.
(“Yahudi veya Hristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız” diyenlere de ki: “Aksine biz, hanif [doğru olan] İbrahim'in dinine uyarız.”) [Bekara 135] (Ehl-i kitap ...
-
Bu vesikalardan açıkça anlaşıldığına göre: 1- Ehl-i kitabın tamamı, yani bütün Yahudi ve Hristiyanlar kâfirdir. 2- Yahudi ve Hristiyanları kâfir kabul etmeyen ...
-
“Kâfir olan Yahudi ve Hristiyanlar, Asr-ı saadetteki kitap ehli idi. Şimdikiler, Cennete gidecektir. Çünkü dinsizliği yok etmek için onlarla omuz omuza ...
-
(De ki: “Ey Ehl-i kitap, gelin aramızda şu müşterek söze uyalım: “Ancak Allah'a kulluk edelim, Ona şirk koşmayalım, Allah'ı bırakıp insanları Rabler edinmeyelim ...
.
Ehl-i kitabın durumu
|
Sual: Kur’anda ehl-i kitabın kâfir olduğu bildirilmiyor mu?
CEVAP
Kur’an-ı kerimde, Ehl-i kitabın kâfir olduğunu bildiren âyet-i kerimelerden bazıları şöyledir:
(İbrahim ne Yahudi, ne de Hristiyandı. O Allah’ı tanıyan doğru bir Müslüman idi.) [Al-i İmran 67] (Her peygamber gibi Hazret-i İbrahim de Müslüman idi. Ehl-i kitap hak olsa idi, böyle denmezdi.)
(“Yahudi veya Hristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız” diyenlere de ki: “Aksine biz, hanif [doğru olan] İbrahim’in dinine uyarız.”) [Bekara 135] (Ehl-i kitap hak olsa idi, sözleri reddedilmezdi. Hazret-i İbrahim’in dini olan İslam’a uyan kurtulur.)
([Ehl-i kitap] "Yahudi ve Hristiyanlar hariç hiç kimse Cennete girmeyecek" dediler. Bu, onların kuruntusudur. De ki: "Doğru söylüyorsanız delilinizi getirin." Hayır onların dedikleri gibi değildir.) [Bekara 111,112] (Şu halde Ehl-i kitabın iddiaları kuruntudur, gerçek değildir.)
(Yahudiler, Üzeyr’e, Hristiyanlar da Mesih’e Allah’ın oğlu dediler. Daha önceki kâfirlerin [“melekler Allah'ın kızlarıdır” diyenlerin] sözlerine benziyor. Allah onları kahretsin! Nasıl da sapıtıyorlar.) [Tevbe 30] (Ehl-i kitap kâfir olduğu için lanete uğradı.)
(Ehl-i kitap [İslam’a] iman edip, [kötülüklerden] sakınsalardı, kötülüklerini örter ve onları nimetleri bol Cennete sokardık.) [Maide 65] (Ehl-i kitap hak olsa idi, imana davet edilmezdi.)
(Ey iman edenler, Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin! Onlar, [İslam düşmanlığında] birbirinin dostudur. Onları dost edinen de onlardan [kâfir] olur. Allah, [kâfirleri dost edinip kendine] zulmedenlere hidayet etmez.) [Maide 51] (Ehl-i kitap hak olsa, onlara dost olana kâfir denir miydi?)
[Ey habibim, Ehl-i kitaba] de ki: (Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin.) [Al-i İmran 31] (Yani Ehl-i kitap, Resulullaha iman etmedikçe, Allah onları sevmez.)
(De ki: “Ey Ehl-i kitap, gelin aramızda şu müşterek söze uyalım: “Ancak Allah’a kulluk edelim, Ona şirk koşmayalım, Allah’ı bırakıp insanları Rabler edinmeyelim” Yine de, yüz çevirirlerse, “Şahit olun ki, biz Müslümanız” deyin!) [Al-i İmran 64] (Ehl-i kitap kâfir olduğu için, onlara biz Müslümanız deyin buyuruluyor.)
([Senden önce peygamberlere] iman edenler, Yahudi, Hristiyan ve sabiinlerden Allah’a ve ahirete inanıp salih amel işleyenler için elbette Rablerinin katında mükafatlar vardır.) [Bekara 62] (Hazret-i Musa zamanında, ona inanan Yahudiler ve Hazret-i İsa zamanında ona inanan Hristiyanlar, elbette Cennete gidecektir. Çünkü, bütün peygamberler gibi Hazret-i Musa da, Hazret-i İsa da Müslüman idi.)
Bu vesikalara rağmen, (Muhammedün Resulullah demeye lüzum yok) diyenler çıkarsa, bunların cahil değil, sinsi birer misyoner olduklarında şüphe kalmaz.
Sual: Bir Yahudi’ye veya Hristiyan’a hacı demek caiz midir? Bir de, Müslümanlığı kötülemeyen bir Hristiyan’a, İsevi Müslüman denir mi?
CEVAP
Hacı, İslam’ın hac şartını eda eden Müslümana denir, gayrimüslime hacı denmez. Müslümana kâfir demek küfür olduğu gibi, gayrimüslime de Müslüman demek küfür olur. Bir insan ya Müslümandır veya kâfirdir. Hem kâfir, hem Müslüman olmaz. Müslüman Hristiyan veya Hristiyan Müslüman olmaz. Hristiyanlar için de, İsevi demek yanlıştır. Şimdi İsevi ve Musevi yoktur.
İnsanların en kötüsü
Sual: Beyyine sûresinin altıncı âyetinde, ehl-i kitabın [Yahudilerle Hristiyanların] insanların en kötüsü olduğu bildiriliyor? Ehl-i kitab, ateistlerden de mi kötüdür?
CEVAP
Sadece ehl-i kitab değil, o âyet-i kerimede müşrikler de geçiyor. Şirk, Allahü teâlâya ortak yapmak, benzetmek demektir. Benzeten kimseye müşrik denir. Küfrün çeşitleri vardır. Hepsinin en kötüsü, en büyüğü şirktir. Bir şeyin her çeşidini bildirmek için, çok defa, bunların en büyüğü söylenir. Bunun için, âyet-i kerimelerde ve hadis-i şeriflerde geçen şirk, her çeşit küfür demektir.
Bütün küfürler şirkin içine girdiği gibi, Ehl-i kitab da, müşriklerin içine girmektedir. Böyleyken, onların kâfir olduklarının ayrıca bildirilmesinin elbette hikmetleri vardır. Belki Ehl-i kitab kâfirlerini, mümin zanneden çıkabilir. Nitekim (Ehl-i kitabın içinde takva sahipleri de vardır) diyenler de vardır.
Ehl-i kitab ve hak din
Sual: (Kur’anı ve onun Peygamberini dışlayarak tevhid inancına ve salih amele ulaşmak imkânsız gibi olduğu için, bir kısmı hak yolda ise de, bugün Ehl-i kitabın büyük çoğunluğu, tevhitten veya salih amelden uzaklaşmıştır) diyenler oluyor. Ehl-i kitap bâtıl yolda değil midir?
CEVAP
Ehl-i kitab, tek bir yaratıcıya inansa da, salih ameller işlese de, mesela namaz kılsa, oruç tutsa ve cami yapsa da, Müslüman olmadıkça hiç faydası olmaz. İşte bir âyet-i kerime meali:
(Kâfirlerin cami yapmaları ve [hayır olarak yaptıkları] diğer bütün amelleri, boşa gidecek, Cehennemde sonsuz kalacaklar.) [Tevbe 17]
Müslümana kâfir diyenin kendisi kâfir olduğu gibi, kâfire de Müslümandır, cennetliktir demek küfürdür. İslamiyet gelince, önceki bütün dinler yürürlükten kalktı. Hiç değişmemiş, bozulmamış bile olsa, artık bunlarla amel etmek caiz değildir. Üç âyet-i kerime meali de şöyledir:
(İslam’dan başka din arayan, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.) [Âl-i İmran 85]
(Kimi, ona [Muhammed aleyhisselama] iman etti, kimi ondan yüz çevirdi. Bunlara da çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr edip kâfir olanları ateşe atacağız.) [Nisa 55, 56]
Gayrimüslimlerin yeri
Sual: (Hristiyanların cehenneme mi, yoksa cennete mi gideceğini bilemeyiz. Bu Allah’ın takdirine kalmıştır, dilerse cennetine koyar) diyenler oluyor. Dinimiz kimlerin cennete, kimlerin cehenneme gideceğini açıkça bildirmemiş midir?
CEVAP
Elbette bildirmiştir. Gayrimüslim için (Allah dilerse cennete koyar) veya (Resulullahın sözü geçersizdir) denmez. Yahut (Allah’ın Kur’andaki sözleri tarihseldir, o zamanki kâfirler içindi) denmez. Allahü teâlâ, gayrimüslimleri yani Müslüman olmayan herkesi cehenneme koyacağım diyor. Resulullah da aynısını bildiriyor. Buna inanmamak küfür olur. Allahü teâlâ gayrimüslimlerin cehenneme gideceğini bildirdiğine göre, Allah’ın takdirine kalmış denemez. Bu Allah’ın verdiği sözden dönebileceği anlamına gelir. Hâlbuki Allahü teâlâ verdiği sözden dönmez. İki âyet-i kerime meali:
(Allah asla sözünden dönmez.) [Âl-i İmran 9, Zümer 20, Rad 31]
(Allah vaadinden dönmez.) [Rum 6]
Gayrimüslimlerin de cennete girebileceğini söylemek şu âyet-i kerimeyi de inkâr olur:
(Elbette, ehl-i kitap olsun, müşrik olsun, bütün kâfirler Cehennem ateşindedir. Orada ebedi kalırlar. Onlar yaratılmışların en kötüsüdürler.) [Beyyine 6]
Şu hadis-i şerifi de inkâr etmiş olur:
(Cennete sadece Müslüman olan girer.) [Buhari, Müslim]
Kâfirlikte şüphe
Sual: Gayrimüslimlerin kâfir olduklarında şüphe eden de kâfir olur mu?
CEVAP
Evet, bütün gayrimüslimlerin, Cehennemde sonsuz azap çekeceğinde şüphe eden de kâfir olur. Bir Hristiyan’ı, bir Yahudi’yi ve başka bir gayrimüslimi kâfir kabul etmeyen kimsenin kâfir olacağında şüphe eden kimsenin de kâfir olacağını, İslam âlimleri söz birliğiyle bildirdiler. (Bezzaziyye, Dürr-ül-muhtar, Şifa-i şerif, Ravda, El-A’lam)
Kâfir olmasında şüphe eden de kâfir olunca, onu [gayrimüslimlerin Cennete gideceğini söyleyeni] Müslüman bilenin nasıl olacağını ve hele onu, İslam âlimlerini öven kelimelerle övenin nasıl olacağını düşünmelidir. Böyle kimseleri İslam âlimi sananların ve bunların küfür saçan sözlerini, yazılarını övenlerin, yayanların kâfir olacaklarını iyi anlamalıdır. Övmek, yaymaya çalışmak ve reklamını yapmak, razı olmayı, beğenmeyi gösterir. Küfre rıza, küfür olur. Küfre rıza demek, kâfirin küfür üzere kalmasını istemek değildir. Onun küfrünü beğenmek demektir. (Faideli Bilgiler)
Ehl-i kitabın kurtulması
Sual: Maide suresinin 68. âyetinde mealen, (Ey Ehl-i Kitab! Siz Tevrat’a, İncil’e ve Rabbinizden size indirilen Kur’ana uymadıkça, doğru yol üzerinde değilsiniz. And olsun, sana Rabbinden indirilen bu Kur’an, onlardan birçoğunun azgınlığını ve küfrünü artırır. O halde kâfirlerin azgınlığına karşı üzülme!) deniyor. Burada Ehl-i kitaba kendi kitaplarına uymaları bildirilmiyor mu?
CEVAP
Hayır. Aksine Kur’an-ı kerime iman edip, ona uymaları emrediliyor.
Kur’an-ı kerimin muhatabı Peygamber efendimizdir. Onu doğru açıklayan da, hadis-i şeriflerdir. İşte Peygamber efendimiz Kur’an-ı kerimi açıklayarak, (Beni duyup da iman etmeyen Yahudi ve Hristiyanlar, elbette Cehenneme girecektir) buyuruyor. (Hâkim)
İmam-ı Kurtubi hazretleri de buyuruyor ki:
İbni Abbas hazretlerinin bildirdiğine göre, Yahudilerden bir topluluk Resulullah efendimize gelip, (Sen, Tevrat’ın Allah’tan gelmiş hak bir kitap olduğunu kabul etmiyor musun?) diye sordular. Peygamberimiz, (Elbette, kabul ediyorum) diye cevap verdi. Bunun üzerine Yahudiler, (Biz de ona iman ediyoruz, fakat onun dışındakilere iman etmiyoruz) dediler. Bunun üzerine, bu âyet-i kerime nazil oldu. Burada, (Her iki kitapta [Tevrat’ta ve İncil’de] yer alan ve geleceği bildirilen Muhammed aleyhisselam’a iman edip, her iki kitabın belirttiği bu hüküm gereğince de amel etmedikçe, iman etmiş olmazsınız) deniliyor. Ebu Ali el-Farisi de, (Bu âyet-i kerime, Tevrat ve İncil’in nesh edilmeden önceki halleri hakkındadır) demiştir. (Cami’ul Ahkâm)
Âyet-i kerimenin sonunda, Ehl-i kitab kâfir olduğu için, (Kâfirlerin azgınlığına karşı üzülme!) deniyor. Ehl-i kitabın kâfir olduğu başka âyet-i kerimelerde de bildiriliyor.
Takva sahibi (!) papaz
Sual: Bir tanıdık, (Ben Avrupa’ya gittim. Papazlarla ve rahiplerle görüştüm. Haramlardan sakınıyorlar, yani çok takva ehli zatlardır. Hayırlarına ve hasenatlarına diyecek yoktur. Bizde öyle Müslümanlara rastlanmaz) diyor. Takva ehli olmak için Müslüman olma şartı yok mu?
CEVAP
Elbette vardır. Müslüman olmayana gayrimüslim denir. Bütün gayrimüslimlerin kâfir olduğunu bizzat Allahü teâlâ ve Resulü bildiriyor. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Ehl-i kitab [Yahudi ve Hristiyan] olsun veya müşrik olsun bütün kâfirler, Cehennemde ebedî kalırlar.) [Beyyine 6]
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Beni duyup da, bana inanmayan Yahudi ve Hristiyanlar, muhakkak Cehenneme girecektir.) [Hâkim]
Kâfir içki içmese de, zina etmese de, hattâ namaz kılsa, oruç tutsa da, çok büyük camiler yaptırsa da, zerre kadar faydası olmaz. Üç âyet-i kerime meali şöyledir:
(Kâfirlerin iyi işleri engin çöllerde görünen seraba benzer. Susayan kimse onu uzaktan su sanır, ama yanına varınca, umduğunu bulamaz.) [Nur 39]
(Kâfirlerin faydalı işleri fırtınalı bir günde rüzgârın savurduğu küller gibidir. Âhirette o işlerin hiç faydası olmaz.) [İbrahim 18]
(Kâfirlerin [iyi olarak] yaptığı bütün işler, Kıyamette boşa gider.) [Tevbe 17]
(Papazlar takva ehlidir) diyenler, ya İslamiyet’i bilmiyorlar veya art niyetli kimselerdir.
Ehl-i kitabın seçkin yeri
Sual: (Kur’an-ı kerimde, Ehl-i kitabın yani Yahudilerle Hristiyanların, diğer gayrimüslimlere göre daha seçkin yeri vardır. Bunun için, imamların, papaz ve hahamlarla diyalog kurarak bir araya gelmeleri, ateizme yani dinsizliğe karşı mücadele için işbirliği yapmaları farzdır) deniyor. Kâfilerle nasıl bir işbirliği yapılabilir? Kur’anda, Ehl-i kitabın nasıl seçkin bir yeri vardır?
CEVAP
Kur’an-ı kerimde Ehl-i kitabın seçkin yerinden kasıt, onlar için seçilen yer denmek isteniyorsa, bu konuda bir âyet-i kerime meali:
(Elbette, Ehl-i kitabdan [Yahudi ve Hristiyan] olsun, müşriklerden olsun bütün kâfirler Cehennem ateşindedir, orada ebedi kalırlar. Onlar mahlûkların en kötüsüdür.) [Beyyine 6]
Demek ki Ehl-i kitab için Allahü teâlâ tarafından seçilen yer, Cehennemdir. Onlar için sıfat olarak da, “kâfir” ve “mahlûkların en kötüsü” tabirlerini seçmiştir. Dolayısıyla, adına (Ehl-i kitab) denilen kâfirlerle işbirliği içine girmek kadar tehlikeli ne olabilir?
Kur’an-ı kerimde, mahlûkların en kötüsü denirken, onlarla yakınlaşmanın ne faydası olacak? Yani kâfirlerle işbirliği yapıp, ateistleri Ehl-i kitap [Yahudi veya Hristiyan] yapmanın Müslümanlığa faydası ne? Bir hadis-i şerif:
(Beni duyup da, bana inanmayan Yahudi ve Hristiyanlar, muhakkak Cehenneme girecektir.) [Hâkim]
Yine din kitaplarında bildiriliyor ki:
Ehl-i kitabın hepsi kâfirdir. (Fetava-i Hindiyye)
Bugünkü Hristiyanlar ehl-i kitap mıdır?
Sual: Zamanımızdaki Hristiyanların bazısının müşrik olduğunu, ehl-i kitap olmadığını söyleyenler oluyor. Gerçekten böyle midir?
Cevap: Hıristiyanlar, resimlere, heykellere tazim, hürmet edip secde ediyorlar, yalvarıyorlar. Bunların bir kısmı, ellerindeki İncillere, "Tanrının hazret-i İsa’ya gönderdiği kitaptır" diyorlar. Hazret-i İsa, Tanrının resulüdür, onu çok seviyor, her istediğini yaratıyor, babanın oğlunu çok sevdiği için, Tanrıya baba, hazret-i İsa’ya oğul diyorlar. Kendilerine şefaat etmesi için, hazret-i İsa’ya yalvarıyorlar. Bunlara Ehl-i kitap denir, müşrik değildirler. Hıristiyanların ikinci kısmı, hazret-i İsa’da ülûhiyyet yani ilahlık sıfatları vardır, babası gibi, her dilediğini yaratır, ebedi, ezeli olarak diridir diyorlar. Böyle inanarak yalvarmaya, ibadet etmek denir ki, bu hal Şirk olur. Bu şekilde inanana da Müşrik denir. İbadet olunan resimler, heykeller, haçlar da put olmaktadır.
.
Ehl-i kitaba Cennetlik diyenler
|
Sual: Bir hoca, (“Hristiyanlar ve Yahudiler Cennet’e girecek” diyen kâfir olur) diyor. Böyle demesi dinimize uygun mudur?
CEVAP
Evet, Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde, Yahudi ve Hristiyanların Cehennemlik olduğu pek açık yazılıdır. Bu âyet-i kerimelere inanmayan elbette kâfir olur.
Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Âyetlerimizi yalanlayanlar kâfirdir, ebedî Cehennemde kalırlar.) [Bekara 39]
Demek ki, Müslüman olmayan herkes kâfirdir. Hristiyanların çoğu müşriktir. Müşrikler zaten kâfirdir. Ehl-i kitab olanları da kâfirdir. Bir âyet-i kerime meali:
(Elbette, Ehl-i kitabdan [Yahudi ve Hristiyan] olsun, müşriklerden olsun bütün kâfirler Cehennem ateşindedir, orada ebedî kalırlar. Onlar mahlûkların en kötüsüdür.) [Beyyine 6]
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Beni duyup da, bana inanmayan Yahudi ve Hristiyanlar, muhakkak Cehenneme girecektir.) [Hâkim]
Yine din kitaplarında bildiriliyor ki:
Hristiyanlar, Ehl-i kitabdır. Ehl-i kitabın hepsi de kâfirdir. (Fetava-yı Hindiyye)
Dinde zaruri olan şeylerden birine inanmayan kâfir olur ve Cehennemde sonsuz azap çeker. (Belki kâfir olmaz) diye şüphe edenin de kâfir olacağı, Bezzaziyye, Dürr-ül-muhtar, Kadı İyad’ın Şifa, İmam-ı Nevevi’nin Ravda ve İbni Hacer-i Mekki’nin el-A’lam kitaplarında açıkça bildirilmiştir. Bir Hristiyan’ı, bir Yahudi’yi ve din-i İslam’dan ayrılanlardan birini kâfir kabul etmeyen kimsenin kâfir olacağında şüphe eden kimsenin de kâfir olacağını, İslam âlimleri söz birliğiyle bildirdiler. Bu söz birliği adı geçen kitaplarda yazılıdır. Kâfir olmasından şüphe eden de kâfir olunca, onu Müslüman bilenin nasıl olacağını ve hele, onu İslam âlimleri için kullanılan unvanlarla övenin nasıl olacağını düşünmeli. Bu sözümüzden, böyle kimseleri İslam âlimi sananların ve bunların küfür saçan sözlerini, yazılarını övenlerin, yayanların, kâfir olacaklarını iyi anlamalı. Övmek, yaymaya çalışmak ve reklamını yapmak, razı olmayı, beğenmeyi gösterir. Küfre rıza, küfür olur. Küfre rıza demek, kâfirin küfür üzere kalmasını istemek değil, onun küfrünü beğenmek demektir. (Fetavel-Haremeyn, Faideli bilgiler)
Bu vesikalardan açıkça anlaşıldığına göre:
1- Ehl-i kitabın tamamı, yani bütün Yahudi ve Hristiyanlar kâfirdir.
2- Yahudi ve Hristiyanları kâfir kabul etmeyen de kâfirdir.
3- Yahudi ve Hristiyanları kâfir kabul etmeyenin kâfir olduğundan şüphe eden de kâfirdir.
Dindar kime denir?
Sual: Bazıları, Yahudi ve Hristiyanların Cennete gideceğini, hattâ şehit olacağını savunanlara ve kendi görüşünü din diye bildiren mezhepsizlere, (Dindar, muhafazakâr ve Ehl-i sünnet) diyorlar. Böyle demek yanlış olmaz mı?
CEVAP
Elbette yanlıştır. (Dindar) ve (muhafazakâr), dinine bağlı kimse demektir. Bir Budist de kendi bâtıl dinine bağlı olabilir, ama İslâmiyet'te ona (dindar) denmez. Mezhepsiz bir kimse de, namaz kılsa, haramlardan sakınsa, İslamiyet’e hizmet ettiğini zannederek, mezhepsizlik yolunu yaymak için çok uğraşsa, ona (dindar) denmez. Çünkü (dindar) ifadesi, övgü ve saygı ifadesidir.
(Ehl-i sünnet) ifadesi de, imanı doğru olan Müslüman demektir. Ehl-i kitabı yani Yahudi ve Hristiyanları cennetlik bilene, (Ehl-i sünnet) denmeyeceği gibi, (Müslüman) bile denmez.
(Hak din) ve (Doğru din) ifadeleri, nasıl sadece İslamiyet için kullanılıyorsa, (dindar) kelimesi de, sadece Ehl-i sünnet olan Müslümanlar için kullanılır. İtikadı bozuk olanlara (dindar) veya (muhafazakâr) denmez. Böyle diyenler, câhil değilse, mutlaka art niyetlidir.
Bazı Hristiyan hayranları da, papazları (takva sahibi) diyerek övüyorlar. (Takva sahibi), Allah’tan korkup haramlardan sakınan kimse demektir. Papazların günah işlemediklerini söylemek istiyorlar. Hristiyan olmak, tek Allah yerine 3 tanrıya inanıp müşrik olmak, putlara tapmak, en büyük günah değil mi? Küfürden büyük günah olur mu? Takva sahibi olmak için, önce Müslüman olmak gerekir. Bid’at ehline bile, başka hiç günah işlemese de (takva sahibi) denmez. Çünkü Ehl-i sünnet itikadında olmamak, büyük günahtır.
.
Eski ve yeni Hristiyanlar
|
Sual: Yahudilerle Hristiyanların kâfir olduğunu, hatta onları dost edinenlerin de kâfir olacağını bildiren âyetler hakkında deniyor ki:
“Kâfir olan Yahudi ve Hristiyanlar, Asr-ı saadetteki kitap ehli idi. Şimdikiler, Cennete gidecektir. Çünkü dinsizliği yok etmek için onlarla omuz omuza çalışıyoruz.”
Bu iddia hakkında açıklama yapar mısınız?
CEVAP
Zırva tevil götürmez diye demek ki böyle sözler için söylenmiş.
Şimdiki Hristiyanların çoğu müşrik olup, kestikleri hayvan bile yenmez. Bir kimsenin, mümin olup Cennete gidebilmesi için imanın altı esasının hepsine de inanması gerekir. Birine bile inanmayan kâfirdir. Hristiyanlar, imanın altı esasından kaçına inanıyorlar?
İmanın altı esası şunlardır:
1- Allah’ın varlığına, bir olduğuna ve ortağının bulunmadığına inanmak.
[Hristiyanların Allah inancı bile yanlıştır. Eflatunun uydurduğu teslis [trinite yani üç tanrı] fikrine inanıyorlar. Baba tanrı, oğul tanrı, kutsal ruh gibi değişik üç tanrıya inanıyorlar.
Hazret-i İsa böyle sözler söylememiştir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah, “Ey İsa, insanlara ‘Beni ve anamı Allah’tan başka iki ilah bilin” diye sen mi dedin?” diye sorunca, o da, “Hâşâ, seni tenzih ederim. Bu söz bana yakışmaz” dedi.) [Maide 116]
(İsa dedi ki: “Allah, benim de, sizin de Rabbinizdir.”) [Zuhruf 63, 64]
(Meryem oğlu İsa, “Ben Allah’ın resulüyüm. Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı, benden sonra gelecek Ahmed isimli peygamberi müjdeleyici olarak geldim” demişti.) [Saf 6]
(İsa’ya, Allah diyenler kâfirdir. Halbuki Mesih, “Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin” dedi. “Allah üçün üçüncüsü” diyenler de kâfirdir.) [Maide 72, 73]
Bir de tanrı gökte diyorlar. Bu da küfürdür. Böylece bu birinci maddeye inanmamış oluyorlar.]
2- Meleklerin varlığına, onlarda erkeklik ve dişilik olmadığına inanmak.
[Hristiyanlar, melekleri kız olarak kabul ediyorlar. Hatta “Onlar tanrının kızlarıdır” diyorlar. Melekleri kız olarak bildikleri için meleklere imanları da yanlıştır. Kur’an-ı kerimde mealen, (Allah ile birlikte başka ilah edinen Cehenneme atılır. Rabbiniz oğulları size ayırdı da kendisi için kız olarak melekleri mi edindi? Elbette vebali çok büyük söz ediyorsunuz) buyuruluyor. (İsra 39, 40) Bu âyet-i kerime, birinci ve ikinci maddeye yanlış inanan Hristiyanların kâfir olduklarını açıkça gösteriyor.]
3- Semavi kitapların hepsine inanmak.
[Halbuki Ehl-i kitap, Kur’ana inanmaz. Kur’anda, (Âyetlerimize ancak kâfirler inanmaz) buyuruluyor. (Ankebut 47).
Bir âyet meali de şöyledir:
(Ey ehl-i kitap, resulümüz [Muhammed aleyhisselam] kitaptan gizlediğiniz şeyleri açıklamak üzere geldi. Size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap geldi.) [Maide 15]
Kitaplara imanları da yanlıştır. Kur’ana inanmadıkları için de kâfir oluyorlar.]
4- Bütün Peygamberlere inanmak.
[Onlar, Muhammed aleyhisselama inanmazlar. Peygamberlerden bazısını kabul edip, bazısını inkâr ederek ayrım yapanlar kâfirdir. (Bekara 285)
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107]
(Âlemlere [Cin ve insanlara ilahi azap ile] korkutucu [uyarıcı] olarak Furkanı [Kur’anı] kuluna [Muhammed aleyhisselama] indiren [Allah’ın şanı] ne yücedir.) [Furkan 1]
(Kimi, ona [Resulüme] iman etti, kimi de, ondan yüz çevirdi. Bunlara da çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr ederek kâfir olanları elbette ateşe atacağız.) [Nisa 55-56]
Bir hadis-i şerifte de, (Bana iman etmeyen Yahudi ve Hristiyan, mutlaka Cehenneme girecektir) buyuruldu. Peygamberlere imanları da yanlıştır. Muhammed aleyhisselamı hak peygamber bilip ona tâbi olmadıkları için kâfir oluyorlar.]
5- Hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmak.
[Onlar, “Tanrı kötülükleri takdir etmez” derler. Acaba, takdir etmeyen, üç tanrıdan hangisi?]
6- Öldükten sonra dirilmeye, ahirete, Cennet ve Cehenneme inanmaktır.
[Hristiyanlar, İsa gökte krallık kuracak diyerek Cennete de inanmıyorlar. Bu altıncı maddeye aynen Müslümanlar gibi inansalar bile, diğer maddelere İslamiyet’in bildirdiğinin zıddına inandıkları için kâfir oluyorlar.]
Kur’anda kâfir olarak bildirilen Hristiyanların eski Hristiyan olduğunu, yenilerinin Cennetlik oldukları nasıl söylenebilir ki? Bu, Kur’anda mümin olarak bildirilen müslümanların eski Müslüman olduğunu, yenilerinin Cehennemlik olduğunu iddia etmeye benziyor. Yahut Kur’anda bildirilen hususların ilk müslümanlar veya ilk kâfirler için olduğunu, sonrakiler için bu hükümlerin geçersiz olduğunu iddia etmeye benziyor. Her ikisi de İslam’ı tanımıyorum demenin başka şeklidir.
Yeni Hristiyanlar imanın bu altı şartına inanıyorlar mı da Cennetlik olsunlar? Cennetlikse hepsine inanmıştır, tevbe edip Müslüman olmuştur, buna artık Hristiyan denmez. Hristiyansa kâfirdir, Allah ve Resulünün düşmanıdır, buna Müslüman denmez.
Yeni Hristiyanların eskilerden farkı nedir? Farkları şirkte daha ileri gitmeleri değil midir?
(Hristiyanlarla dinsizliği yenmek için omuz omuza çalışıyoruz) diyorlar. Misyonerlerle omuz omuza çalıştıkları doğrudur. Bütün Müslümanları Hristiyan yapmak için omuz omuza çalışıyorlar.
Allahü teâlâ, kitap ehli gayrimüslimlerle dinsizliği yok etmek için bile olsa, onlarla omuz omuza çalışmayı istemiyor. Onların Müslüman olmasını istiyor. Müslüman olana kadar onlarla mücadele etmeyi emrediyor. Bir âyet meali şöyledir:
(Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini [İslamiyet’i] kendilerine din olarak kabul etmeyen kitap ehli [Yahudi ve Hristiyanlar] ile, küçülerek boyun büküp kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.) [Tevbe 29]
Ehl-i kitap Allah’ın âyetlerini gizliyordu. Şimdi bazılarına ne oluyor da Allah’ın âyetlerini Ehl-i kitap gibi gizliyorlar? Allah’ın âyetlerini kim gizler? Niçin bu bildiğimiz âyetleri gizlemeye çalışıyorlar?
Hak olan sadece İslam dinidir. Bu husustaki âyet-i kerimelerden birkaçının meali şöyledir:
(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19]
(Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3]
(Kim İslam’dan başka din ararsa, bilsin ki, bulacağı o din, asla kabul edilmez.) [A.İmran 85]
(Sen, onların dinine uymadıkça, Hristiyanlar ve Yahudiler senden hoşnut olmazlar. De ki: Doğru yol, ancak Allah’ın [bildirdiği İslamiyet] yoludur.) [Bekara 120]
([Ehl-i kitap] “Yahudi ve Hristiyanlar hariç hiç kimse Cennete girmeyecek” dediler. Bu, onların kuruntusudur. De ki: “Doğru söylüyorsanız delilinizi getirin.”) [Bekara 111]
.
Allah’a inanan gayrimüslim
|
Sual: Allah’a inanan gayrimüslim, mesela Yahudi ve Hristiyan kâfir mi olur?
CEVAP
Bu konudaki âyet-i kerimeleri diğer yazılarımızda bildirmiştik. Şimdi üç âyet meali daha bildirelim:
([Ey Habibim, Yahudi ve Hristiyanlara] de ki: (Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin.) [Al-i İmran 31] (Demek ki Ehl-i kitap olan Hristiyan ve Yahudiler, Peygamber efendimize iman etmedikçe, Allahü teâlâ onları sevmez.)
(De ki: “Ey Ehl-i kitap, gelin aramızda şu müşterek söze uyalım: “Ancak Allah’a kulluk edelim, Ona şirk koşmayalım, Allah’ı bırakıp insanları Rabler edinmeyelim” Yine de, yüz çevirirlerse, “Şahit olun ki, biz Müslümanız” deyin!) [Al-i İmran 64] (Ehl-i kitap yani Yahudi ve Hristiyanlar buna yanaşmadı, yani Müslüman olmadılar.)
([Senden önce peygamberlere] iman edenler, Yahudi, Hristiyan ve sabiinlerden Allah’a ve ahirete inanıp salih amel işleyenler için elbette Rablerinin katında mükâfatlar vardır.) [Bekara 62] (Hazret-i Musa zamanında, ona inanan Yahudiler ve Hazret-i İsa zamanında ona inanan Hristiyanlar, elbette Cennete gidecektir, çünkü bütün peygamberler gibi, Hazret-i İbrahim gibi, Hazret-i Musa da, Hazret-i İsa da Müslüman idi.)
Diğer dinler bozulduğu için Allahü teâlâ, en son olarak İslam dinini gönderdi. Başka dinleri kabul etmediğini açıkça şöyle bildirdi:
(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19]
Bu konudaki birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Yahudi ve Hristiyanlara selam vermeyiniz!) [Müslim]
(Ehl-i kitap size selam verdiği zaman “ve aleyküm” deyin.) [Buhari]
(Yahudi ve Hristiyanlar sakal boyamaz. Onlara benzemeyin, boyayın!) [Müslim]
(Saçlarınızı kırmızı veya sarıya boyayın, ehl-i kitaba muhalefet edin!) [İ. Ahmed]
Amentü’deki altı esastan birini inkâr eden kâfir olur. Sadece Allah’a inandım demek kâfi değildir. Hristiyan ve Yahudiler, bizim peygamberimiz dahil bütün peygamberlere inanmadıkça kâfirlikten kurtulamazlar. Yahudiler, Hazret-i İsa’ya, Hristiyanlar da, Muhammed aleyhisselama inanmadıkları için kâfir oldular. Amentü’de bildirilen altı husustan birini, mesela kaderi inkâr eden, kâfir olur, bütün iyi amelleri yok olur. (Redd-ül-muhtar)
|
|
|
|
|
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
İMAN AÇISINDAN EHL-İ KİTAB
Dr. Mehmet Bulut
GİRİŞ
Ehl-i Kitap kime denir? İman açısından bunların durumu nedir? Bu konular öteden beri merak konusu olagelmiştir. Ehl-i Kitab'ın iman açısından durumunu incelemeye geçmeden, iman konusu üzerinde biraz durmak yerinde olacaktır.
Türkçemizde "inanmak" diye ifade ettiğimiz iman, terim olarak; "Hz. Muhammed'in Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen hususlara inanmak" 1 şeklinde tarif edilir.
Hz. Muhammed'in Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen, Kur'ân'dır ve bir de Hz. Peygamber'den bize kadar ulaşan mütevâtir haberlerdir. İslâm dinine göre bir insanın mü'min sayılması, bunlara inanmasına bağlıdır. İman, inanılacak esaslara hem toptan ve hem de ayrı ayrı olmalıdır. İman, bir bütündür, bölünme kabul etmez. İnanılacak esaslardan bir veya birkaçını inkâr, tümünü inkâr sayılır. Şu âyet bunu belirtmektedir: "Allah'ı ve peygamberlerini inkâr ederek kâfir olan, bir de Allah ile peygamberlerinin arasını ayırmak isteyen (Allah'a inanıp peygamberlerine inanmayan), ''(Bunlardan) kimine inanırız, kimini inkâr ederiz" diyen ve böylece ikisi (iman ile küfür) arasında bir yol tutmaya yeltenen kimseler, gerçek kâfirlerdir. Biz kâfirlere alçaltıcı bir azab hazırlamışızdır" (Nisâ, 4/150-151).
Bazı insanlar, aslında inanmazlar, ama "Biz Allah'a inanırız, fakat peygambere inanmayız" veya "Peygamberlerden şunlara inanırız, şunlara inanmayız" yahut da "İman esaslarından bazısına inanırız, bazısına inanmayız" demek suretiyle imanla küfür arasında orta bir yol izlediklerini söylerler. Böyle olanların gerçekte kâfir olduklarını, güya bu sözleriyle küfürlerini gizlemeye çalıştıklarını bu âyetten öğreniyoruz. Bakara süresindeki bir âyette "Biz Allah'ın peygamberlerinden hiçbirini ayırmayız (hepsine inanırız)" (Bakara, 2/285) Duyurularak mü'minlerin peygamberler arasında ayırım yapmaksızın hepsine inanmaları gerektiği vurgulanıyor.
A. İSLÂM'DA İNANILMASI GEREKLİ ESASLAR
Ehl-i Sünnete göre, mü'min olmak için önce Allah'a inanmak gerekiyor. Allah'a iman; Allah'ın varlığına, birliğine; eşi, dengi, benzeri, ortağı olmadığına; anası, babası, çocuğu olmadığına; hiçbir şeye muhtaç olmadığına; her türlü kemal sıfatlarla muttasıf, her türlü eksikliklerden münezzeh olduğuna vb. inanmaktır. Peygamberine ve Peygamberine bildirdiği kesin olarak sabit olan şeylere inanmak gerekiyor. Kur'ân-ı Kerim'de Allah'a ve Peygamberine inanmayı emreden pek çok âyet vardır.2 Çünkü dini insanlara bildiren Peygamberdir. Peygamberlere inanmadan diğer esaslara inanmanın bir değeri olmaz. Meleklere inanmak gerekiyor. Peygamberlere, (özellikle isimleri Kur'ân'da geçen yirmi beş peygamberin peygamberliklerine) inanmak gerekiyor. Kitaplara (özellikle Hz. Dâvud'a Zebur, Hz. Mûsâ'ya Tevrat, Hz. İsâ'ya İncil ve Hz. Muhammed'e Kur'ân'ın Allah tarafından indirilmiş olduğuna) inanmak gerekiyor. Ahirete, dünya hayatının bir gün tümüyle sona ereceğine, Allah'ın bütün insanları tekrar diriltip dünya hayatlarındaki iman, amel, ibadet, ahlâk ve davranışlarından sorguya çekeceğine, herkese dünyada işlediğinin karşılığını vereceğine, Sırât'a, Mîzân'a, amel defterlerine, Cennet'e, Cehennem'e vb. inanmak gerekiyor.3 Kadere, (hayır ve şerrin Allah'ın dilemesi ve takdir etmesiyle olduğuna) inanmak gerekiyor.
"Kader'e inanmayı bir iman maddesi olarak kabul etmeyen Mu'tezile dışındaki İslâm mezhepleri, bu altı esasa inanmak gerektiğinde ittifak etmişlerdir. Hz. Peygamber'in iman esaslarını bildiren hadislerine4 dayanarak iman esaslarının altı maddeye hasrı ilk devirden itibaren telif edilen akâid risalelerinde görülmektedir.5
Yine bir mü'minin Kur'ân'da bildirilen, namaz, oruç, hac, zekât, vb. dînî emirlere; haksız yere insan öldürmek, ana-babaya âsî olmak, şarap içmek, kumar oynamak, hırsızlık etmek, zina yapmak, domuz eti yemek, yetim malı yemek vb. dînî yasaklara da inanması gereklidir. Yine Hz. Peygamber'den bize kadar tevâtüren bildirilen beş vakit namazın farz olması, kılınış şekli vb. hususlara da inanması gerekir. Kur'ân'ın bir âyetinin bile inkârı -Allah korusun- kişinin küfre düşmesine sebep olabilir.
B. İMANIN RÜKÜNLERİ
İnanılacak şeylerin neler olduğunu genel hatlarıyla açıklamaya çalıştıktan sonra şimdi de imanın nasıl olması gerektiği üzerinde biraz duralım. İmanın temel unsuru, inanılacak şeylere kişinin kalbiyle inanması, bunların doğruluğunu içten benimsemesidir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de bir çok âyette iman kalbe nispet edilmektedir. Şu âyetler buna örnektir. "Allah imanı onların kalplerine yazdı" (Mücadele, 58/22). "Fakat Allah, size imanı sevdirdi ve onu kalplerinizde süsledi" (Hucurât, 49/ 7). "İman henüz kalplerinize girmedi (yerleşmedi)" (Hucurât, 49/14). 6 Ehl-i Sünnet âlimlerinin büyük bir kısmı da imanın; inanç esaslarını kalp ile tasdik olduğunu bildirmişlerdir.7
A. Ehl-i Sünnete Göre
Ebu Hanife (ö. 150/767), tâbileri ve bazı kelamcılar da imânın; "İnanç esaslarını kalp ile tasdik, dil ile ikrar" olduğunu söylemişlerdir. 8 Hemen belirtelim ki bu görüşte olanlar dinsizlik ve küfre zorlanma gibi âcizlik durumlarında "dil ile ikrâr" rüknünün sâkıt olacağını bildirmişlerdir. 9
Demek ki dil ile ikrârı şart koşanlar, o kişinin mü'min olduğunun insanlar tarafından bilinmesi ve kendisine dünya hayatında müslüman muâmelesi yapılması 10 için bunu gerekli görmüşlerdir.11
İslâm'da zâhire göre hüküm vermek bir prensiptir. Bu bakımdan bir insanın mü'min olup olmadığı, onun söylemesiyle (ikrârıyla), bilinir. Bir insandan, bir defa mü'min olduğunu, kelime-i şehâdet getirdiğini duymak veya onu, Müslümanlık alâmeti olan namaz kılarken görmek ona Müslüman muâmelesi yapmak için yeterlidir. Ancak bu kişiden küfür alâmeti olan bir sözün veya fiilin çıkmaması şartı ileri sürülmüştür. Mesela; puta secde etmek, peygamber öldürmek; Peygamber'i. Kur'ân'ı hafife almak; namaz, oruç gibi dînî bir emri; şarap içmek, kumar oynamak gibi dînî bir yasağı inkâr etmek gibi küfür alâmeti olan şeylerin çıkması o kişinin küfre nisbetini engelleyemez.
İman, bir bâtın işidir. Kişi ile Allah arasında kalacak gizli bir işdir. Bazı kimseler vardır ki şu veya bu sebeple imanlarını gizlerler. Bu kimseler her ne kadar insanlar tarafından kâfir kabul edilseler de Allah katında mü'mindirler. Bazı kimseler de vardır ki Müslüman olduğunu söylerler, ama aslında, içten inanmış değildirler. Böylelerine "münâfık" denir.12 Münafıklara dünya hayatında, Müslüman muâmelesi yapılır. Ama onların öbür âlemdeki yerleri Cehennem'in en alt tabakasıdır. 13 Hz. Peygamber ve ashâbı, kelime-i şehadet getireni mü'min sayarlar, onun kalbinde ne var ne yok bunu araştırmazdı. 14
b. Mu'tezileye Göre
Mu'tezile, bir insanın mü'min olabilmesi için iman esaslarını kalbi ile tasdik, dili ile ikrâr etmesini ve ameli yani farzların yapılmasını ve büyük günahların terk edilmesini şart koşar.15 Büyük günah işleyeni mü'min de saymaz, kâfir de saymaz; onun, iman ile küfür arasında bir yerde olduğunu söyler.16
c. Hâricîlere Göre
Haricîlere göre, bir insanın mü'min olabilmesi için iman esaslarını kalbi ile tasdik, dili ile ikrâr etmesi ve farzı, vâcibi, sünnetiyle bütün dînî emirleri yapması; büyük günah, haram, mekruh vb. dînî yasaklardan uzak bulunması gerekir. Hâricîlere göre her türlü günahı işlemek küfürdür.17
d. Selefe Göre
Ehl-i Sünnetin selef âlimlerinden bazıları, bazı hadisçiler, fakihler ve kelamcılar imânı, "kalp ile tasdik, dil ile ikrâr ve rükünlerle amel etmektir" tarzında tarif etmişlerse de 18 Mu'tezile ve Hâricîler'den farklı olarak farzları terk eden ve büyük günah işleyenleri kâfir saymazlar. 19 O halde bu görüşte olan hadisçiler, fakihler ve kelamcılar; ameli, kâmil imânın bir cüzü ve rüknü saymışlardır.20 Bununla beraber bu görüşte selef âlimlerinin böyle bir görüşe sahip olmalarını, zamanlarının bir gereği olarak değerlendirebiliriz.
İnanılacak şeyler ve inanma keyfiyeti açısından imanı böylece inceledikten sonra şimdi Ehl-i Kitab'ın durumunu incelemeye geçebiliriz.
I. EHLİ KİTAP KİMDİR?
Ehl-i Kitap (Kitap Ehli) terimi, "Kutsal Kitap sahipleri, kendilerine Kitap verilen insanlar" anlamına gelmektedir.21 Kur'ân'-da, Ehl-i Kitap tabiriyle, vahiy yoluyla inmiş -Tevrat, İncil gibi- kitapları bulunan Yahudi ve Hristiyanlar kastedilir, böylece bunlar, müşriklerden ayırt edilmiş olur.22 Ehl-i Kitap tabiri Kur'ân-ı Kerim'de otuz bir defa geçmektedir.23
"Ehl-i Kitap" teriminde geçen "Kitap" kelimesi ile Kur'ân'ın dışındaki Tevrat, İncil gibi aslen kutsal olan kitaplar kastedilmektedir.24 Kur'ân-ı Kerim'de "Ehl-i Kitap" terimi ile Yahudiler ve Hristiyanlar kastedilmekle birlikte ayrıca Yahudiler için "Yehûd", Hristiyanlar için "Nasârâ" kelimeleri de kullanılır.25 Sadece Hristiyanları ifade eden "Ehlü'l-İncil" terimi de yer almaktadır.26
Hanefîlere göre Ehl-i Kitap (Kitâbî); "Semâvî bir dine inanan ve Tevrat, İncil, Hz. İbrahim ve Hz. Şit'in sahifeleri, Hz. Davud'un Zebur'u vb. Allah tarafından indirilen bir kitaba inananlara" denir.27
Şâfiî, Hanbelî ve Mâlikîlere göre ise Ehl-i Kitap (Kitâbî); "Yahudiler ve Hristiyanlardır." 28
Bu mezhep âlimleri, "(Kur'ân'ı size indirdik ki), kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa (Yahudi ve Hristiyanlara) indirildi, biz ise onların okumasından gerçekten habersizdik, demeyesiniz" (En'âm, 6/156) âyetini, Ehl-i Kitap teriminin sadece Yahudi ve Hristiyanları ifade ettiğine, diğerlerine işaret etmediğine delil saymışlardır.29 Zira Hz. Davud'a indirilen Zebur, birtakım kasideler, va'zlar ve ilahîlerden ibaretti. Onda Allah'a tesbih, senâ ve dua yer alıyordu. Hükümler, emirler, yasaklar yoktu. Hz. İbrahim'e, Hz. Şît'e ve diğer peygamberlere indirilen sahifelerde de hükümler yoktu, sadece bir takım öğütler ve meseller vardı.30
Sâbiîlere gelince, sâbiî kelimesi lügat anlamı itibariyle "bir dinden çıkıp diğerine giren" demektir.31 Sâbiîlerin kimler olduğu hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bazılarına göre Sabiîler, Yahudilikten ve Hıristiyanlıktan dönüp de meleklere ibadet edenlere denir.32
Mücâhid ve Hasan el-Basrî'ye göre, Mecûsîlerden bir topluluktur ki kadınlarıyla evlenilmez, kestikleri yenilmez. Bazılarına göre yıldızlara ibadet eden bir topluluktur.33
Ebû Hanife'ye göre Sâbiîler, İsâ dinine müntesip, İncil okuyan bir zümre oldukları için Ehl-i Kitapdandırlar. Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre yıldızlara tapan bir zümre oldukları için Ehl-i Kitaptan değillerdir.34
Ahmed b. Hanbel'e göre Sâbiîler, Hristiyanlardan veya Yahudilerden bir topluluktur. İbn Kudâme diyor ki; "Bunlara bakılır, Ehl-i Kitap gibi bir peygambere ve kitaba inanıyorlarsa Ehl-i Kitapdandırlar, inanmıyorlarsa Ehl-i Kitapdan değildirler".35
Evzâî ve Mâlik'e göre Sabiîler, Yahudi ve Hristiyanlar arasında, Kitapları olmayan müşriklerden bir topluluktur.36
Kısacası Sâbiîler, Yahudilerle Hristiyanlar, Yahudilerle Mecûsîler veya Hristiyanlarla Mecûsîler arasında bir topluluktur ki hem Kitap Ehli denebilecek yönleri, hem de müşrik veya putperest denebilecek yönleri vardır. Onların Hz. İdris veya Hz. Nuh'un dinine mensup oldukları da söylenir. O halde "Sâbiîlik, esas itibariyle Allah tarafından indirilmiş olması düşünülebilen fakat zamanla felsefî ve siyasî tesirler altında birçok sapmalar ve değişiklere maruz kalarak bir gizlilik ve bâtınîlik özelliği kazanmış eski bir mezhebdir" denebilir.37
Kur'ân-ı Kerim'de Sâbiîlik ismen geçmekte,38 kitaplarından, peygamberlerinden, inanç esaslarından bahsedilmemektedir. Bu hususta hadislerde de bilgiye rastlayamıyoruz.39
Mecûsîlere gelince; "mecûs" kelimesi Kur'ân'da bir âyette geçer.40 Mecûsîler, ateşe tapanlardır.41 Müslüman araştırmacıların çoğunluğuna göre Mecûsîler, Ehl-i Kitap değildir, kadınlarıyla evlenilmez, kestikleri yenilmez.42 Şehristânî'ye göre Mecûsîlerin Ehl-i Kitap (Kitâbî) olmaları şüphelidir.43
Hz. Peygamberin, "Mecûsîlere Ehl-i Kitap muamelesi yapın" dediği rivayet edilmişse de44 Hz. Peygamber'den, Mecûsîlerin kestiklerinin yenilmesine ve kadınlarıyla evlenilmesine dair bir açıklama yoktur.45 O halde Mecûsîlere Ehl-i Kitap muamelesi yapılması, sadece onlardan cizye kabul edilmesi anlamındadır. Nitekim Hz. Peygamberin Bahreyn Mecûsîlerinden cizye aldığı rivayet edilmektedir.46
Özetleyecek olursak; Kur'ân-ı Kerim'de, Ehl-i Kitap terimi daha çok Yahudi ve Hristiyanlar hakkında kullanılmıştır. Kur'ân'da, bu zümrelerden tek tek bahsedilirken de "Yehûd" ve "Nasârâ" kelimeleri kullanılmıştır.47
A. EHLİ KİTABIN İNANÇ ESASLARI
1. Yahudilerin İnanç Esasları
Yahudilik, diğer adıyla Mûsevîlik esas itibariyle hak din idi. Bu dine Mûsevî adı, Hz. Musa'ya nispetle verilmiştir. Hz. Musa, İslâm inancına göre bir peygamberdir. Ona Allah tarafından Tevrat indirilmiştir.
Yahudilik, yaşayan ilâhî kaynaklı dinlerden en eskisi olarak nitelendirilmektedir. Musa dinine Yahudilik adı verilmesi, Hz. Yakub'un on iki oğlundan dördüncüsü olan Yahuda'ya nispetledir.48 Yahudilik, aslında ilâhî kaynaklı bir din olduğu halde diğer ilâhî kaynaklı dinlerde olduğu gibi bu dinde de zamanla insanlar tarafından birtakım değişiklikler yapılmış ve bu din zamanla ilâhîlik hüviyetini kaybetmiştir. Yahudiliği daha iyi tanımak için inanç esaslarına kısaca temas etmek yerinde olacaktır.
a. Tanrı İnancı
Yahudilik, tek tanrı inancına sahip dinlerden biridir. Yahudilikte tanrı birdir, yaratılmamıştır; başlangıcı, sonu yoktur; her şeyi bilir, bütün varlıkların Rabbidir. Âlemlerin yegâne yaratıcısı ve sahibi O'dur. Tanrı, görülemez, resim ve heykeli yapılamaz. Tevrat'ta; "Dinle ey İsrail; Allah'ımız Rab, bir olan Rab'dır" 49 buyrularak Tanrı'nın birliği ifade edilir.
Tanrı, sürekli olarak âlemi yönetir. Onu bıraktığı gün, âlemin sonu gelmiş demektir. Tanrı'nın kudreti sonsuzdur. O'nun gücünün yetmeyeceği hiçbir şey yoktur. O, her şeye hâkimdir. Âlemde O'nun iradesi dışında hiçbir şey olmaz.50
Yahudilikte Tanrı inancı, İslâm'ınkinden farklıdır. Yahudilerin bir kısmı Tanrıya "Yehova", bir kısmı da "Elohim" adını vermişlerdir. Önceleri Elohim, tabiat kuvvetlerinin hâkimi kabul edilmişti. Kendisini rüzgâr ve fırtınada belli ettiğine inanılıyordu. Sonra bu tanrı, insan şeklinde tasavvur edildi. O, İbrahim'le konuşmuş, dinlenmek üzere İbrahim'in çadırında misafir olmuş ve İbrahim, yanındaki iki melekle birlikte O'na yemek ikram etmişti.51
Yehova'ya gelince bu, Yahudi milletinin millî tanrısının adıdır. Tıpkı insana benzer; uyur, bahçede dolaşır, ağaç arkasına saklananları göremez.52 O, geceleyin bir ateş sütunu, gündüz siyah bulut halinde görünür. Gök gürültüsü Tanrı'nın gür sesidir. Zamanla Yehova, kudreti sayesinde bütün tanrıları ortadan kaldırmış ve Kenan ilinin tek tanrısı haline gelmiştir. Yahudi milletinin millî İlâhı olan Yehova, diğer milletlerle ilişkilerinde daima milleti olan İsrailoğullarını destekler. Yehova, aynı zamanda savaşçı bir tanrıdır. Düşmana karşı ordunun başında veya içinde bulunur. İsrail devleti yenildiği zaman, Yehova, milletine kızdığı ve düşmanı kılıç olarak kullandığı için yenilmiştir. Musa'ya on emri veren, O'dur.53
Yahudilikte Allah'a bazı insânî nitelikler verilmektedir. Mesela, O'nun âlemi altı günde yarattığı, yedinci gün dinlendiği, 54 Allah'ın ruhunun suların üstünde hareket ettiği, 55 Allah'ın, Hz. Yakub'la güreştiği, Hz. Yakub'un O'nu yendiği 56 zikredilmektedir ki bunlar, Yahudilikte tanrı inancı hakkında bize fikir vermektedir.
b. Melek inancı
Yahudilikte melek inancı vardır57 Yahudiler, Mihael (Mikail), Gabriel (Cebrail), Uriel ve Rafael (İsrafil) adlı dört büyük meleğe inandıkları gibi diğer meleklere de inanırlar.58 Ancak Kur'ân-ı Kerim, Yahudilerin Cebrail'i kendilerine düşman ilan ettiklerini ve bu yüzden küfre düştüklerini haber vermektedir.59
Meleklere iman, bütün ilahî dinlerde bir inanç prensibi iken Yahudilerin Cebrâil'i düşman ilan ederek hak dinden ayrıldıkları anlaşılıyor. Yahudiler esasen Cebrâil düşmanlığını Kur'ân'a inanmamak için üretmişlerdir. Nitekim Yahudilerden Abdullah b. Suriya, Medine'de iken bir gün Hz. Peygamber'e gelerek kendisine vahyi hangi meleğin getirdiğini sormuş Hz. Peygamber de vahyi Cebrâil'in getirdiğini söyleyince Hz. Peygamber (sav)'e şöyle demiş: "Yâ Muhammed! Biz onu biliriz. O, bize düşmandır. Eğer sana vahyi getiren o olmasaydı da Mikâil olsaydı, sana uyardık. Zira Mikâil, bizim dostumuzdur, Cebrâil'in de düşmanıdır" dediler. Bunun üzerine şu âyetler indi:60 "De ki: Cebrâil'e kim düşman ise şunu iyi bilsin ki Allah'ın izniyle Kur'ân'ı senin kalbine bir hidâyet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve mü'minler için de müjdeci olarak o indirmiştir.
Kim, Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrâil'e ve Mikâil'e düşman olursa bilsin ki Allah da inkârcı kâfirlerin düşmanıdır" (Bakara, 2/97-98).
c. Kitap İnancı
Yahudilerin kutsal kitap külliyâtı, Tanah (yazılı dînî edebiyat) ve Talmut (sözlü dînî edebiyat) olmak üzere ikiye ayrılır. Yahudilerin Tanah adını verdikleri kutsal kitaplarına Hristiyanlar Eski Ahit derler. Tanah, üç bölümden oluşur: Tora (Tevrat), Neviim (Peygamberler) ve Ketuvim (Kitaplar). Tora (Tevrat), yazılı ve sözlü olarak ikiye ayrılır. Yazılı Tevrat, Yahudilere göre (Tanrı) Yahve'nin Sina dağında Musa'ya vahyettiği kitaptır. Sözlü Tevrat ise, yazılı Tevrat'ın açıklaması mahiyetinde, nesilden nesile intikal eden Talmud'dur. Tevrat'da; Tekvin, Çıkış, Levililer, Sayılar ve Tesniye olmak üzere beş kitap yer alır. Neviim (Peygamberler) kitabında öncekilerden altı, sonrakilerden on beş olmak üzere yirmi bir kitap yer alır. Ketuvim (Kitaplar), Yahudi kutsal kitabının üçüncü bölümünü oluşturur, on üç kitaptan müteşekkildir.61
Bugün Yahudilerin elinde bulunan Eski Ahit (Tevrat), yüce Allah'ın Hz. Musa'ya indirdiğinin aynısı değildir. Hz. Musa M.Ö XIII. yüzyıl civarında yaşamışken Tevrat metinlerinin en eskileri M.Ö. 1000-800 yılları civarında yazılmıştır. Üstelik bu metinler arasında bazı çelişkiler ve tutarsızlıklar da vardır. 62 Hristiyanlarca Eski Ahit, Yahudilerce Tanah denilen Kutsal Kitap, tahminen M.S. I. yüzyılda Jamnia'da toplanan bir meclis tarafından son şekline kavuşturulmuştur.63 Kur'ân-ı Kerim de Tevrat'ın insanlar tarafından tahrif edildiğini bildirmektedir.64
d. Peygamber İnancı
Yahudilikte peygamber inancı millî bir karakter arz eder.
Yahudiler, sadece İsrailoğullarından gelen peygamberlere inanırlar. Yahudilere göre, Hz. Davud ve Hz. Süleyman birer melik hükmündedir. Hz. İsa ve Hz. Muhammed peygamber kabul edilmez. Aslında Yahudilikte Hz. Musa'nın dışındaki peygamberlerin hiçbirine inanma mecburiyeti yoktur. Gâibden haber veren kâhin, peygamber kabul edilir.65 İslâm inancında olduğu gibi, peygamberlerde; İsmet, sıdk, emânet, fetânet, tebliğ vb. sıfatların bulunması gerekmez. Aksine Tevrat'ta t peygamberler için söz konusu edilen çirkin iftiralar, Tevrat'ın muharref olduğunun delillerinden kabul edilir. 66
Tevrat'ın tahrifine en kuvvetli delil ise Tevrat'ta Hz. Musa'nın ölümünden ve gömüldüğü yerden bahsedilmesidir.67 Tesniye'deki, "Bugüne kadar kimse onun kabrini bilmez" 68 ifadesi, Tevrat'ın Hz. Musa'nın ölümünden çok sonra yazıldığının isbatıdır.
e. Âhiret İnancı
Yahudilikte önceleri bir ahiret inancı yoktu, bu inanç Yahudiliğe sonradan girmiştir. Eski Ahit'te kıyamet, Mahşer, Cennet, Cehennem hakkında açık bir bilgiye rastlanmamaktadır. Cennet ve Cehennem kavramının Yahudiliğe sonradan Zerdüştlük'ten geçtiği nakledilmektedir.69 Önceleri, yaşamak ölmekten daha üstün ve değerli kabul ediliyordu.70 Daha sonra bu inanç değişti ve ruhun ölmezliğine ve hesap verileceğine inanılmaya başlandı.71
Yahudilerin âhiretle ilgili inançları da Müslümanların inancından farklıdır. Zira Yahudiler, kendilerine sayılı birkaç gün ateşin dokunacağını ve bütün azabın bundan ibaret olduğunu söyleyerek Allah'ın azabını ve Cehennemi hafife almışlardır. Bunu Kur'ân şöyle açıklıyor: "(İsrailoğulları) dediler ki: Saydı birkaç gün müstesnâ bize Cehennem (azabı) dokunmayacaktır. Onlara de ki: Allah katından (bu hususta) bir söz mü aldınız? Öyle ise Allah mutlaka sözünü tutacaktır. Yoksa siz Allah'a karşı bilir bilmez konuşup duruyor musunuz?" (Bakara, 2/80).
f. Kader İnancı
Yahudilikte bir kader inancı vardır. Yahudilere göre, bütün olaylar Tanrı'nın çizdiği bir gayeye yönelmektedir. İnsanın vazifesi, bu gayenin gerçekleşmesine yardımcı olmaktır. Mezmurlar'da şu ifadeler yer alır: "Rabbin ismine hamdetsinler; çünkü O emreyledi ve yaratıldılar. Onları da ebediyen ve daima durdurdu. Bir kanun koydu, onu geçemezler".72 Vaiz'deki, "Çünkü iyi olsun kötü olsun, her gizli şeyle beraber her işi Allah hükme götürecektir"73 ifadeleri de Yahudi dininde kader inancının var olduğu gösterir.
Yahudilikte XII. yüzyıla kadar belli bir inanç sistemi yokken Tevrat bilginleri Hristiyanlık ve İslâm'daki gibi inanç esaslarını sonradan benimsemişlerdir. Yahudilikte iman esaslarını ilk defa belirleyen İskenderiye'li Yahudi filozofu Philo (M.Ö.20-M.S. 50)'dur.
Philo'nun 14 maddelik iman esasları, daha çok tevhidle ilgilidir. Philo'dan sonraki isim Irak'taki Talmud Akademisine başkanlık etmiş olan Rabbi Saadya Gaon (Said el-Feyyûmî)'dur. Gaon'un 8 maddelik iman esasları, İslâmî özellikler gösterir. Yahudi inanç esaslarını bugünkü şekliyle ortaya koyan Rabbi Moşe ben Maymon = Maimonides (Musa b. Meymûn) (1135-1204)'dur. 74
Musa b. Meymûn'un Yahudiler için kabul ettiği on üç esas şunlardır: 1) Allah, var olan her şeyi yarattı ve onlara hükmeder. 2) Allah, birdir ve O'ndan başka tanrı yoktur. 3) Allah'ın bedeni yoktur. Allah hiçbir şekilde tasvir edilemez. 4) Allah'ın başlangıcı ve sonu yoktur. 5) İbadet, sadece tanrıya mahsustur. O'ndan başka ibadete layık olan yoktur. 6) Peygamberlerin bütün sözleri doğrudur. 7) Efendimiz Musa, bütün peygamberlerin en büyüğüdür. Elimizde olan Tevrat, Allah tarafından Hz. Musa'ya verildiğinin aynısıdır ve değiştirilmemiştir. 9) Dinimiz ilahî bir dindir ve değiştirilemez. 10) Allah, insanların bütün hareket ve düşüncelerini bilir. 11) Allah, emirlerini yerine getirenleri mükâfatlandırır, getirmeyenleri cezalandırır. 12) Allah, Mesih'i (Ma-şiah) gönderecektir ve geciktiği halde yine beklerim. 13) Ruhum ölümsüzdür ve Allah, dilediği zaman ölüleri hayata kavuşturacaktır. 75
Musa b. Meymûn'a göre, bu esaslardan birini kabul etmeyen kimse kâfir olur ve Yahudi cemaatinden çıkar.
Musa b. Meymûn'un koyduğu iman esasları bugün Sefarad ve Askenaz Ortodoks Yahudilerince kabul edilmektedir. Dua kitapları "Siddur"larda yer almakta ve her gün sabah ibâdet vakti olan "Şharit"te söylenmektedir.
Ancak reformist Yahudiler, Musa b. Meymûn'un düzenlediği iman esaslarını kabul etmezler. Onlar, yeniden dirilme, ceza ve mükâfâta inanmaz. Sadûkîler gibi, ahiretin varlığını kabul etmezler. Tevrat'ın ilâhîliğine inanmazlar. Onlara göre, Yahudilik, sadece bu dünya ile ilgilidir.76
DİPNOTLAR
1 Bk. Râğıb, Müfredat. Beyrut, ts., Dâru'l-Ma'rife, s. 26; İbn Manzur, Lisânu'l-Arab, Beyrut, 1389/1970, I, 108; Ebu Yüsr Pezdevî, Usûlü'd-Din, Kâhire, 1383/1963, Dâru İhyai'l-Kütübi'l-Arabiyye, Thk. Dr. Hans Peter Linss, s. 151; Fahreddin Râzî, Muhassal, Kahire, ts., Mektebetü'l-Külliyyâti'l-Ezheriyye, s. 237; Kâdî Beydâvî, Tavâliu'l-Envâr (İsfehânî'nin Matâliu'l-Enzâr'ıyla), İstanbul, 1305 h., Hulusi Efendi Mtb., s. 464.
2 Bu âyetlerden bazıları için bk. Âl-i İmrân, 3/ 179; Nisa, 4/136, 171; A'râf, 7/158; Hadid, 57/7; Teğâbün, 64/8.
3 İman esaslarını topluca bildiren bazı âyetler için bk. Bakara, 2/177, 285; Nisa, 4/136.
4 Bk. Müslim, İman, 1; Ebu Davud, Sünnet, 15; Tirmizî, İman, 4; İbn Mace, Mukaddime, 9; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 51.
5 Mesela bk. Ebu Hanife, el-Fıkhu'l-Ekber, İstanbul, 1303 h., Osmaniye Matb., (Ali el-Kârî'nin Şerhu'l-Fıkhı'l-Ekber'in sonunda), s. 2; Ahmed b. Hanbel. Kitâbu's-Sünne, Thk. Muhammed Hamid el-Fekî, Kahire, 1375/1956, Matbaanı's-Sünneti'l-Muhammediyye, s. 44; Ebu Ca'fer et-Tahâvî, Akidetü't-Tahâvî, Thk. Arif Aytekin, İstanbul, 1985, Seha Neşriyat, s. 35-54; Ömer Nesefî, Akaidu'n-Nesefî, İstanbul, 1308 h., Osmaniyye Matb., (Taftâzânî'nin Şerhu'l-Akaid'i sonunda), s. 103-105.
6 İmanın kalbe nisbet edildiği diğer bazı âyetler için bk. Nahl, 16/106; Maide, 5/41.
7 Bk. Ebu Mansûr Mâtüridî, Kitâbu't-Tevhid, Thk. Fethullah Huleyf, İstanbul, 1979, el-Mektebetü'l-İslâmî, s. 380; Ebu'l-Meâlî el-Cüveynî, Kitâbu'l-İrşad, Thk. Muhammed Yusuf Musa, Ali Ali Abdülmun'im Abdülhamid, Mısır, 1369/1950, Mektebetü'l-Hancî, s. 397; Abdülkerim eş-Şehristânî, Nihâyetü'l-İkdâm, Tsh. Alfred Guillaum. ts., s. 471; Nureddin es-Sâbûnî, el-Bidâye, Thk. Bekir Topaloğlu, Ankara, 1979, Diyanet İşleri Başk. Yay., s. 85.
8 Ebu Hanife, a.g.e., s. 6; Tahâvî, a.g.e., s. 56; Ebû Yüsr Pezdevî, a.g.e., s. 146, 149; Sâbûnî, a.g.e., s. 85; Ömer en-Nesefî, a.g.e., s. 104; Kemaleddin el-Beyâdî, İşârâtu'l-Merâm, Thk. Yusuf Abdürrezzâk, Kahire, 1368/1949, s. 58.
9 Bk. Ebû Yüsr Pezdevî, a.g.e., s. 149; İbnü'l-Hümâm, el-Müsâyere, Mısır, 1348/1929, el-Matbatu'l-Mahmûdiyye, s. 173; Sa'deddin et-Taftâzânî, Şehru'l-Akâid, İstanbul, 1308 h., Matbaa-i Osmâniyye. s. 153.
10 Müslüman muâmelesi; müslüman bir kadınla evlenmesine izin vermek, arkasında namaz kılmak, kestiğini yemek, ölünce cenaze namazını kılmak, müslüman kabristanına defnetmek, zekat ve öşür gibi dinî vergilerle mükellef tutmak vb.dir.
11 Bk. Sâbûnî, a.g.e., s. 85; Taftâzânî, a.g.e., s. 154.
12 Bk. Taftâzânî, a.g.e., s. 154.
13 Bk. Nisa, 4/145.
14 Bk. Taftâzânî, a.g.e., s. 154.
15 Bk. Kâdî Abdülcebbar, Şerhu'l-Usüli'l-Hamse, Thk. Dr. Abdülkerim Osman, Kahire, 1384/1965, Mektebetü Vehbe, s. 128, 707.
16 Bk. Kâdî Abdülcebbar, a.g.e., s.126, 137; Ebu'l-Hasan el-Eş'arî, Makâlâtu'l-İslâmiyyîn, Tsh. Hellmut Ritter, Wiesbaden, 1400/1980, s. 266 vd.
17 Bk. Ebu'l-Hasan el-Eş'arî, a.g.e., s. 111, 124; Kâdi Abdülcebbar, a.g.e,, s. 140, 632, 701; Abdülkâhir el-Bağdâdî, Usûlu'd-dîn, Beyrut, 1401/1981. Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, s, 249; Ethem Ruhi Fığlalı, İbâdiyye'nin Doğuşu ve Görüşleri, Ankara, 1983, A. Ü. İlâhiyat Fak. Yay., s. 135-136.
18 Bk. Ahmed b. Hanbel, K. es-Sünne, s. 44; Cüveynî, a.g.e., s. 396; Sâbûnî, a.g.e., s. 85; Taftâzânî, a.g.e., s. 155-156.
19 Bk. Pezdevî, a.g.e., s. 146; Tafıâzânî, a.g.e., s. 155-156.
20 Bk. Musfihiddin el-Kestelî, Hâşiyctü'l-Kestelî ala Şerhi'l-Akaid. İstanbul, 1308 h., Matbaa-i Osmâniyye, s. 156.
21 Bk. Şehristânî, el-Milel ve'n-Nihal, Beyrut, 1390/1975, Dâru'l-Ma'rife (İbn Hazm'ın el-Fasl'ı ile), II, 47; M. Fatih Keşler, Kur'ân'da Yahudiler ve Hristiyanlar. Ankara, 1993, T. Diyanet Vakfı Yay., s. 65.
22 Bk. Ignaz Goldziher, Ehlü'l-Kitap, İslâm Ansiklopedisi. İstanbul, 1977, M.E.B. Yay., IV, 208.
23 Bk. Muh. Fuad Abdülbaki, el-Mu'cemu'l-Müfehres, İstanbul, 1408/1987, Çağrı Yay., s. 95-96.
24 Bk. Râgıb, a.g.e., s. 425.
25 Bk. Muhammed Fuad Abdülbaki, a.g.e., "yehûd" ve "nasârâ" maddeleri.
26 Bk. Mâid_e,5/47.
27 Bk. İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtar Terc., Çev. Ahmet Davudoğlu, İstanbul, 1983, Şamil Yay., V, 337; Abdülkerim Zeydan, Ahkâmu'z-Zimmiyyîn ve'l-Müste'menîn, Beyrut, 1408/1988, Müessesetü'r-Risâle, s. 11.
28 İbn Kudâme, Muğnî, Riyad, 1401/1981, VI, 590/591; Abdülkerim Zeydan, a.g.e., s. 11.
29 Bk. İbn Kudâme, a.g.e., VI, 590.
30 Bk. İbn Kudâme, a.g.e., VI, 591. Abdülkerim Zeydan, a.g.e., s. 12. Abdülvehhâb en-Neccâr, Kasasu'l-Enbiyâ, Kahire, 1386/ 1966. Müesseseni'l-Halebî, s. 311.
31 Asım Efendi, Kâmûs Terc., Okyanus, İstanbul, 1272 h. I. 33; Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, İstanbul, ts.. Çelik-Şura Neşr. III, 231.
32 Bk. Ebu'l-Berekât en-Nesefî, Tefsir (Medâriku't-Tenzil), Beyrut, ts., Dâru'l-Kitâbi'l-Arabî,I,52.
33 Bk. Faheddin er-Râzî, Tefsir (Mefâtîhu'l-ğayb), İstanbul, 1307 h., Matbaa-İ Âmire, I, 549.
34 Bk. Kâsânî, Bedâiu's-Sanâi, Beyrut, 1384/ 1974. V 46; Abdülkerim Zeydan, a.g.e., S. 12-13; Vehbe Zuhaylî, İslâm Fıkıh Ansiklopedisi, Çev. Ahmet Efe ve ark, İstanbul, 1992, Risale Yay., IX, 126.
35 Bk. İbn Kudâme, a.g.e., VI, 590.
36 Bk. Abdülkerim Zeydan a.g.e., s. 13.
37 Bk. Elmalılı, a.g.e., III, 232.
38 Bk. Bakara, 2/62; Maide, 5/69; Hac, 22/17.
39 Bk. Remzi Kaya, Ehl-i Kitap, T. Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, 1994, X,517.
40 Bk. Hac, 22/17.
41 Bk. Elmalılı, a.g.e., V, 294.
42 Bk. İbn Hazm, Muhallâ, Thk. Ahmed Muh. Şakir, Kahire, ts.. Dâru't-Türâs, IX, 445; İbn Kudâme, a.g.e., VI, 591; İbn Âbidin a.g.e., s. V, 338: Abdurrahman Cezîrî, Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı, İstanbul, 1986, Bahar Yay., V, 130; Vehbe Zuhaylî, a.g.e., IX, 122.
43 Bk. Şehristânî, Milel, II, 47.
44 Bk. Muvatta, Zekat, 42.
45 Bk. Suyûtî, Celâleddin Abdıırrahman b. Ebî Bekr, Tenviru'l-Havâlîk, Mısır, ts., I, 264.
46 Bk. Muvatta, Zekat, 41.
47 Bk. Muh. Fuad Abdülbaki, a.g.e., "yehûd" ve "nasârâ" kelimeleri.
48 Bk. Günay Tümer, Abdurrahman Küçük,
Dinler Tarihi, Ankara, 1993, Ocak Yay., s. 177.
49 Bk. Tevrat, İstanbul, 1972, Kitab-ı Mukaddes Şirketi, Tesniye, 6/4.
50 Bk. Günay Tümer-Abdurrahman Küçük, a.g.e., s. 219-220.
51 Bk. Tekvin, 18/1-8.
52 Bk. Hayrullah Örs, Musa ve Yahudilik, İstanbul, 1966, Remzi Kitabevi, s. 35.
53 Bk. Ahmet Kahraman, a.g.e., s. 134-136.
54 Bk. Tekvin, 2/2.
55 Bk. Tekvin, 1/2.
56 Bk. Tekvin, 32/24-32.
57 Bk. Tevrat, İşaya, 6/1-3.
58 Bk. Ekrem Sarıkçıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, İstanbul, 1983, Otağ Yay., s. 199; Osman Cilacı, Genel Hatlarıyla Dinler Tarihi, Konya, 1994, Mimoza Yay., s. 93.
59 Bk. Bakara, 2/97-98.
60 Bk. Râzî, Tefsir, I, 628; İbn Kesir, Tefsir, Beyrut, 1388/1969, Dâru'l-Marife, I, 129.
61 Bk. Günay Tümer-Abdurrahman Küçük, a.g.e.,s. 192-197.
62 Mesela Nuh tufanının bazı yerlerde kırk gün (bk. Tekvin, 7/4, 12, 17), bazı yerlerde yüz elli gün devam ettiği bildirilir (bk. Tekvin, 7/24). Hz. Harun'un, bir yerde Hor dağında öldüğü ve orada gömüldüğü (bk. Sayılar, 33/38-39), başka bir yerde Mosera'da öldüğü ve orada gömüldüğü yazılıdır (bk. Tesniye, 10/16). Saul'un kızı Mikal'ın bir yerde ölünceye kadar hiç çocuğu olmadığı (bk. II. Samuel, 6/23), bir başka yerde beş oğlu olduğu bildirilir (bk. II. Samuel, 21/8).
63 Bk. Günay Tümer-Abdurrahman Küçük, a.g.e., s. 193-194.
64 Bk. Bakara, 2/75, 79; Nisa, 4/46; Maide, 5/ 13,41.
65 Bk. Ahmet Kahraman, Dinler Tarihi, İstanbul, 1965, s. 136; Osman Cilacı, a.g.e., s. 98.
66 Mesela Hz. Süleyman'ın puta taptığı (bk. I. Krallar, 11/1-14), Hz. Harun'un kendi eliyle put yapıp ona taptığı ve kavmini de puta tapmaya teşvik ettiği (bk. Çıkış, 32/1-6). Hz. Davud'un zinakâr olduğu (bk. II. Samuel. II/I-27), Hz. Lut'un şarap içip sarhoş olduğu ve iki kızıyla yattığı (bk. Tekvin, 19/30-36), Hz. Musa'nın İsrailoğullarına her gittikleri yerden birşey çalmalarını emir ve tavsiye ettiği (bk. Çıkış, 12/35-36), Hz. İbrahim'in yalancı ve ahlâksız olduğu (bk. Tekvin, 12/10-19), Hz. Nuh'un şarap içtiği, sarhoş olduğu ve sarhoşken oğullan tarafından kendisine çirkin hareketlerde bulunulduğu, Nuh, sarhoşluktan ayılıp da küçük oğlunun kendisine yaptığını anlayınca Kenan kentini lanetlediği (bk. Tekvin, 9/20-25) vb. peygamberlere yakışmayacak iftiraların Allah kelâmı olan bir kitapla bulunması düşünülemez.
67 Bk. Tesniye, 34/5-8.
68 Bk. Tesniye 34/7.
69 Bk. Osman Cilacı, a.g.e., s. 99-100.
70 Bk. Vaiz, 9/4-6.
71 Bk.DanieI, 12/2.
72 Bk. Mezmurlar, 148/5-6.
73 Bk. Vaiz, 12/14.
74 Bk. Smart, Ninian: The Worid's Religions Old Traditions and Modern Transformations, London, 1989, s. 263. Kurtubalı meşhur Yahudi filozofu Musa b. Meymûn'un Yahudi inanç ve ibadet esaslarım muhtevi üç ciltlik Delâletü'l-Hâirin adlı eserini Prof. Dr. Hüseyin Atay neşretti. Ankara, 1974. A. Ü. İlahiyat Fak. Yay.
75 Bk. Günay Tümer-Abdurrahman Küçük, a.g.e., s. 223; Ekrem Sarıkçıoğlu, a.g.e., s. 198-199.
76 Bk. Günay Tümer-Abdurrahman Küçük, a.g.e., s. 223-224.
.
İMAN AÇISINDAN EHLİ KİTAP 2
Dr. Mehmet Bulut
2. Hristiyanların İnanç Esasları
Hristiyanlık, Hz. İsa dinine sonradan verilen bir isimdir. İslâm inancına göre Hz. İsa, diğer peygamberler gibi bir peygamberdir. Allah, kendisine İncil isimli bir kitap indirmiştir. Hz. İsa, insanları tek Allah'a, îmâna ve ibadete davet etmiştir. Hz. İsa'nın dini, tek Allah'a inanılan bir hak din idi. Ama sonradan bozuldu, değiştirildi.
a) Tanrı İnancı
Hristiyanlıkta, îmân esasları deyince ilk akla "Teslis" gelir. Hristiyanlığa sonradan giren Teslis inancı, Tanrı'nın üç öğeden (ekânîm-i selâse) oluştuğu inancıdır ki bunlar da Baba, Oğul ve Kutsal Ruh'tur. Oğul'la "kelam" kastedilir. Hz. Adem'in Cennet'te işlediği günah irsen bütün insanoğluna geçtiği için Tanrı, bu günaha keffâret olsun diye oğlunu dünyaya göndermiş; Oğul canını feda ederek insanların suçlarını Baba'ya bağışlatmış ve yine O'nun yanına gitmiştir.
Teslis inancı, eski Mısırlılarda (Oziris, İzis, Horüs) şeklinde, Ön Asya'da (Sin, Şamaş, İştar) şeklinde, Hinduizm'de (Brahma = Tanrı, Krişna = İsa, Devvâkî = Meryem) şeklinde, Brahmanizm'de de (Brahma, Vişnu, Sıva) tarzında olmak üzere pek çok eski dinde görülen bir inanç sistemi olduğundan, Hristiyanlığa bu dinlerden geçmiş olması düşünülebilir.77
Hristiyan inancında Teslis'in üç unsurundan birincisi olan Baba, Tanrı'dır. Tanrı (Baba), en mükemmel ve sonsuz bir saf ruhtur. Her şeyin yaratıcısı ve sahibidir. Sonsuzdur, her yerde vardır. Her şeyi görür, bilir, ama kimse O'nu göremez. Ancak Tanrı, Mesih İsa vasıtasıyla görülmüştür.
Tanrı'nın özü, sevgidir. Tanrı bu sevgiyi biricik oğlu İsa'yı insanları günahtan kurtarmak için dünyaya göndermekle göstermiştir.
Teslis'in ikinci unsuru, Oğul'dur. Oğul, İsa Mesih'tir. Baba olarak nitelendirilen Tanrı, nurdur. Tanrı, İsa'nın şahsında insan ile birleşmiştir. İsa'nın bedeni insan, ruhu Tanrı'dır.
Tanrı Baba, doğurmamış, doğurulmamıştır. Oğlu İsa ise, doğurulmuştur. 431 tarihinde yapılan Efes Konsilinde Meryem'in, Tanrı'nın anası; İsa'nın ise gerçek bir Tanrı, İlâhî-beşerî iki tabiata sahip bir insan ve Baba ile aynı cevherden olduğu kabul edilmiştir.
Teslis'in üçüncü unsuru, Kutsal Ruh'tur. 381 tarihinde İstanbul'da toplanan konsilde, Kutsal Ruh'un Baba ve Oğul gibi Tanrı olduğuna karar verilmiştir. Katoliklere göre Kutsal Ruh, hem Baba ve hem de Oğul'dan çıkar. Ortodokslar ise Kutsal Ruh'un Oğul yoluyla Baba'dan çıktığına inanırlar.
Kutsal Ruh, İsa'nın vaftizinde, O'nun tanrılığını açığa vurmak için bir güvercin şeklinde üzerine konmuştur. Kutsal Ruh, Tanrı gibi her yerdedir. Baba'nın bütün irade ve kudretini kendinde taşımaktadır. Baba, bütün işlerini Kutsal Ruh ile yapar. Bazı Hristiyan âlimleri Teslis'de, Kutsal Ruh'un yerine, "Meryem"i kabul ederler.
Hz. İsa'nın havârilerine; "İmdi, siz gidip bütün milletleri şakirt edin, onları Baba, Oğul ve Rûhulkudüs ismi ile vaftiz eyleyin"78 şeklinde emir vermesi Teslis akidesinin temelini oluşturur. Bunun dışında Kutsal Kitapta (İncil'de) Teslis'e delâlet eden açık bir ifade yoktur. Bu hususlar ilk konsillerde çok tartışılmış, 325 tarihindeki İznik Konsili'nde Baba ve Oğul'un, 381 tarihindeki İstanbul Konsili'nde Kutsal Ruh'un "Tanrı"hğı karara bağlanmıştır. Böylece bugüne kadar kabul edilegelen "Teslis inancı" ortaya çıkmıştır.79
Hristiyanlığa göre, Baba, Tanrı'dır; Oğul, Tanrı'dır, Kutsal Ruh (irade), Tanrı'dır. Bunlar, aslında birdir. Bir Tanrı'nın değişik tezahürleri, sıfatları olarak kabul edilir. Bu üçlü; açıklaması zor, ama inanılması gereken bir sırdır.80
b) Melek İnancı
Hristiyanlıkta melek inancı vardır. Hristiyanlığa göre melek, mâsûm ve mânevî bir varlıktır. Meleklerin cinsiyeti yoktur. Kilise, meleği; kanatlı, elli, kollu, mücessem bir varlık olarak tasvir etmektedir.81
c) Kitap inancı
Hristiyanlığa göre Eski ve Yeni Ahid (Tevrat ve İncil) hepsi Tanrı kelâmıdır. Bu kitaplar da, bunları yazanlar da kutsaldır. Fakat Hristiyanlar Kur'ân'ı Allah kelâmı olarak kabul etmezler.82
d) Peygamber İnancı
Hristiyanlar, peygamberlere îmânı bir prensip olarak kabul ederler. Eski ve Yeni Ahid (Tevrat ve İncil)'de geçen bütün peygamberlere inanırlar. Bunların dışında Kutsal Ruh'un bazı şahıslara Tanrı'dan vahiy ve ilham getirebileceğine de inanırlar. Ancak Hz. Muhammed'in peygamberliğine inanmazlar.
e) Ahiret İnancı
Hıristiyanlıkta ahiret inancı vardır. Hz. İsa'nın ikinci defa dünyaya gelişi ile Kıyamet kopacak, ölüler diriltileceklerdir. Kıyametin ne zaman kopacağını sadece Baba (Tanrı) bilir. Tanrı, Haşir'den sonra hükmetme selâhiyetini Oğul'a verecektir.84 Hz. İsa'ya inananlar, kurtuluşa erecek ve onlara ceza olmayacaktır. Hz. İsa adaleti dağıttıktan sonra işi sona erecek ve saltanâtı Baba (Tanrı)'ya teslim edecektir. İyiler Cennet'e, kötüler Cehennem'e gidecektir. Katolik kilisesi Cennet'le Cehennem arasında bir Araf kabul eder. Yine Katolik kilisesine göre insanın kurtuluşunda yaptıklarının tesiri olacaktır.85 Ancak Protestanlar, Arafa ve ebedî cezaya inanmazlar.86
f) Kader İnancı
Hristiyanlıkta kaza ve kader inancının genellikle insan hürriyetini sınırladığı düşünüldüğünden ilk zamanlar üzerinde fazla durulmamıştır. Tanrı'nın sadece hayrın yaratıcısı olduğu, kötülükleri Tanrı'nın yaratmadığı, kötülüklerin Tanrı'nın izni ile, insanlar ve şeytanlar tarafından meydana getirildiğine inanılır.87
IV. yüzyıla ait üç bölümlü, on iki maddelik Havariler inanç sistemi Hristiyanların inanç esaslarının özeti mahiyetindedir ve şunlardır:88
1) Ben, Tanrı'ya, kudretli Baba'ya;
2) Ve O'nun biricik Oğlu Rab isa'ya,
3) Bâkire Meryem ve Kutsal Ruh'tan doğmuş olduğuna,
4) Pilatus zamanında çarmıha gerildiğine, öldüğüne ve gömüldüğüne,
5) Üçüncü gün ölüler arasından dirildiğine,
6) Göklere yükseldiğine,
7) Baba'nın sağında oturduğuna,
8) Oradan ölüleri ve dirileri yargılamak üzere ineceğine;
9) Ve Kutsal Ruh'a,
10) Kutsal kiliseye,
11) Günahların bağışlanacağına,
12) Ölülerin dirileceğine, sonsuz hayata inanırım.
Yahudilik ve Hristiyanlığın inanç esaslarını kısaca gördükten sonra, şimdi de Kur'ân'ın onları nasıl tanıttığını görelim:
B-KUR'ÂN'DA EHL-İ KİTAP
Kur'ân-ı Kerîm'de Ehl-i Kitap'la ilgili çok âyet vardır. Bu âyetlerle Ehl-i Kitab'ın îmân durumuyla ilgili farklı açıklamalar yer almaktadır. Bazı âyetler, Ehl-i Kitap'dan bir kısmının kâfir olduğunu bildirirken diğer bazı âyetler de Ehl-i Kitab'ın hepsinin bir olmadığını, onlar içerisinde istikâmet sahibi kimselerin olduğunu, bunların Allah'a ve âhirete inandıklarını, iyiliği emredip, kötülükten men'ettiklerini, bunların sâlih kimseler olduklarını bildirir. Şimdi biz bu âyet gruplarından bazıları üzerinde durmak suretiyle Kur'ân'ın Ehl-i Kitap'la ilgili vermek istediği mesajı anlamaya çalışalım.
1. Ehl-i Kitab'ın İnanç Durumu
Daha Önce açıkladığımız gibi Yahudilikte ve Hristiyanlıkta Tanrı, Âhiret, Melek, Kitap, Peygamber vb. inancı vardır. Ancak Yahudilerin ve Hristiyanların inançları, Müslümanlarınki gibi değildir. Kur'ân'a göre bunlar, inançlarına şirk bulaştırmışlardır.
a- Ehl-i Kitab'ın Hepsinin Bir Olmaması
Ehl-i Kitap'la ilgili Kur'ân âyetleri incelendiği zaman bu âyetlerden bir kısmında Ehl-i Kitab'ın bir bütün olarak değerlendirildiğini görürüz.89 Bu tür âyetlerde Ehl-i Kitap'Ia ilgili verilen hükümlerin çoğunlukla olumsuz olması dikkât çekicidir. Şu âyetlerde olduğu gibi: "Eğer Ehl-i Kitap îmân edip (kötülüklerden) sakınsalardı, herhalde (geçmiş) kötülüklerini örter ve onları nimetli Cennetlere sokardık" (Maide, 5/65). Bu âyet, Ehl-i Kitab'ın mü'min sayılmadığına delâlet etmektedir. "Ey Ehl-i Kitap! Biz, birtakım yüzleri silip dümdüz ederek arkalarına çevirmeden, yahut onları, cumartesi adamları gibi lânetlemeden önce (davranarak), sîze gelenleri doğrulamak üzere indirdiğimize (Kur'ân'a) îmân edin; Allah'ın emri mutlaka yerine gelecektir" (Nisâ', 4/ 47). Bu âyette Ehl-i Kitap, Kur'ân'a inanmaya çağırılıyor.
Ehl-i Kitap'tan bahseden bir kısım âyetler ise onları ikiye ayırıyor. Bu tür âyetlerde Ehl-i Kitap'dan bazılarının Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliğini ve Kur'ân'ı kabul etmedikleri için kâfir oldukları,90 bazılarının da Hz. Muhammed (sav)'e ve Kur'ân'a inanarak mü'min oldukları bildirilir. "Ehl-i Kitap'tan öyleleri vardır ki, Allah'a, hem size indirilene, hem de kendilerine indirilene, tam bir samimiyetle ve Allah'a boyun eğerek îmân ederler. Allah'ın âyetlerini az bir pahaya satmazlar. İşte onlar için Rableri katında ecirleri vardır"(Al-i İmrân, 3/199). Bu âyet, Ehl-i Kitap'dan bazılarının beş vasfını zikretmektedir ki şunlardır: 1) Allah'a inanmaları, 2) Allah'ın Hz. Muhammed (sav)'e indirdiği Kur'ân'a inanmaları, 3) Allah'ın Hz. Muhammed (sav)'den önceki peygamberlere indirdiği kitaplara inanmaları, 4) Allah'a karşı huşûlu olmaları, yani Allah'ın emirlerine itaatkâr olmaları, 5) Allah'ın âyetlerini az bir pahaya satmamaları, yani Ehl-i Kitap'dan bazılarının yaptığı gibi Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliğinin doğruluğunu gizlememeleri.91 Bundan dolayı Yüce Allah onlara mükâfat vereceğini haber veriyor: "Ondan (Kur'ân'dan) önce kendilerine Kitap verdiklerimiz, ona da îmân ederler"'(Kasas, 28/52) âyeti de önce Ehl-i Kitap'tan iken Hz. Muhammed (sav)'e inanıp Müslüman olanları kasdetmektedir.92 Bundan sonra gelen âyet de bunu teyid etmektedir.93 "İşte sana bu kitabı indirdik. Onun için kendilerine Kitap verdiklerimiz buna îmân ediyorlar. Şunlardan (Araplardan) da ona îmân eden nice kimseler vardır. Bizim âyetlerimizi kâfirlerden başkası bilerek inkâr etmez" (Ankebût, 29/ 47). Yine bu âyette zikredilenler de Ehl-i Kitap'dan, Müslüman olanlardır. 94
Burada bir nokta üzerinde durmak gerekiyor. Yüce Allah bu tür âyetlerde önce Ehl-i Kitap'dan iken Hz. Muhammed (sav)'e inanıp Müslüman olmuş kimselerden bahsederken "Ehl-i Kitap'dan... şöyleleri var" buyuruyor ki burada "mecâz-ı mürsel" san'atı vardır. Mecâzın bir çeşidi "İ'tibâru mâ kân= önceki durumuna itibar" dır ki burada da aynı şey sözkonusudur.95 Bunlar, Müslüman olmadan önce Ehl-i Kitap'tan oldukları için yüce Allah onlardan bahsederken "Ehl-i Kitap'tan..." ifadesini kullanmıştır.
Bu açıklamalardan sonra, "Hepsi bir değildir. Ehl-i Kitap içinde istikâmet sahibi bir topluluk vardır ki gece saatlerinde secde ederek Allah'ın âyetlerini okurlar. Onlar, Allah'a ve âhiret gününe inanırlar; iyiliği emreder, kötülükten men'ederler; hayırlı işlere koşuşurlar, İşte bunlar, sâlih insanlardandır" (Âl-i İmrân, 3/113-114) âyetinin ifade ettiği manâyı doğru bir şekilde anlayıp değerlendirebiliriz. Bu ve benzeri âyetler, Hz. Muhammed (sav)'in dinine girip Müslüman olan Ehl-i Kitap'dan bahsetmektedir. Ayette geçen, "Ehl-i Kitap içinde istikâmet sâhibi bir topluluk vardır" dan maksat, Yahudi İken Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliğine inanan Abdullah b. Selâm ve arkadaşlarıdır ki Yahudi ileri gelenleri bunlar için "kâfir, fâsık oldular" deyince, bu âyet, bunların fazileti hakkında nâzil oldu.96 Diğer bir görüşe göre bu âyet; Necranlılardan kırk, Habeşlilerden otuziki ve Rumlardan üç kişi hakkında nâzil olmuştur ki, bunlar önce Hz. İsa dîni üzere idiler, akşam ve yatsı arasında namaz kılarlardı. Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliğini duyunca hemen onu tasdik ettiler.97 İşte bu âyet, Hz. Muhammed (sav)'e inanan mü'minleri övmek için inmiştir; "Öyle ya, mü'min olan, yoldan çıkmış kimse (fâsık) gibi midir? Bunlar elbette bir olmazlar" (Secde, 32/18) âyetiyle işaret edildiği gibi "Gece saatlerinde secde ederek Allah'ın âyetlerini okurlar" kısmına gelince; çok açıktaki önce Ehl-i Kitap'dan iken Hz. Muhammed (sav)'e ve Kur'ân'a inanıp Müslüman olan bu kişiler, beş vakit namaza ilâveten geceleri, çoğu insanın uykuda olduğu zamanlarda secde eder, yani teheccüd namazı kılarlar. Allah'ın âyetlerini, yani Kur'ân'ı okurlardı.98 "Onlar, Allah'a ve âhiret gününe inanırlar" lâfz-ı celîlesi ile sadece Allah'a ve âhirete îmân, kasdedilmez; bütün îmân esaslarına îmân kasdedilir. Zira Allah'a samimî olarak îmân; Allah'ın peygamberlerine, kitaplarına meleklerine vb. îmânı gerektirir. Âhirette îmân da günahlardan uzak durmayı gerektirir." Al-i İmrân sûresi, 75. âyetinde işaret edilen kimseler de bu gruba dahil Kitap Ehlidir: "Ehl-i Kitap'tan öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emânet bıraksan, onu sana noksansız iâde eder. Fakat öylesi de vardır ki, ona bir dinar emânet bıraksan, tepesine dikilip durmazsan onu sana iâde etmez. Çünkü bunlar, 'Ümmîlerin malını almakta bizim İçin vebâl yoktur' derler. Allah'a karşı da bile bile yalan söylerler" (Âl-i İmrân, 3/75). Bu âyette işaret edilen güvenilir kimse hakkında çoğu müfessirler, Yahudi âlimlerinden iken Hz. Peygamber (sav)'e îmân eden Abdullah b. Selâm olduğunu söylemişlerdir ki bu zâta Kureyş'den birisi binikiyüz okka altın emânet bırakmıştı. Bu zat emânet bırakana bu altınları eksiksiz teslim etti. Güvenilir olmayan kişi de Yahudilerden Fenhâs b. Âzûrâ'dır. Buna da bir Kureyşli bir dinar emânet bırakmıştı. Emânetini almaya geldiğinde Fenhâs, bunu inkâr etti, vermedi. Yani emânete riâyet edenler, Yahudilerden Müslüman olanlardır. Emânete hâinlik edenler de Yahudilikte kalanlardır. Çünkü onlara göre, dinlerinden olmayanı öldürmek helâl olduğu gibi, malını almak de helâldir. Bir başka görüşe göre emânete riâyet edenler, Hristiyanlar, hıyânet edenler, Yahudilerdir.101
Al-i İmrân sûresindeki bir âyette Ehl-i Kitab'ın, inanmalarının kendileri için hayırlı olacağı bildiriliyor: "Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men'eder ve Allah'a inanırsınız. Ehl-i Kitap da inansaydı elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde îmân edenler var; (fakat) pek çoğu yoldan çıkmışlardır" (Âl-i İmrân, 3/110). Bu âyet Hz. Muhammed'e inanan Müslümanların hem tek Allah'a inandıkları, hem de iyiliği emredip kötülüğü men'ettiği için en hayırlı ümmet olduklarını bildirdikten sonra "Ehl-i Kitap inansaydı, elbet kendileri için iyi olurdu" buyurarak, onların İslâm dînine inanmadıklarını bildiriyor. Sonra da içlerinden bir kısmının mü'minler olduğunu bildiriyor. Buradaki mü'minlerden maksat, önce Ehl-i Kitap'dan iken Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliği, bilgisi kendisine ulaşınca eski dinini, inanışını bırakıp da Hz. Muhammed'in dînine giren Müslümanlardır.102 Eğer Ehl-i Kitap mü'min sayılacak olsaydı, aynı âyette "Şayet onlar inansalardı, onlar için iyi olurdu" denir de arkasından "Onlardan inananlar da var, ama çoğu inanmaz" denmezdi. Demek ki yüce Allah (cc), "Onlar inansalardı" lafzıyla "Hz. Muhammed (sav)'e inansalardı" demeyi murad etmiştir.103
Mâide sûresinin "Onlardan aşırılığa kaçmayan (iktisadlı, mu'tedil) bir zümre vardır" (Mâide, 5/66) âyetindeki "muktesid ümmet" hakkında tefsirciler iki görüş nakletmektedirler. Birincisi; bunlardan kasıt, Yahudilerden Abdullah b. Selâm, Hristiyanlardan Necâşî gibi Ehl-i Kitap arasından Rasûlullah (sav)'a îmân edenlerdir. İkincisi; Ehl-i Kitap içinde kendi dinlerinde âdil ve doğru olan, Rasûlullah (sav)'a îmân etmiş olmamakla beraber şiddetli inat ve kalp katılığı bulunmayıp, ılımlı ve tarafsız olan kimselerdir ki, öncekiler de bu gibilerden çıkar.104
b. Ehl-i Kitab'ın Kâfir Olduğunu Bildiren Âyetler
Tevbe sûresinin şu âyetleri Ehl-i Kitab'ın inanç durumunu açıkça ortaya koyuyor: "Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, Allah ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve Hak dîni (kendine) din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın. Yahudiler, 'Uzeyr, Allah'ın oğludur' dediler. Hristiyanlar da, 'Mesih (as), Allah'ın oğludur' dediler. Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözleridir. (Sözlerini) önceden kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin. Nasıl da (Hak'dan bâtıla) döndürülüyorlar. (Yahudiler) Allah'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (Hristiyanlar da) rahiplerini ve Meryem oğlu (İsa'yı) rabler edindiler.
Halbuki hepsine de tek Tanrı'ya kulluk etmekten başka bir şey emrolunmadı. O'nâan başka hiçbir Tanrı yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden münezzehtir. Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlamaktan asla vazgeçmez" (Tevbe, 9/29-32).
Bu âyetlerde, Ehl-i Kitap'dan Allah'a ve âhirete inanmayan, Allah'ın ve Peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dîni kendine din edinmeyen kimselerle cizye verinceye kadar savaşmakla emrolunması, Kur'ân'ın onların mü'min saymadığının delilidir. Âyet; Yahudilerin, Uzeyr'i; Hristiyanların, İsa'yı "Allah'ın oğlu" kabul ettiklerini; ayrıca Yahudilerin, din adamlarını; Hristiyanların da hem Hz. İsa'yı ve hem de din adamlarını -Allah'ı bırakıp- "Rab" edindiklerini bildirerek Allah'a şirk koştuklarım haber veriyor. Âyetteki: "O, bunların ortak koştukları şeylerden münezzehtir" (Tevbe, 9/31) ifadesi, onların şirkinin takriridir.
Mâide sûresinin şu âyetleri de, Hz. İsa'yı tanrı kabul edenlerin ve üçlü bir tanrı inancına sahip olanların kâfir olduklarını açık ve net bir şekilde bildiriyor. "And olsun ki, 'Allah, Meryem oğlu Mesih' dir' diyenler, kesinlikle kâfir olmuşlardır. Halbuki Mesih: "Ey İsrailoğulları! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz. Biliniz ki kim Allah'a ortak koşarsa, muhakkak Allah ona Cennet'i haram kılar; artık onun yeri ateştir ve zâlimler İçin yardımcılar da yoktur' demişti" (Mâide, 5/72). "And olsun, 'Allah, üçün üçüncüsüdür' diyenler de kâfir olmuşlardır. Halbuki bir tek tanrıdan başka hiçbir tanrı yoktur. Eğer diye geldiklerinden vazgeçmezlerse, içlerinden kâfir olanlara acı bir azap vardır" (Mâide, 5/73). "Şüphesiz, 'Allah, Meryem oğlu Mesih'tir' diyenler, and olsun ki kâfir olmuşlardır" (Mâide, 5/17).
Yüce Allah, Kur'ân'da Hz. İsa'nın, tanrı olmadığını, diğer peygamberler gibi bir peygamber ve insan olduğunu bildirir: "Meryem oğlu Mesih, ancak bir rasûldür. Ondan önce de (birçok) rasûller gelip geçmiştir. Anası da çok doğru bir kadındır. Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak, onlara delilleri nasıl açıklıyoruz, sonra bak, nasıl (hakdan) yüz çeviriyorlar?" (Mâide, 5/75). "Ey Ehl-i Kitap! Dininiz hususunda haddi aşmayın. Allah'a karşı hak olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu Mesih İsa, yalnız Allah'ın peygamberi ve kelimesidir ki onu Meryem'e bırakmıştır. O, Allah tarafından (gelen) bir ruhtur. Artık Allah'a ve peygamberlerine inanın da (Allah) 'üç' (dur) demeyin. Kendiniz İçin hayırlı olmak üzere (bundan) vazgeçin. Allah, ancak bir tek tanrıdır. O, herhangi bir çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Vekil olarak Allah yeter" (Nisâ, 4/171). Bu âyetteki "İsa, Allah'ın kelimesidir" demek, "Cebrâil'in üflemesiyle Hz. Meryem'in rahmine bırakıp 'ol' emriyle yarattığıdır" demektir. "Allah tarafından bir ruhtur" demek, "Allah, onunla bir çok ölü kalbe hayat vermiştir" demektir. 105
Kur'ân, Hristiyanlara Allah'ın tek tanrı olduğunu, O'ndan başka tanrı olmadığını, çocuk edinmekten münezzeh olduğunu bildiriyor ve onları "Tanrı üçtür" demekten vazgeçmeye dâvet ediyor. Onları "Dininizde haddi aşmayın" diye uyarıyor. Zira Yahudiler, Hz, İsa'nın -hâşâ- "zînâ çocuğu" olduğunu söyleme cesaretini gösterecek kadar onun durumunu alçaktılar. Buna karşılık Hristiyanlar da "O, tanrıdır ve tanrının oğludur" diye onu tanrılık makamına yükselterek aşın gittiler. Yüce Allah, böylece her iki din mensuplarını aşırılığı bırakıp, hakkı kabule çağırıyor. 106
Yüce Allah, Hz. İsa'nın insanları tevhide dâvet ettiğini, şirke çağırmadığını şöylece beyan ediyor: "Allah, 'Ey Meryem oğlu Isa! İnsanlara: Allah'ı bırakıp da beni ve anamı iki tanrı edininiz' diyen sen misin?' dediği zaman o (şöyle) dedi: 'Seni tenzih ederim (ya Rabbi), hakkım olmadık bir sözü söylemem bana yakışmaz. Eğer onu söyledimse Sen şüphesiz onu bilirsin. Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben Senin zâtında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca Sensin. Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: 'Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin dedim..." (Mâide, 5/116-117). Esasen teslis inancı Hristiyanlığa Hz. İsa'dan çok sonra girmiştir. Bu âyeti te'kid eden bir başka âyette de bütün peygamberlerin, insanları, tek Allah'a kulluğa çağırdıkları bildirilir: "Beşerden hiç kimseye yakışmaz ki Allah kendisine kitabı, hükmü (hikmeti) ve peygamberliği versin de sonra o, insanlara:
'Allah'ı bırakıp da (gelin) bana kul olun' desin. Fakat o, 'Öğretmekte ve okuyup okutmakta olduğunuz kitap sayesinde rabbâniler (Rabbe hâlis kullar) olunuz'(der). Size, 'Melekleri ve peygamberleri tanrılar edinin' diye de emretmez. Siz Müslüman olduktan sonra o size hiç kâfirliği emreder mi?" (Âl-i İmrân, 3/79-80).
c. Ehl-i Kitabın Hz. Peygamber (sav)'e Karşı Tutumları
Kur'ân-ı Kerîm, herkesi olduğu gibi Ehl-i Kitâb'ı da Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliğine îmâna çağırmaktadır: "Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî peygambere uyanlar (var ya). işte o peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten men'eder. Onlar temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar ve üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri atar.107 O peygambere inanıp ona saygı gösteren, yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'ân'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır. De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi Allah'ın (gönderdiği) elçiyim. O'ndan başka tanrı yoktur; O diriltir ve öldürür. Öyle ise Allah'a ve O'nun ümmî râsulüne, Allah'a ve O'nun kelimelerine gönülden inanan Rasûlüne îmân edin ve O'na uyun ki, doğru yolu bulaşınız" (A'râf, 7/157-158). Bu âyetlerde Hz. Peygamber (sav)'in isminin, sıfatının ve bazı özelliklerinin Tevrat ve İncil'de bildirildiği; insanlara iyiliği emrettiği, kötülükten men'ettiği; temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kıldığı; daha önceki şeriatlardaki insanlara ağır gelen bazı hükümlerin Muhammed (sav)'in şeriatında hafifletildiği, değiştirildiği, Muhammed (sav)'e, Kur'ân'a uyanların kurtuluşa ereceği, doğru yolun bu olduğu bildiriliyor.
Kur'ân, Ehl-i Kitab'ın, Hz. Muhammed (sav)'i öz oğullarını bildikleri gibi bildiklerini, ama hasetlerinden dolayı hakkı gizleyip O'nun peygamberliğini inkâr ettiklerini haber veriyor: "Kendilerine kitap verdiklerimiz O'nu (o peygamberi) öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen içlerinden bir grup bile bile gerçeği gizlerler" (Bakara, 2/146). "Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, kendi öz oğullarını tanıdıkları gibi O'nu tanırlar (O'nun Allah tarafından gönderildiğini bilirler). Fakat kendilerine yazık ettiler; çünkü onlar inanmazlar" (En'âm, 6/20). Bu âyetler aynı zamanda Hz. Peygamber (sav)'in peygamberliğini kabul etmeyen Ehl-i Kitâb'ın mü'min sayılamayacağını bildirmektedir.
Beyyine sûresindeki şu âyetler de Ehl-i Kitap'dan bazılarının, kendi kitaplarında (Tevrat ve İncirde) Hz. Muhammed (sav)'in son peygamber olarak gönderileceği bildirildiği için; "Biz, Tevrat ve İncil'de geleceği bildirilen o peygamber gelinceye kadar dînimizden ayrılmayız" dedikleri, ama Yüce Allah Hz. Muhammed (sav)'i peygamber olarak gönderince hasetlerinden dolayı sözlerinden caydıklarını, onun peygamberliğini kabul etmediklerini; bazılarının ise onun peygamberliğini kabul edip Müslüman olduklarını bildiriyor: "Kitap Ehlinden (Yahudi ve Hristiyanlardan) ve müşriklerden (putperestlerden) inkârcılar, kendilerine apaçık hüccet (Peygamber veya Kur'ân) içinde kesin ve en doğru hükümlerin bulunduğu tertemiz sahifeleri okuyan, Allah katından bir peygamber gelene kadar (dinlerinden) vazgeçecek değillerdi. Ama kendilerine Kitap verilenler, açık delil (Peygamber) onlara geldikten sonra ayrılığa düştüler. Halbuki onlar, doğruya yönelerek, dini yalnız Allah'a has kılarak O'na kulluk etmek, namazı kılmak ve zekâtı vermekle emrolunmuşlardı. En doğru din budur. Kitap Ehlinden ve müşriklerden inkârcılar, şüphesiz içinde temelli kalacakları Cehennem ateşindedirler. İşte bunlar, yaratılanların en kötüsüdürler. İmân edip yararlı iş işleyenler ise, yaratıkların en iyisidirler..." (Beyyine, 98/1-7). Demek ki Ehl-i Kitab'ın inkârcılıkları, bilgisizlikten ve delilsizlikten değil, aksine kendilerine apaçık bir delil geldikten ve hak belirginleştikten sonra, sırf arzu ve inatlarındandır.108
Bakara sûresinin şu âyetleri de, Ehl-i Kitap'dan Yahudilerin, Allah'ın gönderdiği peygamberlerin bildirdikleri işlerine gelmediği, hoşlarına gitmediği için peygamberlere karşı büyüklük tasladıkları onlara kulak asmadıklarını, bazı peygamberleri yalanladıklarını, bazılarını öldürdüklerini, üstelik peygamberlerle, "Kalplerimiz perdelidir" diye alay ettiklerini yani, "Siz ne derseniz deyin, sizin söyledikleriniz bizi hiç ilgilendirmez, siz boşuna yoruluyorsunuz" diye onları alaylı bir şekilde reddettiklerini bildirdiği gibi aynı zamanda kendileri kitaplı ve dinli oldukları için aralarında büyük bir düşmanlık bulunan kâfirlere (Arap müşriklerine) karşı:
"Ey Allahım! Âhir zamanda gönderilecek peygamber ile bize yardım et ve fetihler nasip eyle" diye dua ettiklerini; müşriklere de, "Bizim dediğimizi doğrulayıcı bir peygamberin çıkma zamanı yaklaştı. Biz onunla beraber olup sizi Âd ve İrem gibi öldüreceğiz" dedikleri halde, yüce Allah, Hz. Muhammed (sav)'i peygamber gönderince, hasedlerinden dolayı onu peygamber tanımadıklarını, Kur'ân'ın Allah kelâmı olmasını inkâr ettiklerini, böylece kâfir olduklarını ve Cehennem azabını hak ettiklerini bildiriyor:109 "And olsun Biz Musâ'ya Kitâb'ı verdik. Arkasından peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya mûcizeler verdik. Ve onu, Ruhu'l-Kudüs (Cebrâil) ile destekledik. Ne zaman gönlünüzün arzulamadığı şeyleri söyleyen bir elçi gelmişse ona karşı kötülük tasladınız. Size gelen peygamberlerden bir kısmını yalanlarken, bir kısmını da öldürüyorsunuz. (Yahudiler Peygamberle alay ederek): 'Kalplerimiz perdelidir' dediler. Aksine, küfür ve İsyanları sebebiyle Allah onlara lanet etti. O yüzden çok azı inanırlar. Daha önce kâfirlere karşı (o gelecek peygamberle) yardım bekliyorlardı. Allah katından, ellerindeki Tevrat'ı doğrulayan bir kitap gelip de Tevrat'tan öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince derhal inkâr ettiler. İşte Allah'ın lâneti böyle inkârcılaradır. Kullarından dilediğine Allah'ın lütuf ve ihsanından (Kur'ân ve peygamberliği) göndermesini kıskandıkları İçin Allah'ın indirdiklerini inkâr edip kendi canlarına karşılık satın aldıkları şey (azap) ve sebeple de önceden gelmiş bir lânet üstüne gazaba uğramaları ne kadar kötü'. Ayrıca kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır. Kendilerine, 'Allah'ın indirdiği Kur'ân'a îmân edin' denilince, 'Biz sadece bize indirilene (Tevrat'a) inanırız' derler. Ondan başkasını inkâr ederler. Halbuki o Kur'ân, kendi ellerinde bulunan Tevrat'ı doğrulayıcı olarak gelmiş hak bir kitaptır. (Yâ Muhammedi) onlara 'Şayet siz gerçekten inanıyor idiyseniz daha önce Allah' ın peygamberlerini neden öldürüyordunuz?' diye sor" (Bakara, 2/87-91).
Ehl-i Kitap, sadece Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliğim inkâr etmekle kalmaz, aynı zamanda mü'minleri de Allah'ın yolundan çevirmeye çalışır. Şu âyet buna işaret etmektedir: "De ki: 'Ey Ehl-i Kitap! Allah yaptıklarınızı görüp dururken niçin Allah'ın âyetlerini inkâr edersiniz?' De ki: 'Ey Ehl-i Kitap! (Gerçeği) görüp bildiğiniz halde niçin Allah'ın yolunu eğri göstermeye yellenerek mü'minleri Allah yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz? Allah, yaptıklarınıza tamamiyle şâhittir"(Âl-i İmrân, 3/98-99). Yüce Allah, bu âyette, Ehl-i Kitab'ın, Allah'ın âyetlerini yani Hz. Muhammed (sav)'in peygamberlik iddiasını doğrulayan sem'î ve akit delilleri inkâr ederek kâfir olduklarını, kendilerini, Tevrat ve İncil'e inanan mü'minler zannettikleri halde onların Tevrat ve İncil'in de inkârcıları olduklarını bildiriyor.110 Hz. Peygamber'in, O'na inen kitabın ve dinin hak olduğunu bildikleri halde hak din İslâm'a inanan mü'minleri Allah yolundan saptırmaya kalkışanların yaptıklarını Allah'ın görüp bildiğini ve bunun cezasını çekeceklerini haber vererek onları ikaz ediyor.111 Ardından da mü'minleri şöyle uyarıyor: "Ey îmân edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir gruba uyarsanız, îmânınızdan sonra sizi çevirip kâfirler haline getirirler" (Âl-i İmrân, 3/100). "Ey îmân edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zâlimler topluluğuna yol göstermez." (Mâide, 5/51).
DİPNOTLAR
77 Bk. Osman Cilacı a.g.e., s. 88.
78 Bk. Matta, 28/19.
79 Bk. Günay Tiimer-Abdurrahman Küçük, a.g.e., s. 252.
80 Bk. Günay Tümer-Abdurrahman Küçük, a.g.e., s. 253-256'dan özetleyerek. Teslis akidesi, çeşitli tarihlerde toplanan Hristiyan Konsillerinde başka başka anlaşılmıştır. 1) 325 tarihinde İznik'te toplanan ruhânî meclis Oğul'un Baba ile aynı cevherden olduğunu kabul etmiştir. 2) 431 tarihinde Efes'te toplanan mecliste Oğul'un beşerî-ilâhî iki tabiatını teyid ile Hz. Meryem'e "Tanrı'nın anası=teotokos" ünvanını verilmiştir. 3) 361 tarihinde İstanbul'da toplanan genel ruhanî meclis, İznik Konsili'nin akidesini teyid ederek "Kutsal Ruh"un, Baba ve Oğul ile aynı cevherden olduğunu kabul etmiştir. 4) 451 tarihinde Kadıköy (Kalsidon)'de toplanan rûhânî meclis "Oğul"'un iki tabiatını yeniden kabul etmiştir. 5) 553 tarihinde toplanan II. İstanbul rûhânî meclisi bugünkü mânâda Teslis'i kabul etmiştir. 6) 650 tarihinde toplanan III. İstanbul rûhânî meclisi, Hz. İsa'da İki tabiî irade ile iki hareket tarzı bulunduğunu karara bağlamıştır. (Bk: Osman Cilacı, a.g.e. s. 87).
81 Bk. İncil, Matta, İstanbul 1972. Kitab-ı Mukaddes Kitabevi, 22/30.
82 Bk. Osman Cilacı, a.g.e., s. 96.
83 Bk. Osman Cilacı, a.g.e., s. 98; Ahmet Kahraman, a.g.e., s. 184.
84 Bk. Matta, 28/18.
85 Bk. Osman Cilacı, a.g.e., s. 101", Ahmet Kahraman, a.g.e., s. 185.
86 Bk. Günay Tümer-Abdurrahman Küçük, a.g.e., s. 273.
87 Bk. Osman Cilacı, a.g.e., s. 103.
88 Bk. Günay Türner-Abdurrahman Küçük, a.g.e., s. 252.
89 Meselâ, bk.: Nisa, 4/47: Mâide, 5/65; En'an. 6/20.
90 Bk. Bakara, 2/146; En'an, 6/20; Tevbe, 9/29-32; Beyyine, 98/1-7.
91 Bk. Râzî, a.g.e., III, 186-187.
92 Bk. Ali Cârim, Mustafa Emin; el-Belğatu'l-Vâdiha, Mısır, 1383/1964, Dârul-Meârif, s. 108-110.
93 Bk.Kasas, 28/53.
94 Aynı eser.
95 Bk, Râzî, a.g.e, III, 46 Kâdî Beydâvî, a.g.e., 1,95; Nesefî, a.g.e., I, 176; "Allah'ın âyetleri" tabiri mücerred zikredildiği zaman bununla Kur'ân âyetlerinin kasdedildiği herkesin bildiği bir husustur.
96 Bk. Râzî, a.g.e., III, 47.
97 Bk. Kâdî Beydâvî, a.g.e., 1. 89; Nesefî, a.g.e., I, 164.
98 Bk. Râzî, Tefsir, II, 715; Kâdî Beydâvî, a.g.e., 1,89; Nesefî, a.g.e., 1,164; Elmalılı, a.g.e.. II,352-353.
99 Bk. Râzî, a.g.e., III,40; Kâdî Beydâvî, a.g.e., 194; Nesefî, a.g.e., I, 175.
100 Bk. Nesefî, a.g.e., I, 175.
101 Bk. Râzî, Tefsir III, 634; Kâdî Beydâvî, Tefsir, I, 157; Nesefî, Tefsir, I,292; Elmalılı. a.g.e., III, 221.
102 Bk. Kâdî Beydâvî, a.g.e., I, 142; Nesefî Tefsir, I, 265.
103 Bk. Nesefî, Tefsir, I. 265.
104 Yani hata ile adam öldürme İcrası ve günah işleyen organların, pislik değen elbisenin kesilmesi gibi ağır teklifleri kaldırır.
105 Bk. Elmalılı, a.g.e, IX, 30-32.
106 Bk.Elmalılı,a.g.e.,lX,3:,31.
107 Bk. Kâdî Beydâvî, a.g.e., I. 93.
108 Bk.Elmalılı, a.g.e., IX, 30-32.
109 Bk.Elmalılı,a.g.e.,IX,3O-31.
110 Bk. Kâdî Beydâvî, a.g.e., 193.
111 Bk. Nesefî, a.g.e.. I, 172.
.
İMAN AÇISINDAN EHL-İ KİTAP-3
Dr. Mehmet Bulut
d) Ehl-i Kitab'ın Kur'ân'a Karşı Tutumları
Kur'ân, bütün insanları olduğu gibi Kitap Ehlini de Hz. Muhammed'in peygamberliğine ve Kur'ân'a inanmaya çağırır: "Ey Kitap Ehli! Biz, birtakım yüzleri dümdüz ederek arkalarına çevirmeden, yahut onları, cumartesi adamları (cumartesiye saygı göstermeyen Yahudiler) gibi lânetlemeden önce, elinizdeki kitabı tasdik edici olarak indirdiğimiz (Kur'ân)'a imân edin; Allah'ın emri mutlaka yerine gelecektir" (Nisâ',4/47). Bu âyetten önceki âyette de Yahudilerin, inkârcılıkları sebebiyle Allah'ın onları lanetlediği bildiriliyor: "Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden değiştirirler; dillerini eğerek, bükerek ve dine saldırarak, İşittik ve karşı geldik; dinle, dinlemez olası, râinâ derler. Eğer onlar, işittik, itâat ettik, dinle ve bizi gözet' deselerdi şüphesiz kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olacaktı; fakat küfürleri sebebiyle Allah onları lânetlemiştir. Artık pek azı inanırlar" (Nisâ', 4/46).
Ehl-i Kitapla ilgili şu âyetler de dikkat çekicidir: "Ehl-i Kitapdan bir kısmı istediler ki sizi saptırsınlar. Fakat onlar, sadece kendilerini saptırırlar da farkına bile varamazlar. Ey Ehl-i Kitap! (Tevrat ve İncil'de) görüp bildiğiniz halde niçin Allah'ın âyetlerini inkâr edersiniz? Ey Ehl-i Kitap! Neden hakkı bâtıl ile karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz? Kitap Ehlinden bir grup, 'Mü'minlere indirilmiş olana (Kur'ân'a), sabahleyin (görünüşte) inanın, akşamleyin inkâr edin. Belki onlar (dinlerinden) dönerler' dedi" (Âl-i İmrân, 3/69-72).
Bu âyetler, Kitap Ehlinden bir kısmının, kendileri sapık ve kâfir oldukları halde bununla yetinmeyip mü'minlerin de sapmasını, kâfir olmasını istediklerini ve mü'minleri imândan döndürmek için çalıştıklarını, Kur'ân'a ve Muhammed'e inanmadıklarını, hakkı bâtıla karıştırdıklarını bildiriyor.
"Ehl-i Kitapdan bir grup, okuduklarını kitapdan sanasınız diye Kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları kitapdan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde, 'Bu, Allah katındandır' derler. Onlar bile bile Allah'a iftira ederler" (Âl-i İmrân, 3/78). İbn Abbâs'ın bildirdiğine göre, bunlar, Yahudilerdir ki Tevrat'ta tahrifât yapmışlar, Hz. Muhammed'in Tevrat'taki zikredilen vasıflarını değiştirmişlerdir.
2. Ehl-i Kitap Cennete Girecek mi?
Buraya kadar anlattıklarımızdan anlaşıldı ki Ehl-i Kitap, İslâm dinine göre, mü'min sayılmaz. Çünkü mü'min sayılmak için Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe ve kadere inanmanın yanında Hz. Muhammed'in peygamberliğine ve Kur'ân'a inanmak gerekmektedir. İmân esaslarından bazısını inkâr, tamamını inkâr sayılır. İslâm dinini insanlara getirip bildiren, Hz. Peygamber olduğu için imân, önce O'nun peygamberliğine inanmakla başlar. Peygamberi reddedince artık orada bir imândan, İslâm'dan ve cennetten bahsetmek imkânsızdır. Kur'ân'da pek çok âyet Allah'a ve Peygambere imân ve itâat edilmesini emretmekte, Allah'a ve Peygamberine itâat edenlerin cennetlere gireceği bildirilmektedir. Mesela Nisâ' sûresinde şöyle buyurulur: "Bunlar, Allah'ın (koyduğu) sınırlarıdır. Kim Allah'a ve Peygamberine itâat ederse Allah onu, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; orada devamlı kalıcıdırlar. İşte büyük kurtuluş budur. Kim Allah'a ve Peygamberine karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azab vardır" (Nisâ 4/13-14).
Yüce Allah Ehl-i Kitab'a hitap ederek onları, Kur'ân'a imâna davet etmektedir.Kur'ân'ın tümünü veya bir kısmını inkâr edenlerin, kâfir oldukları ve ateşte azab edilecekleri bildirilir.
Kur'ân-ı Kerimin pek çok âyetinde, Allah'ın cenneti mü'minler için hazırladığı bildirilir. Yüce Allah, müşriklere cenneti haram kıldığını bildirir. Kur'ân, Ehl-i Kitab'ın, Kur'ân'ın, gerçekten Allah tarafından indirildiğini bildiklerini, fakat Allah'ın âyetlerini (Kur'âni) inkâr ederek kâfir olduklarını haber veriyor. Kur'ân, kâfirlerin cehenneme gireceklerini ve ateşte azab olunacaklarını bildiriyor.
Bu açıklamalardan sonra Bakara sûresi 62. âyetinin ne anlama geldiğini anlamaya çalışalım: "Şüphesiz imân edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sâbiîlerden Allah'a ve âhiret gününe inanıp da sâlih amel işleyenlerin Rabları katında ecirleri vardır. Onlar için bir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir" (Bakara, 2/62. Benzeri bir âyet için bk. Mâide, 5/69). Bu âyetin tefsirinde Elmalılı M. Hamdi Yazır şunları söylüyor: "İmân edenler, Hz. Muhammed'in dinine görünürde imân etmiş olanlar, yani İslâm dinini kabul ettiklerini söyledikleri için insanlar arasında Müslüman sayılanlar, Musa'nın dinine bağlanmış olan Yahudiler, İsa'nın dinine bağlı Hıristiyanlar ve bu üç dinin dışında kalan Sabiilerden Allah'a ve âhiret gününe kesin olarak inanan, aynı zamanda diğer imân esaslarına da inananlar ve bu imâna uygun sâlih amel işleyenlerin ecir ve mükâfatları Rableri katındadır. Bunlara korku yoktur ve bunlar mahzûn da olacak değillerdir.
İnsanlar, Hz. Âdem'in sulbünden yeryüzüne indikleri zaman Cenab-ı Allah, kendilerine, 'Artık ne zaman size Benden bir hidâyet gelir de, kim Benim hidâyetime uyarsa onlar için ne bir korku vardır, ne de mahzûn olacaklardır' (Bakara, 2/ 38) diye herhangi bir zamanda gelen hidâyetine uymaları şartıyla bunu va'detmemiş miydi? İşte, Adem'in tevbesinin meyvesi olan o ilâhî va'd, sonsuza dek yürürlükte olan böyle genel bir kanundur. Bu âyet, o kanunun bir açılımıdır.
Dolayısıyla Yahudiler gibi horluk ve yoksulluğa düşenler ve İlâhî gazaba uğramış olanlar bile her ne zaman tevbe eder, Allah'a ve âhiret gününe cidden imân ederek, Allah'ın son zamanda gönderdiği hidâyete uyar ve ona göre sâlih amel işlerse o gazabdan kurtulur ve Allah katında ecir ve mükâfâtını bulur. 'Onlar için ne bir korku vardır ve ne de mahzun olacaklardır' (Bakara, 2/38) sırrına kavuşur.
Fakat bu meyveye kavuşmak için görünüşte, yani yalnız insanlar arasında mü'min ve Müslüman olmak yeterli değildir. Hatta bir zaman için sâlih bir mü'min olarak yaşamış olmak da yeterli değildir. Onda sebat edip güzel bir sonla gitmek ve Allah'a, İmân ve amel ile kavuşmak da lazımdır.
Bu sûrenin baş tarafında, "İşte bunlar, Rablerinden olan bir hidâyet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de bunlardır" (Bakara, 2/5) müjdesinin kimlere ayrılmış olduğu bilinmekteydi. Bunda meselâ "Ve (yine) onlar, sana indirilene, senden önce indirilenlere imân ederler" (Bakara, 2/4) şartı vardır. Aynı zamanda "Âhirete de kesin bir bilgi ile inanırlar" (Bakara, 2/4) buyrulmuş olduğu için âhirete imân, sağlam ve doğru bir bilgi, bütün peygamberler ile beraber Hz. Muhammed (sav)'e ve O'na indirilene imân edenlere mahsus olduğu tebliğ edilmişti. Dolayısıyla burada 'Allah'a ve âhiret gününe imân eder, sâlih amelde bulunursa' (Bakara, 2/62) cümlesiyle belirtilen hakikî imânın Hz, Muhammed (sav)'in gönderilişinden sonra, o şekilde tefsir edilmiş olduğunda şüphe yoktur. Zaten bu âyetin, bilhassa bu bakımdan İsrailoğullarına hitap mevkiinde bir özet olup, bütün bu açıklamaların İslâm dinine davet sadedinde ve "Yakınınızda olan (Tevrat)'ı doğrulayıcı olarak indirdiğime (Kur'ân'a) imân edin, onu inkar edenlerin ilki siz olmayın" (Bakara, 2/41) yüce emrinin pekiştirilmesi için sevk edildiğinde de şüpheye yer yoktur.
Hz. Muhammed (sav)'in gönderilişinden önce Allah'a ve âhiret gününe imân eden ve sâlih amel işleyenler bile Tevrat ve İncil'in hükmünce geleceğin büyük peygamberine imân ile yükümlüydüler. Buna işaret olarak, 'Ahdime bağlı kalın' (Bakara, 2/40) buyrulmuştu. Böyle iken Hz. Muhammed (sav)'in gönderilişinden sonra O'nu inkâr edenler arasında, hakikî imân sahibi tasavvuruna imkân kalır mı? Allah'a ve cezâ gününe imânı bulunan ve bu imân ile orantılı olarak sâlih amel işleyecek olan kimselerin Hz. Muhammed'in peygamberliğini inkâr etmelerinin mümkün olduğu düşünülebilir mi?
Tarihin şehâdet sayfalarında Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliğinden daha açık ve daha belirgin hangi peygamberlik vardır? Dolayısıyla gökteki yıldızlardan bazılarını kabul edip de güneşi inkâr edenlerin Allah'a karşı imânlarında ciddiyet ve ihlas tasavvur etmek, Hak düşüncesiyle asla bağdaştırılmayan bir çelişki oluşturur. Dikkate değer bir durumdur ki bu âyette imân; biri insanlara göre zâhirî, diğeri Allah katında hakikî olmak üzere iki defa zikredilmiş ve öncelikle 'imân edenler', Yahudilere, Hıristiyanlara ve Sâbiîlere karşılık tutulmuştur.
Demek ki bu üçü, Kur'ân'ın söz konusu ettiği imândan mutlak anlamda hariçtirler. Bununla beraber zâhirî imân sahipleri, bunlarla akran tutulmuş ve hepsinin hakikî selâmeti, tam bir imân ve sâlih bir amel şartına bağlanmıştır. Demek ki gerek zâhirî mü'min olan Müslümanlar ve gerek bunların dışında bulunan Yahudiler, Hıristiyanlar ve diğerleri, Kur'ân'da istendiği şekilde Allah'a ve âhiret gününe (bütün imân esaslarına) iç ve dışlarıyla imân eder ve sâlih amel işlerler (dînî emirleri yapıp yasaklardan kaçınırlar) ve bunda sebat ederlerse o zaman "Onlar için ne bir korku vardır, ne de mahzun olacaklardır" (Bakara, 2/38) sırrına kavuşacaklardır. Bunda da İslâm dininin, davet ve hidâyeti herkese yönelik olan genel bir din olduğu ortaya çıkar."
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'ın bu açıklamasına ben şu kadarlık bir ilavede bulunacağım. Bu âyetin ve Mâide sûresinin 69. âyetinin anlamı -Allah bilir şöyledir: Hz. Muhammed'in tebliğ ettiği İslâm diniyle karşılaşanlar, bundan önce ister münâfık, ister Yahudi, ister Hıristiyan, ister Sabiî, ister ateist olsunlar önceki inançları ne olursa olsun, Hz. Muhammed'in bu hak dini (İslâm dini)'ne girerlerse ve bu dinin prensiplerine bağlı bir hayatı ömürlerinin sonuna kadar sürdürürlerse, cehenneme girip azab çekme ve üzülme endişesi taşımasınlar. Allah bunları cennetine koyar ve nimetler içinde yaşatır. Yoksa, bu âyetlere bakıp da imân esaslarından sadece "Allah'a ve âhirete inanıp da sâlih amel işleyenler cennete girecektir" diye anlamak İslâm'ı ve Kur'ân'ı iyi ve doğru bir şekilde anlamamaktır.
"İslâm, hoşgörü dinidir. Biz, Yahudi ve Hıristiyanlara cennet kapısını açık tutalım. Onların cennete girmesi ile bizim bir kaybımız olmaz. Cennet geniştir, orada herkese yer bulunur, varsın girsinler" gibi centilmence bir düşünce için şunu söyleyebiliriz: Bir insanın cennete girmesi veya girmemesi Allah'a ait bir hükümdür. Bize düşen sadece Allah'ın koyduğu hükmü açıklamaktır. Kanaatimce, Kur'ân âyetlerinden zikrettiğimizden başka türlü bir hüküm çıkarmamız mümkün değildir. Bize düşen sadece hükmün tesbitinden ibarettir. Kur'ân'a zıt olarak, Ehl-i Kitab'ın cennete gireceğine dair verilecek bir hüküm, onların hidâyetini engelleyeceği için yanlış olduğu kadar aynı zamanda sakıncalıdır. Kur'ân'da, "Allah katında hak din, İslâm'dır" (Al-i İmrân, 3/19), "Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, âhirete ziyan edenlerden olacaktır" (Âl-i İmrân, 3/85) Duyurulur. İslâm; kendisinden önceki bütün dinleri nesh etmiştir. Esasen her yeni din (şeriat), bir önceki dini nesh eder. Bu, herkesin bilebileceği basit bir kâidedir. Bunu bilmek için derin İslâmî bilgi şart değildir.
Hz. Peygamber (sav) de şöyle buyurmuştur: "Muhammed'in nefsi kabza-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki eğer bu ümmetten bir Yahudi veya Hıristiyan beni işitir de sonra benimle gönderilene imân etmeden ölürse mutlaka cehennemliklerden olur."
II. EHL-İ KİTAPLA EVLENME VE KESTİKLERİNİ YEME
Bundan önceki açıklamalarımızdan anlaşıldı ki İslâm nazarında Ehl-i Kitap kâfirdir. Yine İslâm'a göre bir Müslüman erkek, kâfir bir kadınla evlenemez; Müslüman bir kadın da kâfir bir erkekle evlenemez. Eti yenen hayvanlar, dinin belirlediği ölçüler çerçevesinde ve Allah'ın adı anılarak kesilirse, bunların etlerinden yemek helal olur, yoksa helal olmaz. Bu açıdan bakılınca Ehl-i Kitapla evlenilmemesi ve kestiklerinin yenilmemesi gerekir. Ama İslâm, diğer din mensuplarına ve inançsızlara göre Ehl-i Kitab'a bir ayrıcalık tanımış, Kitâbî kadınlarla Müslüman erkeklerin evlenmesini ve Kitâbîlerin kestiklerini yemeyi helal ve mübah kabul etmiştir. Bu konuyu biraz sonra ayrıntılı bir şekilde ele alacağız. Şimdi müşriklerle evlenme yasağı üzerinde duralım:
A- MÜŞRİKLERLE EVLENME YASAĞI
Nisâ sûresinin 23. âyeti, mü'minlerin evlenmeleri sürekli olarak yasak olan akrabayı ve evlenmeleri caiz olanları bildirir. Bakara sûresinin 221. âyeti ise mü'minlerin müşriklerle evlenmesini yasaklar: "(Ey mü'minler) Allah'a eş tanıyan (müşrik) kadınlarla, onlar imân edinceye kadar evlenmeyin. İmân eden bir câriye, müşrik bir kadından -bu, sizin hoşunuza gitse de- elbet daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de, onlar imân edinceye kadar, (mü'min kadınları) nikâhlamayın. Mü'min bir köle, müşrikten, -o, sizin hoşunuza gitse de- elbette hayırlıdır. Onlar sizi cehenneme çağırırlar. Allah ise, kendi iradesiyle, cennete ve mağfirete çağırır. O, insanlara âyetlerini apaçık söyler. Ta ki iyice düşünüp ibret alsınlar" (Bakara, 2/221). Bu âyet, mü'min kadınların müşrik erkeklerle, mü'min erkeklerin de müşrik kadınlarla evlenmelerini yasaklıyor. Ama onlar imân edip mü'min olurlarsa evlenme engeli elbette ortadan kalkar.
Müşrik; "Allah'a eş koşan; zat, sıfat ve fiillerinde Allah'ın ortağı, benzeri olduğuna inanan kimseye" denir. Şirk, tevhidin zıddı olup, "ortaklık" demektir. Birden fazla yaratıcı tanımak şirk olduğu gibi; Allah'ın eşi, oğlu, kızı vb. olduğunu söylemek ve böylece inanmak da şirktir.
Küfür; "Allah'ı inkar etmek, Hz. Muhammed'i yalanlamaktır." Küfür, imânın zıddıdır. İmân, Allah'ı ve haber verdiği şeylerde Hz. Muhammed'in doğruluğunu kabul etmektir. Küfür de, bunları yalanlamaktır.
Allah'a inanmamak küfür olduğu gibi, bazen küfre alâmet olan şeylere de küfür denir. Yıldızlara, putlara, ateşe ibâdet etmek, peygamber öldürmek; haramı helal, helali haram saymak da küfür alâmeti kabul edilmiş ve bunları yapanlar kâfir sayılmıştır.
Şirk ve küfür, birbirine yakın iki kavramdır. Küfür, daha genel; şirk, daha özeldir. İnanç esaslarından birini veya birkaçını inkâr, küfürdür; birden fazla ilâha inanmak ise, şirktir. Her şirk, aynı zamanda küfürdür.
Elmalılı M. Hamdi Yazır, müşrikle ilgili şunları söylemektedir: "Müşrik, Kur'ân dilinde iki anlama gelir biri zâhirî, diğeri hakikîdir. Zâhirî anlamda müşrik, açıktan açığa Allah'a ortak koşan, birçok ilâhın varlığına inanandır. Bu anlama göre, Ehl-i Kitaba müşrik denmez. Hakikî müşrik de, hakikaten tevhidi ve İslâm dinini inkâr eden yani mü'min olmayan gayr-i müslimlerdir. Bu anlama göre, Ehl-i Kitap olan Yahudi ve Hıristiyanlar da müşriktir. Zira bunlar, görünüşte tevhid iddialarına rağmen hakikatte Allah'a çocuk isnad ederler. Hıristiyanlar, "teslis" (üçleme) düşüncesine sahiptirler ve "Mesih, Allah'ın oğludur" derler. Yahudiler de, "Üzeyr, Allah'ın oğludur" derler. Böyle demekle beraber tevhid iddiasında da bulunurlar. Dolayısıyla her ikisi de görünüşte müşrik değilselerde, hakikatte müşriktirler."
"Müşrik kadınlar iman etmedikçe onlarla evlenmeyin" (Bakara, 2/221) âyetinin benzeri, "Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın" (Mümtehine, 60/10) âyetidir. Bu âyetler, Müslümanların kâfirlerle ve müşriklerle evlenemeyeceklerine ve onların kestiklerinin helal olmadığına açıkça delâlet etmektedir. Âyette "müşrikler" zikredilmişse de İslâm fıkıhçıları "müşrik" teriminin bütün kâfirleri, puta tapanları, ateşe tapanları, dinsizleri, zındıkları, mürtedleri; güneşe, aya, yıldızlara tapanları, materyalistleri vb. kapsadığını söylemişlerdir.
Genellikle erkekler, kadınlara hâkim durumdadırlar. Koca, hangi dindense, çoğunlukla karısını da kendi dinine çağırır. Kadınlar genellikle erkeklere uyarlar, onlardan etkilenirler. Onları dinlerinde de taklid ederler. Böylece, mü'min kadının, küfre düşmesinden korkulur. Âyette; "Onlar (müşrikler), ateşe çağırırlar" (Bakara, 2/221) buyrulur. Müşrikler, küfre çağırırlar. Küfür, ateşi gerektirdiğinden, küfre davet, ateşe davet demektir. Müslüman kadının kâfirle evlenmesi, bu sebepten haramdır. Karı-koca arasındaki inanç farklılığı, endişeye, ızdıraba, karşılıklı nefrete sebep olup evliliği sarsacağından, bu evlilik haram kılınmıştır. İnançsızlık, kadının hıyanetini artırır, fesada yol açar. Emânet, doğruluk, hayır vb. ulvî düşünceler zihinden kalkar. Hurafe ve vehimlere inanan, heva ve arzularının kölesi olur.
Müşrikler, gerçek bir dine intisabdan uzak olup tamamen bâtıl bir dine mensupturlar. Hakikî dinlere düşmandırlar. Bunlarla hakikî bir din mensubu arasında uyuşma, anlaşma pek beklenemez. Müşrik anne, çocuğunu kendisi gibi yetiştireceğinden dolayı İslâm'da müşriklerle evlenmek yasaktır.
B- İSLÂM'IN EHL-İ KİTABA MÜSAMAHASI
Mâide sûresinin 5. âyeti, Ehl-i Kitab'ın kadınlarıyla Müslüman erkeklerin evlenmelerini ve Kitâbîlerin kestiklerini yemeyi mübah kılar. Mâide sûresi, Medine'de en son inen sûrelerdendir. Bu sırada Mekke fetholunmuş, müşrikler (puta tapanlar) bertaraf edilmiş, artık semavî kitap sahipleriyle iyi ilişkiler kurma zamanı gelmişti.
Kitâbîlerle evlenmenin mübah kılınması; onların -İslâm'a göre doğru olmasa da- imân esaslarına inanmalarından ve Müslüman olmalarının umulmasındandır. Kitâbîler, müşriklere nisbetle hakîkî bir dini kabule daha müsaittirler. Kadın çabuk etkilenen bir varlık olduğu için Müslüman kocasından etkilenerek Müslüman olması umulur. Bundan dolayı Müslüman kadının Kitâbî erkekle evlenmesine izin verilmez. Müslüman kadın varken Kitâbî kadınlarla evlenmek mekruh görülmüştür. Çünkü Müslüman erkek Kitâbî kadını şarap içmekten, domuz eti yemekten, kiliseye gitmekten menedemez.
İslâm'ın Kitâbî kadınlarla evlenmeye izin vermesi, kerâhetle caizdir. Bu ruhsat, Ehl-i Kitapla iyi ilişkiler kurulması ve onların İslâma ısındırılması hedefine yöneliktir. "De ki: Ey Ehl-i Kitap! Sizinle bizim aramızda eşit bir kelimeye geliniz: Allah'dan başkasına tapmayalım; O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse işte o zaman, 'Bizim Müslüman olduğumuza şâhitler olun' deyiniz" (âl-i İmrân, 3/64) âyeti, İslâm'ın Ehl-i Kitapla diyalog kurma isteğine delâlet etmektedir. Haktan taviz vermemek şartıyla diyalog her zaman iyidir.
Müslüman erkeğin evlenecek Müslüman bir kadın bulamaması ve zinaya düşme tehlikesi olursa Kitâbî kadınlarla evlenme hususunda herhangi bir sakınca yoktur. Bu gün öğrenim, ticaret, görev vb. çok çeşitli sebeplerle Avrupa'ya, Amerika'ya ve diğer ülkelere giden çok sayıda Müslümanın zinaya düşme tehlikesine karşı bu, İslâm'ın bahşettiği güzel bir ruhsattır. Bu evlenmeler vesilesiyle nice Kitâbîler İslâm'ı tanıma fırsatı buluyorlar ve bunlardan büyük bir kısmı Müslüman oluyorlar.
C- EHL-İ KİTAB'IN KADINLARIYLA EVLENME
Bazı İslâm âlimleri, "İmân etmedikçe müşriklerle evlenmeyin" (Bakara, 2/221) ifadesinin, bir Müslümanın hiçbir gayr-i müslimle evlenemeyeceğine delâlet ettiğini söyleyerek Ehl-i Kitab'ı da bu gruba dahil etmişlerdir. İbn Ömer, Muhammed b. el-Hanefiyye ve Zeydiyye imamlarından Hâdî, Ehl-i Kitab'ın kadınlarıyla Müslüman bir erkeğin evlenmesinin haram olduğu görüşündedirler.
Müslüman âlimlerin büyük çoğunluğu ise, Müslüman bir erkeğin Ehl-i Kitap'dan bir kadınla evlenebileceği görüşündedirler.
İslâm âlimlerinin çoğunluğunun Ehl-i Kitap kadınlarıyla evlenmeyi ve Ehl-i Kitab'ın kestiklerini yemeyi caiz görmeleri şu âyete dayanır: "Bu gün size bütün iyi ve temiz şeyler helal kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin (Yahudi ve Hıristiyanların) yiyeceği (boğazladıkları) sizin için helal olduğu gibi, sizin yiyeceğiniz de onlar için helaldir. Mü'min kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere, mehirlerini vermeniz şartıyla size helaldir. Kim imânı tanımayıp kâfir olursa, onun ameli boşa gitmiştir. O, âhirette ziyana uğrayanlardandır" (Mâide, 5/5) âyeti, İbn Abbas'a göre, "Mü'min kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere mehirlerini vermeniz şartıyla size helaldir" (Mâide, 5/5) âyeti, "İman etmedikçe müşrik kadınlarla evlenmeyin" (Bakara, 2/221) âyetini neshetmiştir. Ancak bazı âlimler bu âyetin neshini kabul etmezler. Bunlara göre Mâide sûresi 5. âyeti, Bakara sûresi 221. âyetini tahsis etmiştir. Yani müşriklerle evlenme ve kestiklerini yeme yasağı süreklidir. Ama yüce Allah Ehl-i Kitab'ı kadınlarıyla evlenme ve kestiklerini yeme hususunda istisnâ etmiştir. Saîd b. Cübeyr ve Katâde, "Müşrikleri nikahlamayın" (Bakara, 2/221) âyetinin umumî, Ehl-i Kitab'ın kadınlarıyla evlenmeyi mübah kılan âyetin (Mâide. 5/5) hususî olduğunu söylemiştir. Bazı âlimler de âyetteki "müşrik" lafzının Ehl-i Kitab'ı içermediğini söylemiştir.
Bazı âlimler, Ehl-i Kitab'ın kadınlarıyla evlenmeyi, onların imân etmeleri şartına bağlamıştır. Hz. Ömer de, Ehl-i Kitab'ın kadınlarıyla evlenmeyi yasaklamıştı. Ancak Hz. Ömer'in bu yasaklaması, onlarla evlenmenin haram olduğuna inandığı için değildir. Nitekim Hz. Ömer, Ashâb'dan Kitâbî kadınlarla evli olanlara, hanımlarını boşamalarını emretti, onlar da boşadılar. Fakat, bir Yahudi kadınla evli olan Huzeyfe, buna itiraz etti. Hz. Ömer'e, "Haram olduğuna mı inanıyorsun?" dedi. Hz. Ömer, "Hayır, fakat endişeleniyorum" diye karşılık verdi.
Ashâb-ı Kirâm içerisinde, Huzeyfe'den başka Hz. Osman da Nâile binti el-Ferâfise adlı Hıristiyan bir kadınla evliydi. Sonra bu kadın Müslüman oldu.
Ömer, Osman, Talha, Huzeyfe, Selmân, Câbir, Ehl-i Kitab'ın kadınlarıyla evlenmenin caiz olduğu görüşündedirler.
Sünnî Mezheplerin Görüşleri
Sünnî mezheplerin bu husustaki görüşlerini açıklamaya geçmeden önce, bunların Ehl-i Kitap tabiriyle neyi anladıklarını kısaca hatırlatalım. Çoğunluğa göre, Ehl-i Kitap terimi ile Yahudi ve Hıristiyanlar kasdedilir. Hz. İbrahim'in ve Şit'in sahifelerine inananların Ehl-i Kitap'dan sayılıp sayılamayacakları ihtilaflıdır. Hanefiler, bunları Ehl-i Kitap'dan saymışlardır. Hanefilere göre, semavî bir dine inanan herkes. Ehl-i Kitap'dan sayılır. Nikahları helaldir, kestikleri yenir. Bazı Hanefî âlimler, Uzeyr'i ve İsa'yı tanrı sayanların nikahlarını ve kestiklerinin yenilmesini caiz görmez, bazı Hanefî âlimleri caiz görür.
Hanbelî ve Şâfiîler ise Hz. İbrahim'in ve Şit'in sahifeleriyle Hz. Davud'un Zebur'unda ahkâm bulunmadığını, bunların öğüt ve mesel kitapları olduğunu ileri sürerek bunlara inananları Ehl-i Kitap saymazlar. Dolayısıyla onlarla evlenmeyi ve kestiklerini yemeyi haram görürler.
a) Hanefîlere göre; Kitâbî olan kadının dâr-ı harbde (küfür memleketinde) bulunması durumunda bununla evlenmek, tahrîmen mekruh veya haramdır. Çünkü böyle bir nikah fitne kapısını açar. Birçok fesâda sebep olabilir. Kitâbî kadın, çocuklarını ifsad edebilir, kocasına itaat etmeyebilir, onu zor duruma sokabilir. Ama Kitâbî kadın zimmî olursa, İslâm kaidelerine boyun eğmesi umulduğundan onunla evlenmek tenzihen mekruhtur.
b) Mâlikîlere göre; ister harbî, ister zimmî olsun Kitâbî kadınlarla evlenmek mekruhtur. Ama dâr-ı harpte kerâhet daha şiddetlidir. Kitâbî kadına kiliseye gitmesi, şarap içmesi, domuz eti yemesi haram kılınamaz. Kadın da çocuklarını bunlarla gıdalandırır, istediği gibi yetiştirir. Bu bakımdan mekruhtur.
c) Şâfiîlere göre; dâr-ı İslâm'da Kitâbî kadınla evlenmek caiz, ama mekruhtur. Dâr-ı harpte bu kerâhet daha şiddetlidir. Ama bir Müslüman, Kitâbî kadının Müslüman olmasını umarsa, evlenebilecek sâliha Müslüman bir kadın bulamazsa, Kitâbî kadınla evlenmediği takdirde zinadan korkarsa, Kitâbî ile evlenme keraheti kalkar; bu, sünnet olur.
d) Hanbelîlere göre; Kitâbî kadının nikahı kerâhetsiz caizdir. Ama evlâ olan Kitâbî ile evlenmemektir.
Hz. Ali de harbî olan Kitâbî kadınla evlenmeyi kerih görürdü.
İslâm âlimleri, mü'min bir kadının, Kitâbî bir erkekle evlenemeyeceğinde ittifak etmişlerdir.
D- MECÛSÎ, SÂBİÎ VE SÂMİRÎLERLE EVLENME
1) Mecûsîlerle Evlenilebilir mi?
Mecûsîler, ateşe tapanlardır. Bunların kadınlarıyla evlenme; Ebû Hanife, Mâlik, Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel'e göre caiz değildir, haramdır. Ahmed b. Hanbel ve diğer âlimler, Mecûsilerin kitabı olmadığından nikahlarını ye kestiklerini yemeyi caiz görmezler. İbn Hazm ve Ebû Sevr, Mecûsîleri Ehl-i Kitap'dan saymış, nikahlarının ve kestiklerinin helal olduğunu söylemiştir.
Mecûsîlerin kadınlarıyla evlenmeyi ve kestiklerini yemeyi caiz görmeyenler Hz. Peygamberden, 'Kadınlarıyla evlenmeksizin ve kestiklerini yemeksizin Mecûsîlere Ehl-i Kitap muamelesi yapın" tarzındaki bir rivayete dayanırlar. Mecûsîlere Ehl-i Kitap muamelesi yapılması; onlardan cizye kabul edilmesidir.
2) Sâbiî ve Sâmirîlerle Evlenilebilir mi?
Sâbiîler ve Sâmirîlerle evlenme konusunda ihtilaf edilmiştir. Bu ihtilaf, bunların kimler olduğu hakkındaki ihtilaftan kaynaklanmaktadır. Bazıları, Sâbiîlerin Hıristiyanlardan bir topluluk, Sâmirîlerin de Yahudilerden bir topluluk olduğunu söylemiştir. Bazılarına göre Sâbiîler, ilâhî bir kitaba ve peygambere inanır, Zebur okurlar, yıldızlara tapmazlar. Sadece yıldızlara tazim ederler. Bu bakımdan Ebû Hanife'ye ve Hanbelîlere göre bunlar, Ehl-i Kitap'dan olup nikahları ve kestikleri helaldir.
Ebû Hanife'nin talebeleri Ebû Yusuf ve Muhammed, Sâbiîlerin yıldızlara tapan bir topluluk olduğunu söyleyerek nikahlarını ve kestiklerini yemeyi caiz görmez. Bu konudaki kâide şudur; Eğer Sâbiî, bir peygambere ve ilâhî kitaba inanıyorsa, Ehl-i Kitap'dan sayılır; nikahı ve kestiği helal olur. Eğer yıldızlara tapıyorsa, helal olmaz.
E- KİTABÎLERİN KESTİKLERİNİN YENİLMESİ
Yüce Allah, "Allah'dan başkası adına boğazlanan... size haram kılındı." (Mâide, 5/3), ''Üzerine, Allah'ın adı anılmadan kesilen hayvanlardan (onların etlerinden) yemeyin" (En'âm, 6/121) buyurarak Allah'ın adı anılmadan kesilen hayvanların etlerini yemeyi yasakladı. Bu âyetler hükmünce, kâfirin, müşrikin, puta tapanın, mürtedin, dinsizin vb. kestiği yenilmez. Ama Müslümanın ve Ehl-i Kitab'ın, Allah'ın adını anarak kestikleri, helaldir.
Mâide sûresinin 5. âyeti; Ehl-i Kitab'ın kadınlarıyla evlenmenin helal olduğunu bildirdiği gibi aynı zamanda Ehl-i Kitab'ın kestiklerinin helal olduğunu da bildirir: "Kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği size helal olduğu gibi, sizin yiyeceğiniz de onlara helaldir" (Mâide, 5/5). Bu âyetteki "taam = yiyecek"i, İslâm âlimleri "kestikleri" diye tefsir etmişlerdir. Hz. Ali, İbn Abbas, Ebû Ümâme, Mücâhid, Saîd b. Cübeyr, İkrime, Atâ, Hasan, Mekhûl, İbrahim Nehâî, Süddî, Mukâtil b. Hayyân.. bu görüştedir. Bu hususta âlimlerin ittifakı vardır. Bütün İslâm mezhepleri bunu mübah görmüştür. Âyetteki "taam = yiyecek'in "kestikleri" diye tefsir olunması, yiyeceklerin dinle ilgisi olmadığındandır. Bütün yiyecekler, kime ait olursa olsun, bunları kim yaparsa veya yetiştirirse yetiştirsin, helaldir. Ekmek, zeytinyağı gibi el emeği ile hazırlananlarda aynı şekilde helaldir.
Sünnî Mezheplerin Görüşleri
Eti yenen hayvanı, Müslüman ve Kitâbî keserken Allah'ın adını anarsa, kestiği yenir. Keserken Allah'ın adını anmayı unutursa yine mübahtır, yenir. Keserken Allah'ın adı kasden anılmazsa, yenilmez. Allah'tan başkası adına kesilenler de yenilmez. Bu konuda mezheplerin görüşleri şöyledir:
a) Hanefîlere göre; Kitâbî, Allah'ın adıyla keserse, helaldir. Allah'dan başkası adına keserse, helal değildir. Haç'ın, Mesih'in, Uzeyr'in adını anarak kesse, haram olur. Müslüman, Kitâbînin nasıl kestiğini bilmezse, onun, Allah'ın adını anarak kestiğini farzederek, yer. Evlâ olan, zaruret olmadıkça, yememektir. Kiliseleri için kestiklerini yemek, mekruhtur.
b) Şâfiîlere göre; Allah'ın adını ansınlar ya da anmasınlar Ehl-i Kitab'ın kestiği yenir. Ama Haç'ın Mesih'in, Uzeyr'in adını anarak kestikleri ve kiliseleri için kestikleri haramdır, yenmez.
c) Hanbelîlere göre; Kitâbî, Allah'ın adını anarak keserse, helaldir. Kasden Allah'ın adını terk ederse veya Mesih gibi Allah'dan başkasının adına keserse, yenmez. Allah'ın adını anıp anmadığı bilinmezse, -andığı kabul edilerek- yenir. Bayram veya kilise için kestiğini, Allah'ın adını anarak keserse, yenir.
d) Mâlikîlere göre; Kitâbînin kestiği yenir, helaldir, ama mekruhtur. Kitâbî, Haç'ın, putun, İsa'nın adını anarak kesse, haram olur. Allah'ın adını anmadan kesse, caiz olur. Yahudiler kendi dinlerince haram olan hayvanları (deve, kaz, ördek, zürafa vb.) kestikleri takdirde, bunları yemek Müslümanlara da haram olur.
Hz. Âişe diyor ki: Bir topluluk Rasûlullaha gelerek şöyle der: "Yâ Rasûlallah! Bize bir topluluk et getiriyor, ama biz onların bu hayvanları keserken Allah'ın adını anıp anmadıklarını bilmiyoruz." Rasûlullah buyurdu ki: "Besmele çekin ve yiyin".
Ehl-i Kitab'ın kestiklerinin helal olması, kendi şeriatlarında kendileri için helal olduğuna inandıkları ve bizim şeriatımızda da helal olan hayvanlar içindir. Yahudilerce deve eti yemek haram olduğundan Yahudi deve kesse, bu, yenmez. Bizim dinimizde haram olduğundan Hıristiyanın kestiği domuz da yenmez. Yahudinin, Uzeyr adına; Hıristiyanın da İsa adına kestiği de yenmez. Ehl-i Kitab'ın kestikleri, Müslümanların kesim şartlarına uygun olduğu takdirde helal olur. Ancak Mâlikîler, bu şekilde kesilenlerin, haram değil, mekruh olduğunu söylemişlerdir.
Kurtubî, Ehl-i Kitab'ın, Uzeyr ve İsa adına kestiklerinin de caiz olduğunu, çünkü bunların adlarını ibadet tankıyla anmadıklarını, onlara hürmeten andıklarını söylüyor. Kamil Miras da bu konuda şunları söylüyor: "Ehl-i Kitap dediğimiz Yahudi ve Hıristiyanlar, Allah adından başka bir isme boğazlamayı haram itikad ederler. Zebihalarına muhakkak Allah'ın adını anarlar. Her ne kadar Allah hakkında, Allah'ın münezzeh olduğu bazı şeylere itikad ederlerse de". Beyhakî de Halîmî'den naklen şu açıklamayı kaydetmiştir: "Ehl-i Kitap, hayvanlarını, Allah adına keserler. Dinlerinde ibâdeti esasen Allah'a yaparlar. Başka bir şey için yapmazlar. Asıl itibariyle kasıtları bu olunca, kestikleri, helal olur." Kitâbî, harbî olsun zimmî olsun, kestiği yenir. Bu hususta kadın, erkek, çocuk, hür, köle, deli, sarhoş.. fark etmez, yani hepsinin kestikleri yenir.
Özetleyecek olursak; Kitâbî, eti yenen bir hayvanı, Allah'ın adını anarak keserse, bunu yemek helaldir. Keserken Allah'ın adını anma alışkanlığı olduğu takdirde, unutması halinde, kestiği yine yenir. Ama Allah'dan başkasının adını anarak keserse veya Allah'dan başkası adına keserse bunu yemek helal olmaz.
F- MECÛSÎ, SÂBİÎ VE SÂMİRÎLERİN KESTİKLERİ
1) Mecûsînin Kestiği Yenir mi?
İbn Hazm, Mecûsîyi Kitâbî kabul ettiği için "kestiği yenir" diyor. ibn-i Hazm'ın dışındaki İslâm âlimleri Mecûsîyi, Kitâbî kabul etmediklerinden, kestiğinin yenmediği görüşündedirler.
2) Sâbiî ve Sâmirînin Kestiği Yenir mi?
Sâmirî, Hz. Musa'nın kitabı (Tevrat) ile amel ettiğinden Yahudilere tâbidir ve kestiği yenir.
Sâbiîyi Ebû Hanife, Ehl-i Kitap'dan sayar. Çünkü Ebû Hanife'ye göre Sâbiî, bir peygambere ve semavî bir kitaba inanır. Onun için kestiği yenir. Mâlikîlere, Şâfiîlere ve Hanefîlerden Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre, Sâbiî; yıldızlara tapanlardır, dolayısıyla kestikleri yenmez. Bu hususta kâide şudur: Akideleri Ehl-i Kitab'a uyan Sâbiîler, Kitâbî sayılır, uymayanlar sayılmaz.
Müslüman birisinin kestiği varken Kitâbînin kestiğini yemek, mekruhtur. İslâm'ın, Ehl-i Kitab'ın kestiğini mübah kılması, özellikle zamanımızda çeşitli vesilelerle Ehl-i Kitap ülkelerinde bulunan Müslümanlar için büyük bir kolaylıktır.
Kâfirlerin kaplarını kullanmada bir sakınca yoktur. Onların kaplarından yemek yenir, su içilir. Ancak yıkanması uygun görülmüştür. Bu konuda Hz. Peygamber, "Ehl-i Kitab'ın kaplarından başka bulabilirseniz, onlarınkinden yemeyin. Bulamazsanız, onları yıkadıktan sonra kullanın" buyurmuştur.
SONUÇ
İslâm dini evrensel bir dindir. Yüce Allah, Hz. Muhammedi bütün insanlığa son peygamber olarak göndermiştir. Artık, Hz. Muhammed'den sonra peygamber gelmeyecek, dolayısıyla Kur'ân'dan başka kitap inmeyecektir. Allah'ın koruması altındaki Kur'ân'ın hükümleri Kıyâmete kadar bâkidir ve Kur'ân, Kıyâmete kadar bütün insanların her türlü dînî, rûhî, mânevî ihtiyaçlarını mükemmel bir şekilde karşılayacak ilâhî bir kitaptır.
İslâm önceki dinleri neshetmiştir. Artık İslâm gelince, diğer ilâhî dinlerin geçerliliği kalmamıştır. Kur'ân'da, "Allah katında hak din, İslâm'dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah'ın âyetlerini inkar edenler bilmelidirler ki Allah hesâbı çok çabuk görendir" (Âl-i İmrân. 3/19), "Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (bu din) asla kabul edilmez ve o, âhirette en büyük zarara uğrayanlardan olacaktır" (âl-i İmrân, 3/85) buyrulur. İslâm dinine göre bir kimsenin mü'min sayılması için; Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhirete, kadere, özellikle Hz. Muhammed'in peygamberliğine ve Kur'ân'ın Allah kelâmı olduğuna, Kur'ân'ın bildirdiklerine, Hz. Muhammed'in bildirdiği kesin olarak sabit olan (mütevâtir) hükümlere.. inanması gerekir. İmân bir bütündür, bölünme kabul etmez. Mü'min sayılabilmek için, inanılacak hususlara toptan ve her birine ayrı ayrı inanmak zorunluluğu vardır. İnanılacak hususlardan bir tanesini bile inkar, kâfir sayılmak için yeterlidir.
Yüce Allah, cenneti, mü'minler için yaratmıştır. Bir kimsenin mü'min olabilmesi için Hz. Muhammed'in hak peygamber, Kur'ân'ın, Allah kelâmı olduğuna inanması şarttır. Hz. Peygambere ve Kur'ân'a saygılı olması ve İslâm, Hz. Peygamber ve Kuran hakkında bazı övücü ifadeler kullanması, onun mü'min sayılması için yeterli değildir.
Ehl-i Kitap dediğimiz Yahudiler, Hıristiyanlar ve eğer varsa diğer ilâhî kitap mensupları, Hz. Muhammed'e ve Kur'ân'a inanmadıklarından İslâm'a göre kâfir sayılırlar. Yüce Allah, Hz. İsa'yı tanrı sayan ve teslise inanan Hıristiyanların kesinlikle kâfir olduklarını bildirmiştir. Onları, teslis inancından Hz. İsa'yı tanrı saymaktan vazgeçmeye; Allah'ın birliğine, Hz. Muhammed'in peygamberliğine ve Kur'ân âyetlerine inanmaya çağırmıştır.
Yahudilerin de Kuran âyetlerini inkar ederek kâfir olduklarını , "Uzeyr, Allah'ın oğludur" (Tevbe, 9/30) diyerek Allah'a şirk koştuklarını bildirir. Yine, Yahudilerin ve Hıristiyanların, Allah'ı bırakıp da kendi bilginlerini Rab edinerek Allah'a ortak koştuklarını bildirir.
"Hepsi bir değildir; Ehl-i Kitap içinde istikâmet sahibi bir topluluk vardır ki gece saatlerinde secde ederek Allah'ın âyetlerini okurlar. Onlar Allah'a ve âhiret gününe inanırlar; iyiliği emreder, kötülükten men ederler; hayırlı işlere koşuşurlar. İşte bunlar, sâlih insanlardır" (âl-i İmrân, 3/113-114) gibi âyetlere bakıp da Ehl-i Kitab'ı mü'min ve cennetlik saymamız mümkün değildir. Bu ve benzeri âyetler, daha önce Ehl-i Kitap'dan iken Hz. Peygamberin tebliğini kabul ederek ona ve Kur'ân'a inanan Müslümanlardan bahsetmektedir. Bakara sûresi 62. âyeti ile Mâide sûresi 69. âyetlerinde; mü'min, Yahudi, Hıristiyan ve Sâbiîlerden Allah'a ve âhiret gününe inanıp da sâlih amel işleyenlere korku olmadığının ve üzülmeyeceklerinin bildirilmesi; onların, Hz. Muhammed'e, Kur'ân'a, İslâm'a, bütün inanç esaslarına inanmaları ve sadece inanmakla kalmayıp dînî emirleri yapmaları ve yasaklardan kaçınmaları takdirindedir. Yoksa, "Sadece Allah'a ve âhiret gününe inanıp da diğer imân esaslarına inanmasalar bile bunlar, mü'mindir, cennete girecektir" demek, bizzat Kur'ân'a zıttır.
Evrensel din İslâm'ın, Müslümanların kâfir ve müşriklerle evlenmelerine, kâfir ve müşriklerin kestiklerini yemeye izin vermemesine karşılık, Ehl-i Kitab'ın kadınlarıyla evlenmelerine ve Ehl-i Kitab'ın kestiklerini yemeye izin vermesi, Ehl-i Kitab'ı diğerlerinden ayırması ve Ehl-i Kitab'a bir ayrıcalık tanımasından ibarettir.
İslâm'ın Ehl-i Kitab'a ayrıcalık tanıması bize gösteriyor ki Ehl-i Kitab; ateistler, dinsizler, komünistler, materyalistler, Mecûsîler, puta tapanlar, canlı-cansız çeşitli varlıklara tapanlardan farklı konumdadırlar. -Allah bilir- öbür âlemdeki yerleri de farklı olacaktır. Zira cennet tabaka tabaka olduğu gibi cehennem de tabaka tabakadır. Kâfirler, küfürleriyle orantılı olarak cehennem tabakalarına yerleştirileceklerdir. Meselâ münâfıklar cehennemin en alt tabakasına konulacaklardır.
İslâm, böylece, bir taraftan hiç din, inanç tanımayanlara karşılık, yanlış da olsa dinden, imândan haberi olan Ehl-i Kitap'la ilişkilerini iyi yönde geliştirmeyi ve bunları İslâm'a kazanmayı amaçlamış, diğer taraftan bu konuda Müslümanlara bir kolaylık getirmiştir.
Zamanımızda çeşitli sebeplerle Ehl-i Kitap ülkelerine giden çok sayıda Müslüman için bu, bir ruhsattır, kolaylıktır. Yıllarca o ülkelerde kalmak mecburiyetinde olanlar, İslâm'ın bu ruhsatından yararlanarak hem zinâdan korunabilecekler ve hem de normal gıdalarını alabileceklerdir. Ehl-i Kitab'ın kestiklerini ve yiyeceklerini helal kılan İslâm'ın engin hoşgörüsüne rağmen bazı Müslümanların, dindarlık uğruna, kendi din kardeşlerinden bazılarının kestiklerini ve kazançlarına şüphe karışmış olabileceği endişesiyle ikramlarını yemekten çekinmelerini izah etmek gerçekten güçtür. Bu tür davranışlar, İslâm toplumunda kırgınlıklara, bölünmeye, dağılmaya sebep olacağı için sakıncalıdır.
DİPNOTLAR
112 Bk. Râzî, a.g.e., II, 722; Ebu's-Suûd, Tefsir (Râzî'nin Tefsiri kenarında). II, 722.
113 Bk. Bakara, 2/85,285; Nisâ', 4/150-151.
114 Bk. Âl-i İmrân. 3/179; Nisa', 4/136,170,171; A'râf, 7/158; Hadid, 57/7.28; Teğâbün, 64/8; Âl-i İmrân, 3/32,132; Nisâ', 4/59; Mâide, 5/92; Enfâl, 3/1,20,46; Nûr, 24/54,56; Muhammed, 47/33; Mücâdele, 58/13; Teğâbün, 64/12.
115 Bk. Nisâ, 4/13,69; Nûr, 24/52; Fetih, 48/17.
116 Bk. Nisâ, 4/47.
117 Bk. Bakara, 2/35; Âl-i İmrân. 3/4,19,21; Enfâl, 8/52, Yûnus, 10/95; Nahl, 16/104; Kehf, 13/105-106; Ankebût, 29/23; Câsiye, 45/11; Bakara, 2/39; Nisâ, 4/56; Mâide, 5/ 10,86: En'âm, 6/49; A'râf, 7/36; Hadid, 57/19: Teğâbün, 64/10; Beled, 90/19.
118 Bk. Bakara, 2/82; Nisâ, 4/124; Tevbe, 9/111; Hûd, 11/23; Ankebût. 29/58; Mü'min. 40/40; Bakara, 2/25; Nisâ, 4/ 57,122; Tevbe, 9/72,89,100; İbrahim, 14/23; Kehf, 18/ 107; Hac. 22/14,23,56: Lokman. 13/8; Secde, 32/19; Şûrâ, 42/22; Muhammed, 47/12; Fetih, 48/5; Talâk, 65/ 11; Bürüc, 85/11.
119 Bk. Mâide, 5/72.
120 Bk. Enam, 6/114.
121 Bk. Âl-i İmrân, 3/98.
122 Bk. Şûra, 42/26; Bakara, 2/24,90,104; Âl-i İmrân, 3/131; Nisâ, 4/18, 37,102, 140,151,161: Enfâl, 8/14: Tevbe, 9/ 26,49, 68; Ra'd, 13/35; İbrâhim, 14/2; İsrâ, 17/3; Kehf, 18/ 100,102; Ankebût, 29/54; Ahzâb, 33/8, 64; Zumer, 39/71; Fetih, 48/13; Mücâdele, 58/4,5; Mülk, 67/28; İnsan, 76/d.
123 Süleyman Ateş, bu âyetlerin tefsirinde: Allah'ın Cennete girmek için: "Allah'a şirksiz imân, Âhiret gününe imân ve sâlih amel" olmak üzere üç şart bellediğini, bu şartları yerine getiren herkesin Kur'ân'a göre cennetlik olduğunu iddia ediyor Bk. Süleyman Ateş, Yüce Kur'ân'ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul, 1988, Yeni Ufuklar Neşriyat, ı,175; Cennet Kimsenin Tekelinde Değildir İslâmî Araştırmalar Dergisi, c.3,sy. 1, (Ocak 1989), s. 7.
124 Sâbiîler için bazıları: "Meleklere tapanlardır" bazıları: "Yıldızlara ibadet edenlerdir", bazıları: "Hz. Nuh'un veya Hz. İdris'in dinine mensup olanlardır", bazıları: "Zebûr'a inananlardır" vb. çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. (Bk. Elmalılı, a.g.e., I,310-311).
125 Bk. Emalılı, a.g.e., I, 307-309. Ayrıca bk. Râzî, a.g.e, I, 548-550; Kâdî Beydâvî, a.g.e.. I, 30; Nesefî, a.g.e, I, 52.
126 Bk. Müslim, İmân, 240.
127 Bk. Âsım Efendi, a.g.e,, III, 96.
128 Bk. Bağdadî, Usûlü'd-Din, s. 248; Râzî, Muhassal, s. 240.
129 Bk. Şehristâni, Nihâyetü'l-İkdâm, s. 473.
130 Bk. Bâkıllânî, Temhid, Tsh. Richard J. Mc Carthy, Beyrut, 1957, s. 348.
131 Bk.Elmalılı,a.g.e., II, 70.
132 Bk. Kâsânî, a.g.e., II, 272; V, 45; Şirâzî, Mühezzeb, Mısır, ts., I, 251; Vehbe Zuhaylî, a.g.e., IX, 121; Cezîrf, a.g.e, II, 292.
133 Bk. Nisâ', 4/34.
134 Bk. Kâsânî, a.g.e., II,271; Vehbe Zuhaylî, a.g.e, IX, 122,
135 Bk. Kâsânî, a g.e., II,271.
136 Bk. Vehbe Zuhaylî, a.g.e., IX,122.
137 Bk. Ömer Nasûhi Bilmen, Hukuk-u İslâmiyeye ve İstılâhâtı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul, 1968, Bilmen Yay., II, 105.
138 Bk. Kamil Miras, Sahihi-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Terceme ve Şerhi. Ankara. 1972, Diyanet Yay.,XI, 282-283.
139 Vehbe Zuhayli, a.g.e., IX, 123: Ömer N. Bilmen, a.g.e.,II, 105.
140 Bk.Râzî, a.g.e., II,341.
141 Bk. Serahsi, Mebsût, Beyrut, ts., II. baskı, Dâru'l-Marıte. V.45: İbn Âbidin, a.g.e., V.337; Şirâzî a.g.e., II,44; ibn Kudâme. A.g,e., VI.S89; Mâlik b. Enes, Müdevvene, Mısır, 1323 h., II,288; İbn Hazm, a.g.e., IX. 445.
142 Bk. İbn Kudâme. a.g.e., VI. 590; Muhammed Ali Sâyis, Ahkâm Âyetlerinin Tefsiri, İstanbul, 1971,I,189.
143 Bk. İbn Kudâme. a.g.e., VI.590.
144 Bk. İbn Kudâme. a.g.e., VI.590.
145 Bk. İbn Kudâme. a.g.e., VI.590. Ayrıca bk. Bakara 2/ 105: Beyyine. 98/1.
146 Bk. Muhammed Ali Sâyis, a.g.e., I, 90.
147 Bk. Râzî. a.g.e., II.341.
148 BK. Şirâzî a.g.e., ll,44; Vehbe Zuhayli, a.g.e-, IX, 123.
149 Bk. İbn Kudâme. a.g.e., VI.589.
150 Bk. İbn Kudâme, a.g.e., VI.590; İbn Hazm, a.g.e., IX, 445.
151 Bk. İbn Âbidin a.g.e., V.337.
152 Bk. İbn Âbidin. a.g.e., V.337.
153 Bk. İbn Kudâme. a.g.e., VI.591; Şirâzî a.g.e., II.44.
154 Bk. Serahsi, a.g.e., V.50; İbn Âbidin, a.g.e.,V,337; Vehbe Zuhaylî, a.g.e.,IX, 224:Cezirî. a.g.e., V,132.
155 Bk. Cezîrî, a.g.e. V.132.
156 Bk. Mâlik b. Enes. a.g.e. II.288. Cezîrî a.g.e. V.132.
157 Bk. Cezîrî a.g.e., V.132
158 Bk. Cezîrî, a.g.e.,V.134.
159 Bk, Cezîrî, a.g.e., V,134.
160 Bk. İbn Kudâme. a.g.e., VI.590,
161 Bk. Serahsî a.g.e., V,50.
162 BK. Cezîri, a.g.e., V.130,132; Serahsî, a.g.e,, V, 45.
163 Bk. İbn Hazm. A.g.e., IX.445; İbn Kudâme, a.g.e., VI.591; İbn Âbidin, a.g.e., V.338; Cezîrî, a.g.e., V, 130: Vehbe Zuhaylî, a.g.e., IX,122.
164 Bk. İbn Kudâme, a.g.e., VII.591.
165 Bk. İbn Hazm. a.g.e., IX 445; İbn Kudâme, a.g.e., VI, 591.
166 Hadisin "Mecûsilere Ehl-i Kitap muamelesi yapın" kısmı, Mâlik b. Enes'in Muvatta'ında vardır. Bk. Muvatta', Zekat, 42; "Kadınlarıyla evlenmeksizin ve kestiklerini yemeksizin" kısmı sonradan ilave edilmiştir. Bk. Râzî a.g.e. II, 341; Suyûtî Tenvirul-Havâlik, I, 264.
167 Bk. Râzî a.g.e., III, 534.
168 Bk. İbn Kudâme. a.g.e., VI.590: Vehbe Zuhaylî, a.g.e, IX, 126.
169 BK. Kâsânî, a.g.e. V,46; İbn Kudâme, a.g.e,, VI.590; Vehbe Zuhaylî a.g.e.,lX.126.
170 Bk. Kâsânî, a.g.e. V.46; Vehbe Zuhaylî, a.g.e., IX.126.
171 Bk. İbn Kudâme, a.g.e., VI, 591; İbn Âbidin, a.g.e., V.339; Vehbe Zuhaylî, a.g.e., IX, 126; Ömer N. Bilmen. a.g.e., 11,103.
172 Bk. Kâsânî, a.g.e., V, 45; Şîrâzî, a.g.e., I, 251; Vehbe Zuhaylî, a.g.e.,IV,435; Ceziri a.g.e., II,292.
173 Bk. Kurtubî, Câmi' (Tefsir), Kahire, 1387/1967, VI.76; Serahsî, a.g.e., XII, 5, İbn Kudâme, a.g.e., VIII, 580.
174 Bk. Kamil Miras a.g.e., XII, 25.
175 Bk. Kurtubî, a.g.e., VI.77.
176 Bk. İbn Kudâme. a.g.e., VIII.580-581.
177 Bk. Vehbe Zuhayli a.g.e., IV.436: Cezîrî, a.g.e., III.43; Serahsî, a.g.e., Xll.5; Kasâni a.g.e., V,46.
178 Bk. Cezîrî, a.g.e., III, 43.
179 Bk. İbn Kudâme. a.g.e. VIII.581; Cezîrî, a.g.e., III, 43.
180 Bk. Mâlik b. Enes, Müdevvene, II, 67.
181 Bk. Cezîrî, a.g.e., 111,41.
182 Bk. İbn Mâce, Zebâih. 4.
183 Bk. Vehbe Zuhaylî, a.g.e., IV, 436.
184 Bk. Vehbe Zuhalyi. a.g.e., IV, 437.
185 Bk. Kurtubî, a.g.e., VI, 76.
186 Bk. Kamil Miras, a.g.e., XII, 25.
187 Bk. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı Terceme ve Şerhi, Ankara 1988. Akçağ Yay., VII, 228.
188 Bk. İbn Kudâme, a.g.e., VIII.581; İbrahim Canan, a.g.e., VII, 211.
189 Bk. İbn Hazm a.g.e., VII.454.
190 Bk. Kurtubî, a.g.e., VI, 77: Kâsânî, a.g.e., V,45; Şirâzî a.g.e., I,251; Vehbe Zuhayli, a.g.e.,IV,433 İbrahim Halebî Mültekâ Terc, İstanbul, 1968. IV,111.
191 BK. Cezîrî, a.g.e., II, 292.
192 Bk. Kâsâni a.g.e., V. 46; Cezîri a.g.e., II, 292.
193 Bk. Vehbe Zuhaylî a.g.e., IV, 438.
194 Bk. Kurtubî a.g.e., VII, 77.
195 Bk.Ebû Dâvûd Etime 46; Siyer, 1; Kurtubî, a.g.e. VI.77.
196 Bk. Mâide, 5/17, 72.73.
197 Bk.Âl-i İmrân, 3/79-80,98-99,110; Nisâ'-4/47, 171: Mâide, 5/116-117: Tevbe, 9/29-32..
198 Bk. Bakara. 2/89.
199 Bk. Tevbe. 9/31.
200 Bk. Mâide, 5/5.
201 Bk. Nisâ', 4/145
|