.
.
.CEHENNEM
Derin kuyu, ahirette kâfir ve
günahkâr kimselerin azap çekecekleri ceza yeri. Kur'an-ı Kerîm'de inanan ve
güzel amel işleyen kimselere Cennet vadedildiği gibi[1];
kâfir ve günahkâr kimselere de Cehennem vâdedilmiştir. Kâfir, münâfık ve
müşrikler Cehennem'de ebedî kalırlar, orada ölmezler ve azabları hafifletilmez.
Tövbe etmeden günahkâr olarak ölen ve Allah'ın kendilerini affetmediği mü'minler
ise Cehennem'de ebedî kalmazlar. Kendilerine günahları kadar azap edilir. Sonra
oradan kurtulup Cennet'e girerler ve orada ebedî kalırlar.[2]
Allah Cehennem'i diğer
yaratıklardan önce yaratmıştır ve şu anda mevcuttur, yok olmayacaktır. Nitekim
şu ayetler bu durumu gayet açık ifade eder:
"Artık o ateşten sakının ki, onun tutuşturucu odun
(kâfir) insanlarla taşlardır. O (ateş) kâfirler için hazırlanmıştır."
(el-Bakara: 2/24)
"Kâfirler için hazırlanan ateşten korkun." (Âli
İmrân: 3/131)
Enes b. Mâlik'ten rivâyet
olunan bir hadiste de Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuşlardır:
"Demin Cennet ile Cehennem
şu duvarın yüzünde bana arz olundu."[3]
Ateş, insan cismine çok büyük
acı ve ızdırap verdiği için ahirette kâfir ve münâfıkların cezası ateşle
verilecektir. Böylelikle Cehennem, Allah'nı tutuşturulmuş ateşinin ismidir.[4]
İşte Cehennem'in en açık vasfı
ateş olduğu için bazen, Cehennem yerine ateş manasına "nâr" kullanılır:
"Şüphesiz ki
münâfıklar nâr (Cehenneın)'ın en aşağı tabakasındadırlar."
(en-Nisâ: 4/145)
[5]
[1] el-Kehf:
18/107.
[2]
Alâuddin Âbidîn, el-Hediyetü'l-Alâiyye: 468.
[3]
Tecrid-i Sarih Terceme ve Şerhi: 2/483.
[4] Râğıb
el-İsfahani, el-Müfredat: 102.
[5] M.
Sait Şimşek, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/280-281.
.
.Nâr ve Cehennem
Kelimelerinin Anlam ve Mâhiyeti
Nâr, ateş demektir. Gözle
algılanan alevli ateş anlamına gelir. Kur'an'da 145 yerde geçer. Ateş, insan
bedenine çok büyük acı ve ızdırap verdiği için ahirette kâfir, münafık ve
âsilerin cezası ateşle verilecektir. Cehennem, ahirette suçlulara ceza olarak
tutuşturulan ateşin ismidir. Cehennemin en açık vasfı ateş olduğu için, bazen
cehennem yerine ateş anlamına gelen "nâr" kullanılır.
Cehennem, azap yurdu olan
ateşin özel ismidir. Arapça "cehmân" kelimesinden alınmış olup, bu da "cehm"
den türetilmiştir. Cehm, sert ve çirkin olmak; cehmân, dibi görünmez derin kuyu
demektir. "Kehennam" kelimesinden Arapçalaştırılmış, yabancı bir kelime olduğu
da söylenmiştir.[1]
Kur'an-ı Kerim'de cehennem kelimesi 77 yerde zikredilmekle birlikte; aynı
anlamda kullanılan başka kelimeler de bulunmaktadır. Cehennem için Kur'an'da en
çok "nâr (ateş) ismi kullanılır. Cehennemin diğer isimleri ise şunlardır: Harîk
(yangın), hutame (ezip yok eden), saıyr (alevler), hâviye (uçurum, çukur), lezâ
(hâlis ateş, bedenin iç organlarını söküp koparan), sakar (insanın derisini
kavuran ateş), cahıym (yakıcı ateş), hamîm (kaynar su), semûm (sıcak rüzgâr),
siccîn (hapishane, derin çukur), veyl (Vay haline!), ğayy (azıp sapmak).
İslam âlimlerinin çoğunluğuna
göre, kâfir, münafık ve müşrikler cehennemde ebedî kalırlar. Tevbe etmeden
günahkâr olarak ölen ve Allah'ın kendilerini affetmediği mü'minler ise,
cehennemde ebedî kalmazlar. Kendilerine günahları kadar azab edilir. Sonra
oradan kurtulup Cennet'e girerler ve orada ebedî kalırlar.[2]
[1] Hak
Dini, Elmalılı, c. 2, s. 64
[2] Ahmet
Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri
.
.Cehennem Azabının
Tasviri
Cehennem ve oradaki hayat,
Kur'an-ı Kerim'de şu şekilde tasvir edilir: Suçlular cehenneme vardıklarında,
cehennem onlara büyük kıvılcımlar saçar[1],
uzaktan gözüktüğünde onun kaynaması ve uğultusu işitilir.[2]
İnkârcılar için bir zindan olan cehennem[3],
ateşten örtü ve yataklarıyla[4],
cehennemlikleri her taraftan kuşatan[5],
yüzleri dağlayan ve yakan[6],
deriyi soyup kavuran[7],
yüreklere çöken[8],
kızgın ateş dolu bir çukurdur.[9]
Yakıtı insanlarla taşlar olan cehennem[10],
kendisine atılanlardan bıkmayacaktır.[11]
İnsanın içine işleyen bir sıcaklık ve kaynar su içinde, serin ve hoş olmayan bir
kara dumanın gölgesinde bulunacak cehennemliklerin[12]
derileri, her yanışında, azabı tatmaları için başka derilerle değiştirilecektir.[13]
Onların yiyeceği zakkum ağacı[14],
içecekleri kaynar su ve irindir.[15]
Orada serinlik bulamadıkları gibi, içecek güzel bir şey de bulamayacaklardır.[16]
Allah'ı görmekten mahrum
kalacak inkârcılara[17]
Allah bağışlayıp rahmet etmeyecek[18],
cehennem azabı onları kuşatacaktır. Günahkâr mü'minler, cehennemde ebedî
kalmayacaklar, Peygamberimiz'in hadislerinde de bildirildiği gibi, cezalarını
çektikten sonra cennete konulacaklardır.[19]
Nasslarda hakim olan temaya
göre insanla Allah arasındaki aslî münasebet, sevgi ve rahmete dayanır. Esmâ-i
Hüsnâ içinde kâinata ve özellikle insana yönelik olanlardan sadece iki veya üçü
kahır ve gazap ifade etmekte, diğerleri karşılıklı rıza ve muhabbet anlamını
içermektedir. İslam'da aslolan kulun itaat etmesi, Allah'ın dünya ve ahirette
mükâfatlandırmasıdır. Ceza, aslî unsur olmayıp kötülüklerin önlenmesi için bir
tedbirdir. İnsandaki adalet duygusu ve müeyyide/yaptırım anlayışı, ahiret
hayatındaki ceza ve mükâfatın varlığını gerekli kılar.
Allah ile kul arasındaki bağın
ulûhiyet açısından rahmete, kulluk açısından tâzime dönüşen bir muhabbete
dayanması esas alınmış olmakla birlikte eğitilmesi çok zor olan insanlar için
azap, diğer dinlerde olduğu gibi İslam'da da bir müeyyide olarak kullanılmıştır.
Kur'an-ı Kerim'de cehennem azabı çeşitli etkileriyle yakıcı olan ateşle tasvir
edilmiştir. Azap ayetlerinin incelenmesinden anlaşılacağı üzere ateş, maddî bir
ateş olup yakıtı insanlar ve yanma özelliği bulunan taşlardan (yahut putlardan)
ibarettir. Bu ateş; alevlenen, sönmeye yüz tuttukça tekrar tutuşturulan,
vücudu saran, tahripkâr yakıcılığı ile bedeni pişirip parçalayan ve iç organlara
kadar nüfuz eden bir ateştir. Mürselât: 77/32-33. ayete göre cehennem ateşinin
develer ve saraylar kadar kıvılcım saçtığı belirtilir. Bir hadiste, dünya
ateşinin kemmiyet ve keyfiyet açısından cehennem ateşinin yetmişte biri olduğu
ifade edilmiştir.[20]
Bir ayetin dolaylı[21],
bir hadisin de açık ifadesine göre[22]
cehennemin yakıcı ateşi gibi dondurucu soğuğu da bir azap türüdür. Çeşitli
ayetlerde cehenneme gireceklerin simalarından tanınacakları, perçemlerinden ve
ayaklarından yakalanarak yüzleri üstü ateşe atılacakları, cehennemin kaynamaktan
doğan uğultusunu duyacakları, hiddetli ve dehşetli görüntüsünü müşahede
edecekleri anlatılır. Yine Kur'an'ın beyanlarına göre cehennemlikler kaynar
sular, ateşten prangalar ve zincirler, ateşten elbiselerle cezalandırılacaktır.
Kur'an'daki en açık ve etkili azap tasviri ise şöyledir:
"Altını ve gümüşü biriktirip
de Allah yolunda harcamayanlar için bu altın ve gümüşler cehennem ateşinde
kızdırılacak, sahiplerinin alınları, böğürleri ve sırtları onlarla
dağlanacaktır." (Tevbe: 9/34-35).
Cehennem ehli açlık ve susuzluk
hissedecek, fakat yemek olarak kendilerine, karınlarında erimiş madenler gibi
kaynayacak zakkum ağacı, darî' denilen zehirli nebat, içecek olarak da
bağırsakları parçalayan kaynar su, kanla karışmış irin verilecektir.
Cehennem ehli, açlık ve
susuzluklarını hiçbir şeyle gideremeyecek[23],
cennet ehlinden su talepleri geri çevrilecektir.[24]
Yiyecek olarak hayvanların dahi yiyemediği bir nebat darî'[25]
ve zakkum ağacı[26]
takdim edilecektir. Bu kâfir ve âsilerin kalacakları yer, bir hapishanedir[27],
bu hapishanenin, herbiri muayyen bir gruba ayrılmış olmak üzere, yedi kapısı
vardır[28],
bu hapishanenin bekçileri, çok sert olan meleklerdir[29],
fakat bu yer altı hapishanesi de, bazısı diğerlerinden daha aşağıda olan birçok
odalara bölünmüştür[30],
üzerlerine ise, kapıları kilitlenmiş ateş[31]
salıverilecektir. Bu, kızgın ve yakıcı bir ateştir[32];
Uzaktan bakıldığında homurtusu ve uğuldaması duyulan[33],
doymaz bir ateştir bu.[34]
Lâvlar fışkırtan volkan gibi de kıvılcımlar saçmaktadır.[35]
Günahkârlar ise kâh kıskıvrak[36]
olarak, kâh boyunlarında bukağılar olduğu halde[37]
alınlarından ve ayaklarından tutulup[38]
uzun zincirlere vurularak[39]
yüz üstü sürüklenirler[40]
ve yüz üstü[41]
ateşe, hem de sıkışık bir yere[42]
atılırlar; yakıcı bir ateşle[43]
tutuşturulurlar. Artık cehennem için yakıt ve odun olmuşlardır.[44]
Sıkıntı ve acıdan kendilerinden
geçmiş olan suçlular, kaçmak istedikleri her seferde demirden kamçılarla[45]
dövülerek ateşin ta ortasına itilirler. Ateşten bir döşeğe yatırılacak, yine
ateşten örtülere bürünecekler[46]
ve ateş tarafından tamamen kuşatılacaklardır.[47]
Bu öylesine bir alev ki, hep yüzlerini yalayacak[48],
derilerini veya parmaklarını söküp alacak, istisnasız her yeri yakacak[49],
kasıp kavuracak[50],
kömüre çevirecektir.[51]
Onun nüfuzu bu kadarla da kalmayacak, ruhları ve gönülleri saracaktır.[52]
Cezanın hafifletilmesi[53]
veya bu işin artık bitirilmesi dileğiyle feryad edecekler[54],
fakat bu boşuna olacak, bitmeyen bir azab içinde derileri yenilenecek[55],
tekrar feci inilti ve solumalarla başbaşa kalacaklardır. Derken kaynar suya
sürülecekler[56],
kaynar su dökülecek tepelerinden[57]
Derilerindeki gözeneklere nüfuz edecek yakıcı bir rüzgâr (semûm) ve sonsuz
derecede kaynar bir su (hamîm) içindedirler.
Üstlerinde ise bütün ümitleri
çökertecek bir tarzda kesat olan[58]
karanın karası dumandan bir gölge...[59]
[1]
Mürselât: 77/32-33.
[2] Furkan:
25/12.
[3] İsrâ:
17/8.
[4] A'râf:
7/40-41.
[5] Kehf:
18/29.
[6]
İbrahim: 14/50; Mü'minun: 23/104.
[7]
Meâric: 70/16.
[8]
Hümeze: 104/7.
[9] Karia:
101/9-11.
[10]
Tahrim: 66/6; Bakara: 2/24.
[11] Kaf:
50/33.
[12]
Vâkıa: 56/42-44.
[13] Nisâ:
4/56.
[14]
Saffat: 37/64-66.
[15]
Vâkıa: 56/53-55; Nebe': 78/25.
[16]
Nebe': 78/24.
[17]
Mutaffifin: 83/15.
[18]
Nisâ: 4/137, 168.
[19]
Buhâri, Rikak 51, Tevhid 19; Tirmizi,
Birr 61; İbn Mâce, Mukaddime 9.
[20]
Müslim, Cennet 30; Tirmizi, Cehennem 8.
[21]
İnsan: 76/13.
[22]
Buhâri, Bed'ü'l-halk 10; Tirmizî, Cehennem 9.
[23]
Nebe': 78/24; A'lâ: 87/5.
[24]
A'râf: 7/50.
[25]
Ğaşiye: 88/6.
[26]
Saffat: 37/62-66.
[27] İsrâ:
17/8.
[28] Hıcr:
15/44.
[29]
Tahrim: 66/6; Müddessir: 74/30-31.
[30] Nisâ:
4/145.
[31]
Beled: 90/20; İnşirâh: 94/8.
[32]
Karia: 101/1, 11.
[33]
Furkan: 25/12.
[34]
Kaf: 50/30.
[35]
Mürselât: 77/32.
[36]
Furkan: 25/13; Fecr: 89/26.
[37]
Ra'd: 13/5; Nur: 24/33.
[38]
Rahman: 55/41.
[39]
Mü'min: 40/71; Hakka: 69/32.
[40]
İsrâ: 17/97; Furkan: 25/34.
[41]
Neml: 27/90.
[42]
Furkan: 25/13.
[43]
Enfal: 8/50; Hacc: 22/9.
[44]
Bakara: 2/24; Cin: 72/15.
[45]
Hacc: 22/21-22; Secde: 32/20.
[46]
A'râf: 7/41.
[47]
Kehf: 18/29; Ankebut: 29/54-55; Zümer:
39/16.
[48]
İbrahim: 14/50; Mü'minun: 23/104.
[49]
Meâric: 70/16.
[50]
Müddessir: 74/28.
[51]
Müddessir: 74/29.
[52]
Hümeze: 104/7.
[53]
Mü'minun: 23/107; Fatır: 35/36.
[54]
Fâtır: 35/37.
[55] Nisâ:
4/56.
[56]
Mü'min: 40/71-72; Rahman: 55/48.
[57] Hacc:
22/19-20; Duhan: 44/48.
[58]
Vâkıa: 56/44.
[59]
Vâkıa: 56/43. Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.
.
.Cehennemin 7
Kapısı ve Cehennem Tabakaları
Kur'an-ı Kerîm'de Cehennem'in
yedi kapısının olduğu belirtilmektedir.
"Cehennemin yedi kapısı
olup, her kapıdan onların girecekleri ayrılmış bir kısım vardır." (el-Hicr:
15/44)
Bu ayet iki şekilde tefsîr
edilmiştir:
a- Cehenneme girecekler
çok olduğu için;
b- Cezalandırma
azgınlığın çeşit ve derecelerine göre olacağı için Cehennem'in yedi kapısı veya
tabakası vardır. Bu kapı veya tabakalar şunlardır:
1- Cehennem: "Derin
kuyu" demektir. Cehennem tabakalarına ait yedili tasnif sisteminde azabı en
hafif olan en üst tabakadır. Sünnî âlimlere göre burası günahkâr mü'minlerin
azap yeri olacak, bunların azabı sona erdikten sonra boş kalacaktır. Bu durumda
cehennem, genel olarak ahiretteki azap yerinin bütününün; özel olarak da en üst
tabakasının adı olmaktadır. Kur'an-ı Kerim'de 77 ayette geçmektedir.
2- Lâzâ (alevli ateş): "Hâlis ateş" anlamına gelen
kelime Kur'an'da bir yerde geçmekte ve "bedenin iç organlarını söküp koparan"
diye nitelendirilmektedir.[1]
"Hayır (Allah onu azabdan kurtarmaz) Çünkü o Cehennem
alevli bir ateştir." (el-Meâric: 70/15)
3- Saîr (çılgın ateş):
"Tutuşturmak, alevlendirmek" anlamındaki sa'r kökünden sıfat olup, Kur'an'da 17
ayette yer alır. Kur'an'da çoğunlukla cehennemin bir adı olarak, bazen de
"tutuşturulmuş, alevli ateş" manasında kullanılmıştır.
"O şeytanlara (ahirette)
çılgın ateş azabı hazırladık." (el-Mülk: 67/5)
Ayrıca on beş ayette daha bu
isimle geçmektedir.[2]
4- Sakar (kırmızı ateş): "Şiddetli bir ısı ile
yakıp kavurmak" anlamındaki sakr kökünden isimdir. Dört ayette cehennem kelimesi
yerine kullanılmış, bunlardan Müddessir: 74/28-29. ayetlerde "yaktığı şeyi
tüketircesine tahrip etmekle birlikte sönmeyip yakmaya devam eden ve insanın
derisini kavuran" şeklinde nitelendirilmiştir.
"Hem ey Rasûlüm bilir misin, nedir o sakar
(Cehennem)." (el-Müddessir: 14/27)
5- Hâviye (uçurum):
"Yukarıdan aşağıya düşmek" anlamındaki hüviy kökünden isim olan hâviye, "uçurum,
derin çukur" manasına gelir. Kur'an'da sadece bir yerde[3]
zikredilmiş ve ayetin devamında harareti yüksek ateş diye izah edilmiştir.
"O, kızgın bir ateştir."
(el-Kâria: 101/9-11)
6- Hutame (kalbleri saran
ateşli kaygı): "Kırmak, ufalayıp tahrip etmek" anlamındaki hatm
kökünden olup, "Allah'ın yüreklere kadar tırmanan tutuşturulmuş ateşi" diye
açıklanmıştır.[4]
"Şüphesiz o, Hutame'ye
(ateşe) atılacaktır." (Hümeze: 104/4)
7- Cahim (yanan kızgın
ateş): "Kat kat yanan, alevi ve ısı derecesi yüksek ateş" anlamında olup 26
ayette ve bazı hadislerde geçer. Kur'an'da daha çok cehennem yerine, birkaç
ayette de "tutuşturulan yakıcı ateş" anlamında kullanılmıştır.
"Küfredenler ve ayetlerimizi
yalanlayanlara gelince, işte onlar Cahim'in yarânıdırlar." (el-Mâide: 5/10)[5]
Kur'an'da cehennem için
kullanılan başka kelime ve terkipler de mevcuttur.
Azabu'l-Harik: Beş
ayette "azâbü'l-harîk" (yakıcı, ateş, yangın azabı) cehennem için
kullanılır.
Hamim: 12 Ayette geçen
"hamîm" (kaynar su) cehennemdeki azap türlerinden biri olmak üzere,
bunun, cehennemliklere içirileceği ve başlarından aşağı döküleceği beyan edilir.
Semûm: Temas ettiği şeyi
zehir gibi etkileyip dokularına işleyen sıcak rüzgâr anlamındadır. Cehennem
azabının türlerinden olmak üzere iki ayette geçer.
Siccin: Hapishane, derin
çukur anlamındaki "Siccîn" kelimesinin cehennemin veya oradaki vadilerden
birinin adı olduğu kabul edilir.
Gayy, Veyl: Azıp sapmak
anlamındaki "ğayy" kelimesi ile, yazıklar olsun, vay haline! anlamındaki
"veyl" kelimesinin cehennemdeki bir kuyu, dağ veya vadinin adı olduğu da
belirtilir.
İslam âlimleri, cehennemin yedi
kapılı (yedi tabaka) oluşu üzerinde durmuşlardır. Ebussuud'a göre kapıların daha
az veya daha çok değil de yedi oluşu, oraya girmeye sebep olan vasıtaların, yani
beş duyu organıyla, şehvet ve gazap temayüllerinin toplam aynı sayıda olmasıyla
ilgilidir. Elmalılı ise şöyle bir yorum yapmaktadır: İnsanın mükellefiyet
organları beş duyu ile birlikte kalp ve tenasül uzvudur. Manevî anlamdaki kalp
kapısı açık olursa kişi doğru yoldan yürüyerek cennete girer, aksi takdirde yedi
organ, mükellefi yedi çeşit azaba sürükler. Nitekim cennet ehlinden söz eden
ayetlerde onların kalplerinde kin ve kötülüğün bulunmadığı ifade edilir.[6]
Hâviye, uçurum, derin çukur
demektir. Hâviye adlı cehennemin derinliğini düşün! Dünyadaki şehvetlerin,
nefsânî isteklerin derinliklerinin bir sonu olmadığı gibi, Hâviye'nin de
derinliğinin sonu yoktur.[7]
[1]
Meâric: 70/15-16.
[2]
22/4; 31/21; 34/12 vs.
[3]
Karia: 101/9.
[4]
Hümeze: 104/4-7.
[5] M.
Sait Şimşek, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/281. Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram
Tefsiri.
[6] Hak
Dini, K. Dili, Eser Y. c 5, s. 3066.
[7] Ahmet
Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.
.
.Cehennem Azabının
Miktar, Şiddet ve Şekli:
Cehennem'de görülecek azabın
miktar, şiddet ve şekillerini ancak Allah ve Rasûlü'nün bizlere bildirmesiyle ve
bildirdikleri kadarıyla bilebiliriz. Kur'an-ı Kerîm'de belirtildiğine göre;
a- Cehennem kâfirleri
çepeçevre kuşatır:
"Cehennem inkâr edenleri
şüphesiz çepeçevre kuşatacaktır." (el-Tevbe: 9/49)
b- Cehennem ateşi
sönmez:
"Biz sapık kimseleri kıyamet
günü yüzü koyun, körler, dilsizler ve sağırlar olarak haşrederiz. Varacakları
yer Cehennem'dir. Onun ateşi ne zaman sönmeye yüz tutsa hemen alevini artırırz."
(İsrâ: 17/97)
c- Cehennem dolmak
bilmez:
"O gün Cehennem'e: "doldun
mu?" deriz. O! "Daha var mı?" der." (Kaf: 50/30)
d- Kaynarken çıkardığı
ses:
"Rablerini inkâr eden
kimseler için Cehennem azabı vardır. Ne kötü bir dönüştür. Oraya atıldıkları
zaman onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler. Nerede ise öfkesinden
çatlayacak gibi olur. İçine her bir topluluğun atılmasında bekçileri onlara:
"size bir uyarıcı gelmemiş miydi" diye sorarlar. Onlar evet, doğrusu bize bir
uyarırı geldi; fakat biz yalanladık ve Allah hiç bir şey indirmemiştir, siz
büyük bir sapıklık içerisindesiniz, demiştik " derler." (el-Mülk: 67/6-9)
e- "Ateş onların
yüzlerini yalar, dişleri sırıtıp kalır." (el-Mü'minün: 23/104)
f- "Boyunlarında
halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülür, sonra ateşte yakılırlar."
(el-Mü'min: 40/70-72)
g- "İnkâr edenlere
ateşten elbiseler kesilmiştir. Başlarına kaynar su dökülür de bununla
karınlarındakiler ve derileri eritilir. Demir topuzlar da onlar içindir. Orada
uğradıkları gamdan ne zaman çıkmak isteseler, her defasında oraya geri
çevrilirler. Ve kendilerine "yakıcı azabı tadın"denir." (el-Hâcc: 22/19-22)
h- Derileri yandıkça
azabı tatmaları için yeniden başka derilerle değiştirilir. (en-Nisâ: 4/56)
i- Ölümü isterler fakat
azabları devamlıdır, ölmezler. (43/74-77; 35/36).
Hz. Peygamber'in ifadesine
göre:
"Cehennem ateşi (miktarca ve sayıca) dünya ateşleri
üzerine altmış dokuz derece fazla kılınmıştır. Bunlardan her birinin harareti
bütün dünya ateşinin harareti gibidir."[1]
Kur'an-ı Kerîm, Cehennem
ehlinin çekeceği azap ve yiyecekleri hakkında da bir takım tasvir ve izahlarda
bulunur:
"(Nasıl) ağırlanmak için bu
(nimet) mi hayırlı yoksa zakkum ağacı mı? Biz onu zalimler için bir fitne
(sınama vesilesi veya azap) kıldık. O, Cehennem'in dibinde çıkan bir ağaçtır.
Tomurcukları şeytanların başları gibidir. Onlar ondan yiyecekler ve karınlarını
onunla dolduracaklar. Sonra onların, bunun üzerine kaynar su karıştırılmış bir
içkileri vardır. (Yedikleri zakkum, boğazlarını yakar) Yanan boğazlarını
dindirmek için içecek bir şey ararlar. Ama kaynar su katılmış kusuntu ve irinden
başka içecek bulamazlar." (Sâffat: 37/62-67)
"O ayetlerimizi inkâr
edenleri yakında bir ateşe sokacağız, (öyle ki) derileri piştikçe azabı
tatsınlar diye onlara başka deriler vereceğiz! Şüphesiz Allah daima üstün ve
hikmet sahibidir." (en-Nisâ: 4/56)
Cezalar, işlenen suçlar
cinsinden olacaktır. Dilleriyle suç işleyenlerin cezaları dillerine; elleriyle
günah işleyenlerin cezaları ellerine vs. tatbik edilecektir.
Cehennem'in yakacağı hakkında
da Kur'an'da bilgi verilmekte ve şöyle denilmektedir:
"Ey inananlar, kendinizi ve
ailenizi bir ateşten koruyun ki, onun yakıtı insanlar ve taşlardır." (et-Tahrîm:
66/6)
Kur'an'da Cennet ehli ile
Cehennem ehli arasında konuşmalar yapılacağı da belirtilerek bu konuşmalardan
nakiller yapılmaktadır:
"O gün münâfık erkekler ve
münâfık kadınlar (sür'atle Cennet'e girmekte olan) müminlere derler ki: "(Ne
olur) bize bakın da sizin nurunuzdan alalım." Onlara: "Arkanıza dönün de
nur arayın!" denilir (Kendileriyle alay eden bu ses, onlara diyor ki: Arkada
kalan dünyaya dönün nur orada aranır. Nurun kaynağı, dünyada yapılan işlerdir.
Böyle denilir ve müminlerle münafıkların) aralarına kapılı bir sur çekilir ki,
onun içinde rahmet vardır. Dış yönünde de azap. (Münafıklar), onlara
seslenirler: "Biz de sizinle beraber değil miydik" Müminler derler ki: "Evet
ama, siz kendi canlarınıza kötülük ettiniz. (İnananların başlarına felaket
gelmesini) gözlediniz. Şüphe ettiniz, kuruntular sizi aldattı. Allah'ın emri
(olan ölüm) gelinceye kadar (böyle hareket ettiniz). O çok aldatıcı (şeytan)
sizi Allah hakkında aldattı." (el-Hadîd: 57/13-14)
Başka bir yerde de şöyle
anlatılır:
"Cennet halkı, ateş halkına
seslendi: Rabbimiz'in bize vadettiğini biz gerçek bulduk. Siz de Rabbiniz'in
size vadettiğini gerçek buldunuz mu? (Onlar da): Evet dediler ve aralarında bir
ünleyici: Allah'ın lâneti zalimlerin üzerine olsun! diye ünledi." (el-Â
'raf: 7/44-45)
İnsanın eğitimi ve iyi
davranışlara yönlendirilmesi açısından Cennet ve Cehennem inancının dünya
hayatına etkileri açıktır. Kişi, gizli ve açık yaptığı her şeyin karşılığını,
bulacağını ve Cehennem'deki cezânın dehşetini hatırladığında, elbette
hareketlerine çeki düzen verme ihtiyacını duyacaktır.[2]
[1]
Tecrîd-i Sârih Tercüme ve Şerhi: 9/50.
[2]
M. Sait Şimşek, Şamil İslam
Ansiklopedisi: 1/281-282.
.
Psikolojik Cezalar
Kur'an'daki cehennem
tasvirlerinden anlaşıldığına göre yukarıda özellikleri belirtilen fizyolojik
cezalardan başka, bir de psikolojik nitelikli azap vardır. Bu tür azap, ruhlara
en şiddetli ıstırabı verecek; bu azaba müstahak olanların Allah'ı görmekten ve
O'nunla konuşmaktan mahrum bırakılarak ilahî lanete uğratılmaları şeklinde vuku
bulacaktır.[1]
Bütün amellerinin boşa gitmesi[2],
Allah'a ortak kılınan putların kendisine bağlananları terketmesi[3],
ahirette nasiblerinin olmaması[4],
ahirette unutulmaları[5],
yardımsız bırakılmaları[6],
kovulmaları[7],
dostsuz ve yardımsız kalmaları[8],
göğün kapılarının onlara açılmaması[9],
özür beyan edemeyecek olmaları[10],
ziyanda olmaları[11]
gibi psikolojik azaplarla da cezalandırılırlar.
Yine bunların yanında, ba's
zamanında suçlular başları eğik olduğu halde Allah'ın huzurunda dururlar[12],
yüzleri kara[13]
ve somurtkan olacaktır.[14]
Amel defterleri büyük küçük her şeyi kaydetmiştir.[15]
Kendi organları, kendi aleyhine şahitlik ederler[16],
günahlarını sırtlarına yüklenmişlerdir.[17]
İnfakında cimrilik gösterdikleri malları boyunlarına dolanacaktır[18],
zemmedilmiş[19],
kınanmış[20]
ve Allah'ın buğzuna uğramışlardır[21],
hor ve hakirdirler[22],
üzüntüler içinde parmaklarını ısıracaklardır.[23]
İslam âlimleri, en büyük saadet
olan cemâl-i ilâhîyi müşahede etmekten mahrum bulunmayı en ıstıraplı azap olarak
telakki etmişlerdir. "Acıklı, büyük, şiddetli, aşağılayıcı, sürekli, uzun
süreli" gibi nitelikler taşıyan cehennem azabının kâfirler için "ahkab"
adı verilen uzun devirler süreceği, bunun kâinatın ömrü kadar sürekli
olacağı, fakat ilahî iradeye bağlı olarak sürenin uzatılıp kısaltılabileceği[24],
Kur'an'da verilen bilgiler arasında yer alır.[25]
[1]
Bakara: 2/161-162; Âl-i İmran: 3/77.
[2]
Bakara: 2/217, 264, 266, 276.
[3] En'âm:
6/94; Hûd: 11/21.
[4]
Bakara: 2/102; Âl-i İmran: 3/77, 176.
[5] A'râf:
7/51; Câsiye: 45/34.
[6] İsrâ:
17/22.
[7] İsrâ:
17/18, 39.
[8] Şûrâ:
42/8.
[9] A'raf:
7/40.
[10]
Mürselât: 77/35-36.
[11]
Bakara: 2/27, 121; Âl-i İmran: 3/85, 149.
[12]
Secde: 32/12.
[13] Âl-i
İmran: 3/106.
[14]
Mürselât: 77/24.
[15] Kehf:
18/49.
[16] Nur:
24/24, 36.
[17] En'âm:
6/31.
[18] Âl-i
İmran: 3/180.
[19] İsrâ:
17/18, 22.
[20] İsrâ:
17/39.
[21]
Mü'min: 40/40.
[22] En'âm:
6/124.
[23]
Furkan: 25/27-29.
[24] En'âm:
6/128; Hûd: 11/107; Nebe': 78/23.
[25] Ahmet
Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.
.
.Cehennem Ehli
Dünyada işlenen günahlara
karşılık ahirette uygulanacak cezanın yeri anlamındaki cehenneme sadece lâyık
olanlar girer. Rahmeti gazabını aşmış bulunan Allah, dilediğini hak ettiğinden
fazla mükâfatlandırdığı halde[1],
kimseye hak ettiğinden fazla azap vermez. Cehenneme lâyık olanlar kimlerdir?
Yaratıkların en şereflisi kılınan insan, Allah'ı tanımak gibi üstün bir
yetenekle donatıldığına göre[2]
kâinatın yaratıcı ve yöneticisini tanıyıp O'nu tâzime dönüşen bir sevgi ile
sevmedikçe, yani selim yaratılış istikametinden ayrılıp inkâra yöneldiği sürece
cehennem ehlinden sayılmaya lâyık olur. Uhrevî cezadan, yani cehennemden
kurtulmanın yegâne çaresi olan imanı Allah ile kul arasında oluşan bir sevgi
telakki eden Kur'an, Allah'tan kula yönelik sevginin gerçekleşebilmesi için
bütün semavî kitapları kucaklayan son ilahî mesajın tebliğcisi, geçmiş nebîlerin
tasdikçisi, son peygamber Muhammed (s.a.s.)'e uymayı şart koşmuştur.[3]
Önceki peygamberlerin ümmetleri
de dönemlerinde nebîlerine samimiyetle uymuşlarsa ebedî cezadan kurtulmuşlardır.
Allah Teâlâ, kendilerinden ahid aldığı İsrailoğulları'na şöyle demiştir:
"Ben sizinle beraberim. Eğer
namaz kılar, zekât verir, peygamberlerime inanır, onları desteklerseniz ve
ihtiyacı olanlara faizsiz borç verirseniz günahlarınızı örter, sizi zemininden
ırmaklar akan cennetlerime koyarım. Bundan sonra inkâr yolunu tutanınız iyi
bilsin ki doğru yoldan sapmıştır." (Mâide: 5/12)
Ne var ki bunu takip eden
ayetlerde anlatıldığı üzere İsrailoğulları da, kendilerinden benzer ahid alınan
hıristiyanlar da ahidlerini bozmuşlar, Allah'tan "bir nur ve apaçık bir
kitap" getiren son peygambere uymamışlar ve böylece Allah'ın rızasından
uzaklaşmışlardır.[4]
Allah, kullarından dilediğine
azap etmeye muktedir olmakla birlikte[5]
O, azabının inkâra ve isyana karşılık olduğunu bildirmiştir.[6]
İman edip ilahî emirlere itaat edenlerin dışında kalan insanlarla cinler,
inkârlarının derecesi ve günahlarının büyüklüğüne bağlı olarak cehennemde azap
göreceklerdir.[7]
Peygamber gönderilmeyen (ve kendilerine ilahî mesaj hiç ulaşmamış olan)
topluluklara azap edilmeyecektir.[8]
Buna karşılık Allah'ın huzuruna çıkacaklarına inanmayıp ayetleri inkâr eden
kâfirler, Kur'an'a sırt çeviren yahudiler, hıristiyanlar, münafıklar, müşrikler,
peygamberlerin bir kısmına inanıp diğerlerini inkâr edenler şiddetli azaba
uğratılacaktır.[9]
Kur'an'da belirtilen sınırları (hudûdullah) aşıp peygamberlerin bildirdiklerine
aykırı davranan büyük günah sahibi mü'minler de azaptan kurtulamayacaklardır.[10]
Sözü edilen bu zümreler, kısaca kâfirler ve âsi mü'minler, azaplarını Allah'ın
dilediği sürece kalacakları cehennemde çekeceklerdir.[11]
İman ile davranışlar arasında
sıkı bir münasebet vardır. Gerçekten iman eden kimse, amellerini
de imanı paralelinde yerine getirir. Kur'an, bütün kurtuluş vesilelerini
iman-amel mutabakatına bağlar. İslam tarihinin ilk dönemlerinden itibaren,
mü'minlerde göze çarpacak davranış bozukluklarının yani günahların ebedî saadet
açısından doğuracağı sakıncalar üzerinde durulmuştur. Hâricîler ve mu'tezile
âlimleri, samimi bir tevbe ile telafi edilmeyen büyük günahları işleyenlerin,
inkârcılar zümresine gireceğini ve ebedî olarak cehennemde kalacağını
söylemişlerdir. İslam tarihinde daima büyük çoğunluğu oluşturan ehl-i sünnet
âlimleri ise, irade zaafı ve benzeri faktörlerle işlenecek günahların kalpteki
imanı yok etmeyeceğine kani olmuşlar ve açık inkâr dışında kalan günahları
işleyenlerin, bir süre cehennemde cezalandırılsalar bile eninde sonunda oradan
çıkıp cennete gireceklerini kabul etmişlerdir.
Meryem
suresinde cehennemden ve onun ehlinden bahsedildikten sonra, "İçinizden oraya
gitmeyecek hiçbir kimse yoktur." (Meryem: 19/71) denilmektedir. Buradaki
gidişin (vürûd) yorumu hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Söz konusu
ayetlerden edinilen ilk kanaat, mü'minler de dahil olmak üzere herkesin
cehenneme uğrayacağı ve onu göreceği şeklindedir. Fakat bu ziyaret, doğrudan
cennete gireceklere bir zarar vermeyecektir. Cennet ile cehennem halkı arasında
vuku bulacağı haber verilen karşılıklı konuşmalardan, cehennemliklerin
cennetteki nimetlerden haberdar olacakları anlaşılmaktadır.[12]
Cehennem azabı
ile cezalandırılacak kişiler, ilgili ayetlerin ışığında tasnife tâbi tutulacak
olursa, hukukullah / Allah hakkı ile hukuku'l-ibâd / kul hakkına tecavüz edenler
şeklinde bir gruplandırma yapmak mümkündür. Hukukullaha tecavüz, iman yolunu
terk edip inkâra sapmak şeklinde özetlenebilir. Bu tecavüz türü küfür, şirk,
nifak, Allah'ın ayetlerini ve peygamberlerini tekzip gibi kavramlarla birçok
ayette dile getirilerek eleştirilmiş ve mücrimler diye nitelendirilen bu
mütecavizler için "Allah'ın düşmanı" tabiri kullanılmıştır. Yanılmak,
kulun âdeta bir özelliği ise, bağışlamak da Allah'ın en çok vurgulanan bir
sıfatıdır. Ancak, kul, hatalarında ısrar eder ve "suçu kendisini çepeçevre
kuşatırsa" muhakkak ki ebediyyen cehennemde kalır.[13]
Şu ayetler de cehennemlik insan tipini etkileyici bir şekilde tasvir etmektedir:
"Alabildiğine
inat eden, hayra (veya Allah yolunda harcamaya) var gücüyle engel olan, Allah'a
ortak koşan, şüpheci, nankör" (Kaf: 50/24-26).
Kul hakkına
tecavüz eden tiplerle ilgili birçok ayet ve hadis mevcuttur. Ayetlerde bu
kişiler hakkında zalim, katil, kibirli, mü'minlere işkence yapan, yetim malı
yiyen gibi vasıflar sıralanmakta, duyu organları sağlam ve zihnî muhakemeleri
yerinde olduğu halde gerçeği görüp idrak etmeyen bu kişiler için "dört ayaklı
hayvanlar gibi, hatta onlardan da şaşkın" (A'raf: 7/179) ifadesi
kullanılmaktadır. Bir ayetin tasviri de şöyledir:
"Alabildiğine
yemin eden, izzet-i nefsi bulunmayan, ötekini berikini ayıplayan, laf getirip
götüren, cimri, aşırı zalim, günaha dadanmış, kaba, haşin, şerefsiz ve soysuz"
(Kalem: 68/10-13).
Hadis
kitaplarında yer alan çeşitli rivayetler de bu tür tasvirleri dile
getirmektedir. Bir hadiste, kişileri cehenneme en çok sürükleyen iki şeyin ağız
ile tenasül organı olduğu ifade edilmiştir.[14]
Kadınların cehennem halkının çoğunluğunu teşkil ettiğini belirten rivayet[15]
eğer hadis kritiği açısından sahih ise, genelde kadın nüfusun erkek nüfustan
fazla olduğunu göstermiş olabilir. Çeşitli hadislerde, mü'min oldukları
anlaşılan, fakat günahları sebebiyle cehenneme giren kimselerin secde
halindeyken yere temas eden organlarına, iman mahalli olan kalplerine, Allah
korkusundan yaşaran ve Allah yolunda uykusuz kalan gözlerine cehennem ateşinin
nüfuz etmeyeceği belirtilmiştir.
"Doğrusu
Allah, iman edip salih amel işleyenleri, altlarından ırmaklar akan cennetlere
koyar. Nankörlük edenler ise zevklenirler ve hayvanlar gibi yerler. Onların
yerleri ateştir." (Muhammed: 47/12)
Bu ayet,
kâfirin dünyada maddî hayattan faydalanma ve nefsinin istediğini yeme yönündeki
çabasının, mü'minin öngördüğü çabadan daha fazla olduğunu belirtmektedir.
Üstelik kâfir, maddî şeylerden yararlanırken tıpkı hayvan gibi kendisini kontrol
etmeyi bilmemekte, helal ve harama, başkasının varlığına saygı göstermemektedir.
Cehennem ehli,
devamlı tartışacak ve çekişecektir. Dünyadayken şerli önderlerinin sözünü
dinleyenler, onları kendilerini saptırmakla suçlayacak, önderleri ise
kendilerini bütün suçlamalardan temize çıkarmaya çalışacaktır.[16]
Hadislerde
belirtildiğine göre cehenneme girenlere farklı derecelerde azap edilecektir.
Peygamberleri öldürenler, sapıklığa önderlik yapıp topluma bu şekilde yön
verenler ve zalim devlet başkanları en şiddetli azaba mâruz
bırakılacaklardır.[17]
Müslüman olmamakla birlikte Hz. Peygamber'i himaye eden ve dolayısıyla
İslamiyet'in yayılışını destekleyen Ebu Talib'e ise hafif bir azap
uygulanacaktır.[18]
Cehennemdekilerin kimi ayak bileklerine, kimi dizlerine, kimi de beline ve
göğsüne kadar ateşe gömülecek[19],
kâfirlerin bedenleri büyültülerek farklı şekillere sokulacaktır.[20]
Beşerî adalet
mekanizmaları, özellikle İslam'ın hüküm sürmediği beldelerde mutlak adaleti
sağlayamamaktadır. Hâkimlerin hâkimi olan Allah, ahiret hayatında mücrimlerin
mutlaka ayrı bir statüye tâbi tutulacağını birçok ayette açıklamıştır. Bu
bakımdan iyi ile kötünün farklı şartlarda, farklı sonuçlarla karşılaşacağı
şüphesizdir. İman edenle etmeyenin, Allah'a itaat edenle O'na isyan edenin
eşit tutulmaması, ilahî adalet ve hikmetin gereğidir. Kur'an'ın çeşitli
ayetlerinde, Allah'ın lütuf ve keremine güvenerek inkâr ve isyana düşülmemesi
konusunda bütün insanlar uyarılmaktadır.[21]
İyilerle kötülerin hem dünya hayatında hem de ahirette farklı muamelelere tâbi
tutulacakları ısrarla belirtilmektedir. Unutmamalıdır ki, Allah'ın, bağışlayıcı
olması yanında, azabı da şiddetlidir.[22]
İnkârcı ve isyankâr kullara azap etmek, hem bir adalet hem de rahmet olarak
düşünülebilir. Nitekim günahkârlardan ilahî azabın geri çevrilmeyeceği
anlatılırken Allah'ın geniş bir rahmet sahibi oluşuna temas edilmesinde de[23]
böyle bir hikmet aramak mümkündür. Kur'an ile birlikte bütün semavî kitaplarda
yer alan bu temel hükmü yok farzedecek bir yorum, tümüyle isabetsiz ve
geçersizdir. Ancak, suçluya uygulanacak cezanın sonsuza kadar ateş ve cehennem
olup olmaması tartışmalı konudur.[24]
Cehennemde görülecek azabın miktar, şiddet ve şekillerini ancak Allah ve
Rasülü'nün bizlere bildirmesiyle ve bildirdikleri kadarıyla bilebiliriz.
Ahiret
hayatının her devresinde olduğu gibi cehennem azabını ruh, beden ile birlikte
çekecektir. Ancak cehennem hayatında sözü edilen acı, ıstırap, azap, ateş vb.
şeyler, bu dünyadakilerine tam benzetilemez. Bunların iç yüzünü insanların
bilmesi mümkün değildir; ancak Allah bilir.
"O gün
cehenneme: 'Doldun mu?' deriz, o: 'Daha var mı?' der."
(Kaf: 50/30)
Duyguları
körelmemiş, hislerini kaybetmemiş hiçbir insan, bu ifadeleri okuduğu veya
işittiği zaman, sakin olamaz. Ruhunda bir şeylerin uyandığını, kabardığını
hisseder. Cehennem öyle anlatılmış ki, sanki insan azmanı. Gözünü dört açmış,
etrafında, yakınında gördüğü her şeyi içine çeken ve yok eden bir canavar gibi.
Görevi, insan yemek! İnsan bu ifadeleri okuyup, ruh dünyasında canlandırdığı
zaman hiç o müthiş tuzağa doğru gider mi? Yakınından bile geçmez.
Peygamberimiz
(s.a.s.) şöyle buyuruyor:
"Benim halim
ateş yakan bir adamın misali gibidir. Ateş, etrafını aydınlatınca, pervaneler ve
şu küçük hayvanlar, başlar içine düşmeye. O adam onlara mani olmaya çalışır.
Onlar adama galebe çalarlar da, düşünmeden kendilerini ateşin içine atarlar.
İşte benimle sizin örneğiniz budur. Ben, sizi eteğinizden tutup ateşten çekiyor
(alıkoymaya çalışıyorum). Ateşten uzak durun! Ateşten uzak durun! diye
çağırıyorum. Sizler beni yeniyor ve düşünmeden kendinizi ateşin içerisine
atıyorsunuz."[25]
Ya Rasulallah,
ne kadar merhametlisin! Sanki cehenneme karşı bize kalkan vazifesi görüyorsun.
Çünkü sen cehennemin vehâmetini, dehşetini biliyordun. Onu her an görüyor gibi
ona iman etmiştin. Böyle olduğu içindir ki "Benim bildiğimi bilseydiniz, çok
ağlar; az gülerdiniz." demiştin. Doğru, biz senin gibi ve senin kadar
bilmediğimiz için ateşe doğru uçan kelebekler gibiyiz. Orada sanki bir şey var
zannıyla koşuyoruz. Sen ise orada durmuş, gelenlere "gidin buradan, burada bir
şey yok, değilse helâk olacaksınız" diyerek uzaklaştırıyorsun. Selâm olsun sana,
ey Rasul...
[26]
[1]
Bakara: 2/105.
[2]
Zâriyat: 51/56.
[3]
Âl-i İmran: 3/31.
[4]
Mâide: 5/13-16.
[5]
Mâide: 5/40; Ankebut: 29/21.
[6]
A'râf: 7/96; Tevbe: 9/95.
[7]
Nisâ: 4/145; Nahl: 16/88.
[8]
İsrâ: 17/15.
[9]
Kehf: 18/105-106; Nisâ: 4/139, 145,
161, 172; Mâide: 5/72-73; Âl-i İmran: 3/151; Ahzâb: 33/73.
[10]
Nisâ: 4/10, 14, 93, 97; Mâide:
5/94-95; Nur: 24/23, 63.
[11]
Hûd: 11/106-107; Nebe': 78/23.
[12] bk.
A'râf: 7/50.
[13]
Bakara: 2/81.
[14]
Müsned-i Ahmed, II, 291,
392, 442.
[15]
Buhari, Rikak 16; Müslim, İman 132.
[16]
Sebe': 34/31-33; Sâd: 38/64; Kaf: 50/27-28.
[17]
Müsned-i Ahmed, I/375,
407; II/55.
[18]
Müsned-i Ahmed I/290.
[19]
Müsned III/ 13; Müslim,
Cennet 33.
[20]
Müslim, Cennet 44, 45; Tirmizi, Sıfatü Cehennem 3.
[21]
Lokman: 31/33; Fâtır: 35/5; Hadid: 57/14.
[22]
Hıcr: 15/50.
[23]
En'âm: 6/147.
[24] İslam
Ansiklopedisi, T.D. V. c. 7, s. 225 ve devamı.
[25]
Sahih-i Müslim.
[26] Ahmet
Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.
.
.Kur'an'da Cehennem Tabloları
Yüce Rabbimiz,
Kur'an-ı Kerim'de cehennem ve cennet hayatını idraklerimize yaklaştırarak bütün
ayrıntılarıyla bildirmektedir. Bu açıklamalar o derece canlıdır ki, bazen de
ruhun etkileneceği şekilde tablolaştırılır ve seslendirilir. İslam nizamına
inanmayan ve bu Hak düzeni yaşamayanların atılacakları cehennemin azabını ve bu
azabın kalplere korku salan dehşetini ayetlerden izleyelim:
"Cehennem o
azgınların hepsinin buluşma yeridir. Onun yedi kapısı vardır. Her kapıdan
onların girecekleri ayrılmış bir kısım vardır." (Hıcr:
15/43-44)
Dünya hayatında
da o azgınlar hep aynı yerlerde buluşurlardı. Şeytanın süslü gösterdiği
batakhanelerde, eğlence yerlerinde. Orada da aynı yerde buluşurlar. O cehennemin
yedi kapısından her biri, başka bir koğuşa açılır. Her kapıya o azgınlardan bir
miktar, nasıl olduklarına ve ne yaptıklarına göre, bölünüp ayrılmışlardır.
Herkes konulduğu koğuşta cefa çeker.
"Zaten onlar
kıyamet saatini de yalanladılar. O saatin geleceğini yalanlayanlara çılgın
alevli bir ateş hazırlamışızdır. Bu ateş onlara uzak bir yerden gözükünce, onun
kaynamasını ve uğultusunu işitirler. Elleri boyunlarına bağlanarak, dar bir
yerden atıldıkları zaman, orada yok olup gitmeyi isterler. 'Bir kere yok olmayı
değil; bir çok defa yok olmayı isteyin' denir. De ki 'Bu mu iyidir, yoksa ebedî
cennet mi daha iyidir?" (Furkan: 25/11-15)
Cehennemin
homurtusu ve uğultusu; kızdırılmış ve sinirlenmiş bir canavarın sağa sola
saldırmaya hazırlanışını andırıyor. Haydi yaklaşın bakalım! Böylesi bir
canavarın önüne atılan avın halini bir düşünelim! Aynı şekilde cehenneme
atılanların, cehennemin uğultusuna karışan, bitmek tükenmek bilmeyen feryatları...
Sonsuza dek...
"O
(cehennem) ne geri bırakır, ne de azaptan vazgeçer, insanın derisini kavurur."
(Müddessir: 74/28-29)
Adiy bin Hatem
(r.a.)'den Rasulullah'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ateşten
korununuz!" Râvi: "Rasulullah sanki ateşe bakıyor gibi cehennemden çekindi"
dedi. Sonra böyle buyurdu. Sonra üç defa sakınıp yüzünü çevirdi. Hatta biz,
cehenneme bakıyor zannettik. Sonra: "Yarım hurma ile de olsa ateşten
korununuz: Onu da bulamayan güzel bir söz (söylemek)le (korunsun)" buyurdu.[1]
Bir defasında
Peygamberimiz, gülen bir topluluğa uğradı da: "Aranızda cennet ve cehennem
anılırken gülüyorsunuz ha?!" buyurdu. Artık bu kimselerden hiç biri
ölünceye kadar gülerken görülmedi.
"Ayetlerimizi inkâr edenleri ateşe sokacağız, derilerinin her yanışında azabı
tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Allah güçlüdür, hakimdir."
(Nisâ: 4/56)
"İşte
Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf: O'nu inkâr edenlere, ateşten
elbiseler kesilmiştir. Başlarına da kaynar su dökülür de bununla
karınlarındakiler ve derileri eritilir. Demir topuzlar da onlar içindir. Orada,
uğradıkları gamdan ne zaman çıkmak isteseler her defasında oraya geri
çevrilirler. 'Yakıcı azabı tadın' denir." (Hac:
22/19-22)
"Allah,
şüphesiz kâfirlere lânet etmiş ve onlara içinde sonsuz olarak temelli
kalacakları çılgın alevli cehennemi hazırlamıştır. Onlar bir dost ve yardımcı
bulamazlar. Yüzleri ateşte çevrildiği gün: 'Keşke Allah'a itaat etseydik, keşke
Peygamber'e itaat etseydik!' derler. 'Rabbimiz! Biz yöneticilerimize ve
büyüklerimize itaat etmiştik. Fakat onlar bizi yoldan saptırdılar. Rabbimiz!
Onlara iki kat azap ver, onları büyük bir lânete uğrat' derler."
(Ahzab, 64-68)
Çılgın alevli
bir ateş, "imdat" diyerek yardım isteyecekleri hiçbir dost ve yardımcı yok.
Böyle bir pozisyonda birileri ateşte evire çevire pişiriliyor. Tıpkı şişlere
takılmış etlerin ateşte çevrilerek pişirilmesi gibi. "Yüzleri ateşte
çevrildikleri gün..." Ve ardından faydası olmayan pişmanlık feryatları.
"Rabbimiz biz Sana ve Rasülüne itaat edeceğimize, yönetici ve büyüklerimize
itaat etmiştik, onları razı etmeye çalışmıştık..." Kendilerinin bu
duruma düşmesine sebep olan yönetici ve büyüklere öyle öfkelenmişler ki,
Rablerinden onlara iki kat azap talebinde bulunuyorlar, onlara lânet
edilmesinin, yüreklerine su serpeceğine inanıyorlar.
"Tâğîlere/azgınlara kötü bir gelecek vardır. Onlar için cehennemde bir döşek
vardır, orası ne kötü döşektir." (Sâd: 38/55-56)
"Kitapları
soldan verilenler; ne yazık o sol ashabına! İnsanın içine işleyen bir sıcaklık
ve kaynar su içinde, serinliği ve hoşluğu olmayan kara bir dumanın gölgesinde
bulunurlar. Çünkü onlar, bundan önce dünyada nimet içinde bulunurlar iken, büyük
günah işlemekte direnir dururlardı." (Vâkıa:
56/41-45)
Hava kavurucu
sıcaktır. İnsanın derilerinin gözeneklerine işler ve vücutları kavurur.
Su ise, son derece sıcaktır, ne serinletir ne de susuzluğu
giderir. Orada bir gölge vardır. Kara dumandan bir gölge. Görünce çok
sevinirler. Serinlemek için oraya doğru koşarlar. Fakat yakıcı, yalayıcı
ve boğucu bir gölge olduğunu görünce müthiş bir hayal kırıklığı. Psikolojik
azap. Azap içinde azap. Şüphe yok ki bu, alay ve eğlence manasıyla gölgedir. Bir
gölge ki ne serinletir ve ne fayda verir. Şımarıklara bu sıkıntı ne acıdır.
"Onlar için
cehennemden bir yatak ve üstlerine de örtüler vardır. Zalimleri böyle
cezalandırırız." (A'râf: 7/41)
Cehennem bir
yatakhane gibi hazırlanmış. Konuklarının altına ateşten bir döşek, üstlerine
ateşten bir yorgan ve başlarının altına ateşten bir yastık. Yatakhane, döşek,
yorgan denilince insanın aklına istirahat, uyumak ve tatlı rüyalar gibi güzel
şeyler gelir. Fakat böyle güzel şeyler düşman başına. Tabii yine aşağılayıcı
alay sahnesi.
"Yakıcı
ateşe yaslanırlar, kızgın bir kaynaktan içirilirler. Beslemeyen, açlığı
gidermeyen kötü kokulu bir dikenden başka yiyecekleri yoktur."
(Ğâşiye: 88/4-7)
Cehennem
konuklarının altına minderleri, yatakları serilmişti. Tabii hava çok sıcak
olunca hemen içecek bir şeyler ikram edilir. Meşrubatlar gelir, fakat o da ne,
fokur fokur kaynıyor. Ardından konuklara yemek ikram edilir. Öyle bir yemek ki
insanın boğazında durunca ne ileri gider ne geri çıkar. İnsana boğulma anını
sürekli yaşatır. Dikenli olduğu için boğazı da parçalamış ve oraya takılmış
duruyor. Yiyenlerin açlığını da gidermiyor. Ne ağırlama!
"Sonra siz
ey sapıklar, yalanlayanlar! Doğrusu zakkum ağacından yiyeceksiniz, karınlarınızı
onunla dolduracaksınız." (Vâkıa: 56/51-53)
Peygamberimiz:
"Ey iman edenler, Allah'tan hakkıyla korkun ve ancak müslümanlar olarak can
verin." (Âl-i İmran: 3/102) ayetini okudu ve şöyle buyurdu:
"Zakkumdan
bir damla dünya yurduna damlatılsa, dünyadakilerin yiyeceklerini acıtırdı. Öyle
ise yiyeceği zakkum olan kimsenin hali nasıl olur?"[2]
"Cehennem
halkı, cennet halkına: 'Bize biraz su veya Allah'ın size verdiği rızıktan
gönderin' diye seslenir, onlar da; 'Doğrusu Allah dinlerini oyun ve eğlenceye
alan, dünya hayatına aldanan inkârcılara ikisini de haram etmiştir' derler. Bu
günle karşılaşacaklarını unuttukları, ayetlerimizi bile bile inkâr ettikleri
gibi biz de onları unutuyoruz." (A'râf: 7/50-51)
Öteki dünyada
unutulmamak için burada Allah'ı unutmamak ve sonu ateş olan işlerden kaçınmak
gerekiyor. Şu dünyanın yaz sıcaklarında güneş altında durmaktan kaçınan insanın,
cehennem sıcağına nasıl dayanacağının muhasebesini yapması gerekir.[3]
"Allah'ın
Rasülü'ne muhalefet etmek için (cihaddan) geri kalanlar, (sefere çıkmayıp)
oturmaları ile sevindiler; mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmeyi
çirkin gördüler; 'bu sıcakta sefere çıkmayın' dediler. De ki: 'Cehennem ateşi
daha sıcaktır!' Keşke anlasalardı! Artık kazanmakta olduklarının cezası olarak
az gülsünler, çok ağlasınlar!" (Tevbe: 9/81-82)
"Kitabı
solundan verilmiş olana gelince; o, 'keşke, der, bana kitabım verilmeseydi de,
Hesabımın ne olduğunu bilmeseydim! Keşke onunla (ölümümle) her iş olup bitseydi!
Malım bana fayda sağlamadı. Saltanatım (gücüm ve belgelerim) da benden ayrılarak
yok olup gitti. (Böyle kimse hakkında, görevli cehennem bekçilerine şu
ilâhî buyrukla hitap edilir:) Onu yakalayın da (ellerini boynuna)
bağlayın; Sonra alevli ateşe atın onu! Sonra da onu yetmiş arşın uzunluğunda bir
zincire sarın! Çünkü o, ulu Allah'a iman etmezdi. Yoksulu doyurmaya (kendi
yanaşmadığı gibi, başkalarını da) teşvik etmezdi. Bu sebeple, bugün burada onun
herhangi bir candan dostu yoktur. Ancak günahkârların yediği kanlı irinden başka
yiyeceği de yoktur." (Hakka: 69/25-37)
Amel
defterlerini sollarından alanlar okurla kitaplarını. Okudukça renkleri gider.
İçlerini bir haşyet ve pişmanlık ateşi kaplar. Bir taraftan kapkara bir geçmişi
okur, bir taraftan hatırlar yaptıklarını; sevap hanesinde bir şeyin olmadığını,
öbür tarafta ise isyan, fücur ve tuğyanla dolu amellerini görür. Mücrimler o
zaman bolluğun ve darlığın bir imtihan, gerçek hayatın ise ahiret hayatı
olduğunu anlarlar. Dünya hayatını gerektirdiği gibi kullanamadıklarını,
emanetlere ihanet ettiklerini hatırlarlar. Ama ne yazık ki, vakit çok geçmiştir.
Bu ceza gününde hatırlamanın ve pişmanlık duymanın bir faydası yoktur. Sadece;
dünya hayatında, amel yurdunda, fırsatların geçmesine yanmaktan başka bir şey
gelmez ellerinden.
"O gün,
gerçek hükümdarlık Rahman'ındır. İnkârcılar için yaman bir gündür o. O gün,
zalim kimse iki elini ısırarak; 'ne olurdu ben de Peygamberlerle beraber bir yol
tutsaydım' diyecektir. 'Vay başıma gelene! Keşke falancayı veli (dost ve lider)
edinmeseydim. Andolsun ki bana gelen Kur'an'dan o saptırdı beni. Şeytan insanı
yapayalnız ve yardımcısız bırakıyor. Nebî de: 'Ya Rabbim, kavmim, bu Kur'an'ı
mehcur/terkedilmiş bıraktılar (buna iltifat etmediler, inananları da buna
gelmekten alıkoydular) demiştir." (Furkan: 25/26-30)
Kendilerine
gelen Rasule ve Kur'an'a bîgâne kalanların karşılaştıkları pişmanlık,
kendilerini yiyip bitirir. Kur'an'ı terkeden, ona Rahman'ın tüm insanlığın hayat
nizamı ve düsturları, esenliğe götüren hidayet rehberi olarak değil; sıradan
yazılan bir kitapmış gibi bakanların, ona yabancı kalanların, onu bırakıp beşerî
ideoloji ve kanunlara sarılanların içerisine düştükleri pişmanlık ve hasret
böyle tasvir ediliyor. Sonlarının korkunçluğunu gören, hassasiyet ve
duyarlılıktan yoksun olarak yaşamış insanlar farkında olmadan iki ellerini
birden ısırırlar. Akılları başlarına gelmiş, dehşet etraflarını sarmıştır. Ama
bugün yapılacak bir şey yoktur artık.
"Onların,
ateşin başında durdurulmuş iken: 'Ahh ne olurdu keşke biz (dünyaya) geri
çevrilseydik de Rabbimiz'in ayetlerini yalanlamasaydık, iman edenlerden
olsaydık' dediklerini bir görsen!" (En'âm: 6/27)
Ellerine
geçirmiş oldukları güçle, haksız yere mal toplayıp biriktiren, insanlara
zulmeden mütekebbirler, Karunların, tağutların ve onlara yardakçılık yapıp,
onları yaşatanların, tuğyanın bizatihi Allah'ın dinine karşı galebesi için
müslümanlara savaş açan pis sürüngenlerin acı sonu böyle ifade ediliyor.
Ellerine geçirdikleri saltanatın biteviye devam edeceğini zannediyorlardı. Bugün
ümitsizlik, hasret ve zillet içerisinde, yaptıkları zulmün, katliamın ve
haksızlığın, şerri ayakta tutmanın karşılığını göreceklerdir. Allah dâvâsının
erlerini mağlup etmek için zalimlerin yanında yer aldıklarına, onlara itaat
ettiklerine pişman olacaklardır. Kendilerini yüceltip, takdis ettikleri erkânın
da aynı akıbette, güçsüz, hakir, aşağılanmış halini görünce pişmanlıkları daha
da artacaktır. Mala ve mülke, saltanat ve dünyaya olan sevgisini ve zaafiyetini
aşamayıp kullara kul olanlar hasretler içerisine yanmaya mahkûm olacaklardır.[4]
"İtaat
edilenler (kendilerine) itaat edenlerden uzak durdular; azabı gördüler,
aralarındaki bağlar kesildi. İtaat edenler, şöyle dediler: 'Ah keşke bir daha
dünyaya dönmemiz mümkün olsaydı da şimdi onların bizden uzak durdukları gibi biz
de onlardan uzak dursaydık.' Böylece Allah, onlara işledikleri bütün fiilleri
hasretler (pişmanlık ve üzüntüler kaynağı olarak) gösterecektir."
(Bakara: 2/166-167)
"Elleri
boyunlarına bağlı olarak dar bir yerden atıldıkları zaman orada yok olup gitmeyi
isterler." (Furkan: 25/13)
O gün yok olup
gitmek de aranıp ele geçmeyen bir arzudur. Bu tâkat götürmez sıkıntıdan
kurtulmanın biricik yolu yok olup gitmektir. Ama, işte onların isteklerine karşı
verilen cevap:
"Bir kere
değil, birçok kereler yok olmayı isteyin." (Furkan:
25/14)
"Yüzleri
ateşte (pişirilip) çevrildiği gün derler ki; 'eyvah bize keşke Allah'a ve
Rasülü'ne itaat etseydik" (Ahzâb: 33/66)
"Bir zaman
gelir ki, inkâr edenler, 'keşke müslüman olsaydık' diye arzu ederler."
(Ahzâb: 33/66)
"Ateşe
sürüldükleri zaman; 'keşke dünyaya bir daha döndürülsek de, Rabbimizin
ayetlerini inkâr etmeyip iman edenlerden olsak' dediklerini bir görsen. Hayır,
evvelce gizleyip durdukları işleri karşılarına çıktı da ondan böyle söylüyorlar.
Eğer geri dönderilseler yine kendilerine yasak edilen şeylere dönerler. Çünkü
onlar şüphesiz yalancıdırlar." (En'âm: 6/27-28)
"O gün kişi,
ellerinin (yapıp) öne sürdüğü işlere bakar ve kâfir: 'Keşke ben toprak
olsaydım' der." (Nebe': 78/40).
"Cehennem,
(kendisine atılacaklara) uzak bir yerden gözükünce, onlar, onun kaynamasını ve
uğultusunu işitirler." (Furkan: 25/16)
İşitirler de
tam bir nedâmet ve hüsran içerisinde şöyle vahlanırlar:
"... Keşke
ölüm kati olaydı (da bir daha dirilmeyeydim) Malım bana fayda vermedi, gücüm de
kalmadı."
Allah da ilgili
meleklere şöyle buyurur:
"Onu tutun,
bağlayın. Sonra da cehenneme yaslayın." (Hakka: 69/27-31)
İnkârcı ve
isyancı kullar cehenneme atıldığında; azap onları kuşatacak:
"... Azap,
onları tepelerinden ve ayakları altından saracak."
(Ankebut: 29/55)
"İşte siz,
ey sapıklar, yalanlayanlar! Doğrusu bu zakkum ağacından yiyeceksiniz,
karınlarınızı onunla dolduracaksınız. Onun üzerine (erimiş maden tortusu gibi)
kaynar su içeceksiniz. Hem de susamış develerin suya saldırışı gibi
içeceksiniz." (Vâkıa: 56/51-56)
"Bu içki, ne
fena bir içki ve bu ateş de ne kötü konaklama yeridir."
(Kehf: 18/29)
Tabiidir ki,
azap görenler, bu korkunç acıdan kurtulmak, ızdırabı ölümden daha ağır olan
cehennemden çıkmak isterler; ama nafile:
"Oradan her
çıkmak istedikçe, yine o ateş içine döndürülürler ve onlara: 'tadın bakalım
yalanlayıp durduğunuz o ateşin azabını' denilir."
(Secde: 32/20)
Çaresizlik
içinde bunalırlar da ilgili meleklere iltica ederler:
"Ateşte
olanlar, cehennem bekçilerine: 'Rabbinize yalvarın da hiç değilse bir gün
azabımızı hafifletsin' derler. Cehennem bekçileri de şöyle söyler: 'Size
peygamberleriniz belgelerle gelmemiş miydi?' 'Evet, gelmişti.' 'O halde kendiniz
yalvarın. Ancak inkârcıların yalvarışı boşunadır."
(Mü'min: 40/49-50)
Cehennem
azabını çekenler, hiçbir dostun ve hiçbir yardımcının olmadığını anlarlar da
Allah'a yönelirler ve şöyle yalvarırlar:
"Rabbimiz!
Bizi, azgınlığımız yenmişti; sapık bir toplum olmuştuk. Rabbimiz! Bizi buradan
çıkar. Eğer (Seni inkâra ve Senin düzenine isyana) dönersek, artık şüphesiz biz
zulmetmiş oluruz.' (Allah da) buyurur ki: Alçaldıkça alçalın, sinin orada! Bana
karşı konuşup mazeret beyan etmeyin. Zira kullarımdan bir zümre: 'Rabbimiz! Biz
iman ettik; öyle ise bizi affet; bize acı! Sen merhametlilerin en iyisisin,
demişlerdi. İşte siz onları alaya aldınız; sonunda onlar (ile alay etmeniz) size
beni hatırlatmayı unutturdu, siz onlara gülüyordunuz."
(Mü'minun: 23/106-110)
"İnkâr
edenlere cehennem ateşi vardır. Öldürülmezler ki ölsünler, cehennem azabı da
onlara biraz olsun hafifletilmez. İşte biz, küfürde ileri giden her nankörü
böyle cezalandırırız. Onlar orada: Rabbimiz! Bizi çıkar, (önce) yaptığımızın
yerine salih amel yapalım, diye feryad ederler. Size düşünecek kimsenin
düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size uyarıcı (peygamber) de gelmişti.
Artık tadın (azabı)! Zalimlerin yardımcısı olmaz."
(Fâtır: 35/36-37)
"O
(cehennem), insanlık için sizden ileri gitmek ya da geri kalmak isteyen kimseler
için, gerçekten pek büyük bir uyarıcıdır. Her nefis, kazandığına
(yaptığına) karşılık bir rehindir; ancak (hesap dtefteri/karnesi) sağ yanından
verilenler başka; Onlar, cennetler içindedir. Günahkârlara), 'Sizi şu
Sakar'a/yakıcı ateşe sokan nedir?' diye uzaktan uzağa sorarlar. Onlar şöyle
cevap verirler: 'Biz namazımızı kılmıyorduk, yoksulu doyurmuyorduk, (bâtıla)
dalanlarla birlikte dalıyorduk. Din/ceza gününü de yalan sayıyorduk. Nihayet (bu
haldeyken) bize ölüm gelip çattı. Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda
vermez. Böyle iken bunlara ne oluyor ki, âdetâ arslandan ürküp kaçan yaban
eşekleri gibi (hâlâ) öğütten yüz çeviriyorlar? Güya onlardan her biri, kendisine
(önünde) açılmış sayfalar (ilahî vahiy) verilmesini istiyor. Elbette olacak şey
değil! Aslında onlar, ahiretten korkmuyorlar. Ama bu, gerçekten bir ikazdır!
Dileyen onu (düşünür) öğüt alır. Bununla beraber, Allah dilemeksizin onlar öğüt
almazlar. Kendisinden sakınılması gereken O'dur; kendisine bağışlamak yaraşan
da." (Müddessir: 74/35-56)
"Kim Allah'a
ve Rasülü'ne karşı gelirse, bilsin ki ona (kendisi gibilerle birlikte) içinde
ebedî kalacakları cehennem ateşi vardır." (Cin:
72/23)
"Kitabı sol
tarafından verilene gelince; o, 'keşke, der, bana kitabım verilmeseydi de,
hesabımın ne olduğunu bilmeseydim! Keşke onunla (ölümümle) her iş olup bitseydi!
Malım bana hiç fayda sağlamadı. Saltanatım (gücüm ve belgelerim) da benden
(koptu,) yok olup gitti. (Böyle kimse hakkında görevli cehennem bekçilerine şu
ilahî buyrukla hitap edilir:) Onu yakalayın; (ellerini boynuna) bağlayın; sonra
alevli ateşe atın onu! Sonra da onu yetmiş arşın uzunluğunda bir zincire sarın!
Çünkü o, ulu Allah'a iman etmezdi. Yoksulu doyurmaya (kendi yanaşmadığı gibi,
başkalarını da) teşvik etmezdi. Bu sebeple, bugün burada onun herhangi bir
candan dostu yoktur. Ancak günahkârların yediği kanlı irinden başka yiyeceği de
yoktur." (Hakka: 69/25-37)[5]
[1]
Buhâri, Müslim.
[2]
Tirmizi, Nesai, İbn Mâce.
[3] Ahiret
Bilinci, H. Eker, s. 67 ve devamı.
[4]
Ahiret Bilinci, H. Özhazar,
121 ve devamı.
[5]
Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.
.
.Cehennemle İlgili
Bazı Hadis-i Şerifler
"Şüphesiz ki
kıyamet gününde cehennemliklerin azap itibariyle en hafif olanı, ayaklarının
altına iki kor parçası konulan ve onların sıcağından beyni kaynayan kimsedir. O
zanneder ki kendisinden daha şiddetli azap gören hiç kimse yoktur. Halbuki o,
onlar içinde azabı en hafif olanıdır."[1]
"Yüce Allah,
azabı en hafif olan kimseye 'dünyada olan her şey senin olsaydı (kendini
kurtarmak için) onu fidye olarak verir miydin?' diye soracak. O: 'Evet' diye
cevap verecektir. Bunun üzerine Allah Teala: 'Ben senden, sen henüz Adem'in
sulbünde iken bundan çok daha kolayını istemiştim. O da, Bana şirk koşmamandı.
Fakat sen şirkten başkasını kabul etmedin.' buyuracaktır."[2]
"Ademoğlunun
yaktığı ateş, cehennem ateşinin yetmiş cüzünden bir parçadır."[3]
"Sizin (şu
dünya) ateşiniz, cehennem ateşinin yetmiş cüz'ünden bir parçadır."
Ashab:
"Ya Rasülallah,
Dünya ateşi (kâfirleri, fâcirleri azap için) herhalde kâfidir" dediler.
Rasülüllah:
"Cehennem
ateşi (miktar ve sayıca) dünya ateşleri(nin tümü) üzerine altmış dokuz derece
fazla kılındı. Bunlardan her birinin harareti, bütün dünya ateşinin harareti
gibidir."[4]
"Kıyamet
gününde bir kişi getirilip cehenneme atılır da cehennemde onun bağırsakları
derhal karnından dışarı çıkar. Sonra o kişi (bağırsakları etrafında) değirmen
merkebinin değirmende döndüğü gibi döner. Bunun üzerine cehennem halkı o kişinin
başına toplanıp da: 'Ey filan! Halin nedir? Sen bize (dünyada) iyilikle emredip
bizi kötülükten nehyeden (bir öğütçü) değil miydin?' derler. O da: '(Evet ben
öyleydim, fakat) ben sizi ma'ruf ile emrederdim; halbuki kendim yapmazdım. Yine
ben sizi münkerden nehyederdim de kendim işlerdim!' diye cevap verir."[5]
"Cehennem
irininden bir kova dünyaya dökülmüş olsa, dünyadakilerin hepsi kokardı."[6]
"Cehennem,
şehvetlerin perdeleriyle örtülmüştür. Oraya şehvetler (irtikâbı) ile (girilir).
Cennet de nefsin hoşlanmadığı ibadetlerle korunmuştur. (Buraya da ibadet
meşakkatleriyle girilir)"[7]
"(Ashabım!)
Cennet, sizin her birinize nalınının tasmasından (ayakkabısının bağından) daha
yakındır. Cehennem de bunun gibi (yakın)dır (Tâat cennete; ma'siyet de
cehenneme yaklaştırır)."[8]
[1]
Buhari, Rikak 51; Müslim, İman 363, 364; Tirmizi, Cehennem 12.
[2]
Buhari, Rikak 49; Müslim,
Müsafirun 51, 52.
[3]
Muvatta, Cehennem 1;
Müsned-i Ahmed 2/ 467.
[4]
Buhari, Tecrid-i Sarih c.
9, s. 50.
[5]
Buhari, Tecrid-i Sarih,
c. 9, s. 51.
[6]
Tirmizi, Cehennem 4;
Müsned-i Ahmed, 3/ 28, 83.
[7]
Buhari, Tecrid-i Sarih,
c. 12, s. 195.
[8]
Buhari, Tecrid-i Sarih,
c. 12, s. 195. Ahmet Kalkan, Kur'an
Kavram Tefsiri.
.
.Konuyla
İlgili Birkaç Uyarı
Çocuklara,
mükellef yaşlarında olmadıkları halde "Allah yakar!" diyerek, onu güya terbiye
etmek, Allah'ın yakıcılığını ve cezasını önceliklemek en azından üç büyük yanlış
içerir. Allah'a iftira atılmış olur; Allah, çocukları çok sever, onların yaptığı
hiçbir şeyden dolayı yakmaz. Allah, azabıyla korkulan vasfından önce, sevilmesi
gereken merhametli rabbımızdır. Terbiye yönüyle de sevgi esasına dayanmayan,
ceza ve korkutmaya dayanan terbiye çocuk üzerinde olumsuz etkileri olan bir
yaklaşımdır, bu yönüyle de yanlıştır.
Cennet ve
cehennem konusunda bazı vâizlerin ve halk kitaplarının mübalağalı tasvirleri
sözkonusudur. Bunlar terğib ve terhib amaçlı ifadelerdir. Ama, unutmamalıyız ki,
cehennem gaybla ilgili bir konudur. Dinle ve özellikle de gaybla ilgili
konularda delilsiz beyanlar çok yanlıştır.
Cehennem ve
cennetle ilgili fıkralar anlatmak, anlatılan fıkralara tasvip ederek veya
gülerek katılmak, dini, cennet ve cehennemi alaya almak, ve küçümsemek demek
olduğundan çok tehlikelidir. Bu tür Bektaşi fıkralarına veya güncel
yakıştırmalara iltifat edilmemesi gerekir.[1]
[1]
Ahmet Kalkan, Kur'an Kavram Tefsiri.
.
.Ve
Cehennemin Düşündürdükleri
Dünya
hayatındaki inanç ve eylemlerin soncu olarak cennet ve cehennem iki önemli
neticedir. Her ikisi de Cenab-ı Hakk'ın esmâ ve sıfatlarının gereğidir. Mü'min
için hem cennet hem de cehennem rahmettir. Kur'an, cehennem azabının dehşetini
belirttikten hemen sonra, cin ve inse "Rabbiniz'in hangi nimetlerini
yalanlarsınız?" (Rahman: 55/35-36) diye hitap ediyor. Burada kast edilen
nimet: Cehennemin, bütün dehşetiyle insanın içinde bir ürperti meydana getirerek,
mü'minin hayatını tanzim hususunda fikir ve ibret vermesidir. Cennet, yüce
duygulu insanlar için, onları yüksek zirvelere sevketmekte sebep olduğu gibi,
cehennem de, seviyesi olgunluğa ermemiş insanların ondan korkmaları sebebiyle
hayatlarını ciddi bir kontrol altına almalarına sebeptir. Cehennem, tehlikeli
bir yolda yakılmış bir ateş gibidir. O yola düşmekten insanı korur. Cennet ise,
müstakim / dosdoğru yola kurulmuş bir sofradır; insanı o yola davet eder.
Böylece her ikisi de neticeyi düşünebilen insanlar için ayrı ayrı birer nimet
olmuş olur.
"Dünya
hayatını ve güzelliklerini arzulayanlara, orada işlediklerinin karşılığını
eksiksiz veririz. Ancak, ahirette onlara ateşten başka bir şey yoktur."
(Hûd: 11/15-16)
Hayatımız, sağ
ve sol omuzlarımızdaki kameramanlarca filme alınmaktadır.
"Kim zerre
miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür."
(Zilzal: 99/7-8)
Akıllı yatırım,
ahirete yapılan yatırımdır. Kazançlı ticaret, Allah'la yapılan ticarettir;
gerçek anlamda iman edip mal ve canla Allah yolunda cihad ederek cenneti satın
almak, cehennemden kurtulmaktır. Kur'an'da anlatılan canlı cehennem tasvirleri,
haram zevkleri insanın boğazına dizecek cinstedir. Haram - helal
demeden yiyip içmek, gezip tozmak, gülüp oynamak, nefsin her istediğini
yapmak, dünyadan kâm almak belki önemli olurdu: Eğer cehennem olmasaydı. Ama
unutmayalım ki cehennem var. Ve bize çok uzak da sayılmaz. İyi ki cehennem var;
yoksa insanoğlunu hiçbir şey zaptedemezdi. Dünya lezzetleri, eğlence ve
ziyafetleri, yatlar, katlar... için ibadeti, yaratılış gayesini unutarak bütün
gücünü sarfetmeye gelmediğimiz belli olacak, sınavın çileli zevki ortaya
çıkacak. İyi ki cehennem var; yoksa insan azdıkça azar, ezdikçe ezerdi.
"Zalimler için yaşasın cehennem!"
Yanma acısı,
belki acıların en dayanılmazıdır. Kibrit ateşine, bir kibrit sönünceye kadar
dayanamıyor parmağımız. Küçük bir yanık günlerce nasıl acı vermektedir, hemen
hepimiz biliriz. Günahlarla, haramlarla iç içe yaşayan insan, gözleri kapalı
uçuruma koşan, elindeki benzin bidonuyla ateşle oynayan insandan daha feci bir
durumdadır aslında. Hz. Yusuf, Rabbının burhanını gördüğü, haramların iç yüzüne
şahit olduğu için davet edildiği günahı dünya hapsine tercih etmişti.[1]
Şeytan,
haramlara sahte güzellik makyajı yapmakta, insan nefsinde bir çeşit
hallüsinasyonlar oluşturup göz boyamaya çalışırken; müslüman, Allah'ın
yasaklarında güzellik olmadığı bilinciyle oyuna gelmemeli, şeytanın taktığı
maskenin altındaki çirkinliği görebilmelidir. Her haram, cehenneme düşme, ateşe
atılma olarak gelmeli müslüman gözünde. Ahirete, cennet ve cehenneme yakînen
iman etmek, gözle görür gibi iman etmektir. Mikroskopla dıştan temiz gibi
görünen suya bakan insanın mikropları gördüğü gibi derin bakış, feraset ve
hikmetle görüş hâkim olmalı.
Cehenneme çok
uzak sayılmayız. Dünyamız, ateş topunun üzerinde duruyor. 50 km.lik ince bir yer
kabuğunun altı cehenneme benzer ateş yığınından ibaret. Volkanik dağlardan çıkan
lavlar insana altımızdaki ateşi ve cehennemi hatırlatması açısından ne dehşet
verici görüntüler sahneliyor! Bu yüzden cehennemin bulunduğu yerin yer altı
olduğunu söyler bazı âlimler.
Şeytan, bazı
mü'mine şöyle yaklaşabiliyor: "Nasıl olsa cehennem mü'mine ebedî değil;
günahlarını zaten Allah affeder, affetmese bile kısa bir müddet yanıp cennete
gidersin, çok önemli değil!" Dünyada 10-15 senelik hapis cezası ile bile
karşılaştırıverelim durumu. Hangi akıllı biraz zevkleneyim diye bu kadar hapsi
göze alır? Dünyadaki işkencelerle zebanilerin işkencelerini karşılaştırabiliriz.
Dünya ateşinden 70 misli büyük ve güçlü ateşi, insanların cezası ile
şedîdü'l-ıkab olan Allah'ın azabının büyüklüğünü mukayese edebilirsiniz.
Cehennem
ehlinin pişmanlıkları, vicdanlarını kanatan ıstırapları hep ruhîdir; ancak, alev
alev ateşin içine girmeleri, yanan derilerinin yerine azabın yenilenmesi için
derhal yeni deri giydirilmesi ve organlarının kendi aleyhinde şahitlikte
bulunması gibi hususlar ise tamamen cesede mahsus azap çeşitleridir. O yüzden
cehennem azabı, hem cesede, hem ruha beraber etki edecektir.
Bizim için
cennet garanti olmadığına, cehennemden kurtuluşumuzun kesinleşmediğine, ölümün
de her an gelebileceğine, cennet ve cehennemin inanç ve yaşayışımıza bağlı
olduğuna göre, her ânımızı müslümanca geçirmeli, az sonra ölecekmişiz gibi
ahirete hazır olmalıyız.
Mü'minin
Allah'a itaat etmek suretiyle cehennem ateşinden kaçınması gerekir. Cehennemin
Kur'an'da tasvir olunan dehşeti, insana gerçek anlamda iman ve salih amele
sarılıp bu feci akıbetten korunması için bir öğüt olarak algılanmalıdır. İnsanın
eğitimi ve iyi davranışlara yönlendirilmesi açısından cennet ve cehennem
inancının dünya hayatına etkileri açıktır. Kişi, gizli ve açık yaptığı her şeyin
karşılığını bulacağını ve cehennemdeki cezanın dehşetini hatırladığında, elbette
hareketlerine çeki düzen verme ihtiyacını duyacaktır.
"Ey
Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem
azabından koru!" (Bakara: 2/201)
"Ey
Rabbimiz! İman ettik; bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru!"
(Âl-i İmran: 3/16)
[1]
Yûsuf: 12/24.
.
.Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
Konuyla
İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar
Hak Dini
Kur'an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 2, s. 64
İslam
Ansiklopedisi, T. Diyanet Vakfı Y. c. 7, s. 225-233; c. 4, s. 302-309
İslam
Ansiklopedisi, Şamil Y. c. 1, s. 280-282; 183-184
İslami
Terimler Sözlüğü, Hasan Akay, İşaret Y. s. 74-75
Kur'an'da
Dini ve Ahlaki Kavramlar, Toshihiko İzutsu, Pınar Y. s. 159-164
İnanç ve
Amelde Kur'ani Kavramlar, Muhammed el-Behiy, Yöneliş Y. s. 193-197
Kur'ani
Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, Mustansır Mir, İnkılab Y. s. 40
İman Nurları
ve Ahiret Sırları, Ali Küçüker, Bahar Y. s. 359-371
İlmihal 1,
İman ve İbadetler, İsam Y. s. 130
Kur'an'da
Günah Kavramı, Sadık Kılıç, Hibaş Y. s. 362-367
İlmin
Işığında İslamiyet, Afif A. Tabbara, Kalem Y. s. 152-154
İslam'da
İnanç Esasları, B. Topaloğlu, Y. Ş. Yavuz, İ. Çelebi, İFAV Y. 308-312
Ahiret
Bilinci, Hasan Eker, Denge Y. s. 67-74
Ahiret
Bilinci, Hüseyin Özhazar, Bengisu Y. s. 121-126
Cehennem ve
Cehennemlikler, Veysel Özcan, Mirfak Y.
Ayetlerle
Ölüm ve Diriliş, Said Köşk, Anahtar Y.
Ölüm Sonrası
Cennet ve Cehennem, Selim Al, Furkan Dergisi Y.
Ölüm ve Ölümden
Sonraki Hayat, Murat Tarık Yüksel, Demir Kitabevi Y.
Ölüm ve Ötesi,
Heyet, Sağlam Y.
Ölüm Ötesi
Hayat, Abdülhay Nasih, Nil A.Ş. Y.
Ölüm ve Ötesi,
Hüseyin S. Erdoğan, Çelik Y.
Ölüm ve Sonrası,
İmam Gazali, Vural Y.
Ölümden Sonra
Diriliş, Subhi Salih, Kayıhan Y.
Ölümden Sonraki
Hayat, Süleyman Toprak, Esra Y.
Ölüm, Kıyamet,
Cehennem, Harun Yahya, Vural Y.
Dünya Ötesi
Yolculuk, Abdülaziz Hatip, Gençlik Y.
Dünya ve Ahiret
Hayatı, Muhammed İhsan Oğuz, Oğuz Y.
.
|