ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026
ehlisunnnetde
KÖY ENSTİTÜSÜ GÜZELLEMELERİ
Köy Enstitüleri’nde biraz nazari ders dışında, teknik dersler görülür; burada yetişen gençlerin, rejimin değerlerine bağlı birer köy önderi olması umulurdu.
1 Mart 2021 Pazartesi
1.03.2021
Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında her mahalle ve köyde bir sibyan mektebi; her şehir, kasaba ve büyük köyde iptidaiye mektebi bulunurdu. O zaman cemiyetin en entelektüel şahsı olmak itibariyle imamlar sibyan mekteplerinin hocası idi. 1898 maarif salnamesine göre, imparatorluğun, cumhuriyete miras kalan topraklarında 22.278 müslüman mektebi vardır. Bunun dörtte üçü eski usuldedir. Yeni devirde medreselerle beraber sibyan mektepleri de kapatılınca, büyük bir mektep ve muallim açığı meydana gelmiştir. 1923’te 5 bine yakın ilk mektepte 10 bin muallim vardır. Sayısı 30 bini geçen köylerin çoğunda artık mektep ve hoca yoktur.
Köy Önderi
Erkek ve kadın ilk mektep hocası yetiştirmek üzere Dârülmuallimîn (1868) ve Dârülmuallimat (1870); orta mektep hocası yetiştirmek üzere Dârülmuallimîn-i Âli (1890) açılmıştı. İdeolojisini halka yaymak endişesindeki İttihatçılar devrinde, “Köye göre mektep ve muallim” fikri, mebus İsmail Mahir Efendi’nin başı çektiği bir grup tarafından ortaya atıldı.
Tren yoluna yakın köylerde kurulacak çiftlik mektepleri, köy çocuklarını muallim olarak yetiştirecekti. Şu halde köy enstitüleri, aslında bir İttihatçı projesidir. Buna şaşılmaz. Zira her totaliter sistem, halkı, köylüyü, esnafı, askerleri, gençleri, kadınları, kendi ideolojisi istikametinde manipüle etmeyi hedefler. Ancak projenin tatbiki cumhuriyet devrine tarihlenir.
1920’den itibaren memleketi idare eden tek parti, halkçılık prensibi çerçevesinde, köy maarifini çözmeyi hedeflemişti. 1925-1929 arasında maarif vekili Mustafa Necati, “Bu gidişle cumhuriyet, 35 bin köye, 100 yılda ancak muallim gönderebilecektir” diyordu. 1931 ve 1935 CHP kurultaylarında mesele müzakere edildi. Maarif vekili Saffet Arıkan, askerlik yapmış gençlerden köy öğretmeni yetiştirmeyi teklif etti. İlköğretim müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un yaptığı plan istikametinde 1936’dan itibaren eğitmen kursları açıldı.
Öğretmen bulunmayan köylerde, eğitmenler, üçüncü sınıfa kadar talebeyi okuturdu. Bu âdet 1980’li yıllara kadar cariydi. Leylî meccânî (parasız yatılı) 3 yıllık eğitmen kursunda, okuma-yazma, umumi kültür, ziraat, hayvancılık, inşaatçılık ve hıfzıssıhha üzerine dersler verilir; mezunlarının inkılaplara bağlı birer “köy önderi” olması umulurdu. 1936’da açılan Çifteler Eğitmen Kursu’nu yenileri takip etti.
İsmail Mahir Efendi
Dewey ne demiş?
Hasan Ali Yücel maarif vekili olduktan sonra mesele 1939 maarif şurasında müzakere edildi. Eğitmen kursları, 17 Nisan 1940’da Köy Enstitüleri Kanunu ile köy enstitülerine dönüştürüldü. Bu gün, enstitülerde milli bayram olarak kutlanırdı. 1942’de teşkilat kanunu; 1943’te kanunun izahnamesi neşredildi. Evvela “Köy Öğretmen Okulu” ismi düşünülmüş; sonra “Köy Enstitüsü”nde karar kılınmıştır. Enstitü, bir üniversiteye bağlı veya müstakil ilmi araştırma müessesesidir. Bizde iş tahsili veren mekteplere enstitü demek âdet olmuştur.
Kanunda, 10-15 köy için masrafları köylülerce karşılanan yatılı bölge okulu; 15-30 köy için gezici başöğretmenlik; 3-5 gezici başöğretmenlik bölgesinde bir ilköğretim müfettişliği; 10-15 müfettişliğin bağlı olduğu köy enstitüleri bölgesi kurulacağı kararlaştırılmıştı. Köy enstitüleri, aslında 1924’de Gazi’nin talebiyle ABD’den gelen ve Türk maarifini dizayn eden John Dewey’in tavsiyesi idi. Pratikte işlerin esas mimarı, Kırım Tatarı asıllı bir Bulgaristan muhaciri olan Dârülmuallimîn mezunu İsmail Tonguç (1893-1960); Almanya’da tahsil görmüş bir resim muallimi idi.
Bunlara öğretmen yetiştirmek üzere 1943’te Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü açıldı. Enstitülerdeki öğretmenlerin vazifesi hem mektebi yürütmek, hem de köylüye destek ve örnek olmaktı. Böylece canlı ve hareketli köy modeli ortaya çıkacaktı.
İsmail Tonguç
Mandolin Telleri
Köy enstitüsünü bitiren talebe mümkünse köyünde, değilse yakın bir köyde öğretmen olacak; kendisine ev, ekip biçeceği toprak, alet edevat verilecekti. Enstitüye 5 senelik ilk mektebi bitirenlerle, 3 yıllık köy mektebini bitirip 2 sene hazırlık okuyanlar alınıyordu. Tahsil müddeti 5 sene idi. 10 senede 1300’ü kadın olmak üzere 17 bin öğretmen, eğitmen ve teknik eleman; 3 bin de sağlık memuru olmak üzere 20 bin kadar mezun verdi.
Köylülere alternatif zirai teknikler öğretme misyonundan dolayı her enstitünün tatbikat çiftliği ve iş atölyeleri vardı. Bağcılık, arıcılık, balıkçılık, marangozluk, terzilik, demircilik ve duvarcılık ile türkçe, matematik, fizik, tarih ve yurttaşlık bilgisi derslerinden başka, talebelere bir enstrüman çalmak öğretilirdi. Bulması ve çalması kolay olduğu için mandolin tercih edilirdi. Aşık Veysel de köy enstitüsünde ders vermiştir.
Resmi ideolojiyi destekleyen tiyatro temsilleri sahnelenirdi. Her talebe senede 25 klasik roman okumakla mükellef tutulurdu. Bu romanlar Hasan Ali Yücel’in ecnebi edebiyattan tercüme ettirdiği maarif vekâletinin dünya klasikleri serisinden seçilirdi. Talebeler sabah erken kalkıp, kızlı erkekli folklor oynayarak güne başlardı.
Hasanoğlan Köy Enstitüsü
Tenkitler - Dedikodular
Köy enstitülerinin esas gayesi, Almanya, Rusya, İtalya gibi totaliter memleketlerde benzerine rastlandığı şekilde, gençliği ve köylüyü, rejime/partiye bağlı tutmaktı. Yeni kurulan dünyada yerini alabilmek ve dış yardımlardan faydalanabilmek uğruna 1945’te demokrasiye geçilince her şey değişti. İnkılaplara muhalif kitlenin, bir sembol olarak gördüğü enstitülere karşı itirazları yükselmeye başladı.
Yatılı bir mektepte kız ve erkeklerin bir arada kalması bir dedikodu mevzuuydu. Mektep inşaatlarında köylüye angarya yüklenmesi ayrı bir hoşnutsuzluk sebebi idi. Eskinin mümessili sayılan köy ağaları ile rejimi temsil eden mektep hocaları arasında sürtüşme eksik olmuyor; bunlar, vaziyeti milletvekilleri vasıtasıyla Ankara’ya aksettiriyordu.
Köy enstitülerinin komünist ve dinsiz bir gençliğin yetiştiği fuhuş yuvaları olduğu; her yerde düşürülmüş ceninlere rastlandığı, ulu orta dillendirilir oldu. Talebe ve hocalar, totaliter rejimlerdeki gibi tek tip üniforma giyiyordu. O günlerde en büyük tehdit olarak Sovyet Rusya ve komünizm görüldüğü için, bu iddialar çok akis uyandırdı. Enstitülere bu sebeple sık sık polis baskınları tertiplenirdi.
Hasan Âli Yücel
Köylü Aydınlar
Yeni kurulan Demokrat Parti’ye seçimleri kaptırmak endişesi, iktidar partisini bazı tavizler vermeye itti. “Hem devrimci hem demokrat olunmaz” diyen ve komünizme geçit vermekle suçlanan Hasan Ali Yücel ile avukat Kenan Öner arasındaki dava, enstitülerin itibarına darbe vurmuştu.
Yeni maarif vekili Reşat Şemseddin Sirer zamanında (1948), köy enstitüleri, klasik öğretmen okullarına dönüştürülmeye başlandı. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kapatıldı. Tonguç vazifeden alındı. Bu, Hıfzı Veldet gibi Kemalist yazarlar tarafından bir karşı darbe olarak görüldü. 1954 senesinde köy enstitüleri resmen lağvedildi. O gün bu gündür bazı kesimler böyle “muazzam” bir sistemi Demokrat Parti’nin kaldırdığını söyler. Halbuki tek parti devrinin icraatındandır.
Halkının çoğu köylü ve çiftçi olan geri kalmış bir memleket için oldukça ideal bir sistem gibi görünen köy enstitüleri, milli şuur ve karaktere uymadığı için, beklenen neticeyi doğurmaktan uzak kalmış; -istisnalar bir yana- idealist, ama halkın değerlerine mesafeli ve bu sebeple girdiği her yerde sürtüşmeler yaşayan bir nesil yetiştirdiği için tenkit edilmiştir.
Bunun en mühim sebebi, hakkındaki asıllı asılsız dedikodular değil, hür dünyadaki sistemlere arka çevirip, XX. asır ortasında, hâlâ totaliter usullerle işi yürütmeye çalışmak; tepeden inmeci ve demode bir telakkiyle cemiyet inşa etmek işgüzarlığıdır. Tek tip insan yetiştirmeyi hedefleyen maarif sisteminin, hantal bir halkasıdır.
Köy enstitüleri, bütün bunlara rağmen, Türkiye’nin kültür hayatına damgasını vuran “köy menşeli aydın kuşağı” meydana getirmiştir. Çifteler köy enstitüsünün ilk mezunlarından olan eniştem başta gelmek üzere farklı köy enstitüsü mezunlarını çokça tanıma imkânı buldum. Hepsinde benzer hususiyetleri müşahede etmişimdir.
Fakir Baykurt, Ümit Kaftancıoğlu, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Mehmet Başaran, Pakize Türkoğlu, Hatun Birsen Başaran, Ali Dündar, Mehmet Uslu ve Dursun Akçam gibi yazarlar köy enstitülerinde yetişmiştir. 1945’te mecliste Emin Sazak’ın “Köy enstitüsü mezunları kendilerini Atatürk zannediyorlar” sözüne, Hasan Ali Yücel, “Her birinin bir Atatürk olması temenni edilir” diyerek enstitülerin hakiki misyonunu beyan etmişti.
Bu mevzuda ilmi çalışmalar yapan (ve solcu/Kemalist bir aydın olarak bilinen) tarihçi/sosyolog Prof. Kemal Karpat der ki: “Yapıcılık ve dinamizmini kaybeden bir idareci sınıfın, kendi halkını da baskı ve cehalet içinde tutarak cemiyet üzerindeki tahakkümünü sürdürmek isteyeceği aşikârdır. İşte benim halk evleri ve köy enstitülerini incelemeye kalkışmamın nedeni de bu düşünceydi. Ben bu kurumları, alt sınıfları, yani köylüleri ve kasaba alt tabakalarını uyandıracak, şuurlandıracak, yapıcılıklarını, kendilerine olan saygıların uyandıracak kurumsal vasıta olarak öngörürdüm. Bu yüzden bunları incelemekte adeta Türk cemiyetinin uyanışını inceliyor ve öneriyor gibi oluyordum. Bu incelemeler sayesinde, az zaman sonra anladım ki halk evleri ve köy enstitüleri bazı pratik faydalarına karşılık, ellerinde olmayarak ya CHP rejimini destekleyecek eleman yetiştiriyor, ya da Türk köylüsünü medeniyet ve eşitlik adına boyunduruk altına alacak yeni bir elit hazırlıyordu. Gerçekten 1930’lardan sonra CHP yapıcı bir devrim örgütü olmaktan çıkmış, inkılap, laiklik, Atatürkçülük adına, bütün bu tabirlerin manalarını çarpıtarak kendi hâkimiyetini ve mevkiini muhafaza etmek için mücadele eden bir mekanizma haline gelmiştir.” (Bir Ömrün İnsanları, 298-299)
.
Sual
Köy Enstitüleri hakkında ne söylenebilir?
Cevap
Köy Enstitüleri zamanın totaliter rejiminin bir unsuru olarak kurulmuş ideolojik müesseselerdir. Köylüyü kontrol altında tutmak ve gençleri kendi ideolojilerine göre yetiştirmek maksadıyla kurulmuştur. Mezunlarını tanıdım. Ekserisi dinî ve millî şuura uzak, Marksist zihniyette kimselerdi. Bu enstitülerin Anadolu’da müsbet bir katkısı olmamıştır. Halk, bünyesine uymadığını farkettiği bu müesseselere ve mezunlarına mesafeli durmuştur. Savaşlar sebebiyle cumhuriyetin ilk yıllarında Anadolu köylüsünün fena vaziyette olduğu doğrudur. Anadolu çok eski bir medeniyet mıntıkasıdır. Halkın ekmek yapmayı bile bunlardan öğrendiğini söylemek çok mübalağalı olsa gerektir.
Köy Enstitüleri Gerçeği
Uzun yıllar adını duyduğumuz ve fakat halkımızın hakkında pek de malumatı olmadığı bir konuyu ele alıyoruz: Köy Enstitüleri. Köy Enstitüleri büyük ölçüde komünist Sovyetler Birliği rejiminden aparılmıştı ve rejime sadık kullar yetiştirme yanında Kemalist ideolojinin köylere indirilmesi proje-sinden başka bir şey değildi. Köy Enstitüleri, Kemalist rejime emir eri yetiştirmek ve köyü eski ha-linde tutabilmek için açılmış birer “fesat yuvası” olmaktan öteye gidememişti. 2021 yılının ilk sayı-sıyla geçmişle muhasebemiz canlanıyor. İşte Köy Enstitüleri’nin gerçek yüzü…
“Köy Enstitüleri Gerçeği” dosya konusunda ilk olarak Prof. Dr. Mustafa Çapar Enstitüler, CHP’nin ileri karakolu ve oy depoları mıydı? sorusuna cevap verirken Mustafa Armağan Köy Enstitülerini kimin kapattığını gösteriyor. Şair-Yazar Yavuz Bülent Bakiler Köy Enstitülerinin öğretmen yetiştirme vaadiyle dolu birer komünist yuvası olduklarını anlatırken Mustafa Özel Köy Enstitülerinden mezun olanların kaleme aldığı romanlarda köyü küçümseyen ve Kemalist rejim için emir eri yetiştiren zihniyeti açığa çıkartıyor. Yazar-Sunucu-Tiyatrocu Mehmet Önder sinemaya da uyarlanan Yılanların Öcü kitabı üzerinden Köy Enstitülerinin perde arkasını gösterirken Mirza Mahmut Demir Milliyetçi-muhafazakâr efkârın Köy Enstitüleri hakkında yazıp çizdiklerine ışık tutuyor. Ayrıca Köy Enstitülerinin “babası” olan İ. Hakkı Tonguç’un oğlu Dr. Engin Tonguç’un “Köy Enstitülerini CHP Yıkmıştı” yazısı ile Müfettiş F. İsfendiyaroğlu’nun Pulur Köy Enstitü-sü’nde komunizm propagandası yapıldığına dair raporunu istifadenize sunuyoruz.
“Köy Enstitüleri Gerçeği” dosyası haricinde Dr. Halim Gençoğlu, Prof. Dr. İsmail Taşpınar, Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, Dr. Ahmet Uçar, Araştırmacı-Yazar Arif Emre Gündüz, Tü-lay Metin, Sanat Tarihçi-Araştırmacı Ali Kılcı, Prof. Dr. Adnan Demircan, Martyn Downer, Doç. Dr. Şefaattin Deniz ve Gazeteci, Araştırmacı-Yazar Mehmet Poyraz gibi araştırmacı, ya-zar ve akademisyenlerden oluşan birçok kişi de birbirinden kıymetli yazılar kaleme aldı.
Ayrıca Derin Tarih, Arif Oruç’un çıkartmış olduğu ve 1931 Matbuat Kanunu ile kapatılan Yarın gazetesinden bir derlemeyi sizlerle buluşturuyor. Derin Tarih, halkın sefalet içerisinde yaşamaktan intihar ettiği haberlere, millî ekonomik kalkınma için kaplumbağa ihraç ettiğimize, laik eğitim siste-minden hissesini alan ve Hıristiyan olan bu milletin evlatlarına, ve daha nice yazılara değin yasakla-nan bir gazeteden Cumhuriyet Devri’nin içtimaî, iktisadî, siyasî sahnelerine bir lahza ışık tutan bu eseri sizlere hediye ediyor. Mustafa Armağan’ın hazırladığı Son Muhalif Arif Oruç’un Yarın Gaze-tesinde 1930’ların Silinen Tarihi adlı eser bütün okurlara armağan ediliyor.
Derin Tarih, bütün bildiklerinizi unutturacak bilgiler ışığında devam ediyor…
.
DEĞERLERİNE YABANCI NESİLLERİN MEMBAI: Köy enstitüleri gerçeği
23 Aralık 2018 02:00
A -
A +
DOÇ. DR. MUSTAFA ŞEKER
mseker@yildiz.edu.tr
Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi
Son zamanlarda ülkemizde eğitim üzerine yapılan çalışmalar ve yapıcı tartışmalar işin üzerine ciddiyetle gidildiğini göstermektedir. Bu süreçte özellikle eğitimin tepe noktasında yer alan yöneticilerin sözleri ve yaklaşımları da bazı belirsizlikleri ortadan kaldırmayı amaçlasa da maalesef yeterli olamamaktadır. Mesela köy enstitüleri konusunda yapılan bazı açıklamalar, toplumda kafa karışıklıklarına sebebiyet vermiş acaba bu konuda geçmişte yapılan hatalar yine mi tekrarlanacak endişeleri tedirginlik uyandırmıştır. (Bu konuda yakın zamanda Babıali Kültür Yayıncılık bünyesinde çıkan “Değer Sizseniz Değer Sizsiniz” adlı kitabımızda eğitimcilerin kafalarındaki suallere cevap aranmaya çalışılmıştı.) Bu kadar kafa karışıklığı varken köy enstitülerine karşı çıkanların da ve destekleyenlerin de mevzuyu tam olarak idrak edemedikleri görülmektedir. Öyleyse köy enstitüleri hakikatte nedir? İnsan yetiştirmek için kurulmuş gerçek bir eğitim yuvası mıydı, yoksa binlerce yıllık geçmişi olan bir milletin kültür zenginliğinin altını oyan bir kurum muydu? Gelin bu mevzuyu bilinmeyen bazı gerçekler ışığında derinlemesine tetkik edelim.
Batı dünyasında, eğitim sahasında yaptığı çalışmalarla meşhur olmuş ancak ruhu ve vicdanı tok başarılı insanlar yetiştirmeyi tam olarak becerememiş eğitim anlayışlarının babası John Dewey, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türkiye’ye davet edildi. Dewey’in kafasındaki anlayış, millî eğitimimizi dizayn edenlerin yıllarca hayalini kurduğu sistemle tam olarak örtüşüyordu. Bu yüzden hiçbir fedakârlıktan kaçınmamak gerekiyordu. Hazırlanan raporlara göre eğitim programları oluşturuluyor ama bu programları hayata geçirecek eğitim kadrolarının yokluğu yeni arayışlara yönelmeyi mecburî kılıyordu. Artık yeterdi! Ne pahasına olursa olsun bu fikir hayata geçirilmeliydi. Gerekirse geçmişi bir çırpıda silmeye bile razıydılar ki zaten kafalarındakini hayata geçirmek için bu elzemdi. Yüzlerce yıllık dili değiştirilmiş bir milleti en fazla bir nesil sonra cahil bırakmak hiç problem olmayacaktı ki babalarından ve dedelerinden kalma eserleri bile okuyamayan bir toplumu artık istedikleri kalıba sokmak hiç zor gelmeyecekti. Bu sebeple, Latin alfabesine geçişten iki yıl sonra yani 1930’lu yıllara dayandırılan istatistiklere göre, okuryazarlık oranının çok düşük olduğu, halkın zaten Osmanlıdan cahil geldiği propagandası sürekli dillendiriliyor, yazılı basın ve neşriyatta da bu konu sıklıkla işleniyor, ayrıca insanların bu yalana inanması için hiçbir fedakârlıktan kaçınılmıyordu. Bu yalan propagandalar arasında köy enstitüleri hızla hayata geçirildi.
Önce 40 çocuk, Eskişehir Çifteler Köy Enstitüsü’nde eğitime alındı. Bu çocuklar burada okuyacak ve kendi köylerine öğretmen olarak döneceklerdi. Fakirlik sebebiyle kendi çocuklarından bile vazgeçmiş ailelere “Çocuğunuzu bedava okutup bir meslek sahibi yapacağız” diyerek yaklaşan profesyonel pedagoglar, öncelikle bu çocuklarla yaptıkları mülâkatlarda, onlarda var olan zekâ pırıltılarını da göz önünde bulundurarak kime nasıl yaklaşacaklarının yol haritasını çoktan çizmişlerdi. Kesinlikle hiçbir şey tesadüfe bırakılamazdı. Zaten bunların tamamı 40 çocuktu. Bu çocuklara ek olarak vatanî görevlerini onbaşı ve çavuş olarak yapan askerlerden de yardım alınmış, bu askerler yetiştirilerek köylerine öğretmen olarak gönderilmişti. Fakat 1 yıl sonra bu askerlerden istenilen verim elde edilemedi. Daha geniş çerçeveli bir program geliştirmenin gerekliliğine inanılıyor ve memleketin farklı yerlerinde okul açmak suretiyle çıtayı yükseltmenin mecburiyeti sürekli dillendiriliyordu. Bekledikleri siyasi destek de zaten hemen arkalarında dikilivermişti. Bu sebeple ülkenin farklı bölgelerinden 21 okulla işe devam edildi. Bu okulların özellikle kolay ulaşılabilirlik noktasında, demir yolu istasyonlarına yakın yerlerde kurulması tavsiye edilmişti. Öğrenciler sabahları davullu zurnalı oyunlarla yataktan kaldırılıyor, sonra okul avlusunda toplanan çocuklarla halaylar çekiliyor, ziraat marşı ile derslere giriliyordu… “Biz ulusal varlığın temeliyiz köküyüz
Biz yurdun öz sahibi efendisi köylüyüz.”
Dersler çeşitliydi. Derse ilk önce okuma saati ile başlanıyor, geri kalan zamanın %50’si ortaöğretim derslerine, özellikle de iş eğitimine ayrılıyordu. Kalan derslerin %25’i uygulamalı tarım derslerine, %25’i de teknik derslere ayrılmıştı. Teknik dersler olarak marangozluk, demircilik, tornacılık gibi meslekler öğretiliyordu. Kız öğrencilere de biçki-dikiş, el sanatları vb. dersler veriliyordu. Hatta ülkenin farklı yerlerinde o bölgenin ekonomik yapısına uygun balıkçılık ve arıcılık gibi faaliyetler de yapılıyordu. Buraya kadar her şey tamamdı. Fakat yolunda gitmeyen bazı şeyler vardı. Çocuklar mutsuzdu ve çocukların sosyal problemleri katlanarak çoğalıyordu. Ayrıca bu ülkenin dokusuna uygun olmayan düşünce ve hayat tarzları talebeler arasında kolay kabul görüyor, yüzlerce yıllık millî/manevi birikim sahibi bu milletin çocukları bir şeyin açlığını çekiyordu. Bu sıkıntıları, programı hazırlayanlar çok iyi biliyordu. Fakat program yapıcıların hedefi ve amacı da doğma/gericilik diye tabir ettikleri bu millete ait yüzlerce yıllık; millî, manevi, tarihî, kültürel değerlerin tekrar canlanmamak üzere kökünden kazınıp bir çırpıda sökülüp atılması ve sonrasında da toprağa gömülmesi değil miydi? Çünkü program incelendiğinde, bu değerlere istenilen ve olması gereken seviyede yer verilmiyordu. Bu eksiklikler; kimliksiz, ruhu boş, millî/manevi hassasiyetleri törpülenmiş, ecdadının yüzlerce yıllık mirasına ve değerlerine mesafeli nesiller yetişmesine sebep oluyordu. Bu adımlar, binlerce yıllık tarihî/kültürel geçmişe sahip körpe dimağların sert ve dondurucu kuzey rüzgârlarının (Komünizm vb.) olumsuz tesirlerine açık hâle getirilmesine, özellikle de bu topraklara ait olmayan zararlı fikirlerin/anlayışların çocukların benliğine kolayca sirayet etmesine imkân veriyordu. Zira bu kurumların kapanmasına sebep olan şey “Okullarda komünistlik propagandası yapılıyor!” söylemleri olmuştur ki aslında bu okullarda ders planları ve programları çerçevesinde resmî bir komünizm propagandası yapılmıyordu. Sadece bütün bunlar; ruhu, millî ve manevi mayalarla yoğrulmamış, tarihine, kültürüne ve değerlerine olması gerektiği gibi hizmet edemeyen yürürlükteki müfredat programlarının dış fikir akımlarının saldırısı karşısında talebeleri etkisiz, sahipsiz, savunmasız ve manevrasız bırakmasının bir tezahürüydü. Bununla birlikte bu müfredat programında ve programa paralel hazırlanan ders kitaplarında toplumun dinî konulardaki hassas sinir uçlarına dokunulmuş, mukaddes değerler yozlaştırılarak bunlarla alay edilmiş, âyet-i kerîmelerin vahiylerden değil Hazreti Peygamber’in sözlerinden ibaret olduğu, Hicret’in bir “kaçış” olduğu anlatılmıştı. Bunlara ek olarak, okullarda ve ders kitaplarında Latin ve Grek kültürünün öğretilmesine ağırlık verilirken tarihî konular kapsamında, Türklerin İslâmiyet’i kabulüyle gerçekleştirdiği eşsiz medeniyetin kurucuları olan Karahanlı, Gazneli, Tolunoğlu, Akşid, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetleri hakkında sanki hiç yaşamamışlar gibi bir yaklaşımın sergilenmesi, bu konulara sadece üstünkörü değinilmesi, Türk tarihi olarak sadece “İslâmiyet öncesi Türk Tarihi”nden kısaca bahsedilmesi, insanı değerli kılan ahlak, erdem, adâb-ı muaşeret gibi konuların neredeyse hiç ele alınmaması sadece birkaç örnektir. Ayrıca bu dönemde, karşısında düğme ilikledikleri dünya klasik eserleri devlet bütçesinden yapılan desteklerle tercüme edilirken aynı saygının kendi öz kültürüne ait eserlere yeterli ve olması gerektiği miktarda gösterilmemesi dikkatlerden kaçmamıştır. Bu durum, milletin vicdanında “ret” gören bu eğitim anlayışının bir müddet sonra kendi kendine sistem dışına itilmesine ve “vicdanî ret”in de tesiriyle terk edilmesine sebep olmuştur. Tabii ki bu okullardan mezun olan öğrenciler, buharlaşıp yok olmamışlardır. Köylere gidip kendilerine aşılanan sıkı pozitivist anlayışlarla bu milletin çocuklarına öğretmenlik yapmaya başlamışlar, “çağdaşlaşmak” adı altında toplumun millî, manevi, insani ve kültürel değerlerini gücü yettiği derecede canla başla törpülemeye gayret etmişlerdi. Buna mukabil büyük ölçüde başarılı da olmuşlardır. Zira eğitimin sürekliliği ve tesirlerinin öğretmenler eliyle körpe dimağlar üzerinden nesilden nesile taşınabilme özelliği sebebiyle bu zihniyet; bugün, beraber yaşadığı toplumun değerleriyle çatışmayı ve karşı duruş sergilemeyi meziyet kabul eden entelektüel kılıf giydirilmiş kimseler yetiştirmiştir. Ayrıca bu anlayışın bıraktığı izler, yakın zamana kadar toplumun, eğitimi gereksiz görmek gibi algısal manadaki mesafeli duruşunun da sebebi olabilir.
Millet ile arasına mesafe koyan hiçbir kimse veya oluşumun başarılı olma şansı yoktur. Köy enstitüleri de Müslüman-Türk milletinin yüzlerce yıllık millî, manevi, tarihî ve kültürel birikimini yok saymanın bedelini ağır ödemiş, bu anlayışın arkasında bıraktığı pozitivist izler, kökü derinlerde olan bu milletin vicdanına çarparak yenilgiye uğramıştır. Aynı zamanda kültürüyle barışık olmayan bir anlayışın, insanın ruhu ve maneviyatıyla yoğrulmadan hayata geçirilmeye çalışılması hâlinde bu köklü/asil milletin vicdanında nasıl ret göreceğine, bundan sonra ütopyalara kapılarak kalkışılacak benzer teşebbüslerin de aynı şekilde hüsranla sonuçlanacağına bir delildir ki bu milletin bu tür hayallerle boşa harcayacağı zamanı kalmamıştır. Ayrıca insani değerler açısından önem arz eden hususları göz ardı ederek geliştirilecek programlar ve anlayışlar, geçmişinde ders almış duyarlı bir milletin vicdanında daha fazla hayat sahası bulamayacağı gibi bundan sonra hatada gereksiz ısrar da kaybolan zaman ve emek olarak karşılık bulacaktır. Öyle ki kaybolan bu kıymetleri, tekrar geri getirmek hiçbir şekilde mümkün olamayacaktır..
.
Köy Enstitüleri çağ dışında kalan kuruluşlardı
27 Nisan 2009 01:00
A -
A +
Köy Enstitüleri üzerine bildiklerimi yazsam, bu sütun ebadında 40 sütun bile kâfi gelmez. Köy Enstitüleri gerici bir zihniyetle kurulmuşlardı. Mezunlarına imkân ve fırsat eşitliği tanınmıyordu. Mezunlar, 20 yıl köyde kalmak mecburiyetindeydiler. Enstitüler, önce CHP tarafından frenlenmeseydi, sonra DP tarafından islah edilmeseydi, milletimiz, devletimiz için büyük felâketlere yol açabilirlerdi. Özdemir İnce'ye göre: "Birtakım kimseler, ağızdan dolma bilgilerle Köy Enstitülerini karalamakta onların komünizm yuvaları olduğunu söylemektedirler" Breh! Breh! Breh! Bu konuda, enstitülerin fikir babalarından İsmail Hakkı Tonguç'un oğlu Engin Tonguç'un açıklaması şöyle: "Köy Enstitüleri sistemi başlıbaşına, ne bir okuma-yazma kampanyası, ne bir öğretmen yetiştirme çabası, ne bir köy kalkınması sorunu idi. Temel amacı bakımından, tarihsel koşulların hazırladığı bir olanaktan yararlanarak, iktidara katılıp, elde edilen yürütme gücü ile, emekçi sınıfları bilinçlendirmek ve devrimsel süreci hızlandırmak için girişilmiş bir devrim stratejisi ve taktiği idi." Neymiş efendim? Demek ki Köy Enstitüleri öyle köylüye okuma-yazma öğretmek, öğretmen yetiştirmek için kurulmamış. Köy Enstitüleri, işçi sınıfını teşkilatlandırmak, bilinçlendirmek ve en kısa zamanda Marksist devrimi gerçekleştirmek için düzenlenen taktiklermiş. Yine Özdemir İnce'ye göre: "Bir takım kimseler Köy Enstitülerine kara çalıyorlarmış. Enstitülerde din düşmanlığı yapıldığını iddia ediyorlarmış" Adam, herkesi kör, alemi sersem sanarak desteksiz atıp duruyor. Milli Eğitim Bakanlığı Başmüfettişlerinden Fethi İsfendiyaroğlu kılı kırk yararak tuttuğu raporda diyor ki: 1- Enstitülerde, Komünist Manifestosu teksir edilerek dağıtılmıştır. 2- Rus eğitim sistemi övülmüş, enstitülerde de Rus eğitiminin uygulanması istenmiştir. 3- Düziçi Köy Enstitüsünde, bayrağımızdaki ay-yıldız yerine orak-çekiç resmi çizilmiştir. 4- Öğrenciler için düzenlenen konferanslarda denilmiştir ki: "Bugün biz komunizmi kabul etmiyorsak, bu o rejimin kötülüğünden değil, bizim kafamızın geriliğindendir." "Aile kudsiyeti, bir saçmadan başka bir şey değildir. Tabiat, senin karın-benim karım diye bir ayırım yapmamıştır. Bu insan egoizminin ortaya çıkardığı bir şeydir. Bunları bizler ortadan kaldırmalıyız." "Arkadaşlar, köle olarak yaşayan köylüyü kurtarmak bize kalmıştır. Yegâne çare hükümeti devirerek yerine geçmek, komünizmi ilân etmektir." "Köy Enstitüsü dergisinde açıkça zengin düşmanlığı yapılmakta sermaya sahipleri hain olarak gösterilmektedir." Köy Enstitüleri, gerici bir zihniyetle kurulmuşlardı. Enstitü mezunlarına imkân ve fırsat eşitliği tanınmıyordu. Oradan mezun olanlar 20 yıl köylerde kalmak mecburiyetindeydiler. Maaşlarını Özel idareden alıyorlardı. Aylıkları sadece 25 liraydı. DP devrinde Tevfik İleri, Köy Enstitüsü mezunlarına da fırsat ve imkân eşitliği sağladı. İsteyenler köylerde kaldılar. Daha ileri seviyede eğitim almak isteyenler, şehirlerde okudular. Maaşları 105 liraya çıkarıldı. Şehirlere yerleşenler, eğitimde, şöhrette daha çok yükselenler, kendilerine bu imkânı sağlayan DP'ye ve Tevfik İleri'ye düşman kesildiler. Niçin? diyeceksiniz. Komünist oldukları için.
.
Özdemir İnce'nin Köy Enstitüleri
26 Nisan 2009 01:00
A -
A +
Özdemir İnce, Hürriyet gazetesinin Marksist yazarlarından biri. Marksizme dayalı düşüncelerini eğmeden, bükmeden, saklamadan, korkmadan.. açıklayan bir kalem. Marksizm, bütün dünyada iflas etmesine, Sovyet Rusya gümbür gümbür yıkılıp gitmesine rağmen, Özdemir İnce, dâvâsına aşkla bağlı bir adam. Köy Enstitülerinin kuruluşlarının 69. yıldönümleri dolayısiyle, 17 Nisan 2009 tarihli yazısında şu iddialarda, suçlamalarda bulunuyor. Diyor ki: "Köy Enstitüleri düşmanca kapatıldılar" "Ağızdan dolma bilgilerle Köy Enstitüsünü karalayanlar, (Enstitülerin) komünizm yuvaları olduklarını, bir de öğrencilerin ve enstitü yöneticilerinin Mao gibi üniforma giydiklerini ve din düşmanı olarak yetiştirildiklerini sözlerine ekleyeceklerdir." "17 Nisan 1940 yılında kurulan Köy Enstitülerinin amacı, köylerde çalışacak öğretmen önderler yetiştirmekti." "1954 yılında ise, Demokrat Parti, bu güzelim okulları kapattı." Özdemir İnce'nin iddiaları özetle böyle. Peki doğru mu bu iddialar? Hayır! Hiçbiri doğru değil. Yalan! Yalan! Yalan! Evvela hiçbir Köy Enstitüsünün kapısına kilit vurulmadı. Köy Enstitülerinin sadece isimleri ve eğitim-öğretim usülleri değiştirildi. Yani Köy Enstitülerinde Marksist bir eğitim zihniyetine son verildi. 1940 yılında, tahsil çağında bulunan çocuklarımızın %61'i şehirlerde, %19'u, köylerde bulunuyordu. Köylü çocuklarının da eğitim görmeleri için onyedi yerde Köy Enstitüleri kuruldu. Hesaplara göre her yıl bu onyedi enstitüden üçbin öğretmen mezun olacaktı. 15-20 yıl sonra yaklaşık 50 bin öğretmenimiz, 40 bin köyümüzün hem öğretmeni, hem de sağlık memuru, nalbantı, marangozu, tesfiyecisi, çiftçisi, işçisi, öncüsü olacaklardı. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü: "Hayatımın sonuna kadar takib edeceğim tek kuruluş bu Köy Enstitüleridir" demişti. Bu söz, enstitülerin kapılarına, duvarlarına kocaman harflerle yazılmıştı. Ancak İnönü, sözünün arkasında durmadı. Çünkü gördü ki Marksist kişiler, Köy Enstitülerini, komünizmin fideliği haline getirmek için çok ciddi bir gayret içindedirler. Bu münasebetle, meşhur komünistlerimizden: Sabahattin Ali, Behice Boran, Pertev Boratav, Sabahattin Eyüboğlu, Meliha ve Niyazi Berkes gibi kimseler, Hasanoğlan Köy Enstitüsüne giderek Köy çocuklarına komünizmi sevdirmeye çalışmaktadırlar. Enstitü öğrencilerine Yurt ve Dünya, Adımlar, Ant, Pınar, Gün, Ses... gibi Komünizmi öven dergiler dağıtmaktadırlar. Sonra, plânlarıyla ortaya konuldu ki, Ankara'nın burnu dibindeki Hasanoğlan Köy Enstitüsü binası bile, kocaman bir orak şeklinde yapılmıştır. O devâsâ orağın sap kısmı kırmızı kiremitlerle örtülmüş, demir kısmı ise sacla kaplanmıştır. Yani, Hasanoğlan Köy Enstitüsüne havadan bakıldığında, kör gözlere bile kocaman bir Moskof orağı batmaktadır. İsmet İnönü, oynanan sinsi oyunu görünce, Enstitülerin bayraktarlığını yapan Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'i vazifesinden alarak yerine Reşat Şemsettin Sirer'i oturtmuştu. Özdemir İnce'nin kaba-saba yalanlarını yarın da ele alacağım
.
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
XXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXXX
KÖY ENSTİTÜLERİ GERÇEĞİ - II
KÖY ENSTİTÜLERİ GERÇEĞİ - II
Önceki yazımda Cumhuriyet’in gerçekleştirmeye çalıştığı ulus inşasının ve toprak reformunun Köy Enstitülerinin kuruluşu ve kapatılışı sürecinde etkilerini irdelemeye çalışmıştım. Bu yazımda enstitülerin varlığına gösterilen tepkilerin nedenlerini ve kapatılışlarına giden sürecin arka planını kısaca ele almak istiyorum.
Cumhuriyet ilan edilmiş ancak yaratılacak ulusun büyük çoğunluğunu oluşturan Anadolu köylüsüne ulaşılamamıştı. Bu durum kurucu kadroda büyük sıkıntıya neden oluyor, ancak sorun aşılamıyordu. Kurucu kadroda yer alan Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati döneminde (1926-29) gerçekleştirilen bakanlık teşkilatının organize edilmesi, öğretmenliğin tanımlanarak ücretlerin bir sisteme bağlanması, köye öğretmen yetiştirmek üzere Kayseri Zincidere ve Denizli Köy Öğretmen Okullarının açılmasıyla başlayan Cumhuriyet eğitim devrimi süreci onun erken ölümü nedeniyle kesintiye uğramıştı.
Saffet Arıkan’ın 1935 yılında Milli Eğitim Bakanı olarak atanmasına kadar geçen süreçte kayda değer bir ilerleme gerçekleştirilemedi. Saffet Arıkan’ın aynı yıl İsmail Hakkı Tonguç’u vekaleten İlköğretim Genel Müdürlüğüne ataması ile yepyeni bir sürecin başladığına tanık oluyoruz. 1936 yılında Eğitmen Kurslarının açılması sonucu yetiştirilen eğitmenlerle üç yıllık köy okulu uygulamasının başlatılması, Eğitmen Kurslarının bulunduğu dört yer; Kızılçullu (1937), Çifteler (1937), Gölköy (1938), Kepirtepe (1938)’de Köy Öğretmen Okulunun yeniden açılması ve bu okulların 17 Nisan 1940’ta kabul edilen yasa ile Köy Enstitülerine dönüştürülmesi gerçekleştirildi.
Köy Enstitülerinde uygulanan eğitimbilim yöntemini ve kapatılmasına giden süreci incelerken bilgi kirliliğinin önüne geçmek ve konuyu tüm boyutlarıyla tartışabileceğimiz bir zemin oluşturabilmek için bu tarihi süreci göz önünde tutmak gerekiyor. Bu tartışmaların ışığında Köy Enstitüleri pratiğinden yararlanarak günümüze yönelik bir modelin geliştirilmesinin olanaklarına dikkat çekmek istiyorum. Buna ek olarak Köy Enstitüleri sürecinin tüm yönleriyle anlaşılabilmesi için, bu kurumların oluşumuna etki eden iki farklı tarihsel amaç ve yaklaşımdan yola çıkmak gerektiğini düşünüyorum.
Konuyu biraz açarsak, tarihsel yaklaşımlardan birincisi, Cumhuriyet’in Anadolu köylüsüne ulaşmakla ilgili CHP iktidar çevresinin hedefledikleri; ikincisi ise İsmail Hakkı Tonguç’un ve ilerici yurtsever kadroların Anadolu köyünün içten canlandırılmasına yönelik uygulamalarıdır. Bu iki farklı tarihsel yaklaşım zamanla çatışmaya dönecek ve bu süreç önce Köy Enstitülerinde uygulanan kişilik eğitimine dayalı, özgürlükçü, üretici ve demokratik eğitimbilim yönteminin 1946 yılında terk edilmesi ve kurucu kadrolarının tasfiyesiyle (fiilen kapatılma) klasik eğitime dönülecek; 1954 yılında da DP iktidarı tarafından, özelliğini yitirmiş bir kurum olarak hukuken varlığına son verilerek, Köy Enstitüsü ismi tabelalardan silinecek İlköğretmen Okulu adı yazılacaktı…
Köy Enstitülerine ilk yaklaşımın temsilcisi CHP parti ve iktidar yönetimine göre; imparatorluk döneminde asker kaynağı olarak görülen, hayvancılıkla uğraşan, çobanlık ve basit tarım yapan Anadolu köylüsünü üretici çiftçi haline getirmek, köye sadece öğretmen değil, modern tarım yöntemleri öğretecek teknik kadroları yetiştirerek göndermek yeterli olacaktı… İsmail Hakkı Tonguç ve ilerici kadroların amacı ise o güne kadar bir yük hayvanı gibi görülen köylülüğün, Köy Enstitülüler aracılığıyla sosyal ve ekonomik alanda örgütlenerek, politik alana müdahalesinin ve yazgısını değiştirmesinin yolunu açmaktı… Tonguç’a göre Cumhuriyet’in anlamı; imparatorluktaki ezen-ezilen, sömüren-sömürülen sınıfların olmadığı ve devrimin en uygun koşulları oluşturarak yeni insanı yaratmasıydı…
Merkezi iktidar kadrolarına göre, taban olarak değerlendirebileceğimiz köylünün üretici olması, meslek edinmesi, okuma yazma öğrenmesi, basit matematik işlemleri yapması, İstiklal Marşını okuyarak, köy okuluna bayrak asması ve hepsinden önemlisi Cumhuriyete bağlı kalarak devlet kadrolarının talimatlarına uyması yekerliydi...
İmpataorluk döneminden kalan bu zihniyet, tabanın yani halkın devletten istemde bulunmasını, devleti sorgulamasını, devlet büyüklerinin emir ve uygulamalarına karşı gelecek bir bakış açısını geliştirmesini tehlikeli görüyordu… Bu durum Kurtuluş Savaşı yıllarında Sovyetlerden yardım alındığında ve savaşın bu yardımlara bağlı olduğu dönemde dahi Anadolu’da var olmaya çalışan sol, sosyalist, komünist düşünce ve örgütlenmelere hiçbir olanak tanınmaması ve sürekli baskılanmasında karşılığını bulmaktaydı.
Cumhuriyeti kuran kadroların, Kurtuluş Savaşı sonrası demokratik devrimi gerçekleştirememiş olmalarını Anadolu’da yaşanan büyük yok oluşlara da bağlayabiliriz. Burjuvasını kaybeden, yurttaşlarının yarısı yer değiştirmiş Anadolu’da kurucu iradenin işi çok zordur. Öncelikle bir burjuva sınıfının yaratılmaya çalışılması ve kapitalizm gelişirken de geç kalındığı için sınıf inkarı ile toplumun “sınıfsız ve kaynaşmış bir kitle” olduğu ileri sürülmesi bundandı. İzmir İktisat Kongresi bu yolda atılmış önemli bir adımdır…
Eğitim yoluyla toplumsal dönüşümü hedefleyen; eleştiren, sorgulayan, işe ve üretime önem veren, “İş insanın hem miyarı hem mimarıdır.” diyen, “Elimde olsa bütün okulların müfredatına insanın insanı sömürmemesi adlı bir ders koyardım…” diyen ikinci yaklaşım ise zaman içerisinde birinciye yenilmiştir. Ancak burada dikkat etmemiz gereken bir durum var. Devrimci kadrolar nasıl oldu da her yeniliğe direnen Osmanlı artığı gerici güçlerin varlığına karşın, devletin devrimci dönüşümünü sağlamaya çalışacak ortamı buldu?
Burada bir soluk alıp, Köy Enstitülerinin kurulup gelişmesinin İkinci Paylaşım Savaşının tüm şiddetiyle sürdüğü ortam ve koşullarda gerçekleştiğini anımsatmak isterim. Türkiye’nin, emperyalistlerin birbirini boğazladığı İkinci Paylaşım Savaşının dışında kalması ve ülkelerin kendi iç dinamiklerinden yararlanarak kendi lehimize olan işleri yapabilecek kadroları oluşturma fırsatını yakalamasından söz ediyorum. İsmet İnönü’nün Tonguç’tan Köy Enstitülerinin sayısını 20’den 60’a çıkarmasını, ziraat teknisyeni yetiştirilmesini istemesinin tek nedeni savaşın bitimiyle dünyada nasıl bir siyasi harita oluşacağını ve Türkiye’nin rolünün ne olacağını az çok öngörmesinden kaynaklanmaktadır. İnönü’nün Tonguç’a hitaben “Savaş bitince bize bunları yaptırmayacaklar!” biçimindeki yorumu bunun kanıtıdır.
CHP iktidarı ve parti yönetimi; Köy Enstitülerine bir ilköğretim sorunu olarak bakarken, Tonguç ve kadroları enstitü eğitimini sosyal kurtuluş yolunda önemli bir devrimci örgütlenme adımı olarak görüyordu. Bu iki yaklaşımı birbirine karıştırmamak çok önemlidir.
Köy Enstitülerinin en önemli özelliği kurulduğu köyün adıyla anılmasıydı. Bu küçük bir ayrıntı değil bilinçli bir seçimdi… Çünkü, Tonguç’un enstitüleri; yeni insanı kentlerde, Osmanlıdan miras kalan klasik öğretmen okullarında değil, kırsalda, köylerden başlayarak evrensel kültürle halk kültürünün harmanlanmış ortamında yetiştirmeyi, aşağıdan yukarıya örgütlenerek köyün içten canlanmasını sağlamayı ve köylünün eşit yurttaşlar olarak politik yaşamı etkilemesini amaçlıyordu… Enstitülerin bu özelliğiyle, ezilen bir toplumsal sınıfa yönelik örgütlenme girişimi, soğuk savaş döneminde kolayca komünistlikle suçlanmasına yol açtı. Köy Enstitülerinin anti-komünizme malzeme yapılması en ucuz ve kolay yol oldu. Bu bulanık ortamda küçük bir çevre dışında enstitülerin yarattığı ilerici devrimci değerler doğru ele alınamadı…
Kurucu liderin erken ölümü, İkinci Paylaşım Savaşı sonu ile başlayan yeni dönemde, güzel ülkemizin basiretsiz ve teslimiyetçi politikacılar elinde emperyalist batı kampında yer alması bir yana, Sovyet lideri Stalin’in Boğazlar ve Kars’a yönelik akıldışı talepleri de ortamı germiş, anti-komünist propagandaya malzeme vermiştir.
Anadolu insanında, Ulusal Kurtuluş Savaşımıza ve Cumhuriyet döneminde ekonomik kuruculuğa yardımı nedeniyle Sovyetler Birliği’ne duyulan sempatinin belleklerden silinmesi için emperyalist güçlerin yoğun çaba harcaması yanında CHP ve DP’nin birbiriyle anti-komünizm yarışına girişmesi etkili olmuş,tur.
Emperyalizme teslimiyet için hem dışarıda hem içeride birbiriyle uyumlu hareket eden bu anti-komünist karalama kampanyası somut olarak Köy Enstitülerine gelip dayanmış, bu kurumların savunulması komünizmin savunulmasıyla eşdeğer sayılmıştır. Bu sürecin sonucu olarak, CHP’nin 1946 şaibeli seçimiyle başlayan son iktidar döneminde enstitülerin niteliğini belirleyen müfredat programı değiştirilmiş, uygulama dersleri kaldırılmış ve fiilen kapatılmıştır.
Cumhuriyet’in, İkinci Paylaşım Savaşı sonrasında Batı Bloğunda yer almasının, burjuva demokratik devrimi tamamlayamamasının, kendisini destekleyecek temel gücü oluşturan köylülük ve işçi sınıfının desteğini alamamasının veya böyle bir seçeneğe yanaşmamasının sonuçları günümüze ağır bir fatura bırakmıştır.
İmparatorluk döneminden kalan feodal, gerici unsurların tasfiye edilememesi, toplumun tamamına yakın kısmını kontrol eden ancak yeraltına çekilmiş sinsi ve yıkıcı bir çalışma yürüten tarikat ve cemaatlerin inanılmaz esnekliğinin göz ardı edilmesi, kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla dinci örgütlenmelerin denetimde tutulacağı yanılgısı, dış dayatmayla çok partili ama sola kapalı bir rejime geçilmesi ülkeye yıkımdan başka bir şey getirmemiştir.
Üstelik tüm bu çarpık politikaların, piramidin tabanındaki yoksul köylülüğün tek okuma olanağının bulunduğu, köy çocuklarının kendini özgürce ifade edebildiği Köy Enstitüleri düşmanlığı üzerinden yapılması, ulusa, halka, ülkeye ihanet değilse nedir?
Arabamız su kaynatmasa durmayacaktık, o sıcak yaz günü Balıkesir'in Savaştepe ilçesinde. Yola çıkmadan önce arabaya bakım yaptırmış, hararet sorunu olduğunu söylememe rağmen arıza bulamamışlardı.
Dağda su kaynattıktan sonra motorun soğumasını bekleyip ancak Savaştepe'ye kadar gidebilmiştik. Birlikte yolculuk ettiğim eşim ve kızımın da canı sıkkındı. Günlerden pazardı ve her yer tatildi. Sanayi sitesinde arabaya baktıracak birilerini aradık, bulamadık.
Can sıkıntısı ve çaresizlik içinde söylenirken tamirci aradığımızı duyan birileri aracılığıyla tanıştık; Hüseyin amcayla. Elinde küçük bir alet çantası vardı. Yardımcı olmak istediğini söyledi. Motora yaklaştı, sesini dinledi. Kontağı kapatıp tekrar açtı.
Hiçbir yere dokunmadan uzun uzun motoru ve çalışmasını izledi. "motorun soğutma sisteminde sorun görmediğinden" söz etti. Bir süre daha bakındı. Sonra "buldum galiba" diye haykırdı. "Her şey normal görünüyor ve su kaynatıyor ise araba su eksiltiyor demektir. Muhtemelen kalorifer peteği delinmiş, su kaçırıyordur. O takdirde döşemelerin ıslak olmalı" dedi.
Gerçekten de onca uzmanın çalıştığı servisin bulamadığı sorunu kısa sürede görmüştü. Arabanın kalorifer sistemi su kaçırıyor eksilen soğutma suyu yüzünden araba hararet yapıyordu. Kalorifer sistemini devre dışı bırakıp geçici bile olsa su kaçağını önleyip sorunu çözdü, Hüseyin amca.
Teşekkür edip borcumu sordum. Arabanın camındaki tıp armasını gösterdi;
- Doktor musun?
- Evet.
- Bizim hanımın yıllardır geçmeyen ağrıları var. Gelip bakarsan ödeşiriz. Ben de hanıma doktor götürmüş, gönlünü almış olurum. Hem de çayımızı içer soluklanırsınız.
Hep beraber, Hüseyin amcanın evine gittik. Tek katlı bahçeli şirin bir evdi. Hanımının şikayetlerini dinleyip, muayene ettim. Çoğu yaşlılığa ve menapoza bağlı yakınmaları için tavsiyelerde bulunup iki de ilaç yazdım.
Kadıncağızın yüzü güldü. Teşekkür etti. Çay hazırlamak için izin istedi. Bu arada ilkokul çağındaki kızım boş durmuyor odaları karıştırıyordu. Bir şey kırıp dökmesin diye yanına gittiğimde evin bir odasının duvarlarının kitapla dolu olduğunu gördüm. Şaşkınlığım daha da artmıştı.
Muhabbet ilerleyince, tamirci sandığım Hüseyin amcanın gerçekte emekli ilkokul öğretmeni olduğunu 39 yıl devlet hizmetinde Ege'nin köylerinde çalışıp emekli olduktan sonra Savaştepe'ye yerleştiğini anlattı.
Çocuklarının okuyup büyük şehre gittiğini burada hanımıyla baş başa yaşadığından dem vurdu. - Neden buraya yerleştin?
- Ben okumayı, yazmayı, hayatı burada öğrendim. Sizler bilmezsiniz, unutuldu gitti. Ben Savaştepe köy enstitüsünün ilk mezunlarındanım. Hasan Ali Yücel maarif vekili iken ilk köy enstitüsü burada açıldı. Burada öğrendim ben hayatı, bir şeyler öğretmenin nasıl mutluluk verdiğini. Ayrılamadım buralardan.
- Peki bu tamircilik işi nereden çıktı?
- Dedim ya, bilmezsiniz sizler, köy enstitüsü mezunu olmanın ne demek olduğunu? O zamanın okulları sanırsınız. Halbuki orada bu toprağın çocuklarına okuma yazmanın yanı sıra çiftçiliği, hayvancılığı, inşaat yapmayı, yemek yapmayı, bozulanları tamir etmeyi, örgü örmeyi hatta az buçuk hekimlik yapmayı bile öğrettiler. Hayatı öğrendik ve öğretmen olup hayatı öğrettik çocuklara.
- Yani elinizden çok iş geliyor.
- Köy enstitülerinde bilmeyi, öğrenmeyi, düşünmeyi soru sormayı, aklını kullanmayı öğretiyorlardı. Zaten bu yüzden yaşatmadılar ya... Bu arada çaylar geldi. Çayın yanında ekmek peynir ve zeytinden oluşan kahvaltı da hazırlamıştı Hüseyin amcanın hanımı. Emekli olduktan sonra zeytinciliğe başladığını sofradaki zeytinin de kendi ürünleri olduğundan söz etti.
- Zeytinin hikmetini bilir misin? Meyveleri ile karnımızı doyurmuş, yağını çıkarmışız. Kandillerde yakıp aydınlanmışız, odunu ile ısınmışız. Giderek ona benzemişiz.
- Nasıl yani?
- İnsan da doğanın meyvesi değil mi? Sofradaki zeytin çanağından aldığı zeytini ışığa doğru tutup;
- Doğup büyüdüğünde zeytin tanesi gibi acı, yeşil bir meyve insan. Çoğunu sıkıp yağını çıkarıp posasını da sabun yapıyoruz. Yani heba olup gidiyor. Bir kısmını sofralık ayırıyor selede tuza yatırıp acı suyunu atmasını buruşup bu hale gelmesini sağlıyoruz. Veya salamura yapıp olduğundan daha şişkin gösterişli hale getiriyoruz. İnsanlara da böyle yapmıyor muyuz? Okullarda okutup okutup hayata hazırladığımızı sanıyor ya şişiriyor ya da buruşturup atıyoruz insanları.
"Sizin köy enstitülerinde yaptığınız da böyle bir şey değil miydi" diye soracak oldum. Hanımına baktı gülüştüler.
- Hurma zeytini bilir misin?
- Bilmem. Hiç duymadım.
- Ege'nin bazı yerlerinde olur. Ağaç aynı ağaçtır ama her yıl kasım ayı sonu gibi denizden karaya esen rüzgar ile zeytin ağaçlarına bir mantar bulaşır. Bu mantar zeytinin terini giderir, acısını dalında alır. Dalında olgunlaşır zeytinler. Toplandığında yemeğe hazırdır anlayacağın.
- Eeee.
- Köy enstitüleri de böyleydi. Dalında olgunlaşan zeytinler gibi insanları oldukları yerde yetiştirmeye, onların bilgilerini de diğer insanlara bulaştırmayı amaçlamıştı. Doğup büyüdüğü ortamda olgunlaştırıyorlardı, insanı. Hayata hazırlıyorlardı.
Sustuğumu görünce. Hanımından boşalan bardakları doldurmasını rica etti.
"İşte bu yüzden, öğrendiklerimin zekatını vermek, zeytinin terini hatırlatmak için buradayım, doktorcuğum, unutulsun istemiyorum" dedi.
Kitaplığından çıkardığı iki kitabı kızıma hediye etti. Vedalaştık. Arkamızdan bir tas su döküp, uğurladılar. (Alıntı)
Mutlu bir hafta sonu...
SON SÖZ: İnsan, sadece halkçıyım, devletçiyim, milliyetçiyim, devrimciyim, laikim demekle bu sıfatları kazanmış olmaz. Bunu işle, hareketle, eser yaratmak suretiyle göstermek, ispat etmek gerekir. İSMAİL HAKKI TONGUÇ
.
Köy Enstitüleri’nin 'bilinmek istenmeyen' gerçekleri
ugün Köy Enstitüleri’ni fazla iyi niyetle sadece bir eğitim meselesi olarak görenlerin, meselenin arka planında yatan gerçeğin sınıfsal hakimiyeti tahkim etmek olduğunu bilmeleri gerekir.
UMUT KURUÇ
“Elimde olsaydı tüm dünya okullarına insanın insanı sömürmemesi diye bir ders koyardım…”
İsmail Hakkı Tonguç
Bugün Köy Enstitüleri’ni fazla iyi niyetle sadece bir eğitim meselesi olarak görenlerin, meselenin arka planında yatan gerçeğin sınıfsal hakimiyeti tahkim etmek olduğunu bilmeleri gerekir.
Bu yazı Köy Enstitüleri’nin eğitim niteliğine değil, söz konusu aydınlanma hamlesinin tam da bu sınıfsal gerçekliğe oturan temeline değinmeye çalışacaktır.
1923 Cumhuriyeti yüzde 80’i yoksul köylü olan bir coğrafyada kurulmuştur. Bu köylü nüfusun çok büyük bir bölümü büyük toprak sahibinin toprağında ortakçı, yarıcı ve/veya ameledir, okuma yazma oranı sıfıra yakındır. Tarım iptidaidir. Büyük toprak sahibi aynı zamanda köyün de sahibi ve hayatın belirleyicisi, yönetenidir. Güç mülkiyete dayalıdır.
Kurulan Cumhuriyet, modern kapitalist bir ulus devlet olmayı hedefler. Bunun için sınıfsal çelişkileri geri plana iterek, “geri kalmışlıktan elbirliği ile çıkmak” gerekir.
Ancak, Kurtuluş Savaşı esas olarak Anadolu topraklarındaki köylüler ve işçilerin seferberliği ile kazanılmıştır. Toprak sahipleri ve tüccar gibi üst sınıflar ise 1945 yılının başında “Çiftçiye Toprak Dağıtılması ve Çiftçi Ocakları Kurulması” hakkındaki yasa tasarısı görüşmelerinde “Acaba bu adamları (büyük toprak sahipleri) ortadan kaldırmak memleketin inkişafı için faydalı mıdır, dedim, o da değil… O adamlardır ki, milli mücadelenin ilk günlerinden beri Garp Cephesi Kumandanı 100 vagon buğday verin der, yetiştirir; Etem gelir 200 vagon ister, onu da yetiştirir. Hani muhterem bakanımızın tasfiyeye layıktır dediği o ağalar yok mu, işte onu bunlar yaptı. Oğlunu askere gönderdi, binlerce vagon zahireyi, yüzbinlerce lirayı Hükümet yok iken Garp Cephesi Kumandanının emrine gönderdi” (Emin Sazak, Eskişehir Milletvekili) sözleriyle hesabını soracakları desteği vermiştir.
Bu koşullarda “geri kalmışlıktan elbirliği ile çıkmak” ne derece gerçekçidir? Ya da geri kalmışlıktan çıkış kimlerin çıkışıyla sonuçlanacaktır?
Kuruluşun başından itibaren “Köylüler ülkesinin Milli Mücadelede seferber olan büyük kitlesi (köylüler) ekonomik olarak güçsüzdür ve siyaset zeminine erişebilme kapasitesinden yoksundur. Toprak sahipleri, eşraf, tüccar ve (varsa) küçük sanayi erbabı ise ekonomik gücün sahipleridir ve siyasete ‘sıfırdan’ değil, fiilen bir adım önde başlama avantajına sahiptir. ‘Geri kalmışlığı aşma’yı kendi anlayışlarına aykırı olmamak üzere kabul edeceklerdir.” (Bilsay Kuruç, Prof Dr. Tuncer Bulutay’a Armağan Mülkiyeliler Birliği Yayınları, 2015 Ankara, “Cumhuriyet ve Toprak” s. 242.)
1924 yılında çıkan Köy Kanunu, aynı yılın anayasası ile güvence altına alınan büyük toprak sahiplerinin mülkiyeti de göz önünde bulundurulduğunda, gerçeklikten soyutlanmıştır. Yoksul köylünün yaşamında, üretim koşullarında ve var olan güç ilişkilerinde herhangi bir değişiklik getirmez. 1. Meclis Yozgat Milletvekili Süleyman Sırrı İçöz’ün TBMM Tutanak Dergisi’nde yer alan aktarımı bunun gerekçesini açıklar niteliktedir: “İlk Meclis’te köy kanunu müzakere edilirken bendeniz dışarıya çıkmıştım. Dışarıda –Allah rahmet eylesin- Beypazarlı Çayırlıoğlu Hilmi Bey vardı. İçeride ne konuşuyorsunuz diye sordu. Köy kanunun konuşuyoruz dedim. Maksat nedir, dedi. Latife olsun diye, maksat senin gibi mütegallibenin elinden köylüyü kurtarmaktır, dedim. Bana cevap verdi, dedi ki; kurtaramazsınız. Değil mi ki, köylü çuvalını alıp benim ambara geliyor, değil mi ki bana akıl danışıyor, kurtaramazsınız. Köylü çuvalını alıp ambarıma gelmezse, bana akıl danışmazsa, o zaman mütegallibenin elinden kurtulur.”
1927, 1929, 1933, 1936 yılları toprak ve mülkiyet üzerine reform girişimleri adımlarının atılmaya çalışıldığı, CHP içerisinde ise özellikle 1930’larla birlikte Cumhuriyet’in yönünü belirleyecek gerilim ve çatışmanın iyice açığa çıktığı dönemdir.
1930’lar krizi, nüfusun yüzde 80’ini oluşturan büyük çoğunluğu topraksız köylünün daha da yoksullaşmasını getirir.
Cumhuriyet’in “üreten köylü milletin efendisidir” sloganıyla, yoksul köylüyü çiftçiye, yani üreticiye dönüştürme hedefi bu tarihe kadar zengin toprak sahiplerinin destek almasının ötesine geçememiştir. Büyük toprak sahipleri mülkiyet ve gücü kaybetmek istemez. Onların zenginleşmesi topraksızların artmasıyla, tarımda ise verimin artmamasıyla sonuçlanmıştır.
Modern kapitalist bir ulus devlet olan Cumhuriyet’in geri kalmışlıktan çıkışının bir ayağı olan sanayideki kalkınma, tarımda söz konusu değildir. 18 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti’nin 15 milyonu köydedir, büyük kısmı topraksızdır, yoksuldur ve yoksundur.
1936 yılına gelindiğinde tarım politikası toprak dağıtımı ve yeni bir köy düzenlemesi ile birlikte ele alınacaktır. Ancak sınıf çelişkilerinin geri plana itildiği koşullarda “ekonomik olarak güçsüz ve siyaset zeminine erişebilme kapasitesinden yoksun olanların” ekonomik gücü elinde tutan ve siyasette temsiliyete sahip olanlar karşısında ne kadar olanağı vardır?
Egemen olan zihniyet “Fabrikaya amele lazım olduğu gibi, toprağı işlemeye de amele lazımdır. (…) Müslümanlık, mülkiyeti bir akide-i diniye (dini kural) olarak kabul ettiği için, bizde ve bütün Müslüman memleketlerinde herkes mülk sahibi olabilir ve alıp satabilir.” (Halil Menteşe) sözleriyle Cumhuriyet’in bundan sonra yol alacağı zemini tarif etmektedir. 1940’ların ikinci yarısında bu zemin açık seçik ortaya çıkacaktır.
1930’ların ikinci yarısına gelinmiştir. Tarım politikasının geliştirilebilmesi, ekonomik olarak köye girmeyi gerektirir. Bunun için ise yeni bir örgütlenme, bu örgütlenmeyi sağlayabilecek bir aydınlanma hamlesi gereklidir. 1937’de köy eğitmenleri yasası ile başlayan süreç 17 Nisan 1940’ta “Köy Enstitüleri Teşkili (Kurulması)” hakkındaki yasayla tamamlanacaktır.
Köy Enstitüleri Kanunu’nun birinci maddesi “Köy öğretmeni ve köye yarayan diğer meslek erbabını yetiştirmek üzere ziraat işlerinde elverişli arazisi bulunan yerlerde, Maarif Vekilliğince köy enstitüleri açılır.” demektedir.
Üçüncü maddesi de asıl meselenin sadece dışarıdan “köy-lü eğitimi” ya da “köye öğretmen yetiştirmek” olmadığını, bunun “kendi potansiyelini keşfederek, kendini farklı bir yapıya dönüştürme iradesi kazanma süreci” (Bilsay Kuruç, Prof Dr. Tuncer Bulutay’a Armağan Mülkiyeliler Birliği Yayınları, 2015 Ankara, “Cumhuriyet ve Toprak” s. 261) olduğunun ipucunu verir: “Enstitülere tam devreli köy ilkokullarını bitirmiş sıhhatli ve müstaid (uygun yetenekte) köylü çocuklar seçilerek alınırlar. Enstitülerin tahsil müddeti en az beş yıldır.”
Bir diğer önemli nokta ise yasanın, enstitülerin adeta birer tarım işletmesi gibi donatılmasını öngörmesidir.
Elbette yasa tasarısı, tarihin gösterdiği şekilde egemenlerin sınıfsal ve siyasi temsilcilerince dirençle karşılanır. TBMM’deki görüşmeler sırasında bu isimlerden Kâzım Karabekir, enstitülere yalnızca köy çocuklarının alınmasının ülkede kentli-köylü ayırımını doğuracağını öne sürerek, tasarıya ilişkin korkusunu ” …Parti programında sınıf ayırımı yok diyoruz ama onu elimizle yaratıyoruz… Biz şehir ve köy çocuklarını birbirleriyle kaynaştıracak yerde bir safiyeti fikriye ile ayırırsak sonra acaba bu köylere başka taraflardan yapılacak telkinlerle günün birinde biz bu şehirlilerin karşısında başka fikirlerle onları mücehhez bulmaz mıyız?” sözleriyle dile getirir.
17 Nisan 1940 günü yapılan son oylamada 426 milletvekilinden aralarında Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü’nün de bulunduğu 148’i oylamaya katılmazken tasarı 278 oyla kabul edilerek yasalaşır. Katılmayanların gerekçeleri açıktır: Yeni bir toplumsal sınıfın sahneye çıkması…
1924’e kadar oluşmuş olan ve 1924’ten sonra da büyük toprak sahipleri lehine süren yapının değişip dönüşmesi mümkün olacak mıdır?
İsmail Hakkı Tonguç’un “(…) Toprakla insan, vatandaşla iş, servetle vatandaş arasındaki ilişkiler ahenkli bir şekilde kurulmayacak olursa, genel hayatın akışına yol açan bütün kanallar tıkalı kalmaya mahkûmdur… Verimli topraklarımızın çoğu bunları işletemeyen veya bu vasıta ile köylüleri sömürenlerin elindedir. Cumhuriyetin çözmeye zorunlu olduğu en büyük iş toprak sorunudur… Suların sahipliği sorunu da tıpkı toprak işi gibi mutlaka devletin el koyarak çözmesi gereken ulusal davalarımızdandır…” sözleriyle ortaya koyduğu esas sorun toprak sorunudur ve çözülebilmesinin en önemli ayaklarından biri de aydınlanmadır. İşte, Köy Enstitüleri’nin bu zevat için bir kabus olmasının esas nedeni de budur.
1942 yılında, bu adım yeni bir hamleyle bütünlenir: “Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Kanunu”… Böylece, köyü de içine alan, merkezinde kadın ve erkeğin birlikte çalışarak inşa edeceği okulun/enstitünün yer aldığı, köyleri enstitülerin yönetim alanı şeklinde örgütleyen ve okulun/enstitünün öncülüğünde kurulacak üretim ve tüketim kooperatifleri ile bunların birliğinin, kooperatifler birliğinin bulunduğu bir mekanizma.
Bu örgütlenme, 1942 yasasının özellikle 49 ve 68. maddeleriyle birlikte bambaşka bir toplumsal yaşamın değerler sistemini getirebilecek kapasitededir.
Bununla birlikte Köy Enstitülerine dönük karalama kampanyaları başlar. 1945 ve sonrasında bu yıpratma kampanyaları doruk noktasına ulaşacaktır. Nedeni açıktır: Bu aydınlanma hamlesine eşlik edecek olan toprak mülkiyetinde ve tarımsal üretimde değişiklik öngören: “Çiftçiye Toprak Dağıtılması ve Çiftçi Ocakları Kurulması hakkında kanun tasarısı”… Buna göre toprak mülkiyetinde 4 kategori öngörülür. 1. Küçük arazi (en fazla 30 dönüm), 2. Çiftçi Ocağı arazisi (30 ile 500 dönüm arası), 3. Orta arazi (500 ile 5000 dönüm arası), 4. Büyük arazi (5000 dönümden büyük ve sadece devlete/devlet iktisadi teşekküllerine ait).
Buna göre büyük toprak sahiplerinin mülkiyetleri sınırlandırılırken, üreten köylüyü ortaya çıkaracak ve hangi toprakta çalışıyorsa oradan mülkiyet devri gerçekleşecek olan araziler Çiftçi Ocakları olarak yaygınlaşacaktır: “Toprak işleyenin” olacaktır. Üç yıl boyunca toprağı işlemeyenin, çiftçilik yapmayanın arazileri kamulaştırılarak Çiftçi Ocağı’na devredilecektir.
1940 ve ardından 1942 ile başlayan eğitim, aydınlanma ve yeni bir örgütlenme olan Köy Enstitüleri ile birlikte 1945’te üretim ve mülkiyetteki dönüşümü öngören bu tasarının eşlik ettiği hamle elbette ekonomik gücü ve siyasi temsiliyeti elinde bulunduranlar için kabul edilemez bir tablodur.
Tasarı TBMM’de görüşülürken, aleyhte konuşanların Cumhuriyet’ten ne murad ettikleri açık seçik ortadadır: “Türkler Mal mülk sahibi olmakta hudutlu değillerdir. İstediği kadar mal sahibi olur. Türkiye hürriyet esasını kabul eden, sosyalist olmayan bir rejim sahibidir. Türkiye’nin devletçiliği milletin teşebbüsü şahsisi yetmiyecek işleri yapmak maksadına matuf (amacına yönelik) bir devletçiliktir. (…) Memlekette mal hürriyetinin takyit edilmesi (sınırlandırılması) lazımdır, devletin bunları takyit etmesi gerekir diye, bizde böyle bir sistem yoktur. (…) Anayasanın hükmü açıktır. Yani, Türkler, Türk cemiyeti mülkiyetçi ve hürriyetçi bir cemiyettir. Zaten bir cemiyetin sosyalistlik esasından ayrılmasını ilmen (bilimsel olarak) tarif ederken iki nokta gözönüne getirilir. Bunlardan birisi mülkiyet, ikincisi de hürriyettir. Bir vatandaş dilediği kadar mülk sahibi olabilir, servet sahibi olabilir. Bunun hududu yoktur. Evvela hukuki cepheden, çiftçi diye bir sınıf vücuda getiriyoruz. Böyle bir sınıf vücuda getirilmesi bizim hukuki bünyemize uygun mudur? (…) Memlekette bir sınıf şuurunun teessüsü (bilincinin oluşması) memleketin muhtaç olduğu umumi muvazeneyi (dengeyi), yani siyasi muvazeneyi yarın ihlal edebilir.” (Feridun Fikri Düşünsel, Bingöl Milletvekili)
“Artık kiralamamak, toprakta bu suretle iştirak kabul etmemek şeklinde ziraat amelesini tamamen ortadan kaldırmak, toprağı bizzat işletmek esasları, toprağı kökünden kamulaştırmak gibi Sovyet toprak rejimini vasıflandıran farikalardır (belirgin özelliklerdir). Bu tamamen oradan alınmıştır.” (Adnan Menderes, Aydın Milletvekili)
“Biz tasarrufta tahdidi (kullanımda sınırı) kabul edecek olursak, bu tahdidi bütün servet tecellilerinde (servetin ve onun her kullanım yerinde) de kabul etmek lazımdır. O zaman bunun ismine demokrasi demezler. Siz bilirsiniz başka bir şey derler.” (Atıf Bayındır, İstanbul Milletvekili)
Görüşmelerdeki bu yaklaşım, Kurtuluş Savaşı’ndan hesap sormaya varan tutuma kadar gidecek, çoğunluğun “çekimser” kalmasıyla yasa tasarısı tamamen değiştirilerek “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu” adıyla ekonomik gücü ve siyasi temsiliyeti elinde bulunduranların öngördüğü biçimde bambaşka bir içeriğe bürünecektir. Bu haliyle 11 Haziran 1945 tarihinde kabul edilir.
Diğer yandan, aynı cephe tarafından 1942’de Köy Enstitülerine dönük olarak başlatılan yıpratma kampanyası, 1945 ve 1946’da emperyalizmin anti-komünizm siyasetinden de güç alarak daha büyük saldırılarla sürer.
7 Ocak 1946’da Menderes, Köprülü, Koraltan ve Bayar tarafından kurulan Demokrat Parti’nin seçim kampanyalarındaki hedef Köy Enstitüleri’dir. Enstitüler, ahlaksızlık, komünistlik yuvası propagandasıyla saldırıya uğrarken CHP’den ses çıkmaz.
1946 yılında, Nihal Atsız’ın örgütlediği ve DP İstanbul İl Başkanı Kenan Öner tarafından hukuki alanda, komünistleri, Köy Enstitülerini, köy çocuğu ve Enstitü çıkışlı köy öğretmenlerini koruduğu gerekçesiyle sürdürülen saldırılar karşısında CHP tarafından da yalnız bırakılan Hasan Ali Yücel, Milli Eğitim Bakanlığı’ndan istifa eder.
Yerine, İsmail Hakkı Tonguç’a “Senin de çocuklarının da belini kıracağım.” diye bağırabilecek kadar aydınlanma düşmanı Reşat Şemsettin Sirer getirilir. Aynı yıl İsmail Hakkı Tonguç görevden alınır ve Talim Terbiye Kurulu üyeliğine getirilir.
1937 ve 1939 yıllarında Saffet Arıkan‘ın, ardından Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığı ve İsmail Hakkı Tonguç‘un ilköğretim Müdürlüğü ile 1940 ve 1942 yıllarında serpilip büyüyen ve ete kemiğe bürünen Köy Enstitüleri fiilen bitmiştir artık. Gerici Sirer’in “(…) bu sistem 1946-47 ders yılı başından itibaren terk olunmuştur.” sözleri ise bu fiili durumu resmiyete döken ifadedir. 1954 yılında aynı şahıs tarafından kapatılır.
Mülkiyet sorunu, üretim süreci ve aydınlanma hamlesinin bir bütün olduğu, ancak, kapitalizm koşullarında kaçınılmaz olarak sınırları olduğu Köy Enstitüleri ve Cumhuriyet’in toprak reformu girişiminin hüsranla sonuçlanmasında açıkça görülmektedir.
1923 Cumhuriyeti, karşı devrim sürecine 1945 ile birlikte girmiştir. Sermaye düzeninin egemenliği, gericileşmeyi hızlandırmış, sömürüyü büyütmüştür. Gericilik, hızla emekçi kitleleri teslim alan bir aygıt haline gelmiştir.
Türkiye örneğinde 1950’lerle birlikte, gericilikle kuşatılmış ve üretemeyen, topraksız, ortakçı, yarıcı, maraba köylü, kentlere göç ederken, sermayenin ucuz ve niteliksiz işgücü haline gelmiştir.
O gün ekonomik gücü ve siyasi temsiliyeti ellerinde bulunduranlar, bugün yaşadığımız Türkiye’nin de egemenleridir. Ekonomik gücü ellerinde tutarken, yine ve hala siyasi alanı, toplumsal yaşamı belirlemeye devam ediyorlar.
Dolayısıyla, söz konusu Köy Enstitüleri olduğunda, geçmişin beş yıllık dönemine içlenerek ağıt yakmaktansa, aslında o gün kaçınılmaz olarak başlayan karşı devrim sürecini görmek, bu süreçten çıkışın ise ancak ve ancak kapitalizmin mülkiyet, üretim ve kültürel bağlarından kurtulmakla, sınıfsal bir kurtuluşla mümkün olacağını bilmek gerekir.
Bunu belki de en yalın haliyle o yıllarda İsmail Hakkı Tonguç söylemiştir: “Demokrasinin iki çeşidi vardır. Biri zor ve gerçek olan, öbürü de kolayı, oyun olanı. Topraksızı topraklandırmadan, işçinin durumunu sağlama bağlamadan, halkı esaslı bir eğitimden geçirmeden olmaz birincisi, köklü değişiklik ister. Bu zor ama gerçek demokrasidir. İkincisi kâğıt ve sandık demokrasisidir. Okuma yazma bilsin bilmesin; toprağı, işi olsun olmasın, demagojiyle serseme çevrilen halk, bir sandığa elindeki kağıdı atar. Böylece kendi kendini yönetmiş sayılır. Bu oyundur, kolaydır. Amerika bu demokrasiyi yayıyor işte. Biz de demokrasinin kolayını seçtik. Çok şeyler göreceğiz daha…” Seçkin Özsoy, Türkiye’den Bir Eğitim Ütopyacısı: İsmail Hakkı Tonguç (1893-1960)
Dün yine Köy Enstitüleri’yle ilgili, Demokrat Parti ve Menderes’i suçlayan tweetler atıldı. Tweet atanlar, muhtemelen Atatürk’ten geçinmeli tarihi çarpıtmak için çırpınan esnafın tekinin uydurduğu bilgilerden, kibarca söyleyeyim, etkilenenlerdi.
Köy Enstitüleri gibi bir kurumun gerçek tarihini bilmeden yöneltilen suçlamaların asıl amacı, Menderes’i kötülemek değil, gerçeklerin üzerini örtme çabasıdır.
Köy Enstitülerinin temeli Atatürk’ün son Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan (10.6.1935-28.12.1938) döneminde atıldı. İsmail Hakkı Tonguç’u Saffet Arıkan göreve getirmişti. Önce bazı deneme ve girişimlerden ve ara düzenlemelerden sonra 3803 sayılı Köy Enstitüleri Kanunu, Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığı döneminde 17 Nisan 1940’da çıkartıldı. Kısaca, Köy Enstitüleri bir Atatürk devrimiydi. İlk dönemlerde Milli Şef İnönü de, desteklemek bir tarafa bağrına basıyordu. Hatta, İnönü 25 Ağustos 1941’de Samsun’da şöyle demişti: “Öğretmenler ve enstitü müdürleri Türk köyünün geleceğini sağlam temellere istinad etmek için aşk ile çalışıyorlar.”
Köy Enstitüleri’nin kaderi 1945-50 arasındaki “karşı devrim” yıllarında belirlendi. İnönü ilk iş olarak Hasan Ali Yücel’i istifaya zorladı. Yücel, 5 Aralık 1946’da istifa etti. Yücel, CHP içerisinde saldırılara uğradı, partisi onu yalnız bıraktı. İsmail Hakkı Tonguç da görevden alınarak, önce Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu’na üye olarak atandı, daha sonra, 2 Nisan 1949’da resim–iş öğretmeni yapıldı.
İnönü’nün bakan yaptığı Reşat Şemsettin Sirer’den beklenen, Köy Enstititüleri’ni, Köy Enstitüsü olmaktan çıkartmaktı. Bu görevi başarıyla yaptığını ifade edelim.
İnönü, Atatürk’le yıldızı barışmayanları, onun devrimci davasına ayak uyduramayanları hatta ona ihanet edenleri, kırgınlıkları ortadan kaldırmak için yeniden etkin görevlere getirmişti. Dönemin TBMM Başkanı Kazım Karabekir, CHP iktidarının son başbakanı olacak ve gericiliğe en büyük ödünleri verecek olan Şemsettin Günaltay ve Feridun Fikri Düşünsel ile Kemal Cemal 1946 seçimlerinden sonra Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nü denetlemeye geldiler. Geliş amaçları denetlemek değil, adeta öğretmenleri ve öğrencileri terslemekti.
Bir ara Meclis başkanı seslendi, “dinlediklerimiz iyi güzel de bir de Hakkı Tonguç marşınız varmış sizin, şimdi onu söyleyin” Salon durgunlaştı, kimse böyle bir marşı hatırlamıyordu, herkes birbirine bakıp kaldı. Başkan tekrar sordu; “Canım, içinde köylü efendimiz filan lafları geçiyormuş”. Eğitimbaşı Hürrem Arman bağırdı: “Ziraat marşı çocuklar, ziraat marşı” Ölüyü bile canlandıracak güçlü bir ses yükseldi salondan. Atatürk’ün adının geçtiği bir yerde yerinden fırladı Karabekir, “kesin yeter” dedi.
Sonra Köy Enstitülerine karşı acımasız kıyım başladı. Önce Enstitülerin yöneticileri ve öğretmenlerinin yeri değiştirildi, 200 öğrenci okuldan uzaklaştırılıp, ailelerine tazminat davası açıldı.
9.4.1947’de Köy enstitüsü yönetiminde öğrencilerinin söz sahibi olmalarına son verildi.
9.5.1947’de, Enstitülerde kız ve erkek öğrenciler ayrıldı, karma eğitime son verildi.
20.5.1947’de, Köy Enstitüleri kitaplıklarında sakıncalı kitaplar ayıklandı, yakıldı.
4.9.1947’de, Yüksek Köy Enstitüsü kapatıldı.
Karşı devrime baş eğmeyen Köy Enstitülerinin fikir babası devrimci Saffet Arıkan neden intihar etti?
Arıkan, Çanakkale’de savaşmış bir kurmay yüzbaşıydı. Kurtuluş savaşının kritik günlerinde Moskova’da askeri ataşe olarak görev yaptı. 1923’de milletvekili oldu. 1925-31 döneminde CHP genel sekreterliği görevinde bulundu. Milli eğitim bakanlığı görevi sona erdikten sonra Hitler Almanya’sında büyükelçi oldu.
Berlin Büyükelçiliği görevinden döndükten sonra, Tonguç onu bir gün Hasanoğlan Köy enstitüsüne götürdü. 1945’in son pazar günüydü. Tongüç, ona onun başlattığı atılımların ne kadar geliştiğini göstermek istiyordu. Arıkan gördüklerinden çok duygulandı, öğrencilerle konuştu, konser dinledi. Bu sırada ilginç bir şey oldu. Enstitüyü gezmeye gelmiş bir Amerikalı gazeteci grubuyla karşılaştı. “Yankee’ler buraya da mı burunlarını soktular” diye sordu.
Arıkan oldukça duygusal bir kişiydi. İsmail Hakkı Tonguç onun aynı zamanda yakın dostuydu, yakından tanıyordu. İsmail Hakkı Tonguç’un oğlu Engin Tonguç, Arıkan’ın ölümünü şöyle anlatıyordu:
“1947 yılı sonlarıydı, bir sabah erkenden babamı aradılar. Acele çıkıp gitti, daha sonra bize Arıkan’ın ölüm haberini bildirdiklerini, ona gittiğini, Arıkan’ı yatağında cansız yatarken gördüğünü, yatağın yayındaki masada bazı ilaç kutuları ve bir kağıt üzerine çizilmiş bir mezar resmi bulunduğunu” söylemişti.
Tablo tipik bir intihar tablosuydu.
Ne var ki gazeteler, Arıkan’ın ölümünü kalp krizi olarak verdiler.
Ancak, Fahir Giritlioğlu, CHP’nin Atatürk’ün çizgisinden sapması karşısında, Arıkan’ın İnönü ile tartıştıklarını, buna üzülen Arıkan’ın intihar ettiğini şöyle belirtmektedir. “Eski genel sekreterlerden rahmetli Saffet Arıkan İnönü’ye, Partiyi Atatürk’ten böyle mi aldınız, Partiyi ne hale getirdiniz demiş ve sert bir karşılık aldığı için o gece intihar etmişti.”
Arıkan öldüğü gün, CHP’nin 7. Büyük Kurultayı sürmekteydi. Hani Özdemir İnce’nin, Milli görüşün ve mevcut AKP iktidarının temellerinin atıldığını belirttiği Kurultay var ya işe o 7. Kurultay.
İnönü’nün defterine düştüğü not ise sadece 2 kelimeydi, “Arıkan’ın ölümü”.
O dönem gazetelerin, basımevlerinin sopa ve balyozlarla basıldığı, yerle bir edildiği, Genelkurmay Başkanı Kazım Orbay’ın oğlunun adam öldürmekten hüküm giydiği, Kazım Orbay’ın bu nedenle görevden alındığı, Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın bu olay yüzünden kendisini öldürdüğü, gazetecilerin ve yazarların cezaevlerine konulduğu, Sebahattin Ali cinayeti ve Saffet Arıkan’ın intiharı… İşte çok partili düzene geçisin kapkaranlık öbür yüzlerinden birkaç kesit..
Evet, doğru Demokrat Parti ve Menderes, 27 Ocak 1954’de 6234 sayılı yasayla Köy Enstitüleri’nin yıkıntılarına da son verdi. Evet, Köy Enstitüleri’ni Menderes kapattı, dilediğiniz gibi küfredebilirsiniz ama Köy Enstitüleri denilince Saffet Arıkan’ı anmadan geçmeyiniz. Büyük haksızlık etmiş olursunuz.
(Yazının ilk iki ve son paragrafı bana aittir. Yazı, Prof.Dr. Çetin Yetkin’in, Karşı Devrim 1945-50 isimli kitabının ilgili bölümlerinden kısaltılarak alınmıştır.)
Not: Bu yazı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır.
Bundan 84 yıl önce 17 Nisan 1940 yılında kabul edilen 3803 sayılı kanunla kurulan Köy Enstitüleri her yıl hatırlanıyor, anmalar yapılıyor. Köy Enstitüsü davası Cumhuriyet Devrimleri bağlamında değerlendirilecek bir kurtuluş mücadelesiydi. Birilerinin sandığı gibi ne salt bir eğitim girişimiydi ne de birilerinin eleştirdiği gibi köylerin şehirlerden soyutlanmasını sağlayacak hayattan kopuk bir tasarımdı. Bu nedenle Köy Enstitüleri konusuna girdiğinizde tarihin en can alıcı yönlerini anlatan olaylarıyla karşılaşırsınız. Bu öylesine bir dönemdir ki, tarihin kahramanları üstlendikleri görevlerle dönemin ruhunu size yansıtırlar. Geleceği dokuyan sihirli elleriyle size örnek olacak izler bırakırlar. Köy Enstitüleri merkezine bireyin oturtulduğu bir kurtuluş davasıdır. Adının köyle eşleşmiş olması ait olduğu dönemin üretim biçimlerinin karakteriyle bir anlam kazanır, ancak ileriye açılan bir gözle baktığınızda bu özellikler ülke insanını daha özgür, güçlü ve egemen kılacak özgünlüğü ile sizi zamanın ötesine taşır. Köy Enstitülerinin hala örnek teşkil edecek girişimler olduğunu konuşuyor, tartışıyorsak, bu onun ruhundaki sağlam ilkeler, yaratıcı yaklaşımlardandır.
Köy Enstitüsü deyince diğer önemli mesele Köy Enstitülerinin kapanışına yol açan nedenlerin doğru bilinmesidir. Çünkü bu konuya girdiğinizde bu kez ekilmek istenen tohumların yeşermesini engelleyen koşullarla yüzleşmek zorunda kalırız. Bunlar bilinmeden Köy Enstitüleri deneyimindeki başarısızlığın nedenlerini doğru kavramak zorlaşır. Tarihi doğru kavradığınızda ise bugün takılıp kaldığınız yerden kurtulmanız kolaylaşır. Tarih bugüne bakışımızı da belirler. Bu nedenle Köy Enstitüleri üzerine yazmaya başladığınızda aslında ülke tarihi hakkında konuşursunuz.
Bu girişten sonra okuyacaklarınıza 1946 yılına dönerek başlamak istiyorum. Bu yıl tarihimizde önemli bir kırılma anıdır: 1945 baharında Almanya'nın teslim olması ile başlayan sona gelişle İkinci Dünya Savaşının, dünyanın büyük bölümünü ilgilendiren kısmı bitmiştir. Barışa doğru bir adımdır bu ama dünyanın iki rakip, hatta düşman diyebileceğimiz kampa ayrılmasıyla sonuçlanmıştır. Bir yanda başında ABD'nin bulunduğu serbest girişimci Batılı güçler, diğer yanda ise savaşın kazanılmasında önemli pay sahibi olan, Batıyla birlikte savaşmış Komünist blokun temsilcisi Sovyetler Birliği bulunmaktadır. Bu olgunlaşan yeni şartlar dış politika alanında ülkeyi kritik bir eşiğe getirir ve Türkiye önemli bir tercihte bulunarak ait olduğu ve güveneceği bloğu Batı olarak seçer. Bu sırada Yunanistan'da merkezi güçlerle Komünist Demokratik Ordu arasında iç savaş süregitmektedir.
Gelelim ikinci kırılmaya: Ülkede Tek Parti dönemi kapanır ve serbestiyetçi, muhafazakar, dindar kesimlerin desteğini almış toprak zenginlerine ve kapitalist güçlere dayanan Demokrat Parti, CHP'den koparak siyasi hayatta çok partili rejime geçilmesini sağlar. İkinci Dünya Harbi'nin sona ermesinden ABD'nin önderliğinde alınan kararlarda otoriter rejimlere yönelik eleştirilerden Türkiye'deki Tek Parti rejimi de nasibini alır. İsmet İnönü, savaş sonrasının ekonomik sıkıntıları ve iktidarda kalabilmenin çaresizlikleri içindendir ve kendi partisi içindeki muhafazakarların da isteklerine boyun eğmek zorundadır. Partide, ilerici, Kemalist çevrelere karşı sesleri savaş sonrası yükselen, kendilerini Anadolucu olarak tanıtan gruptan gelen eleştirilerin ağırlığı artmıştır. İşte bu kesimler dünyada ve ülkede esen yeni rüzgarlardan cesaret alarak İnönü'ye baskılarını yoğunlaştırırlar.
Bu kişiler Hasan Ali Yücel'in Milli Eğitim Bakanlığından, İsmail Hakkı Tonguç'un radikal söylemlerinden rahatsızdırlar ve bu ikisine karşı bir süredir kararlı bir muhalefet hareketi başlatmışlardır. Buradan şu sonucu rahatlıkla çıkartabiliriz: Köy Enstitülerinin ilkelerine ve yöntemlerine karşı çıkışlar önce CHP içinde filizlenmiş ve özgünlüğünü kaybedeceği öğretmen okullarına dönüşme süreci bu kesimlerce başlatılmıştır.
Demokrat partinin güçlenerek çıktığı 1950 seçimlerinden sonra Köy Enstitülerini tamamen kapatmasına kadar geçen sürede CHP'de yerlerini sağlama almış çevreler paylarına düşen görevi başarıyla tamamlamışlardır. Anadolucu diye geçen bu grup önce Hasan Ali Yücel'in bakanlıktan ayrılmasını sağlar. Yeni Milli Eğitim Bakanı Şemsettin Sirer Tonguç'a başından beri karşı duran bir kişidir. Bu konuda Sirer'in yanına aldığı destekçisi ise yine el üstünde tutulan başka bir eğitimci olan Halil Fikret Kanat’tır. Adeta Tonguç'un yapmaya çalıştıklarını engellemek üzere bir karşı tez savunucusu olarak kaşımıza çıkar Kanat. Yazdığı kitabı Milliyet İdeali ve Topyekün Milli Terbiye adını taşımaktadır ve Anadolucu grup tarafından hayranlıkla karşılanmıştır. Aslında yapılmak istenen Almanya'da Nasyonal Sosyalizm artığı görüşlerin tekrarından başka bir şey değildir. Amerikalı araştırmacı Kirby yazdığı kitabında (Türkiye'de Köy Enstitüleri, Fay Kirby,1962) onun eğitim konularında kullandığı bütün kavramların Nazi fikirlerinden esinlenmiş olduğunu söyler. Örneğin, yazdığı kitabın adında geçen "Topyekün" ifadesinin bile bir Nazi dili olduğunu hatırlatır. Kanat ve dolayısıyla Milli Eğitim Bakanı Sirer, Nasyonal Sosyalizmden beslenen bir eğitim modelinin peşinden giderler ancak insanları yanıltacak şekilde kullandıkları kavramları Kemalizm ile bağdaştırarak farklılıklarının üstünü örtmeye çalışırlar. İşte Köy Enstitülerinden rahatsızlık duyanların zihniyetleri böyle kişilerce temsil edilmekte ve bu zamanın siyasi dengeleri açısından kabul görmektedir.
1943 yılında yapılan İkinci Maarif Şurası Kemalist ilericilerle onlara karşı çıkan Anadolucu görüşten yana olanlar arasındaki çekişmelere sahne olur. Anadolucular Türkçülüğe sahip çakarlarken aslında Hasan Ali Yücel'in savunduğu çağdaş, ilerici fikirleri ırkçı bir inkarla çürütmeye çalışırlar. O yıllarda Sovyet Rusya topraklarında ilerleyen Almanya ordusunun zaferleri gözlerini büyülemiştir. Almanya'nın başarısı savaş yılları boyunca Türkiye'de ırkçı çevrelerin hayranlığı ile karşılık bulacaktır. Sovyetlerin mağlubiyetini görme sevinci ülke içindeki komünistleri ezme arzusunu kamçılar. İnönü döneminde başarılı bir dış politika ile içerdeki beklentilerin tersine Almanya yanında savaşa girmeyerek çok doğru hareket etmiştir ama içerde Köy Enstitüleri gibi Atatürk döneminin devamı sayılacak devrim niteliğindeki adımları tehdit olarak kabul eden kesimlere de göz yumulmuştur.
Fakat Avrupa'da savaşın bitmesine yakın zamanlarda Sovyet cephesinde Türkiye'yi ilgilendiren bir tavır değişikliği olur. Elbette bu Sovyetler Birliği'nin savaş sonrası kendisini düşünerek almak istediği bir güç mevzilenmesinden kaynaklanan bir karardır: 1945 yılının Mart ayında Sovyet yönetimi 1925 yılında imzalanmış olan Türk Sovyet tarafsızlık ve saldırmazlık paktını yenilemeyeceğini Türkiye'ye bildirir. Hatta bununla yetinmeyerek Kars ve Ardahan üzerinde yeni isteklerde bulunur, Türkiye'nin egemenlik hakları için hayati önemi olan Montrö anlaşmasının gözden geçirilmesini ister. Japonları attığı atom bombasıyla dize getiren ABD askeri üstünlüğünü kanıtlamıştır, buna karşılık Sovyetler Birliği Doğu Avrupa’da kendine bağlı devletler kurarak bir tampon bölge oluşturur. Bütün bu gelişmeler ABD'nin komünist bloku kendisine en tehlikeli düşman olarak görmesine yol açar ve bu tür hesapların sonucunda Truman Doktrini ilan edilir. Başkan Truman 1947 Mart ayında açıkladığı doktrini açıklar. Buna göre ABD, komünizm baskısı altında bulunan devletlere askeri ve mali yardımda bulunacaktır. Burada kastedilen iki ülke, Türkiye ve Yunanistan'dır. Türkiye'ye 100 milyon, Yunanistan'a 300 milyon dolar yardım yapılır.
Sovyetler Birliği'nden gelen istekler son derece ürkütücüdür. Kars ve Ardahan'dan sonra Boğazlar’da askeri üs kurulması da istenince İnönü ABD’den askeri destek ister. ABD Truman Doktrini uyarınca bu desteği seve seve vermeye hazırdır. Ancak bunun karşılığında Türkiye'de başlayan çok partili hayatın yerleşmesi için serbest seçimlere dayalı demokratik düzenin yerleşmesi, kalkınma planlarından vazgeçilmesi, Köy Enstitüleri gibi komünizmi çağrıştıran uygulamalardan kaçınılması istenir.
İşte Köy Enstitülerini kuruluşunu hazırlayan ihtiyaçlardan yola çıkarak Atatürk'ün yeni bir toplum yaratma ülküsüyle önderlik ettiği eğitim hamlesinin sonunu hazırlayacak gelişmeler savaşın sona ermesiyle başlayan anlattığımız bu olaylarla bağlantılı olarak yaşanır.
Çok partili hayata geçişten sonra CHP içinde artık muhafazakar kanadın sesi daha güçlü çıkar. Bu güçlenme 1960 yılına kadar devam edecektir. Köy Enstitülerine sahip çıkan kurucu rol oynamış ilerici aydınlara yönelmiş bir tasfiye süreci başlar. Partinin lideri olarak İsmet İnönü bu gelişmelere engel olamayacaktır, daha doğrusu suskun kalmayı siyasetin kuralları gereği tercih edecektir. Oysa aynı İnönü çok partili yapıya geçerken Demokrat Partiyi kuran çevrelerle eğitim seferberliğinin devam edeceğinin güvencesini ister. Celal Bayar bu isteğe karşılık, "Bilakis buna devam edeceğiz," yanıtını verir. İkinci soru dinle ilgilidir ve İnönü, "Dinle oynayacak mısınız? diye sorduğunda aldığı cevap "Hayır, laiklik dinsizlik demek değildir" olacaktır.
Öte yandan çok partili hayata geçişle birlikte ülkede demokratik özgürlükler üzerinde baskıların artmaya başladığını da görürüz. Güçlenmek isteyen sol muhalefeti susturmaya yönelik baskılar bu yeni dönemde her iki partiyi serbestlik konusunda aynı çizgide buluşturacaktır. Karşılarındaki muhalefeti sindirmek için iki partide aynı görüşler hakimdir. Sonuçta Vatan ve Tan gazeteleri kapatılacak, işçi hareketlerini destekleyen sol aydınlar tutuklanacaklardır. Görüldüğü gibi iki parti de "güdük bir demokrasi" oyunun sürdürme konusunda tam bir işbirliği içindedirler.
Köy Enstitülerinin kurulmasına sahip çıkan Hasan Ali Yücel ve bu hareketin fikir babası olan İsmail Hakkı Tonguç artık hedef tahtasına oturtulmuşlardır. İlk yapılacak iş köy enstitüleri kurucu ve yöneticilerini işbaşından uzaklaştırmaktır. İlk önce 5 Ağustos 1946'da Hasan Ali Yücel Milli Eğitim Bakanlığından istifa ederek ayrılır, ardından 21 Eylül 1946 tarihinde Tonguç İlköğretim Genel Müdürlüğünden Talim Terbiye Kurulu Üyeliğine alınır. Fakat bu yeterli görülmez, 2 Nisan 1949’da Ankara Atatürk Lisesi Resim-Elişleri Öğretmenliğine atanır.
Tonguç'a okulda hazırlanmakta olan bir öğrenci piyesi için sahne dekorlarını boyamak görevi verilir. O itiraz etmez ve seve seve bu görevi yerine getirir. Tonguç’un yaşamı boyunca inandığı ilke, her uygulamanın hangi seviyede olursa olsun eşit değerde olmasıdır. Tonguç için önemli olan iştir. İşin her türlüsünü severek yapmaya hazırdır. Elleri boya içinde resimler ve kitaplarla dolu olarak derslere girer, öğrencileri ile kaynaşır. O kibirli öğretmenlere hiç benzemiyordur. Her fırsatı sonuna kadar kullanarak insanlar arasında düşüncelerini yaymayı sağlayacak bir becerisi vardır. Resim İş öğretmenliği yapan Tonguç'la Köy Enstitülerini çoğaltmak için köy köy koşturan Tonguç arasında hiçbir fark yoktur. Bakanlıktakiler onu öğretmen olarak tayin etmekle huzursuz olmuşlardır, sonunda Demokrat Partinin iktidara gelmesinden kısa bir süre önce Kayseri Lisesi resim öğretmenliğine tayin edilir.
Demokrat Parti 14 Mayıs 1950'de büyük farkla seçimi kazanıp iktidara gelince Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri olmuştur. Hemen ardından Tonguç ve daha 8 öğretmen bakanlık emrine alınırlar. Yeni Sabah gazetesinde çıkan haber manşete "Sol temayüllü hocalar bakanlık emrine alındı" yazmakta ve haberin altında Bakan Tevfik İleri’nin demeci verilmektedir: "Bu şahıslar solcu olarak tanınmıştır. Çocuklarımızın zehirlenmesine müsaade edemezdik. Hatta İsmail Hakkı Tonguç’un emekliye ayrılmasına iki ay vardı. Ben onu vekalet emrine almakla efkârı umumiye karşısında solcu olup olmadığının hesabını vermesini münasip gördüm."
Tonguç 5 Aralık 1950’de, Bakanlık, bakanlık emrine alınma nedenini öğrenmek ister ve Danıştay'a başvurur. Açılan karşılıklı davalar 16 Aralık 1954’e kadar sürer. Gerçekte Tonguç’un maddi durumu iyi değildir. Bakanlık emrine alındığı yıllarda yapımında bizzat çalıştığı 25 yıllık küçük bağını ve bağ evini satmak zorunda kalır.
Tonguç 1946 - 1960 yılları arasında devletin güvenlik örgütleri tarafından sürekli olarak takip edilir , hatta oğlu Engin Tonguç yazdığı kitabında (Devrim Açısından Köy Enstitüleri ve Tonguç, Ant Yayınları) aynı soyadı taşıyan bütün yakınlarının izlendiğini anlatır. Bütün hayatı boyunca tek bir olaya karışmamış olan ilk öğretim müfettişi kardeşi bile yıllarca izlenir, oğlu Dr. Engin Tonguç'un uzmanlık eğitimi için yurt dışına çıkması engellenir. Yıllar sonra bile turist olarak yurt dışına çıkmak istediğinde pasaport verilmez. Oğlu pasaport almak için uğraşırken 3 yıl önce ölmüş babasının dosyalarının hala takip edilmekte olduğunu öğrenince adeta isyan edercesine "Babam 3 yıl önce öldü, bunu öğrenip de kayıtlarınıza işleyemediniz mi" demekten kendimi alamaz! Hasan Ali Yücel'in yerine Milli Eğitim Bakanı olan Şemsettin Sirer'in Tonguç’a söylediği "Senin çoluk çocuğunla birlikte belini kıracağım" sözü gerçek olmuştur.
İsmail Hakkı Tonguç ölümünden 12 gün önce 14 yıldır gidemediği Hasanoğlan Köy Enstitüsünü görmeye gider. Bir zamanlar çalılardan geçilmeyen sırtta şimdi ağaçlar yükselmektedir. Enstitüyü dağıtmışlar, ama ağaçları yok edememişlerdir. Orada hayatında iki şeyden pişmanlık duyduğunu söyler. Birisi açtığı Köy Enstitüleri'nin sayısını 20'den 60'a çıkaramamış olmasıdır. Diğeri ise daha fazla kız öğrenciyi okutamamış olmasıdır.
İsmail Hakkı Tonguç 23 Haziran 1960 günü öldü. Oğlunun anlattığına göre, ileride oluşan üzücü olayları göremediği için mutlu ölmüştü...Bianet
.KOY ENSTİTÜLERİ GERÇEK HİKAYESİ. KÖY ENSTİTÜLERİ BÖYLE KATLEDİLDİ!
Yazar Mustafa Ekmekçi: Gerçekte Köy Enstitüleri, onu kuran CHP’nin iktidarında yine onun elleriyle kapatıldı. Demokrat Parti’nin yaptığı sadece bunu, yasallaştırmak olur. İkinci perde, birincisine göre daha kısa sürdü. Fazla tartışma bile olmadı
Köy Enstitüleri böyle katledildi!
MEHMET SAZAK Köy Enstitüsü mezunu
Köy Enstitülerinin kapatılması konusunda, yıllardır ortalıkta bir söylenti dolaşmaktadır: "Kinyas Kartal ve diğer Köy Ağaları toplanmışlar, Menderes'e 'Köy Enstitülerini kapatırsan oyumuz senin' demişler, "Menderes de bu okulları, 27 Ocak 1954 tarihinde kapatmış."
Bu söylentiyi çıkaran, iki dönem CHP Milletvekilliği yapan, 4 Haziran 2013 günü kaybettiğimiz Sabri Tığlı'dır. Bu söylenti, 24 Mayıs 1991 tarihinde ölen Kinyas Kartal'ın ölümünden beş yıl sonra, 27 Temmuz 1996 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde Dursun Kut tarafından yayınlanmıştır. Ne yazık ki, bazı çevreler, bu yayına can simidi gibi sarılmışlar, bu konuda yazılar yazıp, konferanslar verir olmuşlardır...
Bilimsel, sosyal, eğitsel vb. konularda hüküm verebilmek için, konunun özüne inmek, oluşumun belgelerini gözönüne almak gerekir. Köy Enstitüleri, 1946-1948 yılları arasında, dönüşüme uğramış, kazandığı yeni biçimin, adından başka Köy Enstitüsüyle bir ilişkisi kalmamıştır...
DÖNÜŞÜM EVRESİ
İşte Köy Enstitülerinin dönüşüm evreleri:
Köy Enstitülerinin kurucularından, efsane Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel'e, Recep Peker hükümetinde görev verilmediğinden, 5 Ağustos 1946 günü Bakanlığı sona ermiştir.
Köy Enstitülerinin kurucusu, teorisyeni İsmail Hakkı Tonguç 21 Eylül 1946 günü Genel Müdürlükten ayrılmıştır. Bu ayrılışı, Yücel'in yerine getirilen Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer, 19 Kasım 1951 günü toplanan TBMM Köy Enstitüleri gizli oturumunda, şöyle dillendirmiştir: "Biraz evvel ismi telaffuz edilen adam etrafını kandırmıştı. (Tonguç Baba sesleri) Evet Tonguç Baba... Bütün hüsnüniyet sahiplerini, bütün iyiniyet sahiplerini kandırmıştı. Tonguç Baba'yı defederken hiçbir mukavemetle karşılaşmadım..." "500 kişilik kadrodan, 400 kişiyi ayırırken hiçbir taraftan güçlük görmedim. Yardım gördüm."
1947 yılında kuruluşlarından beri uygulanmakta olan, Köy Enstitülerinin üretime dönük izlenceleri yürürlükten kaldırılmış, hazırlanan yeni izlencede, Köy Enstitülerinin ana sistemini oluşturan, öğrencilerin ikinci sınıftan sonra bazı dallarda ustalaşmaları uygulamalarına son verilmiş, gerçek iş yerine, minyatür iş öne çıkarılmıştır. 1947'den önceki Öğretim İzlencesine göre: Erkek öğrenciler, ikinci sınıftan başlayarak, demircilik, marangozluk, yapıcılık kollarında, kızlar ise; biçki-dikiş, örgü ve dokumacılık, ziraat sanatları dallarından birisini seçerek iş derslerinde okul bitinceye değin seçtiği kolda çalışarak ustalaşırlardı.
TÜKETİCİYE DÖNÜŞÜM
Çeşitli Köy Enstitülerinde ve en son Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsünde müdürlük yapan Hürrem Arman, dönüşümü şöyle anlatıyor: "Enstitülerdeki eğitim-öğretim yavaş yavaş düzenin tüketicilerini yetiştiren okullara dönüştürüldü. Enstitülerin, mezunlarıyla ilişkileri kesildi, yani örgüt yok edildi." (Piramidin Tabanı, C:2 s.303.)
1947 sonrasında Köy Enstitüsünde öğrenciydim. 1947 yılında hazırlanan Köy Enstitüleri izlencesinde, haftalık ders saatleri ve buna bağlı olarak, Tarım ve İş derslerinin saatleri de azaltılmıştı. Yeni Bakan Sirer: "Köy Enstitülerinde, hem öğretmen, hem demirci, hem marangoz çıkacak bu bir hayaldir" diyordu... Kalem efendisi kılıklı öğretmen olmamız istendiği için, gerçek iş yapmadık, herhangi bir dalda ustalaştırılmadık. İşliklerde kalasın, demirin ucundan tutarak ustalara yardımcı olduk. Tel büktük, elbise askılığı, çekiç, çanta vb. benzerlerini yaptık. Yani, el becerilerimizi biraz geliştiren minyatür işler yaptık. Gerçek iş olan, kapı, pencere yapmadık. Duvar örmedik. Ustanın yanında harç kardık, tuğla taşıdık. Gerçek Köy Enstitüsünün öğrencileri, kendilerine verilen bir yapının planını toprağa uygular, o yapı için her türlü marangoz, demircilik ve yapı elemanlarını üretir, uygular, yapıyı öngörülen zamanda yaparak kullanıma sunarlardı.
KAPATILMA AŞAMASI
19 Şubat 1947'de değiştirilen Köy Enstitüleri Yönetmeliği’nin 184. Maddesi: Öğrencinin yapmakta serbest olmadığı işler: Enstitü içinde toplantı yapmak, nutuk söylemek, konferans vermek, enstitü dışında toplantı ve gösterilere katılmak, enstitü içinde ve dışında kitap, dergi, broşür, beyanname dağıtmak. Duvarlara ilan yapıştırmak, duvar gazetesi çıkarmak. Özel bir genelgeyle bu eylemlerin denetlenmesi Enstitü müdürlerinden alınarak, MEB'e verilmiştir... (Türkiye'de Köy Enstitüleri, Fay KIRBY, s.354.)
Köy Enstitülerine öğretmen yetiştiren, Yüksek Köy Enstitüsü 27 Kasım 1947'de, eğitmen kursları 28 Haziran 1948'de kapatılmıştır.
10 Eylül 1947 tarihine yayınlanan 5129 sayılı yasaya göre, Köy Enstitüsü çıkışlı öğretmenleri ve sağlık memurları için kamulaştırılmış olan tarım arazileri bedeli karşılığında eski sahiplerine verilecek, tarım ve iş çalışmaları amacıyla, öğretmen ve sağlık memurlarına verilmiş olan, hayvanlar ve diğer demirbaşlar maliye bakanlığına teslim edilecek ve satılacaktır...
1950-1951 öğretim yılında sağlık kolları kapatıldı.
10-11 Haziran 1947'de çıkarılan bir genelgeyle, köy öğretmenleri için, Köy Enstitülerinde 45 günlük bir tamamlayıcı kurs açılıyordu. Amaç, onların bilgi açıklarını kapatma perdesi altında, onlarda yetersizlik duygusu yaratmaya dönük bir işkenceydi.
1944 Kızılçullu Köy Enstitüsü çıkışlı, 94 yaşında Âlim Başaran'ın anılarından: "31 Ekim 1944'te mezun oldum. Ertesi günü Halkalı Köyü’nde göreve başladım. Bana bir demirci atölyesinde gerekli olan her türlü aletle birlikte iki at, bir inek, bir araba verildi. Köy muhtarı da 30 dönüm arazi tahsis etmişti. Biz bu üretim araçlarıyla önemli ekonomik olanaklar elde ettik, para kazandık. 1948'de Köy Enstitüleri programı değiştirilince, Mal Müdürlükleri aracılığıyla bunları bizden geri aldılar." (Öğretmen Dünyası, Nisan 2019, s.31.)
İNÖNÜ'NÜN AÇIKLAMASI
10- İsmet İnönü, Köy Enstitülerinin kapatılmasına giden girişimler konusunda şöyle diyor: "Ben Köy Enstitü düşüncesine inanmışımdır. İnanmış bir insan, sonuna kadar bunu yürütür. İdealizmde, felsefede bu böyledir. Ama ben politikacıyım, uygulayıcıyım. Ben gücüme göre, gücümün var olduğu yerde, gücümü gösterebilirim. Ben bir dahi değilim (....) Ben gücümün bittiği yerde; bir politikacı, bir deneyimli insan olarak bir noktada, onu gelecekte yeniden uygulamak üzere bir noktada dururum..."
Milli Eğitim Bakanı Sirer, 3 Mart 1951 tarihinde Ulus gazetesinde yayınlanan bir yazısında: "Köy Enstitülerinin Öğretmen Okulu haline getirileceği haberinde bir yanlışlık olacak. Çünkü bu Enstitüler, dört yıldan beri birer öğretmen okulundan başka bir şey değillerdir" diyordu...
"Gerçekte Köy Enstitüleri, onu kuran CHP'nin iktidarında yine onun elleriyle kapatılır. Demokrat Partinin yaptığı sadece bunu, yani kapanışı yasallaştırmak olur. İkinci perde, birincisine göre daha kısa sürer. Fazla tartışma bile olmaz." (Mustafa Ekmekçi, Yeni Toplum, Köy Enstitüleri Özel Sayı, 5 Nisan 1976.)
İŞİN ÖZETİ
Yukarıda görüleceği üzere, özellikle kurucu lider İsmet İnönü'nün ve yıkıcı Sirer'in söyledikleri önemle göz önüne alınırsa, Köy Enstitüleri 1946'dan sonra Köy Enstitüsü özelliğini yitirmiştir. Üretme yok, tartışma yok, gazete çıkarma yok, okuma sınırlanmış, kitaplar seçime uğramış, sakıncalı sayılanları başta klasikler olmak üzere yakılmıştır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Mustafa Ekmekçi, çok güzel özetlemiş. 27 Ocak 1954'te 6234 sayılı yasayla yapılan; işlevini yitirmiş, Köy Enstitülerinde asılı duran "Köy Enstitüsü" levhasının indirilerek, yerine: "İlköğretmen Okulu" levhasının asılmasından ibarettir, bu konuda sürdürülen açıklamaların, gerçeği perdelemekten öte bir anlam ve işlevi yoktur. Bilindiği gibi Köy Enstitüleri, ilkokul öğretmeni yetiştirmek üzere 17 Nisan 1940 tarihli ve 3803 sayılı yasa ile açılmış okullardır. Tamamen Türkiye’ye özgü olan bu eğitim projesini 28 Aralık 1938 tarihinde milli eğitim bakanı Hasan Ali YÜCEL ve Genel Md. İsmail Hakkı TONGUÇ yönetmişlerdi. Kapatıldığı 1954 yılına kadar Köy enstitülerinde 1.308 kadın ve 15.943 erkek, toplam 17.251 köy öğretmeni yetişmişti. Bütün -7 bölgede 21 okul- 1954’te kapatılarak “İş için, iş içinde eğitim” uygulamasına son verildi.
“
*****
Demokrat Parti iktidara geldikten sonra 27 OCAK 1954’te çıkarılan kanunla KÖY ENSTİTÜLERİ KAPATILARAK günümüze ve geleceğe ışık saçacak güneşimiz resmen batırıldı.
KÖY ENSTİTÜLERİ KAPATILMASAYDI;
– Fırsat ve olanak eşitliği sağlanırdı.
– Ezberleyen öğrenci değil de okuyan, üreten, düşünen öğrenciler başarılı olurdu.
– Öğrenciler okullarına cep harçlıklarıyla değil emekleriyle “katkı” yaparlardı.
– Demokrasi sadece kitaplardaki tanımlarda değil yaşamın ta içinde olurdu.
– Daha nitelikli öğretmenler yetişirdi.
– Öğrenciler verilenle yetinmez, araştırır, bulur ve tartışırlardı.
– Boş zamanlarını MÜZİK DİNLEYEREK DEĞİL ENSTRÜMAN ÇALARAK;
takım fanatikliği ile değil spor yaparak değerlendirirlerdi.
Biz şu an sadece matematik problemlerini hızlı çözen çocuklar yetiştiriyoruz.
Hepsi bu. Ötesi yok…”
“Köy Enstitülerinin bütün günahı omuzlarıma, sevabı başkalarına olsun. O kurumların günahı bile bana yeter.”
Hasan Ali Yücel
Adnan Menderes Siyasi Hayatı
1946'da Demokrat Parti Kuruldu
Adnan Menderes, 1930 yılında kısa süreli de olsa Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın bir kolunu organize etti. Partinin kendini feshetmesinden sonra ise Cumhuriyet Halk Partisi'ne geçti ve 1931 seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi'nden Aydın milletvekili olarak seçildi. 1945 senesine kadar, TBMM'de komisyon raportörlüğü yaptı. O yıl Saracoğlu Hükümeti'nin gündeme getirdiği Toprak Kanunu tasarısını şiddetle tenkit ederek, komisyondan istifa etti. Partide yaptıkları muhalefetten dolayı, 12 Haziran 1945'te, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü ile birlikte, CHP Disiplin Kurulu tarafından ihraç edildiler. Bu hareketler, Demokrat Parti'nin 7 Ocak 1946'da kurulmasına sebep oldu.
DP İktidarının Tek Başbakanı Oldu
1946 seçimlerinde, Demokrat Parti'den Kütahya milletvekili seçildi. Celal Bayar'dan sonra, partide ikinci adam durumuna geldi. 14 Mayıs 1950 seçimlerinde, DP, oyların 53,5'ini alarak iktidar oldu. On senelik DP iktidarının, tek başbakanı (22 Mayıs 1950 - 27 Mayıs 1960) oldu ve o döneme damgasını vurdu. İktidarı zamanında, 5 hükümet kurdu. Bu on senelik zaman içinde, Türkiye'nin iç ve dış siyasetinde büyük gelişmeler oldu. Sanayileşme ve şehirleşme hamlesi başladı. Köye makine girdi. Ulaşım, enerji, eğitim, sağlık, sigorta ve bankacılık yeniden başladı. Türkiye kalkınma kavramıyla tanıştı.
Serbest Cumhuriyet Fırkası, Cumhuriyet Halk Partisi ve Demokrat Parti'de siyaset yapan Menderes, 27 Mayıs askeri darbesinin ardından, 17 Eylül 1961 tarihinde asılarak idam edildi. Türkiye Büyük Millet Meclisi 1990 yılında çıkardığı yasayla, Menderes ve onunla beraber idam edilenlere itibarlarını iade etti. KÖY ENSTİTÜLERİ ŞİİRİ...
Onlar,
Köy çocuklarıydı.
Kurumuş çalılar gibiydiler bozkırda.
Kavrulmuş ekinler gibiydiler.
Geldiler,
Yalın ayakları
Ve
Yırtık mintanlarıyla geldiler,
Gönen’e, Aksu’ya, Kepirtepe’ye.
Ezilmiş, sömürülmüş, horlanmış
Ve
Unutulmuştular bin yıldır.
Ferhat oldular,
Yardılar İdris Dağını.
Gürül gürül akıttılar suyunu,
Hasanoğlan’a.
Köroğlu oldular,
Kafa tuttular Bolu Beylerine.
Yıktılar saltanatını ağaların.
Tolstoy’u Balzac’ı okudular koyun güderken.
Mozart’ı, Bethoven’i çaldılar dağ başlarında.
Moliere’i, Sophokles’i oynadılar.
Horon teptiler Beşikdüzü’nde kol kola.
Halay çektiler Yıldızeli’nde türkülerle.
Diz vurdular Ortaklar’da efece...
Siz,
Her gece,
Mehtaba çıkarken Heybeli’de,
Onlar,
Duvar ördüler,
Çatı çattılar.
Yıldızlara bakarak yaz geceleri,
Harman yerlerinde yattılar.
Kazma salladılar yorulmadan.
Kerpiç döktüler
Kerpiç.
Sızlanmadılar hiç.
Yakıştı nasırlı ellerine,
Kitap ve çekiç.
Başladı yurt harmanında imece...
Bir gece,
Karanlık inlerinden sinsice,
Brütüsler çıktı ansızın.
Çektiler zehirli hançerlerini,
Vurdular sırtlarından haince...
Çıktı mağaralarından yarasalar,
Çıktı halk düşmanları,
Üşüştü sülükler gibi üstümüze.
Emdiler kanımızı,
Doymadılar.
Yıktılar umudunu Türkiyemin.
Aydınlık bir Türkiye gelir aklıma,
Kalkınmış bir Türkiye gelir,
Köy Enstitüleri denince.
Şiir: Özbek İNCEBAYRAKTAR
.
KÖY ENSTİTÜSÜ MEZUNLARI TÜRKİYEDE GERÇEK BİR KÖY EDEBİYATI YARATTILAR
* Önceki sayıdan devam
bu tarihten sonra bu tür romanlara ve yazarlarına karşı öncelikle Atilla İlhan, Fethi Naci gibi yazarların başlattığı tenkitler getirilmiştir. Türkiye, Türk köyü ve köylüsü değiştiği halde, bu eserlerin yazarları hala otuz sene öncesinin köyünü anlatmaktadırIar. Belirli temalar ve tipler etrafında dolaşırlar. Meseleyi sadece eğitim açısından görmektedirler. Estetik seviyeleri sınırlıdır. Romanın esası olan fert bu eserlerde savsaklanmış, insan münasebetleri geliştirilememiştir, gibi noktalarda yoğunlaşan tenkitler beraberinde uzun tartışmaları da getirmiştir. (Bu tartışmalar için bk. M. Bayrak, «Köy Edebiyatı sorunları üstüne görüşler, eleştiriler, tartışmalar. Öykü der. Ocak-Şubat, 1976.
Fakir Baykurt
Diğer eleştiriler;
Dergahçılar, Fakir Baykutu tanıtırken, şöyle eleştiriyorlar. Aynı yapıt Fakir Baykurt maddesi: "Fakir Baykut, Köy Enstitülüye benimsetilmiş, geçmişinde feodalizm bulunmayan gerçekteki Türk Köyünün dış gerçekleri hariç hiçbir temel özelliğini yansıtmayan, önceden tespit edilmiş bir şemaya göre gelişen, sosyal ve aktüel şartlar içinde yeni suni elemanlar ekleyerek eserler vermiş, Türk Romanı'nda batıcı, laik ve üsttenci bürokrat zihniyetin belli başlı temsilcilerindendir. Şive taklitlerinin zaman zaman okunmaz kıldığı, karikatürize ölçüsünün ve mübelağanın karton kişiler oluşturduğu romanlarında belli bir yazı tecrübesi ile kazandığı klasik olay hikayesi kurmada nispeten başarılı olmuştur" deniyor. Bence çok yersiz ve gülünç bir eleştiri. Önce onlar mektebi bırakıp okuma yazmasını öğrensinler. Oysa Fakir Baykut ve romanları bunların anlayışına ve değerlendirmelerine hiç benzemez. Onlar, rahmetli Mehmet Kaplan'ı bile yanlış taklit etmişler. Onların kendilerine özgü bir değerlendirme biçimleri vardır ve bunun ölçülerine uymayanları hep eleştirirler. Onlar Köy Enstitülerini kalıpçılıkla tenkit eden bir anlayışla yazıyorlar. İşe sadece yüzeysel bir açıdan bakıyorlar. Köy Enstitülü yazarları ve bu yazarların yazın hayatındaki asıl amaçlarını, ulaşmak istedikleri hedeşeri anlayıp kavrayamadıkları için küçümsüyorlar. Oysa Fakir Baykurt, "TIRPAN" adlı yapıtının önsözünde bu konuda şunları yazıyor:
"Çabam, bugüne dek, gerektiği ölçüde ve nitelikte yazılmadığına inandığım köylü yaşayışını, halkçı ve devrimci açıdan yazmayı sürdürmektir. Türkiye toplumunun en ağır hizmetlerini ve üretim işini yapan bu insanların bilincindeki ve bilinç altındaki istekleri, tepkileri ve belli başlı çelişkileri, sanatın gereklerini de göz önünde tutarak, yazmanın bir görev olduğunu her geçen gün biraz daha iyi anlıyorum. Edebiyat, tıpkı eğitim gibi insanlarımızı hayata karşı devrimci tavır ve davranışlı yapmada önemli bilinçlendirme aracıdır. Benim eğitim ve edebiyat çalışmalarımın amacı bu noktada birleşmektir" Baykurt yazmaya devam ediyor ve sanat için ise şunları ekliyor: "Sanatta devrimci tavır, hayatı değiştirme tavrıdır. Kitaplarımız bize ün sağlamaktan, ya da kalıcı olmaktan önce, toplumu devrim yönünde etkilemelidir. Hayatı değiştirme amacına yönelmiş bir sanat, insanın birleşmesine ve bilinçlenmesine yardım eder." diyor.
Zaten köy Enstitülerinin felsefesinde, köydeki sefil hayatı yıkmak, köylünün devamlı sömürülmesini ortadan kaldırmak, aldatılmaktan kurtarmak, hurafeden kaynaklanan uyuşukluklardan kurtarmak, onları her konuda aydınlatmak, ürettiklerini gerçek değerle satmak gibi amaç ve hedeşer verilmiştir. Bu durumları romanlarda aydınlatarak, köylüye yön vermek, onlardan kahramanlar yaratmak ve sıkıştıkları zamanlarda onlara yardımcı olacak rehberleri göstermek tenkit konusu olursa, romanın işlevi ne olacak? Amaç köylüyü aydınlatmak, refaha götürmek değilmidir? Baykurt'la bu ve benzeri konuları yüz yüze saatlerce konuşmuştum. Bu romanlar ve bunlarda yaratılan kahraramanlar aracılığı ile köyün geleneksel tarım teknolojisini daha mükemmel hale getirerek, köyü batının bireyci, laik değer ölçülerine ulaştıracak amaçları kavratmaktan ibaretti. Buna bir örnek verirsek, Talip Apaydın'ın romanlarındaki "Ortakçılar"ın kahramanı bir köy enstitüsü öğrencisidir. "Sarı Traktör"deki öğretmen az sayıdaki konuşmaları ile bazı öğütler verir. "Define"de öğretmenle müfettişin konuşmaları genellikle bir bildiri havasını taşırlar. Behzat Ay ise, ilk romanı olan "Dor Ali" kente göç eden bir köylü ailenin yaşam kavgasını işler. Başaran'da ise, ilk yapıtlarının ekseni okul, Atatürk ve vatan, millet sevgisi ile yenileşme, modernleşme çabalarından oluşmuş bir akış vardır. Bu sevgileri ise gerçek anlamda köye getiren ise köy enstitülüler olacaktır. Bunu da Mahmut Makalın 1950 yılında yayınladığı "Bizim Köy" de görmekteyiz. Bizim Köy, Mahmut Makal'ın köy notları gibidir. Makal ve arkadaşları Köy Enstitülerini bitirip Anadolu'nun köylerine dağılan öğretmenlerin kimisi köy notlarını hikaye, roman, şiir gibi ürünler olarak değerlendirdiler. Bazıları ise bir izlenimler derlemesi şeklinde bıraktı. Mahmut MakaI' ın "Bizim Köy" ü bu ikinci gruba dahildir. Yazar Nur Göz köyündeki olayları, yaşayışı, buradan köylünün dünyasını yansıtmaya çalışmış, yapıtını aydınların ilgisini çekmek için hazırlamıştır. Romanda kaba ve harici bir yaklaşımla anlatılan köy ve köylü sorunları Cumhuriyet aydınının halkı tanımamaktan gelen zihni yapısını yansıtır. İşte bunları kavramamış veya kavramaktan yoksun olanlar hep eleştirdiler, öküz altında buzağı aradılar. Halâ da eleştirmeye, yakıştırmaya devam ediyorlar. Oysa bunların hepsi köy çocuğu olup, köyün hertürlü eza ve cefasını yaşamışlardır. Köyü ve köylüyü onlardan daha iyi bilen sanmıyorum.
KEMAL TAHİR BOZKIRDAKİ ÇEKİRDEKLE NEYİ AMAÇLIYORDU?
Ben Kemal Tahir'i hiç görmedim. Yapıtlarının çoğunu okudum. Hakkında da bazı şeyler okudum. Bozkırdaki Çekirdek'i de okudum. Yine Dergahçıların verdiği özetle sizlerin okumanıza sunuyorum. Okuduktan sonra, birkaç cümle yazalım:
Bozkordaki Çekirdek. Roman (Kemal Tahir (Demir), 1967). Eser tek parti idaresi döneminin Köy Enstitüleri uygulamasını konu edinmektedir. Birinci bölümde devrin bu işe memur edilmiş siyasileri arasında enstitülerin kuruluş gayeleri ile icabında kapatılma yolları tartışılır. Daha sonra Çankırı, Kastamonu ve Çorum topraklarının birleştiği yerde kurulacak Dumanlıboğaz Köy Enstitüsü için ülkücü eğitimcilerden Halim Akın görevlendirilir. Enstitücülerin çevreden topladıklan yirmi iki çocuk ile başladıkları çalışmalar, köy çocuklarının aza kanaat ve çile çekme gücü alabildiğine sömürtülerek sürdürülür. Ancak öğretmenlerin köylülerle müspet münasebetler kuramamaları yüzünden, zaten temelde köyün sosyo- ekonomik yapısına ters düşen uygulama zaman zaman çatışmalar doğurur.
Bu çatışmaların romana eklenti gibi duran en geniş kısmı köyün zenginlerinden Zeynel Ağa - Kara Derviş ikilisi ile olanıdır. O civarda kendir ekerek esrar üreten ve bu yoldan büyük kazanç elde eden Kara Derviş, enstitünün su borularının kendi arazisi üzerinden geçmesi üzerine boruları tahrip eder. Çatışma hızla gelişir. Enstitücülere yardım eden Şirin Köy'ün eğitmeni Yamörenle Murat köyün kahpesi Sultan ile basılır. Sahtekarlığı ilan edilerek hapsedilir. Sonunda enstitücüler tarafından kurtarılır. Beri yandan Kara Derviş öğretmenlerden Emine Güleç'i barındığı değirmene kaçırmıştır. Enstitücüler yardıma gelirler, Murat eğitmen Derviş'in kurşunları ile vurulur; Emine de Derviş'i balta ile öldürür.
Kemal Tahir, bu uygulama üzerine görüş ve tenkitlerini müfettiş Şelik Ertem aracılığı ile sürdürür. Buna göre Enstitüler CHP fikriyatının ve iktidarının rahatça sürdürülmesi için kurulmakta, rejimin köyden çıkıp köye yönelecek bekçileri yetiştirilmek istenmektedir. Köyün geleneksel yapısı içinde kalması değişim ve gelişiminin kontrol altında tutulması gerekmektedir. Ancak geçmişinde alabildiğine hür bir düzen içinde yetişmiş olan Anadolu köylüsü yapısına yabancı uygulamaların baskıcı tatbikatına karşı direnecektir. Bu direnişler batılılaşma hareketlerinin devlet tarafından yürütülmeye başlandığı tarihten itibaren içe dönük bir tavırla, kendi kabuğuna çekilme yolu ile gerçekleşmiştir. Bu sebeple Anadolu insanının cevheri sımsıkı saklanarak kıskanç bir biçimde korunmuştur. Tohumun toprağa düşüp yetişmesi, filiz vermesi söz konusu olamaz. Aksi takdirde çıkan filizler budanacak çekirdek de çürüyüp gidecektir. Yazarın Anadolu insanı üzerine geliştirdiği bu düşüncelerinin yanında, roman Köy Enstitülerine yöneltilmiş tenkidi eserlerin başta gelenlerinden biri olarak değerlendirilebilir. Kuruluş, dil özellikleri ve tipleri açısından bu eser, Kemal Tahir'in romancı olarak bütün hususiyetIerini yansıtması bakımından da dikkate değerdir.
K. Tahir Demir
SONUÇ
Ben göreve başladığımda, Köy Enstitüsü çıkışlı ağabeylerimizle birlikte çalıştık. İnsancıl, görevlerinin bilincinde, zamanı çok iyi ve yerinde kullanan insanlardı. Köy toplumunu ve o toplumun psikolojisini çok iyi biliyorlardı. Köydeki örnek kişilikleri ile köy halkı tarafından seviliyorlardı. Köylüler, bir iş yapacakları zaman, "Bir de öğretmenlere danışsak. Bakalım onlar ne diyecek?" derlerdi. Birgün benden kıdemli bir arkadaşım okula gelmemişti. Köylü gelip sordu, ona olmadığını söyledim. Bana, "Hocaya bir dilekçe yazdıracaktım. "Ona, ben yazarım dedim. O, sende yazabilin mi? deyince güldüm. Niye yazamam mı? deyince, bu kerre o gülerek:
-Biz onlara alıştık. Elbette sende yazarsın, dedi. Dilekçesini yazdıktan sonra:
-On yıldır, bu adamlar bize çok şeyler verdi, çok şeyler, onlara alıştıkta, sizlerin yapıp yapamıyacağınızdan kuşkuluyuz, dedi.Gerçekten bizler birşeyler yaptık mı, ben kuşkuluyum.
- Bitti -
.
Köy Enstitüleri gerçeği
Toplumumuzda aşağı yukarı tamamımız olmasa da, tamamımıza yakınımız Köy Enstitülerini ve bunların Türk toplumu ve toplumsal gelişimimiz açısından ne kadar büyük önem taşıdığını, ne büyük umutlarla ve Türkiye Cumhuriyetinin tarihsel yapılanmasının temellerinin atılması amacıyla açıldığını ama Amerika Birleşik Devletlerinin bir oyunuyla da kapatıldığına dair bilgilere sahibiz.
Köy Enstitüleri, 1937’de köy enstitülerinin ön denemesi niteliğinde olan köy öğretmen okullarının açılmasıyla, harekete geçmiş 17 Nisan 1940’ta 3803 Sayılı Köy Enstitüleri Yasası’ nın kabul edilişinden sonra da, çok daha etkin bir yapı kazandırılarak köy enstitülerine dönüştürülmüştür.
Köy enstitülerinin amacı, savaştan yeni çıkan ülkemizde, köylerde okul sayısının azlığı ve köye hizmet götürmenin zorluğu gibi sebepler dolayısıyla ortaya çıkmıştır. Köylünün dilinden anlayacak bir aydın kesime ihtiyaç olması, bunun da ancak köylünün kendi içinden aydın bir kesim oluşturmakla mümkün olabileceği değerlendirilmiştir. Kendisi de köylü bir aileden gelen ve bu fikirleri savunan İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, bu sistemin hem ortaya atıcısı, hem de kurucusu olmuştur.
Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan tarafından göreve getirilen ve bir sonraki bakan, Hasan Ali Yücel tarafından da desteklenen Tonguç’a göre, köyler içten içe canlandırılmalıdır. Köylünün, kentlinin yanında ezilmemesi ancak eğitim ve öğretimle mümkün olacaktır fikri benimsenmiş ve hayata geçirilmiştir. İlk kez 1935 yılında Cumhuriyet Halk Patisi Büyük Kurultayı’nda, devlet eliyle başlatılan endüstrileştirme hareketine paralel olarak, köylerde de kalkındırma hareketinin başlatılmasına karar verilmiştir. Ülkemizin köy çocuklarına eğitim götürmek, köyleri eğitim yoluyla canlandırmak ve köylerde o yıllarda 20 olan okuryazar oranını arttırmak ana hedef olmuştur.
Programın amacı, gereksinimleri giderici ve birbirini tamamlayıcı, öğrencinin kişisel ve toplumsal yeteneklerini geliştirici olmasına, öğrencide iş, doğa, bitki ve hayvan sevgisi yaratacak özellikler taşımasına dikkat edilmiştir. 19 Haziran 1942’de Köy Okulları ve Köy Enstitüleri Teşkilat Yasası çıkarılmıştır. Böylece köy enstitüleri ile köyler ve köy okulları arasında yasal bağlantının kurulması sağlanmıştır. Köy enstitülerine ve ilköğretime öğretmen, yönetici ve denetim elemanı yetiştirmek üzere 1942-1943 öğretim yılında 3 yıllık Hasan oğlan Yüksek Köy Enstitüsü açılmıştır.
Bu enstitünün, köy araştırmaları için de merkez olması amaçlanmıştır. Enstitüde 8 bölüm bulunuyordu. Bu bölümler olarak, Güzel Sanatlar, Yapımcılık (Erkekler için), Maden İşleri (Erkekler için), Hayvan Bakımı (Erkekler için), Kümes Hayvancılığı (Kızlar için), Köy ve Ev Sanatları (Kızlar için), Tarla ve Bahçe Tarımı (Erkekler için) ve Tarımsal İşletme bölümlerinden oluşmaktaydı. Yüksek Köy Enstitüsü’nün öğrencileri ise, köy enstitülerinin son sınıf öğrencileri arasından seçiliyordu. 1945-1947 arasında Yüksek Köy Enstitüsü, Köy Enstitüleri Dergisi’ni yayımlamaya başlamıştır.
Deneme evresinden sonra 1943’te Köy Enstitüleri Öğretim Programı oluşturuldu. Program, haftada 114 saatlik kültür dersleri, 58 saatlik teknik dersleri, 58 saatlik de tarım dersleri ve uygulama çalışmalarını içeriyordu. Programda yer alan konular, yaşamla doğrudan bağlantılı, öğrencileri özgür düşünme ve davranmaya, sorumluluk geliştirici deneyimler edinmeye yönlendirici niteliklerdeydi. Köy enstitüsü mezunu öğretmenler, 1944 yılında köylere dönmeye başladılar. Köylerde bir yandan okul binaları, öğretmen evleri yapılıyor, bir yandan da öğretmenin geçimi ve okul uygulama bahçesi için toprak sağlanıyordu. Bu yıllarda Enstitü çıkışlı öğretmenler, köylere canlı, cansız öğretim araçları ve kitaplarıyla dönüyorlardı. Okul içi ve okul dışı işleri birlikte yürütmeye başlamışlardı.
Gelişim devresi olan, ilk 9 yıllık öğretim yılında az miktarda bir devlet katkısı ile 723 binalı 20 enstitü kurulmuştur. Öğrenci sayısı 15529, mezun olan öğretmen sayısı 5525 olmuştur. Bu süreçte 521 köy sağlık memuru yetiştirilmiştir. Tarım alanında ve teknik alanda çokça ürün elde edildi, çok sayıda araç ve gereç yapıldı. Bağ, bahçe, fidanlık, sebzelik oluşturuldu. Akşam okulları, gündüzlü, yatılı bölge okulları, bölge meslek kursları ile ele alınan halk eğitimi çalışmaları hızlandırıldı. Köy enstitülerinin 1940-1946 yılları arasındaki yasalaşma, örgütlenme ve gelişim evresi, çağdaş eğitim ilkelerini daha da ileri aşamalara götüren uygulamalarıyla yurt içinde ve yurt dışında hem değer kazandı, hem de toplumsal kökleşme oluşturdu.
Bu köy enstitülerinde, çok yönlülük, teknolojik gelişim, çağın yenilik ve gelişimlerine ayak uydurma, disiplin, planlılık, üretkenlik, çağdaş, demokratik, laik eğitim düzenini sağlayarak, ulusal ve evrensel kültürü benimseterek köylerin ve toplumsal gelişimlerin sağlanması hedefler arasında yer almaktaydı.
Yetişkin kişinin topluma yönelik eksikliklerini, sürekli eğitim gereksinimini gideren halk eğitimi, daha önce Ulus okulları ve halkevleri ile karşılanmaya çalışılırken, daha sonraki yıllarda bu hizmet, köy öğretmenlerinden beklenmeye başlanmıştır. Enstitülerde yerel ve ulusal değerlerin tanınması ve geliştirilmesinden yola çıkılarak, evrensel kültüre ulaşılması amaçlanmıştır. Bunun için fen, tabiat ve toplumsal bilgilerin birbiriyle sıkı ilişkileri işleniyordu.
Kültürü, yalnızca genel bilgilerin oluşturmadığı, tarımla ve teknik alanlarla ilgili bilgi ve becerilerin de kültürün öğeleri olduğu üzerinde hassasiyetle duruluyordu. Yayınların izlenmesi, Türk ve dünya klasiklerinin okunması yoluyla da evrensel kültürün özümsemeye çalışıldığı görülmektedir. Okuma alışkanlığı, köy enstitülerinde kişilik gelişimini oluşturan önemli etkenlerden biri olmuştur. Enstitü kitaplıklarında binlerce cilt kitaplar bulunmaktaydı. Yayımlanan Türk ve dünya klasikleri, öncelikle köy enstitülerinin kitaplıklarına ulaştırılması ve kullanımına sunuluyordu. Her öğrencinin yılda 24 kitap okuma zorunluğu vardı. Her gün bir saat, okumaya ayrılmıştı. Enstitülerde 90-100 öğrencinin aynı anda kitap, gazete, dergi okuyabileceği okuma salonları da bulunmaktaydı.
Köy enstitülerinin yerleri tespit edilirken, bunların, çevre köy okullarının yapılmasına ve gelişmesine katkıda bulunabilmesi dikkate alınarak, 20 bölgede enstitülerin kurulması sağlandı. Köy Enstitülerinin kuruldukları yerler olarak;
Bu Enstitüler toplumsal ve ulusal güçten evrensel güce gidecek bir başlangıcın köprüsüydü. Çünkü Türkiye’miz bu projenin hayata geçirilmesiyle, çok güçlü bir eğitim ve öğretim modeline dayalı çağdaş, bilimsel ve teknolojik gelişmelere açık, çok güçlü bir tarım ve hayvancılık ülkesi oluşturarak güçlü bir ekonomi ülkesi olmak gerçeğinden hareketle yola çıkmıştı. Proje hayatiyete geçmişti ve hedefine de ulaşacaktı, ama her zaman olduğu gibi GÜÇLÜ TÜRKİYE gerçeğini hiçbir zaman istemeyen ve kabullenmeyen mihraklar yine ülkemizin önünde engel oluşturmuşlardı.
1945 yılında Dünya tarihine kanlı diktatör olarak geçen, Sovyetler Birliği lideri Josef Stalin’in Türkiye’den Kars, Artvin ve Ardahan’ı istemesi ve Boğazlarda askeri üs kurmak istemesi üzerine, Milli Şef Başbakan İsmet İNÖNÜ’ de ABD’den bu durum karşısında askeri destek istemiştir. Bu desteği vermeye hazır olduğunu belirten ABD, Truman Doktrini ile yardıma başlamış ama karşılığında Türkiye’de serbest seçimlere dayanan demokrasi düzeninin yerleştirilmesini ve Sovyet sistemine benzemesi sebebiyle “Köy Enstitülerinin” kaldırılmasını talep etmiştir.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği Lideri, Stalin’in tehditleri ciddi boyutlara ulaşınca da, Truman Doktrini süratle hayata geçirilerek, 1946 yılında Ankara Hasan oğlan Yüksek Köy Enstitüsü’ne öğrenci alımı durdurulmuştur. Bu arada ülkemizi bölmek ve parçalamak isteyen güçler, Anadolu’ da toprak ağaları üzerinden siyaset yürütüp, köy enstitülerinin komünist yetiştirdiğini yayarak ve hükümete baskı oluşturarak köy enstitülerine öğretmen yetiştiren Ankara Hasan oğlan Yüksek Köy Enstitüsünün 27 Kasım 1947 de kapatılmasına ve Anadolu’daki 21 köy enstitüsünün atıl hale getirilmesine zemin hazırlamışlardır.
Tarihimizin her döneminde olduğu gibi, hiçbir zaman güçlü bir Türkiye gerçeğini istemeyen dış güçler, her fırsatta ortaya sürmüş olduğu asılsız ve gerçek dışı bahanelerle ülkemizin gerçek kimlik yapısına kavuşmasına engel olmuşlardır. O zamanlar dünyanın en büyük süper iki gücünden birisi olan Rusya’nın ülkemizi işgal planları ve bu işgal planlarının devre dışı bırakılıp, yanımızda büyük bir güç olarak destek olma vaatlerini ortaya koyan, diğer süper güç Amerika Birleşik Devletleri.
Dünyada her zaman var olan ve ülkemizin üzerinden hiçbir zaman elini çekmeyen, kültür emperyalizmi toplumumuzu, güçlü ve büyük Türkiye’yi yıkmak için başka bahanelerle yine iş başındaydı. O zamanlar Cumhuriyetimiz henüz çok gençti ve daha 22 yaşındaydı. Olan eğitim ve öğretimize, ulusal kültürümüze, güçlü Türkiye yaratmak için oluşturulan kültürel alt yapıya sahip tarım ve hayvancılığa dayalı, çok güçlü ekonomisi olan ve ekonomik bağımsızlığını ilan etmiş, hiçbir ülkenin yardımına ihtiyaç duymadan kendi başına ayakta durabilecek özelliklere kavuşacak GÜÇLÜ TÜRKİYE’ ye olmuştu. O zamanların kalkınma ve ekonomi hamlesiyle ayağa kalkması planlanan, güçlenmiş Türkiye’miz engellenmiş ve büyük bir darbe yemişti. Evet ülkemizin hiçbir zaman ve hiçbir alanda güçlenmesini istemeyen mihraklar yine kazanmıştı. Bu süreç, Türk toplumuna dünyanın en medeni, en muasır ve en üçlü ülkesi olma yolunda büyük tahribatlar yaşatmasına neden olmuştur.
Ülkesini herkes gibi çok seven ve bu ülke topraklarının her zaman güçlü ve hâkim olmasını isteyen bir vatandaş olarak, her zaman ülkemizin bu tür kandırmacalara karşı dimdik ayakta durarak, birlik ve beraberlik ruhuyla hareket ederek, mücadele azmiyle yılmadan çalışmak ve başarmak zorundayız. Aziz Türk Milleti olarak, tarihimizden aldığımız ilham, güç ve destekle her zaman başaracağız ve ayakta duracağız.
Haber / Araştırma : Dr. Erhan Oktay
.
KÖY ENSTİTÜLERİ
17 Nisan 2024 Çarşamba
“Köy Enstitülerinin kapanmasından duyduğum acıyı tarif edemem. Bir babanın evladını kaybetmesinden duyduğu acı gibi duyarım.” (İsmet İnönü)
Bugün 17 Nisan 2024; tam 84 yıl önce bugün, 17 Nisan 1940’ta Türkiye’nin en özgün eğitim öğretim projesi Köy Enstitülerinin kuruluş kanunu çıktı. Fay Kirby’nin deyişiyle Köy Enstitüleri, Pestalozzi, Dewey ve Kerschensteiner gibi eğitim bilimcilerin görüşlerinin taklit edilmesiyle değil, Kemalizm ilkelerine dayanılarak Türkiye’nin özel koşullarına göre yaratılmış özgün bir eğitim modeliydi. Ne liberal Amerika’dan ne faşist Almanya’dan ne de komünist Rusya’dan alınmıştı. (Fay Kirby, Türkiye’de Köy Enstitüleri, İstanbul, 2012, s. 65, 118)
Cumhuriyet kurulurken Türkiye’de 40 bin köyün 37 bininde okul ve öğretmen yoktu. Cumhuriyet’in eğitimöğretim seferberliğine rağmen Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan’ın, 1936’da TBMM’de yaptığı konuşmada verdiği bilgiye göre ülke genelindeki 40 bin köyün 35 bininin hâlâ okula ve öğretmene ihtiyacı vardı.
1936’da Saffet Arıkan’ın Milli Eğitim Bakanlığı, İsmail Hakkı Tonguç’un İlköğretim Genel Müdürlüğü sırasında, Atatürk’ün önerisiyle, askerliğini onbaşı ve çavuş olarak yapanlardan seçilen okur yazar, uyanık ve yetenekli gençlerin altı aylık bir kurstan geçirilip “eğitmen” olarak okulsuz köylere gönderilmesine karar verildi. Böylece köy eğitmen kursları doğdu. 1937’de Eskişehir Çifteler Mahmudiye’de ilk köy eğitmen kursu açıldı. Kursa, Ankara ve Tunceli’den seçilen öğrenciler alındı. Burada öğretmen adayları işe dayalı biçimde yetiştirildi. 1937’de bu kurstan mezun olan 84 stajyer öğretmen Ankara’nın 79 köyüne dağıldı. 1937’de 3238 sayılı “Köy Eğitmenleri Kanunu” çıkarıldı. Bu kanuna göre Eskişehir Çifteler, İzmir Kızılçullu ve Edirne Karaağaç’ta üç eğitmen kursu açıldı. 1938-1939’da bunlara Kırklareli Kepirtepe, Kastamonu Gölköy, Adapazarı Arifiye ve Malatya Akpınar’da açılan üç yeni kurs daha eklendi. 1937-1947 arasında bu kurslarda 8 bin eğitmen yetiştirildi.
1939’da 3704 sayılı yasayla üç yıllık Köy Öğretmen Okulları’nın açılmasına karar verildi. 1939’da İzmir Kızılçullu, Eskişehir Çifteler ve Kastamonu Gölköy’deki üç eğitmen kursu, köy öğretmen okuluna dönüştürüldü. Başka köy öğretmen okulları da açıldı.
Fay Kirby’e göre “Köy Enstitüsü deneyi, eğitmen deneyinin en iyi ve kötü yanlarından alınan derslerden doğmuştu.”
KÖY ENSTİTÜLERİNİN KURULUŞ AMACI
İsmet İnönü, 1940 yılında, II. Dünya Savaşı koşullarına rağmen bir ilköğretim seferberliği başlattı. Bu seferberlik kapsamında Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ile İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un çabalarıyla Köy Enstitüleri kuruldu. İsmail Hakkı Tonguç, 1933’te yayımladığı “İş ve Meslek Terbiyesi” adlı kitapta “Enstitü öğrencisi iş yaşamı içinde iş aracılığıyla iş için eğitilir” demişti. İsmail Hakkı Tonguç, teşkilatlara gönderdiği genelgede şöyle diyordu: “Köylerin kültürel ve genel hayatlarında ileri bir seviye yaratabilmek yalnız klasik anlamdaki öğretmenle mümkün olmaz... Bunun için okul, üretici bir okul olmalı, yaşayabilmesi için gereken bütün araçları kendisi üretmelidir. Bu okullarda öğrenciye köy genel hayatının gelişmesine yarayacak birkaç meslek birden öğretilmelidir...”
Köy Enstitüleri, 17 Nisan 1940 tarihli, 3803 sayılı kanunla İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde kuruldu.
Atatürk, Cumhuriyet’in yeni kuşaklara vereceği eğitim öğretimin işe dayalı, üretim odaklı ve çağdaş nesiller yetiştirecek nitelikte olmasını istemişti. Daha 1923’te “Eğitim programımızı takip eden insanlar güzel çiftçi, kunduracı, fabrikacı, tüccar olacak; pratik, yararlı, verimli adam olacak" demişti. Çocuklarımıza vereceğimiz ilim ve irfanın “ticaret, ziraat ve sanat alanlarında verimli, tesirli, faal, pratik” olması gerektiğini söylemişti. Köy Enstitülerinin temelinde Atatürk’ün bu düşünceleri vardı.
1940’ta çıkarılan 3803 sayılı “Köy Enstitüleri Kanunu” ve 1942’de çıkarılan 4242 sayılı “Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Kanunu”yla Köy Enstitülerinin yasal temeli atıldı.
1940-1944 arasında -üç eğitmen okulunun da enstitüye dönüştürülmesiyle- toplam 20 Köy Enstitüsü kuruldu. 21. Köy Enstitüsü ise 1948’de Van Ernis’te açıldı.
KÖY ENSTİTÜLERİNDE EĞİTİM ÖĞRETİM
3803 sayılı 24 maddelik “Köy Enstitüleri Kanunu”na göre Köy Enstitülerine beş yıllık köy ilkokullarını bitiren köy çocukları seçilerek alınacaktı. Enstitüye alınan köy çocukları burada beş yıl öğrenim görecekti. (Md. 3). Enstitü mezunu öğretmenler yöredeki okullara atanacaktı. Devlet köye gönderdiği öğretmene kendi ihtiyaçlarını karşılayacak ve tarım derslerine yetecek kadar toprak, tarım aletleri, tohumluk, çift hayvanı, fidan ve 60 TL sermaye verecekti. (Md. 11-12). Doğal afetlerde herhangi bir zarar durumunda bakanlık bu zararı karşılayacaktı. (Md. 13) Öğretmenler köylere 20 TL ücretle atanacaktı. (Md. 7). Öğretmenler gittikleri köylerde eğitim öğretim yanında tarım, hayvancılık, bağ bahçe işlerinde de köylüye yardım etmekle yükümlüydü. (Md. 6). Öğretmenler gittikleri köylerde 20 yıl hizmet verecekti. (Md. 5). Öğretmen atanacak köylere bu durum üç yıl önceden bildirilecekti. Öğretmen işe başlamadan önce okul binası ile öğretmenevi bitirilmiş olacaktı. (Md. 16). Köylerde çalışan öğretmenlerle ailelerinin ve köy okullarındaki öğrencilerin sağlık işlerine bakmak için hekimler atanacak ve köy eğitmenleri, eşleri ve çocukları parasız tedavi edilecekti. (Md. 21).
Köy Enstitülerinde 1950’ye kadar kız-erkek karma bir eğitim öğretim uygulandı. Enstitülerde öğrencilere işe dayalı, uygulamalı, laik, çağdaş, çok nitelikli bir eğitim öğretim verildi. Müfredatın yarısı kültür, yarısı teknik tarım ve sanat derslerinden oluşuyordu. Kültür dersleri şunlardı: Türkçe, Tarih, Coğrafya, Yurttaşlık Bilgisi, Matematik, Fizik, Kimya, Tabiat, Okul Sağlık Bilgisi, Yabancı Dil, El Yazması, Resim, Beden Eğitimi, Ulusal Oyunlar, Müzik, Askerlik, Ev İdaresi ve Çocuk Bakımı, Öğretmenlik Bilgisi, Zirai İşletmeler Ekonomisi ve Kooperatifçilik. Teknik tarım dersleri Tarla/Bahçe Ziraatı, Sanayi Bitkileri, Zootekni, Kümes Hayvancılığı, Arıcılık, Balıkçılık gibi derslerdi. Sanat dersleri ise erkekler için Demircilik,Yapıcılık, Dülgerlik; kızlar için Biçki Dikiş, Örgücülük, Dokumacılık ve Ziraat Sanatlarından oluşuyordu. Tüm bu dersler kuramsal bilgi aktarımının yanında, aynı zamanda uygulamalıydı. Enstitülerde üç ay ders, dokuz ay sıkı bir iş eğitimi yapılıyordu.
1943 öğretim yılında Köy Enstitülerinde “sağlık kolları” adıyla yeni bir birim oluşturuldu. Sağlık kollarına, enstitülerin ilk üç sınıfını bitirenlerden istekli olanlar alındı. Burada iki yıllık bir öğretim sonrasında başarılı olanlara köy sağlık memuru diploması verildi.
Her Köy Enstitüsü, kurulduğu bölgenin özelliklerine göre şekillendirilirdi. Enstitülerde merkezi bir program yoktu. Çağdaş, bilimsel, laik ve ulusal eğitime bağlı kalmak koşuluyla her enstitünün kendi programı vardı. İl yöneticilerinin, enstitüler üzerinde baskı kurmasının önüne geçilmişti.
HASANOĞLAN YÜKSEK KÖY ENSTİTÜSÜ
1942’de açılan Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü diğer enstitülerden farklıydı. Öğretim süresi üç yıldı. Öğrenciler genel derslere ek olarak şu kollardan birini seçerdi: Güzel Sanatlar, Yapıcılık, Demir İşleri, Hayvancılık, Tavukçuluk, Tarla Bahçe Tarımı, Tarım Yönetimi ve Ekonomisi, Ev Yönetimi ve Ev İşleri.
Bu okul, Köy Enstitüsü öğretmenleri, ilköğretim müfettişleri ve gezici öğretmenler yetiştirmek ve köy okulları ile enstitüler için araştırma ve incelemeler yapmak amacıyla kurulmuştu. Burada dersler, öğretim üyelerince verilirdi. Öğrenciler başka yüksekokullardan da ders alabilirdi.
Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nün bir matbaası ve çokça basılıp dağıtılan nitelikli bir “Köy Enstitüleri Dergisi” vardı. Ayrıca bir “İş Eğitimi Sözlüğü” ile okullara dağıtılmak üzere “İpekçilik”, “Tohum Islahı”, “Bitki, Böcek ve Taş Koleksiyonları”, “Halk Öyküleri Toplama Yöntemleri”, “Yabancı Dil Öğrenme Yöntemleri”, “Çocuk Bakımı” gibi broşürler hazırlamıştı.
Hasanoğlan’da öğrenciler bir açık hava tiyatrosu inşa etmişti. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nden Pakize Türkoğlu’nun ifadesiyle bu “Cumhuriyet döneminde yapılmış ilk açık hava tiyatrosuydu. Köy Enstitülerinin hepsinde iyi bir tiyatro çabası vardı. Oyun yazanlar olurdu…”
EĞİTİM VE ÜRETİM İÇ İÇE
Köy Enstitülerine adım atan köy çocuklarının hayatı değişirdi. Çifteler Köy Enstitüsü’nden Tahsin Yücel o ilk adımı, “Enstitüye vardığımız gün bizi kaydettikten sonra yeni giysiler verildi” diye anlatıyor. Isparta Gönen’den Şaban Oymak da şöyle diyor: “İlk kez kendime ait bir yatağım oldu, elbiselerimiz oldu, sıcak ilgi gördük.”
Köy Enstitülerinde eğitim ve üretim iç içeydi. Köy Enstitülerinde öğrenciler kendi yaptıkları binalarda barınırlardı, kendi tarlalarına kendi ektiklerini biçerlerdi, kendi fırınlarında kendi ekmeklerini yaparlardı, kendi atölyelerinde kendi diktikleri giysileri giyerlerdi, kendi santrallarında kendi elektriklerini üretirlerdi, kendi yaptıkları tiyatro sahnesinde kendi yazdıkları piyesleri oynarlardı. Köy Enstitülü öğrenciler, sadece kendi ihtiyaçlarını karşılamakla kalmaz, civar köylere giderek köylülere yardım eder, onların da en temel ihtiyaçlarını karşılarlardı. Her enstitünün bir uygulama okulu vardı. Öğrenciler okula yakın köylerde staj yaparlar, köylülerin de yardımıyla uygulama bahçeleri kurarlardı.
Enstitülü öğrenciler her şeyden önce yaratmayı, üretmeyi, başkalarına yardım etmeyi, sorun çözmeyi, paylaşmayı öğrenirlerdi. Köy Enstitülerinde kız ve erkek öğrenciler yan yana, çağdaş ve bilimsel bir mantıkla, birlikte öğrenir, birlikte üretirdi.
Enstitülerde kültür, sanat ve spora büyük önem verilirdi. Kızlı-erkekli enstitü öğrencileri halk oyunları oynardı, türküler söylerdi, yüzerdi, dağa tırmanırdı, kayardı, bisiklete veya motora binerdi, deniz araçları kullanırdı. Enstitülerde en sevilen sporlar güreş, voleybol ve futboldu. Her öğrenci mutlaka bir müzik aleti çalardı. Özellikle mandolin çok yaygındı. Müzik dersliğinde bir piyano olurdu. Keman, saz, cümbüş, akordeon gibi müzik aletleri de bulunurdu. Ünlü halk ozanımız Âşık Veysel, Köy Enstitüleri’nde saz öğretmenliği yapmıştı. Öğrenciler köy gezilerine çıkardı, çevre incelemeleri yapardı, kitaplık ve müze kurardı, eğlenceler düzenlerdi, temsiller verirdi.
Köy Enstitülerine ırkçılık, dincilik ve mezhepçilik giremezdi. Öğrencilere başkalarının düşünce ve inanışlarına saygılı olması öğretilirdi. Köy Enstitülerinde okumaya ve özgürtartışmaya büyük önem verilirdi. 21 Köy Enstitüsünde aralarında yerli ve yabancı klasiklerin de olduğu yaklaşık 100 bin kitap olduğu söyleniyor. Enstitülerde bir öğrenci yılda en az 24 kitap okurdu. Cumartesileri, öğretmenler ve öğrenciler özgürce tartışırdı.
1944’te 20 Köy Enstitüsünde 16 bin 400 öğrenci vardı. Çeşitli ihtiyaçları karşılayan 306 yapı tamamlanmıştı. 15 bin dönüm alan ekilip biçilmişti. 250 bin fidan dikilmişti. 1500 dönümlük alana sebze ekilmişti. 1200 dönümlük bağ kurulmuştu. 9 bin baş hayvan bakılmıştı. İnönü’nün 1946’da bir radyo konuşmasında verdiği bilgiye göre 875 yeni köy okulu yapılmış, 851 köy okulu onarılmış, 993 öğretmenevi yapılmıştı. Köy Enstitülerinden 1940-1954 arasında 17 bin 346 öğretmen, 8.675 eğitmen ve 1599 sağlık memuru yetişmişti. Enstitülerden yazarlar, şairler ve ressamlar çıkmıştı. Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Talip Apaydın bunlardan sadece üçüydü.
KAPATILIŞI
Sabahattin Eyüboğlu’nun değişiyle Köy Enstitüleri, “Çiçek açarken budanmış” kurumlardır. Oysaki 1942’de İsmet İnönü, enstitülerin sayısını 60’a çıkarmak gerektiğini söylemişti. Ancak gelin görün ki II. Dünya Savaşı sonrası yeni dünya düzeninde Köy Enstitüleri de yavaş yavaş yok edildi.
1946 seçimlerinde Demokrat Parti (DP)’nin 61 milletvekiliyle meclise girmesiyle Köy Enstitüleri’ne yönelik eleştiriler arttı. 1946’da Köy Enstitüleri’nin kurucuları Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç görevden alındı. Yeni Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer’in ilk icraatı enstitülerde karma eğitime son vermek oldu. Kızların sayısı iyice azaltıldı. Özgür okuma ve özeleştiri uygulamalarına son verildi. Plan ve programlar değiştirildi. Teknik dersler azaltıldı. Enstitü mezunlarına verilen geçim toprakları ellerinden alındı. Enstitülerde bazı kitapların okunması yasaklandı. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’ndeki yontular kaldırıldı, buradaki hayvanlar bakımsızlıktan öldü. 1947’de Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsükapatıldı.
1950’de iktidara gelen DP, Köy Enstitülerinde “komünizm propagandası” yapıldığını söyledi. 1940’larda enstitülere yönelik ırkçı saldırılara, 1950’lerde dinci saldırılar eklendi.
DP’li Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri, Enstitülere gidip öğretmenleri ve öğrencileri azarladı. Enstitülere zorunlu din dersi koydu. Hatta enstitüleri “din adamı merkezi” yapmayı bile önerdi. 1950-1954 arasında Türkiye’ye ABD’li eğitim uzmanları geldi. Florida Üniversitesi’nden getirilen Dr. Kate Wofford’un raporuyla Öğretmen Okulları ile birleştirilen Köy Enstitüleri, 27 Ocak 1954 tarihli 6234 sayılı yasayla kapatıldı. (Kirby, s. 451-511).
Enstitü mezunlarından Pakize Türkoğlu’na göre “Köy Enstitüleri’nin kapanmasına neden olanlar, çoğu TBMM’deki toprak ağaları, aşiret reisleri ve onları destekleyen tutucu eğitimcilerdi. Çıkarlarının bozulacağından kaygı duyuyorlardı.” Türkoğlu haklıydı; köylünün aydınlanması “karanlığın bekçilerini” çok rahatsız etti.
Savaştepe mezunu Yusuf Ziya Özdemir de şöyle diyor: “Köy Enstitülerinin kapatılmasının nedeni tek bir kişi, tek bir parti, tek bir ağa değildir. Kapatma olayı kolektif bir olaydır. Köy Enstitüleri bir devrimdi, (ona karşı) karşıdevrimciler birleşti.” (Mustafa Gazalcı, Köy Enstitüleri Sistemi, Ankara, 2015, s. 178)
İsmet İnönü, Köy Enstitülerinin kapatılmasına neden engel olamadığı sorusuna şöyle yanıt vermişti: “Köy Enstitülerinin kapanmasından duyduğum acıyı tarif edemem. Bir babanın evladını kaybetmesinden duyduğu acı gibi duyarım, ama herkes zanneder ki Hasan Ali Yücel’i Tonguç’u isteyerek değiştirdim; Köy Enstitülerinin kapanmasına neden oldum diye benim hakkımda kamuoyunda yanlış bir hüküm vardır (…) Ben Köy Enstitüsü fikrine inanmışımdır. İnanmış bir insan, sonuna kadar bunu yürütür; idealizmde, felsefede bu böyledir, ama ben politikacıyım, uygulayıcıyım. Ben gücüme göre gücümün var olduğu yerde, gücümü gösterebilirim.(…) Benim gücüm o zaman nereden geliyordu? Partiden, Parti Meclis Grubundan, gücümü ben buradan alıyordum. Bu konuda bütün organlarda gücümü kaybetmişim. Ordunun üst kademesinde de huzursuzluk başlamış. Onun için bir süre en çok bu konuda saldırıya uğrayan, Milli Eğitim Bakanı Yücel’le, Genel Müdür Tonguç’u, onların da gönlünü alarak bir süre için bu şimşekleri bu olay üzerinden uzaklaştırmak istedim. Fakat sonradan demokratik hareketleri de başlatınca, olaylar öyle gelişti ki kendi cereyanında yürüdü ve bir an geldi ki artık Köy Enstitülerini, eski gücüyle, eski ruhuyla devam ettirmek olanakları benim elimden çıktı.” (Muammer Erten, Topraktan Parlamentoya, İstanbul, 2010, s.271)
Bence Akpınar Köy Enstitüsü’nden Aydın İpek’in şu açıklaması Köy Enstitülerinin kapatılmasıyla ilgili süreci çok iyi özetliyor: “Çok partili düzene geçilince halkın uyanmasının karşısında olan güçler saldırıya geçti. CHP savunmayı tam yapamadı; hatta bakanı, genel müdürü değiştirerek ödün verdi. DP de köy Enstitülerini kapattı.” (Mustafa Gazalcı, 21 Köy Enstitüsü, Çınarlar Anlatıyor, Ankara, 2021, s.38)
Köy Enstitüleri, toplumsal çağdaşlaşmayı ve ulusal kalkınmayı amaçlayan eğitim-öğretim ve kültür-uygarlık kurumlarıydı. Laik Cumhuriyet düşmanı, emperyalizm işbirlikçisi ve din istismarcısı siyasetçiler, toprak ağaları, tarikatlar ve cemaatler elbirliğiyle bu kurumları yok ettiler. Köy Enstitülerinin kapatılması, Türk aydınlanmasının yarım kalmasına neden oldu. Zamanla Köy Enstitülerinden yetişen öğretmenlerin yerini tarikat-cemaat yetiştirmeleri, aydınlanmanın yerini din sömürüsü aldı. Sonuç ortada…
.
Köy Enstitüleri: Bozkırda açan birer çiçektiler
Prof. Dr. Kemal Kocabaş: “Günümüz eğitim fakülteleri, “Köy Enstitülerinde Öğretmen Yetiştirme” modelini, günümüzde irdeleyerek gündemlerine mutlaka katmalıdırlar”
Bugün Köy Enstitüleri'nin kuruluşunun 78'inci yıldönümü. 17 Nisan 1940'ta 3803 sayılı yasayla kurulan Köy Enstitüleri çağdaş, laik, bilimsel, demokratik eğitim modelinin yuvalarıydı. Tüm eğitim aşamalarında demokratik tartışma süreçlerinin yaşandığı, yönetime katılma, sorgulama ve sorma bilincine, eleştirel düşünme yeteneğine sahip, dünyadaki gelişmeleri izleyip yorumlayabilen, sorunlar karşısında çözüm yolları arayışında hep aklı ve bilimi kullanan çağdaş insanları yetiştirme projesiydi. Bugün dahi hâlâ konuşulan başarılı modeline rağmen Demokrat Parti iktidarının eliyle 27 Ocak 1954'te kapatıldı. 9 Eylül Üniversitesi öğretim üyesi Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği'nin (YKKED) Genel Başkanı Prof. Dr. Kemal Kocabaş ve Prof. Dr. Ayfer İzmir Kocabaş ile Köy Enstitüleri'nin önemini ve 17 yıldır faaliyette bulunan YKKED üzerine konuştuk.
»Köy Enstitüsü aşkınız nereden geliyor?
A.İ.K.: Köy Enstitüsü aşkım ilkokul yıllarıma dayanır, babamın memuriyeti nedeniyle neredeyse her yıl farklı bir köyde farklı öğretmende okuma zenginliğim oldu. Okul içinde olduğu kadar okul dışında da beraber zaman geçirirdik. Köy okullarının mutlaka uygulama bahçesi vardı, her sınıfın bir yeri ve yetiştirdiği sebzeler olurdu. Doğa sevgim uygulama bahçelerinde başladı. Köy Enstitüsü olmasa da onun uzantısı olan öğretmen okullarının son mezunlarındanım. Bursa Kız İlköğretmen Okulunda, müfredatın dışında öğrenci örgütünün çalışmalarıyla demokrasiyi, seçme ve seçilmenin önemini, yönetimde yer alarak yetki ve sorumluluk almayı, yaptığımız işlerle ilgili hesap verebilmeyi öğrendik. Üniversitede yüksek lisans yaparken köy enstitüleri eğitim sistemini araştırma konusu olarak almıştım, okudukça merakım ve ilgim arttı. O günden başlayarak bu sistemi ve eğitim tarihimizi incelemek benim ilgi ve araştırma alanlarımdan birisi oldu. Ayrıca sınıf eğitimi anabilim dalında bir öğretim üyesi olarak sınıf öğretmenliğinin de tarihçesini oluşturduk adeta. Şimdi eğitim fakültelerinde lisans düzeyinde bir anabilim dalı olan sınıf eğitimi programlarından ilkokul öğretmeni yetişiyorken o yıllarda orta öğretim düzeyinde Köy Enstitüleri’nden sınıf öğretmeni yetişiyordu. Köyden başlayarak ülkeyi kalkındıracak çok yönlü ve nitelikli ilkokul öğretmeni yetiştirmek, Türkiye’nin ilköğretim davasını çözmek için binlerce dönüm arazi üzerine kurulmuş uygulamalı kompleks bir eğitim ortamına sahip bir dönemden eğitim fakültelerinin dört dersliğine sıkışmış sınıf eğitimi olarak adı değiştirilen ve kendine ait hiçbir özel öğretim yöntemleri atölyelerine sahip olmayan bir anabilim dalının sıkışmışlığını yaşamak nereden nereye geldiğimizi sorgulamamı sağladı. Benim öğrencim de neden böyle gerçek anlamda yapılandırıcı eğitim ortamlarında bilgi ve beceri kazanmasın, öğretmenlik mesleğine hazırlanmasın. Ezberci dört duvar arasına sıkışıp kalmış üniversite öğrencilerinin, yarı kuramsal yarı uygulamalı programları olan Köy Enstitüsü gibi bir sistemin içinden geçmesi eğitimciler olarak mücadele vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu yola eşimle beraber baş koyduk, eşimin babası Köy Enstitüsü çıkışlı bir öğretmen aynı zamanda öğretmenimdi.
K.K.: Köy Enstitüleri her şeyden önce “bilimsel bir metodoloji” ile kurulmuştur. Arkasında Mustafa Necati döneminde kurulan Köy Muallim Mektepleri, Eğitmen Kursları ve Köy Öğretmen Okulu gibi uygulamalar vardır. Tüm bu deneysel uygulamaların sonucu 17 Nisan 1940 tarihinde 3803 yasa ile kurulan Köy Enstitüleri, ülkenin 1940’lı yıllardaki acil gereksinmelerinden doğmuştur. İsmail Hakkı Tonguç’un “Canlandırılacak Köy” öngörüsüyle nüfusun %85’inin köyde yaşadığı, okuma yazma oranının çok düşük olduğu ve adeta Orta Çağ’ı yaşayan köylere uygarlığı, teknolojiyi ve aydınlanma düşüncesini, “eğitim hakkını” köyün kendi çocuklarıyla taşımayı amaçlamıştır. Enstitü düşüncesi bu anlamda ilerici, hümanist bir tasarımdır. Günümüz ilericileri de büyük kent varoşları ve kırsalda eğitim hakkından yararlanamayan toplum kesimleri için güncel bir proje tasarımını enstitü felsefesiyle geliştirebilir. Büyük metropollerin dış mahallelerinde “Meslek Enstitüleri” veya bir başka adla bu bölgelerdeki çocuklarımızın bilişsel-duyuşsal tüm boyutlarıyla gelişimini sağlayan “yeni okul” projeksiyonunu mutlaka üretmelidir.
»Kimler Köy Enstitüleri’nde öğrenci ve öğretmen olabilirdi?
A.İ.K. Enstitülere, tam devreli köy ilkokulunu bitiren sağlıklı ve yetenekli yoksul köylü çocukları alınıyordu. Öğretmen olamayacağı anlaşılan çocuklar ziraatçı, sağlıkçı gibi başka mesleklere kaydırılıyordu. Bu kurumlarda öğrenimlerini bitirerek öğretmen olanlar 20 yıl kendi köylerinde çalışmak durumundaydılar. Köy Enstitüleri’ne; Gazi Eğitim Enstitüsü mezunları, üniversite ve yüksekokul mezunları, öğretmen okulu, ticaret lisesi, ziraat okulu, sanat okulu, teknik lise mezunları, inşaat usta okulunu bitirenler öğretmen olarak çalışabiliyordu. Bunların dışında uzman işçiler, gündelik ya da aylık ücretle usta öğreticiler çalışmıştır , örneğin Aşık Veysel Halk müziği konusunda, Hasan Çakı Efe halk oyunlarını öğretmek amacıyla usta öğretici olarak enstitülerde ders vermişlerdir.
»Köy Enstitüleri’nin bugün bile değerini yitirmeyen eğitim anlayışı neydi?
A.İ.K.: Köy Enstitüleri, yaratıcı / üretici iş eğitimi bakımından çağdaştır, öğrendiklerini mezun olduktan sonra yepyeni çevre ve koşullarda yeniden düzenleyip uygulamaya sokup dönüştürerek, yeniden organize ederek yaratıcı problem çözme becerilerini geliştiriyorlardı. Hemen hemen her Köy Enstitülü kitap, şiir, öykü, en azından kendi anılarını yazmıştır. Öğretmen sanatçılardır onlar. Bu nedenle iş içerisinde, iş yoluyla, iş için eğitim ve öğretim, enstitülerin bütün süreçlerinde ortak bir eğitim-üretim ilkesine, süreç temelli öğrenmeye dönmüştür. Köy Enstitüleri’nde demokratik öğrenme yöntemleri uygulanmıştır, paylaşılmış liderlikle tüm enstitü işleri işbirlikli öğrenme yöntemi ile yerine getiriliyordu. Bireysel ve sosyal yapılandırmacılık en üst düzeyde gerçekleşiyordu. Öğrencilere demokratik eğitim, eleştirel düşünce ve bakış açısı kazandırmıştır, açık bir sistem olarak Köy Enstitüleri’nde dönüt mekanizması sürekli işletiliyordu. Enstitülerin tüm süreçleri öğrenciler, yöneticiler tarafından günlük ve haftalık olarak izlenmekte ve ele alınmaktaydı. Kız öğrencilerin lehine daha fazla kız öğrenciyi eğitip öğretmen yapmak için pozitif ayrımcılık yapması bakımından çağdaştır. Çağdaş öğrenme ve öğretmen kuramlarına baktığımızda pek çok modelin bir yansımasını veya uygulanış biçimini Köy Enstitüleri’nde görebiliriz.
»İdeolojik eğitim kurumları olduğu söylenen Köy Enstitüleri’nin sosyolojik boyutları için neler söylersiniz?
A.İ.K.: Köy Enstitüleri o kadar etkili oldu ki eğitim yoluyla bir öğretmen kendi köyüne örnek bir lider olarak döndüğünde köyler, köylüler değişmeye başladı. Köy Enstitülü öğretmenler kendi öğrencilerini, çocuklarını enstitülere göndermeye başladılar. Köy gerçeklerini yansıtan toplumsal gerçekçi sanat anlayışı önce edebiyat alanında kendini gösterdi. Köy gerçeğini herkes görmeye başladı. Köy öğretmenleri çevreyi koruyarak geliştirdiler. Köylerde kalkınma kooperatiflerinin kurulup gelişmesine önderlik ettiler. Ekonomik anlamda üretici kazandı, aracı ve tefecilere fırsat verilmedi. Köy Enstitüleri kendi ürettiklerini tüketen döner sermayesi olan okullardı, fazlası da satılırdı. Bilinçli üretici aynı zamanda bilinçli tüketici oldu. Köy öğretmenleri dernekleri kuruldu, bu dernekler birleşerek Türkiye Öğretmenler Sendikasını kurdular. Enstitülerde aldıkları demokratik eğitim ve eleştirel düşünme ile mesleki örgütlenmeye, bilinçlenmeye, hakları için mücadele etmeye çalıştılar. Demokratik kitle örgütlerine örnek ve model oldular. Domino etkisi yaratmaya başlamıştı.
»Türkiye için bu kadar önemli eğitim kurumunun kapatılmasındaki gizli gerçekler nelerdir?
A.İ.K.: Köy Enstitüleri’nin kapatılmasında şüphesiz tek neden yok. İç ve dış dinamiklerin, CHP içi iktidar değişiminin ve dünya konjonktürünün önemli olduğunu düşünüyorum. Köy Enstitülü öğretmen kimliği köylerdeki egemenleri rahatsız etti. Toprak ağalığı, feodalite yeni Cumhuriyet öğretmeninin yaşama bakışından rahatsız oldu. Dış dinamiklere gelirsek 2. Dünya Savaşının bitmesinin ardından NATO’nun kurulması ve Türkiye’yi Sovyetlere karşı bir ileri karakol gibi bakan ABD merkezli dünya ülkedeki tüm ilerici akımları tehdit olarak algıladı. Tam bu sırada CHP içinde sağcı-bağnaz kanat parti içi iktidar oldu. İnönü kuruluşunda çok katkı verdiği enstitüleri 1946 sonra parti içi dengeler adına savunmadı, koruyamadı.
»Köy Enstitüleri neden yeniden açılmalıdır?
K.K.: Köy Enstitüleri; “eğitimde adalet” düşüncesinin hayata geçtiği, “laik, demokratik, bilimsel, karma eğitimin” özgün olarak uygulandığı, “yaparak, yaşayarak öğrenme” olarak tanımladığımız nitelikli, günümüzde “aktif öğrenme, işbirlikli öğrenme, çoklu zeka kuramı” şeklinde adlandırılan çağdaş eğitim kuramlarının tüm izlerini taşıyan, “demokratik kültür ve sanat” ortamları yaratarak öğrencilerin duyuşsal gelişimini sağlayan, eğitime bütünsel bakan, “teknik beceri ve teknoloji eğitimi” veren, “özgün, nitelikli öğretmen yetiştiren kurumlardı. Köy Enstitülü öğretmenler, öğretmenliği bir yaşam biçimi olarak algılamışlar, yaşam boyu öğrenme süreçlerinde hep yer almışlar, toplumsal sorumluluklarını hiç kaybetmemişler, yazın dünyasında kendilerini hep var etmişler ve demokratik öğretmen hareketinin öncüsü olmuşlardır. Köy Enstitülü öğretmenler, özgün enstitü eğitiminin ürünüdürler. Eğitim fakültelerinden mezun öğretmenlerin, mesleki motivasyon, toplumsal sorumluluk anlamında Köy Enstitülü, Öğretmen Okullu öğretmenlerden daha gerilerde kaldıklarını acıyla görmekteyiz. “Köy Enstitüleri”nde Öğretmen Yetiştirme” modelini günümüzde tekrar irdeleyerek gündemlerine mutlaka katmalıdırlar… Türkiye, aydınlık geleceği için mutlaka bir eğitim reformu arayışı içinde olmalıdır. Bu eğitim reformunda temel amaç, akıl ve bilimin rehberliğinde, evrensel pedagojinin kazanımlarıyla ülkenin tüm çocuklarına “nitelikli eğitim” vermek olmalıdır. Eğitim reformunda en önemli referans, insanı özgürleştiren, toplumsallaştıran, yeteneklerinin ortaya çıkmasına olanak sağlayan ve hâlâ yüreklerimizde, beyinlerimizde yaşayan Köy Enstitüleri’nin “insan, sanat, demokrasi” merkezli eğitim sistemi örnek alınmalıdır.
»Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneğini nasıl kuruldu, kutlama etkinliklerinde neler yapacaksınız?
K.K.: Bir 17 Nisan kutlamasında yan yana gelen 2-3 enstitülü aileden gelen arkadaşla Köy Enstitüsü kültürünü geleceğe taşımak adına YKKED’yi Aralık 2001’de İzmir’de kurduk, şu an 21 şubemiz faaliyet gösteriyor. Derneğin Mandolin Topluluğu-Halk Oyunları ekipleri var. 17 yaşındaki derneğimiz Türkiye Kamuoyuna Köy Enstitüleri gerçeğini aktarmakta. 2003 yılında üç ayda bir çıkan yayın organımız Yeniden İmece Dergisini yayınlamaya başladık Köy Enstitüleri kültürel mirasıyla ilgili 55 adet kitap yayınladık. Derneğimiz her 17 Nisan’da aydınlanma kültürüne katkı sağlamış aydınlarımıza Aydınlanma Onur Ödülü vermektedir. Bu yıl onur ödülünü Korkut Boratav’a vereceğiz. Nisan ayı boyunca ülkemizin her bir köşesinde son on yedi yıldır yaptığı çalışmalarla Köy Enstitüleri gerçekliğini topluma yeniden sunan YKKED ve dost kuruluşlar, Köy Enstitülerinin 78. kuruluş kutlamalarında olacaklar. Bu etkinliklerde, Hasan-Ali Yücel, İsmail Hakkı Tonguç ve tüm Köy Enstitülüleri’nin emeklerini, anılarını saygıyla anarken enstitü eğitiminin önemini, kazanımlarını ve günümüzün eğitim-kültür iklimini konuşup, tartışarak ne yapmalıyızı arayacağız. Bu etkinliklerden en önemlisi 16-17-18 Nisan 2018 tarihlerinde YKKED-Balçova Belediyesi imecesi ile İzmir’de gerçekleşecek olan “Eğitimde Adalet ve Geleceği Düşünmek” başlıklı sempozyum olacak. Köy Enstitüleri, kuruluşlarından 78 yıl, tamamen kapatılışlarının 64 yıl geçmesine rağmen hâlâ güncelliğini koruyor olması kuruluşundaki deneysel pedagojik düşüncenin ve temel felsefenin doğruluğunun kanıtıdır. O anlamda enstitü düşüncesi esin kaynağı olma özelliğini korumaktadır.
***
Köy Enstitüleri olsaydı tek adam rejimi olmazdı
MELTEM YILMAZ
Köy Enstitülerini Araştırma ve Eğitimi geliştirme Derneği Başkanı Prof. Dr. Güler Yalçın'la köy enstitülerinin kuruluş yıldönümünde konuştuk. Yalçın, köy enstitülerinin çağdaşlaşmadaki yerine işaret ediyor.
»Köy Enstitülerinin kuruluş yılında, bu eğitim sisteminin eksikliğini hangi açılardan görüyorsunuz?
Eğitimde günümüzün en vahim sorunu plansızlık ve adaletsizliktir. Orta öğretimde: Neredeyse her yıl okulların adının ve programlarının, sınav sistemlerinin değişmesi, nitelikli/niteliksiz okul sınıflandırması, din ağırlıklı derslerin zorunlu ders durumuna sokulması, meslek edindirmeye yönelik okulların azalması, imkanı olmayanların şartlar zorlanarak imam hatip okullarına yönlendirilmeleri; yüksek öğretimde ise üniversite elemanlarının büyük şehirlere yığılıp, öğretim elemanı kıtlığı çekilen Anadolu'daki üniversitelerimizin trilyon değerindeki alet edavatı kullanamıyor olmaları, genç araştırmacı kadrolarının yıllardır verilmiyor olması nedeniyle profesör kadrolarının aşırı artışı, kollektif çalışma bilincinin olmaması nedeniyle bilimsel bilgi üretiminde diğer ülkelerin arkasında kalınması gibi sorunlar plansızlık ve adaletsizlik örnekleridir.
»Bugünkü eğitim sistemi içerisinde yetişen bireylerde ne gibi eksiklikler ile karşılaşıyorsunuz?
Bu günün gençliği bireyci ve yarışmacıdır. Kollektif çalışmayı bilmez, imececi değildirler, birbirlerini acıtarak yarışırlar, KE'lüler de yarışır ama tatlı tatlı, sevgi ve güvenle kuşatılmış olarak. Bu günün öğrencisi güvensizdir ve yabancılaşmıştır. Zengin ile yoksulun gittiği okul farklıdır. Yetişkin olduklarında ulaşabilecekleri yerler de çok farklıdır. K.E. sistemi her çocuğun aynı imkanla eğitimden yararlanmasını hedeflemiştir. Günümüzde ise, malum kapitalist üretim ilişkileri içinde, ezberci, seçkinci, dinsel içerikli eğitim müfredatları içinde yetişen öğrenci ile köy enstitülerinden yetişen öğrencileri karşılaştırmak pek doğru olmaz. Şimdi 80'li 90'lı yaşlarda olan KE çıkışlılar başka bir dünyanın çocuklarıdırlar.
»Köy Enstitüleri kapanmasaydı Türkiye’nin şimdiki durumu nasıl olurdu?
Soruyu köy enstitülerinin kapanmaması mümkün müydü diye sorsak, yanıtım hayır olurdu. Çünkü, kapatılmada asıl sorun rejim sorunudur. Köy Enstitüleri'nin kapatılma serüveninin yaşandığı süreç olan 1947- 27 Ocak 1954. İki farklı, ama siyaseten birbirine yakınlaşan iki rejimi kapsar. Yaklaşık üç buçukar senelik iki dönem: 1947-1950 ve 1950- Ocak 1954. Cumhuriyet Halk Partisi içinde sağ görüşün ağırlık kazandığı dönem ile, Demokrat Parti dönemi.
»Bugün Türkiye'de köy enstitüleri var olsaydı, tek adam rejimine giden bir sistemden söz eder miydik?
Tabbi ki hayır. Çünkü, Köy Enstitüleri sisteminin asli ve temel gayesi demokrat bireyler ve giderek demokrat bir toplum yaratmaktı.
.KÖY ENSTİTÜLERİNİN TÜRK EĞİTİM TARİHİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ THE PLACE AND IMPORTANCE OF VILLAGE INSTITUTES IN HISTORY OF TURKISH EDUCATION Feyzullah EZER* DOI:10.33431/belgi.640644 Araştırma Makalesi/Research Article Geliş Tarihi/Received:31.10.2019 Kabul Tarihi/Accepted: 21.11.2019 Öz Köy enstitüleri, Türk Eğitim Tarihi içerisinde önemli bir yere sahip olmuştur. Cumhuriyet'in ilanıyla birlikte başlatılan eğitim seferberliği çerçevesinde köye öğretmen yetiştirme işlevini köy enstitüleri üstlenmiştir. Bu enstitülerin kurulması için ön hazırlıklar 1935 yılında başlatılmış ve 17 Nisan 1940 tarihinde çıkarılan bir kanunla köy enstitüleri açılarak eğitim hayatına başlamıştır. Köy enstitüleri kırsal bölgelerin eğitim ve kalkınma problemlerini çözmede etkin bir rol oynamıştır. Köyde görevlendirilen öğretmenler aracılığı ile eğitimde teorik bilginin yanında üretime dayalı pratik bilgiler de verilmiştir. Köy enstitüleri, yetiştirdikleri öğretmenler aracılığıyla köyde yaşayan insanların bilimin ışığından yararlanmasını amaçlayan bir hareket başlatmıştır. Bu hareket toplumun her kesimine eğitimin ulaştırılabileceğinin kanıtı olmuştur. Köy enstitüleri kuruluş amaçlarının çok üzerinde başarı göstererek kırsal alanda yaşayanların sorunlarını ortaya koyan bir kuşağın yetişmesini temin etmiştir. 27 Ocak 1954 tarihinde çıkarılan bir kanunla köy enstitülerinin faaliyetlerine son verilmiş ve adı İlk Öğretmen Okulu olarak değiştirilmiştir. Anahtar Kelimeler: Cumhuriyet Dönemi, Eğitim, Öğretim, Köy enstitüleri. Abstract Village institutes have an important place in History of Turkish Education. Within the framework of the educational campaign initiated with the proclamation of the Republic, village institutes undertook the function of training teachers. The preliminary preparations for the establishment of these institutes was started in 1935 and the Village Institutes were opened by a law enacted on April 17, 1940 and started education. Village institutes played an active role in solving the problems of education and development in rural areas. Through the teachers assigned in the village, practical knowledge based on production was also given in addition to theoretical knowledge in education. Village institutes have initiated a movement aimed at benefiting people from science, through the teachers they train. This movement has proved that education can be delivered to all segments of society. Village institutes have achieved success far above the aims of the establishment, and ensured a generation that presents the problems of rural people. With a law enacted on 27 January 1954, the activities of the village institutes were terminated and the name of the institutes was changed to Primary Teacher School. Keywords: Republic Period, Education, Teaching, Village Institutes. EZER, Feyzullah, (2020), “Köy Enstitülerinin Türk Eğitim Tarihindeki Yeri ve Önemi”, Belgi Dergisi, C.2, S.19, Pamukkale Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayını, Kış 2020/I, ss. 1786-1804. Sayı 19 (Kış 2020/I) 1787 F. Ezer A. Giriş Eğitim bireyin ve toplumun şekillenmesinde önemli bir yere sahiptir. Eğitim geniş anlamıyla bireyin yaşam boyu devam eden süreç içerisinde topluma kazandırılmasında ve yön bulmasında etkili olan bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Dünyanın değişik bölgelerinde devam ettirilen eğitim anlayışında olduğu gibi, Osmanlı Devleti de kendinden önceki Türk devletlerinin eğitim anlayışını çağın gereklerine uydurarak daha ileri seviyelere götürmüştür. Ancak, Osmanlı Devleti ilerleyen dönemlerde diğer alanlarda olduğu gibi eğitim-öğretim yöntemleri alanında da batının gerisinde kalmıştır. Osmanlı Devleti’nde Tanzimat dönemiyle birlikte eğitim kurumları önemli değişimler geçirerek yeni bir sistem içerisinde ele alınmaya başlanmıştır. Osmanlı devlet adamları batı ile aradaki mesafenin kapatılması için eğitimi çağın gereklerine göre yeniden düzenlemeye çalışmışlardır.1 Osmanlı Devleti’nde batılılaşma faaliyetleri XVIII. yüzyıldan itibaren önce askeri alanda başlamış, daha sonraları da sivil alanlarda devletin birçok kurum ve kuruluşlarında batı müesseseleri örnek alınarak yenileşme çalışmaları gerçekleştirilmiştir. Eğitimde batılılaşma çabaları özellikle medrese sisteminin çağın gereklerine tam anlamıyla cevap verememesi sebebiyle bu kurumlara dokunulmadan batı tarzı eğitim kurumları açılmıştır. Ancak bu gelişmeler Osmanlı toplumunda çok başlılığı da beraberinde getirmiştir. Medreseler eskiden olduğu gibi şeyhülislama bağlı kalırken batı tarzı okullar için maarif teşkilatı oluşturulmuş, azınlık ve yabancı okullar ise, kendi temsilciliklerine bağlı olarak faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Batı tarzı okullar arttıkça medreseler önemini kaybetmeye başlamış ve Cumhuriyet döneminde yapılmak istenilen modernleşme çabalarına zemin oluşturmuştur.2 XVII. yüzyılda Avrupa’da başlayan modernleşme, XX. yüzyıla kadar dünyanın hemen her tarafında etkisini gösteren toplumsal yaşam şeklini oluşturan bir kavram olmuştur. Aslında modernlik, siyasi olarak demokrasiyi, bilimde akıl ve mantığı, ekonomik alanda ise sanayileşme, kalkınma ve üretimin hakim olduğu tarihsel bir dönemi içermiştir.3 Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Türk Milli Eğitimi, Türk Milleti’nin refah seviyesinin yükseltilmesini, ailesi, çevresi ve milli değerlere bağlı, araştıran, sorgulayan, nitelikli gençler yetiştirmeyi gaye edinmiştir. Mustafa Kemal Atatürk, Milli Mücadele yıllarından itibaren, Türkiye’yi çağdaş ülkeler seviyesine taşıyacak Milli Eğitim sistem ve teşkilatlarını incelemeye başlamıştır.4 Milli Mücadele’nin en zor günlerinde 16 Temmuz 1921 tarihinde Ankara’da toplanması gereken Maarif Kongresi’nin ertelenmesi taleplerini reddederek toplantıyı gerçekleştirmesi konuya ne kadar önem verdiğinin kanıtı olmuştur.5 Türkiye›de bulunan eğitim kurumları ve öğrenci sayılarını tespit etmek, Milli Eğitim sorunlarını tartışmak amacıyla toplanan Kongre›de Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden gelen 250’den fazla erkek ve kadın öğretmen hazır bulunmuştur.6 Kongreye cepheden gelerek katılan Mustafa Kemal Atatürk, gelecekte Türk Ulusunun kalkınması için izleyeceği 1 Gül Nihan Toprak, Cumhuriyetin İlk Döneminde Türk Eğitim Sistemi ve Köy Enstitüleri, Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Afyon, 2008, s. 12. 2 Mehmet Anık, “Bir Modernleşme Projesi Olarak Köy Enstitüleri”, Dîvân, Yıl: 11, S. 20, 2006/1, s. 279-280. 3 Songül Sallan Gül-Ayşe Alican, “Cumhuriyet Modernleşmesinin Anadolu Ateşi: Köy Enstitüleri”, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 10-11 / Güz 2014 - Bahar 2015, s. 12-13. 4 İsmail Eyyupoğlu, “Köy Enstitülerinin Kuruluşu ve Pulur Köy Enstitüsü Öğrencilerinden Muammer Genç’in Anıları”, Dergi Park, Atatürk Dergisi, C. 6, S. 1, Yıl: 2007, s. 3. 5 Necdet Aysal, “Anadolu’da Aydınlanma Hareketinin Doğuşu: Köy Enstitüleri”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S. 35-36, Mayıs-Kasım 2005, s. 268. 6 İsmail Eyyupoğlu, “Köy Enstitülerinin Kuruluşu ve Pulur Köy Enstitüsü Öğrencilerinden Muammer Genç’in Anıları”, s. 3. Köy Enstitülerinin Türk Eğitim Tarihindeki Yeri ve Önemi 1788 eğitim politikalarının temellerini bu kongrede atmıştır.7 Atatürk Maarif Kongresi’nin açılışında yapmış olduğu konuşmada; eğitimi milletleri medeniyete ulaştıran ve Türk Devleti›ni dinamik idealine ulaştıracak bir araç olarak gördüğünü açıklamış ve sözlerinin devamında; “... Devlet bünyesinde asırlar boyu derin idari ihmallerin sebep olduğu yaraları iyileştirmede verilecek emeklerin en büyüğünü hiç kuşku yok ki, irfan yolunda esirgemememiz gerektiğini...” belirtmiştir.8 Atatürk emperyalist ülkeler karşısında mazlum milletlere örnek teşkil eden Milli Mücadele’yi 9 Eylül 1922 tarihinde başarıyla sonlandırmıştır. Zafer sonrası İzmir’e gelen Atatürk’e; “Paşam, çok yorulmuş olmalısınız. Herhalde çiftliğinize çekilerek dinlenirsiniz”, şeklinde yöneltilen bir soruya; “Hayır asıl gerçek savaş bundan sonra başlayacak, bu savaş cehalete ve bilgisizliğe karşı yapılacaktır. Bu savaş Ortaçağ karanlığından çıkmasına izin verilmeyen bir halkın çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmak için başlatacağı ikinci bir kurtuluş savaşı olacaktır” şeklinde cevap vermiştir. Cumhuriyet’in ilanı sonrası Osmanlı’dan devralınan eğitim-öğretim kurumları yeterli seviyede değildi. Sayıları tam olarak tespit edilemeyen ilk ve ortaokulların yanı sıra İstanbul’da Darülfünun isminde sadece bir üniversite bulunmaktaydı.9 Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde daha önce yaşanmış olan savaş yıllarının da etkisiyle ortaya çıkan ekonomik ve siyasi sorunlar halk üzerinde yoğun bir baskı unsuru oluşturmuştur. Cumhuriyet döneminde ilk nüfus sayımı 1924 yılında yapılmıştır. Buna göre; halkın % 24,2’sinin (3.305.879) şehirlerde, % 75,8’inin (10.342.391) ise kırsal kesimde yaşadığı tespit edilmiştir. Bu sebeple kırsal alanlardaki sosyal ve ekonomik sorunların çözülmesine yönelik çeşitli girişimlerde bulunulmuştur. Atatürk’ün, “Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek anlamda üreten ve üretime katkı sağlayan köylüdür. O halde herkesten daha çok refah içerisinde yaşamayı hak eden köylü olmalıdır” şeklinde konuşması devletin köylüye bakış açısını göstermiştir. Bu dönemde köylerde ulaşım, altyapı, ekonomik ve sosyal sorunların yanında eğitim sorununun da ivedilikle çözülmesi büyük önem arz etmiştir.10 Türkiye’de eğitim sadece köylerde çözülmesi gereken bir sorun olmayıp daha geniş şekilde ele alınıp, yeni temeller üzerine inşa edilerek ulusal boyutta yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. 1923-1938 döneminde hemen her alanda yenilikçi bir politika izlenmiştir. Bu dönemde Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Medeni Kanun, Latin Harflerinin Kabulü, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, Halkevleri ve Köy Enstitülerinin açılış çalışmaları yapılmıştır. Yapılan inkılâpların başarısının eğitime bağlı olduğu düşüncesi, eğitim faaliyetlerine daha çok önem verilmesini sağlamıştır.11 Köy enstitüleri, yalnızca ait olduğu dönemle sınırlı kalmayıp Türk Eğitim Tarihi’nin bütünlüğü içerisinde de önemli bir yer edinmiştir. Bu okulların kuruluşu ile öğrencilerin donanımlı vatandaşlar olmaları hedeflenirken, aynı zamanda birikim ve donanımlarını hayatın her alanına aktarmaları ve vatandaşlara rehberlik yapmaları istenmiştir. Köy enstitülerinde öğrencilere eğitim-öğretim süresince hem teorik hem de pratik bilgiler verilerek köylerin öğretmen ihtiyaçlarının temin edilmesi planlanmıştır. Kuruluş döneminde öğretim programlarını kendileri oluşturan Köy enstitülerinde temel öğrenme 7 Ali Rıza Erdem, “Atatürk’ün Eğitim Liderliğinin Başarısı: Türk Eğitim Devrimi”, Belgi Dergisi, 1 (2), 2011, s. 2. 8 Necdet Aysal, “Anadolu’da Aydınlanma Hareketinin Doğuşu: Köy Enstitüleri”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S. 35-36, Mayıs-Kasım 2005, s. 268. 9 Ali Rıza Erdem, “Atatürk’ün Eğitim Liderliğinin Başarısı: Türk Eğitim Devrimi”, s. 1. 10 Aslı Avcı Akçalı, “Karanlık Sokağı Aydınlatan” Enstitü: Aksu Köy Enstitüsü”, Turkish Studies, Volume 10/5 Spring 2015, s. 30-31. 11 Mehmet Anık, “Bir Modernleşme Projesi Olarak Köy Enstitüleri”, Dîvân, Yıl: 11, S. 20, 2006/1, s. 279-280. Sayı 19 (Kış 2020/I) 1789 F. Ezer metodu bilgiyi okuyarak, uygulama alanında deneyim kazanarak ve keşfederek öğrenme hedeflenmiştir.12 1. Cumhuriyet’in Kuruluş Döneminde Eğitimin Genel Durumu Köylere eğitim götürülmesi hususu ilk kez II. Meşrutiyet döneminde gündeme getirilmiştir. Cumhuriyet döneminde ise, bu konu tekrar gündeme alınarak çözüm önerileri getirilmeye çalışılmıştır. 1923 yılında İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nde, nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan köyde yaşayanların eğitimi konusu görüşülmüş ve bir takım kararlar alınmıştır. Buna göre; köy ilkokullarının büyük bahçeleri, kümes ve ahırlarının bulunması önerilmiştir. Bunların öğretmen gözetiminde öğrenciler tarafından işletilerek çiftçiliğin uygulamalı olarak öğretilmesi tavsiye edilmiştir. Buna ilaveten, orta ve yüksekokuldan mezun erkek ve kız öğrencilerin en az bir yıl süreyle köylerde öğretmenlik yapmaları gerektiği belirtilmiştir. Köye öğretmen gönderilmesi konusunda Türkiye’ye bir takım uzmanlar davet edilmiştir.13 Uzmanların hazırlamış oldukları raporların katkısıyla Cumhuriyet Türkiyesi’nde, sosyal, siyasal, ekonomik, hukuk ve eğitim alanında çok kapsamlı bir dönüşüm hareketi başlatılmıştır.14 Bu dönemde eğitim ve kültür alanında gerçekleştirilmesi düşünülen dönüşümlerde eğitimin oynayacağı rol anlaşılmış, toplumda kabul gören eğitim seferberliğine, özellikle de halk eğitimine büyük önem verilmiştir.15 Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türkiye’de nüfusun ne kadar olduğu ancak 1927 yılında yapılan nüfus sayımı sonunda tespit edilmiştir. Okuma yazma bilenlerin oranı % 6 olan ülkede okulların birçoğu batı bölgelerinde toplanmıştır. Okuma-yazma oranlarıyla ilgili olarak dönemin Tokat Milletvekili Mustafa Bey, TBMM’de yapmış olduğu konuşmada, “ Yüz bin nüfuslu Tokat vilayetinde ancak birkaç yüz kişinin okuma yazma bildiğini, okulların ekserisinin neden İstanbul, İzmir gibi vilayetlerde yapıldığı…” şeklinde sitemlerini iletmiştir. Türkiye’de bulunan 46.000 köyün % 98’inde okul bulunmamakta ve 70.000 öğretmen ihtiyacına karşın, mevcut 18 öğretmen okulu yılda 200 civarında mezun vermekteydi.16 1927 yılı nüfus sayımında elde edilen verilere göre, köy nüfusunun % 94’ü okuma yazma bilmiyordu. Okullaşma oranının düşüklüğü ve bölgesel farklılıklar, öğretmen sayısının yetersiz olması, mevcut öğretmenlerin de köylerde istihdam edilmesi uyum açısından büyük sorun teşkil etmekteydi. Bu sorunların kısa sürede çözülebilmesi için yöneticiler çeşitli çözüm arayışlarına girmiştir. Özellikle ilköğretimin hızlı bir şekilde çoğalması ve okur-yazar oranının artırılması amacıyla ön plana çıkan esaslar kısaca şu şekilde tespit edilmiştir; 1. İlköğretim sayısını hızlı bir şekilde artırmak amacıyla imkanlar dahilinde şehir, kasaba ve köylerde okullar açmak, 12 Ayşegül Tural, “Türk Eğitim Tarihinde Alternatif Bir Model: Köy Enstitüleri”, Manisa Celal Bayar Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, C. 4, S. 2, Aralık, 2016, s. 18. 13 1924 yılında John Dewey Türkiye’ye davet edilerek bu konuda bir rapor hazırlaması istenmiştir. Konuyla ilgili gerekli incelemeleri yapan John Dewey hükümete sunmuş olduğu raporunda, köye yönelik öğretmen yetiştirilmesini tavsiye etmiştir. Daha geniş bilgi için bkz. Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi (MÖ. 1000-MS. 2010), Pegem Akademi Yayınları, Ankara, 2010, s. 392. 14 Mustafa Şahin, “Türkiye’de Öğretmen Yetiştirme Politikalarında Yabancı Eğitim Uzmanlarının Etkisi”, Milli Eğitim Dergisi, S. 137, 1998, s. 91-99; Zafer Tangülü – Oğuzhan Karadeniz – Sinan Ateş, “Cumhuriyet Dönemi Eğitim Sistemimizde Yabancı Uzman Raporları (1924-1960)”, Turkish Studies, Volume 9/5 Spring, Ankara, 2014, s. 1898. 15 Yahya Akyüz, “Osmanlı Döneminden Cumhuriyete Geçilirken Eğitim-Öğretim Alanında Yaşanan Dönüşümler”, Pegem Eğitim ve Öğretim Dergisi, C. 1, S. 2, Ankara, 2011, s. 20; Mustafa Şahin, “Bir Halk Eğitim Çalışması Örneği Olarak Millet Mektepleri”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, C. 1, S. 2, 1992, s. 213-234. 16 İlhan Başgöz, «Cumhuriyetin İlk Yıllarında Türkiye’de Eğitimin Genel Görünümü”, Cumhuriyet Dönemi Eğitim Politikaları Sempozyumu, Ankara, 2010, s. 7-8. Köy Enstitülerinin Türk Eğitim Tarihindeki Yeri ve Önemi 1790 2. Açılacak olan okulların öğretmen, denetçi ve personel ihtiyacını karşılayacak önlemler almak, 3. Toplumun bilgi düzeyini artırarak planlı bir şekilde yetişmelerini temin etmek, 4. Köylerde eğitim-öğretimi yaygınlaştırarak, köylünün ihtiyaç duyduğu teknik bilgilerin öğretilmesinde yardımcı olmak, 5. Okula gitme yaşını geçen vatandaşlar için açılacak, millet mektepleri kursları aracılığı ile okuma-yazma öğrenmelerini temin etmektir. Bu amaç doğrultusunda yurt içi ve yurt dışından rehberlik hizmeti almak suretiyle eğitimle ilgili olarak, halk dershaneleri, millet mektepleri, halkevleri gibi çeşitli projeler uygulamaya konulmuştur.17 Dönemin Maarif Vekili Vasıf Bey, 1924 yılında yapmış olduğu bir konuşmada, Türkiye›de bulunan 46.000 köyün ancak 1400›ünde ilkokul olduğunu belirtmiştir. 1927- 1928 döneminde köy ilkokullarının sayısı artırılarak 4688›e, 1931-1932 döneminde ise, ancak 5308’e ulaşabilmiştir. Yetkililer müteakip defalar okullaşmada ve öğretmen temininde asıl sorunun köylerden kaynaklandığının bilincinde olduklarını ve bu konuda çözüm üretmeye çalıştıklarını belirtmişlerdir. Gerçekten de o dönemde köye ulaşabilmek, okul inşa etmek ve öğretmenin köyde kalabilmesini sağlamak oldukça zor olmuştur. Köy çocuklarının eğitimlerinin sağlanması, yeni çözüm önerileri ve yaklaşımlarının denenmesi dönemin önemli tartışma konuları arasında yer almıştır. Köylerde çalışma şartlarına uyum sağlayabilecek kabiliyette öğretmen yetiştirme projelerinin başlangıcı II. Meşrutiyet yıllarına kadar uzanmaktadır. II. Meşrutiyet Döneminde yayın yapan «Yeni Mektep Dergisi» tarım sistemini esas alan köye yönelik öğretmen yetiştiren yatılı öğretmen okullarının kurulması gerektiği şeklinde yayın yapmıştır. Cumhuriyet döneminde modernleşmenin öğretmenler tarafından sağlanacağına inanan Atatürk’ün de teşvikiyle, 21 Mart 1926 tarihinde Köy Muallim Mekteplerinin kurulmasına dair yasa çıkarılmıştır. Kayseri ve Denizli’de iki Köy Muallim mektebi açılmış, fakat hedeflenen başarı sağlanamamıştır. 1930 yılından itibaren köye öğretmen yetiştirme projeleri yeniden gündeme alınmıştır. Hükümet tarafından kurulan bir komisyon aracılığıyla köye öğretmen yetiştirmek için tespit edilen bölgelerde mıntıka muallim mekteplerinin kurulması kabul edilmiştir. Bu okullar şehir merkezinin dışında kırsal alanda geniş arazisi olan bölgelerden seçilecek, dersler okulun bulunduğu köy şartlarına uygun teorik ve pratik kısımlardan oluşacaktı. Her mıntıka muallim mektebi bulunduğu bölgenin ziraat şartlarına uygun olacak ve okuldan mezun olanlar bu bölgede istihdam edilecekti. Projenin mimarı olan Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip’in bakanlıktan ayrılması üzerine Balıkesir’de açılan okuldan istenilen başarı elde edilememiştir.18 1923 yılından itibaren ortaya konulan tespitler sonucu başlatılan eğitim seferberliği ile yeni okullar açılması ve öğretmen ihtiyacının giderilmesi çalışmalarına hız verilmiştir. Fakat bu dönemde Türkiye sınırları içerisinde bulunan her dereceden okul sayısı sağlıklı olarak tespit edilememiş ve bütçeden eğitime yeteri derecede kaynak ayrılamamıştır. Bu olumsuz durumu değiştirmek isteyen hükümet eğitim konusunda yoğun bir çalışma içerisine girmiştir. Eğitim seferberliğinin her kademesinde büyük destek veren Mustafa Kemal Atatürk, TBMM’nin açış konuşmasında; hükümetin hedefinin cehaleti yok etmek, 17 Aslı Avcı Akçalı, “Karanlık Sokağı Aydınlatan Enstitü: Aksu Köy Enstitüsü”, Turkish Studies, Volume 10/5 Spring 2015, s. 31. 18 Mustafa Şahin, “Türkiye’de Köye Öğretmen Yetiştirme Model Önerileri, Uygulamaları ve Değerlendirmeler (Tarihi Gelişim)”. Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, C. 1, S. 4-5, 1995, s. 45-61; Sıdıka Çetin-Ahmet Kahya, “Kırda Bir Modernleşme Projesi Olarak Köy Enstitüleri: Aksu ve Gönen Örnekleri Üzerinden Yeni Bir Anlamlandırma Denemesi”, Ortadoğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dergisi, 2017/1, (34: 1), s. 136-137. Sayı 19 (Kış 2020/I) 1791 F. Ezer köylüyü aydınlatarak vatanını, milletini, dinini, dünyasını tanıyacak bilgilere kavuşturmak şeklinde olduğunu açıklamıştır. Türkiye’de eğitim adına çözülmesi gereken önemli sorunların başında eğitim yapılacak bina ve öğretmen sayısının yetersizliği olmuştur. Bu sorunu çözmekte kararlı olan hükümet şehir, nahiye ve köy okullarına öğretmen yetiştirilmesi çalışmalarına hız vermiştir. Bu dönemde eğitim sorunlarını çözmek ve rehberlik hizmeti almak üzere 1924 yılında eğitim uzmanı John Dewey Türkiye’ye davet edilmiştir. John Dewey; öğretmenlerin köyün birçok problemlerini çözebilecek düzeyde yetiştirilmesi gerektiği yönünde rapor sunmuştur.19 Dewey, Türk eğitim sistemine yönelik tespit ve önerilerine yer verdiği raporunda, öğretmenlerin eğitimi, ekonomik durumlarının düzeltilmesi, ders araç ve gereçlerinin önemini belirtmiştir. Öğretmenlerin yetiştirilmelerine katkıda bulunacak çeviri eserler, okulların fiziki yapıları, eşya ve donanımları, hijyen kuralları, oyun ve dinlenme alanları üzerinde durmuştur. Pratik eğitimin şartlarını oluşturabilmek için eğitim altyapısına önem veren Dewey hükümete bu şartların sağlanmasını önermiştir.20 Dewey ayrıca eğitim ile ilgili gelişmeleri yerinde görmek amacıyla ülke dışına öğretmen ve bakanlık yetkililerinin gönderilmesi, ders ile ilgili materyalleri incelemek amacıyla Danimarka’nın ziyaret edilmesi tavsiyesinde bulunmuştur. Büyük kısmı kırsal kesimde yaşayan toplumun kendi bölgesinde kullanabileceği mesleki eğitim programına ihtiyaç olduğunu belirten Dewey, eğitim hayatına ilk ve ortaöğretimden sonra devam edemeyecek olan gençler için özel meslek okullarının kurulmasını tavsiye etmiştir. Görüş belirtmesi için davet edilen bir diğer eğitimci Alfred Kühne’de hazırlamış olduğu raporunda benzer görüşlere yer vermiştir.21 John Dewey ve Alfred Kühne tarafından hazırlanan rapor doğrultusunda Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati Bey döneminde çıkarılan 789 sayılı Maarif Teşkilatı Kanunu ile ”İlk Muallim Mektebi” ve “Köy Muallim Mektebi” şeklinde şehir ve köye yönelik iki farklı öğretmen okulu açılmıştır. Köylerin öğretmen ihtiyaçlarının temini ve öğretmenlerin köyde kalmasını sağlamak için çalışmalar yapılmış ve 7 Haziran 1925 tarihinde “Şark Vilâyetlerine Gidecek Muallimlere İtası Muktezi Maaş Zamları Hakkında Talimatnâmenin Mer’iyete Vazına Dair Kararnâme” ile doğu illerine tayin olunan ve yörenin yerlisi olmayan öğretmenlere daha fazla ücret ve maaş ödenmesi kabul edilmiştir.22 1930 yılından itibaren Dünya Ekonomik Krizi’nin de etkisiyle Türkiye ekonomide devletçilik uygulamasına geçmiş, sanayileşme ve kalkınma hamlelerini başlatmıştır. Bu hamleler kent merkezlerinde eğitimi de olumlu yönde etkilerken kırsal kesim bu gelişmelerden yeterince faydalanamamıştır. Otuzlu yılların ortalarında şehir merkezlerinde okuma yazma oranı % 60’a ulaşırken köylerde bu oran % 22 civarında kalmıştır. Ayrıca, 40.000 köyün, 31.000’inde okul bulunmamakta ve okul bulunan köylerin birçoğunda öğretmen yetersizliği sebebiyle eğitim kesintili olarak ancak 3 yıl yapılabilmekteydi. Bu sebeple 1936 yılından itibaren eğitmen kurslarının olduğu yerlerden başlamak üzere köy enstitülerinin açılması planlanmıştır.23 19 Abdulaziz Kardaş, “Cumhuriyet Dönemi’nde Bir Hareketin Son Temsilcisi: Ernis Köy Enstitüsü”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C. 10, S. 48, Şubat 2017, s. 184-185. 20 Hüseyin Nihat Güneş, “Cumhuriyet Dönemi Eğitim Politikalarının Liberal-Muhafazakâr Yüzü”, Bitlis Eren Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C. 5, Sayı: Ek Sayı, Aralık 2016, s. 68. 21 Zafer Tangülü – Oğuzhan Karadeniz – Sinan Ateş, “Cumhuriyet Dönemi Eğitim Sistemimizde Yabancı Uzman Raporları (1924-1960)”, Turkish Studies, Volume 9/5 Spring, Ankara, 2014, s. 1898. 22 Abdulaziz Kardaş, “Cumhuriyet Dönemi’nde Bir Hareketin Son Temsilcisi: Ernis Köy Enstitüsü”, s. 184-185. 23 Ayşe Alican, “Cumhuriyet Modernleşmesinin Anadolu Ateşi: Köy Enstitüleri”, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 10-11 / Güz 2014 - Bahar 2015, s. 18. Köy Enstitülerinin Türk Eğitim Tarihindeki Yeri ve Önemi 1792 2. Köy Enstitülerinin Kuruluşu Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren en fazla çaba harcanan konulardan biri de eğitim olmuştur. Nüfusun büyük çoğunluğunun köylerde yaşaması eğitim sorununu çözmenin yolunun köyden geçtiğini net bir şekilde ortaya koymuştur. 1924 yılında kabul edilen Köy Kanunu’na göre, nüfusu 2.000’e kadar olan yerleşim birimlerine köy denilmektedir.24 Mustafa Kemal Atatürk ve kurmayları köy ve köylüye büyük önem vermiş, kalkınmanın köylüden başlaması gereği üzerinde ısrarla durmuşlardır. Atatürk 1 Mart 1922 tarihinde TBMM’nin açış konuşmasında; “Türkiye’nin asıl sahibi ve efendisi, gerçek anlamda üreten köylüdür. O halde herkesten daha fazla kalkınmayı ve refah içerisinde yaşamayı hak eden köylüdür. İşte bu köylüdür ki, bu güne kadar maariften yoksun bırakılmıştır. Bu sebeple bizim izleyeceğimiz maarif politikasının temeli, ilk önce mevcut olan cehaleti ortadan kaldırmaktır…” şeklinde açıklama yapmıştır.25 1935 yılında ülke nüfusunun yaklaşık % 80’e yakın kısmının yaşamış olduğu kırsal kesimde okullaşma oranı yok denecek kadar azdı. Köy okullarına şehirlerden tayin edilen az sayıdaki öğretmen de köylerdeki eğitim sorununu çözmekten uzak kaldı. Aslında köylerde yaşayanların sorunları sadece okuryazarlıkla sınırlı olmayıp, bulaşıcı hastalıklarla mücadele ve üretim alt yapısındaki yetersizlikler de önemli yer tutmaktaydı. Cumhuriyetle birlikte gündeme alınan köye hizmet götürme çabaları köylünün beklentilerini tam anlamıyla karşılayamadığı için başarılı olamadı. Başarı sağlanması için köylüye hitap ederek onlara rehberlik yapabilecek aydınların köylünün kendi içerisinden çıkması gerektiği düşünüldü. 1935 sonrasında, kendisi de bir köylü çocuğu olan eğitimci İsmail Hakkı Tonguç İlköğretim Genel Müdürlüğüne atanarak, köy enstitülerinin hem hazırlık aşaması hem de kurulmasında etkili oldu.26 Ancak, eğitime yapılacak yatırımın ekonomik şartlara bağlı olduğu bilinen bir gerçektir. Ülkemizde Osmanlı döneminden itibaren, ekonomik gider ve kaynak yokluğu büyük sorun teşkil etmiştir. 1935 yılında köy enstitülerinin kurulması gündeme geldiğinde yine ekonomik sıkıntılar en önemli sorunların başında yer almıştır. Çözüm ise, giderlerin azaltılmasında bulunarak, öğrencilerin enstitüyü kurmada, tarımsal üretim ve hayvancılık, bina, kaldırım ve yolları yaparak devletin eğitim giderlerini en aza indirgemesi sağlanmıştır.27 Yukarıda belirtildiği gibi, halkın büyük bir çoğunluğunun köylerde yaşaması, eğitim seferberliği içerisine köylerin öncelikli olarak dahil edilmesi gerektiği ortaya çıkmıştır. Köylerde görev yapan öğretmenleri normal programlar dahilinde yetiştirmek köylünün eğitim sorununu çözmekten uzak kalmıştır. Bu açıdan köye öğretmen yetiştirme projeleri yeniden gözden geçirilerek uzmanlardan da yardım alınmak suretiyle yeni oluşumlar ortaya konulmuştur. Bu proje kapsamında açılan köy eğitmen okullarına, askerliğini onbaşı ve çavuş olarak yapan gençler arasından uygun bulunanlar hızlı bir eğitim programından geçirilerek köylere öğretmen olarak atanmışlardır. Hükümet, köylere öğretmen gönderme sorununu çözene kadar eğitmenler aracılığı ile okuma yazma öğretilmesini desteklemiştir. Eğitmenler köylüye okuma yazmanın yanı sıra ziraat, hayvancılık ve teknik bilgileri de öğretmeye çalışmışlardır. Köylünün eğitim sorununu çözmek için daha kalıcı yollar aranmış ve köy enstitülerinin kuruluş hazırlıkları başlatılmıştır. Bu okullara enstitü denilmesinin sebebi; “Çok yönlü olması, yalnızca öğretmen yetiştirmek değil, sağlık memuru, teknisyen, 24 Resmi Gazete, Sayı: 68, Tertip: 3, Cilt: 5, s. 336. (7 Nisan 1924 tarih, 442 sayılı köy kanunu, madde:1). 25 Mehmet Şeren, “Köye Öğretmen Yetiştirme Yönüyle Köy Enstitüleri”, Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, C. 28, S. 1, (2008), s. 207-208. 26 Necdet Aysal, “Anadolu’da Aydınlanma Hareketinin Doğuşu: Köy Enstitüleri”, s. 270-271. 27 Pakize Türkoğlu, Tonguç ve Enstitüleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. İstanbul, 2019, s. 176-177. Sayı 19 (Kış 2020/I) 1793 F. Ezer ebe, hemşire ve tarımla ilgili meslek sahiplerini de yetiştirmesinden” kaynaklanmıştır. Köy enstitüsü projeleri o güne kadar uygulananlardan farklı ve tamamen Türkiye şartlarına uygun hazırlanmıştır. Proje ile “köylüyü köyünde eğitmek, köy nüfusuna kayıtlı öğrenciyi eğiterek tekrar köye göndermek”, hedeflenmiştir.28 1936 yılında açılan Köy Öğretmen Okulları ve eğitmen kursları ile başlayan ve kazanılan deneyimler sonucu TBMM tarafından çıkarılan 17 Nisan 1940 tarih 3803 sayılı yasa ile köy enstitülerinin kurulması kanunu kabul edilmiştir. Çıkarılan yasa ile “Köylere öğretmen ve teknisyen yetiştirilmesi” amaçlanmıştır. 1941 yılında kabul edilen bir yasa ile köy enstitülerinin teşkilatlanma şekli ve köyde görev yapacak öğretmenlerin yetki ve sorumlulukları belirlenmiştir. Ayrıca köy enstitülerinin üst kademesi olan Yüksek Köy Enstitüsü açılmıştır.29 Köy enstitülerinin kuruluş amacı kırsal alanlardaki eğitim ve kalkınmışlık düzeyini artırmak olmuştur. Çünkü Cumhuriyet’in ilan edilmesinin üzerinden on beş yıldan fazla zaman geçmesine, birçok alanda önemli inkılaplar yapılmasına rağmen eğitim alanında istenilen seviyenin çok altında kalınmıştır. Bunun da en önemli sebebi kaynak yetersizliği olarak belirlendiğinden daha az maliyetle ülkenin hem eğitim hem de kalkınma meselesinin çözülmesi planlanmıştır. İlk defa uygulanacak olan köy enstitüsü sistemiyle okulların inşası, köy halkı, öğretmen ve öğrenciler tarafından yapılacak, bu işlemler eğitim-öğretimin bir parçası olarak yerine getirilecekti.30 Öğrencilerin kalacağı binaların yapım ve onarım işleri öğrenciler tarafından yapılacak, yiyecek giyecek gibi ihtiyaç maddeleri enstitünün kendi imkanları ile karşılanacaktı. Hasan Ali Yücel›in Milli Eğitim Bakanlığı döneminde faaliyete geçirilen köy enstitülerinde, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un büyük gayretleri olmuştur. İzmir’de Amerikan Koleji’nin satın alınmasıyla İzmir Kızılçullu Köy Enstitüsü ve aynı dönemde Eskişehir Çifteler Köy Enstitüsü’nün açılışı gerçekleştirilmiştir.31 Türkiye’de 1940 yılında açılan köy enstitüleri, köylerde eğitim hizmeti ulaştırma açısından dünyaya örnek teşkil etmiştir. 1940 yılında çıkarılan Köy Enstitüleri Kanununun 16. Maddesi uyarınca; Köye yapılacak okulların binaları Milli Eğitim Bakanlığı tarafından gönderilen planlara göre, il müfettişi ve gezici başöğretmen kontrolünde köy ihtiyar heyetleri tarafından inşa ettirilmesi kabul edilmiştir.32 Köy enstitüsü mezunlarının görev yapacakları köylerdeki okul ve evlerin yapımında 5210 sayılı kanunun 5, 6, 7. maddeleri uyarınca çalışma mükellefiyetinin uygulanmasına dair; İçişleri ve Çalışma Bakanlıklarının uygun görüşlerine dayanan Milli Eğitim Bakanlığının 24 Temmuz 1948 tarih ve 65- 84/ 17623 sayılı yazısı ile Bakanlar Kuruluna gönderilmiştir. Milli Eğitim Bakanlığının göndermiş olduğu karar metni Bakanlar Kurulunca görüşülerek kabul edilmiştir.33 Milli Eğitim Bakanlığı tarafından gönderilen karar metni kısaca; 28 Burcu Demirkaya Güler, Köy Enstitüleri Bağlamında Eğitim ve İdeolojinin Toplumsal Değişme Etkisinin İncelenmesi: Köy Enstitüleri Dergisi (1945-1947), Maltepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul, 2015, s. 191-192. 29 Songül Boybeyi-Songül Sallan Gül, “Cumhuriyet Aydınlanmasının Kısa Tarihi: Köy Enstitülerini Çevreleyen Tarihsel ve Toplumsal Koşullar ve Bugüne Çıkarsamalar”, Toplum ve Demokrasi, 2 (3), Mayıs-Ağustos, 2008, s. 69-70. 30 Başkanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Yer No: 30-18-1-2/ 117-54-1-2, Karar Sayısı: 7869. 31 Nurgün Koç, “Köy Enstitüleri’nde İş Hayatı”, Türk-İslam Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi, S. 10/Yaz, Konya-2010, s. 69-70. 32 Ahmet Çoban, “Öğretmen Yetiştirme Politikası Olarak Köy Enstitüleri Örneğinin İncelenmesi», Kastamonu Eğitim Dergisi, C. 19, No: 2, Mayıs 2011 s. 450-451. 33 Başkanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Yer No: 30-18-1-2/ 117-54-1-2, Karar Sayısı: 7869 (27 Temmuz 1948). Köy Enstitülerinin Türk Eğitim Tarihindeki Yeri ve Önemi 1794 Madde 1: Enstitülerden mezun olan öğretmen, sağlık memuru ve ebeler için yapılacak evlerin ve bu kanunda yazılan diğer tesislerin yapımında, köy kütüğünde kayıtlı bulunan veya o köyde altı aydan beri oturan 18-50 yaş aralığında bulunan (bu yaşlar dahil) erkek vatandaşlar, 20 güne kadar çalışmakla mükelleftirler. Menkul veya gayrimenkul malları olan ve köy nüfusunda kayıtlı bulunan 18- 50 yaşlar arasındaki erkekler, sürekli olarak başka bir yerde ikamet etseler dahi çalışma mükellefiyetine tabi tutulurlar. Ancak köy nüfusundan kaydı silinmiş olanlar çalışma mükellefiyetinden muaf tutulacaklardır. Madde 2: Mükellefiyetin vatandaşlara sıra ile ve eşit olarak yaptırılmasından köy muhtarıyla birlikte köy ihtiyar heyeti de sorumlu tutulacaktır. Mükellefiyetler zirai çalışmalar göz önüne alınarak, ilkbahar, yaz ve sonbahar imece mevsimleri olmak üzere, iki veya üçe bölünebileceği gibi, yapılacak işin belirli bir zamanda bitirilmesi zorunlu olduğu durumlarda mahalli idare amirleri (vali, kaymakam veya bucak müdürü) çalışmalara ara vermeden işi yürütmeye yetkilidir. Ancak bu yetkiyi kullanmak için köy ihtiyar heyetinin karar vermesi ve köylünün iş düzeninin bozulmaması son derece önemlidir. Madde 3: Mükellefiyet vasıtalı veya vasıtasız olarak yerine getirilir. Malul ve fakir olanlarla, mükellefiyetin yerine getirilmesi sırasında sürekli işçi olarak Devlete ait sanayi tesislerinde veya madenlerde çalışanlar, askerde olanlar, mahkum olanlar bu mükellefiyete dahil edilmezler.34 Köy enstitülerinin kuruluş ve hazırlık aşamalarında dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün büyük katkı ve destekleri olmuştur. Köy enstitüleri köyün kalkınması, köylünün bilinçli hale gelmesi ve ülkesine faydalı bireyler yetiştirilmesi amaçlanarak hayata geçirilmiştir.35 İkinci Dünya Savaşı›nın şiddetlendiği 1940 yılında Türkiye Köy Enstitüleri Kanununu kabul ederek eğitimde önemli bir ivme yakalamıştır. Halkevleri ve onun alt kademesi olan halkodaları eğitim faaliyetlerini başlatmış, fakat okula başlaması gerekenlerin sayıca fazla olması sebebiyle çocukların eğitim ihtiyacı tam anlamıyla giderilememiştir. Köye öğretmen gönderilmesinin yolu köy enstitülerinin açılmasıyla büyük bir hız kazanmıştır. 1940 yılında çıkarılan Kanununa göre; “Köy enstitüleri, Köy Öğretmeni ve köyün kalkınması için gerekli olan diğer meslek mensubu yetiştirmek üzere Milli Eğitim Bakanlığı tarafından açılan kurumdur.” şeklinde tanımlanmıştır.36 Köy Enstitüleri, geniş arazi ihtiyacı nedeniyle, çoğu zaman şehir merkezlerinin uzağında, köylerin bitişiği veya içerisinde, ulaşım açısından demiryolu ve karayoluna yakın yerlerde kurulmuştur. Enstitülerin yapımında bazı ilkeler göz önünde bulundurulmuştur. Bunlar kısaca; 1. Arazinin devlete ait ve tarım yapmaya elverişli olması, 2. Arazinin işlenmesinin kolay, verimli ve mümkünse bağ ve bahçelere sahip olması, 3. Seçilmiş olan arazinin bölgenin merkezi olması, hava şartları ve su kaynakları açısından uygun yerler olması önem arz etmiştir. Ancak bu koşullar bütün enstitüler için geçerli olmamış, bazı bölgelerde kriterleri karşılamayan alanlara da enstitüler kurulmuştur. Özellikle ilk açılan enstitülerde hazır binalar olduğundan bu binaların okul 34 Başkanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Yer No: 30-18-1-2/ 117-54-1, (24 Temmuz 1948). 35 Ebru Elpe, “Köy Enstitüleri ve Sanat Eğitimi”, Batman Üniversitesi Yaşam Bilimleri Dergisi, C. 4, S. 2, s. 17. 36 Nebahat Arslan,” Türk Eğitim Sisteminde Köy Enstitülerine Bir Örnek: Kars Cılavuz Köy Enstitüsü”, History Studies, Volume 4/1 2012, s. 32. Sayı 19 (Kış 2020/I) 1795 F. Ezer olarak kullanılmasında bir sakınca görülmemiştir. Örneğin 1912 yılında İzmir’de inşa edilen Amerikan Mektebi, daha sonra İzmir Kızılçullu Köy Enstitüsü olarak faaliyetini sürdürmüştür.37 Daha önce köy eğitmeni yetiştirmek amacıyla açılmış olan İzmir, Trakya, Eskişehir ve Kastamonu’da açılan bazı kurs merkezleri yapılan yasal düzeleme ile köy enstitüsü haline getirilmiştir.38 Bu okulların sayıları zaman içerisinde 21’i bulmuştur. Köy enstitülerinin bulundukları yerler ve kuruluş yılları; 1940 yılında kurulanlar: 1. İzmir-Kızılçullu Köy Enstitüsü 2. Eskişehir-Çifteler Köy Enstitüsü 3. Lüleburgaz-Kepirtepe Köy Enstitüsü 4. Kastamonu-Gölköy Köy Enstitüsü 5. Malatya-Akçadağ Köy Enstitüsü 6. Antalya-Aksu Köy Enstitüsü 7. Ladik-Akpınar Köy Enstitüsü 8. Adapazarı-Arifiye Köy Enstitüsü 9. Vakfıkebir-Beşikdüzü Köy Enstitüsü 10. Kars-Cılavuz Köy Enstitüsü 11. Bahçe-Düziçi Köy Enstitüsü 12. Isparta-Gönen Köy Enstitüsü 13. Balıkesir-Savaştepe Köy Enstitüsü 14. Kayseri Pazarören Köy Enstitüsü 1941 yılında kurulanlar: 15. Ankara-Hasanoğlan Köy Enstitüsü 16. Konya-Ereğli-İvriz Köy Enstitüsü 1942 yılında kurulanlar: 17. Yıldızeli-Pamukpınar Köy Enstitüsü 18. Erzurum-Pulur Köy Enstitüsü 1944 yılında kurulanlar: 19. Ergani-Dicle Köy Enstitüsü 20. Aydın-Ortaklar Köy Enstitüsü 1948 yılında kurulanlar: 21. Van- Erciş Köy Enstitüsü. 39 37 Mehmet Şeren, “Köye Öğretmen Yetiştirme Yönüyle Köy Enstitüleri”, s. 213. 38 Salih Özkan, Türk Eğitim Tarihi, 2. Baskı, Niğde, 2008, s. 197. 39 Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi (MÖ. 1000-MS. 2010), s. 393. Köy Enstitülerinin Türk Eğitim Tarihindeki Yeri ve Önemi 1796 Köy enstitülerine alınacak erkek ve kız öğrencilerin köy nüfusuna kayıtlı ve ilkokul mezunu olanlardan seçilmesi kararlaştırılmıştır. Hatta kız çocuklarının köy enstitülerine alınması hususunda pozitif ayrımcılık yapılarak okullara sınavsız alınmaları sağlanmıştır. Köylerde görev yapan öğretmenler de kız çocuklarının okula gönderilmesi hususunda büyük çaba harcamışlardır. Köy enstitüleri birçok yönden diğer eğitim kurumlarından farklılıklar göstermiştir. Enstitülerin çevre duvarları, korunması açısından güvenliği ve güvenlik görevlisi uygulaması yapılmamıştır. Yaz tatilinin rutin bir zamanlaması ayarlanmamış bölgenin özelliklerine ve ilgili köy enstitülerinin inisiyatiflerine bırakılmıştır. Çünkü köy enstitüleri hem okul hem de üretim ve yaşam alanı olarak düşünülmüştür. Dersler sadece dershanelerde yapılmayıp, uygulama kısımları ahır, kovan, tarla, bağ, bahçe gibi alanlarda gerçekleştirilmiştir. Bölge koşullarına göre, balıkçılık, hayvancılık, arıcılık narenciye üretimi vb. uzmanlık alanları oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu okulların önemli özelliklerinden biri de kültür derslerine ağırlık verilerek, müzik, resim, tiyatro, halk dansları gibi alanlara öğrencileri yönlendirmek olmuştur. Köy enstitülerinde mandolin, keman, bağlama, piyano gibi müzik aletlerinin bulunmasına özen gösterilmiştir. Ayrıca önem verilen bir başka konu da binlerce yerli ve yabancı eserden oluşan kütüphaneler kurmak olmuştur. Köy enstitüsü mezunlarının köylerde öğretmen ve sağlık memuru olmalarının yanı sıra, iyi birer marangoz, duvar ustası, elektrikçi, arıcı, terzi ve sanatçı olmaları hedeflenmiştir.40 Köy Enstitüleri Kanununun 3. maddesinde öğretim süresiyle ilgili olarak, Köy Enstitülerine alınacak öğrencilerin köy nüfusuna kayıtlı en az beş yıllık tam devreli ilkokul mezunları arasından seçilerek alınacağı ve Enstitülerin tahsil müddetlerinin en az beş yıl olduğu” belirtilmiştir.41 3. Köy Enstitülerinin Faaliyetleri Köy enstitüleri Cumhuriyet Türkiyesi’nde ilköğretim sorununa çözüm üretmenin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Aslında Atatürk döneminde ilköğretim sorununa çözüm üretmek ve köylünün okula kavuşmasını temin etmek amacıyla bir takım çalışmalar yapılmış, fakat olumlu sonuç elde edilememiştir. İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde bu konu tekrar gündeme alınarak kararlı bir şekilde çözüm üretilmeye çalışılmıştır. Bakanlıklar ve hükümetin koordineli olarak çalışmaları sonucunda konu TBMM’ne getirilmiş, 17 Nisan 1940 tarih ve 3803 sayılı yasa ile kabul edilerek köy enstitülerinin kuruluşu ile ilgili önemli bir adım atılmıştır. Yasal düzenleme öncesi köy enstitülerinin temeli sayılan öğretmen okulları, 1937 yılında İzmir-Kızılçullu, Eskişehir-Mahmudiye, 1938 yılında Edirne-Kırkağaç, 1939 yılında Kastamonu-Gölköy olmak üzere dört bölgede açılış gerçekleştirilmiştir. 17 Nisan 1940 tarihinde kabul edilen Köy Enstitülerinin Kurulmasına dair yasal düzenleme sonrası ilk etapta on dört köy enstitüsü açılmış daha sonra açılan yeni okullarla bu sayı 1948 yılında 21›e ulaşmıştır. İlk dört köy enstitüsüne ek olarak açılan on yedi enstitünün faaliyet alanları; Malatya-Akçadağ, Antalya-Aksu, Samsun-Ladik-Akpınar, AdapazarıArifiye, Trabzon-Vakfıkebir-Beşikdüzü, Kars-Cılavuz, Adana-Bahçe-Düziçi, Isparta-Gönen, Balıkesir-Savaştepe, Ankara-Hasanoğlan, Kayseri-Pazarören, Konya-Ereğli-İvriz, SivasYıldızeli-Pamukpınar, Erzurum-Pulur, Diyarbakır-Ergani-Dicle, Aydın-Ortaklar, Van-ErcişErnis bölgeleri olmuştur.42 Köy enstitülerinde eğitimin sadece teorik bilgiyle sınırlı olmayışı, bu okulları diğer öğretmen okullarından farklı kılan özelliği olmuştur. Enstitülerde öğrenim gören öğrenciler 40 Firdevs Gümüşoğlu, “Eğitim Tarihimizde Özgün Bir Uygulama Olan Köy Enstitüleri 75 Yaşında”, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 10-11 / Güz 2014 - Bahar 2015, s. 8-9. 41 Maarif Vekilliği, Teşkilat Kanunu, Madde: 46, Ankara, 1943. 42 Salih Özkan, Türk Eğitim Tarihi, s. 199. Sayı 19 (Kış 2020/I) 1797 F. Ezer gerçek uygulama alanları ve ekipmanlarla eğitilmişlerdir. Uygulama eğitimlerinde gerekli hallerde kazma, kürek, çekiç, testere, makas, iğne, dikiş makinesi, gibi malzemeler kullanılmıştır. Köy enstitülerinde tatbik edilen eğitim ilke ve yöntemleri doğal hayata uygun olarak yapılmıştır.43 Bu okullarda üretime dayalı çalışmalar yapıldığından eğitim öğretim faaliyetleri yıl boyu devam etmiştir. Enstitülerde işin gecikmesi veya yarıda bırakılması çoğu zaman mümkün olmamıştır. Hasat zamanı hasadın yapılması, olgunlaşan meyvelerin toplanması zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Bu durumda köy enstitülerinin beş yıllık eğitim süreleri normal okulların yedi-sekiz yılına denk gelmiştir.44 Okullarda eğitim gören öğrencilerin tarım ve hayvancılığı tam anlamıyla öğrenebilmeleri için köy enstitülerinin tarıma uygun, suyu olan ve geniş arazi şartlarına sahip alanlara kurulması sağlanmıştır. Köy Enstitüsü arazilerinin yetersiz olduğu durumlarda bazı bölgelerde devlet eliyle arazi istimlak uygulaması yapılmıştır.45 Köy enstitülerinden mezun olan öğrencilerin öğretmen olarak gittikleri köylerde gerekli olan bilgi, beceri ve donanımlarının noksansız olmasına özen gösterilmiştir. Dolayısıyla çağının ilerisinde bir programa sahip olan köy enstitüleri öğretim ilkeleriyle mesleki eğitimin kalkınmada oynamış olduğu rolü yıllar önce ispatlamıştır.46 Köy Enstitülerinin açılış amacı yalnızca köy çocuklarına eğitim vermek değil, aynı zamanda bütünüyle bir köy seferberliği başlatmak olmuştur. Basit bir eğitim sisteminden ibaret olmayan bu okullar, eğitimle beraber meslek eğitiminin de verildiği bir tür halk eğitimi niteliği taşımıştır. Köy enstitülerinde ziraat, bahçe bitkileri, hayvancılık ve teknik işlerle birlikte okulun ve köyün kalkınması hedeflenmiştir. Bu açıdan öğretim programı ve ders çizelgeleri köy koşulları ve ihtiyaçlarına uygun şekilde düzenlenmiştir. Köy enstitülerinin amacı kısaca şu şekilde özetlenebilir; 1. Köylere uyum sağlayabilecek öğretmenler yetiştirmek, 2. Köylülere rehberlik ve liderlik yapabilecek donanımda öğretmenler göndermek, 3. Eğitim yoluyla köylüleri bilinçlendirerek tarımdan yüksek kalite ve verim elde etmek, 4. Halka okuma yazma öğretmenin yanında halkın bilinçlendirilmesini sağlamak, 5. Köy halkının sosyal, ekonomik ve kültürel yönlerini geliştirerek, kalkınmalarına yardımcı olmaktır.47 Enstitülerin şehir merkezine uzak olmalarından dolayı bu okullarda görev yapan 43 Burcu Demirkaya Güler, Köy Enstitüleri Bağlamında Eğitim ve İdeolojinin Toplumsal Değişme Etkisinin İncelenmesi: Köy Enstitüleri Dergisi (1945-1947), s. 193-194. 44 Begüm Yılmaz, Köy Enstitüleri, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü (Basılmamış Yüksek Lisan Tezi), Ankara, 2008, s. 12. 45 Seyhan (Adana) Vilayeti, Bahçe kazasının Haruniye nahiyesindeki Düziçi Köy Enstitüsü civarında bulunan 1485 dönümden oluşan arazinin Enstitünün ders tatbikatı ihtiyacını karşılamak üzere istimlaki Maarif Vekilliğinin talebi ve Dahiliye Vekilliğinin 28.12.1943 tarih ve 222317/47/3596 sayılı tezkeresiyle yapılan teklifi üzerine, istimlak kararnamesinin muaddel 3. maddesi uyarınca İcra Vekilleri Heyetince 12.02.1944 tarihinde kabul edilmiştir. Geniş bilgi için bkz. Başkanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Yer No: 30-18-1-2/104-7-22, Tarih: 12.01.1944- 00.00.0000. 46 Burcu Demirkaya Güler, Köy Enstitüleri Bağlamında Eğitim ve İdeolojinin Toplumsal Değişme Etkisinin İncelenmesi: Köy Enstitüleri Dergisi (1945-1947), s. 193-194. 47 Nihal Yıldız-Osman Akandere, “Köy Enstitülerinin İdeolojik Yapısı”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, XVII/35 (2017-Güz/Autumn), s. 278. Köy Enstitülerinin Türk Eğitim Tarihindeki Yeri ve Önemi 1798 öğretmen ve idareciler ile aileleri birtakım sosyal etkinliklerden mahrum kalmışlardır. Yeni kurulan köy enstitülerinin birçoğu bir okul müdürü iki-üç öğretmen ve bir memurla açılışı geçekleştirmişlerdir. Köy enstitülerinde görev yapacak öğretmen ve idarecilerde bulunması gereken nitelikler “3803 sayılı Köy Enstitüleri Kanunu’nun 17. Maddesinde” belirtilmiştir. Buna göre; 1. Yüksekokul ve fakülte mezunları, 2. Öğretmen okullarını bitirenler, 3. Ticaret Lisesi mezunları, 4. Orta dereceli ziraat okulları mezunları, 5. Erkek sanat okulları ve kız enstitüleri mezunları, 6. Köy enstitülerinden mezun olanlar, 7. İnşaat okullarından mezun olanlar, 8. Gazi Terbiye Enstitüsünden mezun olanlar, 9. Teknik ve mesleki okullar vd. mezun olanlardır. Köy enstitülerinde görev yapan öğretmenler çeşitli kaynaklardan temin edilmiştir. 15 Ekim 1946 yılı itibarıyla bu okullarda görev yapan 620 öğretmenin mezun oldukları okullar kısaca; 229’u çeşitli fakültelerden (Gazi Eğitim Enstitüsü ve Yüksek Köy Enstitüsü), 209’u öğretmen okullarından, 56’sı kız enstitüsünden, 27’si ziraat okulundan, 91’i sanat ve yapı usta okullarından, 8’i ise, diğer meslek okullarından mezun olmuşlardır. Bu rakamlara göre köy enstitülerinde görev yapmış olan öğretmenlerin 1/3’ü fakülte ve yüksekokul mezunlarından oluşmuştur. Diğerleri ise değişik meslek okullarından mezun olmuşlardır.48 Köy enstitülerinde eğitimlerini tamamlayarak öğretmen olarak atananlar, Milli Eğitim Bakanlığı’nın tayin edeceği okullarda yirmi yıl mecburi hizmete tabi tutulmuşlardır. Mecburi hizmetlerini tamamlamadan görevden ayrılanların yeniden devlet memurluğuna tayin edilmeleri yasaklanmıştır. Ayrıca bu durumda olan öğretmenlerin kendileri veya kefillerinden kurumda bulundukları sürenin iki katı masraf alınması kabul edilmiştir. Köy okuluna tayin edilen öğretmenler köyün eğitim-öğretim işlerinden sorumlu tutulmuşlardır. Tarım işlerinin modern bir şekilde yapılması için öğretmenin hazırlayacağı örnek arazi, bağ ve bahçe, atölye gibi tesislerle köylüye rehberlik yapması öngörülmüştür. Bu öğretmenlerin disiplin sorunlarının ne şekilde çözüleceği Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayımlanan nizamname ile belirlenmiştir.49 Ayrıca Köy enstitülerinin hedef ve amaçları çıkarılan “Köy Enstitüleri Yönetmeliği” ile tespit edilmiştir. Buna göre; 1. Köy Enstitüsü öğrencileri Cumhuriyet değerleri ve milli duygulara sahip gençler olarak yetiştirileceklerdir. 2. Enstitülerden mezun olan öğretmenler milli ülkü ve değerler ışığında köylerin eğitimine katkı sunacaklardır. 48 Mehmet Şeren, “Köye Öğretmen Yetiştirme Yönüyle Köy Enstitüleri”, s. 213. 49 Resmi Gazete, 22 Nisan 1940, Sayı: 4491, No: 3803; Köy enstitüleri kanunu (Kanun metni kabul tarihi:17 Nisan 1940). Kanun metni için bakınız 22 Nisan 1940 Tarih ve 4491 Sayılı Resmi Gazete, s. 233. Sayı 19 (Kış 2020/I) 1799 F. Ezer 3. Köy öğretmenleri, Türk ulusunu bir bütün olarak kabul edecek, onların ilerlemesinde bir kültür elçisi gibi çaba gösterecektir. Cemil Koçak, köy enstitülerinin kurulmasındaki siyasi gayeyi; “Köylerde açılan halkevleri ve halk odaları vasıtasıyla halkın kültür seviyesini artırmak, köy halkına rehberlik yapabilecek, Cumhuriyet Halk Partisi’nin yapacağı icraatları destekleyecek genç öğretmenler mezun etmek” şeklinde yorumlamıştır.50 Öğretmen ve eğitmenlerin görev ve sorumluluklarını belirleyen, 19 Haziran 1942 tarih ve 4274 sayılı “Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Kanunu” çıkarılarak yürürlüğe girmiştir. Kanuna göre, eğitmenler ve köy enstitüsünden mezun olan öğretmenler, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından uygun görülen gezici öğretmenlik veya seyyar başöğretmenlik mıntıkasındaki köylerdeki okullara tayin olunurlar. Köyde görev yapan eğitmen ve öğretmenlerin görevleri arasında, öğrencilerin eğitim-öğretimleri ve sağlık durumları ile ilgili olarak gerekli tedbirleri almak ve onları donanımlı gençler olarak yetiştirmek yer almıştır. Ayrıca öğretmenlere köy halkıyla ilgili olarak, milli bayramlarda törenler düzenlemek, köyün ekonomisini geliştirmek amacıyla ziraat, sanat ve teknik alanlarda köylülere rehberlik yapma görevleri verilmiştir.51 4. Köy Enstitülerine Yönelik Eleştiriler ve Köy Enstitülerinin Kapatılması 1940 yılında kurularak faaliyete geçen köy enstitüleri kuruluşundan itibaren birtakım tenkitlere uğramıştır. Daha açılış kanunu onaylanırken bazı milletvekillerinin oylamaya katılmaması bu okullara muhalefet edileceğinin göstergesi olmuştur. Köy enstitüleri ile ilgili eleştiriler, 1943 yılında Ankara’da toplanan İkinci Eğitim Şurasında tartışma konusu yapılmıştır. Köy enstitülerine alınan öğrencilerin köylerden seçilmesi ve mezunlara yalnızca köylerde çalışma zorunluluğu getirilmesi eleştiri konusu olmuştur. Bu durumun toplum üzerinde şehirli-köylü ayırımı algısı yarattığı, enstitülerde “komünist bir ideolojiyi çağrıştıran eğitimin” verildiği, yatılı kısımlarda uygulanan karma eğitim sisteminin Türk örf ve adetlerine uymadığı şeklinde yapılan tartışmalar sıkıntı yaratmıştır.52 Köy enstitülerine muhalif olanlar, özellikle üniversitelerdeki siyasi olayları bahane ederek, enstitüleri sağ-sol olaylarından uzak tutmak gerektiğini söylemişlerdir. Kamuoyunda köy enstitülerinin uygulamalı eğitimi eleştiri konusu yapılarak, özellikle yatılı okullarda karma eğitim olamayacağı yönünde milli değerler ve geleneklere uymayan davranışlar sergilendiği konusu gündem yaratmıştır. 1945 yılında çok partili dönemin başlamasıyla birlikte Cumhuriyet Halk Partisi’ne muhalefet eden birçok partinin kurulması enstitülere yöneltilen suçlamaları daha da artırmıştır. Muhalefet partileri arasında özellikle Demokrat Partili milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi’ni yıpratmak amacıyla köy enstitülerini siyasi malzeme olarak ta kullanmışlardır. Bu eleştiri ve yıpratma hamleleri bazı Cumhuriyet Halk Partili milletvekilleri tarafından da desteklenmiş ve aksamaların düzeltilmesi yerine okulların kapatılması çözüm yolu olarak görülmüştür.53 Köy enstitülerine muhalif olan milletvekilleri şehir okullarının giderleri bakanlık tarafından karşılandığı halde, köy enstitülerinin neden köylünün parası ve emeğiyle yapıldığı şeklinde eleştirilerde bulunmuşlardır. Ayrıca köylülerin ödemiş oldukları vergilerle hem şehir okullarına katkıda bulunmaları hem de köy okullarının inşasına katılmaları köylüleri de memnun etmemiştir. Cumhuriyet Halk Partisi döneminde 1946 50 Ercan Çağlayan, “Köy Enstitüleri’nin Açılması ve Dicle Köy Enstitüsü”, Turkish Studies, Volume 9/1 Winter 2014, s. 124-123. 51 Resmi Gazete, 25 Haziran 1942, Sayı: 5141, s. 3244; TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: VI, C. 26, s. 273-277. 52 Ercan Çağlayan, “Köy Enstitüleri’nin Açılması ve Dicle Köy Enstitüsü”, Turkish Studies, Volume 9/1 Winter 2014, s. 124-125. 53 Necdet Aysal, “Anadolu’da Aydınlanma Hareketinin Doğuşu: Köy Enstitüleri”, s. 277-279. Köy Enstitülerinin Türk Eğitim Tarihindeki Yeri ve Önemi 1800 yılında kurulan Recep Peker hükümeti sert eleştirilere daha fazla kayıtsız kalamayarak köy enstitülerinin kuruluşunda etkili olan Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç›u görevden almıştır. Daha sonra çıkarılan yasa ve yönetmeliklerle köy enstitülerinde bazı değişiklikler yapılmış, bu durum enstitülerin eski önemini yitirmesine sebep olmuştur.54 Köy enstitüleri hakkında kamuoyunda eleştiri ve şikâyetlerin devam etmesi üzerine, 1946 yılında Kazım Karabekir, Feridun Fikri Düşünsel, Şemsettin Günaltay gibi siyasetçiler Ankara Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nü ziyaret ederek aksamaları yerinde görmek ve tespit etmek istemişlerdir. Ziyaret sonrası Ankara Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nün kapatılmasına karar verilmiş ve diğer enstitülerle ilgili yeni yasal düzenlemeler yapılmıştır. 4 Eylül 1947 tarihinde çıkarılan 5129 sayılı kanun ile 3803 sayılı Köy Enstitüleri Kanunu’nun 11, 12,13 ve 18. maddelerinde değişikliğe gidilerek, 4274 sayılı Köy Mektepleri ve Köy Enstitüleri Teşkilat Nizamnamesi’nin 28 ve 66. maddeleri yürürlükten kaldırılmıştır. Ayrıca 4274 sayılı yasanın 64 ve 65. maddelerinde değişikliğe gidilerek, köy enstitüsü mezunu öğretmen ve sağlık memurlarına geçinmeleri için verilen arazi uygulaması kaldırılmış, önceden verilenlerde iptal edilerek geri alınmıştır.55 Ayrıca 29 Nisan 1947 tarihinde Köy enstitüleriyle ilgili yeni bir yönetmelik hazırlanmıştır. Buna göre öğrencilerin yönetime katılması, yetki ve sorumluluk alması yasaklanmıştır. 9 Mayıs 1947 tarihinde çıkarılan bir genelge ile erkek ve kız öğrencilerin kaldığı yerler birbirinden ayrılmıştır. 20 Mayıs 1947 tarihinde çıkarılan bir başka genelge ile de, serbest okuma saatleri asgariye indirilmiştir. Bu genelgenin içeriğinde yer alan “öğrencilerin seviyesine uygun” şeklinde bir açıklama ile klasik kitapların okunması sınırlandırılmıştır. Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel döneminde enstitülere gönderilen eserler, yeni bakanlık listelerinde yer almamıştır. 1948 yılında köy enstitülerinin öğretim programlarında değişikliğe gidilmiştir. Yeni programda köy ve şehir arasındaki fark ortadan kaldırılmıştır.56 1949 yılında hükümeti kurmakla görevlendirilen Cumhuriyet Halk Partisi’nin son Başbakanı Şemsettin Günaltay döneminde, çıkarılan 5541 sayılı yasayla köy enstitülerine sadece köy çocuklarının kabul edilmesi yürürlükten kaldırılmıştır. Yeni getirilen düzenleme ile köy çocuklarının yanında, % 25 oranında belediyelik olan kasabaların çocuklarının da enstitülere kabul edilmesi kararlaştırılmıştır.57 14 Mayıs 1950 genel seçimlerini kazanarak iktidara gelen Demokrat Parti’nin ilk kabinesinde Milli Eğitim Bakanı olan İzmir milletvekili Avni Başman baskılara rağmen köy enstitülerinin kapatılmasını kabul etmeyerek görevinden istifa etmiştir. Avni Başman’ın istifası sonrası Milli Eğitim Bakanlığı›na getirilen Demokrat Parti Samsun Milletvekili Tevfik İleri, bazı Demokrat Partili milletvekillerinin de isteği üzerine köy enstitülerine yönelik düzenlemeler yapmaya başlamıştır.58 Demokrat Parti iktidarı döneminde enstitülerde karma eğitime son verilerek bazı bölümleri kapatılmıştır. 27 Ocak 1954 tarihinde çıkarılan 6234 sayılı “Köy Enstitüleri ve İlk Öğretmen Okullarının Birleştirilmesi Hakkında Kanun” la köy enstitülerinin faaliyetlerine son verilerek adı İlköğretmen Okulu olarak değiştirilmiştir.59 54 Ercan Çağlayan, “Köy Enstitüleri’nin Açılması ve Dicle Köy Enstitüsü”, Turkish Studies, Volume 9/1 Winter 2014, s. 124-125. 55 Burcu Demirkaya Güler, Köy Enstitüleri Bağlamında Eğitim ve İdeolojinin Toplumsal Değişme Etkisinin İncelenmesi: Köy Enstitüleri Dergisi (1945-1947), s. 200. 56 Pakize Türkoğlu, Tonguç ve Enstitüleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. İstanbul 2019, s. 557-558. 57 Necdet Aysal, “Anadolu’da Aydınlanma Hareketinin Doğuşu: Köy Enstitüleri”, s. 280. 58 Gül Nihan Toprak, Cumhuriyetin İlk Döneminde Türk Eğitim Sistemi ve Köy Enstitüleri, s. 101. 59 Köy Enstitüleri ile Öğretmen Okullarının birleştirilmesi hakkındaki 4 Şubat 1954 tarih ve 6234 sayılı kanunla Sayı 19 (Kış 2020/I) 1801 F. Ezer Sonuç Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte diğer inkılâplarda olduğu gibi eğitime de büyük önem verilmiştir. Toplumun kalkınabilmesi için eğitimin önemini kavrayan Cumhuriyet yönetimi eğitim konusunda gerekli girişimleri başlatmıştır. Bu konuya büyük önem veren ve takipçisi olan Atatürk, birçok konuşmasında eğitim ve öğretimin önemini işaret etmiştir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında başlatılan eğitim seferberliği içerisinde çözümü en zor konuların başında yeterli sayıda öğretmen bulunmaması olmuştur. Osmanlı döneminden intikal edenler de dahil olmak üzere ülkede çok az sayıda bulunan öğretmen okulları ihtiyacı karşılamaktan uzak kalmıştır. Türkiye nüfusunun % 80’e yakın kısmının köylerde yaşaması sebebiyle eğitimin mümkün mertebe köyü kapsaması kaçınılmaz olmuştur. Mevcut ortamda görev yapan öğretmenlerin sayısal yetersizliklerinin yanında köy şartlarına göre eğitilmemeleri köye uyum sorununu ortaya çıkarmıştır. 1935 yılından itibaren Köye öğretmen yetiştirmek amacıyla köy enstitülerinin kuruluşu ile ilgili olarak kararlı ve yoğun bir çalışma başlatılmıştır. Köy enstitülerinin kuruluşunda batı taklitçiliğinden mümkün mertebe kaçınılarak, Türkiye şartlarına, örf adet gelenek ve kültür yapısına uygun, bilimsel çerçeveyi rehber edinen bir yol izlenmiştir. Enstitülerin kuruluş aşamasında ülke içinden ve dışından uzman eğitimci görüşü alınmasına özen gösterilmiştir. Konuyla ilgili olarak 1937 yılında John Dewey ve Alfred Kühne Türkiye’ye davet edilerek köy enstitülerinin kuruluşu ve izleyeceği yol hakkında görüş ve öneriler alınmıştır. Uzmanların hükümete sunmuş oldukları rapor doğrultusunda harekete geçilerek köy enstitüsü kuruluş çalışmaları başlatılmıştır. Aslında hükümet, eğitimde ulaşılması gereken hedefleri gerçekleştirmek amacıyla köylerde okul açmanın yanı sıra millet mektepleri, Türk ocakları, halk evleri ve köy odaları açılması çalışmalarına ağırlık vermiştir. Bu amaçla TBMM tarafından 17 Nisan 1940 tarih ve 3803 sayılı yasayla köy enstitülerinin kuruluşu kabul edilmiştir. Köy enstitüleri ile köylere eğitim götürülmesi, köylünün kalkınması ve okuma yazma oranının artırılması için donanımlı öğretmenler yetiştirilmesi hedeflenmiştir. Bu okullarda yetişen öğretmen adayları, teorik derslere ek olarak, köylüye rehberlik yapabilecek niteliklere sahip, mesleki ve teknik donanımlar kazandırılarak mezun edilmiştir. Köy enstitülerinin kuruluş aşamasında çoğu kez öğrencilerin işgücünden faydalanılmıştır. Okullarda yapılan uygulama dersi çalışmaları sonucunda okulların arazilerinde büyük ölçüde üretim yapılmıştır. Bu bakımdan bazı köy enstitüleri kendi ihtiyaçlarını karşılayacak hatta fazlasını elde edebilecek konuma gelmişlerdir. Köy enstitüsü mezunu öğretmenler tayin oldukları köy okullarında vermiş oldukları eğitimin yanı sıra, köylünün ihtiyaç duyduğu alanlarda da kendilerine rehberlik yapmışlardır. Köy enstitüleri, köy nüfusuna kayıtlı çocuklardan uygun olanları seçerek öğretmen olarak mezun etmiş ve köylüyü eğitmek üzere yine köye göndermiştir. Bu şekilde köyün kalkınması ve değişimine yardımcı olacak öğretmenleri köyden çıkararak yetiştirmiştir. Köy enstitüsü mezunları eğitimleri sırasında köy hayatından kopmadıklarından köye uyum sağlamada zorluk çekmemişlerdir. Köy enstitülerinin kuruluş aşamasında genellikle şehir merkezlerine yakın olmayan, fakat ulaşım bakımından elverişli olan bölgeler seçilmiştir. Ayrıca tarıma elverişli alanlar olması ve birkaç vilayete hitap edebilecek noktada bulunması bu seçimde önemli bir tercih sebebi olmuştur. her iki müessese mezunları hukuken birleşmiş bulunmaktadır. Daha geniş bilgi için bkz. Başkanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Yer No: 30-1-0-0/90-567-13, Tarih: 22.12.1954; Ercan Çağlayan, “Köy Enstitüleri’nin Açılması ve Dicle Köy Enstitüsü”, Turkish Studies, Volume 9/1 Winter 2014, s. 124-125. Köy Enstitülerinin Türk Eğitim Tarihindeki Yeri ve Önemi 1802 Köy Enstitülerinde öğrencilere uygulanan eğitim ile onların kendilerini geliştirmesi ve köye tayin olduktan sonra karşılaşabilecekleri problemlerin üstesinden gelmeleri sağlanmıştır. Bu kazanımları elde ederek köyde göreve başlayan öğretmenler köy okullarında öğrencilerden başlayarak aile fertlerine kadar uzanan bir eğitim atmosferi yaratmışlardır. Köylerde okul çağını geçmiş bireylere yönelik olarak düzenlenen kurslar sayesinde onların hem okuma yazma hem de meslek edinmeleri amaçlanmıştır. Köye tayin olan öğretmen bu çalışmaları yaparken köyde yalnız başına hareket etmesine izin verilmemiştir. Köy öğretmenleri, gezici başöğretmen ve ilköğretim müfettişleri tarafından denetlenerek karşılaşılan sorunlar çözülmeye çalışılmıştır. Köy enstitülerinde on dört yıl gibi kısa bir sürede 20.000’e yakın öğretmen yetiştirilmiş olması bu okulların alanında başarılı olduğunun ve eğitime büyük katkılar verdiğinin kanıtı olmuştur. Ancak siyasi çekişmeler sebebiyle görev yapmakta zorlanan köy enstitüleri, Demokrat Parti iktidarı döneminde çıkarılan 27 Ocak 1954 tarih ve 6234 sayılı yasayla, tamamen kapatılarak öğretmen okullarına dönüştürülmüştür. Kaynakça Akçalı, Aslı Avcı, “Karanlık Sokağı Aydınlatan Enstitü: Aksu Köy Enstitüsü”, Turkish Studies, Volume 10/5 Spring 2015, s. 27-56. Akyüz, Yahya, “Osmanlı Döneminden Cumhuriyete Geçilirken Eğitim-Öğretim Alanında Yaşanan Dönüşümler”, Pegem Eğitim ve Öğretim Dergisi, C. 1, S. 2, Ankara, 2011, s. 9-22. Akyüz, Yahya, Türk Eğitim Tarihi (MÖ. 1000-MS. 2010), Pegem Akademi Yayınları, 17. Baskı, Ankara, 2010. Alican, Ayşe, “Cumhuriyet Modernleşmesinin Anadolu Ateşi: Köy Enstitüleri”, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 10-11 / Güz 2014 - Bahar 2015, s. 12-27. Anık, Mehmet, “Bir Modernleş
.
Köy Enstitülerini kuranlar mı halktan yanaydılar, yıkanlar mı?
Köy Enstitüleri, hayata geçirildikten yaklaşık 12 sene sonra, 27 Ocak 1952 tarihinde, Demokrat Parti Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri'nin teklifiyle dönemin Başbakan Adnan Menderes tarafından tamamen kapatıldı
Atatürk'ün ölümünden bir gün sonra, 11 Kasım 1938 tarihinde, İsmet İnönü, Türkiye Cumhuriyeti'nin İkinci Cumhurbaşkanı olarak göreve başladı. Başvekillik koltuğuna ise Atatürk döneminde de bu görevi yürüten Celal Bayar getirildi.
Bayar'ın, Cumhurbaşkanı, İsmet İnönü'nün onayına sunduğu kabine listesinde en dikkat çekici isimlerin başında Hasan Ali Yücel geliyordu.
Hasan Ali Yücel / Fotoğraf: Twitter
Yücel, Milli Eğitim Bakanlığı görevinde ilklere imza atacaktı. 8 yıla yakın kesintisiz Bakanlık görevi ile Cumhuriyet tarihinde en uzun süre Milli Eğitim Bakanı sıfatını taşıyan kişi olarak tarihe geçecekti.
Hasan Ali Yücel'in ismiyle özdeşleşmiş, en önemli projesi 'Köy Enstitüleri' idi.
Fotoğraf: Wikipedia
Yücel'in bu projeyi hayata geçirmek için birlikte çalışacağı isim ise İsmail Hakkı Tonguç'tu.
Tonguç'u İlköğretim Genel Müdürü olarak atayan Yücel, 17 Nisan 1940 senesinde, tarihe '3803 Sayılı Köy Enstitüleri Kanunu' maddesi olarak bilinen yasayı meclisten geçirmeyi başardı.
İsmail Hakkı Tonguç / Fotoğraf: Wikipedia
Mecliste kabul edilen madde şöyleydi;
Köy öğretmenini ve köye yarayan diğer meslek erbabını yetiştirmek üzere, ziraat işlerine elverişli arazisi bulunan yerlerde Maarif Vekilliğince Köy Enstitüleri açılır.
Tevfik İleri / Fotoğraf: Biyografya
Köy Enstitüleri, yaklaşık 12 sene sonra, 27 Ocak 1952 tarihinde, Demokrat Parti Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri'nin teklifiyle dönemin Başbakanı Adnan Menderes tarafından tamamen kapatıldı.
CHP Hükümetleri ve Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün dahi tam anlamıyla sahip çıkmadığı Köy Enstitüleri, Cumhuriyet tarihimizin en tartışmalı eğitim hamlelerinden biri olarak tarihe geçti.
Köy Enstitüleri ve komünizm tartışmaları
Köy Enstitüleri, nüfusunun büyük çoğunluğu köylerde yaşayan Türk halkının eğitim ihtiyaçlarını çözmenin yanında; ziraat eğitimi, sanat edinimi ve sosyalleşme gibi hedeflerle kuruldu.
Köy Enstitüleri kuruluşundan kapatılışına, hatta sonraki dönemlerde de, 'komünizmin Türkiye karakolları' gibi ithamlarla tartışmaların merkezinde yer almıştır.
Bakan Yücel'e göre Enstitülerin asıl gayesi Atatürkçülüğü ve rejime bağlılığı gençlere gerçek manada benimsetmekti ve bu konuda önemli bir başarı elde edilmişti;
…Öğrenciler ilkokullarda olsun, ortaokullarda olsun liselerde ve yüksekokullarda olsun hakikatten samimi olarak rejime bağlanmış çocuklarımızdır. Nereden biliyorsun? Her vesile ile bunları görüyoruz. Memleket çocuklarının rejime, Atatürk'e ve Milli Şefimize bağlılıklarının bin bir deliline sahip bulunuyoruz...
(TBMM Zabıt Ceridesi, 1944:290)
Oysa muhafazakâr aydınlara göre bu Enstitüler, birer komünizm yuvasıydı. Özellikle Demokrat Parti döneminde bu enstitülere yönelik eleştiri artmıştı.
Peyami Safa, enstitüler için oldukça sert ifadeler kullanacaktı;
Çocuklara Nazım şiirlerini ezberleten. Marksizm hakkında konferanslar verdiren, dergilerinde de Marksizm hakkında makaleler neşreden Köy Enstitülerinin komünist yuvaları olduğunu bilmeyen bir şuurlu Türk aydını yoktur… Komünist değilseniz mürteci misiniz?
Osman Yüksel Serdengeçti'nin de hedefinde mütemadiyen Köy Enstitüleri vardı. Onun isnatlarının merkezinde de komünistlik davası vardı;
Sözde Köy Enstitülerinin hazin manzarası hepimizin malumudur. Bu topraklar üzerinde bu toprağın insanına yabancı, bilgisiz fakat her şeyi ben bilirim iddiasında bulunan, ukala, menfi ruhlu yıkıcı bir nesil yetiştirmek milletimizin geleneklerini, manevi kıymetlerini çiğneterek mevcut mülk nizamını altüst etmek gayesini güttüler. Ali ve Tonguç Babaların dedikleri olsaydı, Türkiye belki de bugün, Sovyetler Birliğinin Cumhuriyeti olacaktı. Bugün köyümüz ve köylümüz her bakımdan geridir.
Yalnızca muhafazakâr aydınlar değil, dindarlığı ile bilinen Mareşal Fevzi Çakmak Paşa da tartışmalara dâhil olacak ve görevdeyken Hasan Ali Yücel'i uyardığını söyleyecekti;
Ben daha işin başındayken eski bir Milli Eğitim Bakanı'nın bu faaliyeti destekleyen hareketinden dolayı hükümeti resmen ikaz ettim. Kimse kulak asmadı, daha sonra da Hamidiye Köy Enstitüsü'ndeki komünist yuvasından bahsettiler…
Hasan Ali Yücel'e yöneltilen eleştiriler, yalnızca muhalif isimlerden gelmiyordu, parti içerisinde de bazı isimler, Yücel'in CHP'yi Köy Enstitüleri eliyle solcuların yuvası haline getirdiği eleştirilerine sert cevaplar verecekti;
Sorayım: Maarif Şûrası üyeleri mi, Milli Şef mi, B.M. Meclisi üyeleri mi solcu idiler? Denilecek ki: Hayır, onlar solcu değil: Sen ve Bakanlıkta ki arkadaşlarınız solcuydunuz! Rus Edebiyatını okutmak mı solculuktur? Bu köylü çocuklarına klasikleri okutarak mı komünist yaptık?
Hasan Ali Yücel'i en fazla kızdıran ithamlardan birisi de Köy Enstitüleri'nde okuyan öğrencilerin genel ahlak kurallarına mugayir birtakım fiillerin içerisinde bulunduğu isnadıydı.
Yücel, bu iddialara oldukça sert cevap verecekti;
Köy Enstitülerinde hiçbir zaman kız-erkek birlikte yatmamıştır… Hiçbir zaman buraları, komünist yuvası olmamıştır… Hakkımızda söylenilen fena sözleri de bilmeliyiz. Ama hemencecik kanıvermemeliyiz. Çünkü dışarıdan gelen bu sözler ve propagandalar, bazen içte ki politika artıklarının da işine gelir. O lafları onlar da el altından körükler ve iç hasımlarının bu vesile ile düşmelerine, lekelenmelerine hatta bilerek hizmet ederler. Netice, milletin aleyhine ve zararına olur.
CHP henüz iktidardayken Köy Enstitüleri konusunda tedbir almaya karar verdi. Atatürk sonrası yeniden Meclis Başkanı olarak seçilen Kazım Karabekir teftiş etmek üzere geldiği Hasanoğlan Köy Enstitüsü'nde açıkça bu yapıların tehlikeli olduğunu ve TBMM'nin iradesinin kapatmak olacağı yönünde beyan vermişti;
Biliyorsunuz Köy Enstitüleri tehlikeli müesseseler olduğu söyleniyor memleket sathında. Duyduklarımızdan ürperiyoruz. Belki bir miktar hain sızmış olabilir buralara. Yaratacakları büyük tehlike düşünülerek toptan kapatılmak üzeredir. Çeşitli iddialar vardır. Biz Ali Meclisin temsilcileri olarak son tahkikatı yapmağa geldik.
Köy Enstitüleri gözden düştükten sonra çeşitli sebeplerle burada okuyan gençler hedef haline gelmişti, bir kısmı solculuk ithamıyla da kovuşturmaya uğrayacaktı.
Bir dönem bu enstitülerde öğretmenlik yapmış olan Sabahattin Eyüpoğlu, merkezinde enstitü öğrencilerinin olduğu solcu cadı avına şu sözlerle isyan edecekti;
Son yirmi yıl içinde devletimizin solcu avına harcadığı para, zaman ve insan bir açıklansın isterdim. Uçaktan bakınca orak biçimini andırıyor diye koca binalar bile yıkıldı. Ne avlandı buna karşılık? Hangi korkunç çete, hangi azılı solcular tutuldu? Bir tek suçlu bulundu mu? Solculuktan hapislere girmiş, beraat edip çıkmış nice gençler tanıdım, hepsi suçsuzdular.
Sabahattin Eyüpoğlu / Fotoğraf: Wikipedia
Eyüpoğlu'na göre CHP yöneticileri kendilerini kurtarmak adına gençleri kaderine terk ederek asıl kötülüğü kendilerine yapıyordu;
Kendi adına kurulan parti de devrimlerden ödün verme yolunu tutunca işler büsbütün karıştı. Kendilerini kurtarmak için, Köy Enstitülerini feda edenler bindikleri dalı kesmiş oldular…
Kemal Tahir'in Köy Enstitüleri Eleştirisi
Köy Enstitüleri ile ilgili tartışma birçok romanımıza da konu olmuştur. Bu eserlerin içerisinde Kemal Tahir'in "Bozkırdaki Çekirdek" isimli eseri önemli bir yer tutmaktadır.
Güçlü tarih birikimi ile öne çıkan Tahir, Köy Enstitülerine önemli eleştiriler getirmektedir.
Kemal Tahir /
Tahir, eserinde evvela Köy Enstitülerinin eğitim kalitesinin abartıldığını buradan mezun olanların sanıldığının aksine üstün meziyetlerle donanmış şekilde çıkmadığını işlemektedir;
- 1943'deyiz! Cumhuriyet kurulalı 20 yıl olmuş. İlk enstitü 1940'ta açıldı. Bu hesapça, köy öğretmeni yetiştirmekte tam on yedi yıl gecikmişiz. Sen şimdi bunu bana 'hız' diye yutturacaksın. 'Çok daha önemli işler vardı. Okuma yazmaya sıra gelmedi' desen. 1928'de aldık alfabeyi... Hem de 'eskisi zordu, bu kolay' diye. …1928'den bu yana 20 yıl geçti, okuma yazma bilmeyenler, yüzde yetmiş... Yeni harfler kolaydı da, niçin okutulamadı millet? Çünkü köylünün okuma yazmayla görülecek hiçbir işi yok... O kadar yok ki, öğrenenler bile kısa zamanda unutuyor. Sen şimdi köylü çocuğunu alacaksın, yarım yırtık okutup köye salacaksın!' (Kemal Tahir - Bozkırdaki Çekirdek)
Kemal Tahir'in eleştirilerinin merkezinde Köy Enstitülerinin teorik yaklaşımının pratikle ve hayatın gerçekleri ile uyuşmaması gelmekteydi.
Buna göre Enstitüler, köylülere bir ütopya dayatıyordu; ama hayatın gerçekleri başka şekillerde cereyan ediyordu;
Çantada böyle çekişmeler üstüne tam on bir iş var. Karşılıklı karalamalar, uydurma suçlar, vuruşmalar, hatta pusudan vurmalar. Dün gece bir köyde yattım. Eğitmenden yaka silkiyor köylü. Çocukları bahçesinde çalıştırıyormuş köle gibi... Çobana yardımcı gidenleri, 'okula gelmedin' diye dövüyormuş, yüzünü gözünü çürütecek kadar... Çocukları çoktan yüzüstü bırakmış... Başlarına müzakereci dikmiş içlerinden birini... Bu kez, başka kötülükler çıkmış, 'müzakereci bizi eğitmene şikâyet edip dövdürmesin» diye oğlana rüşvet vermeğe başlamışlar. 'Yok canım, iftiradır bu kadarı!' İftira edilmiyor demiyorum. Ama burada iftira yok... Eğitmenin yardımcı diktiği oğlan, biraz sıkıştırınca hepsini söyledi. Birinden yirmi beş kuruş almış, başka birinden beş yumurta, bir üçüncüsünden de bir tavuk... Daha kötüsü, tavuk komşudan aşırılmış. Az kalsın bu yüzden cinayet çıkacakmış...
(Kemal Tahir - Bozkırdaki Çekirdek)
Tahir, eserinin önemli bir kısmında Enstitülerin, köy çocuklarını coğrafyalarına mahkûm etmesini eleştirmektedir. Bu yalnızca öğrenciler için değil, eğitmenler için de bir kriz olarak karşımıza çıkmaktadır;
İnsanları neden pohpohlarız Halim? Ya eğlenmek, ya da aldatmak için... Ben ikisini de sevemedim bir türlü... Tepeden tırnağa yanlış bu iş... Çocukları, yalnız doğayla boğuşacaklarmış, çevredeki insanlardan hep yardım, hep iyilik göreceklermiş gibi yetiştirmek yanlış...
Göze alınmıyor çünkü karşı çıkacak insanlarla boğuşma eğitimi vermek... Bunu göze almadan soyut bir köylü şehirli çelişmesi olabilirmiş gibi yetiştirmek çocukları, ikinci yanlış... Bunlar, köy öğretmenini çevresiyle boğuşturma hazırlığı... Hem de onları yapmak zorunda kalacakları korkunç savaşa silâhsız sürerek... Başından yenik düşmeleri isteniyormuş gibi...
(Kemal Tahir - Bozkırdaki Çekirdek)
Hasan Ali Yücel'in başlattığı eğitim seferberliğinin önemli projesi olarak tarihteki yerini alan Köy Enstitüleri her daim siyasi eleştirilerin merkezinde yer aldı.
CHP daha iktidarda iken Köy Enstitülerini işlevsiz hale getirdi; çünkü bu kurumlar toplumun hatırı sayılır kısmı için bir nefret nesnesine dönüşmüştü.
Sol menşeili aydınlar bu eğitim kurumlarını Cumhuriyet tarihinin en donanımlı gençlerini yetiştiren eğitim ocakları olarak gösterirken; sağ menşeili aydınlar ise komünizmin yuvası olarak gördü.
Demokrat Parti Döneminde ise fiilen bir etkinliği kalmayan Köy Enstitüleri, CHP Gençlik Kolları gibi hareket ettiği düşüncesi ve radikal sol örgütlerin merkezi haline gelmesi gerekçesiyle 27 Ocak 1952 tarihinde resmen kapatıldı.
Köy Enstitüleri, Türk eğitimine ve düşünce dünyasına bıraktığı iz sebebiyle hafızalardaki yerini korudu. Bir Köy Enstitüsü öğretmeni olan Sabahattin Eyüpoğlu hem enstitüleri kuran iradenin hem de onları kapatan Demokrat Parti'nin Köy Enstitüsü karşıtlığından hareketle şu soruyu soracaktı;
Köy Enstitülerini kuranlar mı halktan yanaydılar, yıkanlar mı?