..Ölüm ve Kabir Hayatı
Allah'ın Diriliği ve Ölümü Yaratmasının Sebebi
Cenaze Geçerken Ayağa Kalkmak
Cenaze İle ilgili Hatalar
Cenaze Namazı Cami İçerisinde Kılınabilinir mi?
Cenaze Bulunan Odada Kur'an Okunur mu?
Dinimizde Yas Tutmak Var mıdır?
Her Canlı Ölümü Tadacaktır
Her Uygarlığın Bir Eceli Vardır
İmansız Ölmemek İçin Ne Yapmalı?
İntihar Ölüm Orucu Kiralık Katil
Kırkıncı ve Elliikinci Gece
Kimlerin Cenaze Namazı Kılınmaz?
Küçük Yaşta Ölenlere Telkin Verilir mi? Mübarek Gecelerde Ölenler İyi İnsanmıdır?
Ölen Yakınlarınız Seviyorsanız
Ölmeden Mezarını Hazırlamak
Ölmeden Önce Kendimize Sormamız Gereken 41 Soru
Ölü Doğan Çocuk Yıkanır mı?
Ölü Evinin Yemek Hazırlaması
Ölüm Hastasına ve Ölüye Söylenecek Sözler Yapılacak İşler
Ölüm İlgili Hiç Duymadıklarımız
Ölüm Konusundaki Kader Yazgısı
Ölümden kaçıp kurtulma imkânı var mı?
Ölümün Ne Zaman Nerede Olacağı Bilinebilinir mi?
Ölünün Başka Yere Nakledilmesi
Siyah Elbise Giyerek Matem Tutmak
Tuvalette Ölmek Kötülük İşareti mi?
Her canlı ölümü tadacaktır
"Her canlı ölümü tadacaktır. " (Âl-i İmrân, 185)
Her nefis canlı ölümü tadacaktır. Yani herkes ölecektir. Bundan bazı kimseler ruhun ebedî olduğu mânâsını anlamışlardır. Çünkü tatmak, bir hayat eseridir. Ve zevk anında tadıcının ebedî olduğunu anlatır, yoksa zevk tasavvur olunamaz. O halde mânâ: "Her nefis bedeninin ölümünü tadacaktır" demek olur. Bu da nefsin, bedenden başka olduğunu ve bedenin ölümüyle onun ölmeyeceğini anlatır. Evet her nefis ölümü tadacak; dünyanın ne üzüntüsü, ne sevinci hiç biri kalmayacaktır.
"Onlar için bir ecel tayin ettik ki onda hiç şüphe yoktur" (İsrâ, 99)
"Biz senden önce de hiçbir beşere dünyada ebedîlik vermedik. Şimdi sen ölürsen, onlar baki mi kalacaklardır?" (Enbiyâ, 34)
"Yer yüzünde bulunan her canlı fanidir" (Rahmân,26)
|
|
Allah'ın diriliği ve ölümü yaratmasının sebebi
"O, hanginizin daha güzel amel yapacağınızı denemek için ölümü de dirimi de takdir edip yaratandır"
(Mülk, 2)
Bir hayatın arkasından ölümün ve onun arkasından diğer bir hayatın karşıt olarak yaratılması, insanların bu ikisi arasında iyi bir çalışma gayretiyle Allah'ın mülkünde güzel bir işçi, yüksekbir görevli olmak üzere yarış için bir imtihan meydanına çıkarılmaları hikmetine, bu da hayattan hayata, güzellikten güzelliğe bir yükseliş nizamı ve en güzel amellere daha güzeliyle mükafat vererek ileride bambaşka bir hayata ulaştırılmaları gayesine yöneliktir.
"Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." (Zâriyât, 51/56)
"Ben gizli bir hazine idim tanınmak istedim ve tanınmak için de mahlûkatı yarattım." (Kutsî Hadis)
|
|
Ölüm konusundaki kader yazgısı
"Allah'ın emir ve kazası olmadıkça hiç bir kimseye ölmek yoktur. O, vadesiyle yazılmış bir yazıdır" (Âl-i İmran, 145)
Allah Teâlâ'nın izni ve iradesi olmaksızın hiçbir kimsenin ölmesi ihtimali yoktur. Gerek döşekte olsun, gerek öldürmekle olsun, mutlak ölüm böyle olunca, Allah'ın iradesi erişmeden ne düşmanın saldırısıyla, ne de kendi arzusuyla kimse ölmez. Allah'ın izniyle ölüm ise tayin edilmiş bir şekilde yazılır. Yani Allah katında bilinen bir vakit ile takdir edilmiştir ki; ne ileri gider, ne geri kalır. Bir insan, gerçekte nasıl bir şekilde ölecekse öyle ölür. Ve onun dünyada iki ömrü yoktur. Şu halde iki eceli de yoktur.
Bazı kimseler ecel-i müsemmâ (eceliyle gelen, normal ölüm) ve ecel-i kaza (kaza ile gelen ölüm) diye iki ecel tasavvur ederler. Ve, "Zavallı eceligelmeden kazaya uğradı." derler. Bilmezler ki, olay ne ise ömür, ecel odur. Ve o kimsenin Allah katında bilinen vakti ondan ibarettir. Bundan başkası gerçekten değil, zâtî ve aklî imkan üzerine kurulmuş varsayımlar ve ihtimallerdir. Herkesin gerçekte ömrünün, ecelinin birliği, inkâr imkanı bulunmayan apaçık bir gerçek olduğu halde, birtakım kimselerin bunu karmaşık bir mesele imiş gibi "ecel bir mi, iki mi?" diye konuşmaya kalkışmaları, konuyu kavrayamamalarından doğar.
Evet, kaderin sırrı belli olmaz ve yaşayan bir kimsenin ne vakit ve ne şekilde öleceğini de Allah'tan başka kimse bilmez. İlâhî kanunda ölümün sebepleri olarak tanınmış birçok şeyler de vardır. İnsan, ecelinin ne olduğunu bilmediği için bunlardan sakınmalıdır. Ve fakat muhakkak şu bilinmelidir ki bu sakınma ne ilâhî iradeyi değiştirir, ne de Allah katında bilinen ve takdir edilmiş olan eceli değiştirir.
|
|
Ölümden kaçıp kurtulma imkânı var mı?
"Nerede olursanız olun, tahkîm edilmiş yüksek kalelerde bile bulunsanız ölüm sizi bulur" (Nisa, 78)
Her nerede olursanız olunuz ölüm size yetişir. Yüksek kalelerde veya sağlam saraylarda, hatta gökteki yıldızlarda dahi bulunsanız yine ölüm gelir sizi bulur. Bundan dolayı ölüm korkusu ile vazifeden kaçınmanın hiçbir anlamı yoktur. Madem ki mutlaka bir ölüm vardır. Ona her zaman hazır olmalı, dünya hayatına bağlanmamalı, vazifeyi seve seve yapmalıdır.
|
|
Ölüme hazırlıklı olmak
Cenab-ı Hak gerçekte insan varlığına sonsuza kadar uzanan bir ömür takdir etmiştir. Ruhları dünya hayatından belirsiz bir süre önce topluca yaratmış ve onlara "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" sorusunu yöneltmiştir.
Kur'an'da ruhun başlangıcı ile ilgili olan bu olay şöyle belirlenir:
"Hani Rabbin Âdem oğullarından onların sırtlarından zürriyetlerini çıkarıp kendilerini nefislerine şahit tutmuş; Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" demişti. Onlar da; Evet, (Rabbimizsin), şahit olduk" demişlerdi. İşte bu şahitlendirme, kıyamet günü; Bizim bundan haberimiz yoktu" dememeniz içindir" (Araf, 172).
Ruh, dünya hayatına bir imtihan devresi geçirmek üzere doğum yoluyla gelen insan oğluna anne karnın da dört aylık cenin döneminden sonra üflenir ve böylece dünya hayatı başlamış olur.Ruhun bedenden ayrılması ile de kabir hayatı başlar. Kıyamet koptuktan sonra da ahiret hayatına yeni bir yaşam için geçecek olan insan oğlu dünyadaki inanç ve amel durumuna göre Cennet veya Cehennemdeki ebedî hayatta yerini alacaktır. İnanç sahibi olup da amel eksikliği bulunanlar ise Cenab-ı Hakk'ın bileceği sürelerde cezalarını çektikten sonra Cennet tarafına geçebileceklerdir.
Hayatın bu gerçeği karşısında ölüme hazırlıklı olmak her insanın şiarı olmalıdır. Ölümü anmak ve hazırlıklı bulunmak her mümin için müstehap sayılmıştır.
Hz. Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Lezzetleri yok eden ölümü çok anın"
"Eğer dünyada ölümü çok anarsanız, onu önemsemezsiniz; az anan ise onu çok önemser"
"Ölümü ve öldükten sonra kemiklerin ve cesedin çürümesini hatırlayın. Ahiret hayatını isteyen dünya hayatının süsünü terk eder"
|
|
Ölüm hastasına ve ölüye söylenecek sözler yapılacak işler
Ölüm hastasına ecel konusunda hoşuna gidecek, sevindirecek sözler söylemelidir. Çünkü Allah'ın hükmünü hiç bir şey geri çeviremez. Sadece gönlü hoş olmuş olur. Hasta tevbe etmeye ve vasiyetlerini yapmaya teşvik edilir.
Çünkü Allah elçisi; "Vasiyet edeceği bir şey olup da, yanında yanlı vasiyeti bulunmaksızın iki gece geçirmek müslümanın işi değildir" buyurmuştur.
Ölüm halindeki kişiyi sağ yanına yatırıp kıbleye döndürmelidir. Çünkü Hz. Peygamber, Beytullah için:
"Ölü ve dirilerinizin kıblesidir" buyurmuş.
Hz. Fatıma (r.a, Rafi'nin annesine;
"Beni kıbleye çevir" demiştir
Eğer yer darlığı yüzünden hastayı kıbleye çevirmek mümkün olmazsa sırt üstü yatırılır ve yüzü ile ayakları kıbleye doğru çevrilir. Bu da yapılamazsa, olduğu hal üzere bırakılır. Ölüm sırasında kişinin ağzına bir kaşık veya pamukla su verilir.
Hasta can çekişirken ona yardımcı olmak yakınları için bir görev ve sevap bir ameldir. Bu yüzden onun yanında kelime-i şehadet getirmek ve söylemesine yardımcı olmak sünnettir. Çünkü Allah elçisi şöyle buyurmuştur:
"Ölülerinize; "Lâ ilahe illallah'ı" telkin ediniz. Çünkü ölüm halinde onu söyleyen bir mümini bu kelime Cehennem'den kurtarır".
"Son sözü La ilahe illallah olan kimse Cennet'e girer"
Hastanın yanında şehadet getirilir ki, o da hatırlayıp şehadet getirsin. Yoksa ısrarla, sen de yap denilmez. Zira o anda zor bir durumdadır. Ona yeni bir zorluk çıkarmamalıdır. Bir defa da söylese yeterli olur. Bu telkini hastanın sevdiği birisi yapmahdır. Amaç, hastada isteksizlik uyandırmamaktır.
Kişi vefat edince ağzı kapatılır, bir bez ile çenesi başından bağlanır. Gözleri yumulur. Eller yanlarına getirilir. Bunu yaparken de şu dua okunabilir:
"Bismillahi ve ala milleti rasülih. Allahümme yessir aleyhi emrahu ve sehhil aleyhi ma ba'dehü ve es'idhu bi likaike vec'al ma harace ileyhi hayran mimma harace anhu".
Anlamı: "Allah'ın ismiyle ve Resulullah'ın dini üzerinde olsun. Allah'ım, onun işini kolaylaştır, bundan sonrasını ona kolay eyle, onu seni görmekle mutlu eyle. Dünyadan kendisi için çıkanı, kendisinin çıktığı şeylerden hayırlı eyle".
Sonra ölünun üstüne bir örtü çekilir. Öldükten sonra yıkanıncaya kadar yanında Kur'an okumak mekruhtur. Öldüğü iyice anlaşılınca hemen yıkanır.
|
|
Ölümün ne zaman nerede olacağı bilinebilinir mi?
İnsan ne zaman ve nerede öleceğini bilmez. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur: "Kıyametin kopma zamanına ait bilgi şüphesiz Allah nezdindedir. Yağmuru o indirir, Rahimlerde olanı o bilir, hiç bir kimse yarın ne kazanacağını bilmez hiç bir kimse hangi yerde öleceğini bilmez. Şüphesiz Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır" (Lokmân, 31/34).
|
|
Baş Sağlığı Dilemek
Ölüm vaktinden itibaren üç gün içinde ölü sahibine baş sağlığı dilemek mendubdur. Bu müddetten sonra yapılmasında kerahet vardır. Ancak uzakta olanlarla haberi olmayanlar için bir müddet yoktur. Baş sağlığı için özel bir söz yoktur. Örfe göre münasip sözler söylenir : Allah ölüye rahmet etsin, size sabır ve sağlık versin, Allah verir Allah alır... gibi.
Ölünün bütün yakınlarına başl sağlığı dilenir. Aklı ermeyen çocuğa yapılmaz. İkinci defa baş sağlığı dilenilmesi mekruhtur.
Komşuların ölü sahibine yemek pişirmeleri ve ona yemek göndermeleri güzel bir harekettir. Yemek için ölü sahiplerine israr da edilir. (4)
|
|
Cenaze geçerken ayağa kalkmanın dini hükmü nedir?
Dinimize göre, ister Müslüman olsun, isterse kafir, bütün insanlar saygıdeğerdir. Nitekim Kur'an'da:
"Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık." buyurulmaktadır (İsrâ 17/70).
İnsana hayattayken saygı gösterilmesi gerektiği gibi, ölümünden sonra da saygı gösterilmesi gerekir. Hz. Peygamber, yanından geçen bir cenaze için ayağa kalkmış, orada bulunanların kendisine bunun bir Yahûdî cenazesi olduğunu haber vermeleri üzerine,
"O da bir nefis (insan) değil miydi?" buyurmuştur.
Cenazeye şahit olan kişi, vefat edenin yakınlarına taziyede bulunup üzüntülerini paylaşmalı, onlara ve cenazeye saygılı davranmalı, ayrıca bundan ibret almalı ve tefekkür etmelidir. Ayağa kalkmak da bu ruh halinin bir ifadesidir. Sonuç olarak, cenaze için ayağa kalkmak, zaruri olmamakla birlikte, ölüye ve yakınlarına saygının ifadesi olarak güzel bir davranıştır. (3)
|
|
Cenaze namazı cami içerisinde kılınabilir mi?
Genel kural olarak, cenaze namazı cami dışında kılınır. Ancak yağmur, çamur, soğuk gibi bir mazeret bulunması durumunda cenaze namazı camide kılınabilir. Hz. Peygamber, Beyza isminde bir kadın sahabînin vefat eden iki oğlunun cenaze namazını camide kıldırmıştır. (3)
|
|
Cenazenin bulunduğu odada Kur’an okunabilir mi?
Yıkanmadan önce veya yıkandıktan sonra, Kur'an-ı Kerim okunarak sevabı cenazenin ruhuna bağışlanabilir. Bazı bilginler, yıkanıncaya kadar cenazenin bulunduğu odada sesli olarak Kur’an okumayı hoş karşılamamışlardır. Bununla beraber, cenaze yıkanmadan yanında veya başka bir odada Kur'an okunabilir. (3)
|
|
Kimlerin cenaze namazı kılınmaz?
Müslüman olmayanların cenaze namazı kılınmaz. İslam bilginleri, annesini veya babasını kasten öldüren, çatışmada öldürülmesi halinde, yol kesen ve meşru devlet düzenine isyan suçu işleyenlerin de cenaze namazlarının kılınmayacağını söylemişlerdir. (3)
|
|
Cenaze İle İlgili Hatalar
Dünyasını değiştiren müslümanlara karşı, hayatta bulunaların yapması gereken bir takım görevler vardır. Bunların bir kısmı hakkiyle bilinmediği için, tatbikat esnasında halk arasında bazı hatalar yapılmaktadır. Bu hatalar İslami hududu aşmakta ve bidatlara ulaşabilmektedir. Bu hataları şöyle sıralabiliriz:
- Su Salâsı : Bazı yerlerde cenaze, yıkanmak üzere teneşirin üzerine konulduğunda Salâ vermek adeti vardır. Saadet asrında ve onu takip eden zamanlarda görülmeyen ve islami eserlerde bulunmayan bu adet bidattır. esasen cenaze yıkanmadıkça, onun yanında Kur'an okunmaya bile müsaade yoktur. Kitab-ı ilahi'yi okumak arzu eden, başka bir odaya geçerek bu isteğini yerine getirebilir.
- Cenazenin Kefenine Ahitname Koymak : Bir takım kimseler, ölünün mü'min olduğunu ifade eden ibarekleri ve mübarek kelimeleri onun kefenine veya alnın yazmakta, yahut yazılmış bulunan bir kağıdı kefenin içine koymaktadırlar. Bunu yapmakta fayda olacağını ifade eden bazı beyanlar bulunmakta ise de, muteber eserler hassasiyetle mahzurunu işaret etmektedirler.
- Cenazenin Bekletilmesi : Vefat eden bir kimsenin, başka bir şehirde bulunan yakınlarının yetişmesi için, ölünün yıkanması ve gömülmesi ile alakalı dini vazife saatlerce, bazen bir gün bile geciktirilmektedir. Dinin emirlerinin tehiri pahasına, bir kimsenin gelmesini beklemek, İslami esaslarla bağdaşmayacak bir davranıştır.
- Cenazenin Tezkiyesi : Bazen cenaze evinde, bazen musallada, vazifeli kimse tarafından "Merhumu nasıl bilirsiniz?" diye sorulduğu görülmektedir. bu meselenin dayanağını bilmeyen bazı kimseler, bu uygulamanın doğru olmayacağına dair, çeşitli beyan ve sırf akla dayalı muhakemeler yürütmektedirler.
Buhari ve Müslim'in ittifakla Enes b.Malik'ten rivayet ettikleri bir hadis-i şerif bu hususun meşruiyetine ışık tutmaktadır.
Bir cemaat cenaze ile birlikte Resul-i Ekrem ((sav) )'in bulunduğu yerden geçiyordu. Ashab-ı kiram, ölen kimseyi iyilikleriyle övdüler.
Peygamber Efendimiz (sav)
"Vacip oldu" buyurdu.
Daha sonra başka bir cenaze alayı daha geçti. Onu da fenalıklarıyla andılar.
Efendimiz (sav) yine
"Vacip oldu" buyurdular.
Bunun üzerine Hazret-i Ömer (ra):
"Ne vacip oldu?" dedi.
Resul-i Ekrem (sav) :
"Şu hayırla övdüğünüz kimseye cennet vacip oldu; kötülüğü ile andığınız kimseye de cehennem vacip oldu. siz yeryüzünde Allah'ın şahitlerisiniz" buyurdu.
Bu hadis-i şerifteki müjdeden anlaşılıyor ki, ölen kimsenin istifadesi için, cemaatin cenaze lehine iyi şehadette bulunmasını temin maksadıyle, malum olan soru sorulagelmiştir. bunun dini esaslara uyduğuna şüphe yoksa da her önüne gelen, kendine göre bir tatbik şekli tutturmuştur. Şunu hatırlatmak isteriz ki "Burada şehadet ettiğiniz gibi, ahirette de şehadet edermisiniz?" sözüne lüzum yoktur. Vazifeli kimsenin "Bu kardeşinizi nasıl bilirsiniz?" demesi kafidir.
Hazır olan cemaat, o kimsenin hayatta iken takip ettiği yol ve takındığı tavır itibariyle ekdseri halini iyi olarak biliyorsa "İyi biliriz" demelidir. Onun bazı hata ve günahının bulunması sebebiyle "İyi biliriz" sözünü yalan şahitliğine benzetmek doğru değildir. Zira bu söz, "Herşeyini iyi bilirz, tamamen iyi bir kimse olarak biliriz" manasına gelmez.
Şayet ölen kimsenin her işi çirkin ve ekseri ahvali fena ise, ilgili tarafından sorulduğunda, kötü bir şehadette bulunmamalı ve sadece "Allah kusurlarını affetsin" duasını yapmalıdır. Yüce Rabbimizin rahmeti bol, mağfireti geniştir.
|
|
Ölmeden Kendi Mezarını Hazırlamak
İnsan ölmeden kendi mezarını hazırlıyabilir. Bunda bir sakınca görülmemiştir. Hatta böyle yapmasında sevap da vardır, diyenler olmuştur. Çünkü inan için ölüm değişmez bir kanundur. Nitekim günümüzde bilhassa şehir ve kasabalarda belediyeden mezar yeri satın alıp, önceden hazırlamak sünnete uygundur.
|
|
Ölü Evinin Yemek Hazırlaması
Ölünün evinde üç gün ziyafet tertip etmek, yemek yedirmek mekruktur. Ölenin ev halkına üç gün yakınları ve dostları tarafından yemek götürülmesi sünnettir. Ne yazık ki, ülkemizin birçok yerlerinde bu sünnetin yerine bidat konmuştur. Ölü yakınlarını taziye gelenlere yemek hazırlanır, adeta bir düğün havası etirilir hale getirilmiştir.
|
|
Ölen Yakınlarınızı Seviyorsanız
Hayatta olanlar, eğer ahirete intikal eden yakınlarını seviyorlarsa, haram, günah işlemekten çok sakınmalıdır. Zira hayatta olanların yaptıkları, ahirete intikal edenlere gösterilmektedir. Eğer iyi amelleri varsa, seviniyorlar, amelleri, yaşayışları uygun değilse üzülüyorlar.
Hadis-i şerifte;
İnsanların yaptığı işler, pazartesi ve perşembe günleri, Allahü teâlâya arz olunur. Enbiyâya, evliyâya ve ana-babaya cuma günleri gösterilir. İyi işleri görünce sevinirler. Yüzlerinin parlaklığı artar. Kötü işlerinizi görünce üzülürler. Allahtan korkun, ölülerinizi incitmeyin!, buyurulmuştur.
Öyleyse, ölen yakınlarımızı seviyorsak, onları üzecek kötü amellerden sakınmamız ve onlara dua etmemiz, sadaka vererek, hayır, hasenât yaparak imdatlarına koşmamız lazımdır... (8)
|
|
Ölünün Başka Yere Nakledilmesi
İnsanın ölmüş bulunduğu gömülmesai müstehabdır. Cesedin kokma tehlikesi yoksa, ölmüş bulunduğu yerden başka bir yere gömülmeden önce taşınıp götürülmesinde ve başka bir yere gömülmeden önce taşınıp götürülmesinde ve başka bir memllekette gömülmesinde bir beis yoktur. Fakat gömüldükten sonra çıkarılıp başka tarafa götürülemez, bu haramdır. Ancak başkasının mülkiyetine ait bir yerde gömülü olursa, mülk sahibi de buna razı değilse, yahut istimlak dolayısıyle zaruret olursa, ceset çıkarılarak başka yere nakledilir.
|
|
Siyah Elbise Giyerek Matem Tutmak
İslam'da matem tutmak yoktur. Bu daha çok gayri muslimlerin adetidir. Siyah elbise giyilip, yaslı olduğunun gösterilmesi, sünnete aykırıdır.
|
|
Tuvalette Ölmek Kötülük İşaretimi?
Bizler perdenin arkasını bilemeyiz. Hangi yerde ne şekildeki ölüm hakkımızda hayırlıdır kestiremeyiz. Hüsnüzanna memuruz. Şunu biliriz ki, bir ömür boyu İslami hayat yaşayanların amellerini Rabbimiz zayi etmez. Bunu ayetinde kendisi buyurmaktadır.
– Allah sizin imanınızı zayi etmez. İmanla işlediğiniz amelleriniz boşuna gitmez. (Bakara, 143)
– Allah zerre kadar kuluna zulmetmez. Zerre kadar da amelinizi yok etmez. (Nisa, 40)
Mühim olan imanlı ve amelli yaşamaktır. Ölmenin şekli ve yeri o kadar mühim değildir. İmanlı insan tuvalette ölse de imanın icabı olarak cennete gider. İmansız insan camide de ölse imansızlığının gereği cehennemi boylar. Hayat boyu İslamı yaşayanın kötü görünüşlü ölmesi amelinin zayi olduğuna delil sayılmaz. Allah iman etmiş kimsenin amelini zayi etmez. Hem de zerresini bile.
Üzülecek bir görünüş içinde ölmek günahının affına sebep de olabilir. Biz hüsnüzanna memuruz. Suizan bize layık olmaz. Hüsnüzannımızda yanılmış olsak günah yoktur. Ama suizannımızda yanılsak günah vardır. Bunu unutmamak gerek. (6)
|
|
Kırkıncı ve Elliikinci Gece
Bazı yerlerde ölen kimsenin kırkıncı ve elliikinci gecesi hesap edilip o gece mevlit okutulmaktadır.
İslâm'da ölen bir mümin için okunan Kur'an-ı Kerim, yapılan dua ve verilecek sadakanı faydası vardır. Ancak yedinci, kırkıncı ve elliikinci gecenin bir manası ve İslâmi kaynağı yoktur.
Okunacak Kur'an-ı Kerim her gün her gece okunabilinir. Bu İslâm'a sokulan bidatlardandır. Bidatı uygulamanın faydası yoktur. (1)
|
|
Öldükten Sonra Dirilmek
Öldükten sonra tekrar dirilmek de "Amentü" deki Ahiret gününün içindedir. Bu diriliş sadece ruhların diriliği değil, ruhların cesetlerine dönerek, ruh ve ceset iç içe ölümden sonra tekrar dirilecektir. (5)
Peygamber Efendimize gelip soruyorlar: "Buçürümüş, dağılmış kemikleri kim diriltecek?" Cenab-ı Hak cevap veriyor:
"Ey Resulüm! De ki onları ilk defa var eden kimse ise, ikinci defa da o diriltecektir ve o her türlü yaratmayı bilir." (Yasin Suresi 78-79)
Ahireti inkar edenler; öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mutlaka dirilecekmiyiz? İlk atalarımız da mı dirilecek derler?
"Ey Muhammed! De ki; Evet hem de bayağılaşmış olarak dirilecekler. Tek bir çığlık, hemen ayağa kalkıp baka kalırlar, vay halimize! Bu hesap günüdür derler." (Saffat Suresi 16-20)
|
|
Ölü Doğan Çocuk Yıkanır mı?
Ölü olarak doğan çocuğa isim konulur, yıkanır ve kefenlenerek defnolur. Ancak namazı kılınmaz. (9)
|
|
Küçük Yaşta Ölen Çocuğa Telkin Verilir mi?
Hayır, verilmesi gerekmez. (2)
|
|
Biriz Biz
Kaynaklar:
1) Büyük Kadın İlmihali, Rauf PEHLİVAN
2) Günümüz Meselelerine Açıklamalı Fetvalar, Mehmed Emre, Eskişehir, Balıkersir-Bilecik Eski Müftüsü
3) Diyanet İşleri Başkanlığı Sitesi
4) İslam İlmihali, Ali Fikri Yavuz, Çile Yayınları
5) Ölüm, Hamdi Döndüren, Şamil İslam Ansiklopedisi
6) Yeni Aile İlmihali, Ahmed Şahin, Cihan Yayınları, 2003
7) Elmalı Tefsiri
Diriler, ölen yakınlarını seviyorlarsa, Türkiye Gazetesi, 07 Mayıs, 2006
9) Nimetü'l İslam
|
|
XXX
;">
Ruh
|
|
|
|
|
|
Ruh
Ruh; insana hayat veren ve onu düşünen, anlayan, idrak eden bir kişi haline sokan maddi olmayan, ölümsüz varlık. İnsanlık tarihinin belki de ilk dönemlerine kadar uzanan ve insanları üzerinde düşündürmeye sevkeden ruh.
Ruh hakkında ayet ve hadisler dışında ileri sürülen bütün görüşler kabule ve redde açıktır. Çünkü mutlak bilgi anlamında bir bağlayıcılıkları yoktur.
"Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir."(Isra Suresi 85) ayetindeki ruhtan, insanı canlı kılan ruhun kastedilmediğini ve dolayısıyla, insanın ruhu hakkında alimlerin konuşmalarının caiz olduğunu ileri sürenlerin, ruh hakkında ortaya koymuş oldukları görüşler, hiçbir zaman ruhun mahiyetinin gerçekliği hakkında ne tatmin edici olmuştur ve ne de aklın ve hayalin ürünü olmaktan ileri gitmişlerdir. Çünkü bilgi verilmeyen konu, tamamıyla gayb alemiyle ilgilidir ve gayba dair bilgileri de Allah'tan başka kimsenin bilmesi söz konusu değildir.
Ruh çağırma ruhun varlığını kabul eden faskat hakkında sapık ve gerçek dışı bir anlayışa sahip olan kimseler, ölmüş insanların ruhlarıyla irtibat kurulabileceğini ve böylece, gayb aleminden bilgi alınabileceğini ileri sürmüşlerdir. Bu kimseler düzenlemiş oldukları ruh çağırma seanslarıyla insanları kandırmakta ve onların cehaletlerinden istifade ederek menfaat elde etmektedirler. Ruh, Allah Teala'nın emrinde ve denetiminde olan bir varlıktır. Onun insanlar tarafından çağrılıp bazı istekler yerine getirmesinin mümkün olduğuna inanmanın hiç bir dayanağı yoktur.
Peki İslamdan önce ve hala İslam dışındaki inanışlarla başlayalım ruh hakkında bilinenlere, bilindi sanılanlara.
Ruh Hakkında İslam Dışı İnançlar
Eski Mısır ve Çinliler ikili ruh inancına sahiptiler.
Mısırlılar, ölümden sonra bir ruhun cesedin yanında kaldığına, diğerinin ise ölüler diyarına gittiğine inanırlardı.
Çinliler, insanın ölümüyle birlikte kaybolan bir ruhu yanınd ölümden sonrada yaşayan ve kendisine tapınılması gereken üstün bir ruhun (Hun) varlığına inanmaktaydılar.
Yunan felsefesinde ruh kavramının içerdiği anlam, dönmelere ve felsefi akımlara göre değişmiştir. Epikuruscular ruhun beden gibi atomlardan meydana geldiğini ileri sürerlerken, Platoncular ise, ruhu ilahlarla soy birliğine sahip, madde ve cisimden soyut bir tözsel ilke olarak kabul ediyorlardı.
Hristiyanlıktaki ruh anlayışı, antik batının putperest etkisiyle vahiy gerçeğinden farklı bir platforma oturtulmuştur. Mesela, Allah bir ruh olarak telakki edilir ve Ruhul Kudüs (Cebrail), teslis inacının bir unsuru olarak Allah'a şirk koşulur. Öte taraftan, insanlara ait ruhlar konusunda da bir takım gerçek dışı ve mesnetsiz iddialar ortaya atılmıştır. Misal olarak vermek gerekirse, İncil'de "Ruh, rüzgar gibi, istediği yere eser. Rab ile birleşen onunla bir ruh olur" (P.Janet G.Seallies, 148)
Bazı dinlerde, ölümsüz olan ruhların bir beden den başka bir bedene geçtiğine inanılmaktadır. Ruh göçü (Reenkarnasyon) denilen bu inanışa göre, ölen bir kimsenin ruhu tekrar bir bedenle dünyaya döner ve bu sonsuza dek böyle sürer. Hint inançlarında yer etmiş bu düşünce Mısurda da yaygındı. Anmtik Yunan filozoflarından Pyhtagoras, ruj göçüne inanmakta, Platon ise bilginin önceki yaşamdan kalan bir birikim olduğu iddiasını desteklemek için ruh göçünü delil olarak ileri sürmekteydi.
Mutlu olmak istiyorsak, hayatın cisimde değil, ruhta olduğuna inamalıyız. (Tolstoy)
Bizi şartlardan çok, ruh yapımız mutlu kılar. (Voltaire)
Ruhu öldürmek, cismi öldürmekten daha büyük bir cinayettir. (Gerhart Hauptmann)
İnsan ruha bakmalı, güzel bir vücutta güzel bir ruh olmazsa neye yarar. (Euripidies)
Gören, duyan yalnız ruhtur, geri kalan herşey sessiz ve sağırdır. (Epicharm)
Ruhun da vücut gibi ihtiyaçları vardır. (Rousseau)
Basit bir ruh mutluluklarla övünür, felaketlerle de yere serilir. (Epicure)
Kur'an-ı Kerim'de Ruh
Allah Teala, Hz.Adem'le başlayıp Hz.Muhammed (s.a.s) ile son bulan vahiy süreci içersinde insan oğluna bir çok gaybi meselede bilgilendirmiştir. Madde dışı aleme dair bilgilerden sağlıklı ve güvenilir olanı sadece Allah'ın peygamberleri aracılığıyla insanlara ulaştırmış olduğu bilgilerdir.
Kur'an-ı Kerim'de ruh kelimesi değişik bir kaç anlamda kullanılmıştır.
1)Allah Teala, Hz.adem (a.s.)'ın cesedini topraktan şekillendirdikten sonra ona kendi ruhundan üflemiş ve böylece Adem (a.s.) hayat kazanmıştır. Yine insanı ana rahminde yarattıktan sonra, ona kendi ruhundan üflemiş ve onu ruh sahibi bir insan haline getirmiştir.
- O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve ilk başta insanı çamurdan yaratmıştır. Sonra onun zürriyetini, dayanıksız bir suyun özünden üretmiştir. Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir... (Secde Suresi 7-9)
- Hani Rabbin meleklere demişti ki: "Ben çamurdan bir insan yaratmaktayım." "Onu tesviye edip, düzeltip de ruhumdan ona üfledim mi derhal ona secdeye kapanın." (Sad Suresi 71-72)
2) Ruh kelimesi Cebrail (a.s.)'ın karşılığı olarak kullanılmaktadır. Bu anlamda "Ruhul-Kudüs" ve "Ruhul-Emin" terkipleri ile geçmektedir.
- Andolsun biz Musa'ya Kitab'ı verdik. Ondan sonra ardarda peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da mucizeler verdik. Ve onu, Rûhu'l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik. .....(Bakara Suresi 87)
- Muhakkak ki o (Kur'an) âlemlerin Rabbinin indirmesidir. (Resûlüm!) Onu Rûhu'l-Emîn (Cebrail) indirdi..Senin kalbine; uyarıcılardan olman için. (Şura Suresi 192-194)
3) Ruh kelimesi ile Allah Teala'nın vahyi yani ayetleri kastedilir.
- Allah meleklerini, vahyi (ruh) ile kullarından dilediğine göndererek...(Nahl Suresi 2)
Ruh Hakkında İslam Alemindeki İnanışlar
- Değişik tuhaf yaratılışlı bir melek.
- Cesede hayat veren şey. (Fahreddin er-Razi, Tefsirül-Kebir)
- İnsanı canlı kılan bu ruhun mahiyeti, insandan bedeninde gördüğü fonksiyonu, cisimle birleşmesinin şekli ve bağlantısı Allah'tan başka hiç bir kimse tarafından bilinemez. (Kurtubi)
- Ruh, yüce, nurani ve hayat sahibi bir varlıktır. Ancak, duyu organlarıyla hissedilebilecek cisimler gibi değildir. Bir anlamda, suyun gül içinde dolaşması gibidir. Bedende dolaştığı müddetçe ona bağlı olarak tüm organlara hayat verir. (Alusi ve Ibn Kayyım el-Cezviyye)
- Allah Teala, kıyamet gününe kadar Adem (a.s.) dan olacaklarının tamamını huzurunda toplamış, önce onları ruh haline getirmiş, sonra onlara şekil vermiş ve de onları kendi nefisleri üzerine şahit tutarak "Ben sizin Rabbiniz değilmiyim?" diye sormuştu. (Ibni Kesir, Hadislerle Kur'an-ı Kerim Tefsiri)
- Ruh, anlayan, idrak eden ve kelama muhatap olup cevap verebilen kişilik kazanmış yapıdadır.
- İlim erbabı, ruhların bedenlerden önce olduğu ve Allah'ın onları konuşturup şahit kıldığı hususunda ittifak etmişlerdir. (Ebu Hureyre r.a.)
- Ölüm meleği tarafından ruh kabzolunur, bedendenden geri alınır, kıyamet gününe kadar geçici olarak kalacağı alemde "Berzah Alemi" alıkonulur. Dünya ile ahiret arasında bir geçiş olan Berzah Alami'nin mahiyetini ancak Allah Teala bilmektedir. Ancak, Berzah Aleminde ceza veya mükafat ruhlar üzerinde etkili olur. Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur. (Tirmizi)
- Ruhlar beka (süreklilik) için yaratılmışlardır. Ölen, insanın cesedidir. Ruh, bedenden ayrıldıktan sonra, kıyamet günüde tekrar bedenine dönünceye kadar, Allah'ın nimet ve azabına muhatap olacaktır.
- Ruhun, bedene girmeden önce belirli bir şekle sahip olup omadığı ve durumu hakkında insanoğlunun hiç bir bilgisi yoktur.
- Ruh, bedenle birlikte gelişir, olgunlaşır ve kişilik kazanır. Zaman bedeni yıpratır, fakat ruh zamanın yıpratıcılığından etkilenmez. Kişinin iyi işleri, ibadetleri ruhu güzelleştirir, kuvvetlendirir ve olgunlaştırır. Kötü ameller ise aksi tesir yapar.
- Ruh insan şeklindedir. (Ibn Kayyim, Kitabu'r-Ruh)
- İyi amelle beslenmiş ruh, dünyadaki şeklinden daha mükemmel, daha parlak dah nurlu olmakta, ibadeti vücuduna ruh olarak yansımaktadır.
- Ruhlar bedenlerden daha net birbirinden ayrılırlar. Bedenlerin birbirine benzemesi, ruhların birbirine benzemesinden daha fazladır. Yüce ruhlar, melekler bir beden içinde bulunmadan birbirinden ayırtedildiğine, cinler de yine birbirinden farklı olduğuna göre; bir beden içinde gelişen insan ruhlarıda elbette birbirinden farklıdır ve ayırtedici özelliklerini korurlar. (Ibn Kayyım el-Cezviyye)
- Ruh, kabirde cesede girecektir. Yalnız bu bedene hayat verme şeklinde değildir. Kabirde ruhun cesetle irtibatı, uykuda bedenle irtibatı gibidir. (El-Cevahir fi Tefsiril kuran)
- Ruhlar toplu cemaatlerdir. Onlardan birbiriyle tanışanlar kaynaşır, tanışmayanlar ayrılır. (Buhari)
- Şüphesiz sizden birinizin teşekkülatı annesinin karnında kırk günde toplanır. Sonra orada o kadar bir müddetde pıhtı olur. Sonra o kadar müddetde orada bir parça et haline gelir. Sonra, Allak ona bir melek gönderir. Meleke, "Amelini, ecelini, rızkını, şaki veya said olacağını yazması şeklinde dört kelime emrolunur. Sonra da ona ruh üflenir... (Buhari)
- Allah Teala, Adem'i yarattığında sırtını sıvazlamış ve kıyamet gününe kadar Allah Teala'nın onun onun zürriyetinden yaratacağı her insan onun sırtından düşmüştür.(Ibni Kesir, a.g.e.)
- Ölenin gözü, alınan ruhunun ardından bakakalır. Melek kabzolunan ruhun elinden tutar, bu sırada yeryüzünde benzeri görülmemiş bir koku meydana gelir.
- Müminin ruhu çıktığı vakit, onu iki melek karşılar, yukarıya çıkarırlar. Sema ehli, "Güzel bir ruh yer tarafından geldi. Allah sana ve yaşattığın cesede salat eylesin" derler. Peşinden onu Rabbine götürürler.
- Gerçekten ölü kabrine konulduğu vakit, kendisini getirenlerin oradan ayrılırken ayakkabılarının seslerini pekala işitir. (Muslim)
Ruh Çağırma
Zamanımızda, bazı kimseler arasında, ruh çağırma ve ruhlarla temas kurma özentisi mevcuttur. Derinliğine İslami bilgisi bulunmayan hayal sahiplerinin saplanıp kaldığı bir özentidir. Bu moda bize Batı'dan gelmiştir.
Ruh Nasıl Çağrılır?
Kimi bir masanın etrafına toplanıyor, alfabe harfleri yazılmış bir kağıdı masa camının altına yerleştirip camın üzerine bir fincan koyuyor, fincanın üzerinede parmaklarını temas ettiriyor. Buna da Kur'an-ı Kerimi alet ediliyor bazı sürelerde okunuyor ve böylece sözüm ona ruh çağrılmış olunuyor. Kimi de medyum aracılığıyla kah babasının kah dedesinin ruhunu çağırıp, geçmişten gelecekten sorular sorulup, sözüm ona keyifli epeyide heycanlı dakikalar geçirmkteymişler. Kim zaman bir şair kimi zaman da sözüm ona bir velinin ruhu çağırılır bu seanslarda.
Evet, çağın bir çok manevi hastalığından biride ruh çağırmadır. Çağrıya uyanın ruh olduğu sanılmakta, şeytan olduğunun hiç farkına varılmamaktadır. Bir kimsenin rüyada ihtilamına sebep olan hayal, hakikatte şeytanın ta kendisidir.
Nârı Nur sanma ateş yakar
Cini cân sanma şeytan çarpar
Ruh Çağırmanın Aslı Nedir?
İşin esası şudur: İblis, yeni dünyaya gelen insanoğlunu saptırmak için emrindeki şeytanlardan birini tayin eder. Bu habis ruh o kişiden ölene kadar ayrılmaz, her durumda onu zarara sokmak ister. Cenab-ı Hak da o kulunu, şeytanların zararından korumak için koruyucu melekler tahsis eder. Ölüm vaki olunca melekler âlam-i melekût'a, rûh Berzah âlemine döner. Şeytan ise burada kalır.
Berzah alemine göçeden ruh, bir kâfirin ruhu ise müebbed hapse mahkumdur. Berzah Cehennemindedir. Müminlerin avamının ruhları ise, muayyen gün ve zamanlarda, izne bağlı olarak çıkabilmektedirler. Peygamberlerin ve velilerin ruhları ise, serbesttirler, fakat onları getirmek medyumun haddi değildir.
Medyumun, bir gayri muslimin ruhunu getirebilmesi aklen ve naklen çok uzaktır. Berzah aleminden dışarı çıkması izne bağlı bulunan müminlerin ruhunu getirmesi ise zayıf bir ihtimaldir, bir peygamberin ve bir velinin ruhunun getirilmesi ise hayal ötesinde hayaldir.
Medyumun davetine bir velinin geldiğine ancak şeytanın ağına düşmüş olanlar inanabilir.
Medyumun Davetine Gelen Kim?
Medyum tarafından yapılan davet, hava dalgalarıyla şeytanın antenlerine ulaşır. Çağrılan kimseye hayatta iken musallat olan şeytan hemen oraya gelir. Ölen kimsenin kimsenin yaptığı iş ve konuşmalara ve hayatta olan kimse ile olan münasebetlerine vakıf olduğu için sorulanlara gerekli ve çok kere isabetli cevabı vermeye ve bu yoldan da oradakileri kendine bağlamaya çalışır ve ağına düşürür. sıra zehirini sunmaya gelmiştir.
Şüphe uyandırmamak için o seansa iştirak eden yakınına namaz kılmasını ve içki gibi haramlardan el çekmesini bile tembih eder. Kazın geleceği yerden tavuğun esirgenmiyeceği gibi imanını çalacağı insanlara bu gibi tavizler vermekten çekinmez. Onun hilesi çoktur. Yetersiz bilgisi olanı kolaylıkla saptırabilir.
Unutulmamlıdır ki, bu olayları meydana getirenler cin ve şeytan alemine mensupturlar.
Hadis-i Şerif:
"Hiç bir kimse yoktur ki onun bir şeytanı olmasın"
Âyet-i Celile:
"Onun dünyadaki arkadaşı olan şeytan şöyle der: "Ey Rabbimiz, onu ben azdırmadım, fakat kendisi uzak bir sapıklık içindeydi." (Kaf Suresi 90)
Ruh çağırma iş ile uğraşanlar cin ve şeytanın maskarası olan insanlardır. Allah korusun.
Reenkarnasyon
Reenkarnasyon: Ölümden sonra ruhun, bir bedenden diğer bir bedene geçmesini kabul eden sapık bir inanıştır. Arapça'da bu inanışa "tenasuh, tecessum ve hulûl" denir. Türkçede "ruh göçü" olarak adlandırılmaktadır. Bu insanlar kendileri'ne bir isim buldular. "Ruhçuluk".
Bu inanç, Hindistan'da Hinduizm'den doğmuş ve buradan tüm Dünya'ya yayılmıştır. Bu inanç Hinduizm (Brahmanizm) ile birlikte, Budizm, Taoizm, Caynizm, Maniheizm gibi Asya'nın eski dinlerinde de görülür. Tenasüh'ün en eski yazılı kaynağı, Hinduizmin kutsal metinleri olan Upanişad'lardır.
Tenasüh İnancında manevi mükafat veya ceza, yapılan kötülük veya iyiliğin karşılığı olarak ruhun bir hayvan veya insan cesedine girerek alçalması veya yükselmesidir. Bedenler ruhların kalıpları gibidir, ruh kalıptan kalıba, bedenden bedene göç etmektedir. bu düşünceyi ortaya atanların iddiası şudur: "Ruhlar ezelde yaratılmış ve tekamül etmeleri için dünyaya bir bedene sokularak gönderilmiştir. Bu sebeple dünyaya geldiği zaman yaşadığı 60-70 senelik ömür ona tekamül için yetmez Öldükten sonra dünyaya tekrar tekrar gelip bedenlenmesi gerekir. İnsan ruhu, cesedini terkettikten sonra, karada, havada veya denizde yaşayan herhangi bir hayvanın bedenine girerek varlığını devam ettirip gitmektedir. Hatta bazı ilkel milletler, insan ruhunun, önce madenlere, sonra bitkilere, daha donra da insanlara geçerek devamlı devir şeklinde tekrar tekrar gelip bedenlendiğine inanırlar. Hindulara göre, tenasuh yalnızca insanlara has değildir. Tanrılar da ölür ve yeniden bir başka kalıpta doğabilirler. Şu an insan veya hayvan gördüğünüz ruh belki daha önce Tanrı olarak dünyaya gelmiş olabilir.
Bu inanışa göre,
Bu düşüncede olan insanlar, dünyayı bir imtihan dünyası olarak değil de hep bir azar düyası ve bir tür hapishane olarak yorumlanmakta ve bir musibet olarak görmektedirler. Yine bu düşünceye göre bütün musibet, afet ve belalar ve nimetler, mutluluklar önceki hayatında yapmış olduğu iyi ya da kötü işlerin neticesidir. Önceki hayatının mükafat veya cezasının belli olması için, insanın tekrar, tekrar dünyaya gelerek mükafat veya ceza çekmesi gerekir.
Hatta uzantısı Türkiye'de bulunan bu insanlar, bir fare gördüklerinde başında oturup ağlarlar. Sorulunca şöyle derler: "Bu bir insan idi. Kim bilir hangi günahı işledide bu hale geldi." Fareyi veya başka bir hayvanı bir insan olarak görürler, insanın ruhunun fareye girdiğine inanırlar. Böyle bir düşünce ile farenin başında ağlarlar.
Mısır'da ilkel olarak görünen bu köhne görüş, Hind'de mistik bir şekil, Yunan:'da felsefi bir elbiseye sokulmuştur. Eski Yunan'da, M.Ö. 6.asırda ortaya çıkan Orfik Dininde görülür. Pythagoras ve Eflatun tarafından benimsenir ve geliştirilir. İran da ise bu batıl inanca bir ahlak ve din süsü verilmiştir. Bu görüş, Zerdüşt ve Mendikiler gibi dini guruplar tarafından da benimsenmişir. Kelt ve İskandinav dinleri, Yahudiliğn bazı batini mezheplerinde de görülmektedir.
İslam'dan sonra bu batıl felsefe, fikir dünyasından silinip gitmesine rağmen zaman zaman tesirini göstermiştir. İran'da eskilerden gelen bu batıl felsefe, Şiiliğin aşırı kolu olan "gulat-i şia" ya da girmiştir. Mutezile, Karmati, batıni, Nusayriye ve durziler de tenasuha inanırlar. Nusayriler, kendileri dışındakilerinin ruhlarının hayvan sesetlerine gireceklerini. Ali'ye inanan gerçek Nusayrilerin ise yıldız haline dönerek nurlar alemine döneceğine inanırlardı. Bazı sözde mutasavvıflar ölen bir insanın ruhunun, ölmeden evvelki davranışalrına ve yaşayışına bağlı olarak insan veya hayvan şeklinde tekrar dünyaya geldiklerini ve ceza çektiklerini iddia ederler, ahirete inanmazlar.
Bütün semavi dinlere göre tenasuh inancı batıldır. Tenasuha inanmak imanla ve özellikle ahiret inancı ile bağdaşmaz. Bir insan bu dünyada yaptıklarından sorumludur. Sorumlulukta ruhun bedeninde payı vardır. Her bir insan bedeninin bir ruhu ve her ruhunda bir bedeni vardır. Bu inanca göre bir insan ruhunun yüzlerce bedeni olmuş olur. Ahirette her insan bedeni ile dirileceğinden, ancak ruhun bulunacağı ceset dirilecek, diğerleri ruhsuz olduklarından dirilemeyecektir. Diriltilse bir tek ruh olacağından diğerleri ruhsuz olarak diriltilecektir. Ruhsuz beden ise insan değildir. İnsan kendi ruhuyla insandır.
Kur'an-ı Kerim reenkarnasyon nazariyesini şöyle rededer:
"Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında, "Rabbim, der, lütfen beni geri gönder. Ta ki, boşa geçirdiğim dünyada iyi iş yapayım." Hayır! Onun söylediği bu söz laftan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar bir berzah vardır." (Muminun Suresi 99-100)
Tenasuh inancını İslam akaidi ile uzlaştırmak ve dini öğretiden temellendirmek isteyenler görüşlerine delil olarak bazı ayetler ileri sürerler. Bunlar içinde ilk bakışta tenasuh lehindeyorumlanmaya müsait gibi görülen ayetler şunlardır.
"Sizi ölü iken dirilten Allah'ı nasıl inkar ediyorsunuz! Sonra sizi öldürecek, sonra sizi diriltecek ve sonunda ona döndürüleceksiniz" (Bakara Suresi 28)
"İnkar edenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. biz de günahlarımızı itiraf ettik. Bu ateşten çıkmaya bir yol varmıdır?" (Mümin Suresi 11)
Bunlardan birinci ayetteki " Ölü idiniz, allah sizi diriltti" şeklindeki başlangıç kısmı insanların ölü halde bulunan topraktan yaratıldığını ifade etmektedir. İnsanın varlık sürecinde üç safha vardır. Yaratılış, ölüm ve ahirette tekrar diriliş. Şu halde bu ayetin açık veya gizli bir şekilde tenasuh inancı ile hiçbir ilgisi olmamakta, aksine redetmektedir.
İkinci ayet ise, kafirlerin cehennemde Allah'a yakarışlarını tavsir etmekte olup, onların birinci öldürme, dünya hayatını bitiren ilk ölüm; ikinci öldürme kabirdeki birinci diriltmeyi takip eden ölüm; ikinci diriltme de ölümden sonra kıyametteki dirilmedir. Şu halde dünya hayatı dikkate alınmamıştır. Çünkü dünyada inkâr ettiklerini kabul ve itiraf ile günahlarını itiraf ediyorlar. Dolayısıyla tenasuh ile bir irtibatı yoktur.
Tenasuh inancı akli bakımdanda tutarsızlıklar görülmektedir.
Reenkarnasyon iddialarının makul olabilmesi için insanın, şu anda yaşadığı ileri sürülen önceki hayatını mutlaka hatırlaması gerekirdi. Halbuki hiç kimse daha önce bir bedende yaşadığını hatırlamamakta, aksine insan, kendisinde onun diğer varlıklardan ayrı bir kişiliğe sahip olduğunu gösteren bir benlik şuuru bulunduğunu hissetmektedir.
Tenasuh akidesi ahlaki nedensellik ihtiyacını tatmin etmekten ve insanın sorumluluğunu temellendirmekten de uzaktır.
İnsanın kalıtım yoluyla ebeveynden çocuklara intikal eden ruhi-bedeni özellikleri açıklanamamakta.
Dünyada sürekli olarak devam eden nüfus artışına makul bir izah getirilememekte.
Ölümle birlikte başka bir bedene intikal eden ruhun kendi karekterine uygun bir bedeni nasıl seçtiği ve bu durum karşısında kalıtımın nasıl açıklanacağı bilinmemektedir.
Tenasuh inancına göre evrendeki ruhlar belli sayıdadır. Bu durumda dünya nüfusunun statik olması veya azalması gerekirdi. Halbuki realite bunun aksini göstermektedir.
Bu batıl düşünceyi İslam alimleri redetmiş apaçık bir küfür olduğunu beyan etmişlerdir. Özellikle Hindistan'da yaşamış olan İmam-ı Rabbani şiddetli bir dille bu düşüncenin küfür olduğunu söylemiştir. İslamda bu felsefeye inanmak batıldır. İnanan kâfir olur.
Günlük hayatta sıklıkla karşılaşılan tenasuh iddialarının çoğunun magazin haberciliği üretimleri, geri kalanlarınında çağımızda bu safsatayı yeniden sergilemek isteyen bazı art düşünceli simalar olduğunu, Ahiret inancını zedelemek için batıl düşünceye sarıldıklarını unutmayalım.
Kaynaklar
1) Şamil İslam Ansiklopedisi
2) Elmalı Tefsiri
3) Güzel Sözler, Bilal Eren
4) İlmihal, TDV, İslami Araştırmalar Merkezi
5) Büyük Kadın İlmihali, Rauf PEHLİVAN
6) Tenkidlerim, Tedkiklerim ve Makalelerim, Mehmet Emre
|