İsrail’i CHP tanıdı
Başbakan Yardımcısı Bekir bozdağ bütçe görüşmeleri sonrası CHP’nin İsrail’i tanıyan hükümet olduğunu belirtti. Bozdağ, bütçenin tümü üzerinde hükümet adına...
23 Aralık 2017 Cumartesi 17:29
yazıyı büyütyazıyı küçült
İsrail’i CHP tanıdı
Başbakan Yardımcısı Bekir bozdağ bütçe görüşmeleri sonrası CHP’nin İsrail’i tanıyan hükümet olduğunu belirtti.
Bozdağ, bütçenin tümü üzerinde hükümet adına yaptığı konuşmada “Şimdi bir gerçek var, ben net söyledim, İsrail’in bağımsız, egemen bir devlet olarak tanınması ne zaman oldu? 1949′da olmadı mı? Yalansa “yalan” deyin. Peki, o zaman kimdi hükümet? Cumhuriyet Halk Partisiydi. Ne oldu Mavi Marmara gemisi olayı olduktan sonra? Türkiye’den özür dilendi mi? Dilendi. Tazminat kabul edildi ve ambargonun hafifletilmesi de kabul edildi. Bir yandan tanıyan, bir yandan da özür dileten tazminat ödettiren bir hükümet. İkisi kıyas kabul edilmez” dedi.
CHP’ye Boraltan Köprüsü hatırlatması
Bozdağ, CHP’ye Boraltan Köprüsü olayını hatırlatarak, “Bu meşhur Boraltan Köprüsü’nü bu salonda olan herkes benden daha iyi bilir. Azeri kardeşlerimizi, ‘Bizi iade etmeyin, öldürecekseniz siz öldürün, bunlar bizi öldürmesin’ diye yalvardıklarında onları iade eden, köprüyü geçer geçmez öldürten hükümet bizim hükümetimiz değil. Kimdir onlar?“ şeklinde konuştu
CHP’ye kalsaydı bu ülkeye çivi çakılmazdı
Kurtuluş Tayiz, Akşam Refah Partisi’nin örnek belediyeciliği ile bilhassa Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul belediyesi deneyimi, milletin AK Parti’ye teveccüh...
21 Nisan 2020 Salı 0:19
yazıyı büyütyazıyı küçült
CHP’ye kalsaydı bu ülkeye çivi çakılmazdı
Kurtuluş Tayiz, Akşam
Refah Partisi’nin örnek belediyeciliği ile bilhassa Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul belediyesi deneyimi, milletin AK Parti’ye teveccüh göstermesinin başlıca dayanaklarından biriydi. CHP, son yerel seçimlerde İstanbul ve Ankara başta olmak üzere Türkiye genelinde kazandığı büyükşehir belediyeleriyle aslında kendisini millete kanıtlayacak büyük bir şansın ve imkanın da sahibi oldu. Belediyecilikte milletin gözüne girmeyi başarsalar iktidar karşısında büyük bir üstünlük elde edeceklerdi. Hele Koronavirüs gibi küresel bir salgının muhalefet için yol açtığı fırsatları da düşündüğümüzde, mevcut koşullar, son 20 yılda hiç olmadığı kadar CHP lehine gelişti.
Fakat gelin görün ki, CHP’nin belediyeler üzerinden ortaya koyduğu performans Adana’daki “sahra hastanesi” ile diğer CHP’Ii belediyelerin bedava Sözcü gazetesi dağıtmasından öteye geçemedi. Mersin’de halka “ucuz ekmek” dağıtımı yapılması ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun “prototip kolileri”ni de bu listeye ekleyebiliriz. Mansur Yavaş ve Tunç Soyer’in ise promosyon niyetine bir şeyler dağıttığı da vakidir.
Tüm bu faaliyetlerin milleti ne kadar etkileyeceği tartışılır. Bugün herhangi bir CHP’li yönetici çıkıp kendi yönettikleri belediyelerin bir tane övünülecek proje ve çalışmasını örnek diye millete gösterebilir mi? Kılıçdaroğlu, gitmediği görmediği Adana’da “sahra hastanesi kurduklarını” iddia edince, CHP hiç olmadığı kadar haklı olarak alay konusu oldu. Ayrıntılarına girmeyelim ama Adana’daki “sahra hastanesi”nin ne menem bir hastane olduğu kamuoyunun takdirinde zaten.
Tabii, birçok ülkede muhalefet partilerinin hiçbir şey yapmadan da puan topladıkları vakidir. İktidarların yanlışları tek başına muhalefete teveccühü artırabilir. Nitekim birçok Avrupa ülkesinde böyle oldu. İflas eden ekonomiler, çöken sağlık sistemleri ve sosyal karmaşa bugün Avrupa kıtasını derinden sarsıyor. İtalya, İspanya, İngiltere, Almanya ve hatta ABD’de durum çok ağır. Küresel salgına hazırlıksız yakalanan iktidar ve yöneticilerin toplum desteğinde büyük azalmalar yaşanıyor.
Bunun belki de tek aksi yönde örneği Türkiye. Evet, her ülke gibi Türkiye de bu salgından habersizdi; fakat diğer ülkelerden farklı olarak, son 20 yılda yaptığı yatırımlar Türkiye’nin yıldızını parlattı. Ülkemiz, salgının kasıp kavurduğu dünyadaki en düşük ölüm oranına sahip ülke. Türkiye, bu başarıyı son yıllarda doğrudan sağlık sistemine yaptığı yatırımlara ve doğru ekonomi yönetimine borçlu.
Koronavirüs salgınının dünyayı tehdit etmeye başladığı ilk günden itibaren Türkiye’de gözler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üzerine çevrildi. Bilinir ki, kriz dönemlerinde ülkelerin en büyük avantajı sahip olduğu lider ve yöneticilerdir. Erdoğan, iktidara geldiği günden bu yana bütün enerjisini Türkiye’yi kalkındırmaya dönük yatırımlar yapmaya harcadı. Hiçbir engel onu yatırım yapmaktan alıkoyamadı. Bugün dünyada gıpta ile bakılan Şehir Hastaneleri projesini dahi Erdoğan, CHP’ye ve muhalefet cephesinin yalan yanlış direncine rağmen tamamladı. Bu ülkeye çakılan her çivi için CHP, Erdoğan ve AK Parti’ye muhalefet etti. Taş taş üstüne konulmasın diye Erdoğan’a dünyanın iftarısını attılar.
Gezi kalkışmasından itibaren tertiplenen onca darbenin sebebi Türkiye’yi ayağa kaldıracak yatırımları engellemekti. Ama gelin görün ki, Erdoğan’ı götürecek diye umut bağladıkları bu küresel kriz Erdoğan’ı milletin gönlünde zirveye taşıdı. Erdoğan aciz kalma yerine Türkiye’yi dünyaya yardım eder bir noktaya getirdi. Türkiye, dünyanın gözünün çevrildiği bir ülke oldu. Bu tabloya bakıldığında CHP’nin Adana’daki “sahra hastanesi”yle, Ekrem İmamoğlu’nun “prototip” kolileriyle rekabette Hükümetin karşısına çıkması pek gerçekçi görünmüyor. Yine de kendileri bilir!
CHP BUNU HEP YAPIYOR
31 Mart seçimlerinde CHP nin yaptıkları karşısında nutku tutulanlar Yani ‘Olur da bu kadar da olmaz..’ diyenler var. Ancak Bizim gibi CHP yi az-çok tanıyanlar...
23 Mayıs 2019 Perşembe 0:11
31 Mart seçimlerinde CHP nin yaptıkları karşısında nutku tutulanlar
Yani
‘Olur da bu kadar da olmaz..’ diyenler var.
Ancak
Bizim gibi CHP yi az-çok tanıyanlar için bunun sıradan bir şey olduğunu bilir.
Çünkü
CHP bunu hep yapıyor.
Peki,
Geçmişte CHP seçim sandıkları ile nasıl oynamış.. şöyle bir bakalım:
1930 SEÇİMİ
Cumhuriyet döneminde yapılan ilk çok partili seçim budur.
Bu seçimde
Fethi Okyar’ın kurduğu Serbest Cumhuriyet Fırkası ile CHP (Cumhuriyet Halk Fırkası) yarışmış.
Atatürk
‘Netice ne oldu?’ diye Hasan Rıza Soyak’a sorduğunda, ‘Bizim parti kazandı’ diye cevap alıyor.
Bunun üzerine Atatürk;
“Hiç de öyle değil! Hangi partinin kazandığını ben sana söyleyeyim:
Kazanan idare partisidir! Yani jandarma, polis, nahiye müdürü, kaymakam ve valilerdir. Bunu bilesin” diye cevap verir.
1930 seçimi ile ilgili bu kadarla iktifa ediyorum.
O seçimde
CHP nin SCF ye neler neler yaptığını isteyen internetten bulup okuyabilir.
1946 SEÇİMİ
Bu seçimde CHP nin neler yaptığını internetten aramaya gerek yok. Çünkü canlı şahitleri hala aramızda yaşıyor.
Yine de kısaca arz edeyim;
CHP bayrakları ile donatılmış sandıklara açık bir şekilde oy atılıyor..sandıklar açıldıktan sonra perde arkasında ‘gizli tasnif’ yöntemi ile oylar sayılıyordu.
Neticede
CHP açık oy farkıyla kazanıyor.
Buraya kadar olanı herkes biliyor.
Ben az bilinen bir şeyi de
Rahmetli Kadir Mısıroğlu’nun şahitliği ile buraya aktarayım.
Kendisi bu seçimlerde bulunmuş.
Ve oylar sayıldıktan sonra gözleri önünde yakıldığına şahit olmuştu.
Yani o zamanlar
CHP temiz iş yapıyordu. Şimdiki gibi arkada itiraz edilecek belge vb. evrak bırakmamış oluyordu.
1950 SEÇİMİ
Ülkede ilk defa doğru dürüst bir seçim yapılıyor.
Bu sefer açık oy gizli tasnif yok.
E bu şekilde CHP nin kazanma şansı sıfır.
Bundan dolayı
Herkes merak içinde… CHP bu sefer nasıl dolap çevirecek diye beklerken,
İş sonradan anlaşıldı.
Çünkü
Olay tam bir traji-komik durum arz ediyordu.
Şöyle ki,
Kullanılan oy: 7.905.743
Sandıktan çıkan oy: 8.051.650
Sandıktan çıkan oy kullanılan oydan 150.000 fazla…
Ama bu bir işe yaramadı.. CHP büyük bir hezimet yaşadı.
Zaten
O tarihten sonra da bir daha tek başına iktidar yüzü göremedi.
1961 SEÇİMİ ve 1961 ANAYASASI
1950 yıllarında yapılan seçimleri yazmıyorum.
Çünkü CHP bu seçimlerde hiçbir varlık gösteremedi.
1961 seçimlerinin de bir önemi yok.
Neticede bu seçimler
Darbecilerin İnönü’ye yaptıkları bir cülus törenidir.
Darbeciler
CHP nin rakiplerini zindanlara doldurup üçünü idam ederken
Ve kolluk kuvvetleri
Geri kalan Demokrat Parti yöneticilerini köşe bucak ararken seçimler yapıldı.
Yani 27 Mayıs darbesini yapanlar
CHP ye meydanı boşalttıkları halde bile CHP tek başına iktidar olamadı.
CHP YE BULUNAN FORMÜL
Ama bu arada çok önemli bir şey oldu.
1961 Anayasası kabul edildi.
O Anayasanın içine Anayasal kurumlar derç edildi.
Böylece darbeciler
Hükumette iktidara taşıyamadıkları CHP yi
Anayasal kurumlar (Anayasa Mahkemesi, HSYK, MGK, YSK, YAŞ vs.) vasıtası ile devletin içine yerleştirdiler.
Bugün bile
Servet, sanat ve sporda (3S) CHP nin borusu öter.
Devletin derinliklerinde de hâlâ CHP vardır.
Bunun sıkıntılarını bugün bile yaşıyoruz.
En basit örneği ile 31 Mart seçimlerini ele alalım.
Sadece 83 sandıkta 11.000 oy Binali Beye yazılmamış.
Ak Parti seçim tekrarı istemedi.
Sandıkların yeniden sayılmasını istedi.
83 sandıkta bu kadar fahiş bir hata varsa, normal hukuk kurallarına göre sandıkların sayılması gerekmiyor muydu?
Ama
Baktılar ki, bu sayım sonucunda Binali Bey kazanıyor.. saydırmadılar.
Devleti ve milleti büyük masraflara sokarak yeniden seçim kararı aldılar.
(Rahmetli ÖZAL uzun iktidar dönemine rağmen
Anayasa Mahkemesine CHP li olmayan ancak 2 kişi sokabilmişti.
O sayı da
CHP zihniyetli Anayasa Mahkemesi üyelerinin partilerimizi art arda kapatmasına yetmemişti.)
Kaldığımız yerden devam edelim.
Yazı uzamasın diye atlayarak geçiyorum.
Milletin üstündeki asker baskısı azaldıkça 1965 ve 1969 seçimlerinde CHP nin nasıl nakavt olduğunu söylememe gerek yok.
1977 SEÇİMLERİ
Bu seçimle ilgili sadece rakamları yazıyorum.
Bu rakamlara bakarken hükumetin değil ama devletin CHP nin elinde olduğunu unutmayalım.
Yıl 1973
Nüfusumuz 37 milyon.. seçmen sayısı 16 milyon
Yıl 1977
Nüfusumuz 41 milyon yani 4 milyon artmışız
Normal şartlarda
Ve o yıllarda 18 yaş grubu oy kullanmadığı için seçmen sayısına 2 milyondan daha az bir rakam eklenmesi gerekir. Böylece 16+2 yani en fazla 18 milyon seçmen olması gerekirken
Seçmen sayısı 21 milyonun üzerine çıkıyor.
Bu nasıl oldu?
Bunu en veciz şekliyle
CHP de bakanlık yapan Hasan Esat Işık’tan dinleyelim:
‘’Bana 14 seçmen kartı çıkarılmıştı. 13 ayrı sandıkta oy kullandım 14’üncü sandığa gitmeye vakit kalmadı’’ diyor.
O yıllardaki yazılı medya incelendiğinde
Sahte oy kullananların azımsanmayacak bir nispette olduğu görülecektir ki, rakamları yukarıda verdim. 3 milyon sahte seçmen var.
Buna rağmen
CHP nin aldığı oy %41,5
Bu Cumhuriyet tarihinde almış olduğu en yüksek oydur.
Ama takdiri ilahi
CHP yine de tek başına hükumeti kuracak sayıya ulaşamadı.
DÜRÜST ECEVİT
CHP işi buraya kadar getirmişken işin peşini bırakır mı?
Bırakmadı
Türlü rezilliklerle Adalet Partisinden (AP) ayarttığı 11 milletvekilini
Güneş Motel’de pazarlayarak bünyesine kattı.
Böylece hükumeti kurdu
Ama
O günden sonra da Türkiye’nin yüzü gülmedi.
Terör belası yurdun dört bir yanını sardı. Maraş Çorum olayları patlak verdi.
Zamlar yağmur gibi yağmaya başladı.
Bu zamlara rağmen piyasada mal bulunamaz oldu.
Bir bereketsizlik ki, her yanı sardı.
Ülke olarak kıtlık dönemi yaşamaya başladık. Elektrik kesintileri… Yağ benzin mazot kuyrukları uzayıp gitti.
Piyasada ampul bile bulunamaz oldu.
(Ak Parti ambleminin ampul olması o günlerde aydınlığa duyulan iştiyakın bir tezahürü mü acaba?)
Neticede
İlk ara seçimde CHP 5-0 kaybedince Ecevit istifasını verdi.
1983 SEÇİMLERİ
1977 seçimlerinde seçmen sayısı 21 milyondu ya.
Aradan 6 yıl geçmesine rağmen,
1983 seçimlerine gelindiğinde seçmen sayısı 19 milyona düştü.
Daha başka bir şey demeye gerek var mı bilmiyorum.
Böylece
1977 de CHP nin %41,5 la kazandığı seçimin sırrı 1983 yılındaki seçmen sayısı ile ortaya çıkmış oldu.
Yine atlayarak geçiyorum.
2014-SEÇİMİ
Bu seçimde İstanbul’da 422 bin geçersiz oy tespit edilmiştir.
31 Mart 2019 seçiminde ise 320 bin oy geçersiz sayılmış. İtirazlarla bu rakam biraz daha düştü.
2014 yılındaki 422 bin geçersiz oy için Ak Parti itiraz etse 5 yıldır mecliste oturan meclis üyelerinin bir kısmı o mecliste olmayacak.. başkasının hakkını gasp etmeyeceklerdi.
Ama
Büyükşehir Belediye başkanlığı kazanılınca anladığım kadarı ile işin üstüne gidilmedi.
2019 SEÇİMİ
Bu seçimde de
Eğer CHP aç gözlülük yapmasa yine iş fark edilmeyecekti ama basiretleri bağlandı ve fahiş hatalar yaptılar.
Örnek olarak Avcılar da
Ak Partinin Büyükşehir adayı Binalı Beyin 204 oy aldığı bir sandıkta 0 (sıfır) oy yazılınca şüphe uyandı.
Daha sonra
Diğer ilçelerden de buna benzer rakamlar gelmeye başlayınca YSK ya itiraz kaçınılmaz oldu.
Öyle ya
Sadece 83 sandıkta 11.000 oy cebellezi yapıldığına göre 31,000 sandıkta kim bilir neler yapılmış.
Zaten
Ak Parti ‘seçim yenilensin’ demedi. ‘Sandıklar yeniden sayılsın..’ dedi.
Ama ‘ret’ cevabı alınca
En üst kurula itiraz etmek mecburiyetinde kaldı.
17.05.2019
Emin Batur
.
SURİYELİLER NEDEN İSTENMİYOR?
- Çünkü Ülkemizde 5. Kol faaliyeti yürüten Dış bağlantıları güçlü, parası bol ve etkin bir azınlık bu işi...
20 Temmuz 2019 Cumartesi 0:04
yazıyı büyütyazıyı küçült
SURİYELİLER NEDEN İSTENMİYOR?
- Çünkü
Ülkemizde 5. Kol faaliyeti yürüten
Dış bağlantıları güçlü, parası bol ve etkin bir azınlık bu işi devamlı körüklüyor.. Suriyelilere nefreti diri tutuyor
- Neden?
- Bunun birçok sebebi var
- Birkaç tanesini sayabilir misiniz?
- Kabaca 3 başlık altında toplayabiliriz: Tarihi, ekonomik ve siyasi sebepler…
- Şu anda en çok ekonomik yönden zarar verdikleri söyleniyor. İsterseniz oradan başlayın
- Aslında bilinenin aksine ekonomik yönden Suriyelilerin bize zararı değil katkısı vardır.
- Nasıl?
- Şöyle ki;
Yüz yıla yakın bir zamandır ülkemizde Araplara karşı ‘’Ne Arabın yüzü ne Şam’ın şekeri’’ politikası uygulanmıştır. Bunun ekonomideki karşılığı Araplarla sıfır ticaret politikasıdır
- Bu politika sadece ekonomide mi uygulandı?
- Hayır! Ekonomiden kültüre, turizmden spora, magazinden siyasete kadar her alanda uygulandı.
- Niçin ama!?…
- Çünkü Araplar gerek nüfus.. gerek bulundukları coğrafya ve gerekse sahip oldukları kaynaklar itibarı ile dünya dengesinde önemli bir rol oynayacak güce sahipler
- Bunun bizimle ne ilgisi var? Arabın serveti kendine.. bize ne faydası var?
- İşte işin ‘bam’ yeri burası!
- Nasıl?
- Arapların nüfusu serveti ve etkin bir coğrafyada bulunması hiçbir işe yaramıyor. Çünkü dağınık ve başsızlar
- Tamam.. da bunun bizim ekonomimizle ile ne ilgisi var? Ülkemizde 5. Kol faaliyeti yürütenlerin maksadı ne?
- Aslında işin tarihi derinliğine inmeden bunun izahı zor ama madem sordun söyleyeyim
- Lütfen!
- Emperyalist ülkeler Arapların bu zenginliğini ülkelerine çekmek ve dünyanın en stratejik bölgesi olan bu bölgeye çökmek istiyorlar. Nitekim çöktüler de…
- Peki, Arapların paralarını nasıl çekiyor batılılar?
- Petrol paralarını kendi finans merkezlerine çekerek.. işe yaramaz silahlar satarak ..turizm ticaret ve mal mülk almalarını sağlamak suretiyle Arapların paralarını çekiyorlar
- Ben hala bunun Suriyeliler ile ilgisi ve 5. Kol faaliyetini anlamadım
- Şimdi biz Arapların petrol paralarını ülkemize çekecek güce henüz gelmiş değiliz. İnşallah ilerde oluruz. Onlara Katar hariç silah da satamıyoruz. Küçücük devletlerin Amerika ve İngiltere’ye rağmen cesaret edip bizden silah almalarını da beklemeyelim. Bizde bile ‘S-400 leri alamazsınız.. Amerikan silahı alın!’ diyen politikacı yok mu?
- Peki, bunu anladım. Geriye ne kaldı? Sadece turizm mi?
- Evet. Öyle diyebiliriz ama gerçekte Araplar sivil inisiyatif kullanarak Türkiye’yi tercih ediyor
- Bunun Suriyelilerle ilgisi ne?
- Karşımızda 400 milyonluk bir Arap dünyası var. Ve biçare Suriyelilere Arap şeyh ve liderlerin ilgilenmediğini.. kendi kardeşlerine sadece Türkiye’nin sahip çıktığını görüyorlar
- Eeee..!
- Bundan dolayı Arap halkları dipten gelen dalgayla Avrupa seyahat rotalarını kısmen de olsa Türkiye’ye çevirdiler.
- Yani?
- Yani zımnen Türkiye’ye teşekkür ediyorlar. Çarşı Pazar AVM ve restoranları gezdiğin zaman bunu görürsün.
Ayrıca başta Turizm inşaat ve sağlık sektörü olmak üzere birçok sektöre olan katkılarını da unutma!
- 5. Kol faaliyeti ne yapıyor?
- Avrupalılar içimizdeki 5. Kol faaliyetleri ile.. ülkemize yönelen orta gelir grubu Arapların taciz edilerek tekrar Avrupa’ya yönelmelerini sağlamaya çalışıyor.
Çünkü
Şu anda gelenler zengin Araplar değil.
Korkuları; zengin Arapların da ülkemize yönelerek ticaret dengesini lehimize çevirmeleridir.
Eğer
Arapları korkutup kaçırırlarsa
Hem zengin Arapların da ülkemize yönelmeleri engellenecek, hem de piyasadan bir anda Arapların çekilmesiyle meydana gelecek kriz esnafı ve ekonomiyi vurarak bizi müşkül durumda bırakmak istiyorlar
- Anladım!… Peki, bu 5. Kol faaliyetini yürütenler Türk değil mi? Neden ülkemizin zarar görmesini istiyorlar?
- Piyasada gördüğün kendi halindeki vatandaşın bu dönen dolaptan haberi yok. Sosyal medyanın etkisiyle kandırılmış Suriyelilere karşı kışkırtılmış sade vatandaş masum
Ancak
5. Kol faaliyetini yürüten parası bol
Dış bağlantıları kuvvetli
Etkin kişilerin isimleri Ahmet Mehmet olabilir ama Türk değil,
Yolda pazarda AVM de gördüğün her Arap da Suriyeli değil…
- İşin tarihi ve siyasi tarafını konuşmadık…
- Onu da başka sefere inşallah
10.07.2019
Emin Batur
.
İnönü.Namı diğer Millişef..
I.KISIM İnönü defterinin açılması iyi oldu. Yılmaz Özdil’in İnönü ile ilgili yazısını okuduğumda çok önemsememiştim. Neticede Kemalistlere İnönü propagandası...
9 Kasım 2018 Cuma 6:12
.yazıyı büyütyazıyı küçült
İnönü.Namı diğer Millişef..
I.KISIM İnönü defterinin açılması iyi oldu.
Yılmaz Özdil’in İnönü ile ilgili yazısını okuduğumda çok önemsememiştim. Neticede Kemalistlere
İnönü propagandası yapan bir yazı.. bize ne!..
Ama
Daha sonra bu yazıyı aklı başında kişiler paylaşınca iş değişti. Ben de bir şeyler söyleme gereğini duydum.
Öyle ya! İnönü den en çok çeken bir neslin ahfadı olarak bir şeyler söylemek hakkımız.
Yazıyı mümkün olduğu kadar kısa tutmaya çalışacağım.
Başlıkları verip geçeceğim.
İsteyen o başlıklara bakıp gerekli araştırmayı yapabilir.
‘İnönü kimdir?’ deyince de onun Türk mü, Kürt mü vs. araştıracak değilim. Karabağ’dan mı gelmişler Bitlis’e mi yerleşmişler sonradan mı Malatya’ya geçmiş oradan İzmir’e geçip dedesi tablacılık mı yapmış, annesi dindar bir Yörük kızı mıdır önemi yok. Bunlar bizi ilgilendirmez.
Ben
Bizi ilgilendiren taraflarına kısaca bakmaya çalışacağım.
İNÖNÜ KİMDİR?
Her şeyden önce;
* İnönü bir askerdir ama iyi bir komutandır değildir. (Filistin ve Altıntaş hezimeti.. Bursa’yı tek kurşun atmadan Yunanlılara teslim etmesi vb. gibi)
* İnönü diplomattır ama iyi bir müzakereci değildir (Lozan Antlaşması)
* İnönü siyasetçidir ama demokrat değildir.. şefliğe ve diktatörlüğe meyyaldir.
Meyyal ne demek?
Herkese zulmü dokunan tam bir diktatör…
İNÖNÜ DÖNEMİNDE YAŞAYIP DA
ZULMÜNDEN KURTULABİLEN VAR MI? Var!
İnönü’nün zulmünden
Ancak
Uçanla kaçan kurtulmuş…
Mesela
Nazım Hikmet kaçtı kurtuldu.(Her ne kadar Demokrat Parti affından istifade ile kaçtıysa da.. İnönü’nün meşum gölgesi hala ortalıkta dolaştığından.. ‘ne olur ne olmaz..’ diyerek kaçmıştır Nazım… Öyle ya, İnönü avdet etse Nazım 28 yıl içerde yatacak. ‘neme lazım..’ deyip yurt dışına kaçmak zorunda kaldı)
Ama
Sabahattin Ali kaçamadı. Kaçarken vuruldu.
Bizimkilere gelince:
Onların gidebileceği bir yeri yoktu.
Hapishanelerde çürüdüler, sürgüne gönderildiler.
Bediüzzaman Said Nursi, Necip fazıl Kısakürek, Osman Yüksel Serdengeçti ve nice meşayihi kiram, Kur’an hocası vs. hapishanelerde çürüdüler.
Harpten yorgun çıkmış
Dizlerinde derman kalmamış vatandaşlar ise;
İnönü iktidarında
Kıtlık, yokluk, bit ve hastalıkla mücadele ederken, bir yanda da sırtında jandarma dipçiği ile hayatta kalmaya çalıştı. Bugün bile Aramızda o zulüm günlerini yaşamış ve İnönü’nün zulmüne maruz kalmış canlı şahitler var.
GELDİ İSMET GİTTİ KISMET
Fazla söze hacet yok.
Halk İnönü’ye ‘Geldi İsmet Gitti kısmet!..’ diyordu.
Demiryolu vergisi, hayvan vergisi, ekmek karnesi, jandarma dipçiği yetmiyormuş gibi, İnönü’nün inanca da en ufak bir müsamahası yoktu.
Ezanı Türkçeleştirmesi.. Kur an-ı Kerim’i öğrenmek isteyenlere baskın düzenlemesi vs. onun rutin işlerindendi.
İNÖNÜ
BUNDAN BAŞKA KİMLERE ZARAR VERDİ?
Bundan başka;
Ülkücüsü Solcusu Atatürkçüsü Müslümanı Yahudisi Ermenisi Rumu Azerisi
Kıbrıslısı
Bulgarı
Suriyelisi Herkes ama herkes İnönü nün zulmünden az-çok çekmiştir.
TABUTLUKLAR İnönü ye sahip çıkıp
Y. Özdil’in yazısını paylaşanlar arasında ‘Ülkücüyüm..’ diyenler de var ki, hayretimi mucip kıldı. Çünkü Gençliğimizde İnönü den en çok nefret edenler ülkücülerdi. Nefret etmekte de haklıydılar. İnönü Milli Şeflik döneminde rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti, Alparslan Türkeş, Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan vb. milliyetçileri tabutluklara doldurmuş, onlara çeşitli işkenceler yapmıştı.
Onun şerrinden kurtulmak için daha 1930 lu yıllarda Zeki Velidi Togan yurt dışına kaçmak zorunda kalmıştır.
NİHAL ATSIZ
Nasıl bir diktatör olduğunu ve kurduğu tedhiş düzenini bir anı ile anlatmaya çalışayım.
Nihal Atsız Rıza Nur’un manevi oğluydu.
Rıza Nur
Hatıralarını yazmış ve bunları Berlin ve Londra müzelerine 1960 yılında açılmak üzere mühürlemiş ve teslim etmişti.
2. Dünya savaşı sırasında Berlin bombalanınca
Rıza Nur manevi oğlu Nihal Atsız’ın yanında gayri ihtiyari olarak ‘Eyvah! Hatıralarım..’ diye ağzından kaçırıverdi.
Nihal Bey:
* Babacığım siz hatıra mı yazmıştınız?
* Yok yok.. yok evladım! Hatırat falan yazmış değilim.
Diyerek konuyu kapatmış.
Yazdıklarını manevi evladından saklayacak kadar bir korku içindedir Rıza Nur. İnönü dönemi böyle bir şeydi işte…
SOL KESİM
Kemal Tahir, Orhan Kemal, Nazım Hikmet hapis yattılar.
Ama
Hapis yatmayıp da İnönü zulmüne maruz kalan sol aydın da az değildi.
Başlıcaları,
Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin, Refik Halit Karay, Said Faik Abasıyanık, Cahit Irgat vs. yi sayabiliriz.
ATATÜRKÇÜLER
İnönü’ye en çok Atatürkçüler sahip çıkar
Ancak
Atatürkçüler de İnönü’den çok çekti.
Yukarıda ismini verdiğim yazarların bir kısmı ve ismini yazmadığım birçok Atatürkçü yazarçizer de hapis yattı gazete dergi ve kitapları İnönü döneminde toplatıldı.. matbaaları basıldı.
İnönü
Atatürk’ün resimlerini
Para pul ve devlet dairelerinden kaldırdı.
Atatürk yerine
Kendi heykellerini meydanlara.. resmini para pul ve devlet dairelerine astırmaya başladı.
İnönü
Atatürk’e bir mezarı bile çok görüp uzun yıllar cenazesini Etnografya müzesinde tutmuştu.
YAHUDİ ERMENİ RUM
Demiştim ya.. ‘İnönü’nün elinden uçanla kaçan kurtulur..’ diye.
Bu gayrimüslim vatandaşlarımız da kaçamayıp İnönü’nün eline düşen kurbanlardır.
İhdas ettiği Varlık Vergisi kanunu ile mal ve mülklerini ellerinden aldı.
Veremeyenler
Aşkale’ye sürgüne gönderildi.
Bu arada -25 derece soğuk iklime dayanamayıp ölen, ruh sağlığı bozulan, servetini bırakıp kaçanlar ayrı bir yazı mevzusudur.
Şimdilik bu kadar…
Nasip olursa
Gelecek yazıda konuya devam edeceğim.
ll. KISIM BAŞLIKLARI
* İNÖNÜ’NÜN
YURT DIŞINDA KALAN TÜRKLERE YAPTIĞI EZİYET
* AZERİLERİN
BORALTAN KÖPRÜSÜ
* BULGARİSTAN
NECMETTİN DELİORMAN
* SURİYE
ŞÜKRÜ EL KUVVETLİ
* İNÖNÜ
NASIL BİR ASKERDİ?
* ALTINTAŞ HEZİMETİ
* İNÖNÜ YUNANLARA BURSA’YI NASIL TESLİM ETTİ?
* FİLİSTİN CEPHESİ
* GARP CEPHESİ KOMUTANI
* 1.İNÖNÜ 2.İNÖNÜ SAVAŞI OLDU MU?
KAZIM AĞA İSMET AĞA
lll. KISIMDA İNÖNÜ’NÜN DİPLOMATİK VE SİYASİ YÖNÜ
NASILDI ONA BAKACAĞIZ
* LOZAN
* MÜŞAVİR HAYIM NAHUM
* İNGİLİZLERE VERİLEN 11 MİLYON ALTIN LİRA
* YUNANLARA BIRAKILAN SAVAŞ TAZMİNATI
* MİLLİ SANAYİMİZE VURDUĞU DARBE
* HAVACILIK VE SAVUNMA SANAYİMİZE YAPTIKLARI
VECİHİ HÜRKUŞ – NURİ DEMİRAĞ ÖRNEĞİ
* EĞİTİME VURDUĞU DARBE… ABD LİLERLE YAPILAN FULBRIGHT ANLAŞMASI
* KÜLTÜRÜMÜZE VURDUĞU DARBE… BULGARLARA SATILAN OSMANLI ARŞİVLERİ
* AMERİKAN ASKERLERİNİ İLK DEFA ÜLKEMİZE SOKMASI
* MARSHALL YARDIMI
* JOHNSON MEKTUBU KARŞISINDAKİ TAVRI (Johnson uçağı ile ABD seyaheti)
* VE SONU (Ermeni alfabesini okuyarak son nefesini vermesi)
10.11.2018
Emin Batur
.
Kemahlı İbrahim Hakkı efendinin idamı
KEMAH PARMAKKAYA KÖYÜMÜZÜN YETİŞTİRDİĞİ İBRAHİM HAKKI EFENDİ HAKKINDAKİ İDAM KARARINDAN BİR GÜN ÖNCE VEFAT ETMESİNE RAĞMEN MEZARI AÇILARAK İDAM...
27 Ağustos 2022 Cumartesi 10:47
yazıyı büyütyazıyı küçült
Kemahlı İbrahim Hakkı efendinin idamı
KEMAH PARMAKKAYA KÖYÜMÜZÜN YETİŞTİRDİĞİ İBRAHİM HAKKI EFENDİ HAKKINDAKİ İDAM KARARINDAN BİR GÜN ÖNCE VEFAT ETMESİNE RAĞMEN MEZARI AÇILARAK İDAM EDİLDİ !!!
“CHP deyip geçmeyin! İktidarları döneminde Kemahlı İbrahim Efendi’yi mezarından çıkarıp astılar!”
İstiklal mahkemeleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra yapılan devrimlere karşı gelenleri ve karşı geldiği iddia edilenleri yargılayan özel bir mahkeme idi. Temyiz hakkı yoktu. Yargılama çok çabuk bitirilir ve verilen idam cezası heme…n o gece infaz edilirdi.
Erzurum’dan Erzincan’a gelen İstiklal Mahkemesi, burada da darağaçları kurar. Mahkemenin gıyabında idama mahkum ettirdiği biri vardır: Mevlevi İbrahim Hakkı Efendi. Sultan Abdülhamid ve Sultan Reşad dönemlerinde sarayda vaizlik yapan İbrahim Hakkı Efendi, Milli Mücadele yıllarında bizzat faaliyette bulunmuş ve yerleştirilmek istenen dinsizlik rejimini daha 1921 yıllarında fark ederek dindar insanları o zamandan uyarmıştır.
İbrahim Hakkı, II. Meşrûtiyet’in ilanının ardından Erzincan Mevlevîhânesi’nin vakıflara dair işlerini takip etmek için 1328/1910 yılında İstanbul’a gitmiştir. Aynı yılın Eylül ayında bir Cuma günü namazdan sonra devrin pâdişahı Mehmed Reşâd ve Şeyhülislâm Mûsâ Kâzım Efendi, devlet ricâli ve ulemânın huzurunda Beşiktaş Sinan Paşa Câmii’nde Mesnevî’nin bir beytini şerhetmiştir. 1329/1911 senesinin ilk günlerinde yayımladığı Şemsü’l irşâd-Sultân Reşâd adlı risâlesi Meşrûtiyet idâresi aleyhinde ifadeler içerdiği gerekçesiyle toplatılmış ve İbrahim Hakkı’nın 5 Rebiü’l-âhir 1329/5 Nisan 1911’de Dîvân-ı Harb-i Örfî tarafından müebbeden Kemah’a sürgün edilmesine karar verilmiştir.
İstiklal Mahkemesi, İbrahim Hakkı Efendi’ye gıyabında idam cezası verir. Fakat Erzincan’da olmadığı için bu ceza infaz edilememiştir. İbrahim Efendi, hakkındaki idam kararı haberini aldığı günün ertesi sabah namazını kılarken ruhunu teslim eder. Çocukları, babalarının vefatını Şark İstiklal Mahkemesi’ne bildirirler. Ölüm haberinin doğru olup olmadığını araştırmak için köye bir müfreze çıkartılır. Müfreze, İbrahim Hakkı Efendi’nin yaşadığı Kemah ilçesine bağlı Müşekrek Köyüne gelip merhumun kabrini açtırır. Nahiye müdürü kabirdeki cesedin İbrahim Hakkı Efendi’ye ait olduğunu tasdik eder.
Ne yazık ki dirisini kurtaran İbrahim Hakkı Efendi ölüsünü kurtaramamıştır. İbrahim Hakkı Efendi’nin cesedi kabrinden çıkartılır ve oracıkta hazırlanıveren darağacına çekilir.
Kaynak :http://www.kemahtarihi.com/?Syf=18&Hbr=162442
.
DÜŞMAN KAPIYA DAYANDIĞINDA CHP’NİN NE YAPACAĞINI ÖĞRENDİK SIRA HAYAT PAHALILIĞI İLE İLGİLİ YAPACAKLARI AÇIKLAMADA…
CHP İstanbul milletvekili S. Tanrıkulu İktidara geldiklerinde SİHA üretimini durduracaklarını Savaş suçu işleyen SİHA merkezini Yurtdışına taşıması için Selçuk...
24 Haziran 2022 Cuma 11:00
yazıyı büyütyazıyı küçült
DÜŞMAN KAPIYA DAYANDIĞINDA CHP’NİN NE YAPACAĞINI ÖĞRENDİK SIRA HAYAT PAHALILIĞI İLE İLGİLİ YAPACAKLARI AÇIKLAMADA…
CHP İstanbul milletvekili S. Tanrıkulu
İktidara geldiklerinde SİHA üretimini durduracaklarını
Savaş suçu işleyen SİHA merkezini
Yurtdışına taşıması için Selçuk Bayraktar’a 2 hafta süre vereceklerini söyledi.
NEDEN SİHA?
Çünkü
SİHA’lar bundan sonra yapılacak savaşlarda
En etkin 4 silahtan biri olacak.
ABD bunu itiraf ediyor.
Sezgin Tanrıkulu da bu SİHA’ların ölümcül silahlar olduğunu söylüyor.
Yani
Söylemler tetabuk ediyor.(Örtüşüyor)
ABD’NİN YUNANİSTAN’I İŞGAL ETTİĞİ BİR ZAMANDA…
… Sezgin Tanrıkulu’nun bu açıklaması milletimiz için bir şans.
Neden?
Çünkü
Amerika Yunanistan’ı dişine kadar silahlandırmış ve bize karşı kışkırtıyor.
Ufak bir tahrik neticesinde karşılıklı silahlar ateşlenebilir.
Yani
Bir anda kendimizi (Allah korusun) savaşın ortasında bulabiliriz.
PAHALILIK
İşte o zaman
Pahalılıktan çok daha önemli şeylerin olduğunu öğreneceğiz.
Çoluk çocuğumuzla
Bomba sesleri duymadan, can güvenliği sağlanmış huzurlu bir şekilde evimizde uyumanın ne kadar önemli bir nimet olduğunu
Bunun da SİHA gibi etkin silahlara medyun(borçlu) olduğumuzu anlarız
Ama
İnşallah geç kalmış olmayız.
- Peki, S. Tanrıkulu’nun bu açıklaması bizim için neden şans oluyor ki?
- Onu birazdan açıklayacağım
Ama önce
Yunanistan ile savaştığımızda ne olur onu arz edeyim.
1974 KIBRIS HAREKÂTI GİBİ OLUR MU?
Hayır, olmaz!
O zamanlar
Avrupa ve Amerika Yunanistan’ın tarafını tuttuğu halde direkt savaşa müdahale cesaretinde bulunamamıştı. Sovyetler Birliği faktörünü göz önüne alarak, sadece ambargo uygulamak
Ve
Kıbrıs Rum Kesimi’ni tüm Kıbrıs’ın temsilcisi olduğunu kabul etmekten öteye geçemediler.
Hatta o savaşta
Yunanistan bile karşımıza çıkmaya cesaret edememişti.
Böyle olunca
Mehmetçik Beşparmak dağlarını aştığı anda Rumlar çil yavrusu gibi dağılıp kaçışmaya başladı.
Ecevit harekâtı durdurmasa Kıbrıs’ın tamamını almak 1 günlük işti
Ama
Yaklaşık 50 yıl önceki hatayı tekrarladık.
1922’de Yunan kaçmışken (resmi tarih ‘denize döktük’ diyor) 12 Ada’yı almadığımız gibi.. o gün de (1974) Rumlar dağılmışken tüm adayı almaktan
Ecevit’in marifetiyle vaz geçtik.
Ama şimdi…
ABD
SAVAŞA DİREKT MÜDAHELE EDECEK GİBİ DURUYOR
Ama şimdi durum öyle değil.
Amerika’nın
Yunanistan’a yığdığı ve Kuzey Suriye’de YPG’ye verdiği silahların bize döneceği bilinen bir şey.
Bu durumda elimizdeki en büyük koz SİHA’lar olacak. Tabii olarak başka silahlarımız da var
Ama
Amiral silahımız SİHA…
Bunu tüm dünya bildiği gibi Amerika da biliyor.
İşte
S. Tanrıkulu’nun açıklaması burada önemli hale geliyor.
DÜNYADA
BU KADAR AÇIK SÖZLÜ
BİR MUHALEFET BULAMAZSINIZ!
Muhalefet açık açık söylüyor.
Düşman için hazırladığımız ölümcül silahların üretimi durdurulacak.. SİHA merkezini yurt dışına çıkarılması için Selçuk Bayraktar’a 2 hafta süre verilecek.
Adam daha ne desin?
.Biz
“CHP iktidar olursa
Yüz yıldır silah üretimine müsaade etmediği gibi
Şu anda başlayan silah üretimimizi de durdur…” desek insanları inandıramazdık
Ama
CHP’nin HDP kontenjanından milletvekili olan S. Tanrıkulu açık açık belgeli bir şekilde bunu söyleyerek işimizi kolaylaştırıyor.
Bundan sonrası seçmene kalmış.
CHP hayat pahalılığını da
Yatırım ve üretimi durdurarak önleyeceğini.. geçen yazımda anlatmaya çalışmıştım.
Şimdi de
Düşman kapıya dayandığında ülkeyi nasıl koruyacağını kendi milletvekilinin beyanı ile öğrenmiş olduk.
Karar milletimizindir…
21.06.2022
Emin Batur
.OSMANLI AHLAK VE SECİYESİ
Dindar CHP
Aydın Ünal
Aydın Ünal
1970 yılında Ankara'da doğdu. Ankara Merkez İmam Hatip Lisesi, ODTÜ ve Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi'nde okudu. Yörünge, Belde, Ülke, İkindi Yazıları, Hece, Tezkire gibi yayınlarda yazdı. Hak-iş Basın danışmanlığı, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığı Danışmanlığı, Başbakan ve Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığı göre ...devamı
144 144 20 Mart 2017
“Ne örümcek ne yosun,
Ne mucize ne füsun
Kâbe Arab'ın olsun
Bize Çankaya yeter.”
Bu çirkin dizelerin yazarı, 6, 7 ve 8. Dönem CHP Milletvekili Kemalettin Kamu. Bu dizeler, döneminin istisnai ya da marjinal dizeleri de değil. Tek Parti CHP döneminde çok sayıda yazar ve şair buna benzer ifadeleri sıkça kullanmıştı. Şiirlerde ve yazılarda Atatürk, “ilah”, “mabud”, “Tanrı”, “yaratıcı” olarak; o günlerde henüz ismi konulmamış Kemalizm ideolojisi de yeni bir “din” olarak tavsif edilmişti.
CHP, İslam dinini modernleşmenin ve terakkinin (kalkınmanın) önündeki en büyük engel olarak görüyordu ve Anadolu'dan İslam'ın tüm izlerini silmek için ceberut bir politika izliyordu. Ezan Türkçeleştirilmişti; namazın değiştirilmesini, namazda Nutuk'tan pasajlar okunmasını önerenler bile vardı. Camiler kapatıldı, Kur'an okumak ve öğretmek yasaklandı, İlmihal kitaplarının dahi basılması ve dağıtılması önlendi.
1950'de, çok partili ve serbest seçimlere gidilirken, halk, sadece yoksulluğunun değil, dinine yapılan ağır saldırının da intikamını almayı sabırsızlıkla bekliyordu. “Açık oy, gizli tasnif” yoluyla yapılan 1946 ve 1949 seçimlerinde DP'nin ayak sesleri duyulmuştu. CHP ilk manevrasını işte o zaman yaptı: Muhafazakar/dindar Şemsettin Günaltay'ı, 1950 seçimleri öncesinde Başbakanlığa atadı. Tabii ki halk bunu yutmadı ve DP'yi ezici bir oy oranıyla iktidara taşıdı.
1966 seçimleri öncesinde CHP'liler İnönü'den bir ricada bulunurlar: “Paşam, diğer partiler CHP'yi din düşmanı olarak gösteriyorlar. Ne olur konuşmalarınızda 'Allah' deseniz.” İnönü kürsüye çıkar, konuşmasını yapar, “Allah'a ısmarladık” diye bitirir. CHP'lilerin yanına gelip, “işte 'Allah' dedim, memnun kaldınız mı?” der.
Kızı, damadı, yakın arkadaşları, “İnönü çok dindardı” diye anlatırlar. Hepsi de, İnönü'nün yatak odasında asılı “Allah'ın Dediği Olur” levhasını delil gösterirler.
CHP, özellikle seçim dönemlerinde dindar görünmek için büyük çaba sarf ediyor. Son yıllarda bunun çokça örneğini gördük: Yaşar Nuri Öztürk, Müftü İhsan Özkes, Mehmet Bekaroğlu gibi isimler milletvekili yapıldı. Kılıçdaroğlu din adamlarıyla toplandı, Kutlu Doğum Haftası etkinliklerine katıldı. Sonu şiddetle bitse de başörtüsü açılımları yapıldı.
16 Nisan'a giderken CHP'nin bu çabaları da ivme kazanmış durumda. Kılıçdaroğlu dini içerikli açıklamalar yapıyor. CHP'nin seçim şarkısında bolca “İnşallah, Maşallah, Allah” ifadeleri geçiyor.
Yine de tutmuyor, yine de olmuyor. Neden mi?
Birincisi, CHP, karşısındaki partilerin “din istismarı” yaptığına inanıyor ve din istismarına yöneliyor. Oysa CHP karşısındaki partiler din istismarı yapmıyorlar; bu partilerin kadroları ve tabanları zaten dindarları da kapsıyor. Dini yaşam tarzı, dini hassasiyet, dini kavramlar, bu partiler tarafından kullanılmıyor, tabii bir şekilde yaşanıyor.
İkincisi, din istismarı yapmak için dahi asgari din bilgisine ihtiyaç var. En güncel örneği de Fetullah Gülen. Her ne kadar Fetullah Gülen'in dümen suyuna girmiş olsa da, CHP, asgari din bilgisine sahip olmadan din istismarına yöneliyor ve tabii ki çuvallıyor. 2011 seçimlerine giderken Kılıçdaroğlu Siirt konuşmasında “Statükocuların Allah'ı Ankara'da oturuyor” gibi çok münasebetsiz bir ifade kullanmıştı. Cehaletle istismar bile olmuyor.
Üçüncüsü de, CHP, din istismarını bir politika edinse, Genel Başkan düzeyinde çabalasa bile, kadrolar buna izin vermiyor. Yine 2011 seçimlerinde, CHP Milletvekili Binnaz Toprak, Zincirlikuyu Mezarlığı girişinde yazılı “Her nefis ölümü tadacaktır” ayetine “sinir bozucu” demişti. Neredeyse her gün bir CHP'li, ya din derslerine, ya nüfus cüzdanlarındaki din hanesine, ya da milletin bir kutsal dini değerine dil uzatıyor. Yani CHP din istismarı yapıyor, ama bunu bir bütün olarak, ahenk içinde götüremiyor.
En son, “tecrübeli” bir siyasetçi, Deniz Baykal, Trabzon'da yaptığı bir konuşmada “Peygambere bu yetkiyi versen Peygamber'i bozarsın” gibi son derece münasebetsiz, yakışıksız bir ifade kullandı.
CHP, “din düşmanı” olmadığını göstermek ve din istismarıyla oy toplamak için 70 yıldır çabalıyor; ama çabaladıkça daha da batıyor.
CHP, bilime ve Kemalizm'e olan sarsılmaz imanıyla, halkla ilişkileri bir matematik denklemi gibi görüyor. Oysa halk, ya da çoban, bir profesör gibi sadece aklıyla değil, aklıyla birlikte vicdanıyla, kalbiyle, basiretiyle, ferasetiyle, engin hikmetiyle karar verir.
Halkın gönül gözü vardır; “Allah” diyenin dilini değil, ta kalbini görür.
CHP'nin inşallahlı, maşallahlı seçim şarkılarına ya da nutuklara ihtiyacı yok. Böyle bir tarih bagajıyla ve 70 yıldır ısrarla denenen istismar manevralarıyla ulaşacağı bir nokta da yok. CHP, Baykal gibileri sustursun, bir de odalara “Allah'ın Dediği Olur” levhasını astırsın, şimdilik kafidir.
.
27 Mayıs ruhu CHP’de hala yaşıyor
Tarihçi Cemil Koçak: 27 Mayıs ruhu CHP’de hala yaşıyor Tarihçi Cemil Koçak: 27 Mayıs cuntası ile CHP arasında ‘derin ilişkiler’ vardı. Bugün ‘darbelerden CHP çok zarar görmüştür’...
11 Mayıs 2020 Pazartesi 8:04
yazıyı büyütyazıyı küçült
27 Mayıs ruhu CHP’de hala yaşıyor
Tarihçi Cemil Koçak: 27 Mayıs ruhu CHP’de hala yaşıyor
Tarihçi Cemil Koçak: 27 Mayıs cuntası ile CHP arasında ‘derin ilişkiler’ vardı. Bugün ‘darbelerden CHP çok zarar görmüştür’ diyenlerin hafıza kayıpları derin olmalı
İSA TATLICAN, Sabah
Önce CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, ardından CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu ve son olarak CHP Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erkek’in askeri darbeyi ima eden açıklamaları gündemin en üst sıralarına tırmandı. CHP’den gelen bu açıklamalar tartışma yaratırken Ermeni Diasporası ve PKK/HDP çizgisinde yazıları ile tanınan Ragıp Sarakolu’nun Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Adnan Menderes’in trajik sonu ile tehdit eden “Kaderden kaçış yok” başlıklı yazısı tartışmaya yeni bir boyut kazandı. Darbe çığırtkanlığı yapan bu açıklamalar ne anlama geliyor? Türkiye darbeler tarihi denilince ilk akla gelen isimlerden biri olan Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi tarihçi Cemil Koçak ile CHP ve Türkiye Solu ile askeri darbeler arasındaki 100 yıllık ilişkiyi konuştuk. Yıllardır darbeler ve CHP arasındaki bağlantı konusunda çalışmalar yapan Cemil Koçak, 100 yıllık darbe geleneği ve günümüzdeki uzantıları hakkında ilginç detaylar aktardı.
İTTİHATÇI DARBE GELENEĞİ YAŞIYOR
-Hocam darbeler tarihi denilince konuya hep “İttihatçı Gelenek” ile başlanılır. Nedir bu ittihatçılık?
İttihatçılık, “kurtarıcılık” misyonunun zirvesidir. İttihatçı, kendisinden başka hiçbir kişinin ya da siyasal akımın toplum için yararlı bir şey yapamayacağına derin bir inançla bağlıdır. Bu nedenle muhakkak iktidarda olmalıdır. İttihatçı olmayan herkes “ihanet” içinde olarak algılanır ve dünyası “hainler” ve “düşmanlar” üzerine kurulur. Siyaset, bu anlamda bir “harp”tir ve karşı tarafın “imhası”na dayanır. İttihatçılar, 1908′de bir darbeyle geldiler; ardından o zamana kadar dillerinden düşürmedikleri “hakimiyeti milliye” sloganının gerçek hayatta kendilerini iktidar yapmadığını görünce, bu kez de 1913′de yine askeri bir darbeyle yönetime el koydular.
DARBE GELENEĞİ 100 YILA DAMGA VURDU
-İttihatçı darbe geleneği hala yaşıyor mu?
Evet, O tarihten itibaren de fiili bir diktatörlük içine girildi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne “cemiyeti mukaddes” adını vermeleri de, kendi kendilerine yüklendikleri misyonun ruhunu açığa çıkaracaktır. Elbette “mukaddes” bir cemiyetin ya da partinin sorgulanması, eleştirilmesi, ancak “hainler”in yapabileceği bir şeydi. Kendilerinden olmayanlar “vatan haini” olarak tanımlandılar. Türkiye’de iktidar-muhalefet ilişkisinin bu şekilde yapılanması, rahmetli Tarık Zafer Tunaya’nın yapıtlarında da ortaya konulduğu gibi, İttihatçıların siyasal kültürünün günümüze kadar sürmesine neden oldu. Bu siyasal kültür, toplumun son 100 yılına damga vurmuştur denilebilir.
1954 SEÇİMLERİ CHP İÇİN HAYAL KIRIKLIĞI OLMUŞTU
-27 Mayıs darbesi ve CHP arasındaki ilişki hep tartışılıyor. Siz bu konuda yıllardır çalışıyorsunuz. Gerçekten var mı bu ilişki?
27 Mayıs darbesinin sanıldığı gibi, DP döneminin son günlerinde oluşan bir cuntanın eseri olduğunu düşünmek son derece yanıltıcı olur. Aksine, cunta, DP’nin büyük bir seçim zaferi kazandığı 1954 seçiminden hemen bir yıl sonra kuruldu. Yani, darbeciler, 27 Mayıs’ta açıkladıklarının aksine, henüz ortada bir “kardeş kavgası” olmadığı bir sırada, DP’yi devirmek üzere harekete geçmişlerdi bile… 1954 seçiminde CHP’nin kazanacağı beklentisi içinde olanlar için seçim sonucu büyük bir hayal kırıklığı oldu. Bu türden hayal kırıklıkları, o zamanın deyimiyle asker-sivil aydınları derinden yaraladı.
CUNTA-CHP ARASINDA DERİN İLİŞKİ VARDI
-Cunta ile CHP arasında nasıl bir ilişki vardı?
27 Mayıs sonrasının jargonuyla “zinde güçler”, CHP’nin yeniden iktidar olmasının ancak bir darbeyle mümkün olabileceğine kesin olarak karar verdiler. Bundan sonrası sadece bir darbenin hazırlık süreci olarak görülmelidir. Elbette 27 Mayıs cuntası ile CHP arasında “derin ilişkiler” vardı. Darbeden önce de vardı; yıllar sonra cuntacıların anılarında bu “derin ilişkiler” adeta bir övünç vesile olarak da anlatıldı zaten… Bugün “darbelerden CHP çok zarar görmüştür” diyenlerin hafıza kayıpları derin olmalı…
DARBECİ ZİHNİYETİN BİTMEDİĞİNİ 15 TEMMUZ’DA GÖRDÜK
-Hala tek bir CHP’li yönetici 27 Mayıs darbesini eleştirmedi. Aradan geçen tam 60 yılda hiç mesafe alamadık mı?
Yıllar önce “27 Mayıs ruhunu sürdürenler var” diye yazdığımda; pek çok kişi, artık darbelerin tarihe karıştığını ve böyle bir tehdidin olmadığını söyledi. Fena halde yanıldıklarını korkarım 15 Temmuz gecesinde gördüler. Açıkça söyleyeyim: Seçmenlerin neredeyse belki de üçte birinin kendi siyasi ve ideolojik görüşüne uygun bir askeri darbeyi desteklemeye hazır olduğu bir toplumda; darbelerin önüne geçmenin zor olduğunu anlatmaya çalışıyordum sadece.
DARBECİLERİ ALKIŞLAYANLAR HALA GÖZLERİMİZİN ÖNÜNDE
-Toplumun bir kesiminde hala darbeci bir damar var mı?
Siz bakmayın sakın, “herkes”in darbe karşıtı olduğu yolundaki siyasi edebiyata. 15 Temmuz gecesinde darbecileri alkışlayanlar, yazlıklarda ilk kadehlerini darbe için kaldıranlar daha gözlerimizin önünde iken; arada bir -nedense gerek görülerek- Menderes’in idamı türlü benzetmelerle kamuoyuna hatırlatmalar, olağan koşullarda iktidarların değişmesi ancak seçim yoluyla olurken, “bir şekilde” iktidar değişikliğinden söz edenler varsa; aradan geçen sürenin “darbe kültürü”ne herhangi bir şekilde “zarar verdiği” söylenemez. Evet, bugün de seçimden herhangi bir beklentisi olmayanların ya da kalmayanların darbe beklentisi içinde olmaları, bu kültürün bir parçasıdır.
İNÖNÜ KAMUOYUNA BİR DUYURU YAPSAYDI…
-İnönü 27 Mayıs’ın neresindeydi. Darbeyi ve idamları durdurabilir miydi?
Elbette spekülasyonun sonu yok; durdurabilir miydi; belki evet belki hayır; çünkü Milli Birlik Komitesi dahi tek başına karar alıcı olmaktan çıkmıştı bu süreçte. Silahlı Kuvvetler Birliği, bir başka ve alternatif cunta olarak ağırlıklı bir şekilde yer almıştı, ordu içinde… Bu kadar güç mücadelesinde İnönü’nün gücü tam olarak ne kadardı sorusuna yanıt vermek zor… Yine de kamuoyuna bir duyuru yapmış olsaydı; o zaman gerçekten de bu güce sahip olup olmadığını anlayabilirdik. Bugün için artık çok geç… Cemal Gürsel’e hitaben kişisel mektup yazmak; muhakkak ki, siyaseten yapılabilecek en asgari bir işti. Bunu, ileride siyasal ithamlarla karşılaştığında kullanmak üzere yaptığı söylenebilir tabii ki… Bir de sonuçta idamlar ordunun eseri olarak görülecekti. Siyasetteki karşılığı sanırım “kestaneleri ateşten alacak olanlar”a karışmamak olarak tarif edilebilir. Sonra afiyetle yemek politikada herkesin daha çok işine gelir. Sorun olursa da; “bizimle ilgili değil; onlar yaptı”; bu, politikacıların en hoşlandıkları konumdur.
HEPSİ 28 ŞUBAT’A DESTEK VERDİ
-Tam darbeler geleneği bitti derken 28 Şubat post-modern darbesi ile yüzleştik. CHP, STK’lar, medya, iş dünyası bu darbeye gizli ve açık destek verdi.
Evet, 28 Şubat… Bütün mesele de burada düğümleniyor zaten… “Darbelere karşıyız; darbelerden çok çektik; darbeler hep bize karşı yapıldı” diyenlerin tamamının 28 Şubat’ın arkasında, yanında ve hatta önünde olduğunu görmek; Türkiye’de politikanın hangi perdelemelerle yapıldığını göstermesi açısından önemli bir derstir. Ne tuhaf; her an darbelere karşı olduğunu ileri sürenlerin neredeyse tamamı, darbenin yaklaştığı anda ya da darbe anında birdenbire kendilerini “vatan kurtaranlar”ın safında buluyorlar. Çünkü, İttihatçı ruh, onları tamamen ele geçirmiş ve sarmış vaziyette… Darbeciler, olağan dönemde basın özgürlüğünü dillerinden düşürmezler; 28 Şubat’ın “basın özgürlüğü”ne gönülden katılırlar! Aslında yaptıkları açıktır: Darbeciler, hep “demokrat, hürriyetçi” geçinirler; yeter ki, bir iktidara gelsinler; sonrası kolaydır…
15 TEMMUZ BAŞARILI OLSAYDI ALKIŞLAYACAKLARDI
-CHP ve Türkiye Solu 15 Temmuz 2016 darbe girişiminde iyi bir sınav verebildi mi sizce?
Son darbe, kesinlikle 27 Mayıs’tan ilham almıştı. 27 Mayıs öncesindeki söylentiler, dedikodular, propagandalar, uzun zamandan beri Türkiye’de zaten iktidara karşı işleniyordu. Bunun ana nedeni; bir darbeye vesile teşkil etmesi, kamuoyunu oluşturması ve darbenin kamuoyunun belli bir kesimi tarafından desteklenmesinin sağlanmasıydı. Sözün özü: Türkiye’de utangaç darbeciler var; maskeli darbeciler var; kendilerini “demokrat, özgürlükçü, çağdaş, cumhuriyet değerlerine sahip çıkan” gibi sıfatlarla anan; aslında utangaç darbeciler bunlar. O akşam eğer darbe başarılı olsaydı; darbenin destekçisi olanlar da onlar olacaktı yine… Tıpkı, 27 Mayıs’ta, 12 Mart’ta, 28 Şubat’ta ve elektronik muhtırada olduğu gibi… Darbelerin gerekçesi önceden hazırlanır. Utangaç darbecilere gelince; 30-35 yıldan beri “darbe olursa, tankın üzerine çıkarım” diye demeç verenleri sanırım hepimiz hatırlarız. Ünlü gazeteciler, politikacılar, üniversite hocaları… O gece bu türden maskelerin düştüğünü açıkça gördük hep birlikte… Gönüllerinden geçen tek şey, aslında darbenin başarılı olmasıydı.
70 YILDIR İKTİDAR OLAMAMA SALDIRGANLAŞTIRDI
-Günümüze geldiğimizde hala bu zihniyetin darbe imasında bulunduğunu görüyoruz. Hala darbeci zihniyet CHP’nin genlerinde yaşıyor mu?
Evet İttihatçı ruh içlerine sinmiş vaziyette ve ondan kurtulmaları da zor. Şunun için: Düşünün ki, ana muhalefet partisi, 100 yaşında neredeyse; ilk serbest seçimden bu yana neredeyse hiç iktidar olamamış… 70 yıldan söz ediyoruz. Gelecekte de olacağına ilişkin bir belirti pek yok. Bu hal, ister istemez, sinir bozucu; kim olsa öfkelenir. Ve öfke, saldırganlık olarak kendisini belli eder.
CHP SEÇİMLE İKTİDAR OLAMAYACAĞINI BİLİYOR
-Neden bir genel seçimi beklemek yerine darbe imasında bulunmayı tercih ediyorlar?
Hayret, geçen yılki Mart ve Haziran yerel seçim sonuçlarına rağmen hala seçim sonucunda iktidar hazırlığı yerine, söylem düzeyinde bir kabadayılık tercih ediliyorsa; bunun bir temel nedeni muhakkak vardır. Bunun nedenini söyleyeyim: Bizzat muhalefet partileri de bir iktidar değişikliğini seçim aracılığıyla pek beklemiyorlar. Zaten gerçekten de böyle bir beklenti olsaydı; bunca zamandır “erken seçim” söylentisi yerine; yerel seçimlerin hemen ertesi günü bütün muhalefet partileri, bu seçim kazancının ardından, muhakkak erken seçim talep ederlerdi. Nedense hiçbirinin aklına bunu yapmak gelmedi; aksine, erken seçim istenmiyor denildi ve geçildi. Kanımca bu türden siyasi işaretler, “başka yollar” tabirinin temelini oluşturuyor. 27 Mayıs öncesi gibi, eğer bir iktidar umudu seçim sandığından geçmiyorsa…
TÜRKİYE SOLU CUNTALARLA SARMAŞ DOLAŞ OLDU
-Son olarak Ragıp Zarakolu’nun çok açık bir darbe ve idam tehdidi kokan yazısı gündeme geldi. Türkiye solunda da darbe heveslisi bir damar var mı?
Unutmayalım ki; Türkiye’de sosyalist akımların çoğu 27 Mayıs-12 Mart döneminde cuntalara bulaşmıştı; hatta çoğu sarmaşdolaş olmuştu bile… 12 Mart muhtırasının hemen aynı gün neredeyse bütün sol ve sosyalist örgütler tarafından desteklenmesi, bu canciğer kuzu sarması olmanın sonucuydu zaten… 9 Mart 1971 sol darbenin hazırlıkları bilinmeden ve hatırlanmadan Türkiye’de sosyalist akımların tarihini yazmak bir külkedisi masalından ibaret kalmaya mahkumdur. Aradan geçen 50 seneden sonra, hele hele o günleri yaşamış ve bu tarihsel, siyasal ve hayat tecrübesini acı bir şekilde yaşamış olanların artık bu türden görsel benzetmelerden; kelime oyunlarından kaçınmaları beklenirdi.
ANNEME KEMALİST OLDUĞUMU SÖYLEMEYİN BENİ SOSYALİST ZANNEDİYOR
-Türkiye Solu bu darbe hastalığından neden kurtulamıyor?
Ama öyle olmuyor; çünkü, basit: Türkiye’de sosyalistlerin kahir ekseriyeti, sosyalist değil aslında Kemalisttir ve ortak o kadar çok paydaları vardır ki; İttihatçı ruh onların da içinde yeşermiştir. Türkiye’de pek çok sosyalist biraz da mizahi olarak şunu söyleyebilir: “Anneme Kemalist olduğu söylemeyin, o beni sosyalist sanıyor.” 15 Temmuz gecesi genel olarak sosyalistlerin aldığı tavır da, bununla birleşince, belki köklere dönüş olarak ifade edilebilecek bir ruh hali belirmiş olabilir de… Sosyalistlerin tarihsel olarak seçim sandığına olan güvensizlikleri de hatırlanacak olursa hele…
.
CHP’de milli bir hassasiyet kaldı mı?
Kurtuluş Tayiz, Akşam Türk çıkarlarına en büyük muhalefetin içeriden, CHP’den kaynaklandığı artık bütün çıplaklığıyla gün yüzüne çıkmış durumda. Üstelik...
20 Aralık 2019 Cuma 8:29
yazıyı büyütyazıyı küçült
CHP’de milli bir hassasiyet kaldı mı?
Kurtuluş Tayiz, Akşam
Türk çıkarlarına en büyük muhalefetin içeriden, CHP’den kaynaklandığı artık bütün çıplaklığıyla gün yüzüne çıkmış durumda. Üstelik örtülü ya da dolaylı değil, CHP açık açık devletin-milletin ortak çıkarları diyebileceğimiz konularda “karşıt” tutum alıyor. İsrail, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni insansız hava araçlarıyla takviye ederken CHP grubu, Kuzey Kıbrıs’a gönderilen İHA’larımıza sadece karşı çıkmakla kalmıyor, salya sümük, küfür hakaret, tehdit ve şantajla Kıbrıs’a İHA gönderildiği için Meclis’te kıyameti koparıyor. Milletin Meclisinde Türk İHA’ları üreten aileyi, şirketi, buna aracı olan herkesi açıkça tehdit edip gözdağı veriyorlar.
Durum gerçekten çok vahim. Bir ülkenin ana muhalefet partisi, neredeyse her konuda kendi devletinin karşısında yer alabilir mi? Yabancı devletlerle, güçlerle aynı safta, sırada durabilir mi? Her ülkenin “milli” çıkarları vardır, bu “milli” çıkarlar siyasi partilerin de kırmızı çizgisini oluşturur.
Yunanistan’da ana muhalefet partisi, mesela “Kıbrıs’ı Türklere verelim, gitsin” diyebilir mi? Kıbrıs’a gönderilen insansız hava araçları için Yunan Meclisinde muhalefet, iktidar partisine saldırır mı? Türkiye’de işler o kadar tersine dönmüş durumda ki CHP, kendi milli çıkarlarını savunsa asıl şaşırtıcı olacak. Cumhuriyetin kurucu partisi nasıl oldu bu cumhuriyetin karşısına dikilen bir partiye dönüştü?
Her konuda kendi ülkesinin karşısında, yabancı tezlerin-güçlerin yanında duran bir parti olmaz, olursa da o ana muhalefet partisi olmaz. Bir tane HDP var zaten, CHP de ikinci HDP olur en fazla. CHP’de milli çizgiden sapmanın başsorumlusu şüphesiz Kemal Kılıçdaroğlu yönetimidir. Kaset darbesiyle yönetime getirilmesi de herhalde tam da bu işleri yapması içindi. Doğrusu başaralı da oldu, CHP’de devletçiliği, halkçılığı, milliyetçiliği, cumhuriyetçiliği bitirdi. Bir devleti yıkmak için önce bu değerleri yıkmak gerekir ki, CHP’de olan gerçekten budur!
.
‘CHP tarihiyle yüzleşme cesareti gösterememiştir’
CHP’nin Türkiye’ye yaşattıkları için özür dilemesi gerektiğini ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, “İskilipli Atıf Hoca’nın idamından Dersim olaylarına, Türkçe ezan...
23 Aralık 2019 Pazartesi 0:08
yazıyı büyütyazıyı küçült
‘CHP tarihiyle yüzleşme cesareti gösterememiştir’
CHP’nin Türkiye’ye yaşattıkları için özür dilemesi gerektiğini ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, “İskilipli Atıf Hoca’nın idamından Dersim olaylarına, Türkçe ezan zulmünden 27 Mayıs darbesindeki rolüne kadar pek çok üzücü hadisede CHP tarihiyle yüzleşme cesareti gösterememiştir.” dedi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenen 2019 Necip Fazıl Ödülleri Töreni’ndeki konuşmasında, tarihlerinin doğrusuyla, yanlışıyla, eksiğiyle, fazlasıyla, sevinciyle ve üzüntüsüyle kendilerine ait olduğunu kaydetti.
Geçmişle yüzleşmenin toplumu küçültmeyeceğini, tam tersine büyüteceğini anlatan Erdoğan, “Bilhassa hakikatlere ulaşma şansımızın oldukça yüksek bulunduğu yakın tarihimizle ilgili bu yaklaşıma, daha çok ihtiyacımız var. Mesela tek parti CHP’sine ait bir dönemde objektif bir şekilde tüm boyutlarıyla araştırılması gereken karanlık noktalar bulunuyor. Elbette bunu öncelikle yapması gereken ana muhalefet partisi CHP’nin bizatihi kendisidir.” diye konuştu.
“CHP’NİN ARTIK BU MİLLETE ÖZ ELEŞTİRİ VERMESİ ŞARTTIR”
Yakın tarihle ilgili en fazla CHP’nin konuşması gerekirken bu tartışmalar gündeme geldiğinde hemen derin bir sessizliğe büründüklerini ifade eden Erdoğan, şöyle devam etti:
“Açıkçası CHP’nin artık bu millete kendi tarihiyle ilgili kapsamlı, samimi öz eleştiri vermesi şarttır. İskilipli Atıf Hoca’nın idamından Dersim olaylarına, Türkçe ezan zulmünden 27 Mayıs darbesindeki rolüne kadar pek çok üzücü hadisede, CHP kendi tarihiyle yüzleşme cesareti gösterememiştir. Dersimli olan zat da bunu açıkça ortaya koyamamıştır. İşte bu partinin başındaki zat, her fırsatta Dersimli olduğunu ve Dersimli olmaktan gurur duyduğunu söylüyor. Ancak Dersim olaylarıyla ilgili bizim yaklaşık 10 sene önce gösterdiğimiz hassasiyet ve vicdani bir tavrın onda birini dahi sergileyemiyor. Biz CHP’nin kurumsal anlamda Dersim konusunda ne düşündüğünü, nasıl bir yaklaşım içinde olduğunu halen bilmiyoruz. Sadece Dersim’de değil az önce ifade ettiğim diğer konularda da CHP’nin kurumsal anlamda ne düşündüğünü kimse bilmiyor.”
Erdoğan, CHP’nin bir an önce milletin karşısına çıkıp ülkeye yaşattıkları için ya özür dilemesi ya da üzücü olaylardaki rolleri için pişmanlık duyduğunu millete söylemesi gerektiğini dile getirerek, “Türkiye’nin geleceği için milletimizin kalbinde kabuk bağlayan yaraların tekrar tekrar kanatılmaması için biz bu tavrı gerekli görüyoruz. Yoksa ülkemiz belli art niyetli çevrelerin sosyal mühendislik projelerinden kendini kurtaramayacaktır. Şimdiye kadar toplumsal kucaklaşmayı perçinleyici birçok adıma imza atan bir parti olarak, muhakkak bu konunun da takipçisi olacağız. CHP yönetimi geçmişleriyle yüzleşene, darbeler, katliamlar, yasaklar, idamlar ve kanlı sokak olaylarındaki rollerini cesaretle açıklayana kadar, peşlerini bırakmayacağız. Böylece sadece ülkemizin sancılı bir dönemine ayna tutmakla kalmayacak aynı zamanda üstat Necip Fazıl’ın uğrunda bedel ödediği emanetine de sahip çıkacağız.” şeklinde konuştu.
“BU BEREKETLİ TOPRAKLAR SAYISIZ KÜLTÜR ERBABINI YETİŞTİRMİŞTİR”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, ödül alan edebiyat, sanat ve bilim erbabını tebrik etti.
Necip Fazıl Kısakürek’i rahmet, minnet ve hasretle yad ettiğini belirten Erdoğan, “Rabb’im ondan razı olsun. Onu cennet ve cemaliyle müşerref kılsın. Bu yıl altıncısını takdim ettiğimiz bu mükafatların ilim ve kültür hayatımız açısından artık bir Türkiye klasiğine dönüştüğünü görüyoruz. Bu başarıda 6 yıllık emeği olan Star gazetesine, üstadın mirasına ve aziz hatırasına sahip çıktıkları için şahsım ve milletim adına teşekkür ediyorum.” diye konuştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin zengin kültür ve edebiyat havuzundan isimleri her yıl ince bir çalışmayla tespit eden, özellikle bu mükafatların takdimine istikamet veren jüriye teşekkür ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Özellikle de mükafatlarını takdim ettiğimiz ilim, edebiyat ve sanat erbabımızı gönülden tebrik ediyor, kendilerine yeni başarılarla dolu münbit bir ömür niyaz ediyorum. Bu bereketli topraklar, sayısız kültür ve sanat erbabını yetiştirmiş ve insanlığın istifadesine sunmuştur. Bu değerlerin tanınması, bilinmesi ve eserlerinden daha fazla kişinin istifade edebilmesi düşüncesiyle 2014’ten bu yana Necip Fazıl mükafatlarını sahipleriyle buluşturuyoruz. Özellikle jürideki saygıdeğer hocalarım, bu yıl da farklı dallarda 8 kıymeti bu listeye aldılar ve hakikaten çok ciddi emek sarf etmek suretiyle de bu isimler tespit edildi.”
Listenin ilk sırasında şiir ödülünün yer aldığını dile getiren Erdoğan, şöyle devam etti:
“Et-tekraru ahsen, velev kane yüz seksen. Bunları tekrar edeceğim. 2019 Necip Fazıl Şiir Ödülü’nü değerli kardeşim İbrahim Tenekeci’ye takdim ettik. Dilinde ve üslubunda her zaman sadeliği ve samimiyeti hissettiğimiz İbrahim Tenekeci modernleşmenin yol açtığı çelişkilere dikkati çeken şiirlere imza atıyor. ‘Bir bilseniz efendim/ İçin için ateşe verdim içimdeki beni/ Ah beni/ Hangi vadiler istedi de gitmedim/ Kıskandım da ne oldu hayattan kendimi/ Ah efendim, sorar durur can/ Nasıl bir sondur bu/ Kaçtıkça yakınlaşan/ Kaçtıkça yakınlaşan/ Derdimi anlattım efendim/ Derdimi anlattım, sözü yormadan/ Oturup dua ettim, yalvardım/ Akıl, git başımdan.’ Bir yanlışlık yoktur inşallah İbrahim kardeşim. Hayranlıkla okuduğumuz bu mısralarla ve bunun gibi daha niceleriyle yüreğimizi ısıtan İbrahim Tenekeci kardeşimizi tebrik ediyorum.
Hikaye ve roman alanında ise ‘Esenlik Zamanları’, ‘Pencere’, ‘Adı Leyla’ olsun gibi nice eseri edebiyat dünyamıza kazandıran Cemal Şakar’ı görüyoruz. Cemal Şakar hikayelerinde bize ait olan sesleri ve notaları kullanarak okuyucularına türkü tadında cümleler sunuyor. ‘Yolculuk varmaktan güzeldir bazen. Ve yollar yürüyelim diye kalbimizi dürter.’ diyor bir eserinde. Bir diğerinde ise ‘Birileri uzakları anlatır, ulaşılamaz uzaklardan bahseder hep. O uzaklar içimizmiş meğer. Karanlık diye korkup girmediğimiz başka başka zamanların peşine düştüğümüz uzaklar.’ Her bir hikayesinde okuyucusunun farklı iklimlerde soluklanmasını sağlayan Cemal Şakar kardeşimizi de tebrik ediyorum.”
“OSMANLI 600 YIL BARIŞ VE HUZUR DÖNEMİ YAŞATTI”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, ecdadın tarihin 6 asrına Osmanlı mührünü vurduğunu anlatarak, Osmanlı Devleti’nin din, dil, etnik yapı ve kültür bakımından farklı özellikler taşıyan bir coğrafyada 600 yıl barış ve huzur dönemini yaşattığını söyledi.
Bunun nasıl gerçekleştiğini anlamak ve anlatmak isteyen araştırmacıların askeri, idari, iktisadi, sosyal, kültürel ve demografik birçok sebepten bahsettiğini anımsatan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Dünya tarihinde çok sık rastlanmayan böyle bir başarıyı tek bir saikle açıklamak elbette mümkün değildir. Dili, dini ve etnik kökeni birbirinden farklı onlarca milletin 21 milyon kilometrekareye ulaşan coğrafyada barış içinde yaşaması Osmanlı’nın yönetim ve hukuk anlayışı sayesinde mümkün olmuştur. Birçok tarih araştırmacısını Osmanlı adliye kaynaklarına sevk eden sebep budur. Sayıları on binleri aşan kadı sicilleri işte bu kaynakların en önemlisidir. Kadı sicilleri sadece hukuk tarihi bakımından değil, Osmanlı Devleti’nin sosyal, siyasi, iktisadi ve kültürel tarihi bakımından da son derece zengin bir kaynaktır. Bu sicillerin yayımlanmasına duyulan ihtiyaç ilim çevrelerinde yıllarca dile getirilmiş fakat birtakım zorluklar sebebiyle bu mümkün olamamıştır. Nihayet Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM) çatısı altında Prof. Dr. Mehmet Akif Aydın ve Dr. Coşkun Yılmaz hocalarımızın öncülüğünde bir heyet bu boşluğu doldurmayı başardı. Böylece hukuk, siyaset, toplum ve iktisat tarihine yönelik araştırmalar için çok kıymetli bir külliyat kullanıma hazır hale geldi. Bu yıl ki fikir araştırma ödülünü kendilerine takdim ediyoruz. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İSAM, İstanbul Medipol Üniversitesi, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Ajansı tarafından toplam 100 cilt halinde basılan bu kıymetli eserde emeği bulunan herkesi can-ı gönülden tebrik ediyorum.”
.Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Necip Fazıl Kısakürek’in gençliğe hitabesinde “Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrakine sahip bir gençlik” diyerek herkese ait bir özlemi dile getirdiğini belirterek, “Onun adına düzenlenen bu törende her yıl ilk eser ödülleri vererek genç kardeşlerimizi cesaretlendiriyor ve teşvik ediyoruz. Bu yıl da ilk eserler alanında iki genç kardeşimiz ödüle layık görüldü. İç dünyasına sığdıramadığı duyguları bazen isyankar ama her zaman latif bir dille şiirlerinde işleyen şair Meryem Kılıç ile ‘Herkesten Sonra Gelen’ ve ‘Atları Uçuruma Sürme’ isimli iki hikaye kitabıyla gönüllerde taht kuran Emir Gürdamur’u içtenlikle tebrik ediyorum. Anadolu’nun bereketli ikliminde boy veren bu iki genç yetenekten inşallah gelecekte de çok değerli nitelikli yüreğimize dokunacak nice eserler bekliyoruz.” dedi.
CHP’nin Bizans oyunları
Arif Altunbaş Milletimiz yıllarca CHP’ nin yalancı cumhuriyeti, yalancı milliliği, yalancı halkçılığı, yalancı devrimciliği, yalancı tarihçiliği, yalancı laikliği, yalancı...
24 Mayıs 2019 Cuma 9:35
yazıyı büyütyazıyı küçült
CHP’nin Bizans oyunları
Arif Altunbaş
Milletimiz yıllarca CHP’ nin yalancı cumhuriyeti, yalancı milliliği, yalancı halkçılığı, yalancı devrimciliği, yalancı tarihçiliği, yalancı laikliği, yalancı dindarlığı… ile avutula avutula bu günlere kadar geldi. Bu ikiyüzlü zihniyetin kuşaktan kuşağa katmerleşe ketmerleşe bize kadar uzanan ne tükenmez oyunları ve oyuncuları, yalanları ve yalancıları varmış hepsini yaşadık ve gördük. Türkiyenin dünkü ve bugünkü sorunlarının temelinde onun inkar ve taklitçilik bataklığında ürettiği Bizans yalanları ve oyunları millet olarak özümüzden kopmamızın ve yabancılaşmamızın temellerini oluşturmuştur.
Türkiyede yalanın efendisi kimdir denilse; birazcık vicdanı ve insafı olan herkes sağına soluna bakmadan CHP der, sanırım. Bir asra yakındır çağdaşlaşma, ilericilik, aydınlanma… yalanları ve oyunlarıyla Türkiyeyi itibarsızlaştırarak Avrupa ve Amerikanın sömürgesi haline getiren bu zihniyetin yalanları ve karanlık oyunlarıdır.
Mahkeme kararlarıyla onanan bunca yalanları ve yalancıları bünyesinde barındıran başka bir parti yoktur. Milletinmizin özdeğerleriyle savaşmak için yalancı bir aydınlanma hareketiyle batı uygarlığına tapınan, bu milleti Haçlı oyunları karşısında rezil ve perişan eden bu partidir.
Karanlığa tapınarak; aydınlığa, yalana sığınarak; hakikate ulaşılmaz. Bizans oyunlarıyla milletimizi batı medeniyeti karşısında; din, ahlak, kültür, bilim, eğitim, sanat, edebiyat, müzik, spor gibi her alanda sömürge tipi bir devlet anlayışına mahkum eden, böylece; milletin çocuklarını mankurtlaştıran da yine bu partinin ideolojisidir.
Din ve İman, İslam ve Kur’an, medeniyet ve kültürümüze, tarih ve coğrafyamıza düşman bu zihniyetten, bu zihniyeti meşru gören bir anlayıştan millete faydalı bir hareket ve hizmet beklemek; celladından merhamet beklemek, bunları başımıza yönetici olarak getirmek; bir toplumun kendi idam fermanını kendisinin yazması ve imzalaması demektir.
CHP seçmeninin bir çoğu bu inceliği düşünecek, anlayacak, analiz edecek durumda ve psikolojide değildir. Çünkü; bunlar kokuşmuş bir ideolojinin kadim tarihimize, coğrafyamıza, dinimize ve kültürümüze karşı düşman olarak yetiştirilmiş Jöntürkleri, İttihatçıları ve mankurtlarıdır. Sol, sosyalist, kominist, ataist, batı kuklası düşünce akımlarından veya azınlıklardan, dönmelerden oluşan yabancı düşünce akımlarına inanan bu taban CHP’nin kadrolarını oluşturur..
Modernleşme, çağdaşlaşma, Atatürk İnkilapları, Kemalizm, Laiklik, Kadın Hakları, ilericilik, Marksistler…tabelaları altında yabancı ve zararlı düşünce akımlarınının ülkemizdeki yüzünü; batıya, sırtını; millete dönen inkarcı kuklalardır bunlar.
Bu tabanın bir kısmı öz değerlerimize saygılı ama kimlerle yol yürüdüğünün farkında olmayan, CHP’nin hayat tarzı ve dünya görüşüne yakın hayat tarzları olanlardır.
Bir başka gurup ise; mezhebi bağnazlıklarından kaynaklanan bir refleksle CHP tarafında olan, Dersimde CHP iktidarlarında idam edilen Seyyit Rızanın, topla, makineli tüfekle, uçakla bombalanan masum insanların katillerine ve cellatlarına aşık olmuş olmuş çocuklarıdır.
Deniz Baykalı keskin ve sert bir ayak oyunuyla oyun dışı bırakan CİA ve onun CHP içindeki taşeronları bir gecede Kılıçdaoğlunu parti liderliğine getirerek yalanın efendiliğine layık görmüşlerdir. Kılıçdaroğlu kendi başına karar verebilen bir parti lideri değildir.CHP içindeki ve dışındaki belirli güçlerin sadece basit bir kuklasıdır. Onu oraya uygun görenlere hizmet edemeyecek zamana kadar oradadır. Birgün vakti saati gelince de Baykal gibi onun da gözünün yaşına bakılmazsızın kendisinin bile haberi olmadan ıskartaya çıkarılır.
Muharrem İnce bir yerlerden icazet almadan CHP liderliğine soyunmuş acemi bir çaylaktan, deli dolu bir figürden ibaret olduğunu aday olduğu Cumhurbaşkanlığı seçiminde ‘’Gel buraya Muharrem!’’ ile anlamış omalı…
Gelelim İmamoğluna.Yalanın ve ayak oyunlarının legalleştirilip bayraklaştırıldığı bir partinin İstanbul Belediye Başkanı adayı olmak, onu; millietimizin nazarında İmamoğlu değil, yalanoğlu yapmaya yeter.Yunan Basının;’’ İmamoğlu Rum Pontus’un çocuğudur.İstanbulu kazanıp Bizansın intikamını almıştır…’’ demesi CHP’ nin hangi Bizans oyunları ve yalanlarıyla meşgul olduğunun açık bir ifadesidir.
23 Haziran seçimleri yalan dolan ile hakikatin, iki yüzlülükle doğruluğun, yerli ve milli olan ile yabancılaşmanın, ‘’Zulüm; 1453’ te başladı’’ diyenlerle Fatihin çocuklarının mücadelesidir. Konstantinepolis’i İSTANBUL yapanların ve İSTANBUL olarak kalacak diyenlerle batıya öykünen Olimpusdağının çocuklarının mücadelesidir.
.
Jön Türkler, HDP ve CHP olayı mı?
Batuhan Yaşar, Türkiye Tarih tekerrürden ibaret.. Yakın ve uzak tarih için de aynı şey pekala söylenebilir.. YSK’ya salı akşamı...
24 Şubat 2019 Pazar 23:38
yazıyı büyütyazıyı küçült
Jön Türkler, HDP ve CHP olayı mı?
Batuhan Yaşar, Türkiye
Tarih tekerrürden ibaret..
Yakın ve uzak tarih için de aynı şey pekala söylenebilir..
YSK’ya salı akşamı listeler teslim edildi..
Oyunlar, dolaplar, gizli ilişkiler, ortaklıklar hepsi ortalığa saçıldı..
CHP’nin “gizli ortağı” yani HDP 11 ilde daha aday göstermedi..
İstanbul’un birçok ilçesinde de aynı yolu izlediler..
Buraya kadar sürpriz yok..
Her şey beklendiği, planlandığı gibi..
Mersin’de trajikomik şekilde İYİ Parti kendi adayını “bilerek ve isteyerek” devre dışı bıraktı..
Böyle hareketlere gerek var mı?
16 Nisan Referandumunda denemişsin olmamış..
24 Haziran Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde duvara toslamışsın..
Azimle devam ediyorsun..
“31 Mart’ta bu kez başaracağız” diyorsun..
Gaz birikince patlama kaçınılmaz oluyor..
CHP-DSP arasındaki geçişkenliği iyi izlemek gerekir..
DSP VE “ORTANIN SOLU”
Ecevit, İnönü’ye bayrak açmıştı..
O yıllarda kullandığı ifade sanki bugünlerin CHP’si için söylenmişti:
“Ortanın Solu”..
Ecevit neden “ortanın solu” dedi?
-CHP halka yabancılaştığı,
-Dışarıdan yönlendirildiği,
-İçindeki bürokrasinin partiyi yemeye başladığı için..
Ecevit, İnönü’yü devirdi devirmesine ama..
CHP’nin “Jön Türkleri” zaman içinde Ecevit’i kapının önüne koymayı bildi..
CHP’den kaçarcasına gidip DSP’yi bu yüzden kurdu..
“Sol”u halkla barıştırdı..
Milleti kucakladı..
Sonra da iktidara geldi..
Gerisini anlatmaya gerek yok zaten..
KILIÇDAROĞLU NİYE ESAD’I DİLİNDEN DÜŞÜRMÜYOR?
İttihat-Terakki veya Jön Türkler..
Ta Abdülhamid Han’dan bu yana kirli oyunlarla Türkiye’ye tuzak kuruyor..
İçeriden dışarıya bayrak sallayanları kastediyoruz..
Milleti hakir görüyorlar..
Statüko, bürokrasi ve askerî vesayetin yılmaz savunuculuğunu yapıyorlar..
İşte tam da bu yüzden iktidara gelemiyorlar..
Orta Doğu’daki Baas tarzı yapılanmaların bunlardan farkı yok..
Kendi halklarına zulmederler..
Toplumlarını gözlerini bile kırpmadan iç savaşa sürüklerler..
Kılıçdaroğlu, Esad’ı aynı geleneğin bayraktarlığını yaptığı için savunuyor..
“BİZ İLERİCİ, SİZ GERİCİ”
Kırmızı kazak, beyaz gömlek giyerek ilerici olduğunu sanan Mansur Yavaş ne dedi?
-“Hayvanlara dindarların çocukları eziyet ediyor..”
Kılıçdaroğlu’ndan benzer onlarca örnek verebilirim..
Bugün karşımıza “Cumhur İttifakı” olarak çıkan milliyetçi-muhafazakârları gericilikle suçluyor..
Kılıçdaroğlu’nun CHP’si Jön Türkleri yeniden hortlatmaya çalışıyor..
CHP’yi daralta daralta ‘mezhepçi-vesayetçi sistem’ içine oturtmasının sebebi de bu..
CHP-HDP GEÇİŞKENLİĞİ
Son iki seçimde başka bir şeyle de yüzleştik..
HDP’den CHP’ye veya CHP’den HDP’ye yöneliş..
Bununla da kalmadı..
Söylem ve eylem birliği..
Kimse pek farkında değil ama TBMM’de CHP-HDP tek grup gibi hareket ediyor..
İşte “CHP seçmeni neden küstü?” sorusunun cevabı..
DSP’ye yönelişin asıl nedeni;
-HDP ile yapılan ittifak..
-FETÖ ile yapılan söylem birliği..
DSP, bir anda “gerçek CHP’liler”in çekim merkezine dönüştü..
Kendi partilerinde “sığıntı” gibi kaldıkları için..
CHP HIZLA MARJİNALLEŞİYOR
Siyaset bilimcilerden ilginç sözler duyuyoruz..
-“CHP böyle giderse 2023 seçimlerine kadar küçücük bir partiye dönüşecek”..
-“Sürekli kendisini yenileyen rakipleri karşısında marjinalleşecek”..
-“DSP merkeze oturacak ve Ecevit’in 1990’lardaki çıkışını arayacak”..
ERDOĞAN’IN SUÇU
Bakın Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’si başka bir şey daha yapmaya çalışıyor..
Fransa’daki Le Pen ve Almanya’daki Alternatif Parti’nin retoriklerini kullanıyor..
-Popülizm..
-Göçmen karşıtlığı (Suriyeliler)
-Ayağı yere basmayan ekonomik vaatler..
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı “her şeyi yaptın ama bir şu muhalefeti dönüştüremedin” diye suçlayanlar var..
Aslında bu ne onun işi ne de konusu..
CHP İÇ BARIŞI TEHDİT EDİYOR
Bu talep CHP’nin sürekli sokağı dürtmesinden kaynaklanıyor..
Halk huzursuz..
Sokak çağrılarından rahatsız oluyor..
İşte DSP’ye yönelimin bir başka nedeni de bu..
Acaba DSP, İngiltere’deki işçi partisi, Almanya’daki sosyal demokratlar gibi olur mu?
Neden olmasın..
DSP’nin Türkiye’deki muhalefet eksikliğini doldurup dolduramayacağını birlikte göreceğiz..
31 Mart HDP ortaklığı, CHP’nin şapkadan çıkardığı son tavşan olabilir..
CHP tabanı ve örgütü bile artık Kılıçdaroğlu’na tahammül edemiyor..
Türkiye 2023’e kadar huzur istiyor..
Erdoğan, CHP ve İş Bankası
Aslında sorun doğrudan İş Bankası ile ilgili değil. İş Bankasının ortaklık yapısı ile ilgili. Bu konu ile ilgili en...
27 Eylül 2018 Perşembe 7:47
yazıyı büyütyazıyı küçült
Erdoğan, CHP ve İş Bankası
Aslında sorun doğrudan İş Bankası ile ilgili değil. İş Bankasının ortaklık yapısı ile ilgili. Bu konu ile ilgili en temel sorun da İş Bankasına siyasi bir partinin yönetici tayin etmesi.
Bu işler de Mustafa Kemal’in dokunulmazlık zırhının arkasına saklanılarak yapılıyor.
Hemen belirtelim ki, bu durum hukuka uygun değildir. Hem bankalar yasası, hem siyasi partiler yasası açısından kabul edilemez. Kaldı ki, bu sermayenin temin yöntemi de hukuka uygun değildir.
Erdoğan, CHP-İş Bankası ilişkisine dair dikkat çeken açıklamalarda bulundu. Bir partinin banka sahibi olmasının suç olduğunu belirten Erdoğan, “Ama CHP, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü suiistimal ederek, hisselerin %28’inin sahibi. Atatürk’ün varlığı bir siyasi parti etiketi altına giremez. Girse girse hazineye girer” dedi. Mustafa Kemal bir haksızlık ve hukuksuzluğun maskesi yapılamaz. Bu durum, gecekondusuna çekme kat yapan adamın çatıya Mustafa Kemal büstü ve Türk Bayrağı asması gibi bir şey.
İş bundan ibaret değil. Mustafa Kemal’in hesabında gözüken bu para Hilafet fonundan aktarıldı. Bir riba kuruluşunda sermaye olarak zekat paraları kullanıldı. Kurtuluş savaşı için İslam dünyasından gönderilen paralar kullanıldı. Bu bir “gasb”tır. Kabul edilemez. Bu paranın bir şekilde Diyanete aktarılması gerekir. Diyanetin de bunu ayrı bir fonda tutması ve bunun nemasını belki de İslam dünyasındaki, zekattan yapılacak harcamalarda kullanması gerekir.
Hemen belirteyim ki, bu durum İş Bankasına zarar vermez, İş Bankasını daha da güçlendirir, ortaklık yapısı ve siyasi bir partinin vesayetinden kurtararak daha da büyümesine sebeb olur.
Burada haksızlık sadece Hilafet Fonundan aktarılan paralarla ilgili değil. DDKaraştırırsa görecektir, 1980’de 12 Eylül sonrası İş Bankası sermaye artırımına gidince bu para Hazineden Çankaya’ya aktarıldı ve Kenan Evren’in talimatı ile İş Bankası’ndaki Mustafa Kemal’in hissesine yatırıldı. Yani Hilafet Fonu dışında Çankaya’nın devamı olarak Beştepe de bu bankaya dolaylı olarak ortak.
İş Bankası’nın ortalıkta gözükmeyen 3., 4., 5., Ortakları kimler?
İttihat ve Terakki Partisi›nin kurduğu, 1927 yılında İş Bankası’na devredilen Osmanlı İtibar-ı Milli Bankası ortaklarının açtığı dava hâlâ devam ediyor. Bu arada bu konuları yazdığım için ben de yargılandım. Finansal Tetikçilikle Mücadele Platformu bu konuda açıklamalar yaptı, kimse kılını kıpırdatmadı. LİBOR konusunda bugün kimsenin kılını kıpırdatmaması gibi.
Aslında CHP bu geleneği sürdürüyor. CHP de aslında İttihat Terakkinin siyasi kanadından başka bir şey değil. Yoksa Kuvayı Milliye ve Müdafayı Hukuk bu işin kandırmacası. Onlar İttihadı İslam’dan yana, Hilafet yanlısı hareketlerdi. Onun için Mustafa Kemal Heyeti Temsiliye adına İstanbul hükümetine “Halife Hakan efendimiz” diye rapor gönderiyordu, Ankara’dan, Erzurum ve Sıvas kongresisonrası.
İttihat Terakki de İtibarı Milli Bankasını Hazineden aktardığı paralarla kurmuştu. Mustafa Kemal bankaya el koydu, ortaklarını Malta’ya sürdü. Daha sonra onlardan “Feragatname” alarak ülkeye girişlerine izin verdi ve bu bankanın hisseleri de kendi kurdurduğu bankaya aktarıldı. Bunun adı “Milli Burjuvazi Hareketi” idi. İzmir İktisad kongresi aslında böyle bir anlayışla düzenlenmişti. Zaten daha sonra Osmanlıdan İsviçre’ye kaçırılan paralar da daha sonra kredi olarak getirilerek ilk Ticaret ve sanayi burjuvazisi örgütlenmeye çalışıldı.
Bandırma Vapurunun ve vapurun seyir defterinin kaybedilmesi de aslında bu işlerle ilgili biraz da. Sadece 19 Mayıs’la ilgili değil.
Osmanlı İtibarı Milli Bankası, İş Bankasına devredildi ama bu iş burada kalmadı. “Feragatname” imzalayıp geri dönenler, Afyon’da bir araya gelip, ellerindeki paralarla, “yeni burjuvazi hareketi”ne bir ucundan dahil olmak için Afyon Terakki Bankasını kurdular. Mustafa Kemal, bu defa, “Hıı, siz bizden para kaçırıp, yeniden örgütleniyorsunuz” diye Afyon Terakki Bankasını da İş Bankasına devretti. Afyon Terakki Bankasının en önemli ortakları arasında Nakşi Şeyhi Küçük Hüseyin Efendi de var. Musevi işadamı Üzeyir Garih Küçük Hüseyin Efendi’nin mezarı başında öldürülmüştü. O işin de üzeri örtüldü.
Bizim “Müslüman General”, Mustafa Kemal öldüğünde İsmet Paşayı gizlendiği yerden alıp gelen ve devletin başına geçiren Genelkurmay Başkanı, bir zamanlar TKP’nin kurucusu olup daha sonra DP’li olan Mareşal Fevzi Çakmak, o da Küçük Hüseyin Efendi’ye bağlı idi.
Ah Fevzi Paşa ah! Kendi elleri ile koltuğa oturttuğu İsmet Paşaya karşı darbe yapmaya kalkacak da Menderes onu bu işten vazgeçirecektir.
Bugün Küçük Hüseyin Efendi nam şeyhin torunları İş Bankası ile mahkemelik. Düşününebiliyor musunuz, bir ucunda Hilafet, öbür ucunda laiklik, bir ucunda dindar bir Beştepe, öte ucunda laikçi “solcu” olduğunu söyleyen CHP’nin olduğu, yarı devlet, yarı özel sektör bir ortaklık yapısı.
Kaç tane yeni ortak çıkmıştı? Hilafet Fonundan Diyanet, Beştepe, İttihat Terakki Varisleri, Afyon Terakki varisleri. 4 yeni ortak. Bunların toplamı İş Bankası sermayesinin üçte ikisi eder, ama bir de CHP il başkanlarından toplanan paralar var. Hatta bunlardan bazılarının ellerinde banka makbuzları var. Mesela Mersin’den Burhan Ocakoğlu bunlardan biri. Ve onun talepleri halen yargıda derdest! Ve tabii o işin içinde başka işler de var! Bu şekilde ellerinde (diğerleri ile birlikte) hisseler olan benim bildiğim Edirne, Tekirdağ, Bursa, Afyon, Mersin, Malatya, Kayseri’de 1000 den fazla kişi var. Bunların hâlâ devam eden davaları var.
Savcılar niye harekete geçmez, Beştepe hisselerini niye istemez. DDK ve Hazine, DİB niye bu konunun üzerine gitmez, CHP’nin İş Bankası üzerindeki vesayeti niçin sonlandırılmaz? Bu konuyu defalarca yazdım. Savcılığa suç duyurusunda bulunduk, DDK’ya, Maliye Makamına, DİB’e, Beştepe’de Hasan Doğan’a defalarca söyledim.
İş Bankası bana kalırsa banka olarak yoluna devam etmeli. Bu işler onları hiç ilgilendirmiyor. Bu konular siyasi ve hukuki konular. Bu arada, son ekonomik krizde İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali’nin son derece yerinde bir tepki verdiğini de not etmem gerek. Belki bu süreçte Bali, sorunun kuruma zarar vermeden hukuk içinde çözümü içinde aynı anlayışla katkı sağlayacağını umuyorum. Hem Beştepe, hem hazine, hem BBDK ve hem de İş Bankasının ve belki TBMM’nin bu konuyu ciddi olarak incelemesi gerekir.
İtibarı Milli Bankasının hisseleri Hazineye devredilmeli. Afyon Terakki Bankasının hisseleri sahiplerine verilmeli, CHP il başkanlarından alınan paralar da. O paralar CHP’nin değil, o zamanki CHP’lilerin. Parti destek olmak için, ortak olsunlar diye kampanya düzenlemiş, partililere buradan esnaf ve iş kredileri filan verilmiş. Tamam bu hisseler, o kişilerin varislerine verilmeli. CHP’liler de haklarını alsınlar. CHP kendi üyelerinin haklarını niçin savunmaz, bu da anlaşılır bir şey değil. Hilafet Fonundan aktarılan paralar Diyanete devredilmeli.
Sonuçta, Hazine ve Diyanet büyük ortak. Banka bütünü ile Katılım Bankası’na dönüştürülebilir. Eğer diğer gerçek ortaklar, CHP’li ortaklar ve Afyon Terakki’ciler istemezlerse, İş Bankası devam etsin, Hazine ve HilafetFonundan gelen paralar bir Katılım Bankasına dönüştürülsün.
Yani konu, o hisselerin CHP’den alınıp Hazineye ya da vakıflara devri ile bitecek bir hadise değil. Yurttaşların da hakları korunmalı. Efradına cami, ağyarına mani bir çözüm gerek. Selâm ve dua ile..
.
Alçakça Osmanlı’ya saldırdı
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu kendini kaybederek Osmanlı’ya zalim derken, padişahlara da ağır hakaretler etti. Mersin’de Silifke Yörük Türkmen Çalıştayı’na...
23 Nisan 2018 Pazartesi 12:24
yazıyı büyütyazıyı küçült
Alçakça Osmanlı’ya saldırdı
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu kendini kaybederek Osmanlı’ya zalim derken, padişahlara da ağır hakaretler etti. Mersin’de Silifke Yörük Türkmen Çalıştayı’na katılan Kılıçdaroğlu şu skandal açıklamaları yaptı: Bu çadırlar hepimizin ortak çadırlarıdır. Osmanlı’nın zulmüne karşı bu çadırlarda ne mücadeleler verildi. Dadaloğlu, Köroğlu boşuna mı çıktı? Boşuna mı söylediler, fermanın padişaha, dağların da bize ait olduğunu. Elbette ki bu çadırları, kültürü, geçmişimizi de bileceğiz. Osmanlı döneminde herkes padişahın kölesiydi. Millet diye bir kavram, Türk milleti diye bir kavram yoktu. Osmanlı Türklerle alay ediyordu. Dadaloğlu, Köroğlu’nu yaşatmıyordu. Tarihimizi bilelim saygı gösterelim. Ama güzel bir Türkiye’de biz birlikte yaşayalım.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu,
‘Zulüm 1453’te başladı’ diyen Gezi tayfasının en hararetli taraftarı olan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, yine alçakça ifadelerle Osmanlı’ya saldırdı. Mersin’in Silifke ilçesindeki Gökbelen Yaylası’nda düzenlenen Silifke Yörük Türkmen Çalıştayı’nda konuşan Kılıçdaroğlu, Osmanlı’yı zulümle, padişahları da zalimlikle suçladı. İşte Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarından satır başları:
SKANDAL İFADELER
“Yörük kültürünün çadırlarını hepimiz bilmek zorundayız. Bu çadırların bir özelliği daha var. Bu çadırlar zulme karşı direnenlerin mekanıdır. Bu çadırlar ‘Ferman padişahınsa dağlar bizimdir’ diyenlerin çadırlarıdır. Bu çadırlar aynı zamanda güzel Türkçemizi asırlar boyunca yaşatan çadırlardır. Osmanlı’nın sarayında Farsça, Osmanlıca konuşulurdu ama bu çadırlarda öz be öz Türkçe konuşulurdu. Osmanlının zulmüne karşı bu çadırlarda ne mücadeleler verildi. Dadaloğlu, Köroğlu boşuna mı çıktı? Boşuna mı söylediler, padişahın fermanını ama dağların da bize ait olduğunu.”
TÜRKLERLE ALAY EDİLMİŞ!
“Her şeyi satıyorlar, satmaya çalışıyorlar. Bakın fabrikaları, arsaları, daireleri sattılar. Bu dağlar, ovalar, yeşillikler hepimizin. Biz bu ülkede huzur içinde birlikte yaşamak istiyoruz, kimsenin kulu ve kölesi olmadan. Osmanlı döneminde herkes padişahın kulu ve kölesiydi. Millet diye bir kavram yoktu. Türk milleti diye de bir kavram yoktu. Çünkü Osmanlı Türklerle alay ediyordu. Dadaloğlu, Köroğlu’nu yaşatmıyordu. Biz tarihimizi bilelim saygı gösterelim. Ama güzel bir Türkiye’de biz birlikte yaşayalım. Haziran nedir?”
TARİH CAHİLİ
Kılıçdaroğlu, Osmanlı’ya karşı düşmanlığını daha önce de göstermişti. İstanbul’daki 3. boğaz köprüsüne verilen ‘Yavuz Sultan Selim’ isminin değiştirilmesini isteyen Kılıçdaroğlu, başka bir konuşmasında ise “Koca Osmanlı diyorlar. Bir kilo şeker üretemeyen Osmanlı ile övünüyolar. Koca Osmanlı bir tüfek üretemedi. Bir delikli demiri üretemeyen koca Osmanlı… “ ifadelerini kullanmıştı. Osmanlı’nın insanları cahil bıraktığını öne süren Kılıçdaroğlu, “Devasa Osmanlı nasıl bir Anadolu bıraktı. Fabrikası olmayan, yolu olmayan, cahil bir toplumla ne yapabilirsiniz? O dönem erkeklerde okuma yazma oranı yüzde 5, kadınlarda ise binde 8’di” diye konuşmuştu. Ancak tarihçiler Kılıçdaroğlu’na ‘tarih cahili’ diyerek karşı çıkmıştı. Tarihçiler, o döneme ait bilimsel bir okuma yazma istatistiği olmadığını ifade etmişti.
Yalan yanlış uyduruyor
CHP lideri Kılıçdaroğlu, Osmanlı’yı karalamak için uydurma bilgiler kullanmış ancak yalanı kısa sürede ortaya çıkmıştı. 2017 yılında düzenlediği Eğitim Kurultay’ında Gökbilimci Takiyüddin’in 3. Selim döneminde yaşadığını, Kopernik’ten önce sinüs, kosinüs ve tanjantı kullandığını, ancak Takiyüddin’e ait rasathanenin fetva ile yıkıldığını iddia etmişti. Tarihçi Murat Bardakçı ise bir gün sonra kaleme aldığı şu yazı ile CHP lideri Kılıçdaroğlu’nu satır satır yalanlamıştı:
SAKIN İNANMAYIN
Ne kadar dopdolu, önemli, heyecan verici ve âlimâne ifadeler gibi geliyor değil mi? Ama siz siz olun, Kemal Bey’in bu söylediklerine sakın inanmayın, anlattıklarını doğru zannedip de itimad ettiğiniz takdirde bildiğinizden şaşarsınız, zira ne dedi ise tamamı yanlıştır!
Kemal Bey’in bahsettiği Takiyüddin 1520’lerde dünyaya geliyor, hayattan 1585’te ayrılıyor, Üçüncü Selim ise 1789 ile 1807 arasında hüküm sürüyor, yani Takiyüddin’den nerede ise iki asır sonra yaşıyor ama ne yapıyor, ediyor bilinmez, belki bir çeşit zaman makinesi kullanıp yahut tayy-ı zaman yapıp iki asır geriye gidiyor ve Takiyüddün’i müneccimbaşı tayin ediyor!
BİR YALAN DAHA
CHP liderinin hataları bu kadarla kalmış olsa oturup şükredin! Kılıçdaroğlu konuşmasında Kopernik’ten de sözediyor, büyük bir âlim olan Takiyüddin’in sinüs, kosinüs ve tanjantı Kopernik’ten önce kullandığını anlatıyordu… Ama o da ne? Kopernik bizim Takiyüddin’den sonra değil, önce yaşıyor; Takiyüddin’in dünyaya gelmesinden elli sene önce, 1473’te doğuyor ve 1543’te öldüğünde de Takiyüddin henüz yirmili yaşlarında bulunuyor…
.
31 Mart’ta Osmanlı Feda Edilmiştir.
Cevdet Erdöl, Akşam Tarihin hakikat olarak gösterdiği bir gerçek vardır ki asla yadsınamaz. Bugünün sancıları, dünün ihanetlerinin zaruri bir neticesidir....
1 Mart 2018 Perşembe 1:57
yazıyı büyütyazıyı küçült
31 Mart’ta Osmanlı Feda Edilmiştir.
Cevdet Erdöl, Akşam
Tarihin hakikat olarak gösterdiği bir gerçek vardır ki asla yadsınamaz. Bugünün sancıları, dünün ihanetlerinin zaruri bir neticesidir.
Sultan Abdülhamid Han, dünyaya yön veren deha seviyesinde bir liderdi. Onun denge politikası, dünyayı hassas bir terazide tutuyordu.
TBMM Başkanımız Sayın İsmail Kahraman Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nin 2017-2018 Akademik Yılı Açılış Töreni’nde bu gerçeği “Eğer Sultan Abdülhamid Han indirilmemiş olsaydı, Birinci Cihan Harbi çıkmayacaktı, muhteşem bir insandı, en azından harbe girmezdik.” sözleriyle ifade etmiştir.
Ben Sayın Kahraman’ın bu sözlerine eğer Sultan Abdülhamid Han indirilmemiş olsaydı bugün Irak Sorunu, Suriye Sorunu, Arakan Sorunu, Kudüs sorunu… diye bir sorun olmayacaktı gerçeğini eklemek istiyorum. Çünkü Osmanlı düşmanları, Sultan Abdülhamid Han’a rağmen İslam Coğrafyasında at koşturamayacaklarını iyi biliyorlardı. Theodor Herzl, Sultan Abdülhamid’le büyük gayretler neticesinde Yıldız sarayında görüşmüş ve ona, Osmanlının en sancılı döneminde yüz elli milyon altın İngiliz lirası vereceklerini vaat etmişti. Bu Osmanlı Devleti’nin bütün dış borçlarını kapatacak ve dünya kamuoyunda Osmanlının itibarını yükseltecek oranda büyük bir paraydı. Karşılığında istediği, Rusya’dan sürülen 3 milyon Yahudi’nin Arazi-i Mukaddese ve Filistin’e yerleştirilmesiydi. Bu teklife Sultan Abdülhamid Hanın verdiği cevap hayli enteresandır:
“ ‘Değil yüz elli milyon İngiliz lirası, dünya dolusu altın verseniz bu tekliflerinizi katiyen kabul etmem! Ben otuz seneden fazla bir müddetle Millet-i İslâmiye’ye ve Ümmet-i Muhammediye’ye hizmet ettim. Bütün Müslümanların ve salatin ve Hulefa-i İslâmiyeden aba ve ecdadımın sahifelerini karartmam ve binaenaleyh bu tekliflerinizi mutlaka kabul etmem’ diye kat’’î cevap vermiştir.
Bu muhteşem yanıttan sonra artık Sultan Abdülhamid Han’ın devrilmesi Siyonistler için adeta bir dini vecibe olmuştur. Dış düşmanlar gibi, içte satılmış hainler tıpkı 15 Temmuz’da ki gibi Siyonizmin bu kutsal gayesine bilerek veya bilmeyerek hizmet ettiler.
Bugün duvarlara “Zulüm 1453’de başladı “sloganını yazanların dedeleri dün hep bir ağızdan “Biz ne idik ne olduk. Saye-i hürriyette şeriattan kurtulduk” çığlıklarıyla, Fatih Camii’nin duvarlarına 110 adet kurşun sıkarak darbe yaptılar.Neticede başarılı da oldular. Bugün Irak’ı, Suriye’yi, Arakan’ı, Filistin’i ve Kudüs’ü bu hale getiren asıl müessir Sultan Abdülhamid Han’ın indirilmesi müsebbibi de indirenlerdir. Çünkü Sultan Abdülhamid Han’a rağmen İslam Coğrafyasına fitne sokmanın imkânı yoktu. Dış kaynaklı 31 Mart ihanetinin asıl sonucu, işte bugün oluk oluk kan dökülen Irak, Suriye, Yemen, Arakan, Kudüs olarak karşımıza çıktı.
31 Mart’ta feda edilen bir Sultan Abdülhamid değil veda edilen koskoca Osmanlı olmuştur. Bugün İslam Coğrafyasında dökülen kan ve gözyaşı 31 Mart’ta yapılan ihanetin, darbenin zaruri bir neticesidir.
Bu yönüyle 15 Temmuz hadisesini de tıpkı Sultan Abdülhamid Han’a yapılan 31 Mart Darbesine benzetiyorum. Çünkü İslam düşmanları Sayın Cumhurbaşkanımıza rağmen, İslam coğrafyasında dilediği gibi at koşturamamaktadır. Fetö eğer hain darbe girişiminde başarılı olabilseydi bugün bize ait mukaddes her ne varsa bir bir elimizden çıkacaktı.
Harici-dahili düşmanlarımızın destek ve yönlendirmesiyle 31 Mart, 27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat’ta Aziz Milletimize darbe yapanlar; 15 Temmuz gecesi Rabbine ve Milletine güvenen Sayın Cumhurbaşkanımızın çağrısıyla ayağa kalkan kahraman Milletimizin iman dolu göğsüne çarparak yerle yeksan olmuşlardır.
Rahmet Peygamberi Muhammed Mustafa’nın (SAV) hadisinden işaretle, “Müslüman bir delikten iki defa ısırılmaz.” Bu defa bizden parça koparmayacaklar. Bunu görecek ve hissedecekler. Kirli ve çirkin sevinçleri kursaklarında kalacak! Asla daha aşağı inmelerine müsaade etmeyeceğiz!
Sağlık ve afiyet içinde kalınız.
.
CHP’nin tarihteki karanlık sayfaları
M. Necati Özfatura, Türkiye Adalet yürüyüşü yapan ve her cümlesinde adaletten dem vuran CHP’nin karanlık tarih sayfalarında dolaşmaya devam...
23 Ağustos 2017 Çarşamba 8:14
yazıyı büyütyazıyı küçült
CHP’nin tarihteki karanlık sayfaları
M. Necati Özfatura, Türkiye
Adalet yürüyüşü yapan ve her cümlesinde adaletten dem vuran CHP’nin karanlık tarih sayfalarında dolaşmaya devam edelim:
İmamzade Mehmet Necati Efendi idama mahkûm edilmiş. Belediye Başkanı ise hapis cezasına çarptırılmıştı. Kasım ayında eski milletvekillerinden Şükrü ve Hasib Efendilerin önderliğinde cuma namazı sonrası bir araya gelen Maraş halkı protesto eylemi yaparken askerler tarafından kuşatıldılar. Bu kuşatmadan kaçıp camiye sığınan halk silah zoruyla teslim alındı. Burada tutuklanan 63 kişiyi zincirleyerek Adana’ya sevk ettiler…
Rize halkının şapka giymek istememesi üzerine şehre Hamidiye Zırhlısı gönderilerek Rize sahilleri bombalanmıştır… 143 kişi tutuklanmış ve 8 kişi idam edilmiştir…
Erzincan’da Sultan Abdülhamid Han ve Sultan Reşat Han’ın saray vaizi İbrahim Hakkı Efendi’nin şapkaya muhalefet ettiği için gıyabında idam cezası verilir. İbrahim Hakkı Efendi (kuddîse sirrûh) hakkındaki idam cezasını öğrendikten hemen sonra sabah namazı kılarken vefat eder ve defnedilir. Hakkındaki hüküm yerine getirilsin diye mezarı açılarak mübarek naaşı derme çatma bir darağacına asılır…
CHP’nin hukuk anlayışı; şapka aleyhindeki eseri, şapka kanunundan 2 yıl evvel maarif vekaleti tarafından basıldığı hâlde Atıf Hoca bu kitaptan dolayı idam edildi…
Meşhur Hamid Aytaç, şapka kanununu tenkit ettiği için Sinop’a sürgüne gönderildi…
Tarihçi İsmail Hakkı Konyalı’nın eserine göre: Kütüphanelerdeki İslam harfleriyle yazılan eserlerin üzerine benzin dökülerek yakıldı. Padişah tuğraları ve kitabeleri yok ediliyor…
Haçlı ordularını yenen Anadolu ve İslam dünyasını Haçlıların istilasından koruyan Sultan İkinci Kılıçarslan’ın yaptırdığı Selçuklu hükümdarları türbesindeki altı Selçuklu padişahının mumyaları yerlerinden alınıp, Dedebahçesi’nin arkasındaki Taç Veziri türbesinin önündeki köpeklere attırılmıştır. Müzeler ve kütüphaneler umum müdürü üstadım Ahmed Tevhid Bey’in ısrarlı müracaatları üzerine Konya Valisi İzzet Bey bunları çöp arabasına doldurtarak bilinmeyen ve hâlâ bulunamayan bir yere gömdürmüştür. Bu mübarek insanlar Haçlı Orduları ile savaşmışlardır. Haçlıların intikamı mı bu iş?..
Menemen olayları CHP’nin bir komplosu idi. Varılmak istenen hedef, halkın çığ gibi ilgi gösterdiği Serbest Cumhuriyet Fırkasını kapatmak idi. 24 ve 26 Aralık 1930 tarihli Yeni Asır gazetesi; birkaç uyuşturucu bağımlısı serserinin işi olduğunu, yarım saatte bastırılabilecekken dört-beş saat sürdüğünü yazdı… Yine aynı gazete; jandarma komutanı olayı karakolun penceresinden seyretmekte ve mâni olmak isteyen jandarma erlerine mâni olduğunu… Jandarma komutanının âdeta onlara fırsat tanıdığını ve bu yüzden Kubilay ve 2 bekçinin öldürüldüğünü yazmaktadır.
1930’larda, Ankara’da sazına tel almak için Ulus çarşısına gitmek isteyin Âşık Veysel polis tarafından kıyafeti uygun olmadığı için geri çevrilmişti… (Erdal Şen, Bir Yiğit Vardı 71. sayfa)
1943′te CHP İstanbul İl Başkanı Dr. Behçet Uz aniden görevinden alındı. Sebep ise CHP İstanbul İl Başkanlığını ziyareti sırasında kendisine; “İstanbul’da ne var ne yok” diye soran İnönü’ye; “Paşam İstanbul kan ağlıyor. İktisadi durum iyi değil, esaslı tedbirler almak lazım” şeklinde cevap vermiş olmasıydı… (Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Anıların İzinde Cilt-2 sayfa 279)
İsmet İnönü’nün açıklaması: “Bu ülkede sadece Türk Milleti etnik ve ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur.” (Ayşe Hür, Öteki Tarih cilt-3 sayfa 40)
CHP’nin tarihteki karanlık sayfaları bitmez. İnşallah sonraki yazılarımızda yazmaya devam edeceğiz
.
CHP devri adaleti!..
M. Necati Özfatura, Türkiye Rauf Orbay’ın İstiklal Mahkemeleri hakkındaki değerlendirmesi: “Mahkeme değil, eşkıya yatağı. Suçlayanlar sanıklardan daha suçlu. Ülkedeki vicdan...
17 Eylül 2017 Pazar 7:29
yazıyı büyütyazıyı küçült
CHP devri adaleti!..
M. Necati Özfatura, Türkiye
Rauf Orbay’ın İstiklal Mahkemeleri hakkındaki değerlendirmesi: “Mahkeme değil, eşkıya yatağı. Suçlayanlar sanıklardan daha suçlu. Ülkedeki vicdan buhranının temel nedeni bu mahkemelerdir.” (İsmail Akbal 13 Siyasi cinayetler)
Mustafa Kemal’in vefatından sonra CHP Rauf Orbay ile ilgili bir bildiri yayınladı: “Rauf Orbay yeniden mahkeme edilebilseydi beratının muhakkak olacağı kanaatına varılmış olduğu görülmüştür” denilerek İstiklal Mahkemesi kararlarının hukuk dışılığı ve yanlışlığı resmen itiraf edilmiş oldu. Fakat o davalarda onlarca insan idam edilmiş bulunuyordu.” (Ali Fuat Cebesoy Siyasi Hatıralar cilt 2 sayfa 216)
“Dünyanın neresinde nakıs teşebbüs hâlinde kalmış bir suikast hareketinden dolayı faillere fiili tamamlanmış gibi ceza verildiği görülmüştür.” (Kadir Mısıroğlu Tarrif Hareketleri cilt 2 sayfa 695)
“İstiklal Mahkemeleri mahkeme sayılmazlar. Bunlar savaş ve ihtilal döneminde rastlanan antidemokratik infaz kurumlarıdır.” (Uğur Mu
Cumhuriyet 11 Kasım 1992)
Ünlü Kara Ali 1931 yılında Son Posta gazetesine bir röportaj verdi. Röportajında 5216 kişiyi astığını söyledi. “Şapka devrimine muhalefetin yasal cezası üç ay hafif hapis cezası olmasına rağmen İstikal Mahkemeleri bu yüzden yüz doksan kişiyi idam etti.” (Türk Siyasi Tarihinde Cumhuriyet Halk Partisinin mevkii Fahir Giritlioğlu) 1929 döneminde ABD Büyükelçisi de günlüklerinde aynı tehlikeye dikkat çekti.
“Bugün için fes giymek insanı ipe götüreceği için tabiatıyla fes ortadan kalkmıştır.” (Joseph C. Grew Yeni Türkiye 148)
Emin Taş isimli müteahhit Danıştay’dan yürütme kararı ile Tandoğan’ın huzuruna çıktı. Tandoğan Danıştay’ın karar suretini yırtarak Emin Taş’ın yüzüne fırlattı. Ankara’da benim sözüm geçer diyerek makamından kovdu. Lozan Antlaşmasıyla Türkiye ile Yunanistan arasında nüfus değişimi yapılması kararlaştırıldı. Türkiye’de bulunan Rumlar ile Yunanistan’da bulunan Müslümanlar karşılıklı göç ettiler. Adına kısaca Mübadele (değişim) denen bu uygulama CHP üst düzeyi için yeni bir yolsuzluk ve kazanç kapısı oldu. Yunanistan’a giden 1 milyon üçyüz elli bin Rum göçmen yerine dört yüz bin kişilik Müslüman göçmen gelmiş olmasına rağmen gelenlerin çoğu açıkta kaldı. Doğru dürüst bir mala sahip olamadı. Çünkü Rumların bıraktığı mallar henüz yerlerine Müslüman göçmenler gelmeden CHP tarafından yağmalanmış bulunuyordu. O zaman yaşananların sadece birkaçını sizlere arz ettim…
“1930 ve 1940’lı yıllarda 2. Abdülhamid’in türbesine köpek bağlandı. Kolektif Yakın Tarih Ansiklopedisi İzmir Limanının işletme tekelini alan şirketin kurucularından Dr. Hulusi Alataş Başbakan İsmet İnönü’nün yakınıydı ve bu şirkete hazineden 1 milyon lira yardım yapılmıştı… Belçikalılarla 1925’yılında ortak olarak kurulan Türkiye Kibrit İnhisarı TAŞ’ın hissedarlarından bazıları, İsmet İnönü, Başbakan Celal Bayar, İktisat Bakanı Yunus Nadi, Cumhuriyet gazetesinin sahibi ve başyazarı idi aynı zamanda. (Abdurrahman Dilipak İnönü Dönemi
mcu sayfa 247)
.
14 CHP’li Lozan’a neden hayır dedi?
Abdullah Muradoğlu, Yeni Şafak Aradan 93 yıl geçtikden sonra bile “Lozan Antlaşması” hararetle tartışılıyor. Baştan söylemek gerekirse, elbette Lozan...
5 Ekim 2016 Çarşamba 0:40
yazıyı büyütyazıyı küçült
14 CHP’li Lozan’a neden hayır dedi?
Abdullah Muradoğlu, Yeni Şafak
Aradan 93 yıl geçtikden sonra bile “Lozan Antlaşması” hararetle tartışılıyor. Baştan söylemek gerekirse, elbette Lozan ne zaferdir, ne hezimettir. I. Cihan Harbinde topraklarımızın büyük kısmı işgal altına girdi. Ancak bu topraklar üzerindeki hak ve hukukumuz tam anlamıyla ortadan kalkmamıştı. 1923 yılı itibariyle elimizde tuttuğumuz topraklar üzerindeki egemenliğimizi Lozan’da onaylattık. Geri almaya gücümüzün yetmeyeceğini düşündüğümüz toprakları ise bıraktık. Bu topraklar arasında Suriye, Irak, Ürdün, Filistin, Lübnan, Arap yarımadası, Mısır gibi ülkeler de yer alıyordu. Lozan’la birlikte Türkiye, Osmanlı egemenliği altındaki bu topraklar üzerindeki hak ve senetlerinden vazgeçti. O günkü şartlarda daha fazlasını elde edebilir miydik, orası tartışmaya açık. Zaten Lozan müzakereleri sürecinde bu husus Meclis’te sert polemiklere yol açmıştı.
22-24 Ağustos 1923 tarihleri arasında TBMM’de oylamaya sunulan Lozan Antlaşması oy çokluğuyla kabul edildi. Lozan’ın zafer olmadığını, cephede kazanılan başarıların masada harcandığını ve ciddi tavizler verildiğini düşünen 14 CHP milletvekiliyse “Hayır” oyu kullandı. Lozan zaferse, bu 14 CHP’li neden “hayır” dedi? 14′lerden Şükrü Kaya Lozan’dan sonra Ziraat, Dışişleri ve İçişleri bakanlığı yaptı. Atatürk’ün yakınında yer alan “mutad zevat”tan Şükrü Kaya bir ara CHP Genel Sekreterliği de yaptı. Yahya Kemal‘se 1946′ya kadar milletvekilliği ile Büyükelçilik yaptı. Her iki isim de Lozan müzakerelerine iştirak eden heyetin içindeydi.
“Mutad Zevat”tan Kılıç Ali de 14′ler arasındaydı. Lozan’a “hayır” diyenlerdenMustafa Necati Milli Eğitim ve Adalet bakanlığı yaptı. Lozan’dan sonra İstiklal Mahkemesi Savcılığı ve Milli Eğitim Bakanlığı yapan Vasıf Çınar da red oyu verdi. Bir diğer “Hayır”cıysa 1950′ye kadar milletvekili seçilenFaik Öztrak‘tı. Hepsi de gedikli CHP’liydi ve çoğu “Tek Parti”döneminde önemli görevler üstlendi. Kimse onları Lozan’ı ‘zafer’ olarak görmedikleri için ilzam etmedi. Öztrak’ın aynı adı taşıyan torunu Faik Öztrak bugün CHP Tekirdağ Milletvekili. Lozan zafer miydi, hezimet miydi tartışmasında torun Öztrak’ın dedesinden aktaracağı bilgiler faydalı olabilir.
Lozan’la ilgili güncel tartışmalarda gündeme gelen bir diğer meseleyse Ege ve Akdeniz adalarıyla ilgiliydi. Lozan Antlaşması’nın 12 ile 13. maddeleriyle, daha önce Balkan Savaşları sonunda Yunanistan’ın eline geçen “Ege Adaları”nın egemenlik durumu da onaylandı. Antlaşmanın 15. maddesine göreyse Türkiye, İtalya’nın 1912 yılında işgal ettiği Rodos ile yöresindeki“Onikiada” ve Meis adasının İtalyan egemenliğine geçmesini kabul ediyordu. Bu maddede Türkiye’nin, Astampalya, Rodos, Kalki, Skarpanto, Kazoz, Piskopis, Misiros, Kalimnos, Leros, Patmos, Lipsos, Sombeki, İstanköy adaları ile buna bağlı adacıklar ve Meis üzerindeki tüm hak ve senetlerinden İtalya yararına vazgeçtiği kaydedildi. Ege ve Akdeniz adaları daha önce elimizden çıktı tabii ama bunun uluslararası bir antlaşmayla hukuki olarak tescil edilmesi Lozan Antlaşmasıyla gerçekleşti.
Lozan Antlaşması sadece 1918-1922 yılları arasında cereyan eden “Milli Mücadele”nin askeri ve siyasi sonuçlarıyla ilgili değildir. Antlaşma 1911- 1918 yılları arasında vuku bulan “Trablusgarp”, “Balkan Savaşları” ve “Birinci Dünya Savaşı”nın sonuçlarıyla da tabii ki çok yakından ilgiliydi. Lozan’ı tartışırken bu olguları gözönüne almakta yarar var. Zira konu bütün tarihi derinliğiyle birlikte, Lozan zafer miydi, yoksa hezimet miydi gibi dar bir tartışmanın boyutlarını ziyadesiyle aşıyor.
.
CHP'nin iki büyük paradoksu?
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ile dün Başkanlığını Ekrem kızıltaş'ın yaptığı medya derneği'nin düzenlediği kahvaltılı toplantıda bir araya geldik. 16 Nisan öncesi AK Parti'nin tutumunu aktaran Kurtulmuş, "Biz pozitif bir kampanya yürüteceğiz. Başkalarının sözlerine cevap yetiştirmekten ziyade, bu meselenin ne olduğunu, Türkiye'ye ne getireceğini, Türkiye'yi hangi büyük yanlışlardan ve mevcut sistemin tıkandığı hangi hususlardan kurtaracak bir teklif olduğunu anlatacağız" dedi.
Darbe savar sistem geliyor
Kurtulmuş, "Bu 'Tek adamcılık' meselesi değil, bu yönetimin farklı alanlarda toplanmasının önüne geçip yürütmenin tek elde toplanmasıdır. Bu sistem darbe savar bir sistemdir. meclis kilitlendiği veya siyasi bir kriz olduğu zaman ya Cumhurbaşkanı ya da meclis ülkeyi seçime götürecektir. Eski sistemde kilitlenmeyi çözecek olan ya tanktı ya tüfekti. Siyasetin doğası gereği bazen bu kilitlenme olur. Yeni sistemde böyle bir şey olduğunda kilitlenmeyi doğrudan doğruya millet çözecektir" diye konuştu.
Yeni sistemi "darbe savar" olarak tanımlayan Kurtulmuş, anayasa değişikliği teklifinin halkoyunda geçmesi halinde sıkıyönetimin ve askeri mahkemelerin kaldırılacak olmasının çok önemli olduğuna dikkat çekerek 12 Eylül 1980 ihtilali öncesinde yaşananları hatırlattı.
Sıkıyönetimler bitiyor
1980'de darbecilerin, sıkıyönetimi sivil siyaseti etkisizleştiren bir mekanizma olarak kullandığını ifade eden Kurtulmuş, "Yani sağ-sol kavgası, ülke kan gölüne dönmüş sıkıyönetim ilan edilmiş. E çözün o zaman meseleyi.
Hayır, sıkıyönetim meseleyi çözmek için değil maalesef sivilleri siyaset dışına itmek için kaldıraç olarak kullanılmıştır. 11 Eylül 80'de ortalık kan gölü, 12 Eylül'de ortalık süt liman. Bunun izahı yok. Dolayısıyla bu memlekette artık sıkıyönetim ilan edilemeyecek.
Bunun ortadan kaldırılması hayati öneme haizdir. Muhalefetin "tek adam" söylemleri nedeniyle savunmada kalınıyor ama sonuçta bu anayasa teklifi daha demokratik bir Türkiye'yi inşa edecektir" ifadelerini kullandı.
CHP'nin iki büyük sıkıntısı?
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun partisiyle ilgisi olmayan odaklardan akıl alarak ve Şili'den reklamcılar getirip CHP'nin ontolojisine yabancılaşarak 'sessiz' bir kampanya yürütmesini, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş'a sordum. Numan bey, "Maşeri vicdana hitap etmeyen hiçbir siyasi kampanya başarılı olamaz. Biz kampanyamızı makul büyük vicdan üzerinden yürütüyoruz" diyerek CHP'nin yaşadığı iki zorluğa dikkat çekti:
1İnsan zihni "Evet" demeye daha yatkındır. Herhangi bir şeye "hayır" demeniz için gerekçenizin olması gerekir. Örneğin biri sizi bir yere davet etse büyük oranda "Evet" dersiniz. 'Hayır' demek için gerekçelerinizin olması gerekir. CHP'nin gerekçesi yok.
2Bir de CHP'nin parlamentoda gösterdiği bol kavgalı görüntü. O akşam Meclis'te büyük kavgayı isteyerek çıkardılar ki kendi tabanlarını konsolide etsinler. Ama bunun ters teptiğini gördüler. kampanya sürecinde de bol kavgalı bir yol seçseler, bu sefer millet "kardeşim Pkk var dEaş var bir de sizle mi uğraşacağız" diyecek. Yani sokakta kavgacı bir görüntü vermenin de ülkeyi terörize etmek anlamını geleceğini gördüler.
Prangalardan kurtaracak
Toplantıda, geçmişte ülkenin çift başlı yönetim nedeniyle yaşadığını sıkıntılardan örnekler veren, 'Cumhurbaşkanı- Başbakan' gerilimlerine değinen Kurtulmuş, "Bu durum, insanlarınkavgacı karakterlerinden değildi. kesinlikle sistem yöneticileri buna zorluyordu. Yönetimde çift başlılık ve bunların sonucu olarak aşılamayan krizlerin Türkiye'yi ne kadar önemli badirelerin içine soktuğu hepimizin malumudur" dedi.
Kurtulmuş, Türkiye'nin yakın çevresinin ve dünya siyasetinde yepyeni dengelerin şekillendirdiği bir ekonomi- politik içerisinde referanduma gittiğini belirterek 16 Nisan referandumunun, Türkiye'yi prangalarından kurtaracak ve daha hızlı karar alabilecek güçlü bir ülke haline getireceğini sözlerine ekledi.
.
CHP Islah Olur mu
CHP değişebilir mi.. Teorik olarak mümkündür ama bunun için CHP vücudunun (varlığının) kanındaki DNA’ların, kromozomların değişmesi gerekir, bu ise pratikte mümkün değildir.
CHP’nin ana felsefesi nedir.. Türkiye’de tarihî ve kültürel devamlılığın yerine; ârıza kopukluk ve kazanın hâkim olmasıdır.
CHP ile İslam uyuşur ve bağdaşır mı Bu mümkün değildir. İslam bir vâdide, CHP zihniyeti bambaşka bir vâdidedir…
CHP’nin ideolojisi, projeleri Türkiyenin mânen ve maddeten kalkınmasını, Ortadoğunun Japonyası olmasına katkıda bulunur mu.. Bulunmaz. Yakın tarih ortadadır.
CHP’nin ideolojisi nedir.. Ona ideoloji denilebilirse, Paşa’nın ölümünden sonra Dönmeler tarafından fabrike edilmiş Kemalizmdir.
Kemalizmin temel prensipleri nelerdir
Birincisi laikliktir. Onlar hiçbir zaman laik olamamışlardır, laikçilik holiganlığı ve militanlığı yapmışlar, Müslüman çoğunluğun başta din ve inanç hürriyeti olmak üzere temel insan hak ve hürriyetlerini çiğnemişlerdir. Laiklik bir insan hakları değeri, Cumhuriyet ve demokrasinin de olmazsa olmaz şartı değildir. İngiltere insan haklarının, demokrasinin beşiğidir ve orada din-devlet birliği vardır, hükümdar hem devletin hem millî Anglikan kilisesinin başıdır, kraliyet sisteminde laikliğin esamisi okunmaz.
CHP’nin temel prensiplerinden biri medenî olmak için şapka giymektir. İnsanlık şapkayı terk etti, CHP’liler de. Gülünç bir devrim ve ilerleme ilkesi…
CHP ilkelerinden biri ilerlemek, uygarlaşmak, yükseklere füze gibi fırlamak için millî alfabemizin terk edilerek yerine Latin alfabesinin kabulüdür. Bunun da faydasını görmedik. Çok zor millî yazısını muhafaza eden Japonya çok ilerledi biz kolay yazı ile onların seviyesine çıkamadık.
(İkinci yazı)
B İ R B E L G E
CHP Büyük Kurultayının
10 Mayıs 1946 Olağanüstü toplantısına sunulan
C.H.P. Müstakil Grubu Raporu ve Ekleri
Sahife: 255 No. 33
C.H.P. Müstakil Grubu Başkan Vekilliğine:
Din İşleri Reisliği işleri:
17-IV-1945
Diyanet İşleri Reisliğine ait mütalâalar üç kısımda toplanabilir:
A) Arkadaşlardan bir kısmı;
1. Dünya işlerini din işlerinden tamamiyle ayırmış olan bir rejimde Diyanet İşleri Reisliği gibi bir teşkilâtın yer almaması,
2. Kur’an ve din tatbikatının öz Türkçe olarak tanzim ve tertibi,
3. İbadet yerlerinin Türkün geleneğine uygun bir tarzda konularak Halk Evlerinin ibadet yeri, ibadet yerinin de Halkevine benzer bir şekle ifrağı,
4. Ruhbanlığın icabatı olan her şeyin silinmesi ve ezcümle sarık cübbe ve din tatbikatında kullanılan her nevi kıyafetin ilgası,
5. İbadet usul ve zamanlarının tanzimi,
6. Diyanet İşleri Reisliği yerine, Dil Kurumu’na benzer bir teşkilât ikâme edilerek din teşkilâtının Devlet bünyesinden çıkarılarak millete mal edilmesi
mütalâasında bulunmuşlardır.
(Aslına mutabıktır.) 1946 Ankara T.B.M.M. Basımevi
***
Yukarıdaki belge CHP’nin laiklik anlayışını, din hürriyeti konusundaki zihniyetini ortaya koyuyor. Fazla açıklamaya lüzum yoktur. Din hizmetlisi yetiştiren İslam medreselerini kapatan, tasavvuf tarikatlarını yasaklayan, Ayasofya’yı müze yapan, Ezan-ı Muhammedî okunmasını suç sayan; on bin camiyi, mescidi, tekkeyi, vakıf binasını satan, yıkan, kiraya veren, en basit ve mâsum dinî faaliyetleri irtica olarak gören, İstiklal Mahkemelerinin karakuşî kararlarıyla nice Müslümanı idam eden CHP…
29.09.2016
.
|