27 Kasım 1919: Kuvayı Milliyecilerin Amerikan Mandasına Talip Olmaları
Halep Eski valisi Hüseyin kazım Kadri o günleri şöyle anlatıyor:İstanbul 'a avdet ettik. Fakat bütün mehâfil ve mecâliste hakim olan fikir "İngiltere veya Amerika mandasını istemek" emeli idi!. (Kadri,2000:244)
Atatürk ile birlikte Samsun'a çıkan Kurmay heyette olan Binbaşı Hüsrev Gerede'nin günlüklerinde ortaya çıkan bir gerçek daha vardır. Buna göre 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkan heyet, uzun süre, ‘tam bağımsızlık' yerine ‘Amerikan mandası ve yardımı' için zemin yoklaması yapmıştır.
Binbaşı Hüsrev Gerede'nin günlüklerinde bu mandacı yaklaşım kendini çok net bir şekilde gösterir.Amerika'nın büyük gazetelerinden Chicago Tribune'un yazarı William James aynı zamanda Paris Barış Heyeti'ndeki Amerikan temsilcisi idi.Kara Vasıf bey bununla da görüşmüş. General Harbord heyeti, bizden yana bir rapor hazırlamış. Bu heyet, Türkiye'de Amerikan mandasını kabul etmek istiyor. Bizim, Amerikan Ulusu ve senatosu üzerinde etki yapmamızı öneriyorlar. Kabinenin Amerikaya bir heyet göndermek isteyişi,ödünç para alma girişimleri Amerika'ya olan eğilimlerini gösteriyor.(Gerede-Önal-2003:127-129)
27 Kasım 1948 : CHP'nin Kongresinde Devletçilik Politikalarının Eleştirilmesi
İstanbul'da 22 Kasım'da başlayan 1948 Türkiye İktisat Kongresi'nde devletçilik politikası eleştirildi, özel girişimciliğin teşviki istendi.Milli Şef İnönü ve partisi CHP, çok partili hayata geçerken kendilerince bir çok tedbir almayı da ihmal etmezler. Alınan ilk tedbirler, partinin halka daha şirin gözükmesi için yapılan çalışmalardır.
Çok partili sisteme geçerken CHP içinde 1946 yılında önemli bir gelişme olur.1946'da toplanan parti meclisi İsmet İnönü'nün Milli Şef ve Değişmez Genel Başkan sıfatlarını kaldırır.
İşçiye Cumhuriyetin ilanından beri bir türlü verilmeyen sendika hakkı verilir.1947 yılında Sendikalar Kanunu çıktı, kanun bir bakıma ileriye dönük bir adımdı. Çünkü işçiye ilk defa kendi hakkını koruyacak örgütlenme hakkı veriliyordu ama kanun aynı zamanda bir kontrol aracıydı. (Karpat,2008:179)
Millet, tek partili hükümetlerin baskısından bunalmıştı.CHP'den ayrılan Dörtler, Demokrat Parti'yi kurdular, halkın büyük ilgisini çektiler.Kısa zamanda milyonlarca taraftar topladılar.1946 genel seçimlerinde beklenenin üstünde oy aldılar. Bu durum karşısında CHP el koyduğu haklardan bir kısmını millete iade etmek gereğini duydu.
Bu cümleden olmak üzere; 1- Hac yasağı kaldırıldı 2- Had safhaya varan din görevlisi ihtiyacının karşılanabilmesi için geçici kurslar açıldı.3-Ankara Üniversitesi'ne bağlı olarak İlahiyat Fakültesi açıldı.Eski miletvekili Cemal Cebeci bu değişimi şöyle anlatır: l947 yılında hacca gitmenin serbest bırakılması üzerine, babamla Eyüp ağabeyim, kara yolundan Hacca gittiler. Şam'a vardıklarında Suriyelilerin "Türkler tanassur etmişti bunlar da nereden çıktı? dercesine bakışlarıyla karşılaşmışlar. 1948 yılında CHP, halkın baskısı ve yaklaşan 1950 seçimlerinde halka şirin görünmek için on ay süreli imama hatip kursu açtı. (Cebeci,2014:64)
CHP'nin 1947'deki yedinci kurultayında, devletin din politikası da değiştirilir.Milli Eğitim Bakanlığının onayı ile Türk büyüklerinin türbeleri açılır.CHP, Demokrat Parti'ye karşı pozisyonunu korumak için din dersini getirdi. Hacca gideceklere ilk kez döviz tahsis edildi, ilk ilahiyat fakültesi kuruldu, imam-hatip kursları açıldı, Kur'an kurslarına başlandı. 1949'a dek bu ülkede hiçbir şekilde din dersi yoktu (Gözaydın,2010)
24 Kasım 1925: Şalcı Bacı İsimli Hanımın Şapka Kanununa Muhalefetten Dolayı İdam Edilmesi
Halep Eski valisi Hüseyin kazım Kadri o günleri şöyle anlatıyor:İstanbul 'a avdet ettik. Fakat bütün mehâfil ve mecâliste hakim olan fikir "İngiltere veya Amerika mandasını istemek" emeli idi!. (Kadri,2000:244)
Atatürk ile birlikte Samsun'a çıkan Kurmay heyette olan Binbaşı Hüsrev Gerede'nin günlüklerinde ortaya çıkan bir gerçek daha vardır. Buna göre 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkan heyet, uzun süre, ‘tam bağımsızlık' yerine ‘Amerikan mandası ve yardımı' için zemin yoklaması yapmıştır.
Binbaşı Hüsrev Gerede'nin günlüklerinde bu mandacı yaklaşım kendini çok net bir şekilde gösterir.Amerika'nın büyük gazetelerinden Chicago Tribune'un yazarı William James aynı zamanda Paris Barış Heyeti'ndeki Amerikan temsilcisi idi.Kara Vasıf bey bununla da görüşmüş. General Harbord heyeti, bizden yana bir rapor hazırlamış. Bu heyet, Türkiye'de Amerikan mandasını kabul etmek istiyor. Bizim, Amerikan Ulusu ve senatosu üzerinde etki yapmamızı öneriyorlar. Kabinenin Amerikaya bir heyet göndermek isteyişi,ödünç para alma girişimleri Amerika'ya olan eğilimlerini gösteriyor.(Gerede-Önal-2003:127-129)
27 Kasım 1948 : CHP'nin Kongresinde Devletçilik Politikalarının Eleştirilmesi
İstanbul'da 22 Kasım'da başlayan 1948 Türkiye İktisat Kongresi'nde devletçilik politikası eleştirildi, özel girişimciliğin teşviki istendi.Milli Şef İnönü ve partisi CHP, çok partili hayata geçerken kendilerince bir çok tedbir almayı da ihmal etmezler. Alınan ilk tedbirler, partinin halka daha şirin gözükmesi için yapılan çalışmalardır.
Çok partili sisteme geçerken CHP içinde 1946 yılında önemli bir gelişme olur.1946'da toplanan parti meclisi İsmet İnönü'nün Milli Şef ve Değişmez Genel Başkan sıfatlarını kaldırır.
İşçiye Cumhuriyetin ilanından beri bir türlü verilmeyen sendika hakkı verilir.1947 yılında Sendikalar Kanunu çıktı, kanun bir bakıma ileriye dönük bir adımdı. Çünkü işçiye ilk defa kendi hakkını koruyacak örgütlenme hakkı veriliyordu ama kanun aynı zamanda bir kontrol aracıydı. (Karpat,2008:179)
Millet, tek partili hükümetlerin baskısından bunalmıştı.CHP'den ayrılan Dörtler, Demokrat Parti'yi kurdular, halkın büyük ilgisini çektiler.Kısa zamanda milyonlarca taraftar topladılar.1946 genel seçimlerinde beklenenin üstünde oy aldılar. Bu durum karşısında CHP el koyduğu haklardan bir kısmını millete iade etmek gereğini duydu.
Bu cümleden olmak üzere; 1- Hac yasağı kaldırıldı 2- Had safhaya varan din görevlisi ihtiyacının karşılanabilmesi için geçici kurslar açıldı.3-Ankara Üniversitesi'ne bağlı olarak İlahiyat Fakültesi açıldı.Eski miletvekili Cemal Cebeci bu değişimi şöyle anlatır: l947 yılında hacca gitmenin serbest bırakılması üzerine, babamla Eyüp ağabeyim, kara yolundan Hacca gittiler. Şam'a vardıklarında Suriyelilerin "Türkler tanassur etmişti bunlar da nereden çıktı? dercesine bakışlarıyla karşılaşmışlar. 1948 yılında CHP, halkın baskısı ve yaklaşan 1950 seçimlerinde halka şirin görünmek için on ay süreli imama hatip kursu açtı. (Cebeci,2014:64)
CHP'nin 1947'deki yedinci kurultayında, devletin din politikası da değiştirilir.Milli Eğitim Bakanlığının onayı ile Türk büyüklerinin türbeleri açılır.CHP, Demokrat Parti'ye karşı pozisyonunu korumak için din dersini getirdi. Hacca gideceklere ilk kez döviz tahsis edildi, ilk ilahiyat fakültesi kuruldu, imam-hatip kursları açıldı, Kur'an kurslarına başlandı. 1949'a dek bu ülkede hiçbir şekilde din dersi yoktu (Gözaydın,2010)
Alparslan Yasa, “Milletimize Revâ Görülen Kültür Jenosidi” adlı çok kıymetli ve herkesin okumasını ısrarla tavsiye ettiğimiz kitabında Şalcı Bacı hakkında şunları yazıyor:“Şalcı Bacı çok haysiyetli dindar bir hanım şahsıyetiyle, kimseden yardım kabul etmez, kendi el işlerini satarak binbir güçlükle ve kıt-kanaat (Sinan, Ayten ve Aziz) adlı çocuklarının rızkını çıkarırdı. Esnaf onu çok sever, himaye eder ve kendisini, ördüğü pek güzel şallara atfen Şalcı Bacı diye çağırırdı. O dışarıda nafakasını kazanmaya çalışırken, iki odalı küçük kerpiç evlerinde, (3 yaşındaki) küçük oğluna, çocuğun ablası ve ağabeyi bakardı.”
24 Kasım 1925 Çarşamba günü, CHP Hükumeti Erzurum'da örfi idare ilan etmiş, böylece insanların hayat veya memâtı hakkında iki kişi selahiyetli kılınmıştır: Vali Zühtü Durukan ve Müstahkem Mevki Kumandanı Tatar Hasan Paşa…
Göstermelik muhakemede Şalcı Bacı'ya sorulur:“- Şapkaya ne dersin? Sen şapka giyer misin?”
Şalcı Bacı bir an düşünür, cevap verir:“- Şapka erkek kısmının işi! Kadın kısmı şapka mı giyer? Giymem elbet!”
Cumartesi, fecir vakti, idam mahkumu diğer altı dindaşıyle beraber onu da Taş Anbarlar Mevkii'ne götürürler. Darağacında Çulha Nedim Efendi sallanmaktadır ve yedi darağacı daha kurbanlarını beklemektedir.
Şalcı Şöhret Bacı. Erzurum'da yetim çocuklarına bakmak için el işi şal örüp çarşıda satan bir annedir o. Devlet birden şapka giymeyi emredince, şapka hakkında kötü sözler sarf eder. Ne olduğunu anlamadan tutuklanır, yargılanır ve 22 erkekle birlikte asılır. Rivayete göre, "Ben hatun kişiyim, şapkayla ne işim olur?" dese de dinletemez kimseye. İdam edilirken kadın olduğu anlaşılmasın diye başına çuval geçirilir. Bu süreçte idam edilen ilk ve tek kadın olur. (Tosun,2012)
24 Kasım 1934 : Soyadı Kanununun Çıkması ve Mustafa Kemal Paşa'ya ‘Atatürk' Soyadının Verilmesi
Atatürk ile ilgili pek bilinmeyen bir başka ayrıntı Atatürk'ün pek hoşlanmadığı ‘Kemal' ismini sonradan ‘Kamal' olarak değiştirmesidir.. Paşa bir ara ön ismini ‘Kamal' olarak kullanmak şeklinde radikal bir karar almış, uzun süre ismini bu şekilde kullanmıştı.
Bu ayrıntı kayıtlarda şöyle yer alır: Kamal özadlı Cumhurbaşkanımıza Atatürk soyadı verilmiştir. Teklif oybirliği ile kabul edilerek Mustafa Kemal Paşa'nın özadının Kamal ve soyadının (Atatürk) olması 2587 sayı ile kanunlaştırıldı. (Goloğlu,1974:132)
Herkesin kendisine bir soyadı alması mecburiyeti konduğu günlerde bazı kimseler soyadlarının Atatürk veya İnönü tarafından seçilmiş olmasını kendilerine bir şeref bilerek onlara ricada bulunuyorlar ve bu suretle soyadı alıyorlardı. Bilhassa Atatürk de kendi yakın arkadaşlarına bizzat soyadı bulup vermeye merak etmiş haldeydi.Dönemin Dahiliye Nazırı Hilmi Uran, Recep Peker'in Atatürk'ten soyadı alma macerasını şöyle anlatır:Bu arada, Atatürk, Recep Peker merhuma da önce soyadı olarak ‘Kocaman' demişti ve Peker, bu soyadını beğenmeyerek değiştirmesini kendisinden rica ettikçe, Atatürk de, bir azizlik olmak için, ‘Kocaman' üzerinde ısrar etmiş, durmuştu.
Fakat Peker merhum bu soyadını hiç kullanmamış ve değiştirmesini hiç durmadan Atatürk'ten rica etmiş olduğundan Atatürk de Recep Bey'i fazla üzmemek için onu değiştirmiş ve hoşuna gidecek bir soyadı bularak merhuma ‘Peker' demişti. (Uran,2007:243)
Hilmi Uran ise Refik Koraltan ile ilgili şunu anlatır: Herkesin kendine bir soyadı bulduğu günlerdi. Konya mebusu Refik Bey de o sırada kendine soyadı olarak Koraltan'ı seçmişti. Hiç unutmam, bir gün kendisiyle konuşurken bu kelimenin nereden ve ne manaya geldiğini sormuştum da bana, “Manası filan yok canım, bir yerden gelme de değil, yalnız şatafatlı bir şey olsun diye, düşündüm ve bunu uyduruverdim” demişti. Sonra da gözleri neşeden ışıl nıl parlarken, yeni soyadından beklediği şatafatın tadını kim bilir kaçıncı defa olarak bir daha denemiş, avurdunu şişirerek her hece üzerinde keyifli keyifli basarak, “Ko... ral... tan...” demişti. (Uran,2007:242-243)
9 Aralık 1917: Kudüs ile Filistin'in Türk İdaresinden Çıkışı
Alparslan Yasa, “Milletimize Revâ Görülen Kültür Jenosidi” adlı çok kıymetli ve herkesin okumasını ısrarla tavsiye ettiğimiz kitabında Şalcı Bacı hakkında şunları yazıyor:“Şalcı Bacı çok haysiyetli dindar bir hanım şahsıyetiyle, kimseden yardım kabul etmez, kendi el işlerini satarak binbir güçlükle ve kıt-kanaat (Sinan, Ayten ve Aziz) adlı çocuklarının rızkını çıkarırdı. Esnaf onu çok sever, himaye eder ve kendisini, ördüğü pek güzel şallara atfen Şalcı Bacı diye çağırırdı. O dışarıda nafakasını kazanmaya çalışırken, iki odalı küçük kerpiç evlerinde, (3 yaşındaki) küçük oğluna, çocuğun ablası ve ağabeyi bakardı.”
24 Kasım 1925 Çarşamba günü, CHP Hükumeti Erzurum'da örfi idare ilan etmiş, böylece insanların hayat veya memâtı hakkında iki kişi selahiyetli kılınmıştır: Vali Zühtü Durukan ve Müstahkem Mevki Kumandanı Tatar Hasan Paşa…
Göstermelik muhakemede Şalcı Bacı'ya sorulur:“- Şapkaya ne dersin? Sen şapka giyer misin?”
Şalcı Bacı bir an düşünür, cevap verir:“- Şapka erkek kısmının işi! Kadın kısmı şapka mı giyer? Giymem elbet!”
Cumartesi, fecir vakti, idam mahkumu diğer altı dindaşıyle beraber onu da Taş Anbarlar Mevkii'ne götürürler. Darağacında Çulha Nedim Efendi sallanmaktadır ve yedi darağacı daha kurbanlarını beklemektedir.
Şalcı Şöhret Bacı. Erzurum'da yetim çocuklarına bakmak için el işi şal örüp çarşıda satan bir annedir o. Devlet birden şapka giymeyi emredince, şapka hakkında kötü sözler sarf eder. Ne olduğunu anlamadan tutuklanır, yargılanır ve 22 erkekle birlikte asılır. Rivayete göre, "Ben hatun kişiyim, şapkayla ne işim olur?" dese de dinletemez kimseye. İdam edilirken kadın olduğu anlaşılmasın diye başına çuval geçirilir. Bu süreçte idam edilen ilk ve tek kadın olur. (Tosun,2012)
24 Kasım 1934 : Soyadı Kanununun Çıkması ve Mustafa Kemal Paşa'ya ‘Atatürk' Soyadının Verilmesi
Atatürk ile ilgili pek bilinmeyen bir başka ayrıntı Atatürk'ün pek hoşlanmadığı ‘Kemal' ismini sonradan ‘Kamal' olarak değiştirmesidir.. Paşa bir ara ön ismini ‘Kamal' olarak kullanmak şeklinde radikal bir karar almış, uzun süre ismini bu şekilde kullanmıştı.
Bu ayrıntı kayıtlarda şöyle yer alır: Kamal özadlı Cumhurbaşkanımıza Atatürk soyadı verilmiştir. Teklif oybirliği ile kabul edilerek Mustafa Kemal Paşa'nın özadının Kamal ve soyadının (Atatürk) olması 2587 sayı ile kanunlaştırıldı. (Goloğlu,1974:132)
Herkesin kendisine bir soyadı alması mecburiyeti konduğu günlerde bazı kimseler soyadlarının Atatürk veya İnönü tarafından seçilmiş olmasını kendilerine bir şeref bilerek onlara ricada bulunuyorlar ve bu suretle soyadı alıyorlardı. Bilhassa Atatürk de kendi yakın arkadaşlarına bizzat soyadı bulup vermeye merak etmiş haldeydi.Dönemin Dahiliye Nazırı Hilmi Uran, Recep Peker'in Atatürk'ten soyadı alma macerasını şöyle anlatır:Bu arada, Atatürk, Recep Peker merhuma da önce soyadı olarak ‘Kocaman' demişti ve Peker, bu soyadını beğenmeyerek değiştirmesini kendisinden rica ettikçe, Atatürk de, bir azizlik olmak için, ‘Kocaman' üzerinde ısrar etmiş, durmuştu.
Fakat Peker merhum bu soyadını hiç kullanmamış ve değiştirmesini hiç durmadan Atatürk'ten rica etmiş olduğundan Atatürk de Recep Bey'i fazla üzmemek için onu değiştirmiş ve hoşuna gidecek bir soyadı bularak merhuma ‘Peker' demişti. (Uran,2007:243)
Hilmi Uran ise Refik Koraltan ile ilgili şunu anlatır: Herkesin kendine bir soyadı bulduğu günlerdi. Konya mebusu Refik Bey de o sırada kendine soyadı olarak Koraltan'ı seçmişti. Hiç unutmam, bir gün kendisiyle konuşurken bu kelimenin nereden ve ne manaya geldiğini sormuştum da bana, “Manası filan yok canım, bir yerden gelme de değil, yalnız şatafatlı bir şey olsun diye, düşündüm ve bunu uyduruverdim” demişti. Sonra da gözleri neşeden ışıl nıl parlarken, yeni soyadından beklediği şatafatın tadını kim bilir kaçıncı defa olarak bir daha denemiş, avurdunu şişirerek her hece üzerinde keyifli keyifli basarak, “Ko... ral... tan...” demişti. (Uran,2007:242-243)
9 Aralık 1917: Kudüs ile Filistin'in Türk İdaresinden Çıkışı
Osmanlı ordusu Birinci Dünya Savaşı'nda İngilizler'e karşı Kudüs'ü savunmak için 31 Ekim-8 Aralık 1917 arasında yaptığı 39 gün süren muharebelerde 25 bin kayıp vermişti.
Savunma imkânı kalmayınca yüzlerce şehid verilerek 6-7 Kasım 1917 gecesi Gazze'den çekildik. Osmanlı birlikleri geri çekilirken insan kaybının yanısıra birçok teçhizatını da kaybediyordu. 3. Gazze muharebelerini kazanan İngilizler Kudüs yolunu açmışlardı.
İngilizler kasım ayının sonunda şehrin yakınlarındaki Hz. İsmail Tepesi'ni ele geçirdiler. Tepeyi geri almak için yapılan taarruzlar başarısız oldu. Osmanlı kuvvetleri 20 kilometrelik bir savunma hattı kurmuşlardı. Ancak İngilizler yaptıkları taarruzla Türk mevzilerinin bir kısmını ele geçirince savunma hattı yarıldı.
İngilizler savunma hattını yarsalar da kuvvetleri takviye edilmediği için hemen ilerleyecek durumda değildiler. Ancak psikolojik durumun ve şehrin tahrip edilmemesinin istenmemesinin etkisiyle Osmanlı kuvvetleri şehirden çekildiler. Birliklerimiz 8 Aralık 1917 gecesi Kudüs'ü terk etmişlerdi.
9 Aralık 1917 sabahı Belediye Başkanı El-Hüseynî surların dışında şehrin sembolik anahtarını ve teslim belgesini teslim etmek için surların dışına çıktılar. Sonunda 60.Tümen komutanı Shea, Allenby adına şehri teslim aldı. (Afyoncu,2017)
9 Aralık 1925: İskilipli Atıf Hoca'nın Tutuklanması
Devrimler başlayınca şapkaya karşı direnenler hizaya getirilemeye başlanır. Hükümet kendine bir kurban seçerek İstiklal Mahkemelerinin önüne atar.Bu kurban kanun çıkmadan bir buçuk yıl önce şapka ile ilgili bir kitap yazmış İskilipli Atıf Hoca'dır.Hiç bir kanun geriye doğru yürümediği halde İstiklal Mahkemeleri bir kanun tanımadıkları için İskilipli Atıf Hoca şimdi maznun sıfatıyla mahkeme önündedir.
42 yaşında Medreseler Umum Müdürlüğü'ne atanmış olan Atıf Hoca'yı idama götüren şapkayı eleştiren ‘Frenk Mukallitliği' adlı kitabıdır. Oysa kitap dönemin Kültür Bakanlığı'ndan izinli çıkmıştır.1924'te Kader Matbaası'nda basılan 32 sayfalık bu risaleden 1,5 yıl sonra Şapka İnkılabı gerçekleşir. İskilipli Atıf, şapka kanunu çıkmadan önce yazdığı kitaptan dolayı 9 Aralık 1925'te İstanbul Laleli Fethibey Mahallesi'ndeki evinde tutuklanır.
9 Aralık 1973: 1973 Yerel Seçimlerinin Yapılması
9 Aralık 1973 tarihinde yapılan yerel seçimlerden de CHP büyük bir galibiyet ile çıktı. Ankara, İstanbul, İzmir gibi Büyükşehirlerin başkanlıklarını CHP'li adaylar kazandılar.
9 Aralık mahalli seçim sonuçları da, 14 Ekim sonuçlarına benzer olarak gerçekleşti. CHP yüzde 39,3'lük oyla bu seçimden de birinci parti olarak çıktı; hemen arkamızdan AP yüzde 33,9 ile ikinci parti olmuştu. Bu arada, AP-MSP-DP- CGP arasındaki görüşmeler de sonuç vermedi. (Birler,2010:521)
15 Aralık 1927:Devlet Tarafından Sarıkamış’ta Balo Düzenlenmesi
9 Aralık 1917: Kudüs ile Filistin'in Türk İdaresinden Çıkışı
Osmanlı ordusu Birinci Dünya Savaşı'nda İngilizler'e karşı Kudüs'ü savunmak için 31 Ekim-8 Aralık 1917 arasında yaptığı 39 gün süren muharebelerde 25 bin kayıp vermişti.
Savunma imkânı kalmayınca yüzlerce şehid verilerek 6-7 Kasım 1917 gecesi Gazze'den çekildik. Osmanlı birlikleri geri çekilirken insan kaybının yanısıra birçok teçhizatını da kaybediyordu. 3. Gazze muharebelerini kazanan İngilizler Kudüs yolunu açmışlardı.
İngilizler kasım ayının sonunda şehrin yakınlarındaki Hz. İsmail Tepesi'ni ele geçirdiler. Tepeyi geri almak için yapılan taarruzlar başarısız oldu. Osmanlı kuvvetleri 20 kilometrelik bir savunma hattı kurmuşlardı. Ancak İngilizler yaptıkları taarruzla Türk mevzilerinin bir kısmını ele geçirince savunma hattı yarıldı.
İngilizler savunma hattını yarsalar da kuvvetleri takviye edilmediği için hemen ilerleyecek durumda değildiler. Ancak psikolojik durumun ve şehrin tahrip edilmemesinin istenmemesinin etkisiyle Osmanlı kuvvetleri şehirden çekildiler. Birliklerimiz 8 Aralık 1917 gecesi Kudüs'ü terk etmişlerdi.
9 Aralık 1917 sabahı Belediye Başkanı El-Hüseynî surların dışında şehrin sembolik anahtarını ve teslim belgesini teslim etmek için surların dışına çıktılar. Sonunda 60.Tümen komutanı Shea, Allenby adına şehri teslim aldı. (Afyoncu,2017)
9 Aralık 1925: İskilipli Atıf Hoca'nın Tutuklanması
Devrimler başlayınca şapkaya karşı direnenler hizaya getirilemeye başlanır. Hükümet kendine bir kurban seçerek İstiklal Mahkemelerinin önüne atar.Bu kurban kanun çıkmadan bir buçuk yıl önce şapka ile ilgili bir kitap yazmış İskilipli Atıf Hoca'dır.Hiç bir kanun geriye doğru yürümediği halde İstiklal Mahkemeleri bir kanun tanımadıkları için İskilipli Atıf Hoca şimdi maznun sıfatıyla mahkeme önündedir.
42 yaşında Medreseler Umum Müdürlüğü'ne atanmış olan Atıf Hoca'yı idama götüren şapkayı eleştiren ‘Frenk Mukallitliği' adlı kitabıdır. Oysa kitap dönemin Kültür Bakanlığı'ndan izinli çıkmıştır.1924'te Kader Matbaası'nda basılan 32 sayfalık bu risaleden 1,5 yıl sonra Şapka İnkılabı gerçekleşir. İskilipli Atıf, şapka kanunu çıkmadan önce yazdığı kitaptan dolayı 9 Aralık 1925'te İstanbul Laleli Fethibey Mahallesi'ndeki evinde tutuklanır.
9 Aralık 1973: 1973 Yerel Seçimlerinin Yapılması
9 Aralık 1973 tarihinde yapılan yerel seçimlerden de CHP büyük bir galibiyet ile çıktı. Ankara, İstanbul, İzmir gibi Büyükşehirlerin başkanlıklarını CHP'li adaylar kazandılar.
9 Aralık mahalli seçim sonuçları da, 14 Ekim sonuçlarına benzer olarak gerçekleşti. CHP yüzde 39,3'lük oyla bu seçimden de birinci parti olarak çıktı; hemen arkamızdan AP yüzde 33,9 ile ikinci parti olmuştu. Bu arada, AP-MSP-DP- CGP arasındaki görüşmeler de sonuç vermedi. (Birler,2010:521)
15 Aralık 1927:Devlet Tarafından Sarıkamış'ta Balo Düzenlenmesi
Kuruluş yıllarında bir başka “Batılılaşma” örneği, 1927 Aralık ayının 15'inde gazetelerde görülen “Sarıkamış'ta, askerî ve mülkî erkânın katıldıkları muhteşem bir “balo” haberiydi.Falih Rıfkı, bir yabancı ağzından başka bir Batıcılık tablosunu da şöyle çizmektedir: “Geri bir toplumu ilerletecek en uygun demokrasi (!) tarzını Atatürk bulmuştur. Türkiye'de bir iki yüzyıl sonra göremeyeceğimizi, onun rejimi altında gördük.Ben 1932 yılında,güney illerinden birinin halkevinde bir Ramazan günü, hanımlı erkekli öğle yemeği yemiştim.' (Kabaklı,1989:369)
15 Aralık 1941:Yahudilerle Dolu Struma Teknesi'nin Alıkonulması
Devlet katındaki Nazi hayranlığı Milli Şef Türkiye'sinin tarihine ‘Struma Faciası' denilecek bir olayı da armağan eder: İkinci Dünya Savaşında Almanların Romanya'ya girmesi üzerine Nazilerden kaçan 4 bin Yahudi'nin bir grubu 1910 model bir gemiye binerek Köstence Limanından Karadeniz üzerinden İstanbul'a gelirler.Gemi İstanbul'da bozulur.Alman Büyükelçisi devreye girer.On hafta boyunca Yahudi yolcuları taşıyan Struma Gemisi kıyıda demirli vaziyette bekledi.Gemiye Kızılay ve İstanbul'daki Yahudi Toplumu tarafından yardım malzemeleri ulaştırıldı. Struma'nın arızalı olan dizel motoru da tamir edilmek üzere Haliç'te bir atölyeye götürüldü.1941 yılının Aralık 15'inde, Struma teknesi Sarayburnu açıklarına demir attı. Rıhtıma yanaşmasına izin verilmedi. Gece gündüz polis nezaretinde, 769 kişi 72 gün boyunca deniz ortasında hapsedildiler.
Gemide kalan yolcuların akıbeti ile ilgili müzakereler sonuç vermeyince, 23 Şubat 1942 günü Türk Hükümeti motoru sökülmüş olan gemiyi Karadeniz'de Şile açıklarına romorkörle çektirdi.Gemi orada kaderine terk edildi. Gece boyunca sürüklenen gemi, 24 Şubat sabahı büyük bir patlamanın ardından battı. 103'ü çocuk olmak üzere 768 kişi öldü. Sadece David Stoliar adlı 20 yaşında bir yolcu sağ kurtuldu.(Alaton-Gündem,2012:454)
17 Aralık 1941:CHP İktidarı Tarafından Ekmeğin Karneye Bağlanması
15 Aralık 1927:Devlet Tarafından Sarıkamış'ta Balo Düzenlenmesi
Kuruluş yıllarında bir başka “Batılılaşma” örneği, 1927 Aralık ayının 15'inde gazetelerde görülen “Sarıkamış'ta, askerî ve mülkî erkânın katıldıkları muhteşem bir “balo” haberiydi.Falih Rıfkı, bir yabancı ağzından başka bir Batıcılık tablosunu da şöyle çizmektedir: “Geri bir toplumu ilerletecek en uygun demokrasi (!) tarzını Atatürk bulmuştur. Türkiye'de bir iki yüzyıl sonra göremeyeceğimizi, onun rejimi altında gördük.Ben 1932 yılında,güney illerinden birinin halkevinde bir Ramazan günü, hanımlı erkekli öğle yemeği yemiştim.' (Kabaklı,1989:369)
15 Aralık 1941:Yahudilerle Dolu Struma Teknesi'nin Alıkonulması
Devlet katındaki Nazi hayranlığı Milli Şef Türkiye'sinin tarihine ‘Struma Faciası' denilecek bir olayı da armağan eder: İkinci Dünya Savaşında Almanların Romanya'ya girmesi üzerine Nazilerden kaçan 4 bin Yahudi'nin bir grubu 1910 model bir gemiye binerek Köstence Limanından Karadeniz üzerinden İstanbul'a gelirler.Gemi İstanbul'da bozulur.Alman Büyükelçisi devreye girer.On hafta boyunca Yahudi yolcuları taşıyan Struma Gemisi kıyıda demirli vaziyette bekledi.Gemiye Kızılay ve İstanbul'daki Yahudi Toplumu tarafından yardım malzemeleri ulaştırıldı. Struma'nın arızalı olan dizel motoru da tamir edilmek üzere Haliç'te bir atölyeye götürüldü.1941 yılının Aralık 15'inde, Struma teknesi Sarayburnu açıklarına demir attı. Rıhtıma yanaşmasına izin verilmedi. Gece gündüz polis nezaretinde, 769 kişi 72 gün boyunca deniz ortasında hapsedildiler.
Gemide kalan yolcuların akıbeti ile ilgili müzakereler sonuç vermeyince, 23 Şubat 1942 günü Türk Hükümeti motoru sökülmüş olan gemiyi Karadeniz'de Şile açıklarına romorkörle çektirdi.Gemi orada kaderine terk edildi. Gece boyunca sürüklenen gemi, 24 Şubat sabahı büyük bir patlamanın ardından battı. 103'ü çocuk olmak üzere 768 kişi öldü. Sadece David Stoliar adlı 20 yaşında bir yolcu sağ kurtuldu.(Alaton-Gündem,2012:454)
17 Aralık 1941:CHP İktidarı Tarafından Ekmeğin Karneye Bağlanması
1941 yılının 17 Aralık günü halkın yegâne tüketim ve ihtiyaç maddelerinden olan ekmeğin ülke genelinde karne ile dağıtılacağı ilan edilmiş, Ocak ayından itibaren aile reislerine ekmek karneleri dağıtılmaya başlanmıştı.Dönemin şahitlerinden Prof. Dr. Orhan Okay yaşadıklarını şöyle anlatır:“Kişi başına bir günlük sarfiyat yarım ekmekle sınırlandırılmıştı. Ağır işçi sayılanlara tam ekmek yiyebilme izni veriliyordu.” (Okay,2003:98)
Tarihçi yazar Kadir Mısıroğlu da dönemin şahitlerinden biridir.Mısıroğlu, yaşadıklarına hatıralarında şöyle yer verir:“Karnesi olanlara pul gibi küçük kuponlar verilmişti. Kuponlar çocuk, işçi ve ağır işçi olmak üzere üç gruptu.” (Mısıroğlu,1998:29)
Halkın en temel ihtiyaç malzemesi ekmeğin dışında gazyağı, şeker, çay, tuz gibi maddeler de aynı şekilde karneyle alınabiliyordu. Esasen bunların karneyle dahi bulunabilmesi ayrı bir maharet konusuydu. Bu yüzden dolayı muhallebilerde şeker yerine pekmez kullanıyorlardı.
Karne ile dağıtılan ekmeğin gramı ve rengi de yaşanan zaman içersinde değişikliğe uğramış, “ekmek iyice küçülmüş ve kararmıştı.” (Okay,2003:97)
Mihri Belli, kuponla satılan ekmeğin ekmek kalitesinden çok uzak olduğunu anlatır:“Kuponla satılan adam başına 300 gr ekmek çamurdan yoğrulmuş gibiydi. Yiyenin midesine oturuyordu. Bir süre sonra o da azaltıldı.” (Belli,1989:211)
Diğer mamuller gibi ekmeğin bulunması da artık bir problem olmuştu. Çeşitli vesilelerle ülke için geziler yapan bürokratlar dahi “ilçe merkezlerinde ekmek bulamıyorlardı.” (Kayra,1995:100)
Bila'nın naklettiğine göre; “Gazetelerde sahte kepek ve un fişi tanzim etmekten suçlu odacıya 2 yıl, değirmen bekçisine 1 yıl hapis cezası verildiği belirtilirken; pahalı üzüm ve diş macunu satan şahısların da cezalandırıldığı belirtiliyordu.” (Bila,1999:97)
17 Aralık 1949: CHP İktidarı Tarafından Yaklaşan Seçimler Münasebetiyle Mevlana İhtifali Yaptırılması
Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü işi o kadar ileri götürür ki yıllardır yasak olan Mevlana ihtifalleri bile yeniden başlatılır. Sonraki yıllarda Demokrat Parti'yi dini istismarla suçlayacak olan CHP'nin bu konuda ne kadar öncü ve mahir olduğu kayıtlarda şöyle yer alır:17 Aralık 1949 Cumartesi günü Mevlânâ'yı anma programı gereğince saat 20:00'de toplanılır ve büyük Türk mütefekkiri Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî anılır. Herkesin serbestçe girebildiği bu törende şu program uygulanmıştır:1-Halkevi Başkanı tarafından açış.2-Mevlânâ'nın hayatı (Öğretmen Necati Elgin) 3-Mevlânâ'nın tasavvufu, tasavvuf ahlâkı, Mesnevî'den seçme hikâyeler ve bunların teşrihi (Belediye Başkanı M. Muhlis Koner) Söz konusu törenler için giriş kartları Belediye Yazı İşleri Müdürlüğü tarafından dağıtılmıştır. (semazen.net,2012)
22 Aralık 1977: Ecevit’in Hükümet Kurmak İçin 11 Milletvekilini Transfer Etmesi
17 Aralık 1941:CHP İktidarı Tarafından Ekmeğin Karneye Bağlanması
1941 yılının 17 Aralık günü halkın yegâne tüketim ve ihtiyaç maddelerinden olan ekmeğin ülke genelinde karne ile dağıtılacağı ilan edilmiş, Ocak ayından itibaren aile reislerine ekmek karneleri dağıtılmaya başlanmıştı.Dönemin şahitlerinden Prof. Dr. Orhan Okay yaşadıklarını şöyle anlatır:“Kişi başına bir günlük sarfiyat yarım ekmekle sınırlandırılmıştı. Ağır işçi sayılanlara tam ekmek yiyebilme izni veriliyordu.” (Okay,2003:98)
Tarihçi yazar Kadir Mısıroğlu da dönemin şahitlerinden biridir.Mısıroğlu, yaşadıklarına hatıralarında şöyle yer verir:“Karnesi olanlara pul gibi küçük kuponlar verilmişti. Kuponlar çocuk, işçi ve ağır işçi olmak üzere üç gruptu.” (Mısıroğlu,1998:29)
Halkın en temel ihtiyaç malzemesi ekmeğin dışında gazyağı, şeker, çay, tuz gibi maddeler de aynı şekilde karneyle alınabiliyordu. Esasen bunların karneyle dahi bulunabilmesi ayrı bir maharet konusuydu. Bu yüzden dolayı muhallebilerde şeker yerine pekmez kullanıyorlardı.
Karne ile dağıtılan ekmeğin gramı ve rengi de yaşanan zaman içersinde değişikliğe uğramış, “ekmek iyice küçülmüş ve kararmıştı.” (Okay,2003:97)
Mihri Belli, kuponla satılan ekmeğin ekmek kalitesinden çok uzak olduğunu anlatır:“Kuponla satılan adam başına 300 gr ekmek çamurdan yoğrulmuş gibiydi. Yiyenin midesine oturuyordu. Bir süre sonra o da azaltıldı.” (Belli,1989:211)
Diğer mamuller gibi ekmeğin bulunması da artık bir problem olmuştu. Çeşitli vesilelerle ülke için geziler yapan bürokratlar dahi “ilçe merkezlerinde ekmek bulamıyorlardı.” (Kayra,1995:100)
Bila'nın naklettiğine göre; “Gazetelerde sahte kepek ve un fişi tanzim etmekten suçlu odacıya 2 yıl, değirmen bekçisine 1 yıl hapis cezası verildiği belirtilirken; pahalı üzüm ve diş macunu satan şahısların da cezalandırıldığı belirtiliyordu.” (Bila,1999:97)
17 Aralık 1949: CHP İktidarı Tarafından Yaklaşan Seçimler Münasebetiyle Mevlana İhtifali Yaptırılması
Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü işi o kadar ileri götürür ki yıllardır yasak olan Mevlana ihtifalleri bile yeniden başlatılır. Sonraki yıllarda Demokrat Parti'yi dini istismarla suçlayacak olan CHP'nin bu konuda ne kadar öncü ve mahir olduğu kayıtlarda şöyle yer alır:17 Aralık 1949 Cumartesi günü Mevlânâ'yı anma programı gereğince saat 20:00'de toplanılır ve büyük Türk mütefekkiri Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî anılır. Herkesin serbestçe girebildiği bu törende şu program uygulanmıştır:1-Halkevi Başkanı tarafından açış.2-Mevlânâ'nın hayatı (Öğretmen Necati Elgin) 3-Mevlânâ'nın tasavvufu, tasavvuf ahlâkı, Mesnevî'den seçme hikâyeler ve bunların teşrihi (Belediye Başkanı M. Muhlis Koner) Söz konusu törenler için giriş kartları Belediye Yazı İşleri Müdürlüğü tarafından dağıtılmıştır. (semazen.net,2012)
CHP 1977'de seçimlerinden yüzde 41'in üzerinde oyla galibiyetle çıkmıştı ancak, Meclis'te kazandığı 213 sandalye tek başına iktidar olmasına yetmemişti. CHP 227 evet oyu ile hükümeti kuramayınca Adalet Partisi (AP) lideri Süleyman Demirel, AP ile Milli Selamet Partisi (MSP) ve Milliyetçi Hareket Partisi'nin (MHP) katılımıyla II. Milliyetçi Cephe hükümetini kurdu. Fakat 11 Aralık 1977'de yapılan yerel seçimleri Ecevit'in yükselen karizması ile CHP kazanınca Meclis'te dengeler CHP lehine değişmeye başladı.
Bu fırsattan yararlanmak isteyen CHP, AP'den istifa edenlerle temas kurmaya başladı. Ecevit ile 12 eski AP'li (Tuncay Mataracı, Şerafettin Elçi, Mete Tan, Hilmi İşgüzar, Orhan Alp, Fethi Acar, Mehmet Oğuz Atalay, Cemalettin İnkaya, Ali Rıza Septioğlu, Enver Akova, Ahmet Karaaslan ve Güneş Öngüt) arasındaki görüşmelerin ilki 22 Aralık tarihinde Darıca'ya bağlı Bayramoğlu'nda bir otelde gerçekleştirildi. Ancak görüşmelerin gizli tutulmasına rağmen basına sızması üzerine görüşmelerin başka bir ortamda gerçekleştirilmesine karar verildi. Görüşmelerin devamı dönemin CHP'li İstanbul Belediye Başkanı Aytekin Kotil'in organizasyonunda belediyeye ait Florya'daki Güneş Moteller'de yapıldı.
Güneş Motel'in Türk siyaseti açından önemi ise dönemin CHP Lideri Bülent Ecevit'in hükümet kurabilmek için Adalet Partisi'nin (AP) milletvekilleri ile transfer görüşmesini Güneş Motel'de yapmasından kaynaklanıyor.
Ecevit 11 bağımsız milletvekiline, kuracağı hükümete destek karşılığında bakanlık önerdi, 10'u kabul etti. Konya Milletvekili Oğuz Atalay bakanlık teklifini kabul etmedi. CHP'nin gensorusu ile 31 Aralık 1977'de Süleyman Demirel başkanlığındaki II. MC Hükümeti devrildi. 12'ler içinde olan ve daha sonra tarihe 11'ler olayı olarak geçecek bu gensoru görüşmesine Balıkesir Milletvekili Cemalettin İnkaya eski partisinden aldığı aşırı baskı nedeniyle katılmadı. Böylece 12'ler grubu gensoru görüşmeleri sırasında 11'e düştü ve öyle anılmaya başlandı. Ardından Ecevit hükümeti güvenoyu aldı. 11'lerden Orhan Atalay dışındaki 10 milletvekili yeni kurulan hükümette bakan oldu. Fakat Ecevit'in transfer ağırlıklı bir kadro ile bakanlar kurulunu oluşturması parti içinde büyük rahatsızlık yarattı ve Ecevit'in yıllar sonra "en büyük siyasi hatamdı" demesine kadar gitti.
25 Aralık 1935: CHP İktidarı Tarafından ‘Tunceli Kanunu’nun Çıkarılması
CHP 1977'de seçimlerinden yüzde 41'in üzerinde oyla galibiyetle çıkmıştı ancak, Meclis'te kazandığı 213 sandalye tek başına iktidar olmasına yetmemişti. CHP 227 evet oyu ile hükümeti kuramayınca Adalet Partisi (AP) lideri Süleyman Demirel, AP ile Milli Selamet Partisi (MSP) ve Milliyetçi Hareket Partisi'nin (MHP) katılımıyla II. Milliyetçi Cephe hükümetini kurdu. Fakat 11 Aralık 1977'de yapılan yerel seçimleri Ecevit'in yükselen karizması ile CHP kazanınca Meclis'te dengeler CHP lehine değişmeye başladı.
Bu fırsattan yararlanmak isteyen CHP, AP'den istifa edenlerle temas kurmaya başladı. Ecevit ile 12 eski AP'li (Tuncay Mataracı, Şerafettin Elçi, Mete Tan, Hilmi İşgüzar, Orhan Alp, Fethi Acar, Mehmet Oğuz Atalay, Cemalettin İnkaya, Ali Rıza Septioğlu, Enver Akova, Ahmet Karaaslan ve Güneş Öngüt) arasındaki görüşmelerin ilki 22 Aralık tarihinde Darıca'ya bağlı Bayramoğlu'nda bir otelde gerçekleştirildi. Ancak görüşmelerin gizli tutulmasına rağmen basına sızması üzerine görüşmelerin başka bir ortamda gerçekleştirilmesine karar verildi. Görüşmelerin devamı dönemin CHP'li İstanbul Belediye Başkanı Aytekin Kotil'in organizasyonunda belediyeye ait Florya'daki Güneş Moteller'de yapıldı.
Güneş Motel'in Türk siyaseti açından önemi ise dönemin CHP Lideri Bülent Ecevit'in hükümet kurabilmek için Adalet Partisi'nin (AP) milletvekilleri ile transfer görüşmesini Güneş Motel'de yapmasından kaynaklanıyor.
Ecevit 11 bağımsız milletvekiline, kuracağı hükümete destek karşılığında bakanlık önerdi, 10'u kabul etti. Konya Milletvekili Oğuz Atalay bakanlık teklifini kabul etmedi. CHP'nin gensorusu ile 31 Aralık 1977'de Süleyman Demirel başkanlığındaki II. MC Hükümeti devrildi. 12'ler içinde olan ve daha sonra tarihe 11'ler olayı olarak geçecek bu gensoru görüşmesine Balıkesir Milletvekili Cemalettin İnkaya eski partisinden aldığı aşırı baskı nedeniyle katılmadı. Böylece 12'ler grubu gensoru görüşmeleri sırasında 11'e düştü ve öyle anılmaya başlandı. Ardından Ecevit hükümeti güvenoyu aldı. 11'lerden Orhan Atalay dışındaki 10 milletvekili yeni kurulan hükümette bakan oldu. Fakat Ecevit'in transfer ağırlıklı bir kadro ile bakanlar kurulunu oluşturması parti içinde büyük rahatsızlık yarattı ve Ecevit'in yıllar sonra "en büyük siyasi hatamdı" demesine kadar gitti.
Devlet, ortada bir isyan olmadığı halde 1926'dan itibaren Dersim'i nasıl yok edeceğini tartıştı. Dersim bölgesindeki Tunceli ili Dersim Harekatı'ndan çok önce 25 Aralık 1935 tarihinde ‘Tunceli Vilayetinin İdaresi Hakkında Kanun' Meclis tarafından kabul edilmişti.Yasaya göre;Dersim'in adı değiştiriliyor ve yeni bir il kurularak adına ‘Tunceli' deniliyordu.Yeni kurulan vilayete rürbesiyle ilgili yetkilere sahip olmak üzere bir korgeneral vali, kumandan olarak atanıyordu. (Koçak,2013:373)
Koçak'a göre Tunceli Kanunu aşırı yetkilerle donatılmıştı.Vali ve kumandan sıfatını kullanan kişinin yetkileri bir hayli genişti.Güvenlik açısından gerekli görülürse il halkından olan kişileri ve aileleri il içinde bir yerden bir diğer yere nakletmeye ve bu kişi ve ailelerin il içinde ikamet etmelerini engellemeye yetkliydi.İdam hükümlerinin de tescil edilmesi de valinin yetkisindeydi.Tecil edilmeyen idam cezaları infaz edliyordu. Aslında bu hüküm anayasaya aykırı idi. Çünkü mevcut anayasaya göre idam hükümlerinin onayı TBMM'ye aitti.(Koçak,2013:375)
25 Aralık 1973: 2.Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün Ölümü
Kurtuluş Savaşı kahramanlarından olarak bilinen İsmet İnönü, o günlerde yegane çareyi Amerikan Mandasında görmekteydi. İstanbul'daki bazı resmi şahısların kendisine yönelik kanaatlerinden de rahatsızdı. Mektubunda bu rahatsızlığını şöyle dile getirir: Ben evimden çıkmadım ve hiçbir şeye karışmadım. Anadolu'ya silah ve cephane giderse ben gönderirmişim. Adil Bey'in kanaati bu. Merhumun her bildiği böyle ise vay milletin haline.(Yetkin,1997)
İsmet Bey, Kuvayı Milliye'ye cephane göndermediğini, hiçbir şeye karışmadığını, hatta evinden bile çıkmadığını zikretmektedir. O, herşeyden umutsuzdur. Çünkü tüm görev ve ünvanlarını bırakıp çiftçilikle uğraşmayı düşünmektedir. Aynı teklifi Karabekir'e de yapar. (Ateş,1998)
Tarihçi Cemal Kutay kendisiyle yapılan bir söyleşide bir adım daha ileri gider: İsmet İnönü'nün Millî mücadelede bir rolü olmamıştır.
Çünkü İnönü o günlerde, İstanbul Hükümetinin Sadrazamı olan ve aynı zamanda Harbiye Nazırlığı makamında da bulunan meşhur Damat Ferit Paşa'nın müsteşarıdır.(Rey,2007:413)
Aynı M. İsmet gün gelir Kuvayı Milliye içerisinde bir komutan olarak yer alır. Çünkü O, yakın arkadaşı Kılıç Ali'nin şehadeti ve tanımlamasıyla “İmandan fitneye kadar her sahada şeytan” (Bozdağ,1972) olan nevi şahsına münhasır bir kişiliktir.
İsmet İnönü, Kurtuluş Savaşı'nda bir cephe gezisi sırasında yanında bulunan subaylara yeni bir düşman tanımlaması yapar: Biliniz ki millet sizin düşmanınızdır. (Ateş,1998)
Kuvayı Milliye Komutanı İnönü, bu cümleden olarak milletin en çok değer verdiği kurum olan din müessesesine karşı da farklı duygu ve düşünceler beslemektedir. Bir diğer K. Milliye komutanı Kazım Karabekir Paşa, onun bu düşüncelerini dinleyenlerden biridir. “İsmet Paşa, Macarlar ve Bulgarlar aynı saflarda İtilaf Devletlerine karşı harp ettikleri ve mağlup oldukları halde istiklallerini muhafaza etmiş olmaları Hıristiyan olduklarındandır.” Diyordu. Biz İslam kaldıkça müstemlekeci devletlerin daima aleyhimizde olacaklarını bana anlattı.” (….)Yemekte İsmet Paşa müthiş bir inkılap hamlesi teklif etti: Hocaları toptan kaldırmadıkça hiç bir iş yapamayız. Bugünkü kudretimizle bu işi yapamazsak başka hiçbir zaman yapamayız.” (Mumcu,1998)
Benim bu millete bıraktığım iki eser var: Birisi Köy Enstitüleri, diğeri çok partili hayat diyen Milli Şef, Enstitülerin babası sayılan İ. Hakkı Tonguç'a bir gün uzun zamandır zihninde taşıdığı bir soruyu sorar: Tonguç, bir konuda senden fikir almak istiyorum. Halka, köylüye protein kazandırmak için ne yapabiliriz? Çok üreyen domuz yedirmemiz mümkün olur mu? (Ekmekçi,1986)
Milli Şef'in Laiklik ilkesine bakışı da tamamen kendi özel kimliğinin bir parçasıdır. “Biz Laikliği dini kontrol altında tutmak için aldık.” (Bahadıroğlu,1994)
Türk Milletinin dinine karşı yukarıda vurgulanan duygu ve düşünceleri taşıyan Milli Şef, ülkenin tarihi şahsiyetlerine karşı da farklı düşünceler taşımamaktadır. Aynı hasmane tavır, bu konuda da belirgin bir şekilde dikkat çekmektedir. “Ankara Halkevi Reisi F. Celal Güven'in yanına gitmiştik. Sonra şefinden bahsetti. İnönü'den. Geçenlerde Şefim buraya geldi. Köşede asılı duran Fatih Sultan Mehmet'in resmini göstererek “Bu adamın resmini oraya nasıl asıyorsunuz? dediler.” (Serdengeçti,1994)
İsmet Paşa'nın siyaset hayatının son döneminde onunla Mecliste aynı çatı altında bulunan dönemin Meclis Başkanı Ferruh Bozbeyli, İnönü ile ilgili şu manidar hatırasını nakleder:Meclis'te bir gün, yine bir Ramazan günüydü.İsmet Paşa, koridordan geliyordu. Arkasında en aşağı on beş yirmi tane gazeteciyle gelirdi. Öyle kalabalık bir heyetle yaklaştı. Ben de geçiyordum oradan. Karşıdan elini kaldırdı. Bekledim. Birkaç adım da attım kendine doğru. “Bana bir cigara verir misin?” dedi. Ben “Paşam bir yerden bulayım” diye cevap verince, “Niye sen sigara içmiyor musun?” diye sordu bu kez.“İçiyorum da yanımda paket yok. Bugün Ramazan!” deyince yine de ısrarcı oldu. Ben de dayanamayıp şöyle söyledim: “Paşam ben de sizin sigara içtiğinizi hiç görmedim bugüne kadar!?” Beni ve etrafındakileri şaşırtan bir cevap verdi: “Bugün içerim. Oruçlu olmadığımı bilsinler” dedi. (Bozbeyli, 2009:247)
31 Aralık 1977: 2. Milliyetçi Cephe Hükümetinin Bir Gensoru ile Düşürülmesi
Devlet, ortada bir isyan olmadığı halde 1926'dan itibaren Dersim'i nasıl yok edeceğini tartıştı. Dersim bölgesindeki Tunceli ili Dersim Harekatı'ndan çok önce 25 Aralık 1935 tarihinde ‘Tunceli Vilayetinin İdaresi Hakkında Kanun' Meclis tarafından kabul edilmişti.Yasaya göre;Dersim'in adı değiştiriliyor ve yeni bir il kurularak adına ‘Tunceli' deniliyordu.Yeni kurulan vilayete rürbesiyle ilgili yetkilere sahip olmak üzere bir korgeneral vali, kumandan olarak atanıyordu. (Koçak,2013:373)
Koçak'a göre Tunceli Kanunu aşırı yetkilerle donatılmıştı.Vali ve kumandan sıfatını kullanan kişinin yetkileri bir hayli genişti.Güvenlik açısından gerekli görülürse il halkından olan kişileri ve aileleri il içinde bir yerden bir diğer yere nakletmeye ve bu kişi ve ailelerin il içinde ikamet etmelerini engellemeye yetkliydi.İdam hükümlerinin de tescil edilmesi de valinin yetkisindeydi.Tecil edilmeyen idam cezaları infaz edliyordu. Aslında bu hüküm anayasaya aykırı idi. Çünkü mevcut anayasaya göre idam hükümlerinin onayı TBMM'ye aitti.(Koçak,2013:375)
25 Aralık 1973: 2.Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün Ölümü
Kurtuluş Savaşı kahramanlarından olarak bilinen İsmet İnönü, o günlerde yegane çareyi Amerikan Mandasında görmekteydi. İstanbul'daki bazı resmi şahısların kendisine yönelik kanaatlerinden de rahatsızdı. Mektubunda bu rahatsızlığını şöyle dile getirir: Ben evimden çıkmadım ve hiçbir şeye karışmadım. Anadolu'ya silah ve cephane giderse ben gönderirmişim. Adil Bey'in kanaati bu. Merhumun her bildiği böyle ise vay milletin haline.(Yetkin,1997)
İsmet Bey, Kuvayı Milliye'ye cephane göndermediğini, hiçbir şeye karışmadığını, hatta evinden bile çıkmadığını zikretmektedir. O, herşeyden umutsuzdur. Çünkü tüm görev ve ünvanlarını bırakıp çiftçilikle uğraşmayı düşünmektedir. Aynı teklifi Karabekir'e de yapar. (Ateş,1998)
Tarihçi Cemal Kutay kendisiyle yapılan bir söyleşide bir adım daha ileri gider: İsmet İnönü'nün Millî mücadelede bir rolü olmamıştır.
Çünkü İnönü o günlerde, İstanbul Hükümetinin Sadrazamı olan ve aynı zamanda Harbiye Nazırlığı makamında da bulunan meşhur Damat Ferit Paşa'nın müsteşarıdır.(Rey,2007:413)
Aynı M. İsmet gün gelir Kuvayı Milliye içerisinde bir komutan olarak yer alır. Çünkü O, yakın arkadaşı Kılıç Ali'nin şehadeti ve tanımlamasıyla “İmandan fitneye kadar her sahada şeytan” (Bozdağ,1972) olan nevi şahsına münhasır bir kişiliktir.
İsmet İnönü, Kurtuluş Savaşı'nda bir cephe gezisi sırasında yanında bulunan subaylara yeni bir düşman tanımlaması yapar: Biliniz ki millet sizin düşmanınızdır. (Ateş,1998)
Kuvayı Milliye Komutanı İnönü, bu cümleden olarak milletin en çok değer verdiği kurum olan din müessesesine karşı da farklı duygu ve düşünceler beslemektedir. Bir diğer K. Milliye komutanı Kazım Karabekir Paşa, onun bu düşüncelerini dinleyenlerden biridir. “İsmet Paşa, Macarlar ve Bulgarlar aynı saflarda İtilaf Devletlerine karşı harp ettikleri ve mağlup oldukları halde istiklallerini muhafaza etmiş olmaları Hıristiyan olduklarındandır.” Diyordu. Biz İslam kaldıkça müstemlekeci devletlerin daima aleyhimizde olacaklarını bana anlattı.” (….)Yemekte İsmet Paşa müthiş bir inkılap hamlesi teklif etti: Hocaları toptan kaldırmadıkça hiç bir iş yapamayız. Bugünkü kudretimizle bu işi yapamazsak başka hiçbir zaman yapamayız.” (Mumcu,1998)
Benim bu millete bıraktığım iki eser var: Birisi Köy Enstitüleri, diğeri çok partili hayat diyen Milli Şef, Enstitülerin babası sayılan İ. Hakkı Tonguç'a bir gün uzun zamandır zihninde taşıdığı bir soruyu sorar: Tonguç, bir konuda senden fikir almak istiyorum. Halka, köylüye protein kazandırmak için ne yapabiliriz? Çok üreyen domuz yedirmemiz mümkün olur mu? (Ekmekçi,1986)
Milli Şef'in Laiklik ilkesine bakışı da tamamen kendi özel kimliğinin bir parçasıdır. “Biz Laikliği dini kontrol altında tutmak için aldık.” (Bahadıroğlu,1994)
Türk Milletinin dinine karşı yukarıda vurgulanan duygu ve düşünceleri taşıyan Milli Şef, ülkenin tarihi şahsiyetlerine karşı da farklı düşünceler taşımamaktadır. Aynı hasmane tavır, bu konuda da belirgin bir şekilde dikkat çekmektedir. “Ankara Halkevi Reisi F. Celal Güven'in yanına gitmiştik. Sonra şefinden bahsetti. İnönü'den. Geçenlerde Şefim buraya geldi. Köşede asılı duran Fatih Sultan Mehmet'in resmini göstererek “Bu adamın resmini oraya nasıl asıyorsunuz? dediler.” (Serdengeçti,1994)
İsmet Paşa'nın siyaset hayatının son döneminde onunla Mecliste aynı çatı altında bulunan dönemin Meclis Başkanı Ferruh Bozbeyli, İnönü ile ilgili şu manidar hatırasını nakleder:Meclis'te bir gün, yine bir Ramazan günüydü.İsmet Paşa, koridordan geliyordu. Arkasında en aşağı on beş yirmi tane gazeteciyle gelirdi. Öyle kalabalık bir heyetle yaklaştı. Ben de geçiyordum oradan. Karşıdan elini kaldırdı. Bekledim. Birkaç adım da attım kendine doğru. “Bana bir cigara verir misin?” dedi. Ben “Paşam bir yerden bulayım” diye cevap verince, “Niye sen sigara içmiyor musun?” diye sordu bu kez.“İçiyorum da yanımda paket yok. Bugün Ramazan!” deyince yine de ısrarcı oldu. Ben de dayanamayıp şöyle söyledim: “Paşam ben de sizin sigara içtiğinizi hiç görmedim bugüne kadar!?” Beni ve etrafındakileri şaşırtan bir cevap verdi: “Bugün içerim. Oruçlu olmadığımı bilsinler” dedi. (Bozbeyli, 2009:247)
Siyasi Tarihimize bir kara leke olarak geçen Güneş Motel olayının ardından Ecevit, 11 bağımsız milletvekiline, kuracağı hükümete destek karşılığında bakanlık önerdi, 10'u kabul etti.
CHP'nin gensorusu ile 31 Aralık 1977'de Süleyman Demirel başkanlığındaki II. MC Hükümeti devrildi. 12'ler içinde olan ve daha sonra tarihe 11'ler olayı olarak geçecek bu gensoru görüşmesine Balıkesir Milletvekili Cemalettin İnkaya eski partisinden aldığı aşırı baskı nedeniyle katılmadı. Böylece 12'ler grubu gensoru görüşmeleri sırasında 11'e düştü ve öyle anılmaya başlandı.
1977'nin son günü, 31 Aralık'ta gensoru oylaması yapıldı ve 18'e karşılık 228 güvensizlik oyuyla İkinci Milliyetçi Cephe Hükümeti düşürülmüş oldu. Demirel, oylamadan hemen sonra Çankaya'ya çıkıp istifasını sundu. Cumhurbaşkanı Korutürk, Bülent Ecevit'i Çankaya'ya davet ederek hükümeti kurmakla görevlendirdi.
1977'nin son günü Ecevit tarafından kurulan hükümet güvenoyu aldı. 11 AP'li milletvekilinin tamamı yeni hükümetin bakanı olmuşlardı.
Her şey önceden belirlenmiş olduğu için, bakanlar kurulu listesi 2 Ocak'ta hazırdı. Bülent Bey 5 Ocak'ta listeyi Cumhurbaşkanı Korutürk'e sundu. Yeni hükümette, CHP'den 21, bağımsızlardan 10, CGP'den iki ve DP'den de bir milletvekili görev aldı. (Birler,2010:749)
11'lerden Orhan Atalay dışındaki 10 milletvekili yeni kurulan hükümette bakan oldu. Fakat Ecevit'in transfer ağırlıklı bir kadro ile bakanlar kurulunu oluşturması parti içinde büyük rahatsızlık yarattı ve Ecevit'in yıllar sonra "en büyük siyasi hatamdı" demesine yola açtı.