MEZHEPSİLER.COM BİZİMSAHİFE.ORG
ULUDAĞ'A VESİKALI CEVAPLAR
“Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?» ve «Bilmediklerinizi âlimlerden sual ediniz.» buyuran Rahman ve rahîm olan Allahü teâlâ'ya sevdiği ve beğendiği şekilde hamd-ü sena olsun. «Âlimler Peygamberlerin vârisleridir.» buyuran geçmiş ve gelecek bütün insanların her bakımdan en yükseği, en güzeli, Rabbü'l-âleminin mahbubu Peygamberimiz Muhammed Mustafa'ya, temiz Ehl-i Beytine, her biri hidayet yıldızı olan Eshâb-ı kiramına, onlara uymakla onlardan sonraki üstünlük sırasına kavuşan Tabiîne, Tebe-i Tabiîne, müctehid din imamlarına, evliya-i kirama ve kıyamete kadar onların izinden gidenlere salât ü selâm ve en iyi dualar olsun.
Allahü teâlâ bizleri, mezhep imamları ve mezhep içindeki müctehidler vâsıtasıyle Resulüne (sallallahü aleyhi ve sellem) uyan Ehl-i sünnet itikadına sahip kullarından eylesin. Din adamı kılığına girip dinimizi içten yıkmaya çalışan müctehid taslakları, vehhâbî meşrepli mezhepsizlerin şerrinden muhafaza buyursun. Sevdiklerini dost, sevmediklerini düşman olarak tanıtsın. Selefî meşrepli sapıklara aldanmaktan, bâtılı hak, yanlışı doğru, mezhepsizliği mezhep sanmaktan korusun. Âmin.
Evet Uludağ, biz sözümüze sâdık kalarak yazınızı aynen hem de baş sayfada neşrettik. Ancak siz sorduğumuz suallerin çoğuna cevap vermemişsiniz. «O kadar çok suçlamalar var ki hangisine cevap vereceğimizi bilemiyoruz.» diyerek aklınızca te'vil edebildiğiniz hususlara dokunmuşsunuz. Biz ise sizin bütün itham ve iftiralarınıza sizin de muteber saydığınız kaynaklardan cevap vermek istiyoruz. Aslında bu kaynakların aslını bulmağa lüzum yoktu. Sizin şahsınızda selefiyye sapıklığına düşmüş insanları kurtarmak, bu bataklığa düşecek gençleri ikaz etmek için kâfi miktarda vesika topladık. Pek lüzumlu görülenlerin orijinallerinin fotokopilerini de çektik. Bu mübarek vesikalar karşısında Cenabı Hak'ka inandığını söyleyen her mezhepsiz, her vehhâbî, her sapık eğer sözünde samimî ise derhal hakkı kabul edip tövbe etmesi lâzımdır.
Vehhâbîler nasıl “ingiliz uşağı” ise, mezhepsizlerin de bir kısmı “mason uşağı”dır. Bir kısmı da Kitap Sünnet deyip akıntıya kürek çekerek gitmektedir. Birinci gruptaki mezhepsizler hain oldukları için onlara“Vesika” falan kâr etmez ikinci gruptakiler gafil olduğu için “ilmî vesikalar” karşısında belki gafletten uyanmaları mümkün olabilir. Bir de mezhepsizleri bir insan zannederek onların peşinden giden saf müslümanlar vardır Bu müslümanlar belki bu vesikalar karşısında mezhepsizlerin yaldızlı, cilâlı sözlerine kanmazlar.
Bu yazımızda uludağ'ın bütün sorduklarına vesîkalara istinaden ilmî cevaplar vermek istiyoruz. Belli bir sıra takıp etmesi bakımından aşağıdaki başlıklar altında vesikaları sıralayacağız inşaallah.
l - Selefiye'nin İbni Teymiye'nin sapık yolu olduğunu isbat eden vesikalar,
2 - İbni Teymiye'nin kâfir olduğunu gösteren vesikalar,
3 - Edille-i Şer'iyye'nin dört olduğunu bildiren vesikalar,
4 - Kıyas-ı fukahaya uymanın şart olduğunu gösteren vesikalar,
5 - Aklın hüccet olmadığını gösteren vesikalar,
6 - İctihadla alâkalı vesikalar,
7 - İtikadda hak ve doğru olan tek mezhebin Ehl-i Sünnet Velcemaat Mezhebi olduğuna ait vesikalar,
8 - Ameldeki dört mezhebin hak olduğunu gösteren vesikalar,
9 - Dört hak mezhebden birisine uymamanın, mezhepsizliğin ilhad olduğunu gösteren vesikalar.
10 - Yetmiş üç fırkadan yetmiş ikisinin ehl-i bid'at ve cehennemlik olduğuna dair vesikalar,
11 - Felsefecilerin kâfir olduğuna dair vesikalar,
12 - İbni Rüşd'ün felsefeci olduğuna dair vesikalar,
13 - Ehl-i kıble tabirinin ne mânâya geldiğini gösteren vesikalar,
14 _ Vehhâbîlerin Ehl-i kıble olmayıp kâfir olduklarını gösteren vesikalar,
15 - Türbe yapmanın caiz olduğunu gösteren vesikalar,
16 - Vehhâbîlerin müslümanlan tekfir ettiklerine dair vesikalar,
17 - Vehhâbilerin Medine-i Münevvereyi bombardıman ettiklerine dair vesikalar,
18 - Ehl-i bid'atın, Ehl-i küfürden daha zararlı olduğunu gösteren vesikalar,
19 - Ehl-i sünnet itikadını yaymaya niçin geniş yer vermek mecburiyetinde kaldığımızı bildiren emirlerin vesikaları,
20 - Şevkani, Abduh, S. Kutub, Kardavi, Mevdudî gibi selefi olduklarını söyleyen sapıkların mezhepsiz olduklarım gösteren vesikalar,
21 - Selefi meşrepli kimselerin masonların ve mezhepsizlerin kitaplarını tavsiye ettiklerine dair vesikalar.
l - SELEFİYE'NİN İBN-İ TEYMİYE'NİN SAPIK YOLU OLDUĞUNU GÖSTEREN VESİKALAR :
Selef veya Selef-i sâlihîn ne demektir. Sahabe ve Tâbi'îne «Selef-i Sâlihîn» denildiği İbni Abidin'de «Kâdîlik» bahsinde yazılıdır. Diğer muteber kitaplarda da Sahabe, Tâbi'în ve Tebe-i Tâbi'îne Selef-i sâlihîn denildiği bildirilmektedir.
«Râbıtat-ül-âlem-il-İslâmiyye» isimli vehhâbî teşkilâtının Türkiye'deki temsilcisi S.Ö., çıkardığı dergide kendisine mezhepsiz denmesine kızarak «Sahabenin ve hattâ Peygamberimizin mezhebi mi vardı?»demek cür’etini göstermiş ve kendisine dergimizde gereken cevabı vermiştik. Kısaca tekrar edersek, Eshâb-ı kiram, selef-i sâlihîn müctehid oldukları için kendi mezheplerinde idi. îtikadda ise hepsi de «Fırka-i Naciye» olan «Ehl-i Sünnet Velcemaat» mezhebinde idi. Peygamber aleyhisselâmın mezhebi ne idi diye sormak, bir mektepte müdürlük yapan bir kimseye, sen bu mektepte hangi sınıfın talebesisin? demekten daha abes bir sorudur. Başka bir mezhepsiz de, Allahü teâlâ'nın mezhebi ne idi diye sorabilir. Müctehide hangi mezhebin kurucusudur, diye sual edilir. Peygamber aleyhisselâm hangi dinin tebliğcisidir şeklinde sual sorulabilir. Her peygamber, Allahü teâlânın belli hükümlerini ümmetine tebliğ etmiştir. Her peygamberin mezhebi de ümmetine tebliğ ettiği esaslardır.
Gerek Halef ve gerek Selef âlimlerinin hepsinin itikadda tek mezhepleri vardı. Ehl-i Sünnet Velcemaat mezhebi. Bütün Selef-î sâlihînin mezhebi olan Ehl-i sünnet itikadının .vesikalarına geçmeden önce Akaid imamlarından birkaç satır bahsedelim. İmâm-ı Eş'arî ve İmâm-ı Mâtûridî kendi başlarına bir mezhep kurmamışlar, Selef-i sâlihînin bildirdikleri iman ve İtikad bilgilerini şerh etmişler, kısımlara ayırmışlar, kısacası bu bilgileri sistemleştirmişlerdir. İmâm-ı Eş'arî hocası İmâm-ı Şafiî'nin yolundan dışarı çıkmış değildir, İmâm-ı Mâtûridî de İmâm-ı Âzam'ın yolundan dışarı çıkmamıştır, hocalarının koyduğu usûlleri sistemleştirmişlerdir.
Gerek İmâm-ı Eş'arî, gerek İmâm-ı Mâtûridî, gerek dört hak mezhebin imamları ve gerekse bu imamlara tâbi olan bütün müctehidler, Hadîs-i şerifte bildirilen tek doğru fırka olan, yani Sahâbe-i kiramın, Tâbi'înin ve Te-be-i Tâbi'înin müşterek mezhepleri olan Ehl-i Sünnet Velcemâat mezhebinde idiler.
Selef’in mezhebi başka, Selefiyye mezhebi başkadır. İmâm-ı Â'zam hazretleri, Selefin mezhebi olan Ehl-i sünnet mezhebini müdafaa için Fıkh'ul ekber kitabını yazmıştır.
Selefin mezhebi, mezheb-i selef veya selef mezhebi, selefiyye mezhebi değil, Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebidir. Bu hususta icma olduğunu vesikalarla isbat edeceğiz inşaallah. Önce İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin (İlcâm-ül avam) isimli eseriyle mezkûr icmayı açıklıyalım. Kitabın adı ile kitaptan alınan üç vesikayı, bir de Uludağ' m Kelâm kitabının 206 ıncı sahifesinde şöyle demektedir. Orijinal vesikası sahife 93 dedir.
İmâm-ı Gazâlî “ilcam-ul-avam-anil-kelâm” isimli eserinde selefiyye mezhebinin esaslarını yedi olarak kabul etmekte ve bunları şöyle anlatmaktadır. Basiret sahiplerine göre hak olduğunda hiç şüphe olmayan mezhep, Selefin mezhebidir. Burada selef sözü ile sahabe ve tabiînin mezhebi kasdedilmektedir. Buna göre hak olan selef mezhebinin hakikati ve mâhiyeti şu yedi esastan ibarettir.
Bu ilcâm kitabı, mücessime, müşebbihe ve onların yolunda olan bugünkü vehhâbî'ler ve selefiyyeciler için yazılmıştır. İmâm-ı Gazali hazretleri bu eseriyle kendisinden sonra gelen vehhâbîleri ve vehhâbîlerin kamufle adı olan selefiyyecilerin tuttukları bid'at yolunu çürüterek tek hak ve doğru olan Ehl-i Sünnet Velcemâat mezhebinin prensiplerini anlatmaktadır.
Önce Uludağ'ın Kelâm kitabındaki birbirini nakzeden ifadeleri okuyalım. Uludağ yukarıdaki orijinal vesikada «İmâm-ı Gazâlî selefiyye mezhebinin esaslarını yedi olarak kabul etmekte» diyor. İmâm-ı Gazâlî hazretlerinden naklederek «selef mezhebinin hakikati ve mahiyeti şu yedi esastan ibarettir.» diyor. İmâm-ı Gazâlî hazretleri «Selef mezhebinin yedi esası» şeklinde buyururken Uludağ bu ifadeyi değiştirerek «Selefiyye mezhebinin yedi esası» olarak bildirmektedir. İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin selef ifadesini selefiyye diye değiştirmiştir. Bu değiştirme kendi Kelâm kitabında da sırıtmaktadır. Biz kitabın sayfasını keserek orijinalini vermek suretiyle selefîlerin oynadıkları oyunu göstermek istedik.
İlcâm'da bahsedilen selef mezhebi nedir? Îmâm-ı Gazâlî hazretleri bunu da açıklıyor: Selef mezhebinden maksat Sahabe ve Tâbi'înin mezhebi diye tarif ediyor. İmâm-ı Gazâlî hazretleri, Sahabe ve Tâbi'înin mezhebinin ne olduğunu da bize bildiriyor. Ümmetin yetmiş küsur fırkaya ayrılacağını bildiren hadîs-i şerifi naklederek fırka-i naciye denilen tek kurtuluş fırkasının Ehl-i sünnet velcemaat mezhebi olduğu bildirilmektedir. Yine hadîs-i şerifle Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasının, ne olduğu bildiriliyor. Peygamber aleyhisselâmın ve Eshâb-ı kiramın yolundan giden fırka olarak bildirilmektedir. Aşağıda bunun böyle olduğunu, yani itikadda tek hak mezhebin bulunduğunu bunun da Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebi olduğunu sayısız vesikalarla isbat edeceğiz inşaallah...
Aşağıda da görüleceği gibi ne İlcâm'da ne de diğer Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında Selefiyye mezhebi diye bir mezhep yoktur. Ya Uludağ, selef ile selefiyye'yi karıştırıyor veya kasıtlı olarak İbni Teymiyye'nin sapık yolu olan selefiyye'yi selef mezhebi diye yutturmak istiyor. Üçüncü bir ihtimal yoktur. Uludağ, iddiasına Ilcam' ül avâm'ı delil olarak göstermeğe nasıl cür'et etti, hayret ediyoruz. Selef mezhebinin selefiyye mezhebi olmadığı, Tabiinin ve Eshâb-ı kiramın mezhebi olduğu, yani Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebi olduğu orijinal vesikadan anlaşılmıştır.
İmâm-ı Gazali hazretleri mezkûr eserinde Selef mezhebinin hak olduğunu, doğru olduğunu ve bu mezhepten ayrılanların bid'at sahibi olduklarını açıklamaktadır. Selef mezhebinden maksat da Sahabe-i kiramın mezhebi olduğu, bunun da Ehl-i sünnet velcemaat diye isimlendirildiğini bildirmektedir. Şimdi Uludağ'ın tenakuzuna gelelim. Uludağ, Kelâm kitabının 136. sayfasında İmâm-ı Gazâlî ve diğer âlimleri zikrederek bunların Selefiyye mezhebinin yayılmasını önlediğini bildiriyor. Cevabî yazısında ise onun Selefiyye mezhebini müdafaa ettiğini söylüyor. Eğer İmâm-ı Gazâlî hazretleri tek doğru ve tek hak mezhebin Selefiyye mezhebi olduğunu söyleseydi, elbette bu tek hak yolun müdafaasını yapardı. Selefiyye mezhebinin yayılmasını önlediğine göre bu mezhebin hak ve doğru olduğunu söylememiş, hak ve doğru olan mezhebin selefin mezhebi olduğunu, yani Tabiîn ve Sahabe-i kiramın mezhebi olduğunu, yani Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebi olduğunu söylemiş ve bunu müdafaa etmiştir.
Halef ve Selefin ne olduğunu bütün Ehl-i sünnet kitapları yazmaktadır. Bir vesika daha verelim. Çok kıymetli bir fıkıh kitabı olan «Dürrül muhtar»ın şahidlik kısmında şöyle yazılıdır:
«Selef, Eshâb-ı kiramın ve Tâbi'înin ismidir. Bunlara Selef-i sâlihîn de denir. Halef de seleften sonra gelen Ehl-i sünnet âlimlerine denir.»
Kelâm kitabının 136. sayfasında İmâm-ı Gazâlî'nin felsefî bahisleri red ve iptal gayesiyle Kelâma soktuğu, Râzi ile Amidi'nin Kelâm ile felsefeyi meczederek bir ilim haline getirdiği ve Beydavi'nin ise Kelâm ile felsefeyi birbirinden ayrılmaz hale koyduğu iddia edilmektedir. Bu iddialar bu büyük âlimlere yapılan çok çirkin bir iftiradır. İlm-i Kelâma felsefeyi karıştıranlar, bid'at fırkalarıdır. Bu âlimler selefin mezhebi olan Ehl-i sünnet vel cemaatı müdafaa ederek felsefecilerin ve bid'at fırkaların sapık fikirlerini çürüttüler. Bu cevaplar ilm-i kelâma felsefeyi karıştırmak değil, aksine bid'at fırkaları tarafından ilm-i kelâma karıştırılan felsefî düşünceleri temizlemektir. Bu yüce âlimlere felsefe pisliğinden atmak kadar çirkin bir iftira olur mu? Bu iftirayı ilk defa İbni Teymiyye «Vasıta» kitabında yapmıştır.
Uludağ'ın da bildirdiği gibi İmâm-ı Gazali hazretleri Selef mezhebinin yani Ehl-i sünnet mezhebinin hak olduğunu bunun zıddının bid'at ve dalâlet olduğunu bildirmiştir. Elbette Selefin mezhebi olan Ehl-i sünnet mezhebi haktır, bunun gayrisi bid'at ve dalâlettir. İmâm-ı Gazâlî hazretleri tek hak olan bu mezhebin yayılmasını nasıl önler? Bu İmâm-ı Gazâlî hazretlerine yapılan çirkin bir iftira değil midir? İmâm-ı Gazâlî selefin mezhebini değil, Selefiyye isimli İbni Teymiyye'nin savunduğu yolu çürütmüştür. Yine Uludağ çıkar da İbni Teymiyye, İmâm-ı Gazâlî hazretlerinden sonra dünyaya geldi derse şaşmayız. Mes'ele şahıslar değil fikirlerdir. Demek İbni Teymiyye'nin sapık fikirleri İmâm-ı Gazâlî hazretleri zamanında da varmış ki reddiyeler yazılmıştır.
İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin asrında bugün olduğu gibi Ehl-i sünnet itikadını bozmak için felsefeciler bir koldan, mücessime ve müşebbibe fırkaları başka bir koldan hücum etmişler, bu bid'at fırkaları Cenâb-ı Hakka birçok isnatlarda bulunmuşlar İbni Teymiyye'nin müdafaa ettiği teşbih ve tecsim fikrini ileri sürmüşlerdi. Hem de bu teşbih ve tescim fikrini İbni Teymiyye ve diğer mezhepsizlerin yaptığı gibi selef-i sâlihine atfederek yaymaya başlamışlardı. İşte Hüccet-ül İslâm İmâm-ı Gazali (rahmetullahi aleyh) bunlara reddiye olarak «İlcamül avam» isimli eserini kaleme almıştır. 1206 tarihli baskısında şöyle buyurmaktadır:
«Cehalet ve dalâlet fırkaları mücerred zahir-i suret ve müteşabih haberleri alıp sarılmakla Allahü teâlânın zatı ve sıfatı hakkında Cenâb-ı Hakkın münezzeh olduğu suret, el ve ayak ve nüzul ve intikal ve arş üzerine istiva ve istikrar ve bunların emsali hallere itikad ediyorlar. Bununla beraber bu itikad ettikleri şeyleri selef-i izamın dahi itikad ettiği şeyler olduğunu zannediyorlar. Binaenaleyh o güruh-i mekruh indinde, teşbihi yok etmek için delillerini kâfi derecede bildirerek selef-i kiramın da itikadını sana şerh ve beyan edeyim.»
Akaid şerhi (Kesteli)nin 18. sayfasının haşiyesinde İmâm-ı Eş'arî ile İmâm-ı Mâtûrîdi'nin Peygamber aleyhisselâmın ve Esbabı kiramın yolu olan Ehl-i sünnet yolunda oldukları, bu iki fırkanın birbirlerini bid'at ve dalâlete nisbet etmedikleri bildirilmektedir.
İmâm-ı Â'zam (rahmetullahî aleyh) Vasiyyeti Nukirru isimli eserinde şöyle buyurmaktadır:
«Allahü teâlâ sizleri oniki esas üzere ehl-i sünnet velcemaat mezhebinde devam etmeye muvaffak kılsın, sizlerden biriniz bu esaslar üzerinde yürürse nefsin arkadaşı ve bid'at ehli olmaz.»
Bu vesikadan da; Büyük İmam'ın selef mezhebinde yani Ehl-i sünnet velcemaat mezhebinde olduğu, selefiyye sapıklığında bulunmadığı anlaşılmış oldu.
Kadı Kemaleddin bin Sinan el Beyaz hazretlerinin «İşârât El meram an ibârât el imâm» isimli eserinde İmâm-ı Â'zamın, İlmi kelâm sahasında parmakla gösterilecek hale geldiği yakın ve kat'î delillerle, usûl-i dîni tedvin edip en muhkem hâle getirdiği itikad imamlarının ilki olduğu bildirilmektedir. Ebû Mansur Bağdadî hazretleri de aynı fikri Tabsıra isimli eserinde zikretmiştir.
Kelâm ilminin sonradan çıktığını İmâm-ı Â'zam hazretlerinin selefiyye'den olduğunu söylemek çirkin bir iftiradır.
Taftazani hazretlerinin Akaid şerhinde de Ehl-i sünnet velcemaat mezhebinin esaslan bildirilerek selefin yolunun, mezhebinin de bu olduğu doğru yolun da bu esaslar olduğu bildirilmiş, Selefiyye mezhebidiye bir mezhebden bahsedilmemiştir. Selef yolunun salim bir yol olduğunu söyleyerek bundan Selefiyye mezhebinin salim yol olduğunu çıkarmak akıl ve ilim dışı bir cehalettir. Yahutta maksatlı bir benzetmedir. Elbette bütün müslümanlar selef yolundadır. Halef âlimleri de selef yolundadır. Siz kasıtlı olarak mı yoksa cehaletten dolayı mı, eski âlimlerin selef yolunda olduğunu sonra gelen âlimlerin bu yolu bırakıp Eş'arî veMâtûridî mezheplerine geçtiğini söylüyorsunuz. İmâm-ı Â'zam'ın selef mezhebinde olup da ona tâbi olan müctehidler ve âlimlerin hocalarının ve mezhep imamlarının itikadını bırakmaları kadar akıl ve ilim dışı bir iftira olmaz. İmâm-ı Mâtûridî yeni bir mezhep kurmamış ki, İmâm-ı Â'zam'ın bildirdiği esasları sistemleştirmiştir. Hanefî mezhebindeki âlimlerin itikadlarının İmâm-ı Â'zam'ın itikadından ayrı olduğunu söylemek âlimlere yapılan büyük bir iftiradır.
İmâm-ı Gazali hazretleri de İlcâm'ül avam isimli eseriyle selefin sözleriyle selefilik taslayanları rezil etmiştir.
Hanefi mezhebinde fıkıh ve kelâm âlimi olan Abdulhâkim Siyalkuti hazretleri Celâl üzerine yazdığı haşiyenin 7. sayfasında şöyle buyurmaktadır:
«Eş'ariler itikadda Mâtûridi gibidirler, çünkü birbirlerini idlâl etmezler.»
Bir başka vesika da şudur: Ebil Münteha hazretleri, Fıkh-ı ekber şerhinin 2. sayfasında şöyle buyurmaktadır:
«Kitap ve Sünnete yapışmak, nefsin arzularından ve bid'attan kaçınmak ancak Ehl-i sünnet vel cemaat yoluna yapışmakla mümkün olur. Ehl-i sünnet vel cemaat, sahabe-i kiram ve Tâbi'în yolu üzerindedir.»
Demek ki Kitap ve Sünnete yapışıp bid'atlardan kaçınmak ancak İmâm-ı Mâtûridi ve İmâm-ı Eş'ari hazretlerinin sistemleştirdikleri Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebine sarılmakla mümkündür. Yoksa Kitap ve Sünneti mezhepsizlerin yaptığı gibi kendi kafasına göre tefsir etmek Kitap ve Sünnete yapışmak değildir.
Bir başka vesika: Akaid-i Adudiye'ye «Gelenbevî» hazretleri tarafından yazılan haşiyede şöyle buyurulmaktadır:
«Eş'ariyye mezhebi fırka-i naciyedir. Bunların itikadı, aynen sahabe-i kiramın itikadıdır.»
Görüldüğü gibi Eş'ari mezhebi de Eshâb-ı kiramın itikadı üzerinde idiler.
Bir vesika daha: İns ve cinnin müftüsü Ahmed İbni Kemâl Paşazade, «Risale-i Münire» isimli eserinde Ehl-i Sünneti anlatırken buyuruyor ki:
«Fahrü'l-İslâm Ali Pezdevî, Usûl-i fıkh kitabında buyurur ki, ilim iki kısımdır: a) Tevhid ve sıfat ilmi b) Fıkıh ilmi, İkinci kısımda esas, Kitap ve Sünnete yapışmak, bid'atlerden sakınmak ve Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebinde bulunmaktır. Ehl-i sünnet vel cemaat Peygamber aleyhisselâmın, Eshâb-ı Kiramın, Tâbi’inin ve selef-i salihinin yoludur. Bunu bize âlimlerimiz ulaştırdı. Bizden öncekiler de, İmâm-ı Â'zam, İmâm-ı Ebu Yusuf, İmâm-ı Muhammed ve esbabının hepsi bu yolda idiler.»
Bir vesika daha: Molla Said Hadimi hazretleri, İmânı-ı Â'zâm rahmetullahi aleyhin «Vasiyyeti Nukirru» isimli eserinde yazdığı şerhin 156. sayfasında Ehl-i sünnetten maksat İmâm-ı Mâtûridi ile İmâm-ı Eş'arî'nin yolu olduğunu, İmâm-ı Mâtûridî'nin Hanefî mezhebinde İmâm-ı Eş'arî'nin de Şafiî mezhebinde olduğunu bildirmektedir.
Görüldüğü gibi Ehl-i sünnetin içinde «Selefiyye» diye bir şey yoktur.
Aynı eserde iki imam arasındaki ihtilâfların asıldan olmadığı birbirlerini tekfir ve idlâl etmeyi gerektirmeyen hususlar olduğu, ikisinin bir mezhep sayıldığı, ikisine birden «Ehl-i sünnet vel cemaat» ismi verildiği bildirilmektedir.
Hal böyle iken Selefiyye sapıklığını selefin yolu olarak İbni Teymiyye gibi takdim etmenizdeki maksat nedir? Ne diye mezkûr iki akâid imamının müşterek mezhepleri olan Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebininzıddının bid'at olduğunu yazmıyorsunuz da, İbni Teymiyye gibi Selefiyye zihniyetinin zıddının bid'at olduğunu yazıyorsunuz. Yukarıda açıklandığı gibi İmâm-ı Gazali hazretleri, Selefiyye'nin değil, selef mezhebinin yani Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebinin zıddının bid'at ve dalâlet olduğunu bildirmiştir. Kelime oyunu yapmaktaki gizli maksadınız nedir?
Bir vesika daha: Sofiyye-i âliyyenin büyüklerinden, Silsile-i âliyyenin onsekizinci, zahirî ve bâtinî ilimler hazinesi Ubeydullah-i Ahrar hazretleri «Feraidul fevaid» isimli kitapta şöyle buyurmaktadır:
«Bütün keşifleri ve kerametleri bana verseler, fakat Ehl-i Sünnet vel cemâat itikadını vermeseler, kendimi harap bilirim. Keşf ve kerametim olmasa, Ehl-i sünnet vel cemâat itikadını ihsan eyleseler hiç üzülmem.»
Bir vesika daha: Ebul Kasım İshak bin Muhammed, 1303 tarihli «Sivâd-i â'zam» isimli eserinin ikinci sayfasında, ümmetin yetmiş üç fırkaya ayrılacağı hakkındaki hadis-i şerifi ve bu hadis-i şerifin devamı olan «Sivâd-i â'zama tâbi olunuz, ayrılan Cehennemdedir, cemaattan bir karış ayrılanın boynundan İslâm gerdanlığı çıkarılır» ibaresini yazdıktan sonra «Sivâd-i Â'zamın Ehl-i sünnet vel cemaat»olduğunu bildirmiştir.
«Mevâhib-i Ledünniyye»de Ümmetin âlimlerinin dalâlet üzerinde birleşmiyeceklerini bildiren hadis-i şerif naklediliyor. Bu hadis-i şerifi İmâm-ı Ahmed «Müsned»inde ve Taberâni «Mu'cem-i Kebir»inde bildiriyor.
Bütün bu vesikalar, mezkûr iki akaid imamının müşterek mezhepleri olan «Ehl-i sünnet vel cemaat»ın doğru olduğunu sivâd-i â'zamdan (cemaattan) ayrılan Selefiyye'nin bid'at, dalâlet ve bâtıl olduğunu göstermektedir.
Serbest düşünceli veya başka tabirle Selefiyye mizaçlı İbni Teymiyye ve Şevkani gibi âlimler, sivad-i â'zamdan yani cemaattan ayrıldıkları için dalâlete yuvarlanmışlardır. «Cemaattan ayrılan Cehenneme gider» hadis-i şerifine uygun olarak atalarımız «Sürüden ayrılanı kurt kapar» demişlerdir. Selef yolu diye selefiyye sapıklığına düşmüş birkaç mezhepsizden başka gösterilebilir mi?
Selefî itikadında olduğu halde bir türlü söyleyemiyen Uludağ şöyle diyor: «Selefiyye mezhebinin doğru olmasından, hak olan dört mezhebin yanlış veya bid'at olması kat'iyyen gerekmez. Zira biri itikadı, diğeri amelî bir mezheptir.»
Uludağ, itikadda mezhebi diğer selefiyyeciler gibi üçe ayırmaktadır: Selefiyye, Mâtûridîyye ve Eş'ariyye diye. Bunlardan Selefiyyenin en doğru, zıddının da bid'at olduğu söylenince diğer iki mezhebin yanlış ve bid'at olduğu meydana çıkmaz mı? Dört hak mezhebin bağlandığı bu iki mezhep bid'at olunca ameldeki dört hak mezhep tamamen bid'at olur. İtikadı bozuk olana amel faide verir mi? Sonra dört hak mezhebe tamamen amelî ve fıkhî mezhep demek de doğru değildir. Yani bu dört hak mezhep hem amele ait bilgileri ve hem de itikada ait bilgileri bir arada toplamışlardır.
Bu kadar vesika ve deliller karşısında acaba Uludağ yine çıkıp da «Selefiyye mezhebi de Eş'arî mezhebi kadar doğrudur.» diyebilecek mi? Mu'tezile mezhebine göre doğru çoktur. Halbuki Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebinde doğru bir tanedir. Onun için Mâtûridîyye ve Eş'ariyye mezhepleri bir mezhep olarak kabul edilmiş ve ikisine birden Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebi denmiştir.
Uludağ, cevabî yazısında «Biz Gâzâlî kadar ileri giderek en doğru yol selef yoludur, demiyoruz.» diyor.
Uludağ bu cümlesi ile, hâşâ İmâm-ı Gazâli'nin haddi aştığını, ileri gittiğini söylüyor. Her sünnî müslümanın İmâm-ı Gazali hazretlerinin sahip olduğu itikada sahip olması lâzımdır. Elbette en doğru yol, tek kurtuluş yolu «selef yolu»dur. Yukarıda vesikaları ile açıkladığımız gibi selef yolu, Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebidir. Ama Uludağ, kelime oyunu yaparak seleften selefiyye'nin hak olduğu gibi bir mânâ çıkarmaya çalışıyor. Tabiî bunu ancak gafil ve cahillere yutturabilir.
Uludağ yazısında «Ehl-i sünnet âlimlerinin eserlerine dayanarak Selefiyye mezhebinin sapık bir mezhep olduğunu bize ispat ederseniz size minnettar kalırız» diye bir taahhütte bulunuyor. Eğer sözünde samimi ise, biz, bize minnettar kalmasını istemiyoruz, sadece tövbe edip sivâd-i â'zama (yani Ehl-i sünnet velcemaat'a) sarılmasını istiyoruz. Büyükler açık işlenen günahın tövbesinin de açık olmasını emrettikleri için tövbe ettiğini dergimize bildirmesini ve herkese duyurmasını istiyoruz. Abonelerimiz kendisine sui zandan kurtulsun...
Bir vesika daha: Hayâli ismiyle meşhur Ahmed bin Musa hazretleri Şerh-i akaid haşiyesinin onuncu sayfasında şöyle buyurmaktadır:
«Ehl-i haktan maksat Ehl-i sünnet vel cemaattır»
Uludağ, nasıl olduysa İmâm-ı Sübki'den de nakil yaparak mütekaddimin ve müteahhirinden birtakım kimsenin selef mezhebine gittiğini söylemektedir. Elbette önce ve sonra gelen bütün âlimler selef yoluna gitmiştir, selef yolunda gitmeyenler sapık veya kâfirdir. İmâm-ı Sübki hazretleri Uludağ'ın aleyhine delildir. İmâm-ı Sübki «Tabakat-üş-Şafiîyye» kitabının 1. cilt, 66. sayfasında imanla ilgili hususu açıkladıktan sonra bu zümrelerin selef mezhebine gittiklerini bildiriyor. Yoksa bunlar selefiyye mezhebinde idiler demiyor. Hâşâ İmâm-ı Sübki, selefiyye'yi müdafaa etse, hiç bu. sapık mezhebi ihyaya çalışan İbni Teymiyye'ye reddiye yazar mı? İmam-ı Sübki «Erredü li-İbni Teymiyye» ve «Şifa-üs-sikâm fi ziyaret-i Seyyid-il enam» kitaplarında İbni Teymiyye'nin sapıttığını kuvvetli delillerle ispatlamıştır. Halef âlimleri selef âlimlerinin yolunu ihyaya çalışmıştır. Uludağ'ın da itiraf ettiği gibi İbni Teymiyye ve talebesi İbnül Kayyim de Selefiyye'yi ihyaya çalışmıştır. Bütün bu vesikalardan İbni Teymiyye'nin ihyaya çalıştığı selefîlik veya selefiyye selefin yolu değildir. Çünkü öyle olsaydı, Uludağ'ın şahit gösterdiği İmâm-ı Sübki gibi âlimler İbni Teymiyye'ye reddiye yazmazlardı. İbni Teymiyye ve onun yolundan gidip kendilerine Selefi denilen sapıklar«Sivâd-ı â'zam»dan ayrılıp dalâlete yuvarlanmışlardır. Bu sapıklar kendilerine selefi veya selefiyye demeyip de selef mezhebindeyiz deseler, hattâ Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebindeyiz deseler ne çıkar. Çünkü her sapık, her bid'at fırkası kendi fırkasının Ehl-i sünnet olduğunu, fırka-i naciye olduğunu bildirmiştir. Hakkı bâtıldan ayıran sivâd-i â'zamdır. Her devirde sivâd-i â'zamdan ayrılan türediler zuhur etmiştir. ŞimdiUludağ ve diğer selefîler, selefiyye kelimesini yutturamadık, kitaptan bu kelimeyi çıkarıp biz de Ehl-i sünnet vel cemaattanız deseler ve İbni Teymiyyenin savunduğu sapık yolu savunsalar ne çıkar? Bu sapıklığa selefiyye mezhebi değil selef mezhebi dense ne halledilir? Mezhepsiz İbni Teymiyye, mezhepsizlik zehirini teneke kupa içinde değil de altın kupa içinde sunmak istemiş, selef kelimesinden istifade ederek bu kelimeyi istismar ederek kendi sapık yolunu hak yolmuş gibi göstermeye çalışmıştır.
2 - İBNİ TEYMİYE'NİN KAFİR OLDUĞUNU GÖSTEREN VESİKALAR
İbni Teymiyye'nin dalâlet ve küfürlerini eski sayılarımızda vesikaları ile açıklamıştık. Tekrarında bir faide olur mu? Selefiyye'yi ihyaya çalıştığı Uludağ tarafından bildirildiği için İbni Teymiyyenin sapıklığını isbat etmek icap etti. Birkaç vesika da İbni Teymiyye hakkında verip cevapları fazla uzatmak istemiyoruz. Geniş bilgi isteyenler MEZHEPSİZLER kitabımızın I. cildine bakabilirler.
İbni Battuta, İbni Hacer-i Mekkî, İmâm-ı Sübki, kendi oğlu Abdulvehhab, İzzeddin bin Cema'a, Ebu Hayyan Zahirî, Zahid-ül Kevserî, Yusûf-i Nebhani, Muhammed bin Ali Zemlikâni, Abdulvehhab Şa'ranî, Ahmed bin Seyyid Zeyni Dahlan, Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi gibi nice âlimler İbni Teymiyye'ye reddiyeler yazmışlar, dalâletlerini küfürlerini ortaya serip rezil etmişlerdir.
Yukarıda bildirilen âlimlerin kitaplarında İbni Teymiyye, şöyle anlatılmaktadır: Allahü teâlâyı yaratılmış bir mahlûk bilir, bir insan gibi tasavvur eder, madde olarak görür, evliyanın büyüklüğüne inanmaz, türbelere yapılan ziyaretlere saldırır, kâfirlerin Cehennemde sonsuz kalmayacağını söyler, hükümetlere verilen vergilerin zekât yerine geçeceğini iddia eder, Şeyh-i Ekber Muhyiddin-i Arabi hazretleri gibi tasavvuf büyüklerini tekfir etmekten çekinmez...
«Keşfüz-Zünunda» bildirildiğine göre İbni Teymiyye, «Kitabül-Arş» isimli eserinde şöyle demektedir:
«Allah sübhanehü ve teâlâ Arş'ın üzerinde oturur, kendisi ile beraber oturması için Resulullah'a da yer bırakır.»
İmâm-ı Sübkî Kitab-ül Arş için şöyle buyurur:
«Kitab-ül Arş onun (İbni Teymiyye'nin) en çirkin kitaplarındandır.»
İbni Teymiyye'nin talebeleri hariç, onun tecsim ve teşbihe ve Arşın kıdemine kani olduğunda Ulema ittifak halindedir.
İbni Teymiyye, Şam camiinin minberinden inerken «Cenâb-ı Hak gökten yere, benim şimdi indiğim gibi iner» dediğini İbni Battuta bildirmektedir.
Bütün kitaplarda, vesika olması için isim verelim, «Milel ve Nihal» kitabında «Mücessime» ve «Müşebbihe» fırkalarının, yani Allah, Arş üzerinde oturur, iner, yürür gibi hususlara inananların kâfir oldukları yazılıdır.
İbni Teymiyye, Ehl-i sünnet büyüklerine hücum etmeyi meslek haline getirmişti. Hazret-i Ömer ve Hazret-i Ali gibi Eshâb-ı kiramın büyüklerine hücum eder, onların hata ettiklerini söylerdi. Hüccet'ül İslâm îmâm-ı Gazali hazretlerinin kitaplarında mevzu hadis olduğunu söyleyerek bu yüce imamı kusurlu göstermeye çalışırdı. Selefilere vesika olması için yine selefîlerden bir nakil yapalım. Süleyman Uludağ, Selefîlerin yayın organı NESİL dergisinin 1. cild 4. sayısında İbni Teymiyye'nin İmâm-ı Gazali hazretleri için şöyle dediğini yazmaktadır:
«Yeni Eflatuncu felsefeyi tasavvuf kalıbına sokarak müslümanlara takdim eden adam.»
İbni Hacer-i Mekkî hazretleri «El-a'lâm bi-kavatı'ıl-İslâm» kitabında İbnüssübkî gibi âlimlerden naklen buyuruyor ki:
«İmâm-ı Gazâli'nin yazılarında kusur bulan kimse, ya hasetçidir veya zındıktır.» (s. 137)
Uludağ'ın iddiasına göre İmâm-ı Gazali hazretleri Selefiyye mezhebini ihya için «İlcâm-ül avam» kitabını yazmıştır. Yine Uludağ'ın iddiasına göre İbni Teymiyye de Selefiyye'nin ihyası için çalışmışsa da muvaffak olamamışlar. Yine Süleyman Uludağ'ın ifadesine göre İbni Teymiyye, İmâm-ı Gazâli'yi şiddetli şekilde tenkid etmiştir. Bütün bu tenakuzlardan İbni Teymiyye'nin savunduğu selefiliğin selef düşmanlığı olduğu meydana çıkmaktadır. İbni Teymiyye'nin sapık yolu olan bu selefiyye mezhebini bize en doğru olarak takdim eden ve bu hususta kitap yazıp birçok gencin zehirlenmesine sebep olan Uludağ'ın selefiliği terkedip sivâd-ı â'zamın mezhebine girmesini davet ederiz. Kelâm kitabında selefiyye'nin en doğru yol olduğu bildiriliyor, sonra da bu doğru yolu sadece İbni Teymiyye ve talebesinin ihyaya çalıştığı zikredilerekİbni Teymiyye ve talebesini en doğru yolu savunan kimseler olarak göstermektedir. Biz de Allahü teâlânın izniyle İbni Teymiyye'nin ve Selefiyye'nin iç yüzünü açıklamış olduk. Eğer Uludağ hatasından dönerse biz ona minnettar kalırız.
3 - EDİLLE-İ ŞER'İYYE'NİN DÖRT OLDUĞUNU BİLDİREN VESİKALAR :
Bilindiği gibi Edille-i şer'iyye, Kitab, Sünnet, İcma ve Kıyas-ı fukaha olmak üzere dörttür. Fakat Uludağ, Şia ve kollarını anlatırken bunlara göre şer'i deliller de şöyle anlatılmaktadır. Orijinal vesikası sahife 93 dedir. (Vesika no. 2) (Kelâm kitabı, s. 80)
Şer'i deliller dörttür: Kur'ân, hadis icma, akıl. Kıyas delil değildir, İmamların rivayet ettikleri hadisler esastır. İctihad kapısı açıktır.
Bu hususu tasvip edip etmeme hususunda ise bu bahsin sonunda (sayfa 81'de) aynen şu ifade kullanılmaktadır:
«Caferîler sünni talak kabul, bid'î talakı reddederler. Ehl-i kitap kadınları ile evlenmeyi caiz görmezler. Bunun dışında fıkhî konularda sünnîlere benzerler.»
Yukarıda orijinal vesikası verilen kısım böylece tasdik edilmektedir. Başka bir tasdik de şudur:
«Zeydîler ictihad kapısının açık olduğuna inandıklarından aralarında müctehidler yetişmiştir.» (Kelâm kitabı, s. 76)
Bu iki vesikadan ictihad kapısının açık olduğu ve şer'i delilin de yukarıdaki gibi olması gerektiği bildirilmek isteniyor. Karaman'ın ve Topaloğlu'nun ve diğer selefîlerin ictihad kapısının açık olduğunu iddia eden, kıyasın ve hattâ icma'ın delil olmadığını söyleyen Mason Abduh ve Reşit Rıza gibi mezhepsizlerin tavsiye etmeleri, Uludağ'ın da Karaman ve Topaloğlu'nun kitaplarını tavsiye etmesi, Abduh zihniyetini benimsediğini göstermektedir. Neymiş de Zeydîler ictihad kapısının açık olduğuna inandıkları için müctehidler yetişmiş, ne demek bu? Biz de inanırsak müctehid yetiştiririz demek değil midir? Hattâ Uludağ, kitaplarını mutlak bir müctehid gibi yazmaktadır. Hiç bir mezhebe bağlı kalmadan kitap yazmaktadır. Israrlarımıza rağmen itikad ve ameldeki mezhebini söylememektedir. Gerçi biz selefiyye mezhebinde olduğunu biliyoruz, kendi aklına göre, İslâmın ruhuna uygun bulduğu hükümlerle amel ettiğine göre amelde mezhebi dört mezhebden birisi olamaz. Zira bir hükümde başka mezhebin hükmüyle amel etmek ilhaddır. Vesikası ileride verilecek inşaallah.
Bildirilen birkaç husus hariç, Caferiler sünnîlere benziyormuş. Caferîlerin şer'i delillerine de itiraz edilmediğine göre ve fıkhî konuda sünnîlere benzediğine göre orijinal vesika tasdik edilmektedir. Uludağ'ın kıyas'ın şer'i bir delil olduğunu uymamızın şart olduğunu, ictihad kapısının kapalı olduğunu hiç bir zaman söylediğini işitmedik, görmedik. Karaman ve Abduh gibi selefi fikirli kimseleri tasviye etmekle onların fikirlerine iştirak ettiğini göstermektedir.
Bir insan imanın altı şartından beşine inansa, birine inanmasa diğer beşine de inanmamış sayılır. Bir kimse yüz tane Ehl-i sünnet kitabı tavsiye etse, bir tane de Abduh gibi mezhepsiz bir masonu tavsiye etse, bir damla idrarın bir bardak suyu kirlettiği gibi, tavsiye işi zararlı olur. Bir bardak bal şerbetini bir damla zehir, içilmez hale getirir.
Edille-i şer'iyyenin dört olduğuna dair birkaç vesika verelim:
Kıymetli bir fıkıh kitabı olan (Mecmua-i Zühdiyye) isimli eserin baş tarafında Edille-i şer'iyyenin Kitap, Sünnet, İcma ve kıyas olmak üzere dört olduğunu bildirmektedir. Aynı husus Farsça «Seyf-ül Ebrar el-meslûl alel füccar» isimli eserde çeşitli kitaplardan delil getirerek bildirilmektedir. Aşağıya aldığımız orijinal vesikada (sayfa 23'de) Edille-i şer'iyyenin dört olduğu ve ümmetin âlimlerinin sapıklık üzerinde icma etmiyecekleri de hadîs-i şerifle bildirilmektedir. Vesika : 3. (Bak: sahife 116)
Bir vesika daha: İmâm-ı Râzi, Nisa suresi 59. âyet-i kerimesinin Edille-i şer'iyye'ye işaret olduğunu bildirerek şöyle buyurmaktadır: «İcma ancak kitap ve Sünnet'in naslarından ahkâm-ı ilâhiyye'yi istinbât edebilen âlimlerin sözleriyle tahakkuk eder. Usûl-i fıkıhta (Ehlül-hall ve'I-akd) diye vasıflandırılan bu âlimlere (Müctehid) denir.»
4 - KIYAS-I FUKARAYA UYMANIN ŞART OLDUĞUNU GÖSTEREN VESİKALAR :
Kıyas'ın şer'î bir hüccet olduğunu gösteren (Seyf'ül Ebrar)'ın 22. sayfasından aldığımız orijinal vesika No. 4: (Bak: sahife 116)
Âlim olsun, cahil olsun, mukallid olan kimsenin bir müctehidi taklid etmesinin lâzım olduğunu, böyle bir kimsenin başka bir mezhebe geçmesinin ilhada (küfre) teşbih edildiğini gösteren (Dürer ve gurer)den alınan kısmı ise şöyledir: (Sayfa 28 - 29) Orijinal vesika: 5 (Bak: sahife 116)
Kıyas ve içtihadın şeriatın dört temelinden birisi olduğuna dair Mektubat'ın 272. mektubundan aldığımız kısmın orijinali şöyledir: Vesika: 6. (Bak: sahife: 117)
Edille-i şer'iyyenin dört ve Kıyas'ın hüccet olduğuna dair başka bir vesika. Bu vesikada âyet-i kerime lâtin harflerine yaklaşık olmasın diye klişesi yaptırılmamıştır. Orijinal vesika şöyledir: (Seyf'ül Ebrar, s. 34)Vesika: 7. (Bak: sahife 116)
Bu kadar vesika yetmezse daha istenildiği kadar gösterilebilir.
5 - AKLIN HÜCCET OLMADIĞINI GÖSTEREN VESİKALAR:
Aklın hüccet olduğunu empoze etmek isteyenlere cevaptır:
Akıl hakkında İslâm âlimleri neler buyurmuş, onları inceliyelim: İmâm-ı Gazali hazretleri, aklın peygamberlik makamında anlaşılan şeyleri kavramaktan âciz olduğunu, inanmaktan başka çare olmadığını, aklınanlıyamadığı şeyleri ölçemiyeceğini, bunların doğru ve yanlış olduğuna karar veremiyeceğini bildirmektedir. (El Munkızü mined-dalâl)
İmâm-ı Rabbani hazretleri de «Her şey akıl ile anlaşılabilseydi peygamberler gönderilmezdi.» buyurmaktadır. (Mektubat, c. 3, M. 36)
Hâce Muhammed Hasan Sâhib Serhendi Müceddidi hazretlerinin (Tarik'un Necat) isimli kitabında onüç sayfa kadar akılla ilgili malûmat vardır. Bu malûmatların özeti şöyledir:
«Akıl, hakkı bâtıldan, iyiyi kötüden, fâideliyi zararlıdan ayırdetmek için yaratılmıştır. Allahü teâlâya ait bilgilerde akıl yalnız başına senet olamaz. Akıl bir ölçü âleti olduğu için Allahü teâlâya ait bilgilerde ölçme işi olamaz. Mahlûklara ait bilgilerde aklın işe karışması doğru olur.
Akıl, (Mütevâti) değildir. Yani bir cins içinde bulunan fertlerin hepsinde müsavi miktarda bulunan bir sıfat değildir. Akıl (Müşekkik) tir. Yani fertlerin hepsinde müsavi miktarda bulunmayan bir sıfattır. O halde en yüksek akıl ile, en aşağı akıl arasında binlerce derece vardır. Bu bakımdan «Aklın kabul edebileceği» sözü nasıl doğru olabilir? Hem hangi akıl, kimin aklı, her akıllı denen kimsenin aklı mı?
Akıl iki kısımdır: (Selim akıl), (Sakîm akıl). Bunların her ikisi de akıldır. Selim akıl, hiç yanılmaz, hatâ etmez, böyle akıl ancak peygamberlerde bulunur. Bunlara yakın akıl ise Selef-i sâlihinin akıllarıdır. Bunların akılları ahkâmı Şer'iyyeye uygun akıllardır.
Sakîm, akıllar, selîm aklın tam tersi olan akıllardır, düşündükleri şeylerde, yaptıkları işlerde yanılır.
Bu iki akıl arasında çok ve çeşitli dereceler vardır. Bu bakımdan dinî işlerde akla güvenilemiyeceği ve bu işlerin akıl ile ölçülemiyeceği meydâna çıkar.
Din işleri akıl üzerine kurulamaz. Çünkü akıl, bir kararda kalmaz. En akıllı denilen kimse, değil din işlerinde, mütehassıs olduğu dünya işlerinde bile çok hatâ eder. Çok yanılan bir akla nasıl güvenilebilir? Devamlı sonsuz olan âhiret işlerinde nasıl olur da akla uyulur?
Birinin tabiatine uygun olan bir şey, başkasınınkine uymadığı gibi, birinin aklına uygun gelen bir şey, başkasının aklına hiç uygun gelmeyebilir. Ancak akıl ile şeriat birlikte tam ve doğru bir vesika ve ölçü olur. Her akıl değil, selîm olan akıl, hüccettir, doğru yolu gösterir. Selîm olmayan akıllar, yanıldıkları için bir hakikati kabul etmeseler de kıymeti yoktur.
Yalnız akla uyup, yalnız ona güvenip yanılan kimseye felsefeci denir. Aklın erdiği şeylerde ona güvenen, aklın ermediği yanıldığı yerlerde, şeriat ışığı altında akla doğruyu gösteren büyüklere de İslâm âlimidenir..
Akıl göz gibidir, Şeriat da ışık gibidir. Göz karanlıkta cisimleri göremez, görmesi için ışık lâzımdır. Akıl da hakikati göremez, görmesi için şeriat ışığı lâzımdır. Eğer şeriat hak ile bâtılı bildirmeseydi aklımızla bulmamız mümkün değildi.»
Buraya kadar aldığımız nakillerde, aklın din işlerinde şer'i bir hüccet olmadığı meydana çıkmıştır. Akıl gibi büyük bir nimeti ancak şeriatı anlamakta ve ona tâbi olmakta kullanırsak saadet-i dareyne kavuşmamız mümkün olabilir.
Felsefede rasyonalistler, akılcılar, diye bir ekol vardır. Acaba bazı selefîler, bu felsefî ekolün tesiri altında mı kalmıştır?
Herkes kendi aklına uyarsa, insan sayısı kadar din meydana çıkmaz mı? Zaten insanlara çeşitli tefrikalara ayrılıp felâkete sürüklenmeleri kendi akıllarına uyduklarından değil midir?
6 - İCTİHADLA ALÂKALI VESİKALAR :
Aslında selefiyye mezhebinde olan (yani mezhepsiz olan) fakat selef yolundayız, onlar gibi kendi içtihadımızla hareket ederiz, taklid haramdır diyen Şevkânî ve Abduh gibi mezhepsizleri bize tavsiye eden kimselere bazı vesikalar sunmak istiyoruz.
Uludağ, cevabî yazısının hemen başında bize bırakılan Kitap ve Sünnete sımsıkı sarılırsak sapıklığa düşmiyeceğimizi belirtmek istiyor. Bunun için mezhebe ve kıyas-ı fukahaya uymanın ehemmiyetinden hiç bahsetmiyor. Daha da ileri giderek mezhep imamları bize nasıl ictihad edeceğimizi göstermiştir mealinde konuşarak ictihad kapısının açık olduğunu zımnen de kendisinin müctehid olduğunu belirtmek istiyor. Zaten hep onun için âyet ve hadisten delil getiriyor.
Hadis-i şerifte bildirilen Kitap ve Sünnete sarılmak tabiri acaba Kitabı sünneti kucaklamak mıdır veya kendi kafamıza göre tefsir etmek midir, yoksa fukahanın bildirdiği şekilde amel etmek midir?
Uludağ'ın, Benim inancım şudur, İslama uygun bulmuyorum, bunu zararlı buluyorum» gibi sözleri de kendisini müctehid olarak gördüğünü isbat etmektedir. Zira mukallid, ben böyle düşünüyorum demez, diyemez. O sadece mezhebinin müftabih kavillerinden nakil yapar. «Mezhebimizin şu hükmüne göre, İslama uygun değildir. İmameynin müftabih olarak bildirilen kavline göre bu zararlıdır» gibi ifadeleri kullanır. Ben zararlı görüyorum diyemez.
Uludağ yazısının başında ne diyordu? «Rabbinden aldığı vahyi olduğu gibi ÜMMETİNE tebliğ eden...» diyordu. Ümmeti kelimesinden maksat selefîler mi, yoksa bizim gibi mukallidler de dahil mi? Peygamber aleyhisselâm, vahyin tamamını değil bir kısmını ümmetinden eshâbına bildirdi. Eshâb-ı kiram (aleyhimürrıdvan)ın ana dilleri Arapça olduğu halde bazı âyetleri anlıyamadıkları ve Peygamber aleyhisselâma sordukları bilinen bir gerçektir. Bunlardan meşhur olan birisini anlatalım:
Peygamber aleyhisselâm'ın, Hazret-i Ebu Bekir'e (radıyallahü anh) bir şeyler anlattığını gören Hazret-i Ömer (radıyallahü anh), yanlarına gidip Peygamber aleyhisselâmı dinlemeğe başladı. Başkaları da bu konuşmaları duyduysa da çekindiklerinden gelemediler. «Benden duyduklarınızı başkalarına da duyurunuz.» emr-i nebeviyi düşünen sahabeden bazıları Hazret-i Ömer'e ne konuşulduğunu öğrenmeğe gittiler. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) onlara şöyle cevap verdi:
«Dün Ebû Bekr-i Sıddık, anlıyamadığı bir âyet-i kerimenin mânasını Peygamber aleyhisselâma sual etmiş, izahını dinliyordu. Ben de bir saat kadar dinledim fakat hiç bir şey anlıyamadım.»
Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) acaba niçin anlıyamamıştı? Çünkü âyet-i kerimenin izahı Hazret-i Ebu Bekr'in yüksek derecesine göre anlatılmıştı. «Benden sonra peygamber gelseydi Ömer olurdu» hadis-i şerifine mazhar olan büyük insan Hazret-i Ömer (radıyallahü anh), ana dili olan Arapçayı çok iyi bildiği halde Kur'ân-ı kerîmin tefsirini bile anlıyamamıştı. Peygamber aleyhisselâm herkesin seviyesine göre konuşurdu. Kur'ân-ı Kerîm o kadar büyük bir ilim deryası ki Cebrail aleyhisselâm dahi âyeti kerîmelerin mâna ve esrarını Peygamber aleyhisselâmdan sual ederdi. Hal böyle iken Uludağ'ın «Herkesin anlıyacağı şekilde, açık biçimde izah eden» ifadesi hatalıdır. İman nedir? sualini, Peygamber aleyhisselâm insanların anlayışlarına göre çeşitli şekilde tarif etmişlerdir. Peygamber aleyhisselâm her şeyi açık izah ederdi ama bu demek artık izah edilecek başka husus bırakmadı demek değildir. Allahü teâlâ Kur'an-ı kerim'inde her şeyi açık bir tarzda izah etmemiştir. Her şey açık olsaydı, içtihada (kıyas-ı fukahaya) lüzum kalır mıydı?
Uludağ «Gerektiğinde dini hükümlerin nasıl çıkarılacağını bize gösteren» ifadesiyle ictihad kapısının açık olduğunu ve kendisinin buna salâhiyeti olduğunu anlatmak istiyor. Bütün âlimlerimiz ictihad kapısının açık olduğunu, ancak müctehid yetişmediği için bu kapının kendiliğinden kapandığını bildirmişlerdir. Bu âlimlerden birisi de selefîlerin selefiyye mezhebinden diye övdükleri, aslında Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebinden olan Şah Veliyyullah Dehlevî hazretleridir. İbni Abidin, (Dürrül Muhtar) daki «Müezzinlerin çok bağırmaları namazı bozar» ibaresini açıklarken şöyle buyuruyor:
«Peygamber aleyhisselâmın vefatından dörtyüz sene sonra kıyas yapan derin âlim kalmadı. Bir işi başka bir işe benzeterek hüküm çıkarabilecek mutlak müctehid kalmadı.»
Her yüz senede bir gelen müceddid âlimler, sivâd-i â'zama aykırı olarak yeni ictihad ve hükümde bulunamazlar. İbn-i Melek, Usûl-i Fıkıh kitabının icma bahsinde şöyle buyurmaktadır:
«Bir zamanda yaşamış olan müctehidler, bir şeyi nasıl yapılacağında sözbirliğine varamamışlarsa, yani başka başka ictihadlarda bulunmuşlarsa, bunlardan sonra gelen âlimlerin bunların sözlerinden birisine uymaları lâzımdır. Başka türlü söylemeleri caiz değildir. Böyle olduğunu bütün âlimler beyan buyurmuş ve İCMA hâsıl olmuştur.»
Selefîler her ne kadar İTTİBA diye bir şey uyduruyorlarsa da bir insan ya müctehiddir veya mukallittir. Bunun bir üçüncü şekli yoktur. «Berika» s. 376'da şöyle buyurulmaktadır:
«Bizler müctehid değiliz, bize «Mukallid» denir. Bizim gibi mukallidler için delil, fıkıh âlimlerinin (müctehidlerin) içtihadlarıdır. Bildiğimiz âyeti kerime ve hadis-i şerifler, bunların sözlerine uymaz görünürse, kendi anladıklarımıza değil, âlimlerin anladıklarına uymamız lâzımdır. Bunlar, onları görmemiş veya görmüşler de anlayamamışlar demek caiz değildir.»
Eğer Uludağ başka bir vesika isterse, aynı mevzu (Kifaye), (Tahrir şerhi Takrir), (İkdi Ferid), (Müsellem-üs-sübut) bunun şerhi olan (Fevatıh-ur-rahamut), (Şerh-i-binhac-ül usûl), (Şevahid-ül hak) ve yüzlerce eserde bildirilmiştir.
İbni Hacer, her devirde sivâd-i â'zamdan ayrılıp ortaya çıkan, naylon müctehid taslakları için şöyle buyurmaktadır:
«Şimdi bâzı kimseler kendilerini âlim sanıyorlar. Kur'an-ı kerim'den ve hadis-i şeriften hüküm çıkarmağa kalkışıyorlar. Bunlar kendilerini beğenmiş cahillerdir. Kur'an-ı kerim'e uyduklarım sanıyorlar. Halbuki nefislerine ve Şeytana uymaktadırlar. Herkesi de Kur'ân'dan, Buharı ve Müslim'den mânâ çıkarmağa kışkırtıyorlar. Böyle haddini bilmeyen kimselere aldanmamalıdır. Hüküm çıkarabilmek için müctehid olmak lâzımdır. İctihadda ehil olabilmek için de birçok kayıt ve şartlar lâzımdır.»
İçtihadın şartları (Mizan), (Reddü'l muhtar) (Hadika) gibi birçok kitapta mevcuttur. Hayrettin Karaman'ın bildirdiği şartlar kâfi değildir. Karaman her şeyden önce müslüman olma şartını bile koymamıştır.
Emekli Postacı ile hemşerimiz Karaman vehhabiliği hatası olan sünnî bir mezhep olarak bizlere yutturmağa çalışıyorlar. Uludağ da vehhabiliğe sapık bile demediğine göre az hatalı sünnî bir mezhep midir? Uludağ dört hak mezhebin haricinde hak olduğunu iddia ettiği beşinci mezheplerin de varlığını söylüyor. Uludağ yazısında dört hak mezhebi saydıktan sonra bu dört fıkhî mezhep demiyor, «Hanefi, Hanbelî, Şafiî, Maliki GİBİ amelî ve fıkhî mezhepler...» tabirini kullanıyor. Dörtte kesmiyor, gibi diyerek daha başka mezheplerin de olduğunu bildirmek istiyor. Sonra amelî ve fıkhî tabirini kullanmakla itikadı mezhebin birden fazla olduğunu da bildirmek istiyor. Bir de itikadî mezheplerin fıkhî mezheplerden tamamen ayrı olduğunu hissettirmek istiyor. Bu dört hak mezhep tek olan itikadî mezheple meczedilmiştir. Bir hükmün amelî yönü olduğu gibi itikadî yönü de vardır. Amel imandan cüz değilse de sıkı sıkıya münasebetleri vardır.
7 - ÎTİKADDA HAK VE DOĞRU OLAN TEK MEZHEBİN EHL-İ SÜNNET VEL CEMAAT MEZHEBİ OLDUĞUNA DAİR VESİKALAR:
Yukarıda ilk maddede Selefiyye mezhepsizliğinin İbni Teymiyye'nin bid'at ve dalâlet yolu olduğu isbat edilirken İmâm-ı Mâtûridî ile İmâm-ı Eş'arî hazretlerinin müşterek mezheplerinin Ehl-i Sünnet vel cemaatolduğuna kâfi miktarda vesika verildiğinden daha fazla vesika göstermeyi zait addediyoruz. Ancak (Fetâvel haremeyn bî recfî nüdvetil meyn) isimli eserden mevzuumuzla alâkalı bir yazının orijinalini almayı faideli görüyoruz. Mezkûr kitabın 34. sayfasından aldığımız bu yazıda Ehl-i sünnet vel cemaatın dışında kalan her fırkayı ehl-i bid'at olarak bilmenin itikad etmenin kat'i, yakını ve icmaî bir farz olduğu bildirilmektedir. İşte vesikası. Vesika no: 8 (sahife 117 ye bakınız)
Uludağ, Kelâm kitabının bazı yerlerine Ehl-i sünnete uygun olarak Ehl-i sünnet ile selefiyye'yi birbirinden ayırıyor. Meselâ sayfa 203'de Mutezile'nin Ehl-i sünnet'in ve Selefiyye'nin kelâm ilmini tenkid etmesinden bahsediliyor. Bazan da Ehl-i sünnetle selefiyye'yi ayırmaktadır. Aynı taktik İmâm-ı Gazâlî hazretleri için de oynanmaktadır. Bir yerde İmâm-ı Gazali hazretlerinin İlcâm-ül avam isimli eserinde selefiyye itikadını müdafaa ettiği yazılıdır, bir başka yerde ise (meselâ: sayfa 123'de) onun orijinal fikirleri olan bir Eş'ari kelâmcısı olduğu bildirilmektedir.
Bir taraftan da Eş'âriyye mezhebinin bid'at bir mezhep olduğu intibaını verecek şekilde husûsi hallerden bahsetmektedir. Sayfa 122'de İmâm-ül Haremeyn için şöyle demektedir:
«Hayatını, Eş'arî kelâmını savunmakla geçiren Cüveynî hayatının son deminde bu görüşünden dönmüş ve manevî kurtuluşun (feyz-Necat) selef akidesinde olduğuna kanaat getirmiştir.»
Bu ifadeyle Eş'âriliğin selef akidesinde olmadığı empoze edilmektedir. Selef akidesinden maksat da İbni Teymiyye'nin selefiyye yoludur. Zira bu selefiyye yolunu ihyaya çalışan kimsenin İbni Teymiyye ve talebesi İbnül Kayyim olduğunu da söylemiştir. Gerçek selef yolu Sivâd-i a'zâmın yani Ehl-i sünnet vel cemaatın yoludur. Bunların müdafaa ettiği selef yolu ise ağızlarıyla da söyledikleri gibi İbni Teymiyye'nin yoludur.
8 - AMELDEKİ DÖRT MEZHEBİN HAK OLDUĞUNU GÖSTEREN VESİKALAR :
Bugün için doğrunun ve hakkın yalnız dört mezhebde olduğunu, beşinci bir mezhep olarak zikredilecek her mezhebin bid'at, dalâlet ve hattâ ilhad olduğunu çeşitli vesikalarla isbat edelim :
Tahtavi ismiyle meşhur, Hanefî âlimlerinden Ahmed bin Muhammed bin İsmail, (Dürrül muhtar) haşiyesinde (zebayıh) kısmında «Dinde fırkalara ayrıldılar» âyet-i kerimesini ve ümmetin yetmiş üç fırkaya ayrılacağını bildiren hadis-i şerifi zikretmekte, Kur'an-ı Kerim'deki “Allah'ın ipi”nden maksat cemaat demek olduğu, cemaatın da fıkıh ve ilim sahipleri olduğu, fıkıh âlimlerinden bir karış ayrılanın dalâlete düşeceği, Cehenneme gideceği, sivâd-i â'zâmın fıkıh âlimlerinin yolunda olduğu, Peygamber aleyhisselâmın ve hülefa-i raşidinin yolunun fıkıh âlimlerinin yolu olduğu, bu yoldan ayrılanların Cehenneme gideceği bildirilmektedir.Fırka-i naciyenin (tek kurtuluş yolunun) Ehl-i sünnet vel cemaat denilen fırka olduğu, Allahü teâlânın tevfîkınin bu fırkada bulunanlara, gazabının ise bu fırkadan ayrılanlara olduğu, bu fırka-i naciyenin bugün dört mezhebde toplandığını, bu dört hak mezhebin ise Hanefî, Maliki, Şafiî ve Hanbelî mezhepleri olduğu, bu zamanda bu dört hak mezhebden birine tâbi olmayan kimsenin bid'at sahibi olup Cehenneme gideceği bildirilmektedir.
Bu kıymetli vesikadan da anlaşılacağı üzere itikad mezhebinin üç değil tek olduğu dört hak mezhebden ayrılan mezhepsizlerle vehhabilerin bid'at, dalâlet ve Cehennemlik oldukları açık olarak bilinmektedir.
Konya'da yaygaracı bir mezhepsiz çıkıyor «İslâmı dört mezhep dışında düşünmek nıezhepsizlik değildir.» diyor. Şimdi Uludağ'dan rica ediyoruz, bu vesikanın aslını alıp mahut mezhepsizin suratına çarpsın, belki hidâyete kavuşmasına vesile olur da bize de dua eder. Bildiğimiz kadarı ile Uludağ, bu vesikalar karşısında hakkı kabul edebilir. Zira kendisini yenilemeyi seven bir tiptir. Eski Kelâm kitabındaki bir çok hatâları nisbeten azaltmıştır. Bu vesikalar karşısında tamamını kaldırması mümkündür.
Şimdi yukarıda bildirilen vesikanın aslını (orijinalini) kitabın kapağı ile birlikte veriyoruz. Yalnız kapak sığsın diye küçülttük ve işte vesikası. Vesika no: 9 (Bak: sahife 118)
(Seyfü'l Ebrâr) da yukarıdaki hususlar, İmâm-ı Menavî, Şah Veliyullah Dehlevî gibi âlimlerce de aynen teyid edilmektedir, işte orijinal vesikası. Vesika no: 10 (Bak: sahife 119)
Aynı hususları teyid eden bir başka vesika da «El-Mesailül-müntehabatü fîr-risaleti vel vesileti) isimli eserde mevcuttur. Bu orijinal vesika En'am suresi 153. âyet-i kerime ile ve ümmetin yetmiş üç fırkaya ayrılacağını bildiren hadis-i şerifle başladığı için âyet-i kerime ve hadis-i şerifi latin harflerine yakın durmasın diye kesip diğer kısımların orijinallerini takdim ediyoruz. Vesika no: 11 (Bak: Sahife 120)
Bu vesikada dört mezhepten başkasıyle amel etmenin caiz olmadığı, bunda icma hâsıl olduğu bildirilmektedir. Bu vesikalardan sonra da Uludağ, Selefiyye diye bir hak mezhep bulunduğundan söz edebilecek midir? «...gibi fıkhî mezhepler» tabirini kullanabilecek midir?
(El-Besâir li-münkir-it-tevessül-i bi-ehl-il-mekabir) kitabında bugün her müslümanın dört mezhebden birisinde bulunmasının vâcib olduğu, dört mezhebden birinde bulunmayan kimsenin Ehl-i sünnetten ayrılmış olacağı, Ehl-i sünnetten ayrılan kimsenin ise sapık veya kâfir olacağı bildirilmektedir, (El-Besâir) den orijinal bir vesika: (s. 52) Vesika no: 12 (Bak: Sahife 120)
Abdulgani Nablusî hazretleri şöyle buyurmaktadır :
«Dört mezhebden başkasına uymak caiz değildir. Böyle söylemek Eshâb-ı kiramın ve Tâbi'înin mezheplerini küçümsemek değildir. Zira, Eshâb-ı kiramın ve diğerlerinin (mutlak müctehidlerin) mezheplerini tam olarak (tedvin edilmiş şekilde) bilmiyoruz. Bilseydik o mezheplere de uymamız caiz olurdu. Çünkü hepsinin mezhepleri doğru idi. Dört mezhep tam bilindiği ve her yere yayıldığı için her müslümanın bunlardan birisine uyması lâzımdır. Dört mezhebin kolaylıklarını araştınp bunları bir araya toplayarak yeni bir telfik mezhebi uydurmak caiz değildir.»
Karaman'ın ve diğer selefi meşrepli kimselerin yaptığı gibi «Bu İslâmın ruhuna daha uygundur» diyerek mezheplerdeki bazı hükümlerle amel etmek caiz değildir. Hattâ mezhepsizler “İslâmiyet kolaylık dinidir, güçleştirmek değil, kolaylaştırmak lâzımdır” diyerek her mezhepteki kolay hükümlerle amel etmeği tavsiye etmektedirler. Vesikalarımızı dikkatle inceleyip mezhepsizlere aldanmamalıdır.
(Sebilün-Necât an bid'at-i Ehl-i zigı ved-dalâle) isimli eserde (s. 9'da) şöyle denmektedir:
Vehhâbîler, reisleri olan İbni Teymiyye'nin talebesi İbn-ül Kayyim'in (İ'lâmil Muvakkiîn) kitabında “kendisinde ictihad şartı bulunmayan kimsenin Kur'an'dan ve hadisten ahkâm çıkarması caiz değildir. İctihad şartı bulunmayan kimsenin, mezheplerden birisine uyması vâcibdir ve dört mezhebden başkasına uymak caiz değildir. Çünkü diğerleri müdevven değildir) dediğini de mi bilmiyorlar?” Bu ifadelerin orijinal vesikası şöyledir. Vesika no: 13 (Bak: Sahife 121)
Doğru söze ne denir? Mezhepsiz İbnül Kayyim bile burada doğruyu söylemiştir. Meselâ İmâm-ı Sevrî'nin mezhebi tedvin edilmiş olsaydı ona da uymak caiz olurdu. Ancak Allahü Teâlânın muradı dört mezhep hakkında olduğu için bu dört mezhep tedvin edilmiştir.
Her biri hidayet yıldızı büyük müctehid olan Eshâb-ı kiramı dahi taklid caiz değildir. Camiussagir şerhinde Abdurraûfi Menavî şöyle buyurmaktadır:
«Müctehid olmayanın sahâbe-i kiramı taklid etmesinin caiz olmadığını âlimler sözbirliği ile bildirmişlerdir. İmâm-ı Râzi de böyle demiştir.»
Yusuf-i Nebhani hazretleri de Eshâb-ı kiramı ve Tâbi'îni izamı taklidin caiz olmadığını çeşitli âlimlerden naklen bildirmektedir. İşte orijinal vesikası: (Huccetullahi alel âlemin, s. 777) Vesika: 14 (Bak: Sahife 121)
9 - DÖRT HAK MEZHEBDEN BİRİSİNE UYMAMANIN, MEZHEPSİZLİĞİN İLHAD OLDUĞUNU GÖSTEREN VESİKALAR:
Yukarıda kâfi miktarda vesika verdik. Bir de Uludağ'ın büyük bir âlim, büyük bir mutasavvuf, müceddid-i elfi sâni diye övdüğü bizce de sözü senet olan İmâm-ı Rabbani (kuddise sirruh) den bir vesika verelim.İmâm-ı Rabbani Hazretlerini mezhepsizler de hüccet olarak kabul ettikleri için mühim bir vesika verelim. Emekli Postacı bile (Mir'ât-ı İmâm-ı Rabbani) diye bir kitap yazdığını tilmizleri söylüyor. Hem de mezhepsizlerin, selefîlerin samimiyet derecelerini böylece ölçmüş oluruz. İmâm-ı Rabbani hazretleri (MEBDE VE MEAD) risalesinin yirmisekizinci fıkrasında namazda kıraatin farz olduğu, hadîs-i şerifte ise fatihasız namaz olmayacağı bildirildiği halde hakik-i kıraati bırakıp kıraati hükmîye karar verilişinin sebebini anlıyamadığını, Hanefîde imam arkasında kıraata dair açık bir delil bulunmamasına rağmen mezhebe uyarak imam arkasında Fatiha okumadığını, zira okursa bu hareketin mezheb değiştirmek, mezhebden çıkmak demek olacağı için İLHAD olduğunu bildirmektedir.
İmâm-ı Rabbani hazretleri gibi müeeddid ve müctehid büyük bir velî, Şafiî mezhebinin delili daha kuvvetlidir, İslâmın ruhuna daha uygundur diyerek imam arkasında Fatiha okumanın mezhep değiştirmek, mezhepten çıkmak olacağını, böyle bir hareketin ise ilhad, küfür olduğunu bildirmektedir. MEZHEPSİZLER kitabımızda açıkladığımız gibi Hayrettin Karaman, Şafiî mezhebindeki şu hüküm, İslâm ruhuna daha uygundur diyerek, Hanefîdeki bir müslüman Şafiî mezhebinin o hükmüyle amel etmesinin cevazına fetva veriyordu. Bazan Şafiî olanların da Hanefiye uymasını söylüyordu. Yani İmâm-ı Rabbani hazretlerine göre ve vesikasını verdiğimiz âlimlere göre caiz olmayan bir telfıkı savunuyordu. Yani İslâm âlimlerince ilhad olan bir hareketi İslâmın ruhuna daha uygundur diye müdafaa ediyordu. Hattâ Mezhepsiz Reşit Rıza'nın(Mezahibin telfıkı) isimli kitabını sadeleştirmiş ve Diyanetteki kafadarları da bunu neşretmişlerdi. Acaba Karaman bu yanlış düşüncesinden vazgeçti mi? İşte bahsedilen vesikanın orijinali. Vesika no: 15 (Bak: Sahife 122)
10 - YETMİŞ ÜÇ FIRKADAN YETMİŞ İKİSİNİN EHL-İ BİD'AT VE CEHENNEMLİK OLDUĞUNA DAİR VESİKALAR :
Bu mevzuda yukarıda yeteri kadar vesika verildi. Bu husustaki hadîs-i şerifi ve yetmiş iki dalâlet fırkalarının hangileri olduğunu öğrenmek isteyenler Gunyetüt-Tâlibîne bakabilirler.
11 - FELSEFECİLERİN KÂFİR OLDUĞUNA DAİR VESİKALAR :
Kendilerine İslâm hümanisti diyen Selefiyyeciler hariç, her sünnî müslüman felsefecilerin küfrünü bilir. İmâm-ı Gazali hazretleri, (El-Münkızu min-ed dalâl) isimli eserinde bütün felsefecilerin kâfir olduğunu isbat etmiştir. Hattâ müslüman olduklarını söyleyen (ilâhiyatçı) geçinen felsefecileri (Tehafüt)ünde bildirdiği şekilde yirmi mes'elede dalâletlerini isbat etmiş, bilhassa bunların üç mes'elede küfre düştüklerini göstermiştir. Bu üç mes'ele de şudur:
1 - Âlem, Allah gibi ezelî ve ebedîdir,
2 - Allah cüz'î olan şeyleri bilmez,
3 - Cismanî ve bedenî bir haşr yoktur demeleri sebebiyle felsefecileri tekfir etmiştir. İşte vesikası: (S. 16) Vesika no: 16. (Bak: Sahife 122)
İmâm-ı Gazâlî hazretleri, mezkûr eserinde Kelâm ilminin gayesini açıklamış. Ehl-i sünnet itikadını bid'at ehlinin teşvişinden korumak olduğunu bildirmiştir. İşte vesikası: (s. Vesika no: 17. (Bak: Sahife 122)
Hakikat bu iken, Uludağ çıkıyor, İslâm âlimlerini felsefeci olarak suçluyor, onlara iftira ediyor. Meselâ Kelâm kitabının 123. sayfasında İmâm-ı Râzî için “Râzi, kelâmcı ve filozof bir şahıstı.” diyor. Aynı sayfada hemen iftirasını yapıştırıyor: «Kelâmla felsefeyi birbirine kaynaştırmıştı.» diyor.
Aynı sayfada aynı iftira müfessirlerin baştâcı olan Beydavi hazretleri için de yapılıyor. «Beyzavî kelâmla felsefeyi ayrılması güç bir şekilde meczetmiştir» diyor.
Hüccet-ül İslâm, Zeynüddin diye övdüğü İmâm-ı Gazâlî hazretlerine de «Kelâm felsefecilerinin başında Hüccet-ül İslâm İmâm-ı Gazâlî gelir.» diyor.
İslâm âlimlerinin felsefecilerin sapıklık ve küfürlerini bildirip müslümanları bunlardan korumaları için yaptıkları mücadeleye kelâm felsefesi diyerek, müslümanları da filozof gibi göstermeğe çalışmak bu büyüklere yapılacak en büyük iftira değil de nedir? İmâm-ı Gazâlî «Ben bu kitabımı ehl-i sünnet itikadını bid'at ehlinin teşvişinden korumak gayesiyle yazdım, Kelâm ilminin gayesi de budur.» buyururken, Uludağ çıkıyor, sen «felsefe ile Kelâmı birbirine karıştırdın, sen filozofsun» diyor. Allahü teâlâ felsefecilerin şerrinden müslümanları muhafaza buyursun!
Yarın mezhepsizin biri çıksa «Allah Kur'anda, Ebû Lehepten Firavun'dan, dinsizlerden, putlardan bahsetmek suretiyle Kur'âna kâfirleri karıştırdı» derse Uludağ ne cevap verecek ki? Kâfirin küfrünü, dalâlet ehlinin bid'atini bildirmek hak ile bâtılı karıştırmak mıdır? İslâm âlimlerine bu ne biçim iftiradır?
12 - İBNİ RÜŞD'ÜN FELSEFECİ OLDUĞUNA DAİR VESİKALAR :
Kelâm kitabının 36. sayfasında İbni Rüşd'ün felsefeci olduğu ve İbni Rüşd'den sonra felsefenin kelâmcıların eline geçtiği bildirilmektedir. 37. sayfada ise İmâm-ı Râzi gibi âlimlerden bahsedilerek «Bu devirde felsefe artık korkulan ve haram sayılan bir fikir sistemi olmaktan çıkmıştır.» deniyor. Felsefeyi haram saymayan, helâl sayan hangi İslâm âlimi vardı ki? îslâm âlimlerine yapılan böyle iftiralar karşısında bizim susmamız nasıl istenebilir?
İmâm-ı Gazali hazretleri (El-münkızü min- ed dalâl) isimli eserinde İbni Sina, Farabî ve onlara uyanları tekfir etmektedir. İşte vesikası (s. 12). Vesika no: 18. (Bak: Sahife: 123)
İbni Rüşd, İbni Sina ve Farabiye uymuş mudur, uymamış mıdır? Uyduğu, İmâm-ı Gazâlîyi tenkid bile ettiği sabit değil midir? İmâm-ı Gazâlî ise bunlara uyan herkesi tekfir ettiği bilindiğine göre artık «İmâm-ı Gazâlî İbni Rüşd'ü nasıl tekfir edebilir ki?» demek demagojiden başka bir şey midir? İmâm-ı Gazâlî, Karl Marks'ı da tekfir etmiştir. Mes'ele şahısların kendisi değil, fikirleridir.
İbni Rüşd'ün küfrü bilinirken ve hattâ İrşad kitabının da İbni Rüşd'ü İslâmın ilahiyatına inanmıyan bir kimse olarak bildiren Uludağ neden İbni Rüşd'ü bize karşı müdafaa etmeğe kalkmıştır? İrşad kitabında kendisinin de tekfir ettiği bu şahsın, İmâm-ı Gazâlî hazretlerine darbe indirdiğini nasıl söyleyebilir?
İbret-i âlem için Uludağ'ın yazısının aslının fotokopisini çekerek buraya alıyoruz. Orijinal vesika no: 19 (Bak: Sahife: 93)
İmam-î Gazalî'nin vefatından bir müddet sonra Endülüslü İbni Rüşt Gazalî'nin Tehafütüne «Tehafütüt-Tefahüt» isimli eseriyle cevap verdi. İbin Rüşt bu eserde aklî ve mantıkî delilleri büyük bir mahavet ve dirayetle kullanarak Gazali'yi tenkit etti ve Gazalî'nin tenkitlerinin yersiz, manasız ve saçma olduğunu ileri sür dü. Böylece Gazalî'nin felsefeye indirdiği darbeyi İbni Rüşt, Gazalî'ye indirmiş oldu. Bu fikir kavgasında gerçek galip Gazali midir? Yoksa İbni Rüşt mü? Bu cihet hâlâ tartışma konusudur, bu hususu tesbit için birçok eserler yazılmıştır. (Kelâm : 45)
Görüldüğü gibi felsefeciler mi haklı, yoksa İmâm-ı Gazali mi haklı, hâlâ tartışma konusuymuş! Uludağ, İbni Rüşd'e büyük bir maharet ve dirayet payelerini vermekle bu kâfiri övmüş ve talebelerini zehirlemiş olmuyor mu?
13 - EHL-İ KIBLE TÂBİRİNİN NE MÂNAYA GELDİĞİNİ GÖSTEREN VESİKALAR :
Uludağ, vehhâbîlerin ehl-i kıble olduğunu, ehl-i kıbleyi de çok sevdiğini söylüyor. Vehhâbîlerin kâfirliğini isbat etmeden önce ehl-i kıblenin ne olduğunu ve kâfir olan vehhâbîleri sevmenin küfrü gerektirdiğini vesikalarla bildirelim.
Bir fıkıh ve kelâm âlimi olan Şihristani (Ebül Feth Muhammed bin Abdülkerim) Milelnihal kitabında (tercümesinin 69. sayfasında) buyuruyor ki:
Birinci vesika: «İmâm-ı Â'zam ve İmâm-ı Şafiî ehl-i kıble olana kâfir denmez buyurdular. Bu sözün mânası, Ehl-i kıble olan, günah islemekle kâfir olmaz demektir. Yetmiş iki fırka âlimleri ve bunlara uyanlar Ehl-i kıbledir. Fakat zarurî olan ve icma ile bildirilmiş olan din bilgilerinde ictihad caiz olmadığı için, böyle bilgilere inanmayan, sözbirliği ile kâfir olur.»
İkinci vesika: Fıkıh, tefsir, hadis ve tasavvufta derin bir âlim olan Abdulgani Nablusi hazretleri Hadika' da (S. 139) şöyle buyurmaktadır:
«Bid'at sahibi olanların, yani Ehl-i sünnetten ayrılmış olan yetmişiki fırkanın hepsi Ehl-i kıble oldukları, her ibâdeti yaptıkları halde âdil değildirler. Çünkü ya mülhid olarak imanları gitmiştir veya bid'at sahibidirler ki bu da en büyük günahtır.»
Üçüncü vesika: İbni Abidin (Seyyid Muhammed Emin bin Ömer bin Abdülaziz) 377. sayfada şöyle buyurmaktadır:
«Hadîs-i şerifte «Lâilâhe illallah ehline kâfir demeyiniz. Bunlara kâfir diyenin kendisi kâfir olur.» buyuruldu. Bu hadîs-i şerifteki «La ilahe illallah» ehlinden maksat Ehl-i kıble olan kimsedir. Böyle kimse icma ile ve zarurî olarak bildirilmemiş inanılacak şeylerde Ehl-i sünnetin doğru yolundan ayrılınca veya başka bir büyük günah işleyince kâfir olmaz demektir. Fakat Ehl-i sünnetten ayrılan kimse icma ile zarurî olarak öğrenilen din bilgilerinden birine inanmazsa buna Ehl-i kıble denmez, böyle kimse kâfir olur.»
Dördüncü vesika: Uludağ ve diğer selefîler tarafından da büyük bir âlim ve büyük bir mutasavvuf olarak bilinen İmâm-ı Rabbani hazretleri şöyle buyurmaktadır:
«Cehenneme girecekleri bildirilmiş olan sayısı yetmiş iki olan Bid'at Fırkaları, Ehl-i kıble oldukları için tekfir edilmemelidir. Fakat bunların dinde inanması zarurî olan hususlara inanmayanları ve Ahkâm-ı şer'iyyeden her müslümanın işittiği bildiği şeyleri reddedenleri kâfir olur.» (Mektubât, c. 3, M. 38)
Bu vesikalardan anlaşıldığına göre Ehl-i kıble demek, icma ile ve zaruri olarak bilinen din bilgilerinin hepsine inanan müslüman kimse demektir. Böyle kimse sapık inanışı ile kâfir olmaz. Değil Ehl-i sünnet itikadındaki müslümana, böyle sapık bir müslümana dahi kâfir diyenin kendisi kâfir olur. Zaten Uludağ da aynen Karaman'ın ağzını kullanarak tekfiri geri tepmeli bir topa benzetmiştir. Sapık bir müslümanı tekfir eden kâfir olduğuna göre selefîlere soruyoruz, acaba mezhepsiz İbni Teymiyye, Şeyh-i Ekber Arabî hazretleri gibi evliyaya kâfir demekle kendisi kâfir olmamış mıdır? Uludağ'ın kendisi de itiraf ettiği gibi vehhabiler, Ehl-i sünnet müslümanlarına müşrik, kâfir demektedirler, acaba kendileri kâfir olmuyor mu? Bu tekfir topunun, İbni Teymiyye mezhebsizine, vehhabi kâfirlerine ve kendilerine selefi denilen sapıklara bir zararı dokunmuyor mu? Küfre rıza küfürdür. Vehhabi kâfirlerini Ehl-i kıble diyerek sevmek imandan mı, yoksa küfürden mi ileri gelmektedir?
Muhal farz vehhabileri kâfir değil de, Ehl-i kıble olarak yani bid'at fırkalarından birisi olarak kabul edelim. Bu takdirde Uludağ'ın Ehl-i kıbleyi (Bid'at ehlini) sevmesinin felâketini vesikalandıralım.
BİD'AT FIRKALARINI SEVMENİN ZARARLARI :
Birinci vesika: Gavsi samedanî Seyyid Abdulkadir-i Geylanî (Kuddise sirruh) (Gunyet-üt Talibin) isimli eserinde «Peygamber aleyhisselâmın ümmeti» bölümün de şu hadîs-i şerifi nakletmektedir:
«Bir kimse bir bid'at sahibine Allah için kızarak baksa, Allahü teâlâ o kimsenin kalbini emniyet ve imanla doldurur. Bir kimse bid'at sahibini aşağı görse, Allahü teâlâ o kimsenin Cennette derecesini yüz kat yükseltir. Bir kimse bid'at sahibiyle güler yüzle veya onu sevindirecek bir hal ve söz ile görüşürse o kimse Allahü teâlânın Muhammed aleyhisselâm üzerine indirdiği şeyi istihfaf etmiş olur.»
(Bilindiği gibi Allahü teâlânın indirdiğini istihfaf etmek küfürdür.) Yukarıda bildirilen hadîs-i şerîf Gunye'nin Türkçe tercümesinin 122. sayfasındadır.
İkinci vesika : Gunyet-üt Talibi'nin yukarıda bildirilen sayfasında aşağıdaki cümleler yer almaktadır:
«Tasavvuf büyüklerinden Fudayl bin lyâd (Kuddise sirruh) «Bid'at ehlini sevenlerin ibâdetlerini, Allahü teâlâ kabul etmez, kalblerinden imanlarını çıkarır. Allahü teâlâ bi'dat sahibine kızanın bütün günahlarını mağfiret eder ümidindeyim.»
Üçüncü vesika: İmâm-ı Rabbani Müceddid-i Elfi Sâni hazretleri buyuruyor ki:
«Bid'at sahibine kıymet veren İslâmiyyeti yıkmaya yardım etmiş olur.» (Mektûbat C. l, M. 165)
Dördüncü vesika: Müftiyüs-Sekaleyn Ahmed İbni Kemal Paşazade hazretleri «Risâle-i Münire» isimli eserinde şu hadîs-i şerifleri nakletmektedir:
“Bid'at sahibini öldürenin kalbini Allahü teâlâ iman ve emniyet ile doldurur.” “Bid'at sahibine ihanet edeni, Allahü teâlâ en büyük korku günü emniyette bulundurur.”
Bid'at ehlini sevmek ve ona buğzetmekle alâkalı beşinci bir vesika veriyoruz. Bu vesikada dört tane hadîs-i şerîf nakledilmiştir. İkisi bid'at ehlini sevenlerin uğrayacağı felâketleri, diğer ikisi de bid'at ehline buğzedenlere verilecek mükâfatları bildirmektedir. Ayrıca bid'at ehline sevgi besleyenin kalbinden iman nurunun çıkacağı da bildirilmiştir, işte orijinal vesikası: (Seyf-ül Ebrâr, s. 24 - 25) Vesika no: 20. (Bak: Sahife: 123)
Bu vesikalardan anlaşıldığına göre bid'at fırkalarını seven kimsenin kalbinden iman nurunun çıkacağı bildirilmiştir. Vehhabîler, Ehl-i kıbleye dahil bir bid'at fırkası kabul edilse bile hadîs-i şeriflere inanan kimsenin derhal tövbe etmesi lâzımdır. Hele vehhabîleri seven kimsenin «Küfre rıza küfür» kaidesine göre kâfir olacağı için tövbeyi bir an bile geciktirmek ebedî felâkete sebep olur. İmanı verip hümanistliği almak akıl kârı değildir.
14 - VEHHABÎLERİN EHL-İ KIBLE OLMAYIP KÂFİR OLDUKLARINI GÖSTEREN VESİKALAR :
Emekli Postacı, Karaman ve diğer selefi meşrepli kimseler, evvelki sayılarımızda isbat ettiğimiz gibi vehhabîliğin sünnî bir mezhep olduğunu söylüyorlardı. Uludağ ise hiç bir vesika göstermeden vehhabîleriEhl-i kıble'nin şümulüne sokuyor.
Uludağ, Nesil Dergisinin I. cilt, 11. sayısında güya vehhabîler aleyhine yazdığı yazıda şöyle demektedir:
«Kâfir veya sapık demeyi aklımızdan geçirmediğimiz Vehhabîler, İslâmın teceddüd, tekâmül ve inkişaf seyrini anlıyamadıkları için yanlış bir yol tutmuşlardır.»
Uludağ, bu ifadesiyle Vehhabîlerin sapık bile olmadıklarını yani bid'at fırkaları içine bile girmediklerini söylüyor. Nesil'in 2. cilt ve 2 sayılı dergisinde ise, İbni Teymiyye'nin görüşlerinin cebren tatbikat sahasına konulmasından Vehhabîliğin doğduğunu, Vehhabîlerin «Şu elimdeki değneğin faydası var, fakat Resulullahın faydası yok» diyerek kabri şeriflerini ziyaret eden Ehl-i sünnet müslümanlarına zulüm ve işkence ettiklerini, ölülerin ruhundan yardım ve şefaat isteyen kimselerin katledilmelerinin gerektiğini zira müşrik olduklarını belirterek bu katl işini kısmen gerçekleştirdiklerini, Abduh ve Abduhcu cereyanın geniş ölçüdeİbni Teymiyye ve Vehhabîleri takip ettiğini yazmaktadır.
Müslümanları tekfir edenin kendisinin kâfir olacağını bizzat Uludağ nakletmişti. Acaba bu tekfir topu, İbni Teymiyye'ye, Vehhabîlere ve mezhepsizlere tesir etmiyor mu?
Suudî Arabistan'ın Vehhabî Kralı tarafından 1349 tarihinde Vehhabî âlimlerince kurulan bir komisyon nezaretinde basılan «Kitabü's-Sünne» isimli hezeyanname küfürle doludur. Vehhabî âlimleri (!) bu kitapta güya tevhid inancını savunarak Allahü teâlânın Tevratı yazarken sırtını bir kayaya dayadığını, gece yarısı dünya semasına inip kullarının amellerini seyrettiğini, Kürsî üzerinde oturup dört parmak kadar boşluk kaldığını ve daha buna benzer birçok teşbih ve tecsim fikrini bizzat kendi adamları bildirmektedir. Bu kitaba cevap olmak üzere Ebu hamid b. Merzuk «Berâetül Eş'âriyyîn» isimli eserini kaleme almış vehhabîlerin küfürlerini isbat etmiştir. Biz «Kitabü's-Sünne» isimli vehhabî kitabıyla ilgili kısmın orijinal fotokopisini aşağıya çıkarıyoruz. Vesika no: 21 (Bak: Sahife: 124)
(Seyf-ül Ebrâr 11. sayfada vehhabîler hakkında geniş malumat verilmekte, İbni Teymiyye'nin vehhabîlerin önderi olduğu, Onun şeyhül-İslâm değil, dalalet ve günah şeyhi (önderi) olduğu, vehhabîliği aslında bunun çı kardığı, nihayet M. bin Abdulvehhabın bu sapık yolu daha fazla canlandırdığı, Vehhabîlerin lideri İbni Su'ûd da (MÜLHİD) olduğu bildirilmektedir. İşte orijinal vesikası. Vesika no: 22 (Bak: Sahife: 125)
Vehhabîlerin kâfir olduğunu bildiren vesikalardan bazıları da şunlardır: (Minhatül-Vehbiyye-fireddi-alel vehhabiyye), (Tarihi vehhabiyan), (Ahmed Cevdet Paşa'nın tarihi) yedinci cildinde vehhabîlerin dinden çıktıklarını, İslâmiyete ve müslümanlara yaptıkları ihanetleri uzun uzun anlatılmaktadır.
Vehhabîler Ehl-i sünnete müşrik dedikleri için kâfir, oluyorlar. Bir önceki orijinal vesikada da bildirildiği gibi teşbih ve tecsim inançları yüzünden kâfir oluyorlar. Ehl-i sünnetin yayılmasına mani oldukları için kâfir oluyorlar, kısacası çok katmerli kâfir oluyorlar. İşte bu sebeplerden dolayı İbni Abidin, üçüncü cildinde bagileri anlatırken Vehhabîlerin kâfir olduğunu bildirmiştir.
Aynı sebepler yüzünden Muhammed Zihni Efendi «Nimet-i islâm» kitabında nikâh bahsinde, evlenilmesi haram olan kadınları sayarken Hıristiyan ve Yahudi kitaplı kâfirleriyle evlenilebileceğini fakat Bâtıniyye, İbâhiyye ve Vehhabîyye gibi zındıklarla evlenilemeyeceğini, muteber kaynaklara dayanarak isbat etmektedir. Nimet-i îslâm kitabı Ehl-i sünnet Müslümanlarınca muteber bir kitap olduğu gibi, Türkiye'de mezhepsizliği örtmeye çalışan Y. İslâm Enstitüsünde Arapça öğretmenliği yapan Ahmet Gürtaş bile bu kitabın çok kıymetli olduğunu, hattâ «Şaheser» olduğunu «Mezhepsizlik Yaygarası» nda bildirmiş, biz de muteber vesikaları toplayarak ağzının payını vermiş susmaya mecbur etmiştik. İşte bu kıymetli kitabın orijinal vesikası: Vesika no. 23 (Bak: Sahife: 125)
Acaba bu vesikalar karşısında Süleyman Uludağ, hümanist bir poz takınarak hâlâ vehhabîleri Ehl-i kıble oldukları için sevdiğini söyleyebilecek mi? «Sapık olduklarını dahi aklımdan geçirmem» diyebilecek mi? Artık sevip sevmemesi bizi ilgilendirmez, biz dinimizin emri gereğince hakkı kendisine gösterdik.
15 TÜRBE YAPMANIN CAİZ OLDUĞUNU GÖSTEREN VESİKALAR :
Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine göre kabir üzerine süs için, öğünmek için türbe yapmak haramdır. Unutulmamak için olursa mekruhtur. Meyyiti hırsızdan hayvanlardan korunmak için yapılırsa caizdir.
Birinci vesika : Abdulgani Nablusî hazretleri «Keşfün-nûr an eshâb-il kubur» isimli eserinde şöyle buyuruyor:
“Âlimlerin, velilerin kabirleri üzerine türbe yapmak câhillerin hakaretlerinden korumak içindir.”
İkinci ve üçüncü vesika: Hanefî Fıkıh âlimlerinden Ebul Kasım-ı Semerkandî (Muhammed bin Yusuf) “Camiul Feteva» (Camiul Kebir) isimli eserinde, İmam-ı Süyütî ise Tenvir isimli eserinde şöyle buyuruyorlar:
«Kabir üzerine kubbe yapmak mekruh değildir.»
Dördüncü vesika: Meşhur fıkıh âlimi Halebi İbrahim (İbrahim bin Muhammed) «Halebîyi kebir» isimli kitabının sonunda, âlimlerin, büyüklerin kabirlerini korumak için türbe ve bina yapmanın caiz olduğunu bildirmektedir.
Beşinci ve altıncı vesika: İmâm-ı Sarani hazretleri «Mizanül Kübra» isimli iki ciltlik eserinin sonunda, İbni Abidin «Ukûd-üd-dürriyye» isimli eserinin sonunda kabirleri korumak için türbe yapmanın caiz olduğunu bildirmişlerdir.
Acaba Uludağ'ın bu vesikalardan haberi yok muydu? Yoksa vardı da kendi içtihadını mı ortaya koydu? Bize delil olarak Kütüb-i sittedeki hadîs-i şeriflerden bahsettiğine göre demek ki bu hadîs-i şeriflerden kendisi böyle bir mâna çıkarmış. İslâm âlimleri bu hadîs-i şeriflerden türbe yapmanın caiz olduğunu çıkarmışlar, Uludağ ve vehhabiler de caiz olmadığını veya mekruh olduğunu çıkarmışlardır.
Türbe yapımına mekruhtur diyerek karşı çıkmak, sadece vehhabîlerin zımnen haklı olduğunu işaret etmek demek değildir. Eshâb-ı kirama ve İCMA'ya karşı gelmek demektir. Çünkü, türbe mekruh olsaydıEshâb-ı kiram, Peygamber Aleyhisselâmı bir oda içine defnederler miydi? Uludağ'ın türbelere mekruh diyerek saldırması Eshâb-ı kiramın tamamına hücum olmuyor mu? Belki de Eshâb-ı kiramın büyükleri bir oda içine koyduklarını bilmeyebilir. Fakat bilmediği hususta ne diye mekruhtur diye konuşuyor?
Hücre-i saadetten sonra ilk yapılan türbe mübarek zevcelerinin (validelerimizin) üzerlerine yapılan kubbe değil midir?
Hücre-i saadetin Mescid-i Nebevi içinde bulunması Hülefa-i Raşidin zamanında olmadı mı? Hicrî 17. senesinde Hazret-i Ömer Eshab-ı kiramın sözbirliği ile mezkûr mescidi genişletmediler mi? Yine Eshâb-ı kiramla istişare ederek Hazret-i Osman mezkûr mescidi genişletmedi mi?
Ondört asırdır bu kadar mezhep imamları, âlimler gelmiş geçmiş hiç kimse türbelere bir şey dememiş Uludağ nasıl oluyor da mektuh diyor hayret etmemek imkânsız... Yoksa büyük âlimler Kütübî sittedeki hadîs-i şerifleri bilmiyorlar mıydı? Yalnız Uludağ ve vehhabîler mi biliyordu? Uludağ enteresan adam, Türbenin yapılmasını uygun bulmuyor fakat yapıldıktan sonra yıkılmamasını uygun görüyor. Bunu da âyet-i kerimeye istinat ettiriyor. Öyle ya müctehid için delil âyet-i kerime değil midir?
Zaten Uludağ, falan islâm âlimi böyle buyuruyor, demiyor. «Kabir üzerine şukadar para verilerek bina yapılmasını İslâma uygun bulmuyorum» diyor. «Yeryüzünü gezin ve sizden öncekilerin akıbetinin nasıl olduğunu görün (Rum. 42) mealindeki âyetlere uygun bulmuyorum.» diyor. İslâm âlimlerinin sözlerini değil de kendi fikrini söylüyor. «Eski eserler yıkılırsa nasıl ibret alacağız?» diyor. Diyor da diyor.
Mezkûr âyet-i kerîmenin mânası Uludağ'ın aleyhine delildir. İmâm-ı Kurtubî'nin Câmi'ul-ahkâm isimli tefsirinde mezkûr âyet-i kerimenin, dünyevî satvet ve kudretlerine güvenen kâfirlerin akıbetlerinin ne olduğunu görmeyi, onların yıkılan saray ve tahtlarından geri kalan harabeleri görerek ibret almayı emrettiği bildirilmektedir. Uludağ, ise mü'minlere ait eserlerin Vehhâbilerce yıkılıp ibret alınması gibi tam ters bir mâna çıkarıyor. Yarın da bir mezhepsiz çıkıp, bu âyet, eski kavimlerin yaptığı eserlerin yıkılmasını men ettiğini, bu bakımdan (hâşâ) İbrahim aleyhisselâmın putları kırmasının, Peygamber aleyhisselâmın Kabe'yi putlardan temizlemesinin mezkûr âyete aykırı olduğunu iddia edebilir. Tefsir usûlünü bilmeyen cahillerden her şey beklenebilir.
16 - VEHHABİLERİN MÜSLÜMANLARI TEKFİR ETTİKLERİNE DAİR VESİKALAR :
Bu hususta yukarıda kâfi miktarda vesika verildiğinden daha fazlasını zait görüyoruz.
17 - VEHHABÎLERİN MEDİNE-İ MÜNEVVERE'Yİ BOMBALADIKLARINA DAİR VESİKALAR :
Vehhabîler, Ehl-i sünnet müslümanlarını «müşrik» bildikleri için yapmadıkları zulüm ve işkence kalmamıştır. Taif'deki müslümanlara çok işkence yapmışlar, kadınları ve çocukları barbarca (Yunan gâvuru gibi) öldürdükleri Ahmet bin Zeynî Dahlan'ın (Hulâsat-ül kelâm) kitabında ve Eyyüp Sabri Paşa'nın (Tarih-i vehhabiyyan) kitabında uzun yazılmıştır. Yine Seyyid Zeyni Dahlan'ın «El-fütuhat-ül İslâmiyye» isimli eserinin «Fitnet-ül vehhabiyye» başlığı altında vehhabilerin bozuk itikadlarını ve müslümanlara yaptıkları zulüm ve işkenceler anlatılmaktadır.
Bu kitaplarda özetle deniyor ki:
«Vehhâbiler Taif kal'asına saldırdılar, kadın-erkek, çoluk çocuk demeyip öldürdüler. Beşiktekileri bile parçaladılar. Dere gibi sokaklardan kanlar aktı. Evleri basıp herşeyi yağma ettiler. Şehitleri günlerce (onaltı gün) hayvanların ve kuşların yemesi için bir tepeye bıraktılar.
Vehhabiler, kütüphane, tekke ve evlerden nekadar, Kur'an-ı kerim, tefsir, hadîs ve din kitabı varsa hepsini parçalayıp yerlere attılar. Kur'an-ı kerîm ve din kitaplarının altın işlemeli meşin ciltlerinden çarıklar yapıp kirli ayaklarına giydiler. Meşin ciltler üzerinde âyet-i kerimeler bulunmaktaydı. Yerler hep bu mübarek kitapların yaprakları ile doluydu, ayak basacak yer kalmamıştı. İlâhî bir mucize olarak sabah uyandıkları vakit bu yaprakların hiç kalmadığını yok olduğunu gördüler. Müslümanlara bu zulümlerden sonra Eshâb-ı kiramın, eyliyânın ve âlimlerin kabirlerini, türbelerini yaktılar. Dinsiz vehhabîler, Mekke-i Mükerremeden sonra Medine-i Münevvereye saldırdılar. Hazine-i Nebeviyyede bulunan bin seneden beri toplanmış olan çok kıymetli tarihî eşyaları yağma ettiler. Abdül'aziz bin Suûd 1926 da Peygamber aleyhisselâmın mübarek türbesini de bombaladı.» (Bunlara inanmayan tek mezhepsiz çıkarsa bildirdiğimiz vesikaları tetkik etsinler.)
Fethül Mecid ve Keşf'üş şübühat isimli vehhabî kitaplarında vehhabî olmayan müslümanların kanları ve malları helâl diye yazdığı için küfür itikadlarının gereğini yaptılar.
Vehhabîler (Rabıtat-ül âlem-il îslâmiyye) isimli bir vehhabî teşkilâtı kurarak bozuk inançlarını dünyanın her tarafına yaymak için bol miktarda para veriyorlar, gafil din adamları ile mezhepsizleri de maşa olarak kullanıyorlar.
Tevbe suresinin 18. âyet-i kerimesinde müfessirlerin bildirdiğine göre kâfirlerin cami yaptırmalarının caiz olmadığı ve bundan kendilerine bir faide gelmiyeceği bildirilmektedir. Amerikan veya Rus gâvuru Türkiye'ye yardım etti diye, bu paradan hükümet cami yaptırdı diye kâfirleri sevmemiz mi gerekir?
Vehhâbîlerin yumuşadığını söylemek ise büyük bir hatâdır. Eski Vehhabîler Ehl-i sünnetin can ve mal gibi dünyalıklarına saldırıyordu, şimdikiler ise din ve imanlarına saldırıp âhiretlerini, yani ebedî saadetlerini yıkıyorlar. Küfrü belli olan eski ve yeni vehhâbileri savunmak ve sevmek kadar büyük bir gaflet ve dalâlet olurmu?
Biz vehhabî mezhebinin bid'at ve dalâletinden bahsediyoruz. Siz politikacı ağzı kullanarak devletler arası münasebetlerinden, malî yardımlarından bahsediyorsunuz. Biz vehhabîlerin müslümanları aldatmak için Kocatepeye yardım ettiklerini unutmuş değiliz, fakat siz vehhabîleri zulümlerini unutmuşa benziyorsunuz. Vehhabîler hatalıdır demekle iş bitmez, onların bâtıl inançlarını vesikalarla isbat eylemelisiniz.
18 - EHL-İ BİD'ATIN EHL-İ KÜFÜRDEN DAHA ZARARLI OLDUĞUNU GÖSTEREN VESİKALAR :
Uludağ, bizim vesikasız konuştuğumuzu iddia ediyor. Bizim her cümlemiz bir vesikaya istinat eder, ancak her vesikayı göstermek dergiye sığmayacağı için böyledir deyip geçiyoruz, isteyenlere vesikalarını gösteririz.
Uludağ, Nesil Dergisi'nin dördüncü sayısında İmâm-ı Rabbani (kuddise sirruh) için en büyük sofilerden ve Nakşibendiyye tarikatının ileri gelenlerinden, müceddid-i elfi sâni diye meşhur olan, geniş bir zümre tarafından müceddid olarak kabul edilen hem kendisini, hem de dini tecdid eden büyük bir âlim olarak bildirmektedir. Acaba Uludağ bu sözlerinde samimi midir? Samimi ise kitapların? derhal değiştirmesi lâzımdır.İmâm-ı Rabbanî hazretleri Kıyas, şer'i bir delil diye buyururken Uludağ, delil değil demek istiyor. Hattâ Karaman'ın ve diğer selefîlerin zihniyetinin ilhad olduğunu İmâm-ı Rabbani hazretleri bildiriyor. Uludağsamimi olduğunu isbat için kitaplarını sivâd-i a'zama yani Ehl-i sünnet vel cemaata göre yazması lâzımdır.
Ehl-i bid'at ile konuşmanın, kâfirle arkadaşlık etmekten katkat daha fena olduğunu, yetmiş iki çeşit bid'at ehli bulunduğunu, bunların içinde en kötüsünün Eshâb-ı kirama düşmanlık edenler olup bunların da kâfir olduklarını İmâm-ı Rabbani hazretleri aşağıda orijinal vesikasını verdiğimiz kısımda yazmaktadır. İşte vesikası: (54. m)
Acaba niçin ehl-i bid'at ehl-i küfürden daha zararlıdır? Komünist inanan herkesi öldürür. Ehl-i bid'at ise itikadda mezhep tek iken üçe çıkarır. Müslümanların itikadını bozup maazallah Cehenneme sürükler. İnsanlarda fıtraten din duygusu olduğu için dinsiz yaşamaları çok zordur, onun için komünizme karşı çıkarlar. Ama bid'at ehlini namaz kılıyor diye müslüman zannederler. Dinimizi içten, mihraptan, din mekteplerinden yıkmaya çalışırlar. İçteki yara, dıştaki yaradan daha tehlikelidir. Tedavisi daha zordur. Osmanlı Devleti de içten yıkılmıştır. İngilizler, Arabistanı içten yıkıp oraya vehhabîliği yerleştirdiler. Vehhabîler de bedava gönderdikleri kitaplarla Türkiye'yi zehirlemeye çalışıyorlar, mezhepsizler de bu vaziyete seyirci kalmıyorlar, selefi fikirlerle destekliyorlar.
19 - EHL-İ SÜNNET İTİKADINI YAYMAYA NİÇİN YER VERMEK MECBURİYETİNDE KALDIĞIMIZI BİLDİREN EMİRLERİN VESİKALARI:
Uludağ soruyor, neden ehl-i küfür dururken ehl-i bid'atla mücadeleye geniş yer veriyormuşuz. Bu sorunun cevabı bundan önceki maddede nisbeten cevaplandırılmıştır. İkinci bir vesika olarak 251. mektupta bildirilen hadîs-i şerifi nakledelim:
«Ortalık kanşıp, yalanlar her tarafa yayılıp, dinden olmayan şeyler ortaya çıkınca, âdetler ibâdetlere karıştırılınca ve Esbabıma dil uzatılınca, doğruyu bilenler herkese bildirsin. Allahü teâlânın, meleklerin ve bütün insanların laneti, doğruyu bilip de, gücü yettiği halde bildirmeyenlere olsun. Allahü teâlâ böyle âlimlerin farzlarını ve diğer ibâdetlerini kabul etmez.»
Bu hadîs-i şerifte bildirilen lanete hangi müslüman muhatap olmak ister? Mezhepsizler tarafından başta Hazret-i Muaviye radiyallahü anh olmak üzere Eshab-ı kirama dil uzatılmaktadır. Selef mezhebi selefiyyemezhebi diye yutturulmaya çalışılmıştır. Böylece mezhepsiz İbni Teynıiyye'nin sapık yolu canlandırılmak istenip Kitap ve Sünnet denerek sivâd-ı a'zam'dan müslümanların ayrılmaları için uğraşılmaktadır. Telfik cinayetleri işlenmektedir. Müctehid imamların kıyaslarını şer'î delil olarak kabul etmeyip herkesin Kitap ve Sünnetten anladığı ile amel etmesi istenmektedir. Mason Abduh gibi mezhepsizler mutlak müctehid olarak gençliğe takdim edilmektedir. Bid'at fırkalarını sevdirme gayretleri alıp yürümüştür. Daha bunlar gibi dinde olmayan ne bid'atlar çıkmıştır. Bu gerçekleri bilip de susmak dilsiz Şeytan olmak demek değil midir?
Dergimiz gayri-siyasî olduğu için politik konulara yer veremiyoruz. Bununla beraber komünizmle, masonlukla kâfi derecede mücadele ediyoruz. Mevcut sayılarımız tetkik edildiğinde görülür. Sayımızın birisini tamamen solculuğa ayırmıştık da mezhepsizler bize nekadar hücum etmişti. Abduh ve Efganî gibi masonlarla az mı uğraştık? Nesil'in bu masonlara toz kondurduğu var mıdır? Sosyal adalet isimli başmakalemizle hem kapitalizm ve hem de sosyalizm çürütülmüştür.
Misyonerlik faaliyetleri hızlı ise de, biz bugüne kadar müslüman kimsenin Yahudi veya Hıristiyan olduğunu duymadık. Müslümanlar önce komünist veya mürtet oluyor sonra da Hıristiyan. Mes'ele komünist ve mürtet yapmamak için çalışmaktır.
Bilindiği gibi «Def-i mazarrat, celb-i menfaattan evlâdır.» Biz de bunun için Ehl-i bid'atın mazarratını defetmek istiyoruz. Bu arada Ehl-i sünnet itikadını da bildirerek celb-i menfaat temin etmeğe çalışıyoruz.
Bu mühim vazifeyi yaparken de nakli esas alıyoruz, ümmetin dalâlet üzerinde birleşmiyeceğini bildiğimiz için sivâd-ı a'zamın yolundan ayrılmıyoruz.
İtikad bozuk olunca amelin hiç kıymeti yoktur. Onun için dosdoğru bir imana (Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebinin bildirdiği itikada) insanları çağırıyoruz. Eli kalem tutan herkesi prensiplerimize uymak şartı ile bu mübarek vazifeye davet ediyoruz. Sevdiğimizi yalnız Allah (celle celâlühü) için seviyoruz, sevmediğimizi de yine Allah için sevmiyoruz. Meselâ Durmuş Ali Kayapınar ve Ahmet Gürtaşla bir alıp veremediğimiz yoktur. Dostluğumuz da yok, düşmanlığımız da. Ancak sırf rıza-i ilâhi için Durmuş Ali Kayapmarı seviyoruz. Çünkü Ehl-i bid'atla, mezhepsizlikle mücadele ediyor. Gürtaşı ise sevemiyoruz. Çünkü, Türkiye'de mezhepsizliğin hattâ dinsizin bulunmadığını söyleyecek kadar ileri gitmiştir. Uludağ, Türkiye'de vehhabîliğin bulunduğunu söylüyor da Gürtaş bunu örtmeğe çalışıyor. Eğer Gürtaş da mason Abduh'u mutlak müctehiddir diye övenlerin avukatlığını bırakırsa onu da severiz.
İkinci bir husus, bilindiği üzere Türkiye'de komünizm, vesaire ile mücadele eden çok sayıda gazete ve dergi vardır. Mezhepsizliğe geniş yer veren hemen hemen hiç bir neşir vâsıtası yoktur. Türkiye'de bir tane de olsa mezhepsizliğe geniş bir yer veren bir mecmuanın bulunması takdire mi vesiledir, yoksa zemme mi?
20 - ŞEVKANİ, ABDUH, S. KUTUP, KARDAVÎ, MEVDUDÎ GİBÎ SELEFİ OLDUKLARINI SÖYLEYEN SAPIKLARIN MEZHEPSİZ OLDUKLARINI GÖSTEREN VESİKALAR:
Uludağ nedense bu meşhur mezhepsizlere mezhepsiz dediğimiz için alınmışa benziyor. Acaba bunların mezhebi olduğunu isbat edebilir mi? Karaman işin kolayını bulmuş, mezhebi olmayan bu kimselere mutlak müctehid diyor. Öyle ya mutlak müctehid olunca kendi mezhebine tâbi olması lâzım, başka mezhebi taklid etmesi haram olur. Karaman gibi böyle gayri ilmî değil de bu mezhepsizlerin hangi mezhebe bağlı olduklarını acaba Uludağ bize vesikalı olarak bildirebilir mi? Biz bunların mezhepsiz olduklarını geçen sayılarımızda vesikaları ile ispat ettik. Her biri hakkında birkaç kelime konuşalım:
ŞEVKANÎ: Uludağ, Şevkanî'ye mezhepsiz diyemiyor da serbest fikirlidir, diyor. Zeydiye mezhebini bırakarak selef yolunu tuttu diyor. Hiç dinimizde serbest fikirli diye bir âlim var mıdır? Serbest fikir tabirini övmek için mi yermek için mi söyleniyor? Başıboş, ipsiz sapsız mı demek isteniyor? Mezhepler teşekkül ettikten sonra bütün müctehidler dört hak mezhebe bağlı değil miydiler? Serbest fikirli denilen kimseler sivâd-ı a'zamın dışında kalan mezhepsizlerdir. Şevkani selef yolunu tuttu da diğer müctehidler hangi yolu tuttular acaba?
Selef yolundayım demek başka, selef yolunu tutmak başkadır. Şevkanî selef yolunda olduğunu söyleyen selefiyye mezhebinde bir şiî bozuntusudur. Şevkani'nin mezhepsizliğini öğrenmek isteyenler Abdülhay Lüknevi'nin(Ferhat-ül-müderrisin) isimli eserini okumalıdırlar.
ABDUH: Mason ve mezhepsiz olduğu eski sayılarımızda ispatlanmıştır. Davudoğlu Hoca'nın kitabında da kâfi malûmat vardır.
S. KUTUP: S. Kutup'un mezhepsiz olduğunu bildiren bir risale hazırladık, arzu edenler dergimizden isteyebilirler.
KARDAVİ : Mezhebinin olmadığını açıkça söyleyen ve çoraba meshi caiz gören bu mezhepsiz hakkında, imanın şartının beş olduğunu söyleyen, Eshâb-ı kirama saldıran Mevdûdî hakkında Mi'râcı inkâr eden Hamidullah hakkında ve diğer mezhepsizler hakkında geniş malûmat almak isteyen okuyucularımıza MEZHEPSİZLER kitabımızı okumalarını tavsiye ederiz. Bu kitabımızda Karaman'ın, Gürtaş'ın ve diğer selefi zihniyetli kimselerin iç yüzleri teşhir edilmiştir.
21 -- SELEFİ MEŞREPLİ KİMSELERİN MASONLARIN VE MEZHEPSİZLERİN KİTAPLARINI TAVSİYE ETTİKLERİNE DAİR VESİKALAR :
Uludağ, diğer selefîler gibi mezhepsiz olduğunu ispatladığımız kimselerin kitaplarını muteber kitapların arasına sokarak tavsiye etmektedir. Bunun sebebi nedir ki? Meselâ Kelâm kitabında «Kelâm hakkında önemli eserler» diyerek mezhepsiz İbni Hazm, mezhepsiz İzmirli İsmail Hakkı tavsiye edilmiştir. Bunların üstünde de Manastırlı İsmail Hakkı, M. Şerafettin Yaltkaya gibi camilere sıra ve müzik âletleri konmasını teklif eden masonların kitapları tavsiye edilmektedir.
Karaman da serbest düşünceli denilen Şevkani, İbni Teymiyye, Reşit Rıza gibi mezhepsizleri tavsiye etmektedir. Hattâ birçok mezhepsizin mutlak müctehid olduğunu bile söylemektedir.
Birçok selefi meşrepli kimselerin hatâlarını gösterdiğimiz halde hiç kimse cevap vermeye cür'et gösteremezken Uludağ cevap vermeye kalkmış, görüldüğü gibi iddiaları birer birer çürütülmüştür. Karaman'dan ve selefîlerin avukatı Gürtaş'tan cevap bekledik, akıbetlerini bildikleri için susmayı tercih ettiler. Ümid ederiz ki Uludağ, diğerleri gibi sükutu tercih etmez, hakkı görünce kabul edip mezhepsizler aleyhine geçer.
ULUDAĞ'IN DİĞER SORULARINA CEVAPLAR :
Uludağ'a ısrarla sormamıza rağmen mezhebini söylememiştir. Suç saklanır. Fakat yazısından anlaşıldığına göre selefiyye mezhebinden olduğu anlaşılmaktadır. Sonra sorduğumuz birçok suale de cevap vermekten kaçınmıştır. Hazret-i Muaviye (radiyallahü anh) için Hz. harflerini bile lâyık görmemiş, bunun sebebi nedir? Uludağ da emekli postacı gibi bu büyük sahabîye düşman mıdır?
Biz emir aldığımız Ehl-i sünnet âlimlerinin eserlerinden vesikalar verdik. Biz âyet-i kerîme ve hadîs-i şeriften anlamadığımız için âlimlerin anladıkları ile amel ediyoruz. Demek Uludağ hiç kimseden emir almıyor, doğrudan doğruya Kur'an'dan ilham alıyor öyle mi?
Uludağ bize niye Davudoğlu Hocamızı tenkid etmediğimizi soruyor? «Sübülü-s Selâm» kitabının müellifi meşhur bir mezhepsiz değildir. Sonra Davudoğlu Hoca, ilk defa İslâm Enstitülerinden çıkıp çeşitli mezhepsizleri teker teker bize bildiren kıymetli bir insandır. Davudoğlu Hocamızı, yaptığı bu büyük hizmetlerden dolayı daima takdir ve minnetle anmayı vazife biliriz. Siz de mezhepsizlik fitnesini çürütmeye çalışın sizi de sevelim.
Uludağ, cevabî yazısında vesikalı tenkidlerimizi gıybet olarak vasıflandırıyor, yani büyük bir haram işlediğimizi iddia ediyor. Uludağ, ya gıybetin ne olduğunu bilmiyor veya bize iftira ediyor. Gıybetin ne olduğuna dair bir vesika verelim. (Reddül muhtar) kitabının beşinci cildinde gıybetin ne olduğu bildiriliyor. Birlikte okuyalım:
«Gıybet, bir müslüman veya bir zımminin gizli bir kusurunu arkasından söylemek olup harbîlerin ve açıkça günah işleyenlerin bu günahlarını, müslümanlara zulmedenlerin ve alış verişte onları aldatanların bu fenalıklarını müslümanlara duyurarak, bunların şerrinden sakınmalarına sebep olmak ve müslümanlığı yanlış söyleyenlerin ve yazanların bu iftiralarını söylemek lâzım olduğundan gıybet olmaz.»
Evet Uludağ, siz Selefiyye sapıklığını selef yolu gibi göstermeğe çalışın, İslâm âlimlerine, felsefeci diye iftira edin, Ehl-i kıble diye, ehl-i bid'ati sevdiğinizi söyleyin, bunları da mektep kitaplarına yazıp herkesin zehirlenmesine sebep olun, biz de münkeri nehy açısından aslî vazifemiz olarak bunları vesikaları ile açıklayınca buna gıybet demeğe kalkın, böyle bir hareketinizin ilimle mantıkla bağdaşır tarafı var mıdır? Allahü teâlâ Tebbet sûresinde Ebu Lehebin kötülüğünü bildirmiştir. Bir vehhâbî de bu sûreye -hâşâ- gıybet diyebilir. Siz dalâletlerinizi açık açık kitaplara yazın, bizden de bunu saklamamızı isteyin. Buna hakkınız var mı?
Uludağ, müfessir gibi, yetkisi varmış gibi âyet-i kerimelerden misal vermeğe kalkıyor. Vehhabîleri tenkid ettiğimiz için «Müslümana kâfir denmiyeceğini» âyet-i kerîmeden delil getirmeğe kalkıyor. Beydavitefsirinden mezkûr âyet-i kerîmelerin tefsirine baktık. Bir üstteki âyet-i kerîmede âhirete inanmayan kâfirlerin (felsefeciler gibi haşr yok diyenlerin) hallerinden bahsediliyor. Mezkûr âyet-i kerîmede ise müttakilerin müslüman olduğu ve onları kâfirler gibi tutulmayacağı bildirilmektedir. Biz vehhabîlerin küfrünü isbat ettiğimiz için bu âyet-i kerîmeye muhatap oluyormuşuz. Ne de olsa zamane müfessiri çok görmemek lâzımdır.
Aynı şekilde yazısının sonunda âyet-i kerîmeye istinaden yaptığı dua da zihniyetini açığa vurmaktadır. Beydaviden âyet-i kerîmenin tefsirine baktık. Tâbi'îni izam, sahâbe-i kiram arasındaki münazaralar hakkında edepli olmayı tavsiye etmekte, onlar dillerini tutup sahabeyi hayırla yâd ederler diye övülmekte, âyet-i kerîme onların nasıl korkup da dua ediş şekillerini «Eshâb-ı kirama (ve diğer müslümanlara) karşı kalbimizde nefret hisleri bulundurma» dediklerini bildirmektedir. Yoksa Uludağ'ın dediği gibi Ehl-i bid'ata ve vehhâbîlere karşı kalbimizde nefret hissî bulundurma mânasına değildir. Uludağ, bu ifadesiyle Eshâb-ı kiramla Vehhabîleri aynı gördüğü için mi böyle dua ediyor?
Sonra ehl-i bid'atin duası kabul olmaz. Âyet-i kerîmede Eshâb-ı kirama karşı gönüllerimizde nefret hislerinin bulunmaması emredildiği halde Hazret-i Muaviye radiyallahü anh için bir kerecik olsun hazret kelimesini kullanmayan zımnen onun suçlu olduğunu empoze eden Uludağ vehhâbîlere karşı kalbinde nefret olmaması için dua etmesi çok manidardır.
Uludağ, bizden şikâyet ediyor: İmâm-ı Gazâlî'ye hazret, kendisine de mezhepsiz diyormuşuz. Size de hazretleri demeğe hazırız. Selefiyye itikadını bırakıp İmâm-ı Gazâlî hazretleri gibi selef yolunu müdafaa etmek şartıyla. Söz veriyoruz size hazretleri diye hitap edeceğiz, yeter ki siz sivâd-i a'zâmdan ayrılmayın.
Uludağ bizi cehaletle suçluyor. Evet biz islâm âlimleri yanında çok cahiliz, ancak o mübarek âlimlerin eserlerini okuduğumuz için mezhepsizlerin yanında âlim sayılırız.
Uludağ, kendisini karaladığımızı iddia ediyor. Biz karaya kara diyorsak bu karalamak mıdır? Kara zaten karadır, biz aklamağa ve paklamağa çalışıyoruz. Ehl-i sünnet sabunları ile yıkamağa gayret ediyoruz.
Uludağ yazısında hem vehhabîliği kabul etmiyor, hem de onlarrı çok sevdiğini söylüyor, perhizken acaba hiç lahana turşusu yedi mi? Biz çok sevdiğimiz taifeden olmakla iftihar ediyoruz. Her müslümanın çok sevmesi gereken bir taife vardır. Ehl-i sünnet vel cemaat taifesi.
Duyduk duymadık demesinler, Nesil'de yazı yazan, kitap çıkaran, vaaz eden selefi zihniyetli herkesi tenkid etmek üzere sıraya koyduk. Hüseyin Atay, Sait Çekmegil gibileri de tenkid edeceğiz inşaallah...
Uludağ, okuyucuların verecekleri hükme rıza göstereceğinden, teslim olacağından bahsediyor. Bu çok yanlış bir ifadedir. Bizim okuyucumuz Ehl-i sünnettir, vereceği karar önceden bilinmektedir. Parolası bellidir. Ehl-i sünnete evet, Ehl-i bid'ata hayır der. Sonra okuyucunun kararı hüccet midir? Okuyucu Uludağ'ın mezhepsiz olduğuna hükmetse acaba Uludağ mezhepsiz olmayı kabul edecek midir? Okuyucularımızın hükümlerini bekliyoruz, verecekleri karara rıza gösterebilecekler mi? Her nekadar rıza gösteririm diyorsa da söz selefiyyeciden geldiği için itibar etmiyoruz. Okuyucularımız, evet Uludağ mezhepsizdir diye karar verse Uludağ, evet ben mezhepsizim diyebilecek mi?
Uludağ, tövbesini bildirirse yazısını neşrettiğimiz gibi neşrederiz. Hattâ yine cevap vermeğe cür'et ederse her sorumuza, soru işareti (?) gördüğü her cümleye cevap vermesi şartı ile yazısını neşretmeğe yine hazırız.
Ehl-i sünnete hizmet gayesiyle söz ve yazılarıyle mezhepsizleri tenkid eden, A. Davudoğlu, D. Ali Kayapınar, Necip Fazıl, Şevket Eygi, Ahmed Selâmi, Ahmed Arvasî, Abdulkerim Polat, A. Faruk Meyan, Enver Baytan, Sadreddin Yüksel, Sadık Albayrak, Ali Nar, Necdet Garan, İbrahim Çelik, Hasan Hulki Mert, Süleyman Tanrıkulu, Osman Hacıömeroğlu, M. Nuri Öner, Zeki Çıkman, Kur'an Kursu camiası ile Ehl-i sünnete hizmet eden nekadar insan varsa hepsine minnettarlığımızı alenen arz eder, Allahü teâlânın bu kıymetli insanlara saadet-i dareyn ihsan etmesi için âcizane dua ederiz.
Bu sayıyı hazırlarken İlahiyattan, İslâm Enstitülerinden, Müftülerden ve Hocalardan Arapça ve Farsça vesika göndermek suretiyle hizmete iştirak edenlere şükranlarımızı arz eder, yeni çalışmalarımız için de vesika temin etmelerini istirham ederiz.