ona karşı yardım iste."
"Yanımda Müslümanlardan kimse yoksa?"
"Ona karşı sultandan yardım iste."
"Sultan beden uzaksa?"
"Ahiret şehitlerinden biri oluncaya veya malını koruyuncaya kadar onunla dövüş."
Rivayetin bir başka veçhinde: "...Dövüş. Öldürülsen cennetliksin, öldürürsen öbürü cehennemliktir" denir. Kur'an-ı Kerim'de de -haddi aşmamak kaydıyla- yapılacak kötülüğe denk bir kötülük yapmaya cevaz verilmiştir: "Kötülüğün karşılığı ona denk bir kötülük (bir misilleme)dir. Fakat kim affeder, barışı sağlarsa mükafaatı Allah'a aittir. Kim kendisine yapılan zulmün ardından herhalde hakkını alırsa, artık bunlar aleyhinde (me'suliyete) bir yol yoktur" (Şura 40, 41, 42). Ayet ve hadislerde gelen bu müdafa-i nefis hakkı ile, daha önce zikrettiğimiz yasak alimler arasında medar-ı münakaşa olmuştur. İmam Nevevî, bu münakaşaları şöyle hülasa eder:
"Bu ve benzeri hadisler fitne zamanında hiçbir hal ve şartta kıtali caiz görmeyenlerin hücceti olmaktadır. Alimler fitne sırasında yapılacak kıtal üzerine farklı görüşler ileri sürdüler. Onlardan bir grub: "Müslümanlar fitneye düştüğü zaman, düşman evin içine girmiş ve öldürmeye teşebbüs etmiş bile olsa onunla kıtal edilmez; ona karşı müdafayı nefiste bulunmak caiz değildir. Zîra eve gelen düşman (kafir değil) mütevvildir (ayetleri inkar etmiyor, tevil ederek herkesçe benimsenmeyen bir mânayı benimsiyor.) Bu görüş, Ashabtan Ebu Bekre ve diğer bazılarının (radıyallahu anhüm) görüşüdür.
İbnu Ömer, İmran İbnu'l-Husayn ve diğer bazılarının (radıyallahu anhüm) görüşüne göre, "fitneye karışılmaz, ancak, ölüm tehlikesi karşısında nefis müdafaası yapılır."
Bu iki görüş, Müslümanlar arasında çıkan fitnelerin hiçbirine girmemek hususunda müttefiktir. Sahabe ve Tabiinin büyük çoğunluğu ve İslam âlimlerinin tamamı, "fitnede haklı tarafa yardım etmek ve onlarla birlik olarak asilere karşı mükatele etmek gerekir" demişlerdir. Nitekim ayet-i kerimede de: "Eğer mü'minlerden iki zümre birbiriyle dövüşürlerse aralarını (bulup) barıştırın. Eğer onlardan biri diğerine karşı hâlâ tecavüz ediyorsa, siz, o tecavüz edenle, Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın..." denir.
Bu mevzuda sahih olan budur.
Hadisler ise, kendisine haklı tarafın karşı çıktığı kimseyle veya her ikisi de zalim olan iki grupla alâkalıdır, şeklinde izah ve tevil edilir. Bunlardan sadece biriyle tevil edilemez. Eğer birincilerin dediği gibi hareket edilecek olursa fesad ortalığı kaplar, baği ve sapık olanların hakimiyeti devam eder gider. Doğruyu Allah bilir."
Fahreddin-i Razi de, müdafa-i nefsin meşruiyyetini te'yid etmekle beraber, bunun mütecaviz tarafa mümkün olan asgari bir zarar vermek suretiyle yapılması hususunda ehl-i ilmin ittifak ettiğini kaydeder.
Aliyyu'l-Kârî, Ebu Zerr'den gelen: "...Eğer kılıcın parıltısının sana galebe çalmasından (yani eve seni öldürmek için giren düşmana mukabele etmekten) korkarsan, giyindiğin ridanın bir kenarı ile yüzünü ört.." mealindeki hadisin şerhini yaparken, Tîbî'den şöyle bir görüş kaydeder: "...Doğrusu şudur: Eğer eve gelen düşman Müslüman ise ve kendisine bir fesad da terettüp etmeyecek ise, onu defetmesi caizdir. Eğer düşman kafir ise, mümkün mertebe def'i vacibtir."
Fitne sırasında mütecavize -eve kadar gelmiş bile olsa- mukabele edilmemesi görüşünde olanların delil olarak gösterdikleri ayet-i kerime de ayrıca üzerinde durulması gereken bir ayettir. Mevzubahs olan ayette Hz. Âdem (aleyhissalâtu vesselâm)'in oğlu Habil, kardeşi Kabil'e şunu söyler:
"Kasem ederim ki, sen beni öldürmek için bana el uzatsan da ben, seni öldürmek için sana el uzatacak değilim. Ben alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım. Ben isterim ki sen, benim günahımı da kendi günahını da yüklenip varasın da, o ateşe layıklardan olasın..."(Maide, 5/28).
Bu ayetle alâkalı olarak, müfessir Hamdi Yazır, şu açıklamayı yapar: "Burada iki sual vardır:
* Birincisi: "Bir başka ayette mealen: "Hiç kimse başkasının günahından sorumlu değildir" (Fatır 18) dendiği halde, katil maktulün günahını nasıl yüklenir? Bu nokta birkaç veçh ile izah edilmiştir. Bir hadis-i şerifte: "Birbirine küfreden iki kişinin bütün söyledikleri, mazlum, haddi aşmadıkça ilk başlayana aittir" denmektedir. Yani ilk başlayan hem aynen kendisinin günahını, hem de sebep olduğundan dolayı arkadaşının bir mislini yüklenir. Fakat mazlum tecavüz edip daha ileri gitmedikçe."
Ayrıca ayette geçen: "Benim günahımı da..", sözü "şayet sana karşı mukabeleten el uzatırsam gireceğim günahın bir misli" demektir.
Binaenaleyh biri tecavüz eder, diğeri de mukabele eyler de ikisi de maktul düşecek olursa, ilk başlayan iki cinayet, öbürü de bir cinayet yapmış olur.
Beriki mukabele etmeyecek olursa bu, bir cinayetten de kurtulur. Fakat katil yine iki cinayet yapmış ve iki günah yüklenmiş bulunur ki, birisi mazlumu katletmek, diğeri kendini ukubete müstehak kılıp ateşe atmak cinayetidir.
Bundan başka, "benim günahımı..." sözü, "beni öldürmek günahını..." mânasına geldiği gibi, "kendi günahını.." sözü de "bundan evvelki günahın (Kabil'le ilgili olarak) ezcümle kurbanının kabul edilmemesine sebep olan günahın" demek de olabilir. Nitekim bu ikinci mânayı İbnu Abbas, İbnu Mes'ud, Hasan-ı Basrî gibi selefin büyükleri ayetten anlamışlardır.
Eyyubu's-Sahtiyanî, bu ayetle ilk amel eden Müslüman kimsenin Hz. Osman olduğunu, kendini basanlara mukabele etmektense onlar tarafından öldürülmeyi tercih ettiğini söyler.
Burada hemen kaydedelim ki, birbirini takip eden fenalıkların çıkmasına sebep olan fitneci kimseye sadece ilk yaptığının günahı değil, arkadan teselsül edecek fenalıkların da günahından bir misli gelecektir. Nitekim, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), kıyamete kadar işlenecek cinayetlerin günahından bir mislinin Hz. Âdem (aleyhissalâtu vesselâm)'in oğlu Kabil'e geleceğini, çünkü yeryüzünde bu menfur işi onun başlattığını ifade eder.
İbnu Hacer'in bir kaydını nazar-ı dikkate alacak olursak, "fitneye karışmak mı, karışmamak mı, fitne sırasında müdafa-i nefis caiz mi, değil mi?" gibi ihtilaf ve münakaşaların, aslında bir ıstılah karışıklığından ileri geldiği söylenebilir. Zîra, onun kaydettiği üzere, alimlerin bir kısmına göre, "fitne" tabiriyle sadece dünyevî maksatlarla çıkartılan kargaşaları anlamak gerekir. Bağy tabir edilen ve meşru devlete, haksız bir teville karşı gelen isyancıların eylemi, karışmaktan men edilen fitne değildir, bertaraf edilinceye kadar bunlarla savaş gerekir.
Bu duruma göre, Nevevî'nin az önce sunduğumuz açıklamalarında rastlanan -ve belli bir ölçüde, tenakuz olarak değerlendirilmesi mümkün olan- müphemlik böylece ortadan kalkmış oluyor. Haklı tarafa yardım veya ayet-i kerimede ifade edilen "birbiriyle dövüşen iki mü'min zümreden mütecaviz olanla, Allah'ın emrine dönünceye kadar savaş" emri de, meşru devlete karşı bir te'vile dayanarak, haksız olarak isyan edenlere karşı devletin yanında yapılacak savaşı ifade eder. Değilse, devlete karşı isyan eden muhtelif fırkalardan birini desteklemek mânasına gelmez.
5. DİLİNİ TUTMAK:
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in bir kısım hadislerine göre, fitne yoksa çıkaran, çıkmış ise büyütüp geliştiren ve fertleri fitnenin getireceği şerlerin içine atan en mühim amillerden biri de "dil"dir. Fitneye karşı mü'minleri uyarmak maksadıyla varid olan bir kısım hadislerde dilin rolüne dikkat çekilerek, dilin kılıç gibi, hatta kılıçtan da beter olduğu ifade edilmiştir.
Ebu Davud'da gelen Ebu Hüreyre rivayetinde: "Sağır, dilsiz ve kör fitne gelecek. Fitneye azıcık meyledenin üzerine o, süratle gelir (kendine çeker).Fitnede dilini oynatmak aynen kılıç oynatmak gibidir." denir. Abdullah İbnu Amr'ın rivayetinde ise, dilin kılıçtan daha beter tesir icra edeceği ifade edilir: "Haberiniz olsun ki, ilerde Arapları darmadağın edecek fitne çıkacak. O yüzden ölenlerin hepsi ateştedir. O zaman dil(i kullanmak) kılıç kullanmaktan beterdir."
Yine Abdullah İbn-i Amr'dan gelen bir rivayette, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in gelecek fitne ile alâkalı tasvir ve ihbarları üzerine, "O çıktığı zaman ne yapalım?" diye soranlara: "Evine çekil, diline sahip ol, maruf ile amel et, münkeri terket, kendi çolukçocuğunla ilgilen, başkasıyla meşgul olma." şeklinde cevap verdiğini görmekteyiz.
Hadiste yasaklanmış bulunan "fitnede dil oynatmak" tan maksad nedir?
Aliyu'l-Kârî'nin Mirkat'ta naklettiği açıklamalara göre, halkın dedikodusunu yapmak, fitneye karışanların lehinde veya aleyhinde konuşmak, bir tarafı kötülerken bir tarafı övmek suretiyle iki gruptan birini ta'n etmek, hep bu yasağa girmektedir. Hatta zalim idarecilere haber götürüp (ispiyonculuk yapmak) da bu yasağın tahtındadır. Zîra bu davranış idarecinin öfkesini kabartarak öldürme, hapis, sürgün vesair pek ciddi öyle fenalıklara sebep olur ki, kılıç kullanmak bu kadarını yapamaz.
Münâvî, "dilini tutmak" emrinden, "konuşmazdan önce iyice düşünerek sadece lehine olacak hususlarda konuşup, kendini ilgilendirmeyen hususlarda hiç konuşmamayı" anlar.
Yukarıda kaydettiklerimizden öyle anlaşılıyor ki, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in Hz. Muaz'a bir vesileyle söylemiş bulunduğu:
"Ey Allah hayrını veresice Muaz, insanları yüzüstü ateşe atan şeyin, dilleriyle haset etiklerinden başkası olduğunu mu zannediyorsun?"
sözü fitne hakkında da aynen doğrudur: İnsanı fitneye atacak veya fitneden koruyacak en mühim amillerden biri dildir.
6. KALBEN KERAHET
Fitnenin maddî ve manevi şerrinden kurtuluşun mühim şartlarından biri, kalben fitneye buğzetmektir. Aslında münker olarak ifade edilen her çeşit şer ve kötülüğün izalesi için eliyle, diliyle müdahale bir vecibe kılınmış ise de, gerek şerrin büyüklüğü, gerek şahsın aczi gözönüne alınarak "gücü yetiyorsa", "fitneyi artırmayacaksa" gibi kayıtlar konmuştur. Güçsüzlüğü sebebiyle şer ve fitneye eli ve diliyle müdahele edemeyecek durumda olan kimselerden, ortadaki kötülüğe karşı, en azından kalben kerahet istenmiştir. Buna da gücü yetmeyen kimse düşünülemez. Dinimizin yasakladığı şeyleri , devrin icabı, modanın icabı, bulunduğumuz cemiyetin icabı diyerek meşru görmek mümkün değildir. Kişi birkısım münkerleri işlemek durumunda olsa bile, onun kötülüğünü kabul etmek, kalben nefret etmek zorundadır.
Hadiste kesin bir dille şöyle denir: "Yeryüzünde bir hata işlendiği vakit, bunu görüp de ikrah eden sanki orada bulunmayan birisi gibidir. Orada bulunmadığı halde, işlenen fenalığı hoş görüp razı olan kimse de sanki fenalığa şahit olmuş gibidir." Evet hadiste, "Mü'minin niyeti amelinden hayırlıdır" buyrulmuştur.
7. MAL VE EVLATÇA HİFFET
Gerek dağa çekilmek ve gerekse eve çekilmek suretiyle fiile konması tavsiye edilen fitneden kaçma ve inzivanın gerçekleşmesine yardımcı olacak durumların da ayrıca tavsiye edildiğine şahit olmaktayız. Bu cümleden olarak, mal ve evlad azlığı zikredilmektedir. Bir rivayette Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "İkinci asrın başında sizin en hayırlınız hissece hafif olanıdır." der. "Hissece hafiflik nedir?" diye sorulunca: "Ehil ve malı olmayandır." diye cevap verir.
Bir başka rivayet de şöyle:
"Öyle bir devir gelecek ki, o zaman bekarlık helal olacak. O zaman dindar kişi, civciviyle kaçan bir kuş, yavrusuyla kaçan bir tilki gibi, diniyle birlikte bir dağdan öbür dağa, bir inden öbür ine kaçmadıkça selamet bulamaz. Bu meyanda namazını kılar, zekatını verir ve hayır işleri dışında insanlardan uzak durur."
8. SİLAH EDİNMEMEK:
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), fitneyi önleyici, şümûlünü azaltıcı tedbirler meyanında "fitne sırasında silah satışını yasaklamakla" kalmaz, elde herhangi bir silah bulundurulmasını kesinlikle yasaklar. Rivayetlerde bu yasak "mevcutların kırılması", "taşa çalınması", "tahtadan kılıç kuşanılması" şeklinde ifade edilir.
Şu noktayı bilhassa belirtmeliyiz: Silah edinmeme emri, hassaten evinde kalanlara yapılmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz üzere fitneye karışmamak için ilk tavsiye edilen husus deve, koyun gibi hayvanlarını alarak dağlara çekilmek veya ekim arazisinin başına geçmek, meskun mahalden uzaklaşmaktır. Bu imkânlardan mahrum kişiye de evine kapanması emredilir.
İşte bu sonuncu durumda olan kimsenin peşi takip edilebilir, fitneye düşürülebilir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), bu ihtimali asgariye düşürebilmek için bu durumdaki kimselere silah edinmemeyi emretmektedir.
Söylenen bu hususu az yukarıda kaydettiğimiz Ebu Bekre hadisinin devamında görmekteyiz: "...Fitne vaki olduğu zaman devesi olan devesine, davarı olan da davarına iltihak etsin, kimin de arazisi varsa, arazisine gitsin." Bir adam sordu: "Ey Allah'ın Resulü! Ne devesi, ne davarı ve ne de arazisi olmayan kimse ne yapacak?" Cevaben: "Kılıcına gitsin, keskin tarafını taşa vursun, sonra da gücü yettiğince fitneden kaçsın." dedi."
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), bu emrin ehemmiyetini vicdanlarda tesbit için: "Ey Allah'ım, tebliğ vazifemi yaptım mı, ey Allah'ım, tebliğ vazifemi yaptım mı, ey Allah'ım tebliğ vazifemi yaptım mı?" diye üç kere tekrar eder.
Hadisin bir başka veçhinde: "Kılıcını alsın, keskin tarafını kara taşa vursun" denir. Muhammed İbnu Mesleme'ye de: "Kılıcını al, Uhud dağına git, kırılıncaya kadar dağa vur" demiştir.
Nevevî: "Kılıcını taşa çalsın" emri ile hakikaten kılıcın kırılması mı, yoksa bununla mecaz mı kastedildiği hususunu ele alarak bazı alimlerin: "Hadisin zahirine göre, kişinin kendisine fitne kapısını kapaması için, gerçekten kılıcı kırması gerekir" derken, bazılarının da: "Bu mecazdır, asıl maksad kıtalin terkidir" dediğini belirtir. Ancak birinci görüşün muteber görüş olduğunu kaydeder. Bu görüş başka alimlerce de paylaşılmıştır.
Fitne çıktığı zaman kırılması gereken silah sadece kılıç değil, silahın her çeşididir. Nitekim bir başka rivayette, fitne hakkında gerekli bilgi verildikten sonra:
"Yaylarınızı kırın, kirişlerinizi parça parça edin, kılıçlarınızı taşa vurun (ve evlerinizin içine girin). Buna rağmen birinizin üzerine gelirlerse, Hz. Âdem'in iki oğlundan hayırlısı (Habil) gibi olun." buyurur.
Yayın kırılmasından sonra kirişin bir işe yaramayacağı bedihi olduğu halde, kirişin de parçalanmasının emredilmesinde, bazı alimler, yasaktaki mübalağanın vurgulanma gayesini görmüşlerdir. Fakat başkasının istifade etmesini önleme gayesine de matuf olduğu söylenmiştir.
Birçok durumlarda Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in ashabına:
"Müslümanlar arasında fitne çıktığı vakit tahtadan bir kılıç edinin."
diyerek öldürücü silah bulundurma yasağını dile getirdiğini görmekteyiz.
Hadis kitapları, bu yasağa da harfiyyen uyup tahtadan kılıç taşıyanların örneklerini zikreder. Bunlardan biri Ebu Müslim'dir, bir diğeri Ühban İbnu Sayfi'dir. Ebu Müslim ile alâkalı rivayet aynen şöyle: "Hz. Ali, Hz. Muaviye ile olan mücadelesi sırasında hazırlık yapmak üzere Basra'ya gelir ve Ebu Müslim'e uğrayarak: "Bana yardım et" der. Ebu Müslim "hayır" diye kestirip atmaktansa lisan-ı hal ile bunu ifade etmeyi tercih ederek kılıcını getirir. Kınından bir karış kadar sıyırır. Hz. Ali (radıyallahu anh)'ye bunun tahtadan olduğunu gösterdikten sonra şu açıklamayı yapar: "Can dostum ve senin amcaoğlun (aleyhissalâtu vesselâm) benden, "Müslümanlar arasında fitne çıktığı zaman tahta kılıç edinmem" hususunda söz aldı (ve ben de yaptım. Buna rağmen) seninle harbe çıkmamı istersen yine de çıkarım." Hz. Ali şu cevabı verir: "Ne sana, ne de kılıcına ihtiyacım yok."
(bk. İbrahim Canan, Kütüb-ü Sitte Tercüme ve Şerhi)
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
.
Dikkat, fitneler kardeşliğimizi bozmasın!
Şunu unutmayalım ki, biz şunun bunun değil, “Bilerek karıncaya ayak basmayın.” diyen bir dinin ve “Kim gayrimüslim bir vatandaşa eziyet ederse, kıyamet günü onun hasmı ben olurum” diyen Hz. Muhammed (a.s.m) gibi bir peygamberin kurduğu bir medeniyetin mensuplarıyız.
Bu günlerde yine içinde bulunduğumuz ahir zaman fitnesinin çeşitli versiyonları bir bir sahneye konuluyor. Tefrika, alt etmenin en keskin yoludur. “Böl, parçala, küçük lokmalar haline getir ve kolayca yut!” senaryosu, Mısır firavunlarından beri insanlık camiasında en fazla revaç bulan silahların başında gelir.
“Doğrusu Firavun, ülkesinde (Mısır’da) zorbalık yaptı, büyüklük tasladı. Halkını çeşitli fırkalara ayırdı. Onlardan bir topluluğu, erkek evlatlarını kesmek, kız evlatlarını ise hayata atmak suretiyle özellikle zayıflatmak istiyordu. O, bozguncunun teki idi.” (Kasas, 28/4)
mealindeki ayette, Firavun’un bu bölüp parçalayarak yönetmek gibi zalimane taktiğine işaret edilmiştir.
Şairin dediği gibi, “Girmeden tefrika bir millete düşman giremez / Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.”
Tefrikanın en kolay ve en keskin silahı ise, Hz. Peygamber (asm) tarafından lanetleniş olan menfi milliyetçilik ve ırkçılıktır. Kim olursa olsun hangi taraftan olursa olsun ırkçılık damarıyla hareket edenler, yanlarında zulüm damarını da taşıyor demektir. Çünkü bu damar daima bölücüdür. Doğrudan bölücülük yapar veya her hareketi, her davranışı kendine karşı yapılmış olduğunu düşünerek farklı bir zulüm kulvarında boy gösterir.
Menfi milliyeetçilik duygusu yerine, insanları en güzel şekilde barıştıran, birbirine karşı tahammül gücünü artıran, fitne-fesattan uzaklaştıran iman kardeşliğidir. Öyleyse Müslüman toplumlarda hamiyyet-i milliye yerine hamiyet-i İslamiye esas olmalıdır.
Bediüzzaman Hazretlerinin ifade ettiği gibi, menfi milliyetçilik,
“şeametlidir, zararlıdır;başkasınıyutmakla beslenir, diğerlerine adavetle devam eder, müteyakkız davranır. Şu ise, muhasamet ve keşmekeşe sebebdir.” (bk. Mektubat, s. 322)
“Asabiyet-i cahiliye (denilen menfi milliyetçilik), birbirine tesanüd edip yardım eden gaflet, dalalet, riya ve zulmetten mürekkeb bir macundur. Bunun için milliyetçiler, milliyeti mabud ittihaz ediyorlar. Hamiyet-i İslâmiye ise, nur-u imandan in'ikas edip dalgalanan bir ziyadır.” (bk. Mesnevi-i Nuriye, s. 112)
İslam toplumları ancak bu iman ışığıyla birbirine bağlanabilir, dayanışma gösterebilir. Milliyet duygusu birleştirici olmadığı gibi adaletten de uzaklaştırır. Çünkü “Unsuriyet ve milliyet esasları, adaleti ve hakkı takib etmediğinden zulmeder. Adalet üzerine gitmez. Çünkü unsuriyetperver bir hâkim, milletdaşını tercih eder, adalet edemez.” (bk. Mektubat , s. 54)
“Hepiniz toptan, Allah’ın ipine (dinine) sımsıkı sarılın, bölünüp ayrılmayın. Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah kalplerinizi birbirine ısındırmış ve onun lütfu ile kardeş oluvermiştiniz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oraya düşmekten de sizi o kurtarmıştı. Allah size ayetlerini böylece açıklıyor, ta ki doğru yola eresiniz.” (Al-i İmran, 3/103)
mealindeki ayetin emrini yalnız sade vatandaşın değil bütün siyasilerin, yöneticilerin de dinlemeleri, üzerinde düşünmeleri ve bunun yegâne kurtuluş reçetesi olduğunu içlerine sindirmeleri, önce kendi hayatlarında özümsemeleri sonra da bunu diğer insanlara yansıtmaları -yalnız ahiret hayatı bakımından değil- toplum hayatının barış ve huzuru bakımından da büyük önem arz etmektedir.
Emin olun ki biz bu ayeti okurken sanki bugünlerde yeniden inmiş ve özellikle Türkiye’deki barış sürecinin ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyormuş gibi bizde bir etki meydana getirdi. Hiç şüphe yoktur ki Kur’an’ın mesajları kıyamete kadar bütün önemli olaylara projeksiyon tutacak ve insanları irşat edecektir.
Ayetin ilgili cümlelerinin mealini tekrar okuyup, tefekkür etsek, üzerinde iman şuuruyla düşünsek bu gerçeği göreceğimizden şüphemiz yoktur. İşte o cümleler:
“Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah kalplerinizi birbirine ısındırmış ve onun lütfu ile kardeş oluvermiştiniz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oraya düşmekten de sizi O kurtarmıştı. Allah size ayetlerini böylece açıklıyor, ta ki doğru yola eresiniz”.
Birkaç yıldır, Allah’ın başta yöneticilerimize ve halkımıza verdiği basiretle bu ateş çukurundan uzak bir hayat yaşayan insanlarımız, bu barış sürecini büyük bir nimet ve bir kardeşlik projesi olarak değerlendirmeleri elzemdir.
- Bu fitne zamanında herkesin azami derecede dikkatli olması, konuşurken, karar alırken, nasihat yaparken sözlerini nefis ve duygularının seline bırakmaması, akıl, izan, vicdan ve iman şuuru süzgecinden geçirmesi büyük önemi haizdir.
Bu konuda birkaç hadis-i şerifi hatırlamakta fayda vardır. Ümmetine en şefkatli reis olan Hz. Peygamber (a.s.m) buyuruyor ki:
“Müslüman Müslümanın kardeşidir, ona zuletmez, onu düşmana teslim etmez.. Kim kardeşinin bir ihtiyacını gidermeye çalışırsa Allah da onun ihtiyacını giderir... Kim bir Müslümanın bir sıkıntısını giderirse, Allah da kıyamet günündeki sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir. Kim de bir Müslümanın kusurunu örterse Allah da kıyamet günü onun kusurunu örter.”(Buhari, Mezalim, 3)
Demek ki müminlerin hukuku genel insan hakları içinde ayrı bir özellik ayrı bir önem arz etmektedir.
İman şuurunu taşıyan her mümin:
“Kim kardeşine (kesici, ürkütücü) bir demiri doğrultsa bundan vazgeçmediği sürece (sadece bu hareketinden ötürü) melekler onu lanetleyecektir…”(Müslim, Bir, 125)
manasındaki hadisin ikazına elbette kulak verecektir. Değil bir mümin kardeşini öldürmek, onu şakadan korkutmaktan bile bütün kuvvetiyle sakınacaktır.
İnsanları cehenneme sürükleyen kötülüklerin başında dillerin kopardığı ürünler (kötü sözler) olduğunu belirten Hz. Peygamber (asm): “Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse ya hayırlı / güzel, faydalı şeyler söylesin ya da sussun.” (Zevaid, 10/299) buyurmaktadır.
Demek ki insan konuşurken söylediği sözlerin faydalı mı zararlı mı olduğunu, tamir edici mi tahrip edici mi olduğunu tartmalı ona göre söz söylemelidir.
Kur’an’da “Fitne katilden daha büyük” olduğu belirtilmiştir. (Bakara, 2/191, 217) Bunun manası şudur:
Öyle fitneler var ki bir katil değil, birçok katlin vukuuna sebep olabilir. Onun için herkesin özellikle siyasilerin, özellikle bu günlerde dillerine sahip çıkmalıdır. Şu iyi bilinmelidir ki bir söz yüzünden meydana gelen kötülükleri, cinayetlerin, fitne-fesadın ilk ortağı bu söz söyleyenlerdir. Bunun vebali çok büyüktür. Allah’a ve ahrete iman eden kimselerin hesaplı-kitaplı konuşmaya alışmalıdır.
- Sokak dilini kullanalar, sokağı kışkırtanlar, sokağı karıştıranlar, sokağın sakinleşmemesi için gayret gösterenler, sokaktan medet umarak taraftar olanlar, sokaktan siyasi veya başka bir çeşit rant elde etmeye çalışanlar, sokakta meydana gelen bütün kötülüklerin müsebbibi olarak, kıranların, parçalayanların, yok edenlerin, kesenlerin, yakıcı madde atanların, yakanların, milletin ve devletin mallarına bilerek zarar verenlerin, katillerin suçlarına ve günahlarına ortak olurlar. .
Sokakların fitnesine dikkat çeken ve fitnelerin olduğu bir ortamda insanların ne kadar dikkatli olmalarının gereğine işaret eden Peygamberimiz (a.s.m)’in su sözleri herkesin kulağına küpe olmalıdır:
“Öyle fitneler olur ki, o dönemde oturan ayakta durandan daha hayırlıdır. Ayakta duran yürüyenden daha hayırlıdır. Yürüyen koşandan daha hayırlıdır...” (Müslim, Fiten, 10)
Demek ki bu gibi ortamlarda her hareket olumsuz bir hareketi tetikleyebilir.
- Önemli bir husus da “Hiç kimse başkasının suçundan dolayı suçlu sayılamaz.”(Enam, 6/164) manasına gelen ayetin işaret ettiği gibi, “suçun şahsiliği” prensibinin unutulmamasıdır.
Son sözü asrın müceddidi ve ıslahatçısı olan Bediüzzaman Hazretlerine bırakıyoruz:
“Ehadîs-i şerifede gelmiş ki: Ahir zamanın Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıka başına geçecek eşhas-ı müdhişe-i muzırraları, İslâm'ın ve beşerin hırs ve şikakından istifade ederek az bir kuvvetle nev'-i beşeri herc ü merc eder ve koca Âlem-i İslâmı esaret altına alır..."
"Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız! İhtilafınızdan istifade eden zalimlere karşı (Müminler ancak kardeştir) -mealindeki ayetin- kal'a-i kudsiyesi içine giriniz; tahassun ediniz. Yoksa ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz."
"Malumdur ki; iki kahraman birbiriyle boğuşurken; bir çocuk, ikisini de döğebilir. Bir mizanda iki dağ birbirine karşı müvazenede bulunsa; bir küçük taş, müvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir."
"İşte ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârane tarafgirliklerinizden kuvvetiniz hiçe iner, az bir kuvvetle ezilebilirsiniz. Hayat-ı içtimaiyenizle alâkanız varsa, اَلْمُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِنِ كَالْبُنْيَانِ الْمَرْصُوصِ يَشُدُّ بَعْضُهُ بَعْضًا ["Mümin müminine karşı duruşu, bir binanın birbiriyle kenetlenmiş taşlarının duruşu gibidir." (Buharî, Salât: 88; Edeb: 36; Mezâlim: 5; Müslim, Birr: 65; Tirmizî, Birr: 18; Nesâî, Zekât: 67; Müsned, 4:405, 409)] düstur-u âliyeyi düstur-u hayat yapınız, sefalet-i dünyeviyeden ve şekavet-i uhreviyeden kurtulunuz!” (bk. Mektubat, s. 270)
.
“Fitne-i ahirzaman o kadar dehşetlidir ki kimse nefsine hâkim olmaz.” rivayeti Risalelerde geçmektedir. Ancak aşağıda iddia edildiği üzere böyle bir rivayetin söz konusu olmadığı savunuluyor. Bu iddianın doğruluk payı var mıdır?
“Rivayette var ki: 'Fitne-i Ahirzaman o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkim olmaz.' Bunun için, binüçyüz sene zarfında emr-i Peygamberiyle ümmet o fitneden istiaze etmiş, azâb-ı kabirden sonra, من فتنة الدجال ومن فتنة آخر الزمان vird-i ümmet olmuş.”(!)
İddia:
"Fitne-i Ahirzaman o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkim olmaz." rivayeti nerede, hangi kitapta var? "Rivayette var" demekle iş bitmiyor.
İddiaya Cevap:
- Önce Badiüzzaman gibi harika bir hafızaya sahip olan bir zatın zikrettiği bir hadisi bulamadığımız zaman, hemen onun olmadığına karar vermek, çok aceleci bir davranıştır.
Bir hadisin, hiçbir hadis kaynağında geçmediğini iddia etmek için bütün matbu, mahtut hatta mensi (unutulmuş) kaynakları görmekle mümkündür. Nitekim, bu itiraz eden kimselerin "yok" dediği bir çok hadisin kaynağı bulunmuş ve ortaya konmuştur.
- İkincisi, “Rivayette var ki...” ifadesinden de anlaşıldığı gibi, Bediüzzaman, “Fitne-i Ahirzaman o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkim olmaz.” şeklindeki ifadesiyle, hadis rivayetlerinde bu manaya gelen bir muhtevanın işlendiğini belirtmek istemiştir. Yani bu manayı “hadis bil-mana” olarak işlemiştir. Ve bu muhteva birçok hadis rivayetlerinde yer almıştır. Misal olarak şu hadisleri zikredebiliriz:
- Abdullah b. Mesud anlatıyor:
“İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, kişi uğradığı bir mezarın yanında yatar ve ‘Keşke bu kabirde yatan kişinin yerinde ben olsaydım.’ diyecek. Bunu Allah’a kavuşmak için değil, gördüğü şiddetli bela / sıkıtıdan ötürü söyleyecektir.” (Hakim, 4 / 454).
- Ebu said el-Hudrî anlatıyor: Resulullah (a.s.m) şöyle buyurdu:
“Ahir zamanda sultanları / yöneticileri tarafından ümmetimin başına öyle şiddetli belalar / musibetler (sıkıntılar, zulümler) gelecek ki, koca geniş dünya kendilerine dar gelmeye başlar. Bütün yeryüzü o derece zulüm ve haksızlıklarla dolar ki, mümin kimse o zulümden kaçıp sığınacak bir yer bulamaz...” (Hâkim, 4/465; Suyutî, Cemu’l-Cevami’-şamile-h. No:11398).
İddia:
Nakilde, kabir azabından ve Deccal’ın fitnesinden bahsedildiğine göre bunun da aslı, şu hadis olmalıdır:
"Allah’ım! Kabir azabından, ateş azabından, hayatın ve ölümün fitnesinden ve Mesih Deccal fitnesinden sana sığınırım."
Hadis, Müslim’de şöyledir:
"Allah’ım! Cehennem azabından, kabir azabından, hayat ve ölüm fitnesinden ve Mesih Deccal fitnesinin şerrinden sana sığınırım."
Bu hadislerde, Hz, Peygamber (s.a.v.)’in Mesih Deccal’ın fitnesinden sonra, ahir zamanın fitnesinden de sığındığı yer almamaktadır. Bu, hadise idraç edilmiştir.
İddiaya Cevap:
Bediüzzaman’ın ifadesine dikkatle bakıldığı zaman, görülecek ki, "Bunun için, binüçyüz sene zarfında emr-i Peygamberiyle ümmet o fitneden istiaze etmiş.” şeklindeki ifadesinden maksadı, Deccal fitnesidir. Çünkü Deccal fitnesi ahir zaman fitnesinin temel esasıdır. Deccal, bu fitnenin baş aktörü durumundadır. Bütün fitneleri o çevirir.
“… azâb-ı kabirden sonra, من فتنة الدجال ومن فتنة آخر الزمان vird-i ümmet olmuş.” ifadesinde ise, bir hadis ifadesi olarak değil, ümmetin Deccal fitnesiyle alakalı olarak “Deccal’ın ve ahir zaman fitnesinden” Allah’a sığınması söz konusudur.
Fitne zamanlarında nefsi müdafa etmemek; silahı bırakmak ve Habil gibi mi davranmak gerekir? Fitne hadisini nasıl anlamalıdır?
Soran : nafizcanli
Tarih: 17.10.2006 - 13:27 | Güncelleme:
Soru Detayı
Hz. Osman'ın şehid edilmesi hâdisesi üzerine Sa'd b.Ebî Vakkâs, "Şehadet ederim ki Hz.Peygamber şöyle buyurdu: 'Öyle bir fitne gelecek ki oturan, ayakta olandan, ayaktaki yürüyenden, yürüyen koşandan daha hayırlı olacak.' Hz.Sa'd, "Eğer evime girer beni öldürmeye yeltenirse ne yapayım?" der. Hz.Peygamber, 'Hz.Âdem'in oğlu gibi ol' buyurur."(Ahmed b.Hanbel, I/185). Hadis-i şerifte geçen "Hz.Âdem'in oğlu gibi ol." ifadesiyle, evimize giren bize zarar vermek isteyen kişiye karşı kendimizi savunmayacak mıyız?
Cevap
Değerli kardeşimiz,
İbni Ömer'den gelen bir rivayette Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şunları söyler:
"Sizden birine, bir adam -yani ehl-i kıbleden biri- öldürmek kastıyla geldiği zaman (iki elinden birini diğeri üzerine koyarak) (Kur'an'da Habil'in Kabil'e söylediği sözü) söyleyip Hz. Adem'in iki oğlundan en hayırlısı olmaktan aciz mi? Zira bu taktirde o, cennetliktir. Böyle yapmaz da geleni öldürecek olursa cehennemliktir."
Fitnede kıtalden men etmek maksadıyla bir başka sahabiye Resûlullah şu mealde vasiyette bulunmuştur:
"İnsanların iki ayrı emîre (lidere) biat ettiklerini gördüğün zaman, benimle birlikte katıldığın cihadlarda kullanmış olduğun kılıcını al, kırılıncaya kadar Uhud dağına vur. Sonra evinde otur. Günahkar bir el veya ölüm sana gelinceye kadar (evinden çıkma)."
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in Ebu Zerr'e yaptığı bir tavsiyede, buraya kadar söylenenlerin ötesinde bir tedbirin emredildiği görülmektedir.
"Fitne zamanında eve giren düşmana karşı yüzünü örtmek."
Rivayetin bizi alâkadar eden kısmı aynen şöyle:
"... Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, ya evime de girecek olurlarsa?" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şu cevabı verdi:
"Eğer kılıcın parıltısının sana galebe çalmasından (yani eve giren düşmana mukabele etmekten) korkarsan, giyindiğin ridanın bir kenarı ile yüzünü ört, (seni öldürse de karşılık verme). Böylece hem kendi günahıyla ve hem de senin günahınla geri dönsün ve ateş ashabından (cehennemlik) olsun."
Aynı rivayette, evine gelen düşmana karşı silahına davranma hususunda soran Ebu Zerr'e şu cevabın verildiğini görmekteyiz:
"O taktirde, sana gelen kimsenin içinde bulunduğu şeyde (yani fitnede) ona ortak olursun." Nitekim Ebu Bekre'nin: "Benim üzerime düşmanlar girecek olsalar, kendimi müdafaa için elimi silahıma uzatmam." dediği rivayet edilmiştir.
Eyyûbu's-Sahtiyani'nin de ifade ettiği üzere, Hz. Osman (ra) kendini öldürmek için gelen katillerine mukabele etmemiştir. O, yukarıda kaydettiğimiz, Hz. Adem'in oğlu Habil'in, kendini öldürmek isteyen kardeşine,
"Andolsun ki, beni öldürmek için elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatıcı değilim."
dediğini haber veren ayetle, bu ümmetten amel edenin ilki olduğu belirtilir.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, fitne esnasında öldürmektense, ölmeyi tercih edecek kadar fitneden uzak durma hususundaki tavsiyelerine harfi harfine uymayı kendilerine şiar edinerek, Hz. Osman (radıyallahu anh)'ın şehadetiyle teselsül eden fitnelerde Hz. Ali'nin haklı olduğunu, muhaliflerinin haksız olduğunu kabul etmesine rağmen, Hz. Ali safında yer almaktan kaçınan Sa'd İbnu Ebi Vakkas, Abdullah İbnu Ömer, Muhammed İbnu Mesleme, Ebu Bekre ve diğerleri (radıyallahu anhüm ecmain) şu kanaati izhar etmişlerdir:
"Fitneden uzak durmak şarttır. Öyle ki, biri gelip kendisini öldürmek istese, ona karşı müdafa-i nefis de yapılmaz." (İbnu Hacer, Fethu'l-Bari 16, 142).
* FİTNEDE MUDAFA-İ NEFİS:
Fitne zamanında kişi, evine kadar gelen düşmana bile mukabele etmekten men edilince, karşımıza mütenakız bir durum çıkmaktadır. Zîra, İslam'da tecavüz haram olmakla beraber, müdafa-i nefis helal addedilmiş ve hatta buna teşvik edilmiştir. O kadar ki, malını, canını, namusunu müdafaa sırasında öldürülen kimsenin manen şehid olacağı belirtilmiştir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurur:
"Kim malı(nı koruma) için dövüşürken öldürülürse (manevî) şehittir. Kim kanı(nı, canını malını korumak) için dövüşür ve öldürülürse (manevî) şehittir. Kim ehli(nin korunması) için dövüşürken öldürülürse (manevî) şehittir. Kim din için dövüşürken öldürülürse o da şehittir."
Bir seferinde, bir adam gelerek malına tecavüz eden kimseye nasıl davranacağı hususunda Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e sorar. Aralarında geçen konuşma mal ve can müdafaasının meşruiyetini görmekte burada kayda değer:
"Ey Allah'ın Resulü, bir adam gelerek malıma saldırsa ne yapmamı tavsiye edersin?" "Ona Allah'ı hatırlat." Müteakip hadiste: "Allah'ı üç kere hatırlat." denir. "Allah'tan korkmazsa?" "Etrafındaki Müslümanlardan ona karşı yardım iste." "Yanımda Müslümanlardan kimse yoksa?" "Ona karşı sultandan yardım iste." "Sultan beden uzaksa?" "Ahiret şehitlerinden biri oluncaya veya malını koruyuncaya kadar onunla dövüş."
Rivayetin bir başka veçhinde: "...Dövüş. Öldürülsen cennetliksin, öldürürsen öbürü cehennemliktir." denir. Kur'an-ı Kerim'de de -haddi aşmamak kaydıyla- yapılacak kötülüğe denk bir kötülük yapmaya cevaz verilmiştir:
"Kötülüğün karşılığı ona denk bir kötülük (bir misilleme)dir. Fakat kim affeder, barışı sağlarsa mükafaatı Allah'a aittir. Kim kendisine yapılan zulmün ardından herhalde hakkını alırsa, artık bunlar aleyhinde (me'suliyete) bir yol yoktur." (Şura, 42/40-42).
Ayet ve hadislerde gelen bu müdafa-i nefis hakkı ile, daha önce zikrettiğimiz yasak alimler arasında medar-ı münakaşa olmuştur. İmam Nevevî, bu münakaşaları şöyle hülasa eder:
"Bu ve benzeri hadisler fitne zamanında hiçbir hal ve şartta kıtali caiz görmeyenlerin hücceti olmaktadır. Alimler fitne sırasında yapılacak kıtal üzerine farklı görüşler ileri sürdüler. Onlardan bir grub:
"Müslümanlar fitneye düştüğü zaman, düşman evin içine girmiş ve öldürmeye teşebbüs etmiş bile olsa onunla kıtal edilmez; ona karşı müdafayı nefiste bulunmak caiz değildir. Zîra eve gelen düşman (kafir değil) mütevvildir (ayetleri inkar etmiyor, tevil ederek herkesçe benimsenmeyen bir mânayı benimsiyor.) Bu görüş, Ashabtan Ebu Bekre ve diğer bazılarının (radıyallahu anhüm) görüşüdür. İbnu Ömer, İmran İbnu'l-Husayn ve diğer bazılarının (radıyallahu anhüm) görüşüne göre,"fitneye karışılmaz, ancak, ölüm tehlikesi karşısında nefis müdafaası yapılır."
(Prof. Dr. İbrahim CANAN, Kütüb-ü Sitte)
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
.
Fitne zamanında yaşayan insanların suçu ne, haksızlık değil mi?
Soran : Anonim
Tarih: 04.02.2020 - 08:56 | Güncelleme:
Soru Detayı
“İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, dininin gereklerini yerine getirme konusunda sabırlı/dirençli davranıp Müslümanca yaşayan kimse, avucunda ateş tutan kimse gibi olacaktır.” (Tirmizî, Fiten,73; Ebu Davud, Melahim,17)
- Bu hadise göre ahir zamanda yani fitne zamanında yaşayan insanların veya Müslümanların suçu ne?
- Eski zaman ahir zaman ve fitne zamanı değildi bu yüzden insanlar, Müslümanlar iman konusunda çok rahatlardı. Oysaki şimdi ahir zaman ve fitne zamanı insanlar Müslümanlar iman konusunda hiç rahat değiller? Bu hadis de bunu gösteriyor zaten.
- Allah ahirzamanda yani fitne zamanında yaşayan insanlara neden haksızlık ediyor?
- Allah’ın adaleti adaletsiz değil mi?
- Bizim suçumuz günahımız ne?
- Fitnesiz zamanda olanlar imanlarını ellerinde tutuyorlar, ama biz fitneli zamanda olduğumuz için elimizde tutamıyoruz, rica etsem açıklayabilir misiniz?
Cevap
Değerli kardeşimiz,
Allah hakimdir, abes iş yapmaz; rahimdir, rahmeti ve merhameti çoktur. Allah, neyi; ne zaman, nerede ve nasıl yaratmışsa, hikmete uygun olanı da rahmete layık olanı da odur.
Her sıkıntının da bir karşılığı vardır. Ahir zaman fitnesi zamanında, Hz. Peygamber (asm)’in yolunu takip edenlerin yüz şehit sevabını kazanmaları az bir ücret değildir.
Nitekim Hz. Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurmuştur:
“Ümmetimin fesada gittiği zamanda kim benim sünnetime sarılsa ona yüz şehit sevabı vardır.”(Taberâni, Kebîr, 1394; Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 7/282.)
Keza, eskide kırk yılda seyru sülûk, ibadet ve riyazet ile ancak ulaştıkları bir mertebeye, bu sırda çok kısa bir yol olan ilim içerisinde zahirden hakikate geçmeyi sağlayan Risale-i Nur gibi bir eserin lütfedilmesi, fitnelerin sıkıntısını hiçe indiren bir hakikattir.
Kaldı ki, sahabe dönemindeki insanların imtihanları da kolay değildi.
Örneğin, bugün yaşayan hiç kimse, "Eğer ben Hz. Peygamber (asm) döneminde olsaydım iman ederdim, sahabi olurdum, hatta Ebu Bekir gibi olurdum." diye bir garantide bulunamaz.
Zira Hz. Ebu Bekir gibi olmak da mümkündü, Ebu Cehil olmak da... Mümin olmak da mümkündü, münafık olmak da...
Demek ki, her insan kendi dönemine göre imtihan edilir ve adil olan da budur.
Sahabe dönemi ile şimdiki dönemin durumunu Risale-i Nur’dan okuyalım:
“Sual: Deniliyor ki: Sahabeler Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı gördüler, sonra iman ettiler. Biz ise görmeden iman ettik. Öyle ise, imanımız daha kavîdir. Hem, kuvvet-i imanımıza delalet eden rivayet var?"
"Elcevab: Sahabeler o zamanda, efkâr-ı âmme-i âlem hakaik-i İslâmiyeye muarız ve muhalif iken; -sahabeler- yalnız suret-i insaniyede Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ı görüp, bazen mucizesiz olarak, öyle bir iman getirmişler ki; bütün efkâr-ı âmme-i âlem, onların imanlarını sarsmıyordu. Şübhe değil, bazısına vesvese de vermezdi. Sizler iseniz kendi imanınızı, sahabelerin imanlarıyla müvazene ediyorsunuz. Bütün efkâr-ı âmme-i İslâmiye, imanınıza kuvvet ve sened olduğu halde; Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın şecere-i tûbâ-i nübüvvetinin çekirdeği olan beşeriyeti ve suret-i cismaniyesini değil, belki umum envâr-ı İslâmiye ve hakaik-i Kur'aniye ile nurani muhteşem şahs-ı manevîsini bin mu'cizat ile muhat olarak akıl gözüyle gördüğünüz halde, bir Avrupa feylesofunun sözüyle vesveseye ve şübheye düşen imanınız nerede? Bütün âlem-i küfrün ve Nasara ve Yehud'un ve feylesofların hücumlarına karşı sarsılmayan sahabelerin imanları nerede?"
"Hem, sahabelerin kuvvet-i imanlarını gösteren ve imanlarının tereşşuhatı olan şiddet-i takvaları ve kemal-i salahatları nerede? Ey müddei! Senin şiddet-i za'fından, feraizi tamamıyla senden göstermeyen sönük imanın nerede? Amma hadîste vârid olan ki,'Ahir zamanda beni görmeyen ve iman getiren, daha ziyade makbuldür.' mealindeki rivayet, hususî fazilete dairdir. Has bazı eşhas hakkındadır. Bahsimiz ise, fazilet-i külliye ve ekseriyet itibariyledir.” (bk. Sözler, Yirmi Yedinci Söz'ün Zeyli, s. 494)
Ben, benden sonra erkekler için kadınlardan daha tehlikeli bir fitne bırakmadım." hadisi ile ilgili Risalelerde bilgi var mı? Üstad'ın evlenmemesini bu hadise bağlayabilir miyiz?
"Ben, benden sonra erkekler için kadınlardan daha tehlikeli bir fitne (imtihan sebebi) bırakmadım."(1)
"Kadınların imtihan vesilesi olması" ve erkekler için zarar ve tehlike arz etmesini, birkaç başlık altında değerlendirebiliriz:
- Ahlaki dejenerasyon: Kadınlara, bazı ideolojik bakışları telkin ederek, İslam ahlakından uzaklaştırma projeleridir. Amaç kadını İslam ahlakından uzaklaştırıp, seküler fikirler ile günahlara ve haramlara teşvik etmektir.
- Açılıp saçılma: Kadının en çok zarar gördüğü alan bu alandır. Yani tesettürü atıp açılmak ve saçılmak ile güven ve sadakati sarsmak. Bugün kadın, bayağı bir meta gibi her sektörde vücudu pazarlanıyor. Kadın hem açıklık ve saçıklık ile pis nazarlara hapis oluyor, hem de genel ahlakı bozuyor. Hem de aile hayatını zedeleyip gayrı meşru ilişkilere ivme kazandırıyor.
- Moda altında israfa teşvik: Kadınlara kurulan bir tuzak da tüketim çılgınlığıdır. İslam dininde esas olan iktisat ve israftan kaçınmaktır. Ama kapitalist ve dinsiz felsefe, insanları bilhassa kadınları, israf ve gereksiz tüketime teşvik ile kulluğun önündeki en önemli engel olan geçim derdini ziyadeleştirerek; insanları dünyada boğmak istiyorlar. Moda illeti bilhassa kadınları tesirine alıp, dünya yükünü birden bine çıkarıp geçimsizliğe ve haramlara teşvik ediyor. Bazen bir koca, karısının gereksiz harcamaları yüzünden rüşvet ve hırsızlığa giriyor, günümüzde bu tip insanlara çok rastlanmaktadır.
- Feminel duruş: Kadınları birtakım felsefi fikirler ile özgürleşme adı altında kocasına karşı gereksiz bir dikbaşlılığa teşvik etmektir. Halbuki İslam aile hayatında belli rolleri tespit ve tayin edip, erkek ve kadını uymaya davet ediyor. Kadın kendine biçilen rolü, erkekte kendine biçilen rolü yapmak durumundadır, yoksa ortada aile hayatı diye bir şey kalmaz. Peygamberimiz (asv) meşru işlerde kadına itaati emrederken, feminizm bunun tersini kadına telkin ediyor. Gereksiz bir dikbaşlılığı ve geçimsizliği kadına rol olarak biçiyor.
Üstad Hazretlerinin evlenmemesi, tamamen iman ve Kur’an hizmeti içindir. Şayet Üstad Hazretleri evlenip çoluk çocuğa karışsa idi, ağır müceddidlik yükü ve imanı kurtarma vazifesi sekteye uğrayacaktı. Hem iman hizmeti, hem de ailesi bakımından evlenmesi zarar olacaktı. Zira ömrü zindanlarda ve sürgünlerde geçen bir şahsın ailesi çok sıkıntı çekerdi. Bu sebeple hem kader, hem de şartlar Üstad'ın evlenmesine müsait değildi.
"Kadınlar yuvalarından çıkıp beşeri yoldan çıkarmış; yuvalarına dönmeli اِذاَ تَاَنَّثَ الرِّجَالُ السُّفَهَاۤءُ بِالْهَوَسَاتِ اِذاً تَرَجَّلَ النِّسَاۤءُ النَّاشِزاَتُ بِالْوَقَاحَاتِ Sefih erkekler hevesâtına uyarak kadınlaştığında; nâşize kadınlar da hayasızlıkla erkekleşir."
"Lâzımdır, tâ dayansın. Bir meclis-i ihvanda güzel karı girdikçe, riyâ ile rekabet, haset ile hodgâmlık depretir damarları."
"Yatmış olan hevesat birden bire uyanır. Taife-i nisâda serbestî inkişafı, sebep olmuş beşerde ahlâk-ı seyyienin birden bire inkişafı."
"Şu medenî beşerin hırçınlaşmış ruhunda, şu suretler denilen küçük cenazelerin, mütebessim meyyitlerin rolleri pek azîmdir. Hem müthiştir tesiri."(HAŞİYE 2)
"Memnu heykel, suretler, ya zulm-ü mütehaccir, ya mütecessid riyâ, ya müncemid hevestir. Ya tılsımdır; celb eder o habis ervahları."
"(HAŞİYE 2) : Nasıl meyyite bir karıya nefsanî nazarla bakmak nefsin dehşetle alçaklığını gösterir. Öyle de, rahmete muhtaç bir biçare meyyitenin güzel tasvirine müştehiyâne bir nazarla bakmak, ruhun hissiyât-ı ulviyesini söndürür." (2)
Üstad Hazretlerinin "Lemeat" adlı eserinde yapmış olduğu bu değerlendirme, hadisin mana ve esasına işaret ediyor. Ahir zaman olan bu zamanda, insanların ahlaklarının bozulmasında kadınların rolü çok büyüktür. Kadınların açılmaları ve günaha davet eder bir vaziyete girmeleri, genel ahlakın bozulmasında önemli bir faktördür.
"Kadınlarınız ve çocuklarınız sizin için fitnedir." deniliyor, bu ne demektir?
Soran : Anonim
Tarih: 04.04.2007 - 11:09 | Güncelleme:
Cevap
Değerli kardeşimiz,
‘Fitne’ kelimesi, Türkçe’de ‘Azdırma, baştan çıkarma, karışıklık, fesat, arabozan, karıştırıcı… (Şemsettin Sami, Kamusi Türkî) gibi anlamlara gelmektedir. Ancak Arapça’da kelimenin esas anlamı ‘sınamak’(Asım Efendi, Kamûs Tecümesi) , deneme, imtihan (hayır veya şerle) sınama (Lisânü’l’Arab) dır. Açıkça görüleceği üzere ‘Fitne’ kelimesinin Türkçe’de kullanıldığı anlam, Arapça’daki esas anlamından farklıdır.
Kelime, Arapça’da ‘sınav’ anlamına gelmektedir. Mealini sunacağımız şu ayetlerde de fitne kelimesi sınav anlamında kullanılmıştır.
“Mallarınız ve çocuklarınız ancak birer fitnedir; Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır.” (Teğâbun, 64/15)
“Bilin ki mallarınız ve çoluk çocuğunuz birer fitnedir. Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır.” (Enfal, 8/28)
Ayetlerde çocukların ve malın birer fitne olduğu ifade edilmektedir. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için burada bilerek ayetlerdeki ‘fitne’ kelimesini ‘sınav’ şeklinde tercüme etmeyip orijinal lafzıyla ‘fitne’ olarak kullandık. Bu ayetlerdeki fitne kelimesi, Türkçe’ye ‘sınav’ olarak değil de ‘fitne’ olarak aktarıldığı zaman görüleceği gibi bir yanlış anlama riski ortaya çıkmaktadır. Bu şekildeki bir meâl, insanların zihninde çocukların ve malın olumsuzlandığı şeklinde yanlış bir çağrışıma yol açabilecektir. Halbuki bu ayetlerde çocuklar ve mallar konusunda olumsuz bir tablo çizilmemektedir.
Mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak birer imtihandır. Allah'ın katında ise büyük nıükafaat vardır.
Ey insanlar, şüphesiz ki mallarınız ve çocuklamız sizin için dünyada bir imtihan ve bir fitnedir. Allah katında ise sizin için büyük bir mükafaat vardır. Eğer siz, Allah'a itaat uğrunda evlatlarınızın, hanımlarınızın ve mallannzın etkisinde kalmayıp Allah'a itaatta devam ederseniz onun katında sizin için, büyük bir mükafaat olan cennet vardır.
Bu hususta başka bir ayet-i kerimede de şöyle buyurulmaktadır:
"Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşlere, besili atlara, hayvanlara ve ekinlere karşı duyulan aşırı istek, insanlara süslü gösterildi. Oysa bunlar sadece dünya hayatının geçici malıdır. Varılacak güzel yer ise Allah'ın katındadır." (Al-i İmran, 3/14)
Tegabün suresi, 14 ve 15. ayetler:
4. Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoş görür ve bağışlarsanız, bilin ki Allah çok bağışlayan çok merhamet edendir.
15. Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükafat ise Allah'ın yanındadır.
14. "Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan." Toplumda iç huzurun en önemli prensiplerinden biri de aile düzenidir. Böylesine mühim bir mesele olmasından dolayı burada müminlere yararlı işlerin beyanı sırasında aile problemleriyle ilgili bazı talimatları içeren bir hitap ile sûreye son verilecektir ki bu husus, hem önceki iki sûrenin sonunda yer alan hitabelerine bir nazire, hem de bundan sonra gelecek olan iki sûreye bir mukaddimedir. Tirmizi, Hakim, İbnü Cerir ve daha başkaları İbnü Abbas'tan şöyle rivayet etmişlerdir ki:
"Bu âyeti bazı Mekkeliler hakkında nazil olmuştur ki, onlar Müslüman olmuşlar ve Medine'ye Peygamber (s.a.v)'in yanına gitmek istemişlerdi. Hanımları ve çocukları da onları bırakmaya razı olmadılar. Sonra kalkıp Resulullah'a geldiklerinde insanların dinî bilgileri kavramış olduklarını görünce zevcelerine ve çocuklarına ceza vermeyi düşündüler. Bunun üzerine Allah Teâlâ bu âyeti indirdi."
Diğer bir rivayette de şöyle denilmiştir:
"Bir adam hicret etmek istemişti, ancak karısı ve çocuğu ona mani olmuştu, o da "Eğer Allah Teâlâ sizinle beni Daru'l-hicre (Medine)'de bir araya getirirse vallahi şöyle şöyle yapacağım." diye yemin etmişti. Böylece bu ayet nazil oldu."
Ata b. ebi Rabah'tan rivayet edildiğine göre:
"Avf. b Mâlik el-Eşcei Peygamber'le beraber gazaya gitmek istemişti. Çoluk çocuğu toplanıp engel olmaya uğraştılar ve biz senin ayrılığına dayanamayız diye sızlandılar. O da merhamet gösterip gazaya katılmamış, sonra da pişmanlık duymuştu. Bunun üzerine söz konusu âyet indi."
Bu da gösteriyor ki âyetin nüzul sebebiyle ilgili birden çok rivayet vardır. Ancak bu rivayetleri birleştirmek mümkündür. Âyetin söz gelimi ve mânâsı bu ve benzeri rivayetlere uygun olduğu gibi daha da kapsamlıdır.
Ezvac, zevc kelimesinin çoğuludur. Erkeğe de dişiye de denir. Burada hitab, âyetin dış anlamı itibarıyla erkeğe olduğuna göre murad da onların eşleri olan hanımlar demektir. Ancak "Ey iman edenler!" gibi erkeklere yapılan hitabın tağlib yoluyla kadınları da kapsaması kaidesine bakarak, ezvacın da erkek ve kadın eşleri içine aldığı söylenebilir. Önceki ifadeden bu mânâ, işareten veya delaleten anlaşılır.
Buyuruluyor ki: Ezvacınızdan, yani eşlerinizden ve çocuklarınızdan size bir düşman vardır. Kadın ve çocuklardan oluşan ailelerinizin tamamı değilse de içlerinden bazıları; yani bazı kadın, bazı çocuk veya bazı kadınla çocuklardan teşekkül eden bir takımı, size bilerek veya bilmeyerek bir nevi düşmandır.
Dünyada kocalarına düşmanlık eden, canına bile kıymaya kadar giden, yemeğine zehirler katan, aklını karıştıran, malına ırzına, namusuna hıyanet eden, dinini diyanetini yıkan ve cehenneme sürükleyen nice kadınlar ve çocuklar bulunagelmiştir. Bunu, bile bile kasden yapanlar olduğu gibi, bir takımları ve belki de birçokları bilmeyerek ve kötü bir maksat beslemeyerek kocalarını veya babalarını zararlara, sıkıntılara, keder ve üzüntülere düşürür, böylelikle bir takım hayırlı işlere, ibadetlere engel olurlar.
Çocuklar hakkında ifade edilen bu ikinci husus, bundan sonra gelen âyette fitne tabiriyle gösterilmiş olmasına nazaran, burada daha ziyade kasdi olan düşmanlık ilk akla gelirse de, o âyette zikredilmemiş olan ezvacla beraber burada da aynı mânâ düşünülerek mutlak anlamda olan düşmanlığın kasıtlı veya kasıtsız olma ihtimalinin bulunması, iki âyet arasında bir "intibak" sanatı ifade edebileceği cihetle daha beliğdir. Ailede böyle kasıtlı yahut kasıtsız düşmanlık zevce ve çocuklar tarafından olabildiği gibi, koca tarafından da olabilir. Karılarına hıyanet eden nice erkekler de vardır. Ancak hitabın zahiren erkeklere olması itibarıyla o taraf açıklanmayıp mânânın işaret ve delaletine bırakılmıştır. Bunun da sebebi şudur:
"Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve erkekler mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur..."(Nisâ, 4/34)
âyeti gereğince erkeklerin infak, idare ve terbiyeyi üzerlerine alan reisler olmaları hasebiyle hitab, öncelikle onlara yapılmış ve özellikle iman sıfatıyla nida edilmiş olduğu cihetle akil, baliğ, mükellef bir mümin olarak seslenilmiş, bir aile reisinin kendi ailesine karşı düşmanlık ve ahlâksızlığının, erkeğin akıl ve iman yönüyle bağdaşmayacağı ifade edilmiş ve onlara ancak bu gibi durumlarda uyanık bulunup birtakım mahzurlardan sakınmak, af, bağışlama ve müsamaha gibi ahlâkî faziletlerle idare etmenin uygun olacağı anlatılmak üzere bu cihet açıkça belirtilip mukabili terk edilmiş veya gizlice zikredilmiştir. Yani gerçekte kâmil bir mümin için öyle bir ahlâksızlığı düşünmek bile mümkün değildir.
O halde müminlerin zevcelerine ve çocuklarına yakışan da onlara düşman değil, cidden dost ve esirgeyici olmak, o imanın alâmet ve terbiyesini kazanmaktır. Hal ve ifade yönünden örnek olarak bunu telkin ve idare etme vazife ve sorumluluğu ise öncelikle erkeklere yöneltilmiştir. Bunun da sebebi, kadınların akıldan ziyade hislerine tabi olmalarıdır. Binaenaleyh meâlin kısaca özeti şöyledir:
"Ey iman eden ve aile üzerinde yönetici olması gereken erkekler. Sizlerin erkekliğiniz, aklınız, imanınız ve gereğince iyilik fikriniz size bağlı olan ailenize düşmanlık yapmaya müsaade etmemeyi icab ettirirse de, zevceleriniz ve çocuklarınız içinden akıl veya dinde noksanlıkları sebebiyle sizlere düşman olan, başınıza problem çıkarmak isteyen bazılarının da bulunabileceği muhakkaktır. O halde düşmanlardan sakınınız. Onlara dikkat edip mahzurlarından korununuz, şerlerinden, keder ve sıkıntılarından emin olup kendinizi onlara kaptırmayınız."
"Bundan dolayı eş seçerken dış güzelliğine, malına, şusuna busuna kapılıvermeyip her şeyden önce dinini, edebini, iffetini ve ahlâkını aramak gerekir. Nitekim bir hadiste "Çöplükte biten yeşillikten sakınınız!" buyurulmuştur. Sonra da aile hukukuna riayet ve onların dinî terbiyelerine dikkat etmeli, ayrıca onların yüzünden gelmesi beklenilen dünyevî ve uhrevî zararlardan sakınmalı, gelişi güzel bırakıvermeyip uyanık durumda bulunmalı, sevgi ve alaka sevdasıyla şımartmamalıdır."
"Bununla beraber sakınacağız diye tazyik edip de sıkmamalı, her kusurlarına aldırmamalıdır. Ve eğer affederseniz yani affetmek hakkınız olup tarafınızdan affı mümkün olan suçlarını bağışlarsanız -ki bunlar, size karşı yapılan ve başkalarını ilgilendirmeyen dünya işleriyle alakalı yahut da dinî konularda olup da tövbe ettikleri suçlardır, affeder yüzlerine vurmaz, başlarına kakmaz ve ayıblarını, eksikliklerini örter, müsamaha gösterirseniz, şüphesiz Allah da gafurdur rahîmdir. O da sizin günahlarınızı rahmetiyle bağışlar."
15. Her halde mallarınız ve evlatlarınız bir fitnedir. Sizi kendilerine tutkun edip zahmetlere ve günahlara sokmaya sebeb olan ve bir takım hayırlardan, itaatlardan alıkoyan bir imtihan ve sıkıntıdır. Halbuki büyük mükafat Allah'ın yanındadır. Binaenaleyh Allah muhabbetini, zikir ve taatı mal ve evlat sevgisine tercih etmeli, mal ve evlat kaygılarıyla uğraşırken, Allah için olan ibadet ve itaatı bozmamalıdır.
(ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR, KUR'AN-I KERİM TEFSİRİ)
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
.
Ümmetimin fitnesi maldır sözü hadis mi?
Soran : Anonim
Tarih: 06.03.2022 - 08:19 | Güncelleme:
Cevap
Değerli kardeşimiz,
Konuyla ilgili bir hadis şöyledir:
“Şüphesiz her ümmetin bir fitnesi vardır. Ümmetimin fitnesi (imtihan vesilesi) de maldır.”(Tirmizî, Zühd 26)
Öncelikle ifade edelim ki, mümin, normal hayatını yaşayacak, helallerden yeteri kadar faydalanacak, toplumun içinde olacak, faydalı işlerini sürdürecek, ama bunları yaparken kalbini bağlamayacak, halk içinde Hak ile olacak.
Kulluğunu ihmal etmeksizin çalışacak, bilimde, sanatta, ticarette, tarımda, kısacası her alanda ileriye gidecek, ama gönlünü kaptırmayacak bunlara.
Parayı, serveti, makamı, şöhreti, hüneri, ilmi, sanatı Rabbiyle kendi arasına engel yapmayacak, bilakis vesile yapacak. Yani bunları onun adına kullanacak.
Parayı kasada istifleyecek, makamı masada bırakacak, villayı arsaya kuracak, bunların kalbini istila etmelerine izin vermeyecek.
Demek ki, dinimiz mala-mülke helal dairede sahip olmayı yasaklamıyor, onu kalbimize koymayı yasaklıyor ve mal imtihanını kaybetme konusuna dikkat çekiyor.
Fitne kelimesi, imtihan ve deneme anlamına gelir. Bu imtihan ve deneme hayırda ve şerde olabilir.
Nitekim Kur'an-ı Kerim’de: “...Bir deneme olarak sizi hayırla da şerle de imtihan ederiz...” (Enbiya, 21/35) buyurularak buna işaret edilir.
Bu dünyada pek çok imtihan vesileleri vardır. Bunlardan biri, belki ilk sırada geleni maldır. Çünkü insanoğlunun düşkün olduğu şeylerin başında mal mülk gelir. Mala, mülke ve zenginliğe, Allah’a karşı vazifelerimizi unutturacak derecede aşırı düşkünlük dinimizde hoş karşılanmaz.
Öte yandan elde edilen malın helal yollardan kazanılması ve hakkının yerine getirilmesi gerekir.
İnsan, mal konusunda imtihanı başarırsa, hem dünyada hem ahirette mükâfata ulaşır. Bu sahada başarılı olamayanlar ise, dünyada kemale ulaşamadığı gibi ahirette de cezayı hak ederler.
Özetle, dünya ve dünya malı, hemen her insana cazip gelir. Ama onun mahiyetini bilirsek bu cazibeden kurtuluruz.
Bediüzzaman’ın nazara verdiği “Dünyayı kesben değil kalben terketmek.” düsturu meseleyi kolay bir şekilde halletmektedir. (bk. Mesnevi-i Nuriye, s. 124)
Mevlana Hazretleri, bunu şöyle bir temsille anlatır: “Su, geminin içine girerse onu batırır. Altında bulunursa, onu yüzdürür.” [Mesnevî, (Tâhiru’l- Mevlevî tercümesi), 1/76]
Dünya sevgisi, denizin suyu gibidir, insanın kalbi de gemiye benzer. Dünya sevgisi esas olmuşsa, kalp gemisi su alıyor demektir. Keza, başkalarına faydalı olmak, vefatından sonra sadaka-i cariye olacak hayır kurumları kurabilmek gibi gayelerle zenginliğe talip olunmuşsa, bunda bir problem yoktur, hatta takdire şayan bir durumdur. Ama nefsani gayelerle zenginlik istenmişse, durum son derece vahimdir ve imtihanı kaybetme ile karşı karıyadır.
Buna göre:
- Dünya bir imtihan alanıdır. Dünya malı da bir imtihan vesilesidir.
- İslam ümmetinin bu dünyadaki imtihan vesilesi maldır. Bu konuda her Müslümanın özel bir dikkat göstermesi gerekir.
- Dünyaya çalışmayı ve mal-mülk sahibi olmayı değil, onu kalbimize koymayı terk etmeliyiz.
- Mal-mülk sahibi olanlar büyük bir imtihandadır, daha çok dikkatli olmaları gerekir.
Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun tefsirini yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler.(Al-i İmran, 3/7) ayetine göre, tefsir yapmak caiz değil mi?
Soran : Sorularlaislami...
Tarih: 15.06.2010 - 00:00 | Güncelleme:
Soru Detayı
"... Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun tefsirini yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir."(Ali imran, 7)
- Bu ayetten, "Tefsir yapmak caiz olmaz."gibi bir anlam çıkmıyor mu?
Cevap
Değerli kardeşimiz,
İlgili ayetin meali şöyledir:
“Sana kitabı indiren odur. Onun (Kur'an) bir kısım âyetleri muhkemdir, ki bunlar kitabın esasıdır; diğerleri ise müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik bulunanlar, fitne çıkarmak ve onu(kişisel arzularına göre)tevil etmek için ondaki müteşâbihlerin peşine düşerler. Halbuki onun tevilini ancak Allah bilir; bir de ilimde yüksek payeye erişenler. Derler ki: Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır.(Bu inceliği)yalnız aklıselim sahipleri düşünüp anlar.” (Âl-i İmran, 3/7)
Bu ayetin ifadesinden “tefsir yapmak caiz olmaz” hükmünü çıkarmak doğru değildir. Muhkem ayetlerden maksat, herkes onları hemen anlar demek değildir. Milyonlarca tefsirin ortada olması bunun delilidir. Muhkem’den maksat “çok fazla muhtemel ve çok derin manalar ihtiva etmeyen, ehl-i ilim tarafından hemen anlaşılabilen ayetler demektir.
Müteşabih ayetler ise, ilimde “râsıh” olamayan, derinlemesine bir bilgiye sahip olmayan, hatta vehbî ilimden nasibi olmayan alimler tarafından bile anlaşılamayan ayetler demektir. İlgili ayetlerde özellikle “rasih” alimler kavramı kullanılmıştır. Bundan maksat her alimin bunları bilmeyeceği hususu çok açıktır.
Tefsire ihtiyacın olmadığını söylemek,“bir fizik, bir kimya bir astronomi”kitabının yediden yetmişe herkes tarafından rahatlıkla anlaşılacağını iddia etmek gibidir. Kur’an bu ilimleri ders vermek için gönderilmemiş ama, kendi hedefine yürümek, kendi mesajını aktarmak için bu ilimleri de kullandığını inkâr etmek, Kur’an’ı hiç bilmemek manasına gelir.
Şunu da yine de vurgulayalım ki, tefsire ihtiyaç olmazsa bile tefsir yapmak yine caizdir. Hayatımız boyunca “ihtiyaç olmadığı halde” yüzlerce açıklamalara imza atmışız, bunlara haram diyebilir miyiz? İslam hukukuna göre, ihtiyacın dışındaki saha haram değil, caizdir. Çünkü “Makasıdusşeria”da hükümlerle ilgili şu üç kavram ön plana çıkmaktadır. Zaruriyat, haciyat / ihtiyaç ve tahsiniyat.. Bunların ilk ikisi hükümlerin belirlenmesinde esas alınır. Ama sonuncusu da -haram değil- mubah alana sahip bir unsurdur.
“Sana da ey Resulüm bu zikri indirdik ki kendilerine indirileni insanlara açıklayasın. Umulur ki düşünüp anlarlar.” (Nahl, 16/44)
mealindeki ayette açıkça belirtildiği üzere, Hz. Peygamber (asm)'in tebliğ yanında bir de teybin / açıklama görevi vardır. Ve bu açıklama görevi “muhkem-müteşabih” ayırımı yapılmaksızın verilmiştir. Hz. Peygamber (asm)'in bu açıklamalarının hepsi birer tefsirdir. Nitekim, İmam Şafii gibi pek çok büyük alimlere göre, Efendimiz (asm)'in hadisleri, hayatı ve sünneti, tamamen ayetlerin birer tefsiridir.
Hulasa; Kur’an’ın tefsire ihtiyaç duymadığını söylemek, Allah’ın sonsuz ilmini yansıtan Kur’an'a karşı büyük bir saygısızlıktır, binlerce İslam aliminin tefsir konusundaki cansiperane gayret ve çalışmalarını abesle iştigal olarak değerlendirmek manasına gelir ve ilmin cehaletten farksız olduğunu savunma talihsizliğine düşmektir. Bu ise arş-ı ilahîyi titretecek bir zulüm ve haksızlıktır.
Şunu da açıkça ilan edelim ki, “Ben tefsire ihtiyaç duymadan doğrudan Kur’an’dan veya mealden hükümler çıkarabilirim, ilahî mesajı algılayabilirim.” diyen varsa, zaten o da bir tefsir yapıyor demektir. Çünkü Kur’an ayetleri üzerine söyleyeceği her söz bir tefsir olacaktır.
Kur’an Yolu isimli tefsirdeki, soruda geçen ayetin açıklamalarını vermeyi uygun görüyoruz:
Bu âyeti yorumlayan İslâm bilginleri âyette geçen "kitap" kelimesiyle Kur'an'ın kastedildiği hususunda fikir birliği içindedirler.
Muhkem, sözlükte "engellenmiş, dış etkilere karşı korunmuş, güvenilir, sağlam, bozulamaz" gibi anlamlara gelir. Müteşâbih ise sözlükte"aralarında birbirinden ayırt edilemeyecek ve zihin karıştıracak derecede benzerlik bulunan iki şey"demektir.
Muhkem ve müteşâbihin terim anlamları ve bu âyette hangi mânada kullanıldıkları hakkında âlimler arasında fikir birliği bulunmamaktadır. Şevkânî yedi tanıma yer verip bunları eleştirir ve kendi tercihini şöyle belirtir:
Muhkem, "ister kendi başına ister başka ifadeler dikkate alındığında, manası ve delâleti açık seçik anlaşılan"; müteşâbih ise, "gerek kendi başına gerekse başka ifadeler dikkate alındığında, mânası ve delâleti açık seçik anlaşılmayandır."
Bu sebeple Râzî her ekolün kendi görüşüne uygun âyetleri muhkem, karşı görüşe uygun olanları ise müteşâbih olarak niteleme gayreti içinde olduğuna dikkat çeker. Aşağıda açıklanacağı üzere, âyetin son kısmında yer alan müteşâbihatın anlamının kimler tarafından bilindiğine ilişkin ifadenin tefsiri, bu iki kelimenin buradaki terim anlamlarının belirlenmesinde temel etkeni oluşturmaktadır.
Esasen Kur'ân-ı Kerîm'de bu yüce kitabın bütün âyetlerinin muhkem kılındığını yine onun müteşâbih olduğunu belirten ifadeler de bulunmaktadır. Fakat buralardaki "ihkâm" (muhkem kılma) ve "müteşâbih" kelimelerinin bu âyeti kerîmedeki anlamlarıyla kullanılmadığı açıktır. Genel kabul gören anlayışa göre Kur'an'ın bütününü kapsayan "muhkem" nitelemesiyle, onun dil özellikleri ve anlam derinliği açısından başka sözlerden üstün olduğuna ve benzerinin ortaya konamayacağına dikkat çekilmektedir. Bütününü kapsayan "müteşâbih" nitelemesiyle de üslûbundaki çeşitliliğe rağmen bir kısmının diğer kısmına tercihini imkânsız kılan bir güzelliğe sahip olduğuna, bıkılmadan tekrar tekrar okunduğuna, her bir âyetinin iman sahiplerinin gönüllerinde ayrı bir heyecan ve manevî haz uyandırdığına ve aynı kaynaktan geldiğini gösteren bir tutarlılık taşıdığına işaret edilmektedir.
Elmalılı Hamdi Yazır, Hûd sûresinin 1. âyetinde kitabın "âyetleri sağlam kılınmış" (uhkimet âyâtuhû) şeklinde nitelenmesinden ve müteşâbihatın da sonuç itibariyle onun bir parçası olmasından hareketle, buradaki hikmetli üslûpla, bütünüyle düşünüldüğünde kitabın tamamının muhkem olduğuna işaret edildiğini belirtir. Daha sonra ise "bu hikmete aykırı olarak müteşâbihat ümmü-l 'kitâb farzedilir de nıuhkematnı müteşâbihatla te'viline gidilirse o zaman da hepsinin müteşâbih olacağını ve Zümer sûresinin 23. âyeti hükmünün tezahür edeceğini ifade eder. Kanaatimize göre bu âyetle Hûd sûresinin 1. âyeti arasında böyle bir bağ kurulabilse bile Zümer sûresinin 23. âyetiyle müellifin düşündüğü bağı kurmak isabetli olmaz. Çünkü burada hikmete muhalif, yanlış bir yöntem izlenmesinden bahsetmekte, gönderme yaptığı âyette ise, -yukarıda belirtildiği üzere- Kur'an'a yürekten inanmış kişilerden ve bu kitabın onların gönüllerinde uyandırdığı manevî haz ve heyecandan söz edilmektedir. Zümer sûresinin 23. âyet bağlamında kitabın "müteşâbih" olarak nitelenmesi onun kendi içinde uyumlu ve çelişkilerden uzak olduğunu anlatmaktadır. Nitekim müellif de Hûd sûresinin 1. âyetiyle Zümer sûresinin 23. âyetini karşılaştırırken "... Bu cihetle 'uhkimet âyâtühû' ve 'kitaben müteşâbihen' mütekabil değil birbirinin izahıdır" demektedir.
Bu âyet-i kerîmede muhkem ve müteşâbihle neyin kastedildiği hususunda tefsirlerde yer alan başlıca görüşleri şöyle özetlemek mümkündür:
a) Muhkem âyetler Allah'ın birliğine yürekten inanma, ana-babaya iyi davranma, kötülüklerden kaçınma vb. bütün ilâhî dinlerde ortak olan hükümleri içerenlerdir. Müteşâbih âyetler ise bazı sûrelerin başındaki harfler (hurûf-ı mukattaa) gibi mânası açıklanmamış âyetlerdir. Bu görüş İbn Abbas'tan nakledilmiştir (İbn Abbas'tan yapılan başka bir rivayette muhkem "helâller ve haramlar" şeklinde belirtilmiştir).
b) Nâsih(başka âyetleri yürürlükten kaldıran) âyetler muhkem, mensuh(yürürlükten kaldırılmış) âyetler müteşâbihtîr.Bu görüş İbn Abbas'tan ve Abdullah b. Mes'ûd'dan nakledilmiştir.
c) İçeriği hakkında bilgi sahibi olmanın mümkün olduğu âyetler muhkem, kıyametin ne zaman kopacağı gibi mahiyeti bilinemeyecek konular içeren âyetler müteşâbihtir.
d) Verdiği bilgiyle ilgili delil açıksa bu âyet veya o bilgiyle ilgili kısım muhkem, şayet delili açık olmayıp derinlemesine düşünme ve incelemeyi gerektiriyorsa müteşâbihtir. Meselâ Zuhruf sûresinin 11. âyetinde baş kısım muhkem son kısım müteşâbihtir.
e) Anlam bakımından benzeşen âyetler müteşâbih diğerleri muhkemdir.
f) Mükerrer lafızlar içeren âyetler müteşâbih diğerleri muhkemdir.
g) Kıssalar (öncekilerin başından geçen olaylar) ve meseller (muhakeme yapıp sonuç çıkarmaya yönlendiren örnekler) içeren âyetler müteşâbih diğerleri muhkemdir.
İbn Atıyye İbn Abbas'tan ve İbn Mes'ûd'dan bu konuda yapılan nakiller hakkında "Kanaatimce bunlar örnek vermek üzere yapılmış açıklamalardır." der.
İbn Âşûr tümevarım metoduyla Kur'ân-ı Kerîm'de on türlü müteşâbih tespit ettiğini belirtip bunların mertebelerini gösterdikten sonra şu hususların müteşâbih kapsamında olmadığını ifade eder:
a) Bizim bilgisine ulaşamayacağımız hususlar; "De ki: Ruh Rabbimin emrindendir." âyetindeki gibi.
b) Vaktinin bilinemeyeceği açıkça ifade edilen hususlar; "De ki: Onun (kıyamet) hakkındaki bilgi sadece Rabbimin katındadır... Sizi ansızın yakalayacaktır!" âyetindeki gibi.
c) Aynı konuda farklı anlamlar taşıyan fakat deliller arasındaki çelişkileri giderme kurallarına göre birbiriyle bağdaştırılabilecek ifadeler.
İslâm bilginlerinin çoğunluğu "muhkem"le mânası açık ifadelerin kastedildiği noktasında birleşmekle beraber, "müteşâbih" hakkında baslıca iki gruba ayrılmışlardır:
Bir gruba göre bu, "mânası ancak yüce Allah tarafından bilinebilecek ifadelerdir; Allah bunlarla neyi kastettiyse onların gerçek olduğuna inanmak gerekir." Diğer grup ise bunun, "mânası kapalı ifadeler" olduğu kanaatindedir. Sonuncu anlayışa göre bilimsel ehliyeti haiz kişiler için müteşâbih âyetleri veya bir kısmını anlamak ve yorumlamak mümkündür. Diğer âyet ve bilgilerin yardımıyla, özellikle ilimdeki gelişmeyle zaman içinde bunların mânası çözülebilecektir. Bu görüş ayrılığına paralel olarak, âyetin sonundaki "ve'r-râsihûne..." ifadesinin başında yer alan "ve" (vav) harfi ikinci anlayışı benimseyenlerce bağlaç olarak kabul edilmiş ve şu anlam verilmiştir: ''...Halbuki onun te'vilini ancak Allah ve ilimde yüksek payeye erişenler bilir." Birinci anlayışa göre ise buradaki vav yeni bir cümlenin başladığını göstermektedir ve âyetin anlamı şöyledir:
"... Halbuki onun te'vilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek payeye erişenler ise: Ona inandık, hepsi rabbimizin katındandır, derler." Kaynaklarda genellikle, birinci anlayışın sahipleri "selef (sahabe ve tabiîn bilginleri) veya "mütekaddimîn" (ilk dönem bilginleri), ikinci anlayışa sahip olanlar "halef veya "müteahhirîn" (ilk dönemden sonra gelen bilginler) şeklinde anılır. Bununla birlikte ikinci görüş bazı sahabe ve tabiîn âlimlerinden de nakledilmektedir. Yine bunlardan hangisinin çoğunluğun görüşü olduğu hususunda müfessirlerin farklı kanaatlere sahip oldukları görülmektedir.
Kur'ân-ı Kerîm'de gerçek anlamını ancak Allah'ın bildiği veya mânasını sadece ilimde yüksek mertebelere erişmiş kişilere lütfettiği âyetlerin (müteşâbihat) bulunmasına birçok açıklama getirilmiştir. Bunların belli başlılarını şöyle özetlemek mümkündür:
Kur'ân-ı Kerîm'in kıyamete kadar yürürlükte kalmak üzere gönderilmiş olması sebebiyle, müteakip bütün zamanlar için uygun sonuçların ve değişik anlamların çıkarılmasına kapı aralayan ifadelere sahip olması tabiidir. Yine her dönemin ihtiyaçlarına cevap verebilecek kudretli bilginlerin yetişebilmesi zor ifadelerden amaçları bulup çıkarabilme melekesini haiz kişilerin yetişmesine, bu da araştırma ve incelemeye yönelten motivasyonun bulunmasına bağlıdır. Şayet dinin bütün bildirimleri kolay bir üslûpla ve tek düze ifadeler içinde gelmiş olsaydı herkes önlerindeki hazır malzemeyle yetinme alışkanlığı kazanır, ilerleme ve gelişme mümkün olmazdı.
Kur'ân-ı Kerîm'in bir taraftan çağrı, öğüt, öğreti ve hüküm kaynağı özelliklerini bünyesinde toplaması, diğer taraftan da bütün zamanlara meydan okuyan bir mucize olması, zengin anlamlarla yüklü değişik üslûplardan oluşan bir ifade örgüsünü gerekli kılmıştır. Aynı şekilde, Kur'ân-ı Kerîm'in temas ettiği metafizik, psikoloji, felsefe, hukuk ve medeniyet tarihi gibi ilimler derinlemesine düşünmeyi ve ifade inceliğini gerektiren üst düzey bilimlerdir. Basit bir dilin dar kalıpları içinde bu ilimlerin perdesini aralamak ve yeni ufuklar açmak mümkün değildir.
İnsanoğlu bilim ve medeniyette ne kadar ileriye giderse gitsin hep yeni şeyler bilmek ve öğrenmek ihtiyacı duyar. Bu ihtiyacı karşılarken bilinmeyen bir âlemin varlığını sezinlemesi, marifet yolunda ilerlerken ve ilimde yeni mertebelere ulaşırken önündeki meçhullerin tükenmediğini farketmesi, bir taraftan onu bu araştırmaları sürdürmesi için kamçılayacak, bir taraftan da ilimde ne kadar ileri giderse gitsin “her bilenin üstünde bir bilen olduğu”nu ve yüce Allah'ın ilminin sonsuzluğunu yürekten kabullenme erdemine ulaştıracaktır. Esasen insanın ilim ve irfan basamaklarında yükselmesini sağlayan öğrenme melekesinin gelişmesi de bilinenlerden hareketle bilinmeyenleri sezmek ve bu meçhuller hakkında ulaşılan sonuçların sağlamasını yine bilinenlere göre yapmak suretiyle gerçekleşir. Öğrencinin bilgi düzeyi yükselip öğrenme melekesi güçlendikçe öğretmen aşama aşama yeni meçhulleri önce ona sezdirip sonra çözdürür. Dolayısıyla meçhulü sezmek, onu bilme ve öğrenmenin ön şartı konumundadır. Yüce Allah kullarına önce kendi varlığını diğerlerinden ayırt ettiren muhkem bir bilgi sağlayıp sonra müteşâbih halde bulunan meçhulleri sezdirir ve kademe kademe bunları muhkeme dönüştürür. Bir başka anlatımla müteşâbihlerin bu özelliği görecelidir. Gerçekte ve sözün sahibi bakımından bunların anlamında hiçbir kuşku ve tereddüt bulunmayıp muhataba nispetle kapalılık taşıyan ifadelerdir.
Mümin kişi Kur'an'ın çelişkiler içermediğine yürekten inanır. Zaten Kur'ân-ı Kerîm de bu kitabın Allah'tan başkası tarafından gönderilmiş olması ihtimalini ortadan kaldıran çelişmezlik deliline bizzat işaret etmiştir:
"Kur'an'ı inceleyip düsünmüyorlar mı? Eğer Allah'tan başka birinden gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık ve çelişki bulurlardı!"
İşte Kur'an'da zahir (ilk anda hatıra gelen) anlamları açısından birbirleriyle uyumlu olmayan ifadelerle karşılaşan bir mümin bunların aynı kaynaktan geldiğini dikkate alarak ve müteşâbihleri muhkemlere vurarak görünürdeki çelişkinin gerçek olmadığını ortaya çıkaracak fikri bir çalışma yapar, böylece inancı daha bir güçlenir ve gönlü huzurla dolar.
Mahiyetini insan havsalasının kaldıramayacağı konularla (meselâ yüce Allah'ın sıfatları) ilgili müteşâbih âyetler ve insanlar tarafından bilinmesi dünyadaki nizamı altüst edebilecek konularla (meselâ kişinin ne zaman öleceği, kıyametin ne zaman kopacağı) ilgili müteşâbih âyetler, bir yönden Allah'ın kullarına rahmeti, bir yönden de insanoğlu İçin birer İmtihan vesilesidir.
Esasen bizatihi Kur'ân-ı Kerîm'in bu konuda kesin bir kıstas koymaması, bir zamanda veya bir kısım bilginlerce müteşâbih gibi düşünülen ifadelerin başka bir zamanda veya başka bilginler tarafından muhkem olarak telakki edilebilmesini ya da bunun aksinin meydana gelmesini tabii kılmaktadır. Fakat müteşâbihlerin mânasını bilebilmek için ilimde belirli payeye erişmiş olmak şart olduğuna göre, herhangi bir âyetin müteşâbihattan olduğuna hükmetmek için bu şart öncelikle gereklidir. Dolayısıyla fikir hürriyetinin anarşi derecesine ulaşması halinde bilimin hakemliği söz konusudur. Bu konuda görüşüne değer verilecek bilim adamları için âyette kullanılan ifade "râsihûn fî'l-ilm" şeklindedir. Bu, derinlemesine bilgi sahibi ve tarafsız ilim adamı anlamındadır. Ayrıca bu kişilerin âyette anılan ve övülen özelliği samimi bir iman sahibi olmaları ve hepsinin Allah katından olduğuna yürekten inanmış bulunmalarıdır.
İşte bir taraftan çok çeşitli düşünce ve yorumlara açık geniş bir alan bırakılırken, bir taraftan da anılan özelliklerde ilim temsilcilerinin bulunmasının istenmesi, İslâm toplumlarını her dönemde, sapkın yorumları ve zihinleri örselemekten başka amacı olmayan fikirleri ayıklayan bir bilim kadrosu oluşturma görevi ile karşı karşıya getirmektedir. Bu, topluma yüklenmiş bir görev olduğu için "kifâî” vecîbelerdendir. Bu görevi ifa edebilecek nitelik ve nicelikte bir kadronun yetiştirilmesiyle bütün toplum vebalden kurtulur, aksi halde tüm toplum sorumlu olur.
Fitne verecek konuşmalar yapan misafirimi nasıl durdururum?
Soran : Anonim
Tarih: 14.12.2021 - 09:00 | Güncelleme:
Soru Detayı
- Bir büyüğüm misafirim oluyor, fakat sürekli fitne verecek vesveseli konuşmalar yapıyor, nasıl durduracağımı bir türlü bilemiyorum, yardımcı olur musunuz?
Cevap
Değerli kardeşimiz,
Sözünü ettiğiniz kişi için “bir büyüğüm” dediğinize göre, bu yakın akraba çevrenizden biridir. Sizi ziyarete gelen bir yakın büyüğünüzün bilerek fitne verecek konuşmalar yapması zayıf bir ihtimal gibi duruyor. Bu kişi ya iyi niyetle, ama söylediği sözün nereye varacağını bilmeden konuşuyordur ya da konuştuğu şeylere siz olumsuz anlamalar yüklüyor olabilirsiniz.
- Misafirinizin gerçekten neyi kastettiğini ve niçin böyle konuştuğunu anlamadan atacağınız adımlar, akrabalık ilişkilerinize zarar vereceği gibi, suizanna da neden olabilirsiniz. Bundan dolayı, misafirinizden, yine sizi rahatsız eden ve “fitne vereceğini” düşündüğünüz sözler sarf ettiğinde, sözlerine açıklık getirmesini sakin bir üslupla isteyebilirsiniz. “Kusura bakmayın, az önce söylediklerinizi tam olarak anlayamadım, acaba burada neyi kastettiniz, neye binaen bunu söylediniz?” gibi sorularla, gerçek niyetini öğrenip ona göre davranmanız en doğrusudur.
Eminiz ki, misafiriniz kasti aşan sözler sarf etmiş olduğunu anlar ve bir daha tekrar etmez. Veya siz, onun sözlerine olumsuz anlamlar yüklemiş olduğunuzu anlar ve rahtlarsınız.
- Farz edelim ki, -misafiriniz kabul etmese de- en kötü ihtimal ile siz onun art niyet taşıdığını anladınız. Bu durumda da siz nazikane bir ifadeyle, ama kararlı bir şekilde, “İyi niyetle bunları söylediğinizi ifade ettiniz, size inanıyorum, ama yine de bu sözler beni rahatsız ediyor, gündeme gelmese memnun olurum.”, derseniz, eminiz fitnenin önünü kesmiş olursunuz.
Burada olduğu gibi, diğer yer ve kişilerle ilgili de sizi rahatsız ettiğine inandığınız söz ve tavırlar karşısında susmak, doğru değildir, edep de bu değildir. Tam aksine, edep de vicdan da hak da insanın haksızlık karşısından susmamasını gerektirir. Aksi durum, ruhsal sıkıntılara sebebiyet verecek ve ileride çok daha büyük sorunlar doğuracaktır. Sadece dikkat edilmesi gereken şey, nazikane, saygı sınırlarını aşmayan ifadelerleve alçak bir ses tonu ile konuşmaktır. Ayrıca karşı tarafı itham etmekten ziyade, bizzat kendi duygularınızı ifade etmenizdir.
- Misafiriniz eğer anne-baba, abla, kardeş gibi çok yakın bir akraba olduğu için, kendisini ikaz edemiyorsanız veya etmeniz daha büyük aile sıkıntılarına neden oluyorsa, en azından sohbet konusunu siz belirleyebilir ve daha çok siz konuşabilirsiniz. Veya Kur'an tefsirinden belli yerleri okuyabilir veya okumanız iyi değilse, telefona / bilgisayar gibi cihazlardan belirli videoları dinlettirebilirsiniz. Böylece onun fazla konuşmasına fırsat vermemiş olursunuz.
- Ayrıca yine Kur'an, hadis ve diğer dini eserlerden; güzel ahlak, gıybet, fitne vb gibi yerleri daha önceden belirleyip, misafiriniz geldiğinde ona okuyabilirsiniz. Böylece hem hatasını anlamasını sağlarsınız hem de fitne gibi bir çirkin fiilin ne kadar büyük bir günah olduğunu anlatmış olursunuz.
- Misafiriniz anne-baba gibi yakın bir akrabanız değilse, çeşitli bahanelerle, bir süre onunla görüşmeyi kesebilirsiniz.
Not: Eğer bunlardan birinin yapma imkânı yoksa veya bunlardan birini yaptığınız halde yine de fitne verecek konuşmalar devam ederse, nazikçe izin alarak bulunduğunuz ortamı terk etmeniz ve beden dilinizle, hal ve tavırlarınızla bundan rahatsız olduğunuzu hissettirmeniz gerekir.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
.
"Benden sonra, erkekler için kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakmadım." "İşlerini kadına bırakan bir millet asla felah bulmayacaktır." gibi hadisleri nasıl anlamalıyız?
Soran : ensar261
Tarih: 20.11.2006 - 11:52 | Güncelleme:
Cevap
Değerli kardeşimiz,
Üsâme İbni Zeyd radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu:
“Benden sonra erkeklere kadınlardan daha zararlı bir fitne sebebi bırakmadım.” (Buhârî Nikâh 17; Müslim Zikir 97 98. Ayrıca bk. Tirmizî Edeb 31; İbni Mâce Fiten 31)
İlk bakışta hadîs-i şerîfin bütün kadınları fitne ve fesada yol açan uğursuz yaratıklar kabul ettiği sanılabilir. Hayır, Efendimiz böyle bir şey söylememiştir. Bu hadiste bazı problemli kadınlara işaret edilmekte, huysuzlukları sebebiyle onların erkekleri zor durumda bırakacakları belirtilmektedir.
Şu âyet-i kerîme konumuza ışık tutmaktadır:
“Ey imân edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoşgörür ve bağışlarsanız, bilin ki Allah da çok bağışlayan çok esirgeyendir.”(Tegâbün, 64/14).
Malını ve canını Allah yoluna adayan bazı mü’minleri, eşleri ve çocukları daha çok duygularına hitap etmek suretiyle bu davranıştan vazgeçirebilirler. "Sen ölürsen biz ne yaparız; savaşa gitme." diyebilirler. "Paranı boş yere harcama, çoluğunu çocuğunu düşün." diyerek, erkeğin hayır yapmasına engel olabilirler. Sahip olduklarından daha fazlasını istemek suretiyle, kocalarını gayrimeşrû kazanmaya sevkedip günaha itebilirler.
Rivayet edildiğine göre ashâb-ı kirâm devrinde bazı sahâbîlerin eşleri ve çocukları “Eğer gidecek olursan biz sensiz ne yaparız?” bahânesiyle onların hicret etmesini geciktirmişlerdi. Bu gecikme yüzünden ne büyük mânevî kayıplara uğradıklarını anlayan o sahâbîler, hanımlarını ve çocuklarını cezalandırmaya kalkınca onları daha hoşgörülü davranmaya ve affetmeye dâvet eden yukarıdaki âyet-i kerîme nâzil olmuştu. İşte kadınların erkekler için tehlike olacağı yönlerden biri budur.
Meselenin önemli bir yönü daha vardır: Kur’ân-ı Kerîm’de belirtildiği üzere (Âl-i İmrân, 3/14) insan bazı dünya zevk ve nimetlerine düşkün olarak yaratılmıştır. Bunlardan biri belki de birincisi, iki cinsin birbirine olan meylidir. Bu ilginin ölçülü kullanılmaması her iki taraf için de tehlike doğurur. Hadîs-i şerîfte bu tehlikeye erkeklerin dikkati çekilmekte, kadınlar konusunda dikkatli ve uyanık olmaları istenmektedir. Bu konuyu şu hadis açıkça bildirmektedir:
“Dünya tatlı, göz kamaştırıcı ve çekicidir. Allah onu sizin kullanmanıza verecek ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyaya aldanmaktan sakının. Kadınlara kapılmaktan korunun. Çünkü İsrailoğullarında ilk fitne kadınlar yüzünden çıkmıştır.” (Müslim, Zikir 99; Tirmizî, Fiten 26; İbni Mâce,Fiten 19)
İnsan dünyaya kapıldı mı, artık nereye kadar gideceğini kestirmek mümkün olmaz. Bu nimetlerin elden çıkması da onları gerektiği gibi kullanamamakla ilgilidir. Zira Efendimiz, “Allah nasıl davranacağınıza bakacak” buyurmuş, bunların imtihan vesilesi olduklarını duyurmuştur.
Hz. Peygamber ikinci olarak kadınlara karşı da uyanık davranmayı ve “takvâ”ya yönelik olan tehlikede “kadın”ın önemli bir yeri olduğunu hatırlatmakta, hatta İsrailoğullarındaki ilk fitnenin kadınlar sebebiyle ortaya çıktığını da örnek göstermekle konuya ait hassâsiyeti iyice vurgulamaktadır. (Sözü edilen fitne hakkında bilgi için bk. Ali el-Kârî, Mirkât IV/267-269)
“Takvâ”nın belli başlı iki konuda, dünya ve kadınlar konusunda daha çok gerekli olduğu, bu iki unsurun “takvâ”yı her şeyden çok etkileyeceği anlaşılmaktadır.
Nefsanî ve şeytanî güçler, insanları saptırmak için ne yazık ki, nefis ve şeytanın esiri olmuş erkek ve kadınları kullanmaktadır. Burada en çok öne çıkan cins de kadındır.
Diğer taraftan, bu hadisin çevirisinde göz önünde bulundurulması gereken önemli bir nokta bulunmaktadır. ‘Fitne’ kelimesinin Türkçe’de kullanıldığı anlamın, hadiste kullanılan anlamdan çok farklı olmasıdır. Bu sebeple, Arapça’daki anlamı, özellikle de hadisin söylendiği dönemdeki anlamı dikkate alınmadan ‘fitne’ kelimesi Türkçe’ye, olduğu gibi ‘fitne’ olarak çevrildiği zaman, kanaatimizce önemli bir anlam kayması ile karşı karşıya kalınacaktır.
Demek ki ‘fitne’ kelimesinin tarih içerisindeki anlam kaymasını göz önüne almadan, bu hadisi anlamaya çalışmak hatalı olacaktır. Ayrıntılara girmeden ifade edersek, ‘Fitne’ kelimesi, Türkçe’de ‘Azdırma, baştan çıkarma, karışıklık, fesat, arabozan, karıştırıcı… (Şemsettin Sami, Kamus-i Türkî) gibi anlamlara gelmektedir. Ancak Arapça’da kelimenin esas anlamı ‘sınamak’ (Asım Efendi, Kamûs Tecümesi; Lisânü’l’Arab) , deneme, imtihan (hayır veya şerle) sınamadır. Açıkça görüleceği üzere ‘Fitne’ kelimesinin Türkçe’de kullanıldığı anlam, Arapça’daki esas anlamından farklıdır. Kelime, Arapça’da ‘sınav’ anlamına gelmektedir. (bk. Diyanet Aylık Dergi, Sayı; 165)
"En yüksek sevgilerini Allah'a tahsis etmeyip de kadınlara tahsis etmiş olanlar, şeytana aldanmaktan ve ona kul olmaktan kurtulamazlar Nitekim; ‘Kadınlar şeytanın ağlarıdır.’ (Nehc-ül Fesaha, 1/635, bu hadisin sıhhat konusu hadis alimlerince tartışılmaktadır) denilmiştir. Şeytanlar başka yol ile aldatamadıklarını en çok kadınla aldatırlar."
Burada şuna özellikle dikkat edilmelidir ki; takva ve dış örtüleriyle Allah'a kul olan Müslüman kadınlar, elbette şeytanın tuzağı değildir, bilakis şeytanın tuzağını bozan kişilerdir.
“Kadınlar, şeytanın ağlarıdır.” ifadesi; hem kadınları dikkatli olmağa çağırmakta, hem de şehvet esiri erkeklerin, gerçekte kimin ağına takıldıklarını haber vermekte ve onları ikaz etmektedir. Bu hadis ile, şehvetine esir olmuş bir erkek, şeytanın ağına takılmış ‘serseri bir balık’ olarak tasvir edilmektedir.
Ve yine Allah Resulü, müminlerin, şeytanın bu tuzağına düşmemeleri için ikaz ederek şöyle buyurmaktadır:
“Dikkat edin! Bir erkek yabancı bir kadınla baş başa kaldığında, muhakkak üçüncüsü şeytandır.”(Tirmizi, Rada 16)
Bu sözden maksat, kadının yerilmesi ve kötülenmesi değil, onun çok dikkatli olması ve şeytanın bir tuzağı haline gelmekten kendisini koruyup kollaması gerektiğidir. Aksi halde hem kendisini, hem de toplumu fesada sürüklemesi kaçınılmaz olur. Maalesef günümüzde, büyük ölçüde böyle olduğu çok açık bir şekilde ortadadır.
Medyada bir çok defa şahitlik ediyoruz ki, siyasetçiler, ilim adamları, zenginler, gizli kameralarla çekilen görüntülerle, cinsellik komplosunun bir kurbanı olarak, sık sık teşhir edilmektedir. Evet, günümüzün insanlarını zorlu bir cinsellik sınavı beklemektedir. Boyalı, cilalı hanımların, her yerde arz-ı endam etmeleri, erkekler için büyük bir imtihan değil midir? Ya da çok yakışıklı ve zengin bir erkeğin bir hanımı saptırmak için yanaşması, kadınlar için büyük bir imtihan değil midir?
Şehvet türlü türlü kılıklara girerek, her zaman insanları kuşatmakta ve zorlu bir imtihana çekmektedir.
Kısaca ifade etmek gerekirse: Hem erkek hem de kadının, İlahi sevgiyle olgunlaşması için yaradılışta özlerine bu potansiyel yerleştirilmiştir. Her ikisine de olumlu veya olumsuz yöne gitme özgürlüğü verilmiştir. Kadın Hz. Meryem de olabilir, Ebu Leheb'in karısı da. Erkek Ebu Bekir (ra) de olabilir Ebu Cehil de.
Ebû Bekre (radıyallâhu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan işitmiş olduğum bir kelimenin Cemel Vak'ası sırasında Allah'ın izni ile faydasını gördüm. Şöyle ki bir ara, neredeyse ashâb-ı Cemel'e katılarak onların yanında yer alıp savaşmaya karar vermiştim. Hemen, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, "İranlıların başına Kisrâ'nın kızı kraliçe oldu." diye haber geldiği zaman (söylemiş olduğu sözü hatırladım ve onlara katılmaktan vazgeçtim. O zaman Efendimiz:) 'İşlerini kadına teslim eden eden bir kavim felâh bulmayacaktır.' demiş idi."[Buhârî, Fiten 17, Megâzi 82; Tirmizî, Fiten 75, (2263); Nesâî, Kudât 8 (8, 227)]
Rivâyetten de anlaşılacağı üzere Ebû Bekre, Hz. Aişe ile aynı kanaatte idi. Yani Hz. Osman (radıyallâhu anh)'ı şehid edenlerin cezalandırılmasının gereğine inanıyordu. Ancak, bu mesele üzerine çıkan Cemel Vak'ası'na katılmadı. Aslında İbnu Hacer'in de belirttiği üzere, ne Hz. Ali, ne de Hz. Aişe (radıyallâhu anhümâ) Müslümanlar arasında savaş çıkmasını istiyor değillerdi. Ancak Taberî'de açıklandığı üzere, araya giren kötü niyetli bazı kimseler iki orduyu, bir kısım desîselerle tutuşturduktan sonra, herkes kendini savaşın içinde buldu ve ne çıkabildi ne de savaşı durdurabildi.
İşte Ebû Bekre, bu meselede, Sa'd İbnu Ebî Vakkas, Muhammed İbnu Mesleme, Abdullah İbnu Ömer (radıyallâhu anhüm) gibi bir kısım sahabelerle birlikte savaşta tarafsız kaldılar.
Ebû Bekre'nin bu hadisini delil alan bazı alimler, "Kadının kazâ işlerine hakim olarak tayin edilmesinin caiz olmadığını" ifade etmişlerdir. Ancak, İbnu Cerîr et-Taberî buna muhâlefet ederek, kadının şehâdetinin câiz olduğu kimseler hakkında hüküm de verebileceğini söylemiştir. Bâzı Mâlikîler, herhangi bir sınır getirmeksizin "Kadın her konuda hakim olabilir." demiştir.
- Bir hadiste duymuştum, ahir zamanda karanlık gece gibi fine olacakmış; insanlar mümin olarak sabalayıp kafir olarak gecelermiş. Bu nasıl olur?
- Bu hadis sahih mi? Metnini paylaşıp akılayabilir misiniz?
Cevap
Değerli kardeşimiz,
Bu konuyu anlatan sahih bir hadis-i şerif vardır.
Ebû Hüreyre (ra)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (asm) şöyle buyurdu:
“Yararlı işler görmekte acele ediniz. Zira yakın bir gelecekte karanlık geceler gibi birtakım fitneler ortalığı kaplayacaktır. O zamanda insan, mümin olarak sabahlar, kâfir olarak geceler; mümin olarak geceler, kâfir olarak sabahlar. Dinini küçük bir dünyalığa satar.” (Müslim, İmân 186.)
Faydalı işler ve hizmetlerde gözü açık davranmak, fırsatları anında değerlendirmek, bu konuda Yüce Dinimizin tavsiye ettiği yegâne aceleciliktir. Zira halkımızın isabetle belirttiği gibi, “Elden kalan elli gün kalır.”, “İyilerin tembelliği, kötülerin faaliyetidir.”
İyilik yapmayı, faydalı iş görmeyi nefis ve şeytan istemez, bu onlara çok ağır gelir. Onun için de bu tür işlerin daima tehir edilmesini isterler. Oysa gelecek günlerin neler getireceği hiç belli olmaz.
Hadis-i şerifte bu noktaya dikkat çekilmekte, her şeyi kopkoyu bir karanlık içinde tanınmaz hâle sokarak birtakım büyük fitnelerin ortaya çıkmasından önce, iyi şeyler yapmaya bakmak gerektiği hatırlatılmaktadır. Olumsuzluklar o noktaya varabilir, ortalık öylesine allak bullak olabilir ki, -Allah korusun-, insan mümin olarak sabahlamışken o günün akşamına kâfir olarak girer veya mümin olarak girdiği gecenin sabahına kâfir olarak çıkar. Bu, tam anlamıyla bir fitne ve kargaşa ortamıdır. Böyle bir zeminde kimse ne yaptığını ne yapması lazım geldiğini bilemez.
O fitne günlerinde din gibi, iman gibi dünyalara değişilemeyecek kutsal değerler, küçük dünyevî karşılıklara satılır, peşkeş çekilir. Öz değerlere yabancı ve düşman sistemlerin hükmü altında kalınabilir. İşte bu noktada iman, işportaya düşmüş demektir; kafa, gönül ve evlerde irtidat havası esmeye başlamış demektir. Müslümanlar böylesine acılı günleri tarih boyu yer yer yaşamışlardır.
Hadis-i şerifte belirtilen fitneler birkaç şekilde tezahür edebilir:
* İki Müslüman grup arasında sırf ırkçılık ve kızgınlık sebebiyle çatışma çıkar. Karşılıklı olarak can ve mala tecavüzü helal sayarlar.
* Yöneticiler zalim kimseler olur, Müslümanların kanını döker, mallarını gasbeder, içki içerler. Bazı kişiler de onların haklı olduklarını savunurlar. Hatta bazı âlim geçinen kişiler, onların işledikleri bu tür haramların işlenebileceğine fetva verirler.
* İnsanlar arasında dine muhalif ilişkiler, alışverişler vs. cereyan eder; bunları helal sayarlar.
Bunlar ve daha sıralanabilecek diğer görüntüler, farkedileceği gibi tamamen kişinin din ve imanına dokunur. Fitne de zaten din ve imanın tehlikeyle yüzyüze kalmasıdır.
Sabah-akşam, iman-küfür arasında gelip gitmeye vesile olacak fitne ortamlarına düşmemek için daha önceden iyi işler yapmaya, salih amel işlemeye gayret etmelidir. Bu iman uyanıklığının işareti ve tabiî bir gereğidir.
Bu durumda neler yapmalıyız:
1. Dine, imana sıkı sıkı sarılmak gerekir.
2. Durum kötüleşmeden, Müslümanlar güzel işler yapmakta birbirleriyle yarışmalıdır.
3. Ahir zamanda fitneler, gece karanlıkları gibi birbiri ardınca gelip duracaktır. Gelen gün, geçeni aratacaktır.
4. Dini dünyaya satmak, dünyevî herhangi bir değere değişmek, bu işin en çirkin ve kötü sonucudur.
5. Kötüler ve kötülükler, ancak iyiler ve iyilikleri çoğaltmak ve desteklemek suretiyle önlenebilir. (bk. Riyazü’s-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, Peygamberimizden Hayat Ölçüleri, Erkam Yay., Hadis No: 88)
Hasan Muharrem Bey: “Fitne zamanında yatan oturandan, oturan yürüyenden daha hayırlıdır” diyen hadisin izahı, sebepleri, günümüze göre yorumu nedir?”
Karanlık Geceler Gibi Fitneler
Kur’ân’ın, “adam öldürmekten daha kötü” 1 buyurarak uyardığı fitne, geçmiş ve gelecek zamanların en büyük felâketidir. Ahir zamanda çıldırır. Deccalın en korkunç silâhıdır. Deccal bütün kötülüklerini fitne ile yapar.
Fitne zamanı ile ilgili pek çok hadis-i şerif vardır. İkisini buraya alalım:
* “Kıyametten hemen önce karanlık gecenin parçaları gibi fitneler olacak. Kişi o fitnelerde mü’min olarak sabaha erer, akşama kâfir olur; mü’min olarak akşama erer, sabaha kâfir çıkar. O fitnede oturan, ayakta durandan; ayakta duran, yürüyenden; yürüyen koşandan hayırlıdır. Öyleyse yaylarınızı kırın, kirişlerinizi parçalayın, kılıçlarınızı taşa vurun. Sizden birinin evine girerlerse Hz. Âdem’in (as) iki oğlundan hayırlısı olsun (ölen olun, öldüren olmayın) Kim fitne içinde kalırsa, ondan uzak dursun. Bir iltica yeri bulursa ona sığınsın.” 2
* “Ey Ebu Zer! Fitne zamanında taşların kanla boğulduğunu görsen, yakınlarına dön.”
“Ya Rasulallah! Kılıcımı alıp çıkmayayım mı?”
“Sakın! Böyle yaparsan fitnecilere sen de karışırsın!”
“Peki, bana ne emredersiniz?”
“Evine çekil!”
“Evime girerlerse?”
“Asla kılıcına davranma! Vurmaktansa elbiseni yüzüne ört! Gelen hem senin günahınla, hem kendi günahıyla dönsün.” 3
Bediüzzaman Asrı
Bediüzzaman Hazretleri bu asırda maddî kılıçların kınına girdiğini söylerken, belli ki, çıldıran fitnelere karşı maddî kılıçla mukabele etmeme yönündeki Peygamberimizin (asm) emrine ittiba ediyordu. Ne diyordu Bediüzzaman: “Bence şimdi kılıç vuran, o kılıncın aksi döner, yetimlerine dokunur. Şimdi galebe kılıç ile değildir.” 4
“Risale-i Nur’dur ki, dinde bulunan yüzer tılsımları keşfeden onun manevî elmas kılıcı, maddî kılıçlara ihtiyaç bırakmıyor.” 5
“Nasıl ki eski zamanda İslâmiyet’in terakkisi, düşmanın taassubunu parçalamak ve inadını kırmak ve tecavüzatını def etmek, silâhla, kılıçla olmuş. İstikbalde silâh, kılıç yerine hakikî medeniyet ve maddî terakki ve hak ve hakkaniyetin manevî kılıçları düşmanları mağlûp edip dağıtacak.” 6
Hadislerde geçen oturanın ayaktakinden, ayaktakinin yürüyenden, yürüyenin koşandan daha hayırlı olduğu ifadesi, evine ve yakınlarına çekilme, hiçbir şekilde öldürmeme, kılıçları taşa vurma gibi emirler tamamen eylemsizliği istiyor. Yani fitne asrı olan ahir zamanda maddî açıdan tamamen eylemsiz olan, kılıcını kınına sokan, cihadını sadece manevî açıdan sürdüren kazanır. Bu Risale-i Nur’un bu asra tavsiye ettiği hareket tarzıdır.
Asayişin Muhafızları
Kelime manası şiddetli imtihan demek olan “fitne” haklı tarafı olmayan yahut haklı tarafın güçsüz olduğu tartışma, gürültü, kargaşa, karışıklık, bozgunculuk, bölücülük, isyan, anarşi, kavga, savaş ve öldürme gibi fiillerle tanımlanmıştır.
Fitnenin başlıca ortak özellikleri şunlardır:
1- İmtihan şiddeti yüksektir.
2- Haklı tarafı yoktur.
3- Kitleleri cerbezesiyle kendi hizbine çeker. Güçlü olmayı haklı olmak gibi yutturur.
4- Bütün amaçlarını ve yaptıklarını dinin emirleriyle tanımlayarak kitleleri aldatır.
Fitneye karşı Peygamber Efendimizin (asm) tavsiyesi üzere duruşa örnek mi istersiniz? İşte Nur Talebeleri… Altmış yetmiş yıldır sayısız fitneye maruz kalmışlar; hep müsbet hareket prensibiyle hareket etmişler, hiçbir şiddet olayına karışmamışlar. Asayişin manevî muhafızı olmuşlar.
Dipnotlar:
1- Bakara Sûresi: 191.
2- Buhari VIII, 92; Tefsiru’l-Kurân-i’l-Azim II, 43; İbn-i Mace, II, 3961; Ebu Davud, Fiten 2, (4259, 4262); Tirmizî, Fiten 33, (2205).
Kur'ân'da Fitne Kavramı: İnanç Hürriyeti Açısından Tahlili
Giriş
Fitne kelimesi Arapça'da F-T-N fiil kökünden türetilmiş bir isimdir. Fitne kelimesinin anlamı, lügatlerde, madeni ateşte eritmek, bir insana sahip olduğu fikrinden ve dininden döndürmek için eziyet etmek, aklını çelmek veya ayartmak, "an" harfiyle kullanıldığı zaman da, ...den vazgeçirmektir. İnsanın içine aşk ateşi düşürdüğü veya gönlünü çelerek mantıklı düşünmesini engellediği için kadına "fettân" denilmiştir. Aynı kelime, kişinin aklını karıştırıp ahlakını bozan ve cezaya çarptırılmasına sebep olan şeytan ve zarar verme anlamında hırsız için de kullanılmıştır. (İsmail b. Hammad el-Cevherî, es-Sıhâh, F-T-N mad., VI/ 2175; Râğıb el-Isfehânî, el-Müfredât fî Ğarîbi'l- Kur'an, F-T-N mad., s. 559) Kur'an'da ise bu kavram daha çok beşerî alana yayılarak çok daha farklı anlamlarda kullanılmıştır. Ancak Seyyid Şerif Cürcâni ve Tehânevî gibi alimler, bu kelimeyi, "gerçek altını hilelisinden ayırd etmek için ateşe tutmak" anlamından hareketle, "insanın iyi veya kötü olduğunun açığa çıkmasına vesile olan şey" diye tarif etmişlerdir. (Seyyid Şerîf el-Cürcânî, Kitâbu't- Ta'rîfât, s. 165; Tehânevî, Keşşâfu Istılâhâti'l- Fünûn, II/ 1156) Böylelikle netice itibariyle fitnenin olumlu yanına da dikkat çekmiş olmaktadırlar. Nitekim Kur'an'da bir çok ayette imtihan anlamında kullanılmış olması da bunu ifade eder.
Fitne, bulunduğu ayetlerin siyak-sibakı ya da ayetlerin tefsirlerine ilişkin rivayetler dikkate alınarak farklı anlamlarla açıklanmıştır: Bunlar, şirk, sapkınlığa götürmek, öldürmek, alıkoymak, mazeret, hüküm ve yargı, günah, hastalık, ibret, ceza, azap, yakmak, imtihan ve delirmek (cünûn) şeklinde özetlenebilir. (Suyuti, el-İtkân fi Ulûmi'l- Kur'an, I/ 186)
Fitne kavramının kullanım alanı, Kur'an'da, ilk insan Hz.Âdem'in şeytan tarafından fitneye maruz bırakılmasından başlar, (A'râf/ 27) "Ey Âdem'in evlatları! Şeytan, edep yerlerini açığa çıkarmak için, babanızla ananızın üzerlerindeki elbiselerini çıkarttırmak suretiyle onları cennetten uzaklaştırdığı gibi, sakın sizi de belâya/ fitneye uğratmasın." diğer peygamberler ve tüm insanları ihtiva eden bir sünnetullah olarak nihayet bulur ve Kur'anî bir kavram haline gelir. Bu açıdan inananlar ile inanmayanlar arasındaki mücadeleler ve inkarcıların müminlere revâ gördüğü işkence ve eziyetler, insanların başlarına gelen her türlü belâ ve musîbetler, kısaca belirtmek gerekirse insana yaratılıştan verilen istidatlar ve sonradan bu istidatlarını işleterek ve geliştirerek elde ettiği tüm nimetler birer fitnedir veya imtihan vesilesidir. Belirtmemiz gerekir ki, diğer anlamların yanı sıra, Kur'an'ın fitne kelimesine en çok yüklediği anlam, din ve inanç konusundaki baskı ve işkence olmuştur.
Kur'an'da fitne kavramının söz konusu edildiği ayetlerde en çok dikkat çeken husus, şüphesiz ki, dinî inançlarının gereğini yaşamak isteyen insanlara yapılan şiddet, işkence ve sindirme konularını işleyen ve bu tür davranışları kınayan pasajlardır. Bu nedenle fitneyi, öncelikle din ve inanç hürriyetini engelleme açısından incelemek ve ortaya koymak istiyoruz:
Din ve inanç hürriyeti herhangi bir dine inanan kişi veya zümrelerin o dinin emirlerini hiçbir engelle karşılaşmadan yerine getirebilme halidir. İnsan hürriyetleri içinde en önemlisi din hürriyetidir. Bu önem onun dayandığı kaynaktan gelmektedir. (Necati Öner İnsan Hürriyeti, s. 80)
Fitne ise inanan bir kişinin inancını yaşama özgürlüğüne veya inanç hürriyetine engel olunmasıdır. Başta belirtildiği gibi dininden döndürmek için eziyet edilmesidir. Eğer bir ferdin dinini yaşamasına engel yoksa fitne de yok demektir. Bu konuya ilişkin olarak İbni Ömer'in tavrı ve fitneye yüklediği anlam da bizim verdiğimiz anlam ile paralellik arzeder:
"İbn Ömer'e İbnu'z-Zübeyr Olayı (Bundan kasıt, Abdullah ibn Zübeyr'in Emevî idaresini tanımayıp dokuz sene boyunca Mekke'de halifeliğini ilan etmesi ve en sonunda Haccac tarafından şehid edilmesi hadisesidir. Geniş bilgi için bkz. Suyûtî, Târîhu'l- Hulefâ, Mısır, 1952, s. 211 vd.) konusunda iki adam gelir ve şöyle derler:
- Gördüğün gibi bir kısım insanlar ayrılığa düştüler. Sen ki Ömer'in oğlu ve Resulullah'ın arkadaşısın. Dışarıya çıkmana (olaya müdahale etmene) engel olan nedir?
İbn Ömer: Bana engel olan şey, Allah'ın, kardeşimin kanını haram kılmasıdır.
Dediler ki: Allah, "onlarla fitne kalmayıncaya kadar savaşın" buyurmadı mı?
İbn Ömer: Bizler fitne kalmayıncaya kadar savaştık ve din Allah'ın oldu. Siz ise fitne olması için ve din de Allah'tan başkasına ait olması için savaşmak istiyorsunuz.'
Diğer bir rivayette ise İbn Ömer'in tavrı yine aynıdır:
Bir adam İbn Ömer'e geldi ve şöyle dedi:
- Ey Ebu Abdurrahman, neden bir sene hacca ve bir sene umreye gidiyor ve bu arada cihadı terkediyorsun. Hâlbuki Allah'ın cihada ne kadar teşvik ettiğini de biliyorsun!
İbn Ömer: Ey benim yeğenim, İslam beş esas üzerine kurulmuştur: Allah ve Resul'üne iman, beş vakit namaz, Ramazan orucu, zekat vermek ve hacca gitmek.
Adam şöyle dedi: Ey Ebu Abdurrahman, Allah'ın kitabında zikrettiği şu ayetleri dinlemiyor musun? "Eğer inananlardan iki gurup savaşırlarsa aralarını bulun. Biri diğerine saldırırsa, o saldıranlarla Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın" (Hucurât/ 9) ve "Onlarla fitne kalmayıncaya kadar savaşın." (Bakara/193; Enfâl/39).
İbn Ömer: Biz bunları Resûlullah zamanında ve Müslümanlar henüz az iken ve bir adam dininden dolayı fitneye uğratılırken yaptık. Adamı ya öldürür veya işkence ederlerdi. Bu durum Müslümanlık çoğalıncaya ve fitne kalmayıncaya kadar devam etti..." (İbn Kesir, Tefsiru'l- Kur'ani'l- Azim, I/ 229-230) Görüldüğü üzere İbn Ömer fitne kavramını aslî anlamına uygun olarak anlamış ve kelimeye tam karşılığını vermiştir.
"Fitne Kalmayıncaya Kadar Savaşmak" Âyetinin Anlamı:
Müfessirlerimiz, "fitne kalmayıncaya ve din tamamıyla Allah'ın oluncaya kadar savaşın" (Enfâl/39. Ayrıca bkz. Tevbe/5-11) âyetiyle "dinde zorlama yoktur" (Bakara/ 256) âyeti arasını te'lif etmişlerdir. Çünkü Kuran'ın bütünlüğü göz ardı edilirse, iki ayet arasında bir uzlaşmazlık olduğu vehmine kapılmak mümkündür. Bu bağlamda, dinde zorlama olmayacağını bildiren ayetin savaşı emreden ayetlerce neshedildiğini (hükmünün kaldırıldığını) söyleyenler bile olmuştur. (Bkz. Âlûsî, Rûhu'l-Meânî, III/ 13) Bu konuyu en veciz ve kestirmeden ifade eden Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsirinden takib edelim:
"() O halde, "Lâ ikrâhe fi'd-dîn"âyetinin bütün kapsamıyla mânâsı, "İslâm dininin, hüküm dairesinde zorlama yoktur." demek olur. Savaş ve savaş hâlinde bulunan düşman meselesi, bu hükümden esas itibariyle hariç olduğu gibi, zorlamaya karşılık vermek ve suça ceza da bunun dışındadır. Ancak bu, "Fitne ortadan kalkıncaya ve din de yalnız Allah'ın dini oluncaya kadar onlarla savaşın." (Bakara, 2/193) âyetiyle beraber düşünmek lazımdır. Buna göre âyetin sonunun da delâlet edeceği üzere İslâm dininin hüküm dairesinde zorlama bulunmaması, tahsis yoluyla iki kayıt ile bağlanmıştır ki; biri fitne bulunmaması, biri de İslâm yurdunda diğer dinlere mensup olanların tebalığı (uyruğu) bozmamalıdır. () Demek ki kısaca mânâ şu olur: "Fitne yoksa dinde zorlama yoktur, çünkü doğruluk, sapıklıktan iyice ayrıldı. Bunları karıştıranlar, belalarını bulurlar". (Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, II/ 868)
Kısaca ifade etmek gerekirse, "fitne kalmayıncaya kadar savaşmak" ayetinde geçen fitne, dinî hakikatlerin başkalarına tebliğ edilmesini çeşitli yollarla engellemektir. Dolayısıyla Müslümanların görevi, yeryüzünde yaşayan insanların din özgürlüğünü temin etmek ve istediği dini yaşaması için -başkalarının hakkına- hukukuna tecavüz etmemek kaydıyla- ortam hazırlamaktır.
Fitne ve Ashâbu'l- Uhdûd Kıssası:
Mekke'deki müminlere yapılan eziyetlere mukabil onlara moral vermek ve kendilerinden önceki müminlerin daha şiddetli işkencelere maruz bırakıldıklarını hatırlatmak amacıyla indirilen (Beydâvî, Envâru't- Tenzîl, V/ 472. Krş. Ebussuûd, IX/ 135) Ashâb-ı uhdûd kıssası, bize fitne kavramının anlamını daha müşahhas olarak anlatır: "Kahrolsun o tutuşturulmuş ateşle dolu hendeği hazırlayan Ashâb-ı uhdûd! Hani onlar ateşin başında oturur, müminlere yaptıklarını seyrederlerdi. Onların müminlere bu işkenceyi yapmalarının tek sebebi, müminlerin göklerin ve yerin tek Hâkimi, Azîz ve Hamîd olan Allah'a iman etmeleri idi. Allah her şeye şâhiddir. Mümin erkeklere ve mümin kadınlara işkence edip de, sonra tevbe etmeyenler var ya, işte onlara cehennem azabı var, yangın azabı var." (Burûc/ 4-10)
"Ashâb-ı Uhdûd" ile ilgili olarak, tefsirlerde birçok rivayetler mevcuttur. Ancak bunlardan en meşhuru Yemen hükümranlığını ele geçiren Zû Nüvâs hakkında olan rivayettir ki, İbn Hişâm söz konusu rivayeti şöyle kaydeder:
"Zû Nüvâs, askerleriyle birlikte Necran'lı Hıristiyanların üzerine yürüdü, onları Yahudiliğe davet etti. Onları Yahudilik ile ölüm arasında muhayyer bıraktı ve onlar da ölümü tercih ettiler. Kimisi ateşte yakıldı, bazısı kılıçtan geçirildi ve müsleye (Öldürülen insanın burnunu, kulağını ve diğer organlarını kesmek, çirkin bir şekle sokmak için gözlerini oymak) (İbn Manzûr, Lisânu'l- Arab, M-S-L mad. XI/ 615) maruz bırakıldı. Yaklaşık yirmi bin insan katledildi. İşte Yüce Allah, bu münasebetle "Kahrolsun o tutuşturulmuş ateşle dolu hendeği hazırlayan Ashâb-ı uhdûd! Hani onlar ateşin başında oturur, müminlere yaptıklarını seyrederlerdi" mealindeki âyetlerini inzal buyurdu. (İbn Hişâm, es-Sîretü'n- Nebeviyye, I/ 25)
Fitne katlden daha beterdir:
"Onları nerede yakalarsanız öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Dinden döndürmek için işkence yapmak (fitne) adam öldürmekten beterdir. Yalnız, onlar, Mescid-i Haram'ın yanında sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla orada savaşmayın. Fakat sizi öldürmeye kalkışırlarsa siz de onlarla savaşın. İşte kafirlerin cezası böyledir." (Bakara/ 191)
Mekke müşrikleri, ashabdan bazılarına hürmetli aylarda işkence etmişler, onlar da dayanıp şehid olmuşlardı. Bu ayet, böyle bir işkencenin, hürmetli aylara riayet edip etmemeden daha mühim olduğu gerekçesiyle, işkenceyi durdurmak için savaşa cevaz vermiştir. Ayetin iniş sebebi özel ise de, söz fitnenin mahiyetinin, öldürmenin mahiyeti ile karşılaştırılmasını ifade ettiğinden, hüküm geneldir.
Zikredeceğimiz şu ayette ise fitnenin din hürriyetini engelleme anlamı daha net biçimde beyan edilmiştir:
"Sana hürmetli ayı ve bu ayda savaşmanın hükmünü sorarlar. De ki: "O ayda savaşmak büyük bir günahtır. Fakat insanları Allah yolundan engellemek, Allah'ı inkâr etmek, Mescid-i Haram'ı ziyareti yasaklamak, o mescidin cemaatini yani müslümanları oradan çıkarmak ise, Allah nazarında daha büyük günahtır. Dinden döndürmek için işkence, öldürmekten beterdir. Kâfirler, ellerinden gelse, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan geri durmazlar. Sizden her kim dininden döner ve kâfirlikte devam ederek ölürse, işte onların dünyada da, âhirette de yaptıkları boşa gider. Bunlar cehennemlik olup orada ebedî kalacaklardır." (Bakara/ 217)
Fitnenin kalkması ne ile olacak?
Kur'an-ı Kerim'de Yüce Allah, yeryüzünde fitne ve fesadın olmamasını Muhâcir ve Ensâr gibi olmakla irtibatlandırmaktadır. Eğer onların yapmış olduğu faziletler yoksa, yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat olacağını beyan etmektedir:
"İman edip Allah yolunda hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenlerle onları barındıran ve onlara yardım eden Ensar var ya, işte bunlar birbirlerinin velileridir (malda da birbirlerinin vârisidirler).
İman edip de hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret etmedikçe, sizin için mirasda onlara hiçbir velayet yoktur. Bununla beraber eğer din hususunda sizden yardım isterlerse sizinle aralarında sözleşme bulunan bir topluluk aleyhine olmamak şartıyla, onlara yardım etmeniz gerekir. Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir." (Enfal/ 72. Müminlerin Medine'ye 622'de hicret etmelerinin hemen akabinde, Muhacirlerle Ensar arasında Hz. Peygamber (s.a.s.) kardeşleştirme (muahat) gerçekleştirmişti. Birbirlerine vâris oluyorlardı. Bazı tefsirlere göre, daha sonra indirilen 75. âyet bu kardeşliğin, mirasla ilgili hükümlerini kaldırarak bundan böyle müminler arasında mirasın, yalnız akrabalar arasında geçerli olacağını bildirmektedir.
"Dini inkâr edenler de birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız, birbirinize yardımcı olmazsanız, dünyada bir fitne kopar, müthiş bir bozukluk, bir fesat ortaya çıkar." (Enfal/ 73)
Bu ayete göre iman, hicret, cihad, yardımlaşma ve dayanışma gibi hasletler Müslümanlarda en üst seviyede bulunmalıdır ki, fitne ve fesad barınacak yer ve ortam bulamasın. Hele asrımızda inkar ve küfür düşüncesinin şahs-ı manevi şeklinde Allah'a iman eden tüm insanları tehdit ettiğini göz önünde bulundurursak, müminlerin imanlarını daha bir derinleştirip, sevgi, saygı, dayanışma, kardeşlik ve Hakkı tebliğ gibi müeyyidelerle ictimai ruhu güçlendirmeye ne kadar da muhtaç bulunduğumuzu belirtmeye gerek var mı?
.
Bir hadis-i şerifte, "ahir zamanda, kişiyi kardeşinden ve babasından ayıracak fitneler çıkacağı" haber veriliyor. Bu fitneler nelerdir?
Soran : Sorularlaislami...
Tarih: 29.03.2006 - 00:00 | Güncelleme:
Cevap
Değerli kardeşimiz,
Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulur:
“İlerde büyük fitneler olacak, kişi o fitnelerde kardeşinden ve babasından ayrılacak. (O zaman) fitneler erkeklerin kalplerinde kıyamete kadar yayılacak. Hatta O fitne zamanında bir kimse, zinakâr kadının zinasıyla ayıplandığı gibi, Allah’ın emirlerine uymasından dolayı(1) ayıplanacak.”(2)
Rasulullah (SAV)'ın bu haberine göre, kıyamete kadar devam edecek şiddetli fitnelerde, özellikle ahir zamanda gelecek fitnede, kişi düşünce, fikriyat, hayatı anlama ve yorumlama, hatta din edinme hususunda kardeşinden ve babasından farklı olacak. İki kardeş, baba ile oğul bu hususta aynı değerleri paylaşmayacak. Çünkü O zaman fitne çok yaygın hâle gelecek, kişiler ailelerinden, ana babalarından kopup, başka kaynaklardan etkilenecekler. Çok uzaklarda ortaya çıkan yanlış bir fikir, gönülden gönüle, zihinden zihine, dilden dile yazı ile veya başka yollardan hemen yayılacak. Fitne kuş gibi kalpten kalbe uçacak, zihinlerde yuvalanacak.
Elbette böyle kritik ve tehlikeli zamanlarda İslâm’ı yaşamak, benimsemek, onu dosdoğru şekilde hayatı boyunca devam ettirmek, güç olduğu kadar da sevaplı olacaktır.
Kaynaklar:
1. el-Müfredat s. 61. Bela, imtihan, sıkıntı, mihnet, meşakkat manalarına gelmektedir.
2. Gümüşhanevi, Ahmed Ziyaüddin, Ramûzul-Ehadis, terc. Naim Erdoğan, İstanbul ty. s. 298-3715 nolu hadis (Nuaym fiten, Tabarani Evsattan); Ayrıca bk. İbn-ü Mace, Muhammed b. Yezid. Sunenu İbn-i Mace I-II, İstanbul ty. II, s. 1306, 1317, 1333 İlerde Gelecek Fitnelerle İlgili Hadis Kitaplarının özellikle “Kitabu’l-Fiten” bölümlerinde birçok hadis-i şerife rastlamak mümkündür.
Peygamber (sa.s.) Efendimiz’in ahir zamanda gerçekleşeceğini haber verdiği fitneler nelerdir? “Öyle bir zaman gelecek ki” diye başlayan hadisler...
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, âhir zamanda gerçekleşecek bazı fitne ve fesatları haber vererek ümmetinin bu konuda dikkatli davranmasını istemişlerdir.
“Öyle Bir Zaman Gelecek ki...”
Kıyâmetin habercileri diyebileceğimiz bu nevî fitneleri beyân eden hadîs-i şerîflerin bir kısmı şöyledir:
“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki fâiz yemeyen hiç kimse kalmayacak! Kişi doğrudan yemese bile ona tozundan(Ebû Dâvûd’un bir rivâyetinde “buharı” şeklinde geçmektedir.) bulaşacak.” (Ebû Dâvûd, Büyû, 3/3331, Ayrıca bkz. Nesâî, Büyû’, 2/4452; İbn-i Mâce, Ticârât, 58; Ahmed, IV, 494; Beyhakî, Sünen, IV, 275.
“Öyle bir zaman gelir ki kişi malını helâlden mi, haramdan mı kazandığına hiç aldırış etmez.”(Buhârî, Büyû, 7, 23)
“Öyle bir zaman gelecek ki doğru söyleyenler yalanlanacak, yalancılar ise doğrulanacak. Güvenilir kimseler hâin sayılacak, hâinlere güvenilecek. Kişi kendisinden şahitlik etmesi istenmediği hâlde şahitlik edecek, yemin etmesi istenmediği hâlde yemin edecek.
İnsanların dünya (nîmetlerinden en fazla istifâde ederek) en mes’ûd olanı, Allâh’a ve Rasûl’üne îmân etmeyen alçak oğlu alçak olacak!”(Taberânî, el-Mu‘cemü’l-Kebîr, XXIII, 314; Heysemî, VII, 283)
“Öyle bir zaman gelecek ki insanlar iyiliği tavsiye etmeyecek, kötülükten de sakındırmayacaklar.”(Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, VII, 280)
“Zaaf da Nedir, Ey Allâh’ın Rasûlü?”
Hazret-i Sevban -radıyallâhu anh- anlatıyor:
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“–Yabancı kavimlerin, yiyicilerin birbirlerini sofralarına dâvet ettiği gibi, birbirlerini sizin üzerinize çullanmaya çağıracakları zaman yakındır!” buyurmuşlardı.
Orada bulunanlardan biri:
“–O gün sayıca azlığımızdan dolayı mı bu durum başımıza gelecek?” diye sordu.
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“–Hayır, bilâkis o gün siz çok olacaksınız. Lâkin sizler, bir selin getirip yığdığı çer-çöpler gibi hiçbir ağırlığı olmayan kimseler durumunda olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden size karşı korku duygusunu çıkaracak ve sizin kalplerinize zaafı atacak!” buyurdular.
Hadîs-i şerîften anladığımıza göre; İslâm düşmanları, müslümanların kuvvetlerini kırmak, onları bölüp parçalamak ve neticede yok etmek için birbirlerini iş birliği yapmaya dâvet edeceklerdir. Bunu da, sofrasına adam dâvet eden bir sofra sahibinin rahatlığı içinde yapacaklardır. Yani nasıl ki onlar için kendi sofralarına oturup yemek gayet kolay bir işse, kâfirlerin İslâm’a karşı ittifak çağrısında bulunup müslümanların canlarına kastetmeleri, topraklarına musallat olup zenginliklerini sömürmeleri de o derece kolay olacaktır.
Onları bu kadar cür’etlendiren şey ise, müslümanların azlığı değil, aksine onların îman ve takvâ bakımından zayıflığı ve dünyaya aşırı düşkünlükleri olacaktır. Çünkü ölümden korkan ve dünyaya fazlaca düşkün olan kimse, fedakârlıkta bulunamaz, zorluklara katlanamaz, canı ve malı ile yapması gereken cihâdı ihmal eder. Böyle olunca müslümanlar, eskiden olduğu gibi düşmanlarının kalbine korku salan heybeti kaybederler. Dolayısıyla İslâm düşmanları, artık müslümanlardan korkmaz ve çekinmez olurlar.
“Siz Öyle Günlerle Karşılaşacaksınız ki Her Yeni Gün, Giden Günden Daha Kötü Olacak”
Zübeyr bin Adiy -rahmetullâhi aleyh- anlatıyor:
Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh-’ın yanına girdik. Haccâc’ın bize yaptıklarını şikâyet ettik.
“–Sabredin!” buyurdu. Sonra da sözlerine şöyle devam etti:
“–Siz öyle günlerle karşılaşacaksınız ki, her yeni gün, giden günden daha kötü olacak. Bu hâl, Rabbinize kavuşuncaya kadar devam edecek. Ben bunu, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den işittim.” (Buhârî, Fiten, 6; Tirmizî, Fiten, 35/2206)
“Beş Şey Vardır ki, Onlarla Mübtelâ Olduğunuzda, Ben Sizin O Şeylere Erişmenizden Allâh’a Sığınırım”
Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anh- şöyle der:
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bize yönelerek şöyle buyurdu:
“Ey Muhâcirler cemaati! Beş şey vardır ki, onlarla mübtelâ olduğunuzda, ben sizin o şeylere erişmenizden Allâh’a sığınırım. Onlar şunlardır:
Bir milletin içinde zinâ, fuhuş ortaya çıkıp nihayet o millet bu suçu alenî olarak işlediğinde, mutlakâ içlerinde vebâ hastalığı ve onlardan önce yaşamış milletlerde görülmemiş başka hastalıklar yayılır.
Ölçü ve tartıyı eksik yapan her millet, mutlakâ kıtlık, geçim sıkıntısı ve başlarındaki hükümdarların zulmü ile cezalandırılır.
Mallarının zekâtını vermekten kaçınan her millet, mutlakâ yağmurdan mahrum bırakılır (kuraklıkla cezalandırılır) ve hayvanları olmasa onlara yağmur yağdırılmaz.
Allâh’ın ahdini (emirlerini) ve Rasûl’ünün ahdini (yaptığı anlaşmaları ve Sünnet’ini) terk eden her milletin başına, Allah mutlakâ kendilerinden olmayan bir düşmanı musallat eder ve düşman, o milletin elindekilerin bir kısmını alır.
İdarecileri Allâh’ın Kitâbı ile amel etmeyip, indirdiği hükümlerden işlerine geleni seçtikçe, Allah onların hesâbını kendi aralarında görür (fitne, fesat ve anarşi belâsına mâruz kalırlar).” (İbn-i Mâce, Fiten, 22; Hâkim, IV, 583/8623; Beyhakî, Şuab, III, 197)
“İşlerini Kadınlara Veren Bir Toplum Kesinlikle Felâha Eremez!”
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
“(İdarecilik ve hâkimlik gibi) işlerini kadınlara veren bir toplum kesinlikle felâha eremez!” (Buhârî, Meğâzî, 82)
“İdarecileriniz hayırlı olanlarınızdan iseler, zenginleriniz cömert kimselerse, işlerinizi aranızda istişâre ile hallediyorsanız, bu durumda yerin üstü, altından hayırlıdır.
Eğer idarecileriniz şerirlerinizden, zenginleriniz cimri ve işleriniz kadınların elinde ise, yerin altı üstünden daha hayırlıdır.” (Tirmizî, Fiten, 78/2266)
Zira böyle bir toplumda artık dînin emirlerini ikāme imkânı kalmaz…
“Ümmetim On Beş Şeyi Yapmaya Başlayınca Ona Büyük Belânın Gelmesi Vâcip Olur!”
Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- anlatıyor:
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün:
“–Ümmetim on beş şeyi yapmaya başlayınca ona büyük belânın gelmesi vâcip olur!” buyurmuşlardı.
Yanındakiler:
“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Bunlar nelerdir?” diye sordular.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle sıraladı:
“1. Ganimet (yani millî servet, fakir-fukarâya uğramadan sadece zengin ve mevkî sahibi kimseler arasında) tedâvül eden bir metâ hâline geldiği,
Emanet, ganimet gibi görülüp hıyânet edildiği,
Zekât, ibadet olarak görülmeyip büyük bir yük ve kayıp olarak telâkkî edildiği,
6-7. Kişi, arkadaşına iyilikte bulunduğu hâlde babasına kaba davrandığı,
Mescitlerde sesler yükseldiği (huşû kaybolduğu),
Bir milletin idarecisi en alçakları olduğu, (Nitekim bu, zaman zaman dünyanın muhtelif devletlerinde görülebilen bir hâdisedir.)
Bir kişiye şerrinden korkularak hürmet edildiği,
Çeşitli isimlerle îmâl edilen içkilerin serbestçe içildiği,
İpek elbiselerin erkekler tarafından giyildiği,
13-14. Şarkıcı kadınlar ve çalgı aletlerine alâka arttığı, (Günümüzde sanat, bale, konser vb. adlar altında; bar, gazino ve benzeri salonlarda ve hattâ radyo, televizyon gibi çeşitli mecrâlarda -maalesef- çok yaygın hâldedir.)
Bu ümmetin sonradan gelen nesilleri, önceden gelip geçenlere lânet ettiği zaman, (Günümüzde bazı gâfillerin ecdâdımız Osmanlı’ya ve geçmiş İslâm âlimlerine buğz etmesi gibi.)
İşte o zaman, (mü’minlerin ruhlarını kabzeden) kızıl rüzgârı, yere batışı veya domuz ve maymunlara çevrilmeyi, (Bkz. Tirmizî, Fiten, 38/2210.) zelzeleyi ve gökten taş yağmasını bekleyin.
Ondan sonra birbiri ardınca pek çok alâmet zuhûr eder ve bunlar, ipi kopan eski bir gerdanlığın ardı ardına düşen taneleri gibi birbirini takip ederler.” (Tirmizî, Fiten, 38/2211.)
Gaybı ancak Allah bilir. Herhâlde bunlar, kıyâmete yaklaştıkça şerrin iyice artması neticesinde vukū bulacak alâmetlerdir.
“Yakında Öyle Bir Fitne Zuhûr Edecek Ki Ondan Kişiyi Ancak Allah Teâlâ Kurtarır”
Hadîs-i şerîfte buyrulur:
“Yakında öyle bir fitne zuhûr edecek ki ondan kişiyi ancak Allah Teâlâ kurtarır, bir de boğulmak üzere olan kişinin duâsı gibi bir duâ…” (Beyhakî, Şuab, II, 367/1077)
Huzeyfe -radıyallâhu anh- da şöyle buyurmuştur:
“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o zaman ancak denizde boğulmak üzere olan biri gibi duâ eden kişi kurtulabilecektir.” (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VI, 22/29173; Hâkim, IV, 471/8308)
“Bir Gün Gelecek, İnsanlar Medîne’yi, En Hayırlı Ve Güzel Hâlindeyken Terk Edip Gidecekler”
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Bir gün gelecek, insanlar Medîne’yi, en hayırlı ve güzel hâlindeyken terk edip gidecekler; orada sadece vahşî hayvanlar ve kuşlar kalacaktır.
Dünyada en son ölecek kimseler, Müzeyne kabilesinden iki çobandır. Medîne’ye girmek isteyerek koyunlarına seslenirler. Ancak orayı ıpıssız, vahşî hayvanlarla dolu olarak bulurlar. Onlar da Vedâ Tepesi’ne gelince yüzüstü düşüp ölürler.” (Buhârî, Fedâilü’l-Medîne, 5; Müslim, Hac, 498, 499; Muvatta, Câmî,
“Mehdî, Benim Neslimdendir”
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Mehdî benim neslimdendir; alnı geniş, burnu incedir. Dünya zulüm ve haksızlıkla dolduğu gibi, o adâletle dolduracak ve yedi sene hüküm sürecektir.” (Ebû Dâvûd, Mehdî, 1/4286, Ayrıca bkz. M. Yaşar Kandemir, Şifâ-i Şerîf Şerhi, II, 159.)
Bu hadîs-i şerîflerde bildirilen pek çok alâmetin ya kendileri veya benzerleri gerçekleşmiştir. Fakat kıyâmetin vakti kesin olarak bilinemeyeceği için, bu alâmetlerin daha şiddetli olanlarının zamanla vukū bulması da mümkündür. Bu sebeple mü’minler olarak her zaman tedbirli ve uyanık olup âhirete daha iyi hazırlanmaya gayret etmemiz elzemdir.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Ebediyet Yolculuğu, Erkam Yayınları
.on topbaş
Hz. PEYGAMBER (sav)’in HADİSLERİNDE FİTNE
(Sebepleri, Özellikleri, Çareleri )
Yazar: Yrd. Doç. Dr. Ali ÇELİK
Yayınevi: Çağlayan Yayınları
GİRİŞ
Fitnenin tarifi “Fitne” kelimesi, lügatte attın ve gümüşün iyisini kötüsünden ayırt etmek için ateşe atıp eritmek mânâsına gelen “Fe-te-ne” fiilinden türemiş bir isimdir. Kelime zamanla daha geniş mânâlar kazanarak, iptila, tecrübe, imtihan, insanın ateşe atılıp azap edilmesi gibi mânâlarda kullanılmıştır. Aynı zamanda “küfür, her türlü günah, fısk-ı fücur,insanlar arasında vukua gelen ihtilaf kargaşa, şekavet ve kavgaya da ıtlak olunmuştur. “
Kur'an-ı Kerim’de bu kelime, türemiş şekilleriyle birlikte 60 yerde geçmektedir. Hz. Peygamber (sav), İslam toplumu içinde zamanla ortaya çıkacak, birlik ve düzeni bozacak birtakım fitnelerden çeşitli vesilelerle bahsetmiştir. Söz konusu fitnelerin bir kısmı, kendisinden sonra ortaya çıkacak önemli olaylar, diğer bir kısmı da kıyamet ve ahir zaman ile ilgili haberler şeklinde bir özellik taşır.
Bu hadisler, hadis otoritelerince derlenmiş ve çeşitli bölümler altında hadis kitaplarında toplanmıştır. Kütüb-i Sittemüelliflerinden Nesâi hariç hepsi, tasnif ettikleri hadis kitaplarında “Kitabü’l-Fiten” adı altında bölümler açmışlar ve bu hadislerin büyük bir kısmını burada zikretmişlerdir.
Fitne hadisleri, çok sayıda sahabe tarafından rivayet edilmiştir
BİRİNCİ BÖLÜM
1. Fitneyi Doğuran Sebepler
Fitneyle ilgili hadislerin iki kısımda ortaya çıktığını görmekteyiz. Birinci kısım, kulların iradesi dışında olup tamamen ilahi iradeye bağlıdır. Mesela; güneşin batıdan doğması, Deccal'in çıkması gibi. Bir de ortaya çıkmasında kulların iradesi esas olan fitneler vardır ki, bunlardaki amil, kulun kendisidir. Fitneyi doğuran sebeplerde, kulun iradesi sonucu ortaya çıkacak fitnelerin sebepleri araştırılmıştır.
A. Cehaletin Yaygınlaşması
Ebu Ümame (ra)'nin naklettiği bir hadiste Rasulullah (sav): “Öyle fitneler olacak ki, o zaman kişi mü’minolarak sabahlayıpkafir olarak akşamlayacaktır. Ancak Allah’ın ilim vermek suretiyle ihya ettikleri müstesna “ buyurarak bilgili insanların hiçbir zaman fitnenin tuzağına düşmeyeceklerini haber vermiştir.
B. Alimlerin Bozulması
Abdullah b. Amr b. el-As (ra) diyor ki: Ben Rasulullah (sav)'ı şöyle söylerken işittim: “Allah ilmi insanlardan söküp almak suretiyle kaldırmaz., bilakis alimlerin canlarını almak suretiyle ilmi kaldırır aralarında hiçbir âlim kalmaz da insanlar cahilleri önderler edinirler, onlara sorular sorarlar, onlar da bilgisizce fetva verirler ve böylece hem kendileri sapıtırlar hem de başkalarını saptırırlar. “
Ebu Hureyre (ra)'nin rivayetinde : “İlim öğrenip de onu gizleyen kimse, kıyamet gününde ağzına ateşten bir gem vurulmuş olarak getirilecektir” denilirken, İbn Ömer (ra)'in rivayetinde ise: “İlmi, âlimlere karşı övünmek yahut, sefihlerle mücadele etmek, insanların dikkatini üzerine çekmek için öğrenen kimseyi Allah cehenneme sokar” diye belirtilerek âlimlerin taşıdıkları sorumluluğa ve toplum üzerimde meydana getirecekleri kötü tesire işaret edilmektedir.
C. İdarecilerin Bozulması
Enes b. Malik (ra)'in naklettiği hadiste; “Enes der ki: Rasulullah (sav)'a; Ya Rasulullah İyiliği emretmeyi kötülükten sakındırmayı ne zaman terk ederiz? diye soruldu. Rasulullah (sav): “Sizden önceki ümmetlerde meydana gelen şeyler, sizin içinizde de ortaya çıkınca “, diye buyurdu. “Bizden önceki ümmetlerde meydana gelen şeyler nedir? “ dedik. Rasulullah (.sav): İdare küçüklerinizde, zina büyükleriniz arasında ve ilim de düşük insanlarınızda olmasıdır “ buyurdular.
D. Dini Münakaşaların Yapılması
Enes b. Malik (ra)'ten rivayet edilen bir hadiste şöyle denilmektedir: “Din üzerinde münakaşa yapıyorduk, yanımıza Hz. Peygamber (sav) geldi. Bizi münakaşa eder görünce, şimdiye kadar hiç görülmemiş derecede kızdı ve şöyle dedi: “Ey Muhammed'in ümmeti, nefislerinizi bu derece ateşlendirmeyiniz. Bununla mı emir olundunuz? Bundan nehyedildiniz mi? Sizden öncekiler de bu sebepten yok olmadılar mı?Hayrı az olduğu için mücadeleyi terk ediniz. Münakaşayı terk ediniz, zira münakaşa kardeşler arasına düşmanlık sokar. Münakaşayı terk ediniz, zira fitnesinden emin olunmaz. Münakaşayı terk ediniz, zira o (zihinlerde) şüphe oluşturur, amelleri yok eder. “
E. Dini hayatın zayıflaması
Hz. Ali (ra)'nin naklettiği bir hadiste Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “Ümmetim şu on beş hasleti işlerse kendilerine bela iner. “ “Onlar nelerdir? “ diye sorulduğunda Rasulullah (sav) şöyle buyurdu : “Ganimet, muayyen kişiler arasında dolaştığı, emanet ganimet kabul edildiği, zekat ceza kabul edildiği zaman, kişi hanımına itaat edip annesine karşı geldiği, arkadaşına karşı iyi olup babasına cefa ettiği zaman, mescitlerde gürültüler yükseldiği, toplumun en aşağılık insanı onlara lider olduğu, şerrinden korkularak ki i e ikram edildiği, şaraplar içildiği, ipek giyildiğişarkıcı kızlar ve çalgı aletleri edinildiği bu ümmetin. soru evveline lanet ettiği zaman ya bir kızıl rüzgar yahut yere batma ve kılık değiştirme gibi bir bela beklesinler.
F. İyiliği Emredip Kötülükten Sakındırmanın Terk edilmesi
Huzeyfe (ra)'nin rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah (sav) şöyle buyurmaktadır: “Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, mutlaka iyiliği emredecek, kötülükten şiddetle sakındıracaksınız., (Eğer bunu yapmazsanız) Allah'ın yüce katından size bir azap göndermesi muhtemeldir. Bu durumda siz O'na dua edeceksiniz fakat O, sizin duanızı kabul etmeyecektir.'
G. Adaletin Terk edilmesi
Abdullah b. Amr b. el-As bir hadisi şöyle rivayet etmektedir: Rasulullah (sav)'ın etrafında halka olmuş oturuyorduk. Fitneden bahsetti ve şöyle dedi: “İnsanları; antlaşmaları bozulmuş, itimat ve güvenleri azalmış gördüğünüz zaman, (parmaklarını birbirine karıştırarak) halleri şöyle karmakarışık olur...”
Hırsızlık suçu işlemesinden dolayı eli kesilmesi gereken bir kadın için, affedilmesine aracı olmak isteyen Hz. Üsame'ye Peygamberimiz (sav): “Allah'ın koymuş olduğu ceza hakkında mı aracılık ediyorsun? “ demiş, sonra da bir hutbe irad ederek “Sizden önceki ümmetleri helak eden, soylu biri hırsızlık yapınca onu bırakmaları, zayıf biri yapınca ona ceza uygulamalarıdır. Allah’a yemin ederim ki, kızım Fâtıma hırsızlık yapsaydı onun da elini keserdim” buyurmak suretiyle, bir toplumun devamı için adaletin ne derece önemli olduğunu belirtmiştir.
II. Fitnenin Çeşitleri
Fitnenin çeşitlerini iki grup altında incelememiz mümkündür.
A. KULUN İRADESİYLE ORTAYA ÇIKAN FİTNELER
Bu grup içine giren fitnelerin ortaya çıkması, kulun iradesine bağlıdır. Kulun tedbirsizliği veya tedbirindeki eksikliği, onu birtakım fitnelerle karşı karşıya getirecektir.
Malın fitnesi
Bundan maksat, bizzat malın kendisinin fitne olmayıp çok fitnelere sebep olması yönüyledir. Onun lezzetine ve çekiciliğine aldanan kimselerin gaflete düşmeleri, daha sonra da Allah’a kulluk yapmaktan vazgeçmeleri muhtemeldir.
Kur’an ‘da: “İyi biliniz ki, mallarınız ve evlatlarınız birer. fitneden ibarettir buyurulmuştur.
Ebu Hureyre (ra) der ki: Rasulullah (sav) “Altın ve gümüşün, kadife ve süslü elbisenin kulu kölesi oları helak olsun “ buyurdu.
Ka'b b. Iyaz, Rasulullah (sav)'tan şöyle işittiğini nakleder: “Her ümmetin bir fitnesi vardır. Benim ümmetimin. fitnesi de maldır. “
Kadınların Fitnesî
Peygamberimiz (sav): “`Benden sonra erkeklere kadınlardan daha zararlı bir fitne (sebebi) bırakmadım” diye buyurmaktadır. Bir başka hadislerinde ise: “Dikkat edin! Dünyanın sizi aldatmasından sakının.” diyerek kadınların fitnesinden sakınmayı buyurmuştur.
Dünyanın Fitnesi
Rasulullah (sav), sâde bir hayat yaşamış ve: “Ben dünya ile beraber değilim. Benim dünya ile beraberliğim ancak bir ağacın altında biraz gölgelenip sonra giden ve ağacı orada bırakan bir yolcunun beraberliği gibidir” buyurarak insan hayatında dünyanın yerinin ne olması gerektiğini ifade etmişlerdir. Buhari'nin naklettiği bir hadis de şöyledir: “Dünya arkasını çevirerek gitmekte, âhiret de (.sizi) karşılayarak aynı hızla gelmektedir. Bu iki alemin çocukları vardır. Siz âhretin çocukları olunuz, dünyanın çocuklarından olmayınız. Bu dünya amel etme günüdür; hesap verme günü değildir. Ahiret, hesap verme günüdür; amel etme günü değildir.
Tefrika Fitnesi
Bu tefrikayı Rasulullah (sav) şöyle ifade eder: “Yahudiler 71 fırkaya, Hıristiyanlar 72 fırkaya ayrılacaklardır. Benim ümmetim ise 73 fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan 72’ si cehennem de biri cennettedir. O da cemaat ehlidir.
Bir başka hadislerinde Efendimiz (sav) : “Kim cemaatten bir karış ayrılır, sonra da ölürse, cahiliyye ölümüyle ölmüş olur” buyurmuştur.
B. KULUN İRADESİ DIŞINDA ORTAYA ÇIKAN FİTNELER
Kulun irâdesini aşan, tamamen ilahi iradeye bağlı olarak meydana gelen fitneler bu gruptandır. Bunların meydana gelmesindeki hikmetlerin başında, kulun imtihana tabi tutulması ve imanının denenmesi gelmektedir.
Bunlar arasında Deccal fitnesi, güneşin batıdan doğması, Ye'cüc ve Me'cüc fitnesi gibi harikulade olaylar bulunmaktadır.
Bu iki grup fitne çeşitlerini birbirinden kat’i çizgilerle ayırmak oldukça zordur.
III. Fitnenin Belli Başlı Özellikleri
A. Fitnenin Umumi Olması
Fitne baş gösterince, eğer tedbir alınmazsa çok kısa bir zaman içinde, aşama aşama bir yol takip ederek toplumu etkisi altına alır. Bu özellik hadis-i şerifte şöyle açıklanır: Fitne, kalplere hasır(ın örülüşü) gibi çöp çöp konur. Hangi kalp ondan içirilirse, onda siyah bir nokta meydana gelir. Hangi kalp bunu reddederse beyaz bir leke meydana gelir... Bir başka hadiste Efendimiz (sav): “Fitne, sizden her birinizin evinize girecektir” buyurur.
Huzeyfe (ra) der ki:
“İnsanlar, Hz. Peygambere hep hayırdan soruyorlardı. Ben ise, bana da bulaşır korkusuyla hep şerden sorardım. Bir defasında dedim ki:
- Ya Rasulullah (sav)! Biz bir cehalet ve şer içinde idik. Allah bize bu hayrı (İslam'ı) getirdi. Artık bu hayırdan sonra gelecek şer (fitne) var mıdır? Rasulullah (sav):
- “Evet var!.. “ buyurdu. Ben:
- O şerden sonra bir hayır var mıdır? dedim.
- “Evet vardır ve bunun içinde bir bulanıklık olacak, buyurdu. Ben:
- Onun bulanıklığı nedir? dedim. Rasulullah (sav):
- “Bir topluluk, benim getirdiğim hidayetten ayrılacaklar, başka yollara, davet edecekler”dedi
B. Fitnenin Şiddetli Olması
Rasulullah (sav), fitne çıktığı zaman meydana getireceği şiddeti birtakım benzetme, mecaz ve kinayelerle anlatmıştır. Meselâ, fitne: Kabaran deniz dalgalan gibi; karanlık gecelerin (gittikçe koyulaşan) bölümleri gibi, yağmur taneleri gibi kör sağır ve dilsiz şekilde olacak diyerek, gelecekte meydana çıkacak fitnelerin şiddetinin değişik görüntülerini açıklamıştır.
C. Fitnenin Çekici Olması
Fitne, öyle korkunç bir ateştir ki, ona meyledeni mutlaka kendisine çeker. “Sağır, dilsiz ve kör fitneler olacak, kim ona yaklaşırsa o da bunu kendisine çeker” şeklindeki hadiste gerek fitne ortamının vermiş olduğu psikolojik etkilenme gerekse fitne çıkaranların “nasihat dinlememe, hakkı batıldan ayırt etmeme” gibi, kalben kasvet içinde bulunmaları sebebiyle, ona meyledenin mutlaka onun içine gireceği anlatılmıştır.
D. Fitnenin Yok Edici Olması
Fitne yok edicidir. Çıktığı zaman kabaran sel suları gibi her şeyi siler süpürür. Huzeyfe şu hadisi nakletmektedir: “Elbisenin nakışı eskiyip gittiği gibi, (zamanla) İslâm da yok olup izi silinecek. Hatta oruç nedir, namaz nedir, hac umre ibadeti nedir bilinmeyecektir. Allah’ın kitabı da bir gecede kaldırılıp götürülecek ve yeryüzünde ondan tek bir ayet bile kalmayacaktır. Çok yaşlı erkekler ve pek ihtiyar olan kadınlardan oluşan bir takım insanlar kalacak ve: Biz babalarımıza şu “Lâ ilahe illallah” kelimesi üzerine yetişlik de, (dinden bildiğimiz) bu kelimeyi söyleriz, diyeceklerdir.
E-Fitnenin inkarcı olması
Fitnenin karakteristik özelliği de inkarcılığın doruk noktaya ulaşmasıdır. Hz. Aişe (ra)'nin rivayet ettiği bir hadiste: “ Lât ve Uzza’ya tapılmadıkça kıyamet kopmaz” buyurulur.
Yine sahâbe-i kiramdan Câbir (ra) Hz. Peygamber'in: “İnsanlar bu dine kitleler halinde girdiler, kitleler kitleler halinde çıkacaklar” dediğini ağlayarak anlatır.
İKİNCİ BÖLÜM
I. İstikbalde Ortaya Çıkacak Fitneler
Rasulullah (sav), Allah'ın kendisine bahşettiği gayba ait bilgilerin bir eseri olarak, istikbalde ortaya çıkacak bir takım fitneleri haber vermiştir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
A. KIYAMET ALAMETLERİ
Kıyametin vukuunun çok yakın olduğunu haber veren hadislerde, bir takım harikulade olayların ortaya çıkması, kıyâmet alâmeti olarak sayılmıştır. İbn Hacer Tabiin imamlarından Dahhak'ın şu sözünü nakleder: “Kıyamet alametlerinin ilki, Hz. Muhammed (sav)'in peygamber olarak gönderilmesidir.” Efendimizin hadislerinde de şöyle buyurulmaktadır: Rasulullah (sav), iki parmağıyla ( şahadet parmağıyla orta parmağını birleştirerek) işaret edip parmaklarını uzatarak “Ben ve kıyâmet şu (iki parmak misali yakın) gönderildim. “
İbn Ömer (ra)'in rivayet ettiği hadiste ise: “Sizden önceki ümmetlere göre sizin ömrünüz, ikindi vakti ile güneşin batışı arasındaki süre kadardır. “ Huzeyfe(ra)'den rivayet edilen bir hadiste de: “Biz kıyamet hakkında konuşuyorduk. Rasulullah (sav), zerimize çıkageldi. “Ne konuşuyorsunuz?” dedi. Kıyamet hakkında konuşuyoruz, dedik. Bunun üzerine Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:
“Ondan önce şu on şeyi görmedikçe kıyamet kopmaz “ dedi ve şunları zikretti:
“Duman olayı, Deccal 'in çıkması, ye'cüc ve me'cüc'ün çıkması, güneşin batıdan doğması, İsâ (as) 'ın yere inmesi, üç mekanda yere batma olayı olması, Arap Yarım adasında bir yerin yere batması. Bunların. sonucunda ateş çakması hadisesidir ki, Yemen 'den çıkar ve insanları mahşerlerine (toplarıma yerlerine doğru) sürükler. “
Duhan Olayı
Duhan, duman demektir. Hadiste; doğu ile batı arasını dolduracağı, kırk gün duracağı, mü'mini nezle, kafiri de sarhoş gibi yapacağı anlatılır. Bu olay “selef” alimler arasında ihtilaf olmuştur. Bazıları bu olayın Peygamberimiz (sav) zamanında olduğunu, bazıları ise bunun kıyamet öncesi olacağını söylemektedirler.
“...Kureyşliler İslâm'ı kabul etmeme konusunda, Rasulullah(sav)'a karşı geldiklerinde, Rasulullah(sav) onlar hakkında Hz. Yusuf (as)'ın kıtlık seneleri kıtlığa uğramaları için beddua etti. Başlarına öyle açlık ve darlık geldi ki, açlıktan deri ve ölmüş hayvan eti yemeye başladılar. Kişi göğe bakmaya başlardı da içinde bulunduğu sıkıntıdan dolayı, yerle gök arasındaki her şeyi duman görürdü.” Bu rivayete göre duhân olayı asr-ı saadette vuku bulmuştur denir.
Hz. Ali (ra) ise: “Duhân alâmeti henüz geçmedi. O duhân ki, mü'mini nezle tutmuş hale getirecek, kafiri de ölünceye kadar şişirecektir.” diyerek bu olayın daha meydana gelmediğini söylemektedir.
Deccal'in Çıkması
Lügat kitaplarında hiçbir menşe ve merci göstermeksizin “aldatmak” mânâsı olarak kaydedilen “deccale” kelimesinin Arapça olması şüphelidir. İslâm ıstılahında ise; “O, Allah'ın kendisiyle kullarını imtihan ettiği bir şahıstır. Allah onu, kendi ilahi kudreti dahilinde olan şeyleri yapmaya muktedir kılacak, bir müddet sonra da bunları yapmaktan âciz bırakacaktır.” Deccal, iri vücutlu, kızılca renkli, kıvırcık saçlı, sanki üzüm tanesi gibi fırlak, sakat gözlü bir adam olup alnının ortasında “kafir” kelimesi yazılıdır ve her Müslüman tarafından kolayca okunabilir.
Deccal i1k çıktığı zaman, zalim krallardan bir kral görünümünde çıkacak daha sonra peygamberlik iddiasında bulunacak, sonra da ilahlık iddiasında bulunacaktır. O’na ademoğullarının cahilleri ve ayak takımları tabi olacak, salih ve muttaki kullar karşı çıkacaktır.
Dabbe’nin çıkması
“Kendilerine söylenmiş olan başlarına geleceği, zaman yerden bir hayvan çıkarırız ki, o, insanların ayetlerimize kesin olarak inanmadıklarını. söyler” mealindeki ayetle işaret edilen dabbe, kıyamet yaklaştığı zaman ortaya çıkacaktır.
Bir hadiste ise; “Dabbe, beraberinde Süleyman (as) 'ın mührü ve Musa(as) 'ın âsâsı olduğu halde çıkacak, âsâ ilemü'minin yüzünü parlatacak, mühürle kafirin burnunu kıracaktır. Öyle ki oba halkı toplanacak da buna: Yâ Mü'min... Şuna da: Yâ kafir!. diyecektir. “Dabbe'nin nereden çıkacağı ve kaç defa çıkacağı konusunda da hadislerde farklı ifadeler bulunmaktadır. Bir kısım hadislerde dabbe'nin Rükün ile Makam-ı İbrahim arasından çıkacağı anlatılırken başka hadislerde ise Mekke'ye yakın Bâdiye’de bir yerden, bir kayanın altından, Safâ tepesindeki bir yarıktan çıkacağından bahsedilmektedir. Kaç defa çıkacağı konusunda Seharanfuri, “Bezlü'1- Mechud” isimli eserinde şu izahatta bulunur: “Dabbe üç defa çıkacaktır. İlki, Mehdi zamanında, sonra İsâ(as) indikten sonra ve üçüncü olarak da güneş batıdan doğduktan sonra.”
Güneşin Batıdan Doğması
İlahi takdirin bir eseri olarak çıkacak harikulade olaylardan biri de, güneşin batıdan doğması hadisesidir. Güneş, her zaman takip ettiği yörüngesindeki düzenin dışına çıkarak battığı noktadan tekrar doğacaktır.
Hz. Peygamber(sav), En'am suresinin 158. ayetinin tefsirinde bu hususu şöyle ifade etmişlerdir: “Üç alamet çıktığı zaman, “önceden iman etmemiş olan kişiye artık iman fayda vermeyecektir: Dabbetü'l ard, Deccal ve güneşin batıdan doğması. ““
Başka bir hadiste ise: “Güneş batıdan doğmadıkça kıyamet kopmaz, güneş batıdan doğunca, onu gören bütün insanlar iman ederler. Fakat daha önce inanmadıkları için, onlara imanları fayda vermez. “
Hz. İsâ (as)'nın Yere İnmesi
Deccal çıkıp yeryüzüne fitne ve fesat tohumları saçarken Allah (cc) Hz. İsa(as)'yı gönderecektir. Efendimiz (sav)'in hadislerinde : “Hz. İsâ (as), yeryüzüne Dımaşk'ın doğusunda beyaz minare denilen yere, iki elbise içinde ellerini iki meleğin kanatları üzerine koymuş vaziyette iner. “ Diğer bir hadiste: “Sabah namazı vakti iner, Müslümanlara imam olur. İşte tam o sırada Allah düşmanı deccal, onu görünce tuzun suda erimesi gibi eriyecektir. Hz. İsa (as)'ın yeryüzünde yedi veya kırk sene kalacağı hususunda rivayetler vardır.
Bunun sebebi de ; Hz. İsâ (as)'ın göğe çekilmeden önceki hayatı 33 yıldır. Yeryüzünde de 7 yıl kaldığında toplam yaşı kırk yıl olacaktır. Bu yüzden doğru olan yeryüzünde yedi yıl kalacağıdır.
Ye'cüc ve Me’cüc’ün Çıkması
Bunlar, aslı ve nesebi belirsiz, din millet tanımaz, kozmopolit insanlar olup, çıkışları kıyamet alametlerinden sayılır. Tevrat'ta Yâfes'in oğullarından olduğu belirtilir. Bunlar hakkında Ebu Hayyam şöyle der: “Bunların adet ve eşkali hakkındaki sözlerin hiçbiri sahih değildir.”
Merhum Muhammed Hamdi Yazır, tefsirinde konuyu incelerken şu açıklamada bulunur: “Allahu alem, Kur'an'ın haber verdiği bu redim (sed), Zülkarneyn’den onun yapılmasını talep eden kavmin bu sayede teşkil ettikleri heyet-i içtimaiyyeleri olsa gerektir ki, demir kütleleri gibi salabetli olan unsurlarına akıtılan feyz-i rabbani ile teşekkül etmiş maddi ve manevi bir sed demek olur.”
Üç Yerde Yere Batma Olayı
Bu tabiat olayının, fitnelerden sayılması, insanlara vereceği sıkıntı ve kaygı itibariyledir. Hadislerde yere batma olayının sadece meydana gelecek yönü haber verilmiş, nasıl olacağı ve ne zaman meydana geleceği hakkında hiçbir bilgi verilmemiştir. Bu üç yer; doğuda, batıda ve Arap yarımadasında bir yerdir.
İnsanları Mahşere Sürükleyen Bir Ateşin Ortaya Çıkması
Bu ateşin ne olduğu ve ne zaman ortaya çıkacağı belli değildir. Bir hadiste: “ Âden çukurundan çıkacak bir ateşin insanları sürükleyeceği, nerede konaklarlarsa onlarla beraber konaklayacağı, nerede dinlenirlerse onlarla beraber dinleneceği… “denilmektedir.
Ateşin ortaya çıkacağı yer olarak, hadislerde, Hadramut, Yemen'de Aden çukuru ve Hicaz toprakları şeklinde bahsedilmiş fakat hepsi aynı yere işaret etmektedir.
B. İÇ KARIŞIKLIKLAR
Fitne olaylarının doruk noktaya ulaştığı kargaşa ortamı, iç karışıklıklar halinde kendini gösterir. Toplumun her yönden devamlı kötüye gitmesi, kötü insanların topluma egemen olması halinde, sanki zaman hızla yok oluşa doğru akarken kıyamet şerli insanlar üzerine kopacaktır. Bu husus Peygamberimiz (sav)'in bir çok hadisinde ifade edilmiştir.
1. Herc (katliam) Hâdiselerinin Çoğalması
Toplum içinde herc olayları çıkmaya başlayınca, kişinin gözü, kendi aşırı hissi arzu ve isteğinden başka hiçbir şey görmez, akıl hükmetmez olur. Mü’minler birbirlerini öldürürler, komşusunu öldürürler, amca oğlunu ve akrabalarını öldürürler. Bu fitnede “ölen niye öldürüldüğünü, öldüren de niçin öldürdüğünü bilmez.”
2. Melhamelerin Çıkması
Kanlı savaşlar anlamına gelen “Melhame” kelimesi bir çok hadiste geçmektedir. İstikbalde meydana gelecek fitnelerden sayılan bu savaşlar, bir yönüyle gelecekte ortaya çıkacak olayları, Hz. Peygamber (sav)'in mucize olarak haber vermesi özelliğini taşırken, bir yönüyle de kıyâmet öncesi çıkacak fitneler arasına girmektedir.
a. Yahudilerle yapılacak savaşlar
b. Türklerle yapılacak savaşlar
c. Hintlilerle yapılacak savaşlar
d. Rumlularla yapılacak savaşlar
3. Mukaddes Değerlerin Tahkir Edilmesi
Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “Siz, sizden önceki ümmetlerin yoluna kulaç kulaç, arşın arşın, karış karış uyacaksınız. Hatta onlar, bir keler deliğine girseler siz de oraya gireceksiniz. “ Dediler ki: Yâ Rasulullah (sav).. onlar Yahudi ve Hıristiyanlar mı? Peygamberimiz (sav) : “Ya kim.. ? tabi ki onlar” dedi. İbn Ömer (ra)'in rivayet ettiği başka bir hadiste de, Müslüman olmayanlara has özelliklerin, Müslümanlar tarafından taklid edilmemesini isteyerek “Bir topluluğa benzeyen, onlardandır” buyurmuştur.
4. İyi ve Kötünün Birbirine Karışması
Efendimiz (sav), bu konuda da şöyle buyurmaktadır: “( Öyle bir zaman gelir ki ) insanlar alışveriş yaparlar da emaneti eda eden güvenilir hiç kimse bulamazlar. ( O sırada ) şöyle denilir: “Filan oğullarında güvenilir bir adam vardır, ne akıllı ne nezaketli ne civanmert kişi...” Halbuki o adamın kalbinde hardal tanesi kadar iman bulunmaz.”
II. Zuhur Eden Fitneler
l. Fitne kapısının kırılması
2. Kayser ve Kisra'nın helak olmaları
3. Hz. Osman (ra)'ın şehid edilmesi
4. Davaları aynı iki büyük taifenin savaşması
5. Dinden dönme hadiseleri
6. Doğudan gelecek fitneler
7. Hz. Ammar (ra)'ın şehid edilmesi
8. Büyük bir ateşin çıkması
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
I. Fitneye Karşı Alınacak Tedbirler
- Fitneyi körükleyici harekette bulunmamak
- Eve çekilmek veya dağa çıkmak
- Fitne lehine konuşmamak
- Sabretmek
- İbadete sarılmak
- Toplumdan ayrılmamak
- Birlik ve kardeşlik ruhunun canlandırılması
- Fitnecilere karşı caydırıcılık prensibinin uygulanması
II. Fitne Hakkındaki Hadislerin Fıkhi Yönü
Bu kısımda fukahanın delil olarak aldıkları fitneye dair hadislerden bazılarını göreceğiz:
A- Deccal Hadisi
“ Deccal yeryüzünde kırk gün kalacak. Bir gün bir yıl gibi, bir gün bir ay gibi, bir gün bir cuma gibi olacak, diğer günleri ise, sizin günleriniz gibidir” buyurdu. Dinleyenlerin:
- Ey Allah'ın Rasulü, bir yıl kadar uzun günde normal günün beş vakit namazını kılmamız bize kafigelecek mi? sorusuna:
- “Hayır, kafi gelemez ( O uzun günde ) vakitleri normal günlerdeki ölçüye göre takdir edersiniz “ buyurdu.
Bazı müctehid ve fakihler bu hadisten yola çıkarak, beş vakit namazdan bir kısmının veya tamamının vaktinin teşekkül etmediği yerlerde yaşayan Müslümanlardan, bu namazın sâkıt olmayacağına fetva vermişlerdir.
B- İbnSayyad Hadisi,
İbn Sayyad, Hz. Peygamber (sav) devrinde yaşamış, hadislerde anlatılan Deccal in kendisi olup olmadığı üzerinde tereddütler bulunan bir kişidir.
İbn Ömer (ra)'in rivayetine göre: “... bir gün Peygamberimiz (sav), Meğaleoğulları konağı yanında, bazı çocuklarla oynamakta olan İbn Sayyad'a eliyle dokunarak :
- Benim Allah'ın Rasulü olduğuma şehadet ediyor musun?” buyurdu. İbn Sayyad, Rasulullah (sav)'a baktı ve :
- Benim Allah'ın peygamberi olduğuma sen şehadet eder misin? diye sordu. Rasulullah (sav):
- “Allah tarafından sana ne geliyor?” dedi. İbn Sayyad:
- Bana doğru da, yalan da geliyor, diye cevap verdi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) :
-”Senin işin karmakarışık edilmiş” buyurdu.
Bu hadis; “sabi” nin imanının kabul edilip edilmeyeceği konusunda delil olarak kullanılmıştır.
SONUÇ
Görüldüğü gibi fitne olayının başta gelen sebepleri arasında “cehalet” ve “dini hayatın zayıflaması” gelmektedir.
Hz. Peygamber (sav)'in mübarek hadislerinde konunun nasıl ele alındığını, birlik ve düzeni bozan fitne hadiselerinin ortaya nasıl çıktığı ve gelişme seyrini nasıl tamamladığını, genel esasları içinde gördük. Îçinde yaşadığımız İslam topluluğunun bir ferdi olarak, etrafımızda oluşup gelişen hadiselere gözü kapalı olarak bakıp geçmekten ziyade, zaman zaman durum değerlendirmesi yapmak, hadislerde ifade edilen hakikatlere göre kendimizi ölçmek ve neler yapmamız gerektiğini tesbit ederek hayatımıza yön vermek zorundayız.
.
Kur'an'da Fitne Kavramı: İnanç Hürriıyeti Açısından Tahlili
Prof Dr. Mesut Erdal
AddThis Sharing Buttons
288
Giriş
Fitne kelimesi Arapça'da F-T-N () fiil kökünden türetilmiş bir isimdir. Fitne kelimesinin anlamı, lügatlerde, madeni ateşte eritmek, bir insana sahip olduğu fikrinden ve dininden döndürmek için eziyet etmek, aklını çelmek veya ayartmak, harfiyle kullanıldığı zaman da, ...den vazgeçirmektir. İnsanın içine aşk ateşi düşürdüğü veya gönlünü çelerek mantıklı düşünmesini engellediği için kadına "fettân" denilmiştir. Aynı kelime, kişinin aklını karıştırıp ahlakını bozan ve cezaya çarptırılmasına sebep olan şeytan ve zarar verme anlamında hırsız için de kullanılmıştır. (İsmail b. Hammad el-Cevherî, es-Sıhâh, F-T-N mad., VI/ 2175; Râğıb el-Isfehânî, el-Müfredât fî Ğarîbi'l- Kur'an, F-T-N mad., s. 559) Kur'an'da ise bu kavram daha çok beşerî alana yayılarak çok daha farklı anlamlarda kullanılmıştır. Ancak Seyyid Şerif Cürcâni ve Tehânevî gibi alimler, bu kelimeyi, "gerçek altını hilelisinden ayırd etmek için ateşe tutmak" anlamından hareketle, "insanın iyi veya kötü olduğunun açığa çıkmasına vesile olan şey" diye tarif etmişlerdir. (Seyyid Şerîf el-Cürcânî, Kitâbu't- Ta'rîfât, s. 165; Tehânevî, Keşşâfu Istılâhâti'l- Fünûn, II/ 1156) Böylelikle netice itibariyle fitnenin olumlu yanına da dikkat çekmiş olmaktadırlar. Nitekim Kur'an'da bir çok ayette imtihan anlamında kullanılmış olması da bunu ifade eder.
Fitne, bulunduğu ayetlerin siyak-sibakı ya da ayetlerin tefsirlerine ilişkin rivayetler dikkate alınarak farklı anlamlarla açıklanmıştır: Bunlar, şirk, sapkınlığa götürmek, öldürmek, alıkoymak, mazeret, hüküm ve yargı, günah, hastalık, ibret, ceza, azap, yakmak, imtihan ve delirmek (cünûn) şeklinde özetlenebilir. (Suyuti, el-İtkân fi Ulûmi'l- Kur'an, I/ 186)
Fitne kavramının kullanım alanı, Kur'an'da, ilk insan Hz.Âdem'in şeytan tarafından fitneye maruz bırakılmasından başlar, (A'râf/ 27) "Ey Âdem'in evlatları! Şeytan, edep yerlerini açığa çıkarmak için, babanızla ananızın üzerlerindeki elbiselerini çıkarttırmak suretiyle onları cennetten uzaklaştırdığı gibi, sakın sizi de belâya/ fitneye uğratmasın." diğer peygamberler ve tüm insanları ihtiva eden bir sünnetullah olarak nihayet bulur ve Kur'anî bir kavram haline gelir. Bu açıdan inananlar ile inanmayanlar arasındaki mücadeleler ve inkarcıların müminlere revâ gördüğü işkence ve eziyetler, insanların başlarına gelen her türlü belâ ve musîbetler, kısaca belirtmek gerekirse insana yaratılıştan verilen istidatlar ve sonradan bu istidatlarını işleterek ve geliştirerek elde ettiği tüm nimetler birer fitnedir veya imtihan vesilesidir. Belirtmemiz gerekir ki, diğer anlamların yanı sıra, Kur'an'ın fitne kelimesine en çok yüklediği anlam, din ve inanç konusundaki baskı ve işkence olmuştur.
Kur'an'da fitne kavramının söz konusu edildiği ayetlerde en çok dikkat çeken husus, şüphesiz ki, dinî inançlarının gereğini yaşamak isteyen insanlara yapılan şiddet, işkence ve sindirme konularını işleyen ve bu tür davranışları kınayan pasajlardır. Bu nedenle fitneyi, öncelikle din ve inanç hürriyetini engelleme açısından incelemek ve ortaya koymak istiyoruz:
Din ve inanç hürriyeti herhangi bir dine inanan kişi veya zümrelerin o dinin emirlerini hiçbir engelle karşılaşmadan yerine getirebilme halidir. İnsan hürriyetleri içinde en önemlisi din hürriyetidir. Bu önem onun dayandığı kaynaktan gelmektedir. (Necati Öner İnsan Hürriyeti, s. 80)
Fitne ise inanan bir kişinin inancını yaşama özgürlüğüne veya inanç hürriyetine engel olunmasıdır. Başta belirtildiği gibi dininden döndürmek için eziyet edilmesidir. Eğer bir ferdin dinini yaşamasına engel yoksa fitne de yok demektir. Bu konuya ilişkin olarak İbni Ömer'in tavrı ve fitneye yüklediği anlam da bizim verdiğimiz anlam ile paralellik arzeder:
"İbn Ömer'e İbnu'z-Zübeyr Olayı (Bundan kasıt, Abdullah ibn Zübeyr'in Emevî idaresini tanımayıp dokuz sene boyunca Mekke'de halifeliğini ilan etmesi ve en sonunda Haccac tarafından şehid edilmesi hadisesidir. Geniş bilgi için bkz. Suyûtî, Târîhu'l- Hulefâ, Mısır, 1952, s. 211 vd.) konusunda iki adam gelir ve şöyle derler:
- Gördüğün gibi bir kısım insanlar ayrılığa düştüler. Sen ki Ömer'in oğlu ve Resulullah'ın arkadaşısın. Dışarıya çıkmana (olaya müdahale etmene) engel olan nedir?
İbn Ömer: Bana engel olan şey, Allah'ın, kardeşimin kanını haram kılmasıdır.
Dediler ki: Allah, "onlarla fitne kalmayıncaya kadar savaşın" buyurmadı mı?
İbn Ömer: Bizler fitne kalmayıncaya kadar savaştık ve din Allah'ın oldu. Siz ise fitne olması için ve din de Allah'tan başkasına ait olması için savaşmak istiyorsunuz.'
Diğer bir rivayette ise İbn Ömer'in tavrı yine aynıdır:
Bir adam İbn Ömer'e geldi ve şöyle dedi:
- Ey Ebu Abdurrahman, neden bir sene hacca ve bir sene umreye gidiyor ve bu arada cihadı terkediyorsun. Hâlbuki Allah'ın cihada ne kadar teşvik ettiğini de biliyorsun!
İbn Ömer: Ey benim yeğenim, İslam beş esas üzerine kurulmuştur: Allah ve Resul'üne iman, beş vakit namaz, Ramazan orucu, zekat vermek ve hacca gitmek.
Adam şöyle dedi: Ey Ebu Abdurrahman, Allah'ın kitabında zikrettiği şu ayetleri dinlemiyor musun? "Eğer inananlardan iki gurup savaşırlarsa aralarını bulun. Biri diğerine saldırırsa, o saldıranlarla Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın" (Hucurât/ 9) ve "Onlarla fitne kalmayıncaya kadar savaşın." (Bakara/193; Enfâl/39).
İbn Ömer: Biz bunları Resûlullah zamanında ve Müslümanlar henüz az iken ve bir adam dininden dolayı fitneye uğratılırken yaptık. Adamı ya öldürür veya işkence ederlerdi. Bu durum Müslümanlık çoğalıncaya ve fitne kalmayıncaya kadar devam etti..." (İbn Kesir, Tefsiru'l- Kur'ani'l- Azim, I/ 229-230) Görüldüğü üzere İbn Ömer fitne kavramını aslî anlamına uygun olarak anlamış ve kelimeye tam karşılığını vermiştir.
"Fitne Kalmayıncaya Kadar Savaşmak" Âyetinin Anlamı:
Müfessirlerimiz, "fitne kalmayıncaya ve din tamamıyla Allah'ın oluncaya kadar savaşın" (Enfâl/39. Ayrıca bkz. Tevbe/5-11) âyetiyle "dinde zorlama yoktur" (Bakara/ 256) âyeti arasını te lif etmişlerdir. Çünkü Kuran'ın bütünlüğü göz ardı edilirse, iki ayet arasında bir uzlaşmazlık olduğu vehmine kapılmak mümkündür. Bu bağlamda, dinde zorlama olmayacağını bildiren ayetin savaşı emreden ayetlerce neshedildiğini (hükmünün kaldırıldığını) söyleyenler bile olmuştur. (Bkz. Âlûsî, Rûhu'l-Meânî, III/ 13) Bu konuyu en veciz ve kestirmeden ifade eden Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsirinden takib edelim:
"(…) O halde, "Lâ ikrâhe fi'd-dîn"âyetinin bütün kapsamıyla mânâsı, "İslâm dininin, hüküm dairesinde zorlama yoktur." demek olur. Savaş ve savaş hâlinde bulunan düşman meselesi, bu hükümden esas itibariyle hariç olduğu gibi, zorlamaya karşılık vermek ve suça ceza da bunun dışındadır. Ancak bu, "Fitne ortadan kalkıncaya ve din de yalnız Allah'ın dini oluncaya kadar onlarla savaşın." (Bakara, 2/193) âyetiyle beraber düşünmek lazımdır. Buna göre âyetin sonunun da delâlet edeceği üzere İslâm dininin hüküm dairesinde zorlama bulunmaması, tahsis yoluyla iki kayıt ile bağlanmıştır ki; biri fitne bulunmaması, biri de İslâm yurdunda diğer dinlere mensup olanların tebalığı (uyruğu) bozmamalıdır. (…) Demek ki kısaca mânâ şu olur: "Fitne yoksa dinde zorlama yoktur, çünkü doğruluk, sapıklıktan iyice ayrıldı. Bunları karıştıranlar, belalarını bulurlar". (Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, II/ 868)
Kısaca ifade etmek gerekirse, "fitne kalmayıncaya kadar savaşmak" ayetinde geçen fitne, dinî hakikatlerin başkalarına tebliğ edilmesini çeşitli yollarla engellemektir. Dolayısıyla Müslümanların görevi, yeryüzünde yaşayan insanların din özgürlüğünü temin etmek ve istediği dini yaşaması için -başkalarının hakkına- hukukuna tecavüz etmemek kaydıyla- ortam hazırlamaktır.
Fitne ve Ashâbu'l- Uhdûd Kıssası:
Mekke'deki müminlere yapılan eziyetlere mukabil onlara moral vermek ve kendilerinden önceki müminlerin daha şiddetli işkencelere maruz bırakıldıklarını hatırlatmak amacıyla indirilen (Beydâvî, Envâru't- Tenzîl, V/ 472. Krş. Ebussuûd, IX/ 135) Ashâb-ı uhdûd kıssası, bize fitne kavramının anlamını daha müşahhas olarak anlatır: "Kahrolsun o tutuşturulmuş ateşle dolu hendeği hazırlayan Ashâb-ı uhdûd! Hani onlar ateşin başında oturur, müminlere yaptıklarını seyrederlerdi. Onların müminlere bu işkenceyi yapmalarının tek sebebi, müminlerin göklerin ve yerin tek Hâkimi, Azîz ve Hamîd olan Allah'a iman etmeleri idi. Allah her şeye şâhiddir. Mümin erkeklere ve mümin kadınlara işkence edip de, sonra tevbe etmeyenler var ya, işte onlara cehennem azabı var, yangın azabı var." (Burûc/ 4-10)
"Ashâb-ı Uhdûd" ile ilgili olarak, tefsirlerde birçok rivayetler mevcuttur. Ancak bunlardan en meşhuru Yemen hükümranlığını ele geçiren Zû Nüvâs hakkında olan rivayettir ki, İbn Hişâm söz konusu rivayeti şöyle kaydeder:
"Zû Nüvâs, askerleriyle birlikte Necran'lı Hıristiyanların üzerine yürüdü, onları Yahudiliğe davet etti. Onları Yahudilik ile ölüm arasında muhayyer bıraktı ve onlar da ölümü tercih ettiler. Kimisi ateşte yakıldı, bazısı kılıçtan geçirildi ve müsleye (Öldürülen insanın burnunu, kulağını ve diğer organlarını kesmek, çirkin bir şekle sokmak için gözlerini oymak) (İbn Manzûr, Lisânu'l- Arab, M-S-L mad. XI/ 615) maruz bırakıldı. Yaklaşık yirmi bin insan katledildi. İşte Yüce Allah, bu münasebetle "Kahrolsun o tutuşturulmuş ateşle dolu hendeği hazırlayan Ashâb-ı uhdûd! Hani onlar ateşin başında oturur, müminlere yaptıklarını seyrederlerdi" mealindeki âyetlerini inzal buyurdu. (İbn Hişâm, es-Sîretü'n- Nebeviyye, I/ 25)
Fitne katlden daha beterdir:
"Onları nerede yakalarsanız öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Dinden döndürmek için işkence yapmak (fitne) adam öldürmekten beterdir. Yalnız, onlar, Mescid-i Haram'ın yanında sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla orada savaşmayın. Fakat sizi öldürmeye kalkışırlarsa siz de onlarla savaşın. İşte kafirlerin cezası böyledir." (Bakara/ 191)
Mekke müşrikleri, ashabdan bazılarına hürmetli aylarda işkence etmişler, onlar da dayanıp şehid olmuşlardı. Bu ayet, böyle bir işkencenin, hürmetli aylara riayet edip etmemeden daha mühim olduğu gerekçesiyle, işkenceyi durdurmak için savaşa cevaz vermiştir. Ayetin iniş sebebi özel ise de, söz fitnenin mahiyetinin, öldürmenin mahiyeti ile karşılaştırılmasını ifade ettiğinden, hüküm geneldir. (Bkz. Suat Yıldırım, Kur'an-ı Hakim ve Açıklamalı Meali)
Zikredeceğimiz şu ayette ise fitnenin din hürriyetini engelleme anlamı daha net biçimde beyan edilmiştir:
"Sana hürmetli ayı ve bu ayda savaşmanın hükmünü sorarlar. De ki: "O ayda savaşmak büyük bir günahtır. Fakat insanları Allah yolundan engellemek, Allah'ı inkâr etmek, Mescid-i Haram'ı ziyareti yasaklamak, o mescidin cemaatini yani müslümanları oradan çıkarmak ise, Allah nazarında daha büyük günahtır. Dinden döndürmek için işkence, öldürmekten beterdir. Kâfirler, ellerinden gelse, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan geri durmazlar. Sizden her kim dininden döner ve kâfirlikte devam ederek ölürse, işte onların dünyada da, âhirette de yaptıkları boşa gider. Bunlar cehennemlik olup orada ebedî kalacaklardır." (Bakara/ 217)
Fitnenin kalkması ne ile olacak?
Kur'an-ı Kerim'de Yüce Allah, yeryüzünde fitne ve fesadın olmamasını Muhâcir ve Ensâr gibi olmakla irtibatlandırmaktadır. Eğer onların yapmış olduğu faziletler yoksa, yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat olacağını beyan etmektedir:
İman edip Allah yolunda hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenlerle onları barındıran ve onlara yardım eden Ensar var ya, işte bunlar birbirlerinin velileridir (malda da birbirlerinin vârisidirler).
İman edip de hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret etmedikçe, sizin için mirasda onlara hiçbir velayet yoktur. Bununla beraber eğer din hususunda sizden yardım isterlerse sizinle aralarında sözleşme bulunan bir topluluk aleyhine olmamak şartıyla, onlara yardım etmeniz gerekir. Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir. (Enfal/ 72. Müminlerin Medine'ye 622'de hicret etmelerinin hemen akabinde, Muhacirlerle Ensar arasında Hz. Peygamber (s.a.s.) kardeşleştirme (muahat) gerçekleştirmişti. Birbirlerine vâris oluyorlardı. Bazı tefsirlere göre, daha sonra indirilen 75. âyet bu kardeşliğin, mirasla ilgili hükümlerini kaldırarak bundan böyle müminler arasında mirasın, yalnız akrabalar arasında geçerli olacağını bildirmektedir. Bkz. Yıldırım, Kur'an-ı Hakim ve açıklamalı meali)
"Dini inkâr edenler de birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız, birbirinize yardımcı olmazsanız, dünyada bir fitne kopar, müthiş bir bozukluk, bir fesat ortaya çıkar." (Enfal/ 73)
Bu ayete göre iman, hicret, cihad, yardımlaşma ve dayanışma gibi hasletler Müslümanlarda en üst seviyede bulunmalıdır ki, fitne ve fesad barınacak yer ve ortam bulamasın. Hele asrımızda inkar ve küfür düşüncesinin şahs-ı manevi şeklinde Allah'a iman eden tüm insanları tehdit ettiğini göz önünde bulundurursak, müminlerin imanlarını daha bir derinleştirip, sevgi, saygı, dayanışma, kardeşlik ve Hakkı tebliğ gibi müeyyidelerle ictimai ruhu güçlendirmeye ne kadar da muhtaç bulunduğumuzu belirtmeye gerek var mı?
Fitne; imtihan, anarşi, bozgunculuk, günah, şirk, bela ve daha başka manalara gelirse de, ekseriya bölücülük, bozgunculuk anlamında kullanılır.
Hadika’da İmam-ı Nablusi hazretleri fitneden şöyle söz etmektedir:
-“Fitne, Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara, günaha sokmak, insanları isyana kışkırtmak demektir.” Muhammed Hadimi hazretleri de Berika’da yetmişten fazla fitne çeşidi bulunduğunu bildirerek buyuruyor ki:
-“Fitne çıkarmak haramdır. Kur’an-ı kerimde, dinden saptırmak için fitne çıkaranların Cehenneme atılacağı ve fitne çıkarmanın adam öldürmekten daha kötü olduğu ve hadis-i şerifte de, fitne çıkarana Allahü teâlânın lanet edeceği bildirilmektedir.”
Fitnenin Değişik Anlamlarına Kur’an-ı Kerimden Örnekler:
1- Şirk, küfür:
–“Fitne tamamen yok oluncaya kadar kâfirlerle savaşın!”(Bekara 193) 2- Günah: -“Bizi fitneye düşürme) diyenlerin kendileri fitneye düşmüştür.” (Tevbe 49) 3- Bozgunculuk, kavga, ihtilal, isyan, anarşi, kargaşa, bölücülük, fesat:
-“Fitne çıkarmak, adam öldürmekten daha kötüdür.” (Bekara -191) -“Kâfirler birbirinin dostları, yardımcılarıdır. Eğer, Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmez, kendi aranızda dost olmazsanız, yeryüzünde, kargaşa, fitne ve büyük fesat çıkar.”(Enfal -73) 4- İmtihan: -“Sana (Miracta) gösterdiğimiz temaşayı halk için bir fitne (imtihan) yaptık.” (İsra- 60) -“Mallarınız, çocuklarınız, sizin için fitnedir (imtihandır).” (Tegabün- 15) -“Biz onlardan öncekileri de, fitneden (imtihandan) geçirdik.” (Ankebut- 3)
– And olsun ki Süleyman’ı imtihan da ettik ve tahtının üzerine bir ceset bıraktık. Sonra tekrar tevbe ile önceki haline döndü. (Sad- 34) 5- Bela, musibet: -“Bir fitne olmayacak sandılar da, kör ve sağır kesildiler.” (Maide -71) (O fitneden sakının ki, o sadece zalimlere dokunmakla kalmaz.) (Enfal -25) 6– Azab: -“Onlara, fitnenizi (azabınızı) tadın denecektir. (Zariyat -14) 7- Eziyet, işkence: -“Fitneye (eziyete, işkenceye) uğratıldıktan sonra hicret edip, ardından da sabrederek cihad edenlerin yardımcısı elbette Rabbindir.” (Nahl- 110) 8- Deli: -“Fitneye düşeni (deli olanı) yakında sen de, onlar da görecek.” (Kalem 5-6) 9- Zarar verme: -“Seferde iken, kâfirlerin sizi fitneye düşürmelerinden (zarar vermelerinden) endişe ederseniz, namazı kısaltmanızda bir vebal yoktur.” (Nisa- 101)
11- Uydurma mazeret: -“Onların, sadece “vallahi, biz müşrik değildik” sözlerinden başka fitneleri olmayacaktır.” (Enam -23) 12- Dalalet: – “Allah birini fitneye (dalalete, şaşkınlığa) düşürmek isterse, Allah’a karşı senin elinden bir şey gelmez.” (Maide- 41)
Fitne Hakkında Hadis-i Şeriflerden Bazıları. Mealen: -“Fitne uykudadır. Fitneyi uyandırana Allah lanet etsin!” (İ.Rafii) -“Din, dünya menfaatine alet edilince, fitneler zuhur eder.” (A.Rezzak) -“Fuhuş yayılınca fitne çoğalır.” (Deylemi) -“Fitneler artmadıkça, kıyamet kopmaz.” (Buhari) -“Eshabım arasında fitne çıkacak, o fitnelere karışanları, Allahü teâlâ benimle olan sohbetleri hürmetine affedecektir. Bu fitnelere karışan Eshabıma dil uzatan Cehenneme girecektir.” (Müslim)
Üç hadis-i şerif meali: “Ahir zamanda, âlim [geçinen]ler fitne unsuru olur, camiler ve hâfızlar çoğalır, ama, içlerinde (hakiki) âlim hiç bulunmaz.” (Ebu Nuaym) -“Fitne (bid’at, sapıklık, küfür) yayıldığı zaman, hakikati, doğruyu bilen, (imkanı nispetinde, söz ile, yazı ile, medya = gazete, dergi, radyo, tv ile ve internet ile) başkalarına bildirsin, bir engel yok iken bildirmezse, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun!” (Deylemi) -“Ahir zamanda, âlim ve ilim azalır, cahillik artar. Cahil ve sapık din adamları, yanlış fetva vererek fitne çıkarır, doğru yoldan saptırırlar.” (Buhari) 13- İnsana sıkıntı ve zarar veren her şey:
Hadis-i şerifte, imamın namazı uzatıp cemaati sıkıntıya sokması fitne olarak bildirilmiştir. İhtiyara, “tecvidsiz namaz kılınmaz” demek gibi yapamayacağı fetvayı vermeye de fitne denmiştir.
-“Ümmetim için en korktuğum şey, kadın ve içki fitnesidir.” (İmamı Süyuti)
-“Güzel saç, güzel ses, güzel yüz, fitneye düşürebilir.” (Hadisi Deylemi) -“Âdem aleyhisselamdan itibaren, Deccaldan büyük fitne yoktur.” (Hadisi Müslim)
Bakara-191..... Fitne cikarmak, adam oldurmekten daha kotudur.....
MADEM Kİ Fitne cikarmak, bir kimseyi oldurmekten daha kotudur.
O halde Fitne çıkarmak bir kimseyi öldürmekle eşdeğerdir hatta eşdeğerin de bile üstünde . Çünkü, Ayet daha kötü, daha beter, daha fena diyor
Bu ayette Fitneyi çıkaran veya çıkaranlar bir kimseyi öldürmekten daha beter bir fiil işledikleri ifade edilmiştir..
Peki neden böyle ve nasıl böyle ?
BİR İNSANI ÖLDÜRMEK TÜM İNSANLARI ÖLDÜRMEK GİBİDİR. Yüce rabbimiz kur'an da şöyle buyurmuştur.
Maide Süresi AYET 32: Kim bir insanı ,bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştürHer kimde birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa ,sanki bütün insanları yaşatmıştır
Maide 32ye göre de bir kimseyi haksız yere öldüren tüm insanları (tüm insanlığı ) öldürmüş gibi olur. O halde fitne çıkarmak tüm insanlığı öldürmekten de daha beter bir durum olmaktadır.
(ÇÜNKÜ FİTNE ÇIKARAN BİR KİMSEYİ ÖLDÜRMEKTEN DAHA KÖTÜ BİR AMEL YAPMAKTA İSE VE BİR KİMSEYİ DE MASUM YERE ÖLDÜRMEK DE TÜM İNSANLIĞI ÖLDÜRMEK GİBİ İSE )
Peki fitne nedir ve nasıl çıkar ? ve Enfal 39 ayeti ile birlikte ele alalım ve değerlendirelim.
ENFAL 39: Ve hiçbir fitne kalmayıncaya ve bütün dîn Allah için oluncaya kadar, onlarla kıtalde bulunun (savaşın). Eğer onlar (küfürden) vazgeçerlerse o taktirde muhakkak ki Allah, yaptığınız şeyleri en iyi görendir.
müslümanlardan:
Maide Süresi AYET 32: Kim bir insanı ,bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştürHer kimde birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa ,sanki bütün insanları yaşatmıştır
kardeş maide 32 bir insanı ,öldürmek ,ve yaşatmak şu manadada olamaz mı örneğin,insanlığın önemini taşıyan ,güveni ,güvensizliğe sebeb olarak bir beldede İNSANLARIN BİRBİRİNE GÜVENMEMELERİNE SEBEB OLMAK ordaki güvenistismarı yaparak, insanlığı öldürmek olduğu ve artık kimsenin kimseye güvenmeyeceğine sebebiyetten BÜTÜN İNSANLIĞI ÖLDÜRMEK,manasında veya eyleminde olanlar içinde söylenmiş olamazmı...
Veya tamtersi GÜVENSİZLİĞİ GÜVENİRLİĞE ÇEVİRMEK İÇİN CEHD ETMEK,,,,,
abdulhamit:
Alıntı
Maide Süresi AYET 32: Kim bir insanı ,bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştürHer kimde birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa ,sanki bütün insanları yaşatmıştır
kardeş maide 32 bir insanı ,öldürmek ,ve yaşatmak şu manadada olamaz mı örneğin,insanlığın önemini taşıyan ,güveni ,güvensizliğe sebeb olarak bir beldede İNSANLARIN BİRBİRİNE GÜVENMEMELERİNE SEBEB OLMAK ordaki güvenistismarı yaparak, insanlığı öldürmek olduğu ve artık kimsenin kimseye güvenmeyeceğine sebebiyetten BÜTÜN İNSANLIĞI ÖLDÜRMEK,manasında veya eyleminde olanlar içinde söylenmiş olamazmı...
Veya tamtersi GÜVENSİZLİĞİ GÜVENİRLİĞE ÇEVİRMEK İÇİN CEHD ETMEK,,,,,
Evet, sizin dediğiniz gibi de olabilir.
Çok güzel bir yorumda bulunmuşsınız. Eğer insanlar Fitnenin sebeb olduğu bir ortamda birbirine güvenemiyorsa, birbirine güven duymuyorsa, O ORTAMDA İNSANLIK ÖLMÜŞTÜR. İNSANLIĞIN HAYAT DAMARI KOPMUŞTUR. YANİ FİTNE TÜM İNSANLARIN ÖLÜMÜNE SEBEB OLMUŞTUR. TÜM İNSANLAR BİR ÖLÜDEN FARKSIZ DURUMDADIR.
Daha değişik örneklerini de vereceğim.
abdulhamit:
Fitne Ne demektir ? Anarşi, bozgunculuk, günah, şirk, bela ve daha başka manalara ( İmtihan gibi ) gelirse de, ekseriya bölücülük, bozgunculuk anlamında kullanılır.
Fitne, Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara, günaha sokmak, insanları isyana kışkırtmak demektir. Şeytanın hakimiyetini yeryüzüne yaymak demektir.
Bakara-191..... Fitne cikarmak, öldurmekten daha kotudur.....
MADEM Kİ Fitne cikarmak, herhangi bir kimseyi oldurmekten daha kotudur.
O HALDE FİTNE NASIL ÇIKAR ?
ÖNCE ALLAHI VE PEYGAMBERİ VE HAK DİNİ İNKAR ETMEKLE ÇIKMAZ MI, YANİ İSLAMİYETİ REDDETMEKLE ÇIKMAZ MI ? ALLAHIN VAHYİNİ ENGELLEMEKLE ÇIKMAZ MI. ÇIKAR.
Ve yine aynı şekilde Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara, günaha sokmak, ile de fitne çıkar mı, çıkmaz mı ? Çıkar
Allah'ın ve Resulü’nün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini (İslam'ı) din etmeyenler kitap ehli de bozgunculuk yapar fitne çıkartır mı ?
Vahyin yayılmasını ve tebliğini engellemek de bir fitne hareketi midir ?.Tüm Fitne olayları Müslümanlığa ve hak dine saldırı değil midir ?
Fitne çıkarmak bozgunculuk yapmaktır. Neye karşı bozgunculuk ? Allahın nizamına karşı bozgunculuktur. Batılı hakka üstün getirerek Allahın nizamının bozmaktır. Şeytani bir düzeni Allahın nizamına tercihle değişmektir.
Eğer fitne yok edilmezse, tüm insanlar ( tüm insanlık ) ölür. Fitne ortaya çıkınca insanlığın hayat damarı kopar. Yani ölüden farksız olur. İşte Allah fitneyi yok etmek amacıyla bu kitabı hakimi ve sevgili peygamberini göndermiştir.
O halde fitrneyi yok etmek gerekir. Kİ
ONLAR HEP SÜREKLİ FİTNE ÇIKARANLARDIR
Enfal 39 “Siz de ortalıkta bir fitne kalmayıp din, tamamiyle Allahın dini oluncaya kadar onlara cihâd edin, eğer vazgeçerlerse her halde Allah amellerini görür.
FİTNE KALMAYIP DİN TAMAMIYLA ALLAHIN DİNİ OLUNCAYA KADAR SAVAŞIN DEMESİ DİKKAT DE ÇEKİCİDİR. HALBUKİ BAKIN BİR BAŞKA AYETE
Enfal,61: Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah’a tevekkül et
Nisa,90 - Eğer onlar sizden uzak durur, sizinle savaşmayıp size barış teklif ederlerse; Allah, onlara saldırmak için size bir yol (yetki) vermemiştir
Barışa meyil nasıl olur ? Fitne çıkarmayarak değil mi ? Fitne ile barış yanyana durur mu ? Hayır, Asla yanyana durmaz.
YANİ VAHYİ ENGELLEMEYECEKLERİNE Vahyin yayılmasını ve tebliğini engellemeyeceğine, Müslümanlara zülüm ,şiddet ve baskı yapmayacaklarına dair söz vermeleri ile barış yapılır..
Bakara 193- Fitne ortadan kalkıp Allah'ın dini tam anlamı ile egemen oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer yaptıklarına son verirlerse ZALİMLERDEN başkasına asla saldırılmaz
( Ayet geneldir yalnız Müşrikler için değil, tüm küfür düzeni için savaşan ve onları savunan, vahyi ve tebliği engelleyen müslümanlara zulum baskı ve işkence yapan TÜM ZALİMLER için )
ENFAL 73 AYETİN TEFSİRİ İLE DEVAM EDECEĞİM
Enfal 73 : Kâfirler de birbirlerinin dostlarıdır. (yardımcılarıdır.) Eğer siz emredildiğiniz gibi yardımlaşmazsanız, yeryüzünde bir fitne (İslâm zâ’fiyeti) ve büyük bir fesad (küfür hâkimiyeti) olur.
abdulhamit:
Alıntı
ENFAL 73 AYETİN TEFSİRİ İLE DEVAM EDECEĞİM
Enfal 73 : Kâfirler de birbirlerinin dostlarıdır. (yardımcılarıdır.) Eğer siz emredildiğiniz gibi yardımlaşmazsanız, yeryüzünde bir fitne (İslâm zâ’fiyeti) ve büyük bir fesad (küfür hâkimiyeti) olur.
Bu ayet fitnenin en büyüğünü açıklamaktadır ki, Kafirler ve ateistler Dinsizliği yaymak veya Allahın emrettiği dini yozlaştırmak veya ortadan kaldırmak istediklerinde insan beynine şeytani vesveseler, düşünce ve kuruntular sokar. Ve bu konuda birbirleriyle yardımlaşırlar. Bunlar birbirinin yardımcıları ve dostlarıdır.
Şayet ki, müslümanlar bu fitneyi birbirleriyle yardımlaşmadan ortadan kaldıramazlar ise işte o zaman bu fitne bir insanı öldürmekten daha beter bir durum olmaktadır. Çünkü bu fitne ile insanlar hem bu dünya haytlarını ve hem de ahiretteki hayatlarını kaybederler. Hayatın kaybedilmesi ölmek anlamına gelir ki Bakara 191 ayetini tefsir eder.
Bakara-191..... Fitne cikarmak, öldurmekten daha kotudur.....
İŞTE İslamda Savaşın asıl nedeni fitnedir. O çıktı mı pek çok insanlar ölür. Fitne katilden beterdir." (Bakara, 2/191) prensibi çerçevesinde savaşları ve temelde savaşa yol açan kargaşaları, düzensizlikleri, zulmü, bozgunculuğu önlemek için meşru saymış.
Bakara 193- Fitne ortadan kalkıp Allah'ın dini tam anlamı ile egemen oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer yaptıklarına son verirlerse ZALİMLERDEN başkasına asla saldırılmaz ( Ayet geneldir yalnız Müşrikler için değil, tüm küfür düzeni için savaşan ve onları savunan, vahyi ve tebliği engelleyen TÜM ZALİMLER için )
Eğer fitne yok edilmezse, tüm insanlar ( tüm insanlık ) ölür. Yani ölüden farksız olur. İşte Allah fitneyi yok etmek amacıyla bu kitabı hakimi ve sevgili peygamberini tüm insanlığa göndermiştir.
Fitne içinde yaşayanlar, fitneyi yok etmeyenler tüm hayatlarını (Dünyevi ve ahirettki hayatlarını tehlikeye) atmışlardır. Evet hem bu dünya hayatlarını ve hem de ebedi ahiret hayatlarını kaybedeceklerinden fitne çıkaranlar, fitneye seyirci olanlar tüm insanları ( Tüm insanlığı ) öldürmüş gibi olmaktadır.
Ve islam alemin geçmişine bakalım. Hz Osman döneminde çıkan fitneye bakalım. Bu fitne ile kaç kişi öldü. Kafirlerin çıkarttığı bu fitne ile Müslümanlar bölündü ,birbirini öldürdü. Yalnız bu kadarla mı ? Günümüze kadar gelen bu fitneden acaba daha kaç kişi ölecek. (sünni-şii )
Tekrar Enfal 73 ayete bakalım
"Eğer aranızda bu sıkı dayanışmayı gerçekleştirmezseniz, yeryüzünde fitne ve büyük kargaşa çıkar
Bundan büyük korkutma ve bundan etkin sakındırma olabilir mi ? Olmaz ve olamaz
Çünkü; müslümanlar, kişisel hayatlarında sorumlu olduklarının dışında, Allah'ın katında, yeryüzünde çıkan fitneden ve kopan büyük bozgunculuktan da sorumludurlar.
hayreddin karaman fitne kavramı Kur"an"daki anlamlarıyla hadislerde de geniş ölçüde geçmektedir Hadislerde ayrıca "Deccâl fitnesi", "Mesih fitnesi" şeklindeki deyimlerle kıyamet alâmetleri diye bilinen gelişmelere de fitne denildiği görülür. Hadislerde fitne "dinî ve siyasî sebeplerle ortaya çıkan sosyal kargaşa, anarşi, iç savaş" anlamında da yaygın olarak geçmekte; İslâm"ın ilk asırlarından itibaren vuku bulan dinî ve siyasî çalkantıları, sosyal huzursuzlukları haber veren bir konumda da kullanılmaktadır. Bu hadislerde fitne genellikle İslâm ümmetinin birlik ve bütünlüğünü tahrip eden bir komployu veya her türlü yıkıcı faaliyetleri ifade eder. Bunların birinde Hz. Peygamber "Birtakım fitnelerin yağmur selleri gibi evlerinizin arasından aktığını görüyorum" buyurmuştur (Buhârî, "Fiten", 4). Hadis bilginleri burada özellikle Hz. Osman"ın şehid edilmesiyle başlayıp sonraki dönemlerde devam eden kargaşa ve iç savaşlara işaret edildiğini belirtirler. Ebû Hüreyre"nin rivayet ettiği bir hadiste "Zaman yaklaşacak, ameller azalacak, aç gözlülük yayılacak, fitneler açığa çıkacak ve adam öldürme olayları artacak" denilmiştir (Buhârî, "İlim", 24, "Fiten", 5). Ayrıca Buhârî, zamanla insanlar arasında bilgi ve dindarlık farkları kalkıp herkesin cehalette ve dinî konulardaki gevşeklikte birbirine benzemeleri, amellerin azalması, fitnenin çoğalması, öldürme olaylarının artması, can güvenliğinin ortadan kalkması gibi olumsuz gelişmelerin vuku bulacağını haber veren hadisleri "Fitnelerin Zuhuru" başlığını taşıyan babda toplamak suretiyle fitne kavramının kapsamını dinî, ahlâkî, ilmî ve sosyal çöküş anlamlarını kapsayacak şekilde geniş tutmuştur (bk. Buhârî, "Fiten", 5). "Yakında fitneler meydana gelecektir. O sıralarda oturan ayakta durandan, ayaktaki yürüyenden, yürüyen de koşandan hayırlıdır" (Buhârî, "Fiten", 9, "Menâkıb" 25; Müslim, "Fiten", 10, 12-13) anlamındaki ifadelerle başlayan hadiste de genellikle ilk iki asırdaki kargaşa ve iç savaşlara işaret edildiği düşünülür.
İslâm âlimleri genellikle Hz. Osman"ın öldürülmesiyle (35/656) doruk noktasına ulaşan kanlı siyasî buhranı ilk fitne sayarlar ve bu olayı ayrıca "büyük fitne" diye de adlandırırlar.
Fitne kavramının tarih boyunca Müslümanların ruhunda ürkütücü tesirler uyandırmasında ilk dönem Müslümanları arasında ortaya çıkan üzücü olayların özellikle ilk iki asırda yaşanan siyasî çalkantıların bıraktığı derin izlerin payı büyüktür. Onlar, fitnenin Kur"an"daki ağırlıklı mânasını da dikkate alarak, bu çalkantıların vuku bulduğu zamanları dine, İslâm cemaatine ve meşrû idareye bağlılıkları konusunda denendikleri ve bu bağlılıklarını ispat etmek durumuyla karşı karşıya bulundukları dönemler olarak düşünmüşlerdir. Hz. Osman"ın öldürülmesiyle başlayıp Cemel Vak"ası (36/656), Sıffîn Savaşı (37/657), bu savaştan sonra başlayıp uzun yıllar devam eden Hâricî ayaklanmaları, Emevî iktidarına karşı ayaklanan Abdullah b. Zübeyr"in Hicaz"daki hâkimiyetine son vermek üzere Yezîd b. Muâviye"nin gönderdiği ordunun Medine yakınındaki Harre"de Medineliler"le savaşarak şehri yağmalaması (63/683), aynı maksatla Abdülmelik b. Mervan tarafından gönderilen Haccâc b. Yûsuf kumandasındaki ordunun altı ay kadar süren Mekke muhasarası ve işgali ile Abdullah b. Zübeyr"in öldürülmesi (73/692) gibi kanlı olaylar ve iç savaşlar İslâm toplumunun karşılaştığı ilk fitne hareketleri olarak tarihe geçmiştir. Özellikle Hz. Osman"ın şehid edilmesi olayı Müslümanların dinî ve siyasî kamplara bölünmesine yol açan, daha sonra Sünnî-Şiî ihtilâfının kökleşmesiyle gelecek kuşakları derinden etkileyecek olan fitnelerin başlangıcı sayılır.
Konumuz olan âyetin "Fitne, öldürmekten daha kötüdür" cümlesinde geçen fitne kelimesinin, hadislerde geçen "siyasî ve sosyal karışıklıklar" anlamıyla ilgisi olmayıp, tefsirlerde kısaca "Allah"a ortak koşma; müşriklerin Müslümanlara uyguladıkları, inkâr ve şirke döndürmeyi amaçlayan, daha genel olarak onların imanlarını tehlikeye sokan maddî ve mânevî baskılar, İslâm ve Müslümanlar aleyhindeki tertipler ve propagandalar" şeklinde açıklanmıştır. Âyete göre bir Müslümanın böyle bir tehlike sonucu imanını kaybetmesi, muhtemelen mâsum birini öldürmesinden daha büyük bir suçtur (veya kendisinin Müslüman olarak öldürülmesinden daha kötüdür). Mekke döneminde müşrikler tarafından yoğun baskılarla, zulüm ve hakaretlerle uygulanan bu fitne faaliyetleri hicretten sonra da bilhassa Medine dışındaki Müslüman kabilelere yönelik olarak sürdürülmüş; henüz Müslümanlığı yeterince benliklerine sindirememiş olan bu kesimlerden bir kısmının putperestliğe dönmelerine bile yol açılmıştır (bk. Nisâ 4/91; Taberî, V, 201-202). Ayrıca bu şekildeki bir inkâr tehlikesi yalnız ilk dönemlerde olmuş bitmiş bir durum olmayıp sonraki zamanlarda benzer durumlar yaşandığı gibi, günümüz dünyasında da Müslümanlar dinleri, inanç ve ahlâkları konusunda zaman zaman son derece ağır imtihanlar yaşamakta, çok yönlü ve çok çeşitli yıkıcı faaliyetlerle karşı karşıya kalabilmektedirler. Bu sebeple Kur"ân-ı Kerîm"in, söz konusu fitneler karşısında mutlaka tedbirli olmayı ve olabildiğince bu tür gelişmelerle mücadele etmeyi amaçlayan uyarısının önemi devam etmektedir.
Hadislerde geçen "fitne zamanında susmak, pasif kalmak, bir köşeye çekilmek" gibi davranışlar genel geçer bir kural olmayıp şahısların özel durumları, müminleri birbirine düşüren sebep konusunda "kimin haklı, kimin haksız olduğunun" bilinememesi, düzeltme teşebbüsünün daha büyük zarar doğurma ihtimalinin kuvvetli olması gibi hallere mahsustur. Asıl kural ise müminin, haklının yanında yer alması, iyi ve meşru olanı gerçekleştirme, kötü ve gayrimeşru olanı engelleme vazifesini ifa etmesidir.
.Fitne kelimesi küfür, azgınlık, sapıklık, günah, rüsvalık, ayrılık, birisini azdırmak, delilik, iç ihtilaf ve kargaşa, kavga, kalbin bir şeyi fazlaca beğenip, ona meyletmesi, hoşuna gitmesi, bela, azap, musibet...
gibi anlamları vardır (Abdü`r-Rauf el-Mısri, Mu`cemü`l-Kur`an, Beyrut, 1367 /1948, II, 71; İbnü`l-Manzur, Lisanü`l Arab, Beyrut 1698 XIII. 317 vd). Aynı zamanda insanlar arasında vukua gelen ihtilaf, ihtilal, eşkiyalık ve kavgaya da denir. Bazı hadis ve ayetlerde söz konusu kelime daha ziyade bu manadadır (Tecrid-i Sarih Tercemesi, XII, 290).
Fitne ve bu kelimenin değişik türevleri Kur`an-ı Kerim`de muhtelif sure ve ayetlerde 60 yerde 12 manaya gelir:
2- Şirk (Allah`a ortak koşmak): "Fitne (şirk) adam öldürmekten daha büyük günahtır..." (el-Bakara, 2/217),
3- Küfür: "O gün (kıyamet günü) münafık erkeklerle, münafık kadınlar iman edenlere der!er ki, "bizi gözetip bekleyin, nurunuzdan biraz edinelim ". Onlara "geriye dönün de nur arayın!" denilir. Sonra da aralarına kapısı bulunan sur çekilir. İç tarafında rahmet, dış tarafında o cihetten azap vardır. münafıklar, müminlere "biz sizinle beraber değil miydik?" diye seslenirler. Onlar da "evet, beraberdik, ama siz kendinizi fitneye düşürdünüz (iman etmediniz, küfrettiniz) şüpheye düştünüz" (el-Hadid" 57/13-14),
4- Günah: "... Artık Peygamber`in emrine muhalefet edenler, kendilerine bir fitnenin (günahın) dokunmasından veya kendilerine elem verici bir azabın erişmesinden çekinsinler" (en-Nur, 24/63), "Onlardan (Tebük seferine çıkmamak için bahane arayanlardan) bir kısmı "bana izin ver de, beni fitneye (günaha) düşürme" diyordu. Haberiniz olsun ki, kendileri fitneye düşmüşlerdir. Her halde cehennem kafirleri çepeçevre kuşatacaktır" (et-Tevbe, 9/49),
5- İşkence, eziyet: "Sonra işkence ve azaba uğratılan, ardından hicret eden, sonra da Allah yolunda savaşan ve sabredenleri, Rabbin mutlaka bağışlayan ve çok merhamet edendir" (en-Nahl, 16/110),
6- Bela ve imtihan: "Andolsun ki, onlardan öncekileri de çetin imtihan ettik." (el-Ankebut, 29/3),
7- Ta`zib ve Gönül incitme: "O kimseler ki, mümin erkeklere ve mümin kadınlara işkencede bulundular, sonra da tövbe etmediler. İşte onlar için cehennem azabı vardır. (el-Büruc, 85/10),
8- öldürme ve Helak: "Yeryüzünde yolculuğa çıktığınızda, kafirlerin sizi fitneye düşürüp (öldürüp) kötülük edeceklerinden endişe ederseniz, namazı kısaltmanızda bir vebal yoktur..." (en-Nisa, 4/101),
9-Sırat-ı müstekim`den saptırma: ``Neredeyse onlar, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı uydurman için seni bile fitneye düşürecekler (doğru yoldan saptıracaklardı), ve ancak o takdirde seni samimi bir dost edineceklerdi" (el-İsra, 17/73),
10-Dalalet ve tereddüde düşürme: "çünkü siz ve taptıklarınız, cehenneme girecek olanlar dışında hiç kimseyi dalalete düşürecek (azdıracak), baştan çıkaracak değilsiniz" (es-Saffat, 37/161-163),
11- "özür ve illet: "Sonra onların, sadece "Rabbimiz Allah`a yemin ederiz ki, biz müşrik değildik" sözleridir: başka özürleri (fitneleri) olmayacak" (el-En`am, 6/23),
12- Delilik ve Gaflet: "Yakında kimlerin deli olduğunu sen de göreceksin, onlar da görecek" (el-Kalem, 68/5-6).
Fitne Allah (c.c) ve kuldan sadır fiiller cümlesindendir. Mesela, bela, musibet, öldürme veya işkence... gibi hoşlanılmayan fiiller, her ne zaman Allah Teala`dan sadır olursa, ancak bir hikmete binaen olur; buna mukabıl her ne zaman, Allah`ın emri dışında, kul tarafından bu fiiller yapılırsa, bunun zıddı olur (Firuzabadi, Besairu Zevi`t- Temyiz fi Letaifi`l-Kitabi`l-Aziz, Mekke (t.y), IV. 166-169)
Kur`an-ı Kerim`de geçen "fitne" ve türevi olan ikilemeleri bu şekilde oniki maddede toplamak mümkün olsa da, buna karşılık aynı kelimelerin Hadislerdeki manalarında aynı çokluğu görmemiz mümkün değildir. Hadislerde bu kelimeler daha çok "ictimai bozukluk, düzensizlik, anarşi... vb. manalar" kullanılmıştır: "Fitne, deniz dalgaları gibi dalgalanır" (`Buhari, fiten, 17; Müslim, iman, 231). Bilhassa Hz. Peygamber "Deccal`dan" bahsederken, fitne kelimesini kullanmış, ümmetini bu fitneye karşı dikkatli olmaları için uyarmıştır (Buhari, fiten, 26, i`tisam, 2; Müslim, küsuf, 8, 1 1, 12, 22; Ebu Davud, fiten, 24, 149). Yine O, bir çok dualarında da mutlak olarak fitneden, Allah`a sığınmış (Buharı, daavat, 35; Müslim, fezail, 137...) ve dünyanın, malın, fakirliğin, kabrin, ölü ve dirilerin, kadınların ve cehennemin fitnesi konusunda da ümmetine çeşitli tavsiyelerde bulunmuştur ki, mezkur konularda söz konusu olan fitne, insanı dinini yaşamaktan alıkoyan, Allah`a ulaşmadan engel olan veya insanı cehenneme sürükleyen amil, sebeb... vb. manalara gelir (Bu manalar için bkz. İbnü`l-Esir, en-Nihaye fi darıbi`l-Hadis, Beyrut, t.y III. 410-411).
Hadis Kitaplarında "Kitabü`l-Fiten" diye bölümler vardır. Buradaki "fiten" kelimesi de fitne kelimesinin çoğulu olup, söz konusu bölüm Hz. Peygamber`in, kendi vefatından sonra meydana gelecek fitnelerle ilgili hadislerinin yanında, kıyamet ve ahiretle ilgili hadisleri ihtiva eder.
Allah Teala şu ayet-i kerimede zararı herkese olan, musibeti, günahkar olan ve olmayana kadar herkese ulaşan, anlaşmazlık, kavga... kısacası anarşiden kaçınılmasını emrettiği belirtilmektedir: "Ey müminler! öyle bir fitneden sakınınız ki, o, hiç de sizden yalnız zulmedenlere dokunmakla kalmaz (onun dehşeti günahsızları bile kuşatır), (el-Enfal, 8/25). çeşitli hadislere göre -Buhari bu ayeti başlık yaparak bu hadisleri altında sıralamıştır-" en büyük fitne ümmetin birliğini bozan ve İslam toplumunun sosyal hayatını ihlal eden, bağı hareketler gelir. İkinci planda da İslam devletinin müdafasından kaçmak, bütün ümmetin gözü önünde alem küfür ve dinden irtidat etmek, zalim yöneticilere hayır ve doğru olan şeyleri öğütlemeyip, onlara dalkavukluk yapmak veya yağ çekmek gibi kötü şeyler gelir ki, bunlar da bir ümmetin bütün fertlerinin maruz kalmalarına sebeb olan fitne ve belalar cümlesindendir" (Tecrid-i Sarih Tercemesi, XII. 291).
İslam tarihinin ilk dönümlerinde siyasi sebeblerle zuhur eden dahili ihtilaflar alimlerimizce fitne olarak nitelendirilmiştir. Mesela; Cemel ve Sıffin vakaları, Hz. Osman ve Hz. Ali`nin şehid edilmeleri, Hz. Muaviye`nin oğlu Yezid`i kendine halef ve veliahd tayin etmesi gibi İslam devleti bünyesinde ortaya çıkan fitnelerdir. Bu tür fitneler sonucu bir çok müslüman hayatını kaybetmiş yeni yeni batıl mezheplerin ortaya çıkmasına sebeb olmuştur. Açılan bu tür yaraların kanları zamanımıza kadar akmaya devam etmiştir.
Bu düşmanların en başında da fitne gelmektedir. Fitne, Mücella Kitabımız Kur'an-ı Kerim'de birçok ayet-i kerimede geçmektedir
Fitne Ateşinden Kaçmak
.Cenab-ı Mevlâ bizleri dünya hayatında hayır ile şer arasında imtihana tabi tutmaktadır. Mükellef olan her insan tercihlerinden sorumludur.
Hayır, Din-i Mübin-i İslâm’ın emir ve tavsiye ettiği bütün hususların ortak adıdır. Şer de yapılmaması emir ve tavsiye edilen her şeydir. Dolayısıyla hayrın ilk adımı Cenab-ı Mevlâ ve Rasülü’ne, o Rasul neyi getirdiyse hepsine birden iman etmektir. Kalpte imanın olması, hayra niyet edip Cenab-ı Hakk’ın emirlerini yerine getirmenin ilk ve temel adımıdır.
Dinimiz hayırlı işleri helal ve şerli işleri de haram olarak isimlendirmiştir. Helal, müslümanca bir hayatın can suyudur. Haram ise tam aksi olarak hem dünyevî hem de uhrevî huzurun düşmanıdır.
Bu düşmanların en başında da fitne gelmektedir. Fitne, Mücella Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de birçok ayet-i kerimede geçmektedir. Bu ayetlerde fitne “deneme, imtihan, şaşırtma; günaha girmeye, bozgunculuğa, eziyete sebep olan şey, doğru yoldan sapma ve bela sebebi, kargaşa, bela, azap, musibet” gibi manalarda kullanılmaktadır.
Bu geniş gibi duran mana çerçevesinin merkezinde “eziyet” yer alır. Günümüzde insanlığın en fazla düçar olduğu eziyet, karışıklıklara sebep olma manasında fitnedir. Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. bu manada fitne için “Fitne uykudadır, bunu uyandırana Allah lanet etsin”buyuruyor.
Cenab-ı Mevlâmız Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle uyarmaktadır:
“Gerçek şu ki, mümin erkekleri ve mümin hanımları belaya uğratanlar ve sonra da tevbe etmeyenler yok mu? İşte onlara cehennem azabı vardır.” (Buruc, 10)
Fitne ateşi bir kıvılcımla yemyeşil bir ormanı küle çevirmek gibidir. Fitne sel gibidir. Önüne gelen her şeyi yıkar, her emeği boşa çıkartır, silip süpürür. Üstelik hedef seçmez. Herkesi etkiler, herkese zarar verir. Hatta sadece fitne ateşinin parladığı dönemde değil, asırlar sonrasında bile şerrinden insanlar etkilenirler, zarar görürler. Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v.’in fitne ateşini uyandırana lanetini bu açıdan da değerlendirebiliriz.
Yine O buyurmuştur ki:
“Yakında fitneler ortaya çıkacak. O zaman oturan ayakta durandan, ayaktaki yürüyenden, yürüyen koşandan hayırlıdır.”
Bu nebevî uyarı, fitneden uzak durmayı, fitne ateşini körüklemekten sakınmayı çarpıcı bir üslupla tavsiyeden ibarettir. Bu ikazı hayata geçirmek elbette teenni ve sükuneti korumakla mümkündür. Dolayısıyla kendisi de bir ateş olan öfke halinden uzak durmak gerekir. Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. buyurur ki:
“Öfke ateşten bir kor parçası gibidir. Sizden biri öfkelenirse, eğer ayaktaysa otursun, oturuyorsa uzansın. Uzanmış bir vaziyette ise gitsin bir toprağa uzansın.” (Tirmizî, 2191)
Kaynaklarımızda anlatıldığına göre geçmiş zamanlarda salih bir zatın çok sevdiği bir atı vardı. Bir gün atının yanına geldiğinde bir ayağının kesilmiş olduğunu gördü. Hizmetçisine:
– Bunu kim yaptı, diye sordu.
– Ben yaptım, dedi.
– Neden yaptın?
– Seni üzmek istedim de onun için, dedi hizmetçi.
Bunun üzerine salih zat:
– Vallahi ben de bunu sana yapmanı emredeni yani şeytanı üzeceğim! Git artık hürsün, dedi.
Öfkeyle ortaya çıkan ölçüsüzlükler, bazen insanı ömrü boyunca kurtulamayacağı vebalin altına sokar. Oysa müminler iradesi güçlü, nefsine hakim olabilen insanlardır. Gayretlerini kin ve intikam peşinde koşmaya değil, hayra hizmette, Allah rızasını aramada kullanırlar.
“Kâfir olanlar bile birbirlerinin yardımcılarıdır. Eğer siz bunu yapmazsanız, yeryüzünde bir fitne ve büyük fesat olur.” (Enfal, 73)
Fitne ortamında dikkat edilecek en önemli husus, fitnenin kimin işine yaradığını aklıselim ile sorgulamaktır. Tereddüte düştüğünde âkil kimselere kulak vermek, iyilerin, salihlerin peşinden gitmektir.
Fitne hususunda Cenab-ı Hak ve O’nun Rasulü’nün emir ve uyarıları net ve kesindir. Öyleyse müslümanların son derece dikkatli olmaları bir vecibedir. Hiç kimse fitneyi körükleyerek ne kendisinin ne de başkasının vatanını, memleketini, evini ateşe atmamalıdır.
Fitnenin yıkıcı tesiri çok yönlüdür. Dinî, ahlâkî, toplumsal ve ilmî çöküşü içine alacak kadar tehlikeli ve geniştir. Kalplere kin ve nefret tohumu serper. Güven duygusunu, merhamet ve yardımlaşmayı yok eder. Düşmanların araya sızmasını kolaylaştırır. Hatta günümüzde olduğu gibi, müslümanlar düşmanlarının kuklası, kolay oyuncağı haline gelir.
Kur’an-ı Kerim’de “öldürmekten daha ağır” (Bakara, 217) olarak nitelenen fitneden kurutuluş ise hayra sarılmak, nasihat kulağını açmak, dinimizin emirlerine sımsıkı bağlanmaktır. Sözü, Rasul-i Ekrem s.a.v.’in sahabeye fitne konusunda hitabesiyle bitirelim:
“İyiliklere sarılın, kötülükten de kaçının! Ne zaman uyulan bir cimrilik, takip edilen nefsanî arzu, ahirete tercih edilen dünyalık görür, fikir sahiplerinin sadece kendi görüşlerini beğendiklerini görürsen, o zaman kendine bak. İnsanlarla uğraşmayı bırak! Zira bütün bunlar yaygınlaşınca sabra sarılmanız gereken günlerdesiniz demektir.
İşte o günler avuçta ateş tutmak gibi sıkıntılıdır. O günlerde sizin kadar amel yapabilen bir kimseye elli kişinin mükafatı verilecektir.”
Son zamanlarda Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanında yaşanan fitne olayları, İslâmi hassasiyete sahip mü’minlerin aklına şu soruyu getiriyor: “Bir Müslüman fitne zamanında nasıl davranmalı?” Bu sorunun cevabı ise ayet ve hadislerde te’vile ihtiyaç bırakmayacak bir izahla belirtiliyor.
Yazı: Furkan Hasdemir
KUR’AN AYETLERİNİ TEV’İL YOLUYLA FİTNEYE ALET ETMEK
Fitne olaylarında, bir kısım din adamı veya devlet erkânı, “Bakın işte dinde de böyle diyor” diyerek çeşitli te’viller yoluyla fitne ateşini körüklemeye çalışıyor. Özellikle yaşanan son olaylarda bunun birçok örneğini müşâhede ettik. Cenab-ı Kahhar, ilâhi kelâmı te’vil yoluyla fitneye alet edenleri şöyle uyarmaktadır: “Sana bu kitabı indiren O’dur. Bunun âyetlerinden bir kısmı muhkemdir ki bu âyetler, kitabın anası (aslı) demektir. Diğer bir kısmı da müteşabih âyetlerdir. Kalplerinde kaypaklık olanlar, sırf fitne çıkarmak için, bir de kendi keyiflerine göre te’vil yapmak için onun müteşabih olanlarının peşine düşerler. Hâlbuki onun te’vilini Allah’tan başka kimse bilmez. İlimde uzman olanlar, “Biz buna inandık, hepsi Rabbimiz katındandır.” derler. Üstün akıllılardan başkası da derin düşünmez.”( Al-i İmran/ 7)
DAVA ARKADAŞINI SIRTINDAN VURMA FİTNESİ
Birgün kurbağa, köprüden geçmek isteyince, akrep “ben sana yardım ederim” demiş. Ama akrebin huyu iğnesini sokmaktır. Kurbağayı belirli bir süre sırtında taşımış. Köprünün ortasına geldiğinde ise huylu huyundan vazgeçmez misali, akrep iğnesini batırmış kurbağaya, hem de birlikte suya düşüp akıntıda kaybolma pahasına…
Öyle zamanlar olur ki birlikte yola çıkarken güvendiğiniz insanlar, yol ortasında sizi arkanızdan vurur. Bu konuda Allah-u Teâla şöyle buyurmaktadır:
“Eğer içinizde sizinle beraber cihada çıkmış olsalardı, bozgunculuk etmekten başka şeye yaramayacaklardı ve aranıza fitne sokmak için uğraşacaklardı. İçinizde onların laflarına kanacaklar da vardı. Allah, o zalimleri iyi bilir.”(Tevbe/47)
FİTNE ZAMANINDA İTİDAL
İslâm, imkân el verdikçe fitneden kaçmayı tavsiye eder. Kahhâr-ı Zülcelal bir âyetinde: “Ve öyle bir fitneden sakının ki içinizden yalnızca zulüm yapanlara dokunmakla kalmaz. Ve bilin ki Allah’ın cezası şiddetlidir.”(Enfal/25)Buyurarak, fitne ateşine katılan tüm tarafları uyarıyor. Fitne esnasında kimin haklı kimin haksız olduğu bilinmez. Hadislerde, Fitneyi çıkaranların maşası olmama yönüne de dikkat çekilmiştir. O yüzden haklılık düşüncesiyle, fitne kazanında kaynayanlardan olmak, ilâhî buyruğa aykırıdır.
“AYAK TAKIMI İLE BAŞ BAŞA KALIRSAN NE YAPARSIN?”
Vâkid İbnu Muhammed babasından, o da Abdullah İbnu Amr İbni’l-As radıyallahu anhüma’dan anlattığına göre demiştir ki: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, birgün parmaklarını kenetledi ve dedi ki: “Ey Abdullah İbnu Amr! Ahidleri bozulup şöyle karmakarışık hale gelen bir kısım ayak takımı (hezele) kimselerle baş başa kalırsan ne yaparsın?”
“Ne yapmamı tavsiye edersiniz, Ey Allah’ın Resûlü!” dedim.
Buyurdular ki: “Güzel bulduğun şeyi yaparsın, kötü bulduğun şeyi de terkedersin. Kendi yakınlarının (hallerini düzeltmeye) yönelirsin. O hezele takımı ve onların cemaati ile de (uğraşmayı) terkedersin.” (Buhari, Salat 88, Fiten 13; Ebu Davud, Melahim 17, (4342); İbnu Mâce, Fiten 10, (3957).
MÜ’MİNLERİN BİRBİRLERİNİ ÇOKÇA ÖLDÜRECEĞİ GÜNLER GELECEK
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “İnsanlar öyle günler görecek ki katil niçin öldürdüğünü, maktul de niçin öldürüldüğünü bilemeyecek.” “Bu nasıl olur?” diye soruldu.
Şu cevabı verdi: “Herçtir! Öldüren de ölen de ateştedir.” (Müslim, Fiten 56) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) “Herç” kelimesini, kendisinin ölümünden sonra, İslam cemiyetinde çıkacak ve galip vasfıyla“Mü’minlerin birbirlerini çokça öldürmeleri” şeklinde tezahür edecek olan içtimaî bozuklukları haber vermek maksadıyla sıkça kullanmıştır.
BU RİVAYET GÜNÜMÜZÜ ANLATIYOR…
Ebu Musa’dan gelen bir rivayete göre, Hz. Peygamber (s.a.v): “Kıyametten önce mutlaka herç vardır” buyurması üzerine:“Ey Allah’ın Rasûlü herç nedir?” diye sordum. “Katldir” cevabını verdi. Bunun üzerine orada bulunan Müslümanlardan bazıları:“Ey Allah’ın Resûlü (bunu belirtmeniz de niye?) Biz şimdiden bir yılda bu kadar çok müşrik öldürüyoruz!” derler. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) muhatablarının yanlış anladıklarını görerek, şu tavzih ve açıklamada bulunur:
“(Benim kastım) müşriklerin öldürülmesi değildir. (O gün gelince) birbirinizi öldüreceksiniz, o kadar ki kişi komşusunu, amcaoğlunu ve akrabalarını öldürecek”
Cemaatten bazıları tekrar sorar:“Ey Allah’ın Resulü, o zaman aklımız başımızda olduğu halde mi bunu yapacağız (yoksa delirmiş mi olacağız?)”
“AKILDAN MAHRUM BİR AYAK TAKIMI”
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şu cevabı verir: “Hayır, bu esnada akıl kalmaz. (Aşırı hırs ve cehalet sebebiyle) o devir insanlarının ekseriyetinin aklı ortadan kalkar. Bu durumda, halk içinde ortaya çıkan akıldan mahrum bir ayak takımı, öncekilerin yerine geçer.”
“BUNLAR DAHA ÖNCE DE TÜRLÜ İŞLER ÇEVİRDİ”
Fitne, elbette geçici bir süreç. Kalıcı olan bâkî hakikatlerdir. Celâl-i Mutlak, yine bir âyetinde şöyle buyurmaktadır: “Şurası kesindir ki, bunlar daha önce de fitne çıkarmak istediler ve sana türlü işler çevirdiler. Nihayet hak yerini buldu ve Allah’ın emri, onların zoruna gitmesine rağmen açığa çıktı.”(Tevbe/48)
Fitne, bölücülük yapmak, sıkıntı vermek,zarar vermek, demektir. Bir hadiste : “Zaman daralacak, ameller azalacak,
.
Fitne
Bu bölümde mahveden fitneler konumuz olacak.
Dün, her alanda sistemli bir şekilde plânlanan fitnelerle bizi sıkıştırdılar. Önce zayıfladık, sonra küçüldük. Üç kıtaya hükmeden, denize at süren, yer yüzü kendileri dar gelen insanlar, Anadolu topraklarına sıkıştırdılar. Şu anda Anadolu’yu bize çok görüyorlar.
Her gün, her konuda yeni yeni fitneler icat edilerek, aklımızı başımızdan alıyorlar. İnsanımız korkutuyorlar. Sindiriyorlar.
Bizi her konuda şüpheye düşürüyorlar, birbirimizle tartıştırıyorlar. Tartışılmayacak konular bile tartıştırıyorlar. Biz tartışırken “Cambaza bak, Cambaza!” hikayesi yapacaklarını yapıyorlar.
Ölülerimizi, bize hiçbir faydası olmayan konuları veya milli değerlerimizin değişmez esaslarını, Yüce dinimizin kesin emirlerini tartışılır hâle getirdiler.
– Mezarlıktaki ağacı meyveleri yenir mi, yenmez mi? bu söz, İstanbul halkını birbirine düşürdü. Önce tartışlar sonra taşlaştılar.
– Hızır yaşıyor mu? Bu sözde Kayseri ile Konya alimlerin birbirine düşürdü. Katır yükü ile kitap yazıldı. Yıllarca tartışıldı.
– Hastalıklara derman aramak Allah’a isyan olur mu, onmaz mı?
– Camiye sıra, Türkçe ezan, Türkçe namaz. Fitnesi camilere kadar girdi.
– Peygambere uymak şirktir, dediler. Peygamber sünnetini yerine getirmekten haya ederim, dediler.
– Önce Türk müsün önce Müslüman mı? dediler dövüştürdüler.
– İnsan cennetle kaç yaşında olacak? dediler, cennete götürecek işlerden uzaklaştırdılar.
– Kaç defa hacca gidilir, dediler, hacılığı “acı” ettiler.
– Cennetin kapıları, cennetteki hurileri ön plâna çıkardılar. Diyanet işlerin yıllarca Müslüman kardeşlerimizle uğraştırdılar. Bu didişmeye “cihad” dediler.
– Hak olmayan tarikatları ortaya çıkardılar, partilerin sayısın arttırdılar.
– Yıllarca “İlkokul” ayrımı, bitişik mi yazılacak, fotoğraf sağa mı asılacak sola mı? Eğitimi bıraktırdılar bunu tartıştırdılar. Gündemde hep hangi sistem? Arayışı oldu.
– Üniversitelerimiz “Amerikancı, Rusçu, Çinci” kavgası yaptı. Türkçülük Turancılık oldu, suç sayıldı.
– Dine, Müslüman ne yapılacaksa yaptılar : “Bir sen mi Müslümansın, biz değil miyiz? Bizde müslümanız” dediler. Sen kalbe bak, dediler. Neren Müslüman? Kalbe Allah bakar, demediler.
– Şuan muhbirlik, iftira, fişleme, ispiyonculuk revaçta. Ne olur bu milletin hâli? Nereye gider? Bu milletin evlatları olarak hepimi, gelmiş, geçmiş ve gelecek fitneler karşı uyanık olalım.
A)FİTNE NEDİR?
Fitne, bölücülük yapmak, sıkıntı vermek,zarar vermek, demektir. Bir hadiste : “Zaman daralacak, ameller azalacak, aç gözlülük yayılacak, fitneler çoğalacak ve öldürme olayları artacak” buyurmuştur. (Buhari, Fiten:5)
Fitne, kargaşa, anarşi, imtihan, sapıtma ve saptırma anlamındadır.
Bir topum için en büyük felâket, o toplumda fitnenin zuhur edip yayılmasıdır. Çünkü fitne bir insana, belirli kişilere zara vermez. Fitne, herkese zarar verir, verdiği zarar sınırlı değil, umumidir.
Fitnenin dinde dama öldürmekten beter ve günah olduğu bildirilmiştir. (Bakara:191)
Fitne çıkaranların da fasık kimseler olduğu bildirilmiştir. (Bakara:27)
Fitne, insanın helal olmayanı yemesi, içmesi, yapması ve söylemesidir. Helalden kazanmayıp, helale harcamamasıdır. Hayırlı evlat yetiştirememesidir.
İnsanın en önemli fitnesi nefsidir, malıdır, ailesidir ve şeytanıdır. Başına ne gelirse bunlar yüzünden gelir.
B)BAZI FİTNELER
Ahir zamana doğru, fitne örnekli gün geçtikçe çoğalmaktadır. Bunlardan bazılarını Peygamberimiz şöyle ifade etmiştir:
1- “Kişinin fitnesi; ailesinde, anlamda, nefsinde, çocuğunda ve komşusundadır. Bu fitneyi oruç, namaz, sadaka ve iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmakla örter.” (Prof. Dr. İ. Canan, Hadis Ans:13/355)
2- “Arkamda erkekler için kadınlardan daha zararlı bir fitne bırakıyorum.” (Age:13/356)
Bu hadiste iffetli, haya sahibi mü’min hanımlar değil, kötü kadınlar kasdedilmiştir.
3- “Her ümmet için fitne vardır, ümmetimin fitnesi de maldır.” (R.Salihin:483)
4- “Koyun sürüsüne salıverilmiş iki aç kurdun yaptığı zarar, servete ve mevki düşkün bir adamın dinine yaptığı zarardan daha büyük değildir.” (R.Salihin:487)
Kur’an’da da:
“Her halde çocuklarınız, mallarınız sizin için bir belâ ve imtihandır.” (Teğabün:15) buyrulmuştur.
İnsanın sahip olduğu şeyler alında Cenab-ı Allah’ın bir nimetidir. Bize imtihan için verilmiştir. Eğer Allah’ın nimetleri yerinde kullanılamayacak olursa, fitne sebebi olacaktır.
Her Müslüman, Hz. Peygamberin “Salabe helâk oldu” dediğini unutmamalıdır. Salebe mal fitnesi ile helâk olmuştur.
Mevlana arkadaşları ile giderken, koyun koyuna yatmış kedi ile köpeği gösterip:
– Aman efendim bakın ne güzel dostluk diyenlere, Mevlana bir parça ciğer getirmelerini ister. Getirilen ciğeri yanlarına bırakınca, ne dostluk kalır ne de arkadaşlık…
6- “İnsan, bollukla, darlıkla, yoklukla, hastalık ve sağlıkla imtihan edilecektir.” (Bakara:155)
7- “İnsanlar, dünyadaki dereceleri ve nimet farklılıkları ile imtihan edilecektir.” (En’am:165)
İslâm’ın koyduğu bir ölçü vardır : “Kendisinde yukarıdakilere bakıp imrenip, sızlanacağına, kendisinden daha aşağıda, daha zayıf olanlara bakıp haline şükrederek fitneye düşülmeyecektir.”
Unutmayalım şu anda sahip olduğumuz bütün imkanlar, umut edip de ulaşmadığımız şeyler, yaptığım, yapmadığımız şeylerin hepsi birer imtihandır. Şuanda içinde bulunduğumuz manzaralar hepsi de bizim içindir. İnsan, ya fitneyi aşıp imtihanı kazanacak, veya sahip olduğu şeyler onun helâkına sebep olacaktır.
C)HERAN FİTNEYE YAKINIZ
Peygamberimiz, ahir zamanda fitne ile iç içe olacağımız, fitneye çok yakın yaşayacağımız bildirmiştir. Şöyle buyurur:
– “Ben evlerinizin arasında fitnelerin vaki olacağı yerleri görür gibi oluyorum” (K.Sitte:13/s.173)
– “İyilik yapmakta acele ediniz; yakın zamanda karanlık geceler gibi bir takım fitneler vukua gelecektir ki, insan mü’min olarak sabaha çıkar ve kâfir olarak geceler. Mü’min olarak geceler, kâfir olarak sabaha çıkar; dünya malı mukabilinde dinini satar.” (R.Salihin:87)
– “Her gelen zaman, geçen zamandan kötüdür.” (R.Salihin:92)
Peygamberimiz bu sözleri ile bizim uyanık olmamız istiyor ve zararını gördüğünü şöyle uyarıyor:
“Akıllı bir mü’min bir yılan deliğinden iki defa ısırılmaz. (Yani zararını gördüğü hareketi tekrarlamaz.)” (R.Salihin:1866)
Bir başka hadislerinde de:
“Her sabah mutlaka iki melek nidâ eder: Kadında vay erkeğin haline ve erkekten vay kadının haline!” (R.Salihin:17/3999)
Üç şey fitneyi düşürücüdür:
1- Güzel saç (Güzel görünüm)
2- Güzel yüz (ve tebessüm)
3- Güzel ses (konuşma yılışma) (Ramuz el-Ehadis:264/5)
“Hayatını kudret elinde uzatana yemin ederim ki, katilin niçin öldürdüğünü, maktulünde ne sebepten öldürüldüğünü bilemeyeceği insanlara gelinceye kadar, bu dünyanı sonu gelmeyecektir.” buyurdu.
“Yâ Rasûlallah, nasıl böyle olacak?” dediler. Peygamber (s.a.) :
“Fitnelerin çoğalması, öldürmeler, öldüren de öldürülen de cehennemdedir” buyurdu. (Müslim)
Bozulmayı önleyecek olan tuz bozulmamalıdır. Eğer o bozulursa kokuşmayı, yozlaşmayı, ne kim önleyecektir.
D)FİTNEYE SEBEP OLMAK
Kur’an’da şöyle buyrulur:
– “Öyle bir musibetten korkun ki, o, yalnız içinizde zulmedenlere isabet etmez.” (Enfal:25) buyrularak fitneden fitneciden ve fitneye sebep olmaktan uzak durmamız emredilmiştir.
Peygamberimiz de:
– “Bahtiyar, fitneden kaçınan ve belâlara sabredendir. Ne mutlu ona.” (K.Sitte:13/374)
Fitne çıkarmak, fitneye sebep olmak dinen büyük günahtır. Fitneden ancak şeytani ruhlu kimseler zevk duyarlar.
Allah şöyle buyurur:
– “Bazılarına yer yüzünde fesat çıkarmayın denildiği zaman, biz ancak ıslan edicileriz” derler. (Bakara:11)
– “Mü’min erkekleri mü’min kadınları fitneye uğratıp sonra da tevbe etmeyenler, onlar için cehennem azabı vardır.” (Büruç:10)
Müslüman fitne çıkarmaz, fitneye sebep olmaz. İyiliği emrederken bile fitneye sebep olmaktan korkar. Fitne çıkacaksa, fitne ortamı oluşacaksa susar. Yani doğru da olsa fitneye sebep olacaksa, söylemez. Bir büyüğümüzün ifadesi ile : “Her doğru her yerde, her zaman söylenmez.” Fitneden imkânlar ölçüsünde kaçınır. Kafa karıştıracak, karışıklığa neden olacak işlerden uzak durur.
Hz. Peygamber şöyle der:
“Fitne uykudadır, uyandırana Allah lânet etsin”
Fitneyi uyandırmak büyük günahtır. Fitneyi uyandırmamak için Müslüman:
– Doğru, dürüst ve dikkatli olmalıdır.
– İşlerinde orta yolu tutmalı, her türlü aşırılıktan kaçınmalı,
– Kılık kıyafeti, davranışları ile fitneye sebep olmamak için elinden geleni yapmalıdır. Dinine, inananlara zarar vermeye dikkat etmelidir.
– İnsanları şüpheye, yanlış düşünceye sevk edecek her türlü hal ve hareketlerden kaçınmalıdır.
Hz. Peygamber (s.a.) hanımı ile sokakta giderken, biri değişik bir bakışla bakınca, hemen o adamı çağırmış ve ona şöyle demiştir: “Bak, bu yanımdaki benim hanımım.” Böylece yanlışlığa meydan vermemiştir.
– Müslüman, kendi kusurlarını bir tarafa bırakıp başkalarının ayıpları ile uğraşmaz. Dedikodu etmez, iftira etmez, laf getirip götürmez.
– Kötülükleri açıktan yapmak, meşrulaştırmak büyük günahtır. Kötülüğe çığır açmış olur. Yapılmış olan bir kötülüğü başkalarına duyurmak, benzerlerinin yapılmasına neden olur. Bir pislik, karıştırılmazsa kabuk bağlar. Karıştırılırsa kokar.
Ne yazık ki, bugün kötü medya, fitne hareketlerini hızlandırıyor, kötü örnekleri çoğaltıyor ve yayıyor. Teşhircilik yapıyor.
– Müslüman tepkide bile tepkinin dozunu iyi ayarlamalıdır.
İmam-ı Rabbani Hazretleri, Metubatı’nın 3. cilt, 105. mektubunda, şu yalın hakikatleri nasihat olarak vermektedir:
“… Alay edenlere, zarar yapacaklara nasihat verilmez. Nasihat, birinin yüzüne karşı olmamalı, umumi olarak ortadan söylenmelidir. Hiç kimse ile münakaşa etmemelidir. Resulallah Efendimize biri geldi. Onu uzaktan görünce, (Kavminin en kötüsüdür) buyurdu. Odaya girince, gülerek karşılayıp, iltifat ettiler. Gidince, sebebini sordular. (İnsanların en kötüsü, zararından kurtulma için yanına yaklaşılmayan kimsedir) buyurdu. O kimse, müslümanlar’ın başında bulunan bir münafık idi. Müslümanların, onun şerrinden korumak için müdara buyurdu. Müda: dini ve dünyayı korumak için dünyalık vermeye denir. Fitnelerin yayıldığı, fesatların çoğaldığı zamanlar, tövbe ve istiğfar zamanıdır. Kenara çekilmeli, fitnelere karışmamalıdır.”
Zünnü-i Mısrî demiştir ki:
İnsanların arasına fesâd altı şeyden girmiştir:
1- Âhiret ameline niyetin zayıflığından,
2- Bedenlerinin şehvetlerine rehin olmasından,
3- Ecellerinin yakın olduğu halde emellerinin uzun olmasından,
4- Mahlukların rızasını Halık’ın rızasına tercih ettiklerinden,
5- Kendi hevalarına tabi olup Peygamberinin sünnetlerin arkaya atmalarından
6- Selef’in küçük zellelerini yaşayış şekillerine hüccet alıp onların asıl her zamanki hayatlarını örnek edinmediklerinden.
Lebit adında bir Yahudi, Hz. Peygambere büyü yapmıştı. Hz. Peygamber bir müddet sıkıntı çekti. Cenab-ı Allah durumu kendisine bildirince, Hz. Ali’ye büyü malzemelerin, bildirilen yerden alıp gelmesin istedi, okuyarak büyüden kurtuldu.
Hz. Aişe (r.a.):
– Ya Rasûlallah! Yahudinin yaptığı bu işi herkese duyursan, herkes o kötü kimseleri tanısa, daha iyi olmaz mı? dedi.
Hz. Peygamber şöyle cevap verdi:
– Allah beni bunların şerrinden kurtardı. Bu yapılan kötü işi yayarak, insanların aklına benzer, kötülükleri yapma düşüncesini getirmek istemem, dedi. Olayın gizli kalması tercih etti.
Bazen küçük sözler, basit olaylara bile büyük fitnelere sebep olur. Bir fitneci komşunun bahçesinde bağlı lan koçu çözüverir. Koç eve girer, boy aynasından kendini görür, bir kafa atar oyna kırılır. Aynayı çok seven kadın9, kardeşin çağırır, yaramaz koçu kestirir. Koça büyük önem veren adam akşam koçun kesildiğini görünce çılgına döner, koça kestiren karısın öldürür. Karısın kardeşleri gelir eniştelerin öldürür. Bu arada fitnece “Ben ne yaptım ki sadece koçun ipini gevşetmiştim” der.
Büyük yangınlar bile küçücük kıvılcımlardan meydana gelir.
Hz. Peygamber : “Şerri dokunabilecek adamlara rastladığınızda selam veriniz. Ta ki, size karşı olan kötü düşünce ve düşmanlıkları gitsin” der. belâyı def etmemizi tavsiye eder.
Bir hadislerinde de : “Sizden, dini bütün bir kız isterse vermezseniz, fitne ve fesat çıkar.” Buyuran Peygamberimiz fitnenin çıkarılmaması için her türlü tedbirin alınmasını istemiştir.
Dinin emri bile yerine getirilirken dikkatli olunacaktır. Cenab-ı Allah şöyle buyurur:
“Kalplerinde eğrilik bulunanlar, sırf fitne için Kur’an’ın müteşabih ayetlerine tabi olurlar.” (Al-i İmran:7)
çok nadir olarak görülecek, zayıf kamlı, pek görüş olarak itibar edilmemiş, bugün kafa karıştıracak veya ön plândaki meseleleri unutturacak şeylere takılıp kalmakta ne yapar var? Ama fitneci boş durmuyor.
Dikkat edelim, yapılan bir şey, farz, vacip ve müekket sünnetin dışında ise, yapılınca İslâm’a zarar vermemek vaciptir.
Birde toplumda dışlanmayıp, o toplumun içinde yaşayarak, tebliğ görevi yapmak ve insanların ıslahına çalışmak daha uygundur. İnsanın yalnız kendini kurtarması yetmez. Her insanın yapmak zorunda olduğu sosyal görevleri vardır.
E)İNSANA HAKARET
İnancımızda ve kültürümüzde insan ve insana ait şeyler kutsaldır. İnsana yönelik dedikodu, iftira, zulüm, hakaret, hakir görme, hakkını gasbetmek ve sövmek, alay etmek gibi şeyler günah sayılmıştır.
İnsanın gizli halleri araştırılmadığı gibi, kusurları ört ba edilecektir.
Hz. Peygamber : “Kim dünyada birinin ayıbını örterse, kıyamet gününde Allah da onun ayıbın örter” buyurur. (R.Salihin:238) Burada kusurlar örtülecek, böylece fitne çıkmasına fırsat verilmeyecek
Hz. İsa Aleyhisselam şöyle demiştir:
“Bir kardeşinizin uyurken rüzgar orasını burasını açsa ne yaparsınız?” bu soruya havariler:
– “Açılan yerlerini örteriz.” demiş. İsa Peygamber:
– “Hayır siz öyle yapmıyorsunuz, kardeşinizin gizli hallerini araştırıyor, ona buna söylüyorsunuz” diye cevap vermiştir.
İslâm’da insana küsmek, insanla işlik kesmek, insanı aşağılayıp, hor görmek ve dışlamak, gönlünü incitmek günahtır. Yunus : “Yaratılanı severiz yaratandan ötürü” bir başka sözünde de: “Bir gönül kırdın ise kıldığın namaz, namaz değil” demiştir.
Hz. Peygamber, mü’mini tarif ederken elinden. Dilinden ve kendisinden her yönden emin olunan kimse, diye tanımlamıştır.
Peygamberimiz zamanında içki içen birine bir Müslüman : “Lânet olsun” demiştir. Bunun üzerine peygamberimiz “Ona öyle deme, bu konuda şeytana yardım etme” buyurmuştur.
Kötülük yapan bir insanı dışlamak, onu kötülüğe itmek, onun dönüşünü zorlaştırmak olacağından yasaklanmıştır.
Hz. Peygamber : “Mü’mine hakaret fısktır. Ona karşı mücadele etmek, çarpışmak ise küfürdür” demiştir. (Büyük Hadis Külliyatı:9777)
Müslüman olmamış Arap şairlerinde Dırar bin Hattâb, bir gün Peygamberimizi hicvetmeye başlamıştı. Müslümanlardan biri de Hz. Ali’ye
– “Sende onu hicvet” deyince Hz. Ali : “Allah’ın Rasûlü müsaade ederse yaparım” der. Hz. Peygambere : “Ya Rasûlallah müsaade buyur” dediler. Hz. Peygamber “Onların istedikleri fitne Ali’de yok” buyurdular, müsaade etmediler.
Hz. Peygamber, hayatı boyunca yapılan tahriklere cevap vermemiş : “Ya Rabbi onları affet, onlar bilmiyorlar” demiştir.
Bir hadislerinde de:
“Fitneden kaçan bahtiyardır. Fitneye uğrayıp da sabreden kimseye ne mutlu” buyurmuşlardır. (B. H. Külliyatı:5/9777)
F)İNSANA SÖVMEK
İnsan, eline, beline, diline sahip olacaktır. Kimse kimseye sövmeyecek sövdürtmeyecektir. Çünkü bir kelime, bir kıvılcım gibidir. Büyük fitnelere sebep olur.
Sövmekle hiçbir şey hallolmaz. Atalarımız: “Sövmekle şeytanın sayısı artar.” (K.Sitte:17/523)
Bir gün Peygamberimiz ashabına sorar:
– “Hiç kendi ana babasına söven kimse gördünüz mü?” Ashabı şaşırdı ve:
– “Hiç kendi ana babasına söven kimse olur mu?” dediler.
Hz. Peygamber:
– “Evet, olur. Kişi, başkasını ana babasına söver. Onlarda karşılık olarak onun ana babasına söverler. Böylece o kişi kendi ana babasına sövmüş gibi olur.”
İnsan ne başkasına sövmeli ne de sövdürmeli. Yani si-övene söverler.
Cenab-ı Allah da bizi şöyle uyarıyor : “Siz başkalarını putlarına sövmeyin ki, onlarda sizin Allah’ınıza sövmesinler.” Bu bir ikazdır, burada mühim bir mesaj vardır. Başkalarının inancına dil uzatılmayacaktır.
Abdullah bin Hanzala şöyle anlatır:
“Selman-ı Farisi ile beraberdik içimizden biri Meryem Sûresini okuyunca, orada bulunan bir Yahudi Hz. Meryem’e ve oğluna sövdü. Yahudiyi, ağzı yüzü kan içinde kalıncaya dövdük. Yahudi bizi Selman-ı Farisi’ye şikayet etti.
Selman (r.a.) yanımıza geldi. O güne kadar Yahudinin herhangi bir problem olup olmadığını sordu öyle bir şey yoktu. Selman bize :
“Bu adamı neden dövdünüz.” dedi. Biz:
– “Meryem Sûresini okuduk. Bu adam Meryem ve oğluna sövdü,dedik.” Selman (r.a.) şöyle dedi.
– “Hatırlatmakta hiçbir fayda ummadığınız bir husus, başkalarının yanında niçin hatırlatıyorsunuz. Burada başka okuyacak sûre bulamadınız mı? siz Allah’tan başkasına tapanlara sövmeyiniz ki, onlar da hınç ve inatla Allah’a sövmesinler.” (En’am:108) ayetini bilmiyor musunuz?
İslâm’da tahrik etmek, bir kötülüğe sebep olma o kötülüğü yapmak gibidir.
İslâm’da tebliğ vardır, sövmek, hakaret, dil uzatmak insanları inançlarından dolayı kınamak yoktur. Onun için Müslüman, mezhepler, tarikatlara, cemaatlere dil uzatmaktan, inançlara saygısızlıktan kesin olarak kaçınmalıdır.
G)ÖLÜLERE DİL UZATMAK
İnancımızda, insanların hayrına, iyiliğine konuşmak iyiliğine şehadet etmek gerekir. Peygamberimiz : “Ya hayır söyle ya da sus” demiştir. Bu kural, hem diriler için hem de ölüler için geçerlidir.
Ölmüş kimselerin aleyhinde konuşmak onlara zara vermez. Konuşmanın, atıp tutmanın, onlara takılıp kalmanın faydası da yoktur. Olsa olsa ancak fitneye sebep olur.
Cenaze namazı kılındıktan sonra hoca : “Merhumu nasıl tanırsınız?” deyince “İyi biliriz” demek adet olmuştur.
Peygamberimizin tavsiyesine göre ölüler hayırla yâd etmek gerekir. “Rahmetli”, “Allah af etsin”, “Mekanı cennet olsun” demekte fayda vardır. Efendim herkese denir mi? dense ne olur? Layık değilse, zaten Allah af etmez. Nuh oğlu için, İbrahim Peygamber babası Azer için, Hz. Peygamber amcası Ebû Talip için dua etti de ne oldu? Biz, Allah havale edelim.
İslâm’da rüyaları bile hayra yormak vardır.
Kim olursa olsun insan,tatlı ve güzle sözlerden hoşlanır. İnsanların yanında ölüler kötülemekle bir şey kazanamayız. İnsanları karşımıza almış oluruz. Çünkü orada ölülerle mutlaka bir bağı olan vardır, seven bir vardır. Alınacaktır, üzülecektir. Veya ideolojik bir bağlantı kuracaktır. Al sana fitne. Ölüler fitne sebebi olmamalıdır.
Yaptıkları ve yapmadıkları ile herkes ölü de olsa, diri de olsa hesabını Allah’a verecektir.
Şöyle bir söz vardı: “Arayan Mevlâsını bulur, arayan belâsını bulur” diye. Durup dururken ölüler bulaşmak, dil uzatmak belâ aramak olur. Bırakılınca unutulup gidecek olan ölüleri, gündeme getirip durmanın hiçbir faydası olmasa gerek.
Mekke’nin Fethinden sonra Ebu Cehil’in oğlu İkrime, yanlarına gelirken, Hz. Peygamber, çevresine şöyle bir ikazda bulunur:
“Ölüler aleyhine konuşmayın. Zira bazı ölüler aleyhine konuşmak dirileri rahatsız eder. Üstelik ölüye de bir zara eriştirmez.”
Biraz sonra İslâm’ın amansız düşmanı İkrime gelir. Peygamber, iltifat ederek karşılar. “Merhaba, hoş geldin Süvari Muhacir” der. İkrime kolaylık İslâm’a girer ve İslâm’ın bir mücahidi olur. Peygambere şöyle der: “Bugüne kadar seninle savaşmış olan bu kılıç, bundan sonra senin düşmanlarına karşı savaşacaktır.”
İkrimeyi bu noktaya getiren, sevdiği babası Ebu Cehil aleyhine konuşulmaması, Ebu Cehil adına muamele edilmemesidir.
Şu anda ne yazık ki, bazıların problemi, bu dünyadan ayrılmış, ahirete göçmüş insanlar ve onların işleri. Ölülere ve gerilere takılıp kaldıkları için ileriyi göremiyorlar, ileriye gidemiyorlar.
H)DÜŞMAN BOŞ DURMUYOR
Atalarımızın ifadesiyle : “Su uyur, düşman uyumaz.”
Milletler, dinler ve ideolojiler hep varlık mücadelesi içinde, kendisin var olabilmesi için yok etme çabasında…
Bugünkü ortam, her türlü istismarın yapılmaya müsait olduğu bir ortam. Düşman fark ettirmeden ırkçılıkla, mezhepçilikle, tarikatçılıkla, particilikle, lâikle kaşıyıp duruyor…
Dinde tartışma konuları icad ediyor. “Kendilerine fitne çıkarmayın denilince biz ıslah edicileriz” diyorlar. (Bakara:11) “Kendilerinde eğrilik bulunanlar, sırf fitne çıkarmak, başkalarını saptırmak için Kur’an’ın müteşabih ayetline tabi oluyorlar.” (Al-i İmran:7) kıyıda köşede kalmış, zayıf görüşleri günün meselesi haline getirip, ön plâna çıkararak, esas meseleleri unutturup kafa karıştırıyorlar.
Her fırsatta her vesile ile sun’i problemler üretiliyor. Müslümanları birbirine düşürülmeye çalışıyorlar. Farklı gruplar ve farklı din anlayışı yerleştirmeye çalışıyorlar. Reformistler bayraklaştırılıyor. Bazıları da bunlara malzeme oluyor.
İslâm, eksik veya bugüne kadar değişmiş bir din değildir. Yanlış mesajlar vermeni, İslâm’ı tartışılır hale getirmenin veya müslümanı İslâm dışı saymanın vebali ağırdır.
Bugünkü en önemli faaliyet de İslâm’a, İslâmi değerlere saldırarak, sinsi oyunlarla Müslümanları sokağa ve kavga ortamına çekme çabalarıdır.
Molla Nasreddin, Konya Medresesinde okurken, sokakta büyük bir kama ile yakalanır. Emniyette : “Sen bununla ne yapıyorsun?” derler. “Ben bununla kitaplardaki yanlışları düzeltiyorum” der. “Bu, bu iş için biraz fazla büyük değil mi?” derler. “Yanlışlıklar o kadar çok ve o kadar büyük ki, bazen bu bile yetersiz kalıyor” cevabını verir.
Diyanetle halkın, Devletle imletin arasına açmaya uğraşıyorlar. Bu millet, bizim milletimiz, bu devlet bizim devletimiz. Bu vatan bizim vatanımız. Çekip gidecek başka bir yerimiz yok. Cenab-ı Allah : “Birbirinizle didişmeyin yoksa, devletiniz elden gider” buyurarak bizi ikaz etmektedir.
Şer güçlerin hedefi Anadolu. Yahudi, arz-ı mevud olarak Dicle ve Fırat nehirlerin arasına Rumlar, Ermeniler, Karadeniz’e, Yunan, Ege Bölgesine, İstanbul’a göz dikmiş Türkiye’yi parçalayan haritalar çizilmiş. Biz ne yapıyoruz?
Namık Kemal’in ifadesiyle:
“Memleket bitti, yine bitmedi hâlâ sen, ben;
Bize bu hâl ile bizden büyük olmaz düşman”
Dost diye yanaştığımız bütün milletler, hep sinsi oyunlar peşinde. Geçmişte olduğu gibi, en küçük fırsat bulsalar sinekler gibi üşüşecekler.
Her bireri gece gündüz ajan gibi çalışıyor. Bale okulları, moda evleri, dans kurslar, manken ve artist yetiştiren yerler güzellik yarışmalarının düzenlendiği yerler, domuz çiftlikleri, köpek bakım evleri, çağdaşlık adı ile oynanan düzenbazlıklar… Nerelerden kaynaklanıyor, hiç düşündünüz mü?
Bundan iki yüz sene önce Siyonizm Teşkilatı’nın hazırladığı 22 maddelik bir broşürde, Osmanlı Devletini yıkma planlarından bazı maddeler:
1- Genç nesiller ahlâk dışı yollar teşvik edilmeli.
2- Aile hayatı yıkmalı,
3- San’atı ve edebiyatı müstehcen hale sokmalı,
4- İnsanları aşağı sınıflar tahakküm etmeli.
5- Mukaddesata hürmeti yıkmalı, hürmete layık kimseler hakkında rezilane vakalara uydurmalı.
6- Sınırsız bir lüks, baş döndürücü modalar icat etmeli, çılgınca harcamayı teşvik etmeli.
7- Kalabalıkların vakitleri eğlenceler, oyunlarla ayarlanmalı, herkes düşünmekten alıkonmalı.
8- Müfrit nazariyerle fikirler zehirlenmeli, gürültü ve kargaşalıklar yaratılmalı.
9- Umumi bir hoşnutsuzluk yaratılarak, içtima sınıflar arasında kin ve itimatsızlıklar sokulmalı.
10- Aristokratlara müthiş vergiler koyarak onları bunaltmalı, aralarına kin ve itimatsızlık sokmalı.
11- Servet sahipleri ile işçilerin arasını bozmalı, greve ve sabotajlar tertib etmeli.
12- Yüksek tabakanın manevi kuvvetini kırmalı.
13- Sanayin Ziraati ezmesine imkan vermeli, böylece köylü sınıfın ortadan kaldırmalı.
14- Saçma nazariyetler ortaya atarak halkı gayri kabili tatbik fikirlerle dolambaçlı yollara sevketmeli.
15- Hayat pahalılığı körüklemeli, ücretler arttırılmalı.
16- Beynelmilel meseleler ihdas ederek milletler arasına kin ve nefret tohumları serpmeli.
17- Milletlerin mukadderatını tahsil ve terbiyeden mahrum kimselerin eline tevdi etmeli.
18- Bütün hükümet şekillerin değiştirmeli, Devlete ait birçok sırları ifşa etmeli.
19- Meşru hükümet tarzlarında mutlak bir istibdada gitmeli.
20- Siyasi ve iktisadi buhranlar yaratmalı, servetleri mahvetmeli.
21- Mali istikrarı bozmalı, iktisadi krizleri çoğaltmalı, spekülasyonlara, enflasyonlara yol açmalı, altını mahdut ellerde tutup,. Sermayeleri felç etmeli.
22- Hükümetin ölümlerin hazırlamalı. İnsaniyeti elem, ızdırap ve yoksulluk içine atmalı.
Bu maddelerle Osmanlı Devleti nasıl yıkıldıysa bugün tek, hür ve bağımsız Türkiye Cumhuriyeti de aynı şekilde yıkılmak istenmektedir.
Yukarıdaki maddeler göz önüne alarak ona göre Devletimize, Milletimize ve Bağımsızlığımıza sahip çıkalım. Bize bizden başka dost yoktur.
İngiliz parlamentosunda yazıl olan meşhur şu “İngiltere’nin dostu yoktur, düşmanı da yoktur, İngiltere’nin menfaatleri vardır.” Sözüne dikkat edelim. bu cümleden hareketle hiçbir yabancı devlet menfaati olmadan bize yardım etmez. Yabancı devletlerin içimizdeki piyonların iyi teşhis edelim.
Cem Sultan Papa’nın huzuruna çıkarılacağı zaman teşrifatçılar; Hıristiyan hükümdarların huzurda baş açıp diz çöktüklerini, bu suretle ondan mağfiret beklediklerini, kendisinin de öyle yapmasın… bildirmişlerdir. Bunu şiddetle reddetmiş ve;
Onlar, Papa’dan mağfiret uma gelirlermiş, ben mağfireti Allah Teala’dan umarım. Bu hususta Papa’ya hiç ihtiyacım yoktur. Ölümüme razı olurum, dinime zara gelecek işi işleyemem, demiştir. Ve baş eğmeksizin, kavuğunu da çıkarmadan Papa’yla konuşmuştur. Ona, dinin değiştirirse, büyük bir ordu toplayarak İstanbul ‘da tahta geçireceklerini söylemişler… buna mukabil;
Ben dinimi Osmanlı Sultanlığı değil,dünya padişahlığına değişmem, susturucu cevabını almışlardır.
Bahtsız Şehzade, son anlarında bile şahsının, bütün mevcudiyetiyle inandığı İslâmiyet aleyhinde kullanılması ihtimalinden titremiş: Cenab-ı Hakk’a, “Ya Rabb! Kâfirler, eğer Müslümanlığa zara vermek için beni alet etmek istiyorlarsa, bu kulunu daha fazla yaşatma, ruhunu bir an önce dergah-ı izzetine al” diye iltica etmiştir. Etrafındaki adamalarına da:
Elbette ve elbette, benim ölüm haberin neşrediniz (yayıp duyurunuz) ki, kafirlerin Müslümanlar üzerindeki oyunları dursun, sözleriyle İslamiyet’e olan hudutsuz bağlılığını ortaya koymuştur.
On üç senelik acı ve elemlerden sora, otuz altı yaşında Allah’ın rahmetine kavuşmuştur. (M. 1495) (Kaynak:Gayr-i Resmi Tarihimiz, s.60)
Şöyle anlatırlar:
Deve, kurt ve tilki arkadaş olmuşlar. Acıkmışlar, bir şey bulamamışlar. Demişler ki : “Kim büyük suç işlediyse onu yiyelim”
Kurt : Bir sürüye girdim 50 kadar koyunu kırıp geçirdim, demiş.
Tilki : Bir kümese girdim, ne kadar tavuk varsa telef ettim, demiş.
Deve : Bir gün ağır yük taşıyordum, çok acıktı, duvarın üzerinde kabak çiçeği gördüm, uzandım, yedim, içi de boşmuş, demiş.
Kurtla, tilki, “Sen suç işlemişsin. O çiçek kabak olacaktı, onu insanlar yiyecekti.” Deyip yemişler.
Uyanık olalım, düşman oyunlarına gelmeyelim.
Bu konuda bir örnek vereyim : “Süleymaniye Camisi yapılırken Alman İmparatoru, Granitte döktürttüğü bir taşı, mihraba konulmak üzere hediye olarak gönderir.”
Mimar Sinan : “Padişahım bunlara asla güvenilmez bunda bir oyun vardır” diyerek taşı kırar ve içinden siyah bir haç çıkar. “Bunun yeri mihrap değil, Müslümanların gelip geçtiği eşiktir” der ve eşiğe koyar.
Atalarımız dikkatliydi uyanıktı böylece düşmanın zararlarından korunabiliyordu. Ya Biz?
İ)BİRKAÇ FİTNE ÖRNEĞİ DAHA…
İnsanlık tarihin başında Şeytanın fitnesi, Ademle Havva’yı cennetten kovdurmuş, sonra Habil ile Kabil’in arasına soktuğu kıskançlıklar da ilk kan dökülmüştür.
En büyük fitne şeytandandır. Allah bizi şeytanın eline bırakmasın.
Halife Abdülmelik İslâm alimlerinden Şa’bi’yi Bizansa elçi gönderir. Şa’bi, Bizans imparatoru ile görüşür ve bir mektupla döner.
Abdülmelik mektubu okuyunca Şa’bi’ye sorar:
– Bizans İmparatoru mektup da ne yazmış biliyor musun?
– Hayır.
– Şöyle yazmış “Nasıl olmuş da elçin senin yerine halife olmamış”
– Efendim o seni görmüş olsaydı böyle yazmadı, deyince:
– Hayır, o seni öldürtmem için beni tahrik ediyor, der.
İşte bir Bizans oyunu. Şimdi bunları birçoğu oynanıyor.
* * * * *
Daha işin başında, Müslümanları bölmek parçalamak için, Mescid-i Dirar’ı yaptılar. Allah, peygamberi orada namaz kılmaması için uyardı. (Tevbe:107-108)
* * * * *
Bilindiği gibi Sahabenin arasını açtılar. Hz. Ali ile Hz. Muaviye’yi (aralarını açıp fitne soktular) savaştırdılar.
* * * * *
Uhud Savaşına kadar Abdullah bin Übey, her Cuma hutbeden önce ayağa kalkar “Müslümanlar! Allah’ın Rasûlünü iyi dinleyin ve ona hakkı ile tabi olun” der otururdu. Münafıkların başı olan bu adam, böyle bir rol üstlenmişti. Bu rolü kusursuz oynadı. Ancak Uhud Savaşında gerçek yüzünü ortaya çıktı. Bahaneler uydurarak savaş meydanın terk etti. Adamları ile beraber moral bozmak istedi.
* * * * *
Cemal vak’asını tertip eden münafıklardan Şureyh, adamlarına şu talimatı vermiştir:
“Ortaya çıkmadan önce tedbirinizi iyi alın. Öncellikle yapmanız gerekenleri sonra, yapmanız gerekenleri öne almayın.”
* * * * *
Tebuk Seferinde Hz. Peygamber, Hz. Ali’yi Medine’de görevli olarak bırakmıştı. Münafıklar kendisine:
“O seni aşağılamak için, işe yaramaz gördüğü için geride bıraktı” diyerek moral bozucu girişimde bulunmuşlardı. Hz. Ali derhal yola çıktı. Yarı yolda peygambere yetişti. Peygamber geliş sebebini öğrendikten sonra ona şöyle dedi:
– “Ben seni arkamda bıraktıklarım için Medine’de koydum” (K.Sitte:2/415)
* * * * *
Tebuk yolunda su sıkıntısı çekildi. Hemen: “İşte o da adamları susuzluktan helâk olacak” deyip moral bozdular.
* * * * *
Yahudi olan Şe’ş, müslümanlara karşı çok kinci idi. Evs ve Hazreç kabileleri bir arada dostça sohbet ederlerken, hazmedemedi. Bir Yahudi gencine : “Git aralarına gir, daha önce iki kabilenin nasıl savaştığını anlat” dedi. Genç gitti, savaşı hatırlatıp, o zaman birbirlerine yazdıkları şiirlerden okuyunca, eski düşmanlık ortaya çıkıverdi. Kılıçlar çekildi, yaylar gerildi. Hz. Peygamber bunu haber alınca derhal oraya geldi. Peygamberin konuşmasında sonra tuzağa düşürüldüklerini anladılar. Büyük bir fitne önlenmiş oldu. (Bak:Al-i İmran:99-100-104)
* * * * *
Dört halife dönemini sonlarında Abdullah bin Sebe adlı münafığın İslâm’ı görüntüler altında nasıl fitne çıkardığı, Müslümanları nasıl birbirine düşürdüğü herkes tarafından bilinir.
* * * * *
Derviş Vahdeti, batı hesabına “Şeriat isteriz” diyerek kitleleri yürütmüş ve Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilmesine neden olmuştur.
* * * * *
Birinci Dünya Savaşı yıllarında İngiliz Lordları “Mühtedi rolü oynayarak, Müslüman olmuş görüntüsüyle Arapları kendi inisiyatiflerine almışlar ve Osmanlı’ya isyan ettirmişlerdir. Arabistan da Vahhabiliği kurdurmuşlardır. Arapları Türklerin karınlarında altın aratmışlardır.”
* * * * *
İran’da yetiştirilip topraklarımıza gönderilen Molla Kâbız, sapır fikirleri Anadolu’ya yaymıştır. Yavuz Sultan Selim İbni Kemalle halkın huzurunda fikirlerini çürütüp idam ettirmiştir.
* * * * *
Rus askerleri Afganistan’a girdiği zaman Afgan alimleri Ramazan da top mu atalım, davul mu çalalım tartışmaları yapmaktadır. Afganlılar, Rus işgalinden önce birbirine düşürülmüştür. Şimdi de bir araya gelememektedirler. Yıllardan beri kendi kanlarını içmektedirler.
* * * * *
Güzel Kur’an okuyabilen ve senelerce imamlık yapan, Osmanlı topraklarında Batı menfaatlerine hizmet eden Lavrens, büyük entrikalar çevirmiştir. Bu tür oyunlar İmparatorluğu zayıflatmış ve yıkılışı hazırlamıştır.
* * * * *
Londra Askeri Müzesinde bulunan Şerif Hüseyin’in resmi altında şu yazı bulunuyor:
Birinci Dünya Harbinde Türk orduları baş kumdan vekili Enver Paşa, Çanakkale’de Türk askeri tarafından ele geçirilen bu İngiliz Filintasını, Mekke Emiri Şerif Hüseyin’e hediye etmiştir. Şerif Hüseyin de bu tüfeği Lavrense vermiş, Lavrens de bu silahla Türk askeri öldürdükten sonra bu tüfeği İngiltere Kraliçesine hediye etmiştir. (Türk Dünyası Tarih Dergisi Nisan 1989, Sayı 28, s.59)
* * * * *
Salman Rüşti, Teslime Nesrin aynı eğitim gördüler. Her nedense ikisi de Kur’an’ı beğenmediler. Batının korumasına alındılar. Bugün İslâm’a Müslümanlara yönelik her hareketin altın tahrik vardır. Yabancı güçler ve sinsi plânlar vardır.
Şu anda kumarda dünya birincisi, Mafyada ikinci, alkolde üçüncüyüz. AIDS patlaması ve uyuşturucu belâsı bizi tehdit ediyor. Basınımız, Televizyonumuz tahrik ediyor… Bunlar boşuna değildir.
Bugünkü, bazı olaylar çok iyi değerlendirmeliyiz. Oynanan oyunların farkına varmalıyız.
Kur’an okumasını bilmeyen, din büyüğü rolü ile ortalıkta dolaşan sık sık Avrupa’ya Amerika’ya uçan, uçmayı sevenlere dikkat.
Kıbrıs’ta oturmanın tehlikeli olduğunu, en iyi yaşanacak yerlerin Şam, Sûriye olduğun söyleyen İngiliz müridlerin şeyhine dikkat.
İngiliz Parlamentosunda şu sözler yazılıdır:
“İngilizlerin dostu yok,düşmanı da yoktur. İngilizlerin menfaatleri vardır.”
Son yılların en büyük fitnelerinden bir de tahrik ve teşhir fitnesidir. Müstehcenliktir. Bu fitne çok büyük belâ ve musibetlere neden olacak fitnedir. Yıkılan dünyalar,yıkılan aileler, yıkılan ahlak ve maneviyat hep bu fitnenin marifetidir.
J)FİTNENİN ZARARI UMUMİDİR
Cenab-ı Allah : “Semud kavminin bulunduğu <Hicr> adlı şehirde Dokuz kimse ardı ki, bunlar yer yüzünde fesat çıkarıyorlar iyiliğe yanaşmıyorlardı.” Buyurarak bu yüzden o şehir halkının helak olduğunu bildirir. (Neml:48)
Enfal Sûresinin 25. ayetinde : “Yalnız zulmedenlere değil, hepinize zara verecek, perişan edecek fitneden sakının” denmiştir.
Hz. Peygamber de : “Fitne uykudadır, uyandırana lânet olsun.”
– “Benden sonra dört fitne gelecek. Sonuncusu geldiğinde kulağa bir şey gitmez, göz görme, her tarafı fitne sarar. Müslümanlar bir belâya müptelâ olur ki, yılanın çöreklenmesi gibi. O anda iyilik inkâr edilir. Kötü, iyi sayılır. Bu fitne sırasında insanın bedeni öldüğü gibi kalbide ölür.” (Ramuz:247/3) diye haber vermiştir.
Kur’an’da : “Allah’ın emirlerin yerine getirmez,y kendi aranızda dost olup kenetlemezseniz yer yüzünde fitne ve fesat çıkar” buyurulur. (Enfal:73)
İslâm’da fitnenin cezası ağırdır. Fitne tohumu eken, onun zararını ilk önce o görür. Yani, kazdığı kuyuya kendi düşer. Dede Korkut’taki tepe göz olayında olduğu gibi fitneyi besleyenler onun kahrına uğrar. Rad Sûresinin 25. ayetinde yer yüzünde fesad çıkaranlar lânetlenmiştir.
Kur’an’da :
– “Allah fesat çıkarmaya ve fenalık yapmaya razı olmaz.” (Bakara:205)
– “Maida Sûresini 33. ayetinde de, fitne ve fesada yeltenenlerin cezalandırılması ve sürgün edilmesi emredilmiştir.”
– Nûr 19 : “Mü’minlerin arasında kötülüklerin yayılmasını arzu edenler için muhakkak dünya ve ahirette acıklı bir azaba vardır.” buyrulmuştur.
Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak bunlardan biri cennetlik, geri kalanı cehennemliktir.” (K.Sitte:13/362)
Ey Müslümanlar! Bize karşı intikam hissi ile dolu olanlar pek çok. Bugüne kadar bazı şeyler ibretle seyredildi. Şuan değerlendirme ve ders alma zamanıdır.
Müslümanlar fırka-i Naciye kavgası yapmadan, ehli sünnet çizgisinde kalma ve Peygamber sünneti dairesinde yaşamaya gayret göstermelidir. İnsanların ne olduğunu alla bilir. İbni Sina : “Ancak kendisini cennetlik olduğunu söyleyen, zaten cennetlik değildir” der.
Dâvâ, İslâm davasıdır. Kavga, iman küfür kavgasıdır. Müslümanın müslümanla uğraşması, iman zayıflığındandır. Allah’ın razı olmayacağı bir haldir.
Fitne ortamında Müslüman düşen şudur:
Kötülerin olduğu ve kötülüklerin açıkça işlendiği ortamlardan uzak durmalıdır.
Kötülük gizli olarak işleniyorsa daha çok işleyenler zarar görür. Eğer açıktan işleniyorsa ve karşı çıkılıp yok edilmiyor, önüne geçilmiyorsa, o zaman herkes zarar görür.
K)TAHRİKLERE KAPILMAYALIM
İnsanın yapısında bencillik vardır. Övülmekten hoşlandığı gibi, başkaların kötülemekten de hoşlanır. Kızar, sabır ve tahammül göstermekte de aciz kalır.
Allah Kur’an’da şöyle buyurur:
“Ey İman Edenler! Eğer size bir fasık bir haber getirirse, onu araştırın. Yoksa bilmeyen bir topluluğa sataşırsanız da, sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hücurat:6)
Hz. Peygamber de: “Şeytanı, namaz kılanların kendine itaat etmesinden ümidin kesti. Ancak aralarında fitne çıkararak birbirine kaşı kışkırtmaktan geri durmaz” diyerek bizi uyarıyor. (Müslim Münafikun:65)
Bir zamanlar bir hayırsever zengin, fakirlere beşer kilo un dağıtıyormuş. Başka bir zengine : “Falan fakirlere beşer kilo un dağıtıyor” demişler o da: “Bakalım terazisi doğru mu?” demiş…
Müslüman fitneye sebep olacak davranışlardan da kaçınmalıdır. Bir dinleyiciyim bana telefon etti, dedi ki: “Peygamberimiz hanımına, karnına tabak koy, sokağa çık. Seni görenler gıybetini etsin, günahlarını alsınlar” demiş midir? diye sordu.
Bu bir fitnedir. Başkalarını günaha iterek sevap kazanılmaz. Peygamber : “Fitne adam öldürmekten beterdir” demiştir. İslâm’da başkalarını kötü duygu ve düşüncelere sevk edecek yanlış anlaşılmaya neden olacak davranışlardan kaçınılacaktır.
Peygamberimiz hanımıyla giderken değişik şekilde bakan birini görür, hemen yanına çağırır ve der ki, “Bak, bu benim hanımım” böylece onu günahtan alıkoymuştur.
“Fare un çuvalının ağzı açık olsa da tabanını deler” derler. Bazı kimseler fitne ortamını kendi hazırlıyor, fitneye kendi düşüyor. Sonra da o fitneyi, başkalarına bulaştırıyor.
Adamın biri dağda eşeğini kaybetmiş. Abdest suyu eşekte olduğu için namaz vakti teyemmüm almış, namaz kılacağı sırada eşek anırvermiş. Adam : “Eşek anırdı, abdest bozuldu” demiş. Bunun duyan biri orada burada eşek anırınca duyanın abdesti bozulur demeye başlamış ve falan kimse söyledi, kulağımla duydum diye de yemin edermiş.
Bir hoca efendi de : “Ey cemaat, abdestten sonra üç yudum su için sünnettir, sevaptır” demiş.
Ramazan bayramıymış, Hoca Cemaate : “Nasıl bir Ramazan geçirdiniz” diye sormuş, Cemaat:
– Hocam çok rahat bir ramazan geçirdik, Allah razı olsun, bol bol da abdest aldık demişler.
İşte dinde fitne böyle çıkar…
Fitne çıkarmaktan, fitneye sebep olmaktan ve fitnenin, fitnecinin şerrinden kaçınmalıyız.
L)FİTNE ORTAMINDA NE YAPALIM
Bugün fitnelerle iç içeyiz. Fitne ile karşı karşıya olmayan ve fitnenin tehdidinden emin, hiçbir kimse yoktur.
Bu fitne ortamında neler yapmamız, nasıl davranmamız konusunda birkaç ayet ve peygamber tavsiyesine göz atalım:
– Cenab-ı Allah : “Yer yüzünde fitne kalmayıp, din tamamiyle Allah’ın oluncaya kadar uğraşın, çalışın” görevini veriyor. (Enfal:39)
– “Allah için bir kavmin elindeki nimeti, o kavim kendi kendini bozmadıkça bozmaz.” (Rad:2) yani herşey bize bağlı. Arayan mevlasını buluyor, arayan belâsını…
– “Kafirler bile birbirilerin yardımcılarıdır. Eğer siz bunu yapmazsanız, ye yüzünde fitne çıkar, bozgun olur.” (En’am:73)
– “Ey İman edenler siz kendinize bakın siz doğru yolda oldukça sapmış olanlar size zara veremezler.” (Miâda:105) Fitnenin arttığı bir zamanda da kurtulmak için doğru olmak ve doğrularla beraber olmak tavsiye ediliyor.
Mevlana anlatır : Biri krala gelir, ”fitneler çoğalınca ne yapayım” diye sorar. Kral sucağına ağzı açık bir zeytinyağı tulumunu verir. Yanına da silahlı adam ve bir damla dökerse öldürürüm, der. çarşı Pazar dolaşırlar gelirler. Adam sorduğuna pişman olur ama dökmemek için de kan ter içinde kalır. Gelince kral sorar: “Çarşı pazarda neler gördün anlat bakalım” adam : “Aman Efendim ben dökmemeğe çalışırken hiçbir şey görmedim” der. Kral : “İşte fitne ortamında da böyle olacaksın, kendine kendi işine bakacaksın” der.
Peygamberin tavsiyelerine gelince :
– “Gelecekte bir takım fitneler olacak; o sırada oturan, ayakta durandan, ayakta duran yürüyenden, yürüyen koşandan hayırlıdır. Fitneyi görmeye çalışan onun kahrına uğrar” (Müslim:8/2886)
– “Fitne zamanında evinizde oturun. Günahlarınıza tevbe etin, dilinizi tutun, kendi işinize bakın” (Nese-i Ebu Davut)
– “Sağır dilsiz kör fitne gelecek. Fitneye azıcık meyledenin üzerine fitne süratle gelir. Fitne ortamında dilini oynatma aynen kılıç oynatmak gibidir.” (K.Sitte:13/390)
– “Karışıklık zamanında ibadet etmek, benim yanıma hicret etme gibi sevaptır.” (R.Salihin:2/1371)
– “Bir kısım ayak takımı karşı karşıya kalırsanız. Güzel bulduğunuz şeyi yapın, kötü bulduğunuz şeyi terk edin. Kendi yakınlarınızın hallerini düzeltmeye yönelin. O ayakta kimi ve onların işleri ile uğraşmayın.” (K.Sitte:13/4759)
Bu âyet ve hadislerden anladığımıza göre din ve dindarlık lafta kalmamalıdır. Hayata geçirilmeli, Allah tam bir kul olmaya çalışılmalıdır. İnsanı amelleri kurtaracaktır.
Fitne anında, fitne ortamındaki kimselerle değil, fitneden ve fitne ortamından uzak kimselerle beraber olunmalıdır. Allah ne diyor “Doğrularla beraber ol” diyor.
Ortalık karıştığı zaman ortadan çekilmeden önce yapılacak işler vardır : Meselâ; önce İslâm anlayışımız değişmeli, İslâm, bütün hayatımızı kapsamalı, İslâm kardeşliği Allah’ın ve Rasûlünün istediği şekle getirilmeli, bir ve beraber olarak düşman oyunları bozulmalıdır.
– Ayrıca özel hallerimizle, giyimimiz kuşamımızla, eşimiz, çoluk çocuğumuzla fitneciye fırsat vermemeli ve fitneye sebep olunmamalıdır. Fitneye malzeme de olunmamalı, istismar konusu malzeme, fitneciye verilmemelidir.
– Hem vurup hem de “Ne vuruyorsun?” diye feryat eden, hem suçlu hem güçlü kimselerin oyunları karşısında uyanık olunmalıdır.
– Son zamanlarda İslâmiyetin gelişmesi, Müslümanları şuurlanması karşısında şer güçler ayağa kalkmıştır. İftira kampanyaları artmıştır. Sinsi oyunlara hız verilmiştir. Tarikatların, cemaatlerin içine fitne sokulmak için azamî gayret gösterilmekte, dinde arttıramaz, eksiltemez. O yetkiye kimse sahip değildir.
– Bir başka husus da : “İyiliği emrederken kötülükten sakındırırken bile azami derecede fitneye sebep olmamaya çalışılmalıdır. Bir işte günah varsa, iyilik bile terk edilir. Dinimiz fitnenin deliklerin tıkamıştır.”
– En güzel çarelerden biri; fitne ve fitneciyi yalnız bırakmak, fitne konusuna ilgi duymamaktır. Eğer fitne, ilgi görecek olursa, fitne yayılır, fitnenin sonu gelmez, fitne, fitneyi takip eder, fitneye yaklaşan ona bulaşır, içine düşen çıkamaz.
– İnancımızda sıkıntılara sabırla karşı konulacaktır. Ölmeye razı olacaksın, öldürmeyeceksin. Fitne büyümeyecek…
– Dünya fani ve bu dünyada çekilen sıkıntılar, bir bakıma günahlarımıza kefarettir. Bunun için çalışmamızı ve sabrımızı bu manada göstermeliyiz.
– Özellikle milli ve manevi değerlerimize, kutsal mekânlarımıza saldırılara dikkat edilmelidir. Müslümanlar gıdıklanıyor, tahrik ediliyor. Camiye giriliyor yazı yazılıyor, cami ateşe veriliyor, cami duvarına işeniyor. Ayakkabıya “Allah” yazılıyor, domuza Peygamberimizin adı yazılıyor, domuzun ayağının altına Kutsal Kitabımı konuyor. İslâm’la, müslümanla alay ediliyor, iftiralar atılıyor. İnançlara, inancın gereği davranışlara, Kur’an Kursu gibi, İ.H. Lisesi gibi halkın gözbebeği mekânlar yok sayılıyor.
– Unutmayalım ki, öküzün altında buzağı değil, buzağının altında öküz arandığı bir dönemde yaşıyoruz. Bu durumda, inancımıza, kültürümüze uygun davranmalıyız. Meşru, demokratik ve medeni ölçüler elden bırakılmamalıdır.
– Kur’an’ın son sûrelerinde ifadesinde bulan şeytanın şerrinden Allah’a sığınıldığı gibi fitnenin ve fitneci, şer kimselerin şerrinden de Allah sığınılmalıdır. Nefsimizin fitnesi de unutmayarak Allah’a dua ve niyazda bulunmalıyız. Peygamberin ifadesiyle : “Dua mü’minin silahıdır” dua ve niyazlar bizi koruyacaktır.
– “Allah’a inandım” diyen her mü’min fitne ortamında yaşadığımızı bilerek; fitne konusu olmamalı, fitnenin üzerine gitmeli, eğer fitne onun üzerine gelirse fitneden uzaklaşmalıdır. Eline, beline, diline Allah için sahip olmalıdır. Nemelâzımcı bir hayat değil, şuurlu bir hayat yaşamalıdır. Müslüman doğduğu gibi Müslüman olara bu hayatı noktalamak için ne yapması gerekiyorsa, onu yapmalıdır. Hayatı hayal ve hatıraları ile değil gerçek yönü ile yaşamalıdır.
– Hiçbir Müslüman başka bir müslümanı kınamamalıdır. Hz. Peygamber : “Kim başkasındaki kötü hali kınarsa, o şey kendi başına gelmeden ölmez” buyurmuştur. Bir hadislerinde de : “Bir müslümanın bir müslümanı hor görmesi, ona günah olarak yeter” demiştir.
Evet, (Fitne ölümden beterdir, Allah o fitnenin kahrından Müslümanları korusun.)
– Adem (s.a.)’ın oğlu kendisin öldürmek isteyen kardeşine şöyle dedi : “Sen beni öldürmek için elin uzatsan da ben seni öldürmek için elimi uzatmam, Allah’tan korkarım” dedi.
– Hicret ancak fitneden kaçmak için yapılırsa doğrudur. Değilse hicrete müsaade yoktur.
– İnancımıza göre; Bazen sükut ibadettir. Konuşmakta fayda varsa konuşmak ibadettir. Peygamber (s.a.) : “Ya hayır söyle ya da sus” buyurmuştur.
Fitneye dikkat etmeyene fitne çabuk bulaşır. Kim merak edip fitneyi görmek isterse, fitnenin kahrına uğrar.
– Fitne ortamında iyiliklere ve ibadetlere sarılmak, insanı fitne ateşinden koruyacaktır.
– Eğer fitneye ve fitneciye yapılacak bir şey fitneye sebep olacaksa, fitne de fitneci de yalnız bırakılmalıdır.
Fitneyi konuşmak, yaymak, fitneni başkalarına zarar vermesine ve fitnenin büyümesine neden olur.
– Ortalık toz duman. “İyi günlere kalmadık” derdi büyüklerimiz. Bu konuda Peygamber (s.a.) şöyle haber verir:
“Sizden öncekilerin yollarına karış karış, arşın arşın mutlaka tabi olacaksınız. Hatta onlar keler deliğine girseler sizde arkalarında gideceksiniz.” (Müslim, İlim:6) biraz dikkat etmezsek, hazırlanmış tuzaklara düşmemek mümkün değildir.
Fitnenin iyice arttığı dönemlerde ise, insanlarda bir değer kalmaz. Peygamberimiz (s.a.) buyurur ki: “İyiler sıra ile gider. Zamanla hurmanın tortusu gibi geriye kötüler kalır. Allah onlara bir değer vermez.” (Buhari, Rikak:9)
Fitne ortamındaki yapacağımız duayı da Rabbimiz şöyle bildirir:
“Yarattığı şeylerin şerrinden karanlık çöktüğü zaman gecenin şerrinden, büyü yapanların şerrinden, kıskanç kimsenin şerrinden,kalplere vesvese sokan cin ve şeytanın şerrinden insanların Rabbine, insanların sahibine, insanların ilâhına sığınırım.”
.
Kur'an'da Fitne Kavramı: İnanç Hürriıyeti Açısından Tahlili
Prof Dr. Mesut Erdal
AddThis Sharing Buttons
288
Giriş
Fitne kelimesi Arapça'da F-T-N () fiil kökünden türetilmiş bir isimdir. Fitne kelimesinin anlamı, lügatlerde, madeni ateşte eritmek, bir insana sahip olduğu fikrinden ve dininden döndürmek için eziyet etmek, aklını çelmek veya ayartmak, harfiyle kullanıldığı zaman da, ...den vazgeçirmektir. İnsanın içine aşk ateşi düşürdüğü veya gönlünü çelerek mantıklı düşünmesini engellediği için kadına "fettân" denilmiştir. Aynı kelime, kişinin aklını karıştırıp ahlakını bozan ve cezaya çarptırılmasına sebep olan şeytan ve zarar verme anlamında hırsız için de kullanılmıştır. (İsmail b. Hammad el-Cevherî, es-Sıhâh, F-T-N mad., VI/ 2175; Râğıb el-Isfehânî, el-Müfredât fî Ğarîbi'l- Kur'an, F-T-N mad., s. 559) Kur'an'da ise bu kavram daha çok beşerî alana yayılarak çok daha farklı anlamlarda kullanılmıştır. Ancak Seyyid Şerif Cürcâni ve Tehânevî gibi alimler, bu kelimeyi, "gerçek altını hilelisinden ayırd etmek için ateşe tutmak" anlamından hareketle, "insanın iyi veya kötü olduğunun açığa çıkmasına vesile olan şey" diye tarif etmişlerdir. (Seyyid Şerîf el-Cürcânî, Kitâbu't- Ta'rîfât, s. 165; Tehânevî, Keşşâfu Istılâhâti'l- Fünûn, II/ 1156) Böylelikle netice itibariyle fitnenin olumlu yanına da dikkat çekmiş olmaktadırlar. Nitekim Kur'an'da bir çok ayette imtihan anlamında kullanılmış olması da bunu ifade eder.
Fitne, bulunduğu ayetlerin siyak-sibakı ya da ayetlerin tefsirlerine ilişkin rivayetler dikkate alınarak farklı anlamlarla açıklanmıştır: Bunlar, şirk, sapkınlığa götürmek, öldürmek, alıkoymak, mazeret, hüküm ve yargı, günah, hastalık, ibret, ceza, azap, yakmak, imtihan ve delirmek (cünûn) şeklinde özetlenebilir. (Suyuti, el-İtkân fi Ulûmi'l- Kur'an, I/ 186)
Fitne kavramının kullanım alanı, Kur'an'da, ilk insan Hz.Âdem'in şeytan tarafından fitneye maruz bırakılmasından başlar, (A'râf/ 27) "Ey Âdem'in evlatları! Şeytan, edep yerlerini açığa çıkarmak için, babanızla ananızın üzerlerindeki elbiselerini çıkarttırmak suretiyle onları cennetten uzaklaştırdığı gibi, sakın sizi de belâya/ fitneye uğratmasın." diğer peygamberler ve tüm insanları ihtiva eden bir sünnetullah olarak nihayet bulur ve Kur'anî bir kavram haline gelir. Bu açıdan inananlar ile inanmayanlar arasındaki mücadeleler ve inkarcıların müminlere revâ gördüğü işkence ve eziyetler, insanların başlarına gelen her türlü belâ ve musîbetler, kısaca belirtmek gerekirse insana yaratılıştan verilen istidatlar ve sonradan bu istidatlarını işleterek ve geliştirerek elde ettiği tüm nimetler birer fitnedir veya imtihan vesilesidir. Belirtmemiz gerekir ki, diğer anlamların yanı sıra, Kur'an'ın fitne kelimesine en çok yüklediği anlam, din ve inanç konusundaki baskı ve işkence olmuştur.
Kur'an'da fitne kavramının söz konusu edildiği ayetlerde en çok dikkat çeken husus, şüphesiz ki, dinî inançlarının gereğini yaşamak isteyen insanlara yapılan şiddet, işkence ve sindirme konularını işleyen ve bu tür davranışları kınayan pasajlardır. Bu nedenle fitneyi, öncelikle din ve inanç hürriyetini engelleme açısından incelemek ve ortaya koymak istiyoruz:
Din ve inanç hürriyeti herhangi bir dine inanan kişi veya zümrelerin o dinin emirlerini hiçbir engelle karşılaşmadan yerine getirebilme halidir. İnsan hürriyetleri içinde en önemlisi din hürriyetidir. Bu önem onun dayandığı kaynaktan gelmektedir. (Necati Öner İnsan Hürriyeti, s. 80)
Fitne ise inanan bir kişinin inancını yaşama özgürlüğüne veya inanç hürriyetine engel olunmasıdır. Başta belirtildiği gibi dininden döndürmek için eziyet edilmesidir. Eğer bir ferdin dinini yaşamasına engel yoksa fitne de yok demektir. Bu konuya ilişkin olarak İbni Ömer'in tavrı ve fitneye yüklediği anlam da bizim verdiğimiz anlam ile paralellik arzeder:
"İbn Ömer'e İbnu'z-Zübeyr Olayı (Bundan kasıt, Abdullah ibn Zübeyr'in Emevî idaresini tanımayıp dokuz sene boyunca Mekke'de halifeliğini ilan etmesi ve en sonunda Haccac tarafından şehid edilmesi hadisesidir. Geniş bilgi için bkz. Suyûtî, Târîhu'l- Hulefâ, Mısır, 1952, s. 211 vd.) konusunda iki adam gelir ve şöyle derler:
- Gördüğün gibi bir kısım insanlar ayrılığa düştüler. Sen ki Ömer'in oğlu ve Resulullah'ın arkadaşısın. Dışarıya çıkmana (olaya müdahale etmene) engel olan nedir?
İbn Ömer: Bana engel olan şey, Allah'ın, kardeşimin kanını haram kılmasıdır.
Dediler ki: Allah, "onlarla fitne kalmayıncaya kadar savaşın" buyurmadı mı?
İbn Ömer: Bizler fitne kalmayıncaya kadar savaştık ve din Allah'ın oldu. Siz ise fitne olması için ve din de Allah'tan başkasına ait olması için savaşmak istiyorsunuz.'
Diğer bir rivayette ise İbn Ömer'in tavrı yine aynıdır:
Bir adam İbn Ömer'e geldi ve şöyle dedi:
- Ey Ebu Abdurrahman, neden bir sene hacca ve bir sene umreye gidiyor ve bu arada cihadı terkediyorsun. Hâlbuki Allah'ın cihada ne kadar teşvik ettiğini de biliyorsun!
İbn Ömer: Ey benim yeğenim, İslam beş esas üzerine kurulmuştur: Allah ve Resul'üne iman, beş vakit namaz, Ramazan orucu, zekat vermek ve hacca gitmek.
Adam şöyle dedi: Ey Ebu Abdurrahman, Allah'ın kitabında zikrettiği şu ayetleri dinlemiyor musun? "Eğer inananlardan iki gurup savaşırlarsa aralarını bulun. Biri diğerine saldırırsa, o saldıranlarla Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın" (Hucurât/ 9) ve "Onlarla fitne kalmayıncaya kadar savaşın." (Bakara/193; Enfâl/39).
İbn Ömer: Biz bunları Resûlullah zamanında ve Müslümanlar henüz az iken ve bir adam dininden dolayı fitneye uğratılırken yaptık. Adamı ya öldürür veya işkence ederlerdi. Bu durum Müslümanlık çoğalıncaya ve fitne kalmayıncaya kadar devam etti..." (İbn Kesir, Tefsiru'l- Kur'ani'l- Azim, I/ 229-230) Görüldüğü üzere İbn Ömer fitne kavramını aslî anlamına uygun olarak anlamış ve kelimeye tam karşılığını vermiştir.
"Fitne Kalmayıncaya Kadar Savaşmak" Âyetinin Anlamı:
Müfessirlerimiz, "fitne kalmayıncaya ve din tamamıyla Allah'ın oluncaya kadar savaşın" (Enfâl/39. Ayrıca bkz. Tevbe/5-11) âyetiyle "dinde zorlama yoktur" (Bakara/ 256) âyeti arasını te lif etmişlerdir. Çünkü Kuran'ın bütünlüğü göz ardı edilirse, iki ayet arasında bir uzlaşmazlık olduğu vehmine kapılmak mümkündür. Bu bağlamda, dinde zorlama olmayacağını bildiren ayetin savaşı emreden ayetlerce neshedildiğini (hükmünün kaldırıldığını) söyleyenler bile olmuştur. (Bkz. Âlûsî, Rûhu'l-Meânî, III/ 13) Bu konuyu en veciz ve kestirmeden ifade eden Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsirinden takib edelim:
"(…) O halde, "Lâ ikrâhe fi'd-dîn"âyetinin bütün kapsamıyla mânâsı, "İslâm dininin, hüküm dairesinde zorlama yoktur." demek olur. Savaş ve savaş hâlinde bulunan düşman meselesi, bu hükümden esas itibariyle hariç olduğu gibi, zorlamaya karşılık vermek ve suça ceza da bunun dışındadır. Ancak bu, "Fitne ortadan kalkıncaya ve din de yalnız Allah'ın dini oluncaya kadar onlarla savaşın." (Bakara, 2/193) âyetiyle beraber düşünmek lazımdır. Buna göre âyetin sonunun da delâlet edeceği üzere İslâm dininin hüküm dairesinde zorlama bulunmaması, tahsis yoluyla iki kayıt ile bağlanmıştır ki; biri fitne bulunmaması, biri de İslâm yurdunda diğer dinlere mensup olanların tebalığı (uyruğu) bozmamalıdır. (…) Demek ki kısaca mânâ şu olur: "Fitne yoksa dinde zorlama yoktur, çünkü doğruluk, sapıklıktan iyice ayrıldı. Bunları karıştıranlar, belalarını bulurlar". (Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, II/ 868)
Kısaca ifade etmek gerekirse, "fitne kalmayıncaya kadar savaşmak" ayetinde geçen fitne, dinî hakikatlerin başkalarına tebliğ edilmesini çeşitli yollarla engellemektir. Dolayısıyla Müslümanların görevi, yeryüzünde yaşayan insanların din özgürlüğünü temin etmek ve istediği dini yaşaması için -başkalarının hakkına- hukukuna tecavüz etmemek kaydıyla- ortam hazırlamaktır.
Fitne ve Ashâbu'l- Uhdûd Kıssası:
Mekke'deki müminlere yapılan eziyetlere mukabil onlara moral vermek ve kendilerinden önceki müminlerin daha şiddetli işkencelere maruz bırakıldıklarını hatırlatmak amacıyla indirilen (Beydâvî, Envâru't- Tenzîl, V/ 472. Krş. Ebussuûd, IX/ 135) Ashâb-ı uhdûd kıssası, bize fitne kavramının anlamını daha müşahhas olarak anlatır: "Kahrolsun o tutuşturulmuş ateşle dolu hendeği hazırlayan Ashâb-ı uhdûd! Hani onlar ateşin başında oturur, müminlere yaptıklarını seyrederlerdi. Onların müminlere bu işkenceyi yapmalarının tek sebebi, müminlerin göklerin ve yerin tek Hâkimi, Azîz ve Hamîd olan Allah'a iman etmeleri idi. Allah her şeye şâhiddir. Mümin erkeklere ve mümin kadınlara işkence edip de, sonra tevbe etmeyenler var ya, işte onlara cehennem azabı var, yangın azabı var." (Burûc/ 4-10)
"Ashâb-ı Uhdûd" ile ilgili olarak, tefsirlerde birçok rivayetler mevcuttur. Ancak bunlardan en meşhuru Yemen hükümranlığını ele geçiren Zû Nüvâs hakkında olan rivayettir ki, İbn Hişâm söz konusu rivayeti şöyle kaydeder:
"Zû Nüvâs, askerleriyle birlikte Necran'lı Hıristiyanların üzerine yürüdü, onları Yahudiliğe davet etti. Onları Yahudilik ile ölüm arasında muhayyer bıraktı ve onlar da ölümü tercih ettiler. Kimisi ateşte yakıldı, bazısı kılıçtan geçirildi ve müsleye (Öldürülen insanın burnunu, kulağını ve diğer organlarını kesmek, çirkin bir şekle sokmak için gözlerini oymak) (İbn Manzûr, Lisânu'l- Arab, M-S-L mad. XI/ 615) maruz bırakıldı. Yaklaşık yirmi bin insan katledildi. İşte Yüce Allah, bu münasebetle "Kahrolsun o tutuşturulmuş ateşle dolu hendeği hazırlayan Ashâb-ı uhdûd! Hani onlar ateşin başında oturur, müminlere yaptıklarını seyrederlerdi" mealindeki âyetlerini inzal buyurdu. (İbn Hişâm, es-Sîretü'n- Nebeviyye, I/ 25)
Fitne katlden daha beterdir:
"Onları nerede yakalarsanız öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Dinden döndürmek için işkence yapmak (fitne) adam öldürmekten beterdir. Yalnız, onlar, Mescid-i Haram'ın yanında sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla orada savaşmayın. Fakat sizi öldürmeye kalkışırlarsa siz de onlarla savaşın. İşte kafirlerin cezası böyledir." (Bakara/ 191)
Mekke müşrikleri, ashabdan bazılarına hürmetli aylarda işkence etmişler, onlar da dayanıp şehid olmuşlardı. Bu ayet, böyle bir işkencenin, hürmetli aylara riayet edip etmemeden daha mühim olduğu gerekçesiyle, işkenceyi durdurmak için savaşa cevaz vermiştir. Ayetin iniş sebebi özel ise de, söz fitnenin mahiyetinin, öldürmenin mahiyeti ile karşılaştırılmasını ifade ettiğinden, hüküm geneldir. (Bkz. Suat Yıldırım, Kur'an-ı Hakim ve Açıklamalı Meali)
Zikredeceğimiz şu ayette ise fitnenin din hürriyetini engelleme anlamı daha net biçimde beyan edilmiştir:
"Sana hürmetli ayı ve bu ayda savaşmanın hükmünü sorarlar. De ki: "O ayda savaşmak büyük bir günahtır. Fakat insanları Allah yolundan engellemek, Allah'ı inkâr etmek, Mescid-i Haram'ı ziyareti yasaklamak, o mescidin cemaatini yani müslümanları oradan çıkarmak ise, Allah nazarında daha büyük günahtır. Dinden döndürmek için işkence, öldürmekten beterdir. Kâfirler, ellerinden gelse, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan geri durmazlar. Sizden her kim dininden döner ve kâfirlikte devam ederek ölürse, işte onların dünyada da, âhirette de yaptıkları boşa gider. Bunlar cehennemlik olup orada ebedî kalacaklardır." (Bakara/ 217)
Fitnenin kalkması ne ile olacak?
Kur'an-ı Kerim'de Yüce Allah, yeryüzünde fitne ve fesadın olmamasını Muhâcir ve Ensâr gibi olmakla irtibatlandırmaktadır. Eğer onların yapmış olduğu faziletler yoksa, yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat olacağını beyan etmektedir:
İman edip Allah yolunda hicret edenler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenlerle onları barındıran ve onlara yardım eden Ensar var ya, işte bunlar birbirlerinin velileridir (malda da birbirlerinin vârisidirler).
İman edip de hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret etmedikçe, sizin için mirasda onlara hiçbir velayet yoktur. Bununla beraber eğer din hususunda sizden yardım isterlerse sizinle aralarında sözleşme bulunan bir topluluk aleyhine olmamak şartıyla, onlara yardım etmeniz gerekir. Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir. (Enfal/ 72. Müminlerin Medine'ye 622'de hicret etmelerinin hemen akabinde, Muhacirlerle Ensar arasında Hz. Peygamber (s.a.s.) kardeşleştirme (muahat) gerçekleştirmişti. Birbirlerine vâris oluyorlardı. Bazı tefsirlere göre, daha sonra indirilen 75. âyet bu kardeşliğin, mirasla ilgili hükümlerini kaldırarak bundan böyle müminler arasında mirasın, yalnız akrabalar arasında geçerli olacağını bildirmektedir. Bkz. Yıldırım, Kur'an-ı Hakim ve açıklamalı meali)
"Dini inkâr edenler de birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız, birbirinize yardımcı olmazsanız, dünyada bir fitne kopar, müthiş bir bozukluk, bir fesat ortaya çıkar." (Enfal/ 73)
Bu ayete göre iman, hicret, cihad, yardımlaşma ve dayanışma gibi hasletler Müslümanlarda en üst seviyede bulunmalıdır ki, fitne ve fesad barınacak yer ve ortam bulamasın. Hele asrımızda inkar ve küfür düşüncesinin şahs-ı manevi şeklinde Allah'a iman eden tüm insanları tehdit ettiğini göz önünde bulundurursak, müminlerin imanlarını daha bir derinleştirip, sevgi, saygı, dayanışma, kardeşlik ve Hakkı tebliğ gibi müeyyidelerle ictimai ruhu güçlendirmeye ne kadar da muhtaç bulunduğumuzu belirtmeye gerek var mı?