|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
.Utanmaz yüz
#Kafkaslar#Suriye#Ortadoğu
Ocak 01, 2025 06:302dk okuma
Paylaş
Bilmeliyiz ki Türkiye, Türkiye’den ibaret değildir.
Biz istesek de istemesek de bu, böyledir. Diğer bir deyişle, dünya kamuoyundaki Türkiye, Türkiye’dekinden çok daha büyüktür. Türk’ün tarihi misyonu, onu, bulunduğu coğrafyanın çok ötesine taşıyor.
‘Türkiye’nin Suriye’de ne işi var?’, ‘Türkiye’nin Libya’da ne işi var?’, ‘Türkiye’nin Kafkaslarda ne işi var?’, ‘Türkiye’nin Balkanlarda ne işi var?’, ‘Türkiye’nin Afrika’da ne işi var?’ gibi sözlerin hepsi lafügüzaftan (boş lakırdı) ibarettir ve gerçekle yakından ve uzaktan bir ilgisi yoktur.
Mahut zevat, dillerine pelesenk etmiş oldukları ‘yurtta sulh, cihanda sulh’ ifadesini de son derece yanlış anlıyor ve çok yanlış değerlendiriyorlar. Onların dedikleri gibi olsaydı, Hatay, bugün vatan sınırları içinde olabilir miydi?
O günün (1937) şartlarında oluşturulan ve Türkiye’nin de kurucu üye olarak yer aldığı Sadabat Paktı niçin kurulmuştu?
Oysa bunlara göre; Ortadoğu bataklıktan ibarettir, o batağa giren kendini de batırır.
Bu kafaya göre; Türkiye Ortadoğu’nun işlerine karışmamalı, özellikle Arap ve İslam ülkelerini kendi hallerine bırakmalı ve asla onların işlerine burnunu sokmamalı. Bir asır boyunca şu aşağılık cümleyi milletin beynine kazımak istediler: ‘Ne Şam’ın şekeri ne Arap’ın yüzü!’
Halbuki bu aşağılık lafı söyledikleri insanların dedeleri, bu vatan uğruna çarpışarak can vermiş Şamlı Araplarla birlikte, Çanakkale sırtlarında koyun koyuna yatıyorlar.
Bu kafa, yalnızca Suriye’nin, Türkiye’nin de gayretleriyle bugün geldiği noktaya bakıp utanmalıdırlar. Ama diyeceksiniz ki; Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ’ının işgalden kurtulmasına bakıp utandılar mı ki, bundan utanabilsinler?
Utanacak yüzü olmayan bu kafaya Suriye gerçeğini, sınırımızın dibinde varlığımıza kasteden, emperyalistlerin bu tuzağını, bu aşağılık oyunu anlatamazsınız. Anlatsanız da anlamazlar.
Düne kadar, Suriye’de emperyalistlere uşaklık yapan, Türkiye ve kendi halkının düşmanı aşağılık bir diktatör vardı. Bu kafanın ne denli anlayışsız olduğuna bakın ki, Esed denilen bir insan kasabına değil de Erdoğan’a diktatör diyebiliyorlar ve Esed’in gidişinden üzüntü duyuyorlar.
Bu kafa; ülkesini adeta bir kubur faresi şeklinde terk eden kasap Esed için yas tutuyor iyi mi?
Neden, biliyor musunuz? Bunların kankası, insanlığın yüzkarası Esed, sözde laikmiş, sekülermiş (dinden bağımsız), onun yerine gelenler ise öyle değilmiş, yani dini hüviyetleri varmış.
Bu kafanın laiklikten ne anladığını görüyor musunuz?
Dün, Suriye, Türkiye’ye düşman olup yeni yeni düşmanlar üretirken ve bunların ağa-babalarına taşeronluk yaparken, bugün Türkiye’nin yanında, el ele, omuz omuza yürüme gayretinde.
Bütün bunlar demek oluyor ki, bu mahut kafalar istemese de Türkiye yükselecek ve Türkiye Yüzyılı, kararan dünya ufkundan bir güneş gibi parlayacaktır.
.Fuat Bol
Yazarın Tüm Yazıları
Terörün köküne kibrit suyu
#Terör#Suriye#Esed
Ocak 04, 2025 06:302dk okuma
Cihan İmparatorluğumuza kasteden düşmanlar, sahip olduğumuz coğrafyayı paramparça etmekle yetinmemiş, her bir parça üzerinde, kendilerine uşaklık yapacak ‘çıbanbaşı’ yönetimler kurmuşlardı.
Emperyalistlerin, tüm sömürgelerine tatbik ettikleri bu yöntemin özeti; ‘böl, parçala, kaos üret, birbirine kışkırt, sömür ve yönet!’.
İşgal ettikleri ve sınırlarını cetvelle çizip belirledikleri tüm İslam beldelerinde totaliter (baskıcı-zalim) yönetimler oluşturdular. Cetvelle çizerken, birbirlerini akraba olan yerleşim yerlerinin ortasından geçtiler, beldenin yarısı bir ülkede diğer yarısı öbür ülkede kaldı.
Türkiye-Suriye sınırı, bu durumun tipik örneğidir. On yıllar boyu bu insanlar, dini bayramlarda birbirlerini tel örgüler ardından görebildi; hediyelerini birbirlerine tel örgüler üzerinden atabildiler
Suriye halkının çoğunluğu Sünni Müslüman iken, ülkenin yönetimine Nusayri (Hz. Ali’ye Allah diyen bir inanış) azınlık getirilmiş. Bunun gibi Irak’ta, çoğunluk Şii olmasına rağmen buranın yönetimine de Sünni yöneticiler getirilmişti.
Sahiplerinin sesi bu denli zorba yönetimler de ülkelerini, açık, yarı açık ve kapalı hapishaneler haline getirmek suretiyle baskıyla ve zulümle yönettiler.
Esed, ülkesinden kaçtıktan sonra Suriye’de ortaya çıkan korkunç manzara her şeyi anlatıyor. Tüm emperyalist ülkeler, bu insanlık dramlarının elbette farkındaydılar lakin onlara göre insanca zayiat yoktu. Zira kendi dinlerinden ve ırklarından olmayan bu insanlar, insan sayılmıyordu.
Ve onlara göre bunları telef etmekte herhangi bir sakınca görülmez.
Zulüm payidar olmaz; her şey en ince yerinden zulüm ise en kalın yerinden kopar.
Türkiye’nin sınırındaki bu ülkeler, emperyalistler tarafından terör bataklığına dönüştürüldü ve ülkemizin başına bela edildi.
Emperyalistlerin, bölgemizdeki, görünür jandarması İsrail’dir, görünmeyen jandarmaları ise başta Suriye ve İran olmak üzere bölgemizdeki uydu ülkelerin hemen hepsidir.
İran ve Suriye’deki Esed rejimi, görünürde İsrail düşmanıdır, gerçek ise, bunun tam tersidir.
Batıya ve İsrail’e uşaklık yaptırılan tüm bu ülkeler, Türkiye’ye de düşmanlık yaptırılmak üzere kurgulanmıştır. Türkiye’nin başına bela edilen PKK-PYD-YPG ve DEAŞ terör örgütlerini, ülkelerinde barındıran ve üzerimize saldırtan ülkelere bakın, kimlerin kimlerle ittifak halinde olduğunu görürsünüz.
Şii yayılmacılığı emeli güden İran’ın önü açılmıştı; meydanı boş bulan İran da Körfez boyunca (Yemen dahil) yayılmıştı. İran, kullanıldığının farkında olmadan, yalnızca Sünni Müslümanları katletti.
Emperyalistlerin amacı, İran’ın bu denli katliamları sonucunda, Sünni-Şii savaşı çıkarmaktı.
Türkiye’mizin, bölgemizdeki ‘nazım’ rolü sayesinde bu savaş önlendi.
Ve yine Türkiye’mizin, tüm emperyalistlerin karşı koymalarına rağmen, bölgemizde yürüttüğü ‘ince’ diplomasi sayesinde Suriye’deki zulüm rejimi çöktü ve baştaki zalim Esed, ülkesinden kaçmak zorunda kaldı.
Ve şimdi sıra, Türkiye’mizin başına bela edilen terör örgütlerinin köküne kibrit suyu ekmeye geldi.
.Fuat Bol
Yazarın Tüm Yazıları
İletişim
Hep aynı oyun
#ABD#Rusya#Trump
Ocak 06, 2025 06:302dk okuma
Paylaş
ABD, hep aynı oyunu hem de çok pis oynuyor.
Bütün bu oyunlar hem kendi içinde hem de bütün dünyada kaos çıkarmak için. Üstelik bu oyunları kendi içinde oynadığı gibi uydusu olan tüm ülkelerde de oynatıyor.
Biz, Türkiye olarak bu oyunları çok gördük ve hemen her seferinde kaosa sürüklendik.
ABD, bütün bu pis oyunları kendi derin devleti vasıtasıyla işliyor ve işletiyor.
İşte, 11 Eylül faciasını meydana getirtip ürettiği bahane ile bölgemizi ateşe verdi. Irak’ı ve ardından Afganistan’ı işgal etti, Suudi Arabistan’ı haraca bağladı.
Yaptırmış olduğu sözde İbrahimi anlaşmalarla, bölgemizdeki ülkelerin birçoğunu İsrail’in emrine verdi. İsrail ne yaparsa yapsın, bu ülkelerden hiçbirinin sesi sedası çıkmaz, çıkamaz.
İsrail tarihin kaydettiği en vahşi soykırımı Gazze’de uyguluyor, mahut ülkelerden en ufak bir ses çıkmıyor, çıkamıyor.
Meydanı boş bulan İsrail durur mu? Gemi azıya alarak her tarafa saldırıyor. Ne Lübnan bıraktı ne Suriye!
İsrail’in derin devleti, ABD derin devleti ile ortak çalışıyor.
Belli ki aceleleri var; Trump göreve başlamadan (20 Ocak) bölgemizi ateş topuna çevirmek istiyorlar.
ABD’nin New Orleans kentinin en işlek caddesi olan Bourbon’da bir araç kalabalığa dalıyor ve on beş kişinin ölümüne, 30 kişinin yaralanmasına sebep oluyor. Olayın faili Ortadoğu kökenli Amerikan vatandaşı Şemsettin Cabbar isimli bir kişi. Aracında yapılan aramada patlayıcı madde ve DAEŞ bayrağı(!) bulunuyor.
Alın size yeni bir ‘11 Eylül’ senaryosu!
O gün hedefte Irak merkezli tüm Ortadoğu vardı, bugün ise Suriye merkezli; bu kez Türkiye dahil yine tüm Ortadoğu var!
Neden Türkiye?
Çünkü Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunuyor; ABD ise Suriye’yi Iraklaştırmak yani bölüp parçalamak istiyor.
Destekleyip büyüttüğü, silahlandırıp eğittiği SDG’ye (PKK-YPG-PYD) alan açıp özerklik vermek istiyor.
Bahanesi hazır: Bu güçler DAEŞ’la savaşacak!
Aksi halde işte görüldüğü üzere ABD’nin sokakları bile güvende değil!
Bunun için 15 kişi değil 115 kişi ölse ne gam!
Söz konusu olan ABD’nin yüce menfaatleri olduğuna göre gerisi teferruattır.
İsrail böylece gökte aradığını yerde bulmuş oldu; Türkiye ile ABD’yi karşı karşıya getirdi.
Rusya’nın ve İran’ın pılı pırtılarını toplayıp alelacele Suriye’den nasıl ve niçin sıvıştıklarını anladınız değil mi?
Söyleyin bakalım; ABD mi İsrail’in emrinde, İsrail mi ABD’nin emrinde?
Kırk satır mı kırk katır mı?
Vay benim köse sakalım!
..Fuat Bol
Yazarın Tüm Yazıları
İletişim
Bunca cehalet ancak tahsille mümkün
#Esed#Suriye#Arapça
Ocak 08, 2025 06:292dk okuma
Paylaş
NE günlere kaldık! Elif’i görse mertek sanan kimi kişileri profesör yapmışlar.
Bu tiplerin zavallı hallerini görünce gerçekleri haykıran bilim ve biliminsanları adına utanıyor ve doğrusu yerin dibine geçiyoruz!
Bizim ülkemizdeki kadar kimi branştaki profesörlüğün bu denli ucuz, boş ve beleş olduğu başka bir ülke var mıdır, bilmiyoruz.
Bizdeki bu profesörler, belli ki bunca katmerli cehaletlerini onca tahsille elde etmişler!
Bu tipler, cehalette (bilgisizlikte) profesörler ve dolayısıyla cehalette bunların eline su dökecek kara cahil bulmak mümkün değildir.
Gerçek biliminsanlarını tenzih ederek belirtmeliyiz ki bu tipler evvel emirde sözde ihtisas yaptıkları konunun zır cahilidirler. Bu vahim durum bu haliyle kalsa bir derece...
Bu utanmaz tipler belli ki bir yerlerden yemleniyorlar ve o bir yerlerin adına ahkam kesiyorlar. Küstahça yalanlarını gerçekmiş gibi anlatıyorlar.
Kullanışlı bu tipler, kendilerine verilen görevleri yerine getirmek için, gazete sayfalarını karalayarak ve televizyon ekranlarında boy göstererek yalan ve iftiralarını kusuyorlar.
Sözde Profesör, Devlet-i Aliye-i Osmaniye ifadesini ‘Osmanlı Ailesinin Devleti’ diye yalan ve yanlış söylüyor. Ve ‘Bir aile devleti mensubu olmaktan kurtulduk’ diye zırvalıyor.
Halbuki Osmanlı Devleti’nin adı tüm resmi kayıtlarda, uluslararası yazışmalarda Devlet-i Aliye’dir. Yani ulu, büyük, yüce devlet. Son asırda ise Devlet-i Aliye-i Osmaniye şeklinde ifade edildi. Yani Yüce Osmanlı Devleti.
Arapça’nın Elifba’sını (alfabe) bilen bile elif harfi ile ayn harflerinin farkını bilir. Devlet-i Aliye’deki a harfi elif olmayıp ayn harfidir. Ali isminde olduğu gibi.
Aklı sıra bu yalanı ile Osmanlı devletini küçümseyecek ve kötüleyecek; güneşin balçıkla sıvanacağını sanan bu zavallı değil Türklerin, Batılıların yazdığı Osmanlı tarihini bile okusa oradaki ihtişamı görecek ama nerde!
Bir diğer televizyon programında da yorumcu, Suriye Devlet Başkanı’nın ismini Esed diye söyleyince yine profesör unvanlı başka bir yorumcu, o isim Esed değil Esad’dır diye kükredi. Esed diyen kişi ısrar etti; “Efendim o kişinin ismi Esed, Arapça aslan manasındadır; bendeniz orijinal yazılışını da biliyorum, Türkiye’de yanlış olarak Esad deniyor” dedi.
Haberin Devamı
Sen misin doğruyu söyleyen! Cehalet tahsili yapan profesör adeta çıldırdı: “Burası Arabistan değil, Türkiye’de Esad deniliyor, doğrusu da Esad’dır, Esad denilmesi lazım; Esed denilemez!”
Sonuçta, yalancı profesör, yanlışı bağıra çağıra kabul ettirdi.
İşte burası böyle bir ülke; yalanların, yanlışların en üst perdeden dillendirilip gerektiğinde de zorla kabul ettirilen sahteler ve sahtekârların cirit attığı bir diyar...
Ve bundan dolayıdır ki bu ülkede kırk yıllık ‘kani’ler ‘yani’, ‘yani’ler de ‘kani’ diye bilinir; kimi hainlerin kahraman bilinip kimi kahramanların hain bilindiği gibi.
Önce milleti cahil bıraktılar; okuyanlara da yanlışı doğru diye bellettiler, bunun sonucunda da meydan yeri bu denli sahtekârlara kaldı!
.Fuat Bol
Yazarın Tüm Yazıları
İletişim
CHP’yi anlayan var mı?
#CHP#ABD#Öcalan
Ocak 11, 2025 06:293dk okuma
Paylaş
Türkiye’miz ve bölgemiz çok netameli bir süreçten geçiyor.
Bunun da yegâne sebebi, başta ABD olmak üzere ütün emperyalist ülkelerin gözlerinin bu yorgun coğrafya üzerinde bulunmasındandır.
Eski Osmanlı toprakları olan bu kadim bölgeyi, paramparça edip, bir asır boyunca sömürdükçe sömürdüler. Doymadılar; şimdide ikinci bir asır boyu, nasıl sömüreceklerinin hesaplarının içindeler.
Emperyalizmin ileri karakolu ve sözcüleri konumunda olan İsrail, niyetlerini gizlemeden açık açık söylüyor: İsrail’i merkeze alacak bir Orta-Doğu’nun haritaları sil baştan yeniden çizilecek ve hedefe Türkiye konulacaktır.
Dikkat buyurun; hedefe İran değil, Türkiye konulacaktır.
İran’ın bölgemizdeki gerçek dostlarının, neden Esed, Ermenistan ve İsrail olduğu daha iyi anlaşılıyor değil mi? İsrail cürmü kadar yer yakar lakin İsrail, İsrail’den ibaret değildir.
Bundan dolayıdır ki, Türkiye’yi hedef almaktan çekinmemektedir. Zira böyle bir durumda çok iyi biliyor ki, Türkiye ile savaşacak olan İsrail’den ziyade ABD olacaktır.
İsrail, daha şimdiden PKK-YPG’nin hamiliğine soyunuyor; akılları sıra Suriye’de kuracakları kanton devletçikle Türkiye ile önce sınır komşusu, bilahare Türkiye’yi parçalayıp ‘Arz-ı mev’ud’a’ kavuşacaklar.
Siyonist aklın, bu emelini gerçekleştirmek için ABD’yi kullanmaktan ve Türkiye ile karşı karşıya getirmekten başka şansı yok.
Bu tehlikeli durumu önceden sezen Cumhur İttifakı yetkilileri (Erdoğan ve Bahçeli) ellerini değil, gövdelerini taşın altına koyarak, içerideki barışı sağlamak için adeta çırpınıyorlar.
Bu amaçla DEM Parti’ye ve Abdullah Öcalan’a el uzatıp çağrıda bulunuyorlar. Kendilerine şu deniliyor: Yakında bu bölgede dananın kuyruğu kopacak! Ey DEM Parti Türkiye partisi ol, terör örgütüyle ilişiğini kes ve safını belli et! Ey Öcalan sen de kurmuş olduğun ve uzun süredir emperyalistlerin güdümünde olan terör örgütüne seslen; silah bıraksınlar ve örgütü lağvetsinler! Sen de memlekete getirilirken verdiğin sözünde dur; sen de safını belli et!
DEM Parti yetkilileri, çağrıyı benimsedi ve gidip Öcalan’la görüştü. Bilahare TBMM’deki bütün siyasi partileri ziyaret edip, hedeflenen iç barış için, neleri, nasıl yapılması gerektiği hususunda görüş alış-verişinde bulunuyorlar.
Bu arada ana muhalefet partisi olan CHP’yi de ziyaret ettiler. Malum; her iki seçimden önce de sonra da DEM Parti ile en iyi ilişki kuran ve hatta seçim ittifakı yapan CHP idi.
Buna rağmen, CHP tuhaflaştı, ne dediğini kendi de bilmez bir hal aldı. İki saate yakın görüştüler, çıkışta CHP Genel Başkanı Özgür Özel, sürekli top çevirdi ve dişe dokunur hiçbir şey söylemedi. Partiler üstü böylesine milli bir konuyu, yine sığ parti hesapları için heba etmek derdinde. Yok, her şey şeffaf olmalıymış, yok şehit ruhları ve şehit anaları incinmemeliymiş, yok TBMM’de Komisyon kurulmalıymış ve daha bir ürü ipe sapa gelmez boş söz...
Boş söz; zira komisyon demek, bu kritik süreçte ipe un sermek demek. Boş söz; sanki şehitlerimizin ve şehit analarının ruhlarını incitmeye yönelik bir söylem ya da eylem var. Barıştan, huzurdan kim, neden incinsin ki?
CHP, yoksa ziyaret etmedikleri Diyarbakır annelerinin evlatlarına kavuşmasından rahatsız mı oluyor?
Çıkıp da mertçe; terör örgütü PKK silah bırakmalıdır, demedi, diyemedi. Bu muğlak tavır, Ana muhalefet partisine yakışır mı? Elbette yakışmaz. Belli ki, her zaman olduğu gibi CHP’nin niyeti, bu konuda da bozuk.
Kaç şehit cenaze evine ya da şehit analarının yanına gidip onların dertlerine ortak oldular?
CHP, önce milletim, vatanım; daha sonra partim ve ben demeden ve bunu kuvveden fiile çıkarmadan ne dese boş.
Belli ki, DEM Parti oyları Özgür Özel ve avenelerinin gözlerini kör, kulaklarını sağır etmiş; o oyları kaybedeceklerinden korkuyorlar. Tıpkı, eskiden sahip oldukları İttihatçı kafasıyla yaptıkları gibi, ‘Edirne’yi Enver (paşa) alacağına Bulgar alsın’ diyorlar!
Yazık ki ne yazık!
.Fuat Bol
Türkiye, tarihinin en güçlü dönemini yaşıyor
#Türkiye#ABD#İtalya
Ocak 13, 2025 06:292dk okuma
Paylaş
CİHAN devletimizi kaybettiğimizde çeşitli cephelerde savaşan, kâh çarpışırken kâh muhtelif hastalıklardan 2 milyona yakın insanımızı yitirdik.
Anadolu steplerine sürülmüş, kalan bir avuç askeri terhis edilmiş, tüm tersanelerine ve stratejik sahalarına el konulmuş; yorgun, bitkin ve perişandık.
O halde iken bile Kurtuluş Savaşı verip, ittifak halindeki düşmanı (İngiltere, Fransa, İtalya, Rusya, Yunanistan) ülkemizden kovmuş ve son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında alınan kararı (Misakımilli) az bir noksanıyla yerine getirdik.
Birlikte Cihan Savaşı’na girip yenildiğimiz Almanya’da bugün yükseliş trendini sürdüren aşırı sağcı parti AfD’nin eşbaşkanı Alice Weidel şunları söylemek zorunda kalıyor:
“...ABD şüphesiz ki dünya çapında geniş bir etki alanına sahip eşsiz bir küresel süper güçtür. Buna genellikle imparatorluk deriz. Ancak bu çok garip bir imparatorluk; pazartesinden çarşambaya dünyayı yöneten ancak perşembeden pazara bunu tekrar yapmak istemeyen bir imparatorluk...
Biz Almanlar yenilmiş bir halkız. ABD’nin kölesiyiz, bunu inkâr etmeyeceğim. Köle olmanın avantajları vardır. Biz hizmetkârın en asil hakkı efendisinin savaşlarına katılmamak, barışın tadını çıkarmaktır. Ancak ABD bundan da hoşlanmıyor. Son otuz yıldır Avrupa’da, Ortadoğu’daki birçok savaşta yer almamızı istediler. Fakat niye savaşalım ki? Bir imparatorluk olacaksanız o zaman bunun için gidip kendiniz savaşmalı, kanınızı, mallarınızı feda etmelisiniz. Özgür olmayan kölelerin bu savaşı sizin adınıza sürdürmesini beklemeyin!”
Bu acı itirafla ABD’nin sözde müttefiki olan ülkelerle nasıl kedinin fare ile oynaması gibi oynadığını ve onları aşağılayıp ateşe atmak istediğini görüyor musunuz?
Almanya’ya bunu yapmak isteyen ABD, Türkiye’ye neler yapmak istemez ki!
Neler yaptığını görmüyor muyuz?
Allahütealâ’ya sonsuz şükürler olsun ki Türkiye’miz bugün tarihinin en güçlü dönemini yaşıyor.
Özellikle son yirmi yılda savunma sanayiisnde yoğun gayretler sarf edip çok önemli başarılara imza attık. Bugün geldiğimiz nokta itibarıyla Türkiye’miz değil emir almak bilakis emir verme durumuna gelmiştir.
Ve artık konumu, davranışı belirlenen değil başkaları için konum ve davranış belirleyen bir ülke olmuştur. Her zaman söylüyoruz; yaşamakta olduğumuz bu çetin ve stratejik coğrafyada güçlü ve hatta çok güçlü olmak mecburiyetindeyiz.
Haberin Devamı
Güçsüz olduğumuz dönemde birçok terör örgütünü başımıza bela ettiler ve biz bu bela ile kırk yıldır uğraşmaktayız. Kalkınmaya harcayacağımız kaynaklarımız terörle mücadelede sarf ediliyor.
Geldiğimiz noktada ise mahut terör örgütlerinin artlarındaki güçler sırra kadem bastığı gibi terör örgütleri de kaçacak ve sığınacak bir delik bulamıyor.
Bulamayacaklar da...
Ya silah bırakıp teslim olacaklar ya da kahredici pençemizin altında ezilmekten kurtulamayacaklar.
Başta şehitlerimiz ve gazilerimiz olmak üzere emeği geçen herkese, savunma sanayimizi kuvveden çıkaran görünür görünmez tüm kahramanlarımıza, tüm kahraman güvenlik güçlerimize ve özellikle bu sarsılmaz ve çelik iradeyi gösteren siyaset ve devlet insanlarımıza teşekkürü borç biliyoruz.
.
Erdoğan ve Bahçeli
#Erdoğan#Bahçeli#Trump
Ocak 15, 2025 06:292dk okuma
Erdoğan da Bahçeli de alışageldiğimiz siyasi liderlere benzemiyor. Her ikisi de yerli ve milli olup, millet ve vatanlarını canlarından aziz bilip, tek kelime ile serdengeçtiler.
Türkiye’miz yeni bir kurtuluş ve bağımsızlık savaşı ile karşı karşıya kaldı. Bu yeni kurtuluş ve bağımsızlık savaşı, önceki Kurtuluş Savaşı gibi yalnızca dış güçlere karşı verilmiyor, içerideki ve dışarıdaki tüm şer güçlere karşı veriliyor.
Erdoğan da Bahçeli de millet ve vatanları için baldıran zehri içmekte en ufak bir tereddüt göstermedi. Belli ki bu her iki lider de zillet içinde yaşamaktansa ölmeyi yeğleyen kişiliğe sahip.
Zaten risk almayan, tehlikenin gözünün içine bakmayan, büyük hedefler belirleyip onların peşinde koşmayan, korkusuz ve gözü kara olmayan liderler kahraman olamazlar.
Dikkat ederseniz; bu her iki lider de önce milletim ve vatanım diyerek kararlar alıyorlar. Aldıkları bu hayati kararlar, partilerinin ve şahıslarının aleyhinde de tecelli etse, bu yoldan geri adım atmıyorlar.
Davası olan ve ancak davası uğrunda yaşayan insanlar böyle yapabilir. Zira onlar için inanılan ve uğrunda ölünecek dava her şeyin önünde gelir.
Malum; Türkiye’mizin başında iki büyük bela vardır ve bunlar henüz tam manasıyla aşılabilmiş değildir. Bunlardan birincisi vesayet sistemi, ikincisi ise terördür. Vesayetten kurtuluşta Bahçeli öncülük etmiş, Erdoğan da canını dişine katarak bu durumu kuvveden fiile çıkarmıştı.
Terörden kurtuluşu Erdoğan tek başına elini değil gövdesini taşın altına koyarak denedi, başaramadı.
Bu kez, yine Bahçeli’nin öncülüğünde ‘terörsüz Türkiye’ için yola çıkıldı. Hiç kimsenin beklemediği bir şekilde Bahçeli ‘ölümüne’ risk alarak bölücü başına çağrıda bulundu.
Tıpkı Erdoğan’ın 15 Temmuz gecesi ölümüne çıktığı yolda halkı da ‘ölümüne’ meydanlara çağırması gibi.
Başarının büyüklüğü mücadelelerin zorluklarıyla orantılıdır. Zorlu mücadeleyi sıradan insanlar veremez; zira ‘çetin dağlar yufka yüreklilerle aşılmaz’.
Ayağımızdaki terör prangasını kırmanın tam zamanıdır. Terör örgütünün süngüsü düşmüş, çaresizlik içinde kıvranmaktadır. Zira destekçileri bir bir sırra kadem basıyor, basmak zorunda kalıyor ve bu melanet örgütü kendi başına bırakıyorlar. ABD’nin yeni seçilmiş başkanı Trump bile “Suriye’nin anahtarı Türkiye’nin elindedir” demek zorunda kaldı.
Bütün dünya çok iyi biliyor ki Türkiye, elindeki bu anahtarı dün olduğu gibi bugün de başta ABD olmak üzere Batı’nın, İran’ın, Esed’in, İsrail’in celbettikleri şerleri defetmek ve hayırları fethetmek için kullanacaktır.
Ve bu kutlu kurtuluş ve yürüyüşün mimarları da Sayın Erdoğan ile Sayın Bahçeli olacaktır.
.
Türk-Kürt kardeştir lakin...
#Türk#Kürt#AK Parti
Ocak 18, 2025 06:293dk okuma
Paylaş
Türklerle Kürtler asırlar boyu aynı kaderi paylaşarak, aynı coğrafyalarda birlikte (ortak) tarih yazdılar, birlikte üzüldüler, birlikte sevindiler, birlikte ağlayıp birlikte güldüler.
Kürtlerle Türkler tarihleri boyunca aynı inancı paylaştılar, Allahü tealanın gönderdiği son dini, bütün insanlara duyurmak (tebliğ etmek) için sırt sırta, omuz omuza verip, yad ellere akınlar düzenlediler, fetihler yapıp, ölü kalpleri İslam’ın nuru ile aydınlattılar. Birlikte meşale oldular, zifiri karanlık kalpleri nura gark ettiler.
Türkler ve Kürtlerin ruhları, bedenleriyle bir olup İslam’ın potasında öylesine eridi ki, Kürdü Türk’ten, Türkü Kürt’ten ayırmanın imkânı kalmadı. Zira ortaya bir elmanın iki yarısı çıkmıştı.
Türklerle Kürtler artık; ‘Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendi’ ve ‘Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu (birlikte) yendik’ (ler). Ve... yine birlikte ‘Tuna’dan kafilelerle geçtiler...’
Yalan söyleyen tarih bu gerçeklerin üzerini örtmeye çalışsa da bin bir çeşit düşman, ifritin yerini alıp bu iki öz be öz kardeşlerin arasına nifak sokmaya çalışsa da yakın tarih olan Çanakkale şehitliğinde koyun koyuna yatan Türklerle Kürtlerin mezar taşları şahitlik etmektedir.
Türk-Kürt kardeşliğinin tılsımı İslamiyet’in nuruydu. O nurun ışığıyla Kurtuluş Savaşına yan yana giderlerken, biri diğerine ‘sen Kürt müsün’, o da öbürüne ‘sen Türk müsün’ diye sormadı.
Gün oldu, zaman döne döne devrini icra etti; talihler ters döndü, her iki kardeş de sahip oldukları tılsımı bozup kaybedenlerden oldular. Her iki kardeş de ruhlarından ayrılınca, bedenleri de zayıfladı, güçsüzleşti ve ayrı düştü.
İşte bin bir çeşit düşman da bu ruhsuz bedenlerde rahneler (gedikler) açıp adeta bir maden gibi işledi; aralarında envai çeşit nifaklar ekip, ayrı düşmelerine ve hatta birbirlerine düşman olmalarına sebep oldular.
Son bir gayretle bir olup, Kurtuluş Savaşını birlikte kazanıp, yeni ve çok genç devletlerini kurdular. Lakin ittifak yaptıkları, dost gözüken ‘düşmanları’, genç devletlerini vesayetle illetli kıldılar ve bu öz kardeşlerin arasına nifaklar soktular.
En hayati kararlarını kendilerine aldırmadılar, bizzat vesayet odakları alıp, kendilerine dikte ettiler.
İşte bu iç ve dış vesayet odakları, kardeşleri birbirine ve hatta devletlerine düşman yapmak için pusu üstüne pusular kurdular. Devlet de mahut kardeşler de pusuya düşmekten, oyuna gelmekten kurtulamadı.
Vesayetin zorba kıldığı devletin sözde yöneticileri, başta Kürtler olmak üzere, halkın birçok kesimlerini çeşitli desiselerle dışladı. En çok zulme maruz kalan kesimler ise, dinini yaşamak isteyen Müslümanlarla Kürtler oldu.
23 yıldır (AK Parti iktidarları dönemi) vesayetle savaşıldı ve epeyce mesafe alındı. Vesayetin gölgesi kalktıkça başta Kürtler olmak üzere her kesim rahat bir nefes aldı.
İkinci bir Kurtuluş Savaşının verilmekte olduğu bu zamanda, bu kez dost gözüken düşmanlar yine el ele vererek vatanımızı parçalamak ve ülkemizi istila etmek istiyorlar.
Kürtleri kullanıp, onlara devlet adı altında İsrail’in aparatı bir oluşum yapmak istiyorlar.
Tıpkı Kurtuluş Savaşı öncesinde olduğu gibi, Türklerle Kürtler birbirlerine kenetlenip, bu ikinci kurtuluş savaşını birlikte vermek zorundalar.
Zira dün olduğu gibi bugün de düşmanın taktiği aynıdır: Parçala ve yut!
Yutmaya kalkınca, boğazlarında kalacağımızı çok iyi bilen düşman, çeşitli terör örgütleriyle vekalet savaşlarını yeğliyor.
Bundan dolayıdır ki Türkiye çok açık ve net konuşuyor: Herkes safını belli etsin!
Zira yakında kıyamet kopacak!
.
Gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde olanlar
#Sultan 2. Mehmed#ABD#İsrail
Ocak 20, 2025 06:292dk okuma
Sultan 2. Mehmed, İstanbul’u (Konstantiniyye) dört bir taraftan kuşatıp zamanın en gelişmiş toplarıyla surlarda gedikler açarken, kapılarına dayanan tehlikeyi görmezden gelen Bizans’ın gaflet içindeki papazları kilisede meleklerin cinsiyetini tartışıyorlardı.
NATO üyesi ve sözde müttefiki olmamıza rağmen ABD, Türkiye’yi dört bir tarafından kuşattı. Sittin senedir kurup beslediği ve üzerimize saldığı terör örgütleriyle Türkiye’nin kolunu kanadını kırarak etkisiz kalmasını istiyor.
Büyük İsrail’i gerçekleştirmek için uçak gemileriyle Doğu Akdeniz’de konuşlanıyor. En gelişmiş hava savunma sistemleri ile İsrail’i tahkim ediyor. Sınırımızın hemen ötesinde ‘Kürt oluşumu’ adı altında İsrail devletçikleri kurdu ve daha da yenilerini kurmak istiyor.
Girit’ten Dedeağaç’a kadar tüm Yunanistan topraklarında askeri üsler kurarak namlularını Türkiye’ye çevirdiler.
ABD ve tüm yandaşı ülkeler (belli başlı AB ülkeleri dahil) el ele vererek ülkemize karşı ambargo uyguluyorlar. Özellikle savunma sanayisi konusunda yapılan anlaşmalardan tek taraflı çekilerek Türkiye’yi yüzüstü bırakmak istediler.
Haberin Devamı
Enerjisine Yükseleceksin!
Opel
Anında Kredi Kartı Başvurusu
Akbank
by Taboola
ABD, Türkiye’yi hem F-35 projesinden çıkarıyor hem de bu amaçla ülkemizin yatırmış olduğu 1.25 milyar doların üzerine yatıyor. Tarih nasıl da tekerrür ediyor: Birinci Cihan Savaşı öncesinde de İngiltere parasını ödediğimiz halde iki savaş gemimize el koymuş ve onları bize vermemişti.
Neymiş efendim; ‘Türkiye, Rusya’dan nasıl S-400 alırmış?’ Türkiye sınırına bombalar yağarken, orada konuşlu Patriotları söküp götüren ve Türkiye’yi savunmasız bırakan kendileri değilmiş gibi bir de arsız hırsız rolüne soyunuyorlar. Aynı şekilde Rusya’dan S-300’leri alan NATO ülkesi olan Yunanistan’a ise hiç ses çıkarmıyorlar.
Savaşın İran’a sıçraması ve İran’ın da karşılık vermesiyle birlikte bölgemizin alev topuna dönmesi an meselesidir.
Zira; İran’la savaşacak İsrail’den ziyade ABD olacaktır.
Böylesi bir hengamede, ‘Türkiye’nin Suriye’de ne işi var, Türkiye’nin Libya’da ne işi var, Gazze’den bize ne, İsrail bize mi saldıracak, PYD bize mi saldıracak?’ gibi hezeyanlar gaflet ve dalaletten öte hıyanet değil de nedir?
Bu nadan (bilgisiz) kafalar bilmiyorlar ki Gazzeli mücahitler canları ve kanları pahasına Anadolu topraklarını savunuyorlar.
Kimi kendini bilmez şaşkınlar ise Erdoğan’ın yaptığının savaş çığırtkanlığı olduğunu ve bütün bunları oy kaygısıyla yaptığını ileri sürüyorlar.
Seçimlere dört yıla yakın bir zaman varken iktidardaki bir siyasi parti liderinin mahut seçimler için oy kaygısıyla hareket edebileceğini düşünmek; Bizans’ın papazlarından daha ileri bir gafleti gerektirir
.
Şanlı direniş
#ABD#Biden#Trump
Ocak 22, 2025 06:292dk okuma
Paylaş
ABD’nin giden ve onun yerine gelen yeni başkanları (Biden ve Trump), terör devleti, soykırımcı İsrail ile HAMAS arasında varılan ‘geçici’ ateşkesin ucuz kahramanlığını paylaşamıyorlar.
Gerçekte ise bu her iki liderin de insan kasabı Netanyahu’dan bir farkları yok. Zira her iki Başkan da Siyonist’tir. Kudüs’ü, İsrail’in başkenti yapıp ABD Büyükelçiliği’ni oraya taşıtan ve Suriye’nin mülkü olan Golan Tepeleri’ni İsrail’e peşkeş çeken Trump’tan başkası değildi. Uçak gemilerini Gazze açıklarında konuşlandırıp Filistinlilerin ellerini kollarını bağlayan ve oraya yapılabilecek her türlü yardımı engelleyen ve milyarlarca dolarlık silah ve mühimmatı terör devletine gönderen ve bu silahlarla elli binden fazla masum insanın şehit olmasına sebep olan da Biden’dan başkası değildir.
Şimdi, elleri kanlı bu iki katil sözde ateşkesin mimarlığına soyunarak, ‘barış elçisi’ olduklarına dünya kamuoyunu kandırmaya çalışıyorlar. Sizlerin söylemiyle olduysa -ki öyle olduğu görülüyor- neden on dört ay beklediniz ve on binlerce masumun acımasızca katledilmesini utanmadan seyrettiniz?
Ayrıca niçin ateşkes değil de geçici ateşkes?
Trump göreve başlamadan esirlerin takasını istedi, aksi halde oranın cehenneme çevrileceğini duyurdu. HAMAS elindeki İsrailli esirlerin hepsini teslim ettiğinde tünellerin su ile doldurulmayacağını kim garanti edebilir?
‘Geçici ateşkes’ bundan dolayı mı?
Dünya üzerindeki bütün halklar, bazı şeyleri yakından gördü ve şimdiye dek doğru diye sahip oldukları tüm kanaatleri değişti. Zira hemen hepsinin yalan ve bir aldatmacadan ibaret olduklarını gördü.
İsrail gösterildiği gibi normal bir devlet değil, kelimenin tam anlamıyla bir terör devletidir. Siyonizm bütün insanlığın başının belası ve kıyametin habercisidir.
İnsanlık adına dünya üzerinde kurulan tüm yapılar, kurum ve kuruluşlar yalnızca şekil olarak mevcutturlar; bunların hiçbirisinin iddia edildiği gibi amaçları doğrultusunda en ufak bir faaliyetleri yoktur ve olamaz.
İddia edildiği gibi insanlık, ümrana-medeniyete değil, vahşete ve soysuzluğa kapı aralamıştır. Bütün insanlık gördü ki hak haklının değil, güçlünündür. Güçlü ise her zamankinden daha vahşi, gözü doymaz, pervasız ve cüretkârdır. Her türlü kötülüğün kaynağı şeytan, günümüzde, Batı’nın teşvik ve desteğiyle İsrail devletinde tecessüm etmiştir. Malum, kimilerine göre İsrail diye bir devlet yoktur; ABD’nin dünyanın kalbine paslı bir hançer gibi sapladığı ileri karakolu konumundaki uzantısı vardır.
Dünya kamuoyu kendi devletlerini ve bunların yöneticilerinin ne menem şey olduklarını yakından gördü. Şeytanın gücü sınırlanmaz, en azından gücü dengelenemez ise tüm dünyanın Gazze’ye dönüşmesi kaçınılmazdır.
.
Şanlı direniş -2-
#Gazze#Filistin#Direniş
Ocak 25, 2025 06:292dk okuma
Paylaş
Gazze’deki Filistinli kardeşlerimiz kelimenin tam anlamıyla direniş destanı yazdı.
On beş aydan fazla süren bu orantısız ve hiçbir hukuk tanınmaz savaşta bir avuç HAMAS savaşçısının yanında, iki milyona yakın Filistin halkının gösterdiği direnç, sabır, tahammül ve vatanlarından ayrılmama kararlılığı her türlü takdirin üstündedir.
Bu bir avuç Filistinli kahraman, yalnızca İsrailli vahşilere değil, onun arkasındaki bütün güçlere (Başta ABD olmak üzere kimi AB ülkeleri ve bunların tüm aveneleri olan ülkeler) direndi.
Direnişin efsane komutanı Kassam Tugayları Sözcüsü Ebu Ubeyde, ateşkes anlaşması sonrası yaptığı açıklamada şunları söyledi: ‘Dünyada eşi, benzeri görülmeyen tarihi bir destan yazdık. Aksa Tufanı Harekâtı, dünyaya işgalin büyük bir balon (hayal) olduğunu gösterdi. Halkımız, özgürlüğü ve kutsal değerleri uğruna 15 aydan uzun bir sürede büyük bir bedel ödedi ve çok sayıda şehit verdi. Filistin halkının fedakarlıkları ve dökülen kanları boşa gitmeyecek, bunun sonuçları olacaktır. Bu cihadın büyüklüğü; liderleri İsmail Haniye, Salih el-Aruri ve Yahya Sinvar’ın başını çektiği şehit konvoylarının şehadete yürüyüşleriyle açıkça görülüyor. Biz operasyonlarımızı işgal kuvvetlerine yöneltirken onlar tüm ahlaksızlıklarıyla halkımıza karşı yeni vahşet ve soykırım yöntemleri uyguladı. Askeri yeteneklerin ve savaş ahlakının eşit olmadığı bir savaşla karşı karşıyaydık. Mücahitlerimiz, cihadın son saatlerine kadar büyük bir cesaret ve kahramanlıkla savaştı. Şüphesiz biz imkânsız şartlarda mücadele ediyoruz. Gazze’nin dört bir yanında, tüm direniş gruplarıyla tek vücut halinde işgale karşı cihat ettik ve onlara ölümcül darbeler indirdik.’
Dünyada hiç kimse, bu kirli ve ahlaksız savaşta; Filistinli herhangi bir askerin, sivil bir Yahudi’yi, bir Yahudi çocuğunu veya bebeğini, kadınını, yaşlısını kazara da olsa öldürdüğünü gördünüz veya duydunuz mu?
Elbette ki hayır.
Peki, İsrailli asker kılıklı cani sürülerinin havadan ve karadan, hedef gözetmeksizin; bebek, çocuk, kadın, yaşlı, doktor, hasta, hastabakıcı, gazeteci vb. demeden 50 binden fazla (binaların enkazları altında daha kaç bin masumun cesedinin olduğu bilinmiyor) masum sivili hunharca katletmesine ne demeli?
Bu cellat sürülerinin camileri, kiliseleri, hastaneleri, okulları, alış-veriş merkezlerini, pazar yerlerini, çocukların oyun parklarını nasıl yakıp yıktıklarını ve buralardaki savunmasız, masum insanlara nasıl kıydıklarını bütün dünya gördü.
Gazzeli binlerce bebek ve çocuk açlıktan ve soğuktan öldü.
İstanbul’un Beykoz’u kadar bir alana sıkıştırılan iki milyonu aşkın insan, on beş ay boyunca susuz, ekmeksiz, gıdasız ve ışıksız bırakılarak ölüme terk edildi.
Sözde kardeş ve komşu İslam ülkeleri bu trajediyi, kılını kıpırdatmadan seyretmekle yetindi.
Bütün bu olumsuzluklar altında, Gazzeli mücahitler şanlı direnişleri ile tarih yazarken, onları, kılları kıpırdamadan seyreden insan müsveddeleri ise, insanlığı ve tüm insani değerleri öldürdüler.
Dünya kamuoyu, insanlıktan nasipsiz vahşi sürülerini ve olanları sadece seyretmekle yetinen duyarsız, dilsiz şeytanları da yakından gördü ve not etti
.
Şanlı direniş -3
#Birinci Dünya Savaşı#Gazze#Suriye
Ocak 27, 2025 06:292dk okuma
Şanlı direniş gösterip tarih yazan kahraman Gazzeliler, en ağır bombardımanlara maruz kaldılar, harabeye dönen binaların enkazında can verdiler; ciğerpareleri olan evlatlarını, şefkat ve merhamet deryası annelerini, artlarında dağ gibi duran babalarını, kardeşlerini, akrabalarını ve her yaştan din kardeşlerini kaybettiler.
Şüheda fışkıran enkaz yığınlarının altından, çıplak elleriyle betonları ufalayarak cenazelerini çıkarıp Hakk’a uğurladılar. Ateşkesin ardından Gazze şeridindeki evlerinin enkazlarına dönen anneler, evlatlarının ceset parçalarına sarılıp ağladılar. Bütün bu vakur şehit yakınları, acılarını kalplerinin derinliklerine gömüp, metanetlerinden hiçbir şey kaybetmeden vatanlarını canları pahasına savundular.
Zira; ‘Toprak uğrunda ölen varsa vatan’ dı.
Bunda bir asır önce, Birinci Dünya Savaşı’nda yenilince, asırlar boyunca elimizde bulunan mukaddes beldeler Mekke, Medine, Kudüs, Şam, Bağdat, Batılı emperyalistler tarafından işgal edildi.
Aynı Batılı emperyalistler, yüz yıllar boyu horlayıp, itip kaktıkları, insan yerine koymayıp sürdükleri ve yakıp öldürdükleri Yahudileri, Avrupa’nın çeşitli yerlerinden toplayarak bugünkü Filistin topraklarına getirmiş ve İslam diyarının bağrına adeta bir hançer gibi saplamışlardı.
Batılı Siyonist zihniyet o gün ne idiyse bugün de aynıdır. Nitekim aynı Batılı emperyalistler, ‘Şayet Ortadoğu’da bir İsrail devlete mevcut olmasaydı, bugün aynı topraklar üzerine bir İsrail devleti kurardık’ diyerek, aynı küstahlıklarını sergilemektedirler.
Bu İslam düşmanı ve sömürgeci kafanın çifte standart zihniyetine bakın ki, onlara göre; Çin’de bir kişi, kendi ülkesinin askerine ya da polisine silah doğrultunca kahraman, Filistin’de bir çocuk, işgalci İsrail askerine ya da polisine taş atınca terörist olur.
Neylersiniz ki Osmanlı’dan sonra dünya zalimler şürekasının elinde kaldı. Bundan böyle hak haklının değil güçlü olanındır.
Dünya üzerindeki bu zulüm düzeninde; hayatiyeti devam ettirebilmek, haklarını savunabilmek ve bunları yedirmemek, kısaca zalimlerle baş edebilmenin yegâne çaresi, en az onlar kadar güçlü olmaktır.
Kimi aklıevveller, Türkiye’nin savunmasının Gazze’den başlayamayacağını, zira Türkiye’nin milli sınırlarının belli olduğundan dem vuruyorlar ve “Bize ne elin toprağından ve insanından?” diyorlar.
Bu zavallı tiplerin ne tarihten ne coğrafyadan ne sosyolojiden ne teolojiden ve ne de reel politikadan haberleri var.
Savaşmakta olan İsrailli askerlerin üniformalarında taşıdıkları kokartlardaki haritada Türkiye’nin toprakları var. İsrail’in bayrağındaki iki çizgi, biri Nil’i diğeri Fırat’ı (Arz-ı mev’ud: sözde tanrı Yehova’nın Yahudi milletine vadetmiş olduğu kutsal topraklar) işaret ediyor.
Ya hemen sınırımızın dibinde kurmak istedikleri terör devletçiğine ne demeli? Kuzey Irak’taki oluşumun bile sözde bağımsızlık referandum girişimlerinde, kalabalıkların ellerindeki İsrail bayraklarını ne çabuk unuttuk?
Aynı kanton devletçiğini bu kez Suriye sınırımızda kurmak istiyorlar.
Nasıl? İsrail’le komşu değil miymişiz?
Demek ki neymiş; Gazze’nin şanlı kahramanları, kendi özyurtlarını olduğu kadar Anadolu topraklarını da savunuyorlar.
Cümlesine selam olsun
VİCDANLARIN kuruduğu, ahlakın sükût ettiği ve insanlığımızın olmazsa olmaz değerlerini kaybettiğimiz tuhaf bir dönemi yaşıyoruz.
Eskiden en tesirli ibret ölümdü. Ölümün vuku bulduğu mahalle veya köyde insanlar günlerce yas tutar ve duydukları üzüntüden kendilerine gelemezlerdi.
İnsani değerlerle bezeli o yiğit ve bir o kadar da diğerkâm insanlar gitti; dünya yansa hasırı yanmayan duyarsızlığı içindeki hodkâm, bencil ve vicdansız insanlar hemen her yeri kapladı.
Bizler; ‘komşusu açken yatmayan, yatamayan’, kurtuluşunu, din kardeşinin duasında bilen ve onu, yemeyip yediren, giymeyip giydiren, örnek gösterilen ve imrenilen ideal nesillerdik.
Bizler; insanlığın kurtuluş reçetesi olan mukaddes ve muazzez dinimizin gereklerini öylesine içselleştirmiştik ve öylesine birbirimizde yok olmuştuk ki bize ölü gelen kalpler diriliyordu.
Hal, hareket ve davranışlarımıza imreniyor ve bizler gibi olmaya can atıyordu insanlar.
Çünkü biz; Hz. İbrahim’i (Aleyhisselam) ahlakla, yedirmeden yemiyor, Hz. Muhammed’i (Aleyhisselam) ahlakla birbirimizi aşkla seviyor ve mümin kardeşimizin her türlü ihtiyacını kendi ihtiyaçlarımızın önünde tutuyor ve ‘isar: kendi derdini unutup, başkalarının derdine deva olmaya çalışmak’ ulvi duygusuyla hayırda yarışıyorduk.
Çünkü bizler, suya en ziyade kanadığımız ölüm anında bile, bize sunulan suyu ‘Su! Su!’ diye inleyen yanındaki kardeşine ikram eden ve kendisi ateşten yanan dudaklarıyla susuz ölüme giden kutlu nesillerin torunlarıyız, o yüce şahsiyetlerin ahfadıyız.
Bize ne oldu?
Bizler ne ara bu hasletlerimizi kaybettik?
Sadece kendi nefsi için yaşayan, nefsinin arzuları için çaba harcayan, haksızlık peşinde koşan bir toplum olduk. Başkasının derdiyle dertleneceğine sevinen, düşeni kaldıracağına bir tekme de kendisi vuran, ağlayana gülen, ah edene oh olsun diyen duyarsız, acımasız, vicdansız ve gaddar insanlar olduk.
Düşünebiliyor musunuz çoluk çocuk tatile gelmiş onlarca insan alevlerin her yanını saran otelde cayır cayır yanıyor; yandaki otelin sakinleri ise hiçbir şey olmamış gibi neşeyle kaymaya devam ediyor!
Gün ağarınca felaketin boyutları ortaya çıkıyor ve 78 vatandaşımızın yanarak vefat ettiği anlaşılıyor. Ülkede bir gün yas ilan ediliyor ve bayraklar yarıya indiriliyor.
Yandaki oteldekiler bu acı manzarayı uzaktan seyretmekle yetiniyor ve kahreden bir duyarsızlıkla eğleniyor, kayıyor, kartopu oynuyor, günlerini gün ediyorlar.
Bu akıl almaz durum normal bir insan davranışı olamaz. Böylesine aşağılık bir hali sergileyebilmek için insanın tüm insani melekelerini yitirmiş ve vicdan yerine cüzdan taşıması ve bütün hayatını o cüzdana göre endekslemesi gerekir.
Bu tipler insan görünümlü yaratıklar olup hayvandan da aşağı duyarsız, gaddar, acayip mahluklardır.
Öte yandan bu dehşetengiz manzarayı televizyonları başında izleyen birileri habis ruhlarının tezahürü olarak ‘oh olsun’ demekle de yetinmeyerek; yanarak ölen kişilerin acılı yakınlarını arıyor, onlara acılarıyla alay ederek hakaretler yağdırıyorlar.
Bu iğrenç ve aşağılık hallerini sosyal medyada da yayınlayarak çirkefliklerini cümle aleme ilan ediyorlar ve bu pespaye halleriyle övünüyorlar.
Beşeri hisleri körelmiş, kalbi yalnızca kalıptan (emme-basma tulumbası) ibaret olan bu insan görünümlü yaratıklarla aynı dünyayı paylaşmanın talihsizliği içindeyiz.
Gel de dayan!
.
|
Bugün 273 ziyaretçi (569 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|