 |
|
|
 |
 |
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
 |
 |
|
|
 |
Cinlere İnanmak 14 NİSAN 1994
Cin, cinnet, cinân, Cennet, cenân ve cenîn gibi C ve N harflerinden meydâna gelen kelimeler (örtülü) demektir. Meselâ Cennet, meyveler, çiçekler, kokular ile örtülü olduğundan, bu isim verilmiştir. Delilere, mecnûn denilmesi de, aklının örtülü olduğu içindir. Geceye (Cünn-i leyl) denir. Çünkü, karanlık, gün ışığını örtmüştür. Cin denilen mahlûklar da, gözümüzden örtülü olduğu için, cin denilmiştir. Cin kelimesi, cinnî isminin çoğuludur.Yâni cin, cinnîler demektir. Cinnîler, havadan ve ateşten meydana gelmiştir. Ateşin alev kısmı görünmez, içindeki katı zerreler, sıcakta ışıklandığı için, parlak görünüyor. Bir kâğıt parçasını, kibritin alevine yaklaştırdığımızda, kâğıdın daha aleve değmeden tutuştuğunu görürüz. Bu tutuşmayı sağlıyan, alevin göremediğimiz kısmıdır. Bunun gibi, cinnîler ateşin, alevin görünmiyen kısmından yaratıldıkları için bunları göremiyoruz. Alev iki kısımdır: Biri zulmani kısmı, ikincisi nûrânî kısmı. Bu iki kısım da görünmez. Zulmânî olandan cin, nûrânî olandan ise melekler yaratılmıştır. İnsanlar, toprak maddelerinden yaratılıp, Allahü teâlâ, bu maddeleri organik ve organize hâle, et ve kemiğe çevirdiği gibi, meleklerde ve cinde alev şekli değişerek, onlara mahsûs latîf, her şekle dönebilen bir hâle gelmiştir. Bunun için elle tutup gözle görülmeseler de melekler cisimdir. Yâni vardır. Melekler , nûrânî cisimlerdir. Muhtelif şekillere girebilirler. Melek ile cin, yaratılış bakımından birbirine yakındır. Melekler, muhteremdir, kıymetlidir. Cin, hakîrdir, kıymetsizdir. Melekte, nûr kısmı, nur maddesi, cinde ise, alev maddesi fazladır. Elbette nûr, zulmetten, karanlıktan efdaldir, kıymetlidir. Meleklerin, cinnîlere yakınlığı, insanın hayvana yakınlığı gibidir. İnsanların üstün olanları, melekten kıymetlidir. Cin de hayvanlarla mukayesede, hayvandan kıymetlidir. Meleklerin varlığına inanmıyan kâfir olur. Dinden çıkar. Cin var mı, diye soranlara, acele cevap vermek icap eder. Acele cevap verip onu îmânsızlıktan kurtarmalıdır. Çünkü, cinnin var olmasında şüphe etmek, çok tehlikelidir. İnsanın dinden çıkmasına sebep olur. İnanılması gereken şeylerde şüphe olduğunda, îmân gider. İnanmadığı için (Acaba melek, cin var mıdır?) Yoksa hayali şeyler midir, diyen dinden çıkar. İnaçla ilgili şeylerde dikkatli olmalı, bu işin şakası olmaz. Cinlerin varlığına da inanmıyan kâfir olur. Felsefecilerden bir kısmı, cin ve şeytanlara inanmadı. Değişik şekiller tevil ettiler. Meselâ, cin, zekî, dâhî insan demektir. Şeytanlar da, kötü kimseler demektir, dediler. Din kitaplarını okumıyan ve islâm âlimlerinin sözlerini bilmiyen, elbette inanmaz. Fakat, Kur'ân-ı kerîmde açıkça bildirildiği hâlde ve islâm büyüklerinin kitapları bu bilgilerle dolu olduğu hâlde, müslüman olduğunu söyliyenin inanmaması, şaşılacak şeydir. İnsan biraz düşünürse art niyyetli olmazsa, cinlerin var olduğunu hemen anlar, kabûl eder. Çünkü, cinlerin var olması, akla uymıyan birşey değildir. Yâni aklın red edeceği birşey değildir. Çünkü, Allahü teâlânın kudretinin yapamıyacağı birşey değildir. Bugün fen adamları, akıl ve din sahipleri, aklın imkânsız demediği şeyleri red etmiyor. İnsanın kendi kısa aklına göre anlıyamadığı şeyi hemen inkar etmesi kadar basitlik olmaz. Anlamanın da, aklın da bir sınırı vardır. Aklı, anlıyamadığı şeyde zorlamanın bir manası yoktur. Dinimizde aklın anlıyamadığı şeyler çoktur fakat, akla uygun olmayın birşey yoktur. Muhyiddîn-i Arabî hazretleri, cinlerin var olduğuna, şu âyet-i kerîmden şu âyetleri delil gösteriyor. 1- Zâriyât sûresinin ellialtıncı âyetinde meâlen, (İnsanları ve cinleri ancak, beni bilip, itâ'at, ibâdet etmeleri için yarattım.) buyruluyor. 2- Errahman sûresi, yetmişdördüncü âyetinde, cinnin Cennete gireceği bildiriliyor. 3- Errahman sûresinin otuzbirinci âyetinde (Sekalân) buyuruyor ki, (Ey insanlar ve cinnîler!) demektir. Resûl-i sekaleyn, müftîyüssekaleyn, gavsüssekaleyn yâni, insanların ve cinnin Peygamberi, müftîsi, velîsi gibi isimler de, cinnin varlığını göstermektedir. Ayrıca Kul-e'ûzü sûresi ve Cin sûresi, cinnin varlığını açıkça haber vermektedir
. Görülmeyen Varlıklara İnanmak 15 NİSAN 1994
Kitaplı kâfirlerin hepsi, yahudiler, hıristiyanlar, ayrıca ateşe tapanlar, puta tapanlar, budistler, müşrikler ve Yunan feylesoflarının çoğu cinnin var olduğuna inanıyor. Süleymân aleyhisselâmın kıssası da, cinnin varlığını göstermektedir. Bazıları da, cinnîlere hayali şeyler, diyor. Korkudan hasıl olan şeyler diyorlar. Bilgileri noksan ba'zı kimselerin, cinnîleri hayâl (illüzyon) sanarak, yok demeleri kıymetsizdir. Üzerinde durmaya değmez. Korkudan, göz önünde hâsıl olan hayâller, elbette yoktur. Fakat, bu hayalleri cin sanmak, cinden haberi olmamak demektir. Birşeye yok diyebilmek için, o şeyi tanımak, kavramak lâzımdır. Tanımadan yok demek, çocukça lâf olur. Bu gibilere, ilim adamı demek, yersiz olur. Çünkü, ilim adamı rastgele konuşmaz. Bütün peygamberlerin haber verdiği ve hele peygamberlerin en üstünü olan Muhammed aleyhisselâmın, çeşitli zamanlarda haber verdiği bir bilgiye, akla, tecrübeye dayanmadan, zan yolu ile, çala kalem yok demek, ilim adamına yakışır birşey değildir. Cinlere, meleklere, Cennete, Cehenneme hattâ Allahü teâlâya inanmıyanların meşhur sözleri bunlar. "Kim gitmiş, kim görmüş. Var olsalardı görürdük. Görülmiyen şeye inanmak, aptallık olur." demeleri meşhurdur. Gözün akla değil, aklın göze bağlı olması lâzım sanıyorlar. Hâlbuki akıl, duyu organları üstünde bir kuvvettir ve hissedilen şeylerin doğrusunu, yanlışını ayıran bir hâkimdir. İnsanlar, göze tâbi' olsaydı, insanlık şerefi, gözün kuvveti ile ölçülseydi, kedi, köpek ve fârenin insandan daha şerefli, daha kıymetli olması lâzım gelirdi. Çünkü, bu hayvanlar, karanlıkta da görüyor, insan ise göremiyor. O hâlde, göremediğine inanmak istemiyen kimse, insanlığı, hayvandan aşağı düşürmektedir. Demek ki, his organlarımız, aklın yardımcıları, âletleridir. Kumandan, hâkim, akıldır. Akıl, görünmiyen, duyulmıyan şeyleri reddetmediği gibi, yokluğu ispat edilemiyen ve anlaşılamıyan şeylere de yok demez. Bunlara yok demek, akla uygun bir söz olmaz. Cinlerin varlığı, dînin açıkça bildirdiği birşey olduğundan, inanmıyan müslümanlıktan çıkar, hiçbir ibâdeti kabûl olmaz. Cinlerin insanlara zarar verdikleri, ba'zanda yardım ettikleri, insanları isteklerine kavuşturdukları, çeşitli zamanlarda, birçok müslüman ve kâfirler tarafından görülmüş ve haber verilmiştir. Buna karşılık, inanmıyanlar, olmaz böyle şey diyenler pek azdır. Meşhur tabip ve felsefeci İbni Sînâ bile (Kanûn) ismindeki kitabında, sar'a hastalığını anlatırken, cinden bahsetmektedir. Meselâ diyor ki, (Hastalıklara birçok maddeler sebep olduğu gibi, cinnin hâsıl ettiği hastalıklar da vardır ve meşhûrdur.) Cin hakkında bilgi, her peygamberin kitabında vardı. Meselâ, Süleymân aleyhisselâmın emri ile iş görürlerdi cinnîler. Süleymân aleyhisselâm meşhur sarayını cinlere yaptırmıştı. İdris aleyhisselâm diri olarak Cennete çıkarılınca, onu çok sevenler, ayrılık acısına dayanamadı. Resmini yapıp seyretmeye başladılar. Daha sonra gelenler, bu resimleri tanrı sandı. Çeşitli heykeller de yapılıp, tapıldı. Böylece putperestlik meydana çıktı. Peygamberimizden "sallallahü aleyhi ve sellem" bin sene önce, Hicaz'daki Huzâ'a devletinin hükümdarı olan Amr bin Luhay, puta tapınmak dînini Şâm'dan Mekke'ye getirdi. Putlara tapanlar, putlardan ses işitirdi. Cin, putun, yâni heykelin içine girip söylerdi. Peygamber efendimizin dünyaya teşrîf ettiği, islâmiyetin başladığı, birçok putlardan işitilmişti. Bu sözlerle, çok kimselerin müslüman olduğu, birçok kitapta uzun yazılıdır. Şeytanlar, diri insanın içine de girer. İnsanın his ve hareket sinirlerine te'sîr ederek, hareket ve ses hâsıl ederler. İnsanın, bu kendi söz ve hareketinden haberi olmaz. Bunun gibi vakti ile Roma'da ve Peşte'de, son zamanlarda Adana'da konuşan çocuk ve hastalar görülmüştür. Bunları konuşturan cin, uzak memleketlerdeki veya eski zamanlardaki şeyleri söylediklerinden, ba'zı kimseler, bu çocukların iki rûhlu olduğunu veya başka insanın rûhunu taşıdığını, yâni tenâsüh sanmıştır. Böyle zan etmenin yanlış olduğunu, dînimiz açıkça bildirmektedir. Rûhun bir kimseden başka kimseye geçtiğine inanmak demek, biraz iyi düşünülürse, bunun ahırete, hesaba, Cennet ve Cehenneme inanmamak demek olduğu hemen anlaşılır. Bunun için ateistler buna dört elle sarılmaktadırlar. İkide bir medyada bunu gündeme getirmektedirler. Bunlara aldanmamalıdır.
Cinlerin de İyisi Kötüsü Vardır 16 NİSAN 1994 Eskiden kâhinler, cinnîlerden ba'zı şeyler işiterek falcılık yapardı. Bunun için, puta tapanlar, cinnin varlığına inanır ve cinden korkardı. Cinnin var olduğunu, müslümanlar, putperestlerden işiterek öğrenmedi. Kur'ân-ı kerîmden ve Muhammed aleyhisselâmdan öğrendi. Müslümanlar, puta tapanlar gibi, cinden korkmaz. Muhâfaza melekleri, insanları cinden koruduğu gibi, âyet-i kerîme ve duâ okuyup, Allahü teâlâya sığınanlara da birşey yapamazlar. İnsanlar, ilk olarak, topraktan yaratıldığı gibi, cin de, alevden yaratıldı. Cin de, erkek ve dişi olur. Evlenmeleri, evleri, yemeleri, içmeleri, üremeleri, ölmeleri vardır. Muhammed aleyhisselâmın cinnîlere de peygamber olduğu, Kur'ân-ı kerîmi dinledikleri, Mekke-i mükerremede ve Medîne-i münevverede toplandıkları ve Resûl-i ekremin onlara Kur'ân-ı kerîm okuduğu, ibâdet ettikleri, sadaka verdikleri, iyi işlerine sevâb verildiği, cin kâfirlerinin Cehenneme gireceği, mü'minlerinin Cennete gireceği ve Cennette Allahü teâlâyı görecekleri, çeşitli kitaplarda yazılıdır. Bunlar da insanlar gibidir. İyisi de kötüsü de vardır. Fakat bunların kötüsü daha fazladır. Cinlerin iyileri, faydalı işler yapar, faydalı işlere sevinir. Müslümanın üzülmesi lâzım gelen olaylara üzülür. Meselâ, Eshabdan, Ebû Ubeyde ve arkadaşları vefât edince, cinlerin ağlayıp mâtem ettikleri, hazret-i Ömer vefât ettiği zaman, mersiye okudukları, hazret-i Osman şehîd olunca, ağlayıp inledikleri, hazret-i Ali'nin şehîd olduğunu haber verdikleri, hazret-i Hüseyn şehîd olunca ağlayıp, bağırdıkları ve başka Sahâbîler şehîd olunca bildirdikleri, Ömer bin Abdül'azîz hazretlerinin vefâtını haber verdikleri, İmâm- ı a'zam Ebû Hanîfe'nin ve İmâm-ı Şâfi'înin vefâtlarında ağladıkları, kıymetli kitaplarda yazılıdır. Cinler her şekle girebilirler. Daha çok keçi, yılan, kedi şekline girdikleri çok görülmüştür. Mikrop şekline de girip, insanın damarlarında da dolaşırlar. Şeytan ile cinnin karşılaştırması yapılacak olursa, şeytanların hepsi kâfirdir. İnsanları aldatmağa uğraşırlar. İbâdetleri unutturup, günâhları iyi gösterirler. Nefsin arzûlarını kızıştırırlar. Şeytanlar da, ateş ile havadan yaratılmıştır. Fakat cinde hava, şeytanda ateş fazladır. Cinnîlerin müslüman olanları da vardır. Cin ve şeytanlar, en ufak yerden geçerler, insanın içine, damarlarına girerler. Cinnîlerin sayısı, insanların on katından fazladır. Şeytanların sayısı, bu ikisinin on katlarından fazladır. Meleklerin sayısı da, bu üçünün sayılarının, on katından daha çoktur. Cinnin ölümü, yerde kaybolmasıdır. İhtiyârları, gençleşmeyince ölmez. Ölecekleri zaman, çocukluk hâline döner ve yerde kaybolurlar. Genellikle kısa ömürlüdürler. Az da olsa insanlara göre daha uzun ömürlüleri de çıkmaktadır.. Sekizyüz, dokuzyüz sene yaşayanları vardır. İnsanların çoğalması, menî ile olduğu gibi, cinnin çoğalması da gaz (hava) iledir. Yâni erkekten dişiye bir gaz geçerek bundan, yavru hâsıl olur. İnsan, cinnî ve şeytanları, uyanık iken ve rü'yâda görebilir. Çünkü, onlar her şekle girebilir. Çok güzel sûretlere girerler. İhtilâma sebep olurlar. Peygamberlerden "aleyhimüsselâm" ve Evliyâdan çoğu şeytanı görmüş ve konuşmuştur. Her ne şekilde olursa olsun, cinni gören kimse, hep ona bakarsa cin şeklini değiştiremez. Gözden kaçamaz. Ona sorup cevap alınabilir. Bir ân başka tarafa bakılırsa, hemen kendi şekline girip kaybolur. Hayâli kuvvetli olanlar, bulunmıyan şeyleri görüyorum sanır. Hayâlleri [illüziyonları] birşey sanır. Sihr yapılmış kimseler de, böyle hayâller görüp, bunları cisim zanneder. Hayâli fazla olanlara, çirkin şeyler güzel görünür. Çirkin tarafları görünmez. Dünyaya düşkün olanlara, dünyanın herşeyi böyle görünür. Çirkinlikler, güzel görünür. Fakat uyanık olanlar, keskin görüşlüler, herşeyin doğrusunu görüp aldanmaz.
. Cinlerin Zararından Korunmak İçin 26 NİSAN 1994
Eshâb-ı kirâmdan Ebû Dücâne hazretleri anlatır: Bir gece yatıyordum. Değirmen sesi gibi ve ağaç yapraklarının sesi gibi, ses duydum ve şimşek gibi parıltı gördüm. Başımı kaldırdım. Odanın ortasında, siyah birşey yükseldiğini gördüm. Elimle yokladım. Kirpi derisi gibi idi. Yüzüme, kıvılcım gibi şeyler atmağa başladı. Hemen Resûlullaha gidip, anlattım. Buyurdu ki, - Yâ Ebâ Dücâne! Allahü teâlâ, evine hayr ve bereket versin!. Kalem ve kâğıt istedi. Hazret-i Ali'ye bir mektup yazdırdı. Mektubu alıp eve götürdüm. Başımın altına koyup, uyudum. Feryâd eden bir ses, beni uyandırdı. Diyordu ki, - Yâ Ebâ Dücâne! Bu mektupla, beni yaktın. Senin sâhibin, bizden elbette çok yüksektir. Bu mektubu, bizim karşımızdan kaldırmaktan başka, bizim için kurtuluş yoktur. Artık senin ve komşularının evine gelemiyeceğiz. Bu mektubun bulunduğu yerlere gelemeyiz.Ona dedim ki, - Sâhibimden izin almadıkça bu mektubu kaldırmam. Cin ağlamasından, feryâdından, o gece, bana çok uzun geldi. Sabah namazını, mescidde kıldıktan sonra, cinnin sözlerini anlattım. Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki, - O mektubu kaldır. Yoksa, mektubun acısını, kıyâmete kadar çekerler! Bir kimse, bu mektubu, yanında taşısa veya evinde bulundursa, bu kimseye, eve ve etrafına cin gelmez ve dadanmış olup zarar veren cin de gider. Ayrıca Âyet-el-kürsî, İhlâs, Mu'avvizeteyn ve Fâtiha sûrelerini sık sık okumak da, insanı cinden muhâfaza eder. Bu âyet-i kerîmeleri okumakla ve bu mektubu taşımakla ve şifâ âyetlerini okumakla da bunların zararından korunmuş olunur. Tabiki bundan istifade edebilmek için düzgün bir i'tikâda sahip olmak lâzımdır. Bunları yazanın ve kullananın i'tikâdı doğru olmazsa ve küfür alâmetlerini kullanır, haram işlerse, faydası görülmez. Cin ve şeytanın şerrinden kurtulmak için ve sihre karşı (âyât-ı hırz)ı yedi gün okumalı ve yazıp, üzerinde taşımalıdır. Ayrıca insanın bedenen ve ruhen sıhhatli olması lazımdır. Hastalıklı, vesveseli insanlara bunların tesir etmesi daha kolay olur. Cin çalınan şeyleri, gaybı bilir mi? Cinnîler olmuş hadiseleri haber verebilir. Bu gaipten, gelecekten haber vermek değildir. Bana cin haber verir. Fakat gelecekten haber verirse, buna inanan da kafir olur. Zîrâ, cin de gaybı bilmez. Gaybı yalnız Allahü teâlâ bilir. Ondan başka kimse bilmez. Aslında böyle şeylerle, cinnîlerle uğraşmak uygun değildir. İnsanın cin ile tanışması, arkadaş olması, kıymetli birşey değildir, zararlıdır. Onlarla konuşmak, fâsık, kötü, zararlı insanla arkadaşlık etmek gibidir. Onlarla tanışan kimse, fayda görmemiştir. Muhyiddîn-i Arabî hazretleri buyuruyor ki: (Hiçbir insan, cinden Allahü teâlâya âid bir bilgi edinmemiştir. Çünkü, cinnin din bilgileri pek azdır. Onlardan dünya bilgileri edineceğini sanan kimse de, aldanmaktadır. Çünkü, fâidesiz şeyle vakit geçirmeğe sebep olurlar. Onlarla tanışanlar, kibirli olur. Hâlbuki, Allahü teâlâ, kibirli olanı sevmez.) Cinlerle arkadaşlık yaptığını söyliyen, bunlardan bilgi aldığını söyliyen kimselere güvenilmez. Böyle kimselerden uzak durmalı bunlara birşey sormamalıdır. Cin ile tanışmağa özenmemeli, Evliyâ-i kirâmın rûhâniyetlerinden istifâde etmeğe çalışmalıdır. Evliyânın rûhları, görünmeden de, kendi beşerî şeklinde görünerek de, sevdiklerine fayda verir ve belâlardan korur. Onları tanımağa, sevmeğe ve sevilmeğe uğraşmalıdır. Cinden bir arkadaş edinip, olmuş ve olacak şeyleri ona sorup, ondan öğrenmek ve bunları başkalarına bildirmek tehlikelidir. Cinle tanışan falcılar ve yıldıznâmeye bakıp, sorulan herşeye cevap verenler böyledir. Bunlara ve büyücülere gidip, söylediklerine, yaptıklarına inanmak, ba'zan doğru çıksa bile, Allahtan başkasının herşeyi bildiğine ve her dilediğini yapacağına inanmak olup, küfr olur. Dinder çıkmağa sebep olur. Mısır'daki Fâtımî devletinin altıncı halifesi olan Hâkim bi-emrillah Mansûr, Dırâr ve bunun talebesi Hamza'ya uyarak, cin ile tanıştı ve cin pâdişâhına hizmet ederek, sapıttı. Şeytanların maskarası oldu. Tanrılık da'vâsına kalktı
.
|
Bugün 265 ziyaretçi (369 klik) kişi burdaydı! |
|
 |
|
|