İran hakkında rejimini ihraç etmesi iddiaları ve nükleer güç kazanmasının bir takım aktörler tarafından uluslar arası sistemde yeni bir güvenlik tehdidi şeklinde algılanıyor. Dolayısıyla İran, ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerce hep çeşitli ambargolarla kontrol altında tutulmaya çalışıldı.
Bölgede Batı destekli Suudi Arabistan ve İsrail her alanda İran’ın karşısında yer aldılar. İran karşıtlığı ve diğer sebepler bu iki ülkeyi müttefik haline getirdi demek yanlış olmayacaktır.
ABD Başkanı Donald Trump’ın 10 Mayıs 2018 Çarşamba günü, “ABD’nin, İran’ın nükleer faaliyetlerini sınırlandırmayı amaçlayan 2015 yılının Temmuz ayında imzalanan anlaşmadan çekildiğini” açıklaması bölgede yeni bir haraketliliğe yol açtı.
2015 yılındaki anlaşma “yaptırımların kaldırılması karşılığında, İran’ın nükleer faaliyetlerini sınırlandırmayı taahhüt etmektedir.” İran’ın Nükleer Programına İlişkin Ortak Geniş Aksiyon Planı (Joint Comprehensi ve Plan of Action – JCPOA) başlıklı anlaşmanın tarafları arasında ABD, İngiltere, Rusya, Fransa, Almanya, Çin ve Avrupa Birliği bulunuyor.
İran üzerindeki yaptırımların kaldırılmaması için Anlaşmaya baştan beri karşı olan İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun Mayıs ayı başlarında “Kapsamlı Eylem Planı” olarak da bilinen Anlaşmayı “tarihî hata” şeklinde nitelendirmişti. Netanyahu’nun açıklamasının ardından, Trump’ın “tek taraflı, korkunç anlaşma” ifadeleri de Anlaşma’dan çekilmesine sebep gösteriliyor.
ABD ve İsrail’in bu tutumuna karşılık İngiltere, Almanya, Fransa gibi başlıca Avrupa ülkeleri İran’la yapılan Anlaşma’nın devamlılığını sağlamaya çalışıyorlar. Bununla birlikte Avrupa ülkeleri ABD’nin geri çekilmesini reddettiklerini duyurdular. Gelişmeler üzerine İran dinî lideri Âyetullah Ali Hamaney de Avrupa ülkelerinden ticarî ilişkilerinin korunacağı yönünde teminat istedi. Aksi takdirde ülkesinin anlaşmayı sonlandırarak nükleer programını yeniden başlatacağının sinyalini verdi. İran elbette elindeki kozu kullanmayı istiyor.
Bölgede son dönemlerde İran karşıtlığının tırmanmasında Suudi Arabistan önderliğindeki Arap ittifakı ve bu ittifaka ABD’nin desteği başta geliyor.
Yemen’deki iç savaşta Suudi ve İran destekli silâhlı grupların birbirleriyle mücadeleleri, Yemen’deki Şiî grupların yaptığı iddia edilen, Suudi Arabistan topraklarına balistik füze saldırıları da Suudi-İran gerginliğinin bir başka sebebi.
Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Mısır’ın Haziran 2017’de terörizmi finanse ettiği ve İran’la ilişkileri ileri sürülerek Katar’a boykot uygulamaları da, Suudi-İran siyasî çatışmasının en büyük örneğindendir.
Yine İran’ın Suriye’deki ve Lübnan’daki varlığı bölgedeki unsurlar üzerinden Suudi-İran rekabetinin göstergesi.
Arap Birliği ise, İran’ın bölgesel meseleleri körüklediğini ve Arap ülkelerini istikrarsızlaştırdığı yönündeki beyanatıyla, Arap devletleri ile aynı retoriği benimsedi. Arap Birliği’ndeki Mısır ve Suudi ağırlığı hatırlandığında bu retoriğe şaşmak gerek. Aynı zamanda Arap ülkelerinin ve Arap Birliği’nin açıklamaları Trump’ın ABD’nin nükleer anlaşmadan çekildiğini ifade etmesi uyumluluk arz ediyor.
Son olarak bölgede Suudi-İsrail yakınlaşması ile Suudi-İsrail - ABD etkinliği hız kazandığı ihtimal dahilindedir. Bu üçlüye karşı İran’ın pozisyonunu bölge ülkelerindeki taraftarları aracılığıyla nüfuzunu arttırması kaçınılmaz bir durum sergiliyor. Dolayısıyla İran’ın pozisyonu Suudi-İsrail-ABD troykasının en önemli hedefi haline geldi.
İran’ın Ortadoğu’da özellikle son dönemde güçlü ittifak ve söylemlerle karşılaşmasında “Şiî Hilâli” kavramının etkisi olduğu muhtemeldir. Ürdün Kralı Abdullah tarafından 2004 yılı Aralık ayında İran’ın bölgede nüfuz genişletme çabaları dolayısıyla “Sünnî Arap ülkelerinin Şiî Hilâli tarafından kuşatıldığı” tesbiti halen etkisini koruduğu görünüyor.
Aslında İran karşıtı ülkeler kendilerini, İran karşıtlığı üzerinden tanımlıyorlar. Bu anlamda İran’a ihtiyaçlar var.
Her şeye rağmen İran bölgede çekinilen güçlü ülke konumunda.
..
Ürdün’de kartopu etkisi
Ürdün de bunlardan birisi. Ürdün, Trans-Jordan adı ile 1922’de İngiltere’nin nezareti altında bir ülke olarak dönemin Milletler Cemiyeti tarafından tanındı. Sonra Birleşmiş Milletler 1946’da, Ürdün’ü bağımsız ve egemen Ürdün Krallığı şeklinde tanıdı. Böylece Ürdün, İngiltere nezaretinden çıkmış oluyordu. Ancak İngiltere’nin askerî varlığının Ürdün’den tamamen çekilmesi 1957 yılına kadar sürdü.
Ürdün’ün bulunduğu coğrafya’da uzun yıllar süren savaşlar ile siyasal istikrarsızlıklar ülkeyi olumsuz etkiledi. 1948’de İsrail’in kurulması ile başlayan Arap-İsrail anlaşmazlıkları, 750 bin Filistinli’nin komşu Arap ülkelerine göç etmesine sebep oldu. Bu göçe “Nakba/Felâket” adı verildi.
Göçlerden en çok Ürdün etkilendi. Çünkü komşu ülkelerdeki en fazla Filistinli mülteci Ürdün’de yer edindi. 2018 yılı itibariyle ülke nüfusu 9 buçuk milyon olarak ifade ediliyor. Ve bunun 1 buçuk milyonunu, mülteci kamplarına geçici gelen ancak zamanla kalıcılaşan Filistinliler oluşturuyor.
1967’deki 6 Gün Savaşları’nda İsrail, Ürdün’e ait olan Batı Şeria’yı ele geçirdi. Böylece Ürdün Krallığı bir prestij zedelenmesi yaşadı. Ürdün’deki Filistinliler’in monarşiyi yıkmak için 1970 yılında başlattıkları isyan, Ürdün ordusu tarafından bastırıldı. Kral I. Hüseyin 1988’de Batı Şeria üzerindeki hak iddialarından vazgeçerek, İsrail ile 1994’te Barış Anlaşması imzaladı. Böylelikle İsrail karşısında geri adım atılması, ülke içerisindeki Filistinliler’in hoşnutsuzluğuna yol açtı.
Suriye’de 2011 yılında başlayan Arap Baharı halk hareketlerinin sonucu iç savaşa dönüşmüş durumda. İşte bu iç savaştan dolayı Ürdün’e göç eden Suriyelilerin sayısı 640 bini buldu. Hem Filistinliler’in, hem de Suriyeliler’in, 9 buçuk milyonluk Ürdün nüfusu içerisinde demografik dengeleri bozduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Ortadoğu ülkelerinde olduğu gibi Ürdün’de de siyasî, ideolojik, etnik, mezhepsel, sosyal ayrılıklar mevcut. Bir de bunlara Filistin ve Suriye’den gelen mülteciler eklenince, yer altı kaynakları zengin olmayan Ürdün’ün ekonomisine ağır yükler getirmektedir.
Hükümetin karşı karşıya olduğu diğer zorluklar ise yoksulluk, işsizlik, enflasyon, gelir dağılımı adaletsizliği ve bütçe açığı. Kral II. Abdullah 1999’da tahtı devralmasından bu yana, önemli ekonomik reformlar gerçekleştirdi.
Ancak Ürdün’ün Gayrisafi Yurtiçi Hasıla’sı (GSYİH) bölgesel karışıklıklar ve küresel ekonomik krizden etkilendi. Suriye’deki iç savaş da Ürdün’ü hem siyasî, hem ekonomik, hem de insanî açıdan olumsuz etkiledi. Mültecilere yardım için yarım milyar dolardan fazla para harcayan Ürdün, artan nüfusun eğitim ve sağlık ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyor. IMF’in kamu borcunu azaltma tavsiyeleri üzerine hazırlanan Gelir Vergisi Yasa Tasarısı’nın kabulü üzerine 1 Haziran 2018 Cumartesi gününde beri binlerce Ürdünlü protesto gösterileri gerçekleştiriyorlar.
Ekonomik ve malî reformları destekleme amaçlı kredi, Ürdün’ün kamu borcunun 2021 yılına kadar GSYİH’sının yüzde 94’ten yüzde 77’ye azaltılmasına yönelik uzun vadeli bir amacı bulunuyor. Krediye paralel olarak kabul edilen Gelir Vergisi Yasası ile yıllık geliri 8 bin Dinar olan herkes daha fazla vergi ödeyecek. Tam da bu nokta halkın sokak gösterilerine başlamasına sebep oldu.
Ürdün halkı, protestolarda “Ürdün halkı diz çökmeyecek, hükümet istifa” sloganları ile hükümetin 5 Haziran 2018 Salı günü istifasını sunmasına yol açtı.
Ürdün Parlamentosu’ndaki 130 milletvekilinden 78’i Gelir Vergisi Yasası Tasarısı’nın oylamasına katılmayacaklarını söylemeleri de halkın sokağa çıkma sebeplerindendir.
Kral’ın 5 Haziran 2018 Salı günü kabul edilen Yasa Tasarısı’nın dondurulduğunu ve hükümetin istifasını istediğini söylemesi de gösterilerin ateşini söndüremedi. Kral, Eğitim Bakanı Ömer Er-Rezzaz’ı yeni hükümeti kurmakla görevlendirdi.
Ürdün’de sosyo-ekonomik sorunlar kartopu etkisiyle büyümeye devam ediyor. Buna karşılık halk gösterileri de sürerken, ülkede yaşanılanlar Arap Baharı mı? Sorusunu akıllara getiriyor. Her şeye rağmen kurulacak yeni hükümetin sorunlara çözüm üretmesi ve tavsiyeleri merakla bekleniyor.
.
Lübnan’da seçimin kazananları ve kaybedenleri
Seçimlerin ön değerlendirmesini, Yeni Asya’da 16-17 Nisan 2018 tarihlerinde “Lübnan Seçimlerini Anlama Kılavuzu-1 ve 2” başlıklı yayınlanan makalelerimde yapmıştım.
Yayınlanan yazılarımda Lübnan’ın toplumsal/etnik, siyasî/ideolojik alanlarda oldukça heterojen bir yapıya sahip olduğunu vurgulamıştım. Hatırlanacak olursa ülkede resmi tanınan 18 farklı mezhebin bulunduğu, siyasî partilerin başlıca 14 Mart ve 8 Mart adı altında birlikte hareket ettiklerini, yine ülkenin İsrail ve Suriye’nin çatışma alanı haline geldiğini vb. konuları sizlerle paylaşmıştım. 6 Mayıs 2018’de yapılan seçimlerin sonuçları, önceki değerlendirmelerimizi teyit etmiş oldu.
Lübnan’da 9 yıl aradan sonra yapılan seçimlerde Hizbullah ve Amal Partisi’nin destekçisi partiler seçimin kazananı oldular. Bölgedeki faaliyetleri İran tarafından desteklenen Hizbullah’ın Parlamento’da gücü elde etmesi ile Tahran’ın Lübnan’daki nüfuzunu arttırması beklentiler arasında.
Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin liderliğindeki Gelecek Hareketi 2009 seçimlerinde 33 sandalye kazanmıştı. Hareket 6 Mayıs seçimlerinde oy kaybederek 18 sandalyeye gerilemiş durumda. Bununla birlikte Suudi Arabistan destekli Hariri, İran destekli Hizbullah karşısında da seçimin kaybedenler kulübünde yerini aldı. Hariri’nin Gelecek Hareketi halen Lübnan’da Sünnî Müslümanların lideri konumunda.
Özgür Yurtsever Hareketi gibi sağcı Hırıstiyan partileri bünyesinde barındıran Lübnan Kuvvetleri de seçimlerde ciddî bir başarı elde etti. Seçimlerde Hareket’in mevcut 8 sandalyesi 15’e yükselerek seçimin kazananları arasında yer aldı. Hareket aynı zamanda Hizbullah’a sert muhalefeti ile biliniyor. Hizbullah’ın silâhlı yasadışı örgüt şeklinde tanımlıyor.
Bağımsız adaylar seçimlerde siyasî partilere karşı rekabet ettiler. Ancak birçoğu başarısız oldular.
Seçim sonuçlarına göre Parlamento’da Hizbullah 13, Amal Partisi 16, Suriye Ulusal Sosyalist Partisi 3, Marada Partisi 2, Özgür Yurtsever Hareketi ve bağlı siyasî unsurlar 26, Karar Akımı 4, Sosyalist Parti 8, Gelecek Hareketi 18, Sosyalist Parti 8, Lübnan Kuvvetleri 15, Phalange Hareketi 3 ve diğer siyasî unsurlar 20 sandalye kazandılar. Elbette sandalye sayılarında yapılan ve yapılacak itirazlar sonucunda değişiklik olabilir.
Dört buçuk milyon nüfuslu ülkede, seçimlere yüzde 49.2 oranında katılımın, seçim sonuçlarının meşrûiyet tartışmasını da beraberinde getirmesi muhtemeldir. Ancak 2009’dan bu yana yapılamayan seçimlerin gerçekleştirilmesi, elbette demokratik sürecin işlerliği açısından önem arz ediyor.
İsrail’den, Hizbullah’ın seçim başarısına tepki gecikmedi. İsrail Eğitim Bakanı Naftali Bennet Twitter hesabından “Hizbullah=Lübnan” yazarak “İsrail, Lübnan ve Hizbullah arasında ayrım yapmayacak ve İsrail topraklarındaki herhangi bir eylemden Lübnan’ı sorumlu tutacaktır” ifadesiyle Hizbullah’a yönelik tutumunu yinelemiş oldu.
İran’ın Hizbullah üzerinden, Suudi Arabistan’ın da Hariri’nin Gelecek Hareketi üzerinden mücadele ettikleri Lübnan’da son seçimlerin galibi Amal Partisi destekli Hizbullah oldu.
Suudi Arabistan bir süredir başta ılımlı İslâm politikası olmak üzere, Veliaht Prens Salman’ın öncülüğündeki iç gelişmeler kaydederken, dış ilişkilerde de politika değişikliğine gittiğinin sinyalini vermişti. Gelecek Hareketi’nin seçimlerde oy kaybetmesi ile Suudiler’in Lübnan üzerinde farklı bir stratejiye yönelmesi ihtimal dahilindedir.
Seçimler sadece Lübnan için değil, bölgesel aktörler için de önemli.
.
Müslüman Kardeşler’in uzlaşma çağrısı
Darbenin gerçekleştiği anda Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ve İhvan’ın ileri gelenleri tutuklanarak hapis edildiler. O tarihten bu yana birçok dâvâdan yargılanmalarına devam ediliyor.
Aslında 3 Temmuz 2013 darbesi Müslüman Kardeşler ve taraftarı siyasal unsurlara karşı yapılan ilk darbe değil. Resmî olarak 1928’de kurulan İhvan, tarihinde 3 defa kapatıldı. İlk yasaklanmaları 1948’de Kral Faruk, ikinci yasaklanmaları da 1954’te Cemal Abdul Nasır tarafından gerçekleştirildi. Son kapatılma ve yasaklanma ise 2013’te darbeden sonra yapıldı. İhvan devamında da terör örgütü ilân edilmişti.
Mısır’da, yanlışlarını ve doğrularını bir kenara bırakırsak İhvan’ın yasaklanmasının temel sebebi siyasal ve toplumsal alanda ağırlığının bulunması. 2011’de başlayan Arap Baharı süreci ile siyasî parti hüviyetine kavuşan İhvan, Hürriyet ve Adalet Partisi’ni kurarak 2011-2012 seçimlerinde hem Cumhurbaşkanlığını kazanmış hem de yaptığı ittifaklarla Parlamento’da çoğunluğu sağlamayı başarmıştı. Müslüman Kardeşler’in bu siyasal başarısı, Mısır’daki eski rejimin yılmaz bekçilerini (floul) harekete geçirmişti. Bir başka ifade ile rejim kendisine büyük bir rakip görmek istememektedir.
Ayrıca Müslüman Kardeşler’in Mısır tarihinde ilk kez demokratik, özgür, şeffaf ortamda yapılan seçimlerle iktidara gelmesi, Ortadoğu’nun Krallık, Emirlik, Şeyhlik vb. şekillerle yönetilen ülkelerinin rejimlerinde de endişeye yol açmıştı.
Müslüman Kardeşler, Mısır rejimi ve faaliyet gösterdiği diğer 16 ülkedeki yönetimlerle her şeye rağmen yakınlaşma çabasında oldu. Bu çabasında da dönem dönem başarılar kaydetti.
Müslüman Kardeşler’in rejimin bütün baskılarına rağmen 2013 darbesinden sonraki süreçte barışçıl protesto gösterileri ile dünya genelinde seslerini duyurarak ciddî bir kamuoyu oluşturduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Dolayısıyla İhvan, asker-sivil destekli darbe karşısında demokratik duruşundan taviz vermeden hukuk içerisinde kalarak barışçıl girişimlerine devam etmektedir.
Rejimle ciddî anlamda son yakınlaşma girişimi ise Müslüman Kardeşler’in Başkan Yardımcısı İbrahim Monir’den geldi. Monir, 1 Mayıs 2018’da yaptığı sürpriz açıklamada “Müslüman Kardeşler’in Mısır’daki siyasî, toplumsal, etnik, dinî/mezhepsel sorunların çözümünde ağırlığını kullanarak muhtelif kesimler arasındaki krizi çözmede samimî inisiyatif alacağını” ifade etmesi, samimî vatanseverler tarafından memnuniyetle karşılandı.
Monir açıklamasının devamında “Mısır mevcut haliyle zor şartlar altında. Dolayısıyla ülkeyi rahatsız eden krizden kurtarılmasında vizyonumuzla ve pratik çözümlerimizle hazırız” dedi. Monir, rejimle anlaşabilmenin önceliklerini “ülkenin meşrû Cumhurbaşkanı tutuklu Mursi’nin serbest bırakılması, on binlerce kişinin tutukluluk haline son verilmesi vb.” şeklinde sıralamaktadır.
Monir açıklamalarında Mısır’daki uzlaşma ortamını gözler önüne seriyor. Bununla birlikte İhvan’ın, darbeden itibaren rejimle zaman zaman uzlaşma girişimleri başlatma gayretinde olduğu biliniyor. Ancak İhvan’ın geniş toplumsal desteği, rejimin başlıca çekincesi. Bunun en son örneği 26-28 Mart 2018’de Abdul Fettah Al-Sisi’nin ikinci defa Cumhurbaşkanı seçildiği seçimlerde görmek mümkündür. Yani Müslüman Kardeşler’in boykot ettiği seçimlere, 60 milyon seçmenden seçimlere katılımın yüzde 40 olması, rejimin çekincesini açık bir şekilde göstermekte.
Tarihî olarak incelendiğinde Müslüman Kardeşler ve rejim ilişkisini kirpilerin bir arada yaşama metaforundan yola çıkara açıklayabiliriz.
Bir kış günü kirpiler ısınmak için bir araya toplanır. Fakat yaklaştıkça okları birbirine batar ve biri diğerini yaralar, uzaklaşırlar. Ancak hava oldukça soğuktur ve yeniden birbirlerine yaklaşmak durumunda kalırlar. Ama bu sefer de canları yanar, yeniden ayrılırlar. Dondurucu soğukta birbirlerine zarar ver- meden yaklaşabilecekleri mesafeyi ayarlayana kadar bu yaklaşma-uzaklaşmalar devam e- der. Sonuçta birbirlerini yaralamadan durabilecekleri uygun mesafede bir yakınlığı bulup soğuğa karşı korunurlar. İşte tam burada Monir’in çağrısı üzerine ilerleyen günlerde rejimin uzlaşma yolunu gidip Mısır’ı soğuktan koruma hakkındaki samimiyetini gözlemleyeceğiz.
Müslüman Kardeşler 1928’den bugüne 3 defa yasaklanmış olsa da, her zaman rejimle uzlaşma yolunu aramış ve diğer siyasî unsurlarla da ilişki/ittifak içerisinde olmuştur. Mısır’da rejimin ülkeyi krizden kurtarması için, ülkedeki en büyük toplumsal yapı olan Müslüman Kardeşler’le uzlaşması kaçınılmazdır.
.
Irak’ta seçim süreci (1)
Soğuk Savaş’ın sona ermesini simgeleyen, Doğu ve Batı Almanya’yı birbirinden ayıran Berlin Duvarı’nın 1989’da yıkılmasıyla birlikte, dünyada ABD ve SSCB’nin başını çektiği İki Kutuplu uluslar arası sistem çökmüştür. İki Kutuplu dünyanın sonu, Soğuk Savaş’ında sonu anlamına gelmekteydi. Böylece Doğu Avrupa ülkelerinin Demir Perdesi açılmıştı. Aynı zamanda bu ülkeler zorunlu ve sorunlu bir şekilde yeni uluslar arası sistemle tanışmak durumunda kaldı.
Dünya tarihinde Roma İmparatorluğundan sonra yeryüzünün efendisi olan ve Yecüc-Mecüc gibi ortalığı alt üst eden ABD, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla birlikte tek süper güç olmanın verdiği rahatlıkla “yeni dünya düzeni”ni kurmaya çalışmaya başladı. ABD, 11 Eylül 2001 saldırılarından sonrada bu isteğini çok güçlü bir şekilde dile getirmişti.
Uluslar arası ilişkiler uzmanlarının tesbitlerine göre İki Kutuplu sistemde, savaşlar yaşansa da görece daha istikrarlı bir dönemdir. Ancak Soğuk Savaş sonrası süreçte, başta eski Yugoslavya (Bosna Hersek), Afganistan ve Irak olmak üzere etkisi uzun süren savaşlar yapılmıştır.
11 Eylül 2001 tarihinde ABD’nin Dünya Ticaret Merkezi (İkiz Kuleler) ve Savunma Bakanlığı Merkezi Pentagon’un El-Kaide militanlarınca hedef alınması dünyada yeni bir milât olarak kayıtlara geçmiştir. Militanlar tarafından sivil uçaklarla bu iki hedefe ölüm uçuşu (Kamikaze) yapılması, artık sadece askerî değil sivil araçlarla da terör eylemlerinin yapılabildiğine işaret etmekteydi.
Irak’a AskerÎ Müdahale ve Terlik Güzellemesi
1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra, 2001’deki 11 Eylül saldırıları uluslar arası sistemde yeni bir milât şeklinde tarihe geçmişti. Saldırılardan sonra George W. Bush Başkanlığındaki ABD ve beraberindekilerin Afganistan ve Irak işgalleri başladı. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile Irak’a demokrasi götürmeyi ve böylece terörizmi kaynağında kurutacağını iddia eden ABD’nin işgali sonucunda, Irak hal-i hazırda fiilî olarak 3’e bölünmüş durumdadır. Buna ek olarak Irak dinî ve etnik amaçlı bir takım terör örgütlerinin serbestçe hareket edebildiği istikrarsız bir coğrafyaya dönüştü. ABD’nin Irak işgalinden geriye, Iraklılar’ın Saddam Hüseyin’in heykellerini yıkarak, heykele terlikle vurma güzellemesi kaldı. Elbette alt ve üst yapısı neredeyse tamamen yıkılmış koskoca bir ülkeyi de unutmamak gerek.
Anayasal Süreç ve Seçimler
ABD müdahalesinin ardından 2004 yılındaki Ulusal Meclis Seçimleri önemli bir adımdı. Yaşanan bütün iç ve dış olumsuzluklara rağmen 2005’te yapılan referandumla Yeni Irak Anayasası kabul edildi. Yapılan eleştiriler ve eksiklikleri bulunsa da Yeni Anayasa’nın kabulü, işgal sonrasında Irak gibi istikrarsız bir coğrafya açısından Anayasal sürecin başlatılması kayda değer bir gelişmeydi. Bu gelişmenin devamında 2005 yılı Parlamento seçimleri, 2009 yılı İl Meclisi Seçimleri, yine 2009 yılı Kürt Bölgesi Başkanlık ve Parlamento Seçimleri, 2010 yılı Irak Parlamento Seçimleri, 2013’te Kürt Bölgesi Seçimleri ve 2014’teki Irak Parlamento Seçimleri vb. adımlar Irak’ta seçimler, demokratikleşme, Anayasal sürecin işlerliği gibi gelişmeleri göstermek açısından önemli.
.
Irak seçimlerinde siyasî yapı ve oluşumlar (2)
Irak neredeyse 1990’dan bu yana istikrar arayışında. Ancak ülkenin multi etnik ve mezhepsel yapısı, iç ve dış müdahaleler, terör, petrol kaynaklı zenginliğin halka refah olarak yansımaması en önemli sosyo-ekonomik sorunlarıdır.
Irak Bağımsız Yüksek Seçim Komisyonu’nun geçtiğimiz Ocak ayının 15’inde, 2018 yılı Parlamento Seçimleri’nin 12 Mayıs 2018’de yapılacağı duyurulmuştu. Irak’ın kırılgan coğ- rafyasında siyaseti başlıca farklı etnik, mezhepsel, ideolojik unsurlar belirlemektedir. Bu açıdan 328 sandalyeli Irak Parlamentosu’nda yüksek oranda temsiliyet siyasî taraflar için önem arz ediyor. Kadınların Parlamento’da temsiliyetleri yüzde 25.30 oranı ile 83 sandalyeden oluşuyor. Böylece erkek temsiliyet oranı da yüzde 74.70 düzeyinde.
Birde Parlamento’da 328 sandalyenin 8’i azınlıklara ayrılmış durumda. Bu azınlıkların 2014 seçimlerindeki temsiliyetleri ise Hıristiyanlar 5, Seba 1, Şabak 1 ve Yezidi 1 şeklinde sıralanıyor.
Seçim Sürecinde Adaylar
12 Mayıs 2018 Seçimlerinde Parlamento’nun 329 sandalyeye çıkartılması planlanıyor. Ancak 329 sandalye için Irak genelinde 6904 adayın yarışacağı hatırlandığında, seçimlerin önemi bir kez daha anlaşılıyor. Bununla birlikte adaylar seçimlere çeşitli parti, blok, ittifak, koalisyon vb. yapılarla giriyor. Seçimlere katılan bu unsurlar 18 vilayette toplamda 6904 aday ile yarışacaklar. Aynı partiler farklı vilayetlerde farklı ittifaklar ya da koalisyonlar çatısı altında seçimlere girecekler.
Siyasal Oluşumlar
Irak’ın farklı etnik, mezhepsel ve ideolojik durumu siyasette farklı kesimlerin bir araya gelmesine veya birbirlerinden uzaklaşmalarına sebep olmaktadır. Diğer taraftan Irak seçimlerinde 4 ana listenin yarışacağı anla- şılmakta. Bunlardan en önde geleni mevcut Başbakan Haydar El-İbadi (Şiî)’nin liderliğindeki Zafer Koalisyonu’dur. Eski Başbakan Nuri El-Maliki (Şiî)’nin Hukuk Devleti İttifakı ikinci sırada yer alıyor. Buna ek olarak eski Başbakan Ayad el-Allavi (Şiî)’nin Ulusal İttifak Koalisyonu ve İran’a yakınlığıyla bilinen Irak Gönüllü Halk Güçleri Komutanı Hadi El-Amiri’nin Fetih İttifakı bulunuyor.
Dağılan Zafer Koalisyonu
Haydar El-İbadi’nin Zafer Koalisyonu Şiî, Sünnî ve Hıristiyanların sivil-seküler kesimlerinden meydana geliyor. Koalisyon’da Ammar El-Hakim’in liderliğindeki Ulusal Bilgelik Eğilimi (Tayar el-Hikma el-Watani) ve Şiî din adamı Mukteda Sadr önde gelen isimlerden. Koalisyon’un Basra’da Irak Petrol Bakanı Jabbar Al-Luaibi tarafından temsil edilirken, Ninova Vilayetinde, eski Irak Savunma Bakanı Khaled Al-Obeidi ile Al-Nasr Koalisyon’un başında yer alanlardan. Kuzey Irak Kürt bölgesi ve Kerkük’te ciddî bir varlık gösteremeyen Koalisyon’un seçimlerde 55 sandalye kazanması beklenmekteydi.
Ancak Irak’ın çok parçalı siyasî atmosferi Zafer Koalisyonu’na da yansımış ve Koalisyon 15 Ocak, 29 Ocak ve 30 Ocak 2018’de üç kere bölündü. Her ne kadar Koalisyon dağılmış olsa da 12 Mayısa kadar siyasette yeni yapılanmalara gidilmesi muhtemeldir. İbadi aynı zamanda, teknokratik İslâmî Dâvâ Partisi (Hizb el-Dâvâ el-İslâmiye)’nin kadrolarını da Zafer Koalisyonu’na dahil etmeye çalışıyor. Böylece İbadi’nin ittifak arayışlarına devam ettiği anlaşılıyor.
.
Irak seçimlerinde siyasî tarafların pozisyonu (3)
Ancak 12 Mayıs 2018 seçimlerine az bir süre kala Zafer İttifakı 15-29 ve 30 Ocak 2018’de 3 defa bölündü. Zafer İttifakı’nın tamamen dağılmasının ardından diğer siyasî oluşumlar hareketlilikler gözlemlendi. Yine siyasî taraflar için yapılan çeşitli anketlerde de muhtemel seçim başarıları hakkında veriler Irak basınında kaydediliyor.
Hukuk Devleti İttifakı
Maliki’nin Hukuk Devleti İttifakı’nda Dâvâ Partisi, Irak Dâvâ Partisi ile İslâmcı ve liberal figürler bulunuyor. Seçimlerde Hukuk Devleti İttifakı’ının Parlamento’ya 34 temsilci göndereceği siyasî kulislerde konuşuluyor.
Ulusal İttifak Koalisyonu
Allavi’nin Ulusal İttifak Koalisyonu’n da Irak Temsilciler Konseyi Başkanı Dr. Salim Al-Jubori ve Dr. Saleh Al-Mutlaq’ın isimleri öne çıkmaktadır. Al-Jubori, Irak İslâmcı Partisi ve Müslüman Kardeşler’in birbiri ile yakın ilişkide oldukları gözleniyor. Bununla birlikte Koalisyon’da bazı siyasî, akademik ve liberal kesimden de isimler bulunmakta. Anket çalışmalarına göre Koalisyon’un seçimlerde 35 temsilciyi Parlamento’ya göndereceğine dikkat çekiliyor.
Fetih İttifakı
Fetih İttifakı’nın içerisinde Asa’ib Ahl Al-Hak, Bedir Güçleri (Al-Hashed al-Shaabi) ve Irak İslâm Yüksek Konseyi gibi İran yanlısı unsurlar yer alıyor. Fetih İttifakı lideri Hadi El-Amiri aynı zamanda Bedir Güçleri’nin de başkanıdır. İbadi’nin Zafer İttifakı’ndan 15 Ocak 2018’de Irak Rönesans ve Barış Bloğu, İslâmî Fazilet Partisi, Bağımsız Blok, Türkmen Sivil Haklar Partisi, Irak Türkmenleri İçin İslâmî İttifak, Kalkınma Topluluğu, Zafer ve Reform Bloğu, İstikrar Bloğu, Ulusal Reform Eğilimi, Barış İnşası İçin Yetkili Topluluk, Irak İstikrar Partisi, Ulusal Irak Konferansı, Iraklıyız Hareketi, Kutlu Shaban Ayaklanması, Adalet ve İlerleme Eğilimi, Shaban Ayaklanması Kardeşlik Konseyi, Liberal Hareket ayrılmışlardı. Ayrılan bu siyasî yapılar Hadi El-Amiri’nin Fetih İttifakına yakın duruyorlar. Fetih İttifakı ve bu 18 siyasî unsurun seçimlere ayrı listelerle katılması ön görülüyor. Bazı Sünnî figürlerinde İttifak ile siyasî birliktelik arayışında oldukları iddia ediliyor. İttifak’ın seçimlerde 43 sandalye kazanması ihtimaller dahilindedir.
Ulusal Bilgelik Eğilimi
Zafer İttifakı’nın 29 Ocak 2018’de ikinci kez dağılmasıyla birlikte Ammar El-Hakim’in Ulusal Bilgelik Eğilimi’nin de seçimlere bağımsız listelerle gireceği ihtimal dahilindedir. Ulusal Bilgelik Eğilimi’ne farklı düşünceden Iraklı gençler katılmış durumda. Eğilim’in seçimlerde 22 sandalye kazanacağı tahminler arasında.
Zafer İttifakı’nın Sonu
Yine Zafer İttifakı’nın 30 Ocak 2018’de üçüncü defa bölünmesiyle Irak Sadakat Hareketi, Ulusal Kesinlik Partisi, Kitlelerin Toplanmasının Sesi, Irak Refah Topluluğu, Dahili Organizasyon, Mezopotamya’nın Umudu ittifaktan ayrılmış oldular. Böylece İttifak tamamen dağılmış oldu.
İbadi’nin İran destekli Halk Seferberlik Güçleri ile başarısız politik ittifakı ve Ammar el-Hakim’in siyasî müttefiklerinin güvenini sağlamadaki başarısızlığı, İbadi’nin değişen siyasî çıkarları yönetemediğine işaret ediyor. Diğer taraftan seçim sonrasında da ittifak ve koalisyon oluşumlarına gidilmesi bekleniyor.
SünnÎler İçin Seçimler Ertelenir mi?
Nineva vilayeti Sünnî aşiretlerin sözcüsü Şeyh Muzahim El-Hawyeet seçimlerin ileri bir tarihe tehir edilmesini talep ediyor. Iraklı Sünnî aşiretlere göre, IŞİD/DAEŞ/DAİŞ terör örgütünün olumsuz faaliyetlerinden dolayı 1100 yerleşim yerinden 5 buçuk milyon insanın göç etmek zorunda kaldı. Sünnilerin çoğunlukta oldukları yerlerden göç etmek durumunda kalmaları ile ayrıldıkları yerleşimlerde azınlığa düştüklerini ileri sürmektedirler. Dolayısıyla göç edenlerin geri dönerek ikametlerine yerleşip seçimlere gidilmesinin daha sağlıklı olacağını ifade ediyorlar. Geriye göçün zaman alacağı göz önünde bulundurulduğunda Sünnî aşiretler seçimlerin ertelenmesi gerektiğini düşünüyorlar. Ancak şu ana kadar seçimlerin ertelenmesi yönünde ciddî bir kamuoyu oluşturulabilmiş değildir.
Kürtler Seçmenler
Kuzey Irak Kürt bölgesinde Kürdistan Demokratik Partisi’nin Kerkük’te aday listesi sunmayacağı ülke basınında yazılanlar arasında. Buna karşılık diğer Kürt aday listeleri, Barham Salih ve İslâmcı grupların Al-Taghier listesi ile farklı yerleşim bölgelerinde seçimlerde yarışacağı belirtiliyor. Kürt seçmenlerin tercihi ile 57 kişinin Parlamento’ya gönderilmesi muhtemel hedeflerdendir.
Al-Karar Listesi ve Al-Hal Bloğu
Usama Al-Nujaifi’nin Al-Karar listesinin de 10 sandalye kazanacağı bildiriliyor. Jamal Al-Karbuli’nin Al-Hal Bloğu’nun da 10 sandalye kazanma durumu mevcuttur.
Saroon Listesi
Şiî din adamı Mukteda Sadr’ın Saroon adlı listesinin Şiî, Sünnî, İslâmî yönelimi ağır basan isimlerden oluştuğu ve hatta Komünist entellektüellerin de temsil edildiği bir liste olduğu ileri sürülmektedir. Sadr ve listesinin seçimlerde 35 temsilci kazanacağı öngörüler arasında.
Türkmenler
Türkmenler de Irak’ın çok parçalı siyasî ortamı ve uygulanan Nispi Seçim Sistemi ve Sainte-Lague Seçim Sistemlerinden dolayı Parlamentoya 16’dan fazla temsilci gönderememektedirler.
Değerlendirme
Irak’ta 12 Mayıs 2018 seçimlerinde 88 partinin katılması muhtemeldir. Bu partiler aynı zamanda çeşitli ittifak, koalisyon, blok, cephe, hareket, topluluk, eğilim, konferans, uyanış, konsey, organizasyon, umut, liste vb. isimler altında siyasal birleşme ve ayrışmalar yaşanıyor. Irak Irak’taki mevcut siyasal ve toplumsal konjonktür heterojenlik arz ediyor. Ancak bu heterojenlik aynı zamanda farklılıkların zenginliği şeklinde de yorumlanabilir. Ülkenin siyasî/ideolojik, dini/mezhepsel, toplumsal/etnik, çok kültürlü zenginliği kendisini siyasette fazla sayıda partilerin kurulmasının sebebi olduğu söylenebilir. Fakat bu zenginliğin Irak’ın geleceğinin inşa edilmesinde harekete geçirilmesi zorunluluktur.
.
Lübnan seçimlerini anlama kılavuzu (1)
Lübnan’da genel seçimlerin 6 Mayıs 2018’de yapılması kararlaştırıldı. Ülkede 2013 yılında yapılması gereken seçimler, içeriden ve dışarıdan kaynaklı sorunlar dolayısıyla seçimler neredeyse 5 yıl ertelendi. Lübnan’da Cumhurbaşkanı Michael Aoun ve Başbakan Saad Hariri’nin uyumlu çalışması sonucunda 16 Haziran 2017’de yeni bir seçim yasası yapılarak, 6 Mayıs 2018 seçimlerinin önü açılmış oldu. Seçim sürecine giren Lübnan’da, seçimleri ve siyaseti anlayabilmek için ülkede yakın geçmişteki gelişmeleri hatırlamakta fayda vardır.
18 Farklı Mezhebî Grup
Lübnan, Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden çekilmesinden sonra, Batılı güçler tarafından kurulmuştur. Lübnan’da farklı dinî mezhep ve etnik unsurlar yaşamaktadır. Ülkede resmî olarak kabul edilen 18 farklı mezhep grubu bulunmaktadır. Bunların başlıcaları Şiîler, Sünnîler, Dürziler, Maruniler, Ermeniler ve Filistinli mültecilerdir.
Bu farklılıklara rağmen belli bir Lübnanlılık kimliği de gelişmiştir. Lübnan’ın etnik ve mezhebî farklılığını okumak için Pluto Press yayınlarından Fawwaz Traboulsi’nin “A History of Modern Lebanon” kitabı ile yine Pluto Press’den Bassel F. Salloukh, Rabie Barakat, Jinan S. Al Habbal, Lara W. Khattab ve Shoghig Mikaelian’ın ortak yazdıkları “The Politics of Sectarianism in Post War Lebanon” kitapları başvuru kaynağı niteliğindedir.
Ortadoğu’nun İsviçre’si ve Singapur’u
Nüfusundaki mezhebî ve etnik heterojenlik, Lübnan’ı tarih boyunca dış müdahalelere açık hale getirmiştir. İç gelişmeleri bölgesel ve uluslar arası ortam şekillendirmektedir.
Lübnan 1975 öncesi “Ortadoğu’nun İsviçre’si” ve 1990’ dan sonra “Ortadoğu’nun Singapur’u” olarak adlandırılmaktaydı. Ancak Lübnan coğraf- yasında 1978, 1982, 1993, 1996 ve 2006 yıllarında yaşanan iç çatışma ve savaşlar ülkenin gelişimini ve istikrarını olumsuz etkiledi.
Lübnan iç çatışmaların yanında bir de Suriye, İsrail, İran ve Batılı güçler arasında mücadele sahası oldu.
Suriye ve İsrail’in Çatışma Alanı
2000 yılında İsrail ve 2005’ te de Suriye askerlerini Lübnan’dan geri çekmiştir. İsrail 1978’de çıkarılan BM 425 ve 426 sayılı kararlarına 22 yıl sonra uygulamış oldu. İsrail çekilirken yüzlerce mayını bölgede gömülü bıraktı.
Bugüne kadar bu mayınların haritasını Lübnan yönetimine vermedi. Hizbullah’ın silâhlarını bırakmaması, Go- lan Tepeleri ve Sebaa Çiftlikleri konularındaki anlaşmazlıklar halen devam ediyor.
Hariri Suikastı
Lübnan’da 14 Şubat 2005’ te eski Başbakan Refik Hariri’nin suikast sonucu öldürülmesiyle birlikte yeni bir iç savaşın eşiğine gelindi. Konu uluslar arası aktörlerin tepkileriyle ve BM soruşturma raporlarıyla Suriye’nin Lüb- nan’daki işgaline odaklandı. Daha detaylı bilgi için Oxford University Press yayınlarından William Harris’in “Lebanon, A History 600-2011” isimli eser incelenebilir.
14 Mart ve 8 Mart Hareketleri
14 Mart 2005’te yapılan 1 milyon insanın katıldığı özgürlük gösterisi ile Lübnan’da en güçlü siyasî gruplardan “14 Mart” 12 siyasî partinin bir araya geldiği hareket olmuştur. Liderliğini Refik Hariri’nin oğlu şu anki Başbakan Saad Hariri’nin yaptığı harekette şu partiler yer almaktadır: Gelecek Hareketi (Saad Hariri), Özgür Lübnanlı Liberal Ermenilerin Hareketi (Tuğgeneral Narik Panos İbrahimhman), İlerici Sosyalist Parti, Demok- ratik Yenilenme Hareketi (Nassib Lahoud), Bağımsızlık Hareketi (Michel Mauawad), Demokratik Sol Hareket (Nadim Abdel Samad), Phalange Partisi (Sami Gamayel), Lübnan Güçleri Partisi (Samir Geagea), Tağyir (Değişim) Hareketi, Ramgavar Partisi, Ulusal Liberal Parti, Sosyalist Demokrat Hınçak Partisi.
14 Mart Hareket Suriye hegemonyasına son vermek ve Hizbullah’ın gücünü kırmayı amaçlamıştır. Refik Hariri’nin öldürülmesinden son ra, Hareketin çalışmaları Sedir Devrimi’nin gerçekleşmesine sebep oldu. Sedir Devrimi’nin gerçekleşmesinde ABD’li George Soros’un da dahlinin olduğu iddialar arasında.
14 Marta karşılık olarak diğer bir güçlü siyasî grup ise “8 Mart” hareketidir. 8 Mart Hareketi Suriye ve İran destekli olup, liderliğini Hizbullah’ın Genel Sekreteri Hasan Nasrallah yapmaktadır. 8 Mart hareketinde şu siyasî gruplar yer almaktadır:
Şiî Hizbullah, Partisi (Hasan Nasrallah), Şiî Amal Partisi (Nabih Berri), Özgür Vatansever Hareket (Michael Aoun), Marada Hareketi (Süleyman Franjiye), Ermeni Taşnak Partisi, Marunilerden Reform ve Değişim Bloğu, Maruni Talal Arslan, Suriye Ulusal Sosyalist Partisi, Sünnî Ulusal Buluşma lideri Ömer Kerami, Dürzi lider Velid Canbolat.
Parlamento ve SiyasÎ Yapı
2005 ve 2009 yılı seçimlerinde bu iki hareket mücadele etmişlerdir. Lübnan Parlamentosu’ndaki temsiliyet mezheplerin tahmini oranlarına göre yapılıyor. Çünkü resmî nüfus sayımı en son 1932’de yapılmış ve bir daha da yenilenmemiştir. Meclisi oluşturan 128 milletvekilinin yarısı Hıristiyan, diğer yarısı da Müslüman olmak zorunda. Seçim bölgelerinde vatandaşlar tek tek adaylar için değil, bölgenin mezhep dağılımına göre oluşan koalisyonlara oy veriyor.
Diğer taraftan Maruni Cumhurbaşkanı, Sünnî Başbakan, Şiî Meclis Başkanı dinî kimlikleriyle siyasetin içinde yer alıyorlar.
.
Lübnan seçimlerini anlama kılavuzu (2)
Sinyora hükümeti vaad ettiği yoksulluk ve yolsuzlukla mücadele, gelir dağılımı adaletsizliğinin giderilmesi ile seçim kanunundaki değişiklikleri gerçekleştirmede başarı kaydedemedi. Hariri suikastıyla ilgili I.B. Tauris yayınlarından Nicholas Blanford’un yazdığı “The Assassination of Refik Hariri And Its Impact On The Middle East Killing Mr. Lebanon” adlı kitap okunmaya değer nitelikte.
İsrail – Hizbullah Çatışması
24 Haziran 2006’da İsrail ordusu Gazzeli iki sivili kaçırmış ve hapis etmişti. Ertesi gün Filistinliler bir İsrail askerini kaçırınca İsrail birlikleri Gazze’yi bombalamışlardı. 12 Temmuz’da İsrail Hizbullah’ın iki askerini kaçırmasını bahane ederek, güney Lübnan’ı bombalamaya başladı. 12 Ağustos’ta, Lübnan hükümeti BM Güvenlik Konseyi’nin İsrail’in Lübnan’a saldırmasından tam 1 ay sonra çıkarabildiği ateşkes çağrısını onaylamıştı. Hizbullah da bu çağrıya İsrail uyduğu takdirde hükümetin kararına saygı duyacağını açıkladı.
Hizbullah lideri Nasrallah 34 günlük savaş sonunda, Gazze’de Filistinlilerin yanında olduklarını belirtmiş ve taleplerini sıralamıştır: Birinci olarak, İsrail hapishanelerinde tutulan 9 bin kadar Lübnanlı ve Filistinli tutsakların serbest bırakılması için masaya oturmaya hazır olduklarını ve ikinci olarak da İsrail’in 2000 yılından beri Lübnan hükümetine vermeyi reddettiği güney Lübnan’daki mayınların haritasının Lübnan’a verilmesi.
Ancak bu taleplerden sadece tutsakların serbest bırakılması yönünde gelişme kaydedildi. 34 Günlük savaş hakkında Amos Harel ve Avı Issacharoff’un Palgrave Macmillan yayınlarından 2008’de çıkan “34 Days Israel, Hezbollah, And The War In Lebanon” isimli kitap bu konuda bizlere önemli bilgiler sunuyor.
2009 Seçimleri
7 Haziran 2009 Lübnan seçimlerinde 14 Mart İttifakı yüzde 45 oy oranı ile 128 sandalyeden 71’ini kazanırken, 8 Mart İttifakı da yüzde 55 oy oranı ile 57 milletvekilliğini kazanmıştır. Seçimlerden önce Hizbullah’ın iki numaralı ismi Naim Kassam “eğer muhalefet seçimi kazanırsa, onlarla birlikte ulusal birlik oluşturmayı” düşündüklerini belirtmişti. Ancak hem 14 Martçılar hem de 8 Martçılar mecliste çoğunluğu sağlayamadılar. Her iki grup da hükümette yer aldı.
Seçimlerden sonra Hizbullah lideri Nasralllah ile Dürzi lider Velid Canbolat’ın bir takım görüşmelerde bulunmaları, mezhepsel gerilimin azalmasına yardımcı olmuştu. Lübnan’daki mevcut sistemin çok kültürlü, mezhepsel ve etnik grupları ittifaklar kuramaya zorladığı görülmektedir. Hizbullah’ın hükümette yer alması gelecekte İsrail ile Lübnan ilişkilerinde rahatsızlıklara yol açması muhtemeldir.
İstihbarat Şefi’ne Suikast
19 Eylül 2012’de İstihbarat Şefi Wissam El Hasan’ın öldürülmesi bölgesel ve küresel güçlerin dikkatlerini tekrar Lübnan’a çekmelerine neden oldu. Hasan, Şam karşıtı olmakla beraber Refik Hariri’ye yakınlığıyla da biliniyordu. El Hasan, Beşşar Esad yanlısı eski bakanlardan Michel Samaha’nın tutuklanmasına yol açan suikast ve Suriye’den Lübnan’a patlayıcı madde taşıma planlarını ortaya çıkarmıştı.
Hasan suikastından da anlaşılacağı üzere, Lübnan’daki gelişmelerin Suriye’dekilerden bağımsız düşünülemeyeceği açıktır. Suriye Lübnan’dan askerlerini geri çekmiş olsa da, bombalı saldırılar, şüpheli ölümler ve Hizbullah üzerinden siyasi varlığını devam ettirmeye çalışmaktadır.
2017’deki Gelişmeler
Lübnan’da 2017 yılı sonunda yaşanan 17 günlük Başbakan Hariri’nin 17 günlük istifa krizinden sonra, ülke gündemini 6 Mayıs 2018’de yapılması planlanan genel seçimler belirlemiştir. Ülkede 2013 yılında yapılması gereken seçimler, içeriden ve dışarıdan kaynaklı sorunlar nedeniyle seçimler neredeyse 5 yıl ertelendi. Lübnan’da Cumhurbaşkanı Michael Aoun ve Başbakan Saad Hariri’nin uyumlu çalışması sonucunda 16 Haziran 2017’de yeni bir seçim yasası yapılarak, 6 Mayıs 2018 seçimlerinin önü açılmış oldu.
Yeni Seçim Yasası ve Beklentiler
Yeni seçim yasası ile nispi temsil sistemine geçilen Lübnan’da, daha önceki seçimlerde uygulanan çoğunluk temsil sistemi terk edildi. Nispi temsil sistemi ile birlikte Parlamento’da daha fazla partinin temsiline imkân sağlanacağı, büyük siyasi partilerin sandalye sayısında gözle görünür bir azalma olacağı, muhtelif sivil toplum kuruluşları temsilcilerinin ve bağımsızların da Parlamento’ya birden çok adayla gireceği ihtimalleri yüksektir.
Lübnan’da 6 Mayıs seçimlerinin siyasi, ekonomik, sosyal, etnik, mezhepsel, bölgesel vd. sorunlara çözüm sunması beklenmektedir.
.
Bahreyn’de İngiliz Üssü açılışı
Bahreyn’de Petrol Üretimi
Bahreyn, Basra Körfezi’nde küçük bir ada ülkesi. Ancak stratejik konumundan dolayı önemli bir coğrafyaya sahip. Bununla birlikte Bahreyn’in önemini arttıran faktör de, diğer Körfez ülkeleri gibi petrol kaynaklarına sahip olsa da, rezerv oranı bölge ülkelerine göre oldukça düşük miktarda. Bahreyn’de ilk petrol sahası 1932’de keşfedilmişti. O tarihten günümüze ülkede petrol üretimi yapılmaktadır.
Bahreyn Petrol Bakanı Şeyh Muhammed bin Halife Al Halife, 4 Nisan 2018 tarihli basın açıklamasında “Bahreyn Körfezi bölgesinde yapılan sondaj çalışmalarında sadece iki kuyudan en az 80 milyar m³ rezervlik yeni petrol ve doğal gaz kaynağı tesbit ettiklerini” ifade etti. Böylelikle Bahreyn yer altı kaynakları, diğer çevre ülkelerin kaynak oranlarını yakalayacak gibi görünüyor.
Bahreyn’de yeni kaynakların tesbitini yapan ise ABD’li De Golyer And Mac Naughton (DEMAC) firması. Bakan Al Halife yeni petrol ve doğal gaz kaynaklarının bulunmasından hemen sonra yabancı şirketleri ülkesine yatırım yapmaya davet etti. Bakan böylece Bahreyn Ulusal Petrol ve Gaz Otoritesi (Bahrain’s National Oil and Gas Authority NOGA)’ne uluslar arası özel sektörden partner arayışında.
Bahreyn’de İngiltere Etkisi
Bahreyn 1892’de yaptığı anlaşma ile İngiltere’nin Protektora’sı haline gelmişti. Yani İngiltere’nin bir çeşit himayesi altındaydı. İngiltere’nin 1968’de bölgeden çekilmesiyle birlikte Bahreyn 15 Ağustos 1971’de bağımsızlığını ilân etti. İlân edilen bağımsızlıkla beraber İngiltere ile daha önceki anlaşmaların yerine geçmek üzere bir Dostluk Anlaşması imzalayan Bahreyn’de uzun süre İngiliz etkisi hissedilmiştir.
Bölgedeki İngiltere etkisini daha iyi anlamak için Simon C. Smith’in 2004 yılında Routledge Curzon yayınlarından çıkan “Britain’s Revival and Fall in the Gulf” isimli kitabı başvuru kaynağı niteliğindedir.
İngiltere Üssünün Açılışı ve Değerlendirme
4 Nisan’da yeni yer altı kaynaklarının keşfedilmesinden bir gün sonra 5 Nisan’da İngiltere’nin Bahreyn’de 500 kişilik daimî Birleşik Kraliyet Destek Donanması Üssü’nün açılışını yapması manidar karşılandı.
Üssün kurulması amaçları arasında denizcilerin güvenliği, askerler ve hava pilotlarının eğitimi, petrol sevkiyatının yapıldığı rotalarda deniz yolu güvenliğinin sağlanması, Asya’ dan Avrupa’ya taşınan ürünlerin güvenli bir şekilde ulaştırılması bulunuyor. Buna ek olarak İngiltere Savunma Bakanı Gavin Williamson da “bölgedeki IŞİD / DAEŞ / DAİŞ vb. radikal terörist unsurlarla mücadele edeceklerini” vurgulaması ise, üssün misyonları arasında olduğunu gösteriyor.
İngiltere’nin hal-i hazırda Süveyş Kanalı’nın doğusunda 1971’den beri daimî askerî üssü bulunuyor. İngiltere’nin Bahreyn’de yeni bir daimî askerî üs açması, bölgede İngiliz etkisini arttıracağı ihtimal dahilindedir. Diğer taraftan Bahreyn’de ABD Donanması’nın 5. Filosu’nun konuşlu olduğu bilinmektedir. ABD Donanması 5. Filosu da Hint Okyanusu ve Basra Körfezi’nde faaliyet gösterirken, İran’a karşıda caydırıcı konumdadır.
Bahreyn’de ABD’nin üssüne ilâveten bir de İngiltere’ye ait üssün açılması da, yine petrol kaynakları ve sevkiyatının güvenliği, lojistik, gemi mühendisliği projeleri vb. olarak değerlendirilebilir. Ancak İran’a karşı siyasî tutumu da göz ardı etmemek gerekir.
İngiltere’nin, Bahreyn’in baş- şehri Manama’nın güneyindeki Mina Salman Port’ta açtığı üs bölgesinde deniz suyunun sığ olması, HMS Queen Elizabeth gibi büyük gemilerin yanaşmasına engel oluşturuyor.
Mina Salman Port’ta 5 Nisandaki açılışını Bahreyn Veliaht Prensi Salman bin Hamad El Halife ile Birleşik Krallık’ın York Dükü Prens Andrew el ele birlikte gerçekleştiler.
Irak’ın güneyine 2003 yılında yerleşen İngiltere, aldığı bir kararla 2009’da Basra Körfezi’deki üslerini kapatmıştı. İngiltere, Bahreyn’de açtığı yeni üsle, Arap Baharı sonrasında Basra Körfezi’ne dönüş yaptı şeklinde yorumlanıyor.
Bahreyn genellikle Caferî Şiîleri’nin hak arama mücadeleleri ile gündeme gelmektedir. ABD’den sonra Bahreyn’de İngiliz üssünün de açılması, Bahreyn Kralı’nın egemenliğini destekleyecek ve perçinleyecek bir unsur olduğu da kuvvetle muhtemeldir. İngiliz üssünün, ABD’yi yalnız bırakmadığı ortada.
Ancak üssün faaliyetlerinin yukarıdaki amaçlar doğrultusunda olup olmayacağını hep birlikte göreceğiz.
.
Mısır’da seçimin kazananları ve kaybedenleri
Mısır Yüksek Seçim Komitesi’nin belirlediği takvime göre, seçimler öncelikle yurtdışı temsilciliklerde 16-17-18 Martta ve yurtiçinde de 26-27-28 Martta gerçekleştirildi.
Seçim sürecinde adaylıklarını açıklayan Muhammed Anwar Al-Sadat, Ahmed Şe- fiq, Sami Anan, Khalid Ali ve Ahmed Konsowa rejimin baskıları sonucunda adaylıktan çekildiklerini açıklamışlardı. Eski Müslüman Kardeşler ü-yesi ve Güçlü Mısır Partisi Başkanı Abdel Moneim Abul Fotouh ise, henüz adaylığını açıklamasına izin verilmeden rejim tarafından tutuklanmıştı.
Seçimlerde Sisi’nin karşısına çıkmasına izin verilen tek aday, Al-Ghad (Yarın) Partisi Başkanı Mustafa Musa oldu. Ancak Mustafa Musa aday olmasına rağmen, yapılan açıklama ile Partisi Al-Ghad bile Sisi’yi destekleyeceğini belirtmişti. Dolayısıyla bu durum seçim sürecinde siyasal ve toplumsal unsurlar üzerindeki rejim baskısını ortaya koymakta. Aynı zamanda siyasal partilerinde içerisinde bulunduğu ironiyi göstermek açısından önemli.
2011-2012’deki Parlamento’ da Müslüman Kardeşler’in Hürriyet ve Adalet Partisi’nin politikalarını destekleyen Selefi İslâm- cı Al-Nur Partisi, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde olduğu gibi 2018 seçimlerinde de Sisi’yi destekledi.
2011 Seçimlerinden günümüze Al-Nur Partisi’nin seçmen tabanı gitgide erimektedir.
Rejim veya Sisi, uygulamalarını bir takım İslâmcı unsurlar nazarında Al-Nur Partisi üzerinden meşrûlaştırmaktadır. Bu anlamda Al-Nur Partisi, rejim ve Sisi’nin kullandığı bir siyasî aparat durumuna gelmiştir.
Seçim Sonuçları
Mısır Ulusal Seçim Komitesi tarafından 2 Nisan 2018’de açıklanan resmî sonuçlara göre Sisi yüzde 97.08 oran ve aldığı 21 milyon 835 bin 387 oyla ikinci defa Cumhurbaşkanı seçildi. Rakibi Mustafa Musa da yüzde 2.92 oran ve 656 bin 534 oy ile seçimin kaybedeni oldu. Mısır Merkezi Kamu İstatistik Kurumu verilerine göre Mısır nüfusu 96 milyon 702 bin 730’dur. Toplam nüfusta oy verebilir durumdaki seçmen sayısı ise 59 milyon 781 bin 38 kişi. Ancak seçimlere katılan seçmen sayısı 24 milyon 254 bin 152. Böylece seçimlere katılım ora- nı 41.05’dir. Geçersiz oy sayısı da 1 milyon 762 bin 231 olarak gerçekleşti.
Sisi Taraftarları
Seçimlerde Sisi/rejim taraftarları ile karşıtları seçim sonuçlarının şekillenmesinde rol oynadılar. Başlıca Sisi taraftarları Muhafazakâr Parti Başkanı Akmal Kortam, Mısır Destek Koalisyonu (Al-Nur Partisi, Hıristiyan asıllı iş adamı Necip Sawiris’in Özgür Mısırlılar Partisi, Kongre Partisi, Vatanın Geleceği Partisi ve Vatanın Muhafızları Partisi), Mısır Sendikalar Federasyonu, sosyalist Tagammu Partisi, Kıpti Hıristiyanların Lideri Papa İkinci Tawadros, El-Ezher Şeyhi Ah- med Al-Tayyib vd.
Seçimleri Boykot ve Sisi Karşıtları
Başlıca seçimleri boykot Sisi karşıtları Müslüman Kardeşler (Meşrûiyete Destek ve Ulusal İttifak), Güçlü Mısır Partisi Başkanı Abdel Moneim Aboul Fotouh, Sivil Demokratik Hareket (Al-Kara- ma Partisi ve Mısır Halk Akımı Kurucusu Hamdeen Sabbahi, Prof. Dr. Yahya Al-Qazzaz’ın öncülüğündeki aktivist ve gazeteciler, Ahmed Şefiq, Sami Anan, Khalid Ali ve Ahmed Konsowa, Reform ve Kalkınma Partisi Başkanı Muhammed Anwar Al-Sadat, eski Cumhurbaşkanlığı Bilim Danışmanlık Kurumu Başkanı Essam Heggy, eski Merkezi Denetleme Kurumu Başkanı Hisham Genena ve Siyaset Bilimi akademisyenlerinden Prof. Dr. Hazem Hosni vd.
Sonuç / Değerlendirme
Sisi, Mısır ve dünya kamuoyu karşısına ikinci defa seçimleri kazanarak çıktı. Ancak seçimleri Sisi kazanmış olsa da, katılım oranının yüzde 41.05 olduğu hatırlandığında, seçimin asıl kazananının Müslüman Kardeşler öncülüğünde sandığa gitmeyen yüzde 60’lık boykot kesiminin olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte seçimlerin yüzde 41.05’lik düşük katılımla gerçekleşmesi Sisi’nin seçilmesinin meşrûiyetini tartışmalı hale getiriyor.
Yine seçimlere katılımın düşük seviyede kalması, halkın siyasî iktidardan beklentileri hakkında umudunu yitirmesine sebep olduğu kuvvetle muhtemeldir.
.
Vahhabilik’ten ‘ılımlı İslâm’a Suudi Arabistan
Salman, ilk iş olarak Suudi Arabistan’da kadınların araba kullanabilmesinin önündeki engellerin kaldırılmasını sağladı. Salman’a atfedilen reformcu kişilik, bu girişimini Kral’ın onayı olmadan da kararını uygulayabildiğini göstermektedir.
Salman’ın son girişimi ise, “Suudi Arabistan’da Kadınların İşgücüne Katılımı 2030 Vizyonu” kapsamında eğitim alanında başlattığı reform girişimidir. Bu çerçevede 9 Şubat 2018 tarihinde Kral Abdülaziz Üniversitesi Turizm Fakültesi’ne kadın öğrencilerin kayıtları kabul edilmeye başlandı. Turizm Fakültesi Dekanı İbrahim Alsini yaptığı açıklamada “kadınların turizm alanında eğitimlerini gerçekleştirerek işgücüne katılımlarının ekonomiye olumlu katkıda bulunacaklarını” belirtmiştir.
Suudi Arabistan’da kadınlarla ilgili bir diğer gelişme ise kıyafet serbestisi hakkında oldu. Suudi Arabistan Müftüsü Albullah Al-Mutlaq’ın 9 Şubat 2018 Cuma günü haftalık radyo konuşmasında, Suudi kadınların günlük hayatta giydikleri “abaya” adındaki vücudun tamamını örten siyah tesettürlü kıyafeti artık giyip giymemekte serbest olduklarını açıkladı. Müftü Al-Mutlaq açıklamasının devamında “kadınların İslâmî usûllere uygun kıyafet giyerek ‘abaya’ giymeyebileceklerini” vurguladı.
Suudi Arabistan’da kadınların abaya giymelerinin zorunluluğunun kaldırılması, bazı çevrelerce Salman’ın, kadınlara yönelik özgürlüklerin genişletilmesi yönündeki reformlarından olduğuna işaret edilmektedir.
Kadınların ticaret odalarının seçimlerine katılmaları ise 2030 Vizyonu kapsamında olduğu ihtimal dahilindedir. Her ülke vatandaşı için özgürlükler, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi evrensel değerler önem arz etmektedir. Ancak kurulduğu günden bu yana kapalı bir toplum görüntüsü veren Suudi halkının, devletin izin verdiği ölçüde yukarıda sayılan imkânlardan faydalandırıldığı unutulmamalıdır.
Diğer taraftan Veliaht Prensin “bütün dinlere açık ılımlı bir İslam ülkesi olacağız” ifadesinden sonra, 28 Mart 2018’de kendisine atfedilen “müttefiklerimiz istedi diye Komünizmi durdurmak için Vahhabiliği yaydık” şeklindeki açıklamaları mevcuttur. Bu açıklamalarla Suudiler’in dönem dönem birbirinin tam tersi olduğu politikalar içerisine girdiği anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla Suudi siyaseti Vahhabilikten ılımlı İslam’a evrilmiştir. Ilımlı İslam da kendisini kadınların günlük hayatlarında ve dış politikada göstermiştir. İlerleyen zamanda Salman’ın reform olarak adlandırılan uygulamalarının tam tersi bir yöne kaymayacağının garantisi bulunmamaktadır. Salman’ın bir sonraki açıklaması veya adımı merakla beklenmektedir.
.
Dünden bugüne Suakin Adası (1)
Suakin, Kızıldeniz’de terk edilmiş bir ada. Adanın geçmişi muhtemelen Firavunların Yeni Kraliyet dönemine kadar dayanıyor. Aynı zamanda Suakin, Yeni Kraliyet’te “Toprak Tanrıları’nın Diyarı” adıyla da biliniyor.
Suakin stratejik konumu nedeniyle geçmişte çeşitli kavimlerin dikkatini çekmişti. Aslında Suakin doğal olarak ada. Ancak anakaraya bir geçit ile bağlandığından yarım ada özelliğine de sahipti. Böylece geçmişte adanın savunması daha kolay olmuş. Adada konaklayan tüccarlar ve hacıların güvenliğini sağlamak mümkündü. Dolayısıyla Suakin, Afrika’dan Arabistan yarım adasına geçişte konaklama noktasıydı. Ünlü Arap tarihçi ve seyyah İbn-i Batuta (1304-1377), Suakin Sultanı’nın annesinin Beja kabilesinden ve babasının da Mekke Emiri’nin soyundan geldiğini bildirmiştir.
Suakin XIII. yüzyıl ve öncesi için Sudan’ın köle ticaretinde önemli bir yerdi. Osmanlı Devleti’nin Mısır’ı fethiyle birlikte, özellikle Kanuni Sultan Süleyman’ın (1520-1566) döneminde, nakliye ve ticarette önemi artmıştı. Bununla birlikte Shendi ve Sennar’dan gelen köle tüccarlarına Suakin’de ağırlaştırılmış kontroller uygulanmıştı. Suakin sonraki yıllarda da Hindistan, Çin ve Portekiz’den gelen ticaret kervanlarının ürünlerini sattıkları pazar haline gelmişti. Hatta Osmanlılar, adaya Şafi ve Hanefi mezhebi anlayışında medrese ve cami inşa etmişlerdi.
Osmanlı’ya bağlı Mısır’ın Sudan Valisi Ebu Widan Paşa ise Suakin’i doğrudan Hartum’a bağlı hale getirmeye çalıştı. Mısır’da 1857’de İskenderiye-Süveyş demiryolunda artan yük trafiği, Suakin’in ekonomisini canlandırmıştı. Yine 1857’de Suakin’e telgraf hattı kuruldu. 1863’te de Süveyş ile Suakin arasında düzenli vapur seferlerine başlandı. Suakin’e 1867’de postane kurularak şehrin gelişimi sağlanmıştı. Birde Kassalai, Berber ve Shendi’ye ye tren yolları için toprak tesviyesi yapılmış, ancak raylar döşenememişti.
Osmanlı Devleti 1866’da Suakin ve Massawa’yı Mısır Hidivi İsmail’e devrederek Hidiv’in etki alanını genişletti. Daha sonra 1869 yılında Süveş Kanalı’nın açılmasıyla bölgede Mısır’ın hakimiyeti daha hissedilir duruma geldi.
Köle ticaretinin 1870’de resmen kaldırılmasıyla Suakin’in ekonomisinin kötüye gitmesi bekleniyordu. Ancak gayrı resmi olarak Suakin’den Arabistan’a devam eden köle ticaretinden çok yüksek kârlar elde edilmişti. Suakin ekonomisi bu dönemde köle ticaretinden büyük paralar kazanmışsa da 1884’te bu ticaret durma noktasına gelmişti. Sudan’da İngiliz karşıtı Mehdi Hareketi’nin yükselişi ile bölgede Osmanlı Mısır’ının duruma hakim olamadığı görüldü. Şubat 1884’te Mehdiciler’in baskısı altındaki İngiliz General Gordon’na destek, Valetine Baker’ın idaresi altındaki Suakin’de konuşlanmış Tokar ve Sinkart garnizonlarından gelmişti. Ancak Mehdi kuvvetleri karşısında Baker’ın askerlerinden sadece üçte biri kurtulabildi. Bununla birlikte Mehdi kuvvetlerinin Ocak 1885’te Hartum’u almasından sonra sivil nüfusta Suakin’den ayrılmak zorunda kaldı.
Suakin’in köle ticaretinde ve güç mücadelesinde önemli bir merkez olduğu Steven Serels’in Palgrave Mcmillan yayınlarından 2013’te yayınlanan “Starvation And The State –Famine, Slavery and Power in Sudan 1883-1956” isimli kitabı bizlere önemli bilgiler sunuyor. Yine Jok Madut Jok’un 2001’de University of Pennsylvania Press’den yayınlanan “War and Slavery in Sudan” isimli eseri de başvuru kaynağı niteliğindedir
.
Günümüzde Suakin Adası (2)
İngiltere 1898 Ocak ayında İngiltere-Mısır Anlaşması ile bölgede hakimiyetini tekrar sağlayarak Suakin’de Mısır bayrağının yanında İngiliz bayrağı da dalgalanmaya başladı. Diğer taraftan Suakin’de 40 yıl süren demiryolu hayali 1905’te gerçekleşti. Suakin’de iki adet Mısır bankası ve pamuk-çırçır fabrikaları kurularak iş imkânları sağlandı. İstihdamın arttırılması ile adanın nüfusu 10.500 kişiye ulaştı. Ancak adanın ikinci kalkınması olarak ifade edilen bu gelişme yine Suakin’in coğrafi sınırlarının darlığını da gösterdi. Küçük savunma ve ticaret adası Suakin’in coğrafi durumu ve limanı, XX. Yüzyılın büyük ve geniş gemilerinin yanaşmasına engel oldu. Bununla birlikte denizden adaya yönelik “mercan musallatı” olarak adlandırılan mercan popülasyonunun hızla artışı, adanın su kanallarının tıkanmasına yol açtı. Bunların neticesinde 1909’da radikal bir karar alınarak Port-Sudan’da yeni bir liman kasabasının inşaatına başlandı. 1920 yılına gelindiğinde Suakin ıssız bir yer haline gelmiş, ticarî faaliyetler sona ermiş ve artık Hacıların uğrak yeri değildir.
Suakin’le ilgili Carolyn Fluehr-Lobban, Richard A. Lobban Jr., John Obert Voll’un editörlüklerinde 1992’de Scarecrow yayınlarından çıkan “Historical Dictionary of the Sudan African Historical Dictionaries” adlı kitap okumaya değerdir.
Türkiye’de adının pek duyulmadığı ada, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Aralık 2017’de Sudan’ı ziyaret etmesiyle gündeme gelmişti. Suakin’in stratejik konumu ve Osmanlı geçmişi Cumhurbaşkanı’nın Suakin’i yeniden inşa ederek turizme kazandırılması yönündeki talebi, Sudan Cumhurbaşkanı Ömer El-Beşir tarafından olumlu karşılanmıştı. Türkiye ve Sudan heyetleri arasında farklı alanlarda toplam 13 adet anlaşma imzalandı. Bu anlaşmalar Port-Sudan Serbest Ticaret Bölgesi, Kızıldeniz’de askerî ve sivil gemiler için liman ve tersane yapımı, havalimanı inşaatlarını vd. kapsamaktadır.
Türkiye’nin Katar, Somali, Sudan ve diğer Afrika ülkeleriyle gelişen ilişkileri bölgenin önemli ülkelerinden Mısır’ın dikkatini çekmektedir. Hemen yanı başında Türkiye’nin varlığını hisseden Mısır’ın bu durumdan rahatsız olduğu ihtimal dahilindedir.
Sudan Dışişleri Bakanı İbrahim Ghandour’un 8 Şubat 2018 tarihinde Mısır’a yaptığı ziyarette, kendisine, Mısır Dışişleri Bakanı Sameh Şükrü tarafından Suakin hakkında sorular yöneltildi.
Şükrü’nün soruları karşısında Ghandour verdiği cevapta “Suakin’in bir Sudan adası olduğu, Devlet Başkanı Ömer El-Beşir’in Suakin’de ya da Sudan’da herhangi bir Türk askerî üssünün kurulmayacağını söylediğini” kaydetmişti.
Sudan’ın komşu ülke Mısır’la siyasî ve ekonomik anlamda birçok konuda ikili ilişkilerinin olduğu düşünüldüğünde, Ghandour’un açık- lamaları diplomatik nezaket çerçevesinde değerlendirilebilir. Ancak Türkiye’nin Katar, Somali, Sudan vd. Afrika ülkelerindeki aktif politikalarından dolayı, Mısır’lı yetkililerin Suakin ve Sudan’da Türkiye’nin faaliyetlerinin takipçisi olacağı muhtemeldir.
.
Siyasetteki inanç kaybının ürünü: Hasm ve Lewaa Al-Thawra
Halkın oylarıyla Müslüman Kardeşler’in siyasî kanadı Hürriyet ve Adalet Partisi iktidara gelmişti. Müslüman Kardeşler üyesi Muhammed Mursi de Cumhurbaşkanlığı’na seçilmişti. Ancak ülke içi ve uluslar arası etkenlerle, Abdel Fettah El-Sisi liderliğindeki asker-sivil destekli 3 Temmuz 2013’teki darbe ile İhvan iktidardan uzaklaştırılmıştı. Mursi de Cumhurbaşkanlığı’ndan zorla istifa ettirilmişti.
Darbe sonrasında Müslüman Kardeşler’in birçok üst düzey yöneticisi tutuklanarak yargılanmalarına başlanmış ve halen mahkemeleri devam etmektedir. Yine bu süreçte İhvan’ın bütün faaliyetleri 23 Eylül 2013’te “yasaklanmış” ve 25 Aralık 2013’te de “terörist örgüt” ilân edilmişti. Müslüman Kardeşler alınan bu kararlara karşılık olarak “barışçıl gösterilerle ve hukuk çerçevesinde hareket edeceklerini” bildirmişlerdi. Yani rejimin, aldığı yasaklama ve terör örgütü kararlarıyla, İhvan’ı radikalleştirme ve terörize etme girişimlerinin başarısız olduğu görülmektedir. Müslüman Kardeşler barışçıl protesto kararlarıyla ve yurt dışındaki müsbet faaliyetleriyle, rejimin bu kararlarını çürütme yoluna gitmiştir.
Diğer taraftan Mısır’da Müslüman Kardeşler baskı, yıldırma, caydırma, tutuklama, sorgulama, hapis edilme, adil yargılanmama gibi, rejimin daha birçok olumsuz davranışına hedef olmaktadır. Ancak Müslüman Kardeşler sadece Mısır’da değil, ABD tarafından da radikal veya terör örgütü ilân edilme girişimleri farklı tarihlerde görülmüştü. Bunun en son örneği 2 Şubat 2018’de ABD’nin başlattığı girişimlerde mevcuttur.
ABD Dışişleri Bakanlığı 2018 Şubat ayında Mısır’daki Hasm (Kararlılık) ve Lewaa Al-Thawra (Devrim Tugayı)’yı terör örgütü listesine ekledi. Her iki örgütte daha önce 2016 Aralıkta İngiltere’nin de terör listesine aldığı gruplardı. Kararın ardından Kahire yönetimi, Müslüman Kardeşler’in de terör listesine alı- nacağı umuduyla ABD’nin kararını desteklemişti.
Mısır Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ahmed Abu Zeid “ABD ve Mısır’ın uluslar arası ortaklar olduğunu, ABD’nin Hasm ile Lewaa Al-Thawra’yı terör örgütü olarak tanımasını olumlu bir gelişme şeklinde değerlendirdiklerini” bildirmişti. Abu Zeid açıklamasının devamında “terörist Müslüman Kardeşler ve ona bağlı terör yapılarının Mısır’ın istikrarına, güvenliğine tehdit oluşturduğunu, ABD’nin bu tehlikenin farkına vardığını” ifade etmişti.
Aslında Abu Zeid’in açıklamaları, Hasm ile Lewaa Al-Thawra hakkında alınan karar üzerinden Müslüman Kardeşler’in de uluslar arası sistemde terör örgütü ilân edilmesine yöneliktir. Uluslar arası ilişkiler uzmanı Atef Saadawi ise, ABD’nin her iki örgüt için karar almasında, Kahire’deki iktidar saiklerinin etkili olduğunu ileri sürüyor.
El Ahram Siyasî ve Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde terörist gruplar uzmanı Ahmed Al-Beheiri, “Bu grupları terörist olarak damgalayan Batılı ülkeler, söz konusu Müslüman Kardeşler olunca bazı gerçekleri göremiyorlar” dedi.
Al-Beheiri “bu grupların yürüttüğü terörist operasyonları incelenip, Mısır Savcılığı’nın yayınladığı veriler dikkate alındığında, bu gruplar ile Müslüman Kardeşler arasında bağlantının daha iyi anlaşılabileceğini” iddia ediyor.
Al-Beheiri’nin iddiaları arasında, Hasm örgütünün polis müfettişlerine yönelik suikastten ve Lewaa Al-Thawra’yı da eski Müftü Ali Gomaa’ya başarısız suikast girişimi, Savcı Hisham Barakat’a karşı bombalı saldırı, Savcı Yardımcı Zakaria Abdel-Aziz ve Kahire Ceza Mahkemesi Hâkimi Ahmed Abul-Fotouh suikastlerinden sorumlu tutulduğu bulunmaktadır.
Al-Beheiri’nin, yukarıdaki iddiaları bugüne kadar Müslüman Kardeşler’in yaptığına dair ispatlanmış değildir. İddialarla ilgili olayların gerçekleştiği gün, olayların Müslüman Kardeşler tarafından kınandığı ve herhangi bir ilgilerinin olmadığı hakkında açıklamaları biliniyor. Açıklamalar bugünde halen Müslüman Kardeşler’in resmî web sitesinde mevcut. Hatta Müslüman Kardeşler, suikast girişimlerinin rejim ve taraftarlarınca yönetildiğini, olay- ların sorumluluğunun üzerlerine atılıp İhvan’ı terör örgütü gibi gösterme amacı taşıdığını ve bu amaca ulaşmada başarılı olamadıklarını vurgulamıştı.
Shadi Hamid ve William McCants’ın Oxford University Press yayınlarından 2017 yılında çıkan “Rethinking Political Islam- Siyasal İslâmı Yeniden Düşünmek” isimli kitaptan yararlanmakta fayda vardır.
Shadi Hamid, kitabının 258’inci sayfasında belirttiği üzere “Müslüman Kardeşler’in şiddete yönelmesi muhtemel değildir. Barışçıl davranışlar İhvan’ın kurumsal kırmızı çizgisidir. Sisi rejiminin baskısı bazı dinî toplumsal unsurların ‘siyasete yönelik bir inanç kaybı’ yaşamasına sebep oldu. Böylelikle baskı altındaki muhtelif dini gruplar meşrû amaçlarının dışına çıkıp, rejim karşıtlığı içerisine girebilmektedir. Hasm ile Lewaa Al-Thawra bu örgütlere örnektir.” Dolayısıyla rejim, kendi karşıtını/muhalefetini yine kendisi ortaya çıkarmaktadır. Bununla birlikte rejimin, toplumsal ve siyasal bir güç unsuru olan Müslüman Kar- deşler’den çekindiği ve onu kendisine rakip gördüğü anlayışı geçerliliğini korumaktadır.
Bu anlamda 1928’deki kuruluşundan ve 3 Temmuz 2013 darbesinden bugüne politikaları incelendiğinde Müslüman Kardeşler terör örgütü değildir. Hasm ile Lewaa Al-Thawra’ya atfedilen olaylarla, İhvan’ın her hangi bir ilgisi bulunmamaktadır.
.
Doğu Guta yeryüzü Cehennemi olmasın
Ülke topraklarının ku- zey ve doğusunun neredeyse tamamı silâhlı örgütlerin denetimi altına girmiş durumda. Sahadaki örgütler başlıca dinî/mezhepsel, siyasî/ideolojik, etnik vd. düşünce yapısına sahiptirler. Zaten bu düşünce yapılarının yanında, Suriye’deki iç savaşın sebepleri arasında sosyal ve ekonomik sorunlar gösterilmektedir.
Şam’ın doğusunda yer alan Doğu Guta’daki rejim güçlerinin silâhlı müdahaleleri özellikle gündemdeki yerini aldı. Birleşik Krallık, Suriye İnsan Hakları Gözlemci Kuruluşu, 2013’ten beri Esad güçlerinin müdahalesine maruz kalan, rejim muhaliflerinin bulunduğu Doğu Guta’da, sivil 420 bin insanın olumsuz etkilendiğini belirtiyor.
Rejimin ablukasındaki Do- ğu Guta’da yiyecek, içme suyu, ilâç ve birçok insanî ihtiyaçların yokluğu had safhada. Bundan dolayı Doğu Guta’ya acil insanî yardımda bulunulması zorunluluk. Bu amaçla Bileşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi 24 Şubat 2018 tarihli 2401 sayılı kararıyla yardımların ulaştırılması için bütün taraflara 30 günlük ateşkes çağrısında bulundu. BM’nin ateşkes çağrısına rağmen taraflar arasındaki çatışmalar devam etmektedir. Rejim güçlerinin Doğu Guta’ya BM yardım konvoylarının girişini engellemesi de Doğu Guta halkının şartlarını daha da ağır- laştırdı. Hatta ateşkes çağrısından bir saat sonra Esad güçlerinin hava bombardımanı ile Doğu Guta’daki hastaneleri tahrip etmesi, BM’ nin yaşananları “yeryüzü Cehennemi” şeklinde açıklamak durumunda kalmasına sebep oldu.
Geçtiğimiz Şubat ayında rejimin, Doğu Guta’ya 300’ den fazla hava saldırısı, 1000’den fazla füze attığı en az 500 sivilin öldüğü biliniyor. Buna ek olarak 2000’den fazla kadın ve çocuğun yaralandığı gelen bilgiler arasında. Rejimin saldırılarının, Rusya yapımı ileri teknolojik silâhlarla gerçekleştiği iddialar dikkat çekiyor.
Kazakistan’ın başşehri Astana’da 15-16 Şubat 2017 tarihinde Rusya, Türkiye ve İran arasında görüşülen, 6 Mayıs 2017’de yürürlüğe giren Astana Anlaşması imzalanmıştı. Suriye rejiminin Doğu Guta’da Rus yapımı silâhları kullandığı iddiaları, Rusya’nın Astana Anlaşması’nın “de-escalation” ya- ni “çatışmasızlık bölgeleri oluşturulmasını” öngören ilgili maddesini ihlâl ettiği şeklinde yorumlanmaktadır.
Ayrıca Rusya ve Suriye rejiminin daha önce Halep’te yaptığı gibi, Doğu Guta’da da ileri teknoloji Rus silâhlarını kullanarak Doğu Guta halkını bölgeden göndermeye çalışması olarak değerlendirilmektedir.
Suriye muhalefetinin ileri gelenlerinden Riyad Naasan Agha, “BM kararına uymayanlar için cezaî mü- eyyideler uygulanmalıdır. Aksi takdirde BM kararından bir sonuç elde edilemez” ifadesiyle karam- sarlığını ortaya koydu. Siyasî analistlerden Majed Kiali de BM kararı hakkında hiçbir etkisi olmayan “Cenevre-1” görüşmeleri gibi sonuçsuz kalacağını belirtti.
Rusya’nın Soçi şehrinde 30-31 Ocak 2018’de Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nde “yeni bir anayasa için anayasa hazırlık komitesi kurulması ve çatışmaların en kısa sürede sonlandırılması” hakkında kararlar alınmıştı. Ancak Soçi Kong- resi’nin, Rusya açısından çok da kazançlı olup olmadığı tartışmalıdır. Bassel Oudat’a göre aynı tarihlerde “Suriye’de bir Rus savaş uçağının düşürülmesi, ABD’nin, Rusya ve İran’ın, Suriye’de etkili oldukları bölgelere düzenlediği harekâtla 214 Rus savaşçı öldürülmüştü. Her iki gelişmede, devlet başkanlığı seçim sürecine giren Rusya’da, mevcut başkan Vilademir Putin’in tekrar seçilmesi konusunda o- lumsuzluk arz etmektedir.
Aslında Doğu Guta’daki çatışmalardan sadece Suriye rejimini ve Rusya’yı sorumlu tutmak doğru de- ğildir. ABD’nin de uzun süredir kayıtsızlık ve sorunu erteleme görüntüsü Suriye’deki çatışmalara, katliâmlara sessiz kalmakta ve yardımların yerine ulaşmasına destek vermemektedir.
Sahadaki örgütlerin hem rejimle hem de birbirleriyle olan anlaşmazlıkları devam ederken, ABD-Rusya gibi uluslar arası güçler konuyu insanî değil siyasî ve stratejik değerlendirmektedir. Suriye’deki iç savaşta masum sivil halkın ölümler, yaralanmalar, açlık, susuzluk ve sağlık hizmetlerinden yoksunluğu gerçeğin ta kendisidir. BM raporlarında da kaydedildiği üzere Doğu Guta bir “yeryüzü Cehennemi” olmaktan bir an önce kurtarılmalıdır.
.
Mısır Cumhurbaşkanları ve seçimler
Ülke Hür Subaylar Komuta Konseyi’nce yönetilmeye başlandı. Komuta Konseyi’nin başına da General Muhammed Necip getirildi. Sonrasında 18 Temmuz 1953’te Cumhuriyet ilan edilerek, Necip ilk Cumhurbaşkanı olmuştu.
Necip’ten günümüze Mısır’ı yöneten Cumhurbaşkanları asker kökenlidirler. Ancak Mursi hariç. Mursi Mısır’ın ilk sivil Cumhurbaşkanı’dır. Mursi bu anlamda ülkesinin son 65 yıllık tarihinin ilk demokratik fırsatıydı. Ancak bu fırsatın kullanılması bazı dahili ve harici saiklerce engellendiği ihtimal dahilindedir. Cumhuriyetin ilanından günümüze Mısır Cumhurbaşkanları şu şekilde sıralanmaktadır:
1. Muhammed Necip Yusuf (23 Temmuz 1952 – 17 Kasım 1954).
2. Cemal Abdül Nasır (17 Kasım 1954 – 9 Haziran 1967).
3. Zakariyah Mohey El-Din (Vekalet 9 Haziran 1967 - 11 Haziran 1967).
4. Cemal Abdül Nasır (11 Haziran 1967 - 28 Eylül 1970).
5. Enver Sedat (1 Ekim 1970 – 6 Ekim 1981).
6. Soyf Ebu Taleb (Vekalet 6 Ekim 1981 – 14 Ekim 1981).
7. Hüsnü Mübarek (14 Ekim 1981 – 11 Şubat 2011).
8. Mohamed Huseyin Tantavi (Yüksek Askeri Konsey 11 Şubat 2011 – 24 Haziran 2012).
9. Mohamed Mursi El-Ayat (24 Haziran 2012 – 3 Temmuz 2013).
10. Adly Mansour (Geçici Yönetim 3 Temmuz 2013 – 8 Haziran 2014).
11. Abdel Fettah El-Sisi (8 Haziran 2014 - ).
Yukarıdaki listeden görüldüğü üzere Nasır’ın iki defa Cumhurbaşkanlığı görevine gelmesi dikkat çekmektedir. Mısır ve Arap ülkelerinin İsrail’e karşı 5-10 Haziran 1967’de yaptıkları 6 Gün Savaşları’nı kaybetmesi üzerine Nasır istifa etmişti. Ancak Mısır halkının gösterilerde verdikleri destek sonrasında Nasır istifasını geri almıştı. Nasır ikinci Cumhurbaşkanlığı döneminde 6 Gün Savaşları’nın kaybedilmesi nedenleri üzerinde durarak Mısır ordusunu modernize etmişti.
Listede diğer önemli bir isimde Adly Mansour’dur. Mansour da, Mursi gibi sivildir. Ancak Mansour, Mursi gibi seçimle gelmemişti. Müslüman Kardeşler’e karşı 3 Temmuz 2013’te yapılan darbe sonrasında, darbeciler tarafından Geçici Yönetim’in (Müslüman Kardeşler’in iddiasına göre Hıristiyan asıllı) Cumhurbaşkanı’dır.
Mısır’da 25 Ocak 2011 tarihinde gerçekleşen Arap Baharı/Uyanışı ile yeni bir dönemin kapısı açılmıştı. Ülke tarihinde ilk defa demokratik ve şeffaf nitelikte seçimler 2012 yılında yapıldı. Bu seçimlerle Müslüman Kardeşler’in siyasi kanadı Hürriyet ve Adalet Partisi iktidara gelirken, Muhammed Mursi de ilk sivil Cumhurbaşkanı seçilmişti.
Bir yıllık İhvan iktidarının ardından, 3 Temmuz 2013 asker-sivil destekli darbe ile Müslüman Kardeşler ve Mursi yönetimden uzaklaştırıldı. Darbenin lideri Sisi Mayıs 2014’teki seçimlerle Cumhurbaşkanlığı’na getirildi.
Sisi’nin Mayıs 2018’de görev süresi sona erecek. Ülke Mart 2018’de yeni Cumhurbaşkanı’nı seçmek için sandığa gidecek. Seçimlerin 26-27-28 Martta yapılması kararlaştırıldı.
Sisi ülkesinin geleceği için bir kez daha adaylığını açıklamıştı. Bununla birlikte adaylıklarını açıklayan eski Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ın torunu Muhammed Anwar Al-Sadat, Ahmed Şefiq, Sami Anan, Khalid Ali ve Ahmed Konsowa rejimin baskıları sonucunda adaylıktan çekildiklerini açıklamışlardı. Rejim kendisine rakip/tehdit gördüğü Güçlü Mısır Partisi Başkanı ve eski Müslüman Kardeşler üyesi Abdül Moneim Fotouh’u da önce baskı, yıldırma, caydırmaya maruz bırakıldı ve tutuklandı. Böylece Mısır’ın sivil bir fırsatı daha kaçırılmış oldu.
Seçimlere az bir süre kalan Mısır’da Sisi’nin karşısındaki tek rakip, Al-Ghad (Yarın) Partisi Başkanı Musa Mustafa Musa’dır. Musa’nın 2014 seçimlerinde Sisi’yi desteklediği hatırlanmaktadır. Aynı zamanda Musa’nın adaylığı hususunda rejim baskısına uğramadığı da görülmektedir. Musa’nın seçimlerde Sisi’nin karşısına çıkartılan sözde aday olabileceği de ihtimaller arasındadır.
Seçim sath-ı mahallindeki Mısır 25 Ocak 2011 Arap Baharı devriminin fabrika ayarlarına dönerek sivil adaylarla, demokratik, şeffaf, hürriyet, insan hakları ve hukukun üstünlüğünün vurgulandığı seçimlerin yapılması daha faydalı olacaktır. Aksi takdirde yapılacak seçimler Mısır’ın sorunlarına çözüm üretmeyecektir.
.
Tanınmayan ülke: Somaliland’in kalkınma girişimleri
Somaliland, eskiden İngiltere Protektorası altındaydı. Ve Birleşik Krallık’tan 26 Haziran 1960’ta bağımsızlığını aldı. Bağımsızlıktan tam 1 ay sonra, Somaliland ve Somali 1 Temmuz 1960’ta birleştiler. Her iki ülke birleşme tarihine kadar Birleşmiş Milletler’in gözetiminde İtalya’nın vesayeti altında yönetildi. Birleşme ile birlikte bildiğimiz Somali Cumhuriyeti kuruldu.
1980’lerin sonu ve 1990’ların başlarında yaşanan iç savaş, 18 Mayıs 1991tarihi Somali Cumhuriyeti’nin sonu kabul edilmektedir. Bu kabul kararı Burao’da 27 Nisan – 15 Mayıs 1991 tarihleri arasında Kabile Büyükleri / İhtiyarları Konseyi Kongresi (Congress of Council of Clan Elders)’nde alınmıştır. Kongrede ayrıca anayasal, çok partili, demokratik sisteme sahip Somaliland Cumhuriyeti’nin kuruluşu da ilan edildi. Toplam 23 ülkede dış temsilciliği bulunan Somaliland’in Türkiye’deki yetkilisi Ali Ahmed Osman’dır.
Somaliland daha çok uluslararası hukuktaki ifade ile “de facto” olarak tanınıyor. De facto ise irade belirtmeksizin tanınıp ilişkilerin yürütülmesi şeklinde tanımlanıyor. Yani “de jure” / resmi tanınma değil. Konuyla ilgili Routledge Yayınları tarafından 2012’de Brian Hesse’nin Editörlüğü’nde yayınlanan “Somalia: State Collapse, Terrorism and Pracy” isimli kitap okunmaya değer nitelikte. Yine Routledge’dan Rebecca Richards’ın 15 Ağustos 2015’te okuyuculara sunulan “Understanding State Building, Traditional Governance And The Modern State In Somaliland” kitabını da unutmamak gerek.
Peki Somaliland neden önemli? Somaliland yönetimi kendisini ayrıldığı Somali’den ve çevre ülkelerdeki iç karışıklıklardan uzak tutmaya çalışıyor. Bu anlamda coğrafi konumundan dolayı da Basra Körfezi’ndeki Arap ülkeleri ile güvenlik stratejilerini geliştirmek ve ekonomik ilişkilerini derinleştirmek istiyor.
Somaliland Parlamentosu Şubat 2017’de aldığı bir kararla, liman kenti Berbera’da Birleşik Arap Emirlikleri’ne askeri ve deniz üssü verilmesini onayladı. Anlaşma ile Berbera limanı ile Dubai limanları arasında 30 yıllık ilişki öngörülüyor.
Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Dr. Anwar Bin Mohammed Gargash anlaşmanın önemini “her yıl 30 binden fazla gemi Kızıldeniz’den geçmektedir. Deniz hatlarımızın açık tutulması için korsanlıkla mücadelede Birleşik Arap Emirlikleri ordusunun varlığının bölge güvenliğine katkıda bulunacağını umuyoruz” açıklaması ile belirtmişti. Bundan anlaşılacağı üzere Somaliland’in korsanlığa karşı ortak mücadele içinde olması, bölge ve Körfez ülkeleri açısından önem arz ediyor.
Somaliland Dışişleri ve Uluslararası İşbirliği Bakanı Dr. Saad Ali Shire de “Birleşik Arap Emirlikleri’nin Berbera’da bulunmasının bölgesel istikrar ve güvenliği güçlendireceğini” vurguladı. Shire sözlerine “aşırılık, korsanlık, yasadışı göç, insan kaçakçılığı, Somali’deki istikrarsızlıklar ve Yemen’de iç savaşın ülkesi için güvenlik sorunu oluşturduğunu” ekledi.
Shire saydığı bu sorunların Birleşik Arap Emirlikleri gibi Körfez ülkeleri ile ekonomik ilişkileri derinleştirerek, bu ülkelerden daha fazla yatırımcıyı Somaliland’e çekip sosyo-ekonomik refahın arttırılması sayesinde çözeceklerini aktarıyor.
Somaliland hal-i hazırda Suudi Arabistan’ında başlıca ihracat bölgesi konumunda. Diğer taraftan Umman ve Kuveyt’le de hayvancılık, turizm vd. ticari ilişkileri geliştirme gayretinde. Yine Somaliland hükümeti, ülkeye daha fazla yatırım çekmek üzere Dubai Uluslararası Finans Merkezi’nde bir yatırım şirketi kurma hazırlıkları içerisinde.
Resmi (de jure) olarak diğer devletlerce tanınmayan Somaliland coğrafi konumunu ve küçük ülke durumunu kalkınma ile avantaja çevirme çabaları içerisinde olduğu ihtimal dahilindedir. Sonuçta hükümet, daha fazla Körfez sermayesinin Somaliland’e yatırım yapması ile bölge ülkeleri ile ekonomik entegrasyon düşüncesinde olduğu kuvvetle muhtemeldir. Ekonomik ilişkilerin geliştirilmesinin beraberinde güvenlik ve istikrar getireceği beklenmektedir.
.
El-Ezher ve Güney Afrika’dan İsrail tepkisi
Ancak İsrail ve Filistin topraklarında sadece Müslümanlar değil, aynı zamanda Hıristiyanlar da devlet politikalarından olumsuz etkileniyorlar. Kudüs Belediyesi’nin Kiliselerin mülkleri için “arnona” adı verilen emlak vergilerini vermedikleri iddiası üzerine Kiliseler ile Belediye karşı karşıya geldi.
Kudüs Belediye Başkanı Nir Barkat’ın 26 Şubat 2018 Pazartesi günü, İsrail Haber Yayın Şirketi bünyesindeki Kan Radyo’daki Kiliselerle ilgili açıklaması gündemi belirleyerek yeni bir tartışmayı beraberinde getirdi. Barkat “Kudüs’teki Kutsal Rahibeler Kilisesi’nin tüzel kişiliğine ait mülklerinin emlâk vergisini yıllardır ödemediğini ve Kilise’nin bu konu hakkında mahkemeye gidebileceğini” söyledi.
Açıklamalarından dolayı Barkat’ı protesto etmek amacıyla, başta Kutsal Rahibeler Kilisesi olmak üzere, diğer Kiliselerde kendi iradeleri ile geçici olarak ibadete kapatıldı.
El-Ezher’in Tepkisi
Kudüs’te Kiliselere yönelik emlâk vergisi baskısı, Mısır’daki resmî dini otorite El-Ezher Büyük İmamı Ahmed al-Tayyib’in tepkisini çekti. Al-Tayyib, 29 Şubat 2018 Salı günkü beyanatında İsrail hükümetinin Kiliselere 190 milyon dolarlık vergi yüklemesini keyfi bir karar şeklinde değerlendirerek, Müslümanlardan sonra Hıristiyanların da Kudüs’ten tahliyesini hedefleyen vergi politikasını doğru bulmadığını vurguladı. Al-Tayyib ayrıca İsrail hükümetine, ibadet özgürlüğünün garantisini ihlâl eden haksız fiilleri durdurma çağrısında bulundu. Belçika’da 26 Şubat 2018 Pazartesi Avrupa Birliği Dışişleri Bakanları ve Arap Birliği Bakanlar Heyeti’nin Koordinasyon Toplantısı’nda da Arap bakanlar tarafından İsrail’in Kiliseler hakkındaki vergi kararı kınanmıştır.
Aslında ABD Başkanı Donald Trump’ın, Aralık 2017’de Kudüs’ü İsrail’in başşehri ilân etmesi hatırlandığında, Al-Tayyib’in “Müslümanlardan sonra Hıristiyanların da Kudüs’ten tahliyesini hedeflemesi” ifadesinin doğru bir tesbit olduğu ihtimal dahilindedir.
“Group Areas Act”ın Eleştirisi
1948’den 1994’e kadar yıllarca yerlilere “Apartheid–ayrılık” politikasını devlet eliyle uygulayan İngiltere sömürgesi Güney Afrika’da, ırkçı ayrımcılık sistematik hale gelmişti. Milyonlarca Güney Afrika yerlisi 1994’e kadar Apartheid’ın hedefindeydi. Apartheid hakkında Kevin Shillington’un editörlüğünde yayınlanan “Encyclopedia of African History” adlı eserden yararlanılabilir. Bununla birlikte Alex Thomson’ın yazdığı “U.S. Foreign Policy Towards Apartheid South Africa 1948-1994” kitapta daha ayrıntılı bilgiler mevcut.
Güney Afrika’daki “Group Areas Act” Grup Alanları Yasası olarak biliniyor. Yasa “her ulusun yaşamak için kendi alanı/yeri var” sloganıyla, beyazların üstünlüğüne son vermek ve siyahların lehine gelişmeler kaydetmek için çıkarılmıştı. Ardından yasanın adı ile anılan Apartheid’a karşı sivillerden oluşan “Group Areas Act” isimli grup kuruldu. Grup, Apartheid döneminde yaşananları yılın belirledikleri günlerinde gündeme getirerek, her türlü baskının karşısında olduklarını ve özgürlüğün önemini vurgulayan farkındalık çalışmaları yapmaktadır.
Grup, 27 Şubat 2018 Salı günü yaptıkları protestoda “eskiden Güney Afrika’da uygulanan kısıtlayıcı ve baskıcı politikaların, şu anda işgal altındaki Filistin’de gerçekleştiğini” bildirdi. Bununla birlikte Grup’tan yapılan basın bildirisinin özeti şöyle: “Apartheid döneminde Güney Afrika’da siyahların belli alanlarda yaşamak zorunda kaldığını, ailelerin parçalandığını, pasaport kullanımının sınırlandırıldığını vb. biliniyor. Bugün Filistin’de dikenli tellerle–beton duvarlarla benzer uygulamalar görülüyor. Ayrıca temel gıda ürünlerine erişimin kısıtlılığı da Müslümanların durumunu daha da zorlaştırmaktadır. Bizler Güney Afrikalılar olarak, Siyonist rejimin günlük gerçekleştirdiği zulümleri vurgulamak için daha uygun bir isim bulabileceğini sanmıyoruz. Dün Güney Afrika’daki Apartheid, bugün İsrail’in Apartheid’ı şeklinde devam ediyor. Bu anlamda geçmişte Güney Afrika’da ve günümüzde İsrail’de yaşananlar şaşırtıcı benzerliktedir. Bu durum asla göz ardı edilemez. Filistin toplumunun ileri gelenlerinin tutuklanmaları ve halka karşı sert güvenlik tedbirleri işgale karşı direnişi kıramamıştır. Bugün dünyadaki tek Apartheid devleti İsrail’dir. Bundan dolayı Güney Afrika, İsrail ile diplomatik ilişkilerini kesmelidir.”
Filistin’de başta Müslümanların ve bugünlerde Hıristiyanların Kiliselerinin yaşadığı baskı ve zorluklar sadece Ortadoğu veya Müs- lüman dünyasının gündeminde değildir. Aynı zamanda Güney Afrika gibi farklı coğrafyadaki insan hakları ve özgürlük mücadelesi verenlerin de dikkatini çekiyor. An- cak Kudüs’teki Kiliselerin mevcut durumu karşısında birçok Hıristiyan ve Batılı ülkelerin sessizliği manidar karşılanıyor. Bu ülkeler için Kudüs’ün ne anlam ifade ettiği merak ediliyor.
Güney Afrika’da 1994’te sona eren Apartheid, Filistin’de baskı altında kalan Müslüman ve Hıristiyanlar için de son bulmalıdır.
.
Bahreyn’de Arap Baharı’nın 7. yıldönümü
Bahreyn’de hak arayışları, birçok Arap ülkesinden farklı olarak Arap Baharı’na değil, ülkenin bağımsızlığından 50 yıl kadar öncesine dayanır. Bir toplumsal çatışma unsuru olarak Bahreyn’deki mezhep çelişkisi ise Al-Halife ailesinin, 1782-1783 tarihlerinde İranlı Şii yöneticilerin bölgeden çıkartılmasına kadar uzanmaktadır. Ancak 2011 tarihinde başlayan ve kısa sürede etkileri tüm bölgede hissedilen Arap Baharı’nın, Bahreyn’de olayların tırmanmasında yaptığı katalizör etkisiyle ilk kez rejimin yıkılması gerektiğinin telaffuz edildiği, hatta “krala ölüm” sloganlarının atılabildiği gerçeği gözardı edilemez. Bölge politikası açısından bakıldığında ise güncel haliyle ülkedeki istikrarsızlık İran-Suudi Arabistan çekişmesi ile küresel güçlerin çıkarlarının etkisi altındadır.
Bahreyn resmi olarak 15 Ağustos 1971’de İngiltere’den bağımsızlığını ilan etti. Bağımsızlıktan bugüne kadar Sünni elitler ile Şii halk arasında mezhepsel gerginliklere sahne oldu. Bahreyn Merkezi Enformasyon Kurumu verilerine göre 1 milyon 423 bin 726 olan nüfusun, yüzde 48.9’u Bahreyn vatandaşıdır. Bahreyn vatandaşı olmayanlar ise 759 bin 19 kişidir. Bu kişiler yurtdışından işçi olarak çalışmaya gelen yerleşiklerdir.
Ülkede Şiilerin toplam nüfusa oranı yüzde 70 civarlarında olduğu ileri sürülmektedir. Mezhepsel olarak Caferi Şiilerinden olan Bahreyn Şiileri, ülkede çoğunluğu oluşturmalarına rağmen yönetici Sünni elit tarafından siyasal, ekonomik, sosyal ve mezhepsel olarak dışlanmaktadırlar. Bu dışlanmalar dolayısıyla Şiiler 1922, 1938 ve 1954-1956 arası dönemlerde yönetim karşıtı gösterilerde bulunmuşlardır. Gösterilerin en yoğun gerçekleştiği dönem 2011-2013 yıllarındaki Arap Baharı kapsamında değerlendirilebilecek ayaklanmalardır. Gösterilerde özellikle başkent Manama’daki İnci Meydanı merkez olurken, ülkenin hemen her yerinde yapılmıştır.
Bahreyn’in en büyük muhalif hareketi Al-Wefak Ulusal İslami Topluluk, ülkedeki Arap Baharı’nın 7. Yıldönümü olan 14 Şubat 2018’de “halk kitlelerinin 132 bölgede, sivil ve barışçıl daha geniş kapsamlı katılımlarla hak taleplerinin yinelendiğini” açıklamıştır.
Al-Wefak, ayrıca, “Ayetullah Şeyh İsa Kasım’ın devam etmekte olan ev hapsinin, muhalif lider Şeyh Ali Salman’ın sürekli mezhepsel ayrımcılığa tabi tutularak ifade özgürlüğünün engellenmesi sona erdirilmesini istemektedir. Bahreyn halkının çoğunluğunun katıldığı, meşru ve barışçıl hak taleplerinin yerine getirilinceye kadar kesintisiz devam edeceğini” kaydetmiştir.
Ülkedeki başlıca muhalif yapılar Al-Wefak Partisi, Pro-Humeynici ve İran yanlısı Al-Haq Partisi, Waad Partisi ve Amal Partisi şeklinde sıralanmaktadır.
Muhalefet lideri Al-Wefak 2012 yılındaki gösterilerin yönetim güçlerince şiddetli bir şekilde bastırılması karşısında “Manama Dokümanı”nı yayınlamıştır. Manama Dokümanı’nda muhalefet “Geleceğin Bahreyn”i için siyasi partilerin kurulması, sivil toplumun güçlendirilmesi, insan haklarına saygı gösterilmesi; ifade, toplanma ve kişisel özgürlüklerin önündeki engellerin kaldırılması ve tam olarak demokrasinin geliştirilmesini istemektedir. Muhalefet ayaklanmaların 7. Yıldönümünde aynı taleplerini tekrar etmişlerdir.
Bütün bunlar için, 13 Mart 2011 tarihinde Veliaht Prens tarafından açıklanan yedi ilkeye dayanan, yönetim ve muhalefet güçleri arasında bir diyalog süreci başlatılmalıdır.
Bahreyn’deki karışıklıklardan gazeteciler de etkilenmişlerdir. Sınır Tanımayan Gazeteciler 2017 Raporu’na göre, ülkede halen 15 gazeteci tutuklu bulunmaktadır.
Ülkedeki halkın, işçilerin ve gazetecilerin uğradığı baskılar yurtdışında da değerlendirilmektedir. ABD’de Tom Lantos Kongre İnsan Hakları Komisyonu’nun çağrısı üzerine “Bahreyn’de Arap Baharı’nın 7. Yıldönümünün Değerlendirilmesi” konulu panel 16 Şubat 2018 tarihinde Rayburn House Office Building 2200 adresinde yapılmıştır.
İnsan Hakları Kıdemli Danışmanı Brian Doolay tarafından açılış konuşması yapılan panelin, Moderatörlüğünü James P. Mc Govern yapmıştır. Panelin katılımcılarını ise Bahreyn yönetimi muhalifleri oluşturmaktadır.
Panelde “Azınlıktaki Sünni monarşinin, çoğunluk Şiiler üzerinde uyguladığı her türlü baskının reddedildiği ifade edilirken, aynı zamanda ABD 5. Deniz Filosu Üssü’nün bulunduğu Bahreyn’in önemine” de değinilmiştir.
Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah da, Arap Baharı’nın 7. Yıldönümünde Bahreyn yönetiminin nüfus politikasını eleştirmektedir.
Uluslararası gözlemcilerinde yakından takip ettiği Bahreyn’deki gelişmeler bölgedeki güvenlik, demokrasi, insan hakları, özgürlükler, ayrımcılığın engellenmesi ve istikrar açısından önem arz etmektedir.
Bahreynli Şiiler ülkede istikrarın sağlanması için ülke yönetiminin Manama Dokümanı’nın, Prens Salman’ın 7 Prensip olarak adlandırılan reform planının ve 23 Kasım 2011 tarihli Bahreyn Bağımsız Soruşturma Komisyonu’nun raporlarının (BICI Report) dikkate alınmasını talep etmektedirler. Bahreyn’de çoğunluğun sesine kulak vermeyen yönetimin, muhalif Şii gösterilerini izlemek zorunda kalacağa benzemektedir.
.
İsrail’de yolsuzluk tartışmaları
Ülkede Netanyahu’ya yönelik suçlamalardan sonra, 21 Şubat 2018’de Netanyahu’nun eski aile dostu Nir Hefetz de tutuklananlar arasındaydı. Hefetz, polis merkezindeki sorgusunda “Başbakan’ın eşi hakkındaki bir ceza soruşturmasını kapatmak için bazı kişilere rüşvet verildiğini” kaydetmiştir. Hefetz sorgusunun devamında “İsrail Telekominikasyon Şirketi’indeki yolsuzlukların Şubat 2014’te Başbakana yansımasının da önüne geçildiğini” bildirmiştir.
İsrail’de ayrıca son iki haftada siyasî kulislerde Netanyahu’nun Hollywood’un önemli figürlerinden Arnon Milchan’dan ve Avustralyalı milyarder James Packer’dan pahalı hediyeler aldığı haberleri yayılmıştır.
Yaşanan gelişmeler ve tutuklamalar karşısında Netanyahu “medyada cadı avı başlatıldığını” vurgulamıştır. İsrail siyasetinin sol kulvarındaki muhaliflerde Başbakan’ı “güçsüz” ilân ederek “İsrail düşmanlarının bile Netanyahu’nun çıkmazına müdahale etmeye başladı” ifadeleri ile hükümetin kendisini yasal ve siyaseten sorgulaması gerektiğine değinmişlerdir.
Netanyahu’nun, İran’a yönelik sert söylemlerin ardından, İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cavad Zarif “Netanyahu’nun İran’a tehditlerinin İsrail’deki mahalli yolsuzlukların üzerinin örtülmesine dönük bir davranış” şeklinde yorumlamaktadır.
Kudüs’te 20 Şubat 2018 tarihli Yahudi Örgütleri Başkanları Yıllık Konferansı’nda da “Başbakan ve çevresi hakkında çıkan yolsuzluk ve rüşvet iddialarının çok önemli olduğuna” değinilerek, “Netanyahu’nun kendisi ve hukuk arasında kalmasının ülkeleri için problemli bir duruma işaret ettiğinin” altını çizmişlerdir.
İsrail’deki yolsuzluk ve rüşvet suçlamaları, Netanyahu Başbakanlığındaki koalisyon hükümeti çöküyor mu? sorusunu akıllara getirmektedir. 120 Temsilcinin bulunduğu Knesset’te koalisyon hükümeti 66 sandalye ile çoğunluğa sahip bulunmaktadır.
Çok partili koalisyonla yönetilen İsrail’de muhtemel bir hükümet değişikliğinde Netanyahu sonrası için kimin iktidara geleceği hakkında net bir siyasî karar mevcut değildir. İsrail’de diğer taraftan hal-i hazırda koalisyon hükümetinin getirdiği siyasal istikrarsızlık mevcuttur. Son yolsuzluk olayları ile birlikte Netanyahu’nun Başbakanlığı bırakıp, görevi koalisyon ortaklarından birisine verebileceği muhtemel senaryolardandır. Eğer bu senaryo gerçekleşmezse ve Netanyahu Başbakanlığa devam ederse, kamuoyundan ve muhalefetten gelen baskılar karşısında hükümetin dağılacağı, önümüzdeki İlkbahar veya Yaz mevsiminde seçimlere gidilebileceği de seçenekler arasında gözükmektedir.
Başka bir seçenek de Netanyahu’nun Başbakanlıktan istifa edip, üyesi olduğu Likud Partisi’nin liderliğindeki koalisyon hükümetinin görevine devam etmesidir. Netanyahu’ya karşı yolsuzluk, rüşvet suçlamaları ve iddiaları karşısında koalisyon ortaklarının suskunluğu bekle-gör politikasının yanında, iktidar ortaklarından Avigdor Lieberman ve Arye Dery gibi bakanların yolsuzluk skandallarının gölgede kalmasıdır.
İsrail Parlamentosu Knesset’teki önemli unsurlardan Siyonist Birlik lideri Avi Gabbay, siyasî partilere mektup göndererek “Netanyahu döneminin sona erdiğini ve yakında yapılması muhtemel seçimlere hazırlıklı olmalıyız” ifadelerini kullanmıştır. Dolayısıyla İsrail’deki olumsuz siyasî hava partiler için bir seçim beklentisini doğurmuştur.
Ancak İsrail’de her siyasî unsur seçim beklentisi içinde değildir. Meselâ yarın seçim yapılsa, son yapılan ankette iktidar ortağı Dery’nin Shas Partisi İsrail Parlamentosu Knesset’e girecek yeterli oyu alamamaktadır. Diğer taraftan hükümeti yerinde tutabilen başka bir unsur da güvenlik faktörüdür. Dolayısıyla koalisyon ortaklarının durumları ve ülkenin kırılgan güvenlik ortamı hükümetin devam edeceği şeklinde algılanabilir. Bununla birlikte iktidarın büyük ortağı Likud Partisi içerisinde Netanyahu’nun yerini alabilecek muhtemel bir aday henüz bulunmadığına dair iddialarda siyasî analistlerce gündeme getirilmektedir.
Likud Partili Çevre Koruma Bakan Yardımcısı Yoran Mazuz da “Netanyahu’nun önümüzdeki birkaç sene daha Başbakanlık görevini sürdüreceğine” dikkat çekmektedir. Netanyahu’nun hakkındaki yolsuzluk iddialarına İsrail yargısı karar verecektir. Sonuçta seçimler ve İsrail’in yakın geleceğine yine İsrail toplumunun vereceği karara bağlıdır.
.
Irak İçin Yeniden Yapılandırma Konferansı
Uluslar arası ilişkiler uzmanlarının tesbitlerine göre İki Kutuplu sistemde, savaşlar yaşansa da görece daha istikrarlı bir dönemdir. Ancak Soğuk Savaş sonrası süreçte, başta eski Yugoslavya (Bosna Hersek), Afganistan ve Irak olmak üzere etkisi uzun süren savaşlar yapılmıştır.
Dünyanın en büyük 8. ordusu, ağırlıkta petrole dayalı bir gelişmişliği/zenginliği bulunan Irak’ın, Saddam Hüseyin’in önderliğinde 2 Ağustos 1990 yılında Kuveyt’i işgal etmiştir. Böylece hemen yanı başımızda günümüze kadar devam eden bir çatışma bölgesi meydana getirmiştir. George Bush (baba) Başkanlığındaki ABD’nin BM çatısı altında müttefikleriyle birlikte Irak’a müdahale etmesi bölgesel ve küresel dinamikleri değiştirmiştir. Bununla birlikte 11 Eylül 2001 tarihinde ABD’nin Dünya Ticaret Merkezi (İkiz Kuleler) ve Savunma Bakanlığı Merkezi Pentagon’un El-Kaide militanlarınca hedef alınması dünyada yeni bir milat olarak kayıtlara geçmiştir. Militanlar tarafından sivil uçaklarla bu iki hedefe ölüm uçuşu (Kamikaze) yapılması, artık sadece askerî değil sivil araçlarla da terör eylemlerinin yapılabildiğine işaret etmektedir.
1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra, 2001’deki 11 Eylül saldırıları uluslar arası sistemde yeni bir milât şeklinde tarihe geçmiştir. Saldırılardan sonra George W. Bush (oğul) Başkanlığındaki ABD ve beraberindekilerin Afganistan ve Irak işgalleri başlamıştır. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile Irak’a demokrasi götürmeyi ve böylece terörizmi kaynağında kurutacağını iddia eden ABD’nin işgali sonucunda, Irak fiilî olarak 3’e bölünmüş durumdadır.
1990 yılından bu yana neredeyse 20 yıldır dış müdahalelere ve iç karışıklıklara maruz kalan Irak’ta, bütün alt yapı ve üst yapı tahrip edilmiştir. Ülkedeki fabrikalar ve üretim sahaları bombalanmış, zarar görmeyen tesislerde yerli halktan bazı gruplarca yağmalanmıştır. Irak’ta, güvenlik sağlanamadığı için uzun müddettir ekonomik sorunlar baş göstermektedir.
Irak’ta güvenlik ve istikrarın sağlanması, yatırımların yapılması, alt yapı ve üst yapının yeniden inşaası vb. girişimlerin gerçekleştirilmesi için Kuveyt’te 12-14 Şubat 2018 tarihlerinde “Uluslararası Irak’ın Yeniden Yapılandırılması Konferansı” düzenlenmiştir.
Kuveyt Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Şeyh Halid Al-Hamad Al-Sabah konferans hakkında “I- rak’taki istikrarın aynı zamanda bölgenin ve dünyanın istikrasına da katkı sağlayacağını, dolayısıyla bütün katılımcıların samimî duygularla konferansa iştirak ettiklerini” bildirmiştir. Al-Sabah ayrıca “Irak’ta IŞİD (DAEŞ/DAİŞ) gibi yanlış dinî amaçlarla hareket eden örgütlerden kurtulmanın yolunun, yatırımlar yaparak Irak’ı kalkındırmak gerektiğini” vurgulamıştır.
Uluslar arası toplumun Irak’ın yeniden inşaası için yapılan konferansta 76 ülke temsil edilmiştir. Bir de Konferansa 51 uluslar arası kalkınma fonu birlikte, 107 mahalli ve küresel sivil toplum kuruluşları, özel sektörden ve iş adamlarından 1.850 girişimci katılmışlardır.
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in Konferans sonunda düzenlediği basın toplantısında “Kuveyt’in Irak halkıyla dayanışma içinde olmak istemesi, Irak hükümetine ve halkına olan güveni göstermektedir. Konferansta uluslar arası toplumun Irak’ta istikrar için doğru adımlar attığını, IŞİD (DAEŞ/DAİŞ) gibi terör örgütlerinin faaliyetlerinin engellenmesi için Irak’ta yatırımlar sayesinde istikrarın sağlanmasının gerekliliğine” değinmiştir.
Irak Başbakanı Haydar Al-İbadi ise, Konferanstaki katılımcılara “ülkesinde yaşanan savaşların geçmişte kaldığını” hatırlatmıştır.
Konferans kapsamında Uluslararası İslâmî Yardım Kuruluşu (IICO) Başkanı Abdullah Al-Maatouq “Irak’ta İnsanî Durumu Destekleme Projeleri ile 337 milyon dolarlık harcama yapacaklarını” bildirmiştir.
Arap Ekonomik Kalkınması İçin Kuveyt Fonu Başkanı Abdulwahab Al-Bader “Irak’ın yeniden inşaası için tahminen 88 milyar dolar gerektiğini” kaydetmiştir.
Irak, 90’lı yıllardan günümüze kadar işgaller ve çeşitli terör olaylarıyla silâh şirketlerinin pazarı haline gelmiştir. Bugün dışarıdan yatırımlara ihtiyaç duyar hale gelmek Iraklı yöneticiler için düşündürücü bir sonuçtur. Kuveyt, Irak’ın yeniden yapılandırılması için ayırdığı 2 milyar dolarlık bütçeyi, Konferans esnasında 30 milyar dolara yükselttiğini açıklamıştır. Diğer taraftan Irak’ın Yeniden Yapılandırılması Konferansı’nın, işgal ettiği Kuveyt’te gerçekleştirilmesi, Irak için ironik bir psikolojidir.
Konferans’ın Irak’ta temelde cehalet, zaruret ve ihtilâftan kaynaklı sorunlara çözüm olup olmayacağını yakın gelecekte hep birlikte göreceğiz.
.
Mısır seçimlerinde boykot ve Sisi taraftarları
Yaklaşan seçimlerde Sisi destekçisi ve karşıtları taraflarını netleştirmektedirler. Helwan Üniversitesi Jeoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Yahya Al-Qazzaz’ın öncülüğündeki aktivist ve gazeteciler; Al-Karama Partisi ve Mısır Halk Akımı Kurucu Hamdeen Sabbahi’nin önderliğinde 31 Ocak 2018’de, Sivil Demokratik Hareket de boykot cephesinde yer aldıklarını açıklamışlardı.
Son günlerde eski Müslüman Kardeşler üyesi ve Güçlü Mısır Partisi Başkanı Abdoul Moneim Aboul Fotouh boykot cephesinde bulunacaklarını bildirmiştir. Mısır’da muhalefetin üzerinde şimdiye kadar görülmeyen ağır baskılar uygulandığını söyleyen Fotouh, 2012 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yarışan en güçlü adaylardandı. Yapılan baskı sonucunda adaylıktan çekilen Reform ve Kalkınma Partisi Başkanı Muhammed Anwar Al-Sadat, eski Cumhurbaşkanlığı Bilim Danışmanlık Kurumu Başkanı Essam Heggy, eski Merkezi Denetleme Kurumu Başkanı Hisham Genena ve Siyaset Bilimi akademisyenlerinden Prof. Dr. Hazem Hosni de seçimleri boykot edeceklerini açıklamışlardır.
Boykot taraftarı siyasilerin ortak noktası rejimin halkı yoksullaştırmak için sürekli girişimlerde bulunduğu düşüncesidir. Bu girişimler “KDV oranının yüzde 12’den yüzde 14’e yükseltilmesi, Süveyş Kanalı’na 2016’da yapılan ek yan su kanalının ‘İkinci Süveyş Kanalı’ projesiymiş gibi kamuoyuna deklare edilmesi ile ek su yolundan elde edilen gelirin yapılan harcamaları karşılamaması” gibi sıralanmaktadır. Buna ek olarak Fotouh, 2017’deki yüzde 4.2 oranındaki ekonomik büyümenin gerçeği yansıtmadığına dikkat çekmektedir. Fotouh’un ciddi bir toplumsal tabanı olduğu bilinmektedir. Bundan dolayı açıklamaları ve boykot cephesinde yer alması önem arz etmektedir. Diğer taraftan Güçlü Mısır Partisi Genel Başkan Yardımcısı Muhammed Al-Qassas’ın, Devlet Yüksek Güvenlik Mahkemesi tarafından terör örgütünün haber portalı “Müslüman Kardeşler Medya Ekseni”ne verdiği destek verdiği iddiasıyla 10 Şubat 2018 tarihi itibariyle tutuklandığına dair Mahkeme kararını yayınlamıştır. Yine Devlet Yüksek Güvenlik Mahkemesince 14 Şubat 2018’de Güçlü Mısır Partisi Başkanı Fotouh’und “ulusal çıkarlara zarar vermeye yönelik yayınlar yapan, terör örgütü ilan edilen Müslüman Kardeşler’in açıklamalarına destek verdiği iddiasıyla” tutuklanmıştır. Yayınlanan Mahkeme kararları rejmin, Güçlü Mısır Partisi’nin seçmen tabanından çekindiğine ve seçim sürecine müdahaleye yorumlanmaktadır.
Mısır’da bir yanda boykot çağrıları yapılırken, diğer yandan da seçimlere katılım çalışmaları da yapılmaktadır. Dr. Maya Morsi’nin Başkanlığındaki Ulusal Kadın Konseyi “Kadınlar Mısır’ın Sesi” kampanyasını başlattılar. Şu an için “Kadınlar Mısır’ın Sesi” kampanyasının seçimlerde nasıl bir pozisyon alacağını söylemek oldukça güçtür.
Seçim sürecindeki Mısır’da, siyasetin ortanın-sağı kulvarında faaliyette bulunan Muhafazakâr Parti Başkanı Akmal Kortam’da seçimlerde Sisi’yi destekleyeceklerini belirtmiştir. Kortam açıklamasında “adalet, onur, özgürlük, ekonomik yeterlilik, eşitlik, bütünlük, sivil toplum kuruluşlarının görevlerini yerine getirmesi” vb. ifadelerle Sisi’nin bir dönem daha seçilmesi gerektiğini vurgulamıştır.
Sisi destekçisi bir başka aktör de Mısır Sendikalar Federasyonu’dur. Federasyon Sözcüsü Muhammed Bahaa el-Din Shoka 7 Şubat 2018’deki basın toplantısında “Ülkenin vizyonunun tamamlanması için Sisi’nin bir dönem daha Cumhurbaşkanı olması gerekmektedir” şeklindeki açıklamasıyla boykot cephesinin karşısında yer aldıklarını göstermiş oldu.
Müslüman Kardeşler karşıtı ve 3 Temmuz 2013 darbesinin destekçilerinden sosyalist Tagammu Partisi’nin Genel Sekreterliği’nden basın kuruluşlarına gönderilen açıklamada “milli ekonomi, kalkınma, sanayi ve ekonomi projelerinin tamamlanması için yaklaşan seçimlerde Sisi’yi destekleyeceklerini” kaydettiler.
Seçim tarihi yaklaştıkça siyasal ve toplumsal unsurlar arasında rekabet hızlanmakta ve taraflar pozisyonlarını belirlemektedirler. Müslüman Kardeşler’in seçimleri boykot edeceklerine kesin gözüyle bakılmaktadır. Bununla birlikte İhvan’ın darbe karşıtı ve Sisi karşıtı Meşruiyete Destek ve Ulusal İttifak çatısı altındaki unsurların Güçlü Mısır Partisi örneğinde olduğu gibi Müslüman Kardeşler tarafında yer alacağı beklenmektedir.
.
Gazze’nin sosyo-ekonomik insanî boyutu
Özellikle İsrail’in işgali altındaki Filistin topraklarında siyasî çözümsüzlük mevcudiyetini korumaktadır. Filistin denildiğinde akla ilk gelen İsrail işgali, güvenlik tedbirleri, siyaset, çatışma vd. gelmektedir. Elbette bunların neticesindeki insanî sorunlar göz ardı edilmemelidir. Uluslar arası gündemin ilk sıralarında yer alan Filistin’de, işgal güçleri tarafından şehit edilen, sakat bırakılan, parçalanan aileler, vb. yanında sosyo-ekonomik problemler de olumsuz etkilerini göstermektedir.
Bulunduğu coğrafyada ikiye bölünmüş Filistin topraklarının Gazze Şeridi’nde, sosyal ve ekonomik hayat günden güne kötüye gitmektedir. Gazze Şeridi’ndeki hayır ve yardım kurumlarının Koalisyon Koordinatörü Ahmet Al-Kurd 31 Ocak 2018 tarihinde yaptığı basın açıklamasında “Gazze’nin afet bölgesi haline geldiğini ve burada yaşayanlar için acil tedbirler alın- masının zorunlu” olduğunu vurgulamıştır. Bununla birlikte Al-Kurd “Gazze’de Tasarruf” girişimini başlattıklarını ifade etti. Aslında Gazze Şeridi’ndeki olumsuz durumun haksız kuşatma ile daha da ağırlaştığını dünya kamuoyu bilmektedir. Dolayısıyla Al-Kurd’un beyanatındaki “bütün uluslar arası kurumlara kuşatmayı sona erdirmek ve Gazze’deki 2 milyon nüfusun temel ihtiyaçlarını karşılamak için acilen müdahale” çağrısında bulunması bölgedeki vahameti gözler önüne sermektedir.
Gazze’de nüfusun yüzde 80’i yoksulluk içerisindeyken, yine yüzde 65’i de yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Birde nüfusun dörtte üçünün acil yardıma ihtiyacı vardır. İsrail’in bir açık hava hapishanesi haline getirdiği Gazze’de ham madde ithalinin sınırlandırılması fabrikaların yüzde 80’ini kapatmış ve işsizlik yüzde 50’ye ulaşmıştır. Böylece Gazze ekonomisi yılda 250 milyon dolarlık bir kayıpla karşı karşıyadır.
Sınırlı sağlık imkânlarına sahip Gazze’de beslenmenin muhteva veya miktar açısından yetersiz olması sonucunda, vücudun ihtiyaçlarına karşın, sağlanan enerji ve besin ögelerinin yetersiz kalmasından kaynaklanan malnütrisyon ve anemi (kansızlık) hastalıklarının çocuklar arasındaki oranı yüzde 40’a yükselmiştir. Buna ek olarak 17 bin yetim malî güvenceden yoksun ve 50 bin engelli de tedavi rehabilitasyona ihtiyaç duymaktadır.
Hastanelerde ilâç ve malzeme yetersizliği veya yokluğundan dolayı tedavi edilebilir durumdaki hastaların bile tedavileri mümkün olmamaktadır. Hastanelerde en temel ilâçlardan 230’unun bulunmaması sağlık sektörünün tıkandığını göstermektedir. İsrail yet- kililer, yüzlerce tıbbî cihazın bakım işlemleri için gerekli yedek parçalarının Gazze’ye girişini engellemektedirler. Böylece Gazze’deki 13 bin kanser hastasının tedavisi yapılamamaktadır. Aynı zamanda sağlık alanında yaşanan olumsuz durum, yakıt-enerji krizi ve elekt- rik kesintileri ile içinden çıkılmaz bir hâl almaktadır.
Gazze Sağlık Bakanlığı Sözcüsü Eşref Al-Kudra, hükümetin temizlik şirketlerine ödeme yapamamasından dolayı, hastanelerdeki temizlik çalışanlarının iş bıraktığını ve hastanelerde tıbbî hizmetlerin steril bir ortam verilmediğini belirtmiştir. Gazze’ye uluslar arası tıbbî desteğin gelmesi ve Gazze dışında tedavi olabilme imkânları da İsrail tarafından engellenmektedir. Gazze dışında tedavi olma izinlerinin verilmediğini Al-Mezan İnsan Hakları Merkezi, Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü, Filistinliler İçin Tıbbî Yardım Derneği ve İsrail İnsan Hakları Doktorları gibi sivil toplum kuruluşları da doğrulamaktadır. Birleşmiş Milletler Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, İsrail’in kısıtlamaları ile 2017 yılında Gazze dışında muayene olması gereken Filistinlilerin 11 bin doktor randevusu iptal edilmiştir. Bu durum İsrail güçlerinin sistemli bir şekilde Filistinlileri ölüme terk ettiğine işaret etmektedir.
Diğer taraftan enerji krizi ve elektrik kesintileri dolayısıyla kanalizasyon pompaları kapatılmıştır. Böylelikle Gazze’deki atık suyun yüzde 95’inin arıtılmadan (günlük 150 bin m²) denize ve karaya boşaltıldığı çevre örgütlerince bildirilmektedir. Enerji krizinin sonucunda büyük bir çevre kirliliği ve yeni sağlık sorunlarının yaşanacağı kuvvetle muhtemeldir. Eskiden beri içme suyu kaynaklarının yeterli olmadığı da bilinen sorunlardandır.
Gazze’deki kötü ekonomik gidişatta eğitim sektörü de nasibini almıştır. Üniversitelere kayıt yaptıranların yüzde 80’i yoksul ailelerden gelmektedir. Eğitim ala- nında çalışanlar maaşlarını düzenli alamamakta ve bu durum eğitimin kalitesini negatif yönde etkilemektedir. Üniversitelerin her yıl 10 bin yeni mezun verdiği Gazze’de genç işsizlik yükselişte olup, genç kuşak gelecekten ümitli olması mümkün gözükmemektedir.
İsrail’in, Gazze’ye inşaat malzemelerinin girişine sıkı kısıtlamalar getirmesi üzerine, 2014 yılında yıkılan evlerin henüz yüzde 40’ı bile yeniden inşaa edilememiştir. Günde 12 ile 20 saat elektrik kesintilerinin uygulandığı Gazze’de, enerji açığı 270 MW civarındadır. Geçtiğimiz yıl uzun süren elektrik kesintilerinden dolayı mum, gaz lambası vb. elektrik dışı aydınlatma ürünlerinin kullanıldığı evlerden 31’i yangında kullanılamaz hale gelirken, bu evlerde yaşayanlardan 23 kişi vefat etmiştir.
Gazze’nin dışarıya açılan tek kapısı Mısır sınırındaki Refah Kapısı’dır. Kapı, 2017 yılında sadece 21 gün açık tutulmuştur. Gazze’ye gelmesi beklenen yardımlar ve ticarî malların Refah Kapısı’ndan geçişi engellenmektedir. Buna ek olarak İsrail’in belirlediği hayatî öneme sahip 400 farklı çeşitteki ürünün girişini yasaklamıştır. Tedavisi zorunlu hastaların geçişlerinde bile İsrail güvenlik güçlerince keyfi tutuklamalar yaşanmaktadır.
Gazze’de sosyo-ekonomik ve insanî boyuttan anlaşıldığı üzere yaşanan bütün yetersizlikler, yoksunluklar ve imkânsızlıkların aşılması, sosyo-ekonomik yapının iyileştirilmesi için insani anlamda girişimlerde bulunmak zorunluluktur. Çözüm sadece siyaset ve güvenlik tedbirlerinden ibaret değildir. İslâm dünyası ve uluslar arası yardım kuruluşları Gazze’yi, Kudüs’ü ve bütün Filistin’i insanî boyutta da desteklemelidirler.
.
Mısır’da siyasî tarafların pozisyonları
Sisi’nin dört yıllık görev süresi Mayıs 2018’de dolacak olmasından dolayı, Mısır, Mart 2018’de yeni Cumhurbaşkanı’nı seçmek için sandığa gidecek. Mısır Yüksek Seçim Komitesi tarafından, seçimlerin öncelikle yurtdışı temsilciliklerde 16-17-18 Martta ve yurtiçinde de 26-27-28 Martta yapılması planlanmaktadır.
Dört yıllık Sisi iktidarının beklentileri karşılayamadığı Mısır’da, adaylıklarını açıklayan Muhammed Anwar Al-Sadat, Ahmed Şefiq, Sami Anan, Khalid Ali ve Ahmed Konsowa rejimin baskıları sonucunda adaylıktan çekildiklerini açıklamışlardı. Mısır’da sosyal, ekonomik, siyasi, dini/mezhepsel vb. sorunlar çözülememiştir.
Rejimin 3 Temmuz 2013 darbesinden bu yana başta Müslüman Kardeşler’e ve diğer toplumsal kesimlere uyguladığı olumsuz politikalar, rejime yönelik farklı muhalefet unsurlarının birlikte hareket etmesine neden olmaktadır. Muhalifler özellikle rejim baskısına karşı demokrasi, özgürlükler, hukukun üstünlüğü ve insan hakları başta olmak üzere ortak paydalarda buluşmaktadırlar.
Sisi rejiminin olumsuz yöndeki uygulamaları, rejimle, toplumun büyük bir kesiminin uzlaşı sağlayamamasına neden olmaktadır. Diğer taraftan geçtiğimiz yıl Mısır’ın egemenliğindeki Kızıldeniz’deki Tiran ve Sanafir adalarının Sisi tarafından Suudi Arabistan’a verilmesi de ülkedeki sol-seküler-liberal-milliyetçi ve İsmacıların tepkisini çekmiştir. Mart 2018’de yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri arifesinde de beklentileri karşılanmayan siyasal ve toplumsal unsurların boykot çağrıları işitilmektedir. Mısır’da boykot çağrıları öncelikle sol-seküler-devrimci gruplardan gelmektedir.
Seçimleri boykot kampanyası ilk olarak 28 Kasım 2017’de bir grup siyasetçi, aktivist ve gazeteci başlatmıştır. Kampanyanın beyannamesine imza atanlar arasında Helwan Üniversitesi Jeoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Yahya Al-Qazzaz, gazetecilerden Azza Al-Hennawi, Medhat Abu Dalila ve Al-Anwar Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hasan Hüseyin bulunmaktadır.
Akademisyen, gazeteci ve aktivistlerden 260 kişinin imzaladığı, Boykot Kampanyası’nın bildirisi “tüm devrimci ve demokratik güçlerin ülke çapında boykotu etkili bir hale getirmek için bileşmeleri kaçınılmazdır. Her onurlu Mısır vatandaşının boykota katılması için çağırıyoruz” şeklinde başlamaktadır. Bildiri’nin devamında “halkın demokratik cumhuriyetini birlikte kuralım, işçilerin yolsuzlukla yağmalanmış ulusal zenginliğini kurtaralım, Nil sularında Mısır halkının tarihsel hakları korunmalıdır, Mısır halkının haklarına aykırı olan Camp David ile Tiran ve Sanafir adaları anlaşmaları yürürlükten kaldırılmalıdır, tüm tutuklu siyasiler ve aktivistler serbest bırakılmalıdır, asgari ücret en yüksek 4.000 ve en düşük ise 2.000 Mısır Cüneyh (Paund)’i baz alınarak düzenlenmelidir, sömürge bağımlılığının her türlüsünden ve siyonistlerin Filistin işgali durdurulmalıdır” vb. ifadeler belirtilmektedir. Beyannamede bu taleplerle halkın seçimleri boykot etmesi hedeflenmektedir.
Al-Karama Partisi ve Mısır Halk Akımı Kurucu Hamdeen Sabbahi’nin öndeliğinde 31 Ocak 2018’de, Sivil Demokratik Hareket adına yapılan açıklamada “seçim komik bir oyundur”, “Khalik fel Bait yani Evinde Kal” sloganıyla halka seçimlere katılmamaları çağrısında bulunuldu. Sabbahi’nin yaptığı açıklamada 7 parti ve 150 toplumsal figürün seçimlere katılmayarak “boykot” edecekleri ifade edilmiştir. Seçimleri boykot edenler başlıca 2014 yılı Cumhurbaşkanı adayı Sabbahi, Kifaye Hareketi eski üyesi Yahya Hüseyin Abdel Hadi, Kifaye Hareketi Kurucusu ve İnsan Hakları Ulusal Konseyi Üyesi George İsaac, Ulusal Değişim Derneği eski Koordinatörü Abdel Galil Mustafa, Sosyalist Halk İttifakı Başkanı Part Medhat Al-Zahid vd. oluşmaktadır. Sabbahi ayrıca “şimdiden seçimlerin özgür bir ortamda yapılmayacağının görüldüğü ve adayların güvenlik ve demokratik garantilerinin olmadığı” anlaşılmıştır diyerek seçim sürecinin sağlıksız işlediğini vurgulamaktadır.
Mısır’da boykot çağrıları yankılanırken, ülkenin en eski siyasi yapısı liberal Al-Wafd Partisi’nden ise, 27 Ocak 2018 tarihinde “seçimlerde Sisi’yi destekleyecekleri” beyanatında bulunuldu. Böylece Al-Wafd Partisi 45 Üyeli Yüksek Komisyonu’nun basına kapalı toplantısında alınan kararla, aday olması beklenen “Parti Başkanı Al-Sayeed Al-Badawi’nin seçimlerde aday olmayacağı” belirtilmiştir.
Müslüman Kardeşler’e karşı yapılan 3 Temmuz 2013 darbesini ve 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Sisi’yi destekleyen, ultra muhafazakar Selefi İslamcı Al-Nur Partisi, Mart 2018 seçimlerinde de yine Sisi’yi destekleyeceklerini bildirdiler. Al-Nur Partisi 3 Temmuz 2013’deki darbeyi destekleyerek, Mısır’daki ana İslamcı akım Müslüman Kardeşler’in oylarını bölmeye çalışmıştır. Bununla birlikte darbeyi destekleyen Al-Nur Partisi, rejim için, bir takım İslamcı unsurların nazarında darbeyi meşrulaştırma aracılığı da yapmıştır. Darbeden sonraki süreçte, Al-Nur Partisi’nin lider kadrosundaki Younus Makhyoun, Yaser Borhamy, Nader Bakkar vd. Suudi Arabistan sermayesi ile aşırı zenginleşmeleri dikkatleri çekmiştir.
Diğer taraftan Mısır Ulusal Seçim Kurumu’nun seçimlere 2 ay kala, adaylık listesini Al-Ahram ve Al-Akhbar gazetelerinde yayınlaması seçimleri yönlendirme ve müdahale olarak yorumlanmaktadır. Diğer adayların rejim baskısı sonucunda adaylıktan çekildikleri hatırlanacaksa olursa, Mısır Ulusal Seçim Kurumu’nun ilanında Sisi ve Mustafa Musa’dan meydana gelen 2 adaylı ilanda, rejimin Sisi’ye başka bir rakip istemediği anlaşılmaktadır.
Mısır’da seçimler yaklaşırken, Sisi karşıtı seçimleri boykot cephesinde hareketlilikler gözlemlenmektedir. Aslında Al-Wafd Partisi’nin ve Al-Nur Partisi’nin Sisi’yi destekler nitelikteki açıklamaları, boykot taraftarlarına yönelik bir cevap olarak değerlendirilmelidir. Seçimlere kadar geçen sürede diğer siyasi ve toplumsal yapıların taraflarını belirleyeceği kuvvetle muhtemeldir.
.
Toplumsal barış sağlanamadı
5. Sİyasal Tarafların Pozİsyonları
Mısır’da 25 Ocak devrimin 5. yıl dönümünde, Mübarek döneminin Mısır Dışişleri Bakanı ve Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Moussa’nın kurucusu olduğu Konferans Partisi’nin Genel Sekreteri Amin Rady “Mısırlılar ülkelerini korumak için vatanlarının aleyhine olan protestolara izin vermez” şeklindeki açıklamasıyla mevcut rejime desteğini teyit etmiştir.
3 Temmuz 2013 darbesinin destekçilerinden siyasal İslâmcı Al Nur Partisi’nin Başkanı Younes Makhyoun da “25 Ocak devrimini destekleme amaçlı gösteriler için yapılan çağrıların dikkate alınmaması” gerektiğini bildirdi. Makhyoun’un açıklamaları mevcut rejime verdikleri desteğin devam ettiğine yorumlanmaktadır.
Mısır Sosyal Demokratik Partisi’nden aktarılan bilgilere göre, Mısır’da halen “kamusal alanda kısıtlamalar devam etmekte ve sivil toplum örgütlerine karşı saldırılarda bulunulmaktadır. Güvenlik güçlerinin sert müdahalelerinin sebepleri mevzuat ve Anayasa’daki eksikliklerdir. Devrimin üzerinden yıllar geçmesine rağmen insanlar halen suçları kesinleşmeden hapse atılarak ve yargılanmadan tutuklanmaktadırlar. Mısır’daki özgürlüklerin durumu 25 Ocak devrimi öncesinden daha kötüye gitmektedir.” Parti, bu çeşit olumsuz uygulamaların kaldırılması çağrısında bulundu.
Mısır’da siyasetin sol kulvarında faaliyette bulunan Halkın İttifakı Partisi Başkanı Abdel Ghaffar Shokr açıklamasında “25 Ocak devriminin başlıca sloganları ekmek, özgürlük ve onur kavramlarının hayata geçirilemediği” eleştirisinde bulunarak “eski rejimin bu kavramları gerçekleştirmek için mevcut Sisi rejiminden daha fazla gayretli oldukları” yorumlarında bulundu.
Devrim ve darbeden sonra siyasal unsurların rejime karşı arayış içerisinde oldukları bilinmektedir. Partiler arasındaki son girişim yeni bir ittifak bloğu kurmak olmuştur. Pro-25 Ocak Demokratik Akım adındaki yeni blok aralarında liberal-solcuların bulunduğu Al Dostour (Anayasa) Partisi, Nasırist Halk Akımı, eski Cumhurbaşkanı adayı Hamdeen Sabbahi’nin kurucusu olduğu Karama Partisi, Sosyalist Halk İttifakı Partisi ve Sosyalist Parti’den meydana gelmektedir.
6 Nisan Gençlik Hareketi ise, 25 Ocak 2011 devriminde Mübarek karşısında yer alırken, İhvan’a karşı yapılan 3 Temmuz 2013 darbesinde Sisi tarafında bulunmuştur. Ancak bir müddet sonra Hareket’in Başkanı Ahmed Maher’in Sisi ile yollarını ayırması ile sonuçlanan hapis cezası sonrasında Hareket Ocak 2014’ten beri rejim karşıtıdır.
Sonuçta halkın farklı kesimlerinin protesto gösterileri ve toplantıları düzenlediği Mısır’da, Tahrir Meydanı’nı güvenlik güçleri doldururken, halkın önceki gösterilere kıyasla daha parçalı bir yapıda hareket ettiği gözlemlenmektedir. Şöyle ki, 25 Ocak 2011 devrimi ile bütün halk kesimleri Mübarek karşıtı bir duruş sergilerken, Müslüman Kardeşler iktidarına karşı yapılan asker ve sivil destekli 3 Temmuz 2013 darbesi sonrasında toplumun darbe karşıtları ve darbe taraftarları olarak ikiye bölündüğünü bütün dünya kamuoyu izledi. Diğer taraftan darbe sonrasında 14-15 Ocak 2014’te gerçekleştirilen Yeni Anayasa referandumu öncesinde toplumun anayasaya evet -anayasaya hayır– anayasayı/referandumu boykot cepheleri olarak üçe bölündüğüne hep birlikte şahit olundu. Aynı siyasal bölünmüşlüğü 26-28 Mayıs 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de görmek mümkündür. Bir de Eylül-Ekim-Kasım-Aralık 2015’te gerçekleştirilen Parlamento Seçimleri’nde de rejimin dışladığı partilerin seçimlere katılamadığına ve Parlamento’ya temsilci gönderemediğini gözlemledik. Bununla birlikte 25 Ocak devriminin 2014’teki sene-i devriyesi gösterilerinde darbe yönetimi taraftarları, darbe karşıtı İhvan taraftarları ve hem İhvan hem de darbe yönetimi karşıtları olarak farklı isimler altında yeni bölünmeler görülmektedir. Bunlara ek olarak Müslüman Kardeşler’in liderliğini yaptığı Meşrûiyete Destek ve Ulusal İttifak/Darbe Karşıtı İttifak’tan ayrılan siyasal unsurlar, İhvan’ın ittifakının dağıldığı şeklinde yorumlara yol açmıştır. Hem 3 Temmuz 2013 darbesini gerçekleştiren 30 Haziran İttifakı içerisinde darbe sonrasında meydan gelen ihtilâflar, hem de Müslüman Kardeşler’in Meşrûiyete Destek ve Ulusal İttifak/Darbe Karşıtı İttifak’ının beş unsurunun geçtiğimiz yıl İttifak’tan ayrılması her iki toplumsal grubun heterojen yapısını ortaya koymaktadır. Böylelikle 25 Ocak devrimi yıl dönümünde meydanlarda sokaklarda ve siyasette karışık bir durum söz konusudur.
Siyasal ve Toplumsal
Unsurların Pozisyonları
A. Başlıca Darbe Taraftarları
1. Darbe yönetimi adına Abdul Fattah Sisi taraftarları,
2. Özgür Mısırlılar Partisi
3. Al Wafd Partisi
4. Tamarod
5. Şeyh Ahmed al-Tayyeb (El Ezher Üniversitesi Başkanı, Mısır Büyük Müftüsü,
Nisan 2010’a Kadar Ulusal Demokratik Parti üyesi)
6. Kıpti Ortodoks Hıristiyanların Lideri Papa II. Tawadros
7. Selefi Al Nur Partisi
B. Darbe Karşıtları
1. Müslüman Kardeşler
2. Pro-Demokrasi İttifakı
3. Meşrûiyete Destek ve Ulusal İttifak/Darbe Karşıtı İttifak
4. Güçlü Mısır Partisi
5. Askerî Denemelere Hayır Grubu
6. Devrimci Sosyalistler
7. 6 Nisan Demokratik Cephesi
8. Ahmed Mahar’in 6 Nisan Gençlik Hareketi
9. Darbe Karşıtı Öğrenciler
10. Yusuf Al-Karadawi
C. Meşrûiyete Destek Ulusal İttifak/Darbe Karşıtı İttifak
1. Hürriyet ve Adalet Partisi (Müslüman Kardeşler’in siyasî kanadı).
2. Sina, Yukarı Mısır ve Marsa Matrouh vb. vilayetlerdeki aşiret koalisyonları.
3. Profesyonel Sendikalar Birliği Federasyonu (24 adet işçi sendikasından oluşuyor).
4. Al Wasat Partisi.
5. Al Watan Partisi.
6. Al Jamaa Al Islamiye.
7. İnşaa ve Kalkınma Partisi.
8. Yeni Çalışma/İşçi Partisi.
9. Islah Partisi.
10. Al Tawheed Al Araby Partisi.
11. İslâmcı Parti.
12. Al Asala Partisi.
13. Al Shaab Partisi.
14. Mısır Arap Kabileleri Birliği Koalisyonu.
15. Mısır Çiftçileri Genel Sendikası.
16. Al Azhar Üniversitesi Öğrencileri Birliği.
17. Sokak Satıcıları Birliği.
18. Selefi Cephe.
19. İstiklâl Partisi
20. Ensar Al Seriat vd. gibi başlıca Selefi siyasal hareketlerden meydana gelmektedir.
Meşrûiyete Destek Ulusal İttifak, Müslüman Kardeşler’e karşı gerçekleştirilen 3 Temmuz 2013 darbesinden sonra, adını 14 Ağustos 2013’te Darbe Karşıtı İttifak olarak değiştirdi.
D. Meşrûiyete Destek ve Ulusal İttifak/Darbe Karşıtı İttifak’tan Ayrılan Siyasal Unsurlar
1. Al Wasat Partisi
2. Al Watan Partisi
3. Güçlü Mısır Partisi
4. Selefi Cephe
5. İstiklâl Partisi
E. Darbe ve Müslüman Kardeşler Karşıtları
1. Basın Sendikası
2. Devrim Yolu Cephesi (Alaa Abdel Fattah, roman yazarı Ahdaf Soueif, siyasî aktivist Khaled Sayyed, Güçlü Mısır Partisi, Devrimci Sosyalistler, Adalet ve Özgürlük Genç Aktivistler Grubu ve bağımsız siyasî figürler).
Hatırlanacak olursa, Mübarek’in devrilmesiyle sonuçlanan 25 Ocak devrimi, halkın “özgürlük, ekmek, sosyal adalet ve onur” talepleri üzerine gerçekleştirilmişti. Ancak çok parçalı Mısır halkı için devrimin üzerinden 6 yıl geçmesine rağmen taraflar barışçıl çözümden çok uzakta görülüyor.
6. Sonuç
Müslüman Kardeşler taraftarları 3 Temmuz darbesinden bu yana barışçıl gösterilerde başı çektiler. Mursi yanlıları oturma eylemi ve protesto gösterileri yaptılar. Ülkede Kahire başta olmak üzere, diğer vilayetlerde de toplumun farklı kesimlerinin gösterileri gerçekleşmiştir. Aslında gözden kaçırılmaması gereken nokta, Mısır toplumu farklı isimlendirmeler altında bölündükçe ortak paydadan ve ülkenin ortak çıkarına olan aksiyondan uzaklaşması kaçınılmazdır. Yine parçalı siyasî yapıyı toparlayıp Mısır’ın geleceğini kuracak ve istikrara kavuşturacak en eski tarihe sahip ve güçlü İslâmî-siyasî-toplumsal karşılığı olan yapı Müslüman Kardeşler’dir.
Mısır’da Arap Baharı’nda beri Mübarek’in iktidardan uzaklaştırılması, 25 Ocak 2011 devrimi, 2011 yılı Parlamento seçimi, 2012 yılı Cumhurbaşkanlığı seçimi, 3 Temmuz 2013 darbesi, 2012 ve 2014’te iki adet Yeni Anayasa’nın halk oylamasında kabul edilmesi, 2014 yılı Cumhurbaşkanlığı seçimi, 2015 yılı Parlamento seçimleri vb. gelişmeler ülkeye beklenen siyasî ve ekonomik istikrarı getirmediği gibi toplumsal barışı da sağlamamıştır.
Diğer taraftan dindar veya İslâmcı olduğu iddia edilen Sisi’nin Mısır’daki İslâmcıları böldüğü aşikârdır. Selefi Al Nur Partisi’nin 2011-2012 yıllarında İhvan’ın Hürriyet ve Adalet Partisi’ni desteklediği bilinmektedir. Ancak 3 Temmuz 2013 darbesinde Al Nur Partisi, Sisi’yi ve darbeyi desteklemiştir. Sisi, Al Nur Partisi üzerinden bir takım İslâmcıların nazarında darbeyi meşrûlaştırma yoluna gitmiştir. Bu süreçte Al Nur Partisi’nin liderlerinden Younus Makhyoun, Nader Bakkar’ın maddî anlamda aşırı zenginleştiği Mısır gazetelerinde yer almıştır. Ancak Sisi, 2015 yılı Parlamento seçimlerinde Al Nur Partisi’ne önceki dönemdeki kadar destek vermemiştir. Al Nur Partisi’nin oyları büyük oranda düşerken, Sisi ise Hıristiyan asıllı iş adamı Naquib Sawiris’in Özgür Mısırlılar Partisi ile ortak hareket etmiştir. Aynı zamanda, rejimin İhvan ve taraftarı yapıları siyasal sistemden dışlaması sonucunda, yukarıda isimleri kaydedilen partilerin Meşrûiyete Destek Ulusal İttifak/Darbe Karşıtı İttifak’tan ayrılmışlardır. Ancak rejim bu partilerin İhvan çizgisi üzerinden siyaset yapmalarına engel olamamıştır. Dolayısıyla rejimin gadrine uğramayan hiçbir İslamcı parti, hareket, cemaat, sivil toplum kuruluşu vb. kalmamış denilebilir.
Sisi’nin önderliğinde gerçekleşen 3 Temmuz 2013 darbesine, demokrasi savunucusu Batının sessiz kalması da Batının demokrasiyi araçsallaştırdığının bir delilidir. Aynı zamanda demokrasiyi hangi açıdan değerlendirdiğinin de göstergesidir.
Müslüman Kardeşler’in rejim tarafından hem yasaklanıp hem de terör örgütü ilân edilmesi, İhvan’ın şiddete başvurmasını zorlamaya yöneliktir. Ancak İhvan’ın üst düzey kadrolarının 3 Temmuz 2013 darbesinden bugüne kadar devamlı barışçıl gösterilerden yana olduklarını açıklaması, Mısır’daki iç karışıklıkların daha da derinleşmesini engellediği kuvvetle ihtimaldir.
Müslüman Kardeşler taraftarı İslâmcı unsurlar rejimin gadrine uğramaya devam ederken, rejim yanlısı İslâmcılarla da arasında görüş ayrılığı derinleşmektedir. Devlet, İhvan’ı hem yasaklamış hem de terör örgütü ilân etmişti. Ancak devlete hakim darbeyi destekleyen sol-seküler- liberal kadrolar bütün çabalarına rağmen İhvan’ı tam anlamıyla siyasetin dışına çıkartamadılar. İhvan üzerindeki baskı, devletin/rejimin halen İhvan’dan çekindiğine yönelik değerlendirilebilir. Mısır’da başta devlet ile Müslüman Kardeşler’in ve Müslüman Kardeşler ile diğer bazı İslâmcı grupların aralarındaki siyasî problemler çözülmedikçe, Mısır denklemi içinden çıkılması zor bir noktaya gitmeye devam edecektir.
Sisi’nin “İslâm’ı olumsuz etkileyen radikal ve ektremist İslâmcılarla mücadele edilmesi için dini reformların yapılması” çağrısında bulunması dikkat çekicidir. Sisi yapmış olduğu bu açıklamayla Müslüman Kardeşler taraftarlarını daha fazla radikalize etmeye çalışarak, Batıya “ben radikal İslâm’la mücadele ediyorum, dolayısıyla Batının bana ihtiyacı var” imajı sergileme amacındadır. Ancak Cemalettin Afgani, Muhammed Abduh, Reşid Rıza ve Hasan Al Benna gibi tarihî ve köklü bir çizgiden gelen İhvan, Sisi’nin radikalleştirme manevrası karşısında olgun duruşunu sergilemekte ve korumaktadır.
3 Temmuz 2013 darbesinden sonra her ne kadar Müslüman Kardeşler silâhlı mücadeleye girmeyeceklerini açıklamışlarsa da; Mısır güvenlik güçlerinin gerçekleştirdiği katliâmlar, darbe yönetiminin tutuklama ve yasaklama/kapatma vb. uygulamalarla İhvan’ı militarize etmeye çalışması, ilerleyen dönemde Müslüman Kardeşleri’n farklı stratejiler arayışına yönlendirebilir. Rejimin mevcut olumsuz politikaları en son ihtimal (İhvan dışındaki) radikalleri silâh kullanmaya zorlayabilir. Böylece ülkede kazananı belli olmayan bir iç savaşın çıkması olası bir durumdur.
Yine son olarak yapılan Parlamento seçimlerinin de ülkedeki ekonomik, yoksulluk, işsizlik, yoksunluk, gelir dağılımı adaletsizliği, sosyal, siyasal, ideolojik, dini/mezhepsel gerilimi azaltması veya sorunlara çözüm üretmediği görülmüştür. Mart 2018’de yapılması planlanan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin, Mısır demokrasisinin geleceği açısından fırsat olup olmayacağını hep birlikte gözlemleyeceğiz. Hal-i hazırdaki yönetimin ve Müslüman Kardeşler’in birbirlerine karşıt mevcut politikaları devam ettikçe Mısır’a istikrar gelmeyeceği kuvvetle muhtemeldir. Dolayısıyla Mısır’ın geleceği için darbe rejiminin Müslüman Kardeşler’le uzlaşma yollarına başvurması kaçınılmazdır.
.