|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
Bugün 1 ziyaretçi (58 klik) kişi burdaydı! |
Dil âfetlerinden bazıları
Geçen haftaki iki makâlemizde birazcık, "Müslümân, dilinden ve elinden, Müslümânların selâmette oldukları, emîn oldukları kimsedir. Muhâcir de, Allah'ın yasak ettiklerinden kaçan kimsedir" hadîs-i şerîfini ele almıştık. O münâsebetle, elle başkalarına yapılan zararların yanı sıra, İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin zikrettiği dil âfetlerinden 9 tanesini saymış, kısa kısa îzâhlarını da yapmıştık. Geçen hafta temâs ettiğimiz 9 maddeye, İmâm-ı Gazâlî şunları da ilâve etmektedir: 10-Yalan konuşmak ve yalan yere yemîn etmek: Bunlar, bilindiği gibi, en büyük günâhlardandır. Peygamber Efendimiz (aleyhis-salâtü ves-selâm) buyurdu ki: "Yalan, nifâk kapılarından bir kapıdır." Yine buyurdu ki: "Yalan rızkı azaltır." Bir başka hadîs-i şerîfte de: "İnsanları güldürmek için yalan söyleyenlere, esefler [yazıklar, korkular] olsun!" buyurulmuştur. 11-Gıybet etmek: Gıybet de ekseri dil ile olur. Çok büyük günâhtır. Allahü teâlâ, Kur'ân-ı Kerîmde bunu, "ölü kardeşinin etini yeme"ye benzetiyor. "SİZİN EN KÖTÜNÜZ!.." 12- Nemmâmlık etmek [Söz taşımak]: Allahü teâlâ, Kur'ân-ı Kerîmde "Arkadan çekiştirmeyi, istihzâyı [yüze karşı eğlenmeyi] ve ayıplamayı âdet edinene şiddetli azâp vardır" buyuruyor. Peygamber Efendimiz (aleyhis-salâtü ves-selâm) de: "Size en fenânızı (en kötünüzü) haber vereyim mi? Aranızda söz taşıyanlar, aranızı bozanlar ve insanları birbirine düşürenlerdir" buyurdular. 13-İkiyüzlü olmak: Herkesin yanında onun hoşuna gider şekilde söz söyleyen, birinin sözünü diğerine, diğerinin sözünü öbürüne söyler ve her birine de ben seni seviyorum şeklinde görünür. Bu ise çok kötü bir haslettir. Peygamber Efendimiz (aleyhis-selâm): "Allahü teâlâ indinde, kulların en kötüsü ikiyüzlülerdir" buyurdu. 14-İnsanları dünyâ menfaati için övmek, başkalarına yaranmaya çalışmak: Bunda altı âfet vardır. Dördü söyleyen için, ikisi de övülmekte olan, dinleyen içindir. Övenin âfetleri kısaca şöyle zikredilebilir: a)Karşısındaki hakkında, olduğundan fazla söyleyip, yalancı olur. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: "İnsanları övmekte aşırı gidenin, kıyâmette dili o kadar uzun edilir ki, yere yayılır, üzerine basar ve ayağı kayıp düşer." b)İçinde nifâk olur ve karşısındakini överek onu sevdiğini göstermek ister. Hâlbuki onu sevmez. c)Aslını bilmediği şeyleri söyler. d)Övdüğü kimse zâlim olabilir ve o zâlim onun sözü ile sevinebilir. Zâlimi sevindirmek de câiz değildir. Peygamber Efendimiz (aleyhis-salâtü ves-selâm) buyurdu ki: "Fâsıkı övene, Allahü teâlâ gadab eder." Övülen kimsenin zararlarına gelince, onlar da: a)Kendini beğenir ve gurûrlanır. b)Karşısındaki, kendisine "âlimsin, sâlihsin ve çok iyisin" gibi sözler söylerse, ilerisi için çalışmaz ve "Ben zâten olgunlaştım" der. Bunun içindir ki Peygamber Efendimiz (aleyhis-salâtü ves-selâm) buyururlar ki: "Bir kimsenin keskin bir bıçak ile bir kimseye saldırması, onu yüzüne karşı övmesinden daha iyidir." KİŞİNİN KENDİNİ ÖVMESİ!.. Bu altı âfetin zararı olmazsa, övmek iyi olur. Peygamber Efendimiz (aleyhis-selâm), Sahâbe-yi Kirâmı zaman zaman medhetti ve "Eğer bütün âlemdekilerin îmânı, Ebû Bekr'in îmânı ile tartılsa, Ebû Bekr'in îmânı ağır gelir" buyurdu. Yine buyurdu ki: "Ey Ömer! Beni, insanlara, Peygamber olarak göndermeselerdi, seni gönderirlerdi" Buna benzer hadîs-i şerîfler çoktur. Peygamberimiz, bu övmenin onlara zarar vermeyeceğini biliyordu. Fakat kişinin kendisini övmesi çirkindir, kötüdür ve Allahü teâlâ bunu yasak etmiştir ve "Ben iyiyim deyip, kendinizi övmeyiniz" buyurmuştur. Ama bir kimse mürşid, rehber veya üstâd ise, örnek alınması ve diğerlerinin de yükselmesi için kendi hâlini anlatması câizdir. Nitekim Peygamber Efendimiz (aleyhis-salâtü ves-selâm): "Ben insanoğullarının en üstünüyüm; övünmüyorum" buyurdu. Ya'nî "ben, bu üstünlük ile değil, bana bu üstünlüğü verenle övünüyorum; Allahü teâlânın bana olan ni'metini zikrediyorum" demektir. Bunun için Allahü teâlâ, herkesin Peygamberimiz (aleyhis-salâtü ves-selâm)'a uymasını emir buyuruyor. [Hadîsin ikinci kısmını da yarın ele alalım inşâallah.]
17.02.2012
Manevi Hastalıklardan Riya ve Korunma Yolları
Prof. Dr. Mehmet Soysaldı
Dinin esası, Allah’ın varlık ve birliğini, hâkimiyet ve kudretini kabul edip, hareket ve davranışlarını O’nun rızasına uygun şekilde düzenlemeye çalışmaktır. Yani iyi bir insan ve iyi bir kul olmaktır. Gerçek kulluk her işte ihlâs ve samimiyeti gerektirir. O halde ihlâs nedir? Varlığı ile davranışlara değer katan ihlâs; riya, gösteriş ve şirkten kaçınmak demektir. Bir şeyi Allah için, sadece Allah’ın hoşnutluğu için yapmaktır. Bütün ibadet ve davranışlarımızda, başka maksatla değil, sadece ve sadece Allah rızasını ölçü olarak almaktır. Yapılan bütün işlerin başlangıç noktası niyettir. Niyet, bir işte güdülen maksat ve gaye demektir ve ihlâsın göstergesidir. İşte, ihlâsın tersi olan ve yapılan işlerin insanlara gösteriş ve kendini beğendirmek amacıyla yapılması anlamına gelen riya, günümüzde insanlar arasında çok yaygın hâle gelen manevî hastalıklardan biridir. Bu makalede riya üzerinde duracak, riyanın zararları ve ondan korunma yollarını açıklamaya çalışacağız.
1. Riyanın Tanımı
a) Sözlük Anlamı: Riya, iş, söz ve davranışlarda gösterişe yer verme; bir iyiliği veya bir ameli Allah’ın rızasını kazanmak niyetiyle değil, insanların beğenisi için yapmaktır. Böyle bir davranışta bulunan kimseye, riyakâr veya mürâî denir.1
b) Terim Anlamı: Ünlü mutasavvıflardan Haris el-Muhasibî riyayı şöyle tarif etmektedir: “Riya, kulun Allah’a itaat ederken kullara yaranmak istemesidir.”2 Başka bir ifadeyle riya, itaat ederken Allah’tan başkasına gönül vermektir. Öyleyse riya, Allah’a itaat etmiş gözüküyorken, aslında amacı Allah’ın kullarının arzularını, beğenilerini kendinde toplamaya çalışmaktır.3
Gazalî’ye göre riyanın dört derecesi vardır: Birincisi, riyanın en ağır olanıdır. Riya ile yaptığı ibadette hiç sevap niyeti yoktur. İnsanların yanında abdestsiz bile namaz kıldığı halde, yalnız kaldığı zaman hiç kılmayan kimse gibi. Bu namaz sırf insanlara gösteriş içindir, hiçbir hayrı yoktur.
İkincisi, ibadeti gösteriş için yapar. Fakat Allah’ın rızasını da niyet eder. Ancak bu niyet zayıftır. Yalnız kaldığında bu ibadeti yapmayacaktır. Sevaba niyet etmese de gösteriş için bunu yapacaktır.
Üçüncüsü, gösteriş ve sevap tarafları eşit olmaktır. Eğer riyanın yanında bir de sevap veya sevabın yanında bir de riya niyeti olmasa, bu ameli yapmayacaktır. İkisinin eşit olarak bulunmasıyla bu ameli yapmıştır. Kişi, bu amelinden zarar görmese de fayda da görmez.
Dördüncüsü de, ibadeti insanların duymuş olmasından dolayı daha da gayrete gelip takviye etmesi, artırmasıdır. Böyle birisi, kimse duymasa da ibadetini yapacaktır. Dolayısıyla ibadeti sırf riya maksadıyla yapmadığı için yaptığı ibadetten fayda görebilir.4
2. Kur’ân’da Riya Kavramı
İhlâs, ibadet kastıyla söylenen sözlerin, yapılan işlerin sadece Allah rızası için yapılmasıdır ki, ihlâs ile yapılmayan hiçbir ibadet, Allah katında makbul değildir. Dinin ruhu ihlâstır, yani ibadetin yalnız Allah’a yapılmasıdır. Başka bir gaye için yapılan ibadette ihlâs yoktur. İhlâsla yapılmayan her ibadet ise kabul görmeyecektir. İhlâsın karşıtı olan riya, haramdır ve gizli şirk sayılmaktadır.
Yüce Allah, Kehf suresi 110. ayette: “Kim Rabbine kavuşmayı arzu ediyorsa salih amel yapsın ve Rabbine (yaptığı) ibadete hiç kimseyi ortak etmesin.” buyurmaktadır.
Bu ayette geçen, ibadette Allah’a şirk koşmaktan maksat, ibadette ihlâslı ve samimi olmamak, Allah’ın rızası dışında riya, gösteriş ve benzeri menfaat duygularını taşımak demektir.5
Allah Teala, ihlâslı mümin kullarının amellerinden bahsederken onların şöyle dediklerini haber vermektedir: “Biz sizi ancak Allah rızası için doyuruyoruz. Bu yaptıklarımıza karşılık sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz.” (İnsan, 76/9)
Tabiunun önemli müfessirlerinden Mücahid, bu ayeti açıklarken şu noktalara yer vermektedir: Sadık kullar, bu sözü dilleriyle değil, sadece kalpleriyle söylüyorlar. Dolayısıyla Allah Teala, onların bu durumunu, başkalarına örnek olsun diye anlatmaktadır. Kalplerinde, yaratılmışların övgüsünü ve onlardan gelecek herhangi bir karşılık duygusunu çıkarıp attıkları için, Allah onlardan hoşnut olmuştur.6
Riya, Kâfir ve Münafık Vasfıdır.
Riya, Kur’ân’da kâfir ve münafıkların vasfı olarak anlatılmaktadır: “Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın.” (Bakara, 2/264)
“Allah’a ve ahiret gününe inanmadıkları halde mallarını, insanlara gösteriş için sarf edenler de (ahiret azabına uğrarlar.) Yakın dostu şeytan olan kişi, ne kötü dost sahibidir.” (Nisa, 4/38)
“Münafıklar Allah’ı aldatmaya çalışırlar, Allah da onların hilelerini ve oyunlarını bozar. Onlar namaza kalkarken üşene üşene kalkarlar, müminlere gösteriş yaparlar. Yoksa aslında Allah’ı pek az hatırlarlar.” (Nisa, 4/142)
Yukarıdaki ayetlerde ifade edildiği üzere, kâfirler ve münafıklar gösteriş düşkünüdürler. Zira onlar, yaptıkları işleri insanlara gösteriş yaparlar. Mesela kâfirler, mallarını gösteriş için harcarlar, münafıklar da namaza, dinin emri olduğu için değil, gösteriş için üşene üşene giderler.7
Yine başka bir ayette Yüce Allah: “Memleketlerinden çalım satarak, halka gösteriş yaparak savaşa çıkan ve Allah yolundan insanları uzaklaştıranlar gibi olmayanlar var ya Allah onların bütün yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.” (Enfal, 8/47) buyurur.
Bu ayette de yurtlarından böbürlenerek, insanlara gösteriş yaparak savaşa çıkan ve insanları Allah yolundan men eden müşrikler örnek verilerek müminler ikaz edilmekte ve onlar gibi yapmamaları istenmektedir. Çünkü Müminler, Allah’a inanan, ona dayanan ve Allah için hareket eden insanlardır. Onlar, Allah için birbirlerini sever ve gösterişten hoşlanmazlar.
Riya, Mâun suresi 4-7. ayetlerde de münafıkların çirkin huylarından biri olarak gösterilmektedir: “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar gösteriş yapanlardır, hayra da mâni olurlar.”
Onlar, Allah’a inanarak samimiyetle değil, sırf gösteriş için namaz kılarlar. Bunun için de onlar kıldıkları namazdan gafildirler. Gafil oldukları için onu kılmış sayılmazlar. Çünkü insanlardan istenen sadece şeklen namaz kılmak değil, gerçek manada namaz kılmaktır. Onlar namazlarını gaflet içinde kıldıklarından dolayı namaz ruhlarında bir tesir göstermez. Ayrıca onlar zekât vermeyi, kardeşlerine yardım etmeyi ve iyilik etmeyi önlerler. Allah’ın kullarına hayrı engellerler. Eğer gerçek manada namaz kılmış olsalardı, Allah’ın kullarına yardım etmeye engel olmazlardı. İşte ibadetin Allah katında makbul olması için, gösterişten uzak, ihlâs ve samimiyetle yapılması gerekir.8
Razî, bu ayetlerin tefsirini yaparken münafık ve riyakâr arasındaki farkı şu şekilde açıklamaktadır: “Münafık, zahiren iman etmiş görünüp, içinde küfrü saklayan kimsedir. Riyakâr ise, kendisini görenler, dindar olduğuna inansınlar diye, kalbinde olmadığı halde, alabildiğine bir huşu gösteren kimsedir. Münafık, kimsenin olmadığı, görmediği yer ve zamanda namaz kılmayan; riyakâr ise, en güzel namazı insanların yanında kılan kimsedir.”9
3. Hadislerde Riya Kavramı
Birçok hadis-i şerifte, riyanın çirkinliği ve riya yapanların kazandıkları kötü sonuçlar açıklanmaktadır. Efendimiz (s.a.s.)’den rivayet edilen bir hadise göre, bir adam Allah Elçisine: “Ey Allah’ın Elçisi kurtuluşumuz neye bağlıdır?” diye sorunca, Hz. Peygamber (s.a.s.): “Allah’ın emrettiği şeyleri, insanlar istiyor diye yapmaktan sakınmandır.” cevabını verdi. O kimse bu defa: “Amellerde kurtuluşa nasıl erilir?” diye sordu. Hz. Peygamber, o kişiye, riyayı terk etmesi gerektiğini bildirdi.10
Yapılan amellerin, Allah katında kabul görüp o ameli yapan kişiye sevap verilmesi için ihlâsla yapılması gerekir. Aksi halde geçici dünya hayatını ve süsünü amaçlayarak amel eden kimsenin amelinin boşa gideceği, hadiste şöyle haber verilmektedir: “Kulun amelini ilâhî huzura sundukları zaman Allah, meleklere şöyle karşılık verecektir: “İşte bu kulum ameliyle beni kastetmemiştir. Benim rızamı gözetmedi. Onu cehenneme atın.”11
Abdullah b. Amr b. As, Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Kim amelinde riya/gösteriş yaparsa, Allah da o kişiye ona göre muamelede bulunur.”12
Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği bir hadis ise şöyledir: “Allah yolunda öldürülen, malını tasadduk eden ve Allah’ın Kitabını okuyan kimselerden her birine Allah Teala, kıyamet gününde şöyle diyecektir: “Birinciye, ‘Yalan söyledin, aslında filânca bilgindir’ denilmesini istemiştin.’ İkinciye ise: ‘Hayır tam tersine filânca korkusuzdur” denilmesini amaçlamıştın.’ Üçüncüye de, ‘falancanın eli boldur denilmesini murat etmiştin’ denilecektir.” Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) şu açıklamayı yapmıştır: “İşte bu üçü de ateşe girecektir.”13
Bu hadislerden açıkça anlaşıldığına göre, insan her ne amel yaparsa yapsın Allah rızası için yapmalıdır. Allah rızası olmadan, sadece riya/gösteriş için yapılan hiçbir amel Allah katında kabul edilmez ve kişinin o amellerinden sevap alması da mümkün değildir. Demek ki, riya, amellerin boşa çıkmasına sebep olmaktadır. Allah Resulü (s.a.s.): “Hardal tanesi kadar riya bulaşmış hiçbir amel kabul edilmeyecektir.”14 buyurur.
Hz. Ömer, Muaz b. Cebel’i ağlarken gördüğünde ona, “niçin ağlıyorsun?” diye sordu. O da, Hz. Peygamber’in kabrini göstererek, “şu kabrin sahibinden duyduğum söz” beni ağlatmaktadır. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.): “Riyanın en azı bile şirktir.” buyurmuştur.15
Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), riyayı küçük şirk olarak değerlendirmekte ve “Sizin hakkınızda en çok korktuğum şey küçük şirktir.” diyerek, ümmetini riyadan şiddetle sakındırmaktadır.
Ashab-ı Kiram dediler ki: “Ya Resûlallah, küçük şirk nedir?” Resûlullah (s.a.s.):
- “Riyadır. Yani başkalarına gösteriş için ibadet yapmaktır. Allah Teala, kıyamet günü herkesin amelinin karşılığını verirken, insanlara gösteriş için ibadet yapanlara şöyle der: “Dünyada kendileri için gösteriş yaptığınız kimselere gidin. Bakın bakalım onların yanında size verecekleri bir şey bulabiliyor musunuz?”16
Şeddad b. Evs, Efendimiz (s.a.s.)’in “Ümmetim hakkında iki şeyden korkuyorum: Şirk ve gizli şehvet.17” uyarısı üzerine:
- “Ey Allah’ın Resulü! Senden sonra ümmetin Allah’a ortak mı koşacak?” demiş, Efendimiz (s.a.s.) de:
- “Evet, ama onlar Güneş’e, Ay’a, taşa ve puta tapmayacaklar. Fakat amelleri ile gösteriş yapacaklar.” buyurmuştur.18
Allah Resulü (s.a.s.), Müslümanlar için en çok korktuğu şeyin küçük şirk olan riya olduğunu belirterek riyayı, İslâm ümmeti için çok korkunç bir tehlike olarak nitelendirmektedir. Hadislerde riya, bazen şirk, bazen küçük şirk ve bazen de gizli şirk olarak nitelendirilmekte, amelde Allah’a başka bir şeyi veya kimseyi ortak etmek anlamına geldiği ifade edilmektedir. Ayrıca hadislerde yapılan iyiliklerin duyurularak gösterişe vesile kılınmasının da Allah katında kötü ve çirkin bir davranış olduğu belirtilir. Gösteriş olsun diye hafızlık yapmak, ne âlim adam desinler diye ilim elde etmek, insanlar cömert desinler diye sadaka vermek, ne yiğit adam desinler diye savaşmak daima yerilmektedir. Amellerini gösteriş için yapanların cehennem ateşiyle cezalandırılacakları ifade edilir.19
4. Riyanın Sebepleri
İnsanları riyakârlığa yönelten hususların bilinmesi ve bunlardan kaçınılması çok önemlidir. İnsanı riyaya sevk eden çeşitli sebepler vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz: 1. İman zayıflığı, 2. Övülme isteği, 3. Dünyada yerilme ve kötülenme korkusu, 4. İnsanların elindekilere karşı hırsla dolu olması.20
1) İman Zayıflığı: Her şeyden önce imandaki zayıflık riya sebebidir. Her ümidine ulaştıracak, her korktuğundan emin kılacak tek varlığın Allah olduğunu gönlüne yerleştirmeyen, maddî sebeplere ve insanlara gereğinden fazla değer veren, Allah’ı unutup onun dışındaki varlıklardan bir şeyler bekleyen zayıf imanlı kişiler, riyaya düşmeye mahkûmdurlar.21 Gerçek iman sahipleri ise, tüm davranışlarını Allah’ın en yüce kudret sahibi olduğu duygusuyla yalnız onun rızası için yapacaklarından dolayı, insanların değerlendirmelerine fazla önem vermezler. Çünkü onlar şunu çok iyi bilirler ki, eğer Allah Teala, bir hayrın kendisine dokunmasını takdir etmişse dünyadaki bütün insanlar karşı çıksalar, buna engel olamazlar. Eğer Allah Teala, bir kötülüğün ona isabet etmesini takdir etmişse bütün insanlar bunu kaldırmaya çalışsalar yine de başarılı olamazlar.
2) Övülme Arzusu: İnsan fıtratı gereğince daima övülmeyi, methedilmeyi ve yüceltilmeyi sever. Kötülenmekten hoşlanmaz, kötülenmemek, insanların beğenisini kazanmak için riya/gösterişe girer. Allah için yaptığı ibadetlere bile insanların övgüsünü kazanmak için riya karıştırır. Hâlbuki insanlar, onu övmekle ne hayat süresini uzatabilir, ne rızkını çoğaltabilir, ne ağzının tadını ziyadeleştirebilir, ne herhangi bir belayı başından savabilir ve ne de Allah’ın takdir etmiş olduğu kötü bir şeyi ondan uzaklaştırabilirler.22
Riyakâr kişi, insanlara kendini beğendirerek ya maddî bir menfaat ya makam mevki veya şöhret elde etmek ister. Aslında bunlar hayat gayesi yapılmaya değer şeyler değildir. Arınmış ruhlar, böyle geçici dünyalıklar peşinde koşmazlar.
Müminin kendisini çevresindeki insanlara sevdirebilmek için riyakâr bir tavra ihtiyacı yoktur. Çünkü kişiyi diğer insanlara sevdirecek olan Allah’tır. Hayatının her anında ihlâsla Allah’ın rızasını kazanmaya çalışan bir mümini, tüm inananlar doğal olarak kalben sevip desteklerler. Güzel ahlâklı, samimi, dürüst, ihlâslı ve içi dışı bir olan insanı sevmek müminlerin fıtratında vardır. Allah’ın rızası beraberinde kişiye müminlerin rızasını da kazandırır. Ama, sadece insanların rızası için yapılan bir işte Allah’ın rızasından yana hiçbir kazanç sağlanamaz.23
3) Yerilmekten Korkmak: Yerilme korkusu, kulun insanların kendisini kötülediğini doğruluğuna güvenmediğini ve iyi yaptığı işlerde bile ona kötü zan beslediklerinin farkına varması, bunu bilmesidir. Toplumda yerilen bir kimsenin sözüne güvenilmez, şehadeti geri çevrilir. Kimse onunla oturup kalkmak ve onunla sohbet etmek istemez. Böyle bir insanın selamına karşılık verilmez, talepleri geri çevrilir. Kendisine güvenilip hiçbir şey emanet edilmez. Adeta toplumdan dışlanır. Bunun için bazı insanlar, insanların kendisini yermelerinden korktuğu için söz ve fiillerinde gösterişe riyakârlığa yönelir. İnsanlara olduğundan farklı görünerek onların sevgisini çekip yergilerinden kurtulmak ister.
4) İnsanların Ellerindekine Göz Dikmek, Hırs ve Tamahkârlık Göstermek: Kuşkusuz kişi, kendisi için takdir edilmeyen hiçbir şeyi elde edemez. Eğer herhangi bir şeye kavuşmuşsa, kavuştuğu bu şey, her şeye rağmen, kendisi için takdir edilenin dışında değildir. Eğer Rabbine ihlâsla ibadet etseydi, ulaşacağı şeye mutlaka ve mutlaka ulaşırdı. Dolayısıyla insanların ellerindekine göz dikmenin hiçbir faydası yoktur. Kişi Allah’ın kendisi için takdir ettiğine razı olmalı ve haline şükretmelidir. Eğer kul, Allah’ın kendisine verdiği nimetlere şükrederse Allah, o kimseye nimetlerini artırır. Kur’ân’da Allah bu hususu şöyle ifade etmektedir: “…Eğer şükrederseniz, elbette size nimetimi artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim, 14/7)
|
Bugün 249 ziyaretçi (305 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|