.HALVETİ.COM
.
Yaratan Rabbi’nin adıyla oku! O,insanı pıhtılaşmış ( alaktan) yarattı.(bkz. Alâk 1-2) Eşref-i Mahlukât olan insana ilk emir Oku .Rabbi’nin ismiyle oku .Rab,terbiye edici demektir. Seni terbiye eden, yaratan , yaşatan ,rızkını verendir. O zaman Kur’an nazil olmamış. Peki neyi oku? Kâinatı , hikmetleri, Nizâm-ı âlemi, âlem olan insan kendini oku.
Okumaktan kasıt , insanın hem kendi kuşattığı âlemi, hem de kendini kuşatan âlemin ayetlerini okumasıdır.Âlem ayetlerden ,kelimelerden ,harflerden ,oluşmuştur.Hakikatin başlangıcı insanın kendini tanımasıdır. Bu âlemin en büyük harfi insanın kendisidir.Harflerin ilmini bilmek ,Esmâ-ül Hüsna gerçeğini okumaktır.
Hz. Âdem’den başlayan ,Hz. Muhammed (s.a.v)’e kadar uzanan nebiler zincirinin her halkası ,insanlara varlığın harflerini öğretmek üzere gönderilmişlerdir.
Âdemi şuurlu bir varlık haline getiren gerçek Esmâ-ül Hüsna manalarıdır.Yaratılış safhasında Âdem’e bağışlanmış ,talim edişle beraber, şuurlu bir varlık yani “nefs-i natık” olarak yeryüzünde yaşamaya başlamıştır.
Rahman , Âdem’i kendi sureti üzerine üzerine yaratmıştır.Çünkü kendi varlığı dışında bir varlık yoktur.Rahman-i hakikat üzerine yaratılmış bulunan beşer, Rububiyet yani Allah’ın isimlerinin mânâlarının sonsuz, sayısız terkipler halinde ortaya çıktığı âlem veya boyut mertebesinde beşer olarak “birim” şeklinde bir esma terkibi olarak ,kesret , yani çokluk boyutu içinde ortaya çıkmıştır. Bu âlemde mevcut olan ,ortaya çıkan bütün fiiler Rabbin “Rububiyet” kemâlâtının özellikleridir.
Hakk zâtı’nı ve görüntüsünü seyretmek istediğinde kemâl mertebesinde bir varlık olarak Âdem’i yarattı.Böylece Cenâb-ı Allah, dilediği yüce özelliklerini Âdem aynası ile ortaya çıkarmıştır.
Tasavvuf kavramlarında ÂDEM iki çeşittir.Mutlak âdem sırf yokluk manasına gelmektedir.Bu manada âdem ,var olduğu halde ,gerçek manada olması mümkün olmayan anlamına gelir. Mümkün âdem , mevcut olmamakla birlikte ,ancak var olması mümkün olan yokluktur.Bu manada âdem şey,ayn,zat olup bir kısım nitelik ve özelliklere sahiptir. Mümkün olan âdem Yüce Mevlâ’mızın kendisinde tecelli ettiği bir aynadır.
Hz. Âdem’in dünyaya gönderilmesiyle insanlık âlemi âdemle ve âdemden vûcut bulmaya başladı.Son peygamber Hz. Muhammed’in nuru Hz. Âdem’in Oğlu Şit ( a.s )’ın alnında parlamaya başladı. Hz.Âdem oğluna ilâhi sırları bildirip ,bütün ilimleri kendisine öğretti. “Allah, göklerin ve yerin nurudur.”(bkz.nur 35)
“ Allah’ın hibesi” anlamına gelen Şit , El Vehhab esmasının karşılığı olup,hediye anlamına gelir. “O, dilediği kimselere nimetlerini bolca hibe edebilir.Bu konuda yaptıklarından O’nu sorumlu tutacak hiçbir makam yoktur.Nimetin sahibi de O’dur ,dağıtıcısı da O’dur.”
Kâinat aşktan meydana gelmiştir . İlk yaratılan Hz. Âdem’dir.Fakat aşk için ikilik gerekir.Zira bir aşık ve bir maşuka ihtiyaç vardır. İşte birliğin (maşukun) kendisini göstermek için çokluk (aşık) olarak görünümü Hz. Şit’te ortaya çıkmıştır. Şit ,nefsin ,insan için Allah’ın lütfettiği ilâhi bir hediye olduğu manasındadır.
Hz. İdris (a.s) 72 dil bilen esrarengiz kişiliğiyle bilinir. İslâm inancına göre ilk kez insanlara dikiş dikmeyi öğretmiş kişidir. İnsanlara kalemle yazı yazmayı öğretmiş, hemen hemen bütün bilimlerin temellerini atmıştır. İdris peygamberin gizliliği onun en önemli vasfıdır.İnsanın maneviyatta gizliliği ,maddiyatın ruhaniyete geçiş yapmasıdır ve kişinin miracı ,kişinin bunları bedeninde okuyabilmesi , yeni oluşumlarla farklı pencerelerden , kişinin yaşantısını okuması ve hayata uyarlaması ,kişinin beden elbisesinden mana elbisesine geçmesiyle mümkündür.
Nuh kelimesinin tasavvufî açıklaması harflerinin hakikatlerinin cihetten zuhurudur. İbrani lugatında nuh kelimesi “ rahat” manasındadır. “ Nuh Neciyullah”-ın manası Allah’ın o mertebedeki rahatı huzur kurtuluşu demek olur ki ,her mertebede ayrı ayrı zuhur ve yaşantısı vardır. Kur’an-ı Kerim’de bahsedilen necat kurtuluş mertebesidir. “Daha evvelden Nuh’a da hidayet verdik.”(bkz. Enam 84)
Hadi ismiyle verilen hidayet Muhammedîlik mertebesidir. Nuh tufanından kurtuluş Îlâhi deryada batmamak temsîlen (elif - be ) teknesine binmekle mümkündür .Zaman aynı zaman ve tufan her şekliyle devam etmektedir. Tufan bitmemiştir. Mahiyeti değişmiştir. O günkü su tufanı, bugün ard arda gelen nefs tufanlarıdır.
Kişi ,Yaradan’ın yardımıyla kendi içsel yolculuklarının gemisini inşa etmeye başlar.Geminin içine her tecellinin hallerinden almaya başlar.Dengenin ,birliğin ,tevhidin olmadığı her türlü durum ,içsel yolculuğun dışında kalır.Geminin harekete geçebilmesi için kişinin taşması gerekir. “Nihayet emrimiz gelip gemi ateşlenmeye başladığı vakit” şeklinde başlayan ayettende anlaşılacağı gibi ,Rabbimizin emriyle çıkılan bu yolculuğa başlarken ,nefse dair ne varsa ateşe atılıp ,helâk edilmesi gerekir.Bu sefer insan odağının ,kurtuluş seferidir.
“Hiçbir hayat sahibi yoktur ki Hak onun alnından tutmuş olmasın.Benim Rabb’im muhakkak sırat-ı müstakim üzeredir.”(bkz.Hud 56)
Hud kelimesinde “ahadiyye hikmeti” kuvvetlidir. Ahadiye üç mertebe üzerinedir.Birincisi fiillerin ahâdiyetidir. Tesirler ve tesir edilenler ahâdiyetidir. Ve bu mertebede Yüce Zât bütün fiillerin kaynağıdır ve tesir edilenlerin hepside tesir edicidir. Ve bu ahâdiyet “rububiyet ahadiyyetidir”. .İkincisi isimler ve sıfatların ahâdiyyet mertebesidir.Ne kadar ilâhi isimler ve sıfatlar varsa, sonsuz çokluğu ile zât ile birdir . Üçüncüsü Zâtî ahadiyyettir. Bunda asla çokluk itibarı yoktur. “ Kul hüvallahu ehâd” (bkz.ihlas 1) bu mertebeyi beyân eder ve bu Zâtî ahadiyet , mutlak oluşu dolayısıyla ,Vâhit için hiçbir vasfı ve niteliği kabul etmez.Belki bu ahâdiyet vahidin aynıdır.İşte bu tevhide “tevhid-i zat” derler. İşte hud hikmeti rububiyet ahadiyetine dayanmaktadır .
Can, toprak cisme ,kötü kişiler incitsinler de imtihanı görsünler diye ulaştı.Bu yüzden cisimle birleşti. Canı inciten kişinin, Hakk’ı incittiğinden haberi yok! Bilmiyor ki ,bu küpün suyu ırmak ile birleşmiştir. Velinin beden devesine kul ol ki,Salih peygamber ile kapı yoldaşı olasın. Salih’in ruhundan murat , velilerin ve nebilerin ruhudur. Yahut velilere ,nebilere uymuş ve nefislerini yenmeye muvaffak olmuş ,saf ve temiz müminlerin ruhudur. Velinin vücut kabında saklı olan ruh suyu ,ilâhi ırmakla alışveriş halinde olup ,o ırmakla beslenmektedir.
SAFİYE TURAN
Altınoluk, 11.12.2015
Allah ,Hz. İbrahim’i dost edinmiştir. Dostluğun arkasındaki manâ aşk ve sevgide aşırılıktır. İbrahimlik aşkın yakın boyutudur. Aşkın seni yakması değil ,senin ateşi yakmandır. Gönül inşasıyla beraber,sabır ve teslimiyet sınavını geçip, benim dediklerimin kurban edilmesidir. Hz. İbrahim’in kurban rüyası ,Allah’ın “Ahad” varlık olduğunun bilgisidir. Levh-i Mahfuz’a , Allah’ın Ahad olduğunu anlamak ,var zannettiğin kendi varlığını yok olduğunu , anla emri olarak iner.Bu emir misâl âleminde manâlara hayali suretler giydiren ruhumuzun şekillendirme gücüdür. Kendini var zannetme manâsı “evlât” suretinde, “zannı düzeltme” emri de “evlâdı kurban etme” olayının görüntüsü şeklindeki rüyadır.
Kavminin toplu olarak helâkına sebep olan söz dinlemeyişleri ve yapmış oldukları çirkin işten vazgeçmeyişleri , bize gösteriyor ki Allah nezdinde peygamber ailesinin soyundanda olsa ,gerekli ceza görülecektir. Allah katında geçerli olan soy veya makam değil ,takvadır.
Teslimiyetin sembolü Hz.İsmail , Hz.ismail’in sembolü ise kurbandır.Kurban kişinin Rabbine teslimiyetidir. Kendimize verilen ve hakikatle tanışana kadar bizim sandığımız ben ve benim dediğimiz herşeyi , bilmeden şirkimize sebep olan benimsediğimiz herşeyi ,asıl sahibine teslim edebilmektir. Tasavvufta İsmaillik , Hakk’a boyun eğmektir. Teslimiyet olmadan terakki olmaz. Kalbin masiva sevgisinden arındırılıp ,bütün mevcudiyetiyle Rab sevgisiyle dolmasıdır.
Tasavvufta razılık Hz. İshak Peygamberin en belirgin özelliğidir. O’nun izni olmadan yaprak kıpırdamadığı gibi O çağırmadan da kimse yola giremez. Aşıkların kalplerine ilham olunur. O an yüreklerine “razılık” ulaşmıştır. Hem aşık razıdır hem de aşık olunan. Çünkü Yaradan seviyorum demiştir.Sevgi teklik halidir. Allah aşıklarının yolu , razılık ve sevgidir.
Sabr-ı Cemil peygamberi olarak bilinen Hz. Yakup(a.s) ’a Cenab-ı Hak sual eyledi… -Sana Yusuf’u niçin geri verdiğimi biliyor musun?
-Bilmiyorum Ya Rabbi dedi Hz. Yakup ve Rabbi buyurdu.
-Çünkü sen bütün ümidini bana bağladın.
“Ey Oğullarım!... Gidin ,Yusuf’tan ve kardeşinden tahassus edin(haber edinin ,araştırın ;arınma çalışmalarını gevşetmeyin ). Ravhullah’tan (Allah Rahmetinden) ye’se düşmeyin…Çünkü kâfirler kavminden başkası Allah’tan ümit kesmez.(bkz.yusuf s.87)
Din , Allah’ın sistemine teslim olmayı açıklar. Teslim olmak için araştırmak ve öğrenmek gerekir. Bu ayette Risalet ilmi Hz. Yusuf ve kardeşi Bünyamin’e sembolize edilmektedir. İnsandan Allah’ın Rahmet sıfatının özelliklerinin araştırılması istenmektedir. Rahmet sıfatının altında ise ümit vardır. Allah’ın verdiği ümit gerçek vaaddir.
AŞK…
Aşk, Züleyha olacağını bile bile yusuf’a vurulmaktır. Yusuf olduğunu bile bile kuyuya atılmaktır. Kuyu olduğunu bile bile Yusuf’u saklamaktır. Aşk , hem züleyha , hem Yusuf , hemde kuyu olmaktır. Aşk ,olduğunu olabilmektir.
Züleyha görünürde kuyu gibi gözüksede saraya giden yoldur gerçekte. Yusuf ,Züleyha kuyusundan saraya varır. Demek ki sarayın yolu kuyudan geçer. Yani Züleyha yoldur, izdir Yusuf’a … bu yol ulaştırır Züleyha’yı Yusuf’a, Yusuf’u saraya… ikisini Yaradana..
Can sırrı kuyularda gizli Yusuf’um . Kuyuda yitmeden can olunmaz, can alınıp can satılmaz Yusuf’um.. Yitmeye lâyık kıl ruhumu.. Yitir ki can olayım , yitir ki can bulayım. Yitir ki ermeye canına lâyık olayım.
Aynaya baktı Züleyha ve dedi ki; buldum seni Yusuf meğer buradaymışsın ; yanımda. Meğer oradaymışsın; karşımda. Meğer içimdeymişsin ; dışımda. Meğer görünüşümde , görünmede, görünmeyende. hepsinde ve hiçbirinde.
Medyen ve Eyke Halkına gönderilen Şuayp Peygamber,İnsanları uyarmasına rağmen , insanlar azap isteyecek kadar ileri gittiler ve gölge gününün azabıyla yeryüzünden silindiler.İnsanın söz dinlemeyen nefsânî duyguları ve kendine haklılık payı aramasıyla altına sığındığı maleyâni düşünceleri kişinin kendi eliyle hazırladığı sonudur.
SAFİYE TURAN
Altınoluk, 11.12.2015
.
Hz. Musa ,Rabbin cemalini görmek için Tur Dağına çıkmış, burada tecelliye uğramıştır.Tur, tecelli oluşuyla ,Kâmil İnsanın gönlüne benzetile gelmiştir.Tur için ,Tûr-î Sinâ denmesi de ,Tur dağı ile Sine (gönül) arasındaki alâkanın temelini teşkil eder.
“Hızır” maddeten ve manen yeşerme, canlanma manâlarına gelir. Hızır a.s , Allah tarafından insanın gönlüne atılan ilâhi bilgi ve içe doğan “hakikatler manasına” gelen “ilm-i ledün”e mazhar olmuş bir şahsiyettir.Hz. Musa ilm-i şeriate sahiptir ve mülk yörüngelidir.Hz Hızır ise gayb ve esrarla alâkalı Rabbâni bir ilme sahiptir ki,bu da meleküt eksenlidir.
Hz. Musa ile Hz. Hızır(a.s)’ın buluştuğu iki deniz can ve beden denizleridir.Bu iki denizin kavuştuğu yer insanın varlığıdır. Balık hayattır.Denize atlaması ,bedenin hayat bulması,canın bedenle görünmesidir.izlere basıp geri dönmeleri yaratılıştaki temizliğe, fıtrata dönüştür. Hızır kutsî akıldır. Binilen gemi beden gemisi,geminin delinmesi, riyazatla ,ibadetle bedenin ve bedenle alâkalı işlerin noksanlaşmasıdır.Öldürülen çocuk nefstir.Varılan köy bedene ait kuvvetlerdir. Hızır’ın düzelttiği duvar,tam inanç duvarıdır ki,bu makamda can, “nefs-i mütmainne” adını alır. Gemi sahipleri ,bedendeki kuvvetler ve zahiri duygulardır. Sağlam gemileri zapteden padişah “nefs-i emare”dir.
Öldürülen çocuğun ana-babası can ve bedenin tabiatıdır.duvarın altındaki define ,marifet definesidir.Duvar bedendir.Define sahibi iki yetim ,kutsî candan ayrılmış nazarî ve ameli anlayış kabiliyetidir.
Hz. Musa ,Hızır sayesinde hem şeriat ,hem de hakikat ilminin sahibi oldu. Yani İki denizin kavuştuğu yer oldu.Hızır bilinmedikçe hakikat bilinmez .Hızır gerçeği Ab-ı Hayat suyundan içmektir.Bu sudan içmek Cenab-ı Hakk’ın “Hayy”İsminin gerçeğinden ibarettir.
“Musa ve Harun’a selam olsun. İşte biz , iyilere böyle ödül veririz.Çünkü her ikiside inanmış kullarımızdandı.(bkz.Saffat 37/114-122)
Hz. Musa’ya peygamberlik verildiğinde ettiği duada kardeşi Harun vardı. “Onunla arkamı kuvvetlendir. Onu işimde ortak yap ki , seni çok tesbih edelim ve seni çokça analım”.
Her Musa’nın bir Harun’u olmalı. Harun yoldaş, kardaş, haldaş, sırdaş demektir.Bu yoldaşlık kişiyi Rabbine yakınlaştıran olmalı.Gönül bağı ile kurulan bu kardeşlik rağmen olmalı . Gönül bağında ölüm yoktur. Nasıl ki, beden kalbin yorulmadan , bıkmadan çalışmasıyla kanın vücuda yayılmasıyla beslenir, ruhun beslenmesi de bıkma ,yorulma ,kızma eylemlerinden temizlenmiş bir “gönül”ün iman ve muhabbet yayması içinde , bunları barındırmasıyla gerçekleşir. Rabbe iman edenlerle aynı şeyi sevenler gönül bağıyla birleşenlerdir. İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. (Müslim, iman 93-94)
“ Allah(cc), Davut’a hükümdarlık ve hikmet verdi. Ona dilediğini öğretti.(bkz.bakara 250-251) İnsana verilen mal , mülk ,saltanat, kişinin kendi taşımasıyla kişiye ağır gelir.Bunlar benlik kalesine geçirilmiş zırhtan ibarettir.Kılıç ve ok dünyasında tek cephanemiz taş ve sapan olsa dahi, Rabbimizin izni kuvvetiyle , Calüte karşı mücadele edebiliriz. Gerçek mücadele kişinin benliğine karşı yapacağı mücadeledir. Hz. Davut kıssasından kişinin alması gereken önemli mesajlar vardır. Kişinin zafere ulaşabilmesi için bu kavramların bir arada bulunması gerekir. İnanmak ,itaat ve sabır. Bu üç özelliğe mazhar olan kişi benlik demirini , biiznillah Hz. Davut gibi kendi eliyle işleyebilmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de , birçok surede adı geçen Süleyman (a.s) , kendisine çok bilgi ve üstünlük verildiği , kuşların ,hayvanların hatta karıncaların dilinden anladığı zikredilir. Rüzgarların , şeytanların , cinlerin , devlerin onun emrinde olduğundan bahsedilir. Kur’an-ı Kerim’de gizli bir dilde can kuşları ile konuşabilen Süleyman Peygamber’e “ Mantıku’t tayr” ismi atfen verilmiş bir isimdir.
“Süleyman kuş dilin bilir dediler,
Süleyman var Süleyman’dan içerü”
Yunus Emre
Tasavvuf kültürü içerisinde dilin özel bir konumu vardır.Çünkü dil irfanî hikmetlerin ifade ve aktarımında başlıca vasıtalardan biridir.Nasıl ki güneşe doğrudan bakılamazsa , Allah’ın güzelliği ve cemâli de kendi ışığını hem gizlemek , hem de bu surette tecelli etmek için sembollere ihtiyaç duyar.
Mevlâna’ya göre “Mana dillerini bilen Süleyman gelmedikçe , bu (âlemde ) ikilik ortadan kalkmaz”. Mevlâna bu dilin bir anlamda nübüvvet müessesesi ve peygamberlerin lisanı olduğuna inanmaktadır.İnsan karınca misali tane peşinde olmamalıdır.Her devrin bir Süleyman’ı ve bu zor yolları kolaylaştıracak gizli ilim ve dillere sahip yol gösterici mevcuttur.
“Madde peşinde koşana ,yem arayana yem tuzak olur. Fakat , Süleyman arayan ,hem Süleyman’ı hem de yemi elde eder.Yani hakikati bulur. Bizim devrimizde de Süleyman var. Bizi barışa ancak O kavuşturur.Cefamızı ancak O yok eder. Çünkü ; “Hiçbir ümmet yoktur ki, kendilerine Allah’ın rahmetini müjdeleyen , azabından korkutan bir peygamber gönderilmesin.” (bkz.fatır 23-24) Vaktin Süleyman’ı ,can kuşlarının gönüllerini birleştirir ve onların gönüllerinde hiçbir toz ve pas bırakmaz. Hepsini safî ve berrak bir hâle getirir.
…………Kuşlar, Simurg’a ulaşmak ister. Talepleri başlarına bir padişah istemektir. Hüd hüd gelir kendisinin Süleyman Peygamberin postacısı olduğunu söyler. “Sizin zaten bir padişahınız var ama haberiniz yok der. O,bize bizden daha yakın da,biz ondan uzağız. Daima padişah odur. Adı Simurg’dur. Binlerce zulmet ve nur perdeleri ardındadır.Gelin onu arayıp bulalım. Bazıları çeşitli bahaneler ileri sürsede hüdhüd kuşu onları ikna eder . Hüdhüdü rehber edinip yola düşerler. Hepsi yorgun ,bitkin birer ikişer itiraz ederler. Hüdhüd bıkmadan , usanmadan her itiraza cevap verir ve önlerinde istek, aşk, ma’rifet, istiğna, tevhid, hayret ve fakr-u fenâ adları verilen yedi vadi daha bulunduğunu , ancak bunları aşarsalar Simurg’a ulaşacaklarını söyler. Kuşların çoğunun pes etmesiyle sadece otuz kuş ile yollarına devam ederler ve vadileri aşarlar. Simurg’a ulaştıklarında ,tecelli edenin kendileri olduğunu ve kendilerinin simurgdan ,yani mâna bakımından otuz kuştan ibaret olduklarını görüp hayrete düşerler. Hâsılı makamda hepsi simurgda fâni olurlar. Artık ne yol kalır ,ne yolcu ne kılavuz…
SAFİYE TURAN
Altınoluk, 11.12.2015
Kur’an’ı Kerim’de, Yunus(a.s)’ın kıssasına üç yerde temas edilir .Saffat suresinde on,Enbiya suresinde iki ,Yunus suresinde de bir yerde açıklamada bulunulur. “Doğrusu Yunus da peygamberlerdendir. Dolu bir gemiye kaçmıştı.Gemide olanlarda karşılıklı kura çekmiş ve sonuçta yenilenlerden olmuştu, bu sebeple de denize atılmıştı. Kendini kınarken onu bir balık yutmuştu. Eğer Allah’ı tesbih edenlerden olmasaydı tekrar diriltileceği güne kadar balığın karnında kalacaktı. Halsiz bir durumda iken kendisini sahile çıkardık. Onun için geniş yapraklı bir bitki yetiştirdik. Onu yüzbinden daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik.Sonunda da inandılar .Bunun üzerine biz de onları bir süreye kadar geçindirdik.(bkz.saffat 139-148)
Yunus suresindeki ayette ,onun kavminden bahsedilmiş,saffat suresinde gemiye binişi ,kurada yenik düşmesi, denize atılması,balık tarafından yutulması ,tesbih ehlinden olduğu için kurtarılışı, Enbiya suresindeki ayetlerde ise onun öfkeli olarak kavminden ayrılışı,karanlıklar içinde (balık karnında ) Allah’a münacaat edişi , Allah’ın da bu münacatı kabul edip onu kurtarışı anlatılmaktadır.
Hz. Yunus’u ben nasıl yaşamalıyım?...Öncelikle halimizin haline çok benzediği ,çeşitli açılardan içinde bulunduğumuz durumların Yunus (a.s)’ın durumundan daha vahim olduğu bilip, Hz. Yunus gibi bütün sebeplerden yüzümüzü çevirip ,tüm sebepler zincirini elinde tutan Allah’a yönelerek “La ilâhe illâ ente sübhaneke inni küntü minezzalimin” demek olduğunu bilip,kesin olarak anlamalıyız ki, gaflet ve dalalet sebebiyle aleyhimize ittifak eden istikbâl, dünya ve hevâyi nefsin zararlarını def edecek olan yalnız o zat olabilir ki, istikbal emri altında ,dünya hükmü dairesinde ,nefsimiz idaresi tahtındadır.Hz.Yunus , yaptığı münacaat sayesinde balık onun için bir binek , deniz güzel bir sahra ,gece de mehtaplı bir hâl almıştır.Kurtuluşa ulaşmamız için Yunus (a.s) gibi Rabbimize sığınmalıyız. “Lâ ilâhe illa ente” cümlesi istikbâlimize, “sübhaneke” ifadesi dünyamıza , “inni küntü minezzalimin” fıkrasıyla, nefsimize , ilâhî merhamet nazarını celbetmeliyiz.Selâmet sahiline çıkmak için elimizi tutan “Yüce ele” sıkı sıkı sarılarak , bırakmamız istenilen hal ve davranışları bırakarak sahip olduğumuz güzelliklerin kıymetini bilerek necat bulmalıyız inşallah .
Tasavvufta İlyas ,Hızır’ın karşıtı sayılır.İlyas; nebi , celâl ve kabz makamı ,Hızır ise veli ,ce- mal ve bast makamıdır.
Bast , maneviyatın açılması ,ferahlama ,Kabz ise maneviyatın kapanması ,daralma anlamlarına gelir. Bu iki varlığı tek bir özellik birleştirir, hayat. Allah(cc) , İlyas (a.s) yüksek bir mertebeye yükseltmiştir. O, canlıdır. Hızır’ da ondan sürekli nasiplenir. Nefislerde kabz ve bast hali olarak buldukları bir takım tecellilerle mü’minlere yardım ederler.
Nefsin ortaya çıkması ve kulu alt etmesi kabz halidir. Kalbin ferahlik bulması ve sefa bulması bast halidir.Bir kimse iki haldende yükselirse kalbi mütmain olur.İnsanın tabiatı onun üzerinde kabz yaratır.Mürşidimiz kabzı ,basta dönüştüren Sultandır.Bunu anlayan kişi içinde hıdrellezi yaşar.Bizde hıdrellezin yaşanması , içimizde baharın açmasıdır.
Zülkifl ve Elyesa (a.s) , Kur’an’ı Kerim’de adları övülerek geçen iki peygamberdir. Sad suresi 35 ve 48. Ayeti kerimeleri arasında şöyle buyrulur. “Kuvvetli ve basiretli kullarımız İbrahim’i , İshak’ı ve Yakup’u da an. Biz onlara ahret yurdunu düşünme özelliği ile temizleyip ihlâslı ( kullar) yaptık. Onlar bizim yanımızda seçkinlerden, hayırlılardandır.İsmâil’i ,Elyesa’yı , Zülkifl’i de an.Hepsi iyilerdendir.
İlyas (a.s) ve ondan sonra gönderilen Elyesa (a.s) Hz. Musa’nın dinini yaymakla vazifeli nebiler idi. Elyesa peygamber eceli gelip vefatı yaklaşınca Allah-ü Tealâ ruhunu kabz edeceğini vahiyle bildirdi ve mülkünü İsrailoğullarından ,gece sabaha kadar ibadet eden ,namaz kılan , gündüzleri oruç tutan ve insanlar arasında kızmadan hükm edecek birine ver buyurdu. Bu emrin bildirilmesiyle Bişr adındaki genç üç defa bu göreve kefil olmayı teklif etti ve Elyesa(a.s) onu yerine kefil etti. Bu sebeple bu gence Zülkifl lâkabı verildi.
Varlığından bizi haberdar edip ,bizimde kefilliğine söz verdiğimiz , nefsimizin hevasından ve tuzaklarından uzak bir yolda bizlere tebliğ edilen vazifemizi , din gününün sahibi Rabbimizin izniyle yerine getirmeye gönüllü kullarından olmamızı hepimize nasip eylesin insallah.
Zekeriya Peygamber Yahudilerden kaçar ve Yahudiler de onun peşine düşer.Zekeriya Peygamber bir ağaç görür ve “ey ağaç beni içine al ,beni gizle der.Ağaç ortadan ikiye ayrılır . Zekeriya(a.s) içine girer ve ağaç tekrar kapanır.İblis gelir.Zekeriya (a.s) yerini gösterir,onlara bir testere getirip ağacı ikiye keserek Zekeriya (a.s) öldürme fikrini verir.Sonuç itibariyle Allah’ın yarattığı ağaçtan medet umması sebebiyle başına bu hal gelir ve testereyle ikiye biçilir.
“İyyake na’büdü ve iyyake nestain”( Yalnız sana kulluk eder ,yalnız senden medet umarız ) deyip ,sonra da işimize geldiği davranmak yanlışların en büyüğüdür.
“İslâm garip olarak başlamış,yine o başlangıcındaki garipliğine dönecektir.Ne mutlu o gariplere,yani o gariplik ve yalnızlık zamanında da imanı seçenlere” (Müslim,iman)
Tasavvuf yolu gurbet yoludur.İnsanın insana karşı olan gurbet ve yalnızlığı Hak’ka gurbet ve yakınlık sonucunu doğurur.Gurbet, kurbete vesile olabileceği için olsa gerek ki,Resulullah (s.a.v) gurbetle ve gurbetin garibe kazandırdıkları için şöyle buyurmaktadır. “Cenab-ı Hak nezdinde kulların en sevimlisi gariplerdir.”Garipler muhacirlerdir, garipler sünnetin ihyası ve toplumun ıslahı için çalışanlardır, garipler iman ve takva erleridir.
Rabbim bu gurbet diyarında vuslat halini yaşamayı cümlemize nasip eylesin inşallah.
Hor bakma sen toprağa,
Toprakta neler yatar,
Kani bunca evliya ,
Yüzbin peygamber yatar.
YUNUS EMRE
.
-
PEYGAMBERLERE AİT SİYERİN ANLAMI, YARARLARI VE KAYNAKLARI
.
|