TEFSİR:
Tevrât, Hz. Mûsâ’ya indirilen Allah kelâmıdır. Geçerli olduğu süre içerisinde insanları doğru yola çağıran ve onların yollarını aydınlatan bir rehber kitaptır. Hz. Mûsâ ve Hz. Hârûn’dan başlayarak, Hz. İsa dâhil olmak üzere bütün peygamberler, yahudiler arasındaki meselelerin çözümünde onunla hükmetmişlerdir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) de, bu surenin 41-43. âyetlerinde geçtiği üzere yahudiler arasında Tevrat’la hükmetmiştir. Dolayısıyla bahsedilen peygamberlere, Peygamberimiz de dâhildir. Peygamberlerden başka yahudilerin اَلرَّبَّانِيُّونَ (rabbaniyyûn) denilen “dini ilimlerle, hususiyle Tevrat’la meşgul olan, insanlara doğru bilgi ve inancı öğreten, kendilerini Allah’a adamış müçtehid âlimleri, fakihleri” ve yine اَلْاَحْبَارُ (ahbâr) denilen ve bizdeki müftüler mukâbilinde olan “dini ilimleri bilen ve öğreten din âlimleri” de Tevrat’la hükmetmişlerdir. Bunlar aynı zamanda Allah’ın kitabını tahrif edilmekten ve değiştirilmekten korumakla vazifeli olmuşlar, onun doğruluğuna şâhitlik yapmışlar ve üzerinde gözcü olmuşlardır. Allah’ın kitabını korumak ise:
› Onun tahrif ve tebdil edilmesini, değiştirilmesini, yanlış anlaşılmasını, belli kaidelere bağlı kalmadan tefsir edilmesini önlemekle;
› Metnini yazmak ve ezberlemekle,
› Mânasını ve hükmünü öğrenmekle,
› Emir ve nehiyleri istikâmetinde amel etmekle ve
› Onu başkalarına öğretmekle olur. Bunları başarabilmek için bir takım zorlukları göğüslemek, Allah’tan başka kimseden korkmamak ve dünyevi menfaatler karşısında eğilmemek, Allah’ın hükmünü her şeyin fevkinde görmek lâzımdır.
44 ve bundan sonraki 45 ve 47. âyetlerde Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenler sırasıyla “kâfirler”, “zâlimler” ve “fâsıklar” olarak vasıflandırılmışlardır:
Kâfirler, Allah’ın hükümlerini inkâr ettikleri, kabul etmedikleri veya hafife aldıkları için onunla hükmetmeyenlerdir. Zâlimler, Allah’ın hükümlerine inandıkları halde onunla hükmetmeyenlerdir. Çünkü Allah’ın hükmü adâleti, onun zıddı zulmü temsil eder ve onunla hükmetmeyenler de zâlim olur. Fâsıklar, Allah’ın indirdiğiyle hükmetmemek suretiyle O’nun emrinden çıkanlardır. Görüldüğü üzere küfür, zulüm ve fısk, ilâhî hükmü çiğnemenin birer neticesidir. İlahi hükmün tatbik edilmediği yerlerde bu üç günahtan birinden veya hepsinden kaçınmak mümkün değildir. Değişen, işin keyfiyetine ve reddedişin boyutuna göre suçun cinsidir. Her ne kadar 44 ve 45. âyetler yahudiler, 47 âyet hıristiyanlar hakkında inmiş olsa da, beyân ettikleri bu hükümler bütün insanları şümûlüne alan umûmî kâidelerdir.
Tevrat’ta yer alan, Kur’ân-ı Kerîm’in de onaylayıp aldığı hükümlerden biri şudur
.
Tekfir etme hastalığına mübtela olmuş bazı zümreler, tekfir hükmünü bazı nasslardan ve Maide sûresindeki,
وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ
“Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenler var ya, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” (Mâide: 44) âyeti gibi Kur’an âyetlerinden ve bazı günahların küfür olduğunu ifade eden hadislerin zahiri manalarından almaktadırlar.
Bu şekilde giderek tekfir çerçevesini iyice genişletiyorlar ve küfür ile hükmettikleriyle dostluk yapan ve onları tekfir etmekte sükût edenleri de içine alarak insanların çoğunluğuna bu hükmü yayıyorlar. Hâlbuki ibn Abbas (Radıyâllahu Anhumâ)’nın rivâyet ettiği hadis-i şerifte Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
إِيَّاكُمْ وَالْغُلُوَّ فِي الدِّينِ، فَإِنَّمَا أَهْلَكَ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمُ الْغُلُوُّ فِي الدِّينِ
“Dinde aşırılıktan sakınınız. Çünkü sizden öncekileri dini konularda kendilerini zorluklara sokarak aşırılık yapmaları helak etmiştir.”[1]
İlgili Ayet Hakkındaki Görüşler
İmam Taberî ilgili âyetin tefsirinde şöyle der: Kim Allah’ın kitabında indirdiği ile hükmetmeyip hükmü değiştirip hakkı gizlerse işte onlar kâfirlerdir.”
Müfessirler bu âyette zikredilen kâfirlerden kimlerin kastedildiği hususunda çeşitli görüşler zikretmişlerdir.
Âmir ve Şa’bi’ye göre birinci âyet müslümanlar hakkında, ikinci âyet Yahûdiler, üçüncü âyet de Hristiyanlar hakkında nazil olmuştur.[2]
Atâ ibn Ebî Rebâh, Tâvûs ve Abdullah ibn Abbas (Radıyallâhu Anhum)’dan nakledilen diğer bir görüşe göre mezkûr âyetlerde geçen kâfirlikten maksat, insanı dinden çıkaran kâfirliğin daha alt seviyesinde bir kâfirliktir. Zalimlik ve fasıklık da bilinen zalimlik ve fasıklıklardan daha alt derecede zalimlik ve fasıklıklardır.
Tâvûs, bu küfür insanı dinden çıkartan bir küfür değildir demiştir.
Abdullah ibn Abbas (Radıyallâhu Anh)’a, “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler” âyeti hakkında “bir kimse bunu yaparsa kâfir olur mu?” diye soruldu. Abdullah ibn Abbas (Radıyallâhu Anh) da: “Onun bunu yapması küfürdür. Fakat o kimse Allah’ı âhiret gününü inkâr eden kimse gibi değildir.” cevabını verdi.[3]
Abdullah ibn Mes’ud (Radıyallâhu Anh)’dan nakledilen diğer bir görüşe göre, âyet-i kerimeden maksat, kim Allah’ın indirdiğini inkâr ederse kâfir olur demektir. Allah’ın indirdiği hükmü kabul edip onunla hükmetmeyenler ise zalimler ve fasıklardır.[4]
İmam Taberî diyor ki: Bana göre bu âyet hakkındaki görüşlerden doğruya en layık olanı, bu âyetlerin, kâfirler hakkında nazil olduğunu söyleyen görüştür. Çünkü bu âyetlerden önce ve sonra gelen diğer âyetler ehl-i kitap hakkında nazil olmuştur. Dolayısıyla bu âyetlerin de ehl-i kitabın kâfirlerinden haber veriyor olması daha evladır.
Eğer denilecek olursa ki: “Allah Teâlâ, bu hükmü kitabında indirdiği ile hükmetmeyen herkesi içine alacak şekilde umumi kılmıştır. Sen nasıl olur da bu hükmün ehl-i kitabın kâfirlerine mahsus olduğunu söylersin?’ cevaben denilir ki: “Allah Teâlâ bu hükmü, indirdiğini inkâr ederek hükmetmeyenler hakkında genelleştirmiştir. Abdullah ibn Abbas (Radıyallâhu Anhüma)’nın da dediği gibi Allah’ın indirdiğini inkâr ederek onunla hükmetmeyen herkes bu hükme dâhildir. Zira Allah’ın kitabında indirdiğini bildikten sonra onu inkâr eden kimse, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’in Peygamberliğini bildikten sonra Peygamberliğini inkâr eden kimse gibidir.[5]
Fahreddin Razi, Tefsiru’l-Kebir’de bu âyetin tefsirinde şöyle der: Bu âyetten kastedilen, zina eden evli kimse hakkında had cezası ile ilgili ilahî hükmü değiştirme konusunda Yahûdileri tehdid etmektir.
Haricîler, “Allah’a asi olan (günah işleyen) herkes kâfirdir” demişlerdir. Cumhur âlimler ise durumun böyle olmadığını söylemişlerdir. Haricîler, bu âyeti görüşlerine delil getirerek, “Bu, Allah’ın indirdiği hükümden başka bir hükümle hükmeden herkesin kâfir olduğu hususunda bir nasstır. Günah işleyen herkes, Allah’ın indirdiğinden başka bir hükümle hükmetmiş olur ve böylece kâfir olması gerekir/vacip olur” demişlerdir.
… İkrime şöyle demektedir: Bu âyet-i kerime, kalbi ve diliyle inkâr edenleri içine almaktadır. Kalbiyle onun Allah’ın hükmü olduğunu bilip, diliyle de Allah’ın hükmü olduğunu ikrar edip de buna zıt olan şeyleri yapan kimseye gelince, o da Allah’ın indirdiğiyle hükmetmiş ama onu terk etmiş, yapmamış olur. Bu durumda böyle bir kimsenin bu âyetin hükmüne dâhil olması gerekmez…” İşte, sahih olan cevap budur. Allah en iyi bilendir.[6]
Hafife Almak ve Küçümsemek
Zemahşerî ve Nesefî, bu âyeti, “Kim Allah’ın indirdiğini hafife alarak, küçümseyerek hükmetmezse kafir olur”[7] şeklinde tefsir etmiştir.
Kurtubî bu âyetin tefsirinde şöyle der: Kim helal kabul edip itikad ederek Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse kafir olur.[8]
Beyzâvî ve Ebu’s-Su’ûd, “Allah’ın indirdiğini hafife alıp küçümseyerek ve inkâr ederek hükmetmezse kafir olur.” der.[9]
İbn Cevzî de şöyle der: Kim -Yahûdilerin yaptığı gibi- Allah’ın indirdiği hüküm ile O’nun indirdiğini bilerek ve inkâr ederek hükmetmezse kafir olur. Ama her kim inkâr etmeksizin hevasına uyarak Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse zalim ve fasık olur. Nitekim Ali ibn Ebî Talha, ibn Abbas (Radıyâllahu Anhumâ)’dan şöyle rivâyet etmiştir: “Kim Allah’ın indirdiğini inkâr ederse muhakkak kafir olur. Her kim de Allah’ın indirdiğini kabul edip ikrar eder ama onunla hükmetmezse zalim ve fasık olur.”[10]
Netice
Netice olarak diyebiliriz ki bir kimse/grup Allah’ın hükmüne aykırı hükümlerde bulunursa ve kendi hükümlerinin doğru, Allah’ın hükümlerinin ise yanlış olduğuna,
– ya da her iki hükmün de eşit seviyede olduğuna,
– veya Allah’ın hükümlerinin artık günümüz çağında geçersiz olduğuna itikat ediyorsa,
– veya Allah’ın hükümlerini hafife alıyorsa, onlar âyet-i kerimede belirtildiği üzere kâfirdirler. Zira bu durumda, Allah’ın hükümlerini kabul etmemiş, tekzip etmiş olurlar. Küfrün başlıca sebebi ise tekziptir.
Eğer Allah’ın hükümlerinin hak, kendi koydukları hükümlerin ise batıl olduğunu kabul ediyor fakat bilmeden veya nefsine, heva ve hevesine uyarak veya mecburiyet altında Allah’ın hükümlerine zıt hükümler çıkarıyorlarsa, Allah’ın hükümlerinin doğruluğunu, kalben tasdik ettikleri için mümin sayılırlar.
Ancak o hükümlerin zıttı olan kanunları yapmakla, fasık ve günahkâr olmuş olurlar. Burada ‘mümindir’ derken ‘dünyevi olarak mümin muamelesi görür’ demektir. Yani ibâdetinin geçerli olması, şahitliğinin kabul edilmesi, kestiğinin helal olması gibi müminler hakkında uygulanan dünyevi hükümler onun için de geçerlidir. Biz onun zahiri ile hükmederiz, kalbini Allah’a havale ederiz.
[1] Nesâî, Sünen, no: 3057; İbn Mâce, Sünen, no: 3029; İbn Huzeyme, Sahih, c. 2, s. 1349, no: 2867.
[2] Taberî, Câmiu’l-Beyan an Te’vîli Âyi’l-Ku’ân, c. 8, s. 462-463.
[3] Taberî, Câmiu’l-Beyan an Te’vîli Âyi’l-Ku’ân, c. 8, s. 465.
[4] Taberî, Câmiu’l-Beyan an Te’vîli Âyi’l-Ku’ân, c. 8, s. 467-68.
[5] Taberî, Câmiu’l-Beyan an Te’vîli Âyi’l-Ku’ân, c. 8, s. 468.
[6] Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, c. 12, s. 367-368.
[7] Zemahşerî, Keşşâf, c. 1, s. 341; Nesefî, Medârikü’t-Tenzîl, c. 1, s. 285.
[8] Kurtubî, Ahkâmü’l-Ku’rân, c. 6, s. 190.
[9] Beyzâvî, Tefsîru’l-Beyzâvî, c. 1, s. 268; Ebu’s-Suûd, İrşâdu Akli’s-Selim, c. 2, s. 64.
[10] İbn Cevzi, Za’du’l-Mesir, c. 2, s. 366.
.
Değerli kardeşimiz,
İslam'ın sosyal hayata bakan yönlerini yanlış değerlendiren bazı kişiler, o yüce dinin bir kısım hüküm ve meselelerine sathi olarak baktıklarından hataya düşmekten kendilerini alamıyorlar. Açmış oldukları bu yanlış çığıra başkalarını da sürüklediklerinden hata genişliyor, neticede zihinlerin karışmasına sebep oluyorlar. İşte bu meselelerden birisi de
"Kim Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir."(l)
mealindeki ayet-i kerimeden çıkarılan hükümdür. Bu ayetin mealinden hareket edenler, İlahi hükümleri tatbik etmeyen kişilerin "kâfir" olduklarını, dolayısıyla bunların Müslüman sayılmayacağını söylemektedirler.
Gariptir ki, bu ayet-i kerime İslam'ın ilk yıllarında da tartışmaya konu teşkil etmiş, Hariciye ve İbadiye gibi sapık mezhepler, günah işleyen Müslümanları küfürle itham etmişlerdir. Hatta Hariciler bu ayete dayanarak "Hakem Hadisesinden" dolayı Hz. Ali'yi tekfir etme cüretini bile göstermişlerdir. Halbuki ümmetin cumhuru, imam ve müçtehidleri, onların bu iddialarını çürütmüş ve bir Müslümanın günah işlemesiyle kâfir olmayacağını açıklamışlardır.(2)
Bu ayetin tefsirinde "Camiu'l-Beyan" isimli 30 ciltlik tefsirin müellifi İmam Cerir et-Taberi, ayette geçen "küfr"ün İslam'dan çıkma manasında değil, Allah'ın nimetini inkâr, yani nankörlük manasında" olduğunu ve bid'at ehli olan İbadiye grubunun bu ayeti, yönetimi elinde bulunduranların küfrüne delil gösterdiklerini izah eder ve ibni Abbas'tan (r.a.) şöyle bir rivayette bulunur:
"Kasden inkâr ederek Allah'ın hükümleriyle hükmetmeyen kimseler kâfirlerdir. (Allah'ın hükümlerini) Kabul ettiği hâlde onunla hükmetmezse zalim veya fasık olur."
Nitekim, hemen bundan sonraki ayetlerde Allah'ın hükmüyle hükmetmeyenlerin zalim ve fasıklar olduğuna dikkat çekilmektedir. Aynı rivayeti İbni Abbas'tan (r.a.) İmam Nesefi de nakletmektedir. İmam Fahrüddin Razi de 32 ciltlik "Tefsir-i Kebir" isimli eserinde bu ayetin tefsirini yapmakta, Haricilerin bu husustaki görüşlerinin yanlış olduğuna işaret ederek şöyle demektedir:
"Bir kimse Allah'ın hükümleriyle hükmetmezse dahi, kalbiyle o hükümlerin doğruluğuna inanırsa kâfir olmaz. Zira küfür, hak olan hükümleri kalbiyle inkâr ve lisanıyla reddetmektir . Fasık, kalbiyle tasdik ettiği için mü'mindir. İmanla beraber Allah'ın hükümlerinin aksi ile hüküm vermek diğer günahlar kabilindendir. En doğru olan görüş budur." (3)
Kadı Beyzavi ise Allah'ın hükümlerini inkâr edip onlara hakaret edenlerin kâfir olacaklarını açıklamaktadır.(4) İbni Kesir, bu ayetin Yahudiler hakkında nazil olduğunu ifade ederken,(5) Osmanlı devletinin şeyhülislamlarından olan Ebu's-Suud Efendi, ayette geçen hükmetmemeyi inkâr manasında almakta ve "Allah'ın hükümlerini hakir ve basit görerek inkâr eden kimse, kim olursa olsun dinden çıkar." demektedir.(6) Diğer çağdaş müfessirler de ayette geçen "hükmetmeyenler" ifadesinin, "inkâr edenler," yani "tasdik etmeyenler" manasına geldiğini söylemektedirler.
Konyalı Vehbi Efendi: "Eğer ayetten maksat bu olmasa Kur'an'ın hilafında bir şey irtikap edenlerin (işleyenlerin) kâfir olmaları lazım gelirdi. Halbuki, hak olduğuna imanla beraber hilafını irtikap küfür değildir ve olamaz." der. "Çünkü, bilumum günahlar Kur'an'ın hilafıdır. Günahtan hali (hiç günahı olmayan) bir fert tasavvur olunamaz. Eğer her günahı irtikap eden kâfir olsa, alemde mü'min bulunmamak gerektir."(7)
Vehbi Efendi, Ebu's-Suud Efendiye ve Fethul Beyan'a atıfta bulunarak, "Allah'ın inzal ettiği ahkamla [Allah'ın indirdiği hükümlerle] hükmetmemek" hususunda, "istihfaf veya istihlal veya inkâr tarıklariyle (bu hükümleri küçük görmek yahut helal saymak veya inkâr etmek suretiyle) hilafında hükmün (İlahi hükümlerin aksine hüküm vermenin) küfür olduğunu, ancak bu ahkamın (Allah'ın indirdiği hükümlerin) hak olduğunu tasdik ve ikrarla beraber hilafında hükmün küfür olmadığını" belirtir.(8)
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, ayetteki "hükmetmeme"nin, "Onun hakimiyetini tanımamak" durumunda küfre gireceğine işaret eder.(9) Ömer Nasuhi Bilmen de şu izahı getirir:
"Bir kimse hükm-ü İlahiyi kalben kabul etmez, onu bile bile lisanen inkâr ederse o takdirde kâfir olur. Fakat onu kalben tasdik ettiği hâlde terk eylerse kâfir olmaz, günahkâr olur."(10)
Bilmen, büyük İslam alimi İkrime'den de şu iktibası yapar:
"Her kim Allah Teala'nın hükmettiği ile, onu bilerek inkâr ettiği hâlde hükmetmezse kâfir olur. Fakat her kim onu ikrar ettiği hâlde onunla hükmetmezse, o fasıktır, zalimdir, yoksa kâfir değildir." (11)
Görüldüğü gibi, bütün müfessirler ayetin tefsirinde görüş birliği içindedir. Hepsi, bir kimse Allah'ın hükümlerini inkâr etmediği, onlara hakarette bulunmadığı müddetçe kâfir olmayacağı görüşündedir. Nitekim, Bediüzzaman da Münazarat isimli eserinde, bazı kimselerin Kanun-u Esasiyi ve hürriyetin ilanından dolayı idarecileri tekfir ettiklerini belirtmekte ve onların "Allah'ın hükmüyle hükmetmeyenler" ifadesinin "Allah'ın hükmünü tasdik etmeyenler" manasında olduğunu bilmediklerini beyan etmektedir.(12)
O hâlde, mü'min olarak Ehl-i Sünnet ve Cemaat görüşüne sımsıkı sarılmamız, bid'at ehline iltifat etmememiz gerekir. Büyük imam ve müçtehidlerin tefsir ve izahlarına dikkat edip onlardan istifade etmemiz şarttır. Her hususta olduğu gibi, tekfir meselesinde de bu imamların görüşlerini esas almalıyız. İmam Suyuti'nin "Tekfire yeltenmek, kendini beğenen cahil kişilerin işidir." ikazını da unutmamalıyız.(13)
Kaynaklar:
1. Maide Sûresi, 44.
2. et-Tefsirû'l-Kebir
3. et-Tefsirü'l-Kebir, 12:6
4. Tefsir-i Beydavi, 2:295
5. İbni Kesir, 2:61.
6. Tefsir-i Ebu's-Suûd, 3:42.
7. Hülasatü'l-Beyan,3:1231.
8. a g. e.
9. Hak Dini Kur'an Dili, 3:1690.
10. Kur'an-ı Kerimin Türkçe MeaH Alisi ve Tefsiri, 2:772.
11. a. g. e.
12. Münazarat, s. 69.
13. İ'cazü'l-Kur'an, 3:5/7.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
.
ÖZ Mâide suresi 44, 45 ve 47. ayetlerin sonunda umum sîgasıyla, “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenlerin kâfirler, zâlimler ve fâsıklar” olarak nitelendiği görülmektedir. Özellikle surenin 44. ayetinde Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenlerin kafirlikle nitelenmiş olması erken dönemden beri tartışma konusu olmuştur. Ayette belirtilen küfür kapsamına kimlerin girdiği, ayetin muhatabının kimler olduğu, buradaki küfrün Allah’ı inkar ve İslam’dan tamamen çıkma şeklindeki küfür mü yoksa bundan farklı bir küfür mü olduğu konularında müfessirler arasında birçok farklı görüş ortaya çıkmıştır. Bu konuya dair müfessirlerin tartışmalarının genelde ayetin kimleri kapsadığı ve küfür yani dinden çıkma konusu üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Bu makalede öncelikle ilk dönem tefsir kaynaklarında yer alan, bu ayetlerin sebebi nüzulüne dair bilgiler aktarılmıştır. Bunun yanında ilgili ayetlerin muhatabının kimler olduğuna, ayetlerde kafir, zalim ve fasık olarak nitelenenler kapsamına kimlerin girdiğine dair görüşlere de yer verilmiştir. Sebeb-i nüzule dair kaynaklarda yer alan bilgilerden anlaşıldığına göre bu ayetler Yahudilerin, Allah’ın Tevrat’ta koyduğu hükümleri tahrif etmeleri, çeşitli yollarla değiştirmeleri ve insanlar arasında çeşitli şekillerde ayırım yaparak uygulamaları nedeniyle inmiştir. Maide suresindeki ilgili ayetler ile tüm bu haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlikler ortadan kaldırılmış ve bunları yapan Yahudiler şiddetle eleştirilmiştir. Bu durumdan hareketle bir kısım müfessir tarafından ilgili ayetlerin hükmünün nüzul sebebine hasredilerek ayetteki kafir, zalim ve fasık şeklindeki nitelemelerin yalnızca bu davranışları yapan Yahudileri kapsadığı şeklinde yorumlandığı görülmektedir. Ancak ilgili ayetlerin nüzulüne ilişkin bilgiler, her ne kadar bu ayetlerin Yahudiler hakkında nazil olduğunu gösterse bile, bu durum ayetin kapsamının sadece onlarla sınırlı olmasını gerektirmemektedir. Zira hem Kur’an mesajlarının genel olarak evrensel oluşu hem de ayetlerdeki hitabın umumi şekilde gelmiş olması bu hükümlerin sadece belli bir gruba tahsisine imkân vermemektedir. Ayrıca istinbat kurallarına göre şer’î bir hükmün konulmasında sebebin hususi oluşu, hükmün umumiliğine engel değildir. Açıklanan bu esaslar çerçevesinde düşünüldüğünde ayetlerdeki hükümlerin bu şekilde sadece belli bir zümreye tahsis edilerek hükmünün daraltılmasının doğru bir yaklaşım tarzı olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu makalede ilgili ayetlerin fıkıh usulündeki delalet türleri yönüyle değerlendirilmesi halinde ortaya çıkan anlam zenginliğine dikkat çekilmek istenmiştir. Hüküm çıkarma yönünden ele alındığında şer’î hükümlerin dayanağı olan Kur’an ve hadis metinleri yalnızca ibarelerinin delaleti ile hükme işaret etmezler. Bunun yanında işaretin delaleti, iktizanın delaleti gibi farklı delalet yolları ile de birçok hükmün elde edilmesine olanak sağlarlar. İşte konumuz dahilindeki ayetlerin de bu şekilde farklı delalet türleri açısından değerlendirildiğinde birçok yeni hükme ve önemli hukuki ilkelere işaret ettiği görülmektedir. Buna göre ayetlerin özellikle sebeb-i nüzulü ve bağlamı da dikkate alınarak delalet ettiği anlamlar incelendiğinde ilk olarak adalet ilkesine titizlikle uyulmasına işaret edildiği görülmektedir. Bunun yanında hukukun üstünlüğüne ve kanun önünde eşitlik ilkelerine de ayetlerde işaret bulunmaktadır. Zira bu ilkelere aykırı davranışların ayette şiddetle reddedildiği görülmektedir. Ayrıca devlet başkanının yetkilerinin de kısıtlı olduğuna, Allah’ın açık hükümlerinin bulunduğu yerde farklı yönde ictihad faaliyeti yürütülemeyeceğine ve kanuna karşı hile yollarına gidilemeyeceğine de işaret yoluyla delalet ettiği görülmektedir. Bu şekilde bir yaklaşım, gaî açıdan (makâsıd açısından) da önemli olup, böylece Şâriʿin bu ayetler çerçevesinde gözettiği maslahatlar daha geniş çerçevede ortaya çıkarılmış olmaktadır.
.