***
nazar boncuğu takmak şirk mi?
Nazar boncuğu takan herkese müşrik demek çok yanlıştır. Boncuğun yaratıcı bir kuvvete sahip olduğuna inanmak şirktir.
Fakat hangi müslüman, bir boncuğun yaratıcı gücü olduğuna inanır?
Hadis-i şerifte, "Temime ve tivele şirktir" buyuruluyor. Manasız şeyleri veya küfre sebep olan rukyeyi okumaya Efsun denir. Efsunu veya nazarı bizzat önlediğine inanılan nazarlık denilen şeyleri, üzerinde taşımaya Temime denir.
Şirinlik muskası denilen rukyelere Tivele denir. Rukye, okuyup üflemek veya üzerinde taşımak demektir. Rukye, âyet-i kerime ve hadis-i şerifle bildirilen dualarla yapılırsa buna Taviz denir. Taviz ise caizdir.
Hadis-i şerifte (İlaçların en iyisi Kur'an-ı kerimdir) buyuruldu (İbni Mace)
Bid'at ehli, âyetlerle yapılan ve taviz denilen rukyeleri taşımaya bile şirk diyorlar. Ellerinde bir şirk çamuru, rastgele atıyorlar.
İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
(Nazar değmemek için tarlaya kemik, korkuluk, hayvan kafası koymak caizdir. Bir kadın tarladaki mahsule nazar değmemesi için ne yapacağını sorunca, Resulullah (Tarlaya hayvan kafası as)buyurur. Bakan, önce bunu görüp tarladaki mahsulü
sonra görür.) [Redd-ül Muhtar c.5, s.232 ve 275]
Redd-ül Muhtar’daki bu yazıdan, nazardan korunmak için korkuluk, hayvan kafası, nazar boncuğu ve benzeri şeylerin temime olmayacağı, caiz olacağı pek açıktır. Bizzat nazar boncuğu veya hayvan kafası nazarı önlemez. Nazarı önleyen Allahü teâlâdır. Bakan kimse önce bunları görünce, gözlerinden çıkan zararlı şualar bunlara isabet eder. Nazarın gerçek olduğu âyet-i kerime ile sabittir.
Hadis-i şerifte de (Nazar haktır) buyuruldu. (Müslim)
(Allah’tan başkasına itaat etmek şirktir) sözü de çok yanlıştır.
Çünkü Kur'an-ı kerimde, Allah ve Resulüne ve ülülemre de itaat edilmesi emrediliyor. Âlimlere, ana-babaya itaat da dinimizin emridir.
Bunlara itaat da Allah’a itaat olur. (Hadika)
‹ ARAPÇA, İNGİLİZCEDEN DAHA ÖNEMLİDİR dersek.... Küfre Sebep olan Söz ve Haller ›
------------------
FİKİRDER.COM
Hamd, Allah'a mahsustur. Salât ve selâm, Peygamberimiz Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in, âile halkının ve ashâbının üzerine olsun.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَإِن يَمۡسَسۡكَ ٱللَّهُ بِضُرٍّ۬ فَلَا ڪَاشِفَ لَهُ ۥۤ إِلَّا هُوَۖ وَإِن يَمۡسَسۡكَ بِخَيۡرٍ۬ فَهُوَ عَلَىٰ كُلِّ شَىۡءٍ۬ قَدِيرٌ۬
"(Ey insan!) Eğer Allah seni (fakirlik ve hastalık gibi) bir zarara uğratırsa, onu kendisinden başka giderecek yoktur. Ve eğer sana (zenginlik ve sıhhat gibi) bir iyilik verirse, buna engel olacak hiç kimse yoktur. Şüphesiz ki O, her şeye gücü yetendir." [1]
Allah Teâlâ'nın mülkün sahibi, onda dilediği gibi tasarrufta bulunma hakkına sahip olduğu, O'nun izni olmadan kâinatta hiç kimsenin bir şey yapamayacağı, yaratılmışların kontrolünün O'nun elinde olduğu, dilediği şeyin olacağı ve dileme-diği şeyin olmayacağı, Rabbine îmân eden müslüman bir kulun nefsine ve kalbine yerleşirse, bu takdirde o kimse, insanlara bel bağlayan bütün bağları koparır ve yalnızca Allah Teâlâ'ya tevekkül eder.
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
...وَمَن يَتَوَكَّلۡ عَلَى ٱللَّهِ فَهُوَ حَسۡبُهُ ...
"... Kim, (her işinde) Allah'a tevekkül ederse (dayanırsa), O, ona yeter..." [2]
Kim, bu mertebeye ulaşırsa, en cesur insan olur, hiç kimseden korkmaz, en güçlü ve kuvvetli insan olur. Çünkü kalbi, kâinatın Rabbi'ne bağlıdır. O, her şeyi takdir edenin Allah Teâlâ olduğunu bildiği için insanların elinde olandan ümidini keser. Dolayısıyla O'na yönelir ve bütün yaratılmışların O'nun tarafından idâre edildiklerini bilir.Bunun içindir ki zayıf îmânlı bazı kimseler hata ederek, -ister veli, isterse peygamber olsunlar-, bazı yaratılmışların kâinatta söz sahibi olduklarına, onların insana fayda verdiklerine veya insandan zararı (kötülüğü) giderdiklerine inanırlar ya da ip, boncuk veya muska gibi şeyler asmanın kendilerine iyilik getirdiğine ya da kendilerinden zararı giderdiğine inanırlar.
Nitekim kimisi çocuk sahibi olmak için, akrep sokmaması için, şeytanın şerrini savmak için veya göz değmesini, sevgiyi kazanmak veya nefreti savmak için muska asar. Onlar, bunu yaparlarken iki sakıncalı duruma düşmekten kurtulamamışlardır:
Birincisi: Onlar, Allah Teâlâ'nın dışında bu gibi şeylerin kendilerine bizzat fayda ve zarar verdiklerine inanırlarsa, bu, büyük şirk olur. -Bu durumdan Allah Teâlâ'ya sığınırız-.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
وَلَٮِٕن سَأَلۡتَهُم مَّنۡ خَلَقَ ٱلسَّمَـٰوَٲتِ وَٱلۡأَرۡضَ لَيَقُولُنَّ ٱللَّهُۚ قُلۡ أَفَرَءَيۡتُم مَّا تَدۡعُونَ مِن دُونِ ٱللَّهِ إِنۡ أَرَادَنِىَ ٱللَّهُ بِضُرٍّ هَلۡ هُنَّ كَـٰشِفَـٰتُ ضُرِّهِۦۤ أَوۡ أَرَادَنِى بِرَحۡمَةٍ هَلۡ هُنَّ مُمۡسِكَـٰتُ رَحۡمَتِهِۦۚ قُلۡ حَسۡبِىَ ٱللَّهُۖ عَلَيۡهِ يَتَوَڪَّلُ ٱلۡمُتَوَكِّلُونَ
"(Ey Peygamber! Müşriklere) de ki: O halde bana söyler misiniz? Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah'ı bırakıp da ibâdet ettiğiniz bu putlar, Allah'ın, benim için takdir ettiği bir zararı giderebilirler mi? Ya da Allah, bana bir rahmet dilerse, onlar O'nun bu rahmetini önleyebilirler mi? (Onlara) de ki: Bana Allah yeter.Tevekkül edenler, ancak O'na güvenip dayanırlar." [3]
Eğer onlar, bu şeylerin fayda vermeye veya zararı gidermeye sebep olduklarına inanırlarsa, bu takdirde küçük şirk olur. Zirâ bunlar, şer'î ve somut sebep değillerdir. Aksine bu, Allah Teâlâ hakkında ilimsiz konuşmaktır. Öyleyse bu gibi şeylerin Allah Teâlâ'dan olduğuna delil nedir?
Bu sebeple bir kimse, şer'î veya somut hiçbir delil olmadan -günümüzdeki tıbbî ilaçlar gibi- bir şeyde sebep veya bereket olduğuna inanırsa, küçük şirk işlemiş olur.
İkincisi: Bu gibi şeyleri asmak, Allah'tan başkasına bağlanmak demektir. Kim, Allah'tan başkasına bağlanırsa,o şeyle başbaşa bırakılır. Kim de Allah'tan başkası ile başbaşa bırakılırsa, zayıf, bitkin ve âciz birisiyle başbaşa bırakılmış olur.
Nitekim Abdullah b. Ukeym'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
[مَنْ تَعَلَّقَ شَيْئًا وُكِلَ إِلَيْهِ. )) [ رواه أحمد والترمذي والحاكم ))
"Kim, kendisine fayda verdiğine veya kendisinden zararı giderdiğine inanarak muska, nazarlık ve buna benzer bir şey takarsa, Allah Teâlâ onu, o taktığı şeyle başbaşa bırakır." [4]
Nitekim her türlü muska ve nazarlık gibi şeyleri -Kur'an'dan bir şey olsa bile- asmayı yasaklayan pek çok delil vardır.
Abdullah b. Mes'ud'dan -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunan hadiste, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
[إِنَّ الرُّقَى وَالتَّمَـائِمَ وَالتِّوَلَةَ شِرْكٌ،. )) [ رواه أحمد وأبو داود ))
"(Arapça yazılmayan ve içerisinde Allah'ın adı anılmayan) rukyeler, nazarlıklar[5] ve (kadını kocasına sevdiren) muhabbet muskalarının her biri, (ya açıktan ya da gizli olarak) şirke götürür." [6]
Ukbe b. Âmir'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre o şöyle demiştir:
"Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'i şöyle derken işittim:
(( مَنْ تَعَلَّقَ تَـمِيمَةً فَلَا أَتَمَّ اللهُ لَهُ، وَمَنْ تَعَلَّقَ وَدَعَةً فَلَا وَدَعَ اللهُ لَهُ.))
[ رواه أحمد وأبو داود ]
"Kim, kendisine fayda verdiğine veya kendisinden zararı giderdiğine inanarak muska takarsa, Allah hayatta onun hiçbir işini tamamlamasın. Kim, kendisinden göz değmesini (nazarı) uzak tuttuğuna inanarak nazarlık takarsa, Allah ona rahatlık ve huzur vermesin." [7]
Yine, Ukbe b. Âmir'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunan hadiste, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
[مَنْ عَلَّقَ تَـمِيمَةً فَقَدْ أَشْرَكَ.)) [ رواه النسائي ))
"Kim, muska (temîme) takarsa, Allah'a şirk koşmuştur." [8]
Abdullah b. Ukeym'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunan hadiste ise, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
[مَنْ تَعَلَّقَ تَـمِيمَةً فَقَدْ أَشْرَكَ.)) [ رواه النسائي ))
"Kim, muska (temîme) takarsa, Allah'a şirk koşmuştur." [9]
Hadiste geçen "Temâim" lafzı, "Temîme"nin çoğuludur. Temîme; kulun, istenen ve arzulanan hayırlı işini tamamlanması veya zararı kendisinden savması için boynuna astığı veya edindiği, onda sebep olduğuna inandığı şeydir. Çünkü Allah Teâlâ o şeyi ne şer'î, ne de kaderî bir sebep kılmıştır. O halde temîme (muska ve nazarlık), deriden, kağıttan, boncuklardan veya ip gibi şeylerden edinilen ve göğüs, pazu ve bileğe veya evin kapısına veya arabaya veyahut da herhangi bir yere asılan içerisinde zikir ve duâlar olan muskalardır. Bu, bazı kimselerin ishal ve kusma gibi iç hastalıkları gidermesi için karın bölgesine astıkları ve zamanımızda çokça gördüğümüz şeylerdir. Bazı kimseler arabasına ayı veya tavşanın başını koymakta veya arabasının dikiz aynasına boncuklar ve ağaçtan yapılmış tesbihler asmakta veya siyah kayışlar ve iplikler koymakta ve bunların trafik kazalarını savdıklarına, kötülük ve âfetlere engel olduklarına inanmaktadırlar. Bazıları da nazardan korunmak için içerisine küçük göz şeklinde zincir takmaktadır-lar. Bütün bunlar, muska ve nazarlıkların tür ve şekilleridir ve hepsi de, eğer bu gibi şeylerin iyiliği sağlama ve zararı savmanın bir sebebi olduklarına inanıyorlarsa, küçük şirktir.
Tivele ise; kadını kocasına, kocasını da karısına sevdirdiğini iddiâ ettikleri şeydir.Bu, bir tür sihirdir ve halk arasında muhabbet muskaları diye bilinir.Gerçekte bu,muskanın bir türüdür ve sihirbaz onunla şirkî rukye ile rukye yapar.Böylelikle kadını, kocasına, kocasını da karısına sevdirir.
İmrân b. Husayn'dan -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunan hadiste, o şöyle demiştir:
[أَنَّ النَّبِيَّ رَأَى رَجُلًا فِي يَدِهِ حَلْقَةٌ مِنْ صُفْرٍ، فَقَالَ: مَا هَذِهِ الْـحَلْقَةُ؟ قَالَ: هَذِهِ مِنْ الْوَاهِنَةِ. قَالَ: انْزِعْهَا؛ فَإِنَّهَا لَا تَزِيدُكَ إِلَّا وَهْنًا.)) [رواه أحمد ))
"Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- elinde bakırdan halka olan bir adamı görünce:
- Bu nedir? diye sordu.
Adam:
Vâhine'den dolayıdır. (Vâhine: Bedeni bitkin düşürüp onu yere seren ve gücünü zayıflatan bir tür hastalıktır).
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurdu ki:
- Çıkar at onu.Zira o senin, aczini arttırmaktan başka bir şeye yaramaz. Eğer o senin üzerinde iken ölürsen, asla iflah olmazsın." [10]
Vekî', Saîd b. Cubeyr'den -Allah ona rahmet etsin- rivâyet ettiğine göre, o şöyle demiştir:
"İnsanın üzerindeki temîmeyi (muskayı) kesip atan kimse, bir köle azat etmiş gibidir."
Yine Vekî, İbrahim'den rivâyet ettiğine göre, onlar, Kur'an'dan olsun veya olmasın, her türlü muskayı çirkin görürlerdi.
İbn-i Ebî Hâtim, Huzeyfe'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet ettiğine göre o, "elinde hummadan dolayı ip bağlayan bir adamı görünce onu kesip atmış, sonra Allah Teâlâ'nın şu sözünü okumuştur:
وَمَا يُؤۡمِنُ أَڪۡثَرُهُم بِٱللَّهِ إِلَّا وَهُم مُّشۡرِكُونَ
"Onların çoğu, (ibâdetlerinde) ancak Allah'a ortak koşarak îmân ederler." [11]
Abdullah b. Mes'ud'un zevcesi Zeyneb'den -Allah ondan ve kocasından râzı olsun- rivâyet olunduğna göre o şöyle demiştir:
كَانَ عَبْدُ اللهِ إِذَا جَاءَ مِنْ حَاجَةٍ فَانْتَهَى إِلَى الْبَابِ تَنَحْنَحَ وَبَزَقَ كَرَاهِيَةَ أَنْ يَهْجُمَ مِنَّا عَلَى شَيْءٍ يَكْرَهُهُ، قَالَتْ: وَإِنَّهُ جَاءَ ذَاتَ يَوْمٍ فَتَنَحْنَحَ، قَالَتْ: وَعِنْدِي عَجُوزٌ تَرْقِينِي مِنْ الْـحُمْرَةِ، فَأَدْخَلْتُهَا تَـحْتَ السَّرِيرِ، فَدَخَلَ فَجَلَسَ إِلَى جَنْبِي، فَرَأَى فِي عُنُقِي خَيْطًا، قَالَ: مَا هَذَا الْـخَيْطُ؟ قَالَتْ: قُلْتُ: خَيْطٌ أُرْقِيَ لِي فِيهِ، قَالَتْ: فَأَخَذَهُ فَقَطَعَهُ، ثُمَّ قَالَ: إِنَّ آلَ عَبْدِ اللهِ لَأَغْنِيَاءُ عَنْ الشِّرْكِ، سَمِعْتُ رَسُولَ اللهِ ^ يَقُولُ: إِنَّ الرُّقَى وَالتَّمَـائِمَ وَالتِّوَلَةَ شِرْكٌ. قَالَتْ: فَقُلْتُ لَهُ: لِمَ تَقُولُ هَذَا؟ وَقَدْ كَانَتْ عَيْنِي تَقْذِفُ، فَكُنْتُ أَخْتَلِفُ إِلَى فُلَانٍ الْيَهُودِيِّ يَرْقِيهَا، وَكَانَ إِذَا رَقَاهَا سَكَنَتْ. قَالَ: إِنَّمَـا ذَلِكَ عَمَلُ الشَّيْطَانِ، كَانَ يَنْخُسُهَا بِيَدِهِ، فَإِذَا رَقَيْتِهَا كَفَّ عَنْهَا، إِنَّمَـا كَانَ يَكْفِيكِ أَنْ تَقُولِي كَمَـا قَالَ رَسُولُ اللهِ ^: أَذْهِبِ الْبَاسَ رَبَّ النَّاسِ اشْفِ أَنْتَ الشَّافِي لَا شِفَاءَ إِلَّا شِفَاؤُكَ، شِفَاءً لَا يُغَادِرُ سَقَمـًا
"Abdullah bir ihtiyacını gördükten sonra evin kapısına geldiği (eve gireceği) zaman, yanımızda kendisinin hoşlanmayacağı bir şeyle ansızın karşılaşmamak için öksürüp tükürürdü. Nitekim bir gün Abdullah aynı şekilde geldi ve kapının önünde öksürdü. Bu sırada yanımda yaşlı bir kadın vardı,bana humra (denilen bir veba çeşidine) karşı rukye yapardı.Bunun üzerine yaşlı kadını karyolanın altına girdirdim. Abdullah gelip yanıma oturdu. Bu sırada boynumdaki ipi görünce:
- Bu ip nedir? diye sordu.
(Zeynep) dedi ki: Ben: Onunla bana rukye yapılan bir iptir, dedim.
(Zeynep) dedi ki: Abdullah onu derhal çekip kopardı. Sonra şöyle dedi:
- Abdullah'ın âilesi şirkten müstağnîdir.
- Ben, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in:
"Rukyeler, nazarlıklar ve (kadını kocasına sevdiren) muhabbet muskalarının her biri, (ya açıktan ya da gizli olarak) şirke götürür, dediğini işittim.
(Zeyneb) dedi ki:
- Ben: Niçin böyle söylüyorsun? (Bana, Allah'a tevekkül etmemi ve rukyeyi terketmemi mi emrediyorsun? Oysa ben, rukyede fayda gördüm) Allah'a yemîn ederim ki benim ağrıdan gözüm yaşarıyordu da ben, rukye yapması için falanca yahudînin yanına gidip geliyordum. O rukye yaptığı zaman gözümün ağrısı kesilirdi, dedim.
Bunun üzerine Abdullah dedi ki:
-O, ancak şeytanın işidir.(Senin gözlerindeki ağrı, hakikatte ağrı değildi. Aksine o, şeytanın dürtülerinden bir dürtü idi.) Yahudi rukye yaptığı zaman gözüne dürtmeyi bırakırdı. Ama Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in dediği gibi, (ağrı hissettiğin zaman) şöyle deseydin senin için yeterliydi:
- Ey insanların Rabbi! Bu hastalığı gider. Şifâ ver. Ancak sen şifâ verirsin. Senin şifandan başka bizim için hâsıl olacak şifâ yoktur. Hiçbir hastalık bırakmayan bir şifâ ihsan buyur." [12]
Buradaki rukyelerden kasıt; içerisinde şirkî tevessüllerle Allah'tan başkasın-dan imdat ve yardım dilemenin bulunduğu şirkî rukyelerdir.
Allah'ın kitabından ve elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünnetinden olan rukyelere gelince,bu rukyelerde bir sakınca yoktur. Aksine bu rukyeler dînen istenen rukyelerdir.
Nitekim Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- hem kendisine, hem de başkasına rukye yaptığı sâbittir. Hatta Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'e Cebrail -aleyhisselâm- ve Âişe -Allah ondan râzı olsun- tarafından rukye yapıldığı sâbittir.
İslâm âlimleri rukye konusunda şöyle demişlerdir:
"Rukye, üç şartla yapıldığı takdirde câiz olur:
Birincisi: Rukye, Kur'an ile veya Allah'ın güzel isimleri ile veya sıfatları ile veyahut da Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünneti ile olması gerekir.
İkincisi: Rukye, anlamı bilinen Arapça olması gerekir.
Üçüncüsü: Rukyenin bizzat kendisinin fayda verdiğine inanılmaması gerekir. Aksine rukyenin Allah -azze ve celle-'nin takdiri ile olduğuna inanılması gerekir.
Kim, Allah Teâlâ'nın kendisini korumasını istiyorsa, Allah Teâlâ'nın emirlerini, yasaklarını, haklarını, helal ve haram sınırlarını koruması gerekir.
Allah Teâlâ'nın bir kimseyi korumasının yollarından birisi de, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'den bildirilen ve sabah-akşam okunan şer'î duâ ve zikirlerdir.
Böyle yapıldığı takdirde, her müslümanın ümidini Allah Teâlâ'ya bağlaması ve O'na tevekkül etmesi gerekir. Böylelikle o, hem darlıkta, hem de bollukta ona sığınır ve Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in İbn-i Abbas'a -Allah ondan ve babasından râzı olsun- olan şu vasiyetini göz önünde bulundurur:
يَا غُلَامُ! إِنِّي أُعَلِّمُكَ كَلِمَـاتٍ: احْفَظِ اللهَ يَحْفَظْكَ، احْفَظِ اللهَ تَجِدْهُ تُـجَاهَكَ. إِذَا سَأَلْتَ فَاسْأَلِ اللهَ، وَإِذَا اسْتَعَنْتَ فَاسْتَعِنْ بِاللهِ. وَاعْلَمْ أَنَّ الْأُمَّةَ لَوِ اجْتَمَعَتْ عَلَى أَنْ يَنْفَعُوكَ بِشَيْءٍ لَمْ يَنْفَعُوكَ إِلَّا بِشَيْءٍ قَدْ كَتَبَهُ اللهُ لَكَ، وَلَوِ اجْتَمَعُوا عَلَى أَنْ يَضُرُّوكَ بِشَيْءٍ لَمْ يَضُرُّوكَ إِلَّا بِشَيْءٍ قَدْ كَتَبَهُ اللهُ عَلَيْكَ، رُفِعَتِ الْأَقْلَامُ، وَجَفَّت الصُّحُفُ.
"Ey evlat! Sana birtakım sözler öğreteyim:Allah'ı gözet ki O da seni gözetsin. Allah'ı gözet ki O'nu karşında bulasın. Bir şey istediğinde Allah'tan iste. Yardım talebinde bulunduğunda Allah'tan yardım iste.Şunu bil ki, bütün halk sana fayda vermek üzere birleşseler, ancak Allah'ın sana takdir ettiği kadar fayda verebilirler ve eğer bütün halk sana zarar vermek için birleşseler, ancak sana Allah'ın takdir ettiği kadar zarar verebilirler.Kalemler kaldırıldı ve sahifeler kurudu." [13]
Kim, bunu yaparsa, hayırla müjdelesin. Zira o, Allah Teâlâ'ın şu sözü gereği O'nun himâye ve korumasında yaşar:
...وَمَن يَتَوَكَّلۡ عَلَى ٱللَّهِ فَهُوَ حَسۡبُهُ ...
"... Kim, (her işinde) Allah'a tevekkül ederse (dayanırsa), O, ona yeter..." [14]
------------------------------------------
1. En'am Sûresi: 17
2. Talâk Sûresi: 3
3. Zümer Sûresi: 38
4. İmam Ahmed, Tirmizî ve Hâkim rivâyet etmişlerdir.
5. Câhiliyet devrinde kadınlar,göz değmesinden korumak için çocuklarının boyunlarına nazarlık asarlardı. İslâm gelince, müşriklerin bu bâtıl geleneğini ortadan kaldırmıştır. (Çeviren)
6. İmam Ahmed ve Ebu Dâvud.
7. İmam Ahmed ve Ebu Dâvud.
8. Nesâî.
9. İmam Ahmed ve Tirmizî.
10. İmam Ahmed.
11. Yusuf Sûresi: 106.
12. İmam Ahmed.
13. İmam Ahmed ve Tirmizî.
14. Talak Sûresi: 3.
Kayıtlı
Göz, bakma, bakış, fikir, düşünme, mülahaza, niyet, dikkat, iltifat, teveccüh. Arapça asıllı olan bu kelime, Türkçe`ye geçerken manâ değişikliğine uğramış ve "ayn göz" kelimesi karşılığında kullanılmaya başlanmıştır. Nitekim Araplar, göz değmesi için "isabetül-ayn" tabirini kullanırlar (İbn Manzûr, "Lisânül-Arab", Na.za.ra madd.).
Nazar kelimesi Türkçe`de kem göz manasına gelmekte ve daha ziyade "gelme", "uğrama", "değme" ve "etme" fiilleriyle birlikte; "nazara gelme", "nazara uğrama", "nazar değme" ve "nazar etme" şeklinde kullanılmaktadır.
"Nazarcılık" deyimi; nazarın zarar verebileceğini kabul eden düşüncenin adıdır.
Nazar, bugün için henüz pozitif ilimlerin ilgi alanına girmemiştir. Girip girmeyeceği ya da ne zaman gireceği belli değildir. Zira pozitif diye tanınan bilimlerin kendilerine mahsus bir takım metodları ve bazı kuralları vardır. Olayları bu metodlarla inceler ve bir sonuca varmaya çalışırlar. Nazar ise şu aşamada, fizik ya da kimya laboratuarında incelenip deneye tabi tutulacak durumda değildir. Aksine bugün, bu ilimlerle uğraşanların ekseriyeti -bilhassa doktorlar- nazarın fizik etkisini kabul etmemektedirler.
Buna rağmen, gerek folklor olarak gerekse dînî bir inanç olarak, dünyanın hemen her yerinde milyonlarca insan nazarı tanımakta ve ona inanmaktadır. Nazarla ilgili olayları anlatan haberler de tevâtür derecesine ulaşmaktadır. Nazarın mahiyetinin bilinmemesi, onu inkâr etmeyi gerektirmez. Nazar, mahiyeti henüz anlaşılmamış nice olaylar vardır. "Tabiî hayatta veya zihin hayatında bugünkü ilmî metodlarımızla açıklanması mümkün olmayan olaylara metapsişik veya parapsikoloji denir" (Osman Pazarlı, Din Psikolojisi, İstanbul 198, s. 202).
Her ne olursa olsun bilhassa halk arasında bazı kimselerin sebebi bilinmeyen olağanüstü nazar (göz değmesi) güçleri olduğuna inanılır. Bu güce sahip bir kimsenin, bir insana, bir hayvana ve özellikle bir çocuğa bakmakla durup dururken hastalık, sakatlık, ölüm gibi bir olayın meydana gelmesine yol açacağı sanılır. Her hangi bir olay böyle bir sebebe bağlandığı zaman "nazar değdi�, nazara geldi�, "nazara uğradı" denilir. "Kem göz" tâbiri de, nazarı değen kimseler için kullanılır.
Halk arasında açık, çiğ mâvi (gök) gözlerde nazar gücü olduğuna inanılır. Bu inanca dayanılarak mâvi gözlülerin kötü niyetli, kıskanç, başkalarına zarar vermekten hoşlanan kimseler olduğu söylenir. Ancak, bu anlayışın doğruluğunu kanıtlayıcı hiç bir kesin delil yoktur. Bazı yörelerde kıskançlık duygusunun nazara yol açtığı inancı da yaygındır. İşte isâbet-i ayn yani bu kötü bakışın, kötü gözün değmemesi için çocukların elbiselerine dikilen mâvi camdan küçücük tesbih tanesi şeklinde, bâzan göz şeklinde olan, ortaları delikli cam yuvarlarlara nazar boncuğu denilir. Bunların beş parmak şeklinde olanları da vardır. Bazı yörelerde -şimdi bile- çocuklara, atlara ve nazar korkulan diğer hayvan ve eşyaya da nazar boncuğu takanlara rastlanır. Nazar boncuğunun dâima mâvi olduğu söylenir. Buna göz boncuğu da denir. Böyle mâvi boncuk, muska, çörek otu, mâşallah gibi bir kaç nazarlığın bir arada olup bir takım teşkil edenlerine de "nazar takımı" denir. Şüphesiz nazar boncuğu, göz değmesine karşı bir tedbir olsun diye takılır. Bunun yanında çeşitli nazarlıkların kullanıldığı da bilinmektedir. Halk arasında nazara karşı başvurulan en yaygın tedbirler ise, kurşun dökmek, tuz çevirmek, üzerlik yakmak veya herhangi bir hocaya okutmak vs.`dir. Ancak, bunların tıp yönünden bir faydası olmadığı gibi, bâtıl inançlar devam ettirildiği için de bu tür davranışlar dinimizce haram kılınmıştır. Peygamberimiz (s.a.s) de nazarlık kullanmayı hoş karşılamamış, bu gibi şeyleri üzerlerine asan kimselerin bey`atlerini kabul etmemiştir (Nesâî, Zinet,17; İbn Mâce Tıb, 39). Diğer taraftan Resulullah (s.a.s); "Göz değmesi gerçektir" (Buhârî, Tıb, 36; Müslim, Selâm, 41) buyurmak suretiyle bir mânevî faktöre işaret etmişlerdir. Şu halde İslâmda göz değmesi (nazar) vardır. Ancak, nazar boncuğu takmak vs. bâtıl inançlardan sayılmıştır.
Öyle anlaşılıyor ki göz değmeşinin temelinde yatan esas sebep kişinin kıskançlık duygusudur. Ve bu duygunun, baktığı kimseye yansıması ve onu te`sir altında bırakmasıdır. Nazar boncuğu takmakla bu kıskançlık dolu bakışların tesirinin azaltılması veya başka yönlere yansıtılması amaçlanmaktadır.
Müfessirlerin ekseriyeti; Rabbi onu seçip iyilerden kıldı. Doğrusu inkâr edenler, zikri (Kur`an-ı) işittikleri vakit nerdeyse gözleri ile seni yıkıp devireceklerdi. Bir de durmuşlar, o herhalde bir delidir, diyorlardı" (el-Kalem, 68/50, 51) âyetinde geçen gözleriyle seni yıkıp devireceklerdi" sözünü "nazar" ile tefsir etmişlerdir (Elmalılı M.Hamdi Yazır, Hak Dini Kur`an Dili, VIII, 5305; İbn Kesîr, "Tefsirul Kur`an`il-Azîm", VIII, 227).
Alûsî (1270/1854)`nin el-Kelbî`den yaptığı bir rivayete göre; Arap asıllı bir kişi, yemek yemeden iki veya üç gün çadırına çekilir, daha sonra oradan gelip geçen koyun ve deve sürüsüne bakar ve "gördüğüm bu koyun ve deve sütünden daha güzelini görmedim" derdi. Bunun üzerine o sürü hastalanır veya yere düşerek helâk olurdu. İşte nazar etmede maharetli olan bu kişiye, Peygamberimizi çekemeyen Mekkeli müşrikler, Hz. Peygâmbere nazar etmesini teklif etmişler, o da bu teklifi kabul etmişti. Allahu Teâlâ da bu ayetleri (el Kalem, 51, 52) ile Resulünü korumuştu (Alûsî, Rûhul-Meânî, 29/38).
Yusuf suresinin altmış yedinci ayetinde ise, Hz. Yakub (a.s)`m oğullarına şöyle dediği anlatılmaktadır:
Ey oğullarım! Bir kapıdan (Mısır`a) girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama ben Allahdan hiçbir şeyi sizin için savamam. Çünkü hüküm Allah`dan başkasının değildir. Onun için ben yalnız O`na tevekkül ettim. Tevekkül edenler yalnız O`na tevekkül etsinler" ( Yusuf 12/67).
Elmalılı Hamdi Yazır, âyetin yorumunda: "Bu tavsiyenin sebebi, toplu bir surette göze çarpmalarından ve bir hased ve gamze uğramalarından sakınmak idi" demektedir (Elmalılı, a.g.e., IV, 2890).
Nazar ile kıskançlık arasında yakın bir münasebet vardır. Elmalılı Hamdi Yazır, bu münasebeti şöyle ifade ediyor: "Kıskançlıklarından az daha Hz. Peygamber`i nazara uğratacaklar, aç ve kötü gözlerinin şerriyle ellerinden gelse onu helâk edeceklerdi. Demek ki, öfkenin bedende bir hükmü bulunduğu gibi, gözlerin de karşılarındakine bakışlarına göre iyi veya kötü bir hükmü vardır. Kimi elektrik gibi dokunur çarpar; mıknatıslar ve manyetize eder. Kimi de aldığı teessürle hasedinden bir gayze düşer, türlü türlü su-i kasde ve hilelere kalkışır ki, maddî veya manevî hangisi olursa olsun hedefine vardığı zaman, isabet-i ayn değmesi veya nazar tabir olunur. Bunun hakkında uzun uzadıya sözler söylenmiş, inkâr edenler, ispat edenler olmuştur. Keyfiyeti ne olursa olsun isabet-i ayn vardır" (Elmalılı, a.g.e., VIII, 5305).
Kur`an-ı Kerim nazardan söz ederken açık ve kesin bir hüküm bildirmemekte, buna karşı hadisler, kesin bir ifadeyle nazarın gerçek olduğunu bildirmekteler. Hz. Âişe (r.a)`den rivayet olunduğuna göre Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmuşlardır: "Nazardan Allah`a sığınınız. Çünkü göz (değmesi) gerçektir" (İbn Mace, Tıb, 32; Buhari, Tıb, 36; Müslim, Selâm, 41).
Esma bint Umeys (r.a)`den rivayet edildiğine göre kendisi: "Ya Resulullah! Cafer`in oğullarına cidden nazar değiyor, ben onlar için şifa dileğiyle okutturayım mı?" demiş. Resulu Ekrem (s.a.s) de: "Evet, lakin kader ile yarışan bir şey olsaydı nazar değme işi onu geçerdi" buyurmuştur (İbn Mace, Tıb, 33; Muvatta, Ayn, 3).
Nazarın gerçek olduğunu kabul edince, ondan korunma yollarını da öğrenmek gerekir. Bunun için de, dinimizin bize müsaade ettiği yollara baş vurmak, sakındırdığı yollardan da kaçınmak durumundayız. Bu konudaki rehberimiz yine Allah`ın Resulu`dür. Ebû Said el-Hudrî (r.a)`den rivayet olunduğuna göre: "Resulullah (s.a.s), "Cinlerin ve insanların nazarından Allah`a sığınırım"gibi dualarla cinlerin ve insanların nazarından Allah`a sığınırdı. Sonra Muavvezatân nazil olunca bu sureleri okumaya başladı diğer duaları terketti" (İbn Mace, Tıb, 34).
Hz. Peygamberin kötülüklerden ve kötü kimselerin şerrinden emin olabilmek için sık sık okumuş olduğu duâ ve surelerden bazıları şunlardır: Enes b. Mâlik`ten rivayete göre Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Evinden çıkarken şu duâyı okuyan kişiye bu duâ kâfidir. O adam muhafaza altına alınır, şeytan da o adamdan uzaklaşıp bir kenara çekilir: Bismillâhi tevekkeltü alellâhi lâ havle velâ kuvvete illâ billâh ". Manası: "Allah Teâlâ`nın ism-i şerifini zikrederek evimden çıkarım. Ben Allah`a tevekkül ettim, güç ve kuvvet sadece Allah`ın lütuf ve ihsânıyladır" (Tirmizî, Deavât, 34). Ümmü Seleme`nin rivayetine göre Resulullah (s.a.s) evinden çıkarken şöyle derdi: "Allah`ın ismini zikrederek çıkarım. Ben Allah`a tevekkül ettim. Allah`ım hata yapmaktan, yolumu şaşırmaktan, zulmetmekten, zulme uğramaktan, cahillikle başkasına bela olmaktan ve başkasının cahilce davranışıyla karşılaşmaktan sana sığınırım� (Tirmizî, Deavat, 35): Osman b. Affan`ın rivayetine göre Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Bir kul her günün sabahında, her gecenin akşamında üç defa şu şekilde duâ ederse, o kişiye hiç bir şey zarar veremez. Bu: Bismillâhi lâ yedurru me`asmihi şey`in fıl`ardı vela fı`ssemâi ve huve`s-semiul-alîm"duâsıdır.
Anlamı: "İsmiyle beraber bulundukça yerde ve gökte hiç bir şeyin zarar veremeyeceği Allah`ın ismiyle (sabaha erdim, akşamladım). O her şeyi işiten ve bilendir" (İbni Mace, Duâ, 14).
Hz. Âişe (r.a) da Resulullah (s.a.s)`ın yatağına girdiğinde iki eline üfleyip muavvizât (İhlâs, Felâk ve Nâs) surelerini okuduğu ve vücuduna sürdüğünü rivayet etmiştir (Buhârî, Deavât, 12).
Bütün bu nasslara göre nazardan korunmak için, "nazarlık" denilen; mavi boncuk, sarımsak, at nalı, minyatür süpürge vb. nesnelerle, içinde ne yazılı olduğu bilinmeyen ya da acaip bir takım şifrelerle yazılmış bulunan muskaları, -nereye olursa olsun- takmak şirktir. Zira bu tür davrânışlarda, Allah`dan başka birinden veya bir nesneden, zararı defetmesini istemek vardır. Halbuki Allah (c.c.), şöyle buyurur; "Eğer Allah, sana bir zarar dokundurursa; hiç kimse onu gideremez ve eğer sana bir hayır ihsan ederse, zaten O, herşeye Kadirdir" (el-En`am, 6/ 17).
İmam Ahmed, Ukbe b. Nâfi`den merfû` olarak şu hadisi nakleder: "Kim temîme (mavi boncuk) takarsa Allah onun işini tamamlamasın. Kim bir ved`a (katır boncuğu) takarsa Allah onu korumasın� (Ahmed İbn Hanbel, IV, 154, 156).
Başka bir hadiste: "Kim bir muska, mavi boncuk ve benzerini kesip atarsa bir köle azat etmiş gibi olur" (Yusuf el-Kardavi, "Tevhidin Hakikati", Terc. Mehmet Alptekin, İstanbul 1986, s. 73).
Nazar kavramının batıdaki ifadesi, psikokinezidir. Nazar olayında iyi niyet ve yoğuşmaya göre alıcı ile verici uçlardan geçen bir "ark" oluşmaktadır. Gıbta, övünme, imrenme gibi dostça duygular, hatta ebeveynlerin; çocuklarına sevgisi, nazarın küçük dozda uğratma sebebidir. Nazara uğrayan kişi, çok sık esner ve sıkılır. Asıl uğursuz nazar, "haset" duygusundan gelişir. Bu duyguda, düşmanlık, kin ve intikam mevcuttur. Nazarın dozajında bu haset duygusunun şiddeti çok önemlidir. Haset duygusu ne kadar şiddetli olursa, nazarın gücü de o kadar şiddetli olur (Nazarın Bilimsel Yönü, Yankı Dergisi, 5-30 Haziran 1983, sayı 635, s. 52).
Gözlerin elektromanyetik ışınlar yolladığı konusu, Sovyetler Birliğinde yoğun bir şekilde araştırılmaktaydı. Yayının dalga boyu yaklaşık yüzde sekiz mm.dir. Yani radyo dalgalarıyla enfraruj (kızılötesi) dalgalar arasındadır (H. Egemen Sarıkaya, S. Birgil, C. Cümbüşel, Telepati, İstanbul 1978 s.15. Nazann bilimsel açıklaması için bak. Din ve İlim Açısından Nazar, Yrd. Doç. Celal Kırca, Diyanet Dergisi, XXII. sayı: 1, 1986).
MIMSEMA.ORG.
: Nazar Boncuğu Takmak Şirkmidir? Günahmıdır? Hurafemidir?
Reklam
Nazar boncuğu takmaya şirk veya hurafe diyenler, vehhabilerle onların tesiri altında kalan kimselerdir.
Nazar boncuğu, bizzat kendisi nazarı önlemez. Nazarı önleyen Allahü teâlâdır. Bakan kimse, önce bunları görünce, gözlerinden çıkan zararlı şualar bunlara isabet eder. Böylece, nazar boncuğunu takan kimse kötü nazarlardan korunmuş olur. İbni Abidin hazretleri buyuruyor ki:
Temime boncuk demektir ki, Araplar onları çocuklarına takarlar, onlarla çocuklarından, nazarı, kötü bakışları uzaklaştırdığını sanırlardı. İslamiyet bunu kaldırmıştır. Onlar temimenin kendisinin deva ve şifa kaynağı olduğuna inanıyorlardı. Hatta bunları Allah’a ortak koştular; çünkü onlar temimelerle, kendileri hakkında yazılmış kaderlerin değişip yok olmasını beklerlerdi. (İbni Esir)
Temime, cahiliye devrinde, boyna veya ellere asılan bir ip olup, bunu kendilerinden zararı uzaklaştırmak için yapıyorlardı. İslamiyet bunu yasaklamıştır. (Zeylai)
Haniye kitabında, (Ekili tarlalara, karpuz tarlalarının içerisine korkuluk dikmekte, beis yoktur) denilmektedir. Bunları gözlerin yani kötü nazarın def’i için yapıyorlar; çünkü kötü nazar haktır, mala, insana, hayvana isabet eder. Bir kadın, tarladaki ürüne nazar değmemesi için ne yapacağını sorunca, Resulullah efendimiz, (Tarlaya hayvan kafası as)buyurur. Kötü bakışlı kimse tarlaya baktığında, önce bakışı o dikilen kuru kafaların üzerine düşer; çünkü yüksekte olup, ilk görünen odur. Ondan sonra bakışı tarlaya düşer ki, artık bu zarar vermez. (Redd-ül-muhtar)
İbni Abidin hazretleri, caiz olmayan temimeyi bildirdikten sonra, nazar değmemesi için tarlaya kemik, hayvan kafası koymak caiz olduğunu bildirmektedir. Bakan kimse, önce bunu görüp, tarlayı sonra görür. Mavi boncuk ve başka şeyleri bu niyetle taşımanın temime olmayacağı, caiz olacağı buradan anlaşılmaktadır. (S. Ebediyye)
Hayvan kafasıyla nazar boncuğu arasında fark yoktur. İkisi de nazarı önlemez; fakat ilk bakınca, nazar bunlara gelir, sonra başka yere bakılsa da zararı olmaz. Bizzat hayvan kafası ve nazar boncuğu nazarı önler diye itikat etmek caiz olmaz. Bunlar nazarı önlemeye sebep oluyor. Bunu da bizzat Resulallah efendimiz tavsiye ediyor. Resulullah efendimizin bu emrine şirk diyenler, (Şefaat ya Resulallah) demeye de şirk diyorlar. Vehhabilerin veya onların etkisinde kalanların sözlerine itibar etmemelidir.
Tütsü yakmak
Sual: (Tütsü yakmak bâtıl bir inançtır. Tütsü son 15 yıldır bizim ülkemizde yaygınlaştı. Budizm inancında vardır. Ayrıca, tütsü yakılan eve cinler musallat olur) diyenler oluyor. Bunlar doğru mudur?
CEVAP
Tütsü yakmakla cinler musallat olmaz. Bu hurafedir.
Tütsülemek, kötü kokuyu yok etmek için yapılır. Budistler de yapsa, tütsü yakmak günah olmaz. Din kitaplarımızda deniyor ki:
Nazar değen çocuklara tütsü yapmak caizdir. (Fetava-i Hindiyye)
Cenaze, örtülü olarak, tütsülenerek yıkanır. (Redd-ül-muhtar)
Nimet-i İslam kitabında da, cenazeyi tütsülemenin müstehab olduğu yazılıdır.
Bu konudaki birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Mescid kapılarının önünde temizlik yerleri yapın! Cuma günleri böyle yerleri tütsüleyin!) [İbni Mace, Taberani]
(Oruçlu ziyaretçinin hediyesi sakalına koku sürünmek, elbisesini tütsülemektir.) [Beyheki]
(Meleklerin hediyeleri, camilere tütsü koymaktır.) [Ebu-ş-şeyh]
Resulullah öd ağacıyla tütsülenir, ona bazen kafur da katardı. (Müslim)
Ebu Davud’daki bir hadis-i şerifte de, hazret-i Fatıma’nın tütsü yaptığı bildiriliyor.
NAZAR
Şüphesiz nazar boncuğu, göz değmesine karşı bir tedbir olsun diye takılır. … Ancak, nazar boncuğutakmak vs. bâtıl inançlardan sayılmıştır.
sevde.de›Fikhi/N/nazar.htm kopya daha fazlası
Nazar Boncuğu...irfanmeclisi.com
Nazar; sözlükte bakış, göz değmesi manasına gelmektedir. Göz değmesi veya nazar değmesi diye bilinen, mikrobik olmayan ve aniden çoğunlukla baş ağrısı şeklinde beliren manevi rahatsızlıkların varlığını, hemen hepimiz biliriz. “Nazar değdi, nazara geldi, nazara uğradı” gibi cümlelerle hep aynı rahatsızlıklar anlatılmak istenir.
Tıp da bu tür rahatsızlıkları kabullenmekte ve insan özünden çıkan şuaların, dikkatle belki biraz da kıskançlıkla bakış esnasında yoğunluk kazanması ve bu yoğun ışınların karşı organizmanın atomlarının çalışma düzenine tesir icra etmesi şeklinde açıklanmaktadır. Rasulullah (s.a.s.) “Göz değmesi gerçektir (vaki’dir.” buyurmuşlardır. [1][8]
Nazar değmesine karşı okuma suretiyle uygulanan tedavinin Hz. Peygamber (s.a.s.) ve ashabı tarafından yapıldığı ve müspet neticeler alındığı örnekleriyle sabittir. Bu tedavide daha çok Fatiha, İhlâs, Felak ve Nas sureleri ve Âyetü’l-kürsi’nin okunduğu da hadislerde yer alan bilgiler arasındadır. Bu açıklamalardan sonra, göz değmesine karşı güya tedbirmiş gibi halk arasında dolaşan birtakım hurafeler vardır. Kısaca bu hurafelere değinelim:
Çocukların elbiselerine mavi nazar boncukları vs. takmak; evlere, binaların girişlerine, arabalara nazar boncuğu, at nalı, at kafası gibi şeyler koymak veya kurşun dökmek, bu ve benzeri şeylerin hepsi batıl inanışlardır.
Müslüman’a yakışan, basit birer madde olan nazarlıkların koruyuculuğu zannına kapılmak değil; her şeyini borçlu olduğu Rabbine sığınmaktır.
Şifayı verecek olanın ne ilaç, ne doktor, ne de okuma, ne hoca değil, bizzat Allah Teâlâ olduğunu hiç unutmamaktır. Allah korumayacak, şifa vermeyecek olduktan sonra dünya bir araya gelse ne çıkar? Bakınız kuran ne diyor bize[2][9]
“ Eğer Allah sana bir zarar verirse, onu kendisinden başka giderecek yoktur ve eğer sana bir hayır verirse buna da mâni olacak yoktur. Şüphesiz O her şeye kadirdir ” [3][10] buyrulmaktadır.
Hastalığı giderebileceği veya herhangi bir üzücü olaydan koruyabileceği inancı ile nazarlık ve benzeri şeyleri asmak da haramdır.
Ukbe bin Amir (r.a.), Rasulullah (s.a.s.)’e on kişi ile geldiğini ve Allah Resulü’nün dokuzunun biatini kabul edip, birininkini kabul etmediğini rivayet eder. Bunun üzerine bulunanlar dediler ki:
“Onda ne var ya Rasulullah?” Peygamber Efendimiz (s.a.s.) “Onun kolunda nazarlık vardır.” diye buyurdular. Adam kolundan nazarlığı çıkarıp attıktan sonra Peygamber Efendimiz (s.a.s.) onun biatini kabul ettiler. Bundan sonra da şöyle buyurdular:
“Kim nazarlık takarsa müşrik olur.” Diğer bir hadiste de şöyle buyurur:
“Nazarlık takanın hiçbir işini Allah tamamlamaz.” [4][11] Rabbimiz Allah Fatiha suresinde şöyle dememizi buyuruyor: “Ancak, Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.” [5][12]
Müslüman kişi, yardımı Allah’tan bekler, nazarlıktan değil. Zaten nazarlıktan fayda değil, zarar gelir. Dolayısıyla bu tür hurafe ve batıl inançlardan bir Müslüman olarak uzak durmalıyız.
**********
Nazar/göz değmesi insanı öldürür mü? Nazara/göz değmesine karşı ne gibi tedbirler alınabilir; Büyüye karşı sirke tedavisi var mıdır? Göz değmesinin sebepleri nelerdir?
Sorunun Detayı
Kullanıcı: bayahmned | Tarih: Pzt, 03/07/2006 - 00:25
Değerli kardeşimiz;
Cevap 1:
İnsanı tesir altına alan, hasta eden bazı vak’alar vardır ki, tıp ilmi bunlar için kesin teşhise varamamıştır. Gerçek sebebi hakkında da açık bir bilgi verememektedir. İşte bunlardan birisi de “nazar etme,” “göz değme”dir. Nazarın gerçek olduğu, nazar edilen kimsenin hastalanmasına, hattâ ölümüne sebep olduğu da bilinen ve kabul edilen bir hakikattir.
Nazarın gerçek olduğunu ve insanın kaderiyle yakından alâkasının bulunduğunu ifade eden Peygamber Efendimiz şöyle buyurmaktadır:
“Nazar haktır, kader ile yarışan birşey olsaydı, nazar değme işi yarışıp onu geçerdi (kaderi değiştirirdi).” (Müslim, Selâm: 42; İbni Mâce, Tıb: 3)
Nazarın kaderle her ne kadar alâkası varsa da onun tesirini yaratan yine Cenab-ı Haktır. Yoksa bizzat nazar eden kişi o hadiseyi meydana getirmiş değildir. Nazarı keskin olan kimse birşeye baktığı anda Cenab-ı Hak o şeyde zararı yaratmaktadır. Çünkü iyiliği de kötülüğü de yaratan Allah’tır. Allah’ın iradesi dışında hiçbir şey meydana gelmez.
Nazar etmenin, ölümü, kişinin helâk olmasını netice veren cihetini Peygamberimizden öğreniyoruz. Câbir bin Abdullah’ın rivayet ettiği hadiste şöyle buyurulmaktadır:
“Göz değmesi haktır. Deveyi kazana, insanı da kabre girdirir.” (Keşfü’l-Hafâ, 2: 76, Ebû Naim’den naklen)
Böylece, nazara uğrayan deve nasıl ki ölüp, eti tencereye konuyorsa, aynı şekilde nazar edilen kişi dehayatından olup mezara girebilmektedir. Hadis-i şeriften nazarın tesirinin yalnız insana bağlı kalmadığı, bütün canlılara, hattâ insanı dikkatini çeken hertürlü şeye de zarar verebildiği anlaşılmaktadır.
Asr-ı Saadette geçen, nazarla ilgili bir hadiseden, mü’minin beğendiği birşey karşısında nasıl davranması, neler söylemesi gerektiği, nazar etmenin din kardeşini öldürme sayılacağı, nazara uğrayan ve nazar eden kimsenin neler yapması gerektiği hususunda geniş bilgiler çıkarmak mümkündür.
Sahabîlerden Amr bin Rebia, Sehl bin Huneyf’i yıkanırken görür,nazar eder. Sehl çarpılmış gibi yere yıkılır. Alıp Peygamberimizin bulunduğu yere götürürler. Durumu öğrenen Peygamberimiz “Kimden şüphe ediyorsunuz?” diye sorar. Sahabîler, Amr bin Rebia’nın ismini verirler. Bunun üzerine Peygamberimiz Amr’ı azarlayarak, “Sizden biriniz neden din kardeşini öldürüyor? Biriniz kardeşinde beğendiği, hoşuna gittiği birşey gördüğü zaman ona mübarek olması için dua etsin (Mâşallah, Bârekallah gibi sözler söylesin)” buyurur.
Daha sonra Peygamberimiz bir miktar su ister ve nazar eden Amr’ın abdest almasını emreder. (İbni Mâce, Tıb: 32, Müsned, 3: 447)
Bir nevi abdest olan bu tatbikatı fıkıh âlimlerimiz şöyle tarif ederler. Bir kabın içine su konur. Nazar eden kimse bir avuç alır, ağzını çalkar, suyu kabın içine püskürtür. Sonra aynı sudan alarak yüzünü yıkar, sonra sol eliyle su alarak sağ elini yıkar, sağ eliyle de alarak sol elini bileklere kadar yıkar. Daha sonra sağ ve sol dirseklerini yıkar. Sonra dirseğini ve omuzu arasını yıkar. Sonra ayaklarını, sağ ve sol dizini yıkar. Elini ve ayaklarını yıkarken, kolunu ve dizinden aşağısını yıkamaz. Daha sonra sağ böğrünü aşağı doğru yıkar. Bütün bu organlarını yıkadıktan sonra su aynı kapta biriktirilir. Nazar eden kişi bu işi tamamladıktan sonra su kabını alarak nazar ettiği şahsın arkasında durup başına döker. (Neyevi, Şerh-u Sahih-i Müslim, 14 % 172-173) Kullanılan bu su pis sayılmamaktadır. Bunu Peygamberimizin bizzat kendi tatbikatından anlamaktayız.
Peygamberimizin kısaca tarif ettiği ve âlimler tarafından da genişçe izah edilen bu yıkamanın bilinmeyen pek çok hikmeti, şüphesiz, vardır. En azından nazar şüphesini gidermek için bu sünneti yapmak gerekir. Bu yıkama ve dökme işi Sahabîler tarafından da zaman zaman tatbik edilmiştir.
Bu iş yapıldıktan sonra nazar eden kimse bereket duasında bulunarak, “Mâşallah, Lâ kuvvete illâ billah” derse, meydana gelebilecek zararı Allah’ın gidereceği bildirilmektedir. Zaten bu yıkama işinin yapılması bir nevi fiilî duadır. Tesir ve şifa ise Allah’tan beklenmelidir.
Nazardan ve ondan gelebilecek şerden Allah’a sığınmalıdır. Hz. Âişe’den öğrendiğimize göre, Peygamberimiz ona göz değmesine karşı rukye yapmasını (dua okumasını) emretmiştir. (İbni Mâce, Tıb: 34)
Başka bir hadiste “Nazardan Allah’a sığınınız” (A.g.e., Tıb: 32) buyurularak, şifayı Allah’tan istememiz tavsiye edilmektedir.
Peygamberimizin göz değmesi karşısında ondan korunmak için hangi duaları okuduğunu ve neler yaptığını Ebû Said el-Hudrî (r.a.) şöyle anlatmaktadır:
“Resulullah (a.s.m.) (Cinlerin ve insanların nazarından Allah’a sığınırım, gibi dualarla) cinlerin nazarından, sonra da insanların nazarından Allah’a iltica ederdi. Sonra Muavvizetân (Felâk ve Nâs Sûreleri) inince bu sûrelere devam etti. Diğer duaları terk etti.” (A.g.e., Tıb: 34)
Şu halde, nazar eden ve zarar verenleryalnız insanlar değildir. Aynı zamanda cinler de nazar edip, insana zarar vermektedir. “Cinlerin nazarı oktan daha sür’atli geçer” diyen bazı âlimler göz değmesini, cinlerin çarpması ve nazar etmesi mânâsında da anlamaktadırlar.
Peygamberimizin tatbik ve tavsiye ettiği mânevî ilaçlardan başka yollara başvurup şifa aramak mü’mine yakışmaz. Cahiliye devrinde Araplar bazı hastalıklardan dolayı boyunlarına ve kollarına çeşitli âlet ve boncuklar takarlardı. Deva ve şifayı da o taktıkları şeylerden beklerlerdi. Şirk kokan, inancına uymayan bu nevi işleri şiddetle yasaklayan Peygamberimiz, “Kim birşey takarsa bütün işleri o taktığı şeye teslim edilir” (Tirmizi, Tıb: 24)
buyurmuştur.
Böylece takılan o şeyin bir fayda vermeyeceği, ayrıca kişinin bütün ümidini bizzat ona bağlamasıyla da inancına zarar geleceği anlaşılmış oluyor.
Nazardan korunmak için mânâsı bilinmeyen bazı muskalar yazıp kullanmak veya “nazar boncukları” takmak İslâm inancına uymayan bâtıl âdetlerdir. Bu gibi şeyleri insanın takınması caiz olmadığı gibi, bir hayvana veya bir eşya üzerine takmak da aynı şekilde meşru değildir. Peygamberimizin haram saydığı bazı şeyler arasında nazarlık takınmak da sayılmaktadır. (Neseî, Zînet: 17)
Bu işlere benzeyen ve halk arasında mum eritmek, kurşun dökmek veya ot yakıp hastanın başının üzerinde gezdirmek gibi hiçbir mânâsı olmayan tatbikatlara tevessül etmemek lâzımdır. Çünkü Cenab-ı Hak her türlü derdi verirken meşru olarak dermanını da yaratmıştır. Mü’min ölçü olarak sünneti almalı, o çizgiden çıkmamaya çalışmalıdır. İstikamet ancak bu yolla mümkündür.
Cevap 2: Nazardan Korunma Tedbirleri
Nazara karşı su ile tedaviyi Peygamberimiz uygulamıştır. Ancak büyü veya nazara karşı sirke ile tedavi uygulamasını bilmiyoruz.
Gözdeğmesi (nazar) illetine yakalanmadan önce korunmak için şu tedbirler alınmalıdır:
1) BİRİNCİ TEDBİR: Sabah ve akşam koruyucu dua, evrad ve zikirlere devam edilmelidir.
Onları okuyan kimseyi Allah (c.c.) nazardan muhafaza buyurur. Okunacak sure ve dualar çoktur.
Bazıları şunlardır: Fatiha Suresi, Ayetü'l-Kürsî, Felâk Suresi, Nâs Suresi,
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'in okuduğu muhtelif dualar. Nazara karşı şu duayı okumalıdır:
"Yarattığı şeylerin şerrinden Allah (c. c.)' in tam olan kelimelerine sığınırım." (Ebu Davûd, Tıp, 19; Dârimî, İsti'zan, 48; Muvatta, İsti'zan, 34; Ahmed b. Hanbel, 4/430)
Yine şu duayı okumalıdır:
"Bütün şeytanlardan, zararlı hayvanlardan, Kem gözlerden Allah (c.c.)'ın tam olan kelimelerine sığınırım.
Hiçbir iyinin ve kötünün yapamadığı ve Allah (c. c.) 'in yaratıp vücuda getirdiği bütün şerlerin şerrinden,
Gökten inenlerin ve göğe çıkanların şerrinden,
Yerde bitenlerin ve yerden çıkanların şerrinden,
Gecenin ve gündüzün fitnelerinin şerrinden,
İyilik için kapı çalan hariç, gece ve gündüz her kapı çalanın şerrinden Allah (c. c.) 'ın tam olan kelimelerine sığınırım.
Ey Rahman (olan Allah'ım)" (Buharî, Kitabü'l-Enbiya, 10; Müslim, Kitabu'z-Zikr, 54, 55)
Yine şu ayeti okumalıdır:
"Doğrusu inkâr edenler, Kur'an'ı duydukları vakit (sana olan düşmanlıklarından dolayı) neredeyse gözleri ile seni yere sereceklerdi!
Hâlâ da (senin için) mutlaka o, delidir! Diyorlar.
Halbuki Kur'an, bütün âlemler için bir öğütten başka bir şey değildir." (Kalem, 68/51,52.)
İnsanların ahvâline bakan kimse, nazar konusunda onlarda bir umursamazlık olduğunu görür. Oysa ki, bilhassa bebeklerin ve küçük çocukların şeriata uygun dualarla nazardan korunmaları gerekir.
Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz, Hz. Hasan (r.a.) ve Hz. Hüseyin (r.a.)'ı şu dua ile koruyordu:
"Sizi, bütün şeytanlardan, Zararlı hayvanlardan, Kem gözlerden, Allah (c.c.)'ın tam olan kelimelerine sığındırırım." (Buharî, Abdullah b. Abbas (r.a.)'dan rivayet etmiştir.)
Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz, torunları olan Hz. Hasan (r.a.) ve Hz. Hüseyin (r.a.)'a hitaben yine şöyle derdi:
"Şüphesiz ki, sizin atanız (İbrahim Aleyhisselâm) İsmail'i ve İshak'ı onlarla koruyordu." (Buharî, İbn-i Abbas (r.a.)'dan rivayet etmiştir.)
2) İKİNCİ TEDBİR: Nazar değmesinden korunma yollarından biri de, korktuğu ve şüphelendiği kişilerin yanında güzelliklerini teşhir etmemelidir.
Hafız el-Bağavî "Şerhü's-Sünne" eserinde anlattığına göre, Hz. Osman b. Affan (r.a.) çok güzel bir çocuk görmüştü.
Bunun üzerine, onu nazardan korumak için çocuğun velisine şöyle dedi: "Bu çocuğun çenesine siyah boya sürerek onun güzelliğini kamufle ediniz."
3) ÜÇÜNCÜ TEDBİR: Gözdeğmesinden korunma yollarından biri de, görüp beğendiği bir şey hakkında, gören kişinin bereketle dua etmesidir.
Bir kimse, kendi gözünün başkasına zarar vermesinden korkarsa, ona baktığı zaman şöyle demelidir:
"Allah (c.c.) onu sana mübarek etsin." (Benzer ifade ile Bkz. Ebu Davud. Nikâh, 36; Tirmizî, Nikâh, 7; İbn-i Mâce, Ezan, 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/281.)
Veya şöyle demelidir:
"Ya Rabbi! Ona mübarek eyle." (Benzer ifade ile Bkz. Müslim, Zühd, 74; Ebu Davud, Vitir, 31; Nesaî, Zekât, 12; İbn-i Mâce, Zühd, 8; Ahmed b. Hanbel, müsned, 3/108, 188, 5/77.)
Yahut şöyle demelidir: "Mâşâallah (Allah ne güzel yapmış) Allah'tan başka kuvvet (sahibi) yoktur." (Ebu Davud, Edeb, 101.)
Ya da buna benzer dualar etmelidir. O zaman Allah (c.c.)'ın izni ile zarar defolur gider.
Kendi nefsinden, başkasına nazar değmiş olmasından şüphelenen ve endişe duyan kimsenin yapması gereken şey, Allah (c.c.)'dan korkması ve gözdeğmesine sebep olabilecek şeylerden sakınmasıdır. Bunun için Allah (c.c.)'ı çokça zikretmeye devam etmelidir. İnsanlardan hoşa giden bir şey gördüğü zaman Allah (c.c.)'dan, onu mübarek kılmasını dilemelidir.
Yüce Allah (c.c.)'ın, insanlara vermiş olduğu nimetlere kesin olarak hased etmemelidir. Çünkü, eğer onlara hased ederse, sanki Rabbine karşı itirazda bulunmuş gibi olur.
Cevap 3: Nazar Değmesinden Sonra
Yukarıda, nazar değmemesi için alınacak tedbirler ve korunma çareleri açıklanmıştı. Nazar değdikten sonra da şeriata uygun çareler vardır. Kur'an-ı Kerim'de ve hadis-i şeriflerde bu hususa işaret eden deliller bulunmaktadır.
Yine şu sure ve ayetler dua maksadıyla okunmalıdır.
a) Fatiha Suresi,
b) Ayetü'l-Kürsî,
c) Felâk Suresi,
d) Nâs Suresi,
e) Ayrıca Cebrail Aleyhisselâm'ın, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'e okuduğu ve öğrettiği şu dua okunmalıdır:
"Allah (c. c.) 'in ismi ile sana rukye ederim (okuyup üflerim). Sana eziyet veren her şeyin şerrinden, Her nefsin yahut hased edenin kem gözünün şerrinden Allah (c.c.) sana şifa versin. Allah (c.c.)'in ismi ile sana rukye ederim" (Buharî, Kitabu't-Tıb, 38; Müslim, Kitabu's-Selam, 40; Ebu Davud, Kitabu't-Tıb. 19; Tirmizî, Kitabu'l-Cenâiz, 4; İbn-i Mâce. Kitabu't-Tıb, 36. 37; Ahmed b. Hanbel, Müsned. 6/332.)
Yine Resûlüllah (s. a.v.) Efendimiz' in bir hastalığı olduğu zaman Cebrail Aleyhisselâm gelir ve şu duayı okurdu: "Allah (c.c.) 'in ismi ile sana rukye ederim (okuyup üflerim). Allah (c.c.) bütün hastalıklardan sana şifa versin. Hased ettiği zaman hased edenin şerrinden ve bütün kem gözlülerin şerrinden (seni korusun.)" (Müslim, Hz. Âişe (r.a.)'dan rivayet .etmiştir.)
Bazı İslâm büyüklerinden nakledilmiştir ki; gözden sakınmanın şartı, iyilikleri, güzellikleri, zînetleri gizlemektir. Bir kimsenin kendisini, ailesini veya çocuğunu süsleyip el âleme teşhir etmesi uygun değildir. Allâme İbnu'l-Kayyım diyor ki: "Kim bu duaları okuyup tecrübe ederse, faydasının derecesini ve ona ne kadar çok ihtiyaç bulunduğunu anlar. Bu dualar, nazar edenin tesirine mâni olur. Onu okuyan kimsenin imanının kuvvet derecesine göre nazarın etkisini giderir. Çünkü bu dualar silahdır. Silah ise, kullanana göre etkili olur."
Abdullah es-Sâcî (r.a.)'ın anlattığına göre, kendisinin çok güzel bir devesi vardı.
Birgün devesine binerek yol arkadaşları ile beraber sefere çıktı. Yolculardan biri vardı ki, gözü değerdi. Bu durumu bilenler Abdullah'ı uyardılar. Devesini o adamın gözünden sakınmasını söylediler. Abdullah o adamın, devesine bir zarar veremeyeceğini söyleyip pek aldırmadı. Abdullah'ın sözlerini ve davranışını da o adama anlattılar. Adam, kendisini ispat etmek için Abdullah'ı kollamaya başladı. Bir mola sırasında Abdullah oradan ayrılınca, adam hemen gelerek deveye nazar etti. Biraz sonra deve hastalanıp yere düştü. O sırada Abdullah da çıkageldi. Deveyi o vaziyette görünce neler olduğunu sordu.
Dediler ki: "Sen gidince hemen o adam gelip deveye nazar etti.
Hayvana bakınca o da bu hâle geldi."
Bunun üzerine Abdullah: "O adamı bana gösterin" dedi.
Onlar da gösterdiler. Abdullah, adamın yanına varıp karşısında durdu.
Sonra şu duayı okudu:
"Allah (c.c.)'ın ismiyle hapsedenin hapsinden, Kuru taşın (şerrinden), Yakıcı kıvılcımın (şerrinden Allah 'c.c.)'a sığınırım).
Nazar edenin gözdeğmesi, kendi aleyhine dönsün ve en sevdiği kişinin üzerine dönsün.
Gözünü çevirip de (sema' ya) bak! Bir bozukluk görüyor musun? Sonra gözünü iki kez çevir de yine bak. Göz hor, Hakir, Bitkin ve ümidini kesmiş olarak tekrar sana döner." (Bu duanın son kısmı, Mülk Suresi'nin 3. ce 4. ayetleridir. Bkz. Mülk, 67/3-4..)
Abdullah es-Sâcî bu duayı okuyunca gözdeğmesi kalktı. Allah (c.c.)'ın izni ile devesi iyileşti.
Cevap 4: Uyarılar
1) BİRİNCİ UYARI: Gözdeğmesi (nazar) bazan insanlardan olur. Bazan da cinlerden olur.
Mü'minlerin annesi Ümmü Seleme (r.a.)' dan rivayete göre, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz, evinde bir kız görmüştü. Kızın yüzünde bir değişme farketti ve şöyle buyurdu: "Ona rukye yapınız (okuyup üfleyiniz). Çünkü onda gözdeğmesi (nazar) vardır." (Buharî ve Müslim, Ümmü Seleme (r.a.)'dan rivayet etmişlerdir.)
Hafız el-Bağavî diyor ki: "Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz nazar değmesine işaret ederken cinlerden nazar değmiş olacağını kasdetmiştir."
Deniliyor ki: "Cinlerin nazar etmesi, mızrak ucundan daha tesirlidir." Şüphe yok ki, insan kirli elbiselerini değişmek için çıkardığı vakit, Yahut tuvalet ihtiyacını gidermek için, Ya da bir başka sebeple avret yerini açtığı vakit cinlerin nazarından korunmak için dua etmelidir. Bu da Cenab-ı Hakk'ın ismini zikretmekle olur.
Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Onlardan (insanlardan) biri helaya girdiği zaman, başka bir rivayette, elbisesini çıkarıp bir yere koyduğu zaman bismillah demesi, cinlerin gözleri ile Ademoğlunun avret mahallinin arasında bir perdedir." (Tirmizî. Sünen'inde ve Ahmed b. Hanbel de Müsned'inde rivayet etmişlerdir.)
2) İKİNCİ UYARI: Cenab-ı Hakk'ın ihsan ettiği sağlığı, Güzelliği, Nâli olduğu nimetler ve sair sebeplerle gözdeğmesine hazır olan kimse, daima tedbirli olmalı ve kendisini teşhir etmemelidir.
Özellikle kadınlar kendi güzelliklerini ve bilhassa kız çocuklarının güzelliklerini aşırı derecede teşhir etmemelidirler. Çünkü bunun sonucunda birçok üzücü olaylara şahit olunmaktadır.
Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz Esma binti Umeys (r.a.)'a hitaben şöyle buyurmuştur:
"Bana ne oluyor ki, kardeşoğullarının cisimlerini zayıf görüyorum! Yardıma muhtaç duruma gelmişler." (Müslim, Câbir b. Abdullah (r.a.)'dan rivayet etmiştir.) Bunlar Hz. Cafer b. Ebu Tâlib'in çocukları idiler. Esma dedi ki: "Onların bir hastalıkları yok. Fakat onlara nazar değdi."
Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: "(O halde) sen onlara rukye yap. (okuyup üfle.)" (Ahmed b. Hanbel. Müsned, 3/333.)
3) ÜÇÜNCÜ UYARI: İnsanlardan bazıları rukye tedavisi (okuyup üfleme) talep ettikleri zaman okuyan kişinin inancının sağlam olup olmadığını, Maksadını, İlmini araştırmıyorlar. Bu sebeple de sahtekârlara, Büyücülere ve kötü maksadlı olanlara yöneliyorlar. O bozguncular, yapıcı olmaktan çok yıkıcıdırlar. Hatta onların içinde niceleri vardır ki, haram olan şeyleri, Yahut bid'atları, Ya da şirk olan şeyleri insanlara emrederler. Böyle kimselerin şerlerinden muhafaza etmesini Yüce Allah (c.c.)'dan dileriz.
Rukye (okuyup üfleme) talep eden kimseye gereken şey, dikkatli olması ve işini sağlam apmasıdır. Yani, ya kendisi okumalı, Yahut da buna ehil olan imanlı ve ihlâslı kimseleri bulmalıdırlar. Şunu da iyi bilmelidir ki; Eğer şeriatın uygun gördüğü şartlar uygun olmazsa, rukye yapmak caiz olmaz.
Hz. Yusuf Aleyhisselâm'ın kıssasını anlatan şu ayetin mânâsını derin derin düşünmeliyiz:
"Ayrı ayrı kapılardan (şehre) girin (ki size nazar değmesin.) Yine de Allah'ın takdir ettiği bir şeyi ben sizden gideremem. Hüküm ancak Allah'ındır. Ben ona güvenip dayandım. Tevekkül edenler de yalnız ona güvenip dayanmalıdırlar." (Bkz. Yusuf, 12/67.)
Bilmelidir ki, gözdeğmesinden (nazardan) korunmak ve onu tedavi etmek, ancak Allah (c.c.)'dan ve onun Resûlü'nden gelen şeylerin doğruluğuna inanmakla mümkün olur. Eğer bu konuda şüphe ve tereddütleri olursa, ilacın tesiri de azalır.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
************
http://www.ayancikmuftulugu.gov.tr/bbektas/nazar.htm
NAZAR
Mehmet COŞKUN
BOLU
“Nazar”, Arapça asıllı bir kelime olup; göz, bakmak, fikir, düşünme, mülahaza, niyet, dikkat, iltifat, teveccüh anlamlarına gelir.[1] Türkçe’de, daha ziyade “göz değmesi” veya “bakmak suretiyle maddi ve manevi bir etki meydana getirmek anlamına” kullanılmaktadır. Bu anlam Arapça’da, “ayn” veya “isabet’ül-ayn” kelimeleriyle ifade edilmektedir. Allah Rasûlü de bu “ [2] “nazar haktır” hadisi ile bunu ifade etmiştir.
Nazarın varlığını bütün kavimler ve toplumlar bilmektedir. İslam kültüründe de nazarın varlığı sabittir. Kur’an-ı Kerim, nazarın varlığından bahsetmektedir
(Mısır’a hareket etmeden önce onlara): “Oğullarım, (Mısır’a) bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin (nazar değmesinden korkuyorum). Ama Allah’tan (gelecek) hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm Allah’tan başkasının değildir. Ben ancak O’na dayanıp güvendim, tevekkül edenler de ancak O’na dayanıp güvensinler” dedi .
Bu ayetin tefsirinde İbni Kesir, Muhammed b. Ka’b, Mücahid, Dahhak, Katade, Süddî ve diğer bir çoklarından rivayet edildiğine göre, Eyüp aleyhisselam, oğullarının fizikî yapılarının düzgün, güçlü ve kuvvetli olmaları, yüz güzelliklerinin de parlak olmaları dolayısıyla, oğullarına nazar değmesinden korktuğu için onlara ayrı ayrı kapılardan girmelerini emretmiştir.[3] Taberî’nin beyanına göre de, Hz. Yakup, oğullarının nazara uğramasından korkmuştur.[4] Bir görüşe göre ise,Yakup aleyhisselamın onbir oğlunun bir kapıdan topluca girmeleri dikkat çekecekti. Bu girişi askeri açıdan değerlendirerek, krallığın bu onbir kişiden kuşkulanacağı için, onları çete zannedeceği düşüncesi ile, çocuklarına herhangi zarar gelmesin diye, ayrı ayrı kapılardan girmesini söylemiştir, diyenler de vardır.
Ebu Ali el-Cubbaî dedi ki: Hz. Yakub’un oğulları, Mısırda çok meşhur oldular. Herkes onlardan, onların güzelliğinden ve olgunluğundan bahsetmeye başladılar. Bunun üzerine Yakub (as): “Bu sayınız ve bu heybetinizle, şehre tek bir kapıdan girmeyiniz. İnsanların size haset etmelerinden emin olamazsınız” demiştir. Hasan Basrî de: Hz. Yakub, onlara göz değmesinden korkmuş ve tek bir kapıdan girmeyin demiştir. Sonra Cenabı Hakk’ın ilmine yönelip, “Allah’ın kazasından hiçbir şeyi gideremem” demiştir ve böylece göz değmesinin hiçbir tesiri olmadığını anlamıştır. Katade, ayeti “göz değmesi” anlamına tefsir etmiş ve şöyle demiştir: “Allah’ın kazasından hiçbir şeyi sizden gideremem” tabirinde, bunun yanlış olduğunu gösteren hiçbir şey bulunmamaktadır. Çünkü, eğer göz değmesi hak ise, Allah onun tesirini izale etmeye de kadirdir. Müfessirlerin çoğunluğu bu görüştedir. Yani, bu ayetin nazarla alakalı olduğu konusunda ittifak halindedirler.[5]
“Doğrusu o küfre sapanlar, (Kur’an’ı) işittikleri zaman , az kalsın seni, gözleri(nin çarpıcı bakışları ile) kaydıracaklardı. Hem de (hasetlerinden): “O delidir” diyorlardı. Halbuki o (Kur’an) alemler için bir öğütten /hatırlatmadan başkası değildir.”
İbni Kesir, bu ayette göz değmesine ve onun tesirinin, Allah’ın izni ile gerçekleşeceğine delil vardır diyor.[6]
HADİS- ŞERİFLERDE NAZAR
Nazarın varlığını kabul eden dini delillerden biri de, hadislerdir. Hadislerde nazarın varlığı açıkça zikredilmektedir. Hadisler, sahih ve hasendir.
Hz. Aişe’dan (r.anha) dedi ki: Allah Rasûlü (sav) dedi ki: “Nazardan Allah’a sığının çünkü nazar hak (gerçek bir olay)dır.”[7]
İbni Abbas’tan (ra): Nebi (sav) dedi ki: Nazar haktır (gerçektir). Kaderi geçecek bir şey olsaydı, nazar onu geçerdi. (Birine nazarınız değdiğinde) sizden yıkanmanız istendiğinde yıkanınız. (hadis hasen sahihdir).[8]
Esma binti Umeysden (r.anha): Esma: “Ya Rasûlallah Beni Cafer oğullarına çok nazar değiyor. Onlara rukye yapayım mı? (okuyabilir miyim?)”. Rasûlüllah (sav) dedi ki: “Evet, (okuyabilirsin) eğer (Allah’ın) kazasını geçecek bir şey olsaydı, nazar onu geçerdi.”[9]
Ebu Zer’den (ra)dedi ki: Allah Rasûlü (sav): “Hiç şüphesiz nazar değmesi gerçektir. Allah’ın izni ile insana (adama) isabet eder. Hatta bir insan yüksek bir dağa çıksa bile onu o yüksek yerden aşağıya düşürür ”dedi.[10]
İbni Abbas’dan (ra): Allah Rasûlü (sav): “Nazar gerçektir. (İnsanı) yüksek dağdan düşürür” dedi. [11] (hadis sahihtir)
Cabir’den (ra)dedi ki: Allah Rasûlü (sav): “Nazar insanı kabre sokar, deveyi de kazana sokar” dedi.[12]
Nebi (sav) efendimizin hanımı Ummi Seleme’den (r.anha): Allah Rasûlü (sav) Ümmi Seleme’nin (r.anha) odasına girdi. Oradaki kız çocuğunun yüzünde kara bir leke gördü. “Ona rukye yapın” dedi. (سفعة ) şeytan alameti veya şeytanın bir vuruşu, siyah bir parça veya yüzünde sarılık anlamlarına gelmektedir.[13]
Cabir’den (r.a) Allah Rasûlü (sav): “Allah’ın kazası, kitabı ve kederinden sonra, Ümmetimden ölenlerin çoğu, nazardandır” buyurdu.[14]
Ebu Umâme’den (ra): Babam, Sehl b. Huneyf, (Medine vâdilerinden bir vâdi olan) Harrâr suyu ile yıkanıyordu. Üzerinde olan cübbesini çıkardı. Amir b. Rebîa da ona bakıyordu. Sehl, beyaz ve cildi güzel birisiydi dedi. Amir b. Rebîa ona: “Ben bugün gibisini görmedim bâkire kızın teni dahi böyle değildi” dedi. Sehl, ateşinden yere düştü ve ateşi yükseldi. (Bu olay) Rasûlüllah’a (sav) götürüldü, O’na (sav) Sehl’in yere düşürüldüğü haberi verildi. Ve “Ya Rasûlüllah! O seninle beraber gelemeyecek” denildi. Allah Rasûlü (sav) ona geldi. Sehl, Amir’in işinden (bakışından ve söylediklerinden) dolayı hasta olduğunu haber verdi. Allah Rasûlü (sav) “Size ne oluyor da, sizden biri kardeşini öldürmeye kalkışıyor? Niçin BÊRAKELLAH demedin? Nazar değmesi gerçek(ten var)dır. Onun için abdest al” dedi. Amir, Sehl b. Huneyf için abdest aldı. Sehl, Rasûlüllah (sav) ile beraber kalkıp gitti..[15] Başka bir rivayette ise Hz. Peygamberin ona “yıkan” buyurduğu kaydedilmektedir. Bunun üzerine Amir onun için yüzünü, ellerini, kollarını, dizlerini, ayaklarının etrafını ve peştemalinin altını büyükçe bir leğene yıkadı, sonra da bu su Sehl’in üzerine döküldü. Sonra Sehl, Rasûlüllah ile birlikte hiçbir rahatsızlığı olmaksızın yola koyuldu.[16]
Müslüman beğendiği bir şey görünce;
Bir Müslüman, başka bir Müslüman’a zarar veremez, kötülük yapamaz. Onun hasta olmasını, malının telef olmasını, kendine ve çocuklarına herhangi bir musibetin gelmesini istemez. Bu temiz düşünce, müslümanım diyen herkesin düşüncesi olmalıdır. Eğer kişide kin varsa, kıskançlık varsa, böyle kişilerin nazarının daha çok değeceği çeşitli kaynaklarda belirtilmiştir.[17]
Bir Müslüman beğendiği bir şey görünce, “BÂREKELLAH” diye tebrikte bulunması vaciptir. Böyle derse nazarı değmez.. Bunun yanında; “Tebârakellahü ehsenül hâlıkiynتبارك الله احسن الخالقين = .[18] Allahumme bârik fihiالهم بارك فيه= Maşallah-bârakellah ماشاء الله بارك الله=. Maşallah la guvvete illa billah = ما شاء الله لا قوة إلا بالله [19]” gibi kelimeleri söylemelidir. Nitekim hadislerde böyle geçmişti. Kişi bu duaları söylerse, nazarı değmeyecektir inşallah.
BİLİMSEL AÇIDAN NAZAR
Sovyetlerin ünlü araştırmacılarından biri olan Vladamir L. Durov, insan ya da hayvanların gözlerinden ışınlar çıktığı inancındadır. Ayrıca o en vahşi hayvanların bile insan bakışlarıyla ehlileştiğini müşahede etmiştir. Bir insanın ensesine bakmakla ortaya çıkan tesiri araştırmıştır. Rus bilim adamları bu araştırma neticelerini değerlendirmişler ve “gözlerden çıkan ışınlarla etkinin varlığına kozalaksı bezin sebep olduğu kanısına” varmışlardır. Gözlerin elektromanyetik ışınlar yolladığı konusu, bugün de Sovyetler Birliği’nde yoğun bir biçimde araştırılmaktadır. Mesela tarla faresini veya bir tavşanın üzerine konsantre olmuş bakışlarıyla kurbanını paralize eden ve Asya çöllerinde yaşayan “Echis carinatus” adlı zehirli bir yılanı örnek verebiliriz. Aynı avlanma metodu “astroskopus” adlı bir balık tarafından kullanılmaktadır.
Durov, konsantre olmuş bir insan bakışıyla kobayın adeta dona kaldığını ispatlamıştır. Ancak insan bakışlarını değiştirdiği zaman kobay derhal kendisine gelmektedir. Kobayın gözünün biraz altına ve biraz üstüne bakıldığında verilen bir emre de itaat ettiğini tespit etmiştir. Bir şahsın konsantre olmuş bakışı, diğerinin retina tabakasına ve oradan da beyne nüfuz etmektedir. Bir şahsın veya bir hayvanın gözüne yöneltilen konsantreli bakış hafifçe değiştirilirse, bu bakış etkileyici tesirini kaybetmektedir.[20]
Bilindiği gibi gözümüz mercek objektifli bir fotoğraf makinesi gibidir. Bir büyüteç güneş ışınlarının yansımasıyla bir kağıt parçasını yaktığını ilkokuldan beri biliriz ve bu deneyi hepimiz yapmışızdır. Bunun etkisini inkar edemeyiz. İşte gözümüzden de bu şekilde ışınlar çıkarak, baktığımız insan üzerine tesir etmektedir. Onun manen yanmasına, hastalanmasına sebep olmaktadır. Bu yakıcı özellik daha çok hasetçi, kıskanç insanlarda görüldüğü bilinmektedir.[21] Bunun yanında, bir şeyden çok hoşlandığımız zaman da yine nazarımız değerek, baktığımız şey zarar görür. Çünkü biz, güzelliğin o şeyden kaynaklandığını düşünür ve o güzelliği yaratan Allah’ı unuturuz. O’na şükretmediğimiz için, Allah da bu güzelliği elimizden alıyor, onu yok ediyor, hasta ediyor.
el- Esmaî der ki: Nazarı değen bir adam gördüm. Süt veren bir inekten kendisine söz edildi. Bir defada verdiği süt miktarı onu hayrete düşürünce: “bu dediğiniz inek hangisidir” dedi. Başka bir inek göstererek, işte şu inektir, dediler. Hem gösterdikleri inek, hem de, gözünden saklamak istedikleri inek birlikte ölüverdi. El-Esmaî der ki: Yine ben de bu adamsı şöyle derken dinledim: “ben hoşuma giden bir şey gördüm mü, gözümden bir hararetin çıktığını da hissederim”.[22]
Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’tan (r.anhüm): Rasûlüllah (sav): “ Yılanları öldürün ve kısa kuyruklu iki habis yılanı ve kuyruğu kısa (engerek) yılanını da öldürün. O iki yılan, gözleri kör eder, hamile kadınların çocuklarını düşürür” dedi[23].
Hz. Aişe’den (r.anha) rivayetle, Allah Rasûlü (sav): “Evlerde bulunan küçük yılanların öldürülmesini bize yasakladı. (Çünkü onlar cinlerden olup, yılan şeklinde görünmesinden dolayı yasaklamıştır.) Ancak sırtında iki çizgi bulunan ve kuyruğu kesik olan yılanların öldürülmesini yasaklamadı. Bu iki yılan gözleri kör eder hamile kadınların karnındaki çocukları düşürür. O ikisini öldürmeyen bizden değildir” dedi. [24]
Şerh kitaplarında ise hamile kadının bu yılanlara baktığı zaman karnındaki çocuğunun düşeceği bilgisi geçmektedir. Burada normal şartlar altında tespit edilemeyen bir etkileşim olduğu gerçektir. [25]
Bilim adamları,-- “ ‘en-Nazır’ isminde bir tür yılanın bakışı insanın gözüne isabet ettiği zaman, o insan hemen ölür” demişlerdir.[26]
NAZAR DEĞİNCE OKUNACAK DUALAR
Nazarın gerçek olduğunu öğrendikten sonra, ondan korunma yollarını da öğrenmemiz gerekir. Bunun için de dinimizin bize müsaade ettiği yollara baş vurmak, sakındırdığı yollardan da kaçınmak durumundayız. Bu konudaki rehberimiz yine Allah Rasûlü’dür. Ebu Said el-Hudri’den (r.a) rivayet olunduğuna göre Rasûlüllah (sav): “Cinlerin ve insanların nazarından Allah’a sığınırım” derdi. Sonra muavizeteyn nazil olunca bu sureleri okumaya başladı diğer duaları terk etti.[27]
Hz. Peygamberin (sav) kötülüklerden ve kötü kimselerin şerrinden emin olabilmek için sık sık okumuş olduğu dua ve surelerden bazıları şunlardır:
Hz. Enes’den (ra): Rasûlüllah (sav) dedi ki: Evinden çıkarken şu duayı okuyan kişiye: “bu dua yeterlidir, o anda muhafaza altına aldın, şeytan senden uzaklaşıp bir kenara çekildi” denilir. “Bismillahi tevekkeltü ala-llahi lâ havle vela guvvete illâ billâhi”.[28]
Ümmi Seleme’den (ra): Rasûlüllah (sav) evinden çıkarken şöyle derdi: “allah’ın ismini zikrederek çıkarım. Ben Allah’a tevekkül ettim. Allah’ım hata yapmaktan, yolumu şaşırmaktan, zulmetmekten,zulme uğramaktan, cahillikle başkasına bela olmaktan ve başkasının cahilce davranışıyla karşılaşmaktan sana sığınırım.”[29]
Hz. Osman (ra) ; Rasûlüllah’ın (sav) “bir kul her günün sabahında her gecenin akşamında üç defa şu şekilde dua ederse o kişiye zarar veremez. “bismillahillezi la yedurruhu measmihi şey’ün fi’l-ardı vela fi’s-sema’ ve huve’s-semiul alîym.[30]
Ebu Umâme (ra) hadisinde de geçtiği gibi (yukarıda), nazarı değen kişiden yıkanmasını veya abdest almasını isteriz. Buna imkan bulamazsak Allah Rasûlünün öğrettiği duaları hasta üzerine okuruz. Yani rukye yaparı
Okunması gereken ayet ve dualar şunlardır:
1- Fatiha süresi ,
2- Ayete’l- Kürsi, ,
3- Kur’an’daki bazı şifa ayetleri,
4- Kalem süresinin son ayetleri
Doğrusu o küfre sapanlar, (Kur’an’ı) işittikleri zaman,az kalsın seni, gözleri(nin çarpıcı bakışları) ile kaydıracaklardı. Hem de (hasetlerinden): “O delidir” diyorlardı. Halbuki o (Kur’an) âlemler için bir öğütten başkası değildir. [31]
5- Felak ve Nas süreleri,
Ebu Said el-Hudrî’den (ra) dedi ki: Rasûlüllah (sav),muavizeteyn (felak ve nas) süreleri nazil oluncaya kadar insanların gözünden (nazarından) ve cinlerin şerrinden Allah’a sığınırdı. Muavizeteyn nazil olunca bu süreleri okudu diğerlerini bıraktı.[32]
6- Rasûlüllah’dan gelen dualar okunabilir.
Bu duaları, Müslim[37], İbn-i Mace[38] ve diğer hadis kitaplarının rivayetine göre; Cebrail (as) Peygamberimize (sav), Peygamberimiz de (sav) torunları Hz.Hasan ve Hüseyin (r.anhum) efendilerimize okurlardı.
Şifa veren Allah Teala’dır.
Mehmet COŞKUN
BOLU
---------------------------------------------
[1] İbn Manzur, Lisanul Arap نظر maddesi.
[2] Buhari, K. Tıp 36. Müslim K. Selam, 41.
[3] İbni Kesir, Tefsirul- Kur’an’il azîm,2/484.
[4] Taberî, Cami’ul-Beyan, 29/46. Mısır,1968.
[5] Tefsir-i Kebir, 13/288.
[6] İbni Kesir, a.g.e. 4/410.
[7] Müstedrek, ala’s-Sahihayn, (4/239). No 7497. Şeyhayn’ın şartına göre hadis sahihtir.
[8] Müslim, Tıb ve Rukye, (4/1719). No 2188. Tirmizi ,(4/397). No 2062.
[9] Müsned, 6/438). No 27510.
[10] Müsned, No 20340.
[11] Müsned, No 2549. Müstedrek, el-Hakim Nisaburî, Tıp,(4/239). No 7498.
[12] Feyz’ul- Kadir, Abdurrauf el-Menavî ,4/397.. Keşf’ul-Hafa (2/92). No 1797. Ebu Nuaym. el- Hilye adlı eserinde rivayet etmiştir. İbni Kesir tefsirinde (4/412) ravilerin sika olduğunu söyler. Âlusî, Ruhu’l-Meânî, 29/38.
[13] Buhari, Tıp.10/171. No,5298. Müslim, selam, 97. No,4074.
[14] Mecma’uz-Zevaid, el-Ayn. 5/106. Müsned ,et-Tayalisî,1760.. Feth’ul-Barî,10/204. et-Tarih’ul-Kebir,Ebu Abdullah el-Buharî.4/360.
[15] Muvatta , el-Vudu’ min’el-Ayn. No 1471,1472. Müsned, 3/486,487. No 15413. İbni Mace, el-Ayn. No:3500.
[16] Buhari, Tıp 36, Müslim, Selam 41
[17] Elmalı, Hak Dili Kur’an Dili. İst. 1936, 7/5305.
[18] Mü’minün , 14
[19] Kehf 39
[20] Diyanet İlmi Dergi 1972, “Din ve Bilim Açısından Nazar” adlı makale. Daha fazla bilgi için bakınız.
[21] Felak suresi, 5
[22] el – Camiul –Ahkamul Kur’an , İmam Kurtubi.
[23] Tirmizi, Katl’ul-Hayyat. No:1403. Buhari, Bid’ul-Halk. No:3063. Ebu Davut, Katl’ül-Hayyat. No:4572. İbni Mace, Katl’u- zit-Tufyeteyni. No: 3524. Müsned. No:4329.
[24] Müsned. No: 23394. 23086. Nesei , Katl’ul-Vezği. No: 2782.
[25] Tuhfet’ul-Ehvazî,5/49.
[26] Feyz’ul-Kadir 2/59. ed-Dibac 5/253. Ebu’l-Fadl es-Suyutî.
[27] İbn-i Mace, Tıp:34.
[28] Tirmizi, Deavat, 34.
[29] Tirmizi, Deavat, 35
[30] İbn-i Mace, Dua:14.
[31] Kalem: 51, 52.
[32] Tirmizi, Tıp:1984. Nesei 8/271. İbn-i Mace, Tıp: 3511
[33] Buhari, Ehadis’ül-Enbiya 3120
[34] Müslim Selam: 4055
[35] Müslim Selam: 4056
[36] Buhari, Tıp:1302, Tirmizi, Deavat :3488, Ebu Davut,Tıp: 3385:
[37] Müslim, Tıp: 2185.
[38] İbn-i Mace, Tıp:3515.
incemeseleler.com / Arşiv
****
http://www.sosyetekaradeniz.com/islam/nazar-duasi.htm
Nazar değdiğinde okunulacak Dua
Bu duayı, Cebrail aleyhisselam Peygamber Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) nazarın değmesine uğramış Hasan ile Hüseyin efendimize, okumasını bildirmiştir:
اللَّهُمَّ ذَا السُّلْطَانِ الْعَظِيمِ وَالْمَنِّ الْقَدِيمِ ذَا الرَّحِمَةِ الْكَرِيمِ وَلِيَّ الْكَلِمَاتِ التَّآمَّاتِ وَالدَّعَوَاتِ الْمُسْتَجَابَاتِ عَافِ
(burada, üzerine okunacak kişinin adı söylenir)
مِنْ أَنْفُسِ الْجِنِّ وَأَعْيُنِ الإِنْسِ
Bu dua, üzerine okunacak kişinin adı söylenmeden bir erkeğin üzerine okunacaksa şöyle okunur:
اللَّهُمَّ ذَا السُّلْطَانِ الْعَظِيمِ وَالْمَنِّ الْقَدِيمِ ذَا الرَّحِمَةِ الْكَرِيمِ وَلِيَّ الْكَلِمَاتِ التَّآمَّاتِ وَالدَّعَوَاتِ الْمُسْتَجَابَاتِ عَافِهِِِ مِنْ أَنْفُسِ الْجِنِّ وَأَعْيُنِ الإِنْسِ
Bir bayanın üzerine okunacaksa şöyle okunur:
اللَّهُمَّ ذَا السُّلْطَانِ الْعَظِيمِ وَالْمَنِّ الْقَدِيمِ ذَا الرَّحِمَةِ الْكَرِيمِ وَلِيَّ الْكَلِمَاتِ التَّآمَّاتِ وَالدَّعَوَاتِ الْمُسْتَجَابَاتِ عَافِهَا مِنْ أَنْفُسِ الْجِنِّ وَأَعْيُنِ الإِنْسِ
Kişi, kendi üzerine okuyacaksa şöyle okur:
اللَّهُمَّ ذَا السُّلْطَانِ الْعَظِيمِ وَالْمَنِّ الْقَدِيمِ ذَا الرَّحِمَةِ الْكَرِيمِ وَلِيَّ الْكَلِمَاتِ التَّآمَّاتِ وَالدَّعَوَاتِ الْمُسْتَجَابَاتِ عَافِنِي مِنْ أَنْفُسِ الْجِنِّ وَأَعْيُنِ الإِنْسِ
Çocuğun şeytanlara ve göz değmesine karşı koruma altında olması için sabah ve akşam okunulacak Dua
Erkek çocuğun üzerine şöyle okunur:
أُعِيذُكَ بِكَلِمَاتِ اللهِ التَّآمَّةِ مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ وَهَآمَّةٍ وَمِنْ كُلِّ عَيْنٍ لامَّةٍ
Kız çocuğun üzerine şöyle okunur:
أُعِيذُكِ بِكَلِمَاتِ اللهِ التَّآمَّةِ مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ وَهَآمَّةٍ وَمِنْ كُلِّ عَيْنٍ لامَّةٍ
__________________
"Allah Yar"
İnsanı Nazardan Koruyan DUAlar
Dinimiz kadına bir bütünün yarısı nazarıyla bakar.
Kadın öyle bir bütünün parçasıdır ki diğer parçanın işe yaraması için onun mevcudiyeti şarttır
Sadece hanımlar değil aslında erkekler de gerçek kıymetlerini ve şahsiyetlerini İslâm’la bulmuşlardır.
Efendimiz gerçek erkekliğin zorbalık kabalık ve hoyratlıkta değil nefsine hakim olmakta civanmertlikte ve fazilette olduğunu göstermiştir.
Dinimizde kadın aynen erkek gibi sosyal hayatın bir parçası olarak kabul edilir görüşü alınır ve onunla istişare yapılır.
Bunun pratikte en güzel örneğini de bizzat Fahr-i Kâinat Efendimiz vermiştir.
O ki önüne gelen bütün mesele ve problemlerin çözümü doğrudan doğruya Cenab-ı Hak tarafından halledilmiştir.
Bununla beraber O çok defa eşiyle oturur ve bir arkadaş gibi onunla bazı meselelerin müzakeresini yapardı.
Vahiy ile müeyyed olan Allah Resulü’nün (sas) böyle bir şeye ihtiyacı yoktu; ama O ümmetine bir şey öğretmek istiyordu:
Kadın o güne kadar olduğundan çok farklı bir yere oturtulacaktı
ve işte O bu önemli vazifeyi bilfiil temsil ediyordu.
İşte bir misal.. Hudeybiye anlaşması Müslümanlara çok ağır gelmişti.
Öyle ki kimsede yerinden kımıldayacak güç-kuvvet kalmamıştı.
Bu arada Allah Resûlü kendisiyle hacca gelenlere kurbanlarını kesmelerini ve ihramdan çıkmalarını emretmişti.
Ancak sahabe ‘Acaba verilen kararda bir değişiklik olur mu?’ diye meseleyi ağırdan alıyordu.
Allah Resûlü emrini bir kere daha tekrarladı. Fakat sahabedeki ümitli bekleyiş tavrı değişmedi.
Bu asla Allah Resûlü’ne karşı bir muhalefet değildi; sadece başka bir alternatifin olup olmadığını öğrenmekti.
Zira Kâbe’yi tavaf etmek üzere yola çıkmışlardı.
Belki Hudeybiye anlaşmasındaki kabul edilen şartlar tatbik edilmez de anlaşmada bir değişiklik olabilir’ diye bekliyorlardı.
Peygamberimiz sahabedeki bu durumu sezince hemen çadırına girdi.
Ve hanımı Ümmü Seleme validemizle istişare etti.
Bu ufku geniş annemiz de istişarenin hakkını vermek için fikrini beyan etti ve şu mealde sözler söyledi:
"Ya Resulallah! Emrini bir daha tekrar etme. Belki muhalefet eder ve mahvolurlar.
Fakat Sen kendi kurbanlarını kes ve onlara bir şey demeden ihramdan çık.
Onlar verdiğin emrin kesinliğini anlayınca Sana itaat edeceklerdir." Allah Resûlü de böyle düşünüyordu.
Hemen bıçağını eline aldı ve çadırından çıkarak kendine ait kurbanları kesmeye başladı.
O daha birkaç kurban kesmişti ki sahabi de kendi kurbanlarını kesmeye koyuldu.
Çünkü artık verilen karardan dönüş olmadığını anlamışlardı. (Buhari Şurût 15) Dinimiz kadına bir bütünün yarısı nazarıyla bakmaktadır.
Kadın öyle bir bütünün parçasıdır ki diğer parçanın işe yaraması için onun mevcudiyeti şarttır.
Bu parçalardan her birerleri diğerinin gerçek değerini bulması bakımından önemli bir esastır.
Elverir ki Rabb’imizin koyduğu ölçülere riayet edilsin ve denge için yaratılan bir şey dengenin aleyhinde istismar edilmesin...
Peygamber Efendimiz (sas) nasıl hareketleriyle kadınlara karşı lütufkâr davranıyordu; sözleriyle de hep bu şekilde davranmayı teşvik ediyordu.
Bir hadislerinde şöyle buyururlar:
"Mü’minlerin iman bakımından en kusursuzu ahlâkı en güzel olanıdır.
Ahlâkı en güzel olanınız da kadınlarınıza en güzel davrananınızdır." (Ebu Davud Sünnet 15) Hadisleri çoğaltabiliriz.
Görülüyor ki kadınlık O’nun nurlu beyanlarıyla kendi şeref ve haysiyetini garanti altına almış o güne kadar ayaklar altında çiğnenen hor ve hakir bir varlık olmaktan kurtulmuştur.
NAZARDAN NASIL KORUNABİLİRİM?
Hemen hemen herkesin bildiği bir tabirdir "göz değmesi" veya "nazar değmesi".
Tıbben de kabul edilen bu manevî rahatsızlık fizikî bir rahatsızlık olmayıp genellikle baş ağrısı şeklinde beliren manevî bir durumdur. P
eygamber Efendimiz hadislerde nazar değmesinin hak ve gerçek olduğunu bildirmiştir.
(Buhari Tıb 36) Nazar değmesinin hak olduğunu söyleyen Efendimiz başka bir hadiste de "dokunan her kötü gözden" Allah’a sığınmayı Hz. İbrahim’in duâlarından biri olarak ümmetine tavsiye etmiştir.
(Buhari Enbiya 10) Böyle bir rahatsızlığa çare olarak da Hz. Aişe’den rivayet edilen bir hadiste
Peygamberimiz’in göz değmesine karşı dua okumayı tavsiye etmiştir.
Manevî bir rahatsızlık olan nazar değmesinin tedavi şeklinin de manevî olması kadar doğal bir şey yoktur.
Dua okumak suretiyle tarihen sabit olduğu üzere olumlu neticeler de alınmıştır.
Bu rahatsızlığın tedavisinde daha çok Fâtiha İhlâs Felak Nâs ve Ayetü’lKürsî okunması tavsiye edilmiş bundan başka okunacak me’sûr
(Peygamberimiz'den hadis olarak nakledilmiş) duâların tedâvî için başvurulacak bir yol olduğu bildirilmiştir.
NAZARLIK TAKMAK DOĞRU MU?
Nazar değmesinde asıl olan bizzat rahatsızlığa maruz kalan kişinin kendisinin okumasıdır.
Bu husus da tedavide dikkat edilmesi gereken önemli bir ayrıntıdır.
Nazar değmesine karşı halk arasında ‘nazarlık’ denen şeyler insanların binaların ve arabaların üzerlerine asılmaktadır.
Efendimiz’in uygulamalarında böyle bir durum görülmediği gibi İslâm’ın ruhuna aykırı olan totem benzeri bu tür eşyaların kullanılması son derece yanlıştır.
Zaten Peygamberimiz bizzat böylesi aletlerin kullanılmasını yasaklamıştır.
(Nesâî Zînet 17) Halk arasında çocukların elbiselerine mavi boncuk nazarlık ve iğde çekirdeklerinin takılması ev araba ve binalara at nalı ve çeşitli muskalar asılması hep bu yanlış inançtan kaynaklanan değişik uygulamalardır.
Tıbben değerlendirildiğinde bunların en ufak bir faydası olmadığı gibi hurafelerin yaygınlaştırılması hususunda da bu tür âdetlerin büyük sakıncaları vardır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki; hangi hastalık olursa olsun gerçek şifâyı verici olan Allah’tır.
İnsanı nazar değmesi gibi rahatsızlıklardan koruyacak olan basit birer maddeden ibaret olan nazarlıklar değil ibâdeti her daim kendisine yaptığımız Rabb’imizdir. Dolayısıyla O’na sığınmalı O’na yalvarmalı O’na yakarmalı ve ne istiyorsak O’ndan istemeliyiz...
ÖRNEK HAYATLAR
Peygamberlerden biri bir rüya görür; rüyasında kendisine şöyle denir:
- Sabah olunca karşına ilk çıkanı ye ikinci çıkanı sakla üçüncü çıkanın dileğini kabul et dördüncü geleni üzme beşinciden de kaç.
Sabah olur peygamber dışarı çıkar. Yola koyulup gider. Karşısına bir dağ çıkar.
Bu koca dağı görünce şaşırır. Kendi kendine şöyle der: - Rabbim bana bunu yememi emretti der ve ekler:
- Rabbim bana gücümün yetmeyeceği bir şeyi emretmez. Onu yemeğe karar verir.
Dağa doğru yürür. Yaklaştıkça dağ küçülür. Tam yaklaştığı zaman koca dağ bir lokmaya dönüşür.
Onu tutup yer baldan tatlı bulur.
Allah’a hamd eder yürüyüp gider. Bu sefer karşısına altından bir leğen çıkar. Şöyle der:
- Rabbim bunu da saklamamı emretti. Bir çukur kazıp onu gömer. Yürür az gittikten sonra dönüp bakar.
Leğenin toprak yüzüne çıkmış olduğunu görür. Geri dönüp tekrar gömer. Biraz gider bakar ki yine çıkmış.
Bir daha gömer yine toprak üstüne çıkar. Kendi kendine:
- Ben emredileni yaptım diyerek bırakıp gider. Bu sefer karşısına bir kuş çıkar.
Peşinden bir şahin onu kovalıyordur. Kuş ona şöyle der:
- Ey Allah’ın peygamberi beni sakla. Bana yardım et. Onu alıp koynuna saklar.
Peşinden şahin gelir şöyle der: - Ey Allah’ın peygamberi ben açım. Sabahtan beri de bu kuşun peşindeyim.
Onu yakalamak istiyorum. Kısmetime engel olma. Kendi kendine şöyle der:
- Üçüncünün dileğini yapmam emri verildi yaptım. Dördüncüyü üzmemem emredildi. Şimdi ne yapacağım.
Bu işe şaşıp kalır. Sonra bıçak alır; kendi uyluğundan bir parça et kesip şahine atar; o da kapıp gider.
Daha sonra kuşu salar. Bundan sonra yürüyüp gider. Kokmuş bir leş görür.
Onu da bırakıp oradan uzaklaşır. Akşam olunca şu duayı yapar:
- Ya Rabbi emrini yerine getirdim. Bu işlerin manası ne ise bana bildir.
Daha sonra rüyasında ona şöyle denilir: - Birinci görüp yediğin öfkedir.
Önce koca bir dağ gibi görülür; sabırla öfke yutulursa baldan tatlı olur. İkincisi iyi amelindir.
Ne kadar saklarsan sakla; yine meydana çıkar. Üçüncüsü sana bırakılan bir emanettir ona hıyanet etme.
Dördüncüsü şudur: Bir insanın sana bir dileği ulaşırsa onu yerine getir; isterse sana lâzım olan bir şey olsun.
Beşincisi ise gıybettir. İnsanların gıybetini edenlerden ve gıybet ortamlarından uzaklaş
----------------
http://www.kadincakararinca.com/hayatin-icinden-2/manevi-dunyamiz/nazar-ve-goz-degmesinden-korunma-yollari/
NAZAR ve GÖZ DEĞMESİNDEN KORUNMA YOLLARI
Nurşen Şentürk’ün Yazısı…
Nazar bilinmezliğinin yanında çok da hayatımızda olan bir kavram. Bu kadar çekindiğimiz nazar aslında nedir öğrenmek istedik ve bilgilerin en doğrusu Kur’an-ı Kerim ve sünnet izinde nazarı anlamaya koyulduk.
Nazar, insanlık tarihi boyunca varlığına inanılan, merak edilen, korunmak için çareler aranan bir kavram. Günümüzde, modern çağ diye adlandırılan zamanlarda dahi gizemini koruyan nazar neredeyse herkes için varlığı kabul edilen bir metafizik olayı.
Her toplumun tecrübelerine, alışkanlıklarına göre korunmak için yöntemler aradığı nazar inancının en büyük gerçeği Peygamber Efendimizin “Nazar haktır” hadisiyle netleşiyor. Haktır ve gerçektir denilen nazar ise farklı yorumlar ve inanışlarla tehlikeli bir yola da sevk edebiliyor. Nazara inanmak ne kadar doğruysa ondan uzak kalmanın yöntemlerini de yine aynı doğrularda aramak gerekiyor.
Nazar, Arapça bir kelime olsa da Türkçe’de “göz değmesi” diyerek hepimizin kabulü olmuş durumda. Kötü niyetli bir düşüncenin beyinde veya aşırı sevgiden de oluşan duygu yoğunluğunun gözler aracılığıyla insanlara canlı ve cansız varlıklara olumsuz etkisi olarak tanımlanıyor nazar.
Nazar, bakmak anlamında kullanılıyor. Göz değmesi diye de adlandırılan bu duruma sadece kötü niyetli bakışlar sebep oluyor diye bir gerçek de yok. Nazar haset bir bakışla ortaya çıkabildiği gibi irade dışı, kasıt olmaksızın ortaya çıkan bakışlar da kişinin nazarın tesirinde kalmasına neden olabiliyor. Kimi zaman çok sevdiğimiz birine ya da bir nesneye de nazar değebiliyor. Hatta Efendimiz (a.s.m.) kişinin kendi kendine de nazar edebileceğine dair işaretler veriyor. Bundan uzak durmak için de yine dua etmeye teşvik ediyor.
Nazar elbette kelimenin anılmasıyla bile hatıra ilk gelen haset düşüncesiyle daha da etkili oluyor. Cahiliye döneminde yaşayan Beni Esed kabilesinin nazar konusunda meşhur oldukları o dönemlere dair örneklerle anlatılıyor. Esed kabilesinden kimi şahısların üç gün aç kalıp nazar etmek istedikleri hayvanlara bakıp onların ölmelerine yol açabildiği kaynaklarda yer buluyor. Kıskançlık düşüncesi kişide negatif bir enerji oluşmasını sağlıyor, bu oluşan enerji de bakışlarla canlı ya da cansız varlıklara temas ettiğinde onlara zarar veriyor. Haset eden kişinin bakışları karşısındaki kişi savunmasızsa daha da tesirli oluyor. Buradaki savunma mekanizması ise sadece manevî bir zırha bürünmek ile kazanılabiliyor. Mavi renkli boncuklar, at nalları, tütsüler gibi semboller ise nazar duygusunu çağrıştırmaktan öteye gitmiyor.
İnsanlık tarihi kadar eski olan nazar toplumların ayrılmasıyla inançlara göre, yaşandıkları yıllara göre bin bir farklılık görmüştür. İlahi tüm dinlerde inanılan nazar cahiliye döneminde, eski Türk medeniyetlerinde de yer bulmuştur. İnsanın olduğu her yerde kıskançlık olacaksa nazar da olacak diyebiliriz. Geçmişten günümüze her zihinde yeri olan dillerin alıştığı ve neredeyse sorgusuz inanılan ender konulardan biri nazar. İnanç konusunda şüpheleri ve vesveseleri olanlar bile nazar değmesin diyerek bitirebiliyor cümlelerini. Nazarı doğru şekilde anlamak ve ona göre yaşamak gerekir.
Kur’an-ı Kerim’de doğrudan nazar değmesinden bahseden ayet yoktur ancak sahabeler ve onların görüşlerine dayanan müfessirler nazar üzerine olan iki ayeti Kalem Suresi’nin 51. ayeti ve Yusuf Suresi’nin 67. ayeti olarak işaret etmişlerdir. Hadis-i şeriflerde nazar bahsi daha sık anılmıştır. Efendimiz (a.s.m.) nazar konusundaki batıl inançları reddetmiştir ancak İslam ruhuna zarar vermeyen inançlara da karışmamıştır. Nazara inanmakla ilgili hadis-i şerifler olduğu gibi, nazar için okunacak duaların belirtildiği hadisler ve nazar için yapılan uygulamalar hakkında hadis-i şerifler bulunmaktadır.
Nazar ve nazardan korunma hakkında bilinmesi gerekenler ana başlıklar halinde şöyle:
Kimlerin nazarı değer?
Nazar herkesin uzak durmak istediği bir hal. Ama kimi zaman bundan uzak durmak her iki taraf için de zor olabiliyor. Nazardan dualarla korunmaktan başka yol olmadığını unutmamamız gerekiyor. Peki nazar en çok kimlerde tesirli oluyor? Bunun üzerine yapılan net bir izah yok ancak bir genelleme yapılabiliyor. Özellikle toplumda yaygın olan görüşler ve yaşanmışlıklar sonucu renkli gözlü insanların, köse erkeklerin, yaşlı kadınların, akrabaların, kaşları bitişik olan kişilerin, kambur ve tek gözlü kişilerin nazar konusunda daha hassas olduklarına inanılıyor. Ama elbette ki tüm bu tanımlamalar toplumda yaygın olan ve belki de ezberlenmiş ifadeler. Oysaki nazar konusunda tesirli olan ve hiçbir şekilde bu sıralamaya girmeyen kişiler olduğu gibi yaygın olan görüşlerdeki tanımlara uymayan pek çok kişinin de gözü etkili olabilir.
En çok kimlere nazar değer?
Nazar hayvanları, eşyaları bile etkileyebilir ancak yine de insana daha fazla nazar değdiği bilinen bir gerçek. Evlilik yaşına gelmiş kızlara, düğünü yaklaşmış çiftlere, loğusa kadına, güzel yüzlü kişilere ve özellikle de küçük çocuklara daha fazla nazar değdiğine inanılır. Çünkü bu özellikteki insanlar içinde bulundukları durum itibariyle kıskanılmaya müsaittirler.
Özellikle çocukların nazara maruz kalmasında kendilerini koruyamamanın verdiği durum yatar. Dua okuyamayan çocuk için görev anne-babasına düşer. Anne ve babalar çocuklarını dualarla korumaya çalışacağı gibi çok fazla övgü dolu sözlerle konuşmamalı ve dikkat çekici şekilde giydirmemelidir. Çocuklara nazarı en çok anne ve babasının değdirdiğine dair oluşan kanaat yaygındır, özellikle de çocukları uyurken izlemekten uzak durmak gerektiği de söylenir.
Göz rengi nazara etki eder mi?
Nazar üzerine yazılmış şarkılar, şiirler, zamanında yaşanmışlıklarla dilimize girmiş atasözleri saymakla bitmez. Nazar göz değmesi desek de nazarla ilgili oluşan duruma sadece gözün etkisi olduğunu söylemek eksik olur. Göz, nazarın bir aracı aslında. Asıl tesir eden ruh ve nefistir. İnsanın dışa açılan penceresi olan gözün görevi çevredeki varlıkları olayları beyne iletmektir. Bu süreçte oluşan kötü düşünce ya da kötü hisler gözler aracılığıyla yayılır. Aslında kem olan bir şey varsa bu göz değil kem nefistir.
Göz renkleri içinde mavi gözün daha çok nazar değdirdiğine inanılır. Bu aslında bilimsel olarak da doğrulanmıştır. Çünkü parlak olan nesneler kendine çarpan ışığı çok iyi yansıtır. Yapılan deneylerde de mavi gözlülerin nazar konusunda etkili oldukları kabul görmüştür. Göz renginin farklılığı nazar üzerinde tek başına etkili değildir ancak yine de bağlantılıdır.
Mavi boncuk nazardan korur mu?
Nazar konusunu günlerce konuşsak ve okusak da gözümüzün önüne nazar denildiğinde gelen semboller değişmez. Nazara inanmak hak olsa da mavi boncuğa inanmak ve medet beklemek de o denli yanlıştır. Manevî hastalık olan nazara yine manevî çözüm yolları gerekir. Yıllar boyu mavi boncuklarla korunmaya çalışılan nazar sadece dua ile önlenebilir. Nazar boncukları kullanmanın tek faydalı yönü gören kişiye nazar kavramını hatırlatması olabilir ve maşaallah diyerek hatırlatıcı bir unsur olarak değer görebilir. Yine de hassas olan bu durumda dikkatli yol almak gerekebilir. Efendimizin (a.s.m.) boncuklara karşı “Kişi takındığı şeye havale edilir” hadisini de akıldan çıkarmamak lazım.
Öte yandan nazardan korunmak için kullanılan tasvirler toplumlara, kültürlere göre de çoğu zaman farklılık gösterir. Bir tane olan nazar inancı için farklı sembollerle çare aramak yine bunun doğru olmadığının göstergesidir.
Nazarın önlenmesi için neler yapılabilir?
“Nazar hasıl olmadan ondan korunmak mümkün müdür?” sorusu akıllara geldiğinde yine sünnet ışığında doğru cevaplara ulaşabiliyoruz. Muavvizeteyn (Nas-Felak) Surelerini okumak, bereketle dua etmek, güzellikleri gizlemek, nazar edene iyilikte bulunmak bu önlemler arasında sıralanabilir. Nazarın tesirinden kurtulmak içinse, abdestli olmaya çalışmak, dualarla manevî korunmaya sığınmak öncelikli önlemler olabilir.
İnsanların büyük bir ortak noktası olan nazar inancı toplumu etkisi altına almıştır. Nazar vardır ve haktır; ancak nazar çeşitli inançlarla ve kimi zaman da eksik bilgi ve cahillikle farklı yorumlanır. Nazara inanırken, onun etkisinden uzak kalmak isterken kullara değil gerçek söz sahibine itibar etmeli, şifayı da ondan beklemeliyiz. Tahtalara vurmak yerine Kur’an-ı Kerim ve sünnet doğrularıyla bu hayatın bir parçası olan enerji olayını en aza indirmeye çalışmalı ve belki de öncelikle işe kendimizden başlayarak “maşaallah” demeyi ihmal etmemeliyiz.
HİKMET.NET
Kendisine nazar değdiğini anlayan kimse ne yapmalıdır?
Soran : hikmet.net Tarih : 7/13/2009
Cevaplar
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, “Nazar, haktır” buyurur. (Müslim, Selam 42; Tirmizi, Tıb 19) Evet, nazar gerçektir ve haktır. Sebeplerle izah edemeyeceğimiz bir kuvveti vardır. Bundan dolayı da nazardan korunmak ve kurtulmak için maddî sebeplerden ziyade, dua ve Allah'a sığınma gibi manevî vesilelere kuvvetle sarılmak gerekir.
Nazardan korunmak için,
1- Fatiha, Ayete’l Kürsî, Felak, Nas surelerini okumak gerekir.
Cafer b. Ebi Talib'in iki oğlu Resûlullah'ın (s.a.s) huzuruna getirildiğinde onların bakıcılarına (dadılarına): “Bunları zayıf görüyorum, neden?” diye sorar. O da: “Ya Resûlallah, onlara göz değiyor. Uygun görüp görmeyeceğinizi bilmediğimiz için onları okutmadık.” deyince Resûlullah aleyhissalatü vesselam Efendimiz: “Onları okutunuz, çünkü eğer kaderin önüne bir şey geçecek olsaydı bu, nazar olurdu” buyurur. (Tirmizi, Tıp 17)
2-Halkın nazarlarını çekecek, onları aşırı beğenmeye ve kıskançlığa sevk edecek giyinmelerden ve tavırlardan uzak durmak icab eder. Evet, takip edilecek yol, orta halli giyinmek ve kabiliyetlerimizi yer yer gizlemek.
3-Kendisi hakkında beğenisini belirten insanlara, “maşaallah, barekallah” demesini tavsiye etmek.
4-Nazarı değecek şahıslardan ve nazarın çok olduğu ortamlardan ihtiyaç olmadığı takdirde uzak durmak. İhtiyaç halinde, o ortamlara Allah’a sığınarak girmek..
Nazar değmiş bir insana gelince,
Eğer nazarı değen insan biliniyorsa, onun abdest alması ve nazar değen kişinin bu suyla yıkanması icap ediyor. Bu konuda Peygamberimizin Sahabeye bizzat yaptırdığı tatbikatı vardır. Eğer nazarı değen insan bilinmiyorsa, yapılacak şey yine dualara sığınmaktır. Dualara sığınmak, Allah’a teslim olmak, her şeyi O’ndan istemek demektir. O’nun her şeye gücü yeter. Duayla tedavi yapmaya rukye denir. Müslimdeki bir rivayette, Hazreti Cebrail aleyhisselam, Peygamber Efendimiz’e gelerek, nazar hakkında şu rukyeyi öğretir:
“Allah’ın adıyla.. Sana eza veren her şeyden, her nefsin ve her hasetçi gözün şerrinden sana rukye yapıyorum. Şifayı Allah verir. Ben Allah’ın adıyla rukye yaparım.” (Müslim, Selam 40)
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, hanımı Ümmü Seleme'nin evine girmişti. Orada bir çocuk ağlıyordu. Ona göz değdiğini söylediklerinde Resûlullah (s.a.s): “Ona göz değmesinden (korunmak) için okutsaydınız.” buyurdu. (Buhari, Tıp 35)
Bu hadisi şerifle göz değmesinden dolayı okumanın caiz olduğuna işaret edilmektedir. Ancak okunan şeyler, İslam’ın öğrettiklerinin dışındaki sözlerden değil, Allah'ın kelamından veya Peygamberimizin dualarından olmalıdır. Cenab-ı Hak, fizikî sebeplerden meydana gelen hastalığın devasını o hastalıklara uygun gelecek bir takım ilaçlarda yarattığı gibi, manevî sebeplere dayanan bazı hastalıkların şifasını da, manevî yollardan var eder. İşte nazara karşı da en güzel manevi ilaç, duadır. (Bâcî, el-Münteka, c. 7, s. 258).
Tecrid-i Sarih tercümesinde, büyük muhaddis ve Sahih-i Buharî şarihi Hattabi'den nakledildiğine göre, Allah Resulü’nün (s.a.s.) nazara ve göz değmesine karşı okunmasını emrettiği şey, âyet el-kürsî gibi Allah'ın isim ve sıfatlarını ve O'nun zikrini içine alan âyetlerin temiz kalb sahiplerinin diliyle, nazar değenlere okunmasıdır. Bu bir rûhî tedavidir. Meşru olmayan efsun ise, bu işi meslek haline getirerek kazanç sağlayan cincilerin yaptığı iştir. (Tecrid-i Sarih Tercümesi, c.12, s.90'dan özetle)