 |
|
|
 |
 |
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
 |
 |
|
|
 |
.Utanmaz yüz
#Kafkaslar#Suriye#Ortadoğu
Ocak 01, 2025 06:302dk okuma
Paylaş
Bilmeliyiz ki Türkiye, Türkiye’den ibaret değildir.
Biz istesek de istemesek de bu, böyledir. Diğer bir deyişle, dünya kamuoyundaki Türkiye, Türkiye’dekinden çok daha büyüktür. Türk’ün tarihi misyonu, onu, bulunduğu coğrafyanın çok ötesine taşıyor.
‘Türkiye’nin Suriye’de ne işi var?’, ‘Türkiye’nin Libya’da ne işi var?’, ‘Türkiye’nin Kafkaslarda ne işi var?’, ‘Türkiye’nin Balkanlarda ne işi var?’, ‘Türkiye’nin Afrika’da ne işi var?’ gibi sözlerin hepsi lafügüzaftan (boş lakırdı) ibarettir ve gerçekle yakından ve uzaktan bir ilgisi yoktur.
Mahut zevat, dillerine pelesenk etmiş oldukları ‘yurtta sulh, cihanda sulh’ ifadesini de son derece yanlış anlıyor ve çok yanlış değerlendiriyorlar. Onların dedikleri gibi olsaydı, Hatay, bugün vatan sınırları içinde olabilir miydi?
O günün (1937) şartlarında oluşturulan ve Türkiye’nin de kurucu üye olarak yer aldığı Sadabat Paktı niçin kurulmuştu?
Oysa bunlara göre; Ortadoğu bataklıktan ibarettir, o batağa giren kendini de batırır.
Bu kafaya göre; Türkiye Ortadoğu’nun işlerine karışmamalı, özellikle Arap ve İslam ülkelerini kendi hallerine bırakmalı ve asla onların işlerine burnunu sokmamalı. Bir asır boyunca şu aşağılık cümleyi milletin beynine kazımak istediler: ‘Ne Şam’ın şekeri ne Arap’ın yüzü!’
Halbuki bu aşağılık lafı söyledikleri insanların dedeleri, bu vatan uğruna çarpışarak can vermiş Şamlı Araplarla birlikte, Çanakkale sırtlarında koyun koyuna yatıyorlar.
Bu kafa, yalnızca Suriye’nin, Türkiye’nin de gayretleriyle bugün geldiği noktaya bakıp utanmalıdırlar. Ama diyeceksiniz ki; Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ’ının işgalden kurtulmasına bakıp utandılar mı ki, bundan utanabilsinler?
Utanacak yüzü olmayan bu kafaya Suriye gerçeğini, sınırımızın dibinde varlığımıza kasteden, emperyalistlerin bu tuzağını, bu aşağılık oyunu anlatamazsınız. Anlatsanız da anlamazlar.
Düne kadar, Suriye’de emperyalistlere uşaklık yapan, Türkiye ve kendi halkının düşmanı aşağılık bir diktatör vardı. Bu kafanın ne denli anlayışsız olduğuna bakın ki, Esed denilen bir insan kasabına değil de Erdoğan’a diktatör diyebiliyorlar ve Esed’in gidişinden üzüntü duyuyorlar.
Bu kafa; ülkesini adeta bir kubur faresi şeklinde terk eden kasap Esed için yas tutuyor iyi mi?
Neden, biliyor musunuz? Bunların kankası, insanlığın yüzkarası Esed, sözde laikmiş, sekülermiş (dinden bağımsız), onun yerine gelenler ise öyle değilmiş, yani dini hüviyetleri varmış.
Bu kafanın laiklikten ne anladığını görüyor musunuz?
Dün, Suriye, Türkiye’ye düşman olup yeni yeni düşmanlar üretirken ve bunların ağa-babalarına taşeronluk yaparken, bugün Türkiye’nin yanında, el ele, omuz omuza yürüme gayretinde.
Bütün bunlar demek oluyor ki, bu mahut kafalar istemese de Türkiye yükselecek ve Türkiye Yüzyılı, kararan dünya ufkundan bir güneş gibi parlayacaktır.
.Fuat Bol
Yazarın Tüm Yazıları
Terörün köküne kibrit suyu
#Terör#Suriye#Esed
Ocak 04, 2025 06:302dk okuma
Cihan İmparatorluğumuza kasteden düşmanlar, sahip olduğumuz coğrafyayı paramparça etmekle yetinmemiş, her bir parça üzerinde, kendilerine uşaklık yapacak ‘çıbanbaşı’ yönetimler kurmuşlardı.
Emperyalistlerin, tüm sömürgelerine tatbik ettikleri bu yöntemin özeti; ‘böl, parçala, kaos üret, birbirine kışkırt, sömür ve yönet!’.
İşgal ettikleri ve sınırlarını cetvelle çizip belirledikleri tüm İslam beldelerinde totaliter (baskıcı-zalim) yönetimler oluşturdular. Cetvelle çizerken, birbirlerini akraba olan yerleşim yerlerinin ortasından geçtiler, beldenin yarısı bir ülkede diğer yarısı öbür ülkede kaldı.
Türkiye-Suriye sınırı, bu durumun tipik örneğidir. On yıllar boyu bu insanlar, dini bayramlarda birbirlerini tel örgüler ardından görebildi; hediyelerini birbirlerine tel örgüler üzerinden atabildiler
Suriye halkının çoğunluğu Sünni Müslüman iken, ülkenin yönetimine Nusayri (Hz. Ali’ye Allah diyen bir inanış) azınlık getirilmiş. Bunun gibi Irak’ta, çoğunluk Şii olmasına rağmen buranın yönetimine de Sünni yöneticiler getirilmişti.
Sahiplerinin sesi bu denli zorba yönetimler de ülkelerini, açık, yarı açık ve kapalı hapishaneler haline getirmek suretiyle baskıyla ve zulümle yönettiler.
Esed, ülkesinden kaçtıktan sonra Suriye’de ortaya çıkan korkunç manzara her şeyi anlatıyor. Tüm emperyalist ülkeler, bu insanlık dramlarının elbette farkındaydılar lakin onlara göre insanca zayiat yoktu. Zira kendi dinlerinden ve ırklarından olmayan bu insanlar, insan sayılmıyordu.
Ve onlara göre bunları telef etmekte herhangi bir sakınca görülmez.
Zulüm payidar olmaz; her şey en ince yerinden zulüm ise en kalın yerinden kopar.
Türkiye’nin sınırındaki bu ülkeler, emperyalistler tarafından terör bataklığına dönüştürüldü ve ülkemizin başına bela edildi.
Emperyalistlerin, bölgemizdeki, görünür jandarması İsrail’dir, görünmeyen jandarmaları ise başta Suriye ve İran olmak üzere bölgemizdeki uydu ülkelerin hemen hepsidir.
İran ve Suriye’deki Esed rejimi, görünürde İsrail düşmanıdır, gerçek ise, bunun tam tersidir.
Batıya ve İsrail’e uşaklık yaptırılan tüm bu ülkeler, Türkiye’ye de düşmanlık yaptırılmak üzere kurgulanmıştır. Türkiye’nin başına bela edilen PKK-PYD-YPG ve DEAŞ terör örgütlerini, ülkelerinde barındıran ve üzerimize saldırtan ülkelere bakın, kimlerin kimlerle ittifak halinde olduğunu görürsünüz.
Şii yayılmacılığı emeli güden İran’ın önü açılmıştı; meydanı boş bulan İran da Körfez boyunca (Yemen dahil) yayılmıştı. İran, kullanıldığının farkında olmadan, yalnızca Sünni Müslümanları katletti.
Emperyalistlerin amacı, İran’ın bu denli katliamları sonucunda, Sünni-Şii savaşı çıkarmaktı.
Türkiye’mizin, bölgemizdeki ‘nazım’ rolü sayesinde bu savaş önlendi.
Ve yine Türkiye’mizin, tüm emperyalistlerin karşı koymalarına rağmen, bölgemizde yürüttüğü ‘ince’ diplomasi sayesinde Suriye’deki zulüm rejimi çöktü ve baştaki zalim Esed, ülkesinden kaçmak zorunda kaldı.
Ve şimdi sıra, Türkiye’mizin başına bela edilen terör örgütlerinin köküne kibrit suyu ekmeye geldi.
.Fuat Bol
Yazarın Tüm Yazıları
İletişim
Hep aynı oyun
#ABD#Rusya#Trump
Ocak 06, 2025 06:302dk okuma
Paylaş
ABD, hep aynı oyunu hem de çok pis oynuyor.
Bütün bu oyunlar hem kendi içinde hem de bütün dünyada kaos çıkarmak için. Üstelik bu oyunları kendi içinde oynadığı gibi uydusu olan tüm ülkelerde de oynatıyor.
Biz, Türkiye olarak bu oyunları çok gördük ve hemen her seferinde kaosa sürüklendik.
ABD, bütün bu pis oyunları kendi derin devleti vasıtasıyla işliyor ve işletiyor.
İşte, 11 Eylül faciasını meydana getirtip ürettiği bahane ile bölgemizi ateşe verdi. Irak’ı ve ardından Afganistan’ı işgal etti, Suudi Arabistan’ı haraca bağladı.
Yaptırmış olduğu sözde İbrahimi anlaşmalarla, bölgemizdeki ülkelerin birçoğunu İsrail’in emrine verdi. İsrail ne yaparsa yapsın, bu ülkelerden hiçbirinin sesi sedası çıkmaz, çıkamaz.
İsrail tarihin kaydettiği en vahşi soykırımı Gazze’de uyguluyor, mahut ülkelerden en ufak bir ses çıkmıyor, çıkamıyor.
Meydanı boş bulan İsrail durur mu? Gemi azıya alarak her tarafa saldırıyor. Ne Lübnan bıraktı ne Suriye!
İsrail’in derin devleti, ABD derin devleti ile ortak çalışıyor.
Belli ki aceleleri var; Trump göreve başlamadan (20 Ocak) bölgemizi ateş topuna çevirmek istiyorlar.
ABD’nin New Orleans kentinin en işlek caddesi olan Bourbon’da bir araç kalabalığa dalıyor ve on beş kişinin ölümüne, 30 kişinin yaralanmasına sebep oluyor. Olayın faili Ortadoğu kökenli Amerikan vatandaşı Şemsettin Cabbar isimli bir kişi. Aracında yapılan aramada patlayıcı madde ve DAEŞ bayrağı(!) bulunuyor.
Alın size yeni bir ‘11 Eylül’ senaryosu!
O gün hedefte Irak merkezli tüm Ortadoğu vardı, bugün ise Suriye merkezli; bu kez Türkiye dahil yine tüm Ortadoğu var!
Neden Türkiye?
Çünkü Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunuyor; ABD ise Suriye’yi Iraklaştırmak yani bölüp parçalamak istiyor.
Destekleyip büyüttüğü, silahlandırıp eğittiği SDG’ye (PKK-YPG-PYD) alan açıp özerklik vermek istiyor.
Bahanesi hazır: Bu güçler DAEŞ’la savaşacak!
Aksi halde işte görüldüğü üzere ABD’nin sokakları bile güvende değil!
Bunun için 15 kişi değil 115 kişi ölse ne gam!
Söz konusu olan ABD’nin yüce menfaatleri olduğuna göre gerisi teferruattır.
İsrail böylece gökte aradığını yerde bulmuş oldu; Türkiye ile ABD’yi karşı karşıya getirdi.
Rusya’nın ve İran’ın pılı pırtılarını toplayıp alelacele Suriye’den nasıl ve niçin sıvıştıklarını anladınız değil mi?
Söyleyin bakalım; ABD mi İsrail’in emrinde, İsrail mi ABD’nin emrinde?
Kırk satır mı kırk katır mı?
Vay benim köse sakalım!
..Fuat Bol
Yazarın Tüm Yazıları
İletişim
Bunca cehalet ancak tahsille mümkün
#Esed#Suriye#Arapça
Ocak 08, 2025 06:292dk okuma
Paylaş
NE günlere kaldık! Elif’i görse mertek sanan kimi kişileri profesör yapmışlar.
Bu tiplerin zavallı hallerini görünce gerçekleri haykıran bilim ve biliminsanları adına utanıyor ve doğrusu yerin dibine geçiyoruz!
Bizim ülkemizdeki kadar kimi branştaki profesörlüğün bu denli ucuz, boş ve beleş olduğu başka bir ülke var mıdır, bilmiyoruz.
Bizdeki bu profesörler, belli ki bunca katmerli cehaletlerini onca tahsille elde etmişler!
Bu tipler, cehalette (bilgisizlikte) profesörler ve dolayısıyla cehalette bunların eline su dökecek kara cahil bulmak mümkün değildir.
Gerçek biliminsanlarını tenzih ederek belirtmeliyiz ki bu tipler evvel emirde sözde ihtisas yaptıkları konunun zır cahilidirler. Bu vahim durum bu haliyle kalsa bir derece...
Bu utanmaz tipler belli ki bir yerlerden yemleniyorlar ve o bir yerlerin adına ahkam kesiyorlar. Küstahça yalanlarını gerçekmiş gibi anlatıyorlar.
Kullanışlı bu tipler, kendilerine verilen görevleri yerine getirmek için, gazete sayfalarını karalayarak ve televizyon ekranlarında boy göstererek yalan ve iftiralarını kusuyorlar.
Sözde Profesör, Devlet-i Aliye-i Osmaniye ifadesini ‘Osmanlı Ailesinin Devleti’ diye yalan ve yanlış söylüyor. Ve ‘Bir aile devleti mensubu olmaktan kurtulduk’ diye zırvalıyor.
Halbuki Osmanlı Devleti’nin adı tüm resmi kayıtlarda, uluslararası yazışmalarda Devlet-i Aliye’dir. Yani ulu, büyük, yüce devlet. Son asırda ise Devlet-i Aliye-i Osmaniye şeklinde ifade edildi. Yani Yüce Osmanlı Devleti.
Arapça’nın Elifba’sını (alfabe) bilen bile elif harfi ile ayn harflerinin farkını bilir. Devlet-i Aliye’deki a harfi elif olmayıp ayn harfidir. Ali isminde olduğu gibi.
Aklı sıra bu yalanı ile Osmanlı devletini küçümseyecek ve kötüleyecek; güneşin balçıkla sıvanacağını sanan bu zavallı değil Türklerin, Batılıların yazdığı Osmanlı tarihini bile okusa oradaki ihtişamı görecek ama nerde!
Bir diğer televizyon programında da yorumcu, Suriye Devlet Başkanı’nın ismini Esed diye söyleyince yine profesör unvanlı başka bir yorumcu, o isim Esed değil Esad’dır diye kükredi. Esed diyen kişi ısrar etti; “Efendim o kişinin ismi Esed, Arapça aslan manasındadır; bendeniz orijinal yazılışını da biliyorum, Türkiye’de yanlış olarak Esad deniyor” dedi.
Haberin Devamı
Sen misin doğruyu söyleyen! Cehalet tahsili yapan profesör adeta çıldırdı: “Burası Arabistan değil, Türkiye’de Esad deniliyor, doğrusu da Esad’dır, Esad denilmesi lazım; Esed denilemez!”
Sonuçta, yalancı profesör, yanlışı bağıra çağıra kabul ettirdi.
İşte burası böyle bir ülke; yalanların, yanlışların en üst perdeden dillendirilip gerektiğinde de zorla kabul ettirilen sahteler ve sahtekârların cirit attığı bir diyar...
Ve bundan dolayıdır ki bu ülkede kırk yıllık ‘kani’ler ‘yani’, ‘yani’ler de ‘kani’ diye bilinir; kimi hainlerin kahraman bilinip kimi kahramanların hain bilindiği gibi.
Önce milleti cahil bıraktılar; okuyanlara da yanlışı doğru diye bellettiler, bunun sonucunda da meydan yeri bu denli sahtekârlara kaldı!
.Fuat Bol
Yazarın Tüm Yazıları
İletişim
CHP’yi anlayan var mı?
#CHP#ABD#Öcalan
Ocak 11, 2025 06:293dk okuma
Paylaş
Türkiye’miz ve bölgemiz çok netameli bir süreçten geçiyor.
Bunun da yegâne sebebi, başta ABD olmak üzere ütün emperyalist ülkelerin gözlerinin bu yorgun coğrafya üzerinde bulunmasındandır.
Eski Osmanlı toprakları olan bu kadim bölgeyi, paramparça edip, bir asır boyunca sömürdükçe sömürdüler. Doymadılar; şimdide ikinci bir asır boyu, nasıl sömüreceklerinin hesaplarının içindeler.
Emperyalizmin ileri karakolu ve sözcüleri konumunda olan İsrail, niyetlerini gizlemeden açık açık söylüyor: İsrail’i merkeze alacak bir Orta-Doğu’nun haritaları sil baştan yeniden çizilecek ve hedefe Türkiye konulacaktır.
Dikkat buyurun; hedefe İran değil, Türkiye konulacaktır.
İran’ın bölgemizdeki gerçek dostlarının, neden Esed, Ermenistan ve İsrail olduğu daha iyi anlaşılıyor değil mi? İsrail cürmü kadar yer yakar lakin İsrail, İsrail’den ibaret değildir.
Bundan dolayıdır ki, Türkiye’yi hedef almaktan çekinmemektedir. Zira böyle bir durumda çok iyi biliyor ki, Türkiye ile savaşacak olan İsrail’den ziyade ABD olacaktır.
İsrail, daha şimdiden PKK-YPG’nin hamiliğine soyunuyor; akılları sıra Suriye’de kuracakları kanton devletçikle Türkiye ile önce sınır komşusu, bilahare Türkiye’yi parçalayıp ‘Arz-ı mev’ud’a’ kavuşacaklar.
Siyonist aklın, bu emelini gerçekleştirmek için ABD’yi kullanmaktan ve Türkiye ile karşı karşıya getirmekten başka şansı yok.
Bu tehlikeli durumu önceden sezen Cumhur İttifakı yetkilileri (Erdoğan ve Bahçeli) ellerini değil, gövdelerini taşın altına koyarak, içerideki barışı sağlamak için adeta çırpınıyorlar.
Bu amaçla DEM Parti’ye ve Abdullah Öcalan’a el uzatıp çağrıda bulunuyorlar. Kendilerine şu deniliyor: Yakında bu bölgede dananın kuyruğu kopacak! Ey DEM Parti Türkiye partisi ol, terör örgütüyle ilişiğini kes ve safını belli et! Ey Öcalan sen de kurmuş olduğun ve uzun süredir emperyalistlerin güdümünde olan terör örgütüne seslen; silah bıraksınlar ve örgütü lağvetsinler! Sen de memlekete getirilirken verdiğin sözünde dur; sen de safını belli et!
DEM Parti yetkilileri, çağrıyı benimsedi ve gidip Öcalan’la görüştü. Bilahare TBMM’deki bütün siyasi partileri ziyaret edip, hedeflenen iç barış için, neleri, nasıl yapılması gerektiği hususunda görüş alış-verişinde bulunuyorlar.
Bu arada ana muhalefet partisi olan CHP’yi de ziyaret ettiler. Malum; her iki seçimden önce de sonra da DEM Parti ile en iyi ilişki kuran ve hatta seçim ittifakı yapan CHP idi.
Buna rağmen, CHP tuhaflaştı, ne dediğini kendi de bilmez bir hal aldı. İki saate yakın görüştüler, çıkışta CHP Genel Başkanı Özgür Özel, sürekli top çevirdi ve dişe dokunur hiçbir şey söylemedi. Partiler üstü böylesine milli bir konuyu, yine sığ parti hesapları için heba etmek derdinde. Yok, her şey şeffaf olmalıymış, yok şehit ruhları ve şehit anaları incinmemeliymiş, yok TBMM’de Komisyon kurulmalıymış ve daha bir ürü ipe sapa gelmez boş söz...
Boş söz; zira komisyon demek, bu kritik süreçte ipe un sermek demek. Boş söz; sanki şehitlerimizin ve şehit analarının ruhlarını incitmeye yönelik bir söylem ya da eylem var. Barıştan, huzurdan kim, neden incinsin ki?
CHP, yoksa ziyaret etmedikleri Diyarbakır annelerinin evlatlarına kavuşmasından rahatsız mı oluyor?
Çıkıp da mertçe; terör örgütü PKK silah bırakmalıdır, demedi, diyemedi. Bu muğlak tavır, Ana muhalefet partisine yakışır mı? Elbette yakışmaz. Belli ki, her zaman olduğu gibi CHP’nin niyeti, bu konuda da bozuk.
Kaç şehit cenaze evine ya da şehit analarının yanına gidip onların dertlerine ortak oldular?
CHP, önce milletim, vatanım; daha sonra partim ve ben demeden ve bunu kuvveden fiile çıkarmadan ne dese boş.
Belli ki, DEM Parti oyları Özgür Özel ve avenelerinin gözlerini kör, kulaklarını sağır etmiş; o oyları kaybedeceklerinden korkuyorlar. Tıpkı, eskiden sahip oldukları İttihatçı kafasıyla yaptıkları gibi, ‘Edirne’yi Enver (paşa) alacağına Bulgar alsın’ diyorlar!
Yazık ki ne yazık!
.Fuat Bol
Türkiye, tarihinin en güçlü dönemini yaşıyor
#Türkiye#ABD#İtalya
Ocak 13, 2025 06:292dk okuma
Paylaş
CİHAN devletimizi kaybettiğimizde çeşitli cephelerde savaşan, kâh çarpışırken kâh muhtelif hastalıklardan 2 milyona yakın insanımızı yitirdik.
Anadolu steplerine sürülmüş, kalan bir avuç askeri terhis edilmiş, tüm tersanelerine ve stratejik sahalarına el konulmuş; yorgun, bitkin ve perişandık.
O halde iken bile Kurtuluş Savaşı verip, ittifak halindeki düşmanı (İngiltere, Fransa, İtalya, Rusya, Yunanistan) ülkemizden kovmuş ve son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında alınan kararı (Misakımilli) az bir noksanıyla yerine getirdik.
Birlikte Cihan Savaşı’na girip yenildiğimiz Almanya’da bugün yükseliş trendini sürdüren aşırı sağcı parti AfD’nin eşbaşkanı Alice Weidel şunları söylemek zorunda kalıyor:
“...ABD şüphesiz ki dünya çapında geniş bir etki alanına sahip eşsiz bir küresel süper güçtür. Buna genellikle imparatorluk deriz. Ancak bu çok garip bir imparatorluk; pazartesinden çarşambaya dünyayı yöneten ancak perşembeden pazara bunu tekrar yapmak istemeyen bir imparatorluk...
Biz Almanlar yenilmiş bir halkız. ABD’nin kölesiyiz, bunu inkâr etmeyeceğim. Köle olmanın avantajları vardır. Biz hizmetkârın en asil hakkı efendisinin savaşlarına katılmamak, barışın tadını çıkarmaktır. Ancak ABD bundan da hoşlanmıyor. Son otuz yıldır Avrupa’da, Ortadoğu’daki birçok savaşta yer almamızı istediler. Fakat niye savaşalım ki? Bir imparatorluk olacaksanız o zaman bunun için gidip kendiniz savaşmalı, kanınızı, mallarınızı feda etmelisiniz. Özgür olmayan kölelerin bu savaşı sizin adınıza sürdürmesini beklemeyin!”
Bu acı itirafla ABD’nin sözde müttefiki olan ülkelerle nasıl kedinin fare ile oynaması gibi oynadığını ve onları aşağılayıp ateşe atmak istediğini görüyor musunuz?
Almanya’ya bunu yapmak isteyen ABD, Türkiye’ye neler yapmak istemez ki!
Neler yaptığını görmüyor muyuz?
Allahütealâ’ya sonsuz şükürler olsun ki Türkiye’miz bugün tarihinin en güçlü dönemini yaşıyor.
Özellikle son yirmi yılda savunma sanayiisnde yoğun gayretler sarf edip çok önemli başarılara imza attık. Bugün geldiğimiz nokta itibarıyla Türkiye’miz değil emir almak bilakis emir verme durumuna gelmiştir.
Ve artık konumu, davranışı belirlenen değil başkaları için konum ve davranış belirleyen bir ülke olmuştur. Her zaman söylüyoruz; yaşamakta olduğumuz bu çetin ve stratejik coğrafyada güçlü ve hatta çok güçlü olmak mecburiyetindeyiz.
Haberin Devamı
Güçsüz olduğumuz dönemde birçok terör örgütünü başımıza bela ettiler ve biz bu bela ile kırk yıldır uğraşmaktayız. Kalkınmaya harcayacağımız kaynaklarımız terörle mücadelede sarf ediliyor.
Geldiğimiz noktada ise mahut terör örgütlerinin artlarındaki güçler sırra kadem bastığı gibi terör örgütleri de kaçacak ve sığınacak bir delik bulamıyor.
Bulamayacaklar da...
Ya silah bırakıp teslim olacaklar ya da kahredici pençemizin altında ezilmekten kurtulamayacaklar.
Başta şehitlerimiz ve gazilerimiz olmak üzere emeği geçen herkese, savunma sanayimizi kuvveden çıkaran görünür görünmez tüm kahramanlarımıza, tüm kahraman güvenlik güçlerimize ve özellikle bu sarsılmaz ve çelik iradeyi gösteren siyaset ve devlet insanlarımıza teşekkürü borç biliyoruz.
.
Erdoğan ve Bahçeli
#Erdoğan#Bahçeli#Trump
Ocak 15, 2025 06:292dk okuma
Erdoğan da Bahçeli de alışageldiğimiz siyasi liderlere benzemiyor. Her ikisi de yerli ve milli olup, millet ve vatanlarını canlarından aziz bilip, tek kelime ile serdengeçtiler.
Türkiye’miz yeni bir kurtuluş ve bağımsızlık savaşı ile karşı karşıya kaldı. Bu yeni kurtuluş ve bağımsızlık savaşı, önceki Kurtuluş Savaşı gibi yalnızca dış güçlere karşı verilmiyor, içerideki ve dışarıdaki tüm şer güçlere karşı veriliyor.
Erdoğan da Bahçeli de millet ve vatanları için baldıran zehri içmekte en ufak bir tereddüt göstermedi. Belli ki bu her iki lider de zillet içinde yaşamaktansa ölmeyi yeğleyen kişiliğe sahip.
Zaten risk almayan, tehlikenin gözünün içine bakmayan, büyük hedefler belirleyip onların peşinde koşmayan, korkusuz ve gözü kara olmayan liderler kahraman olamazlar.
Dikkat ederseniz; bu her iki lider de önce milletim ve vatanım diyerek kararlar alıyorlar. Aldıkları bu hayati kararlar, partilerinin ve şahıslarının aleyhinde de tecelli etse, bu yoldan geri adım atmıyorlar.
Davası olan ve ancak davası uğrunda yaşayan insanlar böyle yapabilir. Zira onlar için inanılan ve uğrunda ölünecek dava her şeyin önünde gelir.
Malum; Türkiye’mizin başında iki büyük bela vardır ve bunlar henüz tam manasıyla aşılabilmiş değildir. Bunlardan birincisi vesayet sistemi, ikincisi ise terördür. Vesayetten kurtuluşta Bahçeli öncülük etmiş, Erdoğan da canını dişine katarak bu durumu kuvveden fiile çıkarmıştı.
Terörden kurtuluşu Erdoğan tek başına elini değil gövdesini taşın altına koyarak denedi, başaramadı.
Bu kez, yine Bahçeli’nin öncülüğünde ‘terörsüz Türkiye’ için yola çıkıldı. Hiç kimsenin beklemediği bir şekilde Bahçeli ‘ölümüne’ risk alarak bölücü başına çağrıda bulundu.
Tıpkı Erdoğan’ın 15 Temmuz gecesi ölümüne çıktığı yolda halkı da ‘ölümüne’ meydanlara çağırması gibi.
Başarının büyüklüğü mücadelelerin zorluklarıyla orantılıdır. Zorlu mücadeleyi sıradan insanlar veremez; zira ‘çetin dağlar yufka yüreklilerle aşılmaz’.
Ayağımızdaki terör prangasını kırmanın tam zamanıdır. Terör örgütünün süngüsü düşmüş, çaresizlik içinde kıvranmaktadır. Zira destekçileri bir bir sırra kadem basıyor, basmak zorunda kalıyor ve bu melanet örgütü kendi başına bırakıyorlar. ABD’nin yeni seçilmiş başkanı Trump bile “Suriye’nin anahtarı Türkiye’nin elindedir” demek zorunda kaldı.
Bütün dünya çok iyi biliyor ki Türkiye, elindeki bu anahtarı dün olduğu gibi bugün de başta ABD olmak üzere Batı’nın, İran’ın, Esed’in, İsrail’in celbettikleri şerleri defetmek ve hayırları fethetmek için kullanacaktır.
Ve bu kutlu kurtuluş ve yürüyüşün mimarları da Sayın Erdoğan ile Sayın Bahçeli olacaktır.
.
Türk-Kürt kardeştir lakin...
#Türk#Kürt#AK Parti
Ocak 18, 2025 06:293dk okuma
Paylaş
Türklerle Kürtler asırlar boyu aynı kaderi paylaşarak, aynı coğrafyalarda birlikte (ortak) tarih yazdılar, birlikte üzüldüler, birlikte sevindiler, birlikte ağlayıp birlikte güldüler.
Kürtlerle Türkler tarihleri boyunca aynı inancı paylaştılar, Allahü tealanın gönderdiği son dini, bütün insanlara duyurmak (tebliğ etmek) için sırt sırta, omuz omuza verip, yad ellere akınlar düzenlediler, fetihler yapıp, ölü kalpleri İslam’ın nuru ile aydınlattılar. Birlikte meşale oldular, zifiri karanlık kalpleri nura gark ettiler.
Türkler ve Kürtlerin ruhları, bedenleriyle bir olup İslam’ın potasında öylesine eridi ki, Kürdü Türk’ten, Türkü Kürt’ten ayırmanın imkânı kalmadı. Zira ortaya bir elmanın iki yarısı çıkmıştı.
Türklerle Kürtler artık; ‘Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendi’ ve ‘Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu (birlikte) yendik’ (ler). Ve... yine birlikte ‘Tuna’dan kafilelerle geçtiler...’
Yalan söyleyen tarih bu gerçeklerin üzerini örtmeye çalışsa da bin bir çeşit düşman, ifritin yerini alıp bu iki öz be öz kardeşlerin arasına nifak sokmaya çalışsa da yakın tarih olan Çanakkale şehitliğinde koyun koyuna yatan Türklerle Kürtlerin mezar taşları şahitlik etmektedir.
Türk-Kürt kardeşliğinin tılsımı İslamiyet’in nuruydu. O nurun ışığıyla Kurtuluş Savaşına yan yana giderlerken, biri diğerine ‘sen Kürt müsün’, o da öbürüne ‘sen Türk müsün’ diye sormadı.
Gün oldu, zaman döne döne devrini icra etti; talihler ters döndü, her iki kardeş de sahip oldukları tılsımı bozup kaybedenlerden oldular. Her iki kardeş de ruhlarından ayrılınca, bedenleri de zayıfladı, güçsüzleşti ve ayrı düştü.
İşte bin bir çeşit düşman da bu ruhsuz bedenlerde rahneler (gedikler) açıp adeta bir maden gibi işledi; aralarında envai çeşit nifaklar ekip, ayrı düşmelerine ve hatta birbirlerine düşman olmalarına sebep oldular.
Son bir gayretle bir olup, Kurtuluş Savaşını birlikte kazanıp, yeni ve çok genç devletlerini kurdular. Lakin ittifak yaptıkları, dost gözüken ‘düşmanları’, genç devletlerini vesayetle illetli kıldılar ve bu öz kardeşlerin arasına nifaklar soktular.
En hayati kararlarını kendilerine aldırmadılar, bizzat vesayet odakları alıp, kendilerine dikte ettiler.
İşte bu iç ve dış vesayet odakları, kardeşleri birbirine ve hatta devletlerine düşman yapmak için pusu üstüne pusular kurdular. Devlet de mahut kardeşler de pusuya düşmekten, oyuna gelmekten kurtulamadı.
Vesayetin zorba kıldığı devletin sözde yöneticileri, başta Kürtler olmak üzere, halkın birçok kesimlerini çeşitli desiselerle dışladı. En çok zulme maruz kalan kesimler ise, dinini yaşamak isteyen Müslümanlarla Kürtler oldu.
23 yıldır (AK Parti iktidarları dönemi) vesayetle savaşıldı ve epeyce mesafe alındı. Vesayetin gölgesi kalktıkça başta Kürtler olmak üzere her kesim rahat bir nefes aldı.
İkinci bir Kurtuluş Savaşının verilmekte olduğu bu zamanda, bu kez dost gözüken düşmanlar yine el ele vererek vatanımızı parçalamak ve ülkemizi istila etmek istiyorlar.
Kürtleri kullanıp, onlara devlet adı altında İsrail’in aparatı bir oluşum yapmak istiyorlar.
Tıpkı Kurtuluş Savaşı öncesinde olduğu gibi, Türklerle Kürtler birbirlerine kenetlenip, bu ikinci kurtuluş savaşını birlikte vermek zorundalar.
Zira dün olduğu gibi bugün de düşmanın taktiği aynıdır: Parçala ve yut!
Yutmaya kalkınca, boğazlarında kalacağımızı çok iyi bilen düşman, çeşitli terör örgütleriyle vekalet savaşlarını yeğliyor.
Bundan dolayıdır ki Türkiye çok açık ve net konuşuyor: Herkes safını belli etsin!
Zira yakında kıyamet kopacak!
.
Gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde olanlar
#Sultan 2. Mehmed#ABD#İsrail
Ocak 20, 2025 06:292dk okuma
Sultan 2. Mehmed, İstanbul’u (Konstantiniyye) dört bir taraftan kuşatıp zamanın en gelişmiş toplarıyla surlarda gedikler açarken, kapılarına dayanan tehlikeyi görmezden gelen Bizans’ın gaflet içindeki papazları kilisede meleklerin cinsiyetini tartışıyorlardı.
NATO üyesi ve sözde müttefiki olmamıza rağmen ABD, Türkiye’yi dört bir tarafından kuşattı. Sittin senedir kurup beslediği ve üzerimize saldığı terör örgütleriyle Türkiye’nin kolunu kanadını kırarak etkisiz kalmasını istiyor.
Büyük İsrail’i gerçekleştirmek için uçak gemileriyle Doğu Akdeniz’de konuşlanıyor. En gelişmiş hava savunma sistemleri ile İsrail’i tahkim ediyor. Sınırımızın hemen ötesinde ‘Kürt oluşumu’ adı altında İsrail devletçikleri kurdu ve daha da yenilerini kurmak istiyor.
Girit’ten Dedeağaç’a kadar tüm Yunanistan topraklarında askeri üsler kurarak namlularını Türkiye’ye çevirdiler.
ABD ve tüm yandaşı ülkeler (belli başlı AB ülkeleri dahil) el ele vererek ülkemize karşı ambargo uyguluyorlar. Özellikle savunma sanayisi konusunda yapılan anlaşmalardan tek taraflı çekilerek Türkiye’yi yüzüstü bırakmak istediler.
Haberin Devamı
Enerjisine Yükseleceksin!
Opel
Anında Kredi Kartı Başvurusu
Akbank
by Taboola
ABD, Türkiye’yi hem F-35 projesinden çıkarıyor hem de bu amaçla ülkemizin yatırmış olduğu 1.25 milyar doların üzerine yatıyor. Tarih nasıl da tekerrür ediyor: Birinci Cihan Savaşı öncesinde de İngiltere parasını ödediğimiz halde iki savaş gemimize el koymuş ve onları bize vermemişti.
Neymiş efendim; ‘Türkiye, Rusya’dan nasıl S-400 alırmış?’ Türkiye sınırına bombalar yağarken, orada konuşlu Patriotları söküp götüren ve Türkiye’yi savunmasız bırakan kendileri değilmiş gibi bir de arsız hırsız rolüne soyunuyorlar. Aynı şekilde Rusya’dan S-300’leri alan NATO ülkesi olan Yunanistan’a ise hiç ses çıkarmıyorlar.
Savaşın İran’a sıçraması ve İran’ın da karşılık vermesiyle birlikte bölgemizin alev topuna dönmesi an meselesidir.
Zira; İran’la savaşacak İsrail’den ziyade ABD olacaktır.
Böylesi bir hengamede, ‘Türkiye’nin Suriye’de ne işi var, Türkiye’nin Libya’da ne işi var, Gazze’den bize ne, İsrail bize mi saldıracak, PYD bize mi saldıracak?’ gibi hezeyanlar gaflet ve dalaletten öte hıyanet değil de nedir?
Bu nadan (bilgisiz) kafalar bilmiyorlar ki Gazzeli mücahitler canları ve kanları pahasına Anadolu topraklarını savunuyorlar.
Kimi kendini bilmez şaşkınlar ise Erdoğan’ın yaptığının savaş çığırtkanlığı olduğunu ve bütün bunları oy kaygısıyla yaptığını ileri sürüyorlar.
Seçimlere dört yıla yakın bir zaman varken iktidardaki bir siyasi parti liderinin mahut seçimler için oy kaygısıyla hareket edebileceğini düşünmek; Bizans’ın papazlarından daha ileri bir gafleti gerektirir
.
Şanlı direniş
#ABD#Biden#Trump
Ocak 22, 2025 06:292dk okuma
Paylaş
ABD’nin giden ve onun yerine gelen yeni başkanları (Biden ve Trump), terör devleti, soykırımcı İsrail ile HAMAS arasında varılan ‘geçici’ ateşkesin ucuz kahramanlığını paylaşamıyorlar.
Gerçekte ise bu her iki liderin de insan kasabı Netanyahu’dan bir farkları yok. Zira her iki Başkan da Siyonist’tir. Kudüs’ü, İsrail’in başkenti yapıp ABD Büyükelçiliği’ni oraya taşıtan ve Suriye’nin mülkü olan Golan Tepeleri’ni İsrail’e peşkeş çeken Trump’tan başkası değildi. Uçak gemilerini Gazze açıklarında konuşlandırıp Filistinlilerin ellerini kollarını bağlayan ve oraya yapılabilecek her türlü yardımı engelleyen ve milyarlarca dolarlık silah ve mühimmatı terör devletine gönderen ve bu silahlarla elli binden fazla masum insanın şehit olmasına sebep olan da Biden’dan başkası değildir.
Şimdi, elleri kanlı bu iki katil sözde ateşkesin mimarlığına soyunarak, ‘barış elçisi’ olduklarına dünya kamuoyunu kandırmaya çalışıyorlar. Sizlerin söylemiyle olduysa -ki öyle olduğu görülüyor- neden on dört ay beklediniz ve on binlerce masumun acımasızca katledilmesini utanmadan seyrettiniz?
Ayrıca niçin ateşkes değil de geçici ateşkes?
Trump göreve başlamadan esirlerin takasını istedi, aksi halde oranın cehenneme çevrileceğini duyurdu. HAMAS elindeki İsrailli esirlerin hepsini teslim ettiğinde tünellerin su ile doldurulmayacağını kim garanti edebilir?
‘Geçici ateşkes’ bundan dolayı mı?
Dünya üzerindeki bütün halklar, bazı şeyleri yakından gördü ve şimdiye dek doğru diye sahip oldukları tüm kanaatleri değişti. Zira hemen hepsinin yalan ve bir aldatmacadan ibaret olduklarını gördü.
İsrail gösterildiği gibi normal bir devlet değil, kelimenin tam anlamıyla bir terör devletidir. Siyonizm bütün insanlığın başının belası ve kıyametin habercisidir.
İnsanlık adına dünya üzerinde kurulan tüm yapılar, kurum ve kuruluşlar yalnızca şekil olarak mevcutturlar; bunların hiçbirisinin iddia edildiği gibi amaçları doğrultusunda en ufak bir faaliyetleri yoktur ve olamaz.
İddia edildiği gibi insanlık, ümrana-medeniyete değil, vahşete ve soysuzluğa kapı aralamıştır. Bütün insanlık gördü ki hak haklının değil, güçlünündür. Güçlü ise her zamankinden daha vahşi, gözü doymaz, pervasız ve cüretkârdır. Her türlü kötülüğün kaynağı şeytan, günümüzde, Batı’nın teşvik ve desteğiyle İsrail devletinde tecessüm etmiştir. Malum, kimilerine göre İsrail diye bir devlet yoktur; ABD’nin dünyanın kalbine paslı bir hançer gibi sapladığı ileri karakolu konumundaki uzantısı vardır.
Dünya kamuoyu kendi devletlerini ve bunların yöneticilerinin ne menem şey olduklarını yakından gördü. Şeytanın gücü sınırlanmaz, en azından gücü dengelenemez ise tüm dünyanın Gazze’ye dönüşmesi kaçınılmazdır.
.
Şanlı direniş -2-
#Gazze#Filistin#Direniş
Ocak 25, 2025 06:292dk okuma
Paylaş
Gazze’deki Filistinli kardeşlerimiz kelimenin tam anlamıyla direniş destanı yazdı.
On beş aydan fazla süren bu orantısız ve hiçbir hukuk tanınmaz savaşta bir avuç HAMAS savaşçısının yanında, iki milyona yakın Filistin halkının gösterdiği direnç, sabır, tahammül ve vatanlarından ayrılmama kararlılığı her türlü takdirin üstündedir.
Bu bir avuç Filistinli kahraman, yalnızca İsrailli vahşilere değil, onun arkasındaki bütün güçlere (Başta ABD olmak üzere kimi AB ülkeleri ve bunların tüm aveneleri olan ülkeler) direndi.
Direnişin efsane komutanı Kassam Tugayları Sözcüsü Ebu Ubeyde, ateşkes anlaşması sonrası yaptığı açıklamada şunları söyledi: ‘Dünyada eşi, benzeri görülmeyen tarihi bir destan yazdık. Aksa Tufanı Harekâtı, dünyaya işgalin büyük bir balon (hayal) olduğunu gösterdi. Halkımız, özgürlüğü ve kutsal değerleri uğruna 15 aydan uzun bir sürede büyük bir bedel ödedi ve çok sayıda şehit verdi. Filistin halkının fedakarlıkları ve dökülen kanları boşa gitmeyecek, bunun sonuçları olacaktır. Bu cihadın büyüklüğü; liderleri İsmail Haniye, Salih el-Aruri ve Yahya Sinvar’ın başını çektiği şehit konvoylarının şehadete yürüyüşleriyle açıkça görülüyor. Biz operasyonlarımızı işgal kuvvetlerine yöneltirken onlar tüm ahlaksızlıklarıyla halkımıza karşı yeni vahşet ve soykırım yöntemleri uyguladı. Askeri yeteneklerin ve savaş ahlakının eşit olmadığı bir savaşla karşı karşıyaydık. Mücahitlerimiz, cihadın son saatlerine kadar büyük bir cesaret ve kahramanlıkla savaştı. Şüphesiz biz imkânsız şartlarda mücadele ediyoruz. Gazze’nin dört bir yanında, tüm direniş gruplarıyla tek vücut halinde işgale karşı cihat ettik ve onlara ölümcül darbeler indirdik.’
Dünyada hiç kimse, bu kirli ve ahlaksız savaşta; Filistinli herhangi bir askerin, sivil bir Yahudi’yi, bir Yahudi çocuğunu veya bebeğini, kadınını, yaşlısını kazara da olsa öldürdüğünü gördünüz veya duydunuz mu?
Elbette ki hayır.
Peki, İsrailli asker kılıklı cani sürülerinin havadan ve karadan, hedef gözetmeksizin; bebek, çocuk, kadın, yaşlı, doktor, hasta, hastabakıcı, gazeteci vb. demeden 50 binden fazla (binaların enkazları altında daha kaç bin masumun cesedinin olduğu bilinmiyor) masum sivili hunharca katletmesine ne demeli?
Bu cellat sürülerinin camileri, kiliseleri, hastaneleri, okulları, alış-veriş merkezlerini, pazar yerlerini, çocukların oyun parklarını nasıl yakıp yıktıklarını ve buralardaki savunmasız, masum insanlara nasıl kıydıklarını bütün dünya gördü.
Gazzeli binlerce bebek ve çocuk açlıktan ve soğuktan öldü.
İstanbul’un Beykoz’u kadar bir alana sıkıştırılan iki milyonu aşkın insan, on beş ay boyunca susuz, ekmeksiz, gıdasız ve ışıksız bırakılarak ölüme terk edildi.
Sözde kardeş ve komşu İslam ülkeleri bu trajediyi, kılını kıpırdatmadan seyretmekle yetindi.
Bütün bu olumsuzluklar altında, Gazzeli mücahitler şanlı direnişleri ile tarih yazarken, onları, kılları kıpırdamadan seyreden insan müsveddeleri ise, insanlığı ve tüm insani değerleri öldürdüler.
Dünya kamuoyu, insanlıktan nasipsiz vahşi sürülerini ve olanları sadece seyretmekle yetinen duyarsız, dilsiz şeytanları da yakından gördü ve not etti
.
Şanlı direniş -3
#Birinci Dünya Savaşı#Gazze#Suriye
Ocak 27, 2025 06:292dk okuma
Şanlı direniş gösterip tarih yazan kahraman Gazzeliler, en ağır bombardımanlara maruz kaldılar, harabeye dönen binaların enkazında can verdiler; ciğerpareleri olan evlatlarını, şefkat ve merhamet deryası annelerini, artlarında dağ gibi duran babalarını, kardeşlerini, akrabalarını ve her yaştan din kardeşlerini kaybettiler.
Şüheda fışkıran enkaz yığınlarının altından, çıplak elleriyle betonları ufalayarak cenazelerini çıkarıp Hakk’a uğurladılar. Ateşkesin ardından Gazze şeridindeki evlerinin enkazlarına dönen anneler, evlatlarının ceset parçalarına sarılıp ağladılar. Bütün bu vakur şehit yakınları, acılarını kalplerinin derinliklerine gömüp, metanetlerinden hiçbir şey kaybetmeden vatanlarını canları pahasına savundular.
Zira; ‘Toprak uğrunda ölen varsa vatan’ dı.
Bunda bir asır önce, Birinci Dünya Savaşı’nda yenilince, asırlar boyunca elimizde bulunan mukaddes beldeler Mekke, Medine, Kudüs, Şam, Bağdat, Batılı emperyalistler tarafından işgal edildi.
Aynı Batılı emperyalistler, yüz yıllar boyu horlayıp, itip kaktıkları, insan yerine koymayıp sürdükleri ve yakıp öldürdükleri Yahudileri, Avrupa’nın çeşitli yerlerinden toplayarak bugünkü Filistin topraklarına getirmiş ve İslam diyarının bağrına adeta bir hançer gibi saplamışlardı.
Batılı Siyonist zihniyet o gün ne idiyse bugün de aynıdır. Nitekim aynı Batılı emperyalistler, ‘Şayet Ortadoğu’da bir İsrail devlete mevcut olmasaydı, bugün aynı topraklar üzerine bir İsrail devleti kurardık’ diyerek, aynı küstahlıklarını sergilemektedirler.
Bu İslam düşmanı ve sömürgeci kafanın çifte standart zihniyetine bakın ki, onlara göre; Çin’de bir kişi, kendi ülkesinin askerine ya da polisine silah doğrultunca kahraman, Filistin’de bir çocuk, işgalci İsrail askerine ya da polisine taş atınca terörist olur.
Neylersiniz ki Osmanlı’dan sonra dünya zalimler şürekasının elinde kaldı. Bundan böyle hak haklının değil güçlü olanındır.
Dünya üzerindeki bu zulüm düzeninde; hayatiyeti devam ettirebilmek, haklarını savunabilmek ve bunları yedirmemek, kısaca zalimlerle baş edebilmenin yegâne çaresi, en az onlar kadar güçlü olmaktır.
Kimi aklıevveller, Türkiye’nin savunmasının Gazze’den başlayamayacağını, zira Türkiye’nin milli sınırlarının belli olduğundan dem vuruyorlar ve “Bize ne elin toprağından ve insanından?” diyorlar.
Bu zavallı tiplerin ne tarihten ne coğrafyadan ne sosyolojiden ne teolojiden ve ne de reel politikadan haberleri var.
Savaşmakta olan İsrailli askerlerin üniformalarında taşıdıkları kokartlardaki haritada Türkiye’nin toprakları var. İsrail’in bayrağındaki iki çizgi, biri Nil’i diğeri Fırat’ı (Arz-ı mev’ud: sözde tanrı Yehova’nın Yahudi milletine vadetmiş olduğu kutsal topraklar) işaret ediyor.
Ya hemen sınırımızın dibinde kurmak istedikleri terör devletçiğine ne demeli? Kuzey Irak’taki oluşumun bile sözde bağımsızlık referandum girişimlerinde, kalabalıkların ellerindeki İsrail bayraklarını ne çabuk unuttuk?
Aynı kanton devletçiğini bu kez Suriye sınırımızda kurmak istiyorlar.
Nasıl? İsrail’le komşu değil miymişiz?
Demek ki neymiş; Gazze’nin şanlı kahramanları, kendi özyurtlarını olduğu kadar Anadolu topraklarını da savunuyorlar.
Cümlesine selam olsun
VİCDANLARIN kuruduğu, ahlakın sükût ettiği ve insanlığımızın olmazsa olmaz değerlerini kaybettiğimiz tuhaf bir dönemi yaşıyoruz.
Eskiden en tesirli ibret ölümdü. Ölümün vuku bulduğu mahalle veya köyde insanlar günlerce yas tutar ve duydukları üzüntüden kendilerine gelemezlerdi.
İnsani değerlerle bezeli o yiğit ve bir o kadar da diğerkâm insanlar gitti; dünya yansa hasırı yanmayan duyarsızlığı içindeki hodkâm, bencil ve vicdansız insanlar hemen her yeri kapladı.
Bizler; ‘komşusu açken yatmayan, yatamayan’, kurtuluşunu, din kardeşinin duasında bilen ve onu, yemeyip yediren, giymeyip giydiren, örnek gösterilen ve imrenilen ideal nesillerdik.
Bizler; insanlığın kurtuluş reçetesi olan mukaddes ve muazzez dinimizin gereklerini öylesine içselleştirmiştik ve öylesine birbirimizde yok olmuştuk ki bize ölü gelen kalpler diriliyordu.
Hal, hareket ve davranışlarımıza imreniyor ve bizler gibi olmaya can atıyordu insanlar.
Çünkü biz; Hz. İbrahim’i (Aleyhisselam) ahlakla, yedirmeden yemiyor, Hz. Muhammed’i (Aleyhisselam) ahlakla birbirimizi aşkla seviyor ve mümin kardeşimizin her türlü ihtiyacını kendi ihtiyaçlarımızın önünde tutuyor ve ‘isar: kendi derdini unutup, başkalarının derdine deva olmaya çalışmak’ ulvi duygusuyla hayırda yarışıyorduk.
Çünkü bizler, suya en ziyade kanadığımız ölüm anında bile, bize sunulan suyu ‘Su! Su!’ diye inleyen yanındaki kardeşine ikram eden ve kendisi ateşten yanan dudaklarıyla susuz ölüme giden kutlu nesillerin torunlarıyız, o yüce şahsiyetlerin ahfadıyız.
Bize ne oldu?
Bizler ne ara bu hasletlerimizi kaybettik?
Sadece kendi nefsi için yaşayan, nefsinin arzuları için çaba harcayan, haksızlık peşinde koşan bir toplum olduk. Başkasının derdiyle dertleneceğine sevinen, düşeni kaldıracağına bir tekme de kendisi vuran, ağlayana gülen, ah edene oh olsun diyen duyarsız, acımasız, vicdansız ve gaddar insanlar olduk.
Düşünebiliyor musunuz çoluk çocuk tatile gelmiş onlarca insan alevlerin her yanını saran otelde cayır cayır yanıyor; yandaki otelin sakinleri ise hiçbir şey olmamış gibi neşeyle kaymaya devam ediyor!
Gün ağarınca felaketin boyutları ortaya çıkıyor ve 78 vatandaşımızın yanarak vefat ettiği anlaşılıyor. Ülkede bir gün yas ilan ediliyor ve bayraklar yarıya indiriliyor.
Yandaki oteldekiler bu acı manzarayı uzaktan seyretmekle yetiniyor ve kahreden bir duyarsızlıkla eğleniyor, kayıyor, kartopu oynuyor, günlerini gün ediyorlar.
Bu akıl almaz durum normal bir insan davranışı olamaz. Böylesine aşağılık bir hali sergileyebilmek için insanın tüm insani melekelerini yitirmiş ve vicdan yerine cüzdan taşıması ve bütün hayatını o cüzdana göre endekslemesi gerekir.
Bu tipler insan görünümlü yaratıklar olup hayvandan da aşağı duyarsız, gaddar, acayip mahluklardır.
Öte yandan bu dehşetengiz manzarayı televizyonları başında izleyen birileri habis ruhlarının tezahürü olarak ‘oh olsun’ demekle de yetinmeyerek; yanarak ölen kişilerin acılı yakınlarını arıyor, onlara acılarıyla alay ederek hakaretler yağdırıyorlar.
Bu iğrenç ve aşağılık hallerini sosyal medyada da yayınlayarak çirkefliklerini cümle aleme ilan ediyorlar ve bu pespaye halleriyle övünüyorlar.
Beşeri hisleri körelmiş, kalbi yalnızca kalıptan (emme-basma tulumbası) ibaret olan bu insan görünümlü yaratıklarla aynı dünyayı paylaşmanın talihsizliği içindeyiz.
Gel de dayan!
Biz ne ara böyle olduk
#Hz. İbrahim#Hz. Muhammed#Yas
Ocak 29, 2025 06:292dk okuma
VİCDANLARIN kuruduğu, ahlakın sükût ettiği ve insanlığımızın olmazsa olmaz değerlerini kaybettiğimiz tuhaf bir dönemi yaşıyoruz.
Eskiden en tesirli ibret ölümdü. Ölümün vuku bulduğu mahalle veya köyde insanlar günlerce yas tutar ve duydukları üzüntüden kendilerine gelemezlerdi.
İnsani değerlerle bezeli o yiğit ve bir o kadar da diğerkâm insanlar gitti; dünya yansa hasırı yanmayan duyarsızlığı içindeki hodkâm, bencil ve vicdansız insanlar hemen her yeri kapladı.
Bizler; ‘komşusu açken yatmayan, yatamayan’, kurtuluşunu, din kardeşinin duasında bilen ve onu, yemeyip yediren, giymeyip giydiren, örnek gösterilen ve imrenilen ideal nesillerdik.
Bizler; insanlığın kurtuluş reçetesi olan mukaddes ve muazzez dinimizin gereklerini öylesine içselleştirmiştik ve öylesine birbirimizde yok olmuştuk ki bize ölü gelen kalpler diriliyordu.
Hal, hareket ve davranışlarımıza imreniyor ve bizler gibi olmaya can atıyordu insanlar.
Çünkü biz; Hz. İbrahim’i (Aleyhisselam) ahlakla, yedirmeden yemiyor, Hz. Muhammed’i (Aleyhisselam) ahlakla birbirimizi aşkla seviyor ve mümin kardeşimizin her türlü ihtiyacını kendi ihtiyaçlarımızın önünde tutuyor ve ‘isar: kendi derdini unutup, başkalarının derdine deva olmaya çalışmak’ ulvi duygusuyla hayırda yarışıyorduk.
Çünkü bizler, suya en ziyade kanadığımız ölüm anında bile, bize sunulan suyu ‘Su! Su!’ diye inleyen yanındaki kardeşine ikram eden ve kendisi ateşten yanan dudaklarıyla susuz ölüme giden kutlu nesillerin torunlarıyız, o yüce şahsiyetlerin ahfadıyız.
Bize ne oldu?
Bizler ne ara bu hasletlerimizi kaybettik?
Sadece kendi nefsi için yaşayan, nefsinin arzuları için çaba harcayan, haksızlık peşinde koşan bir toplum olduk. Başkasının derdiyle dertleneceğine sevinen, düşeni kaldıracağına bir tekme de kendisi vuran, ağlayana gülen, ah edene oh olsun diyen duyarsız, acımasız, vicdansız ve gaddar insanlar olduk.
Düşünebiliyor musunuz çoluk çocuk tatile gelmiş onlarca insan alevlerin her yanını saran otelde cayır cayır yanıyor; yandaki otelin sakinleri ise hiçbir şey olmamış gibi neşeyle kaymaya devam ediyor!
Gün ağarınca felaketin boyutları ortaya çıkıyor ve 78 vatandaşımızın yanarak vefat ettiği anlaşılıyor. Ülkede bir gün yas ilan ediliyor ve bayraklar yarıya indiriliyor.
Yandaki oteldekiler bu acı manzarayı uzaktan seyretmekle yetiniyor ve kahreden bir duyarsızlıkla eğleniyor, kayıyor, kartopu oynuyor, günlerini gün ediyorlar.
Bu akıl almaz durum normal bir insan davranışı olamaz. Böylesine aşağılık bir hali sergileyebilmek için insanın tüm insani melekelerini yitirmiş ve vicdan yerine cüzdan taşıması ve bütün hayatını o cüzdana göre endekslemesi gerekir.
Bu tipler insan görünümlü yaratıklar olup hayvandan da aşağı duyarsız, gaddar, acayip mahluklardır.
Öte yandan bu dehşetengiz manzarayı televizyonları başında izleyen birileri habis ruhlarının tezahürü olarak ‘oh olsun’ demekle de yetinmeyerek; yanarak ölen kişilerin acılı yakınlarını arıyor, onlara acılarıyla alay ederek hakaretler yağdırıyorlar.
Bu iğrenç ve aşağılık hallerini sosyal medyada da yayınlayarak çirkefliklerini cümle aleme ilan ediyorlar ve bu pespaye halleriyle övünüyorlar.
Beşeri hisleri körelmiş, kalbi yalnızca kalıptan (emme-basma tulumbası) ibaret olan bu insan görünümlü yaratıklarla aynı dünyayı paylaşmanın talihsizliği içindeyiz
.
İttihatçı kafası
#Enver Paşa#Sultan Abdülhamit#Bahçeli
Şubat 01, 2025 06:292dk okuma
BİZİ Cihan Devletimizden eden İttihatçı kafası, o gün bugündür içimizdedir.
Sergerde (kötülükte-kötü işlerde öncü, elebaşı) olan bu tipleri hemen her partinin veya sivil toplum kuruluşunun içinde görürsünüz. Nitekim vaktiyle İttihatçılar da öyleydi; Dışarıdaki masonların güdümünde olan ve masonluk ortak paydasında buluşan bu güruhun içinde aşırı Türk milliyetçileri olduğu gibi, Enver Paşa gibi dindarlar (!) da vardı.
Maceraperest bu ekibin amacı ülkeyi Sultan Abdülhamit’ten kurtarmaktı. Onlara göre; Sultan Abdülhamit gidince ülke kurtulacak, hürriyet-kardeşlik-eşitlik (masonluğun umdeleri) ve barış gelecek ve her taraf güllük gülistanlık olacaktı.
O günlerin fikir ve düşünce akımları olan; İslamcılar, Türkçüler, Osmanlıcılar, Batıcılar ve adem-i merkeziyetçilerin hepsinin buluştukları tek nokta Abdülhamit Han düşmanlığı idi.
Araç Sahiplerini Sevindiren Haber! Sigorta Fiyatları Düşüşe Geçiyor.
Aşağıdaki satırlar ünlü tarihçi, yakın dostum Yılmaz Öztuna’nın değerlendirmesidir:
‘Bütün bu akımlar el ele vererek önce Meşrutiyeti ilan ettirdiler (1908) ve hemen akabinde de Sultan Abdülhamit’i çirkin bir şekilde tahtından indirdiler (1909). İttihatçıların yönetimindeki devlet Balkan Savaşlarına giriyor ve Balkanlar elden çıkıyor.
İttihatçıların lider kadrosundaki Enver Paşa’nın tertibiyle Osmanlı Devleti, Almanya safında Birinci Cihan Savaşına sokuluyor ve bir koca İmparatorluk mahvediliyor. Neden sonra Sultan Abdülhamit’in dış politikadaki dehası anlaşılıyor ama iş işten çoktan geçmiş oluyor.
İttihat Terakki’nin üçlü sacayağı şeklindeki lider kadrosu (Enver, Talat, Cemal) bir gece yarısı, İstanbul Boğazından, bir Alman denizaltısıyla kaçarlarken; ‘Sultan Abdülhamit’i anlayamadık’ diyerek defolup gidiyorlar.
İki milyon Türkü öldürüp gömdükten sonra, üzerinde yirmi küsur devletin kurulduğu imparatorluğu parçalatıp mahvettikten sonra ve düşman top seslerinin Polatlı’ya kadar getirdikten sonra defolup gidiyorlar.
Üç kıta, yedi iklimde hükümran olan, altı küsur asırlık koca bir imparatorluğu yalnızca 9-10 yıl içinde paramparça edip yıkıyorlar ve sonra da kaçıp defolup gidiyorlar. İşte hala kimilerinin hafızasında kahraman olarak yer alan İttihatçıların özeti budur.
Bugün de mahut İttihatçılara hemen her kesimden, her türlü düşünce akımından özenenler var. Bunların da ortak görüşü, şu veya bu şekilde Türkiye’mizin üzerinde ameliyat yapmaktır.
Dün, Sultan Abdülhamit Han’ın ince dış siyaseti anlaşılmadığı gibi bugün de Sayın Erdoğan ile Sayın Bahçeli’nin ortaklaşa güttükleri milli dış siyasetleri anlaşılmamaktadır.
Bugün de bütün akımlar ele ele vererek; Cumhur İttifakının karşısında yer alıyor ve, ‘Suriye’de, Libya’da, Azerbaycan’da, Akdeniz’de, Afrika’da ne işimiz var?’ diyorlar.
Saldırı altındaki Türkiye’yi ve etrafımızdaki ateş çemberini görmüyorlar.
En güçlü savunmanın taarruz olduğunu bilmiyorlar.
İsrail’in bize komşu olduğunu hala göremiyorlar.
Ve hala; ‘PYD, kendi ülkesini savunuyor; bize mi saldıracak?’
Diyorlar, diyebiliyorlar.
Bu kafaya göre; bizim bir şey yapmamıza gerek yok zira NATO ülkesiyiz, dostumuz ve müttefikimiz ABD ve diğer ittifak ülkeleri, bizim yerimize, ne gerekiyorsa yaparlar.
Kıbrıs Barış Harekâtı’nda askerimizin elindeki piyade tüfeğini bile, bu NATO silahıdır kullanamazsınız demediler mi?
Aynı delikten daha kaç kez ısırılacağız?
.
Ali kıran baş kesen(ler)
#ABD#Trump#Netanyahu
Şubat 03, 2025 06:292dk okuma
Yaşlanan dünyamız, küreselleşen haliyle tarihinin en netameli günlerini idrak ediyor.
Zira dünyamızın onlarca bölgesi, tarihte emsali görülmemiş şekilde büyük tehlikelerle karşı karşıyadır.
Dünyamızın her bir köşesi barut fıçısını andırıyor ve en ufak bir kıvılcımla, bütün dünyanın alev topuna dönmesi an meselesidir.
Şu anda dünyamız, kıyamet öncesi sessizliği ve bu sessizliğin altında fokurdayan cadı kazanını andırıyor.
Ne yazık ki dünyamızın içine düşürüldüğü bu büyük tehlikeyi görebilen, gerektiği gibi değerlendirebilen ve hepsinden önemlisi gerekli tedbirleri alabilecek liderlerden mahrumdur.
Şu anda dünya üzerindeki bütün insanlığı tehdit eden iki baş belası vardır; yani Ali kıran baş kesen iki uğursuz lider vardır. Bunlardan birincisi ABD’yi, diğeri ise, ABD’nin ruh ikizi İsrail’i yönetmektedir.
Bu her iki ülkenin liderleri, kendilerini dünyanın asıl sahibi olarak görmekte; diğer bütün devletlere ve onların halklarına üstten bakarak onların tümünü teferruat (köle-uydu)olarak görüp değerlendirmektedirler.
Araç Sahiplerini Sevindiren Haber! Sigorta Fiyatları Düşüşe Geçiyor.
Hepiyi Sigorta
Enerjisine Yükseleceksin!
Opel
by Taboola
Bu her iki ülkenin liderleri olan Trump ile Netanyahu, hiçbir ölçü, sınır, kanun, nizam, antlaşma, hak ve hukuk tanımamakta; ‘Ben yaptım oldu!’ diyerek hoyratça ve küstahça tavırlar sergilemektedirler.
Bozacının şahidi şıracı misali bu iki lider tüm dünyayı ateşe atmak için adeta yarış halindeler.
Onların bu denli pervasızlıklarının müsebbipleri ise gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunan kimi ülkelerin yöneticileridir. Başta tüm Arap ülkeleri olmak üzere birçok İslam ülkesinin yöneticileri, zikredilen bu iki ülkenin adeta uşağı konumunda hareket etmektedir.
Halbuki bütün bu ülkeler, şahsiyetlerini müdrik olarak, haysiyet ve şerefle birlik olsalar ve hepsinden önemlisi ellerindeki petrol ve altın gibi nimetlerin kıymetlerini bilip; peşkeş çekmek yerine kalkan olarak kullansalar, bugünkü sefil durumlara düşmeyeceklerdi.
Ali kıran baş kesenlerden Trump, Mısır ve Ürdün için çok şey yapıyoruz (bundan dolayıdır ki) Gazzelileri alacaklar, alacaklar diyerek; uşak konumundaki bu ülkelerin rezil hallerini işaret etti.
Bu şekilde Biden ile Netanyahu’nun topla, tüfekle, tankla, uçakla yapamadığını Trump iki kelimelik emirle yerine getirmek istiyor.
Şu cürete bakar mısınız?
Yardım alan emir alır diye boşuna dememişler.
Allah’tan vatanlarını terk etmek yerine seve seve ölüme (şehadete) koşan Gazze halkı var.
Aksi halde Gazze’nin boşaltılması işten bile değildi
.Teğmenler meselesi ve vesayet özlemi
#Teğmenler#ABD#Trump
Şubat 05, 2025 06:292dk okuma
Paylaş
BİRİLERİ, sürekli olarak sudan bahanelerle gerilim çıkarma, toplumu ayrıştırma ve ötekileştirme derdinde.
Bu durum gerçekte bir psikolojik savaş taktiğidir. Malum olan bu birileri, kirli emellerine ulaşmak için kaotik ortam oluşturmak isterler.
Zira kurt dumanlı havayı sever!
Yapılan tüm darbelerin öncelerine bakın; çeşitli bahanelerle toplum gerilir, ayrıştırılır ve kavgalı hale getirip adeta darbeye meşruiyet kazandırılır. Bunda da en ziyade iletişim araçları (medya) kullanılır. Bugün buna bir de sosyal medya eklendi.
Dünyanın en zengin insanları bile sosyal medya mecralarını satın almak için yarış halindeler. Bunlardan en meşhurları ABD Başkanı Trump’ın yanında bulunuyor. Amaçları belli; dünya üzerindeki geniş halk kitlelerini istedikleri gibi yönlendirmek ve manipüle etmektir.
Tesir gücü çok yüksek olan bu silah sayesinde çeşitli ülkelerdeki rejimler yıkılmakta ve arzu edilen partilere seçimler kazandırılmaktadır.
Bizde malum bu dumanlı havanın oluşması için onlarca bahane mevcuttur. Sağ-sol, Alevi-Sünni, laik-anti laik, Kemalizm, cemaatler ve tarikatlar vb. dosyalar raflardan indirilip, ısıtılıp pişirilir ve servis edilir.
Bizdeki demokrasi, on yıllar boyunca vesayetle illetli olduğundan; bugün itibarıyla başkanlık sistemine geçip, demokrasiyi inşa yolunda ilerlemiş olsak da malum birilerinin vesayet alışkanlıkları devam ediyor. Zaman zaman da depreşiyor.
Teğmenlerin mezuniyet töreninde, bir kısım teğmen emirlere itaatsizlik yaparak (yedi kez yapmayın diye ikaz edilmelerine rağmen), ayrıca toplanıp kılıç çekerek, yürürlükten kaldırılan eski yemini hep birlikte okudular. Bunu yaparken de ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ diye haykırdılar.
Emre itaatsizlikten ve disiplinsizlikten ötürü, elebaşı konumundaki beş teğmenin ordudan ilişiği kesildi. Aynı durum İnönü döneminde olsaydı, emre itaatsizlik eden bütün teğmenlerin orduyla ilişkisi kesilirdi. Nitekim 1963 yılında emekli edilen Alb. Talat Aydemir’e saygı duruşunda bulunan 1400 Harp Okulu öğrencisini kapıya koydu.
Öğrencileri kışkırtan Aydemir’i de ölümle cezalandırıp astı.
Şimdi yine vesayet özlemiyle kaos arayan birileri, bu olayın içinden, cezalandırılmayla hiç ilgisi olmamasına rağmen ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ dedikleri için bunlar ordudan atıldı diyerek ortalığı velveleye vermek istiyor.
Her darbede, Atatürk ve onun söylem ve devrimleri maske olarak kullanıldı. Uğur Mumcu’nun ifade ettiği gibi ‘Türkiye’de kar maskesiyle bankalar, Atatürk maskesiyle de ülke soyulur’.
Şayet öyle idiyse, aynı söylemi ifade eden 300’e yakın teğmene neden bir şey yapılmadı?
Adam devletin arazini çeviriyor, içine birkaç tane heykel dikiyor; tapusu olmadığı halde yıllar boyunca araziyi kullanıyor ve hiç kimseden ses çıkmıyor, çıkamıyor.
Dikkat edilirse art niyetli birileri M. Kemal’i sürekli olarak istismar ediyor ve bunu toplumu ayrıştırmak için vesile yapıyor. Bunu yapanlar en büyük suçu işlemesine rağmen başkaları cezalandırılıyor.
M. Kemal’i bu art niyetlilerden kurtarmak lazım. Aksi halde bu kazan daha çok su kaldırır!
Toplumun ortak değerlerine sahip çıkalım ama ne olur bu değerleri, birilerinin kirli emelleri için maske olarak kullanmalarına müsaade etmeyelim.
.
Dünya yeniden kurulurken
#Gazze#Biden#Trump
Şubat 10, 2025 06:292dk okuma
Gazze savaşı dünya kamuoyunun gözüne, dünya üzerinde cari olan tüm emperyalist sistemlerin çöktüğünü, sözde medeniyet adına vadedilen tüm düsturların birer aldatmacadan ibaret olduğunu tüm çıplaklığı ile gösterdi.
Yutturulmaya çalışılan; kölelik kalktı ve artık tüm insanlar özgür bireylerdir ve her bir insan tüm insan hak ve hürriyetlerine sahiptir söylemi en büyük yalanlardandır.
Malum emperyalizmin en tepe noktasında (kuklacı misali) Siyonizm bulunmaktadır. Siyonizm’i Batı kendi elleriyle ve sözde Müslümanlara karşı kurup geliştirdi. Ama farkında olmadan öylesine bir canavar oluşturdu ki tüm dünya ile beraber kurucusu olan Batı’yı da hegemonyası altına aldı.
Artık dünyada sadece Siyonizm’in borusu ötmektedir. Mahut borunun nasıl öttüğünü ise Gazze’de gördük; İsrail tüm insani değerleri yitirerek vahşetin her türlüsünü sergiledi ve sergilemeye devam ediyor; sözde medeniyetin banisi geçinen tüm Batılı ülkeler ise ya bu vahşete destek olmakta ya da seyirci kalmaktadır.
ABD’ye bakınız; giden Biden yönetimi ile gelen Trump yönetimi arasında Siyonizm’e hizmet ve onun emrine amade olmak açısından en ufak bir fark yoktur.
Biden yönetimi İsrail’e verdiği silahlarla Gazze’de taş üstünde taş bırakmadı; 70 bine yakın masum ve savunmasız insanı hunharca katletti, yeni gelen Trump da silah yardımına aynı şekilde devam ederek; Gazze halkını Mısır ve Ürdün’e tehcire zorlamaktadır.
İşte milenyum çağının medeniyetinin geldiği nokta budur ve bu durum medeniyet yerine soysuzluğun ve vahşetin ta kendisidir.
Bütün bu haksızlıkları dillendirebilen ve karşı çıkan ve diğer tüm liderleri de karşı çıkmaya çağıran tek bir lider var; o da Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır.
Zira Erdoğan, 2009 yılında Davos’ta tüm dünyaya İsrail Cumhurbaşkanı’nın gözünün içine bakarak, “One minute” diyerek bebek katili olduklarını haykırmıştı.
İslam ülkeleri dahil Batılı hiçbir ülke sesini çıkaramıyor. Bunun da yegâne sebebi anılan tüm bu ülke yönetimlerinin Siyonizm’in emrinde olmasındandır. İngiltere de böyledir, Fransa da Suudi Arabistan da Mısır da İtalya da Almanya da...
Dünya üzerinde bu bozuk düzenin, bu altta kalanın canı çıksın sisteminin daha fazla gidemeyeceği ve dünyanın yeniden kurulması gerektiği bedihi (apaçık) bir hakikattir.
Nitekim Trump gelir gelmez taşları yerinden oynattı; NATO ülkesine ait olmasına rağmen Grönland’ı, aynı şekilde Kanada’yı ve Panama Kanalı ile Meksika Körfezi’ni istemektedir.
Bu denli bir pervasız ve küstahça çıkışı hiçbir ABD başkanı yapmamıştı.
Bu da demektir ki dünyamız önümüzdeki süreçte çok büyük olaylara gebedir.
Sular bulanmadan durulmaz derler; dünya üzerindeki suların ne kadar bulanacağını ve insanlık adına kayıpların ne boyutta olacağını yaşayıp göreceğiz.
Şu kadarını söyleyelim ki bu gidiş hiç de hayra alamet değil!
Başta Trump ve ABD için!
.
Modern Firavunlar
#ABD#Trump#İsrail
DÜNYANIN çivisi çıktı; bütün bir insanlık olarak, bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete!
İnsanoğlunun ne denli bir canavar olduğuna bakın ki Allahü Teala’nın kendisine bakir olarak sunduğu dünyayı, habis ruhu ve kirli elleriyle madden ve manen tahrip ederek yaşanamaz hale getirdi.
Kendilerini Tanrı Yehova’nın yegâne vekili gören ve diğer tüm insanları köle-hizmetçi bilen Yahudi zihniyeti (Siyonizm), sahip oldukları güçlerle (para, iktidar, medya, sinema vb.) tüm insanlığın başına bela oldu ve bu bela oluşu şiddetini artırarak kıyamete değin sürdürecek.
Herkes cibilliyetinin gereğini yapar. Siyonizm’in varlık sebebi de malum, dünya üzerinde Yahudi hâkimiyetidir. Kimi ahmak Hıristiyanlar, dinlerini ve düşmanları olan Yahudi doktrinini unutarak, Yahudi’yle ve onun aldatıcı söylemleriyle dost olup İslamiyet’e ve Müslümanlara karşı savaş başlattılar.
Araç Sahiplerini Sevindiren Haber! Sigorta Fiyatları Düşüşe Geçiyor.
Çocuğunuz Hayalindeki Mesleğe Ulaşmak İçin Bugün Novakid'le İngilizceye Başlasın!
Bu kirli ve pespaye oyunun başını dün İngilizler çekiyordu, bugün ise Amerikalılar çekiyor. Bu cümleden olarak kimi ABD’liler (100 milyona yakın) Yahudilerle ortak bir din bile geliştirdiler (Evanjelizm). Bu sapık dinle sözde Tanrıyı kıyamete zorlayacaklar!
Zorlanabilen, ne menem bir tanrı ise!.. (Şu sapık inanca bakar mısınız?)
Bunun için de günümüz modern Firavunları olan ABD Başkanı Trump ile İsrail Başbakanı Netanyahu el ele vererek habis ruhlarında gizledikleri kirli emellerini ayyuka çıkararak bütün bir insanlıkla alay etmektedirler.
Bunlardan sarı faresi olanı, kulağını sıyıran kurşunla kurtulmayı, sözde inandığı Tanrı tarafından ABD’nin kurtuluşu için gönderilen kurtarıcı olduğunu iddia ederek dünyayı parsellemeye kalkıyor. Dağdan gelmiş Firavun olarak bağdaki Filistinlileri, özyurtlarından tehcire zorluyor; o yerin işgalcisi ve soykırımcı Netanyahu’dan da Filistin topraklarını ABD’ye vermesini istiyor.
Üçkâğıtçı bir emlakçı tavrıyla dünyanın belli başlı stratejik beldelerini parselleyerek, kendisine ait olduğunu iddia ediyor.
İnsan kasabı Netanyahu’yu mahkûm eden uluslararası mahkemenin kararını tanımadığı gibi ilgili mahkemeye yaptırım uygulama küstahlığını gösteriyor.
Aynı insan müsveddesi Netanyahu’nun sandalyesini elleriyle tutarak, canavarla ruh ikizi olduğunu tüm dünyaya ilan etti. Böylece, Gazze’de şehit edilen tüm masumların kanında elleri olduğunu da ifşa etmiş oldu.
Firavun faresi olan Netanyahu da arkasına aldığı ABD gücüyle daha da canavarlaşacağını tüm dünyaya haykırıyor.
Heyhat ki heyhat!
Bütün bir Arap ve İslam alemi ise haksızlık karşısında susan şeytanları çatlatırcasına susuyor.
Bütün bu suskunlar belli ki dutu değil zokayı yutmuşlar.
Elleri mahkûm, onlar da aynı lanetli alamete binip kıyamete doğru sürünerek gidecekler.
Dünyanın geldiği noktayı görüyor musunuz: Dün Firavun’un önünden ölüme atlayanlar, bugün Firavun kesilip masum insan yığınlarını ölümün kucağına atıyorlar.
Hem de ölümlerden ölüm beğendirerek. .
..Modern Firavunlar
#ABD#Trump#İsrail
Şubat 12, 2025 06:292dk okuma
DÜNYANIN çivisi çıktı; bütün bir insanlık olarak, bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete!
Haberin Devamı
İnsanoğlunun ne denli bir canavar olduğuna bakın ki Allahü Teala’nın kendisine bakir olarak sunduğu dünyayı, habis ruhu ve kirli elleriyle madden ve manen tahrip ederek yaşanamaz hale getirdi.
Kendilerini Tanrı Yehova’nın yegâne vekili gören ve diğer tüm insanları köle-hizmetçi bilen Yahudi zihniyeti (Siyonizm), sahip oldukları güçlerle (para, iktidar, medya, sinema vb.) tüm insanlığın başına bela oldu ve bu bela oluşu şiddetini artırarak kıyamete değin sürdürecek.
Herkes cibilliyetinin gereğini yapar. Siyonizm’in varlık sebebi de malum, dünya üzerinde Yahudi hâkimiyetidir. Kimi ahmak Hıristiyanlar, dinlerini ve düşmanları olan Yahudi doktrinini unutarak, Yahudi’yle ve onun aldatıcı söylemleriyle dost olup İslamiyet’e ve Müslümanlara karşı savaş başlattılar.
Bu kirli ve pespaye oyunun başını dün İngilizler çekiyordu, bugün ise Amerikalılar çekiyor. Bu cümleden olarak kimi ABD’liler (100 milyona yakın) Yahudilerle ortak bir din bile geliştirdiler (Evanjelizm). Bu sapık dinle sözde Tanrıyı kıyamete zorlayacaklar!
Zorlanabilen, ne menem bir tanrı ise!.. (Şu sapık inanca bakar mısınız?)
Bunun için de günümüz modern Firavunları olan ABD Başkanı Trump ile İsrail Başbakanı Netanyahu el ele vererek habis ruhlarında gizledikleri kirli emellerini ayyuka çıkararak bütün bir insanlıkla alay etmektedirler.
Bunlardan sarı faresi olanı, kulağını sıyıran kurşunla kurtulmayı, sözde inandığı Tanrı tarafından ABD’nin kurtuluşu için gönderilen kurtarıcı olduğunu iddia ederek dünyayı parsellemeye kalkıyor. Dağdan gelmiş Firavun olarak bağdaki Filistinlileri, özyurtlarından tehcire zorluyor; o yerin işgalcisi ve soykırımcı Netanyahu’dan da Filistin topraklarını ABD’ye vermesini istiyor.
Üçkâğıtçı bir emlakçı tavrıyla dünyanın belli başlı stratejik beldelerini parselleyerek, kendisine ait olduğunu iddia ediyor.
İnsan kasabı Netanyahu’yu mahkûm eden uluslararası mahkemenin kararını tanımadığı gibi ilgili mahkemeye yaptırım uygulama küstahlığını gösteriyor.
Aynı insan müsveddesi Netanyahu’nun sandalyesini elleriyle tutarak, canavarla ruh ikizi olduğunu tüm dünyaya ilan etti. Böylece, Gazze’de şehit edilen tüm masumların kanında elleri olduğunu da ifşa etmiş oldu.
Haberin Devamı
Firavun faresi olan Netanyahu da arkasına aldığı ABD gücüyle daha da canavarlaşacağını tüm dünyaya haykırıyor.
Heyhat ki heyhat!
Bütün bir Arap ve İslam alemi ise haksızlık karşısında susan şeytanları çatlatırcasına susuyor.
Bütün bu suskunlar belli ki dutu değil zokayı yutmuşlar.
Elleri mahkûm, onlar da aynı lanetli alamete binip kıyamete doğru sürünerek gidecekler.
Dünyanın geldiği noktayı görüyor musunuz: Dün Firavun’un önünden ölüme atlayanlar, bugün Firavun kesilip masum insan yığınlarını ölümün kucağına atıyorlar.
Hem de ölümlerden ölüm beğendirerek.
.Vesayet özlemi ve TÜSİAD
#TÜSİAD#Bolu#Otel Yangını
Şubat 17, 2025 06:302dk okuma
Mahut işveren kuruluşunun başında Türkiye kelimesi var, ancak yerlilik ve milli mefkure bakımından kendileri Kaf Dağı’nın ardında konumlanmışlardır.
Ülkemizde ya da ülkemizle ilgili olaylara dürbünün tersinden bakarlar ve sahiplerinin sesleri olarak sürekli gayrimilli beyanda bulunurlar.
Yaptıkları son açıklamaları ile akılları sıra kendileri gibi diğer vesayet odaklarını da hortlatıp hükümeti yıkacak ve bir erken seçimle kendilerini gibi olanları işbaşına getirecekler.
Belli ki eskinin köhne vesayet döneminin özlemi ile yanıp tutuşmaktalar.
Şu zırvalara bakar mısınız; ‘Politikacılar, işinsanları, gazeteciler sorgulanıp tutuklanıyorlarmış. Teğmenler ordudan ihraç ediliyorlarmış. Bu durumlar toplumda endişe yaratıp güven sarsıyormuş. Tutukluluk kural haline gelmiş ve bu sorun bir türlü çözülemiyormuş!’
Bu zırvaları söylerken TÜSİAD’ın kendini nerede konumlandırdığına bir bakın. Hem polis hem savcı ve hem de hâkim konumundalar; zira kendileri çalıp kendileri oynuyor.
Yukarıda saydıkları zevata dikkat edin hiçbirisi politikacı, işinsanı ya da gazeteci olduğundan dolayı sorgulanıp tutuklanmadı. Suç işledikleri iddiasıyla sorgulanıp tutuklandılar. Aynı veya diğer suçları işleyen başka (sözgelimi sağcı) politikacılar, işinsanları ve gazetecilerin de sorgulanıp tutuklandıkları oldu. Onlar için lâl kesilen TÜSİAD, bugün ne ara karga misali gaklıyor?
Dün onlarca subay ordudan ihraç edilirken ses çıkarmayan TÜSİAD, emirlere karşı gelip kılıç çeken beş teğmen ordudan ihraç edildi diye hop oturup hop kalkıyor.
İlgili sanıklar hakkında tutuklama kararını veren bağımsız mahkemeler yani onların hâkimleri. TÜSİAD ne zamandan beri kanunların ve hâkimlerin üzerinde oldu? Hani hâkimler hiçbir yerden talimat almazlardı?
Malum TÜSİAD ve yandaşı olan diğer vesayet odakları ile bir olup verdikleri gazete ilanları ile dün hükümet yıkabiliyorlardı. Halkın seçtiği iktidarları darbelerle alaşağı da edebiliyorlardı.
Üstad Necip Fazıl’ın ifadesiyle ‘Yoğurttan hükümetleri mukavvadan hançerlerle’ devirip, başbakan ve bakanları darağaçlarına göndermeyi maharet biliyorlardı.
Erdoğan da seçilmiş belediye başkanı iken sorgulanıp tutuklanmadı mı? Ve üstelik kodese konmadı mı? O zaman nerede idi bu TÜSİAD?
Bakınız, bu TÜSİAD Suriye konusunda ağzını açtı mı? Vahşetin kol gezdiği Gazze konusunda kılını kıpırdattı mı? Türkiye’nin kanını emen PKK terörü için iki laf edebildi mi? Devletimizin kılcallarına değin nüfuz eden FETÖ için bir şey diyebildi mi?
Neden acaba?
Hiç düşündünüz mü?
Utanmadan Bolu’daki otel yangınını diline doluyor ve bu olaya sebebiyet verenleri değil de hükümeti suçluyor; ‘Niçin kimse istifa etmedi?’ diyor.
Aynı olayın benzeri İstanbul Beşiktaş’ta bir gece kulübünün inşaatının yangınında vuku bulmuş ve 29 vatandaşımız hayatını kaybetmişti.
Beşiktaş ve İstanbul Belediye Başkanları CHP’li diye mi suspus olmuştunuz? O vakit niye kimseyi istifaya çağırmamıştınız?
Sizin bu yaptıklarınız çifte standart bile değil düpedüz sapkınlık yani sürekli batıla hizmet.
Nitekim çukur eylemlerinde de sesiniz soluğunuz çıkmadı; o vakit de çukura mı düşmüştünüz?
Sizi gidi içimizdeki İrlandalılar sizi!
Özlemiyle yanıp tutuştuğunuz vesayet çoktan öldü.
Geçti Bor’un pazarı; tek imalatınız olan montaj sanayinizle baş başa kalın ve ömürlerinizi yiyin bakalım!
.
İçimizdeki İrlandalılar
#Attila İlhan#Atatürk#İnönü
Şubat 22, 2025 06:302dk okuma
Attila İlhan’ın ‘Bu ülkenin hain kontenjanı yüzde 10’dur’ deyişini okuduğumda hayret etmiş lakin zamanla neyin ne olduğunu öğrenince, ünlü düşünürün az bile söylediğini anlamıştım.
Üstelik bu ülkenin hainleri, bu ülkenin ekmeğini yiyen, bu ülkenin kendilerine sağladığı imkânlarla yetişip önemli mevkileri işgal eden ve sözde aydın olan kişilerden oluşmaktadır.
Bu iğrenç halin birçok sebebi vardır ama en önemli ve asıl sebebinin eğitim olduğunu çok rahat söyleyebiliriz.
Yukarıdaki her iki cümle birbirine çelişkili gibi gözükebilir. Yani hem hainliğin sebebinin eğitim olduğunu söylüyor ve hem de hainlerin eğitimli kişilerden oluştuğunu vurguluyoruz.
Evet aynen öyle...
Osmanlının son yüzyılındaki satılmış (hain) kişilere bakın, çoğunun eğitimli üst düzey asker ve sivil bürokrat olduğunu görürsünüz. Bunlardan çoğunun ortak özelliği ‘Mason’ olmalarıdır.
Bunca eğitimli kişilerin nasıl devşirildikleri ise gerçekten muammadır.
İşin, bütün bunlardan daha vahimi ise, son iki yüz yıldır, hemen tüm hainlerin yaptıkları ihanetlerin yanlarında kâr kaldığıdır.
Kimseden hesap sorulmadığı gibi, yaşanılan tüm felaketlerle de yüzleşmeme, tüm bu denli olumsuzlukları halının altına süpürme gibi bir alışkınlığımız var.
Bu durum, takip eden süreçlerdeki hainler için de adeta bir teşvik unsuru olup, toplumdaki hain ve hainlikler kartopu misali, yuvarlanıp büyüdükçe büyüdü ve korkunç boyutlara ulaştı.
Balkanlardaki, her karış toprağı şehit kanıyla sulanmış vatan topraklarının, tek kurşun atmadan düşmana teslim eden paşalarla, Cihan Devletimizin yıkılışına sebep olan İttihat ve Terakki Fırkası mensupların kahir ekseriyeti de masondu.
1935 yılında kapatılan Mason dernekleri, bilahare 1948 yılında (İ. İnönü dönemi) tekrar faaliyetlerine başladılar.
Maalesef yakın tarihimizi bilmiyoruz. Mesela yine İnönü döneminde ve onun talimatıyla Ticanilik tarikatının neden kurulduğunu da bilmiyoruz. Zira Kuzey Afrika’da bulunan bu tarikatın Türkiye sınırları içinde ne bir mensubu ve ne de bir tekkesi mevcut değildir.
Üstelik bu tarikatın başı olan şahıs (Kemal Pilavoğlu) CHP’den milletvekili (İnönü tarafından) adayı yapılmış lakin seçimi kaybettiğinden milletvekili olamamıştır.
Aynı Pilavoğlu’nun talimatıyla bazı karanlık tipler Atatürk heykellerini parçalayınca, TBMM, Atatürk’ü Koruma Kanunu’nu çıkarmak zorunda kalmıştır.
Sözde özendiğimiz Batı, içindeki hainleri açıklayıp cezalandırıyor, onların yaptıkları melanetlerle ilgili filmler çekiyor ve bu şekilde kamuoylarını aydınlatıyorlar.
Bizde ise, gerçeklerin üzeri en kalın şallarla örtülüp kimsenin bilmesine ve ibret almasına imkân verilmiyor.
Başka ülkeler kendi hainlerini öldürüp, diğer ülke hainlerini beslerken; biz ise baş tacı ettiğimiz hainlerimizin başka ülkelerdekilerle el ele verip ülkemizi batırmalarını seyrederiz.
Bundan dolayıdır ki, yakın tarihimizin gerçek ismi ihanetler tarihidir.
Mahut İrlandalılar gibi bir de bir o kadar ve belki de onlardan da tehlikeli içimizdeki İranlılar var!
Müsaadenizle onu da önümüzdeki yazıda ifade edelim
.İçimizdeki İranlılar
#İran#PKK#YPG
Şubat 24, 2025 06:293dk okuma
İRAN, MÖ 4000’lere uzanan tarihiyle, dünyadaki en eski uygarlıklara ev sahipliği yapmıştır.
İran coğrafyası, tarih boyunca çeşitli hanedanların yönetimine şahitlik etmiştir. Bunların içinde Türkler de çok önemli yer tutar (bin yıla yakın). Bunlardan Safevi soyundan olan Şah İsmail, ailece Sünni gelenekten gelmesine rağmen (Sünni olan Yavuz Sultan Selim’le savaşabilmek için) Şiiliğe geçmiş, bunun sonucunda on binlerce Müslümanın kanının dökülmesine sebep olmuştur.
Osmanlı ne zaman Batı’ya fethe yönelmişse, Şii İran bunu fırsat bilerek arkadan vurmuş ve böylece Türk’ün bu denli kutlu yürüyüşüne yine Türkler çelme takmıştır. İran bugün bile dindaşı ve hatta aynı mezhepte bulundukları Azerbaycan’ı değil onunla savaşmakta olan Ermenistan’ın yanında yer aldı ve yer almaya devam ediyor.
İran, bir türlü kabına sığmamakta ve emperyalistlerin oyununa gelip Türkiye’mize ve diğer komşularına karşı kâh saman altından kâh aleni olarak düşmanca tavırlar sergilemektedir.
Geçen asırdaki iki büyük savaştan sonra Batı, kendi arasında savaşmamaya karar verdi ve savaşlara yeni bir konsept kazandırarak vekaletle savaşı (terör örgütlerini kullanarak) veya başkalarının birbirleriyle savaşmalarını telkin ve teşvik etti.
Batı’nın oyununa gelen İran, aklı sıra Şii yayılmacılığına girişti. Yine Batı’nın teşvikiyle kurmuş olduğu terör örgütleriyle başta komşuları olmak üzere Körfez ülkeleri boyunca (Yemen dahil) yayıldı.
Dikkat ediniz; yayıldığı ve bu uğurda on binlerce insanı katlettiği coğrafya İslam coğrafyasıdır.
Ehl-i Sünnet Müslümanları öldürmeyi maharet bilen Acem aklı, emperyalistlerin arzuladığı Sünni-Şii savaşı için oyuna getirilmek istendiğini bir türlü idrak edememektedir.
Bu yüzden katil Esed’le ortak hareket etmekte, Türkiye’ye karşı PKK ve YPG’nin yanında yer almakta ve yine bu yüzden İsrail’le kayıkçı kavgası yapar gözükmekteydi.
Gün geldi hesap döndü; İran’ın katil yandaşı Esed ülkesinden kaçınca, İran da arkasına bakmadan cinayet mahallerini terk ederek Suriye’nin dışına çıktı.
İçimizdeki İrlandalılar gibi, aynı şekilde bir de içimizdeki İranlılar var ki bu her iki güruh hamakatta yarış halindedirler.
Katil Esed’in kaçışına içimizdeki İranlılar da çok üzüldü, adeta kahroldular. Bunun da yegâne sebebi Suriye’de başa geçenlerin Sünni Müslüman olmalarıdır. Kaçan zındığın da sözde laik-Nusayri, gerçekte ise tam bir İslam düşmanı olmasıdır.
İçimizdeki İranlılar da İranlı katil sürülerinin Esed’siz kalan Suriye’yi terke mecbur kalmalarına üzülüyor. Bu denli acı gerçekleri dile getirenleri de ‘mezhep’ taassubu içinde hareket etmekle suçluyorlar.
Bu nasipsizler güruhu dinlerini bilmedikleri için İran’ı, Suudi Arabistan’ı ve hatta Afganistan’ı İslam ahkamının (şeriat) yaşandığı İslam ülkeleri, bu ülkelerin yöneticilerini de ‘halife’ zannediyorlar.
Oralardaki dini görünümlü zorbaların, akla ziyan baskıcı-yasakçı ve zalim uygulamalarını muazzez dinimizin gereği zannediyorlar. Halbuki o uygulamaları görenler dinden soğuyor, ürküyor ve dinden çıkıyor.
İçimizdeki İranlılar, İran’da, Hz. Aişe annemize, her anıldıklarında Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer efendilerimize nasıl ağız dolusu küfürler ettiklerini görseler ne diyecekler acaba?
Haberin Devamı
Bu denli yaklaşımların küfre kadar varabileceğini biliyorlar mı? Zira anılan zevatı, Allahüteala bizzat Kuran’ı Kerim’de aklıyor, methediyor ve onlardan razı olduğunu ifade ediyor.
Kuran’ı Kerim ve dinimiz bunların vasıtasıyla bize kadar geldi.
Bunlara sövenlere Müslüman denir mi?
Ya içimizdeki ahmaktan öte sapkın hempalarına ne demeli?
Hangi mezhepten olursa olsun; Müslüman da gözükse katile katil demeyecek miyiz?
Üstelik bunlar, Müslüman kanı emmekten zevk alan vahşi katil sürülerinin ta kendileri
.Mübarek Ramazan
#Ramazan#Kur’An-I Kerim#Muhyiddin İbn Arabi
Mart 01, 2025 06:292dk okuma
Allahü Teâlâ kullarını çok sevdiği ve onlara çok acıdığı için bazı zamanlara kıymet vermiş ve bunları, günahkâr kullarının kurtuluşu için vesile kılmıştır.
Bunların başında da çok şerefli olan ramazan ayı gelmektedir. Ramazan yanmak demektir; bu ayda dağlar gibi de olsa bütün günahlar yanar, yok olur.
Rabbimizin kıymet verdiği böylesine şerefli bir ayın değerini bilmeli ve ona saygı göstermeliyiz; onu fırsat bilip çokça istiğfar etmeli (günahlardan pişmanlık duyup, bağışlanması için Cenab-ı Hak’tan af dilemeli), oruç tutmalı ve yapılan tüm ibadetlere ayrı bir özen gösterilmelidir.
Bu kurtuluş, arınma ve bağışlanma ayında agâh (dikkatli ve uyanık) olmalı; zira bu ayda nafile ibadetlere farz sevabı, farz olan ibadetlere ise yetmiş farz sevabı verilir.
Şu hâlde bu mübarek ayın her anını ganimet bilmelidir.
İnsanlığın kurtuluş reçetesi olan Kur’an-ı Kerim bu ayda inmiş, bin aydan daha kıymetli olan Kadir Gecesi bu ayda bulunmaktadır. Bu mübarek ayda gökyüzünden, fasılasız olarak sağanak şeklinde nur yağmaktadır.
Haberin Devamı
Araç Sahipleri Trafik Sigortasındaki Bu Fiyatlara İnanamadı!
Hepiyi Sigorta
Araç Sahiplerini Sevindiren Haber! Sigorta Fiyatları Düşüşe Geçiyor.
Hepiyi Sigorta
by Taboola
Ramazan-ı şerif ayı bütün senenin işareti, anahtarı gibidir; bu aya hürmet edip iyi geçinenin bütün senesi iyi geçer, hürmetsizlik edenin de bütün senesi kötü geçer.
Şeyh-i ekber Muhyiddin İbn Arabi’nin derin analizi ile oruç (Fütuhat-ı Mekkiyye):
“Oruç ibadeti misilsizdir; dikkat edilirse bu ibadet bir şey yapmaktan ziyade yapmamaktır.”
Allahü Teâlâ kendisi hakkında şöyle buyurur: ‘O’nun benzeri hiçbir şey yoktur’. Allah misilsizdir, benzeri olmayandır. Nesai, Ebu Umame’den şöyle nakleder: “Sevgili Peygamberimize (Aleyhisselam) geldim ve ‘Bana yapacağım bir emir ver’ dedim; O da ‘Oruç tutmalısın çünkü o misilsizdir’ buyurdu.”
Allahü Teâlâ kudsi hadiste (manası Allah’a, sözleri Peygamberimize ait söz) ‘Orucun dışındaki bütün amelleri kuluma aittir. Oruç bana aittir ve onun ödülünü ben vereceğim. Oruç bir kalkandır. Aranızda birisi oruçlu olduğunda, kavga etmesin ve asla kızmasın. Birisi kendisine sataşırsa veya kavgaya tutuşmak isterse, ‘Ben oruçluyum’ desin. Muhammed’in canını elinde tutan Allahü Teâlâ’ya yemin olsun ki, oruçlunun ağız kokusu kıyamet günü Allah nezdinde misk kokusundan daha güzeldir. Oruçlunun iki sevinci vardır. Biri orucu açtığında diğeri ise Rabbiyle karşılaştığında, oruç tuttuğu için sevinmesidir.’
Kul, oruç tutması sebebiyle (benzersizlik) özelliğiyle nitelenmiş ve bu nitelikle de oruçlu adını hak etmiştir. Onun oruçlu olduğunu kabul ettikten sonra Hak kendisinden bu ismi düşürmüş ve ‘Oruç bana aittir’ diyerek kendisine izafe etmiştir... Kul, misilsiz oruç ibadetiyle, benzeri olmayanın özelliğiyle Hakka kavuşur.
...Nitekim kendisine kavuşulduğunda da Hak, kendi gözüyle görülür. Bu sebeple oruçlu, Rabbine kavuştuğu esnada orucu sebebiyle sevineceği gibi (dünyada kendisine Hakkın cömertlik özelliğini kazandıran) iftarıyla sevinir...’
Oruç tutanlara müjdeler olsun!
Sevgili okuyucularımın Ramazan-ı şeriflerini tebrik eder, bu mübarek ayın feyz ve bereketlerinden hissedar olmalarını dilerim. F.B.
.Zor oyunu bozar
#Bahçeli#Terörsüz Türkiye#Erdoğan
Mart 03, 2025 06:292dk okuma
Sayın Bahçeli’nin başlatıp, Sayın Erdoğan’ın desteklediği ‘Terörsüz Türkiye’ projesi, İmralı’dan da olumlu cevap gelmesiyle emin adımlarla ilerliyor.
Olay, dışarıdan görüldüğü gibi basit ve kolay bir süreç değil; emperyalizmin hedefindeki ülkemiz kurulduğu günden beri hiçbir zaman gerçek bir devlet gibi görülmedi ve sürekli olarak kendisine ‘uydu’ muamelesi yapılmak istendi.
‘Kontrollü kaos’ denilen yönetim modeliyle ülkemiz halkına on yıllar boyu pösteki saydırdılar, kurup geliştirdikleri ‘vesayet’ sistemiyle bu ülke insanının enerjisini toprağa verdiler.
Hastalıklı demokrasiyi bile reva görmeyip, her on yılda bir yaptırdıkları darbelerle milleti hizaya (!) çektiler ve bütün düşünen beyinlere deli gömleği giydirdiler; ülkemizin ışıltılı beyinlerini işkenceden geçirip hapishanelerde çürüttüler.
Emperyalizm, kahpece oynadığı tüm bu aşağılık ve iğrenç oyunlarla yetinmedi ve kardeşi kardeşe kırdırmak için terör kartını en kanlı yüzüyle açtı.
Haberin Devamı
Araç Sahipleri Trafik Sigortasındaki Bu Fiyatlara İnanamadı!
Hepiyi Sigorta
Araç Sahiplerini Sevindiren Haber! Sigorta Fiyatları Düşüşe Geçiyor.
Hepiyi Sigorta
by Taboola
PKK terör örgütünü bu ülkenin başına bela ettiler ve on yıllar boyu bu ülkenin başta insan olmak üzere maddi ve manevi kaynaklarını tükettiler.
Bütün bu aşağılık oyunlardan kurtulabilmenin tek bir yolu vardı; o da içerideki ve dışarıdaki düşmanların anladıkları dilden konuşmaktı. O dil ise tek heceli, üç harfli bir kelimeden ibaretti: ‘ZOR!’
Zira ancak ‘zor’ oyunu bozardı.
Zoru kullanabilmek için de düşmanın silahıyla silahlanıp, en az düşman kadar güçlü olmak gerekiyordu.
İşte tüm dünya ülke liderlerinin gıpta ile baktığı Sayın Erdoğan, iktidarları boyunca düşmanın gözüne toprak atarak bunu başardı; sessiz ve derinden yeniden güçlü ve büyük Türkiye’yi inşa etti.
Düşman uyandığında Üsküdar’da çoktan sabah olmuştu!
Sayın Erdoğan’ı ve davasını, AK Partili dava arkadaşlarından bile daha iyi anlayan ve hakkını teslim eden Sayın Bahçeli’nin yeniden büyük Türkiye’nin inşasındaki yardım, destek ve gayretlerini yarın tarih altın harflerle yazacaktır.
Zira el ele veren bu iki gönüldaş, sırtladıkları Türkiye’yi yeniden ayağa kaldırdılar.
Bölgesel güç olan Türkiye’ye sormadan hiç kimse bölgemizde at oynatamaz, hesap yapamaz, oyun kuramaz.
Türkiye’miz dünyanın en güçlü insansız hava araçları olan İHA ve SİHA’larla (BAYRAKTAR AKINCI, TUSAŞ ANKA) savaş konseptini değiştirdi ve ebabil kuşları misali dünyanın en güçlü ordularını yenilmiş, çiğnenmiş ekin tarlalarına çevirecek güce erişti.
Bunlar sayesinde dünyanın neresinde olursa olsun terör örgütü militanları bulundukları inlerinden burunlarını çıkardıkları anda imha ediliyorlar.
Ayrıca buna paralel olarak Türkiye içinde demokrasi geliştirildi, anlamsız yasaklar kaldırıldı ve hepsinden önemlisi içeride kardeşlik tesis edilerek birlik sağlandı.
Ve artık her çeşit düşman için kaçacak delik arama zamanı geldi!
PKK da ister istemez silah bırakmak zorunda kaldı.
Ve böylece en az bin yıllık Türk-Kürt kardeşliğinin önünde hiçbir engel kalmadı.
Hep birlikte el ele, gönül gönüle nice mutlu yarınlara!
.
.Eğitimin önemi -1-
#Eğitim#Türkiye#Huntington
Mart 08, 2025 06:292dk okuma
HUNTINGTON pek tabii birçok veri ve gözlemine dayalı yorum yaparken, toplumları başlarına getirecekleri insanların bilgi, kültür ve beceri düzeyleriyle, görgülerinin çapının etkileyeceğini ifade ediyordu.
Ve bu kişilerin çok iyi eğitimli olmayacağını, ‘vasat’ temsilcilerinin demokrasinin ‘sayısal’ sonucu olduğunu anlatıyordu.
Bizde ‘tatlı su kurnazı’ veya ‘çarıklı erkan’ denilen, esasında tam da bu ‘medeniyet çatışmasını’ çıkartmak için üretilmiş tiplerin oldukları her ortamda nasıl ‘fesat merkezi’ konumuyla yaşadıklarını hepimiz çokça görmüşüzdür.
Ahlaki yoksunlukla bütünleşmiş kurnazlıkla her şeyi mubah sayarak sonuca gitme ‘yolunu bulan’ bu kişiler, satın alma ve elde etme hırsıyla donandıklarında toplum için de zararlı ve tehlikeli hale gelmektedirler.
Bakınız, güncel konulardan biri, ülkemizin değerli bir iş grubunun en tepe profesyonel yöneticisinin bağlı şirket yöneticisine ‘had bildirme’ uğruna yaptıkları ve düştüğü durumdur.
Yüksek lisanslı ve olgun yaşında, birçok yöneticilik deneyimi ile mevcut koltuğuna oturan kişi, diğer bir yöneticiyle olan bir başka iç ‘hesabını’ ramazan mesajını fırsat bilerek görmek istemiş, kurnazca yaklaşımını, ‘ayağına dolanınca’ herkese gönderi yaparak ‘deşifre’ olmuş, rezilliğinin yanında, gözaltına alınmayı da ‘başarmıştır.’
Artık Müslüman mahallesinde salyangoz satmayı nereden aklına getirmişse!
Bu kişinin ve muhatabının sıfatlarına bakıldığında, kriz çıkartma ve yönetme noktasındaki ‘cehaletin’ eğitim eksiğinden, daha doğru ifadesiyle, cehaleti tahsil etmekten kaynaklandığı anlaşılacaktır.
Bir başka şark kurnazı ise devletin valisine hakaret etmeyi, adap ve usul yoksunu işlemlerini soran gazetecileri tehdit etmeyi ‘normalleştirmeye’ çalışan yandaşlarıyla, yasaya ve adalete aykırı, usulsüz ve vicdansızca yaptığı ‘üniversite yatay geçişi’ meşru kılamayacağı için sonuçta diplomasız kalacak görülmektedir.
Üstelik yargılandığı esnada dahi, şuurunu yitirmiş, özgüven patlaması ve hırsının aklını örtmesiyle suç üstüne suç işleme pervasızlığına devam etmektedir.
Holding yöneticisi, hala eski Türkiye’de yaşadığını zannederek, vesayet özleminin yaveleriyle geleceğini riske etmeyi başarmıştır.
Usul ve adap yoksunluğunda zirve yapan ve aynı usulsüz yöntemlerle diploma (!) sahibi olup zirvelere oynayan kişinin bir de belediye başkanlığı yaptığını görebilsek.
Zira İstanbul’un perişan hali ortada!
Şu son kar kışta dahi ortalıkta yoktur; yürümeyen merdivenleri, yolda kalan ve hatta yanan otobüsleri, azaba dönüşen trafiği, su baskınlarını hepsinden önemlisi kentsel dönüşüm problemini çözeceğine, valiye, savcıya ayar vermekle meşguldür.
Eğitim çok önemlidir! Zira uydurulmuş diploma cehaleti örtememektedir.
Biri gerçek, biri usulsüz iki ‘diplomalının’ başına gelenler net örneklerdir.
Ve Huntington’un belirttiği ‘çatışmaların’ olmaması için toplumların başında ‘kriz çözen’, bu yönde eğitilmiş kişilerin olması önemlidir.
Elektronik posta ile dine ve dindarlara olan içindeki ufuneti kusan ve usulsüzlükle inşa ettiği sözde kariyeriyle zirveyi hayal eden ‘mahut kişilikler’ eğitim zayiatı değil de nedir?
.Eğitim ihracatı
#Yusuf Tekin#Maarif Vakfı#Milli Eğitim Bakanlığı
Mart 10, 2025 06:292dk okuma
Kurucularından olduğum Bâb-ı Âli Toplantıları’nda Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Yusuf Tekin davetli idi.
Cumhurbaşkanımızın yıllar önce mevcut ‘başarı çıtasını’ yeterli görmediği Milli Eğitim Bakanlığı’nda kamuoyuna tam yansımayan çok önemli ve çok değerli çalışmalar yapılıyor. Bakanlığın doğrudan ve dolaylı sağladığı faydalardan biri, Türkiye’de eğitim gören başka ülke vatandaşlarına sağlanan yüksek eğitim imkânıdır. Ayrıca gerek Maarif Vakfı ve gerekse doğrudan Türk okulu olarak dış ülkelerde Türk ve yabancılara verilen eğitim de giderek yaygınlaşmaktadır.
Bugün, örneğin Türkiye’de okuyan Afrikalılara ‘magazin’ gözüyle bakmayan ‘doğru’ beyinler, bu çocukların Türkiye’nin etki alanı ve sessiz diplomasisinin faktörü olduğunu, olacağını mutlaka kabul edeceklerdir. Bu örnek, Türk Devletler Teşkilatı üyesi ve Balkan ülkeleri ile daha da genişletilebilir.
Haberin Devamı
Araç Sahipleri Trafik Sigortasındaki Bu Fiyatlara İnanamadı!
Hepiyi Sigorta
Araç Sahiplerini Sevindiren Haber! Sigorta Fiyatları Düşüşe Geçiyor.
Hepiyi Sigorta
by Taboola
Türkiye’de asırlardır ‘at oynatan’ yabancı misyon faaliyetinin parçası kolejler, AFS (American Field Services) ve Fullbright Bursu gibi organizasyonların ne denli yetişmiş insan kaynağımızda ‘maddi ve manevi’ erozyona yol açmış olduğu cümle alemin malumudur!
Bugün Türkiye’de eğitim gören bu çocuklar, gençler bulundukları ortamda karşılaştıkları doğal samimiyet ile Türkiye dostu olmakta, döndükleri ülkelerinde Türkiye’nin doğal elçisine dönüşmektedirler.
Türkiye’nin bu topraklara gelen ve geri dönen bu kitleyi daimi bir şekilde yakın ilgi ile takip etmesi önemlidir.
Ta Osmanlı’nın gününden beri yurtdışına okumaya giden kimi Türkler, nasıl ‘potansiyel’ kayıp gibiyse gelenlerin de çoğu ‘potansiyel’ kazançtır.
Eğitimde ‘ihracatçı’ olmanın en güzel örneklerinden bazıları geçmişte askeri okullarımızda okumuş olan Libya ve Pakistan liderleridir. Şu anki Somali Savunma Bakanı Abdülkadir Muhammed Nur ve şu anki Suriye Hükümeti’nde görev alan bakanlar en güzel örneklerdir; Türkçe konuşmaktadırlar ve bu ülkelerde başta askeri üs olmak üzere birçok stratejik varlığımız bulunmaktadır.
Maarif Vakfı eliyle yönetilen okullar, bulundukları ülkelerin ‘üst tabaka’ ailelerine hitap ettikçe o ülkelerin gelecek yöneticileri de kendi ülkelerinde Türkçe dahi öğrenmiş dost kimlikler olacaklardır. Enderun felsefesinin yerelleştirilmiş hali budur.
Yusuf Tekin döneminde enerji, sağlık, savunma, ulaşım alanlarında Türkiye’nin geldiği noktanın ‘eğitim ihracatı’nda da daha kapsamlı ve güçlü şekilde gelişeceği görülmektedir.
Türkiye’nin tarihi derinliği, iddiası ve gelişen küresel konumu eğitim ihracatının perspektifini yeniden tasarlamaya ihtiyaç oluşturmuştur.
Merhum Özal, “21. yüzyıl Türk asrı olacaktır” diye boşuna dememişti.
.Dijital eğitim
#Özel Okul#M. Bilal Macit#Yusuf Tekin
Mart 12, 2025 06:292dk okuma
Türkiye’de dönem dönem ‘hırpalanan’ özel okullar esasında devletin üzerinden önemli yükler almaktadır.
Oysa ‘özel’ olmaları nedeniyle bu okulları da (hastaneler gibi) katı ticarethaneler olarak algılıyoruz. Bunu acilen düzeltmemiz gerekiyor, sonraki yazıda ele alacağım.
139. Bâb- ı Âli Toplantıları’nda Bakan Yardımcısı M. Bilal Macit’in verdiği bilgiler ve sayılar çok ilham verdi.
Özel okulların, dijital ve yenilikçi teknolojilerde ülkemizin geldiği yeri, Bakanlığın vizyonunu takdir ile takip ettim.
Prof. Dr. Yusuf Tekin liderliğindeki Milli Eğitim Bakanlığı’nın yenilikçi teknolojiler konusunda ‘dönüşümcü’ bir yaklaşım ile gerçekleştirdiği çalışmalar yakında dünya çapında ilgi odağı olacağa benziyor.
Bakan’ın Türkiye’nin coğrafi büyüklüğü ve sayısal ölçeği ile Finlandiya’nın kıyaslanmasının ‘eşdeğer’ olamayacağı görüşüne katılıyorum. Nitekim Türkiye bu boyutuna rağmen Fatih Projesi ile dijital eğitimde en güçlü altyapısı olan ülkelerin başında geliyor. Nasıl pandemi de şehir hastaneleri olmasaydı daha fazla vefat gerçekleşirdi, hükümetin yıllarca önce dijital eğitim altyapısını kurması da ‘uzaktan eğitimde’ bize kolaylıklar sağladı. Düşünsenize 1970 ve 1980 başlarında Yay Kur adıyla yapılan televizyonla eğitim ne büyük ‘nimetti’ ve şimdi neredeyiz!
Haberin Devamı
Araç Sahipleri Trafik Sigortasındaki Bu Fiyatlara İnanamadı!
Hepiyi Sigorta
Araç Sahiplerini Sevindiren Haber! Sigorta Fiyatları Düşüşe Geçiyor.
Hepiyi Sigorta
by Taboola
Milli Eğitim Bakanlığı dijital kullanıma sunduğu ve işlevi, hedef kitlesi farklı birçok web ve app tabanlı yazılım ile hizmet veriyor.
Türkiye’de özel eğitim sektörü dershanecilik, test yayıncılığı derken dijital ve yenilikçi eğitim işlerinde de başarılı projeler geliştiriyor.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın start-upları uluslararası arenaya taşımada katkısı ortaya giderek büyüyecek bir değer çıkaracak.
Yenilikçi eğitim teknolojileri alanındaki her çaba önümüzdeki yakın dönemde Türkiye’nin dost, müttefik ve kardeş ülkeler başta olmak üzere birçok ülkenin eğitim altyapısını da dönüştürmesine yol açacak.
Dijital emperyalizm ülkeler için ulusal güvenlik tehdididir. Türkiye’nin geliştirdiği dijital eğitim altyapılarının ‘paylaşıma’ açık hale getirilmesi dijital emperyalizmle mücadelede önemli bir ‘zırh’ oluşturacaktır.
Türkiye, dar kafalı, ‘olmazcı körlerin’ asla göremeyeceği, görse de anlayamayacağı şekilde kendi kabuklarını kırmış gelişiyor.
Düşünsenize yakın bir tarihte 60 - 70 ülkenin eğitim altyapısı dijital olarak birbiriyle uyumlu, eşzamanlı güncellenerek gelişen halde çalışıyor...
Ve anahtar bizde!
Halisane çalışınca olur! Olmaktadır da...
.
.Özel okullar üvey olmamalı
#Özel Okul#Recep Tayyip Erdoğan#Yusuf Tekin
Mart 15, 2025 06:293dk okuma
Türkiye’de özel okullar, eğitim sistemimizin vazgeçilmez bir parçası olarak 1,5 milyon öğrenciye hizmet veriyor.�
Haberin Devamı
Birçok alanda ‘dönüşüm’ Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın irade, kararlılık ve amansız takibi ile gerçekleşti.
Özel okulların da hem Türkiye’de hem de benzer coğrafyalarda tekrarlanan başarılara imza atması, Sayın Erdoğan’ın iradesi ile Sayın Yusuf Tekin’in konuyla ilgili müktesebatının hızla bütünleşmesinden geçiyor.
Türkiye içinde ‘zincir’ hale gelen bazı okullar olumlu bakışı zedelese dahi, kurucuları eğitime gönül vermiş kişiler olan okullar ise ‘insan yetiştirdiğinin farkında’ yüz akı kurumlar oluyor.
Her kademedeki devlet görevlilerimizin özel okullara gerekli önemi vermeleri gerekiyor.
Çünkü;
1) Özel okullar, devletin üzerinden ciddi bir yük alıyor; Düşünün ki, devlet bu 1,5 milyon öğrenciyi kendi bünyesinde eğitmek zorunda kalsa, bunun getireceği mali yük ve altyapı ihtiyacı muazzam boyutlarda olurdu. Ancak ne yazık ki bu katkının karşılığında anlamlı bir teşvik mekanizması bulunmuyor. Üstelik, ücret regülasyonu maddesi nedeniyle gerçeklerden kopuk bir artış sınırlamasıyla karşı karşıyalar. Bu durum, dürüstlüğün en önemli değer olması gereken eğitim kurumlarını, velilerin karşısında çeşitli finansal manevralar yapmaya zorluyor.
Haberin Devamı
2025’te yeni yaşam şekli: Konteyner evler ekonomik çözüm sunuyor
LocalPlan
Araç Sahipleri Trafik Sigortasındaki Bu Fiyatlara İnanamadı!
Hepiyi Sigorta
by Taboola
2) Sektörün en ciddi sorunlarından biri, devlet okullarıyla yaşanan haksız rekabet. Devlet okullarında çalışan öğretmenler, yüksek maaş, iş garantisi ve yeşil pasaport gibi önemli avantajlara sahipken, özel okullarda çalışan öğretmenler bu haklardan mahrum. Üstelik özel okulların SGK maliyetleri de çok yüksek. Bu dengesizlik, nitelikli öğretmenlerin özel sektörü tercih etmemesine neden oluyor. Çözüm için brüt maaşlarda ve sosyal haklarda eşitlik sağlanması şart.
3) İlkokul kademesinde yaşanan öğretmen açığı ise ayrı bir kriz konusu. Devlet, sosyal bilgiler öğretmenlerini veya farklı branşlardan olup deneyim kazanmış öğretmenleri sınıf öğretmeni olarak atayabilirken, özel okullar sadece sınıf öğretmenliği mezunlarını istihdam edebiliyor. Bu katı kural, zaten kısıtlı olan öğretmen havuzunu daha da daraltıyor ve eğitimin en kritik kademesinde ciddi bir soruna yol açıyor.
4) Planlama eksikliği de sektörün kanayan bir başka yarası. Okul açılışlarında fiziksel şartlarla ilgili bir ön onay mekanizması bulunmuyor. Yatırımcılar milyonlarca liralık yatırım yapıyor, ancak inşaat bittikten sonra denetim geliyor. Bu durum hem kaynak israfına hem de standart altı okulların açılmasına neden olabiliyor. Dahası, bölgesel ihtiyaç analizi yapılmadan verilen izinler, arz-talep dengesizliğine yol açıyor. Sonuçta pek çok okul ya kapanma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor ya da el değiştirmek zorunda kalıyor.
5) Bir diğer önemli eksiklik, okulların derecelendirilmemesi. Her okul kendi belirlediği kriterlere göre fiyatlandırma yapıyor. Bir dönem gündeme gelen ama uygulamaya konulmayan akreditasyon ve derecelendirme sistemi acilen hayata geçirilmeli. Bu sistem, hem velilerin daha bilinçli tercih yapmasını sağlayacak hem de okullar arasında sağlıklı bir rekabet ortamı oluşturacak.
6) Finansal sürdürülebilirlik sorunu ise tüm bu problemleri daha da derinleştiriyor. Özel okulların toplam kontenjan kapasitesinin yarısının boş olması, ciddi bir ekonomik kayıp anlamına geliyor. Bu kapasite fazlasının verimli kullanılması için devletin özel bir planlama yapması, teşvik ve kredi mekanizmalarını devreye sokması gerekiyor.
Özel okulların sorunlarının askıda kalması sadece bu kurumları değil, tüm eğitim sistemimizi olumsuz etkiliyor.
Cumhurbaşkanlığı düzeyinde bir diyalog kanalının açılması, teşvik mekanizmalarının geliştirilmesi, öğretmen haklarında eşitliğin sağlanması ve akreditasyon sisteminin hayata geçirilmesi gibi adımlar atılmadıkça, bu sorunların çözülmesi mümkün görünmüyor. Unutmayalım ki, özel okulların güçlenmesi demek, Türk eğitim sisteminin güçlenmesi demektir.
.Erdoğan’ı çok ararız
#Erdoğan#NATO#Malezya
Mart 17, 2025 06:293dk okuma
Öncelikle şu sorunun cevabında ittifak etmemiz lazım: Devrinin silahlarına sahip olamayan ve ülkesinin savunmasını gerektiği gibi yapamayan ülkeler gerçek manada bağımsız olabilir mi?
Ülkelerin bağımsızlıkları güçleri oranındadır. Yani bir ülke ne kadar güçlü ise o kadar bağımsızdır. Hele bugünkü dünyada; yani emperyalizmin kol gezdiği ve tam anlamıyla orman kanununun geçerli olduğu günümüzde güçsüz ülkeler asla bağımsız olamazlar.
Onların bağımsızlıkları laftadır, bağımsızız demekle ancak kendilerini kandırırlar.
Güçsüz yani ülkesini savunmaktan aciz, gerçek manada bağımsız olamayan ülkeler ‘uydu’ olmak zorundalar. Türkiyemiz her ne kadar NATO ittifakına dahil olsa da NATO’nun ülkemizi gerektiği gibi korumadığı apaçık ortadadır.
Hatta iş öyle bir noktaya gelmişti ki NATO’da sözde müttefik olduğumuz ülkeler, ülkemize karşı düşmanca tavırlar içine girmekteydi. Teröre karşı mücadelede yanımızda duracaklarına, terör örgütlerini himaye edip üzerimize saldılar.
Canımıza tak edip Kıbrıs’a çıkarma yapmak istediğimizde, sözde müttefikimiz olan ABD’nin tavrını gördük. Hem tehdit edildik hem de elimizdeki NATO silahlarını (tüfek dahil) kullanmamıza müsaade etmediler. Terörle mücadelemizde bile sözde müttefik ülkelerin silah ambargolarıyla karşı karşıya kaldık.
Böyle bir ittifakta (!) ne işimiz var; bizi korumayan ve hatta karşımızda tavır sergileyen NATO’dan neden çıkmıyoruz? Sebebi basit; NATO ülkelerinin şerrinden emin olmak için, ittifak (!) üyeliğimizi sürdürmeliyiz.
Zira bu sözde kimi ittifak halinde olduğumuz ülkeler yüzünden 40 yılı aşkın bir süredir terörle boğuşmaktayız. Dile kolay 40 yılı aşkın bir zamandır bu ülkenin kaynakları terörle mücadelede sarf ediliyor.
Böyle dostlar düşman başına diyeceğimiz netameli bir ortam ve coğrafyada yaşıyoruz.
Böylesi bir ortamda şeref ve haysiyetimizle yaşayabilmemizin olmazsa olmazı güçlü, yani gerçek manada bağımsız olmaktır.
Kim ne derse desin NATO’ya girdiğimiz günden beri ilk defa Sayın Erdoğan döneminde (döneminin son on yılında) gerçek manada güçlü ve bağımsız olabildik. Zira bizler çok iyi biliyoruz ki son on yıla kadar ülkemizi koruyabilmekten bile acizdik.
Sayın Erdoğan, çağımızın gereği olan teknolojik üretime ağırlık vererek savunma sanayimizi geliştirdi. Öyle ki ürettiğimiz en gelişmiş İHA-SİHA’larla savaş konseptini bile değiştirdik.
Haberin Devamı
Türkiye, savunma sanayisinde elde ettiği başarı sayesinde küresel bir güç oldu. Artık hiç kimse Türkiye’ye parmak sallayamaz, emir veremez ve eskiden olduğu gibi ‘uydu’ muamelesi yapamaz.
Bu cümleden olarak Malezya Başbakanı Enver İbrahim bakınız ne diyor:
‘... Çağımızın az sayıda devlet adamı, Erdoğan kadar dayanıklılık, azim ve tarihin akışına hâkimiyet göstermiştir. Erdoğan, Türkiye’yi son yirmi yılda olağanüstü bir dönüşüm döneminden geçirdi. Milli gururu yeniden tesis etti ve Türkiye’yi küresel sahnede vazgeçilemez bir oyuncu konumuna getirdi... Bazıları poz verir, bazıları iş yapar. Erdoğan bu ikincisini yapıyor... Bugün Türkiye, olaylara sadece tepki vermekle kalmıyor, onları şekillendiriyor... Bayraktar İHA’larının teknolojik bir rönesans olarak çok hızlı yükselişi ve başarısı endüstriyel bir zaferdir...Tayyip Erdoğan, Türkiye’yi bambaşka bir seviyeye çıkarmış, ülkesini küresel sahnede eşi benzeri olmayan vazgeçilmez jeopolitik küresel bir güç haline getirmiştir.’
Ne hazin bir tecellidir ki dışarının görüp hakkını teslim ettiği ve imrendiği Sayın Erdoğan’ı kendi ülkesindekilerin bir kısmı bir türlü görmüyor, göremiyor ve görmek istemiyor. Yarın, öbür gün Erdoğan’ı çok ararlar, ararız, lakin iş işten çoktan geçmiş olacak!
.Ahlaksız toplum
#Adalet#Enflasyon#Boşanma Oranları
Mart 19, 2025 06:292dk okuma
Kanunlarınız ne kadar mükemmel olursa olsun, toplum ahlaksızsa huzuru ve sükûnu temin edemezsiniz. İstediğiniz kadar cezaları ağırlaştırın, esnafınızda ahlak yoksa zamların önüne geçemezsiniz.
Eğitiminizde ahlak ve maneviyatı temel olarak almamışsanız, yetiştireceğiniz nesillerin en mükemmelleri bile tek kanatlı yani eksik olacaktır.
İnsanın yaratılışına dikkat ederseniz, madde ve mana yani ceset ve ruh olduğunu görürsünüz. Bunlardan yalnızca birini beslemekle insanı yetiştiremezsiniz. Her ikisini de (beden ve ruh) dengeli bir şekilde eğitmeli, beslemelisiniz.
Malum eğitimin temel kurumu ailedir; çocuk aile ocağında şekillenir, gelişir ve biçimlenir. Şayet aile, ahlaki değerlerden ve davranışlardan yoksunsa ve hatta orası çeşitli ahlaksızlıkların kol gezdiği bir yerse, orada biçimlenecek çocuğun ahlaklı olması beklenemez.
Zira üzüm üzüme baka baka kararır!
Çocuk, mutlaka sevginin, muhabbetin çağladığı bir aile ortamında yetişmelidir. Zira sevgisiz yetişen çocuk tüm kötülüklere açıktır. Aile ortamındaki çocuk, bireyler arası konuşmaları, davranışları ve bütün iletişimleri adeta bir sünger gibi emer ve benimser.
Aile, sevgiyle yoğurduğu çocuğa destek olmanın yanında ona güven verir ve güzel söz ve davranışlarla örnek olur. Başka bir aile de kin ve nefretle yoğurduğu çocuğu itmenin, ezmenin ve hakaret etmenin yanında güvensizlik verir ve kötü söz ve davranışlarıyla da kötü örnek olur.
Şayet aile bireyleri dürüstse, doğru ve temiz bir dille konuşuyorlarsa, birbirlerine karşı sevgi, saygı, merhamet ve şefkat besliyorlarsa, sorumluluk duygusuyla hareket ediyorlarsa, yardımseverlerse, çocuk da bunlara bakıp onlar gibi olur.
Aileden başlayan eğitim, okullar (ilk, orta, yüksek) boyu devam edeceğinden; eğitimin her bir kademesinde madde ve mana dengesi mutlaka gözetilmeli ve hepsinden önemlisi her kademedeki öğretmenlerin ideal-model kişilik olmaları gerekir.
Adaletin olmadığı, vatandaşlar arasındaki gelir dağılımında uçurumların olduğu, mal ve hizmetlerde fiyat istikrarının bulunmadığı (yüksek enflasyonun olduğu), kötü alışkanlıkların kol gezdiği, bireylerin birbirlerine karşı sevgi ve saygıyı kaybettiği toplumlarda ahlaktan bahsetmek zordur.
Yirmi sene öncesine kadar Avrupa’daki boşanma oranlarının çokluğunu görüp hayret eder ve toplumumuzdaki dinamik ve sağlam aile yapımızla övünürdük. Bugün geldiğimiz noktada ise boşanma oranlarında Avrupa ülkelerini geride bıraktık. Nerede ise gençlerimiz boşanmak için evleniyorlar.
Ortada çocuk da varsa; anne ya da baba sevgi ve şefkatinden yoksun yetişen çocukların topluma kazandırılması ve onların ahlaklı bireyler olarak yetiştirilmesinin zorluğu ortadadır.
Güzel ahlak da kötü ahlak da bulaşıcıdır; kötülüğün yayılması çok daha fazla olur. Nitekim bir sepet sağlam elma içindeki bir çürük elmayı sağlamlaştıramaz, lakin o bir çürük elma sepet içindeki bütün elmaları çürütür
.Uzay Vatan
#Recep Tayyip Erdoğan#Abdulkadir Uraloğlu#Türksat
Mart 22, 2025 06:292dk okuma
BAB-I ÂLİ Toplantıları’nı teşrif eden devlet adamlarının sunumları ile bakış açılarımız genişliyor.
Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, çalışma hayatının tamamını ‘Karayolları’ mensubu olarak geçirmekle övünüyor, kurumun bugüne kadar bütün genel müdürlerinin ‘içerden’ geldiğini gururla vurguluyor.
Sayın Bakan, bu denli ‘köklü’ bir karayolcu olmasına rağmen, ‘altyapı’ kavramının ne denli geniş parçalardan oluştuğunu ‘icraat’ sıralaması içinde gösteriyor.
Hatırlarsınız bu ülkede hükümet; Baykar’a, bütün yatırımcı, teknoloji geliştirici ve istihdam çoğaltıcılara sunduğu çeşitli kolaylıkları sağladığında ne kadar ‘bozuk’ ses yükseldi.
Bu ülkede milli gemi, milli tank denildiğinde bunu ‘baltalamak’ için FETÖ kamuoyuna ne ‘sesler’ sızdırdı.
Bu ülkede Türk Uzay Ajansı diye bir kurum ilk kez kurulduğunda, ‘hayırlı olsun, yolu açık olsun’ denileceğine, başlangıç bütçesi ile dalga geçildi.
Abdulkadir Uraloğlu ‘uzay vatan’ diye bir tanımlama ile konuyu açıklıyor. Vatan, mavi vatan ve uzay vatan zinciri bu dönem Türkiye’nin geldiği ‘seviyenin’ bütünlüğünü gösteriyor.
Uzayda devletin Türksat uyduları haricinde bugün bazı Türk şirketleri de uydu sahibi. Ve yakında Türkiye uydu yapımı, fırlatma teknolojisi, fırlatma rampası sahipliği gibi tamamlanmış bir altyapıya da sahip olacak.
Türkiye’nin İHA’larının ‘başkasına’ ait iletişim altyapısına mahkûm kalması ile ‘bağımsız’ bir savunma anlayışı sürdürülebilir mi? Bakın Ukrayna’yı Elon Musk nasıl tehdit etti? Aynı Musk, Polonya Dışişleri Bakanı’na neler dedi? Der, çünkü uzaydaki yaklaşık 8.000 uydunun en az yarısı doğrudan kendisine ait Starlink şirketinin malı. Ve uzayı çepeçevre donatarak dünyayı kontrole almış durumda.
Bu nedenle 5G teknolojisinden bile önce Türkiye’nin vizyoner ve çalışkan Uraloğlu gibi Bakan ve kadrolarıyla ‘uzay vatan’ kavramının içini en hızlı şekilde doldurması, Türk şirketlerinin (Turkcell, Türk Telekom gibi) Starlink benzeri Türk Link şirketlerini ortaya çıkartmasını, fiberoptik iletişim altyapısının, uzaydan pekiştirilmesini sağlamak gerekiyor.
Haberin Devamı
Uzay vatanda oluşacak Türkiye gücünün bütün dost, müttefik ve kardeş ülkelere de açık olması gereğini söylemeye dahi gerek yok.
Dünya, yapay zekâ, robot çağında ve bütün bu sistemlerin iletişim altyapısında kim tam bağımsız çizgiyi oturtursa o ülke ‘güçlü’ ve ‘sözü dinlenir’ olacak.
Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Türkiye Yüzyılı’ için ilmek ilmek oluşturduğu bu büyük ve elverişli zeminin, yarından bakıldığında, ne denli bir ‘beka sorunu’ olduğu anlaşılacaktır.
Zemini bozmadan, aynı emin ve güçlü adımlarla yarınki Büyük Türkiye hedefine ulaşmak gerekir.
Bundan dolayıdır ki, Abdulkadir Uraloğlu’nun uzay vatan için çalışmaları kesintisiz devam etmelidir.
.
.Uzay Vatan
#Recep Tayyip Erdoğan#Abdulkadir Uraloğlu#Türksat
Mart 22, 2025 06:292dk okuma
BAB-I ÂLİ Toplantıları’nı teşrif eden devlet adamlarının sunumları ile bakış açılarımız genişliyor.
Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, çalışma hayatının tamamını ‘Karayolları’ mensubu olarak geçirmekle övünüyor, kurumun bugüne kadar bütün genel müdürlerinin ‘içerden’ geldiğini gururla vurguluyor.
Sayın Bakan, bu denli ‘köklü’ bir karayolcu olmasına rağmen, ‘altyapı’ kavramının ne denli geniş parçalardan oluştuğunu ‘icraat’ sıralaması içinde gösteriyor.
Hatırlarsınız bu ülkede hükümet; Baykar’a, bütün yatırımcı, teknoloji geliştirici ve istihdam çoğaltıcılara sunduğu çeşitli kolaylıkları sağladığında ne kadar ‘bozuk’ ses yükseldi.
Bu ülkede milli gemi, milli tank denildiğinde bunu ‘baltalamak’ için FETÖ kamuoyuna ne ‘sesler’ sızdırdı.
Bu ülkede Türk Uzay Ajansı diye bir kurum ilk kez kurulduğunda, ‘hayırlı olsun, yolu açık olsun’ denileceğine, başlangıç bütçesi ile dalga geçildi.
Abdulkadir Uraloğlu ‘uzay vatan’ diye bir tanımlama ile konuyu açıklıyor. Vatan, mavi vatan ve uzay vatan zinciri bu dönem Türkiye’nin geldiği ‘seviyenin’ bütünlüğünü gösteriyor.
Uzayda devletin Türksat uyduları haricinde bugün bazı Türk şirketleri de uydu sahibi. Ve yakında Türkiye uydu yapımı, fırlatma teknolojisi, fırlatma rampası sahipliği gibi tamamlanmış bir altyapıya da sahip olacak.
Türkiye’nin İHA’larının ‘başkasına’ ait iletişim altyapısına mahkûm kalması ile ‘bağımsız’ bir savunma anlayışı sürdürülebilir mi? Bakın Ukrayna’yı Elon Musk nasıl tehdit etti? Aynı Musk, Polonya Dışişleri Bakanı’na neler dedi? Der, çünkü uzaydaki yaklaşık 8.000 uydunun en az yarısı doğrudan kendisine ait Starlink şirketinin malı. Ve uzayı çepeçevre donatarak dünyayı kontrole almış durumda.
Bu nedenle 5G teknolojisinden bile önce Türkiye’nin vizyoner ve çalışkan Uraloğlu gibi Bakan ve kadrolarıyla ‘uzay vatan’ kavramının içini en hızlı şekilde doldurması, Türk şirketlerinin (Turkcell, Türk Telekom gibi) Starlink benzeri Türk Link şirketlerini ortaya çıkartmasını, fiberoptik iletişim altyapısının, uzaydan pekiştirilmesini sağlamak gerekiyor.
Uzay vatanda oluşacak Türkiye gücünün bütün dost, müttefik ve kardeş ülkelere de açık olması gereğini söylemeye dahi gerek yok.
Dünya, yapay zekâ, robot çağında ve bütün bu sistemlerin iletişim altyapısında kim tam bağımsız çizgiyi oturtursa o ülke ‘güçlü’ ve ‘sözü dinlenir’ olacak.
Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Türkiye Yüzyılı’ için ilmek ilmek oluşturduğu bu büyük ve elverişli zeminin, yarından bakıldığında, ne denli bir ‘beka sorunu’ olduğu anlaşılacaktır.
Zemini bozmadan, aynı emin ve güçlü adımlarla yarınki Büyük Türkiye hedefine ulaşmak gerekir.
Bundan dolayıdır ki, Abdulkadir Uraloğlu’nun uzay vatan için çalışmaları kesintisiz devam etmelidir.
.
.Etme bulma dünyası
#Erdoğan#Aydın Ayaydın#İmamoğlu
Mart 24, 2025 06:292dk okuma
Dünyanın yalan olduğunu biliyor, lakin dünya üzerinde yaşamakta olan en şerefli(!) mahluk bilinen insanoğlunun bu denli yalancı, ikiyüzlü, müfteri, aşağılık, alçak, insafsız, vicdansız ve soysuz olduğunu bilmiyor, bilemiyorduk.
Haberin Devamı
Her şey zıddı ile kaim olduğuna göre; en iyiyi, en güzeli, en üstünü bağrında barındıran insan nesli en kötüyü, en çirkini ve en alçağı da arasında yaşatacak ve insan hayatı bu hercümerç içinde devam edecekti.
Nitekim ta ilk insandan beri böyle başlayan iyi-kötü savaşı kıyamete kadar devam edecektir.
Onca yıldır, ‘yavuz hırsız ev sahibini bastırır’ misali trajikomik bir hali yaşıyoruz.
Neymiş efendim Sayın Erdoğan’ın üniversite diploması yokmuş, o, bir kişiyi sınıf arkadaşı olarak gösteremezken birileri (özellikle yavuz hırsız) kalabalık sınıf arkadaşlarıyla miting yapabilirmiş!
Sayın Erdoğan’la okul arkadaşıyım; bizim üniversite yıllarımızda terör ülkemizde kol geziyordu. Boykotlar yüzünden okullar kapanıyor, öğrencilerin üniversitelerine devamı güç bela yapılabiliyordu. Bu yüzden sınıf arkadaşları ancak sınavlarda bir araya gelebiliyordu.
Bu zorlu şartlara rağmen okuyup, üniversitelerimizi bitirdik. CHP eski milletvekili Prof. Dr. Aydın Ayaydın, Erdoğan’ın üniversitede derslerine girdiğini ve başarılı bir öğrenci olduğunu söylüyor. Kimi sınıf arkadaşları da Erdoğan’la birlikte okuduklarını açıklıyorlar.
Hepsinden önemlisi üniversitedeki resmi kayıtlar ve tapu gibi diploma bütün bu yalancıların ipliğini pazara çıkarıyor.
Şimdi de gelip tüm bu iftiraları yapanların cenahına ve buradaki yüzkarası hallere bir bakalım:
Adam (İmamoğlu) Türkiye’de üniversite giriş sınavlarını başarılı olamıyor, dolayısıyla herhangi bir üniversiteye giremiyor. Babasının parasıyla Kıbrıs’taki Girne Amerikan Üniversitesi’ne kayıt yaptırıyor. O yıllarda bu üniversitenin Türkiye’deki üniversiteler ile denkliği yok. Dolayısıyla orada alacağı diploma Türkiye’de geçmiyor.
Kimi zenginler ve masonlar için bu da önemli değil (değilmiş); para ve birilerinin hatırı araya girince aşılmaz dağlar aşılıyor ve yatay geçiş imkânı olmayan İstanbul Üniversitesi’nin İngilizce İşletme Bölümü’ne kaydolunabiliyor!
Bu sahtekârlığın yolu da başka bir sahtekârlıkla aşılıyor: Resmi evrakta sahtekârlık yapılarak yatay geçiş için, bu imkânı olmayan Girne Amerikan Üniversitesi yerine, geçiş imkânı veren Doğu Akdeniz Üniversitesi’nden nakil yapıldığı ifade ediliyor. İşletme Fakültesi Dekanlığı ve bu dekanlığın oluşturduğu yatay geçiş komisyonu, İmamoğlu gibi onlarca öğrenciyi kendi uyduruk metotlarıyla fakülteye kaydediyorlar.
O dönemin fakülte dekanı olan Fuat Çelebioğlu başta olmak üzere ilgili komisyonun bütün üyelerinden hesap sorulmalı, bu yolsuzluğu ve hukuksuzluğu yapanların yaptıkları yanlarına bırakılmamalıdır.
Hesap döndü sap döndü, gün geldi devran döndü; yalancıların, düzenbazların, üçkâğıtçıların sergilediği sahtekârlık gün yüzüne çıktı ve iplikleri pazara çıktı!
Sayın Erdoğan’a attıkları iftira, bu kez tüm iğrenç çıplaklığı ile kendilerini buldu.
Belli ki para gücü, bazılarına, gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkma gibi bir özelliğinin olduğunu unutturuyor.
Parayı ve makamı herkes taşıyamaz diye boşuna dememişler. Üstelik bu para ve makamlar haksız yere kazanılmış (!) ve işgal edilmişse insanı çılgına döndürür ve hiç ummadığı yerlere savurur!
Tıpkı Ekrem İmamoğlu’nun savrulduğu gibi!
.
.Bu gecenin kadrini bilelim
#Kur’An-I Kerim#Hz. Huzeyfe#Kadir Gecesi
Mart 26, 2025 06:292dk okuma
Bu mübarek, kutlu ve ihtişamlı gecenin kadrini, kıymetini bilelim ki, bizim de kadrimiz kıymetimiz bilinsin; unutmayalım ki biz de unutulmayalım! En az, bin aydan daha hayırlı (zira ne kadar olduğuna dair belirlenmiş bir sınır yoktur) bu mübarek geceyi ihya etmeyi ihmal etmeyelim ki, biz de ihmal edilmeyelim!
Zira bu mübarek gecede Rabbimiz katından af ve mağfiret, bağışlanma sağanak halinde yağar.
Allahü Teâlâ kullarını çok sevdiği ve onlara çok acıdığı için, bazı zamanları özel olarak kıymetlendirmiş ve o anlarda yapılan tövbe ve istiğfarları, dua ve yakarışları ve bağışlanma dileklerini kabul edeceğini bildirmiştir. Bu bildirme Cenab-ı Hakk’ın’ vaadi niteliğinde olup katiyet ifade eder. Zira Rabbimiz vaadinden dönmeyeceğini bizzat bildiriyor.
Din olarak son ilahi mesaj (Kur’an-ı kerim) Rabbimiz Allahü teala tarafından, Cebrail Aleyhisselam vasıtasıyla alemlerin övüncü olan sevgili Peygamberimize (Aleyhisselam) bu kutlu gecede gelmeye başladı.
Ümmetine son derece düşkün ve ümmeti üzerinde adeta titreyen rahmet ve muhabbet elçisinin buyurduğu şu hadis-i şerife dikkatinizi çekerim: ‘Kim iman ederek ve Allah’tan umarak Kadir Gecesini ayakta geçirirse (sevabını Allahü teladan umarak ihya ederse) onun GEÇMİŞ VE GELECEK günahları bağışlanır’.
Misli olmayan bu büyük müjde, tıpkı başka bir örneği olmayan Kadir Gecesi gibi, beşer tarihi boyunca sadece bu ümmete bahşedildi.
İdrak ve ihya edebilenlere ne mutlu!
İnanan kullarını rahmet deryasına gark ettiğini bildiren Rabbimiz, bir hadis-i kudside şöyle buyurur: ‘Kullarıma kendileri için belirlediğim cömertliğimi göster. İyilik on ile yedi yüz katıyla ödüllendirilecektir, günah ise benzeriyle. Günahın fiili, günah olduğuna inanmanın karşısında direnemez. (İman, azap ateşini söndürür; bundan dolayıdır ki, cehennem bile Sırat’tan geçen Mümine: ‘Çabuk geç, iman nurun ateşimi söndürüyor’) diyecektir.
Benim kullarım rahmetimden nasıl ümit keser? RAHMETİM HERŞEYİ KUŞATMIŞTIR. Ben ise kullarımın zannına göreyim. (Beni nasıl zannederlerse öyle bulurlar) Öyleyse benim hakkımda iyi zanda bulunsunlar!’
Bir gün Hz. Huzeyfe, Resulullah efendimize sordu: Ya Resulallah, acaba Müslümanlar İslamiyet’ten önceki hallerine döner mi?
Hayır, dönmezler; ama bizden sonra bulanık bir zaman gelir.
Bulanık ne demektir ya Resulallah?
Yani iyiler olur, kötüler olur, alimler olur, zalimler olur; karışık bir zaman olur. Ondan sonra, daha kötü bir zaman gelir.
O zaman neler olur ya Resulallah?
O ZAMAN DİNİ ANLATANLARIN PEŞİNE GİDENLER CEHENNEME GİDECEKTİR!
Onlar, din diye neyi anlatacaklar?
Kur’an-ı kerimden, hadis-i şeriften bahsederler. Ancak Allah’ın, Resulullah’ın bildirdiklerini değil, kendi düşüncelerini Allah’ın Peygamber’in emri gibi anlatırlar. İşte onların peşinden gidenler felakete uğrayacaktır.
Ya Resulallah o zamanda ben dünyaya gelmiş olsam ne yapmam gerekir?
Dünyada hak yolda olan bir cemaat kıyamete kadar bulunur. Bu cemaati bul, onlara uy ve kurtul.
Ya Resulallah o cemaati de bulamazsam ne yapmalıyım?
Evinde otur, kimseye karışma! (Mişkat-ül-mesabih)
Ve işte o zaman, bu zamandır ve daha da kötüleşerek devam edecektir!
.
.Boykot
#Terör#Boykot#İBB
Mart 29, 2025 06:293dk okuma
Yaklaşık 50 yıl önce Türkiye terör ile kavruluyordu. O dönem sayıları neredeyse bir elin parmakları kadar olan üniversitelere girebilmiş, ailelerinin imkanlarını zorlayarak okusunlar diye gönderdikleri gençler, ‘azgın azınlık’ baskısı altındaydı.
Haberin Devamı
Farklı sol örgütlere mensup örgüt elemanları üniversiteleri basar, amfilere ders dinlemeye doluşmuş masum gençleri baskı, yıldırma ve korkutma ile zorla ortamdan çıkartırlardı.
Neymiş; ‘boykot’ yapıyorlarmış!
Bu şekilde ‘eğitim’ hakları terörize hareketlerle ellerinden alınan birçok genç okullarından soğudu, uzaklaştı ve geleceklerini kurtaramadan eğitimlerinden vazgeçtiler.
Kimi mesleksiz kaldı, kimi de eksik doktor, eksik avukat, eksik mühendis oldu.
Bugün 68’liler ve daha çok 78’liler denen kuşakların ‘diplomalı’ olsalar bile neden bazı ‘algı kalitelerinden’ mahrum oldukları hep o boykotlarda yatar.
28 Şubat apoletli zulüm döneminde zamanın medya organlarında çarşaf çarşaf listeler yayımlanırdı. Sakıncalı şirketler ve markalar halka gösterilirdi!
Kime göre ve neden sakıncalı?
Yerli sermayeye ait, bulundukları merkezlerde iş imkânı üreten, bölgeye katkı o sağlayan o yerli ve milli holdingler, o bisküvi, o sucuk, o kâğıt, o kereste fabrikaları kime ya da kimlere, nasıl zarar veriyordu ki ‘boykot’ ediliyordu?
Yurtdışındaki çalışkan ‘gurbetçilerden’ kaynak sağlayan, fayda doğurma çabasında olan o şirketler, devlete ‘sızmış’ anti-milli hainler eliyle zora sokuldular, bazıları yok edildiler.
Bugün daha fazla sanayi, daha fazla yerli sermaye, daha fazla istihdam olabilirdi. Olmadıysa kaynağı o boykot sevici anti-milli işbirlikçi hainlerde arayacaksınız.
Ya bugün?
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kibir ve ihtiras abidesi (görevden uzaklaştırılan) Başkanının, suçlarını örtbas etme çabasıyla ülkeyi erkenden ‘kaosa’ sürükleme çabası başımıza dertler açmaya devam ediyor.
Ekonomik istikrar yolunda başarıyla uygulanan program özellikle ‘aparat akıl’ tarafından sabote ediliyor, meydanlarda çoğunluğu tarihten bihaber, gerçekleri sorgulama olgunluğundan uzak gençler öne sürülüyor, kolluk kuvvetleriyle çatıştırılıyor. Ve bu gençlerin aileleri de duruma sessiz, hatta çaresiz kalıyor.
Devlet ile çatışmayı şaka zanneden bir kitle aklınca meydan baskısıyla, suç örgütü iddialarını siyasi tasfiye iddiasına devşirebileceğini zannediyor.
Gelinen ‘yalpalayan’ şaşkın ördek aklı ile de boykot listeleri yayınlıyor, ‘ayy pardon’ diyerek bazılarını çıkartıyor, halkın tercihine baskı ile yön veriyor.
Bu kafa hep aynıydı, aynıdır. Yapmaya değil yıkmaya, var etmeye değil yok etmeye, yol açmaya değil tıkamaya, kolaylaştırmaya değil engellemeye odaklıdır. Ne köprü yaptırtır ne yol açtırtır ne hastane ne havalimanı inşa ettirtir. Yapanlara teşekkür etmez, nimetlerden faydalanır ama şükretmez.
Boykot ettirdikleri işletmelerin bir kısmında çalışanlar üstelik belki de meydanlarda eylemlere katılan garsonlar... O işletmelerin bir kısmı ise ‘franchise’ olan bayiler...
Vandal kafası taşıyan, markaları boykot eden ve hatta gidip o mekanlardaki müşterileri taciz eden bu kişilerin tamamı, o emri verenden gidip mekân basana dek hepsi suçludur, ekonomik tetikçidir.
Şahsen o işletmelerin yerinde olsaydım, böyle bir haksızlığa uğrasam, iş kaybımı belgeler ve beni boykot ettirtene ticari tazminat davası açardım. Açmalıdırlar!
Ben o işletmelerde, üniversiteli olarak çalışan bir genç olsaydım, işimi kaybedip sıkıntıya düştüğüm için gider bu ‘ekonomik teröristlerin’ il başkanlığı ve genel merkezi önünde bu ‘küresel işbirlikçileri’ protesto ederdim.
Slogan doğru: ‘Susma sustukça sıra sana gelecek.’
Bu kafa hep azgın azınlık olmuştur!
.
.İSTON, İSPARK ve ötesi
#Abdullah Gül#İmamoğlu#İSPARK
Mart 31, 2025 06:292dk okuma
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde kümelendiği iddia edilen ‘suç örgütü’, konunun siyasi rekabet olduğunu ne şekilde anlatırsa anlatsın adli süreç başladı. Şimdilik ‘gözüken’ belki de ‘başlangıç.’ Zira turpun büyüğünün heybede olduğu en yetkili ağızlardan ifade ediliyor!
Nitekim öyle olmasa eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kardeşi (Macit Gül) ile yakınlığı iddia edilen, 2001’de küçücük iken dev holdinge dönüşen İlbak’ların üzerine gidilebilir miydi?
Bu iddia ortadayken Türkiye Cumhuriyeti’ne cumhurbaşkanlığı yapmış birinin İmamoğlu’na acil destek açıklaması yapması akılları çelmiyor mu?
Ayrıca yakınlığı malum Ali Babacan’ın hemen Saraçhane’ye koşması, bu ‘suç örgütünün’ ahtapot gibi kolları olduğu izlenimini vermiyor mu?
Keşke daha ‘aklıselim’ ile davransalardı.
Outdoor gibi mecraların reklam verenlere pazarlanmasından doğan, kayıtdışı korsan noktalar yoluyla da illegal gelirini katlayan bu ‘sektör’, birkaç ‘ağanın‘ kontrolünde imiş.
Önceki yıllarda da var olan bu ağaların, İmamoğlu ile ‘siyasi nüfuz’ kullanarak iş yapamayacakları için ‘ekonomik menfaat’ kurgulayıp uyguladıkları iddia ediliyor.
Şimdi hepsi birbirini ihbar ediyor, itirafla ele veriyor. Belli ki dava dosyası giderek kabaracak.
Kamuoyunda tartışılan ve yetersiz, hatta geçersiz bulunan gizli tanık yerine gerçek tanıklar ve çok belge ortaya çıkacağa benziyor.
Kaldı ki İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bütün şirketlerinin yöneticilerinin de kapsamlı bir ‘varlık röntgeni’ şart gözüküyor.
‘Saraçhane-gate’ bu incelemelerle daha iyi anlaşılacak. Örneğin daha önce İSTON Genel Müdürü olan Ziya Gökmen Toygar döneminde yapılan İETT durakları ve diğer ihaleler, İSFALT’ın bütün işleri ve İSPARK Genel Müdürü Ali Arzuman’ın işlemleri incelendiğinde kimbilir neler çıkacak?
Konu sadece Medya A.Ş., Kültür A.Ş. ve Kiptaş A.Ş. ile sınırlı kalmayacağa benziyor.
Türkiye, CHP Genel Merkezi’nin ‘şimdilik’ yönettiği ‘algı operasyonu’ndan ayıldığında bambaşka bir tabloyu idrak edecek.
Karşımızda İstanbul’u çevrelemiş ve yutmuş, bununla yetinmeyerek bütün Türkiye’yi arzulamış, bu uğurda bir eli İngiliz’de, bir eli Kandil’de olmaya teşne olmuş bir kimlik var.
Türkiye’nin kalkışa geçtiği bir dönemde, kapımıza ‘güvenlik’ için destek talebiyle geldikleri bir anda, o kapıda bekleyenlerin pazarlık gücümüzü azaltmak için ‘piyasaya sürdükleri’ kişilerin başkan, bakan ve hatta ötesi görevlerde bulunmaları, bu ülkenin ne büyük şanssızlığıdır.
Türkiye ve bu topraklar, bu tür tipleri daima bertaraf etmiştir. Bu görevlilerin yanında kişisel kasalarını dolduranlar da asla yargıdan kaçamamışlardır.
Bu kez de öyle olacaktır. İmamoğlu, ‘hokus pokus’ algı ile işe siyasi süs vermeye çabalasa da bu, diplomasız bir muhterisin ‘adi’ bir suç davasıdır.
Ve belli ki Özgür Özel de 6 Nisan kurultayı ile önce genel merkeze tam hâkim olacak, ardından il delegelerini yenileyecek ve partinin tek hâkimine dönüşecektir.
‘Saraçhane-gate’e CHP’li ihbarcılar yol açtı, ama onlar Kılıçdaroğlu’na yakın dense de yeni ‘ infazcılar’ Özel’e yakınlardan çıkacaktır.
CHP tartışma kuyusuna geri dönmektedir.
Bakalım altta kalıp kimlerin canı çıkacaktır!
.
.Hüzünlü bayramlar
#Bayram#Necip Fazıl#İslam
Nisan 02, 2025 06:292dk okuma
NİCE zamandır ağız tadıyla bir bayram kutlayamadık.
Zira sevgili Peygamberimiz (Aleyhisselam): “Müminler, birbirlerini sevmede, birbirlerine şefkat ve merhamet göstermede tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer” buyuruyor.
Müslümanlar, bir vücudun azaları gibi olduğuna göre; bir kısım uzuvlar bugün küffar eliyle tarumar edilip inim inim inletilmekte, lakin vücudun diğer kısmı azamisi derin bir gaflet içinde gününü gün etmektedir.
Ümmet olarak bu acıyı duymadığına göre, bedenin büyükçe kısmı felç olmuş demektir.
Gazze ve Filistin’de yaşanan vahşi katliamlar, İslam ümmetinin duyarsızlığından, paramparça oluşundan, bana dokunmayan yılan bin yaşasın aymazlığından, gafletinden ve hatta dinlerine ve sözde Müslüman kardeşlerine olan ihanetlerinden değil midir?
Tek bir vücut gibi olması gereken İslam ümmeti bugün, bin bir parçaya bölünmüş ve her bir parçası adeta ayrı bir gezegende, birbiriyle ayrı düşmüş, perişan ve zavallı bir hayatı sürdürmektedir. Sözde hayat süren zavallılardan hangi duyarlılık beklenebilir?
Dünya üzerindeki bütün Müslümanların en büyük handikabı kendilerine olan güvensizlik, aşağılık kompleksidir. ‘İnanıyorsanız üstün olan sizsiniz’ diyen dinlerini bırakıp emperyalist güçlerin emrine girip ‘cüce’ ve ‘uydu’ olmayı yeğlediler!
Zira mensup oldukları inanç sistemi (İslamiyet) onlara birlik olmayı ve asla parçalanmamayı emrederken, onlar, bölünüp paramparça olmayı kurutuluş reçetesi olarak benimsediler.
Üstat Necip Fazıl, ‘Bize, fil iken fare olduğumuz ısrarla telkin edildi ve biz fare olmayı kabullendik. Neden sonra fil olduğumuzu hatırladık ve bu uğurda adımlar atıyoruz’ diyerek bu gerçeğin üstünü çiziyordu.
Özellikle bizleri, bir asır boyunca ecdadımıza ve değerlerimize küfrettirdiler ve onların büyüklüğünü, ihtişamını unutturdular. Böylece yetişmekte olan nesilleri ‘köksüz’ ve bunun sonucunda da umutsuz bıraktılar.
Paramparça ettikleri İslam aleminin her bir parçasını diğerine düşman ettiler. Kendilerine tabi kabile devletçikleri kurdular; küçük lokmalar haline getirdikleri bu devletçikleri yemeye doymadılar.
İslam toplumlarının başlarındaki sözde liderler, emperyalist güçlere uşaklık yarışına girdiler; kimi Batı’nın kimi de Doğu’nun boyunduruğuna girdi.
İletişim araçlarının yaygınlaşması sonucunda bütün toplumlar, bütün bu gerçeklerden haberdar oldu ve ister istemez bir uyanış başladı. Nitekim neredeyse hiçbir İslam ülkesinin halkı, liderleri gibi düşünmüyor.
Bu durumun tipik örneği Suriye’de yaşandı, halka rağmen başta olan tağuti (şeytani) rejim yıkıldı, yıkılmak zorunda kaldı.
Dünyanın yeniden kurulduğu bu dönemde sular bulanmadan durulacağa benzemiyor!
Dünyanın her yanındaki Müslümanlar, fil olduklarını anladıkları ve fil olmanın gereklerini yaptıkları gün gerçek bayramı idrak edecekler.
Nice gerçek bayramlara
.İsrail kabına sığmıyor sığmayacak
#İsrail#Gazze#ABD
Nisan 05, 2025 06:292dk okuma
BİR türlü kabına sığmayan İsrail, kıyamet senaryolarını yazıp oynamaya devam ediyor.
Haberin Devamı
Bunu, kurulduğu günden beri yapıyor lakin Gazze katliamlarıyla birlikte aynı senaryoda gemi azıya almış durumda.
Nasılsa karışan edeni yok; ABD’yi ve kısmi azamisiyle Batı’yı arkasına alan İsrail, hukukun her türlüsünü rafa kaldırarak o iğrenç soykırımına fütursuzca devam ediyor.
Belli ki sadece Gazze ile de yetinmeyecek, Lübnan’ı ve Suriye’yi gözüne kestirmiş. Yeni bahaneler uydurarak hem Lübnan’ı ve hem de Suriye’yi bombalıyor. Her iki ülkenin de topraklarına girerek işgal eylemlerini sürdürüyor.
Yandaşı olduğu ABD’yi göstermelik olarak sürtüştüğü (İsrail-İran arasında dostlar alışverişte görsün kabilinden tam bir kayıkçı kavgası var) İran’ın nükleer tesislerini vurması için kışkırtıyor.
Akşam söylediğini sabahleyin unutan ve kelimenin tam anlamıyla sürekli gel-gitler yaşayan Trump’ın ne vakit ne yapacağı belli değil. Her an İran’ı vurabilir ve vuruşla birlikte bölgemiz yangın yerine döner.
En kötü senaryo ise ABD’nin İran’ı Türkiye’deki İncirlik Üssü’nden vurması; İran’ın da akılsızlık yapması ve misillemede bulunarak İncirlik’i hedef almasıdır.
Allah saklasın; bu durumda muhtemel bir Türkiye-İran savaşı ile bölgemiz bütünüyle alev topuna döner ve bu yangının sonuçlarını kimse hesap edemez.
İşte İsrail’in tam da istediği budur: Türkiye ile İran’ı çatıştırmak veya ABD ile bu, her iki ülkeyi çatıştırmak. Zira İsrail’in Siyonist yöneticileri biliyor ki ‘Arz-ı mevud’a’ ulaşabilmelerinin önündeki en büyük engel Türkiye’dir. Sözde Tanrı’nın İsrailoğullarına vadetmiş olduğu toprakların bir kısmı da Türkiye sınırları içinde bulunmaktadır.
Suriye’yi güneyinden işgal etmesi, Suriye’nin silah ve mühimmat depolarının bulunduğu yerleri bombalaması hep Türkiye yüzündendir. İsrail, Türkiye’nin Suriye’de askeri üs kurmasını kendisi için tehdit görüyor ve bütün bu bombalamalarla aklı sıra bunun gereklerini yerine getiriyor.
Yine Allah saklasın; bölgemizde oluşabilecek alev topunun, sadece bu bölge ile sınırlı kalabileceğini kimse söyleyemez. Zira olası böyle bir yangından ziyadesiyle etkilenecek Çin ile Rusya da olaya bir şekilde müdahil olmak zorundalar.
Haberin Devamı
Trump (ABD) şimdilik, her türlü desteği vererek ve ‘tavşana kaç-tazıya tut’ diyerek, İsrail’in tüm bu kepazeliklerine göz yummakla yetiniyor. Ama kabına bir türlü sığmayan ve sığmayacak olan İsrail’in nerede duracağı, daha doğrusu durup durmayacağı ve dolayısıyla ABD’yi ve bütün dünyayı nereye sürükleyebileceğini kimse kestiremiyor.
Aklı başındaki Türkiye yöneticileri, başta Erdoğan ve Bahçeli bölgemizdeki bu tehlikeli gidişi gördü ve içeride birliği sağlamak, kardeşliği temin etmek, dik ve güçlü durabilmek için gerekli tüm adımları attılar.
Teröristbaşı Öcalan’ın bile anlayıp barış için gerekli çağrıyı yaptığı bu netameli dönemde, başta CHP olmak üzere kimi muhalefet partileri toplumu germek, ayrıştırmak için ellerinden geleni yapıyor ve adeta İsrail’in ekmeğine yağ sürüyorlar.
Böylesi kritik bir dönemde halkı sokağa çağırmakla, yerli ve milli ürünlere boykot çağrısı yapmakla bizzat kendilerinin milli güvenlik sorunu olduklarını görmüyorlar, göremiyorlar.
Heyhat ki heyhat!..
.
.Muhalefet bu olmasa gerek
#Muhalefet#CHP#Özgür Özel
Nisan 07, 2025 06:293dk okuma
Hep söylüyoruz ama derdimizi anlayan yok.
Türk demokrasisinin, ta en başından beri en büyük eksiği sorumlu bir muhalefet partisinin olmayışıdır. Bunun da sebebi gayet açıktır: CHP kendini bu ülkenin sahibi; iktidarda olsun, muhalefette olsun diğer bütün siyasi partileri de kiracısı olarak görüyor.
Bundan dolayıdır ki kiracıların iktidarda olmalarını hazmedemiyor.
Diğer bir anlatımla CHP, Cumhuriyet’in kurucusu olmakla kendini hancı görüyor, başka bütün partileri ise yolcu olarak görüp değerlendiriyor. Kendisi demirbaş, diğerleri gelip geçenler; olsalar da olamasalar da bir şey değişmez.
CHP’ye göre, kendi dışındaki partiler; olduklarında sayılmazlar, olmadıklarında aranmazlar!
Halbuki gerçekten çok partili ve gerçek bir seçimle demokratik hayata geçtiğimiz 1950 yılına kadar üç siyasi parti kurulabilmiş ve bunların hepsi de CHP’nin içinden çıkmıştı. İlk ikisinin yaşamasına bizzat CHP izin vermemiş ve doğdukları gibi boğulmaları bir olmuştur.
CHP, mahut sakat anlayıştan bir türlü kurtulamamış; milletçe uzaklaştırıldığı iktidara, şu veya bu şekilde gelebilmek için gayr-i meşru ne kadar yol varsa hemen hepsini denemiş ve birçoğunda da başarılı olmuştur. Diğer bir ifadeyle yaptırmış olduğu darbelerle iktidara ortak olmuştur.
Gerçek demokrasilerde darbe, hiçbir siyasinin aklının ucundan bile geçmezken; bizdeki vesayetle illetli demokraside ise darbeler, CHP’lilerin akıllarından hiç çıkmaz. Zira şu söz CHP’nin 2. Genel Başkanı İnönü’ye aittir: “Şartlar tamamlandığında, ihtilal meşru bir haktır! O zaman sizi, ben bile kurtaramam!”
CHP kafasına göre, seçimleri kendileri kazanmışsa yaşasın demokrasi; CHP kaybetmişse göbeğini kaşıyanların seçtiklerinden ne menem demokrasi olur; köylünün oyu ile biz aydın CHP’lilerin oyları bir olur mu? Bizim kıymetimizi bilip seçmeyen bu millet cezalandırılmalıdır!
CHP kafasının demokrasi anlayışı tek cümle ile ‘benden sonrası tufan’dır.
Milli duruşuyla öne çıkan Bülent Ecevit, CHP’deki bu sakat anlayışı gördüğü için doğup büyüdüğü ve genel başkanı olduğu CHP’den istifa etmiş ve ömrü boyunca bir daha CHP’nin semtine uğramamıştır.
Haberin Devamı
Yalnızca dünkü ve bugünkü genel başkanlara yani Kılıçdaroğlu ve Özel’e bakalım: Bunlardaki sorumsuzluk örneğini dünyanın hiçbir tarafında göremezsiniz. Muhalefeti adeta devlet ve millet düşmanlığı şeklinde anlıyor ve bu pervasızlığı en iğrenç şekillerle sergiliyorlar.
Düşünebiliyor musunuz; Türkiye’yi yurtdışına şikâyet ediyor ve oralardan medet umuyorlar. İngiltere sahip çıkmadığı için Özgür Özel çok üzgünmüş. Vaktiyle aynı İngiltere’den medet uman Jön Türkler de İngiliz büyükelçinin arabasından atları söküp kendileri koşularak çekmişlerdi.
Şimdikiler de Türkiye’ye turist göndermeyin, zira orada can güvenliği yoktur, Türkiye ekonomisini batırmak için ellerinizden geleni ardınıza koymayın diyerek öz ciğerlerinin ufunetini kusuyorlar.
İngiliz bile İngiliz’e böyle bir uşaklık yapmamışken, sözde Türklere ne oluyor da bu denli alçalabiliyorlar? Anlayabilen beri gelsin!
Gençleri sokağa çağırmak ve yerli ve milli sermayeyi hedef almak ve kimi mal ve hizmetler boykot çağrısı yapmak hangi ‘sokma aklın’ ürünüdür? Bu sorumsuz kafa ne yapmak istemektedir?
Aynı sorumsuzluğu karşıdakiler de gösterirse işin nereye varabileceğini hiç mi düşünmezler?
Bu vatanın ekmeğini yiyen insanda kişniş şekeri kadar akıl olsa siyonist Netanyahu ve şürekâsı ile Türkiye düşmanlığı konusunda aynı safta yer alır mı?
Yazık ki ne yazık!
.
.Asıl cuntacı
#Özgür Özel#Cumhurbaşkanı Erdoğan#Cuntacılık
Nisan 09, 2025 06:292dk okuma
İNSAN, insanın aynasıdır diye boşuna dememişler. Bu durumun tipik örneğini CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Sayın Erdoğan için sarfettiği ‘cunta başkanı’ ifadesinde görmekteyiz. Belli ki Sayın Özel, cuntacı diye suçlamaya çalıştığı muhatabının boy aynasında bizzat kendini görüyor ve kendini tarif ediyor.
Zira CHP’nin sicili ‘cunta’ ile özdeşleşmiştir. Cunta demek, milli irade ile işbaşına gelmiş meşru iktidarı silah kullanarak görevinden uzaklaştırmak ve zorla ülke yönetimini ele geçirmektir.
Utanmadan, sıkılmadan kullandığı şu ifadeye bakar mısınız: “Cunta başı! Boşuna uğraşma seni ne ABD ne Trump kurtarabilir.”
Dikkat edilirse; Sayın Erdoğan milli iradenin oylarıyla işbaşına gelmiş ve hem mahut muhalefete ve yine bu muhalefetin bel bağlayıp medet umduğu dışarıdaki devletlere rağmen Türkiye’yi ‘C’ liginden almış ve ‘A’ ligine çıkarmayı başarmıştır.
Yani bizdeki mahut muhalefetin ve dış güçlerin engellemelerine rağmen Sayın Erdoğan, ülkesini hepsinin gözlerini kamaştıracak şekilde kalkındırmıştır.
Diğer bir deyişle; ülkesini ‘uydu’ konumundan çıkarıp küresel güç haline getirmiştir.
CHP ise resmen İngiltere’den, sözde kardeş addettiğiniz İngiliz Sosyalist Partisi’nden medet umarak yardım dileniyor. İstanbul Belediye Başkanı’nın tutuklandığını ifade ederek, bunların (İngilizlerin) neden müdahale etmediğini sızlanarak dillendiriyor.
Belli ki CHP’nin hali hiç değişmemiş; dün nasıl idiyse bugün de aynı. 1940’lı yıllarda CHP ülkemizi her şeyiyle İngiliz ve Amerikan güdümüne sokmuştu. Onlar da göstermelik (vesayet) bir demokrasi ile ülkemizi NATO’ya dahil etmişti.
O gün bugündür CHP, hiçbir zaman milli iradeye saygılı olmamış, halkın seçtiği iktidarları ‘cunta’ marifetiyle düşürmüş ve vesayet kafalı asker yandaşlarının kurdurduğu sözde partiler üstü hükümetler eliyle iktidarını sürdürmüştür.
Görüldüğü üzere; CHP hiçbir zaman milletin oyları ile iktidar olamamış, lakin her on yılda bir cunta darbeleriyle kurulan hükümetlerde haksız bir şekilde yer almıştır.
Nasıl ki Türkiye’de cunta deyince, dışarıda akla ABD geliyorsa, içeride de CHP gelir.
1960 darbesini yapan cuntanın başkanı, vaktin CHP Genel Başkanı İnönü’ye telefon ederek “Paşam sizin emirleriniz bizim için Peygamber buyruğudur” demiştir.
1950 seçimleriyle iktidardan alaşağı edilen CHP’nin haline tahammül edemeyen o günün askeri vesayet odakları (kuvvet komutanları) İnönü’ye telefon ederek seçimleri iptal edebileceklerini söylemiştir.
Haberin Devamı
Keza 1961 seçimlerinde de yasaklanan ve başbakanı ve bakanları idam edilen DP’nin yerine kurulan AP, oyların yüzde 34’ünü alınca da aynı cunta heveslileri İnönü’ye gelip seçimleri iptal edip, kendisini cuntanın başı yapabileceklerini söylemişlerdir.
Görüldüğü üzere vesayetle illetli demokrasi tarihimizin CHP’si sürekli olarak cuntacılarla iş tutmuş ve halkın vermediği iktidarı mahut cuntalar marifetiyle elde etmiştir.
Şimdi ise cuntacılıkla malul CHP’nin başı çıkmış, Sayın Erdoğan’a cuntacı demeye getiriyor.
Sayın Erdoğan bu milletin yüzde 52 temiz ve helal oylarıyla seçildi. CHP, asıl milletle kavgalıdır sen nasıl olur da Erdoğan’ı seçersin demek istiyor.
CHP’nin sicilinde tek partili seçim ve bunun sonucunda faşizan bir yönetim var; şimdi de onun özlemiyle yanıp tutuşuyorlar.
Kahrolsalar da geçti Bor’un pazarı!
.
.Ekonomi savaşları
#Ekonomi Savaşları#ABD#Donald Trump
Nisan 12, 2025 06:292dk okuma
ABD Başkanı Trump aldığı kararlarla dünyayı sarsmaya devam ediyor.
Demek ki, başında bulunduğu eski dünya düzeninin yıkılmakta olduğunu o da gördü. Trump’ın aldığı radikal kararlara bakılırsa, kurulacak yeni dünya düzeninin çok parçalı olacağı görülüyor.
Kurulacak yeni düzende, Çin’in devasa ekonomik tehditleri karşısında, ABD’nin lider olması şöyle dursun, Trump’ın tabiriyle ABD, canını kurtarma derdinde.
Aksi halde; yıkılması mukadder olan düzenin altında kalmaları işten bile olmadığını bizzat Trump ifade ediyor.
Belli ki, dünün dünya patronu, hoyratça harcamaları yüzünden dara düşmüş; dünya genelinde özellikle akılsızca yaptığı harcamaları (neredeyse dünyadaki bütün terör örgütlerine, haksız yere işgal ettiği çeşitli ülkelere ve İsrail’e aktarılan yüz milyarlarca dolar) ABD’yi iflasın eşiğine getirmiştir.
ABD ekonomisi bu şekilde gerilerken, buna mukabil Çin ekonomisi ahtapot misali bütün dünyayı kuşatıyor. Bu durumu, kendisi için tehdit olarak gören ABD, Çin’in ürettiği mal ve hizmetlere karşı aşırı vergilerle gümrük duvarları örüyor.
Son aşamada ABD’nin, Çin mallarına uyguladığı toplam gümrük vergisi oranını yüzde 104’e yükseltmesi bütün dünyada tam manasıyla bir ticaret savaşı olarak yorumlandı.
ABD’nin restini gören Çin de ‘sonuna kadar savaş’ diyerek, ABD’nin yüzde 104 ek gümrük vergisi kararına yüzde 84 ile karşılık verdi.
Adeta çılgına dönen Trump, Çin mallarına vergi oranını yüzde 145’e çıkardı ve yakın zamanda ilaç ithalatına da ‘büyük’ tarifelerin uygulanacağını bildirdi. Çok yakında büyük tarifeler açıklanacağını belirten Trump, bu sayede diğer ülkelerdeki ilaç firmalarının tesislerini ABD’ye taşıyacağını söyledi.
Trump, ‘açıklayacağımız yeni kararları ilaç firmaları duyduğunda Çin’i terk edecekler, diğer yerleri terk edecekler çünkü satış yapmak zorundalar, ürünlerinin çoğu burada satılıyor’ ifadelerini kullandı.
Çin ile ABD arasındaki ticaret geçen yıl 585 milyar civarında idi. ABD, Çin’den 440 milyar dolar mal ithal ederken, Çin, ABD’den 145 milyar dolarlık mal satın aldı.
Çin ile ABD birlikte, küresel ekonominin yüzde 43’ünü oluşturuyor. Bu iki ülkenin ticaret savaşlarına girmeleri demek, her iki ülkenin de büyümelerinin yavaşlamasına ve ekonomilerinin resesyona (durgunluğa) girmesini doğurur ve bu durumdan kendileri kadar diğer ülkeler de etkilenir.
Malum, Çin, dünyanın en büyük üreticisi konumundadır. Ülke içinde tükettiğinden çok daha fazlasını üretiyor. Çin’in 1 trilyon dolarlık bir üretim fazlası var. Buradaki sübvansiyonla, devlet destekli ucuz krediler ve ucuz iş gücü üretim maliyetlerinin gerçekte olması gerekenin altında kalmasını sağlıyor.
Bundan dolayı da dünyadaki hiçbir ülke Çin ile rekabet edemiyor.
Trump, Çin ile başlattığı ticaret savaşının altında kalabilir ve bu savaş Allah saklasın sıcak savaşa da dönüşebilir.
Zira dünyadaki bütün savaşların temelinde ekonomi yatmaktadır.
Trump direttikçe, Çin alttan almıyor ve bu ikili arasında kıyasıya bir bilek güreşi cereyan ediyor.
Üstten bakan ve neredeyse bütün dünyayı karşısına alan kibirli Trump’ın bu savaşı kazanması imkânsız. Zira daha şimdiden yelkenleri indirmek zorunda kaldı.
.
|
Bugün 312 ziyaretçi (2038 klik) kişi burdaydı! |
|
 |
|
|