ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026
ehlisunnnetde
nimetullah arvasın beyanatı
https://www.youtube.com/watch?v=-6S6z34TTtE
Hüseyin Hilmi Işık hazretleri Abdulhakim Arvasi Hazretlerinin müridi ve talebesinin yanısıra manevi evladıdır .Hocamızı çocukken himayesine almış .Kendi isteği doğrultusunda gelecege hazırlamıştır . Hocamızı eliyle evlendirip nikahını kıymış ve dügün yemeğinde yanında oturmuşdur . ömrünün sonlarına doğru her gün ziyaret etmesini istemiştir . hocamızda her ziyaretinde yatak odasına kadar koluna girip götürür yatağa uzaltır, başkaları karşısında otururken, o baş ucunda oturur yorganı üzerine çeker ve eüzuyle Kuran-ı Kerim okumaya başlardı . Vefat ettiğinde gasl kefen ve cenaze işlerinde hazır bulundu . Kabirde telkinini kendisi verdi ve mezara inerek kefen bağını kendisi çözmüştür . Vefatından sonra oğlu derin lim Ahmet mekki üçışık efendi tarafndan İCAZETİ MUTLAKA ile icazetlenmiştir . Bugün tüm dünyaya ehli sünnet itikadı hocamızın kitapları vesilesiyle yayılmaktadır. Kitapları tüm dünyaya dağıtılmakdadır .
Allahü teala her ikisininde şefaaterine kavuştursun .
TAKYETTİN ZAHİD ARVAS BEYİN HİCRET GÜLLERİ ROMAN PAÇAVRASI HAKKINDAKİ MÜTEALASIDIR.
İzninizle ben de kanaatımı serdedeyim: (Not: Yazı bir hayli uzundur; okumak zorunda değilsiniz elbette)
(1) Bu paçavranın dili / üslubu o kadar basit, o kadar adi, o kadar zevksiz ki onu okuyup da beğenende kalite namına bir şey aramayın. Paçavranın birçok yerinde tekrarlanan “öğrenmek istiyorum, kavuşmak istiyorum” sözü hiçbir mana ifade etmeyen ve insana bıkkınlık vermekten başka özelliği olmayan DELİCE saçmalıktan öteye geçmemektedir. Tecrübesiz, toy, acemi bir kalem ancak bu kadar basit yazabilir.
(2) Yorumlarda işaret edilen dua ile Pensilvanya sakininin bedduası arasında bir fark göremiyorum. Hatta Pensilvanya sakini daha namusluca davranmış ve bedduasına “mulaane” ismini vererek zevahiri kurtarmıştır. Bu ahmak ise cehaletinin kurbanı olmuş, dua diye uydurduğu sözlerin beddua vasfı taşıdığını bile anlayamamıştır.
(3) Tasavvuf düşüncesinden, tarikat adabından, mürşid - mürid ilişkisinden tamamen bihaber olan bu zavallı, mürşide müridini aratacak kadar komik bir vaziyete düştüğünü dahi idrak edemeyecek kadar eblehtir. (Suratsız suratından ebleh biri olduğu gün gibi aşikârdır.)
(4) Bu biçarenin hain olduğunu zannetmiyorum. O zavallı bir piyondur. Ancak onu kullanarak başka maksatlar peşinde dolaşan bir sürü hain cibilliyetsizin mevcut olduğu malumdur.
(5) Merhum Garbi ARVAS amcamın ifadesine binaen H. Hilmi merhumun, Efendinin talebesi olduğu, yani o vasfı kazandığı tarafımızdan kabul edilmektedir. Ona bu konuda herhangi bir leke izafe etmek haksızlık ve Efendinin sohbetine katılmış birine göstermemiz gereken saygıyı ihlal manasına gelir. Merhum H. Hilmi Bey hakkındaki düşüncelerimizi ancak çok özel dostlar meclisinde dile getirebiliriz.
(6) Yekûn halinde ifade etmeye kalkarsak: Bu paçavra dokunanın abdestini, okuyanın (tahlil ve tenkit kastı dışında) izzetini, methedenin haysiyetini, satanın ahlakını, alanın aklını, tavsiye edenin şerefini, müdafaa edenin insanlığını tehlikeye düşürecek niteliktedir. Bu paçavra ancak hain planlar peşinde koşanlarla bu hainlerin yaldızlı sözlerine kanan cahil-cühela takımına iyi gelir.
"Peygamber Efendimiz, papazların kullandığı ayakkabıdan kullanmıştır", ehli sünnet alimlerinden hangisi böyle bir cümle kullanmıştır.
Sahte mürşit hilmi ışık'ın düzmece kitabı tam ilmihalindeki, yanlış bilgilerden bir örnek daha:
Hilmi ışık, tam ilmihal kitabının 52. sayfasında; " kamus-ül-a'lam da, Timurtaş paşa diyor ki, osmanlı sancağının rengini ve ( bugünkü ay-yıldızlı Türk bayrağının ) şeklini tayin eden ve o zamana kadar beyaz olan fesi kırmızıya boyayan, Timurtaş paşadır ", diyor.
İlk öncelikle cümleye dikkat edelim. "Kamusül alamda, Timurtaş paşa diyor ki" diye başlıyor. (Kamusül alam, Şemseddin Sami (Fraşıri)' nin, 1889-1898 yılları arasında hazırlamış olduğu ilk türkçe ansiklopedidir). Timurtaş Paşa diyorki, olamaz. Eser sahibi, Timurtaş paşa ile ilgili bilgilere yer vermiştir ancak. Cümlenin sonundada tekrar, Timurtaş paşadır, yazmış. Timurtaş paşa diyor ki, diye başlayan cümle, Timurtaş paşadır diye bitiyor.
Timurtaş paşa, zaman olarak; Orhan Gazi, 1. Murat ve Yıldırım Bayezit, dönemlerinde yaşamıştır. Yani, Türk bayrağının bugünkü rengini ve şeklini tayin eden ve beyaz olan fesi, kırmızıya boyayan kişi olması imkansızdır. Kişi ve bahsi geçen mevzular zaman olarak çok farklı dönemlerde olmuştur. Bayrak, 29 Mayıs 1936'da 2994 sayılı Türk bayrağı kanunu ile şekillendirilmiştir. Günümüzdeki şekline en yakın şekiller, lll. Selim döneminde yıldız sekiz köşeli olarak, Abdülmecid döneminde de beş köşeli olarak kullanılmıştır. Fes ise ll. Mahmut döneminde kullanılmaya başlanmıştır. Tam ilmihalde yazılanlar tamamen uydurma ve birbirleri ile zaman olarak bağdaşmayan konulardır.
Şemseddin Sami'nin kamusül alam ansiklopedisinde ki konu şu şekildedir;
Timurtaş Paşa, Orhan Bey zamanında, beylerin ve askeri erkanın kırmızı renkli üsküf giymesi işine önayak olmuştur. Bölüklerin sancaklarının, renkleri ve şekilleri onun tarafından tespit edildiği ileri sürülür. ( Üsküf, fes ten çok farklı bir başlıktır ).
Bahsi geçen konunun, tam ilmihalde nasıl değiştiğini görmektesiniz.
İhlas Holding'in sözde büyük alimi, sözde 500 yılın müceddidi, hattattan icazetli ve intisabsız çakma mürşid, Hicret Gülleri paçavrası ile ululanan, büyük velilerin tepesine çıkartılmaya çalışılan Hilmi Işık'ın tahrifatlarını incelemeye devam ediyoruz.
Biraz da İslam Ahlak’ının içinde Latinize edilen Mızraklı İlmihal’e bakalım dedik. Eserin Osmanlıca baskısı elimizde var. Kitabın aslında, abdestin müstehablarının beş olduğu yazılı. Her ne hikmetse Latinize edilirken altıya çıkarılmış! Kitabın aslında olmayan “ayakları kıbleye karşı yıkamamak” müstehablar arasında sayılmış; Mızraklı İlmihal’de var olduğu yazılmış. Halbuki yok!!!
İkincisi daha da beter. Mızraklı İlmihal’de müstehabların birincisi “niyyeti dil ile söylemek” olarak geçiyor. Fakat söylemek kelimesi söylememek olarak değiştirilmiş!
Şimdi soruyoruz:
Bu kitab, asırlardır Osmanlı’da tab’ ediliyor; Çin’e bile gönderilmiş, kızların çeyizlerine bu kitab koyulurmuş. Velev ki, “kalb ile yapılan niyyeti dil ile söylememek evladır,” diye başka bir kitabda başka bir kavl olsa dahi, sizin bu mübarek zatın kitabını değiştirmeye ne hakkınız var? Ecdad gerekli görmemiş; zaten “müstehab olduğunu” söyleyen alimler var. Fetava-i Hindiyye’de bile müstehab olduğu yazılı.
Diğer bir husus, müstehablar arasında zikr etmediği bir meseleyi, sanki onun kitabında yazıyormuş gibi oraya sokuşturmaya ne hakkınız var? Bu tahrifat niye? Ulemanın kıymetli kitablarını bozmaktan vazgeçin artık! Siz ne büyük belaymışsınız!
Ekte Mızraklı İlmihal ve Latinizesinin mezkûr bölümlerinin resimleri vardır, inceleyiniz.
.
Ihlas ın hocalarının kitaplarına ve seyyid Abdulhakim Arvasi üçışık hazretlerinin ve bütün mürşid i kamil Alimlerinin makamına ihaneti kendi kitaplarindan vesikalar.
1.Resim ilmihalin 1976 baskısının icazet ve hilafet bahsi buradaki yazıya dikkat KENDİSİNE IZİN VERİLEN ZATA HALİFE YAHUT MÜRŞİD DENİR DİYOR.
2.Ci resim ise ilmihalin 2007 baskısının icazet hilafet bahsi.
Buradaki yazıya da Dikkat.
KENDİSİNE IZİN VERİLEN ZATA HALİFE YAHUT VESİLE DENİR DİYOR.
Bu durumda akla şu geliyor ihlasin kitaplarını yaymakta olan insanları ihlaslı olmayı kalbe yerleştirmeye VESİLE olan Herkes mürşid yada şöyle diyeyim HİLMİ ve ENVER MÜCAHİT sözde Ehlisünnet kitaplarının tercüme edilip dünyanın her köşesine yayılmasına VESİLE Ama murşidi kamil olmadığına sizde inanmiyorsunuz millette sahtekarlığınızı gizlemek için MÜRŞİD KELIMESINI KALDIRIP VESİLE DIYE DEGISTIRDNIZ Böyle uçuk zırvayla silsile i aliyye ye hak kazandınız Ulan VESİLE hilafet MÜRŞİD Manasında ise ve silsile oluşturmaya yetiyorsa Kendinize yeni bir silsile Açın (YAKUP AK )Isimli şahsı da unutmayın En büyük VESİLE :)
NOT:Eski baskıda ZIKRI kalbe yerleştirme tabiri var yeni baskıda IHLAS O Kalbe yerleştirme demiş Dolaysıyla bu gün hiç hak tarikat mürşid mürid şeyh yoktur yazısını hilmi hocalarının ağzından yazmayı kaçınılmaz yapmıştır Halbuki Eski baskıda böyle bir yazı yok Türkiyede yoksa Anlaşılan IHLAS Başka ülkede yaşıyor yada bir tarikatları bir mürşid bır şeyhleri yok.
Bu silsile i aliyyeyi ve mürşid kelimelerini tahrif etmek size çok pahalıya maloldu.
.Îhlas hilmi ışık ı içerden zedeleyen onun kaleminden tarikat kötü suçmuş gibi gösteren hiç bir tarikata bağlı değilim cümlesini yazan bir paralel yapıdır .
1.ci Resim ilmihalin Eski baskısının ön sözü s.7 görüldüğü gibi tarikatlara saldırmamış ıhlas değiştirmiş.
2. Ci Resim ilmihalin yeni baskısı s.7 .
Tarikat e dusmanhemen devamında hiçbir tarikat şeyhle işi olmayan bir hilmi ışık görüyorsunuz.
Not.ilmi siyâset diyen ahmak gurup diyebilir bunda ne var.
Derizki Eğer eski baskıların önsözünde yazanları degistirmeseydiniz bu batıl halifelik davasında biraz daha yol alabilirdiniz şimdi çıkıp tarikatları suç gibi gösterip bir tarikat ve bir şeyh ile işim olmamıştır yazın ondan sonra yok halife dir yok şeyhi var dır deyip silsile i aleyyede dolaşıp durmayın.
........
Esseyyid Abdulhakim Arvasi (Kuddise sirruh) hazretleri’nin Tasvir-i Efkar gazetesinde intişar eden “Esrarlı Hakikatler” ünvanı altındaki tefrika dolayısıyla takrir buyurdukları yazı
Efendim,birkaç söz arz etmek isterim.Muvafık görülürse aynen veyahud ruh-u mes’ele’ye dokunmaksızın bazı kelimelerini ta’dilen gazetenizde derc edersiniz.
Gazetenizde intişar etmekte olan “Esrarlı hakikatler” ünvanı altındaki tefrikanızda bazı ibare ve kelimeler gördüm.Bunlar,gayet parlak ve fakat içyüzü hakikatten çok ve pek çok uzak ve çürük olduğundan şurada birkaç satır yazmayı kendime vecibe bildim.
Din-i İslam’ın hakikatine aşina olmayan efrad-ı mü’minin’in çok kıymetli olan imanlarını sarsıp za’fa düçar ve öteden beri İslam’ın gayrısının kalblerinde yerleşmiş bulunan ve kendilerini istila eden azamet ve mehabet-i İslamiyye’nin kal’ ve ref’ine hadim olan bu çok mühim iki neticenin husülüne bais olan bu ibare ve kelimelerin mana ve mefadleri ,muhtasar hakikatleri kast edilenlerden tamamen başkadır.
“Cihad” kelimesi lügat-ı Arabiyye’de tamam himmet ve gayretle,cedd-u cehd ile çalışmak manasındadır.İslamiyet ıstılahınca da halisen muhlisen mahzen Din-i İslam’ın ulviyeti ,Din-i İslam’ın neşri,nusreti yani Din-i İslam’ın yardımı uğrunda kemal-ı azm,tamam-ı himmet ve gayret ,cedd-u cehd ile çarpışmak ,döğüşmek,muharebe etmek demektir.Cihad-Gaza her ikisi de bu manadadır.Muharebe bu suretle olursa cihad olur ve mutlak surette her halde ve her halde galebe ile,zafer ile nihayet bulur.Bu maksatla yapılan hiçbir muharebe mağlubiyet ile bitmez ve bitmemişdir.Zira nusret-i İlahi beraberdir.
“Cihad-ı Ekber” her şahsın kendi nefsiyle mücadelesi,kendi nefsiyle muharebesi yani ahlak-ı zemime’sini ahlak-ı hamide’ye tahviline çalışmasından ibarettir.Bunun iki türlü delili vardır;birincisi naklidir ki varid olan ayat-ı beyyinat ve ehadis-i sahiha-i Nebeviyye’dir.Bunlar İslam’ın hakikatine aşina ve agah olanlara aşikar ve hüveydadır.Delil-i suri’si ise yukarıda beyan ettiğim vecihle cihad var iken İslam’ın her yerde galib ve hakim bulunup hiçbir zamanda,hiçbir mekanda ,hiçbir suretle mağlub olmadığı ve edilemediğidir ki mücmelen arz ederim.
Bidayet-i hicret-i Peygamberi(Sallallahu aleyhi vesellem)den Ebubekr_i Sıddık (Radiyallahu anh ) ın zaman-ı hilafetlerine kadar olan zaman-ı saadette vaki bilcümle gazavat veya vuku bulan seriyyelerde yani gerek Peygamber Aleyhissalatu vesselam’ın emr-u kumandası ile bizzat bulundukları muharebelerde,gerekse nasb ve tayin buyurdukları herhangi bir kumandanları idaresinde vaki muharebenin hiçbirisinde,düşmanlarının her hususda faik bulunmalarına rağmen mağlub edilemediği,bilakis on sene gibi cüz’i bir zaman içerisinde bir şehirden Arabistan kıtası gibi vasi’(geniş) bir ülkeyi İslam’a mal edip küffarın hak sar olmasıdır.Ebu Bekr-i Sıddık’ın radiyallahu anhu zaman-ı hilafetlerinde a’rab (bedeviler) ile vaki bilcümle muharebatın da muvaffak ve muzaffer olmasıdır.
İmam-ı Ömer (Radiyallahu anh)’ın on seneyi tecavüz eden zaman-ı hilafetlerinde,her nereye teveccüh etti ise satvet ve nusret-i İlahiyye beraber olduğu halde bütün muharebatında galebe çalmış,hiçbir yerde ,hiçbir zamanda,hiçbir suretle mağlub olmamış ve edilememişdir.Yine zaman-ı hilafetlerinde,bütün Afrika kıtası, ta kum dağlarına kadar yed-i meymenetmünun-i farukilerine geçip Mısır ve Mısır kıbtileri hayta-ı İslam’a dahil olup satvet-i İslamiyye altına girdi.Yemen,Asir,Aden,Hadramut,Milibar,Bahreyn,Maskat,Necid,Katif hükm-ü İslam’a girip,Irak-ı Arab,Irak-ı Acem ,tekmil Kürdistan,Acemistan,Afganistan,Belucistan,Nihavend ta Filipin adalarına kadar satvet ve şevket-i İslamiyye yayılıp beyne-l maşrıkeyn,ma beyne tulu’ vel ğurub nur-u iman ile münevver olup her taraf İslam ile müşerref oldu.
O zamanlar dünyanın en büyük iki devletinden biri olan Kisra Mecusi devleti mahv-u perişan,mülkü istila ve kavmi olan Mecusiler tar-u mar ve ğanaim-i bi şümar (sayısız ganimetler) İslam eline geçti.Cüz’i bir zaman içerisinde hükm-ü İslam,şarken ve garben ,şimalen ve cenubeyn-il hafikayn her tarafta te’sis ve tahkim edildi.
Yine bu on sene gibi bir zaman içerisinde Hind ve Sind ahalisinin kısm-ı küllisi imana gelip İslamla müşerref oldular.Hind-i Şarki,Hind-i garbi,Deşt,Kıpçak ve güneşperest olan tekmil Türkistan,o zamanın en meşhur,en muazzam şehirleri olan Hive,Buhara,Semerkand,Taşkent,Gazneyn,kandehar ve Harzem Hudud-u İslamiyye içerisine girip,ahalisi dahil-i daire-i İslamiyyet oldular.Şimale doğru Kafkas ve Kırım ve Fazana kadar olan Rus memaliki de satvet ve saltanat-ı İslamiyye altına girdiler.
Müluk-i Emeviyye zamanlarında yedi sene kadar devam eden İstanbul muhasarasında da emir-i mücahidin olan,Mesleme bin Abdulmelik de İstanbul imparatorunu sulha mecbur edip ahd ve va’d ettiği vecihle atına binmiş olarak Eğrikapı’dan surlardan şehre dahil olup ve yine atından inmeden Ayasofya’dan matlubunu ihtitap edip,Şam’dan İstanbul’a kadar tekmil memaliki zapt ederek hükm-ü İslam’ı icra ettiler.
Endülüs’e geçen cüz’i bir miktar mücahidin-i İslamiyye,kendilerinden çok,pek çok olan düşmanlarına galebe edip,cüz’i bir zaman içerisinde koca kıtayı yed-i zaptlarına geçirip,hükm-i İslam’ı te’sis ve tahkim edip ulum ve maarif neşr ettiler.
Bağdat hükumeti ve onlara tabi olan yirmi kadar hükumat-ı İslamiyye var idi ki,bunlar da esasat-ı İslamiyye’yi az bir zaman içerisinde alemde neşr-u ta’mim ,te’sis ve tahkim ettiler.Bunların hepsi yukarıda mücmelen söylediğim halis ve muhlis nusretle mevdu’ olan cihad idi.
Sultan Selahaddin Eyyubi de senelerce vuku bulan ehl-i salib muharebatında da yine bu nusretle karşı koyup,her suretle mücehhez ve mükemmel ve adeden çok faik kuvvetlere galebe çalmıştır.Tekmil Avrupa kralları başta olduğu halde,bütün himmet ve gayretlerine rağmen münhezim olup aksa emelleri olan Kudusü İslamın elinden alamadılar.Haib,hasir,haksar ve zelil olarak bermurad olmadan dönüp gittiler.Bunların da muharebesi halis muhlis cihad idi.
Daha sonraları Selatin-i Osmaniyye zamanında bütün Avrupa ile yapılan Kosova meydan muharebesi ve Fatih Sultan Muhammed’in,o zamanın en metin,en muhkem deniz derya ile ve kalın surlarla birbiri gerisinde kademeli sınırlarıyla muhat(çevrili) ve dünyanın en müstahkem kalesi olan İstanbul’u da feth eylemesi,yegane vasıta olan nusret-i İlahiyye ile ve buna mevdu’ olan cihad ile olmuştur.keza evlad-u ahfadının az bir zaman içerisinde mülk-i İslam’ı Viyana surlarına kadar tevsi’ edip şevket ve saltanat-ı İslamiyye’yi asırlarca icra etmeleri yine bu cihada müteferri’ nusret-i İlahiyye iledir.
Zamanımıza çok yakın olan Gazi Edhem Paşa’nın emr-u kumandasındaki mücahidin-i İslam’da yine bu nusretle birkaç gün gibi cüz’i bir zaman içerisinde Yunanı Atina’ya kadar sürdüler.Bütün Bunların hepsi Cihada mevdu’ olan nusretle icra edilmişler ve bunun içindir ki,zafer-i tam ve galibiyet ile netice pezir olmuşlardır.Bu muharebatın kaffesinde düşmanlar daima edevat ve levazımat-ı harbbiyyece ve adetce faik ve kat ender kat kesretli bulunmuşlardır.Bununla beraber İslam ile muharebelerinin hepsinde haksar ve tar-u mar, İslam daima hakim ve daima galib olmuştur.
Bidayet-i İslam’dan son zamanlara gelinceye kadar Müluk-i İslamiyye’den hiçbirisi tarafından Cihad-ı Ekber ilan edilmemiş ve Sancak-ı Şerif çıkarılmamıştır.belki de hatırlarına bile gelmemiştir.Murarebe-i umumiye’de nasılsa işi elde eden bir takım eşhas ve erbab-ı nüfus-i reddiye kendi amal ve efkar-ı fasidelerini ve makasıd-ı hasiselerini,Din perdesi altında icra etmeyi faydalı gördüler.Buna binaen çok büyük,ifade dilemeyecek kadar azim olan iki büyük afeti intac eden Cihad-ı Ekber ilanı ile sancak-ı şerif’in çıkarılması gibi cürmü icrada beis görmediler ve bu muhterem ifade ve kelimeleri heder ettiler.harbin büyük bir mağlubiyet ile hitama ermesi üzerine tevellüd eden bu iki fahiş zarardan birisi,İslam’ın hakikatine aşina olmayan efrad-ı mü’minin, bu netice sonunda”-hani ya cihadın galebesi,hani ya cihadın semeresi “diye itikadları zayıflaştı,imanları sarsıldı.
İkincisi de muharebenin düşman galebesiyle neticesi sonunda,öteden beri mevcud olup ta kalplerinin amakına kadar nüfuz eden hürmet,mehabet ve dehşet-i İslam kalblerinden kal’ ve ref’ edildi.Bunlar hep yerinde olmayan hareketlerin ,heder edilen ibaret ve elfaz-ı muhteremenin neticesidir.Türkistan’da büyük bir cemaat-ı İslamiye’nin ,Rusların eliyle katliam edilmesi de yine o eşhas-ı reddiye nin asarındandır.
Hilmi ışık diyor dünyadaki nimetlerde efendi hazretlerinin bereketi iledir .
İflasın kör aşığı yakup ak diyor ıhlas ın ekmeğini yediler.bunların hocalarının sozunede itibarı kalmamış
Tutturmuşlar iftiradır diye Ama bir türlü iftira ettiğimizi ısbat edemiyorlar cevapları olmayınca seyyid diye susarlarmış biz sizin seyyidlere en ağır hakareti etmek için nuh aleyhisselamın üvey oğlunu öz oğlu yaptığınızı da biliriz.
.
İhlas Holding'in müslümanları aldatma ve sömürme vasıtalarından, yalan ve iftira torbası kutsal romanları Hicret Gülleri paçavrasının REDDİYESİ videosuyla,Şeyh Fehim Arvasi(kuddise sirruh)un torunlarından eski Van müftüsü rahmetli Kasım Arvas amcanın;Efendi hazretlerinin , Hüseyin Hilmi Işık da dahil yerine halife bırakmadığını belirttiği konuşmanın videosu bütün engellemelere rağmen 100.000 görüntülemeyi aştı.
Roman paçavrası Hicret Gülleri adlı,içinde bir çok yalanın olduğu bu kitabın amacını ve muhtevasını bütün din kardeşlerimize anlatmak boynumuzun borcudur.Bu iki videonun 100.000 görüntülemeye ulaşmasında katkı sağlayan bütün kardeşlerime teşekkürü bir borç bilirim.Başta bu videoları gurublarda paylaşılmasına onay veren gurub yöneticilerine,sayfalarında paylaşan facebook arkadaşlarıma,ayrıca gurublarda paylaşım yapamadığım , cezalı olduğum süreçlerde,ricamı kırmayıp, benim yerime gurublarda paylaşım yapan Ahmet Serdar ve Ahmet Peçeli beye şükranlarımı sunarım.Ayriyeten yaptığım paylaşımlara beğenileriyle destek veren tüm facebook kullanıcılarına da teşekkür ederim.İki de bir,zırt pırt gurublarda paylaşım yasağı getiren facebook a da teessüflerimi iletirim.
Bu roman paçavrası yayına devam ettiği sürece ,İhlas Holdingin halifelik iddiaları devam ettiği müddetçe biz de bunların yalanlarını tüm dünyaya duyurmaya devam edeceğiz.Gayret bizden hidayet Allahü tealadandır.
binin ekmeğini yediler onun sayesinde iş sahibi oldular diyor.
Hem Çıkıp hilmi hocalarının bütün kazandıklarımız efendi hazretlerinin sayesinde sözünü yazıyorsunuz bu durumda hiç düşünmezsmisiniz onlar dedelerinin ekmeğini yediler.
Diğer bir nokta efendi hazretleri olmasa siz bir hiç olurdunuz ama torunları hep var olurdu bu değişmeyen gerçektir .
Son olarak hem silsile i aliyye de oynama yapmak için yıllarca bekleyin sonra enver abilerin ölümünden sonra ortaya çıktılar deyin öncelikle enver abileriniz neredeydi ona cevap verin niye bütün ailenin ölmesini beklediler.
.
Hilmi beyden nostalji sene 1970 li yıllar hazırlayan ve neşreden h.hilmi ışık...177 ci 178 inci,179 uncu sahifeler. şah veliyyullah dehlevi ile ilgili sözleri. Sayın b.g ye ve iflasa ilanen duyurulur.bay kaynak.alsana kaynak Meşhur hocanizdan.inan bu ne iştir ya.. Her kitab ayri dilden.ben iyice korktum artık.iyi okuyun..kitabın bir kısmından alıntıdır: Bunları okuyunca dinini mezhebini bilen ve seven bir müslüman olarak insanın tepesi atacak gibi oluyor.doğrusu şah veliyyullahın bu kadar cahilce ve bu kadar edebsizce düşüneceğine inana mıyoruz.mevdüdi bellide fakat bu saçmaları o farüki torununa yakıştıramıyoruz demekte.kim hilmi hocan oku bakiyim.ya hakikaten neyi nereden alıyor neyi nereden gösteriyor.bak .İyi bak şah veliyyulah dehlevi için neler demekte.inan hatlar karıştı .ŞİMDİ NE YAPACAKSINIZ? BURAK GÖKÇE VE SAPIK TAHİFESİ
.
SAHTE MÜRŞİT VE DÜZMECE KİTABI - 9
Sahte mürşit hilmi ışık'ın düzmece kitabı tam ilmihalindeki, yanlış bilgilerden bir örnek daha:
Hilmi ışık, tam ilmihal kitabının 52. sayfasında; " kamus-ül-a'lam da, Timurtaş paşa diyor ki, osmanlı sancağının rengini ve ( bugünkü ay-yıldızlı Türk bayrağının ) şeklini tayin eden ve o zamana kadar beyaz olan fesi kırmızıya boyayan, Timurtaş paşadır ", diyor.
İlk öncelikle cümleye dikkat edelim. "Kamusül alamda, Timurtaş paşa diyor ki" diye başlıyor. (Kamusül alam, Şemseddin Sami (Fraşıri)' nin, 1889-1898 yılları arasında hazırlamış olduğu ilk türkçe ansiklopedidir). Timurtaş Paşa diyorki, olamaz. Eser sahibi, Timurtaş paşa ile ilgili bilgilere yer vermiştir ancak. Cümlenin sonundada tekrar, Timurtaş paşadır, yazmış. Timurtaş paşa diyor ki, diye başlayan cümle, Timurtaş paşadır diye bitiyor.
Timurtaş paşa, zaman olarak; Orhan Gazi, 1. Murat ve Yıldırım Bayezit, dönemlerinde yaşamıştır. Yani, Türk bayrağının bugünkü rengini ve şeklini tayin eden ve beyaz olan fesi, kırmızıya boyayan kişi olması imkansızdır. Kişi ve bahsi geçen mevzular zaman olarak çok farklı dönemlerde olmuştur. Bayrak, 29 Mayıs 1936'da 2994 sayılı Türk bayrağı kanunu ile şekillendirilmiştir. Günümüzdeki şekline en yakın şekiller, lll. Selim döneminde yıldız sekiz köşeli olarak, Abdülmecid döneminde de beş köşeli olarak kullanılmıştır. Fes ise ll. Mahmut döneminde kullanılmaya başlanmıştır. Tam ilmihalde yazılanlar tamamen uydurma ve birbirleri ile zaman olarak bağdaşmayan konulardır.
Şemseddin Sami'nin kamusül alam ansiklopedisinde ki konu şu şekildedir;
Timurtaş Paşa, Orhan Bey zamanında, beylerin ve askeri erkanın kırmızı renkli üsküf giymesi işine önayak olmuştur. Bölüklerin sancaklarının, renkleri ve şekilleri onun tarafından tespit edildiği ileri sürülür. ( Üsküf, fes ten çok farklı bir başlıktır ).
Bahsi geçen konunun, tam ilmihalde nasıl değiştiğini görmektesiniz.
SAHTE MÜRŞİT VE DÜZMECE KİTABI-10
Sahte mürşit hilmi ışık ın düzmece kitabı tam ilmihalde, kendi yaptıkları tahrifatların hükmüde verilmiş.
Tam ilmihal sayfa 67 de; << din bilgilerinde, ibadetlerde zamana uyulmaz. İman bilgileri, din bilgileri zemanla değişmez. Bunları değiştirmek, zemana uydurmak isteyenler, Ehl-i sünnetten ayrılır, kafir veya sapık olur >>. << paraya, mevkiye, rütbeye, rahata kavuşmak, keyf sürmek için, dinlerini satan, ecdadının mukaddesatını ayaklar altına alan ( Mürted ) lerden, ahmaklardan eylemedi >> diyor.
Hilmi ışık imzalı kitaplarda, hakikat kitap evine ait kitaplarda ve bu camiaya ait yazılarda, tercüme adı altında yapılan tahrifatlar, yanlış bilgiler, Ehli sünnet büyüklerinin yazdıklarının yanına köşeli parantez açarak, onların aktardıklarına uymayan düşünceleri iliştirmek. İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin kitâbı, bin sene evvelki insanların hâline göre yazılmıştır,hâlbuki "Tam İlmihâl" kitabı, bu zamanın şartlarına göre, yâni şimdiki insanların ihtiyaçları göz önünde tutularak yazılmıştır, bu kitap varken başka kitap okunmaz, diyen bu zevat, kendi kitaplarında yazılı hükümlerden hangi sınıfa dahiller acaba?
Resimde görmüş olduğunuz haberleri gazeteci-yazar pelin batu, sosyal medyada paylaşmış... Mücahit örenin paris keyfinden bahsetmiş. Aslıhan ören, obama ile fotoğraf çektirmek için 50 bin dolar ödemiş. Çok pahalı tektaş yüzükler alındığı falan filan ve bu haberlere de ençok iflas zedelerden tepki alındığından bahsedilmiş.
Tabiki işin bizi ilgilendiren kısmı kapital tarafı değil. Birileri eğlenmek için parise gitmiş yada dünyanın bilmem neresine bize ne, zevk-sefa için bir sürü bin dolarlar, milyon dolarlar harcıyorlarmış bize. Bu kısımlar tabi para ilişkisi olan mudileri ilgilendirebilir fakat bizim pek dikkatimizi çekmiyor.
Bizi ilgilendiren kısım, kapitalden ziyade bu camianın manevi değerlere vermiş olduğu zararlardır. Hilmi ışık, benim vekilim enver örendir, onun vekilide mücahit örendir diyor. Bir birlerini vekil tayin eden bu taife, kendilerini Abdülhakim Arvasi Hazretleri gibi büyük bir insanın devamı olarak göstermeye çalışıyorlar. Efendi Hazretleri ile hicbir bağları bulunmayan bu camia, yaptığı her işte Efendi Hazretleri, Ahmet Mekki Efendi ismini kullanarak, insanlar gözünde yaptıkları her işlerini meşrulaştırmak, bu isimler arkasına sığınıp eleştirilemez, sorgulanamaz kisvesine bürünmek. Bizim ilgilendiğimiz kısım burası. Pelin batu gibi bir ismin diline düşecek basitlik derecesinde, bahsi geçen konulara muhatap olacak birinin, Efendi Hazretleri ile ne gibi bir ilgisi olabilir. Hiçbir alakalarının olmadığıda yıllardan beri anlatılıp, belgelenmektedir.
Bu camia, büyüklerimizin ismini çıkarları için kullanmaktadır. Bunun dışında da bir bağlarının olmadığı her türlü ortadadır. Bastıkları kitaplar ile, yaptıkları yayınlar ile, yaşadıkları hayat ile meydandadır...
Sahte mürşit hilmi ışık'ın, imzası bulunan kitaplardaki tahrifatları ve ehli sünnete uymayan kendi kafalarınca yazdıkları fikirlerini paylaşmaya devam ederken, düzmece kitabı tam ilmihalin sayfalarında farklı bir durumlada karşılaşıyoruz.
Hilmi ışık, tam ilmihalin birinci kısmının 1956 yılında basıldığını söylüyor (sayfa-5). Daha sonra birinci kısma ilave olarak, 2 ve 3. kısımlar ekleniyor, tam ilmihal saadeti ebediyye ol...
Türkiye gazetesi yazarlarından Abdüllatif uyan, aynı zamanda evliyalar menkıbeleri yazarak müslümanlar arasında ün yapmaya çalışan, sahtekar hocası hilmi ışıkın yolunda, o da kendince yalan hikayeler üreterek kendini mübarek abiler sınıfında görmekte. İftiracı Abdüllatif uyan, Ahmet Mekki Efendi üzerinden sürekli yalanlar üreterek, bu yalan hikayelerine gazete köşelerinde ve interne...
Sahte mürşit hilmi ışık'ın düzmece kitabı tam ilmihale göz gezdirirken 21. sayfada bir isme gözüm takıldı. İman konusundan bahsederken bir köşeli parantez ile konu sünnet olmaya getirilmiş ve sünnet olma noktasında bakılması gereken kitap olarak ta ahbesin masa arkadaşı, dönemin meşhurlarından Rıza Nur un kitabı tavsiye edilmiş. Hilmi için kriter, kişinin inancı değil, asker kökenli olmasımı. Rıza Nur ile ortak özellikleri çok olduğu için yer vermiş herhalde. Rıza Nur a yer verilir de, ahbese verilmez mi diye, kitapta hiçbir yerde bahsi geçmediği halde, kitapta adı geçenler kısmında, Mustafa Kemal Paşa diye, bir paragrafta ona yer ayrılmış düzmece kitapta
Hilmi ışık'ın gözle görülür kitap yazma merakı var. Fakat bunu beceremiyorsan bu sevdadan vaz geçeceksin. Yazılmış eserleri, tercümeleri önüne alıp tekrar yazmakta neyin nesi. Birde aynısını kopyalamaktan ziyade, içine kendi düşüncelerinide katmak, bu eserleri verenlere büyük bir saygısızlık ve hakarettir. En önemlisi insanların imanını bozmaya çalışmaktır.
Tam ilmihalin önceki baskılarında, sayfa 10 da bulunan yazıda, Müstakimzade...
Hem sahtekar, hem korkak, hemde beceriksiz... Hilmi ışık, düzmece kitabı tam ilmihalin 7.sayfasında diyorki; '' Din düşmanlarının bozuk olduklarını, yüzkaralarını meydana çıkaran, böylece kazançlarına, milleti sömürmelerine mani olan kitaplarımın basılmasına, yayılmasına mani olmak için bu fakire cahilce, ahmakca iftira ediyorlar. Dünya çıkarları için dinlerini satan münafıklardan bir kısmının, daha da aşırı giderek, tarikatçılık yapıyor...
Hakikat kitap evinin ve hilmi nin kitaplarında, neredeyse her sayfasında bulunan bazı söylemler var. " müslüman gençlerin imanını çalmak için süslü ve yaldızlı yazılar "," kitaplarının baş sayfalarına ehli sünnet alimlerinin bir kaç yazısını koyup, bütün kitap ehli sünneti anlatıyormuş gibi göstererek müslümanları kandırmaya çalışıyorlar "," temiz yazıları lekelemeğe, vaka ve vesikaları değiştirmeye kalkıyorlar "," bozuk düşüncelerini ya...
Sahte mürşit hilmi ışık, düzmece kitabı tam ilmihalin 4 ve 5. sayfalarında yalanlarına devam ediyor; Abdülhakim Arvasi Hazretleri'nden, sarf, nahv, mantık, fıkıh, arabi ve farisi dersleri almış, çoğu zaman sabahdan gece yarılarına kadar yanından ayrılmazmış falan, bir sürü uydurma hikaye. Buradaki sayfalarda Hilmi yi ululamak için uydurulmuş roman paçavrasından farksız. Efendi Hazretlerinden sonra, Ahmet Mekki Efendiden de fıkıh, tefsir...
Hilmi'nin tam ilmihal kitabının ikinci sayfasına baktığımızda, Ahmed Mekki Efendiye aitmiş gibi bir yazı ile karşılaşıyoruz. Sayfa resminde bulunan metnin her bir harfi hilmi ve avanesi tarafından uydurulmuş bir yazıdır. Bu camia yalan ve sahtekarlık ta bu kadar adileşmiş, yüzsüzleşmiş, çıkarları ve menfaatleri uğruna neler yapabileceklerini ortaya koymuşlardır. Bu metni buraya koyduktan sonra, bir çok uydurma hikayeler ile, gazetelerinden, tv lerinden, radyolarından, internet sitelerinden bu metin üzerinden sürekli insanları kandırmaktadırlar.
Bin küsür sayfalık kitabın başında böyle bir facia mevcutken, gerisine bakmaya bile gerek yok . Ama yinede bütün yalanları, tahrifatları en ufak ayrıntısına kadar gözler önüne serilsin ki, insanlar iflas camiasının tam anlamıyla gerçek yüzünü görsün.
Hayattaki bütün sermayesini Abdülhakim Arvasi Hazretlerine dayandıran hilmi ışığın, gerçekte Efendi Hazretleri ile hiçbir bağının ve alakasının olmadığı, birçok bilgi ve belge ile ortaya kondu. Efendi Hazretleri hayatta iken, bu şahsın o mübareğin hayatının hiçbir karesinde yer almadığı herkesçe malum. savunucularının kulaktan duyma, uydurmaca hikayelerinden başka ortaya attıkları hiçbir delilleri yok. Olmayan birşey nasıl ıspatlanabilir, yalan ve uydurmalardan başka. Efendi Hazretlerinin yanında yıllarını geçiren bir çok muhterem zatın, bir anısı, hatırası, resmi, o büyük zattan bizlere aktardıkları bilgiler mevcutken, kendini Efendi hazretlerinin devamı olarak gösteren, ismini silsileye ekleme cüretini bile bulan hilmi ışık hakkında bütün yakıştırmalar yalanlardan ibaret. Bu şahıs yıllarını bu mübareğin yanında geçirdi, ondan ilim aldı ise, bunu neden bir çok yazdığı kitabında göremiyoruz. Bu büyük nasibe kavuşan bir insan nasıl olurda eserlerinde bir mürşidi kamilden aldığı bilgilere yer vermez. Veremez çünkü böyle bir durum söz konusu değil.
Yazdığını iddia ettiği ve iflasçıların başucu eserleri olarak gördükleri bir kutsal kitapları var tam ilmihal. Bu kitap basıldığı tarihten, en son baskısına kadar sürekli değişime uğramakta. Yani iflasçılar bir türlü tamamlanamayan yada sürekli değişken olan bir kitapla karşı karşıyalar. Birde hilmi ışık bu kitabın başına, Ahmed Mekki Efendiye ait olduğunu söylediği uydurma bir tebrik yazısı ilave etmiş. Bu takrizin, Ahmed Mekki Efendiye ait olmadığı ispatlandı ve bundan sonra böyle bir yalanı da kullanamayacaklar. Hilmi ve devamı bu camianın, gönüller ve vicdanlar dışında, mahkemelerce de kayıtlı olarak yalancılıkları ispatlanmıştır.
Hilmi ve hakikatin kitaplarında, okuyucularına büyüklerin eserlerinden tercüme adı altında kendi fikir ve düşüncelerini yazdıklarını, insanları her noktada nasıl kandırdıklarını örnekleri ile birçok kez ortaya koyduk. Tamamlanamayan ilmihallerindende bazı örnekler defalarca verildi. Birkez daha bu kitabın dış kabından başlayarak son sayfasına kadar nasıl uydurma bir kitap olduğunu okuyucularının idrak etmesi için sayfa sayfa değerlendirmesini yapacağız.
Birinci sırada olan bu paylaşım, konunun giriş kısmı ve dış kabında yazan tam ilmihal ismi. Okuyucular ve savunucuları, tam ilmihalin ulaşabildikleri ilk baskılarından son baskılarına kadar elde edip, baskılar arasında karşılaştırma yaparak nasıl değişiklikler yapılmış, tam ilmihal olarak okudukları kitabın hala tamamlanamamış olduğunu, nasıl kandırıldıklarını görecekler. Bundan sonrada iç sayfalar ile devam edeceğiz...
Önceki paylaşımda hakikat kitap evinin namaz kitabından birkaç sayfa resmi paylaşmıştım. Namaz kitabına devam ediyoruz, bu kitap namaz, abdest gibi fıkhi konularda okuyucularını bilgilendirmek için hazırlanmış ve dört hak mezhebe göre olduğu belirtilmiş. Genel olarak hanefi mezhebi, bazı yerlerde de şafii ve malikiye görede bahisler geçmekte. Akaid kısımlarında Ehli sünnet hak, şiilik, alevilik sapık yollar, İslam düşmanı olarak yazılmış, bu kısım sayfaları daha önce paylaşmıştım.
Abdest kısmında hanefi, şafii ve malikiye göre abdest alma anlatılırken birde şiiler geçirilmiş, şii kısmı içinde abdest alırken ayak yıkanmaz, çıplak ayak üzerine mesh ederler diye konuya dahil edilmiş. MEB in din kültür ve ahlak bilgisi kitapları gibi, hak olan birşeyler anlatılırken içerisine batıl yolların, sapık mezheplerin bilgileride katılarak nasıl düşünceler bozulmaya çalışılıyorsa, hakikat kitap evinin yayınlarıda aynı tarzda yanlış yönlendirmelerle dolu. İnsanlara hanafiye göre abdesti anlatırken neden içine din düşmanı dediğin akımdan ufak bir bilgide sokuşturuyorsun.
Sizde bu kadar alevi ve şii sevgisi mevcutken, insanlara ehli sünneti anlatmaktan, yaymaktan bahsetmeniz ne kadar inandırıcı. Birde hakikat kitap evinin kendini en çok övdüğü, dillerinden ve yazılarından eksik etmedikleri mezhepsizlikle, vehabilerle, şiilerle mücadeleri sürekli ön planda. Tam aksine sizin kitaplarınızı okuyanlar onları müslüman kardeşi olarak sevmek durumundadır.
Birde iflas camiasına şu konuyu belirtmek istedim, ramazan ayına girmek üzereyiz. Namaz kitabının oruç ile ilgili kısmında ( sayfa resmi aşağıda mevcut ), ramazan ayı, gökte hilali görmekle başlar. Takvimle önceden hesap etmekle başlamaz diyor. Bastıkları takvimde ramazanın başlama tarihi belirlenmiş. Takvimle önceden hesabetmekle başlamazsa neden takvimine başlangıç tarihi koyuyorsun. Bunu belirten ibare koymak varken.
Müslüman insanlardan o kadar para topluyorsunuz. İslama hizmet diye insanları kandırarak topladığınız paralar ile moda defilelerine sponsor olacağınıza, teknolojik o kadar imkan varken hilali görmeye çalışsanız. Kendi yazdıklarınızı kendinizde uygulamış olursunuz. Ama siz hakikatleri uymak için değil rant olarak kullandığınızdan bunlar sizin için boş işler...
NEYE-KİME GÖRE, HANGİ KİTABIN - HANGİ SAYFASINDA YAZANA UYACAKSINIZ
Hakikat kitap evinden çıkan kitapları okuyanlar acaba nasıl bir iç dünyaya sahipler. Dış dünyaları belli, buradan her yaptığımız paylaşıma gelip, şuurlu şuursuz, bilerek bilmeyerek, alakasız cümleler sarf edip gidiyorlar.
Dikkatimi çeken bir noktada şu oldu.Kitaplarındaki alevilik ve şia ile alakalı sayfaları paylaştığımda iflas camiası birden alevi oluverdi. Buna inanarak yada inanmadan hilmi yi savunmak adınamı yapıyorlar tabi bu kısmı bizleri çok ilgilendirmiyor. Sonuç olarak sapık bir yolu Ehli sünnetmiş gibi göstermek, bizi ilgilendiren kısmı burası. Kitapları o kadar karışık ve bir birine zıt yazılarla dolu ki, tabi bu kitapları okuyan da zaten sağlıklı bir beyin ve düşünce aramak abes olur. Malum gelip paylaşımlara taraftarlarca yazılanların hali ortada. Hangi kitabı elinize alsanız karşılaştığınız durum vahim. Bir sayfada faydalı olan, başka bir sayfada zararlı, bir kitapta yanlış olan, başka bir kitapta doğru, bir sayfada sapık, başka sayfada hak... Zavallılar, paylaşımlarında aleviliği sapık yol olarak anlatan yazılara yer veriyorlar. Bizim, kendi kitaplarında yazan aleviliği hak olarak gösteren sayfa paylaşımına gelip aleviliği savunuyorlar, ilginç...
Resimde yer alan sayfalar, hakikatin namaz kitabından. Bu kitapta da sayfalarını yayınlamış olduğumuz kitaplara zıt bilgiler verilmekte. Ahirete inanmak kısmında ,kabir suali bahsinde, itikatte mezhebim, Ehli sünnet vel cemaat. Amelde mezhebim, imamı azam Ebu Hanife mezhebi yazıyor. Diğer sayfa resminde de alevilik, İslam düşmanları başlığı altında yer alıyor. İflasçılar, Hilmi ve hakikatin hangi kitabının hangi sayfasına göre amel edecekler. Toprağın altında da alevilik diyebilecekmisiniz?
Hilmi ve devamı iflas camiası, herşeyi bir birine karıştırmış durumda. Kendi elleri ile, yalancılıklarını, sahtekarlıklarını, hainliklerini nasıl da ortaya döküyorlar.
Yaptığınız sapkınlıklara Allah dostlarını alet ederseniz, böyle kendi elinizle kendinizi tepe taklak edersiniz.
Hilmi imzalı " peygamberlik nedir " isimli kitaptan, daha önce bazı arkadaşlar paylaşım yapmışlardı. Hilmi' nin hezeyanlarını gösteren şöyle bir cümle vardı, " İslamiyet, ilim, ahlak, doğruluk, adalet üzerine dayanan ve tam liberal olan demokratik bir devlet kurmaktadır."
Aynı kısımlar biraz değişikliğe uğratılarak " Hak Sözün Vesikaları " isimli kitapta da yer almakta. Orada " bir İslam düşmanına cevap ", bu kitapta da " bir din cahiline cevap " başlığı altında yazılmış. Hak sözün vesikalarındaki kısımda da " islamiyette, ilim, ahlak, doğruluk, adalet üzerine dayanan ve tam liberal olan demokratik devletler kurulmuştur " demektedir. Bu cümlelerle birlikte birde laiklik anlayışı dikkatimi çekti. " Layıklığı din düşmanlığı olarak kullanan ve bu kelimenin gölgesi altında islamiyeti yıkmaya çalışan bir kafirin, cahilliğini, ahmaklığını anlatmaya lüzum yoktur. Bu adam, din ile devleti bir birinden ayırmayı değil, dini yok etmek istemektedir " diyor.
Bu cümlelerin bir tek karşılığı var "facia".
Aleviliğe yapmış olduğu bakış açısının aynısını laikliğede uygulamış. Yani laiklik din düşmanlığı değil, din ve devletin bir birinden ayrılması. Bunu bu şekil de anlasaymış din düşmanı, dine düşmanlık yapmayacakmış. Laikler laikliği anlasa, aleviler aleviliği anlasa ortadan düşmanlikta kalkacak. Hilmi'ye göre aleviler nasil bizlerin müslüman kardeşiyse, laiklerde islamın karşısında değiller. Yakında, alevi, şii, laik, demokrat, liberal v.s v.s ne kadar inanç, mezhep, akım, izim varsa hepsi bizim kardeşimiz olacak. Hümanizm yerine, hilmünaizm diye bir inanç biçimi ortaya çıkartır artık iflasın abileride..! Birde bunları bir İslam düşmanına, bir din düşmanına cevap diye yazmışlar. Sizlerle niye düşman olsunlar ki, anlaşmadığınız ne var, her konuda hem fikirsiniz.
Abdülhakim Arvasi Hazretleri'nin elde mevcut " eserleri "nin, sadeleştirmeden asli nüshalarıyla birlikte neşrini Büyük Doğu Yayınları'nın " baş tacı " olarak görüyor; bu eserlerin, her türlü istismar vesilesi olmaktan kurtarılarak iman gençliğine kaynak teşkil etmesi niyaziyle, " Büyük Veli'nin, büyük üstü büyük ruhaniyetine sığınıyoruz."
Edda-i fakir garib ezmütekaidin-i askeriyye emekli albay, kimya yüksek mühendisi, eczacı ve muallim-i kimya - Apotoker farmasiyen ve profesör deşimi inder fakülte deşimi üniversite deşimi inder sıddık gümüş Hüseyn Hilmi bin Said İstanbuli inder Hüseyin efendi lofcavi, namı diğer hilmi. Zatın ismi sıfatları birhayli uzun olduğu için ben ondan bahsederken kısaca hilmi diyorum. Hilmi o kadar haltlar karıştırmış ki, ne yazmakla bitiyor ne anlatmakla. Aynı şekilde arkasından gelenlerde hilminin yaptıklarına katkıda bulunarak iflas yoluna devam ediyorlar.
Hilminin silsile yalanları, icazet yalanları, yazdıklarının itibar görmesi için kitaplarında kullandığı takriz yalanları, kitaplarında tercüme adı altında yaptığı tahrifatları tek tek ortaya döküldü ve dökülmeye devam ediyor. Yapılan her işlerinde bir sahtekarlığın bulunduğunu anlamak için ismi sıfatlarını görmek bile yetiyor aslında.
Hilminin kitaplarında yaptığı hezeyanları her paylaştığımızda birileri gelip paylaşımı sabote etmeğe çalışıyor. Bunun olması tabiki normal birşey, her satılanın mutlaka bir alıcısı olacaktır. Bunun alıcılarıda fazlaca saf, saf kelimesinin dışında başka kelimeler kullanınca bazıları hakaret olarak algıladığı için saf iyi oturuyor, tabi bu saflık enayilik derecesine varan bir durumda.
Aşağıdaki sayfa resminde hilmi kitabına İmam Masum Hazretlerinin bir mektubunu koymuş. Mektupta rabıta kelimesinin geçtiği yere meşhur köşeli parantezden açıp kafasına göre rabıtanın " alime " yapılacağını yazmış. Bir çok kitaplarında ve Abdülhakim Arvasi Hazretlerine ait bir mektupta da rabıta bahislerinin olduğu yerleri, bazılarında rabıta " veliye " yapılır, bazılarında da " alime " yazarak değiştirmişlerdir. Tasavvufu ve tasavvufla ilgili her konuda insanlar ne biliyorsa bu bilgiler Ehli sünnetin büyüklerinden günümüze ulaşmıştır. Rabıtanın ne olduğunu, nasıl olduğunu birçokları eserlerinde anlatmıştır. Mürşidi Kamil olması gereken bir yeri alim olarak değiştirmek kimin haddine. Mürşidi Kamil olan bu makamda bulunan, Allahü teala nın veli ve alim bir kuludur, fakat her veli ve alim kulu da o makama sahip değildir.
Bu tahrifatlar aynı zamanda hilmi ye atfedilenlerin uydurma ve yalan olduğununda ıspatıdır. Hilmi, Efendi Hazretleri gibi büyük bir Allah dostunun yanında yıllarını geçirmiş, talebelik yapmış, dizinin dibinden ayrılmamış ve rabıtanın Mürşidi kâmile olacağını bilmiyor. Kendi kendilerini çürüten bir güruh.
Aslında herkes herşeyi biliyor fakat buradaki amaç cehaletten değil hainlik ten.
İlgili sayfa yorumlar kısmında.
Hakikat kitap evinin ve hilminin kitaplarındaki sürekli değişimin amacı ve altında yatan gerçek şudur. İlk önce tercüme edilmiş bir eseri içinde değişiklikler yaparak hakikat kitap evi basıyor, bunu meşhur köşeli parantezleriyle belirtiyor. Daha sonraki baskılarda bu köşeli parantezler de o tercümenin bir parçasıymış gibi esere dahil ediliyor ve daha sonraki baskılarda hilminin de adı geçmeye başlıyor. Baskılar çoğaldıkça o tercüme edilmiş eser hilminin tercümesiymiş gibi bir hale sokularak hilmi ismiyle birlikte çıkmaya başlıyor.
Bunun yapılmasındaki amaç Ehli sünnetin eserlerini bozarak, bu yolda olanları hak olan yoldan çıkarmak ve İslam düşmanlarına maşalık yapmak. Bunu adım adım uygulamaya sokuyorlar.
Birinci adım ; Hilmi yi yüceltip ululamak ve bir yere oturtmak. Artık hilminin birçok tercümesi oluyor ve hepsi Ehli sünnet alimlerinin, büyüklerin eserleri. İnsanlar neden hilmi yi okusun. Daha çok güven sağlamak içinde Ehli sünnet yolunun büyüklerinden olan Efendi hazretleri ile, sahte icazetler, uydurma hikâyeler ortaya atılarak bağ kurulmaya çalışılıyor.
İkinci adım; Tercümelerde hilmi imzası bulunduğ için, çıkan baskılarda artık istedikleri değişiklikleri rahat rahat uygulayabiliyorlar. Bunu zaten kendilerine kabullendirmişler, hocamız hayattaykende eklemeler, çıkarmalar yapılmasına müsaade ediyordu diyorlar. Bu adımda Ehli sünnetin sağlam kaynak eserleri tahrifata uğramış, aslından uzak ve kendi fikirlerinin yer aldığı bir kitap halini alıyor.
Üçüncü adım; Asıl eserleri tamamen unutturup, kendi hazırladıkları kitapları okutturmak. İnsanlara, siz onları anlayamazsınız hocamız zaten o büyüklerin eserlerinde ne varsa onları aktarmış gibi motiveler ile kendi çizdikleri yolda insanları kandırarak yürümek.
Son Padisah Vahdettin'in Mustafa Kemal'i devrin sartlarina gore cok iyi Bandirma Vapur'u ile Samsun'a gonderdigi tayin yazisi...
Tarihi gizleyerek SENIN vatan haini oldugunu 100 yildir soyleyenler UTANSINLAR....rahmetli Padisahim...
Allah (cc) mekanini cennet etsin...(amin)
HH.HİLMİ VE HAKİKAT YAYINLARININ Şİİ VE ALEVİ AÇILIMI
Hilmi'nin imzası bulunan ve hakikat yayınlarının diğer bastığı kitaplarda alevilik, Ehli sünnet gibi hak yolda bir inanaç olarak gösterilmektedir. Kitaplarında bulunan yazılardan bazı örnekler; " Hazreti Ali'nin radıyallahü anh her asırdaki torunlarına alevi denir ". " Hazreti Ali'yi radıyallahü anh sevenlere, onun yolunu doğru ve iyi öğrenip bu yol, Peygamber Efendimizin yolu olduğu için, bu yolda gidenler alevidir ". " Ehli sünnet alimleri kitaplarında alevilere saygı göstermişler, onları çok sevmişlerdir. Alevi ismini başlarının üstünde taşımışlardır . Peygamber Efendimizin soyundan olanlar hiç sevilmezmi ". " Yurdumuzda ki müslüman aleviler, mezhepsizlerin çirkin sıfatlarından münezzeh tir ". " Alevi ismi ile şereflenenler ". " Ehli sünnet denilen biz müslümanlar Hazreti Ali'yi radıyallahü anh böyle sevdiğimiz için aleviyiz, onları kardeş biliriz ". " İlk şia fırkası Hazreti Ali'ye radıyallahü anh uydular, bunların yolunda olanlara Ehli sünnet ve cemaat denildi ". " Hazreti Ali' nin radıyallahü anh ilk şia sı olan Ehli sünnete göre ". " Hazreti Ali' yi radıyallahü anh Ehli sünnet te sever, o halde alevi ismi Ehli sünnete yakışır, bu mübarek isim Ehli sünnetin ismidir " gibi cümleler kitapların bir çok yerinde geçmektedir. Bu anlatımların bulunduğu yerlerde de hiçbir kaynak gösterilmemektedir. Ehli sünnet alimlerinin eselerinde, Hazreti Ali radıyallahü anh zamanından ve sonrasından bahsedilen kısımlarda bu tarz cümleler yada alevi kavramı varmıdır?.
Biz Ehli sünnet alimlerinin kitaplarını tercüme ediyoruz, kendimizden birşey yazmıyoruz, büyükler ne yazmışsa onları yazıp basmakla Ehli sünnet yoluna hizmette bulunuyoruz diyerek, yalanlarınızla insanları kandırıp, bu yolun düşmanlarına en büyük hizmette bulunan maşalardan biride sizsiniz. H. Hilmi imzalı hangi kitaba elimizi atsak, hakikat yayınlarından hangi kitabı açıp baksak içınden hep bir pislik çıkıyor. Ve bu yapmış olduğunuz pisliklere, Efendi Hazretleri gibi bu yolun büyüklerinin, o mübarek insanların isimlerini de bulaştırmanız sizleri dahada iğrenç hale sokuyor.
Abdülhakim Arvâsî Hazretleri, kendisinden sonra bırakabileceği bir kişi olsaydı ve bırakması gerekseydi elbette halef bırakırdı; kimi bıraktığını da bildirmekte...
Bugün kılıkta bile bir kök ve şahsiyet sahibi değiliz. Giyim, tavur ve eda manzumesi bir millet kadınlığının başlıca şahsiyet farikalarındandır. Bu konuda maalesef zavallı halimiz ortada. Bu manzara, bize ait olmayan bir dünyanın, umumi kılığını kopya edip bu kopya ediş içinde kendimizden hiç bir hususiyet belirtmemiş bir ifade sahibi.
Yalnız kadın ve giyimde mi bu haldeyiz..! Yaşantımızın her alanına bu zavallı halimiz hakim.
Bu milleti aslından uzak bu zavallı hale düşürünler ve bir daha kendine gelme fırsatını yakalatmamak için gece gündüz çalışanlar, müslüman görünümlü İslam düşmanları. Kendilerini millete, İslamı anlatıyoruz, ehli sünnet yolunu bu insanlara bizden başka gösteren yok, biz bu yolun büyüklerinin devamıyız yalanları ile uyutup daha ne kadar zarar verebilirizin çabasındalar. Büyüklerimizin eserlerini tercüme adı altında bozan sizlersiniz, büyüklerin ağzından mış gibi sözler uydurup insanları kandıran sizlersiniz, haydar paşa garında ki gibi facialara imza atan sponsorlar sizlersiniz ve bunları yaparken de ısrarla ehli sünnet kavramını ağzından düşürmeyen sizlersiniz.
Bizde, sizin kimlerin treninde yolculuk yaptığınızı, vagonlarınızda bu milletin yok olması için neler taşıdığınızı tek tek gözler önüne sermeye devam edeceğiz.
İİHLASİN ABİLERİ, ORTALIKTA DOLAŞAN TAHRİF EDİLMİŞ, İÇERİSİNDE YALAN YANLIŞ BİR ÇOK BİLGİ BARINDIRAN KİTAPLARI İÇİN ACABA NASIL AÇIKLAMA YAPACAK..!
Hak sözün vesikaları isimli uydurma kitaba her baktığımızda kafaları karıştırıcı birçok sayfa ile karşılaşıyoruz. Hazreti Mu'aviye radıyallahü anh zamanındaki olaylardan bahsedilirken, şöyle bir örneklendirme yapılmış " Peygamberlerin valileri, kumandanları da haksız yere müslüman kanı akıtmıştı ". Ehli sünnet eserlerinin hangisinde Peygamberler "aleyhimüsselam" için bu yaklaşımla bir cümle kurulmuştur. Hangi Peygamberlerin "aleyhimüsselam" hangi valileri ve komutanları haksız yere o peygambere inananların kanını dökmüştür, bunlar neden belirtilmemiş ?
Sayfa 168 de, islamiyette, nevruz, hıdırellez, mihrican gibi günlerin olmadığı, bu günlerin kafirler arasında değerli sayıldığı, bu günler için hediyeleşmenin haram olduğu gibi konulardan bahsedilmiktedir. Başka bir sayfada da İmam-ı Azam hazretlerinin dedesinin nevruz günü Hazreti Ali "radıyallahü anh" e falüzec yani pelte, jele ikram etmesinden bahsediliyor.
Hilmiden açık büfe kitaplığa elimi attım hak sözün vesikaları geldi, bakalım nelerle karşılaşacağız.
Kapağına bakınca Abdullah Süveydi Hazretlerinin bir kitabı gibi görünüyor, fakat her zaman olduğu gibi yine karışık bir hakikat yayyinları ile karşı karşıya kalıyoruz. Kabı farklı içi farklı. Kitabın içinde Reddi Revafıd Tercemesi diye de bir kısım var, İmam-ı Rabbani Hazretlerinin bir kitabıymış. 48. Sayfaya o meşhur köşeli parantezlerden açılmış ve alevilik hakkında birşeyler yazılmış. Ama imamı Rabbani Hazretleri bu kitaba böyle bilgiler yazmamış, artık hak sözün vesikalarını kim hazırladıysa o.
Hilminin ve hilminin ismi geçmeyen diğer hakikat kitaplarında, şiiliğe, aleviliğe çok dikkat çeken bir sempatiklik var, artık sebebi her ne ise?. Bir sayfaya bakıyorsun kötüleme var, başka bir sayfaya bakıyorsun o bozuk düşünceler günümüzde kalmadı, şimdiki şiilerde, alevilerde ehli sünnet gibiler ifadeleriyle karşılaşıyorsunuz.
Fetönün dinler arası diyoloğunu hatırlatıyor. Hilmicilerde önüne ne gelirse diyolog var, dinler, mezhepler, demokratlar, liberaller v.s v.s. Bunlarında mezhebi baya genişmiş.
Birde şunlar dikkat çekiyor; İmam-ı Rabbani Hazretlerinin tercümesinde şöyle bir cümle " Ahmed Faruki diyor ki ". Kitabı yazan zaten o mübarek, paragraf başlarında neden hep ismi geçiyor. Tercüme eden, yoksa direk orijinal eserden tercüme etmemişmi, yada okuyucular zaten bukadarına dikkat etmezler, başta bir büyüğün ismini kullan geç sonra canın ne istiyorsa yaz modu mu?
Hilmi'den açık büfe kitaplıktan, bir kitap çekip sayfalarını karıştıralım bakalım nelerle karşılaşacağız. Mesela peygamberlik nedir diye olanı alalım, bu kitaptan bir sayfayı bazı arkadaşlar paylaşmışlardı. İmamı Rabbani Hazretlerine ait yazıların bulunduğu kitapta, İslam liberal ve tam demokratik olan bir devlet kurmaktaymış. Birde bu kitapta dağda, çölde hiçbir şeyden habersiz yaşayan bir insanın inanç olarak sorumlu olmayacağının geçtiği birkısım var ( hay diye bir çizgi film vardı. Bir çoğumuz belki hatırlar. Bir çocuk adada nasılsa yanlız kalıyor ve ölmeden bebeklikten büyük yaşlara kadar geliyor. Mesela bunun gibi bir insan ) böyle insanlar peygamber gelmemiş hükmünde sayılarak öldüklerinde de bir hesaba tabi tutulmuyorlarmış, bir bitki gibi hayatları son bulunca toprak oluyorlarmış.
Hilmi alim, müctehit, mürşit ya, bu kısma o meşhur köşeli parantezlerinden birini açıp, oraya komünist ülkelerde yaşayanlarda diye bir ekleme yapmış. Yani rusya, çin gibi ülkelerde olanlarda boyle bir hükme tabi imiş. Bu da fetö nün dinler arası diyolog tarzı gibi, hilminin dinler arası değişik bir diyoloğunun temellerimi...
Sayfa resimlerini bu paylaşımın altına yorumlara ekliyorum
EHL İ BEYTİ SEVENLERE MÜJDE! (Hilmi kurtarsın sizi ,siz küfredin)
Hazreti Ali Ebi Talib kerremallahü vecheh buyurdu ki,Resul i kainat aleyhi efdalüttahiyyat hazretlerinin huzuru şerifine vardım.Mubarek ve munevver yüzlerini neşeli buldum.Selam verdim oturdum.Dedim ya Resulallah!Sizi şad ü hürrem(neşeli)gördüm.Eğer Allahü teala hazretlerinden sevindirici bir buyruk nazil olmuş ise haber verinizde sizinle beraber sevinelim...
Buyurdular ki: Ya Ali! Cebrail aleyhisselam bana haber verdi ki,Allahü tebareke ve teala hazretleri Cennet i Adnı yarattı.O cennete kendi yed i ile kırmızı yakuttan bir ağaç dikti.Ona kökünü yere geçir,dallarını dışarı çıkar diye emretti.O ağaçta köklerini yere geçirip,dışarı yediyüzbin dal çıkardı.Her dal üzerinde yediyüzbin kırmızı yakuttan köşk,,her köşkte yediyüz bin oda her odada bir kapı her kapıda bir taht,her taht üzerinde bin döşek ve döşeğin kalınlığı bin arşın,her taht üzerinde bir huri onun karşısında kırk bin hizmetçi ve kırk bin cariye ve her odada yiyeceklerden ve içeceklerden ve elvandan o şeyleri yarattı ki ne gözler görmüş ne kulaklar işitmiş ve ne bir beşerin hatırına gelmiş olsun...Sonra resulullah (sallahü teala ve aleyhi ve sellem hazretleri buyurdular ki :
Ya Ali! Bunlar sana ve seni ve evladlarını sevenleredir.....Her kim sana buğz ederse,muhakkak bana buğz etmiş olur..Her kim bana buğz ederse benim şefaatime kavuşamaz..
Cabir radıyallahü teala anh der ki: Resulullah sallalahü aleyhi vesellem Aafatta idi. Ali radıyallahü anh karşılarında idi.Buyurdu: YA Ali bana yakın ol.Tenini benim tenime değdir ki, beni ve seni yarattı bir ağaçtan ki,Ben o ağacın aslıyım.Sen fer'isin.Hasen ve Hüseyn o ağacın dallarıdır.Her kim o ağaçdan bir dala yapışırsa,Allahü teala hazretleri o kimseyi cennete dahil kılar.Ya Ali Eğer benim ümmetim sana buğz ederse Allahü teala hazretleri azab meleklerine buyurur.Ta onları burunları ve yüzleri üstüne çeke çeke cehenneme iletirler.
Hilmi beyden nostalji sene 1970 li yıllar hazırlayan ve neşreden h.hilmi ışık...177 ci 178 inci,179 uncu sahifeler. şah veliyyullah dehlevi ile ilgili sözleri. Sayın b.g ye ve iflasa ilanen duyurulur.bay kaynak.alsana kaynak Meşhur hocanizdan.inan bu ne iştir ya.. Her kitab ayri dilden.ben iyice korktum artık.iyi okuyun..kitabın bir kısmından alıntıdır: Bunları okuyunca dinini mezhebini bilen ve seven bir müslüman olarak insanın tepesi atacak gibi oluyor.doğrusu şah veliyyullahın bu kadar cahilce ve bu kadar edebsizce düşüneceğine inana mıyoruz.mevdüdi bellide fakat bu saçmaları o farüki torununa yakıştıramıyoruz demekte.kim hilmi hocan oku bakiyim.ya hakikaten neyi nereden alıyor neyi nereden gösteriyor.bak .İyi bak şah veliyyulah dehlevi için neler demekte.inan hatlar karıştı .ŞİMDİ NE YAPACAKSINIZ? BURAK GÖKÇE VE SAPIK TAHİFESİ
HATM-İ HACEGAN NEDİR?
Hatm i Hacegan, aşağıdaki fotoğraflarda hem Osmanlıcasını hemde tercemesini yayımladığımız büyük İnsan ı Kamil Eşşeyh Esseyyid Abdulhakim Arvasi Kuddisesırruh Hazretleri kendi el yazmasıyla Hatm i Haceganı bu şekilde bildirmişlerdir. Hatm i Hacegan, Nakşibendi tarikatına mensub olan, müridlerin şeyhine rabıta ve şeyhin vazifelendirdiği adedi miktar zikirle birlikte her gün ikindi nemazından sonra hususi VİRD(vazife)lerindendir. Tenhada evin boş bir mahal...