Görüldüğü gibi, Hz. Hızır'ın hala yaşıyor olup olmamasında ihtilaf vardır. Hala yaşadığına dair kesin delillerde mevcut değildir. Doğrusunu Allah-u Zülcelal bilir.
xxx
SEYDA MUHAMMED KONYEVİ (K.S.)
DİNİ HÜKÜMLER VE MEZHEBLERLE İLGİLİ
MESELELER
-
SORU 1: Kur'an-ı kerim ve Hadis-i şerifler varken içtihada neden gerek duyuldu?
Bilindiği gibi, dünya hadiseleri sonsuz olmakla beraber Kur'anı Kerim'in ve Hz. Peygamber (a.s.v)'in hadislerinde kelimeler mahduttur. Her hadisenin açıkça hükmünü beyan etmez. Bunun için ortaya çıkan bir hadisenin hükmünü anlamak için önce Kur'an-ı Kerime, sonra Hz. Peygamber (a.s.v)'in hadislerine başvurulur. Bunlardan birisinde kesin olarak hüküm beyan edilmiş ise mesele tamamdır. Hadisenin hükmü Kur'an ve Hadiste açıkça belirtilmemişse içtihada gidilir. Bu içtihadın örnekleri de Hz. Peygamber (a.s.v) zamanında belirmeye başlamıştır. Mesela; Hz. Peygamber (a.s.v), ahzab savaşından sonra; "Kim Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsa, Kurayza oğullarının bölgesine varmadıkça ikindi namazını kılmasın" buyurmuştu.
Güneş batmaya yüz tutunca, ashab bu sözün ifade ettiği anlam hakkında farklı görüşler savundu. Bir kısmı; Resulullah bu sözüyle, çabuk yol almamızı istedi" şeklinde görüş belirtirken, bir kısmı da; "Hayır, Resulullah bu sözüyle, güneş batmış olsa bile, biz ancak Kurayza oğulları bölgesinde ikindi namazını kılabiliriz demek istemiştir" diye görüş belirtmişler ve namazı güneş battıktan sonra kılmışlardı. Her iki gurubun davranışı Hz. Peygamber (a.s.v)'e haber verildiğinde, hiçbir guruba sert tepki göstermemiştir. Bu, Hz. Peygamber (a.s.v)'in yapılan içtihadları onayladığı anlamına geliyordu. İşte bu müslümanlar arasındaki ihtilafın ilk sebebiydi. (Buhari, Müslim)
Bazı kelimelerin aynı oranda hem gerçek, hem de mecazi bir anlam ifade etmeleri muhtemeldir. İmamlardan biri kelimenin hakiki anlamını esas alırken, biri mecazi anlamını esas alır. Allah-u Zül-celal'in şu sözü buna örnektir;
"Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç aybaşı hali beklerler. " (Bakara; 228)
ifadenin genel anlamında geçen "Kur'u" kelimesi, farklı şekilde algılanmıştır. Dilde, bu kelimenin aybaşı hali anlamına geldiğine ilişkin kanıtlar olduğu gibi, "Aybaşı halinden temizlenme" anlamına geldiğini gösteren kanıtlarda vardır. îşte müçtehid imamlar, bu ve buna benzer kelimelere ilişkin dilsel açıklamalara bağlı olarak farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu kelimeye İmam-ı Azam, hayız manasını, İmam-ı Şafii ise, temizlik manasını vermiştir. İşte bu iki mana farklı hüküm verilmesine sebeb olmuştur. Her iki mezhebin görüşü de bir delile ve içtihada dayanmaktadır. Bunun için her ikisi de doğrudur.
Allah-u Zülcelal başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur;
"Ey İman edenler! Namaz kılacağınız zaman yüzünüzü ve dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın. Başınızı meshedin ve ayaklarınızı topuklarına kadar yıkayın." (Mâide; 6)
Şafiilere göre abdestte başın çok az bir kısmını meshetmek, Hanelilere göre dörtte birini meshetmek, Malikilere ve Hanbelilere göre ise, başın tamamını mesh etmek gerekir. Bu mezheblerin her birinin görüşü de içtihada dayanır. Ayette meshedilmesi gereken miktar belirtilmediğinden dördünün görüşü de doğrudur.
Buradaki içtihadların hikmeti, Allah-u Zülcelal'in kullarına karşı rahmet ve merhametidir. Ayetlerin farklı farklı anlaşılması, bunun neticesinde hak mezheblerin ortaya çıkması, ümmet için bir rahmet olmuştur. Eğer rabbimiz her şeyi açık olarak kur'an-ı kerimde bildirseydi, öyle yapmak artık farz olurdu. Yapmayanlar günaha girer, inkar edenler ise dinden çıkardı. Oysa içtihad neticesinde verilen hükmü kabul etmemek, kişiyi dinden çıkarmaz. Kişi, dört hak mezhebten birinin görüşüyle amel edebilir.
-
SORU 2: İcmâ ne demektir?
İcma; amelî bir meselenin dini hükmü üzerinde müçtehidlerin ittifak etmesidir. Hz. Ebu Bekir (r.a) ve Hz. Ömer (r.a) başta olmak üzere sahabiler, hükmünü Kur'anda ve sünnette bulamadıkları bir meseleyi aralarında istişare ederek ortak bir hükme varırlardı. İcma'nın dini bir delil olduğu ayet ve hadislerde açıkça ifade edilmiştir. Nitekim Allah-u Zülcelal bu ayet-i kerimelerden birinde şöyle buyurmuştur;
"Doğru yol kendilerine apaçık belli olduktan sonra kim peygambere muhalefet edip mü’minlerin yolundan başka bir yol tutarsa, biz de onu kendi seçtiği yola sevkeder ve cehenneme sokarız- O gidilecek ne kötü bir yerdir." (Nisa; 115)
Ayet-i kerimede geçen mü'minlerin yolundan maksad, içtihad ehliyetine sahip alimlerin ittifakla benimsedikleri yoldur.
Hz. Peygamber (a.s.v)'de bazı Hadis-i şeriflerde şöyle buyurmuştur;
"Benim ümmetim hata üzerine birleşmez." (İbn-i Mâce) "Benim ümmetim delalet üzerinde birleşmez." (ibn-i Mâce) "Müslümanların iyi gördüğü şey, Allah katında da iyidir."
(Ahmedb. Hanbel)
Bu Hadis-i şerifler icmanın delil olduğuna ve ona uyulması gerektiğine işaret eder.
İcma'nın üç mertebesi vardır;
1-) Sarih icmâ: her müçtehid ileri sürdüğü görüşü kabul ettiğini açıkça söyler. Müçtehidlerden biri itiraz ederse, alimlerin çoğunluğuna göre, icmâ gerçekleşmemiş olur.
2-) Sükuti icmâ: Bir müçtehidin ortaya attığı görüşü, işitip öğrendikleri halde, diğer müçtehidlerin itiraz etmeyip susarak kabul ettikleri icmadır.
3-) Bir yönü ile ittifak edilen, diğer yönü ile ihtilaf edilen icma: Mesela Ölen birinin dedesinin mirasçı olacağı icma ile sabit olduğu halde, hissesi hakkında ihtilaf edilmesi gibi.
Şartlarına uygun olan bir icmaya uymak farz, aksini yapmak haramdır.
-
SORU3: Kıyas ne demektir?
Kıyas; Kitap, sünnet ve icmâ'da hükmü bulunmayan bir meseleye, sebeb benzerliğinden dolayı, bu kaynaklardan birinde yer alan başka bir meselenin hükmünü vermektir.
Yani; "Asıl" denilen bir şeyde, kitap ve sünnet ile sabit olan dini bir hükmü, "Fer'i" denilen yeni bir şeye, aralarından bulunan müşterek sebebe dayanarak teşmil etmektir. Böylece aslında mevcut olan bu müşterek hükmü, müşterek sebebe binaen, yeni hadise de izhar etmek ve kapalı olan hükmünü açığa çıkarmaktır.
Buna göre, kıyas ile yeni bir hüküm konulmuş olmaz. Kıyas ile kur'an ve sünnet tarafından konulmuş, fakat gizli bir hüküm ortaya çıkarılmış olur. Başka bir ifadeyle, kıyas ile önceden var olan bir hüküm keşfedilmiş, izhar edilmiş olur. Bu bakımdan kıyas, açığa çıkarıcı bir hüccettir. Halbuki, Kur'an ve sünnet ispat edici bir hüccettir.
Kıyas ile ilgili bazı örnekler şöyledir;
1-) Şarap, Kur'an-ı Kerimde yasaklanmıştır. (Maide; 90) Ancak daha sonraki devirlerde rakı gibi değişik adlarda içkiler ortaya çıkmıştır. Bunlar, Kur'anda İsim olarak zikredilmez. Şarabın, sarhoşluk verdiği için yasaklandığı, üzerinde düşünülünce anlaşılacağı gibi, çeşitli hadislerde de bu nokta belirtilmiştir. Bu yeni içki çeşitlerinin de içeni sarhoş ettiği belli olunca, şarabın hükmü, ortak nitelik olan sarhoş etme özelliği yüzünden kıyas yoluyla diğer alkollü içkilere de şamil olur.
Burada şaraba, "Asıl" denir. Çünkü hakkındaki dini hüküm; ayet-i kerime ile sabittir. İçilmesinin haram olması ise; Şer'i bir delil ile sabit olan dini bir "Hüküm" dür. İçene sarhoşluk vermesi de bu hükmün illeti (sebebi) dir.
2-) Hz. Peygamber (a.s.v) bir Hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur;
"Buğdayı buğday ile misli misline satınız, fazlasına satarsanız, riba olmuş olur. " (Buharı, Müslim)
Buradan şu neticeye varılır. Bir kile buğdayı, bir kile buğdayla değiştirebiliriz. Bir kile buğdayı, iki kile buğday karşılığında değiştirirsek, bu fazlalık faiz olur ve haramdır. Acaba bu hüküm pirinçle de var mıdır? Biz pirinç hakkında böyle açık bir hüküm göremiyoruz. Fakat pirinç ile buğday mukayese edildiği zaman, buğday kile ile ölçülüp satılır, pirinçte aynı şekilde kile ile ölçülüp satılır. O halde pirinçte de fazlalık riba teşkil eder.
3-) Varis, murisini öldürdüğü zaman, mirastan mahrum olur. Bu husus; "Katil, mirasçı olamaz" (Tirmizi, Hbu Davud) hadisi ile sabittir. Mirastan mahrum olmanın illeti, bir an önce mirası ele geçirmektir. Peki bir kimse, kendisine vasiyet edeni öldürünce, vasiyetten mahrum olur mu? Bu meselenin hükmü, nasslarla belirtilmemiştir. Onun için müçtehidler şöyle demişlerdir; "Miras ile vasiyet arasındaki mukayese de, varis murisini öldürünce, mirastan mahrum olur. Çünkü katil, bu öldürme ile bir an önce mirası ele geçirmeyi murat etmiştir. Bu kimse kendisine vasiyet edeni öldürünce, bir an önce vasiyet edilen şeyi ele geçirmeyi murat etmiştir. O halde o da vasiyet edilen şeyden mahrum olur."
Kıyasın bir delil olduğu ayet ve hadislerde bildirilmiştir. Nitekim Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur;
"Ey iman edenler! ihramda iken avlanmayın. Sizden kim ihramlı iken bir av hayvanını öldürürse, onun için, öldürdüğü hayvanın dengi olarak, sizden iki adil kişi tarafından kıymeti takdir edilmek ve Harem-i şerife gönderilmek üzere bir kurban cezası vardır." (Muide; 95)
Bir çok hadiste kıyasın dini bir delil olarak kabul edileceğine işaret eder. Bunların başında da Muaz bin Cebel (r.a) ile ilgili şu hadis gelir;
Hz. Peygamber (a.s.v) Muaz bin Cebel (r.a)'i Yemen'e kadı olarak gönderdiğinde aralarında şöyle bir konuşma geçti;
Hz. Peygamber (a.s.v):
"Ey Muaz! Sana bir dava geldiğinde ne ile hükmedeceksin? " diye sordu.
Muaz bin Cebel (r.a);
"Allah 'in kitabıyla " diye cevap verdi.
Hz. Peygamber (a.s.v);
"Onda bulamazsan ne ile hükmedeceksin? " diye sordu.
Muaz hin Cebel (r.a);
"Peygamber'in sünnetiyle " diye cevap verdi.
Hz. Peygamber (a.s.v);
"Ya onda da bulamazsan? " diye sorunca,
Muaz hin Cebel (r.a);
"Kendi kanatimle içtihad ederim " dedi
Muaz hin Cebel (r. a) 'in bu cevabı Hz. Peygamber (a. s. v)’i çok sevindirdi ve Allah 'a hamd ve sena etti. (Tırmizi)
Hz. Ömer (r.a). Vali Ebu Musa el-Eş'ari (r.a)'ye yazdığı mektupta kıyasın bir delil olduğunu şöyle ifade etmiştir;
"Ey Ebu Musa! Birbirine benzer şeyleri iyice tanı ve ona göre meseleleri kıyas et."
Görüldüğü gibi sahabilerde kıyasa baş vurmuşlar, kitap, sünnet ve icmada hükmü bulunmayan bir çok meseleyi kıyasla hükme bağlamışlardır.
Kıyasın dürt rüknü vardır;
a-) Kendisine kıyas yapılan bir asl olması
b-) Kıyas yapılan fer'i bir mesele olması
c-) Kıyas yapılan asl'ın hükmünün olması
d-) Asl'ı ve fer'i bir araya getiren ortak bir illet bulunması
Müçtehidin en Önemli vazifesi, bu illeti bulup tespit etmektir. Görüldüğü üzere kıyas, dini hükümleri doğrudan doğruya ve müstakil olarak isbat eden şer'i bir delil olmayıp, kitap ve sünnet ile sabit olan bir hükmü, müşterek bir illet vasıtasıyla yeni bir hadise ve mahalde izhar eden, yani kapalı olan bir hükmü açıklayan bir delildir. Sonuç olarak; islam hukukunda kitap, sünnet ve icmadan sonra, dördüncü asli delil kıyastır. Kıyas; ilk üç asli delil gibi kesin bilgi ifade etmez. O, vucub değil, cevaz ifade eder. Buna göre kıyas, zan bildirir ve yeni bir hüküm isbat etmeyip, üç delilden biriyle sabit olan ve delili gizli bulunan hükmü ortaya çıkarır. Yani kıyas bir çeşit içtihad olduğu için kendi başına bir hüküm bildirmez. Nass veya icma ile bildirilen hükmü yeni meseleye nakleder. Kısaca zannî olmakla birlikte kıyasın hükmü nakletme (Ta'diye) dir.
-
SORU 4: Birkaç mezhebin hükümleriyle amel etmek mümkün müdür? Mesela iki mezhebin birbirine zıt hükümleriyle amel edip telfik yapmak caiz midir?
İlk önce telfik kelimesini açıklamakta fayda vardır. Telfîk lugatta; kumaşın iki parçasını dikmek, uydurmak, eli boş dönmek ve katılmak gibi manalara gelmektedir. Usul-i Fıkıhta ise;
taklid yoluyla bir mesele de iki veya daha fazla mezhebin farklı hükümlerini birleştirerek tatbik etmek şeklinde tarif edilmiştir.
Yapılan bir telfîk, icmaya muhalif ise caiz değildir. Mesela; İmam-ı Malik'e göre, nikahın rüknü kızın velisinin iznidir ve şahid bulundurmakta müstehaptır. Hanefi mezhebine göre; iki şahid nikahın rüknüdür ve velisinin izni şart değildir. Buna göre bir kimse, Hanefi mezhebinin içtihadını, şahid konusunda da İmam-ı Malik'i taklid ettiğini iddia ederek; "Hem velisinin izni olmadan hem de şahid bulundurmadan" evlendiğini söylerse bu caiz değildir. Yani İrnam-ı Malik'e göre şahidsiz ve Hanefî mezhebine göre velisiz nikahı akdederse sahih olmaz. Çünkü böyle bir nikah ne Hanefi mezhebine göre, ne Şafii mezhebine göre ve ne de îmam-ı Malike göre akd edilmiş sayılmaz.
Usul alimleri birbiriyle bağlantısı olmayan iki hadise de iki ayrı mezhebin içtihatlarına tabi olmada mahzur görmemiştir. Mesela Şafii mezhebine göre abdest ve gusülde vücut organlarını ovmak şart değildir. Maliki mezhebinde ise şarttır.
Şafii mezhebine göre bir erkeğin azası bir kadının vücuduna dokunduğunda abdesti bozulur. Fakat Maliki mezhebinde bozulmaz. Bir kimse bu iki mezhebi taklid ederek abdest organlarını ovmadan abdest alır, bir azası bir kadının vücuduna dokunduğu halde namaz kılarsa her iki mezhebe göre de sahih olmamış olur. Hanefi mezhebine göre ise, abdest ve gusülde vücudu ovmak şart olmadığı gibi, erkeğin bir azası kadının vücuduna dokunması halinde de abdest bozulmaz. Bunun için böyle bir namaz Hanefi mezhebine göre sahih olur. Bu telfîk icmaya muhalif değildir.
Ayrıca dört hak mezhebten başka bir mezhebi taklid etmek caiz değildir. Bu hak olan dört mezhebten birini taklid eden kimse ölünceye kadar o mezhebte de kalması şart değildir. İstediği zaman tamamen veya kısmen diğer hak mezhebleri taklid edebilir. Yalnız taklid etmenin altı şartı vardır. Bunlar;
1-) Bir mesele de bir mezhebi taklid etmek için o mesele de o mezhebin şartlarını ve vaciplerini bilmektir. Mesela Hanefi bir kimse abdest hususunda Şafii mezhebini taklid edecekse, abdestin şart ve vaciplerini Şafii mezhebine göre bilmesi ve onlara riayet etmesi gerekir.
2-) Vuku'dan sonra olmaması.
3-) Keyfî değil, meşru bir sebebe dayalı taklid etmek.
4-) Hanefi ve Şafii gibi müctehid-i mutlak veya Ebu Yusuf gibi müctehid fil’ mesa'il gibi bir müçtehidi taklid etmek.
5-) Telfik etmemek.
6-) Kadı'nın hükmüne muhalefet etmemek.
-
SORU5: "Zamanın değişmesiyle hükümler de değişir" sözü ne demektir?
İslam dininin dört ana kaynağı vardır. Bunlar; kitap, sünnet, icma ve kıyastır. Kur'an-ı Kerimde her hangi bir meselenin hükmü belirtilmişse, o hükümle kesinlikle amel edilmesi lazımdır. Sünnet ise, Hz. Peygamber (a.s.v)'in söz, fiil ve söylenmiş veya yapılmış bir şeye müdahale de bulunmamasıdır. İcma ise, Müçtehid ve alimlerin her hangi bir konu üzerinde ittifak etmeleridir. Kıyas; hakkında ayet, hadis ve icma gibi hükümlerin olmadığı her hangi bir meseleyi, belirlenmiş bir meseleyle aralarındaki illet (sebeb) dolayısıyla benzeterek hüküm çıkarmaktır.
İslam dini bunlara ilaveten örf ve adetlere de yer vermektedir. Kur'an ve sünnette hükmü belirtilmeyen her hangi bir meselenin hükme bağlanmamasında Kur'an ve sünnete muhalefet etmeyen örf ve adetlere müracaat edilir. Buna göre örf ve adetle hükme bağlanan her hangi bir husus zaman geçipte örf ve adet değişirse o hükümde değişir.
Burada açıklandığı gibi, zamanın değişmesiyle Kur'an ve sünnetin hükmü değişmez. Sadece Kur'an ve sünnete muhalefet etmeyen örf ve adetler'in hükmü zamana göre değişebilir.
-
SORU 6: Farz ne demektir?
Farz; yapılması kesin olarak emredilen dini vazifedir. "Namaz kılmak, oruç tutmak ve zekat vermek gibi emirleri, farza misal olarak verebiliriz.
Farz; Farz-ı Ayn ve Farz-ı Kifaye olmak üzere ikiye ayrılır. Farz-ı Ayn; her müslümanın bizzat yapması gereken emirlerdir. Beş vakit namaz kılmak, Ramazan orucu tutmak gibi
Farz-ı Kifaye ise; müslümanların bütünü üzerinde borç olan, fakat bazılarının yapmasıyla diğerleri üzerinden düşen vazifelerdir. Cenaze namazı kılmak ve selam almak gibi.
Farz-ı Kifayeyi hiç kimse yapmazsa orada bulunan bütün müslümanlar mes'ul olur. Mesela bir topluluğa verilen selamı hiç kimse almazsa, orada bulunan herkes mes'ul olur. Bir kişinin alması, oradakileri mes'uliyetten kurtarır.
Farzın işlenmesinde sevap, özürsüz olarak terkinde ise uhrevi ceza vardır. Bir farzı inkar eden kimse islamiyetten çıkar.
-
SORU 7: Vacip ne demektir?
Farz kadar kat'i ve kesin olmasa da, kuvvetli bir dini delile dayanan ve her müslümanın yapması gereken vazifelerdir. Mesela Hanefi mezhebinde kurban kesmek, vitir ve bayram namazlarını kılmak gibi.
Farz gibi vacibinde yerine getirilmesinde sevap, terki halinde de azab vardır. Vacibi inkar eden kimse dinden çıkmaz ama delalette kalır.
Hanefi mezhebinde, farz ile sünnet arasında vacip gibi bir derece bulunmakla beraber, diğer mezheblerde farzdan ayrı olarak bir vacip hükmü yoktur. Farz ile vacip aynı şeydir. Bu mezheblere göre, bir ibadet farz değilse, sünnettir. Mesela Hanefi mezhebine göre vacip olan fıtır sadakası vermek diğer üç mezhebe göre farzdır.
-
SORU8: Sünnet veya Mendup ne demektir?
İslam dininin mükelleften gayr-i lazım olarak istediği veya yapanın övüldüğü, terkedenin zemmedildiği şeydir. Bunu işleyenin failine sevap vardır, terkeden cezaya uğramaz. Fakat Hz. Peygamber (a.s.v) tarafından kınama hakedebilir. Hanefiler mendubu üçe ayırmışlardır;
a-) Müekked mendup; cemaatle namaz gibi.
b-) Meşru mendup; pazartesi ve perşembe orucu gibi.
c-) Zâid mendup; Hz. Peygamber (a.s.v)'e yeme, içme, yürüme ve uyku gibi hususlarda uyma gibi.
Diğer mezheblere göre sünnet; mendup, nafile, müstehap, tetavvu, ihsan ve hasen diye de isimlendirilir.
Durrü'l-Muhtar sahibi ve İbn-i Abidin de diğer mezheblerin görüşünü seçerek şöyle demiştir;
"Mendup, müstehap, nafile ve tetavvu arasında fark yoktur. Terkedilmesi uygun değildir. Terk edilmesi halinde kerahet sabit olur." (İbn-i Abidin; 1/115)
Şimdi de sünnete uymanın ehemmiyetinden ve sünnetten geri kalmanın zararından bahsedelim;
Bilindiği gibi, sünnet-i seniyyeye uymak çok sevaplı bir iştir. Bilhassa bid'atlecrin yaygınlaştığı, ümmetin fesada gittiği zamanımızda sünnete tabi olmak daha ehemmiyetlidir. Böyle zamanlarda bir sünneti işlemek binlerce sevap kazandırabilmektedir. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.v) bu gerçeği bir Hadis-i şerifte şöyle ifade etmiştir;
"Bid'at ve delaletlerin her tarafı istila ve ümmetimin bozulduğu bir zamanda sünnetime sarılana yüz şehid sevabı vardır."
(Taberani)
Müslümanların en büyük gayesi, Allah-u Zülcelal'in rızasını kazanmaktır. Allah-u Zülcelal'in rızasını kazanma yolları içerisinde en sağlamı, en makbulü ve en kısası Hz. Peygamber (a.s.v)'in gösterdiği ve takip ettiği yoldur. Hz. Peygamber (a.s.v)'i sevmek ve O'na tabi olmak bizi Allah-u Zülcelal'in rızasına götürecek yegane yoldur. Nitekim Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur;
"De ki; Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah'da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir." (Âl-i İmran; 31)
Allah-u Zülcelal başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur;
"Andolsun ki, Allah 'm rahmetine ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah 'ı çokça zikredenler için, Allah 'ın resulünde size güzel bir örnek vardır." (Ahzab; 21)
Evet, sünnet-i seniyyenin her bir meselesi, karanlık ve zararlı yollarda birer pusula ve fener vazifesi görür. Hz. Peygamber (a.s. v)'in her hareketi tabi olunacak ve takip edilecek en güzel rehberdir. O'nun günlük yaşayışla ilgili sıradan bir hareketinde bile insan hayatını yakından ilgilendiren bir çok fayda ve hikmetler vardır.
Sünnet-i seniyyeyi yaşayan bir mü'min hem kendi doğru yoldan sapmaz, hem de başkasını saptırmaz. Nitekim bu gerçeği Hz. Peygamber (a.s.v) bir Hadis-i şerifte şöyle ifade etmiştir;
"Ey İnsanlar! Size iki şey bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarılırsanız, hiçbir zaman delalete düşmezsiniz. Onlar; Allah'ın kitabı ve peygamberinin sünnetidir." (Tırmizi)
Görüldüğü gibi sünnet-i seniyyenin yaşanmasında bir çok hikmetler vardır. Bu sebeble, her müslüman sünnet-i seniyyeyi, yaşamayı ve yaşatmayı kendisi için en mühim vazife olarak görmelidir.
Müslümanlara iki büyük emanetten biri olan sünnetin değiştirilmesi bid'attir, delalettir ve büyük hatadır. Sünneti bile bile terkeden Hz. Peygamber (a.s.v)'in şefaatından mahrum kalır. Şefaat, Hz. Peygamber (a.s.v)'in kıyamet gününde ümmetinin günah ve kusurlarını affetmesini Allah-u Zülcelal'den istemesidir.
-
SORU 9: Mubah ne demektir?
Mubah; yapılmasında veya yapılmamasında dinen hiçbir mahzur olmayan, yani yapılıp yapılmaması serbest bırakılan şeylerdir. İslam dini bunların ne yapılmasını ne de terkedilmesini emretmiştir. Bunlar insanlara bırakılmıştır. Bu nedenle yapılmasında sevap terk edilmesinde günah yoktur.
-
SORU 10: Helal ne demektir?
Helal; yapılması dinen caiz olan, işlenmesinde dini bir mahzur bulunmadığı bildirilen işlerdir. Usûlüne uygun olarak kesilen hayvanı etini yemek gibi.
-
SORU 11: Haram ne demektir?
Haram; yapılması, yenilmesi, içilmesi, işlenmesi ve kullanılması kesin bir delille yasaklanan şeylerdir.
Yapılmaması kesin olarak emredilen bir şeyi yapmak haram olduğu gibi, yapılması kesin olarak emredilen bir şeyi yapmamakta haramdır. Namaz kılmamak ve oruç tutmamak gibi.
Haram bir fiili işleyen kimse günahkâr olur. İnkar eden kimse dinden çıkar. Mesela; "içki haram değildir" diyen kimse dinden çıkar.
Haramdan kaçınan her insan, Allah-u Zülcelal'in rızasını kazandığı gibi, kulluğun en üst makamı olan takva mertebesini de elde etmiş olur. Böyle bir mü'min aynı zamanda mühim bir işi de yapmış olur. Çünkü, haramı işlemek günah olduğu gibi, işlememekte farzdır. Kötülüklerden uzak durmak her zaman iyilik yapmaktan daha faydalıdır.
Evet, her mü'min, günaha karşı son derece hassas olmalı küçükte olsa, işlediği günahı büyük görmelidir. Mümkün mertebe haram işlememeli, günaha girmeme hususunda sabır göstermelidir, insanlık icabı bir günah işlediğinde de hemen tövbe etmelidir.
-
SORU 12: Mekruh ne demektir?
Mekruh; yapılması dinen doğru bulunmayan, terk edilmesi istenen, yapılmaması yapılmasından daha uygun olan davranışlardır.
Hanefi mezhebine göre mekruh; tahrimen mekruh ve tenzihen mekruh olmak üzere iki kısma ayrılır.
Tahrimen mekruh; harama yakın olan mekruhtur. Vacip olan bir şeyi terketmek gibi.
Tahrimen mekruh olan bir şeyi işlememek sevaptır, işleyenin ise azaba uğrama ihtimali vardır.
Tenzihen mekruh; helâle yakın olan mekruhtur. Namazın sünnet ve adabını terk etmek gibi.
Tenzihen mekruh olan bir şeyi terkedene sevap, yapana da azab yoktur, kınama vardır.
Şafii mezhebine göre, mekruh tek çeşittir. Şer'in terkedilmesini kesin ve bağlayıcı olmadan istediği şeydir. Bunu terkeden medhedilir, sevap alır, yapan da zemmedilmez, cezalandırılmaz.
-
SORU 13: Rükün ne demektir?
Hanefi ve Şafii mezhebine göre, yapılması farz olan bir fiilin parçasına rükün denir. Mesela rüku namazdan bir rükündür, çünkü ondan bir cüzdür. Kıraatta namazdan bir rükündür, çünkü namazın hakikatinden bir cüzdür.
-
SORU 14: Şart ne demektir?
Yapılması farz olan, fakat bir fiilin parçası olmayan şeylere şart denir. Bunun misali, abdestin, namazın, namaz vaktinin, kıblenin bilinmesi gibi şeylerdir. Bunlar namazdan hariç olan namazın mukaddimeleridir. Namazın sahih olması için bunların bulunması gerekir. Bundan ötürü bunlara şart denilmiştir
xxx
.TAHAVİ AKAİDİ TERCÜMESİ
1-Bütün hamdler alemlerin rabbi olan Allah içindir. Ziyade alim huccet'ul islam Ebu Caferinil Verrakut Tahavi El Mısrî (Rahmetullahi aleyhi) der ki:
2-Şu (kitap) islam milletinin fıkıhcıları olan Ebu Hanife Numan ibni Sabit El Kufi, Ebu Yusuf Yakub ibni İbrahim El Ensari ve Ebu Abdullah Muhammed ibni El Hasen eş Şeybani Hazretlerinin mezhebi üzere, Ehli sünnet vel cemaat akaidinin zikrini beyan eden ve dinin asıllarından inanılması lazım olan ve onunla alemlerin rabbisine kulluk yapılan şeyin açıklaması hakkındadır.
3-Allah'ın başarıya ulaştırmasını itikad ettiğimiz halde Allah'ın bir olması hususunda deriz ki: Allah ortağı olmayan tektir. Onun misli hiç bir şey yoktur. Onu aciz bırakacak hiçbir şey yoktur. Ondan başka ilah yoktur. Evveli olmayan kadîmdir. Sonu olmayan daimdir. Fani ve yok olmaz. Ancak onun dilediği olur. Vehimler ona ulaşamaz. Anlayışlar onu idrak edemez. O mahlukata benzemez. Ölmeyen diridir. Uyumayan kayyumdur.(Her şeyi ayakta tutar) Muhtaç olmayan yaratıcıdır. (Mahlukatını yaratmada bir şeye muhtaç olmadı. Onları yaratmaya da muhtaç değildir.) Sıkıntı çekmeden rızık vericidir. Korkusuzca Öldürür. Meşakkatsiz yeniden diriltir. Mahlukatı yaratmadan evvel kadîm olduğu halde sıfatları ile daimdir.
4-Mahlukatın olmasıyla, daha evvel olmayan bir sıfatla sıfatlanarak ziyadeleşmedi. Nasıl ki sıfatlarıyla ezeli idi, aynı şekilde o sıfatlarla ebediyyen zail olmaz. Mahlukatı yaratmasından beri (sonra) "Halık" ismini almış değildir. Ezelden beri halıktır. Mahlukatı ihdas etmesiyle "Bari" ismini almış değildir.(Ezelden beri bu vasıfları mevcuttur.) Onda rablik vasfı vardır. Merbub vasfı yoktur. (Terbiye edendir, başkasının terbiyesi altında olan değildir) Halık vasfı vardır, mahluk vasfı yoktur. (Yaratıcıdır, yaratılmış değildir) Bütün mahlukatı yarattıktan sonra ölüleri dirilttiği gibi "Muhyi" ismini, onları daha diriltmeden evvel hak etti. Şöyle ki Allah, herşeye gücü yeter. Herşey ona muhtaçtır. Her iş onun üzerine çok kolaydır. Hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. "Onun misli gibi bir şey yoktur, o işitendir görendir." (Şura Suresi Ayet 11)
* Mahlukalı ilmi ile yarattı, onlara kaderler takdir etti. onlara eceller tayin etti, onları yaratmadan evvel ona hiç bîr şey gizli değildi, onları yaratmadan ne yapacaklarını bildi, kendisine itaatla emretti, kendisine isyandan nehyetti. Herşey onun takdiri ve dilemesiyle deveran eder. Onun dilemesi geçerlidir. Kullar için ancak onun dilediğini dilemek vardır. Kullar için neyi dilerse o olur, dilemediği olmaz. (Kul islediği seyin meydana gelmesine kadir değildir, ancak Allah, o şeyi dilerse meydana gelir. Kulun isteği Allahın rızasına uygun ise o şeyden sevap kazanır. Eğer Allahın rızasına uygun değilse kul sorumlu olur.)
5-Dilediğini hidayete ulaştırır, fazlu keremiyle korur ve afiyet verir, dilediğini saptırır. Adaletiyle hızlanda (yardımsız) bırakır ve imtihan eder. Herkes. Allahın fazlu keremi ile adaleti arasında Allahın dilemesinde gidip gelir. (Onun dilemesiyle birinden, diğerine intikal edebilir.)
*Zıddı olmaktan ve dengi olmaktan yücedir. Hükmünü geri çevirecek yoktur. Hükmünü takib edip (arkaya bırakacak) kimse yoktur. Emrine üstün gelecek yoktur, bunların tamamına iman ettik, ve hepsinin Allahın tarafından olduğunu kesinen kabullendik.
*Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem), onun seçilmiş kulu, peygamberi ve razı olunmuş resulüdür. Ve Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem) peygamberlerin sonuncusudur, takva sahiplerinin imamıdır, gönderilen resullerin efendisidir. Alemlerin rabbisinin sevgilisidir. Ondan sonra yapılacak her nübüvvet iddiası batıl ve nefsanidir. O hak ve hidayetle, nur ve aydınlıkla bütün cinlere ve mahlukatın tamamına gönderilmiştir.
•Muhakkak Kuran, Allahı kelamıdır. Söz olarak keyfiyeti bilinmez bir şekilde ortaya çıktı, onu Resulüne (aleyhissellama) vahy olarak indirdi, müminler bu şekilde hak olarak onu tasdik ettiler. Yakinen inandılar ki Kur'an hakikatten Allahın kelamıdır. Mahlukatın kelamı gibi mahluk değildir. Kim Kur'anı işitir de "O insan kelamıdır" derse, muhakkak kafir olur.
Muhakkak Allahu teala o kişiyi zemmetti, ayıpladı ve onu sekar isimli ateşe atmayı vaad etti. "Onu yakında Sekar'a girdireceğim" (Müddessir 26)
Ne zamanki "O Kuran ancak beşer sözüdür" (Müddesir 25) diyeni. Allahu Teala Sekar'la tehdit edince, bildik ve kesin anladık ki o Kuran, beşeri yaratanın sözüdür, beşer sözüne benzemez.
6-Kim Allahı, beşer sıfatlarından bir sıfatla vasıflandırırsa. muhakkak kafir olur. Her kim buna bakar da ibret alırsa, böyle kafirce sözünden geri durur ve bilir ki Allah, sıfatıyla beşer gibi değildir.
•Keyfiyeti bilinmeksizin, kuşatma olmaksızın, cennet ehli için Allahı görmek haktır. Rabbimizin kitabı bunu beyan ettiği gibi "O gün bir takım yüzler parıldar, rablerine doğru bakıcıdırlar" (Kıyamet suresi. 22-23.)
Bu ayetin tefsiri Allahın irade ettiği ve ilmi üzeredir. Bu hususta Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) den gelen sahih hadislerin tamamı, Efendimizin buyurduğu (Kasd ettiği) gibidir. Manası, irade ettiği gibidir. Bu hususta kendi görüşümüzle yorum yapıcı olarak meseleye dahil olmayız ve kendi nefsimizle kuruntulanmayız. Çünkü kişi dininde ancak, aziz ve celil olan Allaha ve Resulüne işi havale ederse ve kendisine karışık gelen işi bilenine havale ederse emin olur. (Manasını bilemediği ayet ve hadislerde, Allah ve Resulünün indinde nasıl ise öyle inandım demelidir.)
*İslam adımı (ayakları) ancak teslim ve kabullenmek sırtına basmakla sabit olur. (tam teslim olmakla) Kim ki bilinmesi kendisinden men olunan (müteşabihatı) bilmeyi taleb ederse, teslimiyetle anlayışı kani olmasa, bu gayesi onu halis tevhidden. sırf marifetullahtan ve sahih imandan engeller (ona mani olur), küfür ile iman arasında, tasdik ve yalanlamak arasında, ikrar ve inkar arasında vesveselenmiş, şaşkın, haktan kaydığı halde ne iman edici ve ne tasdik edici, ne de inkarcı ve yalanlayıcı olmadığı halde bocalar, gidip gelir.
7-Ehli islamın cennette Allahı görmeleri meselesine iman: vehmi ile meseleyi bakıp, kendi anlayışı ile yorumlayan kişi için sahih olmaz. Çünkü Alahı görmeyi ve Rabbul alemine nîsbet edilen herbir manayı te'vil etmek, te'vili terk etmektir (tevil yapılmamalıdır), meseleyi (olduğu gibi) kabullenmektir. Mü’minlerin dini. bunun üzerine sabittir. Nefy etmekten (Bu vasfı yok saymak) ve teşbih etmekten (bir şeye benzetmekten) sakınmayan kayar, tenzih hususunda (Allahu Teala’yı noksan sıfatlardan pak etmekte) isabet edemez. Çünkü aziz ve yüce olan rabbimiz vahdaniyet sıfatlarıyla ve teklik sıfatlarıyla vasıflanmıştır. Bu manada olan mahlukattan hiç bir şey yoktur.
* Allah, sınır, son, azalar, ve alet ve edevattan yücedir, münezzehtir. (Hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.) Diğer yaratılan her şeyi kuşattığı gibi altı yön (ön-arka-alt-üst-sağ-sol), Allahı kuşatamaz.
* Miraç haktır. Muhakkak Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz gece yürütüldü. (Gece Mekke'den Kudüs'e kadar burak ile götürüldü) Uyanık iken şahsı ile göklere yükseltildi. Allah dilediği şeyleri ona ikram etti, ve ona dilediğini vahy etti. ‘Kalb, gördüğü şeyleri yalanlamadı.’ (Necm Suresi 11. Ayet)
Dünya ve ahırette Allahın rahmeti ve selamı onun üzerine olsun.
8-Allahu Tealanın Peygamberimizin ümmetine rahmet olarak ikram ettiği havzu kevser haktır.
* Hadisi şeriflerde rivayet edildiği gibi peygamberimizin ümmeti için sakladığı şefaat haktır.
*Adem (Aleyhisselam) ve zürriyyetinden, Allahın aldığı sağlam söz haktır.
* Muhakkak Allahu Teala ezelde, cennette gireceklerin ve cehenneme gireceklerin adedini bir anda, toptan (Hepsini) bildi. Sonradan bu sayıda, artma ve eksilme olmaz. Kulların yapacağı işlerde de durum böyle dir. (Ezelde o fiillerin hepsini bildi) herkes kendisi için yaratılana imkan bulur.(Ancak onu yapabilir)
*Amellerde itibar neticelerinedir.(Son nefesi iman ile tamamlarsa, iyiliklerinin sevabına kavuşur)
*Cennetlik olan, Allahın hükmü ile cennetliktir. Cehennemlik olan da Allahın hükmü iledir.
* Kaderin aslı Allahın mahlukatında gizlediği sırrıdır. Bu sırra ne en yakın bir melek, ne de gönderilen bir peygamber haberdar olamaz. Bu meselede derine daldırmak, akıl ve fikir yürütmek, mahrumiyyete vesiledir, mahrumiyet merdivenidir, azgınlık derecesidir. Bu kader meselesinden, akıl ve fikir yürütmek, vesveseye düşmek bakımından şiddetle sakın. Çünkü Allahu Teala, mahlukatından kaderi bilmeyi gizledi ve kullarını, kendi maksadını anlamaktan nehyetti. (Tasdik etmemizi istedi) K. Kerimde Enbiya Suresinde 21. ayette buyurduğu gibi "Allah, yaptıklarından sorulmaz Halbuki kullar mes'uldurlar."
* Kim "niçin böyle yaptı" diye sorarsa, muhakkak o kitabın hükmünü reddetmiştir. Kim kitabın hükmünü reddederse, kafirlerden olur.
9-Şu açıklamalar, Allah dostlarından kalbi nurlu olan kişinin ihtiyaç duyduğu şeyin özüdür. Bu, ilimde derinleşmiş alimlerin derecesidir. Çünkü ilim ikidir. Mahlukatta bulunan ilim, mahlukatta bulunmayan ilim (kaderle alakalı ilim) Mahlukatta bulunan ilmi inkar küfürdür. Mahlukatta bulunmayan ilmi , bildiğini iddia etmek te küfürdür. İman ancak, mevcud (din) ilmi kabul; mahlukatta olmayan (kader) ilmi, talep etmeyi terk ile sabit olur. (Kader konusunu fazla kurcalamak doğru değildir.)
•Levhi mahfuz'a, kalem'e ve levhi mahfuz'da yazılanların tamamına iman ederiz. Bütün mahlukat, Allahın levhi mahfuzda olacağını yazdığı şeyi değiştirmek için, olmaması için toplaşsalar, buna güç yetiremezler; şayet Allanın levha olmayacaktır dîye yazdığı şeyi yapmak için bütün mahlukat toplaşsa, buna da kadir olamazlar.
* Kalem kıyamete kadar olacakları yazdı. Kuldan sapan (Ona değmeyen) şey kula isabet etmez, kula isabet eden şey kuldan sapmaz (ona mutlaka dokunur.)
*Kul üzerine; Allahın ilminin, mahlukundan her olacak şeyleri bilmekle ezelde geçtiği (sabit olduğunu) bilmesi vacibtir ve her şeyi sağlam, muhkem bir ölçü ile taktir ettiğini (bilmek te vacibtir) Bu hususta mahlukatmdan hiçbir bozup atan, geri bırakan, yok eden, değiştirici, tahvil eden, noksanlaştıran ve ziyadeleştiren, yerlerde ve göklerde (hiç kimse) yoktur.
10-İşte bu durum, iman bağında, marifet asıllarında, Allahın vahdaniyyetini ve rububiyyetini İtiraftan (kabullenmekten) dolayıdır. Allahın şu ayetinde olduğu gibi "Allah herseyi yarattı ve bir ölçü üzere onu takdir etti" (Furkan Suresi Ayet 2) "Allahın emri, takdir edilmiş bir kaderdir" (Azhab suresi ayet 38)
*Yazıklar olsun o kimseye ki, kader meselesinde Allaha düşman oldu, görüşünü hazır ederek kader meselesinde hasta bir kalp hazırladı. Muhakkak gaybı araştırmada vehmiyle çok gizli, tamamen örtülü sırları araştırmaya girişti ve bu hususta iftiracı günahkara döndü.
* Arş ve kürsi haktır. Allah Arştan ve daha düşüklerinden ihtiyaçsızdır. Her şeyi ve Arşın üstünü de kuşatıcıdır. İhatadan, halkını aciz bıraktı, (mahlukat bunları ihata edemez, anlayamaz)
*İman edici, tasdik edici ve kabullenici olduğumuz halde biz deriz ki "Allahu Teala İbrahim (Aleyhisselam) ı halil edindi, Musa (Aleyhisselam) ile bir çeşit konuşmakla konuştu."
*Melekler (in varlığına), peygamberlere ve peygamberlere indirilen kitaplara iman ederiz. Şahidlik ederiz ki o peygamberler aşikare hak üzeredirler.
11-Kıble ehlini, peygamberimizin (Sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiği hükümleri itiraf ettiği müddetçe, söylediklerini, haber verdiklerini tasdik ettikleri müddetçe (kıble ehlini) müslüman. mümin diye isimlendiririz.
* Allanın zatı hakkında derine dalıp konuşmayız. Allahın dininde çekişme yapmayız. Kuran hakkında birbirimizle mücadele etmeyiz. Şahidlik ederiz ki Kur’an, alemlerin sahibi olan Allahın kelamıdır. Onu, Cebrail vasıtasıyla indirdi. Onu peygamberlerin Efendisine (Muhammed aleyhisselama) öğretti. Allahın rahmeti onun ve ehlinin tamamının üzerine olsun.
* Kur'an Allahın kelamıdır. Mahlukatın kelamından hiçbir şey ona eşit değildir. Kuranın, mahluk olduğuna hükmetmeyiz.
* Müslümanların cemaatına muhalefet etmeyiz. Günahı helal kabul etmediği müddetçe ehli kıbleden hiçbir kimseyi, günah işlemesi sebebiyle küfre nisbet etmeyiz. 'Bilerek günah işleyene, günah zarar vermez' demeyiz. Müslümanlardan iyilik yapanlar için günahlarının affedilmesini. Allahın rahmetiyle onları cennete girdirmesini umarız.
* Müminler için Allahın azabından emin olmayız. Onların doğrudan cennette olduklarına şehadet etmeyiz, günahları için mağfiret isteriz, onların akıbeti hakkında korkarız, onlara ümit kestirmeyiz. Emin olmak ve ümit kesmek halleri, kişiyi islam dininden çıkarır. Ehli kıble için hak yol ikisinin arasıdır. (Korku ile ümit arasında)
* Kul imandan ancak, kendisini imana dahil eden şeyi inkar etmekle çıkar.(İman maddelerinden sayılan hükümleri inkar, küfürdür)
12-İman dil ile ikrar (söylemek) kalb ile (bunları) tasdiktir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) den sahih rivayetlerle şeriattan ve açıklanarak gelenlerin tamamı haktır. İman tektir. îman ehli imanın aslında eşittirler. Aralarındaki üstünlük korku, takva, nefse muhalefet ve evla olana (daha faziletlisine) yapışmakladır.
* Bütün müminler Rahman Teala'nın dostlarıdır. Allah indinde en değerlisi Kur'ana en çok boyun eğeni ve tabi olanıdır.
* İman: Allaha, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine, ahıret gününe, kaderin hayırlısının şerlisinin tatlısının ve acısının Allah tarafından olduğuna inanmaktır. Biz bu sayılanların tamamına inanırız. Peygamberlerinin hiçbirisinin arasını ayırmayız. Tamamını getirdikleri haberlerde tasdik ederiz. (Hepsi Allah tarafından vazifeli idiler)
13-Ümmeti Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem) den büyük günah işleyenler; tevhid ehli oldukları halde ölünce, tevbe etmeseler bile, iman edici ve Allahı bildikleri halde Allaha kavuştuktan sonra; cehennemde ebedi kalmazlar.
* Büyük günah işleyenler, Allahın dilemesinde ve hükmündedir. Dilerse onları mağfiret eder ve onları fazlu keremiyle affeder. Kuran Kerimde Allah azze ve celle bu hususta şöyle buyurduğu gibi 'Şirkten başka günahları dilediğinden affeder' Dilerse onları adaletiyle cezalandırır. Sonra onları (ya) rahmetiyle, (veya) taat ehlinden olan şefaat edenlerin şefaatıyla cehennemden çıkarır, sonra onları cennetine gönderir. Bu durum şundan ki Allahu Teala, kendisini bilenlerin velisidir. (Onları kayırır) Onları iki cihanda hidayetinden sapan, dostluğuna kavuşamayan inkarcılar gibi yapmadı.
Ey islamın ve ehlinin velisi Allahım! Sana kavuşana kadar bizi, islam üzere sabit eyle!
* Ehli kıbleden günahkar ve iyi kişilerin peşinde namaz kılmayı ve bu kişilerin üzerine cenaze namazı kılmayı caiz görürüz. Ehli kıbleden hiçbir kimseyi cennete ve cehenneme indirmeyiz. (Girdirmekte kesin konuşmayız) Küfür, şirk ve nifaktan bir şey onlarda zahir olmadıkça bunların aleyhine küfürle, şirkle, nifakla şahitlik etmeyiz. Onların gizli hallerini Allaha havale ederiz.
* Ümmeti Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem) den hiçbir kimseye silah çekmeyi caiz görmeyiz, ancak kılıç çekilmesi vacib olanlar müstesnadır. (İslama karşı savaşanlar, dinden çıkanlar, v.s.)
14-İdareciler ve işlerimizi yürüten (Din ehli) valilere karşı isyan edip çıkmayı, onlar zulmedici olsalar bile caiz görmeyiz. Onların aleyhine beddua etmeyiz. (Ehli islam olan idarecilerin ıslahına çalışılır, kargaşalık çıkarılmaz.)
*O idarecilerin taatından elimizi çekip almayız (onlara itaat etmeye devam ederiz.) Allaha itaatten ötürü onlara itaati; bize günahı emretmedikleri müddetçe, farz görürüz. Onlara salah ve afiyet içinde
bulunmaları) la dua ederiz.
* Sünnet ve cemaate tabi oluruz. Dağılmak, ihtilaf ve parçalanmaktan çekiniriz. Adalet ve emanet ehlini severiz. Zulüm ve hıyanet ehline bu'uz ederiz.
*'Allah, bize bilinmesi şüpheli olan şeyleri en iyi bilendir' deriz.
* Hadisi şeriflerde geldiği gibi yolculukta ve ikamet halinde mestler üzerine mesh etmeyi caiz görürüz. (Şiiler çıplak ayak derisine mesh ederek sapmışlardır)
* Kıyamet vaktine kadar, müminlerin iyi kötü sultanlarıyla birlikte hac ve cihad devam eder. Bu ikisini hiçbir şey iptal edemez ve kaldıramaz.
* Kiramen katibin (yazıcı) meleklerine inanırız. Muhakkak Allah onları bizim üzerimizde (amellerimizi) koruyucu yaptı. Alemdeki canlıların ruhlarını almakla görevli ölüm meleğine (Azrail aleyhisselam) inanırız.
*Hak edene kabirde azab olacağına inanırız. Kabirde münker ve nekir diye isimlendirilen iki meleğin, kişiye Rabbisinden, dininden, peygamberinden sorgusunun hak olduğuna inanırız. Bu hallerin hepsi Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) den gelen hadisi şerifler ve ashabtan (Allah hepsinden olsun) gelen haberlere göre (sabit) olduğuna inanırız.
15- Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur. (Hadisi şerif bunu böyle beyan etmiştir.)
*Öldükten sonra dirilmeye, kıyamet gününde amellerin karşılığının verileceğine, amellerin (huzuru ilahiye) arz edilmesine, hesaba çekilmeye, amel defterlerinin okunması, sevap verilmesi, azab edilmesi, sırat ve teraziye inanırız.
*Cennet ve cehennem yaratılmışlardır; ebediyyen yok olmazlar, zail olmazlar. Allahu Teala mahlukatı yaratmadan evvel cennet ve cehennemi yarattı. Cennet ve cehennem ehlini yarattı. Kimin cennete girmesini dilerse bu, Allahın fazlındandır. Kimin cehenneme girmesini dilerse bu, Allahın adaletindendir. Herkes kendisine tayin edileni yapar ve kendisi için yaratılana gider. Hayır ve şer kullar üzerine (Allah tarafından) takdir edilmiştir. (Kesb eden kuldur, yaratan Allahtır)
* Mahlukun kendisiyle vasıflanmasının caiz olmadığı tevfık gibi işi meydana getiren güç, iş ile beraberdir. (Fiili yapacağı anda ona bu kuvvet verilir.)
*Sıhhat, takat, imkan bulmak, aletlerin salim olması kabilinden olan istitaata gelince bu fiilden evvel bulunur. Bu istitaat sebebiyle ilahi teklifler kul ile alakalanır. Allahu Tealanın şu ayetinde buyurulduğu gibi "Allah, hiç kimseye gücü yetireceğinden başkasını yüklemez" (Bakara Suresi Ayet: 286)
16-Kulların fiilleri, Allahın mahlukudur, kul tarafından kesbtir. (Kulun iradesi ancak fiili kesb iledir. Yaratılması Allah tarafındandır.) Allah kullara ancak takatları yeteni teklif etti. Kullar ancak Allahın teklif ettiği (vazifelere) güç getirirler. Bu açıklama "Günahtan dönüş, ibadete takat yettirmek, ancak Allahın yardımıyladır" sözünün izahıdır.
* Biz deriz ki: hiç kimse için çare, haraket ve günahtan dönüş yok, ancak Allahın yardımıyla vardır. Hiç kimse için Allaha kulluğu ikame etmek ve taat üzere sabit kalmak yok, ancak Allahu Tealanın muvaffak kılmasıyla vardır. (Kulunu razı olduğu şeye ulaştırır.)
* Her şey Allahın iradesiyle, ilmi ile, hükmü ve kudretiyle cereyan eder. Allahın dilemesi diğer bütün meşiyyetlere galib geldi. Allahın hükmü diğer bütün çarelere üstün geldi. Dilediğini yapar, asla zalim değildir. Her türlü çirkinlik ve zararlardan paktır. Her türlü ayıp ve noksanlıklardan temizdir. "Allah yaptığından sorulmaz. Halbuki kullar mes'uldür."
*Dirilerin duası ve sadakalarında, ölüler için faideler vardır. Allah dualara icabet eder, ihtiyaçları giderir. Her şeye sahiptir, ona hiç bir kimse sahip olamaz. Allahtan, göz kırpması kadar azıcık bir an bile ihtiyaçsız kalınmaz. Kim Allahtan göz kırpması kadar ihtiyaçsız kaldığına inanırsa, muhakkak kafir olur ve helak ehlinden olur.
Allah bu'z eder, razı olur, fakat mahlukattan her hangi birinin bu'z ve rızası gibi değildir. (Bunlardan gaye muraddır. Yani bunların gereğini yapar.)
17-Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) 'in ashabını severiz. Onlardan hiç birinin sevgisi hususunda aşırı gitmeyiz, onlardan hiç birinden uzak olmayız. (Hepsini Allahın razı oldukları ashab olarak kabul ederiz. Hz Ali ile Hz Muaviye'yi ayırmayız.) Onlara bu’z edene bu’z ederiz, onları hayırsız şekilde söyleyene de bu'z ederiz. Onları ancak hayırla anarız. Onları sevmek dindir, imandır, iyiliktir. Onlara bu'z küfür, nifak ve tuğyandır. (Onları seven. Resıılullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)'i sevdiği için sever. Onlara bu'z eden. Resıılullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)'e bu'z ettiği için bu'z eder.)
* Resıılullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) den sonra halifeliği evvela Ebu Bekri-sSıddık (Radıyellahu anhu) için, onu diğer bütün ümmet üzerine faziletli kılmak için, sonra Ömer (Radıyellahu anhu) için. Sonra Osman (Radıyellahu anhu) için, Sonra Ali (Radıyellahu anhu) için sabit kılarız. Onlar hulefai Raşidin ve hidayette olan imamlardır. (Kendilerine tabi olanları da hidayete ulaştırmışlardır.)
* Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem)'in isimlerini söyleyip kendilerini müjdelediği on kişi için. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in onlar üzerine olan şahidliğine dayanarak bizde onların cennetlik olduğuna şahidlik ederiz. Resulullah (Sallallahu alevhi ve sellem)'in sözü haktır. Onlar: Fbıı Bekr, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Sa'd, Said, Abdurruhman ibni Avf, Ebu ("beyde bin Cerrah - ki bu zat ümmetin eminidir- Allah hepsinden razı olsun.
* Kim sözünü. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) ashabı ve her türlü kirden tertemiz olan zevceleri ve her türlü pislikten pak olan sülalesi hakkında güzel söylerse, o kişi nifaktan beri olur.
18-Sabıkinden olan ilk alimler, tabiinden olan ve onlardan sonra gelen hayır ve eser (hadis, haber) ehli olan, fıkıh ve rivayet ehli olan alimler, ancak güzellikle anılırlar. Onları kötülükle zikreden kişi, hak yolun dışındadır.
* Velilerden hiç birini, peygamberlerden hiçbiri üzerine üstün saymayız. "Bir peygamber bütün velilerden üstündür" deriz.
* Velilerin kerametlerinden gelen, itimadlı alimler tarafından yapılan rivayetlere inanırız.
* Kıyamet alametlerine inanırız. Onlar: Deccalın çıkması, Meryemoğlu İsa'nın (Aleyhisselam) gökten inmesi, güneşin battığı yerden doğması, Dabbetül arzın yerden çıkmasıdır. (Üç tane de yer batması haber verilmiştir.)
* Kahin, müneccim ve kitap sünnet ve icma-ı ümmete zıt bir şey iddia eden şahıslan tasdik etmeyiz.
*Cemaatı hak ve doğru buluruz. Parçalanmayı eğrilik ve azan görürüz. (Allahın rahmeti cemaat üzerindedir.)
* Allahın dini göklerde ve yerde tektir. O islam dinidir. "Allah indinde din islamdır" "sizin için din olarak islamdan razı oldum"
İslam dini, azgınlık ve noksan kalmanın arasında, benzetme ve bir şey yapamama, zorlayıcı ve kaderin esiri, emin olmak ve ümitsiz olmak arasında hak yoldur. (Bunlarda hak olan orta yoldur.)
Şu anlatılan, bizim açık ve batın dinimiz ve itikadımızdır. Bizler Allah'a her türlü açıkladığımız muhalefetlerden sığınırız. Allahtan bizi İman üzere sabit kılmasını dileriz. Bizi çeşitli nevalardan, muhtelif görüşlerden, düşük mezheblerden korumasını dileriz. Bu mezhebler: Müşebbihe, mu'tezile, cehmiyye, cebriyye, kaderiyye ve başkaları gibi: bunlar, sünnet ve cemaata muhalefet eden, delalette toplaşan mezheblerdir.
Biz ehli sünnet vel cemaat, onlardan uzağız. Onlar bize göre dalalette ve düşüklüktedirler, değersizdirler.
Muhafaza olunmak ve başarıya ulaşmak, ancak Allahın yardımıyladır.
.NESEFİ AKAİDİ TERCÜMESİ
1-Ehli Hak (Ehli sünnet alimleri) derki: Eşyanın hakikatleri sabittir, bunlarla (sabit olmaları ile) alakalı ilim, gerçektir. Bu, felsefecilerin hilafı nadır.
2-Mahlukat için ilmin sebebleri üçtür. 1-Sağlam hisler. 2- Doğru haber. 3- Akıl.
Hisler beş tanedir: İşitmek-Görmek-Koklamak-Tadmak-Dokunmak.
Bunlardan her bir hassa ile, o hassa ne için tayin edilmiş ise o şey üzerine haberdar olunur.(Yani göz ile eşya görülür, kulak ile sesler işitilir. Gözle işitilmez, kulakla görülmez.)
3-Haberi sâdık iki kısımdır. Birisi haberi mütevâtirdir. Bu, yalan üzerine ittifak etmeleri tasavvur olunamayan bir topluluğun, lisanları üzerinde sabit olan haberdir. Bu, zaruri ilmi gerektiricidir. Eski zamanlarda yaşayan sultanları, uzak beldeleri bilmek gibi.
4-lkinci nevisi, mucize ile kuvvetlendirilmiş Peygamberin verdiği haberdir. Bu, istidlali (delille elde edilen) ilmi gerektirir. Bununla sabit olan ilim, yakin ve sebatta, zaruret ile sabit olan ilme benzer. (İkinin yarısı bir olduğu nasıl kesin ise, peygamberin verdiği haber de kesindir.)
5-Akıl, diğerleri gibi ilme sebebtir. Açıklıkla ondan sabit olan, zaruri (bilgi) dir. Her şeyin, cüz'ünden büyük olması gibi. (İnsan, kolundan, bacağından büyüktür) Akıldan istidlal (delil) ile sabit olan kesbidir. (Akıl yürüterek elde dilen ilimler, kişinin kazanmasıyla elde edilir.)
6-İlham, ehli sünnet indinde, bir şeyin sıhhatini bilmek sebeblerin den değildir. (İlham ile hüküm sabit edilmez. Hükümler kitap, sünnet, icma ve kıyas ile sabit olur.)
7-Alem (kainat), bütün cüzleri ile sonradan yaratılmıştır, zira alem ayan ve arazdır. Ayan (kainatta) zatı ile mevcut durandır. Bu, ya mürekkebtir ki cisim dir, veya cevher gibi mürekkeb değildir. Cüzlere ayrılmayan (en küçük) cüz cevherdir. (Altın, gümüş, demir gibi maddeler cisimdir. Bunlara ayan denir. Bunların üzerinde bulunan renk, koku, uzunluk ve kısalık gibi vasıflar arazdır.)
8-Araz, zatı ile mevcut olamayandır. Renkler, duruşlar, tadlar ve kokular gibi cisimlerde ve cevherlerde onaya çıkarlar. (Cismin üzerindeki renk, koku ve tad gibi vasıflar.)
9-Alemi mevcut eden. Allahu Teala'dır. Birdir, kadimdir, diridir, gücü yetendir, bilir, işitir, görür, dileyendir, dilediğini yapandır.
10-(Allah) Araz, cisim, cevher değildir. Şekillendirilmiş, sınırlandırılmış, adetlenmiş, kısımlara ayrılmış, cüzlere bölünmüş, terkib edilmiş (birleştirilmiş) ve sonu olan değildir. (Sınırlar ile kuşatılmış değildir.)
11-Nasıllık ile, nicelik ile vasıflanmaz. (Aslı ve hakikati bilinmez) Bir mekanda yerleşmez, üzerine zaman akıcı olmaz, (zaman ve mekan sınırı altına girmemiştir.) Hiçbir şey ona benzemez. İlminden ve kudretinden hiçbir şey çıkamaz. (Her şeyi. İlmi ve kudretiyle kuşatmıştır.)
12-AlIah için ezeli olan ve zatı ile birlikte bulunan sıfatlar vardır. Bu sıfatlar ne Odur, ne de O'nun gayrısıdır. (Sıfatlara Allah denmez, fakat Allah, sıfatsız düşünülmez) Bunlar; ilim. kudret, hayat, kelam, işitmek, görmek, istemek, dilemek, yapmak, yaratmak, rızıklandırmak.
13-Allahu Teala, ezeli olan kelamı ile konuşur. Bu kelamı, ses ve harf cinsinden değildir. Bu. susmaya ve aletlere zıt sıfattır. (Dili tutulmak, sessiz kalmak, konuşmamak gibi bizim vasıllarımızdan münezzehtir.) Allahu teala, bu sıfat ile tekellüm eder, emreder ve yasaklar ve haber vericidir.
14-Kur'an, Allahu teala'nın kelamıdır, mahluk değildir. Kur'an, mushaflarda yazılmış, kalblerimizde ezberlenmiş, dillerimizde okunmuş, kulaklarımızla işitilmiş, fakat bunlara girmiş değildir.
15-Tekvin. Allah'ın ezeli sıfatıdır. Bu, alemi ve onun her bir cüzünü, meydana geleceği vakitle var etmesidir.
Biz (Maturidiler) göre tekvin, yaratılanların gayrısıdır. (Yaratmak sıfatı var, yaratılan eşya var. Bunlar başka başka şeylerdir.)
*İrade. Allahu Teala'nın sıfatı olup ezelidir. (İrade sıfatı, kudretten başka olan ayrı bir ezeli sıfattır.)
16-Allahu Teala'yı görmek, akli delillerle caizdir, nakledilen delillerle vacibıir. (Ayet ve hadislerle sabittir.)
Ahiret yurdunda, rnü'minlerin Allahu Teala'yı görmelerinin vacib olması hakkında, işitilmiş (ayet ve hadislerden) deliller gelmiştir.
*Bir mekan da bulunmadan, bir tarafta olmadan, karşı karşıya gelmeksizin. ışığın ulaşması olmadan veya gören ile Allahu Teala arasında mesafe sabit olmadan görülecektir. (Görmemiz için burda gerekli olan şeyler, orda lazım değildir.)
17-Allahu Teala; küfürden, imandan, taat ve isyandan olan kulların bütün fiillerini yaratıcıdır. Bunların hepsi. Allanın iradesi, dilemesi, hükmü, kazası ve takdiri iledir.
18-Kullar için dileyerek yaptığı fiiller vardır. Onlara karşılık sevablanır ve azab görürler. Bunlardan güzel olanları. Allah'ın rızası iledir. Kabih (çirkin) olanları, Allah'ın rızası ile değildir.(Allahu Teala, şarabı, domuzu yaratmıştır fakat kullanılmasını yasaklayarak işleyenlerden razı olmamıştır. Sağmal hayvanları da Allahu Teala yaratmıştır ve onlardan istifade edilmesinden, zekatının verilmesinden razıdır.)
19-lstitaat, fiille beraberdir. Bu, fiilin kendisi ile birlikte meydana geldiği kudretin hakikatidir. (Eli kaldırırken insanda hasıl olan kudret ona o anda verilmekte ve işi ile birlikte mevcut olmaktadır.) Bu isim, sebeplerin, aletlerin, azaların selameti üzerine de söylenir.
*Teklifin sıhhati (kişinin dinene mükellef olması) şu istitaat'a dayanır. Kul, takatında olmayan ile teklif olunmaz.(Yapamayacağı hükümler ona teklif edilmemiştir.)
20-lnsana vurmanın peşinden vurulan kişide duyulan acı, insanın kırması akabinde bardakla ortaya çıkan kırıklık ve buna benzeyen şeylerin tamamı. Allanın yarattığıdır. Kulun, bunların meydana gelmesinde bir tesiri yoktur. (Kulu da, onun işlerinide yaratan Allah'tır. Kul iradesini kullanır. Allah dilerse yaratır.)
21-Öldürülen, eceli ile ölmüştür. Ölü ile kaim olan ölüm işi Allahın mahlukudur.. Kulun bunda yaratmak veya elde etmek bakımından bir tesiri yoktur. (Yani kılıcı vurmakla karşıdaki kişi ölürse, onda ölümü yaratan Allah'tır. Katilin ölümü meydana getirmekte bir tesiri yoktur, fakat yasak bir işi yaptığı için azabı hak eder.)
* Ecel tektir. (Vakti, Allahın ilminde sabittir, değişmez.)
22-Haram rızıktır. Herkes, helal olsun haram olsun kendi rızkını tam olarak elde eder. Bir insanın rızkını yememesi veya başkasının onun rızkını yemesi düşünülemez. (Rızık bedenin istifâde ettiği gıdalardır. Kişi için tayin edilenler mutlaka ona ulaşır. Başkası onun rızkını alamaz.)
23-Allahu Teala dilediğini dalalete sokar, dilediğine hidayet eder. (Kişiye irade verip kitap ve peygamber göndererek onu ikaz. ettikten sonra kul iyi tarafı tercih ederse Allah ona hidayeti severek yaratır. Kötü yolu tercih ederse onada sapıklığı razı olmadığı halde yaratır ki imtihan olsun.
*Kul için en uygun olanı yaratmak, Alluhu Teala üzerine vacib değildir. (Allah, faili muhtar olarak dilediğini yapar, hiçbir şey O'na mecbur değildir.)
24-KafirIer için ve bazı asi mü'minler için kabir azabı, itaat ehlinin kabirde nimetlenmesi vardır. (Kabir geçiş alemidir. Orda kafirler azaba çekilirler, cehennemde ebedi azab ile azablanırlar. Günahkar müslümanlardan bazısı da kabirde azab görür.)
*Münkir ve nekirin sorgusu, işitilen delillerle sabittir. (Kabirde iki melek gelip kişiyi sorguya çeker. "Rabbin kim? Peygamberin kim? Kimin zürriyetindensin? Kimin ümmetindensin?" gibi sorularla imtihan eder. Eğer cevap vermeye kadir olursa onun kabrini genişlendirirler, Değilse ona azab ederek kabri onu şiddetle sıkar.)
25-Öldükten sonra dirilmek haktır. Terazi (amellerin tartılması) haktır. Kitap haktır, sual haktır, havzu kevser haktır, sırat haktır. (Her canlı öldükten sonra tekrar diriltilecektir. Hayvanlar toprak olacaklar. İnsanlar ise ebedi cennet veya cehenneme gireceklerdir. Amellerimizin yazıldığı kitaplar getirilecek ve tartılacaklardır. Ahırette her işten sorguya çekilmekte haktır. Resulullah’ın Kevser Havzunda bulunup ümmetlerine su dağıtması da haktır. Hesaplar görüldükten sonra insanların sırat köprüsünden geçmeleri de haktır. Bu köprü kıldan ince, kılıçtan keskin olup üzerinden mü'minler şimşek gibi geçer, kafir ve münafıklar aşağıdaki cehenneme düşerler.)
26-Cennet haktır, cehennem haktır. Bu ikisi (şu anda) yaratılmış olup mevcutturlar. Baki olup yok olmazlar ve içlerinde bulunan ahalileri de yok olmaz. (Bazı sapıklar derki cehennem içindekilerle birlikte yok olacak. Bazıları da derki cehennemde yanan kafirler bir müddet sonra ateş serin olup onları yakmayacak. Halbuki Allahu Teala kitabında "Onlara yeni deriler verilecek ki azabı tadsınlar" buyurmaktadır. Asla azabın kafirlerden hafiflemesi mümkün değildir.)
27-Büyük günah, kulu imandan çıkartmaz, onu küfre de girdirmez.
(İman amelden bir cüz olmadığı için ameli kötü olan kişi inkar etmedikçe kafir olmaz. Büyük günah: hakkında azab tehdidi olan adam öldürmek, zina etmek, faiz almak, hırsızlık, anne babaya asi olmak, sihir yapmak gibi günahlardır.)
28-Allahu Teala. kendisine şirk koşulmasını affetmez, büyük ve küçük günahlardan olan bundan aşağı olanını, dilediği kimseler için affeder.
* Küçük günah üzerine azab etmesi caizdir. Büyük günahı affetmesi, eğer onu helal görmemişse caizdir. (Büyük günahı) Helal görmek küfürdür. (Şirk en büyük günah ve zulümdür. Onun affı ancak dünyada iken tevbe ve iman etmektir. Ahırette affı yoktur. Büyük günahların affı Allahın dilemesine bağlıdır. Dilerse affeder. Dilerse küçük günaha karşılık ta azab edebilir. Emin olmamak gerekir. Ancak büyük günahı helal saymak inkar olduğundan küfürdür, affedilmez. "Bana göre bu zamanda böyle olmaz" diyenler dikkat etsin Allahı hükmünü kendine sindiremeyenler acaba kimin kuludurlar.)
29-Peygamber ve Salihlerin, büyük günah sahipleri hakkında şefaat etmeleri, hadislerden çok yaygın (meşhur) haberlerle sabittir. ("Şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir' buyurmuştur.)
*Mü'minlerden büyük günah işleyenler, tevbe etmeksizin ölselerde cehennemde ebedi kalmazlar. (Günahı kadar yanıp cennete girerler. En fazla yanan müslüman 7 bin sene cehennemde kaldıktan sonra, hayat nehrinde tertemiz edilip cennete girdirilir.)
30-İman, Allahu Teala tarafından gelen haberleri tasdik ve ikrardır. (İmanın rüknü ikidir. Biri kalbten tasdik, diğeri dil ile bunu söylemektir.) Ameller, imanın nefsinde ziyadelik yapar, iman artmaz eksilmez.(İman edilen şeyler belli miktarda hükümler olduğundan onlara inanan kişi imanı hasıl etmiş olur. Bunda fazlalık veya noksanlık düşünülmez. Yapılan iyi ameller imanın kuvvetini ve nurunu artırır, imanı çoğaltmaz.) İman ile islam birdir. (İmanlı kimseye müslüman dendiği gibi. mü'min de denilir.)
31-Kuldan tasdik ve ikrar bulununca, onun için 'Ben Hakka müslümanım' demesi sahihtir. 'İnşaallah ben müslümanım' demesi sahih olmaz .(İmanında şüphesi olmadığını en güzel bir ifade ile beyan etmesi 'Elhamdülillah ben müslümanım' demesiyle hasıldır. "Inşaallah müslü-manım' demekle işi Allaha bırakmakta ihtimal vardır. Ya Allah onun imanını kabul etmezse ne olacak. Bu yüzden İmanda ihtimalli söz kullanılmaz.)
32-Said bazan şaki olur, şaki olan da bazan said olur. Değişiklik, seadet ve şekavet üzerinde olur. said etmek veya şaki yapmakta olmaz. Bu ikisi Allanın sıfatlarındandır. Allahu Teala ve sıfatları üzerine bir değişiklik gelmez. (Kişiyi said (cennetlik) etmek veya şaki (cehennemlik) yapmak Allahın sıfatıyla alakalı bir husustur. Allahın sıfatları ezeli olup onlarda bir değişme söz konusu değildir. Fakat sıfatların alakalandığı hususlarda (kainatta) bir takım değişiklikler olur.)
33-Resullerin gönderilmesinde büyük hikmet vardır. Allahu Teala muhakkak insanlar içinden onlara, resul göndermiştir. (Peygamberle de bizim gibi insandır. Melek olsalardı onlara tabi olmak imkansız olurdu.) Onlar müjdeleyici, korkutucudurlar.(Cennetle müjdeler, cehennemle korkuturlar.) İnsanlara dünya ve din işlerinden ihtiyaç duydukları şeyleri beyan ederler. (Peygamber gelmeseydi insanlar dünya ve ahi ret işlerinde karlı ve zararlı olanı kendi akılları ile bilemezlerdi.) Onları, adetleri bozan mucizelerle kuvvetlendirmiştir. (Peygamberliğini isbat etmesi içtn mutlaka bir mucize getirmelidir ki insanlar bundan aciz kalarak onun peygamber olduğunu kabullensin.)
34-Peygamberlerin evveli Adem aleyhisselamdır. Sonuncusu. Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem) dir. Bazı hadislerde sayıları rivayet edilmişlir.(Bir rivayette 124 bin, diğer bir rivayette 224 bin) En doğrusu, zikredilmelerinde bir adet ile smırlandırmamaktır. Muhakkak Allahu teala şöyle buyurdu: "Onlardan sana zikrettiğimiz var, sana zikretmediğimiz de vardır." Sayılarının zikrinde, onlardan olmayanın onlar arasına girmesinden emin olunmaz. Veya onlardan olanın hariç bırakılmasından da emin olunmaz. (Bir sayı ile sınır getirsek belkî bazılarını dahil ederiz. Veya daha fazla ise bir takımlarını da hariç bırakmış oluruz.) Hepsi. Allah (Celle Celaluh) tarafından haber verici ve tebliğ edicidirler, sadık ve nasihat edicidirler. Peygamberlerin en faziletlisi. Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem) dir. (O. peygamber iken. Adem aleyhisselam toprak ile su arasında daha yaratılmamıştı.)
35-Melekler, Allahu Teala'nın kullarıdır. Onun emri ile işleri yaparlar. (O’na hiç asi olmazlar.) Erkeklik ve dişilikle vasıflanmazlar. (Nurdan yaratılmışlardır. Cinsiyetleri yoktur.)
36-Allahu Teala'nın kitapları olup onları peygamberlerine indirmiştir. Emirlerini, yasaklarını, vaadlerini ve tehditlerini, onlarda bildirmiştir. (İyilik edenlere cennet vaadi, kötülük işleyenlere de cehennem tehdidi vardır.4 Büyük kitap. Kur'an, Tevrat, Zebur, İncil, Sahifeler:Adem e 10 – Şit’e 50 - İdris"e 30 -İbrahim'e 10)
37-Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) in uyanık halde iken bedeni ile semaya yükseltilmesi, sonra yüce makamlardan Allah'ın dilediği yerlere kadar (yükselmesi) haktır. (Mİ'rac iki kademededir. Kabe'den. Meseid-i Aksa'ya kadar gece yürüyüşüne İsra denir. Bu ayetle sabit olup inkar eden kafir olur. İkinci merhalesi: Mescidi Aksa dan göklere doğru bedeni ile yükselmesidir. Bu meşhur hadislerle sabit olduğundan inkarı bid'attır.)
38-Velilerin kerameti haktır. Keramet, adeti yaran bir şekil üzere veliden ortaya çıkar. Uzak mesafeyi kısa zamanda aşmak, yemek, içecek ve elbisenin ihtiyaç anında ortaya gelmesi, su üstünde yürümek, havada uçmak, cansız şeylerin ve hayvanların konuşması ve diğer şeyler gibi.
Ümmetinden biri olan velinin elinde ortaya çıkan bu keramet, peygamberi için mucize olur. (Velinin kerameti. Peygamberinin mucizesinden ona gelen bereketler iledir.) Bununla veli olduğu belli olur. Veli olması ancak dîninde hak üzere olması iledir. Dininde hak üzere olması, peygamberinin risaletini kabul etmesi iledir. (Bu kerametin kendinden olduğunu iddia etse veli olamaz.)
39-Peygamberimizden sonra insanların en faziletlisi. Ebu Bekir'dir. (Radıyellahu anhu) Sonra Ömer, sonra Osman Zinnureyn, sonra Aliyyül Murteza (Radıyellahu anhum) dır. Halifelikleri, aynı şekilde bu sıralama üzere sabittir. Hilafet, otuz senedir, sonra emirlik ve sultanlık gelir. (Dört halife sırasıyla halife olmuşlardır. Onlardan sonra halifelik, emirlik ve saltanat halinde devam etmiştir. Adaletle hükmedenler hayırla yad edilmiş, zulmedenlerin ıslahına çalışılmıştır.)
40-Müslümanlar için. hükümlerini geçerli etmek, cezaları geçerli yapmak, surları sağlamlaştırmak, askerleri teciz etmek, zekatları almak için baş kaldıranları, hırsızları, yol kesenleri kahretmek için, Cuma ve Bayramları ikame etmek için, kullar arasında vakı' olan davaları halletmek için, haklar üzere getirilen şahitlikleri kabul için, velisi olmayan küçük erkek ve kız çocuklarını evlendirmek için, ganimetleri taksim etmek ve diğer hususları halletmek için, elbette bir imam lazımdır. (Halifenin vazifeleri ana hatlarıyla sayılmış oldu. Burdan İslam devletinin hem dünya ve hemde ahıret işlerini yürütmekle vazifeli olduğu anlaşılmaktadır.)
41-Bu imamın, açıkta bulunması gerekir, gizlenmiş, beklenilen olması doğru değildir. (Şiilerin dediği gibi 'Mağaraya saklanmış ve gelmesi beklenen Muhammed mehdi'den başkası olamaz" görüşü yanlıştır. Vaktin en uygun olanı seçilir.) İmam Kureyş'ten olur. Başkalarından olması caiz değildir. Beni Haşim ve Hazreti Ali'nin evlatlarına tahsis edilmez. (Hak halifenin Kureyşten olması gerekir. Eğer böylesi yok ise- kuvveti ile islamı tatbik edecek birinin getirilmesi gerekir. Sadece Hazreti Ali'nin soyuna ait değildir.)
42-İmamda masum olma şartı aranmaz. (Masum olan sadece peygamberlerdir.) Zamanındaki halkın en faziletli olması şart değildir. Mutlak kamil velayet ehlinden olması şarttır. (Yani Müslüman, akıllı, baliğ, hür olmalı.)
* Siyaset ehli, hükümleri geçerli yapmaya kadir, İslam yurdunun sınırlarını korumaya ve zalimden mazluma insaf etmeye kadir olmalı. (Asıl özelliği idare sanatını iyi bilmeli- ıslah ve fesat yollarını kavramalıdır. Hükümleri geçerli yapması için kuvvet sahibi olmalıdır.)
*İmam. fasık olmak ve zulmetmekle görevden indirilmez. (İmam günah ve zulüm işlemekle görevden alınmaz, belki dinden dönerse ona artık itaat edilmez.)
43-Her bir iyi ve günahkar kişinin peşinde namaz kılınır. (İmamların amelinin bozukluğu onlara uymamayı gerektirmez, belki îtikadları ehli sünnetten hariç kalırsa o zaman onların peşinde namaz olmaz)
* Her bir iyi ve günahkar kişinin üzerine cenaze namazı kılınır.
(Ölen kişinin günahları araştırılmaz. hakkında namaz kılan olduğuna şahitlik ediliyorsa müslüman olduğunu kabul ederek cenaze namazını kılarız.)
44-Ashabın zikrinde ancak hayrı söyleriz. (Onlar arasındaki olaylarda hüküm vermek bizim işimiz değildir. Hepsini iyilikle yâd ederiz.)
* Peygamberimizin (Sallallahu aleyhi ve sellem) cennetle müjdelediği on kişinin cennetlik olduğuna biz de şahitlik ederiz. (Bunlar: Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha. Zübeyir, Sad ibni Ebi Vakkas, Sad ibni Zeyd, Ubeyde ibni Cerrah, Abdurrahman ibni Avf. (Allah hepsinden razı olsun)
45-Seferde ve ikamet halinde mestler üzerine mesh etmeyi caiz görürüz. (Bu konu şiiler tarafından çıplak deri üzerine mesh edildiği ve mesh giyinmek inkar edildiği için akaid kitaplarına alınarak ehli sünnetin alameti olduğu bildirilmiştir.) * Hurma şırasını haram saymayız. (Keskinleşip sarhoş edici olmadıkça içilir. Üzüm suyu da şıra halinde iken içilir. Fakat keskinleşip şaraba dönüşünce haram olur.)
46-Hiçbir veli asla Peygamber derecesine ulaşamaz. (Peygamberlik sadece Allah vergisidir. artık sona ermiştir.) Kul, kendisinden emir ve yasakların düştüğü bir dereceye ulaşmaz.
(Ölünceye kadar ibadetleri yapmakla ve yasaklardan sakınmakla sorumludur. Peygamberler bile son nefese kadar kulluğa devam etmiştir.)
47-Kitap ve sünnetten olan naslar zahiri manalarına hamledilirler. Bunlardan dönüp, ehli batının iddia ettiği manalara gitmek küfür ile dinden çıkmaktır. (Batıniler derki ayetlerin batini manaları vardırki onları ancak hususi kişiler bilir.Bunların gayesi islamı iptal etmek. Kur'anı yanlış tefsir etmektir. Allah dostlarının ifade ettiği bazı ince izahlar, onların safı olan maneviyatlarının parıltılarıdır, onlar zahir tefsir manasına muhalif bir şey söylemezler.)
48-Nasları reddetmek küfürdür. (Kat’i hükümleri kabullenmemek küfürdür.)
Günahı helal görmek küfürdür. Onları hafife almak küfürdür. Şeriat ile alay etmek küfürdür. (Günahı helal görmek, hükmü değiştirmektir. Hafife almak. Allahı tanımamaktır.)
Allah’tan ümit kesmek küftlrdür. Allah'ın azabından emin olmak küfürdür. (Allanın rahmetini umarız, azabından korkarız.)
49-Gaibten verdiği haberde kahini tasdik etmek küfürdür.(Gaybı ancak Allah bilir. Cinler, melekler ve peygamberlerde bilemez, ancak Allah birisine bildirirse o bilir.)
* Madum şey değildir. (Mevcut olmayana ma'dum denir. Yok olduğu için ona şey demeyiz, çünkü üzerine her hangi bir hüküm gelmemektedir.)
50-Dirilerin, ölüler için olan duasında ve onlar için verdiği sadakalar da. ölüler için menfaat vardır. (Ölünün amel defteri üç halde kapanmaz. Yaptığı bir mescid, medrese, köprü, çeşme gibi akar. Yazdığı bir ilim kitabı. Yetiştirdiği hayırlı evlat. Bunlardan gelen sevaplar ölüye fayda verir. Ölüler için Yasin ve diğer surelerin okunması da onlara fayda verir.Yapılan iyiliğin sevabının anne ve babanın ruhuna ve bir alime ikram edilmesi de caizdir.)
*Allahu Teala dualar kabul eder ve ihtiyaçları verir. (Herkesin ihtiyacını ancak Allah temin edebilir, dua yalnız O'na yapılır.)
51-Peygamber Aleyhisselam'ın haber verdiği kıyamet alametlerinden Deccalın çıkması. Dabbetül arz"ın çıkması. Ye'cüc ve Me'cüc'ün çıkması. İsa (Aleyhisselam) in gökten inmesi, güneşin battığı yerden doğması haktır. (Bu alametler hadisi şeriflerde on tane sayılmıştır. Ayrıca üç tane de yer batması zikredilmiştir.)
52-Müctehid bazen hata eder, bazan isabet eder. (Müçtehid. Kur'an ve hadisi şeriflerden hüküm çıkarma kabiliyyeti olan derin alimlerdir. Bunlar bütün ilmi gayretlerini kullanarak beyan ettikleri hükümlerde isabet ettikleri gibi yanılmaları da mümkündür. İsabet edene iki veya on mükafat, yanılana bir mükafat vardır.)
53-Beşerin peygamberleri, meleklerin peygamberlerinden üstündür. Meleklerin peygamberleri, beşerin avamından üstündür. Beşerin umumu, umum meleklerden efdaldir. (Peygamberler en faziletlilerdir. Onların da en faziletlisi Mııhammed aleyhisselamdır. Peygamberlerden sonra dön büyük melek faziletlidir. Sonra Allah dostları, sonra melekler, sonra umum müslümanlar gelir.)
En iyisini Allah bilir...
.TEVHİDİN ASLI VE ÜZERİNE İNANILMASI SAHİH OLAN
ŞEYLER
1-Kişinin şöyle söyleyip (iman etmesi) vacibtir. Allaha, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, öldükten sonra dirilmeye, kaderin hayırlısı ve şerlisinin (yaratmak bakımından) Allah tarafından olduğuna, hesab, tartı, cennet ve cehenneme; bunların hepsinin hak olduğuna inandım. (Kısaca iman şartlarını beyan etmiştir.)
2-Allahu Teala, sayı bakımından değil de hiçbir ortağı bulunmaması bakımından birdir.(Sayılardan bir olanı hakkında ikinin yarısıdır denebilir.Allah böyle bir yarımdan ayrılan diğer bir yarım tek değildir, belki eşi ve benzeri olmamakta tektir, yalnızdır.) "Deki: Allah birdir, Allah sameddir.(Her şey ona muhtaç. O, kimseye muhtaç değildir.) Doğmadı ve doğurulmadı ve hiç bîr şey onun dengi değildir." Mahlukatından olan şeylerden hiçbir şeye benzemez. Hiçbir şey de ona benzemez. (Eşya sonradan yaratıldığı için, yine yok olmaya mahkumdur. Allah ise bakidir, ezelidir.)
3-Allahu Teala isimleri ile, zatı ve fiili sıfatları ile sıfatlanmaktan yok olmadı (ayrılmadı), zail de olmaz (sıfatları O’ndan ayrılmaz). "Bu isim ve sıfatlar ile vasıflanmıştır, onlardan hiç ayrılmaz. Zati sıfatları: hayat, kudret, ilim, kelam, semi, basar, irade'dir.
4- Fiili sıfatlara gelince: yaratmak, rızık vermek, var etmek, icad etmek, yapmak ve diğer fiili sıfatlardır. Sıfatları ve isimleri ile zail olmadı ve zail de olmaz. Onun için yeni bir İsim ve sıfat (sonradan) ortaya çıkmaz. (İsim ve sıfatlarının tamamı ezelden beri O'nunla sabittir, sonradan O'na bir sıfat sabit olmaz, zira bu değişiklikten hasıl olur. Halbuki Allah ve sıfatları değişmez.)
5-Allahu Teala ilmi ile alim olmaktan hiç ayrılmadı, ilim Allanın ezelde sıfatıdır. Kadir olmakla kadir olucu olmaktan hiç ayrılmadı. Kudret, Allahın ezelde sıfatıdır. Kelam ile konuşmaktan hiç ayrılmadı. Kelam. Allahın ezelde sıfatıdır. Yaratmak sıfatı ile yaratıcılıktan hiç ayrılmadı. Yaratmak Allah’ın ezelde sıfatıdır. Fiil sıfatı ile yapıcılıktan hiç ayrılmadı. Fiil, Allahın ezelde sıfatıdır. (Burda İmamı Azam rahmetullahi aleyhi fiil sıfatlarının da diğer kamil sıfatlar gibi olup ezelde sabit olduğunu beyan etmiştir. Eş'arilere göre ise ayrı bir fiil sıfatı yoktur.)
6-Fail (işi yapan) Allahu Tealadır. Yapmak (işi) ezelden beri sıfattır. Yapılan (meful) yaratılmıştır. Allahın fiil (sıfatı) mahluk değildir. Allah'ın bütün sıfatlan ezelde sabittir. Hadis değildir, mahluk ta değildir. (Halik için bir mahluk vasfı, uygun olmaz.)
7-Kim "Bu sıfatlar mahluktur veya sonradan olmuştur" derse; veya duraklasa veya bunlarda şüphe etse, o kişi kafirdir. (Allahı, layık olmadığı bir şekilde vasıflamıştır. Zira sonradan olan her şey hadis olup mahluk hükmüne dahildir. Halikı âlemin, mahlukuna benzemesi mümkün değildir.)
8-Kuran Allahın kelamıdır. Mushaflarda yazılmıştır, kalblerde ezberlenmiştir (korunmuştur), lisanlarda okunmuştur ve peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimize indirilmiştir. (Görevli melek Cebrail aleyhisselam tarafından 23 sene boyunca indirilmiştir.)
* Kur'anı okumamız mahluktur. Kuranı yazmamız, onu okumamız mahluktur. Halbuki Kur'an mahluk değildir. (Elde yazılan hatlar, harekeler ve okunan sesler bizle alakalı olduğu için mahlukturlar. Fakat Allahın kelamı olan Kur'an O'nda olan bir sıfat olması bakımından mahluk değildir. Elimizdeki Mushaflar, Allahın kelamına delalet eden lafızlardır. Bunları inkar, Allahın kelamını inkar gibi küfürdür.)
9-Allahu Tealanın Musa (Aleyhisselam) ve diğer peygamberlerden, firavun ve iblisten hikaye olduğu halde Kuran da zikrettiği şeylerin tamamı, onların haberleri olmak üzere Allahın kelamıdır. Allahın kelamı mahluk değildir. Musa (Aleyhisselam) ve diğer mahlukların kelamı mahluktur. Allahın kelamı olan Kuran ezelidir. Onların kelamı ise kadim değildir. (Kur’anda bahsedilen haberlerdeki sözler, o kimselerin sözlerinden aktarılan ve Allah tarafından bize haber verilen sözlerdir. Kuranda bulundukları cihetten Allahın kelamıdırlar, namazda okunurlar. Fakat vakitlerinde söyleyen kişilere nisbetle onların sözüdür.)
10-Musa (Aleyhisselam) Allahın kelamını dinledi. Allahu Teala şöyle buyurdu: "Allah Musa (Aleyhisselam) ile konuşmakla konuştu." Allahu Teala Musa ile konuşmadan evvel mütekellim idi. Allah ezelde halik idi daha mahlukatı yaratmamıştı. (Yani "Allah mütekellimdir" sözümüz "O'nun ezelden beri kelam sıfatı ile muttasıf olduğunu" bildirir. "Allah halıktır" sözümüz. O'nun ezelden beri yaramak vasfı ile vasıflandığını bildirir. Daha mahlukat yaratılmadan evvel de Allah yaratıcı, kelam edici, rızık verici, öldürücü, diriltici vasıflarıyla vasıflanmıştır. Vakti gelince mahlukunu yaratmış, rızıklandırmış. öldürüp diriltmistir.)
11-"Allahın misli gibi bir şey yoktur. Allah işitir, görür." Allah Musa (Aleyhisselam) ile konuşunca, onunla ezeli şifalı olan kelamı ile konuştu. Allahın bütün sıfatları ezelidir. Diğer mahlukatın sıfatları böyle değildir (Onların sıfatları ezeli değil- hadistir. Allah ve sıfatları ezelidir.)
12-Allah bilir, bizim bilmemiz gibi değil, Allah kadirdir, bizim gücümüz gibi değil. Allah görür, bizim görmemiz gibi değil. Allah işitir. bizim işitmemiz gibi değil. Allah konuşur bizim konuşmamız gibi değil. Biz harfler ve aletler yardımıyla konuşuruz. Halbuki Allah harf ve aletlerin yardımı olmaksızın konuşur. Harfler mahluktur. Allahın kelamı mahluk değildir. (Allahın kelamı harf ve ses suretinde bize indirilmiştir fakat Allahın zatındaki kelamı böyle harf ve sesten münezzehtir.)
13-Allah şeydir (Allah'a şey denir) Fakat bizim bildiğimiz eşya gibi değildir. Şey demenin manası. Allahı cisimsiz, cevhersiz, arazsız (bilinmez olarak) sabit kılmaktır. Allahın haddi sınırı (nihayeti) yoktur. Zıddı, dengi, misli yoktur. (Allah dengi ve misli olmaktan münezzehtir.)
Allahın eli, vechi, nefsi vardır. (Bu sıfatlar Allah için kullanılır fakat manalarını bilemeyiz.)
14-Allahu Tealanın Kuranda "el, yüz, nefis" diye zikrettiği şeyler onun için birer sıfattır. Şekli bilinmez. Allahın "el" inden maksad kudretidir, nimetidir denmez. Çünkü bu (te'vil) sıfatı iptaldir. Sıfatı iptal etmek, kaderiye ve Mutezile mezheblerinin görüşüdür. (Onlar Allahın sıfatlarını kabul etmezler. Biz Allahın sıfatlarını kabul ederiz. Müteşahih olanların teviline kaçmayız. Ancak sonra gelen alimlerimiz bazı tevillerle bunları manalandırmışlardırki bozuk görüşlüler onları yanlış manalandırmasın.)
*Fakat "eli" keyfiyeti bilinmeyen bir sıfattır. Gazabı ve rızası, şekli bilinmeyen sıfatlarından iki sıfatıdır. (Gazablanması ve razı olması demekten gaye muraddır, yani gazabın ve rızanın gereğini yapar.)
15-Allahu Teala bütün eşyayı yoktan yarattı. Allahu Teala, eşya bir şey olmadan evvel, ezelde eşyayı bilici idi.(İlmi ezelisi ile bildi ve vakti gelince bilgisine uygun olarak yarattı.)
*O Allahu Teala eşyayı takdir etti ve ona hükmetti. Dünya ve ahırette Allahın ilmi, dilemesi, kazası, kaderi ve levhi mahfuzda yazması olmaksızın hiçbir şey olmaz. Muhakkak o eşyayı vasıfla yazdı, hükümle değil. (Ezelde herkesin halini ve vasfını bilerek onu levhi Mahfuz'a yazdı. İstediği şekilde olmasına hükmederek yazmadı, böyle olsa imtihan olmazdı, herkes mecbur olurdu.)
16-Kaza, kader ve dilemek Allahın ezelde mevcud olan keyfiyeti bilinmeyen sıfatlarıdır. Allah yok olan şeyi yokluk halinde iken yok olduğunu bilir. O yok olanı yarattığı zaman, o şey nasıl var olacak ise onu da bilir. Allah mevcud olanı o şey mevcud olduğu halde iken mevcud olarak bilir. (Ezelde bilmesi ile sonradan yaratıldığı vakitte bilmesi arasında bir değişiklik yoktur. Eğer değişiklik olsa bu durumda Allahın ilim sıfatının değişmesi gerekir ki bu Allah için caiz değildir.)
17-0 varolan şeyin nasıl yok olacağını da bilir. Allah, ayakta olanı ayakta iken kaim olduğunu bilir, o kişi oturunca oturma halinde onun oturduğunda ezeli ilmi değişmeden veya yeni bir ilim ortaya çıkmadan bilir. Fakat değişiklik ve ihtilaf mahlukatın katında ortaya çıkar. (Allahın ilminde ve diğer sıfatlarında bir değişiklik olmaz, değişen mahlukattır.)
18-Allah (mükellef olan) mahlukatı imandan ve küfürden salim olduğu halde yarattı. Sonra onlara hitab etti, onlara emretti, onları (yasaklardan) nehyetti. Bundan sonra küfreden kendi dili ile küfretti. Hakkı inkarı ve reddetmesi, Allahın o adamı yardımsız bırakmasıyladır. İnanan kişi de kendi fiili ile inandı. O kişinin (hakkı) kabulü ve tasdiği Allahın o kişiyi başarıya ulaştırmasıyladır. (Hidayet etmek veya dalalete sokmak Allahın elindedir. Kul iradesini hangi tarafa kullanırsa Allah onu dilerse yaratır. Kötü işi kul yaparsa sorunlu olur, zira onu istemiştir. İyi iş yaparsa onunla sevap kazanır, bu da Allahın onu muvaffak etmesiyledir.)
19-Allahu Teala Adem (Aleyhisselamın) neslini sulbünde (bel kemiğinden) çıkarttı. Onları akıllılar yaptı. Onlara hitab etti. imanla onlara emretti. Küfürden onları yasakladı. Onlar Allahın Rab olduğunu kabul ettiler. İşte bu ikrar onlardan iman oldu. Onlar bu fıtrat - islam yaratılışı- üzere doğrulurlar. (Herkese bu islam kabiliyyeti verilmiştir. İyiye kullanan kazanır, kötüye kullananlar mes'ul olur.)
20-Bundan sonra her kim küfrederse muhakkak (evvel, verdiği sözü) değiştirdi. Kimde inanır tasdik ederse - verdiği söz- üzere sabit kaldı ve devam etti. Allah mahlukattan kimseyi ne iman etmesi üzerine; ne de küfretmesi üzerine zorlamadı. Mahlukatını, bazısı- mümin, bazısı- kafir olarak yaratmadı. Fakat onları şahıslar olarak yarattı. (Hepsini kendine kul olacak kabilîyyette yarattı. Sen kafir ol, sen müslüman ol diye ayrım yapmadı. Fakat şunu da bilmek gerekir ki her kime iman nasib ise yine de bu, Allahın lütfüdur, kendinden bilmesin.)
21-İman ve küfür kulların işidir. Allahu Teala, kim küfür halinde kafir olarak küfredecek, onu bilir. O, bu küfürden sonra iman edince, onu iman halinde mü’mi olduğu halde, ilmi ve sıfatı değişmeksizin bilir. (Kişinin halinin değişikliği ile Allahın sıfatı değişmiş olmaz.)
22-Kulların hareket ve sükundan olan (bütün) fiilleri hakikatten kendi kazanmaları iledir. Allahu Teala o fiilleri yaratıcıdır. Kulların bülün fiilleri Allahın dilemesi, ilmi, hükmü, kudreti ile olucudur. (Yani fiillerin yaratılmasında kulun bir tesiri yoktur, sadece irade edebilir.)
*Taatların tamamı Allahın emri, mahabbeti. rızası, ilmi, dilemesi, kazası ve takdiri ile vacib olan şeylerdir.
23-İsyanlar ve günahların tamamı Allahın ilmi. kazası, taktiri ve dilemesiyle olucudur. Fakat mahabbetiyle, rızasıyla ve emri ile değildir. (Masıyetler ve günahlar, Allahın iradesi altındadır fakat onların işlenmesinden asla razı değildir. Mesela içkiyi, domuzu yaratmıştır fakat içilmesinden ve yenmesinden razı değildir. İmtihan için böyle takdir etmiştir.)
24-Bütün peygamberler (üzerlerine salat ve selam olsun) küçük ve büyük günahlardan, küfür ve çirkin şeylerden münezzehtirler. Peygamberlerden ayak sallantısı ve hatalar vaki oldu. (Yani Peygamberler ma'sumdurlar, günah işlemezler. Fakat ayak kayması dediğimiz bazı ikazlara uğramışlardır. Allahu Teala, onları yanlışlardan korur.)
25-Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem) Allahın peygamberi, kulu, resulü ve kendine seçtiğidir. Putlara hiç tapmadı. Allaha asla göz açıp kapayacak kadar şirk koşmadı. Asla büyük, küçük günah işlemedi. (Peygamberdir ve Allahın kuludur, Oğlu değildir, ilah değildir.)
26-Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) den sonra insanların en faziletlisi Ebu Bekir Sıdık, sonra Hattab oğlu Ömer, sonra Affan oğlu Osman, sonra Ebu Taliboğlu Ali'dir. Allah hepsinden razı olsun. (Halife oldukları sıraya göre faziletleri beyan edildi.)
27-Bu "dört halife" hak ile beraber, hak üzere ibadet ettikleri halde onların tamamını severiz. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimizin ashabından tamamını, ancak hayırla zikrederiz. (Onlar arasındaki olayları hayırla zikrederiz.)
"Müslümanlardan hiçbir kimseyi, helal görmedikçe büyük günah bile olsa, günah işlemek sebebiyle küfre nisbet etmeyiz. Ondan iman ismini yok etmeyiz, onu hakikatten mü’min diye isimlendiririz. (Günah işlemekle kişi imandan çıkmaz. Günahı helal görürse dinden çıkar.)
28- Günah işleyenin, kafir olmayıp fasık mü'min olması caizdir.
* Mestler üzerine mesh etmek sünnettir. Ramazan ayında teravih kılmak sünnettir. İyi, kötü herbir mü'minin peşinde namaz kılmak caizdir.
29-'Müslümana günah zarar vermez' demeyiz ve 'o cehenneme girmez" de demeyiz. (Zira günahlar, cezayı gerektirir.) Dünyadan imanlı çıktıktan sonra fasık olsa bile, "ebedi cehennemde kalır' demeyiz.(Ebedi cehennemde kalmak ancak kafirlere aittir.) İyiliklerimiz kabul, kötülüklerimiz affedilmiştir’ demeyiz. (Allanın azabından emin olmak ve rahme tinden ümit kesmek doğru değildir.)
30-Mürcie mezhebinin sözünde olduğu gibi demeyiz. (Bu mezhebe göre kişi imanlı ise artık günahlar ona zarar vermez.) Fakat "Ayıplardan uzak olduğu halde, bütün şartlarını toplayan hangi iyiliği işlerse, dünyadan çıkana kadar o iyiliğini küfür ve dinden dönmekle ibtal etmezse. Allah o iyiliğini za'y etmez, belki onu kabul eder ve onun üzerine o kişiyi sevaplandırır' deriz.
31-Şirk ve küfürden başka günahlar, mümin olduğu halde ölüp tövbe etmezse bu (günahları işleyen) kişi Allahın dilemesine kalmıştır. (Allah) Dilerse günahı kadar o kişiyi azablandırır. dilerse onu affedip cehennemle asla azablandırmaz.
* Riya, amellerden bir amelde bulununca o kişinin mükafatını yok eder. Ucubta böyledir, (sevabı yok eder. Ucub: amelini beğenmektir.)
32-Mucizelcr peygamberler için sabittir. Kerametlerde veliler için haktır. İblis, deccal, firavun gibi Allah düşmanları için olan veya olacak olan işlerden rivayet edilen şeyleri, mucize ve keramet diye isimlendirmeyiz. Fakat onları, ihtiyaçların yerine getirmesi, kaza-i hâcat diye isimlendiririz. (Allah düşmanlarına isteklerinin bazısı verilirki imtihan kaidesi gerçekleşsin)
33- Bu durum şundandır ki Allahu Teala, düşmanlarının ihtiyaçlarını; onlar için istidraç ve azab olsun o şeyle aldanıp isyan ve küfür bakımından artsınlar diye giderir. Bu sayılanların tamamı caiz ve mümkün şeylerdir. (Onlara verilen imkanlar haddi zatında caiz ve mümkün olan işlerdendir.)
34-AIlahu Teala daha mahlukatı yaratmadan evvel halık, rızıklandırmadan evvel de rızık verici, sıfatları ile vasıflanmış idi. (Sonradan bir isim ve sıfat O'na gelmemiştir.)
* Allahu Teala ahırette görülür, Mü"minler cennette olduğu halde onu baş gözleriyle: bir şeye benzetmeksizin, keyfıyyeti olmadan, muhtevası olmadan, onunla mahlûkat arasında mesafe bulunmadan-görürler. (Mü'minler cennette iken, oranın kuvveti ile bakarak Allahu Teala'yı mekandan münezzeh olduğu halde ve mahlukat vasıflarından uzak olduğu halde görürler.)
35-İman, dil ile ikrar, kalb ile tasdiktir. Sema ve yer ehlinin imanı, inanılması lazım olan şeyler bakımından artmaz eksilmez, yakin ve tasdik bakımından artar eksilir. Mü'minler iman ve tevhid hususunda eşittirler, amellerde farklı farklıdırlar.(İnanılması gereken şeyler belli hususlardır. Bunların artması ve eksilmesi mümkün değildir. Bunları kabullenmek ve tasdik etmek te değişiklik olmaz. Bu yüzden iman etmek bakımından bütün mü'minler eşittir denilmiştir. Fakat imanın kuvvet ve parlaklığı değişir. Peygamberlerin ve ashabı kiramın imanı ile bizim imanımız bu bakımdan eşit değildir.)
36-İslam Allahın emirlerine boyun eğmek ve teslim olmaktır. Lügat bakımından iman ile islamın arası ayrıldı. Fakat İslamsız iman, imansız islam mevcud olmaz.. Bu ikisi sırt ile karın gibi birbirinden ayrılmaz. Din ismi iman, islam ve bütün şeriatlar (hükümler) üzerine vaki olur, kullanılır. İslam: teslim olmaktır. İman:tasdik etmektir. Fakat dinimizde imanlı olan için müslümandır deriz. İkisini birbirinden ayırmayız.)
37-Allahu Teala'yı, kitabında kendini vasfettiği gibi bütün sıfatlarıyla hak olarak biliriz. (Zahirde mes'ul olduğumuz şekilde sıfatlarıyla O’nu tanırız.)
Hiçbir kul Allaha layık olduğu şekilde ibadet etmeye güç yetiremez. fakat kul, kitabında ve resulünün sünnetinde emrettiği şekilde Allaha ibadet eder. (İstenen şartlara uygun olan ibadetlere, salih amel denir ve Allah indinde kabul görür.)
38-Bütün müminler Allahı bilmekte, kesin imanda, tevekkülde, mahabbette, rızada, korkuda, ümit ve imanda eşittirler. Bunların tamamına imanın haricinde farklıdırlar. ( Kişinin mahabbeti, rızası, tevekkülü, korkusu farklı olabilir. Fakat bunları kabullenip bunlara inanması, farklı değil her mü'minde aynıdır.)
39-Allah, kulları üzerine fazlu kerem sahibidir. Adildir. Bazan kulun hak ettiği sevaptan fazlasını, fazlu kerem olmak üzere ona verir. Adalet olmak üzere kulu günahından dolayı azablandırır. bazan fazlu keremiyle onu affeder, azablandırmaz. (Kula azab etmesi, adeletiyle muamelesidir. Kulun amelini kabullenip sevap vermesi ise fazlu keremindendir.)
40-Bütün peygamberlerin (üzerlerine salat selam olsun) şefaat etmeleri haktır. Peygamberimiz aleyhisselatu vesselamın ümmetinden günahkar müminlere ve azabı hak eden büyük günah sahihlerine şefaat etmesi de haktır, gerçektir. (Hadisi şerifte: 'Şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir’ buyurmuştur.)
* Amellerin kıyamet gününde terazi ile tartılması haktır Peygamberimizin (Sallallahu aleyhi ve sellem) havzu kevseri haktır.
41-Kıyamet gününde davalarda iyilikleri vermekle kısas haktır. Eğer o zulmedenlerin iyiliği yoksa, zulme uğrayanın günahının zalimlerinin üzerine yüklenmesi haktır, caizdir. (Buna ahırette iflas denir.)
*Cennet ve cehennem şu anda yaratılmışlardır, ebedi olarak yok olmazlar. Ebedi olarak iri gözlü huriler ölmezler. Allah'ın azabı da sevabı da yok olmaz, ebedidir. (Nimetler bitmez, tükenmez ve eskimez. Azab ta asla hafifletilmez. Hatta derileri değiştirilir ki azabı tadsınlar.)
42-Allahu Teala fazlu kereminden dolayı dilediğini hidayete ulaştırır. Adaletinden dolayı dilediğini saptırır. Allahın saptırması kişiyi yardımsız bırakması demektir. Hızlan: kuldan razı olduğu şeye kulu ulaştırmaması diye tefsir edilir. Bıı hızlan. Allahtan adalettir. Aynı şekilde hızlanda olan kişiyi günahını üzere azablandırması da (Allahın adaletindendir.) (Yani:Adaleti ile muamele ederse kişiyi günahına karşılık azablandırır, yardımsız bırakır. İmana ulaşmak her ne kadar irade i cüziyyemizle alakalı ise de yine bu Allah tarafından ikramdır.)
43-Şeytan imanı mümin kuldan zorla ve kahren soyup alır. demeyiz. Fakat kul imanı terk edip bırakınca, o taktirde şeytan ondan imanı soyup çıkarır, deriz. (Kişi kendini tehlikeye atarsa, elbette başına gelene katlanacaktır, şeytanın bunda zorlaması ve tesiri yoktur, sadece vesvese verir.)
44-Münker ve Nekirin kabirdeki sualleri haktır. Kabirde ruhun kendi cesedine iadesi haktır. (Ruhu bedenle îrtibatlandırarak kabir hallerinden onu haberdar eder.) Kabir sıkıştırması haktır. Kabir azabı, kafirlerin tamamına ve bazı asi müminler için haktır, caizdir. (Kafirlerin bitmeyen cezaları, göz yummaya başlayınca, başlar. Sonsuza dek devam eder. Günahkar mü'minler için kabir azabı, onun ahırete günahsız çıkması içindir.)
45-Allahın sıfatlarından hangisini, alimler Farsça olarak söylem işlerse. "Farsça el tabiri hariç", ismi yüce Allah için o şeyi söylemek caiz olur. (Başka lisanlar ile Allanın isim ve sıfatlarını kullanmak caiz olur. fakat bu ifade namazda geçerli değildir. Zira İmamı A'zam rahmetullahi aleyhi bu görüşünden son dönemlerinde vaz geçmiştir. Türkçedeki tanrı kelimesi ilah manasındadır. Allah manasında değildir.)
Keyfiyeti bilinmeden ve benzetme olmaksızın "Rabbim yukardadır" denmesi caizdir.
(Rabbim yücedir manasındadır. Mekan kast etmeden ve bîr şeye benzetmeden söylenirse.)
46-Allahm yakınlığı ve uzaklığı, mesafenin kısalığı ve uzunluğu kabilinden değildir. Fakat keramet, değerli olmak ve düşüklük manasındadır. (Filana Allah'a yakındır demek. Allah katında kıymeti vardır.
Filana Allahtan uzaktır demek, Allahın rahmetinden uzaktır, değeri düşüktür.) İtaatkar keyfiyeti bilinmeden Allaha yakındır, asi keyfiyeti bilinmeden Allahtan uzaktır. Yakınlık, uzaklık, yönelmek lafızları dua eden mümin kişiye de söylenir. (Kul Allaha yakın oldu, Allaha yöneldi gibi.)
"Cennette Allahın komşusu olmak. Allahın huzurunda durmak' tabirleri de, diğerleri gibi keyfiyeti bilinmez.
47-Kuran, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) üzerine indirilmiştir. Mushaflarda yazılmıştır. Allahın kelamı olması manasında bütün ayetler, fazilet ve değer bakımından eşittir. Şu kadar var ki bazıları için zikir fazileti, bazıları için zikredilenin fazileti vardır. Ayet’el kürsi misalinde olduğu gibi. Ayet'el kürsi de zikredilen Allahu Tealanın celali, azameti ve sıfatlarıdır. Ayet'el kürside iki fazilet bir araya geldi. Zikir ve zikredilen zat fazileti.
48-Bazı ayetler için sadece zikir fazileti vardır. Kafirlerin kıssaları gibi onlarda zikredilenin bir fazileti yoktur. Onlar kafirlerdir. Aynı şekilde Allahın isim ve sıfatlarının hepsi azamet ve değerde eşittir. Aralarında hiçbir farklılık yoktur.
49-Kasım, Tahir ve ibrahim Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) in erkek çocuklarıdır. Fatıma, Rukıyye, Zeynep ve Ümmü Külsüm. peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) in kız çocuklarıdır.
50-Akaid ilminin inceliklerinden bir mesele, bir kişiye kapalı kalsa, o kişi için derhal "Allah indinde doğru olan ne ise ona inanmak" ve sorup öğreneceği bir alim bulana kadar, öğrenmekten geri durmamak lazımdır. Talebi ertelemek ona caiz değildir; o hususta duraklaması ile mazur olmaz, eğer araştırmayıp duraklarsa, önemsemezse, kafir olur. (o mesele bilinmesi, inanılması zaruri lazım olan bir mesele ise.)
51-Miraç haberi haktır. Gerçektir. Bunu reddeden kişi dalalettedir ve bidatçıdır. (İsra'yı inkar eden kafir olur. zira o, ayetle sabittir. Miraç ise meşhur hadislerle sabittir. İnkar eden bid'atçı olur.)
52-Deccaalın çıkması, Yccüc ve Mecücün çıkması, güneşin battığı yerden doğması, İsa (Aleyhisselam) ın gökten inmesi ve diğer kıyamet vaktinin alametlerinden, hakkında sahih haberler (hadisler) bulunan şeylerin hepsinin meydana gelmesi haktır. Ve bunlar (olucudurlar) olacaktırlar.
Allahu Teala dilediğini, dosdoğru yola ulaştırır.
.EMALİ BEYİTLERİ VE TERCÜMESİ
1- Allahın kulu "Aliyyul Öşi", akaid ilmi hakkında yazmış olduğu inciler gibi manzum eseri olan "Emali"nin başında şöyle diyor:
2- Mahlukatın ilahı olan Mevlamız, kadimdir (ezelidir), kamil sıfatlarla sıfatlanmıştır. (O varken hiçbir şey yoktu.)
3- O diridir, her şeyi tedbir edendir (gereği gibi deveran ettirendir). O Haktır. Her işi takdir eden, celal (azamet) sahibidir.
4- Hayrı ve çirkin olan şerri irade eder. Fakat kötü işlerden razı değildir.(İrade etmekle, razı olmak arasında fark vardır. Allah, kullarını imtihan için hayır ve şerri, iman ve küfrü yaratmış ve böyle bir imtihan murad etmiştir. İradesine göre her şey meydana gelmektedir. Fakat şerlerden ve küfürden razı değildir.)
5- Allahın sıfatları, zatının aynısı değildir. Zattından başka olan, ayrılıp giden yabancılar da değildir. (Allahın zatı ile sıfatları birbirinden ayrı şeyler olmakla birlikte, birbirinden ayrılan ve uzak olan şeyler değillerdir. Ezeli ve ebedidirler.)
6- Allahın zatı sıfatları ve fiili sıfatlarının tamamı kadimdir, zattan ayrılmaktan, yok olmaktan korunmuştur. (Sıfatları Allahtan ayrılsa, bu takdirde noksanlık olmuş olur. Allahu
Teala bütün noksanlıklardan münezzehtir.)
7- Allahu Teala'yı, "şey" diye isimlendiririz fakat şu eşya gibi değildir. Zat diye de isimlendiririz. Öyle zat ki altı yönden halidir. (Üst, alt, ön, arka, sağ, sol, bu yönlerde bulunmaktan münezzehtir.
Allahu Teala, Kur'anında kendi hakkında 'şey' tabirini kullanmaktadır.)
8- Alin en hayırlısı olan, basiret ehli olan (ehli sünnet) alimlerine göre isim müsemmanın gayrisi değildir. (Zeyd, ismi söylenince akla o ismin sahibi gelmektedir. Bazıları derki isim ile müsemması aynıdır.
Mesela kişi 'Ayşe'yi boşadım’ dese, o isimdeki hanımı boş olur.)
9- Rabbim, cevher ve cisim değildir. Şumül sahibi olan bütün ve kısım da değildir. (Bütün olan şey parçalara bölünür, parçalar birleştirilip bütünü meydana getirir. Allahu Teala böyle özellikte olsa o bütünü meydana getiren şeylere muhtaç olurdu ki, ilah olan böyle durumlardan münezzehtir. Cisimler, cevherlerden meydana gelir. Cevher asıl madde olup artık bölünemeyen cüzdür. Bunlar maddenin vasıfları olup hepsini yaratan Allahu Teala bunlara benzemekten münezzehtir.)
10- Ey dayı oğlu! Zihinlerde bölünme vasfı olmayan cüz sabittir. (Dayı oğlundan kasıt ehli sünnet olandır. Bölünmekte son noktaya ulaşan cüze, Cüz'ün la yetecezzâ denir. Bölünmekte son noktaya ulaşan bu cüzü, aklen isbat etmekle kâinatın yaratılışının nasıl olduğunu anlamamız biraz mümkün olur.O cüzleri birleştirmeye kadir olan Allahu Teala, onları bir birinden ayırmaya da kadirdir.)
11- Kur'an mahlûk değildir. Söz bakımından Rabbin kelamı, yüce oldu. (Kuran Allahın kelam sıfatının zuhurudur, Eldeki mushafı şerif bu kelama delalet eder. Onu inkar, Allahu Teala'nın kelam sıfatını inkar olup küfürdür. Allahın zatında olan kelamı kadim, ezeli ve ebedidir.
Mahlûkatın kelamına benzemez. Ona mahluk denmez. Eldeki Mushâflar ise mahluktur.)
12- Arşın Rabbi, arşın fevkindedir. Fakat yerleşmek ve bitişmek vasfı olmaksızın. (Arş ve diğer mahlukat yok iken de Allah var idi. Sonradan arşı yaratmakla Allah'ta bir ihtiyaç veya yeni bir kemalat ortaya çıkmış değildir. İnsan vasfı olan oturmak ve yerleşmek gibi
şeylerden de münezzehtir.)
13- Rahman Teala'yı hiçbir şekilde (mahlukatına) benzetmek doğru olmadı. Sen ehli sünneti bundan koru. (Teşbihe hükmedenler bid'at ve küfür mezhebleridir. Allahu Teala'yı mahlukata benzetirler, veya sıfatlarını mahlukat sıfatlarına benzetirler.)
14- Deyyan (Yardım edici) olan Allah üzerine, hiçbir şekilde zaman, haller, vakitler geçmez.
(Zaman, vakit ve haller kulların vasfıdır. Allah bunlardan münezzehtir.)
15- İlahım, hanımdan, kız ve erkek evlat sahibi olmaktan münezzehtir. (Allahu Teala'ya iftira atan ehli kitap ve mecusileri red etmektedir.)
16- Aynı şekilde, herbir yardım edici ve nusret sahibinden münezzehtir. Celal ve yücelikler sahibi olan Rabbim tek oldu. (Kimsenin yardımına, desteğine ihtiyacı yoktur, herkes onun yardımına muhtaçtır. Bütün hususlarda Rabbimiz tektir.)
17- Kahrederek bütün mahlukatı öldürür. Sonra onları amellerine muvafık olarak cezalandırmak için diriltir. (Herkes amelinin karşılığını bulur, kimse başkasının cezasını çekmez.)
18- İyilik ehli için cennetler ve nimetler vardır; kâfirler için azabı idrak vardır. (Gidilecek iki yer var. Cennet iyiler için, cehennem kötüler ve kafirler içindir.)
19- Cennet ve cehennem, kendilerinde bulunanlarla birlikte yok olmazlar (devamlıdırlar) ve içlerindekiler başka yere intikal etmez.
(Cennete giren ebedi nimetler ile yaşar. Cehenneme giren kâfir de ebedi azab ile yanar. Azabları hafifletilmez ve ordan asla çıkamazlar. Günahkâr müslümanlar cehenneme girince günahı kadar yanarak ordan çıkar ve asıl vatanı olan ebedi cennete girer.)
20-Müminler, keyfiyet bilinmeksizin, idrak ve misalden bir nevi olmadan Allahı görürler. (Allahu teala cennette olan mü'minlere kendini gösterecektir. Bu görmek işi bildiğimiz bir şekilde değildir. Ahiret ölçülerine göre olacaktır. İnkâr edenler bundan mahrum olacaklardır.)
21- Allahı gördükleri vakitte, bütün nimetleri unuturlar. Ey Mutezile ehlinin hasreti nerdesin gel. (Mutezile mezhebi ahırette Alluhu Teala'nın görülmeyeceğini iddia etmektedirler. Bu yanlışlarının neticesinde çok büyük bir pişmanlık çekeceklerdir. Bu mesele, ayetler
ve meşhur hadisi şeriflerle sabittir.)
22- Uygun olan hiçbir fiili yaratmak, hidayet edici, pak olan, yücelikler sahibi Allah üzerine vacib değildir. (Hiçbir şey Allah üzerine vacib değildir. Kulların ihtiyaçlarını vermesi, O'nun ikram ve ihsanındandır. Mecbur olduğu için değil.)
23- Resulleri ve çeşitli nimetlerle ihsan edilen kıymetli meleklerin (varlığını) tasdik farzdır, lazımdır. (Melekler, Allahın itaatkar kullarıdır. Hiç asi olmazlar, emredileni yaparlar. Erkeklik ve dişilikten münezzehtirler.)
24- Peygamberlerin sonuncusu, sadr-ı mualla, Haşim oğullarına mensub, cemal sahibi nebidir. (Muhammed Sallallahu aleyhi ve selem Haşimoğullanndandır. Peygamberlerin en faziletlisi ve kıymetlisidir. )
25- (Muhammed s.a.v.) ihtilafsız peygamberlerin imamı, kargaşasız safilerin tacıdır. (Miraç gecesi peygamberlerin ruhlarına namaz kıldırmıştır.)
26- (Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem) in şeriatı, bütün vakitlerde, kıyamet gününe kadar ve (ahırete) intikal edene kadar bakidir. (İslam son dindir ve hükmü kıyamete kadar devamlıdır. Hükümleri değiştirilemez.)
27- Miraç meselesi sabit ve doğrudur. Bunun hakkında çok sağlam kesin haberler vardır. (îsra olayı ayetle sabittir. Miraç olayı meşhur hadislerle sabittir. Sidre-i müntehadan sonrası tek kişinin haberi ile sabittir.)
28- Muhakkak peygamberler kasden günah işlemekten ve (peygamberlikten) azledilmekten emin olucudurlar (korunmuşlardır.) (Bilerek veya bilmeyerek günah işlemezler. Sadece zelle denilen hafif sallantılar vaki' olmuştur ve hemen Allahu Teala tarafından ikaz edilmişlerdir.)
29-Asla hiçbir kadın, köle ve kötü fiil işleyen şahıslar peygamber olmadı. (Peygamberlik temiz ve dürüst bir geçmişi gerektirmektedir. İnsanların nefret etmemesi için geçmişi temiz ve asil olmalıdır.)
30- Zülkarneyn aleyhisselam, peygamber olarak bilinmedi. Lokman aleyhisselam da aynı şekildedir. Bu hususta, mücadele etmekten sakın. (Bu ikisi ve Üzeyir aleyhisselamın Peygamberliği hakkında ihtilaf olunmuştur. Veli oldukları söylenir.)
31- İsa (Aleyhisselam) yakında inecek, sonra şaki ve fesatçı olan Deccal’i öldürecektir. (Bu meseleyi şimdi inkar edenler 20- 25 sene evvelki kitaplarında İsa'nın geleceğini haber veren hadisi şerifleri yazmışlardı. Şimdi ne oldu ki bu hususu inkara kalktılar. Bunların işi
Deccale yardımdan başka bir şey değildir.)
32- Velilerin kerametleri dünya hayatında olduğu halde onlar için oluş vardır. O veliler bahşiş ehlidirler. (Veli, Allahu Teala'ya ibadetlerle yakınlık elde eden has kullardır. Bu yakınlıktan dolayı bazı özel ikramlara mazhar olmuşlardır. Onlarda bazı harika hallerin ortaya çıkması peygamberinin mucizesinden gelmektedir.)
33- Asırlarca asla hiçbir veli, derece bakımından hiçbir nebi ve resulden üstün olmadı. (Veli, ne kadar üstün olsa da hiçbir zaman peygamberliğe ulaşamaz.)
34- Ebu Bekr Sıddık'ın, ashabın tamamı üzerine başkasına ihtimali olmaksızın aşikare üstünlüğü vardır. (Peygamberlerden sonra en faziletli kişi Ebu Bekir (Radıyellahu anhu) dir. Vaktindeki ashabtan üstün olmasında da ihtilaf yoktur.)
35- Ömerul Faruk (Radıyellahu anhu) için, Hz. Osman Zünnureyn üzerine tercih ve üstünlük vardır.
36- Zünnureyn Osman'ın (Radıyellahu anhu), savaş safında tekrar tekrar düşmana karşı koyan Hz. Ali (Radıyellahu anhu) den hayırlı olması hak oldu.
37- Bu sıralamadan sonra Kerrar (Radıyellahu anhu) (Hazretİ Ali’nin diğer ashab üzerine üstünlüğü vardır. Diğer görüşlere aldırma.
(Dört halifenin fazileti, halifelik sıralarına göredir. Daha sonra cennetle müjdelenenler gelir. Bedir ehli., Uhud ehli, Rıdvan Biatında bulunanlar ve Mekke'nin fethinden evvel müslüman olanlar gelir.)
38- Aişe-i Sıddıka (Radıyellahu anhâ) için bazı özelliklerde, Fatımatüz Zehra (Radıyellahu anhâ) üzerine üstünlük vardır, böyle bil. (Hazreti Aişe validemiz fıkıhta üslün idi. Fatıma Validemiz ise takva ve dünyadan kesilmekle daha üstün idi. Ona Betül denmesi bundandır.)
39- Yezid'e ölümünden sonra Rafizilerden fesadda ileri gidici olduğu halde çok konuşundan başkası lanet etmedi.
(Yezid, Hazreti Muaviye'nin (Radıyellahu anhu) oğlu olup ondan sonra halife olmuştur. Fakat Hazreti Hüseyin'in şehid olmasına sebeb olduğu için bedbahttır. Fakat son nefesteki durumunu bilemediğimiz için hakkında lanet okunmasına müsaade edilmemiştir.)
40- Mukallidin imanına itibar edilir, bu, kılıç gibi keskin delillerle sabittir. (Mukallid, delillere bakmadan etrafından görmekle iman ve amelleri işleyendir. Bunun durumu sağlam olmasa da yine cenneti kazanmakta son nefesteki durumuna itibar edilir.)
41- Akıl sahibi için, yerleri gökleri yaratanı bilmemek özür sayılmaz. (Akıl salim olunca delillere bakarak kainatın yaratıcısını bulmalıdır. Fakat peygamber veya hoca ulaşmayan dağda yaşamış kimselerin toprak olacağı ve cehennem ile cezalanmayacağı söylenmiştir.)
42- (Kâfirlerin) Ümitsizlik halindeki imanı, (emirlere) yapışmayı yitirdiği için makbul değildir. (Teklif edildiği zaman kabullenmeli idi. Üzerinden teklif düşünce artık ahıret kapısı açılmıştır. İş işten geçmiştir.)
43- Hayırlı fiiller farz olarak imana eklenip hesab edilmedi. (Yani: İbadetler imanın hakikatına dahil değildir. İmanın kuvvetini, parlaklığını artırır. Hiç amel işlemese ve imanını muhafaza ederse, sonunda cennete girecektir.)
44- Zina etmek veya adam Öldürmek ve mal çalmak sebebiyle, (müminin) kâfir olduğuna ve dinden döndüğüne hükmolunmadı. (Günahlar insanı dinden çıkartmaz. Onları helal görürse, hafife alırsa veya alay ederse kafir olur.)
45- Kim bir müddet sonra dinden dönmeye kasd etse ( o anda) hak dinden hemen çıkar. (îman, süreklilik ifade eder. Kesinti kabul etmez.)
46- Küfür sözünü inanmadan isteyerek söylemek, hak dini gafletle reddedip terk etmektir.
(Zorlama yok iken küfür kelimesini söylemekte kişi mazur değildir.)
47- Sarhoşluk halinde hezeyanları ve düşünmeden rastgele konuştuğu boş sözler sebebiyle, küfrüne hükmolunmadı.
(Sarhoş olan ne söylediğinden haberi yoktur. Kalbinde tasdik durmaktadır. Fakat hanımını boşasa, boş olmuş olur, zira orda mazur değildir.)
48- Ma'dum olan, Allah indinde görülür bir şey değildir. Bunu, mübarek hilal gibi açık olan deliller bulunduğu için söyledim.
(Allanın ilmi, kudreti, görmesi ve diğer sıfatları yok olanla alakalanmaz. O şeyi var edince sıfatları ona tealluk eder. Yok olan şeyi yok olarak bilmesi ile var iken bilmesi arasında ilminde bir değişiklik yoktur.)
49- Mükevven, tekvinle beraber aynı şey gibi değildir, başka şeylerdir. Bu sözü al, gözüne sürme yap.
(Bu söz ile gözün nurlansın. Çünkü yaratmak sıfatı tekvin, yaratılanlar mükevvendir. Bu ikisi arasındaki fark aşikaredir.)
50- Muhakkak haram, helal gibi rızıktır. Bu sözümü bu'z eden (Mutezile) çirkin görse de.
(Rızık, kulun İstifade ettiği, gıdalandığı şeydir. Bu haram veya helalden de olabilir. Hırsızlık yapan ne ile rızıklanır?)
51- Kabirde herbir şahıs, Rabbimin birliğinden sual ile imtihan olunacaktır. (Kabirde sorgulama vardır. Rabbin kim? Peygamberin kim? Kimin zürriyyetindensin? Kimin milletindensin? Kıblen neresi?
Kardeşlerin kimlerdir? Gibi sualler sorulur.)
52- Kafir ve fasıklar için, kötü işlerinden dolayı kabir azabı hükmo-lunur. (Kabir azabı bütün kafirler için sabittir. Fasık müslümanlar için
de azab edilmek caizdir. Affı da caizdir.)
53- insanların cennete girmesi, Rahmanın fazlındandır. Ey "Emali" ehli. (Cennete giren yaptığı ameller karşılığında hak ettiği için girmez, belki Allahın ikramı ile girer. Fakat cennete girmek için mutlaka iman ve amel şarttır.)
54- (Kabirlerden) Diriltildikten sonra, insanların hesaba çekilmesi haktır. Sorumluluktan sakının. (Hesaba çekilmek, ayetlerle sabittir. )
55- Amel defterleri, bazısına sağdan bazısına da arka taraftan ve soldan verilir. (Mü'minlere defterleri sağ taraftarında verilir. Günahkârlara sol taraftan verilir. Kâfirlere ise göğsü yarılıp eli sokularak sırt tarafından defteri şiddetli acı ile verilir.)
56- Amellerin tartılması ve sırat köprüsü üzerinden geçmek şüphesiz gerçektir. (Sırat köprüsü bin sene iniş, bin sene çıkış, bin sene düz olup kıldan ince ve kılıçtan keskindir. Günahkârlar ve kâfirler aşağıdaki cehenneme düşerler. Mü'minler yıldırım gibi geçerler.)
57- İyilerin, büyük günah işleyenler için şefaat etmesi umulur. Günahları dağlar gibi olsa da. (Allahın rahmeti daha büyüktür. Allanın izniyle evvela Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) şefaat edecektir. Sonra diğer Salihler, şehitler, hafızlar, alimler şefaat ederler.)
58- Duaların (belayı def etmekte) açık bir tesiri vardır. Hâlbuki bunu dalalet eshabı yok saydı.
(Mutezile gibi bid'at sahibleri ölüye fayda verilmesini veya ölüden fayda (feyiz) alınmasını inkar ederler. Halbuki bütün ümmet kabri şerifinde bulunan Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) ‘a varıp ondan şefaat talep etmekte ve ona selam vermektedirler. O'da selamlarını
almaktadır. Salâvatlar O'na altın tabaklarda getirilmektedir.)
59- Dünyamız sonradan olmuştur, heyulanın oluşu yoktur. Bu sözümü sevinçle dinle. (Bütün kâinat sonradan yaratıldı ve yok olacaktır. Heyula denen ana maddenin kadim olması felsefesi, batıl bir küfürdür.)
60- Cennet ve cehennem için oluş vardır, onların üzerinden mazide birçok haller geçti. (Cennet ve cehennem yaratılmışlardır ve yok olmazlar. Bazı peygamberler cennete gimiş. ordaki bazı hallerden haberdar olmuşlardır.)
61- İman sahibi günahlarının, kötülükleri sebebiyle alevlerin içinde yerleştiği halde ebedi kalmaz. (Günahı kadar yanar ve cennete girer. Kâfirler ise ebedi yanarlar ve derileri yenilenerek azabları artırılır.)
62-Tevhid ilmi için, helal sihir gibi acaib şekli olan nazmı, elbise gibi giydirdim. (Onu, çok güzel bir şekilde süsledim. Bezedim. Sihir haramdır ve yapan kafir olur. Burdaki, süslemek manasındadır.)
63- Bu (beyitler), kalbi müjde (edilen gibi) teselli eder, ferahlandırır. Tatlı su gibi ruhu diriltir.
(Bunlar imanı kalbe işleten fasih sözlerdir. Okuyan ferahlanır.)
64- Bu kitaba, ezber ve itikad bakımından daldırın (sarılın) ki bahşişlerin en güzel sınıflarına ulaşırsınız.
65- Tezarru ve yakarma halinizde, hayır dualar ile bu kula yardım edin. (Bana da dua edin)
66- Umulur ki Allah Teala, fazl-ı keremiyle onu affeder ve ahırette saadetle onu rızıklandırır. (Ümit ve korku arasında olunuz)
67- Ben bütün gücümle, hayatım boyunca bana bir gün hayırla dua eden için dua ediyorum.
(Siz de bana bir kere olsun dua edin. Allahu Teala onu ve diğer meşayıhımız ile ulemamızı rahmetine gark eylesin. Âmin.)