ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026
.Endülüs’te Toplumsal Kutuplaşmanın Sebepleri ve Kültürel Sonuçları bunun sonucunda da kendisinden ayrı gördüklerine kötülük etmesi” şeklinde tanımlamak mümkündür. Kur’an-ı Kerim’in ve diğer Kutsal kitapların haber verdiğine göre yeryüzündeki ilk kutuplaşma, ilk insan Hz. Âdem’in çocukları arasında yaşanmış ve sonuçta biri, diğerini ortadan kaldırmıştır.3 Aslında dünyadaki bu ilk kutuplaşma, metafizik boyutta yaşanan ve İblis tarafından ilk defa icra edilen ayrımcılığın bir uzantısıydı.4 Zira İblis, Allah’ın Hz. Âdem’le ilgili emrine muhatap olunca aklıyla Âdem’i algıladı, onun ayrımına vardı, kendinden farklı gördü, ka- çındı, kibirlendi, onu yok saydı. Dolayısıyla Âdem’le iletişimi reddetti, onu dışladı, artık aynı düzeyde bir İblis bir de Âdem vardı. Âdem’i dışladığı için İblis’in onu küçümsemesi ve değersizleştirmesi gerekiyordu. Bu yüzden akıl yürüterek, gururlanarak ve bö- bürlenerek kendisinin ondan daha üstün olduğunu iddia etti, ceza almasına rağmen yanlışını kabul etmedi ve hata yapmaya devam etti.5 Bazı araştırmacılar, kutuplaşmanın tarihini, ilkel diye niteledikleri toplumların bir özelliği olarak sunmaktadırlar.6 Hâlbuki en vahşi ayrımcılık uygulamaları, uygar diye vasıflanan çağlarda ve uygar insanlar tarafından gerçekleştirilmiştir. İnsanlık tarihinin evreleri nasıl isimlendirilirse isimlendirilsin göze çarpan ortak bir nokta vardır o da, yeryüzünde kutuplaşmanın, ilk insanla birlikte var olageldiğidir. Dolayısıyla öncelikle bu helak edici davranış biçiminin, bireylerin davranışlarında ve toplumsal yaşamda nasıl tezahür ettiğinin tespiti yapılmalıdır. 1.Kutuplaşmanın Tezahürleri Bazen toplumlarda bir fert ya da grup, farklı görüldüğü için dışlanır ve bir alana sıkıştırılarak ayrıştırılır. Dışlanan unsurlar bir bütünün tamamlayıcı parçası olmaktan çıkıp gereksiz unsurlarmış gibi algı- 3 el-Maide, 5/27-31; Kitab-ı Mukaddes, 4. Bölüm Tekvin: Kayin ile Habil 4/4-10. 4 Allah, Hz. Âdem’i yaratınca meleklerden ve İblis’ten ona secde etmelerini istemiş, melekler emrin gereğini yaparken İblis aklı yürüterek, yaratıldığı madde itibariyle kendisinin Âdem’den üstün olduğunu öne sürüp isyan etmiştir. el-İsrâ, 17/61; Sâd, 38/75-76; el-Hicr, 15/30- 31. 5 Sâd, 38/82-83. 6 Erkan Tüzün, “Nietzsche’de ve Heiddegger’de Ayrımcılığın Onaylanması”, Ayrımcılık, 29, Felsefelogos Yay., İstanbul, Nisan 2006/I, 107-120; Zerrin Kurtoğlu, “Dünyada Özcü Olmayan Tarzlarda Katılma İmkânı”, Ayrımcılık, 29, Felsefelogos Yay., İstanbul, Nisan 2006/I, 89-94. 83 MİLEL VE NİHAL inanç–kültür–mitoloji Nizamettin PARLAK lanır. Ardından dışlanan bu insanlar geleneklerini, dillerini ve kültürel özelliklerini yitirmeye başlar ve asimile olurlar. İnsanlar, dil, din, ırk, renk ve cinsiyet bakımından birbirinden ayrıştırılıp dışlanmaya başlandığında nerede durulacağı belli olmaz. İberya Yarımadası, Müslümanlar tarafından fethedilmeye baş- ladığında (m. 711) bir iskân politikası çerçevesinde Araplar ve Berberîler bu coğrafyaya kabile yapılarına göre yerleştirilmişlerdi. Müslümanların yerli halk içinde erimesini engellemek için yapılan bu uygulama, başlangıçta maksada hizmet etmişse de daha sonra sorun oluşturmuş, toplumun kaynaşmasını engellediği gibi kutuplaşmaların ve iç savaşların sebeplerinden biri hâline gelmiştir. Nitekim ilerleyen yıllarda Müslümanlar arasında Arap/Berberî, Beledli/Şamlı, Kayslı/Yemenli savaşları yaşanmıştır.7 Bu sorunlar ancak merkezî yönetimin, dirâyetli yöneticilerin elinde güçlendiği zamanlarda problem olmaktan çıkmıştır. Nitekim alınan tedbirler, III. Abdurrahman (822-852) döneminde sonuç vermeye başlamış ve toplum Endülüslülük şuuru ekseninde kenetlenme sürecine girmiştir. Ancak ne gariptir ki bu durum daha sonra Endü- lüs’ü ilhak eden Murâbıtlar (1097-1147) ve Muvahhidler döneminde (1146-1248) bu yeni yöneticilere karşı tekrar bir kutuplaşmanın fitilini ateşlemiştir.8 Kutuplaşmanın tarafları, mücadelelerine devam ederken amaç- larına ulaşmak için müntesiplerini ikna etme zorundadırlar. Bunu yaparken bir takım argümanlar kullanırlar. Bu uğurda yaptıklarının meşru olduğuna hem kendileri inanmak hem de yandaşlarını inandırmak durumundadırlar. Dolayısıyla kutuplaşmalar toplumlarda değişik şekillerde tezahür eder, ya da öyle gösterilir. Bu durumlar bazen bireysel menfaat çatışmaları olarak; bazen de din, mezhep, cemaat, tarikat çatışmaları şeklinde tezahür eder. 1.1.Bireysel Menfaat Çatışmaları (Kişisel Düşmanlık) Devlet kademelerinde görev yapanların, eşrafın ya da ilim erbabı- nın arasında zaman zaman kişisel sorunlar yaşanması muhtemeldir. 7 Mehmet Özdemir, Endülüs Müslümanları, I, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara, 1994, s. 44-54. Benî Ahmer döneminde yaşananlar için bkz. Abdülaziz Atîk, el-Edebü’l Arabî fi’l-Endelüs, Beyrut 1976, 120; Nizamettin Parlak, Endülüs’ün Çöküşü: Benî Ahmer’de Darbeler ve İsyanlar, Hikmetevi Yayınları, İstanbul, 2014. 8 Mehmet Özdemir, Endülüs Müslümanları Kültür ve Medeniyet, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara, 2013, s. 18-19, 110. 84 MİLEL VE NİHAL inanç–kültür–mitoloji Endülüs’te Toplumsal Kutuplaşmanın Sebepleri ve Kültürel Sonuçları Benzer durumlar Endülüs’te de yaşanmıştır. Bu tür mücadeleler aslında kişisel çıkar hesapları üzerine kurulmuş olmasına rağmen, etkili sonuç alabilmek ve muhalifleri tasfiye etmek için şahıslar, faaliyetlerini, devletin âli menfaatlerine ve dinî hassasiyetlere dayalı olarak yürüttükleri izlenimi vermekten çekinmemişlerdir. Kendi zamanına kadar Endülüs’ün yetiştirdiği en güçlü fikir adamı olarak kabul edilen İbn Bâcce (532/1138), böyle kişisel bir hıncın sonucunda dinsizlikle itham edilerek hapse atılmış, ortadan kaldırılması gereken bir zındık olarak nitelenmiştir. Özellikle Feth b. Hâkân, İbn Sîd el-Batalyevsî ve Ebu’l-Alâ İbn Zühr gibi önemli zevat, İbn Bâcce’nin muhalifleri arasında yer almış, bilhassa İbn Zühr, İbn Bâcce ile geçinemediğini ve onun yok edilmesi gereken bir zındık olduğunu dillendirmekten çekinmemiştir. Karşıtlarınca zehirlenerek öldürüldüğü iddiaları tartışmalı görülmekle birlikte ölümünde saraydaki ilim adamlarının, kâtiplerin ve başka bazı kişilerin parmağı olduğu ifade edilmiştir.9 Bu konuda diğer bir örnek de kadılık ve Kurtuba Ulu Camii’nde imamlık yapmış saygın bir ilim adamı olan İbn Zekvân’ın (ö. 413/1022) başına gelenlerdir. Dönemin vezirlerinden İsa b. Said’in, aklı ermeyen bir kişinin arazisini hileli bir satışla ele geçirmesi üzerine İbn Zekvân bu işlemi hukuken geçersiz saymış, bu yüzden vezir, kendisine düşman olmuş ve aleyhinde yürüttüğü karalamalar sonucu onu kadılkudatlık görevinden aldırmıştır. İbn Zekvân, vezirin ölümünden sonra eski itibarını kazanabilmişse de bir süre sonra yeniden gözden düşmüş, önce Meriye’ye, sonra da Cezayir’e sürgün edilmiştir.10 9 Yaşar Aydınlı, “İbn Bâcce”, DİA, c. 19, İstanbul, 1999, s. 348-353; Özdemir, Endü- lüs Müslümanları, (2013), s. 215-217. 10 Bkz. Ebü’l-Hasan en-Nübâhî, Târihü Kudâti’l-Endelus, (el-Markabetu’l-ulyâ, tah. Lecnetü İhyâit-Türâsi’l-Arabi), Beyrut 1403/1983, s. 84-87; Ebu’l-Abbas Ahmed b. Abdullah b. Herseme b. Zekvân, Dabbi, İbn Zekvân için “Kadı’l-Cema’a” unvanını kullanmıştır. Bkz. Dabbî, Ahmed b. Yahya b. Ahmed el-Endelüsî, (ö. 599/1202), Buğyetü’l-mültemis fî târîhi ricâli ehli’l-Endelüs, Dârül-Kitâbi’l-Arabî, Kahire, 1967, 186; Süha Abbûd Accâr, “İbn Zekvân”, DİA, c. 20, İstanbul, 1999, s. 460-461. 85 MİLEL VE NİHAL inanç–kültür–mitoloji Nizamettin PARLAK Meriye’de doğmuş olan meşhur sûfî İbnü’l-Arif (ö. 536/1141) de sırf şöhretinden dolayı şehrin kadısı İbnü’l-Esved’in girişimleri sonucu takibe uğramış ve bizzat kadının girişimleriyle zehirlenerek öldürülmüştür.11 İslâm dünyasının diğer bölgelerinde olduğu gibi Endülüs’te de karşı kutupta yer alanların imhasını temin etmek amacıyla standart bir takım gerekçeler üretilmiş ve muhalifler, bu suçları işlemiş olmakla itham edilmişlerdir. Bu gerekçelerin bazıları şunlardır: Şer’i şerîfe müğayir uygulamalar içinde olmak, özel yaşantıda ifrata ve israfa kaçmak, bidatçılık, filozofların görüşlerine uymak, yargıya müdahale etmek, Sultana ihanet etmek.12 Görüldüğü üzere insanların suçlanması için kullanılan kalıplar, günümüz için de geçerliliğini korumaktadır. Hem bireylere hem topluma hem de devlete zarar verecek boyuta ulaşabilen bu tür faaliyetler, bazen de daha geniş çerçevede mezhep kutuplaşmaları şeklinde tezahür etmiştir. 1.2.Mezhebî Farklılıklara Dayalı Çatışmalar M. 656 yılında Hz. Osman’ın katledilmesiyle başlayıp Cemel (m.656), Sıffîn (m.657), Nehrevan (m.657) ve Kerbela (m.680) ile devam eden olaylar, Müslümanlar arasında kutuplaşmayı derinleş- tirdi ve birçok mezhebin ortaya çıkmasına sebep oldu. Haricîlik, Şiîlik gibi büyük ölçüde siyasî sebeplerle ortaya çıkan ekoller, bir süre sonra dinî kisveye bürünerek toplumsal tahribata devam etti, daha sonra bunlara itikadî mahiyette yenileri eklendi.13 Başlangıçta bu kadar çatışmacı görünmeseler de fıkıh mezheplerinin mensupları arasındaki mücadeleler Endülüs’e de taşındı. Şöyle ki fethin akabinde yeni topraklara yerleşenlerin çoğu Suriye asıllı Araplardı. O dönemde Suriye civarında İmam Evzâî’nin gö- rüşleri hâkim olduğundan dolayı Endülüs’te de Valiler Dönemi (714-756) boyunca onun fikirleri genel kabul gördü. Ancak daha sonraları Doğu İslâm dünyasına ilim yolculukları yapan Endülüslü öğrenciler, geri döndüklerinde Malikî mezhebini ülkelerinde yaydı- lar. Özellikle, I. Hişam’ın (788-796) onlara sahip çıkması, işin rengini 11 Dabbi, Buğye, 83; Nihat Azamat, “İbnü’l-Arif”, DİA, c. 20, İstanbul, s. 522-523. 12 Bir örnek olarak Benî Ahmer’in ünlü devlet adamı ve tarihçisi Lisânüddîn İbnü’lHatîb’in muhalifleriyle mücadelesi için bkz. Nizamettin Parlak, Lisânüddîn İbnü’lHatîb’in Siyasî Kişiliği ve Tarihçiliği, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2012, s. 58-69. 13 Özdemir, Endülüs Müslümanları, (2013), s. 193. 86 MİLEL VE NİHAL inanç–kültür–mitoloji Endülüs’te Toplumsal Kutuplaşmanın Sebepleri ve Kültürel Sonuçları değiştirdi ve zamanla ortaya çıkan bir takım gelişmeler Emevî-Abbasî mücadelesi gibi siyasî mahiyete büründü. Bu yüzden İmam Malik’in, Abbasîlere karşı Endülüs Emevîlerini desteklediği ve onların Mekke ve Medine’ye hâkim olmalarını arzuladığı rivayet edilir.14 Endülüslü idareciler, ülkenin bütünlüğü için hem siyasî hem de dinî birliğin zarurî olduğuna, özellikle de dinî birliğin, Malikîlik etrafında gerçekleşebileceği kanaatine sahiplerdi. Bu sebeple Malikîlik, Endülüs’ün hâkim mezhebi oldu, yıkılışa kadar da böyle devam etti. Bilhassa Murabıtlar döneminde (1091-1147) bu mezhebin mensupları sadece yargıda değil, yönetimde de söz sahibi olmaya başladılar. Dolayısıyla Endülüs’te yayılma istidadı gösteren Zâhirîlik ve Şafiîlik gibi diğer mezheplere hayat hakkı tanınmadı. Zâhirîliğin temsilcileri “sapıklık” ile itham edildi.15 Bu tür ithamlar farklı kesimler tarafından muhaliflere karşı dillendirilmeye başladı ve sapıklıklarından dolayı katledilmeleri gerektiğine dair fetvalar verecek boyutlara ulaştı.16 2.Kutuplaşmanın Sebepleri Kutuplaşma şeklinde nitelenebilecek ayrışmaların çeşitli sebepleri vardır. Başka bir ifadeyle bu durum, doğal bir seyir içinde ortaya çıkması mümkün, alelâde davranış biçimleri olarak değerlendirilemez. Öyleyse bu sebeplerin irdelenmesi ve ortaya konulması, kutuplaşmanın getireceği zararların önüne geçilebilmesi açısından önem arz etmektedir. Kutuplaşmaların bir kısmının dış etkenlerden, bir kısmının da insanın yapısından kaynaklandığı düşünülmelidir. İnsanların birbirlerine kötülük edecek derecede kutuplaşabilmesi için büyük çabalara, sistematik propagandalara, organize dış müdahalelere çoğunlukla ihtiyaç kalmaz. Çünkü kendi hâline bırakılmış insan fıtratı, bu sorunu üretme potansiyeline sahiptir. Bu yüzden şartları oluştuğunda, ayrımcılık sorunu rahatlıkla ortaya çıkmaktadır. Nitekim felsefeyle uğraşanlar, kutuplaşmayı/tefrikayı akıla dayandırmaktadırlar. Onlara göre; Akıl, yapısal olarak dışlamayla bağlantılıdır. Dolayısıyla o, içine giremediği bir imparatorluğun 14 Özdemir, Endülüs Müslümanları, (2013), s. 177-178. 15 Bkz. Mehmet Özdemir, “IX. Yüzyıl Endülüs’ünde Zındıklık Suçlamaları”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 38, s. 195-224. 16 Özdemir, Endülüs Müslümanları, (2013), s. 180, 182,186, 189, 213. 87 MİLEL VE NİHAL inanç–kültür–mitoloji Nizamettin PARLAK varlığını kabul etmemektedir. Ona karşı yönelimi, kuşatmacı, dışlamadır. Akıldan ayrı görülen şey, dışta tutulur ve akıl düzeyinde olmadığından değersiz kabul edilir ve gözden düşürülür. Gözden düşürülmekle yetinilmez, devamında da ona sahip olma, onu kontrol etme ya da onu ortadan kaldırma arzusuna sahip olunur. Çünkü akıl, kendinin farkına varmak için kendinden başka her şeyi dışta tutar ve kendi düzeyinde olmadığı için onları değersiz görür. Bundan dolayı onları gözden düşürür.17 Aklın doğal bir faaliyeti olarak değerlendirilen “kutuplaşma” aslında daha genel bir sorun olan adaletsizlik içindeki özel bir durum olarak da değerlendirilmektedir; özü itibariyle kutuplaşma, bizden tanınma talep eden bir başka özneyi reddetmeye dayanır. Bu yüzden böyle bir eylem, belli bir etik bakışın ya da etikten yoksun bir bakışın ve tutumun sonucudur. Ne tür bir kutuplaşma söz konusu olursa olsun ayrımcılık her zaman bir sonuçtur. Kutuplaşmanın iki ucunda da yer alan herkes, bir değerlendirme hatası yapmakta ve yanlış bir eylem gerçekleştirmektedir. Çünkü tefrikaya düşen kişi, “şey”in değerini saptama yerine kendi kafasındaki değer yargısını karşısındaki kişiye ya da eyleme uygulamaktadır. Tefrika, kişilere hak ettikleri şeyleri vermemektir.18 Bundan dolayı tefrika bir adaletsizlik eylemidir. Zira İslam hukukunda adalet; “bir şeyi yerli yerine koymak,” adaletsizlik ise “bir şeyi yerine koymamak” olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir deyişle adalet, “yapılması gereken şeyleri yapmaktır.” Adaletin zıddı ise zulümdür. Zulüm de “bir şeyi kendine ait bir yerden çıkarıp başka bir yere koymaktır.” Daha açık bir ifadeyle “bir kimsenin meşru hakkına tamamen veya kısmen tecavüzde bulunmaktır.”19 Kutuplaşma yalnızca bireysel ölçekte değil, toplumsal alanda da söz konusu olabilmektedir. Toplumsal çapta yaşanan bu eylem bazen şiddete dönüşebilir. Bu yüzden olsa gerek filozoflar kutup- 17 Alex Demiroviç, “Us ve Dışlanmanın Mantığı”, (çev.: Metin Toprak), Ayrımcılık, 29, Felsefelogos Yay., İstanbul, Nisan 2006/I, s. 17-24. 18 Wolf, Frieder Otto, “Ayrımcılık”, (Çev. Fehmi Ünsalan), Ayrımcılık, 29, Felsefelogos Yay., İstanbul, Nisan 2006/I, 25-29; Harun Tepe, “Etik Bir Sorun Olarak Ayrımcılık”, Ayrımcılık, 29, Felsefelogos Yay., İstanbul, Nisan 2006/I, s. 31-35. 19 Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslâmiyye ve Islahatı Fıkhiyye Kamusu, I-VIII, Bilmen Yayınevi, İstanbul, ts. VIII, s. 206-207. 88 MİLEL VE NİHAL inanç–kültür–mitoloji Endülüs’te Toplumsal Kutuplaşmanın Sebepleri ve Kültürel Sonuçları laşmayı bencilliğin toplumsallaşmış biçimi olarak, bencilliği de insanın doğal şartlardan getirdiği ve insanlaştıkça aşmaya çalıştığı bir durum olarak değerlendirmektedirler.20 Özellikle çağdaş yaşamın üretim ve tüketim şartlarının, insanı kendi dünyasında tek başına bıraktığını, dolayısıyla gündelik bilincin sınırlı şartlarında yaşamaya kendilerini mahkûm etmiş olanların “kutuplaşma” denilen toplumsal bencilliğe her zaman düşebilecekleri değerlendirilmektedir.21 Hâl böyle olunca kutuplaşma/tefrika, aklın algılama ve davranış geliştirme eyleminden kaynaklanan bir adalet sorunu olmanın yanı sıra etik bir sorun, bir değerlendirme ve insan hakları ihlali sorunu olarak da karşımıza çıkmakta,22 bunda da çeşitli sebepler rol oynamaktadır. Bu sebeplerin bir kısmı; üzerinde yaşanılan coğrafyanın, bir kısmı bireylerin davranışlarının, bir kısmı da toplumsal reflekslerin ve uluslararası konjonktürün etkisiyle ortaya çıkmaktadır. Bütün bunlara ek olarak içinde yaşanılan çağın/devrin karakteristik özelliklerinin de farklı coğrafyalarda da olsa toplumlarda benzer davranış biçimlerinin tezahüründe rol oynayabileceği göz ardı edilmemelidir. Bu genel değerlendirmenin ardından Endü- lüs’te Müslümanlar arasında yaşanan kutuplaşmada etkili oldu- ğunu düşündüğümüz önemli sebeplerden bazılarını başlıklar hâlinde şöylece sıralamak mümkündür. 2.1.Hedef Yoksunluğu, Savaşlarda Yaşanan Başarısızlıklar Endülüs’ün fethi sırasında Musa b. Nusayr ve Tarık b. Ziyad arasında yaşanan ihtilaf gibi bazı olumsuzluklar, hedefin büyüklüğü ve elde edilen başarılı sonuçlar karşısında fetihleri olumsuz şekilde etkileyecek boyutlara ulaşmamıştı. İberya Yarımadası’ndan sonra Müslüman ordularının önüne Avrupa’nın fethi gibi oldukça heyecan verici yeni bir hedef konulmuştu. Ancak Puvatya Savaşı’nda (m. 732) alınan yenilgi, süreçte ciddi bir kırılma yaşanmasına sebep olmuş, Endülüs’e geri çekilen fatihler birbiriyle çatışmaya başlamıştı.23 Aslında buna belki de hedef sapması demek gerekir ki bir sonraki başlık bu maddenin mütemmimi mahiyetindedir. 20 Ata Devrim, “Türcülüğün Felsefî Ve Psikanalist Dayanaklari” Ayrımcılık, 29, Felsefelogos Yay., İstanbul, Nisan 2006/I, 161-175. 21 Devrim, s. 161-175; Afşar Timuçin, “Ayrımcılık”, Ayrımcılık, 29, Felsefelogos Yay., İstanbul, Nisan 2006/I, 37-38. 22 Wolf, “Ayrımcılık”, s. 31-35. 23 Özdemir, Endülüs Müslümanları, (2013), s. 139. 89 MİLEL VE NİHAL inanç–kültür–mitoloji Nizamettin PARLAK 2.2. Kur’an’dan-Sünnetten ve Ulvî gayelerden Uzaklaşma Endülüs’ün fethi sırasında “yeryüzünde Allah’ın isminin duyulmadığı bir yer kalmasın” gibi ulvî bir hedef etrafında birleşmiş olan insanlar, zamanla yaşanan kutuplaşmanın sonucunda tepeden itibaren çözülmeye başlamış, idarecilerle halk ayrışmış, toplum bö- lünmüş, insanlar; dar alan savunması diye nitelenebilecek kişisel çıkarlarını ve kazanımlarını muhafaza etme derdine düşmüşlerdir. Nitekim III. Abdurrahman döneminde refah düzeyi çok yükselmiş, bu yüzden halkın büyük bir kısmı olaylara maddî açıdan bakmaya başlamıştı.24 Hâlbuki İslâm dini Müslümanların genel menfaatini ve ittifakını kişi, grup ve mezhep çıkarlarının üstünde tutmuş, ulvî gayeler etrafında kenetlenmeyi gerekli görmüştür.25 Mücadele kriterleri genel-geçer kuralların dışına taşınıp bencillik boyutunda yürütüldüğünde, dünyevîleşme kaçınılmaz olur. Unutulmamalıdır ki daha büyük bir hedefe birlik içinde yol alınırken kişisel beklentiler de zaten bir şekilde tahakkuk eder. Ancak kutuplaşmanın sonucunda hırsla ve parçalanmış olarak yapılacak mücadele, fayda vermeyeceği gibi içinde bulunulan devletin, toplumun helakine yol açacar ve sürdürülmesi arzu edilen kişisel çıkar ve kazanımlar da diğerleriyle birlikte yok olup gider. Bir örnek olarak Benî Ahmer Devleti’nin XIV. yüzyıldaki devlet ricali, ilim ehli ve yargı mensuplarının kişisel çatışmalarına bakmak yeterli olacaktır.26 2.3.Siyasî İhtiraslar ve Çıkar Çatışmaları Endülüs Emevî, Devleti’nin (756-1031) son yılları, Mülûkü’t-Tavâif (1031-1099) dönemleri ve Benî Ahmer Devleti’nin (1238-1492) siyasî tarihi, özellikle de son on yılı bu tür yıkıcı ihtirasların ve kanlı çatış- maların yaşandığı zaman dilimleri olmuştur. Endülüs Emevîleri’nin son yirmi yılı, yönetimi ele geçirmek için kendi aralarında yaşanan, 24 Parlak, Endülüs’ün Çöküşü s. 127; Geniş bilgi için bkz. W. Montgomery Watt – Cachia, Pierre, Endülüs Tarihi, (C. Esin Adıgüzel, Qiyas Şükürov), Küre Yay., İstanbul, 2011, s. 92. 25 Bkz. Âl-i İmrân 3/103; el-Enfâl, 8/46. 26 Bkz. Parlak, Lisânüddîn, s. 58-69. 90 MİLEL VE NİHAL inanç–kültür–mitoloji Endülüs’te Toplumsal Kutuplaşmanın Sebepleri ve Kültürel Sonuçları zaman zaman da Amirîler27 ve Hammudîler28 gibi güçlü ailelerin olaylara müdahil olmasıyla gittikçe büyüyen çatışmalarla geçmiş ve devletin yıkılmasıyla sonuçlanmıştır. Endülüs Emevilerinin yerini alan Mülûkü’t-Tavâif sultanları ise Endülüs’teki Hıristiyan krallıklarla işbirliği yapmak suretiyle kutuplaşmayı doruk noktasına ulaş- tırmışlardır. Endülüslüleri, Kuzey Afrika’dan gelen Murabıtlar29 daha sonra da Muvahhidler30 ancak bir çatı altında toplayabilmiş- lerdir.31 Benî Ahmer sultanlarının ihtirasları ise ortalama her yirmi yılda bir saltanat değişikliğine yol açan darbelerin yaşanmasına sebep olmuştur. Üst düzeyde vukû bulan bu kutuplaşma, zamanla di- ğer idarecileri, ulemayı ve halkı da içine alacak şekilde derinleşip Endülüs’te İslâm hâkimiyetinin kaybedilmesiyle neticelenmiştir.32 2.4.Dış Güçlerin Tahrik ve Teşvikleri Halifelik döneminde (929-1031) Endülüs’ün Kuzeyindeki Hıristiyan krallıklar ve kontluklar, Endülüs Emevî Devleti’ne vergi ödeyen vasal (uydu) devletler konumundaydı. Ancak Müslümanlar arasında yaşanan kutuplaşma vb. sebeplerle devlet yıkılınca Mülûkü’tTavâif denilen küçük şehir devletleri ortaya çıkmış, bu devletler de hayatta kalabilmek için komşuları olan Hıristiyan krallıklarına vergi vermek zorunda kalmışlardır. Endülüs’te Müslümanların yaşadıkları bu gibi fetret dönemlerinde, kuvvet dengesi Hıristiyan krallıklar lehine oluşmuş, bu durumdan istifade eden krallar, Müslümanların 27 1021-1094 yılları arasında Belensiye’de (Valencia) hüküm süren Müslüman hânedan. Abdülkerim Özaydın, “Âmirîler” DİA, c. 3, İstanbul, 1991, s. 72-73. Geniş bilgi için bkz. İbnü’l-Hatîb, A‘mâlü’l-a‘lâm fî men bûyi‘a kable’l- ihtilâm min mulûki’l- İslâm, (tahk.: Levi Provençal), Beyrut 1956, s. 59-128. 28 Kurtuba, İşbîliye, Mâleka ve Cezîretülhadrâ’da 1016-1058 yılları arasında hüküm süren bir İslâm hânedanı. Mehmet Özdemir, “Hammûdîler”, DİA, c. 15, İstanbul, 1997, s. 496-497; Geniş bilgi için bkz. İbnü’l-Hatîb, A‘mâlü’l-a‘lâm, s. 128-143. 29 1056-1147 yılları arasında Kuzey Afrika’da hüküm süren ve 1090’da Endülüs’ü ilhak ederek altmış yıla yakın orayı idare eden Berberî hânedanı ve devleti. İsmail Yiğit, “Murâbıtlar” DİA, c. 31, İstanbul, 2006, s. 152-155. Geniş bilgi için bkz: İbnü’l-Hatîb, Târihü’l-Mağribi’l-arabî fî asri’l-vesît, Dârü’l-Beyzâ 1964, s. 225-266. 30 Kuzey Afrika’da Murâbıtlar’ı yıkarak 1130-1269 tarihleri arasında hüküm süren ve 1146’da Endülüs’ü ilhak edip yaklaşık yüz yıl idare eden Berberî hânedan. Mehmet Özdemir, “Muvahhidler” DİA, c. 31, İstanbul, 2006, s. 410-412; Geniş bilgi için bkz: Abdülmelik İbn Sâhibis-Salât, (ö. 594/1198’den sonra), el-Menn bi’limâme (Târîhü bilâdi’l-Mağribi ve’l-Endelüs fî ahdi’l-Muvahhidîn, tahk.: Abdülhâdî et-Tâzâ), Beyrut 1987; İbnü’l-Hatîb, Târihü’l-Mağrib, s. 266-271 31 Özdemir, Endülüs Müslümanları, (2013), s. 119, 121. 32 Geniş bilgi için bkz. Parlak, Endülüs’ün Çöküşü, 57-209. 91 MİLEL VE NİHAL inanç–kültür–mitoloji Nizamettin PARLAK iç işlerine karışmaya başlamışlar, yaptıkları müdahalelerle onların aralarındaki kutuplaşmayı daha da derinleştirmişlerdir. Bu arada Müslüman devletçiklerin idarecileri de birbirlerine üstünlük sağ- lama derdine düştüklerinden dolayı Hıristiyanlardan yardım istemek suretiyle onların hedeflerine ulaşmalarına kendi elleriyle imkân sağlamışlardır.33 3.Kutuplaşmanın Kültürel Sonuçları Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki Endülüs’te Müslümanlar arasında yaşanan ve başını kutuplaşmanın çektiği ayrılıklar, siyasî birliğin kaybolmasına kültürel tahribata ve nihâî olarak da devletin ve toprakların elden çıkmasına kısacası Endülüs’ün ve Endülüslülerin toptan imhasına sebep olmuştur. Çünkü çatışmalar, Müslümanların güç kaybına yol açmış bu durum da toprak kayıplarını intaç etmiş- tir. Böylece Endülüs’te kelimenin tam anlamıyla sosyal bir çö- zülme yaşanmıştır. Gerçekleşen işgaller sonunda insanlar, katliamlara, köleleştirilmelere, tecavüzlere maruz kalmışlardır. Sağ kalıp canını kurtaranlar, sürgün edilmiş ya da kitlesel olarak göçmek zorunda bırakılmışlardır. Bütün bu yaşananlar, insanların birbirleriyle, devletleriyle ve devletin kurumlarıyla olan ilişkilerinde büyük travmalara yol açmış, düzen bozulmuştur. Hâl böyle olunca huzurlu ve düzenli bir ortamda sergilenen davranış biçimleri, savrulmuş insan kitlelerinden beklenemez. Bunun devamında da kişinin kendisine, ailesine, dinine ve devletine karşı görevlerini yerine getirmesindeki ihmaller gündeme gelir. Dinin emir ve yasaklarında yaşanan savsaklama, kişilerin “günahkâr”, “ahlaksız” “sapık”, “kâfir” diye; devlete karşı sergilenen ihmaller yüzünden de “hain”, “asi” şeklinde yaftalanmaları söz konusu olur. Böylece kısır bir döngü içine girilir. Artık toplumda ahlaksız fiillerin, zararlı alışkanlıkların, sahtekârlıkların ve suçların önü alınamaz olur.34 Bu, sosyal bir bunalımdır. Toplum bundan sonra o ana kadar biriktirdiklerini savurmaya başlar. Bir toplumda yaşanan sosyal çözülme, beraberinde kültürel çözülmeyi ve yozlaşmayı getirir. 33 Özdemir, Endülüs Müslümanları, (2013), s. 111-112. 34 Toğrul İsmayıl, Azerbaycan’da Üniversite Gençliğinin Sosyo-Kültürel Yapısı, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2010, s. 136-140 92 MİLEL VE NİHAL inanç–kültür–mitoloji Endülüs’te Toplumsal Kutuplaşmanın Sebepleri ve Kültürel Sonuçları 3.1.Kültürel Çözülme Endülüs’te yaşanan sosyal çözülme, kaçınılmaz bir biçimde kültürel faaliyetlere yansımış ve ağır bir tahribata sebep olmuştur. Bu kaos ortamında Endülüs’ün yetiştirdiği güzide insanlar, özellikle de ilim adamları katledilmiş, tekfir edilmiş, hapsedilmiş, baskı altına alınmış ve ülkeyi terk etmeye zorlanmışlardır. Yılların birikimi olan de- ğerli kitaplar yakılıp imha edilmiştir. 3.1.1. İlim Ehlinin Faaliyetlerinin Engellenmesi Kutuplaşmalar sonucu Endülüs’te çok sayıda iç çatışma ve isyan ya- şanmıştı. Nitekim Kurtuba’da meydana gelen Rabad Vak‘ası”nda (202/818)35 özellikle ilim erbabı arasından öldürülenler, sürülenler ve hapsedilenler olmuştur. Eğitim-öğretim faaliyetleri, telif-tasnif, sanatsal/mimarî etkinlikler durmuştur. Emniyet ve asayişin sağlanamaması ve ulemanın başka şehirlere göç etmesi sebebiyle Kurtuba Ulu Camii’nde yürütülmekte olan başta Kura’n-ı Kerim eğitimi ve diğer ilimlerin ders halkaları dağılmış,36 bu tür çatışma ortamlarında hayatını kaybedenler olmuştur. Nitekim daha sonraki dönemlerde Endülüs’ün yetiştirdiği önemli tarihçilerden İbnü’l-Faradi (403/1013), yine bir kargaşa sonucu Kurtuba’da Berberî isyancılar tarafından öldürülmüştür.37 Yukarıda Endülüs’te mezhebe dayalı kutuplaşmadan ana hatlarıyla bahsedilmişti. Burada ise somut örnekleriyle konuyu ele almak gerekecektir; Endülüs’te iki kuşak boyunca önemli ilmî ve hukûkî faaliyetlere imza atan Malikî uleması, ikinci kuşaktan sonra, önceki ilim adamlarının görüşlerini taklit etmeye ve onların yazdıklarını ezberlemeye başlamışlardır. Bu durum ulema arasında ciddi 35 Endülüs’te I. Hakem döneminde (m.796-822) Kurtuba’da bir isyan meydana geldi. Fukaha, Hakem’in yaşam biçimini tenkit ederek halkı isyana teşvik etti (m.805). Ancak ayaklanma bastırıldı, yetmiş iki kişi idam edildi. Fakat 818 yılında daha büyük bir olay yaşandı (202/818). Hareketin liderleri, Tâlût el-Fakîh, Yahya b. Yahya ve Lisânüddin İbnü’l-Hatîb’in dedesi İbnü’l-Vezîr gibi ileri gelen zevattı. I. Hakem, stratejik hamlelerle bu isyanı da bertaraf etti. Özdemir, Endülüs Müslümanları, I, (1994), 73-75. Geniş bilgi için bkz. İbnü’l-Hatîb, A‘mâlü’l-a‘lâm, s. 15-17. 36 Bkz. Abdurrahman Abdurraûf el-Hancî, “Eserü fitneti Kurtuba ale’l-mürtekezâti’n-nefsiyye ve’l-ahlâkıyye li’bni Hazmi’l-Endelüsiyyi fî kitâbihi Tavku’lHamâme”, es-Sicillü’l-ilmî li-nedveti’l-Endelüs, I-V, nşr. Abdullah b. Ali ez- Zeydân ve dğr., I, Riyad: Mektebetü’l-Meliki’l-Abdilazizi’lâmme, 1996, s. 133-157. 37 Thomas B. Irving, “İbnü’l-Faradi”, DİA, c. 21, İstanbul, 2000, s. 39-40. 93 MİLEL VE NİHAL inanç–kültür–mitoloji Nizamettin PARLAK bir tahammülsüzlüğe neden olmuş, hatta el-Muvatta şerhi dışında bir eserle uğraşılmasını zararlı görmelerine, Ebû Hanife (ö. 150/767), Şafiî (ö. 204/820), Davud ez-Zahirî (ö. 270/884) gibi ulemanın görüş- lerini benimseyenleri “sapık” ilan etmelerine yol açmıştır. Bâkî b. Mahled (ö. 276/889) görüşlerinden dolayı zındıklıkla suçlanmış, Muhammed b. Kasım el-Kurtubî (ö. 278/891) ise Doğu’dan Endü- lüs’e döndüğünde, çatışmaya yol açacağı düşüncesiyle Mâlikî fukahasının hoşuna gitmeyecek görüşleri yazmaktan çekindiğini itiraf etmiştir. Ebû Bekir et-Turtuşî (ö. 520/1126), hac ibadetini ifa ve ilim tahsil etmek için gittiği Doğu’dan (Irak, Suriye, Mısır), ülkesinde karşılaşacağını tahmin ettiği sert muhalefetten dolayı Endülüs’e dönmek istememiştir.38 İbrahim b. Mûsâ eş-Şâtıbî (ö. 790/1388) dö- neminin mâlikî fukahasıyla ve kadılarıyla yaşadığı ihtilaf yüzünden Rafizîlikle, sahabe düşmanlığı yapmakla suçlanmış ve muhtemelen savunduğu fikirler yüzünden görevinden alınmıştır.39 Endülüs’ün önemli ilim adamlarından biri olan İbn Hazm (ö. 456/1064) hem dönemin Mâlikî ulemasıyla olan görüş ayrılıklarından hem de siyasî çekişmelerden dolayı ciddi sorunlar yaşamış, “sapık” ilan edilmiş, işkenceye ve sürgüne maruz kalmıştır.40 İbn Meserre (ö. 319/931), Malikî fukahasının baskıları yüzünden faaliyetlerini gizli yürütmek zorunda kalmış, ancak takibattan ve zındıklık suçlamalarından kurtulamamış, gerek hayattayken gerekse ölümünden sonra öğrencileri tövbeye davet edilmiş, İbn Meserreci olarak bilinenlerin çoğu Endülüs’ten kaçmışlardır.41 İbn Rüşd (ö. 595/1198) de benzer sebeplerden dolayı inkârcılıkla suçlanmış, gözden düşmüş, sürgüne gönderilmiş ve eserleri yakılmıştır. İbnü’l-Faradî (ö. 403/1013),42 İbnü’l-Gurbâlî (ö. 403/1013)43, İbn Şüheyd (ö. 38 Özdemir, Endülüs Müslümanları, (2013), s. 171, 180-181. 39 Ahmed er-Reysûnî - Ali Hakan Çavuşoğlu, “Şâtıbî, İbrahim b. Mûsâ”, DİA, c. 38, İstanbul, 2010, s. 373-375; Özdemir, Endülüs Müslümanları, (2013), s. 192. 40 H. Yunus Apaydın, “İbn Hazm”, DİA, c. 20, İstanbul, 1999, s. 39-52; Özdemir, Endülüs Müslümanları, (2013), s. 189. 41 Mustafa Çağrıcı, “İbn Meserre”, DİA, c. 20, İstanbul, 1999, s. 188-193; Özdemir, Endülüs Müslümanları, (2013), s. 210-214. 42 Thomas B. Irving, “İbnü’l-Faradî”, DİA, c. 21, İstanbul, 2000, s. 39-40. 43 İbnü’l-Gurbâlî, Endülüs’te isyanların baş gösterdiği bir dönemde âsî Berberîlerin Kurtuba’yı ele geçirmeleri esnasında (19/20 Nisan 1013) öldürüldü. Ömer Mahir Alper, “İbnü’l-Gurbâlî”, DİA, c. 21, İstanbul, 2000, s. 50. 94 MİLEL VE NİHAL inanç–kültür–mitoloji Endülüs’te Toplumsal Kutuplaşmanın Sebepleri ve Kültürel Sonuçları 426/1035),44 İbn Sîde (ö. 458/1066),45 İbn Zeydûn (ö. 463/1071),46 İbn Vehbûn (ö. 483/1090),47 Ebû Bekir İbnü’l-Arabî (ö. 543/1148),48 İbn Seb‘în (ö. 669/1270) kutuplaşma sonucu yaşanan mücadelelerin akabinde hayatını kaybeden ya da Endülüs’ü terk etmek zorunda kalan ilim ehlinden sadece bir kaçıdır.49 44 İbn Şüheyd, fikir, tavır ve davranışlarından dolayı Hammûdîler döneminde bir süre hapsedildi, maddi sıkıntılar yaşadı. Bu sorunlar onun dost ve arkadaşlarını kaybetmesine yol açtı. Dabbi, Buğye, s. 193; Mustafa Aydın, “İbn Şüheyd”, DİA, c. 20, İstanbul, 1999, s. 382-383. 45 Doğduğu kent olan Mürsiye’yi muhtemelen orada meydana gelen siyasî olaylar yüzünden terk etmek zorunda kalmıştır. Zülfikar Tüccar, “İbn Side”, DİA, c. 20, İstanbul, 1999, s. 318-319. 46 Kurtuba’daki ayaklanmalar sırasında (m. 1031) meydana gelen kutuplaşmada taraf olmuş, itibar görmüş sonra hapse düşmüş ardından da hapisten firar ederek İşbiliye’ye kaçmak zorunda kalmıştır. Daha sonra Kurtuba’ya dönüp vezirlik gö- revi üstlenmiş olmasına rağmen muhtemelen muhaliflerinin iftiraları yüzünden Kurtuba’yı yine terk etmek zorunda kalmıştır. Rahmi Er, “İbn Zeydûn”, DİA, c. 20, İstanbul, 1999, s. 464-466. 47 Rahmi Er, “İbn Vehbûn”, DİA, c. 20, İstanbul, 1999, s. 443. 48 Muhaliflerinin tepkileri yüzünden İşbiliye kadılığı görevinden ayrılmak zorunda kalmıştır. Ahmet Baltacı, “İbnü’l-Arabî”, DİA, c. 20, İstanbul, 1999, s. 488-492. 49 Özellikle İbn Rüşd için bkz. Nübâhî, Târihü Kudâti’l-Endelus, 98-99; Bekir Karlığa, “İbn Rüşd” DİA, c. 20, İstanbul, 1999, s. 257-288; Mehmet Özdemir, “İbn Rüşd’ün Yaşadığı Asırda Endülüs”, Diyanet İlmî Dergi, c. 48, sayı: 3, Ankara, 2012, s. 7-30; Ömer Bozkurt “13. Yüzyıl İslam Düşüncesinde İbn Rüşd’e Olan İlgisizliğin Sebep ve Sonuçları Üzerine” Uluslar arası 13. Yüzyılda Felsefe Sempozyumu, Ankara, 16-17 Kasım 2013. (Uluslararası 13. Yüzyılda Felsefe Sempozyumu Bildirileri, ed. M. Demirkol, E. Kala, YBU Yayınları, Ankara, 2014, s. 682-700. 95 MİLEL VE NİHAL inanç–kültür–mitoloji Nizamettin PARLAK 3.1.2. Kitapların Yakılıp İmha Edilmesi50 Tarih boyunca kitap ve kütüphane yakma eylemleri var olagelmiş- tir.51 İslâm tarihinde de çeşitli sebeplerle kitapların yakıldığı bir vakıadır. Fakat Endülüs’te bu hadise, sonuçları itibariyle çok farklı boyutlarda yaşanmış, orada Müslümanlar arasında yaşanan kutuplaşmanın sonucunda çok sayıda kitap imha edilmiştir. Kitapların yakılması, bu çalışmanın önemli kültürel unsurlarından birini teşkil etmesi nedeniyle bu husus üzerinde ayrıntılı olarak durulması zarureti vardır. “Kitap medeniyeti” olarak nitelenen Endülüs’te, yüz binlerce el yazması esere sahip kütüphaneler kuruldu. II. Hakem’in şahsî gayretleriyle dört yüz bin ciltten fazla kitabı olan büyük bir kütüphanesi vardı. Bunun dışında çok sayıda kitabın toplandığı özel kütüphaneler tesis edildi. Kurtuba, Meriye, İşbiliye, Tuleytula, Gırnâta, Sarakusta, Belensiye, Mürsiye, İlbîre, Şâtibe ve Menorka şehirlerinde idareciler ya da şahıslar tarafından kurulmuş büyük kü- tüphaneler mevcuttu.52 50 “Kitapların yakılması” başlığıyla kastedilen şey, her hangi bir sebepten dolayı zararlı görülen kitapların her ne şekilde olursa olsun bir daha okunamayacak şekilde imha edilmesidir. Tarihte kitapları imha etmenin en bariz şekli, ‘yakma’ olduğundan dolayı başlık bu şekilde seçilmiş, ama bu ifadeyle, bütün imha şekilleri kastedilmiştir. Nitekim Hz. Peygamber’in vefatından sonra Hz. Ebû Bekir, hadisleri derlemek için bir çalışma yapıp içinde beş yüz hadis bulunan bir kitap oluşturmuştu. Ancak Peygamber’e ait olmayan bir sözü ona isnat etmiş olmaktan korktuğu için bu kitabı imha etmiştir. Burada Hz. Ebû Bekir’in imha şekli dikkat çekicidir. O, bu kitabı yakarak ya da yırtıp parçalayarak değil suyla yıkayıp yazılarını silerek ortadan kaldırmıştır. Niçin böyle bir imha şeklinin seçildiği meselesi üzerinde ayrıca durulması gerekir. Muhammed Hamidullah, İslâm’ın Doğuşu, (çev.: Murat Çiftkaya), Beyan Yayınları, İstanbul, 2010, s. 71. 51 Tevrat ve İncillerin yakılması hususunda bkz. Hamidullah, İslâm’ın Doğuşu, s. 17, 19. Moğolların kitap imhaları için bkz., Roger Garaudy, Endülüs’te İslâm, (çev.: Cemal Aydın), Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul, 2014, s. 271. 52 Özdemir, Endülüs Müslümanları, (2013), s. 157-160. Doğu’da da Müslümanlar, muhteşem kütüphaneler kurmuştu. Halife Me’mun’un m. 815’de Bağdat’da kurduğu Beytü’l-Hikme’de bir milyon eserin olduğu, 891 yılında Bağdat’da yüzden fazla halk kütüphanesinin bulunduğu, Necef kütüphanesinde kırk bin, Merağa rasathanesinin başındaki Nâsırüddîn Tûsî’nin kütüphanesinde ise dört yüz bin cilt kitabın olduğu rivayet edilir. Garaudy, bundan dört yüz yıl sonra “Bilge” diye meşhur olan Fransa Kralı Beşinci Charles’in kütüphanesindeki kitap sayısı- nın sadece dokuz yüz olduğunu kaydeder. Garaudy, Endülüs’te İslâm, s. 279-280. 96 MİLEL VE NİHAL inanç–kültür–mitoloji Endülüs’te Toplumsal Kutuplaşmanın Sebepleri ve Kültürel Sonuçları Bu yüzden çeşitli sebeplerle gerçekleşen kitap yakma eylemlerinde imha edilen kitap sayısının yüz binlerle ifade edilmesi mübalağalı görülmemelidir. Ancak burada meselenin önemli bir ayırımı gözden kaçırılmamalıdır; kitap imhalarının bir kısmı Müslümanlar tarafından yine Müslüman müelliflerin eserlerinin yakılması şeklinde tezahür etmiş, bunun dışında İslâm’a ve Müslümanlara ait te’lifat, Hıristiyanlar tarafından da yakılmıştır. Endülüs’te bazen kişisel husumetler, bazen siyasî mücadeleler, kimi zaman da dinî kaygılarla, bazı müellifler sakıncalı ilan edilmiş ve eserlerinin okunması, istinsah edilmesi ve hatta elde bulundurulması bile suç kabul edilerek takibata ve cezalandırılmaya sebep teş- kil etmiştir. Hâl böyle olunca zararlı görülen kitapların yakılarak imha edilmesi, en sağlıklı yol olarak görülmüştür. İbn Meserre ve öğrencileri, Mâlikî fukahâsı tarafından tehlikeli görülüp takibata uğramış ve Medînetüzzehrâ’daki saray kütüphanesinde bulunan kitapları ayıklanarak, Mâlikî fakihi ve Kurtuba kâdılcemaâsı İbn Zerb (ö. 381/991) tarafından yakılmıştır (350/961).53 Konuyla ilgili olarak XIV. yüzyılda Gırnata’da yaşamış kadılkudat Ebu’l-Hasan en-Nübâhî (ö. 792/1390) şu bilgileri kaydetmiştir: “Kadı İbn Zerb, İbn Meserre’nin yolundan gidenleri tespit edip ortaya çıkarmak ve tövbe etmelerini sağlamak için yoğun çaba harcadı. Müsadere edilip huzuruna getirilen bütün İbn Meserre müntesipleri tövbe ettiler. Daha sonra İbn Zerb, Kurtuba Camii’nin doğu köşesinde oturarak o insanlardan toplanan kitapları, onların ve orada hazır bulunan diğer insanların gözü önünde yaktı.”54 Gazzalî’nin (ö. 505/1111), İbn Rüşd’ün (ö. 595/1198), İbn Hazm’ın (ö. 456/1064), İbnü’l-Hatîb’in (ö. 776/1374) ve başka müelliflerin eserlerinin toplanarak meydanlarda yakılması, konunun 53 Özdemir, Endülüs Müslümanları, (2013), s. 74, 212. Kallek, İbn Zerb’in Kurtuba kâdılcemâalık görevine 367/978 tarihinde getirildiğini ve vefatına kadar bu vazifede kaldığını kaydeder. Cengiz Kallek, “İbn Zerb” DİA, c. 20, İstanbul, 1999, s. 463. Nübâhî de bu bilgiyi verdiği yerde İbn Zerb’in unvanını sadece “kadı” şeklinde zikreder ve kitapların yakılma hadisesinin tarihini de H. 350 (m. 961) olarak verir. Nübâhî, Târihü Kudâti’l-Endelus, 78. Öyleyse İbn Zerb, kitapları yaktırdığı tarihte henüz Kurtuba kâdılcemâalığı görevine getirilmiş değildir. Bu durumda çıkarılacak sonuçlardan biri de şu olabilir: Muhtemelen İbn Zerb bu tür faaliyetlerine devam edip itibar kazandığından dolayı kâdılcemâa makamına terfi ettirilmiş olmalıdır. 54 Nübâhî, Târihü Kudâti’l-Endelus, s. 78, 201. 97 MİLEL VE NİHAL inanç–kültür–mitoloji Nizamettin PARLAK önemli örneklerini teşkil etmektedir. İbn Hazm, kitaplarını yakanlara bir şiirle cevap vermiştir. O şiirin birkaç mısraı şöyledir: Yakabilirsiniz onca kâğıdı elbette sizler Ama yakılamaz kâğıdın taşıdığı düşünceler Hele beynimdekine, hiçbir el, asla değemez. 55 Benî Ahmer Devleti’nin vezirlerinden, tarihçi Lisânüddîn İbnü’l-Hatîb ile Gırnâta kadılkudatı Ebu’l-Hasan en-Nübâhî (ö. 792/1390) arasında yaşanan siyasî kutuplaşma, altmış civarında eser te’lif etmiş bu büyük müellifin kitaplarının yakılmasına yol açmıştır. Nübâhî, Gırnâta’nın Bâbu’r-Remle meydanında İbnü’l-Hatîb’in akâid ve ahlakla ilgili bazı eserlerini muhtevasından dolayı yaktırmış (H. 773/1371).56 İbnü’l-Hatîb bu olayı “kitaplar yakıldı, hasenât yok edildi” şeklinde değerlendirmiştir.57 Reconquista58 sürecinde Hıristiyanlar, işgal ettikleri Müslüman şehirlerde büyük yıkım gerçekleştirdiler. Müslümanların uğradıkları, katliam, işkence, tecavüz ve talanlar, ilgili kaynaklara, araştırmalara havale edilerek, burada sadece kütüphane ve kitaplar konusunda yaşanan tahribat dikkatlere sunulacaktır. Endülüs kütüphanelerinin bir kısmı, Hıristiyan işgalinden önceki iç savaşlar sebebiyle yağma, talan ve tahribat yaşadı, kitapların bir bölümü ise Kuzey Afrika’ya taşındı.59 Hıristiyan işgaliyle başlayan süreçte ise tam bir kıyım yaşandı. Müsteşrikler bile, bu dönemlerde Kur’an’ların ve kitapların yakıldığına özel vurgu yapmaktadırlar.60 Engizisyon kararlarıyla ya da Hıristiyan din adamlarının, kardinallerin emriyle yakılan kitapların haddi hesabı 55 Özdemir, Endülüs Müslümanları, (2013), s. 74, 157, 189; Garaudy, Endülüs’te İslâm, s. 249-250, 267; İsmail Durmuş, “İbn Hazm (Dil ve Edebiyat)” DİA, c. 20, İstanbul, 1999, s. 58-61. 56 Nübâhî, Târihü Kudâti’l-Endelus, s. 202. 57 İbnü’l-Hatîb, A‘mâlü’l-a‘lâm, s. 319; Bkz. Parlak, Lisânüddîn, s. 21. 58 Reconquista (yeniden fetih/geri alma): Müslümanların Endülüs’ten atılarak Vizigot krallığının İspanya’da yeniden ihyasını hedefleyen uzun vadeli bir istila hareketidir. Özdemir, Endülüs Müslümanları, I, s. 153-155, Geniş bilgi için bkz. Lütfi Şeyban, Reconquista Endülüs’te Müslüman-Hıristiyan İlişkisi, İz Yayıncılık, İstanbul, 2010. 59 Şeyban, Reconquista s. 30. 60 Henry Charles Lea, İspanya Müslümanları Hıristiyanlaştırılmaları ve Sürülmeleri, İnkılâb, İstanbul, 2011, s. 98. 98 MİLEL VE NİHAL inanç–kültür–mitoloji Endülüs’te Toplumsal Kutuplaşmanın Sebepleri ve Kültürel Sonuçları yoktur. Bu bağlamda kardinal Ximenez (Jiménez)’in61 ismi ön plana çıkar. Lea’nın verdiği bilgiye göre; Ximenez,62 fakihlere çağrıda bulunarak ellerinde bulunan bütün kitapların teslim edilmesini istedi. Çoğu altın, gümüş ve paha biçilmez süslemelerle tezyin edilmiş beş bin kitap getirildi. Bu nadide eserlerin birçok talibi olmasına rağmen o, hepsini reddetti ve Alcala’daki kütüphanesi için ayırdığı birkaç tıp kitabı hariç tamamının halkın huzurunda yakılmasını emretti.63 Lea’nin yukarıda yakılan kitaplarla ilgili olarak ifade ettiği beş bin rakamı, öyle anlaşılıyor ki her hangi bir günde ve bir seferde imha edilen kitap sayısını göstermektedir. Zira Kardinal Ximenez’in 1499’da Gırnata’da seksen bin Arapça kitabı yakarak imha ettirdiği bilinmektedir.64 Ximenez’i Gırnata başpiskoposluğuna getirerek bu kültürel kıyıma zemin hazırlayan Kral Ferdinand (1479-1516) fırsat buldukça benzer eylemleri gerçekleştirmiştir.65 İspanya’da Reconquista tamamlandıktan ve Gırnata işgal edildikten (1492) sonra, şehrin teslim anlaşmasıyla Müslümanlara her türlü teminat verilmiş olmasına rağmen, bu sözler tutulmamış, başta Müslümanlar olmak üzere Yahudilere de akıl almaz zulüm ve işkenceler yapılmıştır.66 Bunun üzerine varlıklarını gizlice devam ettirme gayretinde olan Moriskolar67, “Endülüs Mersiyeleri” diye isimlendirilen şiirlerle Müslüman devletlerden çeşitli dönemlerde 61 Ferdinand ile İzabella, Gırnata’yı ele geçirince (1492) burada bir başpiskoposluk tesis ederek başına da Hernando de Talavera’yı getirdi. Böylece hızlı bir Hıristiyanlaştırma gerçekleşeceği umuldu. Ancak kral ve kraliçe sürecin, arzu ettikleri hızda ilerlemediğini görünce Başpiskopos Talavera’nın yardımcılığına, 1499 yı- lının Temmuz ayında Tuleytula Başpiskoposu Fransisco Ximenez de Cisneros’u getirdiler. Müsteşrik Lea’nın ifadeleriyle “Ximenez, taşkın küstah, bağnaz, mü- tehakkim, katı ve de affetmez” bir yapıya sahipti. Lea, İspanya Müslümanları, s. 37, 40-41, 357, 358. 62 Özdemir, Endülüs Müslümanları, (2013), 160, 348; Şeyban, Reconquista, s. 30, 36; Lea, İspanya Müslümanları, 42, 97, 98, 213; Garaudy, Endülüs’te İslâm, s. 267-268; Mesut Doğan, Endülüs, İz Yayınları, İstanbul, 2014, s. 122. 63 Lea İspanya Müslümanları, s. 42. 64 Şeyban, Reconquista, s. 36. 65 Ziya Paşa, Endülüs Tarihi, (sad.: Yasemin Çiçek), Timaş Yay., İstanbul, 2012, s. 266, 268. 66 Makkarî, Nefhu’t-tîb min gusni’l-Endelüsi’r-ratîb ve zikru vezîrihâ Lisâniddin İbni’lHatîb, I-X, (nşr.: Yusuf eş-Şeyh M. el-Bukâî), Beyrut 1419/1998, V, s. 409. 67 Morisko, XVI. Asrın başında İspanya ve Portekiz’de zorla din değiştiren Mağ- ribîlere verilen isimdir. Lea, İspanya Müslümanları, s. 55. 99 MİLEL VE NİHAL inanç–kültür–mitoloji Nizamettin PARLAK yardım talep etmişlerdir.68 Devrin sultanlarına gönderilen bu mersiyelerde, onları etkilemek ve harekete geçirmek için Müslümanların çektikleri sıkıntılar ayrıntılı olarak tasvir edilmiştir. Bu şiirlerde kimi zaman camilerin kiliseye dönüştürülüp hilâlin yerine haçların asıldığı, ezanın yerini çan seslerinin aldığı vurgulanmış, kimi zaman da katliamlara özellikle de Müslüman kadınların, kızların uğ- radıkları tecavüzlere dikkat çekilmiştir.69 XVI. asrın hemen başında Sultan II. Bâyezid’e Endülüs’ten ikinci defa gelen elçinin okuduğu şiirde yukarıdakilerin yanı sıra Kur’an-ı Kerim’lerin ve kitapların yakıldığına özel olarak yer verilmiştir. Verdikleri sözden döndüler ve bizi zorla Hıristiyanlaştırdılar Kur’an-ı Kerimleri yaktılar, çöpe ve pisliğe karıştırdılar Dinimizle ilgili bütün kitapları alaycılıkla ve hakaretle ateşe attılar Müslümanlara, okuyup avunacak bir kitap, bir Mushaf bile bırakmadılar.70 İspanyol dinî ve idarî otoriteleri tarafından, Müslümanların, din değiştirmelerinin önünde önemli bir engel olarak görülen kitaplar, toplatılarak meydanlarda halkın gözü önünde yakılmıştır. Başta Kur’an-ı Kerîm olmak üzere, ele geçirilen Arapça yazılmış ilmî ve kültürel içerikli kitapların hemen hemen hepsi imha edilmiştir 71 Bunun böyle olduğu daha sonraki dönemlerde alınan radikal kararlarla net bir şekilde ortaya çıkmıştır. 1527 yılında bastırılan bir 68 Endülüslüler değişik zamanlarda Kuzey Afrika’daki Müslüman devletlerden Mısır’dan ve Osmanlı’dan yardım istemişlerdir. Bu konuda geniş bilgi için bkz: Meçhul müellif, Ahbâru’l-asr fi’n-kıdâi devlet-i Benî Nasr, (nşr.: Hüseyin Mu’nis), Kahire, 1991, s. 66 (Muhakkıkın Girişi); Makkarî, Nefhu’t-tîb, V, s. 405, 406, 407; M. Abdullah İnan, Nihâyetü’l-Endelüs ve târîhu’l-Arabi’l-mutanassırîn, Mektebetü’l-Hancî, Kahire, 1987, s. 230-232; Mehmet Özdemir, “Osmanlı Endülüs Müslümanlarına Yardım Etmedi mi?” İslâmî Araştırmalar Dergisi, 1999, XII/ 3–4, s. 283–296. 69 Mehmed Nizameddin, “Endülüs Mersiyesi ve Endülüs Tarihine Kısa Bir Bakış” (haz.: M. Zekâi Konrapa), İYİED, II, İstanbul, 1964, s. 165-184. 70 Lütfi Şeyban, Mudejares Sefarades Endülüslü Müslüman ve Yahudilerin Osmanlı’ya Göçleri, İz Yayıncılık, İstanbul, 2010, 240-241; Doğan, s. 122. 71 Özdemir, Endülüs Müslümanları, (2013), 348. Kitaplar, bir dinin, mezhebin ya da ekolün müntesiplerinin kendi görüşlerine bağlılıklarında çok önemli bir yere sahip olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Günümüzden yaklaşık 2600 yıl önce Filistin’i işgal eden Irak hükümdarı Nebukadnezzar, İsrailoğullarının kutsal metinlerini yakarak imha ederken amacı, onların dinini yok etmekti. Hamidullah, İslâm’ın Doğuşu, s. 17. 100 MİLEL VE NİHAL inanç–kültür–mitoloji Endülüs’te Toplumsal Kutuplaşmanın Sebepleri ve Kültürel Sonuçları Morisko isyanından sonra yapılan uygulamalar oldukça dikkat çekicidir. Teslim olan Moriskoların liderleri tutuklanıp tamamının silahları alınırken ellerinde bulunan bütün kitaplar yakılmıştır.72 Müslümanların İspanya’daki hâkimiyetlerini kaybetmelerinin (1492) üzerinden yetmiş beş yıl geçtiği hâlde bütün baskı ve işkencelere rağmen İspanya’da Müslüman varlığı silinememişti. Bu yüzden 1 Ocak 1567’de yürürlüğe konulmak üzere bir kanun yayınlanmış, bununla Moriskolara, üç yıl içerisinde Kastilya dilini öğrenme zorunluluğu getirilmişti. Bundan böyle alenen ya da gizlice Arapça konuşulması, yazılması ve bu dille mukaveleler yapılması kesinlikle yasaklanmıştı. Kanunun yürürlüğe girmesinden sonraki otuz gün içinde bütün Arapça kitapların, Gırnata Şehir Meclisi başkanı Pedro de Deza’ya teslim edilmesi istenmişti. Güya içinde suç unsuru bulunanlar yakılacak diğerleri sahiplerine geri verilecekti. Ancak ilginçtir, sahiplerine iade edilen kitaplar da üç yıl sonra tamamen imha edilmek şartıyla geri verilmişti.73 Başka şehirlerde de benzer şekilde kitap yakma işlemleri tekrarlandı. Kültürel tahribat ve kitap imhası o kadar büyük boyutlara ulaşmıştı ki İspanya Kralı II. Filip (1556-1598), Endülüslülerden kalma yazma eserleri toplamak istediğinde sadece iki bin beş yüz kitap bulabilmişti.74 Endülüs’te Müslümanlar arasında yaşanan kutuplaşmalar iki açıdan kültürel hayata darbe vurmuştur. Birincisi, böylesi ortamlarda eğitim-öğretim faaliyetleri sağlıklı yürütülememiş, ulema ve ilim meclisleri düzenli faaliyet yapamamış, eser telif etme, bunları başkalarıyla paylaşma, fikrî münazaralar yapma imkânları oldukça kısıtlanmıştır. İkinci olarak o zamana kadar elde edilmiş birikimler, müdevvenat, kütüphaneler çeşitli şekillerde zarar görmüş ve tahrip edilmiştir. Hatta birbirine muhalif olanlar, mücadelelerini, meydanlarda kitaplar yakacak boyutlara taşımışlardır. Örnek olarak Kurtuba isyanı (1009-1031) sırasında Kurtuba kütüphanelerinde yaşananları vermek mümkündür. Halife el-Hakem el-Mustansır’ın 72 Lea, İspanya Müslümanları, s. 97. 73 Lea, İspanya Müslümanları, s. 212-213. 74 Özdemir, Endülüs Müslümanları, (2013), 160: Ayrıca bkz. Nebil Abdülhayy Rıdvan,, Cuhûdu’l-Osmâniyyîn li-İngâzi’l-Endelüs ve’stirdâdihi fî Matla‘i’l-‘Asri’l-Hadîs, Mektebetü’t-Tâlibi’l-Câmiî, Mekke, 1408/1988, s. 48. 101 MİLEL VE NİHAL inanç–kültür–mitoloji Nizamettin PARLAK kurduğu ve 400.000 cilt kitabı bulunan meşhur kütüphane, bahsi ge- çen isyan sırasında büyük zarar görmüştür. Kitapların bir kısmı yok pahasına satılırken bir kısmı da özellikle Berberîler’in şehre hâkim olmalarının akabinde talan edilmiştir.75 Aynı boyutlarda olmasa da benzer durumlar Gırnâta isyanları ya da darbeleri sırasında da ya- şanmıştır.76 Kutuplaşmalar sonucunda meydana gelen isyan ve darbe ortamları “kitap hırsızları” için de bulunmaz fırsatlar sunmuştur. Avrupalılar, göz kamaştıran Endülüs kültür ve medeniyetine ilgi duymaya başladıklarında buradaki birikimi çeşitli yollardan aktarma faaliyetine girişmişlerdi. Konumuz açısından en dikkat çekici husus, kitaplarla ilgili olandır. Zira Avrupalılar, sahip olmak istedikleri kitapları, tüccarlar aracılığıyla Endülüs’ten normal yollardan edinebiliyorlardı. Ancak bir süre sonra gayr-i meşru yollara tevessül edilmeye başlandı. Bunun bir sonucu olarak Avrupa’da kitap hırsızlığını meslek hâline getirmiş yeni bir tüccar tipi ortaya çıktı. Bunlar Endülüs’ten çaldıkları kitapları birkaç yüz yıl boyunca Avrupa’nın büyük kentlerinin belli başlı merkezlerinde sattılar. Böylelikle İslâm dünyasının Endülüs’teki bilimsel ve kültürel birikimi, bilinenlerin dışında bambaşka bir yolla Avrupa’ya taşınmaya başladı.77 Müslümanlar arasında yaşanan çatışmaların böyle bir olaya zemin hazırladığı gerçeği de dikkatlerden kaçmamalıdır. Sonuç Mahiyet itibariyle aklın, algılama ve davranış geliştirme eyleminden kaynaklanan kutuplaşma ve tefrika, aslında bir adalet sorunudur. Kutuplaşmanın tarafları, yaptıkları değerlendirme hatası sonucunda tefrikaya düşmektedirler. Tefrika da insanlara hak ettikleri şeyi vermeme sonucunu doğurmaktadır. Kur’an’da’da adalete özel vurgu yapılması, onun zıddı olan kutuplaşmanın tamamen 75 Özellikle Kurtuba isyanının kültürel sonuçları için bkz. Abdülvehhâb Halil edDebbâğ, “Eserü’l-fitne fi’l-hareketi’l-ilmiyye fî Kurtuba”, Âfâku’s-sekâfe ve’t-türâs, 1420/1999, VII, s. 25-26, 103-111. Kurtuba isyanının İbn Hazm üzerindeki etkileri ve Tavku’l-hamâme’deki izleri için bkz. Abdurrahman Abdurraûf el-Hancî, “Eserü fitneti Kurtuba ale’l-mürtekezâti’n-nefsiyye ve’l-ahlâkıyye li’bni Hazmi’l-Endelüsiyyi fî kitâbihi Tavku’l-Hamâme”, es-Sicillü’l-ilmî li-nedveti’l-Endelüs I-V, nşr. Abdullah b. Ali ez- Zeydân ve dğr., I, Mektebetü’l-Meliki’l-Abdilazizi’lâmme, Riyad, 1996, s. 133-157. 76 Bkz. İbnü’l-Hatîb, A‘mâl, s. 319. 77 Geniş bilgi için kz. Parlak, Endülüs’ün Çöküşü, s. 221-222; Yusuf Kaplan, “Osmanlılarda Matbaa: Bir Medeniyet Krizi Sorunu”, Osmanlı, VII, 232-233. 102 MİLEL VE NİHAL inanç–kültür–mitoloji Endülüs’te Toplumsal Kutuplaşmanın Sebepleri ve Kültürel Sonuçları karşısında yer almayı gerekli kılmaktadır. Bu karşı duruştan, maksadın hâsıl olabilmesi için öncelikle kutuplaşmanın nasıl tezahür ettiği, sebeplerinin neler olduğu ve ne tür tahribata yol açtığı bilinmelidir. Bu hususlarla ilgili olarak ulaştığımız sonuçları şöylece özetleyebiliriz: Kutuplaşmalar, toplumda bireysel menfaat çatışmaları ve mezhep, tarikat çatışmaları şeklinde tezahür eder ve çeşitli sebeplerle tırmandırılarak kronik bir mahiyete büründürülür. Bu sebeplerin başında da “Hedef yoksunluğu, siyasî ihtiraslar, çıkar çatışmaları, dış güçlerin tahrik ve teşvikleri,” yer almaktadır. Bir toplum, tefrikanın en somut şekli olan kutuplaşma hastalı- ğına müptela olduğunda çeşitli sorunları yaşamaya mahkûm olur. İslâm tarihinin değişik dönemlerinde farklı coğrafyalarda yaşanan bu sıkıntılar, aynıyla Endülüs’te de söz konusu olmuş ve İberya Yarımadası’ndaki Müslümanlar, içine düştükleri kutuplaşma sonucunda siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik problemlere maruz kalmışlardır. Bu çalışmada sadece kültürel problemler ele alınmıştır. Anlaşı- lan o ki Endülüs’ün siyasî tarihinde meydana gelen olaylara kilitlenmenin bir sonucu olarak bu toplumun yaşadığı kültürel tahribat yeterince algılanamamış, diğer bir deyişle o coğrafyada yaşanan kültürel yıkım, siyasî olayların gölgesinde kalmıştır. Endülüs’teki kutuplaşmanın sonucunda biri Müslümanlardan, diğeri dış güçlerden kaynaklanan büyük bir kültürel tahribat meydana gelmiştir. Yukarıda zikri geçen sebeplerle Müslümanlar birbirleriyle mücadele etmiş, bu esnada ulema ve talebe ciddi sorunlar yaşamış, hayatını kaybedenler, hapsedilen ve sürgüne gönderilenler olmuştur. İlim meclisleri düzenli ve verimli faaliyet gösterememiş, eser teliflerinde sorunlar yaşanmış, büyük emeklerle kaleme alınan eserler, yakılarak imha edilmiştir. Hıristiyan işgalleri bu tahrifatı doruk noktasına ulaştırmış, Endülüs’ün yüz binlerce kitaptan oluşan kütüphaneleri yakılmış, yıkılmıştır. Benzer hususların günümüzde de yaşanmaması için kutuplaş- manın mahiyetinin, sebep ve sonuçlarının iyi kavranması, Kur’an’ın kutuplaşma konusundaki tespitlerinin doğru anlaşılması, konuyla ilgili olarak Hz. Peygamber’in tavrının tespit edilip örnek alınması, Kur’an ve Hz. Peygamber dışında kalan bütün alt aidiyetlerin bu iki 103 MİLEL VE NİHAL inanç–kültür–mitoloji Nizamettin PARLAK temel ölçünün önüne geçirilmemesi, üstüne çıkarılmaması gerçeğinin iyi anlaşılması, bu sorunu yaşayan toplumların bütün unsurlarının ortak hareket edebilme becerilerini geliştirmesi, İslâm dünyasında ve Anadolu’da bir arada yaşama tecrübesinin yeniden hayata geçirilmesi gerekmektedir. Kaynakça Abdülaziz Atîk, el-Edebü’l Arabî fi’l-Endelüs, Beyrut 1976. Abdurrahman Abdurraûf Hancî, “Eserü fitneti Kurtuba ale’l-mürtekezâti’n-nefsiyye ve’l-ahlâkıyye li’bni Hazmi’l-Endelüsiyyi fî kitâbihi Tavku’l-Hamâme”, es-Sicillü’l-ilmî li-nedveti’l-Endelüs, I-V, nşr. Abdullah b. Ali ez- Zeydân ve dğr., I, Mektebetü’l-Meliki’l-Abdilazizi’lâmme, Riyad, 1996, 133-157. Abdülkerim Özaydın, “Âmirîler” DİA, c. 3, İstanbul, 1991. Abdülmelik İbn Sâhibis-Salât, (ö. 594/1198’den sonra), el-Menn bi’l-imâme (Târîhü bilâdi’l-Mağribi ve’l-Endelüs fî ahdi’l-Muvahhidîn, tahk.:Abdülhâdî et-Tâzâ), Beyrut 1987. Afşar Timuçin, “Ayrımcılık”, Ayrımcılık, XXIX, Felsefelogos Yay., İstanbul, Nisan 2006/I. Ahmed b. Yahya b. Ahmed ed- Dabbî el-Endelüsî, (ö. 599/1202), Buğyetü’lmültemis fî târîhi ricâli ehli’l-Endelüs, Dârül-Kitâbi’l-Arabî, Kahire, 1967. Ahmed er-Reysûnî,- Ali Hakan Çavuşoğlu, “Şâtıbî, İbrahim b. Mûsâ”, DİA, c. 38, İstanbul, 2010. Ahmet Baltacı, “İbnü’l-Arabî”, DİA, c. 20, İstanbul, 1999. Alex Demiroviç, “Us ve Dışlanmanın Mantığı”, (çev.: Metin Toprak), Ayrımcılık, XXIX, Felsefelogos Yay., İstanbul, Nisan 2006/I. Ata Devrim, “Türcülüğün Felsefî ve Psikanalist Dayanakları” Ayrımcılık, XXIX, Felsefelogos Yay., İstanbul, Nisan 2006/I. Bekir Karlığa “İbn Rüşd” DİA, c. 20, İstanbul, 1999. Ömer Bozkurt “13. Yüzyıl İslam Düşüncesinde İbn Rüşd’e Olan İlgisizliğin Sebep ve Sonuçları Üzerine” Uluslar arası 13. Yüzyılda Felsefe Sempozyumu, Ankara, 16-17 Kasım 2013. (Uluslararası 13. Yüzyılda Felsefe Sempozyumu Bildirileri, ed. M. Demirkol, E. Kala, YBU Yayınları, Ankara, 2014. Cengiz Kallek, “İbn Zerb” DİA, c. 20, İstanbul, 1999. Ebü’l-Hasan en-Nübâhî (ö. 792/1390), Târihü kudâti’l-Endelusî, (el-Markabetu’l-ulyâ, tah. Lecnetü İhyâit-Türâsi’l-Arabi), Beyrut 1403/1983. Erkan Tüzün, “Nietzsche’de ve Heiddegger’de Ayrımcılığın Onaylanması”, Ayrımcılık, XXIX, Felsefelogos Yay., İstanbul, Nisan 2006/I. Frieder Otto Wolf, “Ayrımcılık”, (çev.: Fehmi Ünsalan), Ayrımcılık, XXIX, Felsefelogos Yay., İstanbul, Nisan 2006/I. H. Yunus Apaydın, “İbn Hazm”, DİA, c. 20, İstanbul, 1999. 104 MİLEL VE NİHAL inanç–kültür–mitoloji Endülüs’te Toplumsal Kutuplaşmanın Sebepleri ve Kültürel Sonuçları Harun Tepe, “Etik Bir Sorun Olarak Ayrımcılık”, Ayrımcılık, XXIX, Felsefelogos Yay., İstanbul, Nisan 2006/I. Henry Charles Lea, İspanya Müslümanları Hıristiyanlaştırılmaları ve Sürülmeleri, İnkılâb, İstanbul, 2011. İbnü’l-Hatîb, A‘mâlü’l-a‘lâm fîmen buyi‘a kable’l-ihtilâm min mulûki İslâm, (tahk.: Levi Provençal, E.), Beyrut 1956. ______, Târihü’l-Mağribi’l-arabî fî asri’l-vesît, Dârü’l-Beyzâ 1964. İsmail Durmuş, “İbn Hazm (Dil ve Edebiyat)” DİA, c. 20, İstanbul, 1999. İsmail Yiğit, “Murâbıtlar” DİA, c. 31, İstanbul, 2006. Lütfi Şeyban, Mudejares Sefarades Endülüslü Müslüman ve Yahudilerin Osmanlı’ya Göçleri, İz Yayıncılık, İstanbul, 2010. ______, Reconquista Endülüs’te Müslüman-Hıristiyan İlişkisi, İz Yayıncılık, İstanbul, 2010. M. Abdullah İnan, Nihâyetü’l-Endelüs ve târîhu’l-Arabi’l-mutanassırîn, Mektebetü’l-Hancî, Kahire, 1987. Makkarî, Nefhu’t-tîb min gusni’l-Endelüsi’r-ratîb ve zikru vezîrihâ Lisâniddin İbni’l-Hatîb, I-X, (nşr.: Yusuf eş-Şeyh M. el-Bukâî), Beyrut 1419/1998. Meçhul müellif, Ahbâru’l-asr fi’n-kıdâi devlet-i Benî Nasr, (nşr.: Hüseyin Mu’nis), Kahire, 1991. Mehmed Nizameddin, “Endülüs Mersiyesi ve Endülüs Tarihine Kısa Bir Bakış” (haz.: M. Zekâi Konrapa), İYİED, II, İstanbul, 1964. Mehmet Özdemir, “IX. Yüzyıl Endülüs’ünde Zındıklık Suçlamaları”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 38. ______, Endülüs Müslümanları, I, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara, 1994. ______, “Hammûdîler”, DİA, c. 15, İstanbul, 1997. ______, “Osmanlı Endülüs Müslümanlarına Yardım Etmedi mi?” İslâmî Araştırmalar Dergisi, 1999, XII/ 3–4. ______, “Muvahhidler” DİA, c. 31, İstanbul, 2006. ______, “İbn Rüşd’ün Yaşadığı Asırda Endülüs”, Diyanet İlmî Dergi, c. 48, sayı: 3, Ankara, 2012. ______, Endülüs Müslümanları Kültür ve Medeniyet, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara, 2013. Mesut Doğan, Endülüs, İz Yayıncılık, İstanbul, 2014. Muhammed Hamidullah, İslâm’ın Doğuşu, (çev.: Murat Çiftkaya), Beyan Yayınları, İstanbul, 2010. Mustafa Aydın, “İbn Şüheyd”, DİA, c. 20, İstanbul, 1999. Mustafa Çağrıcı, “İbn Meserre”, DİA, c. 20, İstanbul, 1999. Nihat Azamat, “İbnü’l-Arif”, DİA, c. 20, İstanbul, 1999. Nizamettin Parlak, Lisânüddîn İbnü’l-Hatîb’in Siyasî Kişiliği ve Tarihçiliği, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2012. ______, Endülüs’ün Çöküşü: Benî Ahmer’de Darbeler ve İsyanlar, Hikmetevi Yayınları, İstanbul, 2014. 105 MİLEL VE NİHAL inanç–kültür–mitoloji Nizamettin PARLAK Ömer Mahir Alper, “İbnü’l-Gurbâlî”, DİA, c. 21, İstanbul, 2000. Ömer Nasuhi Bilmen, Hukukı İslâmiyye ve Islahatı Fıkhiyye Kamusu, I-VIII, Bilmen Yayınevi, İstanbul, ts. Rahmi Er, “İbn Zeydûn”, DİA, c. 20, İstanbul, 1999. ______, “İbn Vehbûn”, DİA, c. 20, İstanbul, 1999. Roger Garaudy, Endülüs’te İslâm, (çev.: Cemal Aydın), Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları, İstanbul, 2014. Süha Abbûd Accâr, “İbn Zekvân”, DİA, c. 20, İstanbul, 1999. Thomas B. Irving, “İbnü’l-Faradi”, DİA, c. 21, İstanbul, 2000. Vahap Özpolat, Demokratik Vatandaşlık Birlikte Yaşama Kültürü, Hegem Yayınları, Ankara, 2009. W. Montgomery Watt–Cachia, Pierre, Endülüs Tarihi, (çev.: Cumhur Esin Adıgüzel, Qiyas Şükürov), Küre Yay., İstanbul, 2011. Yaşar Aydınlı, “İbn Bâcce”, DİA, c. 19, İstanbul, 1999. Zerrin Kurtoğlu, “Dünyada Özcü Olmayan Tarzlarda Katılma İmkânı”, Ayrımcılık, XXIX, Felsefelogos Yay., İstanbul, Nisan 2006/I. Ziya Paşa, Endülüs Tarihi, (sad.: Yasemin Çiçek), Timaş Yay., İstanbul, 2012. Zülfikar Tüccar, “İbn Side”, DİA, c. 20, İstanbul, 1999
.
ENDÜLÜS'ÜN FETHİ VE TÂRIK BİN ZİYÂD
."Târık bin Ziyâd¸ askerlerine; "Ey mücahit kardeşlerim! Arkamızda deniz¸ önümüzde düşman var. Düşmana saldırmaktan başka hiçbir şeyimiz kalmadı. Bize ancak doğruluk ve sabır yaraşır. Şunu kesin olarak biliniz ki¸ bu yarımadada cimrilerin sofrasındaki yetimlerden daha yoksulsunuz! Düşmanınız ordu ve silahları ile karşınıza çıkacak."Yazar:Resul KESENCELİ, Kategoriler:171.Sayı, Tarih
İslâm dininin çeşitli ırk ve milletlere tebliğ edilmesi ve İslâm coğrafyasının genişletilmesi amacıyla Müslümanlar ilk dönemlerden itibaren birçok bölgede fetih hareketleri gerçekleştirmişlerdir. Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde başlayan¸ Dört Halife döneminde Suriye¸ Irak¸ İran ve Mısır'da devam eden fetihler¸ Emevîler döneminde de en geniş şekliyle sürmüş ve bu dönemin en karakteristik özelliklerinden birisi olmuştur. İstisnalar dışında Emevî halifelerinin önemli bir kısmı¸ bir yandan kendi dönemlerinde meydana gelen iç isyanlar ve ayaklanmalarla uğraşırken¸ diğer yandan dış siyasetle de ilgilenerek fetihleri devam ettirmeye çalışmışlardır. Bunun doğal sonucu olarak¸ özellikle Velîd bin Abdülmelik döneminde (705-715)¸ Emevî Devleti'nin sınırları doğuda Çin'e¸ batıda İspanya'ya¸ Kuzeyde Kafkasya'ya dayanacak ve güneyde ise Yemen'i içine alacak derecede geniş bir alana ulaşmıştır. İlk dönem İslâm tarihinde gerçekleştirilen fetihler dinî¸ siyasî¸ askerî¸ sosyal ve iktisâdî açılardan birçok etki ve sonuç meydana getirmiştir. Emevîler döneminde gerçekleştirilen önemli fetihlerden birisi de Endülüs'ün (İspanya¸ İber Yarımadası) fethidir. Bu fetih sayesinde hem Müslümanların Avrupa'ya geçiş noktasındaki stratejik ve jeopolitik açıdan büyük önem taşıyan İber Yarımadası ele geçirilmiş¸ hem de yaklaşık sekiz asır devam edecek olan Endülüs'teki İslâm varlığının ve Endülüs medeniyetinin temeli atılmıştır. Endülüs'ün fethiyle ilgili olarak bazı kaynaklarda detaylı bilgiler bulunmasına rağmen bir kısım temel kaynakta yeterli bilgi bulunmaması dikkat çekmektedir.
Manevî Görev
Târık bin Ziyâd¸ 711 yılında¸ tercih edilen görüşe göre¸ Septe (Ceuta) Limanı'ndan gemilerle yola çıkarak¸ İspanya'nın en güneyinde bulunan ve daha sonra Cebel-i Târık diye isimlendirilecek olan bölgeye doğru hareket etti. Târık bin Ziyâd'ın emrinde gemilerde yedi bin mücahit bulunmaktaydı. Kahraman kumandan¸ geminin güvertesinde Allahu Teâlâ'nın yarattıkları hakkında tefekküre dalmıştı. Bir ara kendini hafif bir uyku hâli kapladı. O anda Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz ile şanlı ashabını gördü. Her biri kılıçlarını kuşanmış¸ yaylarını germiş¸ oklarını düşmana fırlatmak için hazır bekliyorlardı. Peygamber Efendimiz (s.a.v.); “Ey Târık! Yoluna devam et!” buyurdular ve ashabı ile birlikte Târık bin Ziyâd'ın önünden Endülüs'e girdiler. Me'sut komutan¸ büyük bir sürur içinde uykusundan uyandığında¸ burayı fethedeceğine inanmıştı.
Mücahitler¸ İspanya'nın güneyindeki Buheyra denilen yerden karaya çıktılar. Aldığı müjde ile fethi kesin gören Târık bin Ziyâd¸ askerlerin geriye dönme ümidini kırmak için gemileri yaktırdı. Fetih yolu artık açılmıştı. Askerlerin motive olmaları için tarihî bir konuşma gerçekleştirdi.
Mücahitlere Sesleniş
Târık bin Ziyâd¸ askerlerine; “Ey mücahit kardeşlerim! Arkamızda deniz¸ önümüzde düşman var. Düşmana saldırmaktan başka hiçbir şeyimiz kalmadı. Bize ancak doğruluk ve sabır yaraşır. Şunu kesin olarak biliniz ki¸ bu yarımadada cimrilerin sofrasındaki yetimlerden daha yoksulsunuz! Düşmanınız ordu ve silahları ile karşınıza çıkacak. Onların erzakı çoktur. Sizin ise kılıçlarınızdan başka yardımcınız ve düşmandan alacağınız erzaktan başka bir şeyiniz yoktur. İhtiyaç günleriniz uzar ve vazifenizi gerektiği gibi başaramazsanız kendinize kıymış¸ karşı tarafın kalbine korku yerine cesaret vermiş olursunuz. Bu durumda vazifenizi yaparak¸ istemediğimiz kötü sonucu içinizden atınız. Ölümü kolay gördüğünüz takdirde fırsattan faydalanabilirsiniz. Sizi¸ içinde bulunmadığım bir tehlikeye atmıyorum; bizzat kendim başlamadan¸ insanların canlarının en ucuz mal gibi gittiği savaşa sizi sevk etmiyorum. Bu zorluğa bir parça katlanırsanız¸ uzun süre devam edecek tatlı meyveler toplarsınız. Kendinizi düşünerek benden yüz çevirmeyiniz. Bu işte nasibiniz benden çoktur. Bu adanın bol nimetleri size ulaştı. Mü'minlerin emiri Velid bin Abdülmelik¸ çok sayıdaki yiğidinden sizi seçti. Süvari ve yiğitlerle gönüllü olarak savaşa katılmanıza güvenerek¸ bu adanın hâkimlerinin eniştesi ve damadı olmanızı hoş gördü. Burada Allahu Teâlâ'nın isminin yüceltilip dininin açıkça yayılmasına yardımınızın sevabı¸ Emîrü'l-Mü'minin olsun! Alınacak ganimetler benim olmadığı gibi¸ başkasının da değildir. O yalnız sizindir. Allahu Teâlâ bu savaşta göstereceğiniz kahramanlığı¸ dünya ve ahirette iyilikle anılmanız için irade etti. Sizi davet ettiğim şeye ilk icabet edenin kendim olduğunu iyi biliniz. Ordular karşılaştığında¸ azgın düşman komutanının üzerine tek başıma saldıracak ve inşallah onu elimle öldüreceğim. Benimle birlikte hücum ediniz. Onu öldürdükten sonra ölürsem¸ tehlikesinden kurtulduğunuz için¸ kumandanlığı aranızdan bir yiğide vermeniz güç olmaz. Ondan önce ölürsem¸ bu büyük işi ardımdan siz tamamlayınız.” Bu ateşli sözler mücahitler ordusunu heyecanlandırdığından¸ her bir asker¸ bir an önce düşman üzerine atılmayı arzu etmeye başlamıştı.
İspanya'nın (Endülüs) Fethi
O dönemde İspanya Vizigot Kralı Rodrigo¸ Kuzey İspanya'da bir seferde bulunuyordu. Müslümanların İspanya'nın güney bölgelerine ulaştıkları haberini öğrenen Rodrigo¸ büyük bir ordu hazırlayıp güneye doğru harekete geçti. Bu ordunun sayısı hakkında tarihçiler 40.000¸ 70.000 ve 100.000 rakamlarını verirler. Ancak daha çok kabul edilen görüşe göre¸ Vizigot ordusu 40.000 kişiydi. Bu durumu öğrenen Târık bin Ziyâd'ın yardımcı kuvvet istemesi üzerine Musa bin Nusayr 5.000 kişilik bir birlik daha gönderdi. Böylece Târık bin Ziyâd'ın ordusundaki Müslüman askerlerinin sayısı 12.000'e ulaştı. Bu arada Kral Rodrigo'nun ordusu iyice yaklaşmış¸ büyük meydan muharebesinin başlaması an meselesi olmuştu.
Düşmanın görünüşte çok kuvvetli olması¸ kahraman komutan Târık bin Ziyâd'ın maneviyatında en ufak bir tesir yapmadı. Aksine¸ kahramanlık hislerini kamçılayarak cesaretini arttırdı. Tek arzusu derhâl savaşa girip düşman üzerine atılmak¸ şehadet şerbetini içinceye kadar çarpışmak ve sonunda cennete kavuşmaktı. Bu duygular¸ kendisini ve şanlı askerini heyecana getirdi. Nihayet iki ordu karşı karşıya geldi. Her türlü silahla donatılmış düşman ordusu¸ dağı taşı dolduruyordu. Kralları Rodrigo¸ yüksek bir taht üstünde oturmuş¸ gururlu ve kibirli bir hâlde¸ İslâm ordusuna bakıyor¸ birliklerindeki düzene hayran kalıyordu. Her birinin üzerinde bulunan çok ince ve zarif zırhlar göze çarpıyordu¸ başlarında sarık¸ ellerinde kınlarından sıyrılmış¸ gözleri kamaştıran kılıçlar vardı ve gözlerinden kıvılcımlar saçılıyordu. Kumandanlarının etrafına dizilmişler¸ emirlerini dikkatle ve süratle yerine getiriyorlardı. İslâm ordusundan beyaz bayraklı bir heyetin geldiğini görünce¸ iyice meraklandı. Bu gelen elçi heyeti ne diyecekti? Elçiler¸ kralın yanına geldiklerinde; “Ey Kral! Seni ve halkını İslâm'a dâvet ediyoruz! Müslüman olursanız kardeşimiz olursunuz¸ sizi bağrımıza basarız. Kabul etmezseniz¸ cizye ve haraç vererek canınızı kurtarırsınız. Bunu da reddederseniz¸ o zaman aramızı kılıç düzeltecektir.” dediler. Kral Rodrigo¸ Müslümanların sayıca az olduğunu düşünerek heyeti reddetti ve hücum emrini vererek savaşı başlattı. İki ordu¸ Lekke Vadisi'nde harbe başladı. İslâm ordusu¸ “Allahu ekber!” sesleri arasında¸ yalın kılıç düşmanın ortasına daldı. Müthiş bir savaş başlamıştı. Askerlerine gerekli talimatı veren Târık bin Ziyâd¸ yanındaki birkaç fedaisi ile¸ çarpışa çarpışa kral muhafızlarının yanına kadar yaklaştı. Artık geriye dönüş yoktu. Mücahitler¸ komutanlarının bu akıl almaz kahramanlığı karşısında¸ ardı arkası kesilmeyen hücumlar yapıyorlardı. Târık bin Ziyâd¸ düşman muhafız birliğini yararak¸ Kral Rodrigo ile çarpışmaya başladı. Seri kılıç darbeleriyle onu yere düşürdü.
Kralın öldüğünü gören düşman askerleri¸ paniğe kapılarak¸ şaşkın bir şekilde sağa-sola kaçışmaya başladı. Mücahitler¸ kısa zamanda pek çoğunun işini bitirmiş ve büyük bir kısmını da esir almışlardı.
Stanley Lane Poole ismindeki Avrupalı tarihçi; “Müslümanların Lekke Vadisi'nde kazandıkları zafer¸ bütün İspanya'nın ellerine geçmesine sebep olmuş¸ Müslümanlar bazı şehirlerdeki zayıf mukavemeti kırmak için fazla zorlanmamıştır. İspanyollar¸ Müslüman askerlerini karşılarında görünce¸ şehir ve kalelerini fazla direnmeden verip teslim olmuşlardır.” demektedir.
Târık bin Ziyâd¸ Musa bin Nusayr'a zafer haberini veren bir mektup gönderdi. Musa bin Nusayr da bir ordu hazırlayarak İspanya'ya geçti. Kısa zamanda¸ Vizigotların başşehri Tuleytula (Toledo) alındı. Kurtuba¸ İşbiliyye¸ Maride¸ Barcelona¸ Arbuna¸ Kadis¸ Galicia¸ Saragusta¸ Leon Cataloni gibi yerler fethedildi. Böylece Müslümanlar Pirene Dağları'na kadar ulaştılar. Bu zafer¸ Endülüs'ün kapılarını Müslümanlara açtı. Gerek Târık bin Ziyâd'ın¸ gerekse bir yıl sonra fetihleri tamamlamak için 18.000 kişilik orduyla Endülüs'e gelen Musa bin Nusayr'ın gerçekleştirdiği önemli fetihler sonunda üç yıl gibi kısa bir süre içinde İspanya'nın tamamı fethedildi.
Yüzlerce yıl Müslümanların hükmettiği Endülüs'te bilim, kültür, sanat, ticaret alanlarında gelişmeler yaşandı. Bu gelişmeler hem Müslümanların hakimiyetini güçlendirdi hem de tüm insanlığa büyük eserler bırakılmasına neden oldu. Peki böyle büyük bir medeniyetin beşiği olan Endülüs'ü kim, nasıl fethetmiştir. İslam'ın "altın çağı" olarak adlandırılan bu dönemin yaşanmasında da bir Emevi komutanının ve onun askerlerinin kahramanlığı yatmaktadır. Düşmana göre sayıca çok eksik olmasına rağmen ümitsizliğe kapılmayan Tarık Bin Ziyad, öyle bir şey yapıyor ki kendisinin ve askerlerinin düşmanı yenmekten başka çaresi kalmıyor. İşte bu büyük kahramanın hikayesi..
Hz. Ebû Bekir’in Fetih Anlayışı
Abdurrahman DEMİRCİ
1.4282.466
Öz
İslâm devletinin ilk halifesi seçilen Hz. Ebû Bekir'in yöneticiliği, Müslümanlığının bir özeti gibidir. Tıpkı İslâmiyet'i kabulündeki gibi yöneticiliği de sadakat, sabır, kararlılık ve başarıdan ibarettir. Hz. Ebû Bekir, Hz. Peygamber'in başlattığı tebliğ ve fetih faaliyetlerini kararlılıkla sürdürmüştür. O, hem iç hem de dışta verdiği mücadele ile İslâm'ın hâkimiyetini genişletip, perçinlemiştir. Onun fetih anlayışı, temelde Hz. Peygamber'in fetih anlayışına itaat, Müslümanların özgüvenini artırmak ve İslâm'a hizmet bilincini güçlendirmekten ibarettir. Cihada teşviki, İslâm'ın hâkimiyeti ve yayılışını hızlandırmıştır. Hz. Ebû Bekir, fetih faaliyetleri ile hem İslâm'a hem de insanlığa kayda değer hizmetlerde bulunmuştur
Acar, Cafer, Dört Halife Dönemi Fetihlerinin Arka Planı, Ankara, AÜSBE (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), 2000.
Ağırakça, Ahmed, Hz. Ebû Bekir Devri İslâm Tarihi, İstanbul, Buruc Yay., 19 Ahmed, Mustafa Ebû Dayf, Dirâsât fî Târihi’l- Arab Munzu mâ Kable’l-İslâm ilâ Zuhûri’l Emeviyyîn, İskenderiye, Müessesetu Şebabi'l-Câmia, Akkad, Abbas Mahmud b. İbrahim, Hazreti Ebû Bekir’in Şahsiyeti ve Dehası, (çev. Ali Özek), İstanbul, Fatih Matbaası, 1968.
Arı, Salih, Hz. Ebû Bekir ve Ridde Savaşları, İstanbul, Beyan Yay., 1996.
Arnold, Thomas Walker, İntişâr-ı İslâm Tarihi, (çev. Hasan Gündüzler), Ankara, Akçağ Yay., 1971.
Aycan, İrfan, Saltanata Giden Yolda Muaviye Bin Ebi Süfyan, Ankara, Ankara Okulu Yay., 2001.
Bakır, Abdulhalik, Hz. Ali ve Dönemi, Ankara, Bizim Büro Basımevi, 2004.
Balcı, İsrafil, “Hz. Ebû Bekir Döneminde İç Siyaset ve İdare”, OMÜİFD, Samsun 1999. ss. 339-362.
Başmil, Muhammed Ahmed, el-Kadisiyye ve Ma’ariku’l Irak, Kahire, Dâru't- Türas, (t.y.). Belâzurî, Ebû'l-Abbas Ahmed b. Yahya b. Cabir, Fütûhu'l-Buldân, (thk. Rıdvan Mısriyye,1932. Rıdvan), Kahire, el-Matbaatu’l- el- Buhâri, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail, Sahîh-i Buharî, ( I-VI), İstanbul, Çağrı Yay., 1992.
Chaudhry, Muhammad Sharif, Taxation in Islâm and Modern Taxes, Lahor, Impact Publications Internatio, 1992.
Dahlan, Ebû'l-Abbas Ahmed b. Zeyni Mekkî Şafii, el-Futûhâtu’l-İslâmiyye Ba‘de Mudiyyi’l- Futûhâti’n-Nebeviyye, I-II, Beyrut, 1997.
Derveze, M. İzzet, Allah Yolunda Cihad, (çev. Ali Aslan), İstanbul, İlkbahar Yay., 1998.
Dûrî, Abdülaziz, İslâm İktisat Tarihine Giriş, (çev. Sabri Orman), İstanbul, Endülüs Yayınları, 1991.
Ebû Ubeyd, el-Kasım b. Sellâm, Kitâbu’l-Emvâl, (thk. Muhammed Hamid Fıki), (b.y.y.),1353.
Ebû Zehra, Muhammed, İslâm’da Toplum Düzeni, (çev. Nurettin Demir, Vesim Taylan), İstanbul, Kayıhan Yay., 1993.
Eraslan, Sadık, Sosyal ve Politik Sonuçları İtibariyle Hz. Ömer Dönemi Fetih Hareketleri, (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara, 1997. el- Ezdî, Muhammed b. Abdullah, Târîhu Futûhu’ş-Şâm, (thk. Abdulmünim Abdullah Amir), Kahire, 1970.
Ebû Yusuf, Yakub b. İbrahim b. Habib el-Kûfi, Kitâbu’l Harâc, (neşr. Muhibbuddin el-Hatib), Kahire, Matbaatu’s-Selefiyye, 1397.
Fayda, Mustafa, “Fetih”, DİA, c. XII, İstanbul, 1995. ss. 467-470.
_____, “Cerîb”, DİA, c. VII, İstanbul, 1993. ss. 402.
_____, Allah'ın Kılıcı Halid b. Velid, İstanbul, Çağ Yay., 1990.
Gazali, Muhammed, et-Taassub ve’t-Tesâmuh Beyne'l-Mesîhiyye ve’l-İslâm, Mısır, Dâru'l-Kütübi'l-Arabiyye [t.y.]. Halife b. Hayyât, Ebû Amir eş-Şeybani, Târîhu Halîfe b. Hayyât, (thk. Ekrem Ziyaeddin Umeri), Rıyad, Dâru Taybe, 1985.
Başmil, Muhammed Ahmed, el-Kadisiyye ve Ma’ariku’l Irak, Kahire, Dâru't- Türas, (t.y.). Belâzurî, Ebû'l-Abbas Ahmed b. Yahya b. Cabir, Fütûhu'l-Buldân, (thk. Rıdvan Mısriyye,1932. Rıdvan), Kahire, el-Matbaatu’l- el- Buhâri, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail, Sahîh-i Buharî, ( I-VI), İstanbul, Çağrı Yay., 1992.
Chaudhry, Muhammad Sharif, Taxation in Islâm and Modern Taxes, Lahor, Impact Publications Internatio, 1992.
Dahlan, Ebû'l-Abbas Ahmed b. Zeyni Mekkî Şafii, el-Futûhâtu’l-İslâmiyye Ba‘de Mudiyyi’l- Futûhâti’n-Nebeviyye, I-II, Beyrut, 1997.
Derveze, M. İzzet, Allah Yolunda Cihad, (çev. Ali Aslan), İstanbul, İlkbahar Yay., 1998.
Dûrî, Abdülaziz, İslâm İktisat Tarihine Giriş, (çev. Sabri Orman), İstanbul, Endülüs Yayınları, 1991.
Ebû Ubeyd, el-Kasım b. Sellâm, Kitâbu’l-Emvâl, (thk. Muhammed Hamid Fıki), (b.y.y.),1353.
Ebû Zehra, Muhammed, İslâm’da Toplum Düzeni, (çev. Nurettin Demir, Vesim Taylan), İstanbul, Kayıhan Yay., 1993.
Eraslan, Sadık, Sosyal ve Politik Sonuçları İtibariyle Hz. Ömer Dönemi Fetih Hareketleri, (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara, 1997. el- Ezdî, Muhammed b. Abdullah, Târîhu Futûhu’ş-Şâm, (thk. Abdulmünim Abdullah Amir), Kahire, 1970.
Ebû Yusuf, Yakub b. İbrahim b. Habib el-Kûfi, Kitâbu’l Harâc, (neşr. Muhibbuddin el-Hatib), Kahire, Matbaatu’s-Selefiyye, 1397.
Fayda, Mustafa, “Fetih”, DİA, c. XII, İstanbul, 1995. ss. 467-470.
_____, “Cerîb”, DİA, c. VII, İstanbul, 1993. ss. 402.
_____, Allah'ın Kılıcı Halid b. Velid, İstanbul, Çağ Yay., 1990.
Gazali, Muhammed, et-Taassub ve’t-Tesâmuh Beyne'l-Mesîhiyye ve’l-İslâm, Mısır, Dâru'l-Kütübi'l-Arabiyye [t.y.]. Halife b. Hayyât, Ebû Amir eş-Şeybani, Târîhu Halîfe b. Hayyât, (thk. Ekrem Ziyaeddin Umeri), Rıyad, Dâru Taybe, 1985.
Hasan, Hasan İbrahim, İslâm Tarihi (Siyasi-Dini-Kültürel-Sosyal), (I-VII), (çev. İsmail Yiğit- Sadreddin Gümüş), İstanbul, Kayıhan Yayınevi, 19 Heykel, Muhammed Hüseyin, el-Farûk-u Ömer, (I-II), Mısır, Dâru’l-Maârif, 19 Hidâyât, Surahman, et-Teâyüşü’s-Silmî Beyne’l-Müslimîn ve Gayrihim: Dâhile Devletin Vâhidetin, Kahire, Dârü’s-Selâm, 2001.
Hitti, Philip K., Siyasi ve Kültürel İslâm Tarihi, (çev. Salih Tuğ), İstanbul, Boğaziçi Yay., 1980.
İbn Abdirabbih, Ahmed b. Muhammed, el-Endelûsî, el-Ikdu’l-Ferîd, (I-IX), (thk. Müfid Muhammed Kumeyha), Beyrut, Mektebetu’l- Meârif, 1983.
İbn A‘sem, Ebû Muhammed Ahmed el-Kufi, Futûh, I-VIII, Beyrut, Dâru'l- Kütübi'l-İlmiyye, 1986.
İbn Âsâkir, Ebû'l-Kâsım Sikatüddîn Ali b. Hasan b. Hibetullah, Târîh’u Medînet-i Dımeşk, (I-LXXX), (thk. Muhibüddîn Ebû Saîd Amrevî), Beyrut, Dâru’l-Fikr, 1995.
İbnu'l-Esîr, Ebû'l-Hasan İzzeddin Ali b. Muhammed b. Abdülkerim, el- Kâmil fi't-Târîh (I-XI), thk. Ebû’l-Fidâ Abdullah el-Kâdî, I. Baskı, Beyrut, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1987.
İbn Hibban, Ebû Hatim Muhammed b. Ahmed Et-Temimi (ö. 354/965), es- Siretu’n-Nebeviyye ve Ahbâru’l-Hulefa, (thk. Seyyid Aziz Beg), I- II, Beyrut 1987.
İbn Kayyım el-Cevziyye, Şemseddin Ebû Abdillah, Ahkâmu Ehli’z- Zimme, (I-II), (thk. Subhî es-Salih), Beyrut, Dâru’l-İlmi lil-Melâyîn, İbn Kesîr, Ebû'l-Fidâ İmadüddîn İsmail b. Ömer, el-Bidâye ve’n-Nihâye (I- XXI), ( thk. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türki), Cîze, Dâru Hicr, 1997.
İbn Manzur, Ebû'l-Fazl Muhammed b. Mükerrem b. Ali el-Ensârî, Lisânu'l- Arab, (I-XVIII), thk. Emin Muhammed Abdul-Vehhab, Muhammed es-Sadık el-Ubeydi, Beyrut, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l- Arabî, 1999.
İbn Sa‘d, Ebû Abdullah Muhammed, Kitâbu’t-Tabakâti’l-Kübrâ, (I-XI), (thk. Ali Muhammed Ömer), Kahire , Mektebetu’l-Hanci, 2001.
İsrafil Balcı, İlk İslâm Fetihleri, Savaş-Barış İlişkisi, İstanbul, Pınar Yay., 2011.
Kelpetin, Mahmut, Hz. Ebû Bekir Döneminde Irak Fetihleri, EKEV Akademi Dergisi - Sosyal Bilimler -, 2010.
Kennedy, Hugh, The Prophet and the Age of The Caliphate, Malaysia, Pearson Educatıon Lımıted, 1986.
Komisyon, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, (I-XIV), (ed. Kenan Seyithanoğlu ), İstanbul, Çağ Yay., 1986. el-Kureşî, Yahya b. Adem, Kitâbu’l-Harâc, (thk. Ahmed Muhammed Şâkir), Kahire 1347.
Mantran, Robert, İslâm’ın Yayılış Tarihi, (çev. İsmet Kayaoğlu), Ankara, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yay., 1981.
Mecdelavî, Faruk Said, el-İdaretu’l-İslâmiyye fî Ahd-i Ömer İbn Hattab, Beyrut, Dâru'n-Nehdati'l-Arabiyye, 1991.
Miquel, Andre, İslâm ve Medeniyeti-Doğuştan Günümüze- (çev. Ahmet Fidan- Hasan Menteş), Ankara, Birleşik Dağıtım Kitabevi, 1991.
Müslim, Ebû’l-Hüseyn b. el-Haccâc, Sahîh-i Müslim, İstanbul, Çağrı Yay., 19 en-Nuveyrî, Şihabuddin Ahmed b. Abdulvehhab, Nihayetu’l Ereb fî Funûni’l- Edeb, (I-XXXIV), (thk. Abdulmecid Turhaynî, Imad Ali Hamza, Mufîd Kumeyha), Beyrut, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2004.
Reyyis, Muhammed Ziyauddîn, el-Harac ve’n-Nizâmu’l- Maliye, Kahire, Dâru'l-Ensâr, 1977, 100.
Sallâbi, Muhammed, Birinci Halife Hz. Ebû Bekir: Hayatı, Şahsiyeti ve Dönemi (çev. Şerafettin Şenaslan, Faruk Aktaş), İstanbul, Ravza Yay., 2009.
Kelpetin, Mahmut, Hz. Ebû Bekir Döneminde Irak Fetihleri, EKEV Akademi Dergisi - Sosyal Bilimler -, 2010.
Kennedy, Hugh, The Prophet and the Age of The Caliphate, Malaysia, Pearson Educatıon Lımıted, 1986.
Komisyon, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, (I-XIV), (ed. Kenan Seyithanoğlu ), İstanbul, Çağ Yay., 1986. el-Kureşî, Yahya b. Adem, Kitâbu’l-Harâc, (thk. Ahmed Muhammed Şâkir), Kahire 1347.
Mantran, Robert, İslâm’ın Yayılış Tarihi, (çev. İsmet Kayaoğlu), Ankara, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yay., 1981.
Mecdelavî, Faruk Said, el-İdaretu’l-İslâmiyye fî Ahd-i Ömer İbn Hattab, Beyrut, Dâru'n-Nehdati'l-Arabiyye, 1991.
Miquel, Andre, İslâm ve Medeniyeti-Doğuştan Günümüze- (çev. Ahmet Fidan- Hasan Menteş), Ankara, Birleşik Dağıtım Kitabevi, 1991.
Müslim, Ebû’l-Hüseyn b. el-Haccâc, Sahîh-i Müslim, İstanbul, Çağrı Yay., 19 en-Nuveyrî, Şihabuddin Ahmed b. Abdulvehhab, Nihayetu’l Ereb fî Funûni’l- Edeb, (I-XXXIV), (thk. Abdulmecid Turhaynî, Imad Ali Hamza, Mufîd Kumeyha), Beyrut, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2004.
Reyyis, Muhammed Ziyauddîn, el-Harac ve’n-Nizâmu’l- Maliye, Kahire, Dâru'l-Ensâr, 1977, 100.
Sallâbi, Muhammed, Birinci Halife Hz. Ebû Bekir: Hayatı, Şahsiyeti ve Dönemi (çev. Şerafettin Şenaslan, Faruk Aktaş), İstanbul, Ravza Yay., 2009.
Sarıcık, Murat, Bütün Yönleriyle Dört Halife Dönemi, İstanbul, Nesil Yay., 20 Savvâ, Ali, “Mevkıfu’l-İslâm min Gayri’l-Müslimîn fi’l-Muctemai’l-İslâmî”, Muâmeletu Gayri’l -Müslimin f’il-İslâm, Amman, Müessesetu Âl-i'l-Beyt, 19 Seâlibî, Abdulaziz, Hilâfetu’s-Sıddîk ve’l-Fâruk, (thk. Salih el-Herfi) , Dımeşk, Dâru İbn Kesîr, 1998.
Sherwani, Mohammad Habibur Rahman Khan, (çev. Syed Moinul Haq), Hazrat Abu Bakr : The First Caliph Of Islam, Delhi, Adam Publishers, 19 es-Suyûtî, Celaleddin Abdurrahman b. Ebî Bekir, Târîhu’l-Hulefâ, (thk. Muhammed Muhyiddîn Abdülhamîd), Mısır, Matbaatu’s-Seâde, 1952.
Şakir, Mahmut, Hz. Adem’den Bugüne İslâm Tarihi, (çev. Ferit Aydın), İstanbul, Kahraman Yay., 1993. et-Taberî, Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr, Târihu’t-Taberî; Tarîhu’r-Rusûl ve’l
Mulûk, (I-XI), (thk. Muhammed Ebû’l- Fazl İbrahim), Kahire, Daru’l- Mearif, (t.y). Tantavî, Ali, Naci Tantavî, Ahbaru Umer ve Abdullah b. Umer, Beyrut, el- Mektebü’l-İslâmî, 1983. el-Umerî, Ekrem Ziya, Asru’l-Hilâfeti’r-Râşide, Medine, 1414.
_____, Madinan Society At The Time Of The Prophet,(I-II) (çev. Hudâ Khattab), Herndon, ISTAC [International Institute of Islamic Thought and Civilization], 1991.
Walter, E. Kaegi, Bizans ve İlk İslâm Fetihleri, çev. Mehmet Özay, İstanbul, Kaknüs Yay., 2000.
Wellhasuen, Julius, Arap Devleti ve Sukûtu, (çev. Fikret Işıltan), Ankara, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 1963.
Vakıdî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ömer , Kitâbu’l-Meğâzi, I-III, (thk. Marsden Jones) Beyrut, Âlemu'l-Kütüb, 1984.
_____, Kitabu’r-Ridde, (thk. Mahmud Abdullah Ebû’l Hayr), Amman, [t.y.]. Zeydan, Abdülkerim, Ahkâmu'z-Zimmiyyîn ve’l-Müste’menîn fî Dâril-İslâm, Bağdat, Mektebetü'l-Kudüs, 1982.
3 Kas 2007 - Konuya girerken Endülüs'ün fethi öncesinde Emevî devletinin Kuzey Afrika'daki .... İftitâhi'l-Endelüs, thk: Abdullah Enîs et-Tabba'- Ömer Faruk et-Tabba', Beyrut, 1994, s. .... Târık Bin Ziyad'ın Sadık Rüyası ve Tarihî Nu
.İslâm dininin çeşitli ırk ve milletlere ulaştırılması ve İslâm coğrafyasının genişletilmesi amacıyla Müslümanlar ilk dönemlerden itibaren çeşitli bölgelerde fetih hareketleri gerçekleştirmişlerdir. Hz. Peygamber (S. ) döneminde başlayan, Râşid halifeler zamanında Sûriye, Irak, İran ve Mısır’da devam eden fetihler, Emevîler döneminde de en geniş şekliyle sürmüş ve bu dönemin en karakteristik özelliklerinden birisi olmuştur. İstisnalar dışında Emevî halifelerinin önemli bir kısmı, bir yandan kendi dönemlerinde meydana gelen iç isyanlar ve ayaklanmalarla uğraşırken diğer yandan dış siyasetle de ilgilenerek fetihleri devam ettirmeye çalışmışlardır. Bunun doğal sonucu olarak özellikle Velîd b. Abdülmelik döneminde (86-96/705-715) Emevî devletinin sınırları doğuda Çin’e, batıda İspanya’ya, kuzeyde Kafkasya’ya dayanacak ve güneyde ise Yemen’i içine alacak derecede geniş bir alana ulaşmıştır.
İlk dönem İslâm tarihinde gerçekleştirilen fetihler dinî, siyâsî, askerî, sosyal ve iktisâdî açılardan birçok etkiler ve sonuçlar bırakmıştır. Emevîler döneminde gerçekleştirilen önemli fetihlerden birisi de Endülüs’ün (İspanya, İberya yarımadası) fethidir. [1] Bu fetih sayesinde hem Müslümanların Avrupa’ya geçiş noktasındaki stratejik ve jeopolitik açıdan büyük önem taşıyan İberya yarımadası ele geçirilmiş, hem de yaklaşık sekiz asır devam edecek olan Endülüs’teki İslâm varlığının ve Endülüs medeniyetinin temeli atılmıştır. Endülüs’ün fethiyle ilgili olarak bazı kaynaklarda detaylı bilgiler bulunmasına rağmen bir kısım temel kaynakta yeterli bilgi bulunmaması dikkat çekmektedir. Bunun yanı sıra fetih esnasında meydana geldiği öne sürülen bazı olaylar hakkında tartışmalar bulunmaktadır. Üzerinde farklı yorumlar bulunan ve meydana gelip-gelmediği hususunda tartışmaların bulunduğu konulardan birisi de Târık b. Ziyâd’ın İspanya kıyılarına ulaştıktan sonra tüm gemileri yakması olayıdır. Bu makalemizde Târık b. Ziyâd’ın gemileri yakması olayıyla alakalı rivâyetler ve bu husustaki farklı yorumlar ele alınarak bu tartışmalı konu incelenip değerlendirilmeye çalışılacaktır.
Yapmış olduğumuz araştırmalar sonucunda tespitlerimize göre bu ihtilaflı konuyla alakalı olarak tarihçilerin ve araştırmacıların yaklaşımları farklı olmuştur. Bu yaklaşımları 3 ana grupta toplamak mümkündür:
1-) Târık b. Ziyâd’ın gemileri yakması olayını zikredenler.
2-) Bu olaya hiç temas etmeyenler.
3-) Bu olayı kabul etmeyip, tenkît edenler.
Araştırmamızda objektif olmanın bir gereği olarak her üç grupta bulunan tarihçi ve araştırmacıların görüşleri ayrı ayrı incelenecektir. Her grubun yaklaşımını incelerken öncelikli olarak temel kaynaklarda bulunan bilgiler ele alınacaktır. Daha sonra ise bu hususta yorum yapan çağdaş tarihçi ve araştırmacıların değerlendirmelerine göz atıp bu tartışmalı konu yorumlanacak ve bir sonuca ulaşılmaya gayret edilecektir.
Konuya girerken Endülüs’ün fethi öncesinde Emevî devletinin Kuzey Afrika’daki konumuna ve bu bölgede gerçekleştirilen fetihlere kısaca temas etmenin uygun olacağı kanaatindeyiz. Hz. Ömer döneminde Mısır’ın ve Hz. Osman döneminde Ifrîkıyye’deki bazı bölgelerin fethedilmesinden sonra Emevîler döneminde de bu bölgedeki fetihler devam etmiştir. Emevîler döneminde Ifrîkıyye ve Mağrib valiliğine tayin edilen komutanlar arasında özellikle Ukbe b. Nâfi (V. H. 63/682-683), Hassan b. Nu’man el-Ğassânî (V. H. 85/704) ve Mûsâ b. Nusayr (V. H. 97/716)’ın yıllarca süren başarılı fetih hareketleri sonucu Ifrîkıyye ve Mağrib bölgesinin tamamı fethedilmiş ve Emevî devletinin sınırları Atlas okyanusu kıyılarına kadar uzanmıştır.[2] 90/709 yılına ulaşıldığında günümüzdeki Libya, Cezâyir, Fas ve Tunus gibi ülkelerin topraklarını içine alan Ifrîkıyye ve Mağrib bölgesinin tamamı Müslümanların eline geçmiştir. Sadece kara fetihleriyle yetinilmemiş, Tunus’ta kurulan tersanede yapılan gemilerle Akdeniz’deki çeşitli adalara seferler düzenlenerek Akdeniz’deki Bizans hâkimiyetine karşı mücadele edilmiştir. Emevîler döneminde yapılan başarılı deniz seferleri sonucu Akdeniz’deki Kıbrıs, Rodos, Sardunya, Mayorka, Minorka vb. adalar fethedilmiş, farklı halifeler döneminde yapılan bir kaç akın sonucu Akdeniz’deki en büyük adalardan birisi olan Sicilya adasının önemli bir kısmı ele geçirilmiştir.[3] Tüm bu fetihler Emevîler döneminde yeni tersaneler kurulmasına ve dolayısıyla İslâm denizciliğinin gelişmesine yol açmıştır. Bu fetihlerden sonra Müslümanların hedefi hem stratejik bakımdan çok önemli bir konumda olan, hem de verimli topraklara sahip bir ülke olan İspanya’yı fethetmekti.
Endülüs’ün fethedilmesi için şartların uygun olduğu kanaatine ulaşan Ifrîkıyye ve Mağrib valisi Mûsâ b. Nusayr, halife Velîd b. Abdülmelik’in iznini alarak 91/710 yılında Tarîf b. Mâlik komutasında bir deneme seriyyesini İspanya kıyılarına gönderdi. 500 kişilik bu birlik herhangi bir problemle karşılaşmadan Kuzey Afrika’ya geri döndü. Tarîf b. Mâlik’in bu ilk seferi hem Müslümanların girişecekleri büyük fetih hareketi öncesi moral kazanmalarına, hem de bu bölge hakkında daha detaylı bilgi edinmelerine yol açtı. Mûsâ b. Nusayr, azatlısı ve Tanca valisi olan, Berberî asıllı olduğu kabul edilen Târık b. Ziyâd’ı[4] Endülüs’e gidecek İslâm ordusunun komutanlığına tayin ederek ilk planda 7. 000 kişilik bir ordu hazırladı.
Târık b. Ziyâd, 92/711 yılında tercih edilen görüşe göre Septe (Ceuta) limanından gemilerle yola çıkarak İspanya’nın en güneyinde bulunan ve daha sonra Cebel-i Târık diye isimlendirilecek olan Calpe (Gibraltar) adlı bölgeye ulaştı. Târık, burada karargahını kurdu ve ordusunun tamamının İspanya kıyılarına ulaşmasını bekledi. Daha sonra İspanya’nın kuzey bölgelerine sefere çıkmak için ordusunu düzene koydu. O sırada İspanya Vizigot kralı Rodrigo kuzey İspanya’da bir seferde bulunuyordu. Müslümanların İspanya’nın güney bölgelerine ulaştıkları haberini öğrenen Rodrigo büyük bir ordu hazırlayıp güneye doğru harekete geçti. Bu ordunun sayısı hakkında tarihçiler 40. 000[5], 70. 000[6] ve 100. 000[7] rakamlarını verirler. Ancak daha çok kabul edilen görüşe göre Vizigot ordusu 40. 000 kişiydi. Bu durumu öğrenen Târık b. Ziyâd’ın yardımcı kuvvet istemesi üzerine Mûsâ b. Nusayr 5. 000 kişilik bir birlik daha gönderdi. Böylece Târık’ın ordusundaki Müslüman askerlerinin sayısı 12. 000’e ulaştı.[8] İslâm tarihinde “Lekke (Guadalate) Vadisi Savaşı” olarak bilinen savaş sonunda Rodrigo ve ordusu mağlup oldu. Bu zafer Endülüs’ün kapılarını Müslümanlara açtı. Gerek Târık b. Ziyâd, gerekse bir yıl sonra fetihleri tamamlamak için 18. 000 kişilik bir orduyla Endülüs’e gelen Mûsâ b. Nusayr’ın gerçekleştirdiği önemli fetihler sonunda 3 yıl gibi kısa süre içinde İspanya’nın tamamı fethedildi.
Endülüs’ün fetih süreciyle ilgili verdiğimiz bu kısa bilgilerden sonra Târık b. Ziyâd’ın, kendilerini İspanya’ya taşıyan gemileri yakması olayına geçmek uygun olacaktır. Târık b. Ziyâd’ın gemileri yaktığını öne süren tarihçi ve çağdaş araştırmacılara karşılık böyle bir olaydan hiç bahsetmeyen tarihçi ve araştırmacılar da vardır. Bazı çağdaş araştırmacılar ise gemilerin yakılması olayını kabul etmeyip, bununla alakalı rivâyetleri tenkît etmektedirler. Makalemizin girişinde de ifade ettiğimiz gibi biz her üç grubun yaklaşımını ayrı başlıklar altında ele alıp inceleyeceğiz.
İsmail Hakkı ATÇEKEN
Kaynaklar:
[1] Endülüs’ün fethiyle ilgili detaylı bilgi için bkz: İbn Abdülhakem, Fütûhu Mısr ve Ahbâruhâ, thk: Charles Torrey, Kahire, 1991, s. 204-213; Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân (Ülkelerin Fethi), çev: Mustafa Fayda, Ankara, 1987, s. 330-331; Müellifi meçhûl, Ahbâru Mecmû’a fî Fethi’l-Endelüs ve Zikri Ümerâihâ, thk: İbrâhim el- Ebyârî, Beyrut, 1981, s. 16-27; Makkarî, Nefhu’t-Tîb min Ğusni’l-Endelüsi’r-Ratîb, thk: Yusuf eş-Şeyh el-Bukâî, Beyrut, 1986, I, 219-263, Muhammed Abdullah ‘Inân, Devletü’l-İslâm fi’l-Endelüs, 2. baskı, Kahire, 1988, I, 33-53; W. Montgomery Watt - Pierre Cachia, A History of Muslim Spain, New York, 1967, s. 8-10; S. Muhammed Imâmüddin, Endülüs Siyâsî Tarihi, çev: Yusuf Yazar, Ankara, 1990, s. 29-43; Mehmet Özdemir, Endülüs Müslümanları-1, Ankara, 1994, s. 7-27.
[2] Ifrîkıyye ve Mağrib fetihleri hakkında detaylı bilgi için bkz: İbn Abdülhakem, s. 192-204; Belâzurî, s. 324-330; Hüseyn Mu’nis, Târîhu’l-Müslimîn fi’l-Bahri’l-Mütevessit, 2. baskı, Kahire, 1993, s. 34; S. Abdülazîz Sâlim, el-Mağribu’l-Kebîr, Beyrut, 1981, II, 240-258; Nadir Özkuyumcu, Fethinden Emevîler’in Sonuna Kadar Mısır ve Kuzey Afrika (Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul, 1993), s. 177-178; İsmail Hakkı Atçeken, Endülüs Fâtihlerinden Mûsâ b. Nusayr ve Faaliyetleri (Basılmamış araştırma, Konya, 2001), s. 19-32 vd.
[3] Emevîler döneminde Akdeniz’deki deniz seferleri için bkz: el-İmâme ve’s-Siyâse (İbn Kuteybe’ye nisbet edilmektedir), thk: Halîl el-Mansûr, Beyrut, 1997, s. 234-235; Belâzurî, s. 220-226, 337-339; S. Abdülazîz Sâlim-A. Muhtar el-Abbâdî, Târîhu’l-Bahriyyeti’l- İslâmiyye fi’l-Mağrib ve’l-Endelüs, Beyrut, 1969, s. 26-31; Hüseyn Mu’nis, s. 44-55.
[4] Târık b. Ziyâd’ın soyu, kişiliği ve faaliyetleri hakkında bkz: İbn Hallikân, Vefeyâtu’l-A’yan ve Enbâu Ebnâi’z-Zamân, thk: İhsan Abbas, Beyrut, 1977, V, 320-323; Himyerî, er-Ravdu’l-Mi’tar fî Haberi’l-Aktâr, Lübnan, 1975, s. 35; Makkarî, I, 243, 254.
[5] İbn Haldûn, Târîhu İbn Haldûn, thk: Halîl Şehâde, 2. baskı, Beyrut, 1988, IV, 150.
[6] el-İmâme ve’s-Siyâse, s. 237.
[7] Nüveyrî, Nihâyetü’l-Ereb fî Funûni’l-Edeb, thk: Hüseyn Nassâr, Kahire, 1983, XXIV, 47; Makkarî, I, 221.
[8] İbnü’l-Kûtiyye, Târîhu İftitâhi’l-Endelüs, thk: Abdullah Enîs et-Tabba’- Ömer Faruk et-Tabba’, Beyrut, 1994, s. 76-77; Ahbâru Mecmû’a, s. 16-17; Makkarî, I, 219-221.
Ben Endülüs'ün Emeviler zamanında fethedildiğini sanıyordum. Fakat bugün okuduğum bir kaynakta farklı bir rivayet var, dikkatimi çekti buraya alıyorum: İspanya’nın (Endülüs) Müslümanlar tarafından fethedilmesi (92-95/711-714), İslâm tarihinin ilk yüzyılında meydana gelen en önemli siyâsîaskerî olaylarından birisidir. İspanya, jeopolitik konumu, Müslümanların Kuzey Afrika’dan Avrupa’ya önemli geçiş noktalarından biri olması, verimli topraklara sahip olması vb. özellikler sebebiyle önemli bir ülkedir. Endülüs’ün fethi sırasında meydana gelen bazı olaylar ve fetih sonrasındaki birtakım tarihî olaylarla ilgili olarak Mağrib ve Endülüs tarihi hakkında hazırlanmış kaynak ve araştırmalarda detaylı bilgiler bulmak mümkünken, Halîfe b. Hayyât (V.240/854), Ya’kûbî (V. 292/904), Taberî (V. 310/922), Mes’ûdî (V. 346/957) vb. ilk dönem İslâm tarihi kaynaklarında çok az bilgi bulunmaktadır. Endülüs’ün fethiyle ilgili detaylı bilgi veren kaynak ve araştırmaların bir kısmında fetih öncesi ve sonrasında meydana gelen bazı olaylar hakkında birbirinden farklı, ihtilâflı nakillere ve görüşlere rastlamak mümkündür. Tarihçiler çoğunlukla Endülüs’ün 92/711 yılında fethedildiğini kabul ederler. Ancak Taberî ve az sayıdaki diğer bazı tarihçilerin naklettikleri bir rivâyete dayanarak Endülüs’ün fethini Hz. Osman’ın hilâfetine kadar götürenler de olmuştur. Örneğin merhûm Muhammed Hamîdullah bu konuyla ilgili bir makalesinde1 Endülüs’ün fethinin Emevîler döneminde değil, Râşid halifelerden birisi olan Hz. Osman zamanında gerçekleştiğini öne sürmüştür. M. Hamîdullah konuyla ilgili makalesinde özetle şu görüşlere yer vermektedir: “Halk arasında İspanya’nın fethinin 92/711 yılında Emevî halifesi Abdülmelik b. Mervân zamanında olduğu görüşü yaygındır. Buna göre Târık b. Ziyâd ve Mûsâ b. Nusayr bu fetih işini gerçekleştirmişlerdir. Halbuki, Müslüman askerler, Endülüs’e bu tarihten uzun bir zaman önce 27/647-648 yılında girmişlerdir. Bu askerler oradan ayrılmayarak ikâmet etmişler ve Târık Endülüs’e gelinceye kadar oradan çıkmamışlardır.” M. Hamîdullah’a göre Endülüs’ün fethi 27/647-648 yılında olmuştur. Ancak sıradan insanların çoğu bunu bilmezler. Müslümanlar bu olayı unuttular. Bu sebeple bunu onlara tekrar hatırlatmak, konuyla ilgili vesîkaları ve gerekli olan delilleri nakletmek gerekir. M. Hamîdullah bundan sonra “Hz. Osman Zamanında Endülüs’ün Fethi” başlığı altında bu konuyla ilgili Taberî’nin Târîh, İbnü’l-Esîr’in el-Kâmil fi’t-Târîh,Ebu’l-Fidâ’nın Târîh, Zehebî’nin Târîhu’l-İslâm, İbn Kesîr’in el-Bidâye ve’n-Nihâye adlı eserlerindeki rivâyetlerini delil olarak maddeler halinde sıralamaktadır. M. Hamîdullah, makalesinin sonunda zikrettiği bu nakillerin, Endülüs ve Avrupa’nın bir kısmının Müslümanlar tarafından Hz. Osman zamanında 27/647-648 yılında fethedildiği konusunda İslâm tarihçileri arasında görüş birliği olduğunu gösterdiğini söylemektedir. Ona göre oraya giden Müslümanlar Endülüs’te Târık’ın ordusu gelip fetih tamamlanıncaya kadar orada kalmışlardır. M. Hamîdullah, makalenin başlığında ve bazı yerlerinde “Hz. Osman zamanında Endülüs’ün fethi”, makalesinin sonundaki değerlendirme cümlesinde ise “Hz. Osman zamanında Endülüs ve Avrupa’nın bir kısmının fethi” ifadesini kullanmıştır. kaynak: "ENDÜLÜS’ÜN FETİH SÜRECİYLE İLGİLİ FARKLI GÖRÜŞLERE ELEŞTİREL BİR YAKLAŞIM, İsmail Hakkı ATÇEKEN Doç. Dr., S. Ü. İlahiyat Fakültesi" adlı makalenin bir bölümüdür.
Ruzname.net
Ankara’nın seçkin kültür odaklarından Kurtuba Kitap-Kahve tarafından gönderilen bir davet mesajı ile, Endülüs dostu Dr. Mehmet Sılay’ın oluşturduğu gruba dahil olarak 7-11 Aralık 2011 günlerinde İspanya’nın Endülüs topraklarında kültürel maksatlı bir gezi yaptım. Birkaç yazı ile Endülüs gezisi izlenimlerimi paylaşmak istedim.
Lise tarih kitaplarımdan Endülüs hakkında aklımda kalan, ilk Müslüman devletlerinden birisinin “Endülüs Emevi Devleti” olduğu idi. Daha sonra edindiğim bilgilerle, yaklaşık 800 yüzyıl müslümanların egemenliğinde kalmış olan Endülüs topraklarının nasıl kaybedildiğini bu bilgileri edindiğim günden bu yana merak ediyordum. Bu merakım, Yazarlar Birliği Kurucu Başkanı D. Mehmed Doğan’ın Türkendülüsiye kitabı[1] ile Anadolu topraklarında da benzer bir geri çekilmenin söz konusu olabileceği konusunda emperyalist Haçlı zihniyetinin hesapları noktasında bir kaygıya dönüşmüştü.
İşte bu duygu ve düşünceler ile turistik bir gezi grubunda paylaşılması asla mümkün olmayan güzel anları paylaştığım yaklaşık 50 kişilik bir grup ile Endülüs yolculuğuna başladım. Yolculuğun başlangıçında havaalanında buluştuğumuz Dr. Mehmet Sılay’ın önceki Endülüs gezilerindeki izlenimlerini ve Endülüs tarihi hakkındaki derlemelerini içeren “Endülüs Çağırıyor” adlı kitabı da [2] yolculuğumuz süresince elimden düşmedi.
Endülüs gezisine başlamadan önce bilgilenmek için bu konuda çalışma yapan az sayıdaki değerli isimlerden Dr. Lütfi Şeyban tarafından Endülüs hakkında kaleme alınmış olan Reconquista (Endülüs’te Müslüman-Hıristiyan İlişkileri) isimli eserini [3] okumuştum. Geziye hazırlık noktasında 2007 yılı sayılarından birisini “Yitik Medeniyet Endülüs” kapağı ile Endülüs’e ayıran Kültür dergisi de [4] çok faydalı oldu. Bu iki kaynaktan yararlanarak Endülüs ve Endülüs tarihi hakkında kısa da olsa bir bilgilendirmenin gerekli olduğunu biliyorum. (Sözün burasında Endülüs gezisi yazılarımda kullandığım tarihî bilgilerin, temelde bu kaynaklara dayandığını belirtmeliyim.) Türkistan Üzerine Sohbet Ederek Endülüs’e Varış
Özel bir havayolu şirketinin uçağı Türkiye’den Endülüs’e giden üç ayrı gezi ekibini biraraya getirerek yaklaşık 4,5 saatlik bir uçuşla İspanya’nın Sevilla (İslâmî dönemde İşbiliyye) havaalanına indiğimizde -tevâfuken yan yana düştüğümüz- Ali Dadan ile yolboyu sürdürdüğümüz sohbeti henüz noktalamıştık. Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde İslam Tarihi’nin Orta Asya’nın İslamlaşma dönemi hakkında doktora çalışması yapan Dadan, özellikle Orta Asya’nın İslamlaşma sürecinde ismi şiddetli tartışmalara konu olmuş olan Kuteybe ibn Müslim hakkında önemli bilgiler verdi. Ben de Türkistan’da yaşadığım süreçte edindiğim bilgi ve izlenimlerimi kendisi ile paylaştım.
“Endülüs” Denildiğinde Akla Gelenler
Türkçe söylenişi Endülüs olarak yaygınlaşmışsa da, Arapça’da “Endelüs” olarak yazılır. Batı dillerinde ise Al-Andalus, Andalus, Andalusia ve Andalucia olarak kaydedilir. Bugünkü İspanya’nın güneyindeki otonom bölge de Andalucia olarak adlandırılmıştır.
Endülüs Yarımadası olarak da adlandırılması mümkün olan bu yarımada üzerinde, Endülüs veya Endülüs Devleti teriminin kapsamında olarak bugün İspanya, Portekiz ve Güney Fransa bulunmaktaydı. Bugünkü İspanya’da Endülüs Özerk bölgesi olarak tanımlanan bölge 87,268 km²'lik yüzölçümü ile İspanya' nın % 17,84'ünü teşkil eder. Bölgede yaşayan insan sayısı 8.285.692 olup nüfus bakımından İspanya'nın en büyük özerk bölgesidir. Bölgedeki başlıca şehirler Almería, Cadiz, Cordoba (Kurtuba), Granada (Gırnata), Huelva, Jaén, Málaga ve bölgenin başkenti olan Sevilla (İşbiliyye)’dir.
Endülüs, ilk İslam fetihleri sürecinde Kuzey Afrika’yı fethedildikten sonra yapılan bir çıkartma ile kısa zamanda nerdeyse tamamını ele geçirdikleri İberya Yarımadası’nın müslümanlar tarafından benimsenen coğrafya ve devlet adıdır. Endülüs, kendine has coğrafî, siyasî, sosyal ve kültürel özellikleriyle İslam ve Avrupa tarihi içerisinde apayrı bir yeri ve önemi olan bir bölgedir. Yeryüzündeki üç büyük semavî din mensubu toplulukların, aynı çatı altında bir arada yaşamalarından meydana gelen ortak bir kültür bölgesidir. Burası, Doğu-Batı mücâdelesinin Haçlı Seferlerine dönüşmesinin düşünce kaynağı ve Haçlı Seferlerinin ilk cephesi olmuş, Avrupa Hıristiyanlarının neredeyse topyekûn birleşerek gerçekleştirdikleri Haçlı saldırıları karşısında yüzyıllarca ayakta kalmayı başarmış bir Müslüman devletidir. İlk Fetihler ve Endülüs Devleti’nin Kuruluşu
Müslümanlar, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Mekke'den Medine'ye hicretiyle başlayan devletleşme sürecini kısa sürede bir dünya devleti olma yolunda ilerleyerek sürdürmüşlerdi. Cihad farzını yerine getirirken başlayan fetih hareketleri sonucunda Irak, İran, Suriye, Filistin ve Mısır daha ilk iki halîfe Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer zamanında (632-644) İslâm ile tanışmıştı.
Fetih süreci ilk yüzyıl boyu hızlanarak sürdü ve sırasıyla Trablusgarb (647), Kıbrıs (649, 653), Hind sınırına kadar olan bölge (650-652) ve Rodos Adası (653) fethedildi. Sicilya çıkarması (668); Kuzey batı Afrika'nın Ukbe b. Nâfi tarafından fethi ve Kayrevan'ın kurulması (670), komutan Hassân b. Nu'mân tarafından Kuzey Afrika'nın yeniden fethi ve Tunus şehrinin kurulması (698), Kuzey batı Afrika'nın Emevi halîfesi Abdülmelik b. Mervân zamanında Musâ bin Nusayr tarafından tam bir vilâyet olarak İslam devletine bağlanması (705) sağlanmış ve Müslümanların Tarîf b. Mâlik ile ilk İspanya çıkarması (710) bu sürecin önemli dönüm noktalarıdır.
İspanya ya da İberya Yarımadası'nın fethi, ilk İslam fetihlerinin son halkasını teşkîl eder. Emevîler'in Kuzey Afrika Vâlisi Musâ b. Nusayr'ın, Halîfe Velîd b. Abdülmelik'ten aldığı izinle Tarîf b. Mâlik komutasında 500 kişilik bir birliği 710 yılının ilkbaharında keşif amacıyla İspanya'nın Güney kıyılarına yollamasıyla fetih hareketi başlamış oldu. Musâ bin Nusayr, Tarîf'e (Cezîretü Tarîf, Tarifa, Isla de la Palomas) yapılan bu küçük çıkarmadan olumlu sonuç alınınca fetih hazırlıklarını yaptı ve İspanya'yı fethe yolladığı, Berberî âzâtlısı Târık b. Ziyad komutasındaki 7000 asker gücüne sâhip ordu, 27 Nisan 711 günkü tarihî çıkartma ile dört yıl sürecek fetih sürecini başlattı.
Bu sırada İspanya'da hâkim olan Vizigot Krallığı taht kavgaları, toplumsal-dinî çatışmalar sebebiyle nerdeyse gücünü yitirmiş durumdaydı. Emevi ordusu kolaylıkla İspanya'ya geçti. Vizigotlar ile arası bozuk olan Kuzey Afrika kıyılarındaki Sebte Vâlisi Julianos'un özellikle çıkartmada kullanılacak gemilerin temini noktasındaki yardımlarının da etkili olduğu bilinmektedir.
20 yıl kadar kısa bir sürede İspanya'nın büyük kısmını, bugünkü Portekiz de dahil olmak üzere fetheden müslümanlar, ilerlemelerini sürdürerek Pirene Dağları'nı aştılar, bugünkü Fransız topraklarına girdiler. Frank ordusuyla Poitiers (Puvatya) denilen yerde yapılan savaşta (732) her iki taraf da büyük kayıplar verdi. Müslümanlar geri çekildiler. Büyük kayıplar veren Franklar da geri çekilen müslümanları izleyemedi. Poitiers (Puvatya) Savaşı, İslam ve Avrupa tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. İslam orduları bu savaşta kesin bir zafer kazanabilselerdi, İslam Avrupa'da batı yönünden de fetihlerini sürdürebilecekti.
711 Yılında Târık b. Ziyad ile başlayan ve Emeviler’in Kuzey Afrika Eyaleti Valisi Musâ b. Nusayr’ın eliyle tamamlanan İspanya’nın fethi ile, 711 Yılından 1492’ye kadar 781 yıl yaşayan Endülüs İslam Devleti, değişik siyasi devrelerden geçerek ömrünü tamamlamıştır: 1. Fetih ve Valiler Dönemi (27 Nisan 711-756), 2. Endülüs Emevileri Dönemi (756-1031), 3. Mülükü’t-Tavaif Dünemi (Beylikler, 1031-1090), 4. Endülüs’te Murabıtlar Dönemi (1090-1147), 5. Endülüs’te Muvahhidler Dönemi (1150-1238), 6. Garnata’da (veya Gırnata, Granada) Nasrîler Dönemi (1238-1492).
Siyasi hayatı 711 ile 1492 yılları arasını kapsayan Endülüs Devleti, farklı dillerdeki literatürde el-Endelüs el-İslâmiyye, İsbanya el-İslâmiyye, Espana Musulmana ve Islamic Spain olarak adlandırılır.
Târık Bin Ziyad’ın Sadık Rüyası ve Tarihî Nutku
Endülüs adı anıldığında ismi ilk akla gelen kimdir denilse, yanıtın ‘Târık bin Ziyad’ olacağı kesindir. Endülüs gezimizin ilk durağı, iyi bir başlangıç olarak Târık bin Ziyad komutasındaki İslam ordularının çıkartma yaptığı sahiller ve ismini 710 yılında İslam fethine kapı aralayan keşif çıkartmasını yapan Tarîf b. Mâlik’ten alan Tarifa kasabası oldu.
Vali Musâ bin Nusayr, Müslümanların müttefiki Septe kontunun emrine verdiği gemilerle yedi bin kişilik bir İslam ordusunu komutasına verip İber yarımadasına gönderdiği Berberi kökenli bir müslüman olan Târık bin Ziyad karakteri, azmi ve iradesiyle devlet içinde kendini kanıtlamış bir kahramandı. Emrindeki üçyüz Arap asker dışında, fetih ordusunun tamamı Kuzey Afrika kökenli yerli halk olan Berberilerden oluşuyordu.
İslam ordusu gemilerle Akdeniz’e açıldığı sırada yani İber yarımadasına doğru seyir halindeyken Târık bin Ziyad, geminin güvertesinde hafif bir uykuya daldı. Rüyasında Hz. Rasûlullah (s.a.v.)’i gördü.
Hz. Rasûlullah (s.a.v.) yanında dört halifesi olduğu halde su üzerinde yürüyerek gemilerin yanı sıra karşı sahile birlikte geçiyorlardı. Hz. Rasûlullah (s.a.v.) ve Hulefâ-i Râşidin (Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali) efendilerimiz (r.a.) de zırhlarını giymiş, kılıçlarını kuşanmış ve yaylarını germiş olarak savaşa hazır bir şekilde beraberinde bulunuyorlardı. Hz. Rasûlullah (s.a.v.) efendimiz, Târık Bin Ziyad’ın yanına yaklaştı; işaret parmağını doğrultarak O’na ismiyle seslendi: “Ey Târık, yoluna devam et! Maiyetindeki askerlere daima iyi davran ve gayrımüslimlerle yaptığın anlaşmalara sadık ol!” [5] Bu rüyasını “fetih müjdesi” olarak algılayan Târık b. Ziyad İspanya kıyılarına yaklaştıkça düşman üzerine atılmak için kendisini tutamaz haldeydi. Tarifa olarak anılan kasabanın rüzgar enerjisi ile çalışan Avrupa’nın en gelişmiş rüzgar santrallarının elektrik tribünleri ile donatılmış tepelerinden, yemyeşil yamaçlardan Cebel-i Târık kayalığını, Cebel-i Târık boğazını seyrederken hep Târık bin Ziyad’ı düşündüm. (Bkz. FOTOGALERİ)
Etkili konuşan, güçlü bir hatip olan Târık, gemiler mücahidleri kıyıya indirir indirmez, -bazı yaygın ama zayıf olduğu tarihçilerin ortak kanaati olan anlatıya göre mücahidlerin boşalttığı gemileri yaktırıp [6] geri dönüş ümidi bırakmadığı- ordusunu bugün Târık kayası olarak bilinen sarp kayalık önünde topladı ve rüyasından aldığı manevi desteğinde ateşlemesi ile tarihe geçen nutkunu söylemişti:
“Ey insanlar! Ey Mücahidler! Kaçılacak yer neresi? Arkanızda deniz, önünüzde düşman! Sizin için sabır ve doğruluktan başka çare yok! Bilesiniz ki, siz bu adada oburlar sofrasındaki yetimlerden daha zayıfsınız! Düşmanınız sizi ordusu ve silahlarıyla karşıladı. Erzâkı da bol. Sizin ise kılıçdan başka ağırlığınız, düşmanın elinden alacağınızdan başka yiyeceğiniz yok. Hiçbir şey yapmadan şu durumumuz birkaç gün devam etse, kuvvetten kesiliriz. Bizden korkan düşman da, halimizi görüp bize karşı cesaretlenir. Bu kötü âkıbete düşmekten kendinizi koruyarak şu azgın düşmana karşı görevinizi gereğince yapın. Müstahkem şehirler ve güçlü düşman karşınızdadır. Ölümden korkmazsanız bu fırsatı değerlendirerek zafere ulaşmak mümkündür. Şunu kesinlikle biliniz ki, ben sizi, kendimin selâmette olduğu bir meseleye karşı ikaz etmedim. Aynı şekilde, içinde satılan en ucuz mal insan canı olan bir planı, kendim bunun dışında kalarak da gerçekleştirmeye teşvik etmedim. Bilakis, işte en önce kendim başlıyorum. Bilesiniz ki, daha zor olana azıcık sabrederseniz daha lezzetli olan refahtan daha uzun süre istifade edersiniz.. Biliniz ki, sizi çağırdığım şeye ilk uyan benim! Canınızı düşünerek benden yüz çevirmeyin. Siz de benden daha fazla bir zorluğa katlanmayacaksınız. Sizin payınıza da bana düşenden fazlası düşmeyecek. Hepimiz aynı kaderi paylaşıyoruz. Bu ülkenin inci-mercan içindeki uzun elbiselerini yerlerde sürüyen ve altın tellerle dokunmuş hülleler giyen Yunan kızlarıyla dolu olduğunu duymuşsunuzdur. Emîru’l-Mü’minîn Velid b. Abdülmelik, kahraman askerleri içinden sizleri seçti ve bu ülkenin krallarına damat olmanızı istedi. Çünkü, sizin savaştan korkmadığınıza, kahramanları ve süvarilerle çekinmeden vuruşacağınıza, sizin bu yaptığınız cihattan gayenizin Îlâ-yı Kelimetullah olduğuna, bu uğurda sevap kazanacağınıza güveni sonsuzdur. Böylelikle, İslam'ı bu ülkeye yerleştireceğinize inanıyor. Elde edeceğiniz ganimetin tamamını size bırakmaya söz vermiştir. Allah yardımcımız olsun! İki cihanda sizin bahadırlığınız hep hatırlanacaktır. Biliniz ki, sizi davet ettiğim şeye ilk icabet eden ben olacağım ve kesinlikle bilin ki, iki ordu savaşa başlayınca bizzat kendim Roderik (Rodrigo) denilen azgına hücum edip inşâAllah onu öldüreceğim. Siz de benimle birlikte saldırın!
Eğer onu öldürdükten sonra ben de ölürsem, sizi ondan kurtarmış olurum. Başınıza itâat edeceğiniz bir kahramanı getirmekten âciz değilsiniz. Eğer ona erişemeden ölürsem, benim bu arzumu terk etmeyin ve onun üzerine doğru yüklenin. Onu öldürerek bu ülkenin fethini tamamlayın. Çünkü düşman askerleri o öldükten sonra dağılırlar ve bir daha toparlanamazlar.”
İşte bu tarihî nutkun söylediği kıyıları ziyaretimiz sırasında etrafta olta ile balık tutma derdinde birkaç İspanyol dışında bizim gezi grubumuzdan başka kimsecikler yoktu. Hava açık olduğu için karşıdaki Fas sahillerinde uzanan Atlas sıradağlarını seyrederken Târık Bin Ziyad’ın rüyasını ve askerlerinin en önünde gemiden kıyıya atlarken yaşadığı heyecanını hissetmek/hissettirmek isterdim. Elimden gelen sadece Îlâ-yı Kelimetullah için hayatlarını hiçe sayan 27 Nisan 711 gününün kahramanlarına 1400 yıl sonra bir Fatiha yollamak olabildi.
***
Tarık bin Ziyad’ın fetih ordularının çıkartma yaptığı kıyılarda dolaşırken aklım hep D. Mehmed Doğan’ın Türkendülüsiye kitabındaki bir uyarıda idi. Cebel-i Tarık ziyaretinden sonra gittiğimiz Endülüs’ün Marbella adlı sahil şehrinde Suud Hanedanı’ndan Salman bin Abdulaziz el-Suud’a tahsis edilen binlerce dönümlük arazide yapılan sarayın bölgeye getirdiği ekonomik faaliyet [7] sonucu “Marbella’ya Yağan Suud Krallığı Bereketi” hatırına yapımına izin verilen minareli camide kıldığımız namaz dahi bu uyarıyı unutmamı sağlayamadı:
“Kendi yurtlarında bey idiler, şimdi küfür ülkesinde uşak!.. Ululuğun doruğundan eziliş uçurumuna yuvarlanan bu halka acıyan yok mu?”
(Sonraki Bölüm: Kurtuba Camii’nde Sergilenen Hıristiyan Saldırganlığı) -------------------------------------------------
[1] Türkendülüsiye kitabının yazarı D. Mehmed Doğan’a Endülüs’ü görüp görmediğini sorduğumda aldığım yanıt beni şaşırttı: Türkendülüsiye kitabını yazarak Endülüs ile Türkiye arasındaki benzerlikleri göstererek –bence- çok önemli tesbitlerde ve tarihî uyarılarda bulunan D. Mehmed Doğan henüz Endülüs’ü görmemişti. Kendisine ortak dostumuz Mehmed Sılay’ın bir Endülüs gezisine mutlaka katılmasını tavsiye etmiştim, yaptığımız gezi sonrası bunun kendisi için farz-ı kifaye kadar önemli olduğunu tekrar hatırlatıyorum. D. Mehmet Doğan, Türkendülüsiye 'Hilal Operasyonu', Kitabevi, İstanbul, 1998. http://www.kitapyurdu.com/kitap/default ... a=97948156
[4] “Yitik Medeniyet Endülüs”, Kültür Dergisi (Endülüs Özel Sayısı), Sonbahar-2007, İstanbul.
[5] Dr. Mehmet Sılay’ın ifadesine göre bu rüya, Ziya Paşa’ya izafe edilen, ancak Fransız yazar Viardot’un eseri olan “Endülüs Tarihi”nde yer almaktadır. Kitabın Türkçeye çevirisini Ethem Paşa başlatmış, kaldığı yerden Ziya Paşa tamamlamış ve Ziya Paşa'nın ölümünden sonra 1882 yılında basılabilmiştir.
[6] Tarık bin Ziyad’ın gemileri yaktırması rivayeti, yazılı kaynaklarda ilk kez müslümanların İspanya kıyılarına çıkartma yapmasından 300 yıl sonra kayda girdiğinden güvenilmez olarak kabul edilmektedir. “Gemileri yakmak” deyiminin yaygınlaştırdığı bu rivayeti, müslümanların cihad aşkını “ölüm korkusu”na bağlayan Batılı oryantalistlerin bir uydurması olarak kabul edenler de vardır. Bkz.: Balil `Abdul-Karim , “Did Tariq Ibn Ziyad burn his ships?”, http://en.alukah.net/Thoughts_Knowledge/0/412/
[7] Gezi esnasında günümüz İspanyası hakkında çok önemli bilgiler veren rehberimizin söylediğine göre Suud kraliyet ailesi bölgeye geldiğinde, malikânelerinin bulunduğu turistik Marbella şehrinde günlük ek ekonomik işlem 150.000 Euro’yu bulmaktadır ki bunun beşbin normal turistin harcamasına denk olduğu hesaplanmıştır. Suud ailesinin bölgeye geldiği tarihte şehrin hastanesinin bir katının kral ailesinin ihtiyaçları için kapatılması da, benim için ilginç bir bilgi oldu.