|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
ABDULKADİR GEYLANİ HZ. HAYATI
Hazreti Pîr Seyyid Sultan Abdülkadir Geylani Kaddesallahü Sırrahül Azîz ve Hakîm, velayet burcunun batmayan güneşi, bütün velilerin piri, intisab edenlerin mutluluğa erdiği hidayet sancağı, ebedi saadetleri kendinde toplayan, maddi ve manevi tertemiz bir yolun mensubu ve Hz. Muhammed’in (s.a.v.) soyundan gelen torunudur.
Tüm tarikatlar, hikmet ve ilim yolları, kaynağı Hz. Muhammed (s.a.v.) ummanı olan O yüce pınardan beslenmişlerdir.
Yüce vasıflarını dile getirmede kelimelerin güçsüz kaldığı o yüce veli kamil insan, Gavsül Azam, Velayetin Sultanı, Sultanü’l Evliya, Sertacü’l Evliya, Kutbu’r Rabbani, Gavsü’s Samedani gibi yüce sıfatlarla anılır.
Hazreti Abdülkadir Geylani, 1077 (hicri 470) yılında, Peygamberimizin vefatından 445 yıl sonra, Hazar denizinin güneyinde Geylan kasabasında doğmuş, 1166 (hicri 561) yılında 91 yıllık muhteşem bir ömürden sonra, yani 833 yıl önce bu aleme veda etmiştir.
Soy itibariyle hem Seyyid, hem de Şerif idi.
Yani soyu, babası Seyyid Musa tarafından İmam-ı Hasan Efendimiz’e, annesi Fatma Hatun tarafından da İmam-ı Hüseyin Efendimiz’e dayanıyordu.
Onun için şu ibare meşhur olmuştur: “Veliler Sultanı Abdülkadir Geylani, aşk ile doğdu, kemal ile ömür sürdü ve kemal-i aşk ile Rabb’ine vasıl oldu.”
Doğacağı Ramazan ayının ilk gecesi babası Seyyid Musa Cengi bir rüya görmüştü: Peygamberler peygamberi Hz. Muhammed (A.S.), ashab ve bütün evliyayı kiram bir yere toplanmışlardı. Resulullah (s.a.v.) Efendimiz buyurdu ki: “Ya Musa, Oğlum! Gücü herşeye yeten ve herşeyin sahibi olan Cenab-ı Allah, bu gece sana insanların üstünde müstesna bir erkek evlat hediye etti.
Bu evlat benim evladımdır. Ne mutlu sana..” Abdülkadir hiçbir çocuğa benzemiyordu. Ramazan günleri annesinden süt emmiyor, yöre halkı ramazanın giriş çıkışını onun bu durumuna göre tayin ediyordu. 18 yaşında çobanlık yaparken bir ineğin, hikmeti ilahiye ile “Sen bunun için yaratılmadın,” demesi üzerine annesinden izin alıp ilim tahsili için Bağdat’a geldi. Yolda kervanın yolunu kesen eşkiyalara annesine doğruluktan ayrılmayacağına dair verdiği söz için parasını saklamadan vermesinden dolayı eşkiyalar utanıp tövbekar oldular.
Hammad-ı Debbas Hazretleri Bağdat’ta ilk mürşidi olmuş, uzun yıllar ilim tahsili ve vazu nasihatla meşgul olduktan sonra, Bağdat’tan uzaklaşıp 25 yıl çöllerde uzlete çekilmiş ve kimseyle görüşmemiştir.
Bu süre içerisinde kendini ayakta tutacak kadar çöldeki bitkilerle beslenmiş, Peygamber Efendimiz’in ruhaniyyetinde terbiye görmüş ve Hızır (A.S.) ile arkadaşlık yapmıştır.
25 yıl sonra Bağdat’a dönmüş ve tüm insanlık alemine bir hakikat güneşi olarak doğmuştur. Bağdat’a gelince tüm halk onun nasihatlarını dinlemek için toplanmış, konuşmaya başlayamaması üzerine, Fahr-i Kainat Efendimiz’in ruhaniyyeti teşerrüf etmiş, ağzına yedi defa üflemiş ve O’na “Konuş, ya oğlum Abdülkadir; insanlara vaaz ve nasihatta bulun,” diye buyurmuşlardır. Bundan sonra Hz. Pir Efendimiz, durmaksızın kaynayıp coşan bir rahmet, hikmet ve ilim pınarı gibi tüm insanlara, susamış gönüllere hayat vermiştir ve hala da hayat vermeye devam etmektedir.
Evet, Seyyid Abdülkadir Geylani Hazretleri, ölümünden sonra bile tasarrufu ve himayesi devam eden velayet burcunun şahıdır.
Birgün İbrahim bin Ethem’den bahsederlerken tesadüf ettiği talabelerine “Yazık, ona çok üzülüyorsunuz değil mi? Eğer zamanımızda olsaydı onu sarayında, tahtından ayırmadan irşad ederdik,” diye buyurmuşlardır.
Bugün dahi aynı o gün ve o dakika gibi, O’nun himmet ve tasarruf eli, eskilerin katlandığı sıkıntı, zahmet ve belalara maruz bırakmadan Hakk’ı arayan Hak yolcularının üzerindedir. Biraz gayretle tefekkür edip anlayabilenlere ne mutlu! Bir defasında şöyle buyurmuştur: “Hallac-ı Mansur, yanıldı. Ne var ki, zamanında elinden tutacak kimse çıkmadı. Bana gelince, her yolda kalanı sırtıma alanım. Arkadaşlarım, müridlerim, sevenlerim, ta kıyamete kadar, ne zaman darda kalsalar, ellerinden tutacağım. Her ne niyetle olursa olsun ismimizi anan ve kapımıza gelen herkese yardım elimiz uzanır. Ey şurada duran! Atım hızla yol alır. Mızrağım mutlaka hedefe isabet eder. Kılıcım kından çıktı, hem de keskindir. Her an seni korumaktayım, ama sen gafilsin; anlayamazsın.”
Seyyid Sultan Abdülkadir Geylani Hazretleri hem maddi ilimlerde hem de manevi ilimlerde devrinin tek otoritesi idi. O alimdi, pirlerin piriydi, kaynağını Habib-i Kibriya’nın o sonsuz deryasından alıyordu. Bilgi yönünden herkes O’na muhtaçtı. Soruyorlardı da, soruyorlardı. O da durmadan, dinlenmeden cevap veriyordu da cevap veriyordu. İnsanlara, istedikleri her neyse, Rahman’ın bitmez tükenmez Hazinesinden dağıtıyordu. “Dünyayı ne yapmalı? Dünyalığı neylemeli?” diye soranlara “O’nu kalbinden çıkar, eline al. Böyle yap, artık dünyanın ve dünyalığın sana zararı olmaz,” diye cevap verirdi. Bazan da, malın-mülkün su gibi olduğunu, gemi gibi üzerine binene yol aldıracağını, içine alanı ise helak edip batıracağını söylerdi. O, manevi bakımdan eşi bulunmaz bir hazine olduğu gibi, maddi bakımdan da insanların en zengini idi.
Fakat onun zenginliği hep fakirlerin, muhtaç ve yetimlerin yaralarını sarıyordu. Çünkü O, aynı zamanda insanların en cömertiydi. Üzerine hiç sinek konmamasının nedenini soran talebelerine şöyle demişti: “Evlatlar, sinek, bal ve pekmez neredeyse oraya üşüşür. Benim üzerimde ne dünya pekmezi, ne de ahiret balının işareti vardır. İşte bunun için üstümde sinek durmaz.” Bir keresinde kendisinden ihsan umarak gelen, doğduğu köyde çobanlık yapan bir çocukluk arkadaşını, en güzel biçimde misafir ettikten sonra, giderken de ona en iyi cinsinden bir kısrak ve yüz altın vermesi üzerine, arkadaşı Abdülkadir Geylani Hazretlerine kendini tutamayıp: “Ya Abdülkadir! Bu koyunlar, bu çobanlık bana çoktur. Şu sarayın, köşkler, dünya ve yıldızlar da sana azdır,” diyerek O’nun cömertliği ve inceliği karşısında hayranlığını dile getirmiştir.
Bir keresinde de Onun debdebe ve saltanatını kıskanan bir yahudinin gelip, “Ya Gavs, sizin peygamberiniz ‘Dünya müminin cehennemi, inanmayanın ise cennetidir’ diye buyurmuşken, bir senin şu ihtişamına bak, bir de benim şu sefil ve fakir halime bak. Bunu nasıl izah edersin?” demesi üzerine atından inip adama sağ kolundan cübbesinin yenine bakmasını söylemiştir. Adam orda Geylani’nin cennetteki durumunu görüp hayranlık ve hayret içinde kalmış ve şimdi Geylani Hazretlerinin cennete nisbetle cehennemde olduğunu söylemiştir. Abdülkadir Geylani Hazretlerinin sol kolundan bakan adam orda da cehennemdeki kendi durumunu görmüş, korku ve dehşet içinde kalarak dünyanın cehennemdeki yere nisbetle kendisi için bir cennet olduğunu itiraf etmiş ve pişmanlık içerisinde tövbe ederek Hz. Pir’in huzurunda müslüman olmuştur. O’nun daha pek çok tasavvufi kerametleri anlatılagelmiştir.
Şeytanın bir cihetten seslenip üzerinden şeriatın kalktığını söylemesi üzerine ilahi ilmi vukufiyetiyle bunu sezip “sus, ey melun” diye cevap vermesi; bir ölüyü mezardan Hz. İsa Peygamber gibi “Allah’ın izniyle kalk,” diyerek diriltmesi; hizmetinde bulunan bir aşçıyı, birkaç saniye içinde aslında o aşçıya 12 sene gibi gelmesine rağmen tayy-ı zamanla imtihan etmesi; saldırıya uğrayan bir hanımın onun ismini anarak ondan yardım dilemesi üzerine elindeki asayı mescidinden atarak saldırganı uzaklaştırması onun sayısız kerametlerinden sadece birkaçıdır. Maddi ve manevi ilimlerdeki derinliği ve üzerindeki manevi lütuf ve rahmetle dinin esaslarını yeniden dirilttiği için kendine “dinin dirilticisi” anlamında “Muhyiddin” denmiş, O da bu ismi Endülüs’te dünyaya gelen ve “Şeyhül Ekber” namıyla ün salan manevi evladı İbni Arabi’ye vermiştir. Manen aldığı selahiyet ve emirle birgün Bağdat’ta zamanın kutbu (sahibüzzaman) olduğunu ve ayaklarının bütün evliyanın boynu üzerine olduğunu ilan etmiş ve bütün evliya da onun bu sözünü tasdik etmişlerdir.
O’nun bu üstün halini, makamını ve mertebesini anlayan, bilen ve tasdik eden ve Seyyid Abdülkadir Geylani’den 150 yıl sonra dünyaya gelen Şah-ı Nakşıbend Efendimiz “Bütün evliyanın boynu üzerine olan Geylani’nin ayağı benim gözümün nuru üzerine olsun,” diyerek mukabele etmiştir. Rivayete göre, birgün uzun bir süre hiç hareketsiz durduğunu gören ve bunun nedenini soran talebelerine Geylani Hazretleri, “Velayet kokusu Buhara’dan geliyor,” demiştir. Bahaüddin bin Muhammed El-Buhari Hazretleri Hacca giderken Hz. Pir’in türbesini ziyaret etmiş; bu sırada manevi bir halle, Seyyid Abdülkadir Geylani Hazretlerinin elinin kalbine nakşedildiğini ve kabz halinin çözüldüğünü gördüğünden kendisine “Şah-ı Nakşibend” lakabı takılmıştır. Geylani’nin feyz ve himmetinden istifade ederek ona olan minnettarlığını, muhabbetini izhar eden Şah-ı Nakşibend Efendimiz, bu hususu şu müstesna şiirinde dile getirir:
Her iki alemin sultanı Şah Abdülkadir Evladı Ademin hakanı Şah Abdülkadir,
Arşın, Kürsi’nin, Kalem’in ayı hem güneşi, En büyük nurdan bir kalb nuru Şah Abdülkadir.
Bu şiir mana büyüklerinin birbirini nasıl anladıklarını, birbirlerine nasıl muhabbet ettiklerini, nasıl yardımlaştıklarını ve manen nasıl tevhid sancağının taşıyıcıları olduğunu gösteren bir ibret tablosudur. Bu tablo bize bu büyüklerin ardından yürüyenlerin, birbirlerini nasıl anlayıp muamele edecekleri hususunda bir anahtar hüviyetindedir. Seyyid Abdülkadir Geylani Hazretleri oğluna şöyle vasiyet etmiştir: “Tasavvuf öyle bir haldir ki, o hale kimsenin laf ile varması mümkün değildir. Onun için bir fakire rastlarsan ilmine dayanarak onunla münakaşa etme, itirazda bulunma. Gönlünü almaya bak. Şunu iyi bil ki, tasavvuf sekiz hal üzeredir:
1. Merhamet ve şefkat,
2. Doğruluk,
3. Sadakat,
4. Cömertlik,
5. Sabretmek,
6. Sır tutmak,
7. Fakirliğini ve acizliğini bilmek,
8. Rabbine şükretmek.
Abdülkadir Geylani Hazretleri’ne hayranlıklarını ve minnettarlıklarını anlata anlata bitiremeyen Hak aşıklarından birkaç mısra şöyledir: Yunus der ki: Seyyah olup şol alemi ararsan Abdülkadir gibi sultan bulunmaz Ceddi Muhammeddir, eğer sorarsan Abdülkadir gibi sultan bulunmaz Hak yeri yaratıp göğü düzeli Hoş nazar eylemiş ona ezeli Evliyalar serçeşmesi, mana güzeli Abdülkadir gibi sultan bulunmaz O zamandan bu yana asırlar asırları kovalamış, ama Seyyid Abdülkadir Geylani Hazretlerinin güneşi hep aynı kalmıştır. O güneş ki, hala ötelerin ötesine ulaştıracak engin ufuklar çiziyor. O, Ebu Muhammed, Kutbu’r Rabbani, insanların ve cinlerin rehberi olan Seyyid Sultan Abdülkadir Geylani’dir.
Tam sekiz asırdan fazladır insanların sığınağı, darda kalmışların yardımına yetişici olmaya devam etmiştir. O batmayan güneştir. Menkıbe ve kerametleri sayılamayacak kadar çoktur. Hiçbir velide ondaki kadar çok keramet görülmemiştir. O, Gavsül Azam’dır; O’na bu ismi Cenabı Hak ihsan etmiştir. Adetleri yırtacak ve akılları donduracak kadar halleri ve keşifleri olmuştur. O, zikri daim, fikri çok, kalbi yumuşak, yüzü mütebessim, ruhu ince, eli açık, ilmi umman, ahlâkı üstün ve soyu temiz bir Zat-ı Şeriftir. O ve onun yolunun nurdan halkaları, ömür denilen sermayeyi en güzel şekilde yaşayarak bu yüksek makamlara hak kazanmışlardır. Onlar ehli sünnet üzere doğru bir itikat, sabır, gayret, doğruluk, güzel ahlâk, ihlas ve diğer pek üstün meziyetlerle kulluk makamının en üstün noktalarına ulaşmışlardır. Onları anlamak ancak onların gittiği nurlu yolun yolcusu olmakla, yani İslamiyet’i yaşamakla mümkündür. Onu sevmek saadet tacı, onun ahlâkıyla ahlâklanmak sonsuz kurtuluş ilacıdır. Çünkü O’nun namı: Hazreti Pir Seyyid Sultan Abdülkadir Geylani Kaddesallahu Sırrahul Aziz ve Hakim’dir.
TASAVVUF NEDİR?
Bir kutlu yolculuğun adıdır tasavvuf. İnsanın kendi dünyasını keşfe çıktığı, Yunus’un deyişiyle “kendini bilmek “ilminin adıdır tasavvuf. Hilkatin safiyetine sığınıp rahmet ummanına bir katre olup düşebilmenin çabasıdır.
Yaradan insanı en güzel surette yaratmıştır ve hükmettiği dinle bu güzel suretin öyle pırıl pırıl kalabilmesinin imkanlarını vazetmiştir. Bir özgürlük mücadelesinin adıdır tasavvuf ki, nefsinin kuşatmasından, şeytanın vesvesesinden, şehvetin girdabından kurtulup ahseni takvim suretine yönelişinin kutlu bir muhasebesidir.
İnsan Dağların taşların kabul etmediği bir emaneti yüklenip, dünya imtihan sahnesine çıktığında, fıtratın ilahi sesine kulak verip Kur’an ışığında kalbiyle düşünerek “ey mutmain olmuş nefs, iyi kullarımın arasına gir; cennetime gir” muştusuna koşmanın gayretidir. “Kalpler ancak Alah’ı anmakla tatmin olur” ulvi emir ışığında zikirle arınarak gönül aydınlığında huzura koşmaktır
Bu yolun imamları, Kur’an ve sünnetten bir ışık demetleyerek; ilimle yoğrulup, edep ve sabırla kavrulup, Rahmetullah’a akan birer ırmak yolları döşemişlerdir ki, Beşer olarak insan düştüğü bu yolda hikmetin aydınlığında nuru Muhammed’e dünya dikenlerine batmadan ulaşabilsin. Damarlarımıza zikrullahı zerkederek. gönlümüzü ağırlığından, metalığından, dünyeviliğinden sıyırıp “hiçbir yere sığmayan Yaradan’ın sığacağı” bir makama çevirmenin ulviliğidir tasavvuf.
“ Mümin olduk demeyin islam olduk deyin” buyurur Rabbül Alemin. İmanın ve islamın şartların kabul ederek hepimiz islamız şükürler olsun ve müslüman olarak teslim olmaktan mümin olmaya uzanan yolda sığındığımız kalkanın adıdır tasavvuf. S.Nakip Attas’ın deyişiyle “şeriatın, İhsan makamında uygulanmasıdır” ilahi buyrukları nefsin üzerine hakim kılıp Allah’ı görüyormuşçasına ibadet etme bilincine ermenin adıdır tasavvuf.
Ruhlar yaradılınca, dünya alemine çıkmadan bir araya toplanarak, Rableriyle yaptıkları sözleşmeye vücut bulduktan sonra vefa gösterebilmesi için, manevi sezgi kanallarının açık tutulabilmenin gayretiyle her an hatırlamanın ve ulvi kalmanın ve yüzü her zaman hakikatine dönük olmanın çabasıdır tasavvuf. Kıldan ince, kılıçtan keskin bir yolda azimle, sabırla, zühtle, takvayla, teslimiyetle yoğrularak “hamdım, piştim….”düstüruna ermenin mutluluğudur tasavvuf.
.« MUHAMMEDİYE YOLUNUN HAKİKATLARI
TARİKAT NEDİR?
Tasavvuf Peygamber (sav) Efendimizin zahirî ve batinî güzelliklerinden ümmetine kalan mirastır. Allahrasulü şöyle buyuruyor:
“Peygamberler ne dirnar ne de dirhem miras bırakırlar fakat onların mirası ilimdir.” “Alimler peygamberlerin varisçileridirler.”
“Bir babanın çocuğuna bırakacağı en güzel miras güzel ahlaktır.” Tasavvuf diğer İslam ilimlerinde olduğu gibi öne sistematik bir hale gelmiş sonra ise kurumsallaşmıştır. Tarikatlar tasavvufun krumsallaşarak sistematik bir şekilde toplumla lişkiye girmesidir. Tarikatlar; insanların, göründüğünde Allah’ı hatırlatan, yaşantısıyla peygamberin yolunu sürdüren bir mürşid-i kâmil etrafına birleşerek hayatlarını şekillendirme çabasıdır.
Tarikatların ilk ortaya çıkışı tâbiûn ve tebe-ittâbiûn devrine rastlar. Bu devirden sonra tasavvuf, tarikatlar aracılığı ile daha belirgin şekiller ve davranışlar bütünü haline gelmiştir. Tarikatlar ortaya çıktıkları günden itibaren İslam coğrafyasında hızla yayılmışlar, ılımlı ve sevgiyi öne çıkaran anlayışı nedeniyle de İslam’ın yayılmasında önemli görevler üstlenmişlerdir.
İslam toplumlarınca büyük bir hüsn-ü kabul ile karşılanan belli başlı tarikatlar şunlardır.
Kâdiriyye, Mevleviyye, Nakşibendiyye, Ebheriyye, Rufâiyye Tayfuriyye, Şâzeliyye, Sühreverdiyye, Sa’diyye, Melâmiyye Medyenyy, halvetiyye, Şemsiyye, Cemâliyye, Ahmediyye, Rûşeniyye, Edhemiyye, Desûkiyye, Çiştiyye, Cüneydiyye, Celvetiyye, Bayramiyye, Bedeviyye…vd.
Kadiriyye Tarikatı Peygamberimiz (sav) Efenidimizden sonra Hz. Ali (kv) vasıtasıyla üç koldan Abdülkadir Geylânî hazretlerine intikal ederek onda karar kılan tasavvufî anlayış ve ilm-i ledün yolu Abdülkadir Geylânî’den sonra “Kadiriyye Tarikatı” olarak isimlendirilmiştir.
.« KADİRİ TARİKATINDA ZİKİR
MUHAMMEDİYE YOLUNUN HAKİKATLARI
Muhammediye dergahı esasen kadiri dergahı olmakla beraber Nakşibendi,Ebheriye ve Mevleviye tarikatının bu yola katılmasıyla birlikte (ırmakların birleşerek nehirleri oluşturması gibi) Allah’a giden bir umman haline gelmiştir.Tarikat-ı Aliye Abdulkadir Geylani Hz.’nin ,Şah-ı Nakşıbend Hz. ve Halid-i Bağdadi Hz.nin,Hamiduddin Kayseri (Somuncu Baba) nin ve Mevlana Celaleddin Rumi’nin feyizleriyle kemale eren bir yoldur.
Bir kardeşimiz ehlullahtan birinin ismini zikrettiği zaman onlar Peygamber Efendimiz’in kendisine salavat-ı şerife getirenlerden haberdar olduğu gibi haberdar olur.Nitekim Peygamberimize bir kimse salavat getirse,Allahrasulu ona “Şefaatım senin üzerine olsun ey falanca!“ diye karşılık verir.İşte evliyaullahı hayırla yad eden kimselere böyle karşılıklar verilir.Onların dünyada ve ahirette olan tasarruflarından istifade edilir.Muhammediye yoluna gönül bağlayan bir kardeşimiz bu dört tasavvuf yolunda bulunan evliyanın ruhaniyetlerinden gıda alır.Biz bu meseleleri “Tasavvufi Risaleler“ isimli eserimizde açıklamaya çalıştık.Şimdi ehlullahın kapısında zikir gizli de çekilebilir,aşikar da çekilebilir.Çünkü bu yolda ırmaklar birleşti,nehir oldu.
Allah-u zü’l Celal ehlullahın kapısına hizmet edenlerin geçmişlerine bütün ehl-i imanla birlikte rahmet,merhamet etsin.Allah dostlarının himmetine,Peygamber Efendimizin şefaatine cümlemizi dahil eylesin.
Allah-u zü’l Celal ahir akibetimizi hayreylesin.
Amin…
(Seyyid Muhammed Efendi Hz.’nin “İrşad Yolu“ adlı kitabından alıntıdır.)
.« KADİRİ TARİKATINDA ZİKİR
MUHAMMEDİYE YOLUNUN HAKİKATLARI
Muhammediye dergahı esasen kadiri dergahı olmakla beraber Nakşibendi,Ebheriye ve Mevleviye tarikatının bu yola katılmasıyla birlikte (ırmakların birleşerek nehirleri oluşturması gibi) Allah’a giden bir umman haline gelmiştir.Tarikat-ı Aliye Abdulkadir Geylani Hz.’nin ,Şah-ı Nakşıbend Hz. ve Halid-i Bağdadi Hz.nin,Hamiduddin Kayseri (Somuncu Baba) nin ve Mevlana Celaleddin Rumi’nin feyizleriyle kemale eren bir yoldur.
Bir kardeşimiz ehlullahtan birinin ismini zikrettiği zaman onlar Peygamber Efendimiz’in kendisine salavat-ı şerife getirenlerden haberdar olduğu gibi haberdar olur.Nitekim Peygamberimize bir kimse salavat getirse,Allahrasulu ona “Şefaatım senin üzerine olsun ey falanca!“ diye karşılık verir.İşte evliyaullahı hayırla yad eden kimselere böyle karşılıklar verilir.Onların dünyada ve ahirette olan tasarruflarından istifade edilir.Muhammediye yoluna gönül bağlayan bir kardeşimiz bu dört tasavvuf yolunda bulunan evliyanın ruhaniyetlerinden gıda alır.Biz bu meseleleri “Tasavvufi Risaleler“ isimli eserimizde açıklamaya çalıştık.Şimdi ehlullahın kapısında zikir gizli de çekilebilir,aşikar da çekilebilir.Çünkü bu yolda ırmaklar birleşti,nehir oldu.
Allah-u zü’l Celal ehlullahın kapısına hizmet edenlerin geçmişlerine bütün ehl-i imanla birlikte rahmet,merhamet etsin.Allah dostlarının himmetine,Peygamber Efendimizin şefaatine cümlemizi dahil eylesin.
Allah-u zü’l Celal ahir akibetimizi hayreylesin.
Amin…
(Seyyid Muhammed Efendi Hz.’nin “İrşad Yolu“ adlı kitabından alıntıdır.)
.
KADİRİ TARİKATINDA ZİKİR
Kadiri tarikatı’nda zikir aşikare olarak icra edilir. Kadiri tarikatı’nın müntesipleri ferdi olarak kendilerinin duyacakları kadar seslerini yükseltirler, üç müntesip bir araya gelirse zikir, halaka zikri olarak icra edilir. Tevhit “lailaheillallah” ve lafza “Allah” zikirleri Kadirî Tarikatı’nda esası teşkil eder
Şimdi Allahdostu, kuran ve sünnet yolunda hareket eden ve Allah’ı çokça zikreden kimseye denir. Zikir çeken kimseler ne tatlı kimselerdir. Allah-u zü’l-Celâl şöyle buyurmaktadır;
“İnsan hiçbir söz söylemiz ki yanında onu gözetleyen, dediklerini zapteden bir melek hazır bulunmasın.” Her zikir bir varlık olur. Müstecâb makama kadar yükselir ve kıyamete kadar lisân-ı hal ile şöyle yalvarır;
“Yâ Rabbi filan kulun benim ile seni andı, sana yöneldi. Bu kuluna merhamet eyle.” O zaman da Allah-u zü’l-Celâl “Sen şahit ol madem ki bu kulum beni zikretti, benden istedi. Onu cenneti ve cemâlim ile şereflendireceğim” diyerek vaat eder. Nitekim rabbimiz sözünden dönmez. O şöyle buyurmaktadır;
“Allah (cc) sözünden caymaz, Allah (cc) sözünde sebat sahibidir, vaat ettiğini yerine getirir.” Zikir ehline her şey lisân-ı hal ile dua eder. Gece “Yâ rabbi, onun zikri ile huzur buluyorum” diyerek; gündüz de “Yâ rabbi, bu kulun seni zikrediyor. Ben onun zikrinden zevk duyuyorum. Onu dünyevî ve uhrevî kaygılardan muhafaza eyle” diyerek Allah’a yalvarır. Ehl-i gaflet ve ehl-i dalâlet içinse gece şöyle niyaz eder
“Yâ rabbi, ben bu murdarın tacizinden usandım. Senin isminden uzak, gaflet ve dalâlet içerisinde günlerini geçiriyor. Ne olur ona bir musibet ver ve beni bu tacizinden kurtar.” Gündüz ise şöyle beddua eder
“Yâ rabbi, bu kişi senin nân-u nimetini yiyor da sana şükretmiyor. Ne olur bunu derd ü belaya mübtela kıl. Beni bu nankörden kurtar. Yahut da bunun cesedini senin temiz arzından çıkar ve cehenneme idhal eyle.
” İçtiği sular dahi zikir ehline dua eder. Dağlar ve taşlar zikir ehlinin zikrine iştirak eder. Nitekim her şey lisân-ı hal ile Allah’ı zikreder. Allah-u zü’l-Celâl şöyle buyurmaktadır. “Allah’ı hamd ile tesbih etmeyen hiçbir varlık yoktur. Fakat siz, onların tesbihlerini iyi anlayamazsınız.” Zikirsiz hiçbir şey yoktur.
Nice tarikatların bu tarikata katkıda bulunması nedeni ile büyük bir marifet denizi haline gelmiş bulunan Muhammediyye Yolu’nda zikir gizli de çekilebilir, aşikar da çekilebilir. Halaka zikrinin yapılışıKadirî Tarikatı’nda üç müridin bir araya gelmesiyle her mahalde zikir yapılabilir. Zira Peygamberimiz (sav) “Yer yüzü mü’minler için bir mescit mesabesindedir” buyurmuşlardır.
Muhammediye kolunda, cehri olarak zikir yapılabilecek yer, namaz kılınabilen her yerdir. Zikir yapılan yere “Semahâne” yahut “Tevhidhâne” ismi verilir. Zikir icrasına “Meydan Açma” yahut “Mukabele” denir. Zikri mürşid yahut vekili veya bunlar tarafından izin verilen bir kişi idare eder.
Eğer müridler böyle bir imkan bulamamışla ise, zikre oturacak olanlar zikri yönetebilecek birini seçerler. Zikrin mahalli ve zamanı yoktur. Ancak meydan açmak için Seyyid Efendi Baba hazretlerinin izni gereklidir.
Müntesip olanlar abdestli olarak çoğu kez namazı müteakip bir halaka şeklinde otururlar. Karşılıklı düz saf halinde de oturululabilir. Ancak halaka şeklinde oturmak daha faziletlidir. Zikir halakasına müntesip olmayanlar yahut farklı tarikatlara müntesip olanlar verilen izin ile katılabilirler. Yahut zikir halakasının hemen arka kısmına otururlar.
Oturarak icra edilen zikre “Kuûdî Zikir” denir ki zikrin tamamı ama genelde tarikatın evrâdı ve ezkârı bu şekilde icrâ edilir. Kuûdî yapılan zikirler diz kapakları üzerine kalkıp oturmak, bazen sağa ve sola eğilmek, kimi zamanda başı sağdan sola çevirmek sureti ile icra edilir. Ayakta icrâ edilen zikre “Kıyâmî Zikir” denir. Kıyâmî zikirlerde genelde Tevhid, İsm-i Celâl (Allah), İsm-i Hayy, İsm-i Hû zikirleri icrâ edilir.
Bu zikir sağa ve sola eğilmek, el ele tutmak yahut kol kola girmek sureti ile icrâ edilir, kimi zaman müntesip sağdakinin omzunu sağ eliyle, soldakinin belini sol eliyle tutar ve sağ ve sol taraflara doğru hareket ederek zikreder.
Sağ ve sol tarafa ilerlemek sureti ile yapılan zikirlere “Devrânî Zikir” denir. El ele tutunan, kol kola giren yahut omuz ve bellerden tutan müntesipler İsm-i Celâl (Allah), Hay Hay, Hû Hû, Allah Hay Yâ Allah Hay ve diğer bazı esmâ zikirleri ile sağ ayak önde sol ayak biraz arkada birbirine çarpmadan ve gayet ahenk ile sağa ve sola doğru adım atmak sureti ile hareket ederler ve semahaneyi devrederler.
Zikir esnasında ilahiler okumak, Bendir, Tef, Kudüm, Ney, Halile gibi kimi musiki aletlerini kullanarak zikre ve okunan ilahilere ahenk katmak caiz görülmüştür. Zikri belirtilen usuller ve edeb ile icra etmek, zikrin ahengini bozmamak, yöneticinin izni yahut zaruret olmadıkça zikir halakasından ayrılmamak, ihlas, samimiyet ve takvayı öncelemek, gösteriş ve riyadan kaçınmak, husule gelen manevî lezzetin tadını kaçıracak her türlü davranış, söz ve düşüncelerden uzak durmak gereklidir.
Seyyid Efendi Baba hazretlerinin birçok usul ile bizlere öğrettiği Halaka Zikrinin bir vechi şu şekilde icrâ edilir.
Eûzü Besmele İnnallâhe ve Melâiketehû Yusallûne Alennebiy, Yâ Eyyühellezîne Âmenû Sallû Aleyhi ve Sellimû Teslîmâ Sâlât-ı Şerîfe (es-Selâtu ve’s-Selâmu aleyke yâ Rasûlallâh, es-Selâtu ve’s-Selâmu aleyke yâ Habîballâh, es-Selâtu ve’s-Selâmu aleyke yâ Seyyide’l-Evvelîne ve’l-Âhirîn ve Selâmun ale’l-Mürselîn ve’l-Hamdü lillâhi Rabbi’l-Âlemîn)
Tarikatın Virdi (Abdülkadir Geylânî’nin Salavâtı) Nasr, Fatiha ve üç defa ihlas suresini tilavet ile bu sureler arasında “Allahu Ekber, Lâilaheillallâhu Allahu Ekber, Allahu Ekber ve lillâhilhamd” demek sureti ile getirilen Tekbir.
Sâlât-ı Şerîfe İsm-i Hû 11 defa (Buna dem tutmak denir ve Hû ismi uzatılır. Sonunda “Destur Yâ Efendi Baba, Destur Yâ Abdülkadir Geylânî, Teslimiz Yâ Rasûlüllah” denir.)
Besmele-i Şerîfe (11-100 defa) Sâlât-ı Şerîfe Salavât (Allahümme Salli alâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ Âlihî ve Sahbihî ve Sellim)
Estağfirullah el-Azim el-Kerim ellezî Lâilaheillallâhu el-Hayye’l-Kayyûme ve Etûbu ileyh ve Eseluhu’t-tevbete ve’l-mağfirate ve’l-hidâyete lenâ innehû Hüve’t-tevvâbu’r-rahîm (3 defa) İstiğfar, Estağfirullah
(100 defa) sonunda Estağfirullah el-Azim el-Kerim ellezî Lâilaheillâhû el-Hayye’l-Kayyûme ve Etûbu ileyh Tevbete Abdin Zâlimin li-nefsihî la Yemliku li-nefsihi Mevte’v-velâ Hayâte’v-velâ Nüşûra Sâlât-ı Şerîfe Va’lem Ennehû Lâilaheillallâh Lailaheillallâh
(100-300 defa) Haşir Suresinin son ayetleri (Lev Enzelnâ Hâze’l-Kurâne…) Buraya kadar Kuûdî (oturarak) icrâ edilen zikir bundan sonra ayağa kalkmak sureti ile devam eder. Sâlât-ı Şerîfe Lailaheillallâh
(100-700 defa) sonunda el-Meliku’l-Hakku’l-Mubîn Muhammedu’r-rasûlüllah Sâdiku’l-va’di’l-emîn. Sâlât-ı Şerîfe Lafz-ı Celâl, Allah
(100-1000 defa) sonunda Celle Celâluhû ve amme Nevâluhû ve Lâilahe gayruh Buraya kadar Kıyamî Devam eden zikir bundan sonra İllallâh, Allah, Allah Hayy, Hayy Hayy, Hû ve yöneticinin gösterdiği diğer esmâ ile devam eder. Tempo yükselir ve iner. Eğer işaret edilir ise devrâna geçilir. Sâlât-ı Şerîfe okunur ve oturulur. Sâlât-ı Şerîfe İsm-i Celâl, Allah (100-300 defa) Sâlât-ı Şerîfe Yâ Latîf
(100-300 defa) İstenir ise Yâ Latîf zikri kısa tutulur ve Esmâu’l-hüsnâ okunur. Kur’an Tilaveti (Amenerrasulü) Dua Burada kaydedilen zikir adetleri zikri yöneten zât tarafından azaltılıp çoğaltılabilir.
Dua; Allah’a yönelmek sureti ile kişinin acziyetini yaratıcısına yalvararak itiraf etmesidir. Allah-u zü’l-Celâl şöyle buyurmaktadır; “(Rasulüm) De ki: “Rabbim size duanız olmasa ne kıymet veriri?” Allah’a çok yalvarmak ona yakın olmanın bir alametidir. Nitekim peygamberler hayatları boyunca Allah’a en çok dua eden kimselerdir.
Dua mü’minin silahıdır, kılıcıdır, kurtuluş kapısıdır, mü’min kalbi, dili ve ameli ile dua etmelidir. Allah-u zü’l-Celâl “Dualar edin duanıza isticab eylerim” buyurmaktadır.Dualar makbuldür. Allah-u zü’l-Celâl şöyle buyurmaktadır: “Şayet kulları, sana benden sordularsa, gerçekten ben çok yakınımdır. Bana dua edince, duacının duasını kabul ederim. O halde onlar da benim davetime koşsunlar ve bana hakkıyla iman etsinler ki, doğru yola gidebilsinler.” Hakk dostları çok dua eder. Bu dua evliyaların, Abdülkadir Geylânî hazretlerinin duaları ile birleşerek Allah’a yükselir. Evliyaların duası makbuldür. Nitekim şu misalde buna güzel bir örnek vardır.
Maruf-u Kerhî hazretleri Sırr-ı Sakatî hazretlerinin bir yetime yaptığı iyilikten dolayı ona hayır dua ediyor. Bir gün Sırr-ı Sakatî hazretlerinin de dükkanının bulunduğu çarşıda yangın çıkıyor. Sırr-ı Sakatî hazretlerinin dükkanı hariç çarşıdaki bütün dükkanlar yanıyor. Sırr-ı Sakatî’nin dükkanı Maruf-i Kerhî’nin duası hürmetine yanmıyor.Allah’a dua etmek kullar için bir görevdir.
Dualarımız gerek şimdi kabul edilsin, gerekse belli bir zamana tehir edilsin yahut da bizlerin iyiliği için kabul edilmesin bizim vazifemiz Allah-u zü’l-Celâl’e dua etmektir. Allah’a yalvarmayan lisanı Allah sevmez. Bir kimse ne kadar günahkar olursa olsun Allah’a yalvarırsa Allah (cc) onu sever ve onu hidayet yoluna sevkeder.Allah-u zü’l-Celâl şöyle buyurmaktadır; “Bizim yolumuzda gayret edenleri, elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz. Hiç şüphe yok ki Allah iyi davrananlarla beraberdir.”
.
GÜNLÜK DERS – VİRD
Cehrî zikir kadirî tarikatı Hz. Ali (kv) ile başlamıştır. Kadiriye Tarikatı’nda zikir aşikare icrâ edilir. Kadiriye yolunun esası tevhidi “lâilaheillallâh” ve lafza-i celâli “Allah” çokça anmaktır. Muhammediye yolunda “Allah” ismi ve “lailaheillallâh” zikri çok çekilir. Nitekim yer ve gök ancak tevhid ile ayakta durmaktadır.
Tevhide ve Allah-u zü’l-Celâl’in ismine devam etmek gereklidir. Allah-u zü’l-Celâl “İsm-i Azâm” duasını lafza-i celâl’in içine gizlemiştir. Tevhidin içinde ism-i azâm duası gizlidir. Bunlarla zikreden bir sofi bütün esmây-ı hüsnâ ile zikretmiştir. İlahî marifetullahın özü budur. Diğer özler bunun içindedir.
Bizler Allah’ı gerek tevhit ve gerekse lafza-i celâl zikriyle çokça anmalıyız. Marifetullah’ın birinci basamağı zikirdir. Zikirden sonra cezbe gelir, cezbeden sonra aşkullah, aşkullahtan sonra ise marifetullah zuhur eder. Dervuş; geceleri ve gündüzleri zikrullah çeken insandır. Herkes kendi sanatından lezzet duyar. Derviş de dergahından lezzet duyar. Zikir sohbetinden lezzet duyar.
Sofu zikir yaparken dağlar da taşlar da kuşlar da sofiyle birlikte zikir çeker. Nitekim her şey zikir yapar. “Allah’ı hamd ile tesbih etmeyen hiçbir varlık yoktur. Fakat siz., onların tesbihlerini iyi anlayamazsınız.” Sofinin zikrine bütün zikir yapanların zikri iştirak eder. Onun zikri ırmağın suyuna benzer ki ırmak denize boşaldığı zaman nasıl ki deniz suyuna dönüşüyor; sofiler de zikir yapa yapa onun zikri evliyaların zikrine, enbiyaların zikrine, onların dualarına, onların ibadetlerine karışır.
Onlarla beraber sonsuz bir ibadet taat ve zikir sevabı alır. Sofi yani zikir ehli zikre başladığı zaman oturduğu haneler lisân-ı hal ile onunla beraber zikir yapar. Semadaki melekler, küre-i arzdaki melekler onun zikrine katkıda bulunur. Nitekim her şey zikir ile sevinç duyar. Ehl-i dalâletten biri öldüğü zaman
“Yâ rabbi bu murdarı benden çıkarttın taciz oluyordum, benim içimde geziyordu üzülüyordum. İyi ki bu öldü ferahladım” diye yer gök sevinir. Ama ehl-i imandan birisi öldüğü zaman hanesi, seccadesi gam keder içinde, oturup kalktığı yerler hüzün içinde “Yâ rabbi seni zikreden kulun ile biz sevinç duyuyorduk” diye lisân-ı hal ile seslenir. Onun için Allah’ı çok zikretmemiz gerekir.
Abdestli abdestsiz nerde olursak olalım zikirden vazgeçmeyelim. Zikri çok çekelim, kişi zikir yapa yapa kemalleşir. Nitekim evliyaullah ancak zikir yapa yapa kemale ermiştir. Zikirler Allah’a iltica ederek karşılığını bulur. Allah-u zü’l-Celâl şöyle buyurmaktadır; “insan hiçbir söz seylemez ki yanında onu gözetleyen, dediklerin zapteden bir melek hazır bulunmasın.” Allahrasulü de şöyle buyurmaktadır. “kul “Allah” dediğin de “Lebbeyk” buyur yâ kulum ne dersin” diye hitâb-ı ilâhî gelir.” Her zikre mutlak bir karşılık verilir.
Kadirî tarikatı’na intisap eden kişi yukarıda belirtildiği usul üzere rabıtasını bitirdikten sonra abdestli olarak şu şekilde kendisine verilen günlük dersi icrâ eder:
1 defa Fatiha suresi,
1 defa nasr “izâcâe” suresi,
3 defa ihlas suresi okunur.
100 defa Besmele-i Şerif (Bismillahirrahmanirrahim).
100 defa İstiğfar “Estağfirullah” sonunda “Estağfirullah el-azîm el-kerîm ellezî lâilahe illâhû el-hayye’l-kayyûme ve etûbü ileyh. 1
100 defa salavât-ı şerife (Allahümme salli alâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve sellim”
300 ilâ 1000 defa arası Tevhid (Lâilaheillallâh), sonunda “Lâilaheillallâh el-meliku’l-hakku’l-mubîn muhammedün rasûlüllah sâdiku’l-va’di’l-emîn”
1000 ilâ 3000 defa arası Lafza-i Celâl (Allah), sonunda Allah celle celâluhû ve amme nevâluhû ve lâilahe gayruk. 500 defâ Yâ Latîf 1 defa Fatiha suresi, 3 defa ihlas suresi günlük dersin akabinde Seyyid Abdülkadir Geylânî’ye ait olan şu dua okunur;
^اللَّهُمَّ اجْعَلْ اَفْضَلُ صَلَوَاتِكَ اَبَداً ^ وَ اَنْمَى بَرَكَاتِكَ سَرْمَداً ^ وَ اَزْكَى تَحِيَّاتِكَ فَضْلاً وَ عَدَداً ^ عَلَى اَشْرَفِ الخَلاَئِقِ الاِنْسَانِيَّة ِ^ وَ مَجْمَعَ الحَقَائِقِ الاِيمَانِيَّةِ ^ وَ طُورِ التَّجَلِّيَاتِ الاِحْسَانِيَّةِ ^ وَ مَهْبَطِ الاَسْرَارِ الرُّوحَانِيَّةِ وَاسِطَةِ عَقْدِ النَّبِيِّينَ ^ وَ مُقَدِّمِ جَيْشِ الْمُرْسَلِيْنَ ^ وَ اَفْضَلِ الْخَلْقِ اَجْمَعِينَ ^ حَامِلِ لِوَاءِ الْعِزِّ اْلاَعْلَى ^ وَ مَالِكِ اَزِمَّةِ الشَّرَفِ اْلاَسْنَى ^ وَ شَاهِدِ اَسْرَارِ اْلاَزَلِ ^ وَ مَشَاهِدِ اْلاَنْوَارِ السَّوَابِقِ اْلاُوَلِ ^ وَ تَرْجُمَانِ لِسَانِ الْقِدَمِ ^ وَ مَنْبَعِ الْعِلْمِ وَ الْحِلْمِ وَ الْحِكَمِ ^ وَ مَظْهَرِ الْجُودِ الْجُزْئِىِّ الْكُلِّى ^ وَ اِنْسَانِ عَيْنِ الْوُجُودِ الْعُلْوِىِّ وَ السُّفْلِىِّ ^ رُوحُ جَسَدِ الْكَوْنَيْنِ ^ وَ عَيْنِ حَيَاةِ الدَّارَيْنِ ^ الْمُتَحَقِّقِ بِاَعْلَى رُتَبِ الْعُبُودِيَّةِ ^ اَلْمُتَخَلِّقِ بِاَخْلاَقِ الْمَقَمَاتِ اْلاِصْطِفَائِيَّةِ ^ اَلأَشْرَافِ جَامِعُ اْلاَوْصَافْ ^ اَلْخَلِيلِ اْلأَكْرَمِ وَ اْلحَبِيبِ اْلاَعْظَمِ ^ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ وَ مَنِ اتَّبَعَهُ اِلَى يَوْمِ الدِّينِ ^ عَدَدَ خَلْقِكَ وَ زِينَةَ عَرْشِكَ وَ رِضَاءَ نَفْسِكَ وَ مِدَادَ كَلِمَاتِكَ ^ كُلَّمَا ذَكَرَكَ الذَّاكِرُونَ وَ غَفَلَ عَنْ ذِكْرِكَ الْغَافِلُونَ ^ وَ سَلِّمْ تَسْلِيمًا كَثِيرًا كَثِيراً اِلَى يَوْمٍ الْجَزَاءِاَللَّهُمَّ اِنِّى اَسْاَلُكَ فَيْضَةً مِنْ فَيَضَانِ فَضْلِكَ ^ وَ قَبْضَةً مِنْ نُورِ صِلَتِك وَ اَنَسًا وَ فَرْجًا مِنْ بَحْرِ كَرَمِكَ ^ بِيَدِكَ اْلاَمْرُ كُلِّهِ وَ مَقَالِيدُ كُلِّ شَيْءٍ ^ فَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً و عِلْمًا وَ يَقِينًا ^ وَ اَسْاَلُكُ يَا الله ياَ الله ياَ الله ^ اَنْ تُنْعِمَ عَلَيْنَا بِرِضَاكَ ^^ اَللَّهُمَّ اَدْرِكْنَا بِرَحْمَتِكْ ^ وَ فَرِّجْنَا عَنَّا مَا نَحْنُ فِيهِ ياَ مُفَرِّجَ كَرْبِ الْخَلاَيِقِ اَجْمَعِينِ ^ وَ نَجِّنَا مِنَ الْغَمِّ وَ الْهَمِّ وَ اكْشِفْ الْحُزْنَ ^ ياَ مُنْجِىَ الْمُؤْمِنِينَ ^ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللهُ لاَ اِلَهَ الاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَ هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ ^ ^ سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ ^ وَسَلامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ ^ وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ ^
Allah`ım, salat ve selamların en üstünü, bereketlerin en bolunu, tazim ve ihtiramların en yücesini beşeriyetin en şereflisi, ve iman hakikatlerinin kaynağı olan efendimiz Muhammed (s.a.v.)`in ve âl-u ashabının üzerine daim ve ebedi kıl. Peygamberimiz (s.a.v.) efendimiz, ihsan tecellilerin mekanı, ruhani sırların konağı, peygamberlik gerdanlığının birleştiricisi, rasuller ordusunun öncüsü ve tüm yaratılanların en üstünüdür. O, en yüce izzet bayrağının taşıyıcısı ve üstünlük dizginlerinin sahibidir.
Hazret-i Muhammed (s.a.v.), ezeliyet sırlarının şahidi ve öncekilere ait tüm nurları üzerinde taşıyandır. Allah (c.c.) lisanının tercümanı, ilim, hilim ve hikmetin kaynağı, külli ve cüzi vücudun mazharı ulvi ve sufli varlık alemlerinin göz bebeği. Dünya ve ahiret cesedinin ruhu O`dur. Hazret-i Muhammed (s.a.v.) dünya ve ahiret hayatının kaynağı, en üstün kulluk vazifelerinde bulunan, seçilmişlik makamlarının ahlakı ile ahlaklı olan, her türlü vasfın üzerinde bir şerefe sahip olandır.
O çok cömert bir dost, büyük ve yüce bir sevgilidir. Ya Rabbi, tüm bu vasıfların sahibi Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.)`a, onun ehline, ashabına ve O`na ihsan ile tabi olan herkese, yarattıklarının adedince, arşın süslerince, zatının genişliği ve rızanın büyüklüğünce, kelimelerinin sayısı ve uzunluğunca sonsuz salat-u selam eyle. Seni ananların her anısında ve kullarının senin zikrinden gafil oldukları her anda, kiyamete değin çokca ve tam bir şekilde peygamberimiz (s.a.v.) efendimize salat-u selam kıl.
Allah`ım senin sonsuz ve taşkın rahmet deryandan bir bölüm, senin yakınlık nurundan bir parça, dostluk ve kerem denizinden bir katre de bizlere ihsan et. Her işin ve her şeylerin anahtarları şüphesiz senin elindedir. Katından bize bir rahmet, ilim ve yakınlık ver. „Allah“ ism-i celilin hürmetine bunları niyaz ediyoruz. Bizi rizana ermekle nimetlendir. Allah`ım, rahmetinle bizleri idrak sahibi kıl.
Tüm beşeriyetin sıkıntılarını ve ihtiyaçlarını gideren sadece sensin. Bizlerin de sıkıntılarını gider. Bizleri üzüntü, gam ve kederden kurtar. Ey cömertlerin ve kerem sahiplerinin en yücesi, kendine inananları selamete çıkaran Allah`ım, lütfun, cömertliğin ve keremin ile dualarımız kabul eyle.
„Ey Habibim, eğer yüz cevirirler ise deki; „Bana Allah (c.c.) yeter, O`ndan başka ilah yokdur. O`na tevekkül ettin. O en yüce arşın rabbidir.“ (Tevbe Suresi, Ayet 129) „Senin güç ve kuvvet sahibi Rabbin, onların yakıştırdıkları vasıflardan münezzeh ve yücedir.
Gönderilen bütün peygamberlere selam olsun. Hamd Alemlerin rabbi olan Allah`a mahsustur.“ (Saffat Suresi, Ayet 180-2) (Amin) yâ Rabbi bu yapılan virdin sevabını evvelen Peygamberimiz (sav) efendimizin mübarek ve pak ruhuna, enbiya ve evliyaların ruhlarına, tarikat-ı âliye’den geçenlerin ruhlarına, pir Abdülkadir Geylânî ve Seyyid Muhammed Efendi Baba hazretlerini ruh-u tayyibelerine ve tüm ehl-i ima ile birlikte imanı ve bizleri dünyada sıhhat ve huzur, ahirette de cennetin ve cemalin ile şereflendir. (amin) Müridin sıkıntıları ve niyazları var ise bu dua ile birlikte dile getirilir ve bunların halli için Cenâb-ı Allah’a niyazda bulunulur.
.
GÜNLÜK DERS – VİRD
Cehrî zikir kadirî tarikatı Hz. Ali (kv) ile başlamıştır. Kadiriye Tarikatı’nda zikir aşikare icrâ edilir. Kadiriye yolunun esası tevhidi “lâilaheillallâh” ve lafza-i celâli “Allah” çokça anmaktır. Muhammediye yolunda “Allah” ismi ve “lailaheillallâh” zikri çok çekilir. Nitekim yer ve gök ancak tevhid ile ayakta durmaktadır.
Tevhide ve Allah-u zü’l-Celâl’in ismine devam etmek gereklidir. Allah-u zü’l-Celâl “İsm-i Azâm” duasını lafza-i celâl’in içine gizlemiştir. Tevhidin içinde ism-i azâm duası gizlidir. Bunlarla zikreden bir sofi bütün esmây-ı hüsnâ ile zikretmiştir. İlahî marifetullahın özü budur. Diğer özler bunun içindedir.
Bizler Allah’ı gerek tevhit ve gerekse lafza-i celâl zikriyle çokça anmalıyız. Marifetullah’ın birinci basamağı zikirdir. Zikirden sonra cezbe gelir, cezbeden sonra aşkullah, aşkullahtan sonra ise marifetullah zuhur eder. Dervuş; geceleri ve gündüzleri zikrullah çeken insandır. Herkes kendi sanatından lezzet duyar. Derviş de dergahından lezzet duyar. Zikir sohbetinden lezzet duyar.
Sofu zikir yaparken dağlar da taşlar da kuşlar da sofiyle birlikte zikir çeker. Nitekim her şey zikir yapar. “Allah’ı hamd ile tesbih etmeyen hiçbir varlık yoktur. Fakat siz., onların tesbihlerini iyi anlayamazsınız.” Sofinin zikrine bütün zikir yapanların zikri iştirak eder. Onun zikri ırmağın suyuna benzer ki ırmak denize boşaldığı zaman nasıl ki deniz suyuna dönüşüyor; sofiler de zikir yapa yapa onun zikri evliyaların zikrine, enbiyaların zikrine, onların dualarına, onların ibadetlerine karışır.
Onlarla beraber sonsuz bir ibadet taat ve zikir sevabı alır. Sofi yani zikir ehli zikre başladığı zaman oturduğu haneler lisân-ı hal ile onunla beraber zikir yapar. Semadaki melekler, küre-i arzdaki melekler onun zikrine katkıda bulunur. Nitekim her şey zikir ile sevinç duyar. Ehl-i dalâletten biri öldüğü zaman
“Yâ rabbi bu murdarı benden çıkarttın taciz oluyordum, benim içimde geziyordu üzülüyordum. İyi ki bu öldü ferahladım” diye yer gök sevinir. Ama ehl-i imandan birisi öldüğü zaman hanesi, seccadesi gam keder içinde, oturup kalktığı yerler hüzün içinde “Yâ rabbi seni zikreden kulun ile biz sevinç duyuyorduk” diye lisân-ı hal ile seslenir. Onun için Allah’ı çok zikretmemiz gerekir.
Abdestli abdestsiz nerde olursak olalım zikirden vazgeçmeyelim. Zikri çok çekelim, kişi zikir yapa yapa kemalleşir. Nitekim evliyaullah ancak zikir yapa yapa kemale ermiştir. Zikirler Allah’a iltica ederek karşılığını bulur. Allah-u zü’l-Celâl şöyle buyurmaktadır; “insan hiçbir söz seylemez ki yanında onu gözetleyen, dediklerin zapteden bir melek hazır bulunmasın.” Allahrasulü de şöyle buyurmaktadır. “kul “Allah” dediğin de “Lebbeyk” buyur yâ kulum ne dersin” diye hitâb-ı ilâhî gelir.” Her zikre mutlak bir karşılık verilir.
Kadirî tarikatı’na intisap eden kişi yukarıda belirtildiği usul üzere rabıtasını bitirdikten sonra abdestli olarak şu şekilde kendisine verilen günlük dersi icrâ eder:
1 defa Fatiha suresi,
1 defa nasr “izâcâe” suresi,
3 defa ihlas suresi okunur.
100 defa Besmele-i Şerif (Bismillahirrahmanirrahim).
100 defa İstiğfar “Estağfirullah” sonunda “Estağfirullah el-azîm el-kerîm ellezî lâilahe illâhû el-hayye’l-kayyûme ve etûbü ileyh. 1
100 defa salavât-ı şerife (Allahümme salli alâ muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve sellim”
300 ilâ 1000 defa arası Tevhid (Lâilaheillallâh), sonunda “Lâilaheillallâh el-meliku’l-hakku’l-mubîn muhammedün rasûlüllah sâdiku’l-va’di’l-emîn”
1000 ilâ 3000 defa arası Lafza-i Celâl (Allah), sonunda Allah celle celâluhû ve amme nevâluhû ve lâilahe gayruk. 500 defâ Yâ Latîf 1 defa Fatiha suresi, 3 defa ihlas suresi günlük dersin akabinde Seyyid Abdülkadir Geylânî’ye ait olan şu dua okunur;
^اللَّهُمَّ اجْعَلْ اَفْضَلُ صَلَوَاتِكَ اَبَداً ^ وَ اَنْمَى بَرَكَاتِكَ سَرْمَداً ^ وَ اَزْكَى تَحِيَّاتِكَ فَضْلاً وَ عَدَداً ^ عَلَى اَشْرَفِ الخَلاَئِقِ الاِنْسَانِيَّة ِ^ وَ مَجْمَعَ الحَقَائِقِ الاِيمَانِيَّةِ ^ وَ طُورِ التَّجَلِّيَاتِ الاِحْسَانِيَّةِ ^ وَ مَهْبَطِ الاَسْرَارِ الرُّوحَانِيَّةِ وَاسِطَةِ عَقْدِ النَّبِيِّينَ ^ وَ مُقَدِّمِ جَيْشِ الْمُرْسَلِيْنَ ^ وَ اَفْضَلِ الْخَلْقِ اَجْمَعِينَ ^ حَامِلِ لِوَاءِ الْعِزِّ اْلاَعْلَى ^ وَ مَالِكِ اَزِمَّةِ الشَّرَفِ اْلاَسْنَى ^ وَ شَاهِدِ اَسْرَارِ اْلاَزَلِ ^ وَ مَشَاهِدِ اْلاَنْوَارِ السَّوَابِقِ اْلاُوَلِ ^ وَ تَرْجُمَانِ لِسَانِ الْقِدَمِ ^ وَ مَنْبَعِ الْعِلْمِ وَ الْحِلْمِ وَ الْحِكَمِ ^ وَ مَظْهَرِ الْجُودِ الْجُزْئِىِّ الْكُلِّى ^ وَ اِنْسَانِ عَيْنِ الْوُجُودِ الْعُلْوِىِّ وَ السُّفْلِىِّ ^ رُوحُ جَسَدِ الْكَوْنَيْنِ ^ وَ عَيْنِ حَيَاةِ الدَّارَيْنِ ^ الْمُتَحَقِّقِ بِاَعْلَى رُتَبِ الْعُبُودِيَّةِ ^ اَلْمُتَخَلِّقِ بِاَخْلاَقِ الْمَقَمَاتِ اْلاِصْطِفَائِيَّةِ ^ اَلأَشْرَافِ جَامِعُ اْلاَوْصَافْ ^ اَلْخَلِيلِ اْلأَكْرَمِ وَ اْلحَبِيبِ اْلاَعْظَمِ ^ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ وَ مَنِ اتَّبَعَهُ اِلَى يَوْمِ الدِّينِ ^ عَدَدَ خَلْقِكَ وَ زِينَةَ عَرْشِكَ وَ رِضَاءَ نَفْسِكَ وَ مِدَادَ كَلِمَاتِكَ ^ كُلَّمَا ذَكَرَكَ الذَّاكِرُونَ وَ غَفَلَ عَنْ ذِكْرِكَ الْغَافِلُونَ ^ وَ سَلِّمْ تَسْلِيمًا كَثِيرًا كَثِيراً اِلَى يَوْمٍ الْجَزَاءِاَللَّهُمَّ اِنِّى اَسْاَلُكَ فَيْضَةً مِنْ فَيَضَانِ فَضْلِكَ ^ وَ قَبْضَةً مِنْ نُورِ صِلَتِك وَ اَنَسًا وَ فَرْجًا مِنْ بَحْرِ كَرَمِكَ ^ بِيَدِكَ اْلاَمْرُ كُلِّهِ وَ مَقَالِيدُ كُلِّ شَيْءٍ ^ فَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً و عِلْمًا وَ يَقِينًا ^ وَ اَسْاَلُكُ يَا الله ياَ الله ياَ الله ^ اَنْ تُنْعِمَ عَلَيْنَا بِرِضَاكَ ^^ اَللَّهُمَّ اَدْرِكْنَا بِرَحْمَتِكْ ^ وَ فَرِّجْنَا عَنَّا مَا نَحْنُ فِيهِ ياَ مُفَرِّجَ كَرْبِ الْخَلاَيِقِ اَجْمَعِينِ ^ وَ نَجِّنَا مِنَ الْغَمِّ وَ الْهَمِّ وَ اكْشِفْ الْحُزْنَ ^ ياَ مُنْجِىَ الْمُؤْمِنِينَ ^ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللهُ لاَ اِلَهَ الاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَ هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ ^ ^ سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ ^ وَسَلامٌ عَلَى الْمُرْسَلِينَ ^ وَالْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ ^
Allah`ım, salat ve selamların en üstünü, bereketlerin en bolunu, tazim ve ihtiramların en yücesini beşeriyetin en şereflisi, ve iman hakikatlerinin kaynağı olan efendimiz Muhammed (s.a.v.)`in ve âl-u ashabının üzerine daim ve ebedi kıl. Peygamberimiz (s.a.v.) efendimiz, ihsan tecellilerin mekanı, ruhani sırların konağı, peygamberlik gerdanlığının birleştiricisi, rasuller ordusunun öncüsü ve tüm yaratılanların en üstünüdür. O, en yüce izzet bayrağının taşıyıcısı ve üstünlük dizginlerinin sahibidir.
Hazret-i Muhammed (s.a.v.), ezeliyet sırlarının şahidi ve öncekilere ait tüm nurları üzerinde taşıyandır. Allah (c.c.) lisanının tercümanı, ilim, hilim ve hikmetin kaynağı, külli ve cüzi vücudun mazharı ulvi ve sufli varlık alemlerinin göz bebeği. Dünya ve ahiret cesedinin ruhu O`dur. Hazret-i Muhammed (s.a.v.) dünya ve ahiret hayatının kaynağı, en üstün kulluk vazifelerinde bulunan, seçilmişlik makamlarının ahlakı ile ahlaklı olan, her türlü vasfın üzerinde bir şerefe sahip olandır.
O çok cömert bir dost, büyük ve yüce bir sevgilidir. Ya Rabbi, tüm bu vasıfların sahibi Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.)`a, onun ehline, ashabına ve O`na ihsan ile tabi olan herkese, yarattıklarının adedince, arşın süslerince, zatının genişliği ve rızanın büyüklüğünce, kelimelerinin sayısı ve uzunluğunca sonsuz salat-u selam eyle. Seni ananların her anısında ve kullarının senin zikrinden gafil oldukları her anda, kiyamete değin çokca ve tam bir şekilde peygamberimiz (s.a.v.) efendimize salat-u selam kıl.
Allah`ım senin sonsuz ve taşkın rahmet deryandan bir bölüm, senin yakınlık nurundan bir parça, dostluk ve kerem denizinden bir katre de bizlere ihsan et. Her işin ve her şeylerin anahtarları şüphesiz senin elindedir. Katından bize bir rahmet, ilim ve yakınlık ver. „Allah“ ism-i celilin hürmetine bunları niyaz ediyoruz. Bizi rizana ermekle nimetlendir. Allah`ım, rahmetinle bizleri idrak sahibi kıl.
Tüm beşeriyetin sıkıntılarını ve ihtiyaçlarını gideren sadece sensin. Bizlerin de sıkıntılarını gider. Bizleri üzüntü, gam ve kederden kurtar. Ey cömertlerin ve kerem sahiplerinin en yücesi, kendine inananları selamete çıkaran Allah`ım, lütfun, cömertliğin ve keremin ile dualarımız kabul eyle.
„Ey Habibim, eğer yüz cevirirler ise deki; „Bana Allah (c.c.) yeter, O`ndan başka ilah yokdur. O`na tevekkül ettin. O en yüce arşın rabbidir.“ (Tevbe Suresi, Ayet 129) „Senin güç ve kuvvet sahibi Rabbin, onların yakıştırdıkları vasıflardan münezzeh ve yücedir.
Gönderilen bütün peygamberlere selam olsun. Hamd Alemlerin rabbi olan Allah`a mahsustur.“ (Saffat Suresi, Ayet 180-2) (Amin) yâ Rabbi bu yapılan virdin sevabını evvelen Peygamberimiz (sav) efendimizin mübarek ve pak ruhuna, enbiya ve evliyaların ruhlarına, tarikat-ı âliye’den geçenlerin ruhlarına, pir Abdülkadir Geylânî ve Seyyid Muhammed Efendi Baba hazretlerini ruh-u tayyibelerine ve tüm ehl-i ima ile birlikte imanı ve bizleri dünyada sıhhat ve huzur, ahirette de cennetin ve cemalin ile şereflendir. (amin) Müridin sıkıntıları ve niyazları var ise bu dua ile birlikte dile getirilir ve bunların halli için Cenâb-ı Allah’a niyazda bulunulur.
.
BEY’AT İNTİSAB NEDİR?
Bey’at (Biat), kişinin marifetullah’a ulaşmak için mürşid-i kâmil’in rehberliğini kabul etmesi ona teslim olarak mürşidinin gösterdiği ölçüler içerisinde hizmetinde bulunmasıdır.
Evliyalar Allah yolunun rehberleridir. Rehbersiz ve delilsiz marifetullah yoluna çıkılamaz. Allahrasulü de Cibrîl-i Emîn’nin rehberliğinde miraca çıktı. O yol gösterdi. Böylece tâ sidre-i müntehâ’ya kadar vardılar.
Daha sonra Ref Ref isminde başka bir melek geldi. O melek de kendi mevkiine kadar Allahrasulü’ne rehberlik etti. Ondan sonra peygamberimiz “lâ mekân ve lâ zamân” bir devrede Allah-u zü’l-Celâl’i baş gözüyle gördü. Onunla doksan bin kelam konuştu. Allah-u zü’l-Celâl şöyle buyurmaktadır;
“Elbette sana bey’at edenler, ancak Allah’a bey’at etmektedirler.[7]” Muhammediye yolu gibi yüksek bir saadet kapısına intisap eden bir kardeşimiz Abdülkadir Geylânî’ye bey’at etmiş, ona bey’at eden Allahrasulü’ne bey’at etmiş, Allah’a bey’at etmiş kabul edilir. Deniz suyuna karışan ırmaklar denize karıştıktan sonra deniz suyu sayılır. Evliya kapısına intisap eden bir kardeşimiz de Allah yolunun erlerinden sayılır.
Abdülkadir Geylânî’nin cemaatı ile birlikte evliyanın cemaatinden sayılır. Sofinin duası evliyaların duası ile birlikte müstecâb makama yükselir. El almanın hikmetini şu misal ile açıklayabiliriz; Köpeklerin boğup öldürdüğü hayvanlar mundar olmasına rağmen, avcının el verip de “Bismillah” diyerek kapıp bıraktığı av hayvanı dağdan bir geyik yakalasa veya öldürse ve ölüsünü getirse eti helal kabul edilir, yenir. Çünkü o köpek el aldığından dolayı avlanma fiili avcıya atfedilir ve sanki o avı avcı yakalamış gibi değerlendirilir.
Bey’at edenlerin fiilleri de Allah katında ehlullaha atfedilerek müstecâb makamda değerlendirilir. Bu sebepten dolayı el almak ehlullah kapısına hizmet etmek onların manevî himmetlerine mahzar olmak demektir.
Şimdi Allah’a yönelmek isteyen kişi öncelikle ehlullah yoluna bey’at ederek işe başlamalıdır. Hakikî manada teslimiyetin bir itirafı olması gereken bey’at, sofilerin iradelerini mürşidin iradesine teslim etmesini ifade eder. Bu bakımdan gönüllerini şeyhin gönlüne bağlayanlarda bazı haller zuhur eder. Bu haller kendisinden sonra el verdiği sofilere de intikal eder. Onlara da ilham geçer.
Allahrasulü şöyle buyurmaktadır; “Kim kime benzer ise o da ondandır.[8]” Bu hadiste ifadelendirilen diğer bir nokta da müridin Allahrasulü’nün şefaatine ortak olacağıdır. Parça bir bütün olur ve sofi böylelikle tarikattaki şefaat makamına yükselir. Annesine babasına şefaat eder. Müridler derecelerine göre üç ilâ yetmiş kadar kimseye şefaat edeceklerdir. Ehlullah yoluna müntesip olacak kişinin Ehl-i Beyt yolu olan Kadirî tarikatına intisabı şu şekildedir;
Tarikata intisap edecek kişi “Destûr yâ şeyhim” diyerek, Efendi Baba hazretlerinin yahut vekilinin huzuruna girmek için izin ister. Kendisine izin verilir ise abdestli bir şekilde Efendi Baba hazretlerinin ellerinden yahut vekilinin elinden tutar. İntisap edecek kişi hanım ise intisap edeceği zâtın elinden tutmaz, cübbesinin bir ucundan haya ile tutar. Ders verecek olan zât-ı muhteremin telkini ile şu duayı birlikte okurlar;
Elhamdülillahi rabbi’l-âlemîn ve’s-salâtu ve’s-selâmu alâ muhammedi’v-ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn.[9]
Estağfirullah, Estağfirullah, Estağfirullah, el-Azîm, el-Kerîm ellezî lâilâhe illâ hû, el-Hayyu’l-Kayyûme ve netûbu ileyk, tevbete abdin zâlin li-nefsihî lâ yemliku li-nefsihî meten ve lâ hayâten ve lâ nüşûrâ.[10]
Va’lem ennehû Lâilâhe illallâh[11],
“Lâilahe İllallâh (11 defa)
” Bismillâhirrahmânirrahim
“Yâ eyyühellezîne âmeû tübû ilâllâhi tevbeten nasûhâ” sadakallâhu’l-azîm.
Küllün âmentü billâhi ve melâiketihî ve kütübihî ve rusulihî ve’l-yevmi’l-âhiri ve bi’l-kaderi hayrihî ve şerrihî minallâhi teâlâa[12]
Şehidallâhu ennehû lâilahe illâ Hû ve’l-melâiketu ve ulu’l-ilmi Kâime’m-bi’l-kısd. Lâilahe illâ Hûve’l-azîzu’l-hakîm. İnned-dîne indallâhi’l-İslâm.[13]
Allah-u zü’l-Celâl’in emri ve takdiri ile iki cihan güneşi Hazret-i Muhammed Mustafa (sav) Efendimizden velilerin gönlüne intikal eden ve “Ayağım tüm velilerin boynu üzerindedir.” buyuran Sultânu’l-Evliyâ Seyyid Abdülkadir Geylânî hazretlerinde toplanarak bir ırmak haline gelen ve onlardan feyazân ederek Efendi Baba hazretlerine intikal eden bu manevî yolu onların izni ve desturları ile siz kardeşime telkin ediyorum.
Hakkınızda hayırlı ve bereketli olsun. Velilerin himmeti üzerimize say-i bân olsun. Günahlardan kaçınınız, Allah’ın emirlerine uyunuz. Bizim vesilemiz ile yüklenmiş olduğunuz bu yüce yolun emanetini koruyunuz. Bu yola müntesip olmanın feyzi ile sevininiz. Şeytanın ve nefsinizin isteklerinden Allah’a sığınınız. Söz verdikten sonra ahdinize sadık kalınız ki veliler yanında kıymetiniz olsun.
Bismillahirrahmanirrahim. “innellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallah, yedullâhi fevka eydîhim. Femen nekese fe innemâ yenküsü alâ nefsih ve men evfâ bimâ âhede aleyhullâhi feseyü’tîhi ecran azîma.[14]
İnnallâhe ve melâiketehû yusâllûne alennêbiy, yâ eyyühellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ.[15]
es-selâtu ve’s-selâmu aleyke yâ rasûlallâh, es-selâtu ve’s-selâmu aleyke yâ habîballah, es-selâtu ve’s-selâmu aleyke yâ seyyide’l-evvelîne ve’l-âhirîn, ve selâmun ale’l-mürselîn ve’l-hamdü lillâhi rabbi’l-âlemîn, el-Fâtiha.[16]
Böylelikle tarikata müntesip olan kişi kendisinden ders aldığı zât-ı muhteremin edeb ile ellerini öper ve huzurundan ayrılır. En yakın bir zamanda boy abdesti alır ve ardından iki rekat “tevbe ve istiğfar namazı” kılar.
Her iki rekatta fatiha ile birlikte bildiği bir zammı sureyi okur. Namaz akabinde “seyyidi’l-istiğfar” duasını okur ve günahlarından istiğfar eder.
Seyyidi’l-istiğfar duasını bilmiyor ise hata ve isyanlarından pişman olur ve samimi olarak bağışlanması için niyaz eder. Üzerinde kul hakkı var ise bunları iade eder. Küs ise barışır. Allah’a yönelir. Niyetlerini, sözlerini ve amellerini düzeltmeye gayret sarfeder. Farzlara riayet eder, sünnetleri gözetir. Başta kendisini sonra çevresini iyiliğe davet eder ve kötülükten sakındırır. Böylelikle Allahdostlarına yakın olmanın faziletini ve hazzını idrake başlar.
.
KADİRİ TARİKATINDA RABİTA
Hazret-i Muhammed (s.a.v) efendimiz son peygamberdir. Alemlere rahmet olarak gelmiştir. Veliler de alemlere rahmettir. Onların bulunduğu yerlere rahmet, bereket yağar. Belalar, musibetler oradan uzaklaşır.
Şöyle ki: Allah-u zü’l-Celal peygamberimize Cibrîl-i Emîin’i gönderdi. Bunun üzerine peygamberimiz, Hazreti Ali’yi çağırdı. Ona tevhidi talim etti. Hazreti Ali Rasulüllah’a orada beyat etti. Böylelikle velilik nuru Hazreti Ali’ye geçti.
Evliyaullahın yolu Evlad-ı Rasul kapısından başladı.Allahrasulü şöyle buyurmaktadır;“Size iki emanet bırakıyorum birincisi Kuran’dır ikincisi ise Ehl-i Beytimdir.[1]”
Evlad-ı Rasulün gönlünden gönüllere nur akar. Bu nur gele gele mürşidin gönlüne oradan da müridin gönlüne sirayet eder. Kalpten kalbe yol vardır. Tarikat-ı Âliye’de irşat ehlinin kalbine gelen nurdan müridinin kalbine nur geçer. Çünkü takdir-i ilahi böyledir. Müridin kalbine geçen bu nur dolayısıyla ona ilham kapısı, mübeşşerat kapısı ve feraset kapısı açılır.
Şimdi bu nur kapılarını açmak için mürit şeyhinin elini tutar ona beyat eder, kendi kalbini şeyhinin kalbine bağlar. Rabıta yapar. Rabıtanın gayesi gönülden gönüle geçen feyizden istifade ederek, Allahrasulü’nün nurundan tâ müridin gönlüne gelen nur aracılığıyla gönüldeki ilham kapılarını açmaktır.Bunu şu misalle açıklayabiliriz;Bebekler anne karnındayken annesine göbek bağıyla bağlıdır. Çocuk annenin yeme içmesinden bu bağ sayesinde istifade eder. Eğer bu bağ bir vesile ile koparsa veya işlevini yitirirse çocuk anne karnında ölür. Çocuk bu bağ sebebiyle beslenir, kemalleşir ve neticede dünyaya gelir. İşte rabıta buradaki göbek bağı gibidir. Mürit kemalleşene kadar feyiz aşk muhabbet gibi şeyhindeki bütün haller rabıta vasıtasıyla müride geçer. Mürid böylelikle kemalleşir ve ona ilham gelir.
Nitekim ilham gizli bir bilgidir. Allah-u zü’l-Celâl şöyle buyurmaktadır;“…Ona tarafımızdan bir ilim öğrettik.[2]”
Ehl-i beyt mürşid Seyyid Efendi Baba hazretlerine müntesip olan kardeşlerimiz her gün muntazaman rabıta yapar.
Şeyh Rabıtası şu şekilde icrâ edilir;
Allahdostlarının izinde bulunan bir sofi abdestli olarak kıbleye yönelir ve öncelikle şu zikirleri çeker.
100 defa “Estağfirullah” sonunda “Estağfirullah el-Azîm el-Kerim ellezî lâilahê illâ Hû el-Hayye’l-Kayyume ve etûbu ileyh.
11 defa salavât-ı şerîfe (Allahümme salli ala muhammedi’v-ve alâ âlihî ve sahbihî ve sellim”
20 defa besmele-i şerîfe (Bismillahirrahmânirrahim)
1 defa Fatiha suresi
3 defa İhlas suresiBu zikrin akabinde “Destur yâ Şeyhim Efendi Baba Hazretleri” der. Manen izin alır ve gözlerini kapar. Manen Efendi Baba hazretlerinin huzurunda bulunduğunu hisseden sofi şeyhini şu usul ile tahayyül eder.
Seyyid Efendi Baba hazretlerinin nuru çeşme gibidir. Sofi de o çeşmenin bir kabıdır. Çeşmeden akan sular kapları nasıl dolduruyor ise Seyyid hazretlerinden sadır olan nur da müridi böylece Allah’ın nuruna gark eder. Seyyid Efendi Baba hazretlerinin nuru bir çadır gibidir. Sofi de o çadırın içerisinde oturan bir kimsedir. Bir çadır nasıl içindekini çepe çevre kuşatmış ise Seyyid hazretlerinin nuru da öylece müridi çepe çevre kuşatmıştır. Seyyid Efendi Baba hazretlerinin nuru sırta giyilen bir aba gibidir. Aba, giyen kimseyi nasıl sarmış ise Seyyid hazretlerinin nuru da müridi bu şekilde sımsıkı sarmış durumdadır. Seyyid Efendi Baba hazretlerinin nuru bir deniz gibidir. Sofi ise bu denize düşmüş bir damladır. Damlalar nasıl denizin içerisinde kayboluyorsa mürid de kendini Efendi Baba hazretlerinin nurunda böylece kaybeder.
Mürit en az beş dakika bu manevî halin idrakine gayret sarfeder. Mürit kendisine bıkkınlık vermeyecek kadar ancak olabildiğince uzun bir müddet rabıtasını uzatmaya çalışmalıdır. Zira rabıta müridin şeyhi ile olan bağını kuvvetlendirecek ve rabıta yapan zâtın veliler yanında kıymetini arttıracaktır. Mürit rabıtadan çıkmak istediği vakit “Destur Yâ Efendi Baba hazretleri” diyerek manen izin istemeli, sağ ve sol taraflara yüzünü çevirmek sureti ile “es-Selâmu aleykum ve rahmetullah” diyerek her iki tarafa selam vermelidir.
Rabıta akabinde mürit Besmele-i şerîfe ile birlikte 1 Fatiha suresi ve 3 İhlas suresi okumalı. “Subhâne rabbike rabbi’l-izzeti ammâ yesifûn ve selâmun ale’l-mürsilîn ve’l-hamdülillâhi rabbi’l-âlemîn” diyerek dua etmelidir. Hasıl olan sevabı Peygamberimiz (sav) Efendimizden başlamak sureti ile Seyyid Efendi Baba hazretlerine gelinceye kadar Kadiri yoluna hizmet etmiş bulunan tüm ehlullahın ruhaniyetlerine bağışlamalıdır.
Sofî “fenâ fi’ş-şeyh” makamını buluncaya bir diğer ifade ile Seyyid Efendi Baba hazretlerinin telkinine kadar Şeyh rabıtasına devam etmelidir. Peygamberimiz (sav) Efendimizi, Pir Seyyid Abdülkadir Geylânî hazretlerini ve Seyyid Efendi Baba hazretlerini kapsayan üçlü rabıta ancak Efendi Baba hazretlerinin telkini ile yapılmalıdır. Zirâ bir doktorun hastaya gerekli ilaçları göstermesi gibi sofiye gerekli manevî ilaçları da Efendi Baba hazretleri işaret etmektedir. Bunun haricine çıkmak sofiye fayda sağlamayacağı gibi kendini manevî bir sıkıntıya düçar edecektir
Bir mürid şeyhinden başkasını rabıtaya alamaz. Rabıtaya başkalarını katarsa vücut alemi velveleye düşer. Dengesi bozulur. İsyana girer. Nitekim bir devletin başında iki başkan olursa o yönetim ifsat olur. Bir müridin şeyhi vefat ederse evlad-ı rasul’den olan biri kemalleşerek onun makamına yerleşene kadar mürid, vefat eden şeyhine rabıta yapmaya devam eder.
O şeyhin soyundan gelen Evlad-ı Rasul vefat eden şeyhin makamına yükselince mürid bu sefer rabıtayı ikinci bir şeyhe bağlar.Rabıtayı en az beş dakika olarak günde bir defa yapmak lazımdır. Dileyen rabıtayı on beş dakika, yarım saat veya bir saat yapabilir.
Rabıta, bebeklerin annelerinin memelerinden gıdalanmalarına benzer ki eğer çocuk bu gıdadan mahrum kalırsa ölüme mahkumdur. Rabıtasız sofu da tarikattan lezzet bulamaz, hakikate ulaşamaz.Kardeşlerime derim ki siz ehlullah yoluna teslim olun. Fena fi’ş-şeyh makamını bulmanız şarttır. Yoksa zikrin sevabını alırsınız fakat gönlünüzdeki ilham kapıları açılmaz.Gönüllerini şeyhinin gönlüne bağlayanlarda bazı haller zuhur eder. Bu haller kendisinden sonra el verdiği sofilere de intikal eder. Onlara da ilham geçer. Yani kendine geçen başkasına da geçer. Bunun hikmeti şudur;Allahrasulü şöyle buyurmaktadır;“Kim kime benzerse o da ondandır.”[3]
Mürid Allahrasulü’nün şefaatına ortak olacaktır. Parça bir bütün olur ve sofi böylelikle tarikattaki şefaat makamına yükselir. Annesine babasına şefeat eder. Müridler üç ilâ yetmiş kimseye şefaat edeceklerdir. Bunları dinleyen kardeşlerim mutlaka kemalleşir.
Her şeyin bir ölçüsü vardır. Müridin de ölçüsü şeyhine teslim olmaktır. Müridin vazifesi teslimattır. Nitekim bir şoför eğer kendisine ayrılan yol yerine bariyerlerden gitmek isterse arabasını yuvarlar, içindekileri de helak eder. Şeyhine teslim olmayan bir mürit de neticede -Allah muhafaza- bu duruma düşer.
[1]Müslim, fadailu’us- sahabe 37, (2408).
[2] Kehf suresi ayet:65.
[3] Süneni ebi Davut, h.no:4031; Müsned-i imam Ahmet, h.no:5106,5107,5651.
.
MÜRŞİD – MÜRİD İLİŞKİSİ NASIL OLMALIDIR?
1- Herhangi bir konuda şeyhini aldatmamalıdır. O’na son derece saygı göstermelidir.
2- O’nun öğrettiği zikir ile kalbini düzeltmeye çalışarak gafletten kurtulmaya çabalamalıdır.
3- Bir konuda haklı bile olsa şeyhin sözünü ve gayesini anlamaya çalışmalı; ona karşı ölü yıkayıcısının eli altındaki ceset gibi olmalıdır.
4- Şeyhi bir şey sormadan söz söylememelidir.
5- Herhangi bir isteğini şeyhinden başkasına söylememelidir. Eğer mürşidine ulaşamazsa ve çok gerekliyse salih, eli açık ve takva sahibi kişilerden istekte bulunabilir.
6- Ancak mürşidi aracılığıyla istek ve gayesine ulaşabileceğine inanmalıdır. Sevgisi başka bir şeyhe yönelirse kendi mürşidinden yarar göremez ve feyz kapısı kapanır.
7- Mürşidinin kendi üzerindeki tasarrufunu kabullenerek emrine uymalı ve her konuda ona hizmet etmelidir. Çünkü arzu ve sevgi bu yolla oluşur ve ihlasla gönülden bağlılığın ölçüsü bu yolla anlaşılır.
8- İbadetlerinde adetlerinde ve tüm yaptığı işlerinde mürşidinin isteğini kendi isteğinden üstün tutmalıdır.
9- Mürşidin iyi ahlakına ve olgunluğuna güvenerek onun hoşlanmadığı şeyleri yapmaktan kaçınmalıdır.
10- Kendi durumunu mürşidine açıkladıktan sonra bir şey istemeden verilecek karşılığı beklemelidir. Birisi şeyhine bir şey sorarsa kendisi cevap verme küstahlığında bulunmamalıdır.
11- Mürşidinin bulunduğu toplulukta yüksek sesle konuşmamalıdır. Çünkü bu çok kötü edepsizliktir. Bize anlatıldığına göre bir gün İmamı Züfer abdest alıyordu, hocası İmam-ı Azam Ebu Hanife ( r.a) onun yanından geçti. İmam-ı Züfer ayağa kalkmayarak saygıda kusur etti. Bundan dolayı en üstün öğrenci olacakken derecesi en düşük kaldı.
12- Mürşidinin hiçbir haline kalben dahi olsa karşı koymamalı ve içinde şüphe belirirse iyiye yormalı; iyiye yoramazsa kusuru kendinde aramalıdır. Musa ( a.s) ile Hızır ( a.s) arasına geçen olayı düşünmelidir. Çünkü mürşide karşılık vermek çok çirkindir ve bundan ortaya çıkacak perdelenmenin ilacı yoktur. Ayrıca tüm feyiz kapıları kapanır.
13- Mürşidinin çare bulması için iyi veya kötü tüm olayları ona açıklamalıdır. Çünkü mürşit doktor gibidir; müridin halini öğrendiğinde onun sorununu düzeltmeye ve iyileştirmeye çalışır. Bu nedenle nasıl olsa şeyhim benim sorunumu biliyor diye sorunu ona iletmemek doğru değildir. Çünkü bazen mürşit keşfinde yanılabilir. Velilerin keşfinde yanılması alimlerin içtihatda yanılması gibidir, yanılan da sevap kazanır. Şeriatın kurallarına uymadıkça keşiflere uyulmaz. Gerçek bile olsa bunlarla karar verilmez.
14- Müridin şeyhine gönülden bağlılığı eziyetli ve sıkıntılı olduğunda bile bozulmamalıdır. Moral bozacak sözler, dedikodular ümidini kırmamalı; Allah’tan ( c.c) istediği feyzi ancak mürşidinin aracılığıyla elde edebileceğine inanmalıdır. Bunun için şeyhine olan sevgisi be bağlılığı kendi nefsinden, çoluk çocuğundan ve malında daha fazla olmalıdır.
15- Mürşidinin yaptığı ibadet ve hareketlerin hepsini yapmaya kalkışmamalıdır. Çünkü mürşidinin bulunduğu hal ve derecesiyle ilgili bazı yaptıkları müride uygun düşmeyebilir.
16- Şeyhinin emirlerini yorumsuz başkasına devretmeden hemen yerine getirmelidir. Geciktirirse veya yapmasa feyiz kesilir.
17- Mürşidinin verdiği zikir, teveccüh ve murakabe gibi görevleri emrettiği şekilde yerine getirmelidir.
18- Mürşidi ile birlikte bulunurken hareketlerine, sözlerine, sorduğu soru ve verdiği cevaplarına dikkat etmeli; ileri- geri konuşmamalıdır. Zira böyle şeyhin büyüklüğünü ve saygısını müridin kalbinden gider.
19- Mürşidiyle konuşacağı anları iyi ayarlamalı; verdiği cevapları can kulağıyla dinlemeli, konuşurken edepli ve haddini aşmadan kısa ve öz derdini anlatmalıdır.
20- Mürşidinin kendisine açıklanan sırlarını gizlemelidir.
21- Allah Teala’nın (c.c) mürşidi aracılığıyla kendisine bağışladığı keşif, keramet, hal ve düşünceleri şeyhinden saklamamalıdır.
22-Uygunsuz kişilerin yanında mürşidinden söz etmemeli ve onun sohbetlerini anlatmamalıdır. Onlara ancak akılları ve anlayışları derecesinden açıklama yapabilir.
23- Mürşide kapılanmak gerçekleştiğinde size Allah’u Teala’yı (c.c) tanımak ve bilmek için geldim demelidir. Şeyhi kendisini kabul ettikten sonra bir şey istemez, ancak hizmet eder. Böylece mürşidinin kendisini kabulü tam olur. Bu süre boyunca şeyhi bir şey emrederse bildiği şey dahi olsa onunla uğraşmalıdır.
24- Herhangi bir kimse şeyhine selam söylemek isterse, o görevi üzerine almamalıdır.
25- Mürşidi ile beraberken başka şeylerle ilgilenmemeli, tam anlamıyla ona yönelmelidir. Devamı Sonraki Sayfada 26- Mürşidinin karşısında abdest bozmamalı, tükürmemeli, sümkürmemeli, nafile namaz kılmamalı, tesbih çekmemeli ve bir şeyle oynamamalıdır.
27- Mürşidi emretmedikçe baş köşeye geçmemelidir.
28- Mürşidin seccadesi, yatağı, kap ve kacağı gibi özel eşyaları kullanmamalıdır.
29- Karanlık gibi zorunlu haller olmadıkça mürşidinin önünde yürümemelidir.
30- Mürşidinden uzakta iken ilgiyi kesmemek için mektuplaşmalı, bu mektupları korumaya özen göstermelidir.
31- Abdestsiz olarak şeyhinin yanında oturmamalıdır.
32- Nehir gibi akarsu kıyısında abdest alırken mürşidinden üst tarafta bulunmamalıdır.
33- Uzakta bulunsa dahi şeyhinin bulunduğu yöne ayağını uzatmamalıdır.
34- Mürşidi bir şeyle uğraşırken veya elini tutup yakalayarak, çekerek öpmeye çalışmamalıdır.
35- İzin almadan günlük tutma bile olsa karşısında bir şey yazmamalıdır.
36- Şeyhinden olağanüstü halde ve keramet beklememeli ve istememelidir.
37- Mürşidinin kendisine verdiği armağanlara özen göstererek ömrü boyunca saklamalı; hiç kimseye vermemeli ve satmamalıdır.
38- Mürşidinin ahlakıyla ahlaklanmaya çalışmalıdır.
39- Mürşidinin sevdiklerini sevmeli, hoşlanmadıklarından hoşlanmamalıdır.
40- Mürşidi ayakta dururken kendisi oturmamalıdır. Sırtını şeyhine dönmemeli ve kapıyı vurarak sertçe örtmemelidir.
41- Bir mürşit müridini tarikattan çıkarırsa tamamıyla ondan ayrılmaz. Çünkü böyle bir müridin başkasının aracılığıyla kurtulması imkansızdır.
42- Benim mürşidim Peygamberden, sahabelerden, tabiin hazretlerinden daha büyüktür gibi düşüncelere sapmamalı ve konuşmamalıdır.
43- Mürşidine gözünü dikip bakmamalı; o başka tarafa bakarken rabıta amacıyla göz ucuyla bakmalıdır.
44- Mürşidiyle birlikte otururken manevi yarar sağlamak için kalbini onun kalbine bağlı bulundurmak gerekir. Çünkü, nispet ve feyiz şeyhinin sohbetiyle oluşur ve gafil olanlardan geriye döner, uyanık olanların kalbine girer. Manevi nispet dumanın yayılması veya yağmurun yapması gibi yayılır ve onu ancak ihlas ve ilahi sevgisi tam olanlar hisseder.
45- Mürşidiyle birlikte otururken gönlü engin ve iç huzuruyla olmalıdır. Bunu sağlamak için gözleri kapayıp sanki başının üzerinde duran kuşu ürkütmeyecek şekilde kıpırdamadan durmalıdır.
46- Zamanı öğrenmek için iki de bir saatine bakmamalı; içine sıkıntı gelince şeyhin yanında çıkıp gitmelidir.
47- Mürid, şeyhinin çocukları, akrabalar ve komşuları yanında da edepli, saygılı ve vefalı olmalıdır.
48- Mürşid kendisini yemeğe çağırdığında, mürit güzel yemekler ve içecekler, rahat yataklar isteğinde bulunmamalıdır. Hazırlananı yemeli; bulunduğu yerde yatmalı ve bu durumu nispet alması için büyük bir devlet ve nimet saymalıdır. Bu sırada bir kusur işlerse Cenab-ı Hakk’a (c.c) istiğfar etmelidir.
49- Hizmet ederken gerek mürşit, gerek diğer müritler, gerekse de misafirler için yaptığı hizmetin nispet bakımından eşit olduğuna inanmamalıdır.
50- Mürşidiyle herhangi bir konuda görüşmek isteyen onun boş ve uygun zamanı kollamalı;
51- Mürit mürşidinden herhangi bir şey veya hizmet istememelidir. Sadece hastalık, sıkıntı gibi durumlarda bilgi verilir. Mürşit ister dua eder, isterse etmeyebilir.
52- Mürşidi başkalarıyla konuşurken, yanına sokulmamalıdır. İzin isteyeceği zaman evinden çıkmasını istememeli; çok acil işi varsa uygun bir şekilde haber göndermelidir.
53- Sabah namazından güneş doğuncaya kadar ve akşam yatsı namazları arasında özel görevleri olduğundan mürşidiyle konuşmamalıdır.
54- Mürit herhangi bir yerde sohbet etmesi gerekirse mürşidiyle ilgili konuşma yapmalıdır.
55- Mürşidini ziyaret geldiğinde kendi başına ne kadar kalacağına karar vermemelidir. İstek ve arzusu olduğu sürece orada kalmalı ve gitme kararını mürşidine bırakmalıdır.
56- Mürşidini kabul etmeyen kişilerle bir arada bulunmamalıdır.
57- Mürşit herhangi bir konuda yasaklama getirirse ( bir yere gitmeyi, bir şeyi yemeği, bir şey yapmayı yasaklarsa) üzülmemeli, aksine benim yararım içindi diye sevinmelidir.
58- Gördüğü rüyaları kendi yorumunu önemsemeden mürşidine anlatmalı, onun yorumuna göre davranmalıdır.
(H.1348) M.1928 yılında Kızılören kasabasında dünyaya geldi. Babası Kadiri Tarikatının Muhammediye Kolu ve Nakşi Tarikatının Halidi kolunun mürşidliğini yapan Seyyid Osman (k.s.) Efendidir. Seyyid Muhammed Efendi beş yaşında babası yanında ilim tahsiline başladı. Ondan tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf dersleri aldı. Bu arada Kayseri şehrinde bulunan büyük ulemaların yanlarında … devam oku →
Sizlere çok şey anlatmak isterdim ama bir kaç gün sonra 85 yaşına gireceğimden ihtiyarlık iyice boynuma çöktü ve o yüzden sizlere kısa konuşacağım. Zikir yapa yapa cezbe gelir ve zikrin efdali Tevhid’dir. Cezbe ile tat gelir. Ardından aşk gelir. Demek ki zikir ede ede insan âşık olur. Onun arkasından marifetullah … devam oku →
Allah yolunda çalışan kardeşimiz üç kişiden yetmiş kişiye kadar olan kimseye şefaat edecektir.İşte kitabımızı derlememizin ve sohbetimizin amacı evliyaullah yoluyla elden ele intikal eden hikmetleri size aktarmaktır. Kardeşlerim; Allah dostlarının izinde haraket edin.Onların yanında bulunmaya gayret edin.Onlardan el alın.Nitekim el almanın hikmetleri vardır.Mesela köpeklerin boğup öldürdüğü hayvanlar mundar olur ama … devam oku →
„Allah katinda din süphesiz Islamiyet’dir. Ancak , kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra aralaridaki ihtiras yüzünden ayriliga düstüler. Allah’in ayetlerini kim inkar ederse bilsin ki, Allah hesabi çabuk görür.““Ey Muhammed! Eger seninle tartismaya girerlerse, „Ben bana uyanlarla birlikte kendimi Allah’a verdim.“ de. kendilerine kitap verilenlere ve digerlerine: „siz de Islam … devam oku →
Değerli sofularım Gittiğiniz yerlerde sizlere “Kimsiniz?” diye sorarlarsa elinizde hüccetleriniz ve kitaplarımız vardır. Ehlullah yolunda olanlar ahiret kardeşidirler. Kim kimi severse o ondandır. Allahrasulü (s.a.v) “Selman benim ehlimdendir.” buyurmuştur. Yani “Hazret-i Fatıma (r.a)’nın çocukları Hasan (r.a) ve Hüseyin (r.a) nasıl ise Selman (r.a) da sevdiğimden dolayı o mevkidedir.” buyurmaktadır. Bu … devam oku →
Allah-u zü’l-Celâl şöyle buyurmaktadır; ^وَمَا يَتَّبِعُ أَكْثَرُهُمْ إِلا ظَنًّا إِنَّ الظَّنَّ لا يُغْنِي مِنْ الْحَقِّ شَيْئًا إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ^ “Onların çoğu zandan başkasına uymazlar. Şüphesiz ki zan, hak olan hiçbir şeyin yerini tumaz. Allah (c.c) yaptıklarını çok iyi bilendir.” Bir zamanlar beyaz tenli bir hanımdan siyah tenli bir çocuk dünyaya geldi. Hanımın kocası da beyaz tenli olduğundan kadıya şikaye gitti ve hanımını dava etti. … devam oku →
Said Nursî hazretleri büyük bir sofu idi. Velilerden ilham almıştı. Bizler de onun kapısında hizmet ettik. Yalnız Kadirî tarikatı’nda ve bizim neslimizde nice büyük veliler var idi ki onların kapısından ayrılarak sadece ona yönelemezdik. Bizler onu sofulardan biri saydık. Bizim neslimiz ehl-i beyte dayanmakta ve sayılamayacak çokluktaki ehlullah cemaatinin himmetini … devam oku →
İlham, uyurken kalbe zuhur eden gizli bir bilgidir. Hakk’tan gelen gizli bir haberdir. Bir kısmı şeytanîdir bir kısmı ise rahmânîdir. Bu gizli haber kalpte zuhur eder, onu açıklar, karşısında kelimeler bir bir meydana çıkar. Rüya da ilham’ın bir çeşididir. Vahyin bir parçasıdır. Allahrasulü (s.a.v) “Sadık rüya vahyin kırk cüzinden biridir.” … devam oku →
^أَيَحْسَبُ الإِنسَانُ أَنْ يُتْرَكَ سُدًى^ “İnsan başı boş bırakılacağını mı sanır?” yani Allah-u zü’l-Celâl;“Ey insanlar, sizler kendinizi hayvanât gibi başıboş mu zannediyorsunuz. Sizler kurallara bağlısınız. Sizlerin benim kurallarıma bağlı kalma mecburiyeti vardır. Sizlere örnek olarak peygamberler gönderdim. Kitaplar indirdim. Onların vasıtası ile kurallar koydum, kendi nizamımı açıkladım.” diyerek bizlere kendi nizamını, şeriatını, yolunu tavsiye … devam oku →
Kardeşlerim, Allah-u zü’l-Celâl, Hazret-i Adem’i halketti. Eşinin de onun sol eğe kemiğinden yarattı. Bunları cennetine koydu. Cennete iblis de girdi bir köşede ağlayarak feryad u figan etmeye başladı. Havva validemiz bunu gördü ve “Niçin ağlıyorsun? Derdin nedir?” diye sordu. İblis “Sizlere acıdığımdan ağlıyorum.” dedi. Havva validemiz “Niçin bize acıyorsun?” dedi. … devam oku →
|
Bugün 474 ziyaretçi (621 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|