|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
Cennetten alınan köşk!..
01-01-2019 02:00
Horasanlı biri, Habîb-i Acemî hazretlerine; "Efendim, biz hacca gidiyoruz. Dönünceye kadar, şu on bin dirhemle benim için bir ev alır mısınız?" dedi.
Ve parayı verdi.
Hazret-i Habîb; "Olur, alırım" deyince, teşekkür edip ayrıldı.
Velî zât düşündü...
Ve kendi kendine;
"Bu parayla fakir halkı doyurayım, o kimse için de cennette bir köşk satın alayım" dedi.
Horasanlı döndü.
Hazret-i Habîb'e;
“Söylediğim evi aldınız mı?" diye sorunca;
"Sana, çok muhteşem bir köşk aldım" buyurdu.
Adam sevindi...
Ve bu sevinçle;
“Onu bir göreyim" dedi.
Hazret-i Habîb;
"O köşk cennette ve yakında ona kavuşursun" dedi.
Adam sevindi...
Hazret-i Habîbe;
“Bunun için bir senet yaz" dedi.
O da bir kâğıda;
"Bu, Habîb-i Acemî'nin, Rabbinden, şu Horasanlı için satın aldığı köşkün senedidir" diye yazıp verdi.
Adam onu aldı.
Ve hanımına verip;
"Ölürsem bu senedi kefenime koy" dedi.
Birkaç gün sonra vefât etti...
Ertesi gün, kabrin üzerinde bir “ipek” gördüler.
Rengi yeşildi. Ve üzerinde;
"Bu, Habîb-i Acemî'nin şu kimse için aldığı köşkün berâtıdır. Allahü teâlâ bu köşkü Horasanlıya verip, Habîb'i borcundan kurtardı" diye yazıyordu.
.Habib kalpten konuşur
02-01-2019 02:00
Hasan-ı Basrî hazretleri; Habib-i Acemî hazretlerini çok sever ve bazen meclisinde sohbet etmesini söylerdi.
O da sohbet ederdi.
Bâzısı merak etti...
Ve Hasan-ı Basrî'ye;
"Efendim, siz varken meclisinizde onun sohbet etmesini istemenizin hikmeti nedir?" diye sordular.
O da cevaben;
"Habib, kalbinden ihlâsla konuşup insanların kalbine yerleştirir. Onun için Onu konuşturuyorum" buyurdu.
● ● ●
Bir defa da kapılarına bir “fakir” geldi.
O sırada hanımı hamur yoğurmuş, ekmek yapmak için komşudan “ateş” istemeye gitmişti.
Habib kapıyı açtı.
Ve gelen o fakire;
“Şu hamuru al, ekmek yapar, yersiniz" buyurdu.
Fakir çok sevindi.
Ve hamurları alıp gitti.
Habib'in hanımı gelip hamuru göremedi.
Hâliyle merak etti.
Ve beyine sordu bunu.
O da cevaben;
"Ekmek yapmaya götürdüler" dedi.
O ara biri geldi.
Elinde sepet vardı.
İçi, sıcacık ekmekle doluydu.
Onu bırakıp gitti.
Kadıncağız bunu görünce;
"Hamurlar ne çabuk ekmek oldu?" diyerek hayretini bildirdi!..
.Bunu al, ama kimseye söyleme!"
03-01-2019 02:00
Bir kadın, Hazret-i Habîb'e gelerek; "Evde hiç ekmeğimiz yok" diye dert yandı.
O da sordu ona:
"Aileniz kaç kişidir?”
Kadın söyledi.
Habîb de kalktı.
İki rekât namaz kılıp;
"Yâ Rabbî! Bana hüsn-i zan ediyorlar. Sen bunlara ihsân eyle" dedi.
● ● ●
Sonra kalktı.
Etrafa baktı.
Önünde gördüğü "elli dirhem" parayı kadına verip;
“Bunu al, ama kimseye söyleme" buyurdu.
● ● ●
Bu zât bir gün sevdiklerine;
“Bu dinde en zor iş, doğru yolu bulduktan sonra, hep o yolda kalmak, sebat etmek, o yoldan hiç ayrılmamaktır” buyurdu.
Ve ilâve etti:
“Hud sûresinde, Efendimize; ‘Emrolunduğun doğru yolda yürü, o yoldan ayrılma!’ meâlindeki âyet-i kerîme inince, Efendimiz aleyhisselâm; ‘Hud sûresi, sakalıma ak düşürdü’ buyurdular.”
● ● ●
Bir gün de;
“Kardeşlerim! İki şey olmasaydı, bu dünya yaşamaya değmezdi" buyurdu.
“Onlar nedir?” dediler.
Cevâbında;
“Biri; seher vakitlerinde tövbe istiğfâr etmek, öbürü, Allah dostlarıyla beraber olmaktır” buyurdu.
.Âlim ve rüya tabircisiydi
04-01-2019 02:00
İbni Sîrîn hazretleri, Tâbiîn’den, tefsîr ve fıkıh âlimi ve meşhur rüya tabircisidir. Basralıdır. 110 (m. 729) senesinde vefât etti.
Adı Muhammed.
Babasınınki Sîrîn.
"İbni Sîrîn" diye tanınır.
Resûlullah’ın hizmetçisi olan Enes bin Mâlik hazretlerinin âzâtlı kölesidir
İbni Sîrîn hazretleri âlim olup, rüya tabiri ilminde meşhurdu özellikle.
Her günahtan kaçardı.
Allah'tan çok korkardı!
Yakınlarına sık sık;
“Kardeşlerim! Gıybetten uzak durun. Zîra gıybet edenlere çok şiddetli azap olacaktır!” buyururdu.
● ● ●
Birisi anlatıyor:
Bir gün İbni Sîrîn hazretlerine vardım.
Haccac'ın aleyhinde bir iki lâf söyledim.
Derhâl susturdu beni.
Ve çok hiddetli olarak;
“Bilesin ki, Cenâb-ı Hak hükmünde çok âdildir. Başkasının hakkını ondan aldığı gibi, onun hakkını da başkalarından alır!” buyurdu.
Mahcup oldum!
Önüme baktım...
O, devam edip;
“Sen, onun işlediği zulüm ve günâha bakıp da, senin yaptıklarını küçük görme sakın! Zîra senin işlediğin çok küçük bir günah, âhirette, senin için çok büyük ve çetin olacaktır” dedi.
Elini öpüp ayrıldım.
Bir daha da gıybet yapmadım...
."Lütfen hakkınızı helâl ediniz!"
05-01-2019 02:00
İbni Sîrîn hazretleri, meşhur rüya tabircisidir.
Biri, bu zâta gelip;
“Efendim, gıybetinizi yaptım, lütfen beni hoş görün ve hakkınızı helâl edin” dedi.
Büyük velî;
“Ey kişi! Rabbimiz bu gıybet fiilini çirkin bilip hoş görmezken ben nasıl hoş görürüm. Hakkımı helâl ettim. Ama sen de bu işi bir daha yapma” buyurdu.
O kişi mahcuptu.
“Peki efendim” dedi.
Elini öpüp ayrıldı.
Ve bir daha yapmadı kimsenin gıybetini...
● ● ●
Bir gün de sohbette;
“Birinin çok nâdide inci mücevherleri olsa, bunları koyacak yer bulamaz. Üstelik hırsız çalmasın diye de türlü çâreler arar, hatta bu yüzden uykusu bile kaçar, değil mi?” diye sordu.
Dinleyenler;
“Evet efendim” dediler.
Büyük velî;
“İşte imânımız da böyle çok kıymetlidir, onu korumak için tir tir titremeliyiz!” buyurdu.
● ● ●
Bir gün de sohbetinde;
“Kardeşlerim! Namazlarınızı vaktinde kılın ki, kıyâmet günü pişman olmıyasınız!” buyurdu.
Ve ilâve etti:
“Efendimiz aleyhisselâm; ‘Bir namazı vaktinde kılmayarak kazâya bırakan ve edâ etmeden önce vefât eden kimsenin mezarına, cehennemden yetmiş pencere açılır ve kıyâmete kadar azap çeker’ buyurmuştur.”
.Meğer kendi annesiymiş!..
06-01-2019 02:00
İbni Sîrîn hazretleri, meşhur rüyâ tâbircisidir.
Bir kimse bu zâta;
"Ben rüyâmda, zeytinyağını zeytinlerin üzerine döktüğümü gördüm. Acabâ tâbiri nedir?" diye sordu.
İbni Sîrîn, ona;
"Zeytinyağı zeytinden olmadır, aslına gidiyor. Sen câriyelerini araştır. Onlardan biri, genç yaşta esir edilen annen olabilir" dedi.
Adam şaşırdı!
Gidip araştırdı...
Hakîkaten bir câriyesinin “kendi annesi” olduğu ortaya çıktı.
● ● ●
Bir başkası da;
"Rüyâmda incileri domuzların boynuna astığımı gördüm. Acabâ tâbiri nedir?" diye sordu.
İbni Sîrîn cevâben;
"Sen, lâyık olmayan kimselere hikmet öğretiyor olabilirsin" buyurdu.
Adam araştırdı...
Düşündü taşındı...
Talebelerinden birinin bu işlere ehil ve lâyık olmadığını öğrendi.
● ● ●
Bir adam da;
"Ben, rüyâmda bir kuşun, mescitten güzel bir taşı alıp gittiğini gördüm" dedi.
İbni Sîrîn dinledi.
Ve cevap olarak;
"Hasan-ı Basrî vefât etmiştir" buyurdu.
Hakîkaten o gece vefât etmişti...
.Ebû Hanîfe benim"
07-01-2019 02:00
İmâm-ı âzam Ebû Hanîfe hazretleri; bir gece rüyâsında, Peygamber Efendimizin mübârek kabrini açıp, mübârek kemiklerini göğsünde topladığını gördü.
Uykudan uyandı...
Tâbirini merak etti...
Derhâl İbni Sîrîn'e gidip kendisini tanıtmadan anlattı gördüğü rüyâyı.
Ve tâbirini suâl etti.
İbni Sîrîn dinleyince;
"Bu rüyâyı sen göremezsin. Bunu ancak Ebû Hanîfe görebilir" dedi.
İmâm-ı âzam;
"O benim" deyince;
"Sırtını aç" dedi.
İmâm-ı âzam açtı.
İbni Sîrîn iki omuzu arasındaki "ben”i gördü.
O olduğunu anladı...
Ve çok duygulanıp;
"Sen o kimsesin ki, Resûlullah senin hakkında; ‘Ümmetimden bir kimse gelir ki, onun iki omuzu arasında bir (ben) vardır. Allahü teâlâ, benim dînimi onunla diriltir’ buyurmuştur"
dedi.
● ● ●
İbni Sîrîn, bazı gençlere;
"Din kardeşlerinizin işlerine yardım edin. Allahü teâlâ bunun karşılığını mutlaka size verir" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de;
“Peygamberimiz; ‘Bir kimse din kardeşinin bir işini yaparsa, binlerle melek o kimse için duâ eder. O işi yapmaya giderken her adımı için bir günâhı affolur’ buyuruyor” diye nakletti sevdiklerine.
.Günde bin rekât namaz kılardı
08-01-2019 02:00
Hallâc-ı Mansur hazretlerinin asıl adı Hüseyin bir Mansur'dur.
306 (m. 918)’de şehîd edildi.
Kalbi, Hak teâlânın aşkıyla yanar, şiddetli mücâhede ve riyâzet yapardı.
Nefsinin istediğini yapmaz, istemediklerini yapardı.
Her gün “bin rekât” namaz kılardı.
Bu âdetini, hiç bozmamıştı.
Yalnız, öldüğü gece, beşyüz rekât kılmıştı.
● ● ●
Bâzı sevenleri;
“Efendim, bu yüksek dereceye erişmişken niçin bu kadar çok ibâdet yapıyorsunuz” dediler.
Onları dinledi.
Ve cevâbında;
“Bir kul Rabbine dost olursa, o, ibâdetten başka hiçbir şeyden tat almaz” buyurdu.
● ● ●
Bu zât bir gün, Hallâc, yâni pamuk atıcısı olan bir tanıdığının dükkânına gitmişti.
Dükkân sâhibi yoktu...
Bir iş için çıkmıştı dükkândan.
Mübârek zât pamuklara baktı.
Sonra eliyle bir “işâret” yaptı...
Pamukla çekirdek ayrıldı.
Az sonra geldi dükkân sâhibi.
Gördü ki; bir günlük iş bir anda hâlledilmiş.
Bu hâdiseden sonra
Ona “Hallâc” dediler.
Yoksa, asıl mesleği bu değildi mübârek zâtın...
.Fakirlik nedir?
09-01-2019 02:00
Hallâc-ı Mansur hazretlerine, “Fakîrlik nedir efendim?” diye sordular.
Cevâbında;
“Fakirlik, herkesten ümidini kesmek ve her ihtiyacını Rabbinden istemektir. Yani bir Müslüman, ne kadar sıkıntıda olsa da, yine hiçbir işini âciz kullara arz etmemelidir” buyurdu.
● ● ●
Bir gün de gençlere;
“Siz Allah katında kıymetli olmak ister misiniz?” diye sordu.
O gençler sevinip;
“Çok isteriz” dediler.
“Öyleyse Allahü teâlânın kıymet verdiğine kıymet verin. Hakiki Müslüman, Allahü teâlânın emirlerine kıymet verir” buyurdu.
● ● ●
Bir gün de sevdiklerine;
“Kendinizi hiçbir Müslümandan üstün bilmeyin, bilâkis her Müslümanı kendinizden daha üstün tutun” buyurdu.
Ve ekledi:
“Her Müslümanı görünce, kendi saadetinizi, onun duâsını almakta bilin ve kendinizde hakkı bulunanların ‘kölesi’ gibi olun!”
● ● ●
Bir sohbetinde de;
“Kendinizi, vermeye alıştırın, vermeye alışmıyanların, son nefeste işi zordur”
buyurdu.
“Niçin” dediler.
“Vermeye alışık olmadıkları için ruhlarını da zor verirler. Ölüm meleği, onların ruhlarını, yaş keçeden diken söker gibi çekip alır” buyurdu
.İki pide, bir kelle kebabı!..
10-01-2019 02:00
Hallâc-ı Mansur hazretleri bir gün “dört yüz” kişiyle hac yoluna çıktı.
Bir miktar yol gittiler.
Sonra çok acıktılar.
Bunu bu zâta arz edip;
“Efendim, şu anda kelle kebabı olsaydı ne güzel yerdik” dediler.
Hemen bir elini arkasına uzattı.
Ve tâze pişmiş “iki pide” ile bir “kelle kebabı” alıp verdi birine.
Sonra bir daha uzandı.
İki pide bir kelle kebabı daha alıp verdi ikinciye.
Sonra üçüncüsüne.
Sonra dördüncüsüne.
Böylece o "dört yüz” kişinin tamamına ikrâm etti bu pide ve kebaptan.
Onlar kebapları yiyip;
“Şimdi de taze hurma istiyoruz efendim” dediler.
Mübarek zât ayağa kalktı.
Ve “Öyleyse ağaç diye beni silkeleyiniz!” buyurdu.
Dediğini yaptılar.
O anda o kadar çok “taze hurma” döküldü ki, o “dört yüz” kişinin hepsi yedi de bitmedi yine...
● ● ●
Bir gün bu zâta;
“Efendim, anne babanın, çocuklarına karşı en mühim vazifesi nedir?” diye sordular.
Cevaben;
“Dînini öğretmektir. Zîra bir hadîs-i şerîfte; ‘Ey Eshâbım! Her biriniz bir sürünün çobanı gibisiniz. Nasıl ki, çoban sürüsünden mesulse, siz de emriniz altındakileri cehennem ateşinden korumalısınız’ buyuruldu” diye nakletti.
.İstiyorsan dirilsin!.."
11-01-2019 02:00
Hallâc-ı Mansur hazretleri, sôfiyye-i aliyye denilen büyük velîlerdendir.
Onun devrinde birinin kuşu âniden ölmüştü...
Buna çok üzülüyordu ki, bu velîye rastlayıp söyledi kuşunun öldüğünü.
Büyük velî;
“İstiyorsan dirilsin” buyurdu.
Adam;
“Çok isterim, ama dirilmez ki” dedi.
Büyük velî;
“Allahü teâlâ dilerse dirilir” buyurdu.
O anda, bi iznillah “kuş” canlanıp geldi yanlarına.
Adam sevinçten uçuyordu...
● ● ●
Bir gün bu zâta;
“Efendim, duânın kabul olacağı anlar var mıdır?” diye sordular.
Buyurdu ki:
“Elbette vardır. Farz namazlardan sonra, Kâbe-i şerîfi ilk görünce ve mümin mümini görünce, yapılan duâlar kabul olur. Onun için müminle karşılaşınca selâm veriyoruz. Zîra selâm, en büyük duâdır.”
● ● ●
Bir sohbetinde de;
“Kardeşlerim! Allah’ın kullarına yardım edin” buyurdu.
Ve ekledi:
“Hadîs-i şerîfte Peygamberimiz aleyhisselâm ‘Bir mümin kardeşinin bir ihtiyâcını karşılamak için giden kimseye, her adımı için yetmiş sevap verilir ve yetmiş günâhı affolunur’ buyurdu.”
."Enelhak" ne demek?
12-01-2019 02:00
Hallâc-ı Mansur büyük velîlerdendir. Sekr hâlindeyken ağzından “enelhak” kelimesi çıktı bir gün.
Bu söz, görünüşte “ben Hakkım" mânâsına geliyorsa da, onun bundan murâdı bu değildi.
"Ben yokum, Allah var" demek istemişti.
Zîra sekr hâlindeydi.
Yâni şuuru yerinde değildi.
O devrin âlimleri, onun bu sözünü, dînî yönden "küfür" sayıp hapsettiler.
O hapisteyken, bâzı sevdikleri kendisine;
“Sabır nedir efendim?” diye sordular.
Büyük zât ayaklarını bağlayan kalın zincirleri işâret ederek;
“Sabır şudur ki, şu kalın zincire baksam açılırlar” buyurdu.
Ve o zincire bir nazar etti.
O anda, kalın zincir koptu.
O kimse çok şaşırdı!
Bu defa, içinde olduğu odanın duvarına, bir baktı.
O bakışla kayboldu duvar.
O anda Dicle'nin kenarında buldular kendilerini.
Adamcağız “neler oluyor?" diye düşünürken, yine zindanda olduklarını fark etti.
Büyük zât ona bakıp;
“İşte, sabır budur” buyurdu.
Yâni o kişiye;
"Bütün bunlara rağmen sabredip, hapishâneden çıkmıyorum" demek istedi...
."Fütüvvet nedir efendim?"
13-01-2019 02:00
Hallâc-ı Mansur hazretlerine bir gün bir kimse geldi.
Ve bu zâta;
“Tasavvufta fakirlik nedir?” diye sordu.
O anda zindandaydı.
Adam bakınca, zindanın duvar taşlarının “altın” ve "gümüş" olduğunu fark etti.
Çok şaşırdı.
Bu defa da;
“Fütüvvet nedir?” diye sordu.
Cevâben;
“Bu gece anlarsın” buyurdu.
Adam merak içinde eve gitti.
Ve o gece rüyâ gördü.
Rüyâsında kıyâmet kopmuş ve bütün insanlar bir meydanda toplanmışlardı.
Bir aralık Hallâc-ı Mansur hazretlerini gördü yanında.
Ve bir ses duydu;
Gâipten geliyordu.
“Ey Mansur! Seni seven cennette, sevmeyen cehennemde olacaktır” buyuruluyordu.
Hazret-i Mansur bu nidâyı duydu.
Ve ellerini açıp;
“Yâ Rabbî! Beni sevmeyen kulları da affet” diye yalvardı.
Adam bu gördüklerinden bir mânâ çıkarmaya çalışıyordu ki; büyük velî o kimseye dönüp;
“İşte fütüvvet budur” buyurdu.
.Sabrın alâmeti nedir?
14-01-2019 02:00
Bir gün bir sevdiği, Hallâc-ı Mansur hazretlerine gelerek;
“Sabretmenin alâmeti nedir efendim?” diye sordu.
Büyük velî;
“Bir kimsenin elini ayağını kesip bir köprüde asarlar, hattâ türlü türlü eziyet ederler de, o kimse bütün bunlara sabredip hiç âh-u vâh etmezse, işte sabrın alâmeti budur” buyurdu.
‘Bir kimse’ dediği, bizzat kendisiydi.
Nitekim bu sözünün üzerinden fazla bir zaman geçmemiştı ki, elini ayağını kesip bir köprü başında astılar kendisini.
● ● ●
Bir gün de birine;
"Ne iş yapıyorsun?" diye sordu.
O kimse de;
"Hamdolsun huzur ve âfiyetteyim. Dünyâyı terk ederek bir köşeye çekildim, cenâb-ı Hakk'ın zikriyle meşgul oluyorum” dedi.
Büyük velî;
“Huzur ve âfiyet bu değildir” buyurdu.
Adam şaşırdı:
“Ya nedir efendim?” diye sordu.
Cevâben;
“Huzur ve âfiyet, nefsin itmînâna kavuşmasıdır. Nefsini tam îmâna getir de, ister bir köşede otur ibâdet yap, istersen insanların arasında bulun” buyurdu.
.Ârif kime denir?
15-01-2019 02:00
Hallâc-ı Mansur hazretleri, sôfiyye-i aliyye denilen büyük velîlerdendir. Bir gün sevdiklerinden biri bu zâta gelip “Ârif kime denilir efendim?” diye sordu.
Büyük velî;
“Ârif o kimsedir ki; onu, üçyüzbeş senesinin, zilkâde ayının bitmesine altı gün kala, bir salı günü, Bağdat'ın bir meydanında; ellerini ve ayaklarını kesip ve gözlerini çıkarıp, baş aşağı olarak îdâm eder ve hattâ bundan daha acâib muâmeleler yaparlar da bir kere âh etmez” buyurdu.
Bir kimse dediği, bizzât kendisiydi.
O kişi bu tarihi kaydetti.
O gün geldiğinde Bağdat'ın bir meydanında buyurduğu gibi astılar!
● ● ●
İdâm edilmesine “üç gün” kalmıştı...
O gece yatağında bulamadılar.
İkinci gecesinde, ne Hallâc-ı Mansur hazretleri vardı, ne de zindan.
Son gece, Hazret-i Mansur da vardı, zindan da.
Hikmetini sordular.
Cevâbında;
“Haklısınız, ilk gece Rabbimleydim, onun için beni bulamadınız. İkinci gece Rabbim benimleydi, onun için ne beni buldunuz, ne de zindanı. Son geceyse beni bulmanız lâzımdı, buldunuz. Çünkü beni bulmadan idâm edemezdiniz” buyurdu.
.Rüyada emir aldı
16-01-2019 02:00
Alî bin Vehb-i Sincârî hazretleri, Irak'ta yaşıyan büyük evliyâdandır.
Yedi yaşında Kur’ân-ı kerîm’i ezberledi.
On üç yaşında Bağdat'a gitti.
Derin âlimlerden ders okudu...
Bütün bu ilimlerde tam olarak yetişti.
Bir gece rüyâsında Ebû Bekr-i Sıddîk hazretlerini gördü.
Büyük sahâbî ona bir “takke” giydirdi.
Uyandığında başında buldu takkeyi.
Birkaç gün geçti...
Ve bir gece yattı.
Hızır aleyhisselâm rüyâsına girdi ve “Yâ Alî!.. İnsanlara dînimizin emirlerini söyle, onlara anlat” buyurdu.
Az zaman geçti.
Resûl-i ekrem hazretlerini rüyâda gördü.
Efendimiz kendisine;
“Halka nasihat et” buyurdu.
Bu mânevî ikazı aldı.
Ve nasihate başladı.
Çok faydalı oldu Allah'ın kullarına.
Ayrıca ziraatle uğraşırdı.
Çift sürer, tohum eker, hasat yapardı.
Bir gün tarlasında çift sürüyordu.
Öküzün biri düşüp öldü ansızın.
Hayvanı boynuzundan tuttu.
“Yâ Rabbî! Bunu dirilt” diye yalvardı.
Günahsız ağızla yalvarmıştı.
Duâ, ânında kabul oldu.
Ve hayvan dirilip kalktı...
.Melekleri görüyordu!..
17-01-2019 02:00
Alî bin Vehb-i Sincârî hazretleri zamanında, Hemedân'da bir kimse vardı ki, “melekût âlemi”ni görüyordu.
Bir müddet sonra kaybetti bu hâlini.
Çok üzülüp tövbe ve istiğfâr etti!
Bu hâlini tekrar kazanabilmek için bir “Allah adamı” aradı diyâr diyâr.
Bu zâtı tavsiye ettiler.
Çok sevinip çıktı hemen.
Geldi bu velîyi ziyârete.
Derdini söyleyip himmet ve yardımını rica etti.
O da kendisine;
“Üzülme. Eski hâlinden daha yüksek hâllere kavuşursun inşallah” buyurdu.
Adam çok sevindi;
Ve sordu ki:
“Sahi mi efendim?”
“İnşallah kardeşim” buyurdu.
Ardından;
“Gözünü kapat!” dedi.
Adam gözünü kapatınca, “melekût âlemini” gördü yine.
Buyurdu ki:
“Bu, senin önceki hâlin. Bir daha kapat bakalım. Bu defa neler göreceksin?”
Bir daha kapatınca, yerden tâ Arş'a kadar bütün âlemleri âşikâr gördü bu defa.
Son olarak;
“Gözünü aç ve bir adım at” buyurdu.
Adam gözünü açıp bir adım atınca, Hemedân'da buldu kendini...
.Vakti gelmedi mi ki?
18-01-2019 02:00
Irak’ta yetişen evliyânın büyüklerinden Ebû Bekr bin Hüvârâ hazretleri; gençlik senelerinde harâmîlik yapar, insanların yolunu keserdi.
Adamları vardı yanında.
O, hepsinin reîsiydi...
Bir gece, çetesiyle tenhâda gidiyordu ki, bir kadının, kocasına; "Korkuyorum, şimdi İbni Hüvârâ gelip bizi yakalar!" dediğini işitti.
Ve bir ses duydu...
Gâipten geliyor ve;
“Ey ibni Hüvârâ! Allah'tan korkma zamanı gelmedi mi?” diye nidâ ediliyordu.
Bu sesle irkildi.
Ve ağlayarak;
"Bu nasıl iş ki, insanlar benden korkuyorlar, bense Rabbimden korkmuyorum!" dedi.
O an tövbe etti.
Hak yola yöneldi.
Ve bir gece yattı.
Resûl-i ekrem’i gördü rüyâsında.
Yanında Ebû Bekr-i Sıddîk da vardı.
İbni Hüvârâ, Efendimize yaklaşarak; “Bana, hırka giydirir misiniz” dedi.
Resûl-i zîşân Efendimiz,
Hazret-i Sıddîkı gösterip;
“Senin üstâdın odur, sen ona git!” buyurdu.
Ve Hazret-i Sıddîk'a;
“Yâ Ebâ Bekr! Adaşın Ebû Bekr’e hırka ve takke giydir” buyurdu.
O da îfa etti bu emri.
İbni Hüvârâ uyandı...
“Hırka” ile “takke”yi üzerinde buldu.
O gün Irak semâlarında;
“Ebû Bekr bin Hüvârâ, Allah'a yakın bir velî oldu” nidâsı duyuldu.
.Çocuğumu kurtarın!
19-01-2019 02:00
Irak’ta yetişen Ebû Bekr bin Hüvârâ hazretlerinin huzuruna bir “kadın” gelerek; “Efendim, az önce filân nehirde oğlum boğuldu. Ondan başka da hiç kimsem yok, ben ne yapacağım” diye dert yandı.
İbni Hüvârâ sordu:
“Peki, ne istiyorsun?”
“Oğlumu bana geri ver.”
“Boğuldu diyorsun.”
“Evet, boğuldu. Ama sen duâ edersen, Rabbim onu diriltir. Azîz ve Celîl olan Allahü teâlâya yemîn ederim ki, O sana bu makâmı vermiştir. Bana bu iyiliği yapmazsan, seni Hak teâlâya şikâyet ederim” dedi.
Büyük velî güldü.
Ve ona sordu ki:
“Nasıl şikâyet edersin?”
Kadıncağız;
“Yâ Rabbî! Ben, içim yanarak bu zâta gidip yalvararak derdimi arz ettim. Ama o, gücü varken oğlumu kurtarmaya yanaşmadı, derim” dedi.
Mübârek, başını öne eğdi.
Sonra sordu kadına:
“Oğlun nerede boğuldu?”
“Filân nehirde” dedi.
O nehrin kıyısına geldiler.
Gerçekten ileride, su üstünde, hareketsiz yatan biri vardı.
Çocuğun cesedi, boğulduğu yerde, su üstünde duruyordu öylece.
İbni Hüvârâ suda yürüdü.
Ve gidip o çocuğu aldı.
Omuzunda taşıdı.
Annesinin önüne bırakıp;
“Al, işte oğlun!” buyurdu.
Kadıncağız, oğlunu gördü.
Kuvvetli bir sevinç çığlığı attı.
Zîra nefes alıyordu çocuk...
.Ey zelzele, sâkin ol!.."
20-01-2019 02:00
Ebû Bekr bin Hüvârâ hazretleri zamanında bir gün, çok kuvvetli bir “zelzele” olmuştu o diyârda.
Herkes şaşırmıştı?!
Hazret-i İbni Hüvârâ;
“Ey zelzele, sâkin ol!” diye nidâ etti, seslendi.
Zelzele dile gelip;
“Ey ibni Hüvârâ!.. Ben de sana itâatle emrolundum” diye cevap verdi.
Bu sesi orada olanların hepsi işittiler.
Zelzele durdu o anda.
● ● ●
Bir gün de bu zâtın huzûruna biri geldi.
Gördüğü manzara karşısında irkildi!
Zîra koca bir “aslan” duruyordu yanında.
Ve sanki bu zâta bir derdini arz ediyor, o da bir şeyler söylüyordu koca aslana.
Ve aslan geri geri gitti.
Edeple, terk etti o yeri.
O kimse yaklaşıp;
“Efendim, o hayvanla ne konuştunuz?” diye sordu.
Büyük velî;
“Hayvancağız üç gündür bir şey yememiş. Onu Hamâmiye köyüne gönderdim ve ‘Senin rızkın, Hamâmiye köyünde bulunan bir inektir, git onu ye!’ dedim” buyurdu.
O kimse merak edip o köye gitti.
Ve gerçekten o gün bir aslanın bir ineği yediğini söylediler kendisine.
.Biz o zâtı hiç duymadık efendim!"
21-01-2019 02:00
Irak’ta yetişen evliyânın büyüklerinden Ebû Bekr bin Hüvârâ hazretlerine, bir gün bazı sevdikleri gelerek;
“Efendim, Irak'ta meşhur evliyâlardan kimler var?” diye sordular.
Cevâbında;
“Bu yerde, tam sekiz evliyâ vardır” buyurdu.
Ve saydı her birini tek tek.
Ancak sonuncusunu, hiç kimse işitmemişti.
Zîra sekizinci olarak Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerini saymıştı.
Merak ettiler.
Ve kendisine;
“Efendim, biz bu velî zâtın ismini hiç duymadık, onu bize tanıtır mısınız” dediler.
Büyük velî;
“Bu zât hâlen Bağdat'ta yaşıyor. Bugün onun ismini kimse duymamışsa da, çok yakında tanımayan kimse kalmayacak. Çünkü o zât, zamanının en büyük velîsi olacak ve insanların kalbine ‘nûr’ salacaktır” buyurdu.
Hayret ettiler.
● ● ●
Aradan uzun seneler geçti...
“Abdülkâdir-i Geylânî” ismi her yerde duyuldu.
Dillere destan oldu.
İnsanlar bugünü hatırlayıp;
“Bu zâtın geleceğini, yıllar önce İbni Hüvârâ hazretleri bize müjdelemişti ” dediler.
.Eden, kendine eder!
22-01-2019 02:00
Büyük velîlerden İbrahim bin Usayfir hazretleri, 942 (m. 1535) senesinde Kâhire’de vefât etti.
İyilerin düşmanı çoktur.
Bu zâtı da sevmiyenler vardı.
Hele biri vardı ki, çok üzüyordu onu.
Ama haddini aştı adam...
Hakâretlerini gittikçe arttırdı.
Bu defa kalbi incindi mübâreğin...
Gadaba gelip;
“Eden, bulur!” dedi.
O böyle buyurduğu anda, o bedbaht bir yolda yürüyordu ki, birden düştü!
Ve kalkamadı bir daha...
Efraftan koşup geldiler.
Ama bir şey yapamadılar.
Zîra nabzı atmıyordu.
Ölmüştü!
● ● ●
Bir gün gençler bu zâta;
“Dînimizi nereden öğrenelim?” diye sordular.
Buyurdu ki:
“Dîninizi Allah dostlarından, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından öğreniniz. Bu büyüklerin kitâbını okuyan, hem dînini doğru olarak öğrenir, hem de feyiz alır.”
Sordular ki:
“Feyiz nedir efendim?”
Cevâbında;
“Feyiz, nûr demektir. Yâni bu kitapları okuyanın kalbi temizlenir, nurlanır ve parlar. Çünkü o büyüklerin kalbindeki feyzler kitaplarına sinmiştir. Okuyanlar, satırlar arasında onları görür ve o feyzlerden istifâde ederler” buyurdu.
.Yangın çıktı, ama…
23-01-2019 02:00
Büyük velîlerden İbrahim bin Usayfir hazretleri, 942 (m. 1535) senesinde Kâhire’de vefât etti.
Bu zât bir gün sakaları gördü yolda.
Ve çağırdı onları.
Geldiler yanına.
Onlara, medresenin etrafındaki hendekleri gösterip; “Sularınızı buralara dökün!” buyurdu.
Birbirlerine baktılar.
Emrini de yaptılar.
Ama bu işin hikmetini bir türlü anlayamadılar?!
Tâ ki, gece yarısı oldu.
O saatte âniden şiddetli “yangın” çıktı o çevrede.
Alevler hızla etrâfa yayılıyordu.
Ancak medresenin etrâfındaki su dolu hendekleri geçemeyince büyük bir felâket önlenmiş oldu.
Medrese yanmaktan kurtuldu.
Hikmetini o vakit anladılar.
● ● ●
Bu zât bir gün sevdiklerine;
“Kendinizi hiç kimseden üstün görmeyin. Allah dostları; kendilerini hiç kimseden üstün görmezler ve böyle olduğuna inanırlardı” buyurdu.
Sordular ki:
“Açıkca günah işleyen fâsıklardan da mı üstün görmezlerdi efendim?”
Buyurdu ki:
“Evet, bir Müslümanı görünce, ‘Benim saadete kavuşmaklığım, bu kardeşimin kalbini kazanmakla ve duâsını almakla olabilir’ diye düşünürlerdi.
.Hak teâlâ bizi korudu!”
24-01-2019 02:00
Büyük velîlerden İbrahim bin Usayfir hazretleri, 942 (m. 1535) senesinde Kâhire’de vefât etti.
Bir gün “süt” ikrâm ettiler bu Allah dostuna.
Kabul edip aldı.
Fakat içmedi.
Ve hızla yere çarptı toprak kâseyi.
İkram eden, çok üzüldü buna!
Zîra anlamamıştı hikmetini.
Ama kap kırılıp da içinden “ölü bir yılanın” çıktığını görünce anladı meseleyi.
Mübârek, ona döndü.
Ve buyurdu ki:
“Hak teâlâ bizi korudu!”
● ● ●
Bir gün de bazı sevdikleri;
“Efendim, kıyâmette cehennem azâbından kurtulmak için acaba ne yapmak lâzımdır?” diye sordular.
Cevâbında;
“Önce îtikadı düzeltmeli, sonra fıkıh bilgilerini öğrenip yapmalıdır. Yâni farzları, vâcipleri, hatta sünnet ve müstehapları yapmak, helâli ve haramı gözetmek ve İslâmiyet hududunun dışına taşmamak lâzımdır” buyurdu.
● ● ●
Bir gün de;
“Efendim şehid olmak için ne yapalım?” diye sordular.
Cevâbında;
“Ehl-i Sünnet âlimlerini ve evliyâları seven ve İslâm’a hizmet eden mümin, yatağında ölse bile şehittir” buyurdu.
.İnşallah birazdan gönderirim"
25-01-2019 02:00
Muhammed Bekrî hazretleri, Allah adamlarındandır. 952 (m. 1545) senesinde Kâhire’de vefât etti. İmâm-ı Şâfiî hazretlerinin kabri civârına defnedildi.
Bu zât bir gün Beytullahın yanında ibâdet ediyordu.
Az sonra hizmetçisi geldi.
Ve ihtiyâcı için para istedi.
Ancak hiç parası yoktu.
“Az bekle” buyurdu.
Hizmetçi de;
“Peki efendim” deyip gitti.
Az sonra biri gelip;
“Efendim, şu kadar paraya çok âcil ihtiyacım var, ne olur beni bu sıkıntıdan kurtarın” diye yalvardı.
Ona da “yok” diyemedi.
“Biraz bekle” buyurdu.
Adamcağız sevinçle;
“Peki efendim” dedi.
Ve başladı beklemeye.
Mübârek zât kalktı.
Yüzünü Beytullaha çevirdi.
Ve kalbinden;
“Yâ İlâhî!.. Param olmadığını sen biliyorsun. Ama bu kullarına söz verdim. Beni mahcup eyleme” diye yalvardı.
O anda biri yanaştı yanına.
Elinde iki “altın kesesi” vardı.
Onları bu zâta uzatıp;
“Efendim, bu altınlar Hindistan Sultânından size hediyedir. Lütfen kabul buyurun” dedi.
Büyük velî çok duygulandı!
Oracıkta “secde-i şükre” vardı.
Kesenin birini hizmetçiye verdi.
Öbürünü de diğerine...
.Baba eskidi Sultânım!"
26-01-2019 02:00
Babaeski'de, Fâtih Sultân Mehmet Hân zamanında yaşamış olan Ahmed Baba Allah dostu bir zât olup, Babaeski'ye adını veren, budur.
Ahmed Baba’nın türbesi Harput’a 1.5 kilometre mesâfede, bir vâdi içinde olup, Göllü Bağlar'a giden yolun sağ tarafındadır.
Büyük Fâtih, çok sever ve “Baba” derdi bu zâta. Bir gün ikisi yolda karşılaştılar...
Seslendi Pâdişah;
“Heey, baba!..”
“Buyurun Sultânım.”
“Nasılsın, iyi misin?”
Ahmed Baba cevâben;
“Baba eskidi Sultânım” dedi.
İşte “Babaeski” adı, onun bu sözü üzerine verildi bu havâliye.
● ● ●
Bir gün biri geldi bu zâta.
“Gerçek mümin nasıl olur?” diye soracaktı.
Ancak içeri girince unuttu.
Bir müddet sohbetten sonra;
“Ben artık kalkayım” deyip izin istedi.
Mübârek zât;
“Az daha otur, belki soracağın bir şey vardır” dedi.
Ama yine hâtırlamadı.
O zaman;
“Peki, sen bilirsin” buyurdu.
Tam giderken;
“Gerçek mümin; elinden ve dilinden kimsenin zarar görmediği kimsedir” buyurdu.
Adam bunu işitince bu zâta olan sevgisi kat kat arttı...
. En faydalı şey nedir?
27-01-2019 02:00
Babaeski'de, Fâtih Sultân Mehmet Hân zamanında yaşamış olan Ahmed Baba bir “Allah dostu”dur
Bir kişi bu zâta gelerek;
“İnsan için en faydalı şey nedir efendim?” diye sordu.
Büyük velî;
“İyi arkadaştır” buyurdu.
“En zararlı şey nedir hocam?”
Cevâbında;
“Kötü arkadaştır. Ancak kötü arkadaş yalnız insandan olmaz. Seni doğru yoldan uzaklaştıran her şey; mesela okuduğun kitap zararlıysa, o bile kötü arkadaş'tır” buyurdu.
● ● ●
Bir gün de sohbetinde;
“Peygamber Efendimizin her sözü, her hâli İslâmiyettir. Onun herhangi bir sözüne, hattâ oturuşuna, kalkışına, bakışına itiraz etmek, küfürdür. Çünkü O, açık duran bir Kur’ân-ı kerîmdir. Kur’ân-ı kerîm’in yaşayan şeklidir. Cenâb-ı Hak’ın râzı olmadığı bir söz, bir fiil, bir hareket ve bir bakış, Onda olmaz” buyurdu.
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
“Efendim, Allahü teâlânın sevdiği kullar nasıl olur?” diye sordular.
Mübârek zât;
“Hâdiselerin değişmesi, onların ahlâklarını değiştirmez. Başkalarının ayıplarına bakmaz, dâima kendi ayıp ve kusurlarını görürler. Kendilerini hiçbir Müslümandan üstün bilmez, hepsini kendinden üstün görürler” buyurdu.
.Merkebimi sen aldın!.."
28-01-2019 02:00
Ebül Hasen Büşencî hazretleri zamanında bir çiftçinin merkebi kayboldu. Başka da merkebi yoktu garibin.
Mutlaka bulmalıydı onu.
Düşünüp bir yol buldu.
Şöyle ki;
Ebül Hasen Büşencî hazretlerinin evine gitti.
Ve çaldı kapıyı.
Büyük zât çıktı kapıya:
“Buyurun kardeşim.”
Dedi ki:
“Merkebim çalındı, herhâlde sen almışsındır, hemen getir teslim et.”
“Kardeşim! Ben sizi tanımam, başka biri almış olmasın?”
“Hayır, sen aldın.”
“Almadım kardeşim.”
“Sen almadıysan, nerede öyleyse. Onu bul, yoksa gitmem buradan.”
Mübârek el kaldırıp;
"Yâ Rabbî! Bir an önce bu kulun merkebini buldur da çeksin benden elini" diye yalvardı.
O an merkebin sesi duyuldu.
Adam murâdına kavuşmuştu.
Büyük velîye dönüp;
“Efendim, merkebimi sizin almadığınızı biliyordum. Bilerek bu yola tevessül ettim, ne olur, kusuruma bakmayın” dedi.
Mübârek sordu:
“Maksadın ne idi peki?”
“Sizin, Allah dostu bir velî olduğunuzu bilerek geldim ve sizi zor durumda bırakıp, duâ etmenizi sağladım. Zîra bilirdim ki, Hak teâlâ, sevdiği kullarının duâsını reddetmez. Bunun için böyle yaptım, lütfen beni affedin” dedi.
Ve ilâve etti:
“Şunu daha iyi anladım ki, her kim büyüklerin yanına, ne niyetle gelirse, mutlaka murâdına kavuşurmuş.”
.Sen ne yaptın?
29-01-2019 02:00
Ebül Hasen Büşencî hazretleri, Horasan'da yetişen evliyânın büyüklerindendir.
Bu zât bir gün yolda yürürken, gencin biri gelip, ensesine bir “tokat” vurdu ve gitti!
Halk bunu gördü.
"Sen ne yaptın? O zât evliyânın büyüklerinden Ebül-Hasen Büşencîdir" dediler.
Genç bunları duydu.
Ve çok üzüldü!
Hemen geri dönüp Hazret-i Ebül-Hasen'in yanına geldi.
Çok özür diledi.
Ve affını istedi.
Ebül Hasen hazretleri, o gence;
"Sen rahat ol evlâdım! Ben hakkımı helâl ettim. Ama bu hakâret ve bu tokat sizden gelmedi" buyurdu.
Genç suâl etti:
"Kimden geldi?"
"Allahü teâlâdan geldi. Demek; bir kabâhatimiz var ki, bu hâl geldi başımıza" buyurdu.
Tövbe istiğfâr ederek, yoluna devam etti.
● ● ●
Bu zât bir sohbetinde;
“İbâdet yapanların kendilerini beğenmeleri, fâsıkların günahlarından daha kötüdür” buyurdu.
Ve şunu anlattı:
Bir velî, câmide îtikâf yapıyordu.
Sonra birden çıkıp gitti.
“Niçin çıktınız?” dediler.
“Hâfızların, kendilerini beğendiklerini görüp, onlardan kaçtım” buyurdu.
.Bu gömleğimi o fakîre veriniz!"
30-01-2019 02:00
Ebül Hasen Büşencî hazretleri, Horasan'da yetişen evliyânın büyüklerindendir.
Bir gün helâda bulunduğu bir sırada, hizmetçisini çağırdı.
Kapının arkasından gömleğini uzatarak;
“Bunu, falan fakîre ver" buyurdu.
Hizmetçi;
"Peki efendim" dedi.
Ve gömleği o fakîre verip geldi.
Sonra da;
"Efendim, bunu dışarı çıkınca söyleyemez miydiniz? Orada söylemenizin hikmeti neydi, anlıyamadım" diye arz etti.
Cevap bekledi.
Bunun üzerine;
"O hayırlı düşünce orada hatırıma geldi. Dışarı çıkıncaya kadar nefsimin beni bu düşünceden caydıracağından korktum! Nefsime çok kısa zaman da olsa itimat edemedim" buyurdu.
● ● ●
Bir gün bu büyük zâta;
“Efendim, namaz kılarken, kalp ne ile meşgul olmalı?” diye sordular.
Buyurdu ki:
“Namazla meşgul olmalıdır.”
Sordular:
“Namazın nesiyle efendim?”
Cevâbında;
“Farzlarını, vâciplerini, sünnetlerini, müstehaplarını ve her edebini en mükemmel şekilde yapmayı düşünmekle” buyurdu...
.Vâki olanda hayır vardır
31-01-2019 02:00
Mesruk bin el Celâ hazretleri, Tâbiîn devrininin meşhur fıkıh ve hadîs âlimidir.
O, şöyle anlatır:
Bir çöl bedevîsinin bir merkebi, bir köpeği, bir de horozu vardı. Horoz onları namaza uyandırır, köpek bekçilik yapar, merkep de yüklerini taşırdı.
Bir gün bir tilki, horozu kaçırdı.
Aile fertleri çok üzüldüler!
O ise hayra yorup;
“Üzülmeyin, belki hakkımızda böylesi hayırlıdır” dedi.
Aradan bir müddet geçti...
Bir kurt merkebi parçaladı!
Çoluk çocuğu üzüldüler!
O, yine üzülmeyip;
“Üzülmeyin, belki hayırlısı böyledir” dedi.
Daha sonra köpek öldü!
Ailesi yine çok üzüldüler!
Adam buna da üzülmeyip;
“Üzülmeyin, vâki olanda hayır vardır” dedi.
Nihâyet bir gece sabaha karşı eşkıyâlar köyü bastı. Bu aile hâriç bütün köy halkının mallarını gasbedip kendilerini de esir alıp götürdüler.
Çünkü eşkıyâlar, hayvanlarının gürültüsünü işitip, bulundukları yeri tesbit etmişlerdi...
Onlarınsa hayvanları birer sebeple ölmüşlerdi. Hayvan olmayınca sesleri de yoktu...
Hayvan sesleri olmayınca eşkıyâlar zifirî karanlıkta bunları fark edemediler.
Ve çekip gittiler...
Mesruk bin el Celâ hazretleri bu hâdiseyi anlattıktan sonra; "Bunların hayvanlarının ölmesi, hayırlı olmuş ki, bu belâdan kurtulmuşlar" buyurdu.
.Var git, ilim öğren!.."
01-02-2019 02:00
Mesruk bin el Celâ hazretleri, tâbiînden meşhûr fıkıh ve hadîs âlimidir.
O şöyle anlatıyor:
Büyüklerden biri, gençliğinde anne babasına; "Beni Allahü teâlâya hibe edin. Gidip Onun dînini öğrenip döneyim!" dedi.
Onlar da memnun olup;
"Var git, ilim öğren!" dediler.
O gün sabah çıktı evden...
Gece vakti dönüp çaldı kapıyı...
Babası seslendi içeriden:
"Kimsiniz?"
Çocuk dedi ki:
“Benim, oğlunuz."
Babası;
“Ben, oğlumu Allah yoluna hibe etmiştim, geri almam!" dedi.
Ve açmadı kapıyı.
O da geri dönüp gitti.
Ve bütün ilimleri öğrenip, büyük bir “âlim” olarak geri döndü...
● ● ●
Bir gün bazı gençler geldi.
Ve bu büyük velîye;
“Efendim, insanlığa hizmet düşüncesi ile çalışarak faydalı bilgiler ve eserler bırakmış olanlar, bu hizmetlerinin faydasını görürler mi?” diye sordular.
Büyük velî dinledi.
Ve cevap verdi:
“Evet, böyle kimseler başka dînden olsalar bile, ömürlerinin sonlarında Hak teâlânın hidâyetine kavuşmaları kuvvetle umulur. Eskiden Müslümanlar, böyle insanlar için ‘gizli din tutar’ derlerdi.”
.Pamuk ve köz!..
02-02-2019 02:00
Mesruk bin el Celâ hazretleri, tâbiînden olup, meşhûr fıkıh ve hadîs âlimidir.
Bu zât şöyle anlatır:
Bir “Allah dostu” vardı ki, kıymetini bilmiyordu insanlar.
Hattâ birini gönderip;
“Git ona söyle, insanları aldatmasın!" dediler.
Haberci gidip onun yanında durdu.
O sırada büyük zât talebesiyle sohbet ediyordu...
Sohbeti kesip;
“Bir Müslüman hakkında bilmeden ileri geri konuşmak uygun değildir" buyurdu.
Sonra onu çağırdı.
Eline bir kutu verip;
“Bunu götür, köy halkının huzurunda aç!" dedi.
O da geri gitti.
Ve o kimselere;
"O zât kötü biri değil, bilâkis fazîletli ve âlim bir kişi. Şu kutuyu da size gönderdi" dedi.
Kutuyu açtılar.
İçinde biraz "pamuk", üzerinde bir “köz" vardı; ama köz, pamuğu yakmıyordu.
Köylüler gördüklerine şaştılar!
Özür dileyip “talebesi” oldular...
● ● ●
Bu zât, sevdiklerine;
“Kardeşlerim! Size karşı sert olana, yumuşak davranın, size zulüm yapanı affedin. Zîra hadîs-i şerîfte; ‘Sert olana karşı yumuşak davrananı, zulüm yapanı affedeni, kendisini aramayanı ziyâret edeni, Allahü teâlâ yüksek derecelere kavuşturacak ve cennette köşkler ihsân edecektir’ buyuruldu” diye nakletti...
.Onu derhâl huzuruma getirin!”
03-02-2019 02:00
Tâbiîn-i kirâmdan Muttarif bin Abdullah hazretleri, 95 (m. 713) yılında Basra’da vefât etmiştir.
Bu zâtın oğlu vefât etmişti.
Lâkin “üzüntülü” hâli yoktu.
Saçını sakalını taradı.
Güzel elbiseler giydi.
İnsanlar, böyle yapmasının sebebini sorduklarında; "Allah'tan gelene rızâ göstermeyip feryat etmemi mi bekliyordunuz? Mâdemki kuluz, Rabbimizden ne gelirse râzı olmalıyız" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de bu zâtı çekemeyenler, kendisini, zamânın vâlisi olan Ziyâd bin Ebîh'e şikâyet ettiler.
Ziyâd da emretti askerlerine;
"Derhâl onu yakalayıp huzuruma getirin!”
Hemen gidip getirdiler.
Bu defâ askerlerine;
"Siz onu tutup getirirken hâlinde herhangi bir değişiklik oldu mu?" diye sordu.
"Olmadı" dediler.
"Öyleyse o sâlih bir kimsedir, onu bırakın ve kendisinden özür dileyin!" diye emretti.
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
“Güzel ahlâk nedir efendim?” diye sordular.
Cevâbında;
“Güzel huy, herkese yumuşak davranmaktır” buyurdu.
Ve ardından;
Hadîs-i şerifte, Peygamberimiz; “Allahü teâlâ refîktir, yumuşaktır. Her işinde yumuşak huylu olanları sever” diye nakletti.
.Sen adam öldürmüşsün!.."
04-02-2019 02:00
Tâbiîn-i kirâm’dan Muttarif bin Abdullah hazretleri, 95 (m. 713) yılında Basra’da vefat etmiştir.
Biri bu zâtı yalancılıkla suçladı.
Mübârek zât, kalbinden;
"Yâ Rabbî! Bunun cezâsını ver" diye duâ etti.
Adam birden fenâlaştı!
Sonra da yere düştü...
Koştular, ama ölmüştü!
Kadı, bu zâtı çağırıp;
“Sen adam öldürmüşsün!" dedi kendisine.
O ise cevâben;
"Hayır, ben sâdece duâ ettim. Hak teâlâ duâmı kabul etti" diye cevap verdi.
● ● ●
Bu büyük zât, Allah korkusundan ve âhirette hesap verme endîşesinden "toprak" olmayı arzu ederdi!
Sohbetlerinde;
"Rabbim bana, cennet veya cehenneme girmekle, toprak olmak arasında tercih hakkı verseydi, toprak olmayı tercîh ederdim!" buyururdu
● ● ●
Bu zât Allahü teâlâya daha sağlıklı ibâdet yapabilmek ve Onun kullarına daha iyi hizmet edebilmek için geceleri ibâdet yapmazdı.
Erkenden yatardı.
Uykusunu alırdı.
İnsanlar merak edip bunun hikmetini sorduklarında;
"Geceyi uyuyarak geçirip sabahleyin Rabbime karşı ‘mahcup’ ve ‘pişmân’ olarak kalkmayı; bütün geceyi ibâdetle geçirip de sabaha ‘kendimi beğenmiş’ olarak çıkmaktan daha çok severim" derdi.
.İşte, gerçek kul budur…
05-02-2019 02:00
Tâbiîn-i kirâmdan Muttarif bin Abdullah hazretleri, 95 (m. 713) yılında Basra’da vefât etmiştir.
Allah dostu bir velî idi.
Bu zât sohbetlerinde;
"Bir kulun içiyle dışı bir olursa Allahü teâlâ hazretleri, o kulu beğenir ve onun içi; ‘İşte benim gerçek kulum budur’ buyurur" derdi.
● ● ●
Bir gün de sohbetinde;
"Âhirette azâba düşen bir kulun, bu azâba nasıl düştüğüne şaşırmam. Ama cehennemden kurtulup sonsuz cennet nîmetlerine kavuşan kulun, buna nasıl kavuştuğuna hayret ederim!" dedi.
Ve ardından;
"İyi biliniz ki, Allahü teâlâ bir kuluna, (îmânla ölmek)ten daha büyük bir nimet vermemiştir" buyurdu.
● ● ●
Bu büyük zât, sohbetlerinde, ehliyetli olmadığı hâlde dînî mevzularda konuşan yahut yazı ve kitap yazan kimselere nasihat ederdi.
Bir gün evdeydi...
Dostları geldiler.
Sohbet ettiler.
Bir ara onlara;
"Kardeşlerim! Kıyâmet günü bazı insanlar, dünyadayken yazdıkları şeyler için pişman olup; ‘Âh, keşke kalemlerimiz ateş olsaydı da bunları yazamaz olsaydık’ derler" buyurdu.
.Bize yalnız Kur'ândan söyle!"
06-02-2019 02:00
Tâbiîn-i kirâm’dan Muttarif bin Abdullah hazretleri, 95 (m. 713) yılında Basra’da vefat etmiştir.
Bu zât bir gün Efendimizin hadîs-i şerîflerini naklederek bir şey anlatıyordu.
Cemaatten biri;
"Bize yalnız Kur'ândan söyle!" deyiverdi.
Mübârek üzüldü!
Velâkin kızmadı.
O kişiye dönüp;
"Biz de zaten kendisine vahiy gelen ve murâd-ı ilâhîye tam vâkıf olan Hazret-i Peygamberin sözlerini naklederek Kur’ân-ı kerîmden bahsediyoruz" buyurdu.
● ● ●
Bu büyük zât, Arafat'ta vakfeye durmuştu.
Ellerini kaldırıp;
"Yâ Rabbî! Bu kullarının duâlarını, benim günahlarım sebebiyle reddetme, kabul et" diye yalvardı.
Sonra ağladı!
Gözyaşı döktü.
Hâlbuki o insanlar, bilhassa “onu vesîle ederek” duâ ederlerdi.
● ● ●
Yine bir cuma günü, kuşlar tatlı tatlı cıvıldaşıyarlardı.
Yanındakilere;
“Bu kuşlar ne diyor?" diye sordu.
"Bilmiyoruz" dediler.
Bunun üzerine;
"Bu kuşlar ‘Duâların ve tövbelerin kabul olunduğu bu mübârek güne selâm olsun!’ diyorlar" buyurdu.
.Seni görseydi sevinirdi"
07-02-2019 02:00
Tâbiîn’den bir büyük âlim olan Rebî bin Heysem hazretleri, 68 (m. 687) senesinde vefât etmiştir.
Bu zât dışarıda yürürken, haram görmemek için etrafına bakmaz, dâima “başı önünde” yürürdü.
Bu yüzden, onu “kör” zannederdi insanlar.
Hâlbuki kör değildi.
Harama bakmıyordu.
Nitekim bir gün, Abdullah bin Mes’ud hazretlerinin hanımı, bu zâtın geldiğini gördü.
Ve beyine dönüp;
"Senin âmâ dostun geliyor" dedi.
İbni Mes’ud hazretleri kapıyı açınca, onu; gözleri önünde, başı yere eğik vaziyette gördü.
Ve kendisine;
"Vallâhi Peygamberimiz seni görseydi çok sevinirdi" buyurdu.
● ● ●
Bu zât, bir gün İbni Mes’ud hazretleriyle demirciler çarşısına gitti. Orada, ateşin körüklerle alevlendiğini görüp cehennemi hatırladı...
Günahlarını düşündü...
Ve korkudan bayıldı!
Abdullah bin Mes’ud hazretleri onun bu hâlini gördü.
Ve gayriihtiyârî;
“İşte Allah korkusu budur" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
“Efendim, insanlar neden ölmek istemezler?” diye sordular.
O da cevâben;
“Çünkü o insanlar; dünyalarını mâmur, âhiretlerini harâb ettiler. İnsan, mâmur bir yerden harap bir yere gitmek ister mi?” buyurdu...
.Allahü teala seni işitiyor!"
08-02-2019 02:00
Tâbiîn’den bir büyük âlim olan Rebî bin Heysem hazretleri, 68 (m. 687) senesinde vefat etmiştir.
Bir gün bir kişi, kendisine kötü söz söylemişti.
Çok üzüldü.
O kimseye;
"Bu dediklerini Allahü teala işitiyor. Şâyet ben âhirette hesaptan kurtulup da cennete girersem, bu sözlerinin bana hiç zararı olmaz" buyurdu.
Ve ilâve etti:
"Ama eğer cehenneme düşersem, o zaman bu dediklerinden daha kötü biri olduğumu anlarım.”
● ● ●
Bir gün de bağında namaz kılıyordu. O esnâda biri gelip atını çaldı.
Bir kişi bunu gördü.
Ve gidip kendisine;
"Atını çaldılar" dedi.
Buyurdu ki:
"Evet gördüm."
"Niçin mâni olmadın?" deyince de;
"O anda daha çok sevdiğim bir zâtın huzûrundaydım" buyurdu.
● ● ●
Bu büyük velî, yıllarca yatsı abdestiyle sabah namazını kıldı.
Yatsıdan sonra dünyâ kelâmı konuşmazdı.
Yanında kâğıt kalem bulundurur, gündüz konuştuklarını yazardı.
Akşam olunca da, bunun muhâsebesini yapar, içerisinde lüzumsuz bir "dünyâ kelâmı" olup olmadığını araştırırdı...
."Rabbimin bağışlamasını ümit ediyorum!"
09-02-2019 02:00
Tâbiîn’den bir büyük âlim olan Rebî bin Heysem hazretleri, 68 (m. 687) senesinde vefât etmiştir.
Bâzen içinden;
"Ey Rebî! Dağlar ve yeryüzü, müthiş bir sarsıntıyla sarsılıp parça parça dağılarak kıyâmet koptuğu zaman senin hâlin nice olur?" derdi.
Ardından uzun uzun ve hıçkırarak ağlardı.
Bir gün ona sordular:
"Nasıl sabahladın?”
Cevâben;
"Günahkâr bir hâlde sabahladım. Rabbimin bağışlamasını ümit ediyor, ecelimi bekliyorum" buyurdu.
● ● ●
Rebî hazretleri; evinde kendi kazdığı bir mezarda yatıp uyurdu.
Günahlarını düşünür, bin pişmanlık içinde;
"Yâ Rabbî! Beni dünyâya gönder, sana iyi ameller yapayım" meâlindeki âyet-i kerîmeyi okurdu.
Sonra ağlardı!
Kendi kendine;
"Ey Rebî! Geri dönemeyeceğin o gün gelmeden önce Rabbine ibâdet eyle" derdi.
● ● ●
Bu büyük zât bir arkadaşına yazdığı mektupta;
"Ey kardeşim! Kendine nasîhat eden yine kendin ol. Bir kusurun olduğu zaman, başkalarının uyarmalarını bekleme… Bu, güzel bir haslettir; ama artık kalmadı" diye yazdı.
.Devamlı ölümü düşünürdü
10-02-2019 02:00
Tâbiîn’den hadîs ve fıkıh âlimi olan Süleymân bin Mihrân hazretleri, 148 (m. 765) de vefât etti.
Bu zât, uykudan uyandığında su bulup abdest alması gecikecekse, teyemmüm ederdi.
Kendisine;
"Az bir zaman için teyemmüm etmenizin sebebi nedir?"
dediler.
Cevâbında;
"Abdestsiz ölmekten korkuyorum! Çünkü ölümün ne zaman geleceği belli değil" buyurdu.
● ● ●
İmâm-ı Âzam hazretleri, bu zâta; "Allahü teâlâ, bir kulun gözlerinden görme hâssasını alırsa ona karşılığını verir, sana ne verdi?" diye sordu.
Cevâbında;
"Görmek istemediğim kimseleri görmekten beni kurtardı" buyurdu.
● ● ●
Bu zât, bir gence;
“Haram, ateş gibidir evlâdım. Rabbimiz, hiç yoktan yaratıp bunca nimetleri vermişken, bir kul Ona karşı nasıl günah işliyebilir?” buyurdu.
● ● ●
Bir gün de sevdiklerine;
“Bir müminin güzelliği nasıl ölçülür, biliyor musunuz?” diye sordu.
“Bilmiyoruz” dediler.
Bunun üzerine;
“Müminin güzelliği, ne namaz kılması, ne de oruç tutmasıyla belli olmaz. Kimsenin kalbini kırmamasıyla anlaşılır” buyurdu.
.Yumuşaklık, güzel huydur
11-02-2019 02:00
Tâbiîn’den hadîs ve fıkıh âlimi Süleymân bin Mihrân hazretleri, 148 (m. 765)’de vefât etti.
Bu zât bir gün bir gence;
“Güzel ahlâkın en güzeli nedir, bilir misin?” diye sordu.
Delikanlı arz etti ki:
"Bilmiyorum efendim."
Büyük zât;
"İnsanlara yumuşak davranmaktır. Sertlik, ne ailede, ne iş yerinde, ne de devlette geçer akçe değildir" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de sevdiklerine;
"Müminin alâmetlerinden biri nedir?” diye sordu.
"Bilmiyoruz efendim" dediler.
Büyük zât;
"Mümin; verdiği zaman sevinen, günah işlediği zaman üzülen kimsedir" buyurdu.
● ● ●
Bir sohbetinde de;
“Kardeşlerim! Yaptığınız iyilikleri ve size yapılan kötülükleri unutun. İki şey de var ki, onları hiç unutmayın” buyurdu.
Dediler ki:
“Onlar nedir?”
Cevâbında;
“Allahü teâlânın, sizi her an, her yerde gördüğünü ve ölümü unutmayın” buyurdu.
."Beni Hindistan'a iletir misin?"
12-02-2019 02:00
Tâbiîn’den hadîs ve fıkıh âlimi Süleymân bin Mihrân hazretleri, şöyle anlatıyor:
Azrâil aleyhisselâm, “insan” sûretine girerek Süleymân aleyhisselâma uğrayıp, oradaki bir adama dikkatle baktı.
Adam da bunu fark etti.
Sonra Hazreti Azrâil gitti.
O kimse çok korkmuştu!
Süleymân aleyhisselâma;
“Yâ Nebiyyallah! O giden kimdi?” diye sordu.
Süleymân Peygamber;
“Azrâil aleyhisselâmdı” deyince;
“Ben, onun o bakışından çok korktum! Rüzgâra emret de, beni Hindistan'ın tenhâ bir yerine bıraksın” diye ricâ etti.
O da kırmadı onu.
Ricasını yerine getirdi.
Bir gün sonra Azrâil aleyhisselâm tekrar geldi.
Süleymân aleyhisselâm;
“Yâ Azrâil kardeşim! Dün benim yanımdaki adam senden çok korkmuş, ona neden öyle dikkatli baktın?” diye sordu.
Hazret-i Azrâil;
“O gün Hindistan'ın tenhâ bir yerinde, o kimsenin rûhunu kabzetmek için emir aldım, fakat onu burada görünce şaşırdım. Onun için öyle dikkatli baktım... Sonra emir üzere Hindistan’a gittim. Onu orada görüp rûhunu aldım” dedi.
.Âhiret derdiyle dertlenmişti
13-02-2019 02:00
Âmir bin Abdullah hazretleri, Tâbiîn-i kirâmdan bir büyük velî olup, 124 (m. 741) târihinde vefât etmiştir.
Âhiret derdiyle dertlenmişti.
Ölüm ve sonrasını düşünür,
Resûlullah’ın aşkıyla yanardı.
Namaza durduğunda, kendinden geçer, tamamen sıyrılırdı dünya düşüncesinden.
Bir gün bu zâta;
"Efendim, siz namaza durunca hatırınıza hiç dünya düşüncesi gelmez mi?" diye sordular.
Cevâbında;
"Allah'ın huzurundayken bir şey düşünmek hiç uygun olur mu?” buyurdu.
Gündüzleri oruç tutar, geceleri namaz kılardı.
Zîra başka şeyden zevk almazdı.
● ● ●
Bu zât, bir gün talebelerine;
“Helekel müsevvifûn" hadîs-i şerîfini okudu...
Anlayamadılar?!
Mânâsını sordular.
Cevâbında;
“Bunun mânâsı; hayırlı işleri tehir edip de ‘yarın yaparım, sonra yaparım’ diyenler, ziyân etti demektir” buyurdu.
● ● ●
Bir gün de sohbetinde;
“Dünyâda ve âhirette huzurun tek kaynağı, toprak gibi olmaktır” buyurdu.
Ve ilâve etti:
“Toprağa, her gün binlerce kimse basar. Ama o, hiç şikâyet etmez. Biz de mümin kardeşlerimize karşı o topraktan farksız olmalıyız.”
."Çabuk söyle, işim âcil!.."
14-02-2019 02:00
Âmir bin Abdullah hazretleri, Tâbiîn-i kirâmdan bir büyük velîdir.
Bir gün bir kimse onu görüp istifâde etmeye gelmişti kendisinden.
Baktı ki, namaz kılıyor.
Başladı beklemeye.
Büyük velî selâm verdi.
Onu görünce;
"Safâ geldin kardeşim!.. Bana bir şey diyeceksen çabuk söyle ki, işim âcildir" buyurdu.
Adam şaşırdı ve;
"Hayırdır efendim, bu kadar âcil işiniz nedir?” diye sordu.
Büyük zât;
"Ölümü bekliyorum" buyurdu.
Ve yine namaza durdu...
Rûhunu, namazdayken vermeyi çok istiyor ve bunun için namazdan çıkmak istemiyordu.
Arzusu gerçekleşti.
Namazda vefât etti...
● ● ●
Bu zât, bir gün sevdiklerine;
"Âhireti görsem de imânımda ve ibâdetlerimde bir artma olmaz” buyururdu.
Çoğu geceleri uyumazdı.
Ölüm ve âhireti düşünürdü.
Bu zâtın hiç uyumayıp geceleri hep ağladığını bilenler;
"Niçin uyumazsınız?" diye sordular.
Cevâbında;
“Cehennemin harâreti uykumu kaçırıyor. Cehennem, yakmak için insan beklerken, rahat uyuyanlara şaşıyorum" buyurdu.
.Hep âhireti düşünür, çok ağlardı!..
15-02-2019 02:00
Tâbiîn-i kirâmdan Âmir bin Abdullah hazretleri bir cenâze görseydi kendinden geçer ve âhiretteki hâlini düşünürdü.
Şöyle ki;
“Ölüm meleği rûhumu güç mü alır, kolay mı? Kabre girdiğimde mezarım vücudumu sıkıp da kemiklerimi birbirine geçirir mi? Sual meleklerine nasıl cevap veririm? Amel defterim sağımdan mı verilir, yoksa solumdan mı?”
Hep bunları düşünüp kendinden geçer ve ağlayıp yaş akardı gözlerinden!
● ● ●
Sohbetlerinde;
“Kardeşlerim! Dışı, içine uymayan birini görmek isterseniz bana bakın” buyururdu.
Sevdikleri, ona;
“Niçin böyle söylüyorsun efendim?” derlerdi.
Onlara cevâben;
“Çünkü yüz kadar iyi huy biliyorum. Onlardan birini bile kendimde göremiyorum. Kötü huyları sayıyorum. Hepsinin kendimde olduğunu görüyorum” derdi.
● ● ●
Bir gün de dostlarına;
“Uygunsuz bir sözü terk etmek; nefse, bir gün oruç tutmaktan daha ağır gelir. Uzun yaz günlerinde oruç tutmak, gıybet konusunda dili tutmaktan daha kolaydır” buyurdu.
.Terk et onları!
16-02-2019 02:00
Tâbiîn-i kirâmdan Âmir bin Abdullah hazretleri, Eshâb-ı kirâmdan Zübeyr bin Avvam hazretlerinin torunudur.
Bir gün babası Abdullah bin Zübeyr hazretlerini ziyârete gitti.
Babası kendisine;
“Neredeydin oğlum?" diye sordu.
O da cevâben;
"Babacığım bâzı insanlarla tanıştım. Kur’ân-ı kerîm okuyup kendilerinden geçiyorlar!" diye arz etti.
Babası cevaben;
"Evlâdım! Ben, Resûlullahı Kur’ân-ı kerîm okurken çok gördüm. Ama onda hiç böyle hâller olmazdı" dedi.
O da terk etti onları.
● ● ●
Bu zât bir sohbetinde,
“Kardeşlerim! Nasıl ki, yağmurla yerlere ‘can’ gelirse Kur’ân-ı kerîm okumakla da kalplere ‘nûr’ dolar” buyurdu.
Ve ekledi:
“İki şey vardır ki, ikisi de çok büyük bir nimettir.”
Sordular ki:
“Onlar nedir efendim?”
“Birincisi; ‘Allah adamları’nın sohbetinde bulunmak, ikincisiyse; gece herkes uyurken kalkıp namaz kılmaktır” buyurdu.
Yine buyurdu ki:
“İki şey de vardır ki, bedbahtlık sebebidir.”
Dediler ki;
“Onlar nedir?”
Cevâbında;
“Biri; kalbin katı olup, gözün yaşarmaması, ikincisiyse; kalbin dünyaya sıkı bağlanmasıdır” buyurdu.
.Bütün geceyi ihyâ etmek...
17-02-2019 02:00
Tâbiîn-i kirâmdan Âmir bin Abdullah hazretleri, Eshâb-ı kirâm’dan Zübeyr bin Avvam hazretlerinin torunudur.
Bir gün bu büyük zâta;
"Efendim, bir mübârek geceyi ihyâ etmek için sabaha kadar ibâdet etmek gerekir mi?" diye sordular.
Cevâbında;
"Hayır, bir saat kadar ihyâ etmek, bütün geceyi ihyâ etmek olur" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de;
"İbâdetlerin en mühimi nedir efendim?" diye sordular.
Cevâbında;
"En mühim ibâdet; bütün ibâdetleri kendinde toplayan ve insanı Allahü teâlâya en çok yaklaştıran namazdır" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de buyurdu ki:
“Namazı doğru kılmakla şereflenen bir kimse, çirkin şeyler yapmaktan korunmuş olur. Âyet-i kerîmede meâlen (Doğru kılınan namaz, insanı kötülüklerden herhâlde uzaklaştırır) buyuruldu.”
● ● ●
Biri de bu zâta gelerek;
“Âhirette kurtulmak için ne yapmalıyım efendim?” diye sordu.
Büyük velî, ona;
“Tek şey yap!” buyurdu.
“O nedir ki efendim?” deyince de;
“Kurtulanlarla beraber ol. İyilerle beraber olursan, âhirette kurtulursun” buyurdu.
.Aslan birden sakinleşti!..
18-02-2019 02:00
Tâbiîn’den büyük âlim Âmir bin Abdullah hazretleri, bir gün kâfileyle yolculuğa çıkmıştı.
Az sonra karşılarına korkunç bir “aslan” çıktı.
Yolcular korktular!
Ve telâşa düştüler!
Büyük velî, aslana yaklaştı.
Ve ağzını sıkıca tuttu.
Aslan sâkinleşip hareketsiz kaldı.
Kervan gidip uzaklaşınca, aslan da ayrıldı oradan...
● ● ●
Âmir bin Abdullah hazretleri; kışın şiddetli soğuklarda abdest alacağı zaman, soğuk olan su, sıcak olurdu...
Ayrıca biri bir şey hediye ettiğinde alıp cebine koyar, karşılaştığı herkese verirdi.
Ama o şey eksilmezdi.
● ● ●
Bu mübârek zât, garipleri, özürlü ve delileri toplar, onlara yemek yedirir, ikrâmda bulunurdu.
Onu böyle görenler;
"Bunların aklı yok, ikrâmı ne bilir?” dediğinde;
"Allahü teâlânın bilmesi kâfidir" buyururdu...
● ● ●
Bu mübârek zât “ölüm hastalığına” tutulduğu zaman üzülüp ağlamaya başladı!
Yakınları;
“Niçin ağlıyorsun, ölümden mi korkuyorsun?" dediler.
Cevâben;
"Benden daha çok ağlaması gereken kim vardır ki? Sonsuz bir yolculuğa çıkıyorum, ama hiçbir azığım yok!" buyurdu...
.Zikir meclisi nedir?
19-02-2019 02:00
Tâbiîn’in büyüklerinden Atâ bin Ebî Rebah hazretleri, 114 (m. 732) senesinde vefât etti.
Bu büyük zâta;
"Efendim, zikir meclisi nedir?" diye sordular.
Cevâbında;
"Namaz nasıl kılınır, oruç nasıl tutulur, nikâh nasıl yapılır, alışveriş nasıl olur, abdest, gusül, helâl ve haram, gibi şeylerin konuşulduğu meclistir" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de;
"Kul için en kıymetli şey nedir efendim?" dediler.
Cevâben;
"Dînini bilmektir" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de bazı sevdikleri;
"Güzel huy nedir efendim?" diye sordular bu zâta.
Cevâben;
"Münâkaşa etmemektir. Nitekim bir hadîs-i şerîfte (Haklı olduğu hâlde dahi münâkaşa etmeyen kimseye, cennetin kenarında bir köşk verilecektir) buyuruluyor” dedi.
● ● ●
Bir sohbetinde de;
“Varlık ve yokluk zamanları, hâlinizi değiştirmesin. Hattâ yokluk zamanında neşeniz, varlıkta da sıkıntınız artsın!” buyurdu.
Sebebini sordular.
Cevâben;
“Allahü teâlânın sevdikleri böyledir... Fakîrlikte rahat ve sâkin, zenginlikteyse sıkıntılı olurlar. Hatta rahatlık zamanında sıkıntı ararlar. Çünkü onlar, sıkıntılardan zevk alırlar” buyurdu.
.“Beni tanıyor musun?”
20-02-2019 02:00
Tâbiîn’in büyüklerinden Atâ bin Ebî Rebah hazretleri, bir gün sohbetinde;
"Allah'ın kullarını sevindirin" buyurdu.
Ve şunu anlattı:
Bir kimse bir mümin kardeşini sevindirince, Allahü teâlâ o sevinçten bir melek yaratır. Bu kimse ölüp kabre konunca, o melek yanına gelir ve ona sorar:
“Beni tanıyor musun?”
“Hayır, sen kimsin?”
Melek de;
“Ben; senin, bir Müslüman kardeşine vermiş olduğun sevincim. Bugün seni sevindirmek ve suâl meleklerine cevap verirken sana yardımcı olmak için geldim” der.
● ● ●
Bir gün, bir gence;
“İnsanlara karşı dilini muhâfaza etmek ‘altın’ı muhâfaza etmekten daha zordur” buyurdu.
Ve ilâve etti:
“Âhirette, cennete giden bir kimsenin orada ağlaması ne kadar garipse, cennete gideceği meçhul olan bir kişinin burada gülmesi de o kadar gariptir.”
● ● ●
Bir gün de sohbetinde;
“Kardeşlerim! Vaktiyle öyle mübârek zâtlar vardı ki, başını, hanımıyla bir yastığa koyardı. Ama sabaha kadar uyumaz, sessiz sessiz ağlar; yastığı gözyaşından ıslanırdı!” buyurdu.
Ve ekledi:
“Yirmi yıl, geceleri böyle ağlardı da hanımının bundan haberi olmazdı!”
.Şu mukaddes yerde Allah'tan kork!.."
21-02-2019 02:00
Halîfe Abdülmelik, hac için Mekke'ye gitmişti.
Atâ bin Ebî Rebah hazretleri de o sırada Mekke-i Mükerreme'de bulunuyordu.
Halîfenin geldiğini işitti.
Onunla görüşmeye gitti.
O sırada halîfe Abdülmelik, devletin ileri gelenleriyle birlikte oturuyorlardı. Atâ bin Ebî Rebah hazretlerinin geldiğini haber verdiler...
Derhâl yerinden fırladı.
Hürmetle karşıladı.
Ve saygı ile;
"Hoş geldiniz efendim, safâlar getirdiniz" dedi.
Elinden tutup yanına oturttu.
Ve ziyâretinin sebebini sordu.
Atâ hazretleri;
"Ey müminlerin emîri! Şu mukaddes yerde Allah'tan kork. Onun yasak ettiği bir iş yapma" buyurdu.
Halîfe de;
"Başüstüne efendim, bu tavsiyenizi yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağım" dedi.
● ● ●
Bu zât bir sohbetinde;
"Kardeşlerim! İbâdetlerinizin çirkin tarafı olmadığını sanmayınız. Biraz incelerseniz, hepsini çirkin bulur, hattâ güzelliğin kokusunu bile duymazsınız. Böyle olan kimse kendini beğenmez. Kendini beğenmeyeniyse Allahü teâlâ çok sever" buyurdu.
.Kendini beğenmek, felakettir!..
22-02-2019 02:00
Tâbiîn’in büyüklerinden Atâ bin Ebî Rebah hazretleri, 114 (m. 732) senesinde vefât etti.
Bir gün sohbetinde;
"Bir kimse ibâdetlerini kusurlu görünce, bunların kıymeti artar. Böylece kabul edilmeye lâyık olurlar. Siz de iyiliklerinizi kusurlu görmeye çalışınız" buyurdu.
Dinleyenler;
"Ama bu çok zor efendim" dediler.
Cevâbında;
"Evet zor, ama kendini beğenmek felakettir. Allahü teâlâ hepimizi bu felaketten korusun" buyurdu.
● ● ●
Bir gün halîfe Abdülmelik, Atâ bin Ebî Rebah hazretlerini ziyârete geldi.
Ve nasîhat istedi.
Atâ hazretleri;
"Ey halîfe! Eshâb-ı kirâmın evlâdına iyi muâmele et, onları incitme. Emrin altında bulunanların haklarını gözet, ihtiyaçlarını gider. Kapını kilitleyip onları dışarıda bırakma!" buyurdu.
Halîfe;
"Efendim, hep başkasının ihtiyacından söz ettiniz, sizin hiç ihtiyacınız yok mudur?" diye sordu.
Büyük velî;
"Ben ihtiyacımı, Allahü teâlâya arz eder, Ondan isterim" buyurdu.
Halîfe duygulanıp;
"Zaten sizi böyle yücelten de işte bu hâlinizdir" dedi.
.Evliyâyı gören, Allahı hatırlar
23-02-2019 02:00
Tâbiîn’in büyüklerinden Atâ bin Ebî Rebah hazretleri, 114 (m. 732) senesinde vefât etti.
Bir gün sevdiklerine;
"Kardeşlerim (Evliyânın anıldığı yere rahmet iner) hadîs-i şerîftir" buyurdu.
Ve ilâve etti:
"Bu hadîs-i şerîf, evliyâyı severek hatırlıyanın, feyiz ve berekete kavuşacağını ve duâlarının kabul olacağını haber veriyor. Herkes muhabbeti miktârınca o büyüklerin feyizlerinden istifâde eder.”
● ● ●
Bir gün de sohbetinde; "Evliyânın bakışları devâ, sohbetleri hasta ve ölü kalplere şifâdır. Onları gören, Allahü teâlâyı hâtırlar" buyurdu.
Dinleyenler;
"Öyle zâtlar yoksa efendim?" dediler.
Cevâben;
“Onlar yoksa kitapları vardır. Onların kitaplarını okuyup, seçilmiş olduklarına inanan ve bunun için onları seven de onların ruhlarından feyiz alır” buyurdu.
Bir gün de sohbette;
“Akıllı insan; dünyâya kıymet vermez, ona aldanmaz. Dünyâya kıymet verenin her işi üzüntülü, karışık ve zor olur” dedi.
Ve ardından;
“Dünya, zehir gibidir, gâfil olanlar onu yer. O da o gâfilleri mahv-u perîşan eder. Ey insanlar! Bu dünyâ vefasızdır, sıkıntıyla doludur” buyurdu.
."Yoldan geçeni çağır!.."
24-02-2019 02:00
Tâbiîn’in büyüklerinden Atâ bin Ebî Rebah hazretleri, 114 (m. 732) senesinde vefât etti.
Zamanın halîfesi, bir gün kapıcısına;
"Yoldan geçen ilk şahsı huzuruma getir" dedi.
Yoldan ilk geçen Atâ bin Ebî Rebah hazretleri oldu. Ancak kapıcı onu tanımıyordu.
Ona seslenip;
"Emîr-ül-mü’minîn sizi çağırıyor" dedi.
Atâ hazretleri içeri girdi...
Halîfeye selâm verdi...
O, nasîhat isteyince;
"Ey halîfe! Cehennemde ‘Hembeb’ adında bir vâdi vardır ki, zâlim hükümdârlar orada yanacaktır" buyurdu.
Halîfe bunu işitince bayılıp düştü!
Ömer bin Abdülazîz hazretleri, şaka yollu;
"Emîrimizi öldürdün" dedi.
Atâ hazretleri;
"Yâ Ömer! İş ciddîdir, şakaya gelmez" buyurdu.
Ve müsâfaha etti.
Ömer bin Abdülazîz;
"Elimi öyle kuvvetli sıktı ki, acısı, elimden hiç çıkmadı” demiştir.
● ● ●
Bir gün bâzı gençler;
“Bize nasîhatiniz nedir efendim?” dediler.
O gençlere;
“Haram işlemeyin, kalp kırmayın, kendinizi beğenmeyin. Her işinizi ihlâsla yapıp insanlardan bir şey beklemeyin” buyurdu...
.Yer yarılsa da içine girsem!..”
25-02-2019 02:00
Tâbiîn’in büyüklerinden Atâ bin Ebî Rebah hazretlerine;
“Bir kimsenin velî olduğu nasıl anlaşılır efendim?" diye sordular.
Cevâbında;
"Tatlı dili, güzel ahlâkı, güler yüzü, cömertliği, münâkaşa etmemesi, özürleri kabul etmesi ve herkese merhamet etmesiyle anlaşılır" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de sohbetinde;
"Yumuşak huylu, hilim sâhibi kimse, gündüzleri oruç tutan, geceleri namaz kılan kimsenin derecesine kavuşacaktır” buyurdu.
Ve ilâve etti:
“Bir hadîs-i şerîfte “Gadap [kızgınlık] zamanında yumuşak davrananı Allahü teâlâ çok sever” buyuruldu.”
● ● ●
Bir gün de sevdiklerine;
“Bir Müslüman, dînimizin her emrine uysa, ama gönlünde biraz ‘dünyâ sevgisi’ olsa, o kul mahşer gününde çok mahcup hâle düşer!”
buyurdu.
“Niçin?” dediler.
Cevâben;
“Çünkü o kimse, mahşer ehli arasından çıkarılır ve bir melek, o kimseyi göstererek; ‘Bu, falan oğlu filândır ve kalbinde ‘dünyâ sevgisi’ vardır. İşte ey ehl-i mahşer! Hak teâlânın hiç sevmediği dünyâyı, bu kişi bir ömür boyu sevmiş ve kıymet vermiştir’ diye nidâ eder.”
O kimse utanır!
Çok mahcup olur.
Ve “Âh! Yer yarılsa da içine girsem” diye temennî eder.
.Bu, cennet yiyeceğidir!.."
26-02-2019 02:00
Ebû Bekr bin İyâş hazretleri, Tâbiîn’den, hadîs ve kırâat âlimidir.
Heysem adında sevdiği biri anlatıyor:
Bir gece rüyâmda Ebû Bekr bin lyâş'ı gördüm.
Önünde bir “hurma tabağı” vardı.
Kendisine;
“Yâ Ebâ Bekr! Bilirsin ki, ben hurmayı çok severim, bana da o hurmadan ikrâm etmeyecek misin?” dedim.
Bana baktı.
Ve cevâben;
“Ey Heysem! Bu hurma, cennet ehlinin yiyeceğidir. Dünyâdakiler bundan yiyemezler” dedi.
Ben bu defâ;
“Bu makâma nasıl ulaştın?” dedim.
Cevâbında;
“Ömrümde tek bir geceyi bile Kur’ân-ı kerîm veya bir din kitâbı okumadan geçirmedim” buyurdu...
● ● ●
Bu zât bir sohbetinde;
“Rabbimiz bir kuluna acır ve onu severse, ona iki şey verir. Birincisi; sevdiği bir kulunu, mesela bir evliyâ zâtı tanıtır ve onun vâsıtasıyla onu kendine çeker” buyurdu.
Sordular ki:
“İkincisi ne efendim?”
Cevâbında;
“İkincisi de ona, hayırlı bir iş, bir meslek nasip eder. Allah'ın; bir kulunu sevdiğinin alâmeti; onun, hayırlı işlerle meşgul olmasıdır” buyurdu
."Benim için duâ ediniz!"
27-02-2019 02:00
Ebû Bekr bin İyâş hazretleri, Tâbiîn’den, hadîs ve kıraat âlimidir.
Bişr bin Hâris anlatır:
Ben, Ebû Bekr bin lyaş'ın;
“Ey sağımda ve solumda bulunan kirâmen kâtibîn melekleri! Benim için duâ ediniz. Çünkü siz, Allahü teâlâya benden daha yakınsınız!” dediğini duydum...
Yine ondan işittim...
Bir zaman bana;
“Hasta olduğum zaman dâhil hiçbir gecem yoktur ki, ben o gecede bir ibâdet yapmış olmayayım” demişti.”
● ● ●
Bir gün de cemaatine;
"Size, nefis ve şeytanın zararından kurtulmanın reçetesini söyleyeyim mi?" diye sordu.
"Seviniriz" dediler.
O zaman;
"Bunun ilâcı, kurtulanlarla beraber olmaktır. Zîra bir cemaatin içinde ‘Allah’ın sevdiği biri’ varsa, Cenâb-ı Hak o zâtın hürmetine hepsini affeder" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
“Efendim, Sırat köprüsünden rahat geçebilmek neye bağlıdır?” diye sordular.
Cevâbında;
“Dünyâda İslâm’a uymakta kılı kırk yararcasına titiz davrananlara, Sırat köprüsü o nisbette geniş ve rahat olacak. Aksine gevşek ve sorumsuz davrananlara da, o nisbette dar ve sıkıntılı olacaktır” buyurdu.
.İnsanlar, susuzluktan ölecek hâle geldi"
28-02-2019 02:00
Ebû Eyyûb-i Sahtiyânî hazretleri, Tâbiîn’den, hadîs ve fıkıh âlimi olup, 748 (H.131) senesinde tâun (veba) hastalığından Basra’da vefât etti.
Kabr-i şerîfi oradadır.
Bir sevdiği anlatıyor:
Bir gece rüyâmda Hazret-i Ebû Bekir ile Hazret-i Ömer'i (radıyallahü anhümâ) gördüm.
Bir hoş oldum.
Ve kendilerine;
“Teşrîfinizin sebebi nedir efendim?” diye sordum.
Cevâben;
“Ebû Eyyûb Sahtiyânî'nin cenâze namazını kılacağız” buyurdular.
Sordum hemen:
“O vefat mı etti?”
“Evet, dün gece vefât etti” buyurdular.
● ● ●
Ebû Eyyûb-i Sahtiyânî hazretlerinin de bulunduğu bir kervanda yolcuların suları bitti. İnsanlar, susuzluktan ölecek hâle geldiler.
Çâresizdiler!..
Bu zâta gelip;
"Efendim, çok zor durumdayız, ne olur bir şeyler yapın, ölüp gideceğiz" dediler.
Ebû Eyyûb hazretleri;
"Bir şartla, kimseye anlatmayacaksınız" buyurdu.
"Anlatmayız" dediler.
O zaman duâ etti içinden...
O anda, “su” fışkırdı.
Buz gibi ve berrak idi.
Herkes kana kana içip ölümden kurtuldular...
.Bir demet fesleğen
01-03-2019 02:00
Evzâî hazretleri, Tebe-i tâbiîn’den büyük fıkıh âlimidir. 157 (m. 774) de Beyrut’ta vefât etti.
Bu zât, Allah dostu bir velî idi.
Kerâmet sâhibiydi.
Sevdiklerinden biri, bir gece yatıp, rüyâ gördü.
Şöyle ki;
Bir demet “fesleğen”, mağrip tarafından göğe yükseldi ve kayboldu.
Ve uyandı uykudan.
Derken sabah oldu.
Bunu, sâlih birine anlattı.
Ve tâbirini sordu.
O da cevâben;
“Bu rüyâ, Evzâî hazretlerinin vefât ettiğine işâret ediyor" dedi.
Adam şaşırdı!
Araştırdılar...
Gerçekten o gece Evzâî hazretlerinin vefât ettiğini öğrendiler.
● ● ●
Evzâî hazretleri, seyyitlerden birinin bir kabahatini görünce, üzüldü!
Zîra onu çok seviyordu.
Hemen yanına gitti.
Ve ona şunu anlattı:
Resûlullah’a yakın olmanız, sizi aldatmasın. Çünkü Efendimiz aleyhisselâm, bir gün kızı Fâtıma'yı yanına çağırdı.
O da koşup geldi.
Ona sevgiyle bakıp;
“Ey kızım! Kendini cehennem ateşinden kurtarmaya bak. Çünkü ben, senin nâmına Allahü teâlâdan bir şey temin edemem” buyurdu
.Yâ Cebrâil! Bana cehennemi anlat!..”
02-03-2019 02:00
Evzâî hazretleri, Tebe-i tâbiîn’den büyük fıkıh âlimidir. 157 (m. 774) Beyrut’ta vefât etti.
Kendisi anlatıyor:
Cebrâil aleyhisselâm bir gün Peygamber Efendimize gelmişti. Efendimiz ona;
“Yâ Cebrâil! Bana cehennemi anlat” buyurdu.
O da şöyle anlattı:
Cehennem, Allahü teâlânın emriyle bin sene yandı.
Kıpkırmızı oldu.
Bin sene daha yandı.
Sapsarı oldu.
Bin sene daha yandı.
Simsiyah oldu.
Oradan dünyaya bir kıvılcım gelseydi, yanıp yok olurdu.
● ● ●
Bu zât, bir sohbetinde;
“Fütüvvet yâni mertlik; düşmanlık edene iyilik yapmak, seni sevmiyene ihsânda bulunmak, sevmediğinle de tatlı konuşmaktır” buyurdu.
Ve ilâve etti:
“Az konuşun, az uyuyun ve az gülün. Zîra çok kahkaha, kalbi öldürür.”
● ● ●
Bir gün de sohbetinde;
“Kim Allahü teâlâya itâat ederse, Allah’ın mahlukları da ona itâat ederler” buyurdu.
Ve ilâve etti:
“Büyüklerden biri;
'Günah işlediğimi, atımın bana olan huysuzluğundan anlıyorum' buyurmuştur.”
.O bir eşkıyâ reisiydi!..
03-03-2019 02:00
Evliyânın büyüklerinden Fudayl bin İyâd hazretleri, gençliğinde “eşkıyâlık” yapardı.
Bir gün adamları, büyük bir kervanın geleceğini haber aldılar. Kervandaki birinin, pek çok malı vardı.
Pek çok da altını.
Soyguncuları farkedince;
“Hiç olmazsa altınlarımı kurtarayım" dedi.
Ve indi deveden.
Onları saklayacak bir yer arıyordu ki, ileride bir “çadır” görüp içeri girdi.
Baktı, bir “genç” gördü.
Namaz kılıyordu.
Namazı bitince;
"Delikanlı, eşkıyâlar bizi soyacak, şu altınları sana emânet bırakıp da sonra alsam olur mu?" diye sordu.
Genç adam;
"Olur, onları şuraya koy" deyip namaza devam etti.
Adam kâfileye döndü.
Baktı ki, kimin nesi varsa gasbediyorlar. İçinden "benim altınlarım emniyette" deyip sevindi...
Soygun işi bitti.
O da altınlarını almak için o çadıra girip gördü ki, eşkıyâlar, gasbettikleri malları, o gence arz ediyorlar.
Meğer genç adam, hepsinin reisiymiş.
Fudayl, adamı görünce
"Gel, altınlarını al" dedi.
Adam da gidip aldı.
Eşkıyâlar;
"Sen ne yaptın ey Fudayl! Biz topladık, sen dağıtıyorsun" dediler.
Fudayl da;
"O, bana hüsnü zan etti, onun hüsnü zannını boşa çıkarmadım. Benim de Rabbime hüsnü zannım var, O da benim bu zannımı boşa çıkarmaz ve beni bu pis işlerden kurtarır" dedi.
."Sizin reisiniz kim?"
04-03-2019 02:00
Evliyânın büyüklerinden Fudayl bin İyâd hazretleri, 187 (m. 803) yılında Mekke’de vefât etti.
Gençlik senelerinde “soygunculuk” yapardı.
Bir gün adamları bir kervanı soydular.
Sonra da yemek için bir yere oturdular.
O ara, kervandan biri gelip, sordu ki:
"Sizin reisiniz kim?"
Dediler ki:
"Reis burada değil.”
"Nerededir peki?"
Ona bir ağacı gösterip;
"Bak, şu ağacın altında namaz kılan biri var ya, işte reisimiz odur" dediler.
Adam şaşırdı;
Sordu hemen:
"O sizinle yemez mi?"
"Hayır, o her gün oruç tutar. Onun için gündüzleri yemek yemez" deyince hayretler içinde ayrılıp Hazret-i Fudayl'ın yanına gitti!
Ve dedi ki:
"Kusura bakmazsanız size bir şey soracağım.”
"Estağfirullah, sor.”
"Bir yanda namaz oruç, bir yanda harâmîlik, anlamadım, bu nasıl oluyor?"
Hazret-i Fudayl;
"Haklısın" dedi.
Ve ardından;
"Doğru söylüyorsun, gerçekten tuhaf. Ama ümitliyim, inşallah bir gün kurtulurum bu işlerden" dedi.
Ve kısa zamanda kurtuldu.
Hattâ, büyük bir “velî” oldu.
."Vakit gelmedi mi ki?"
05-03-2019 02:00
Evliyânın büyüklerinden Fudayl bin İyâd hazretleri, 187 (m. 803) yılında Mekke’de vefât etti.
Bir gün bir kervan, Fudayl bin İyâd'ın pusu kurduğu yere gelip mola verdi ve kervandaki bir “yolcu” Kur’ân-ı kerîm okumaya başladı.
Sesi çok tesirliydi.
Hazret-i Fudayl da işitiyordu okunan Kur’ân-ı kerîmi. Bir âyet-i kerîmeye gelince dikkat kesildi birden...
Ve çok etkilendi.
Zîra âyette meâlen;
"Vakit gelmedi mi ki, kötü hâllerine pişman olup Allah’a tövbe etsinler" buyuruluyordu.
Bu âyeti işitti.
Başladı ağlamaya!
Kendi kendine;
"Vakit geldi, geldi, geçti bile" dedi.
Ve oradan ayrılıp bir harâbeye girdi...
Rabbinden utanıyordu!
"Beni affet" diyordu.
Bir müddet sonra aynı kervan yola çıktı yine.
Lâkin Hazret-i Fudayl’e soyulmaktan çok korkuyorlardı!
Birbirlerine;
"Fudayl'in yolu üzerindeyiz. Acaba ona soyulmadan geçebilecek miyiz?" diyorlardı.
Fudayl işitti bunu.
Ve ortaya çıkıp;
"Ey yolcular, müjde; Fudayl tövbe etti, harâmîliği bıraktı, artık bu yollardan rahat olarak geçebilirsiniz!" diye seslendi onlara.
.Ne için ağlıyorsun?
06-03-2019 02:00
Evliyânın büyüklerinden Fudayl bin İyâd hazretleri, 187 (m. 803) yılında Mekke’de vefât etti.
Bu zât, gençliğinde yaptığı günahlarına tövbe etmişti. Bir gün Sultânın adamlarını gördü yolda.
Yanlarına gitti.
Ve ağlayarak;
"Beni Sultân'a götürün ki, suçumun cezâsını versin!" diye yalvardı.
Birlikte gidip, isteğini sultâna bildirdiler.
Sultân onu gördü.
"Hoş geldin" dedi.
Ve adamlarına;
"Evine götürün, istirahat etsin!" diye emretti.
Saygıyla alıp götürdüler.
Evine geldiğinde hâlâ ağlıyordu!
Hanımı gördü onu.
Ve merakla sordu:
"Hayrola bey, ne oldu, niçin ağlıyorsun, yoksa dövdüler mi seni görevliler?"
"Hayır dövmediler.”
"Peki, niye ağlıyorsun?"
"Sultân cezâmı vermedi. Onun için ağlıyorum" buyurdu.
● ● ●
Bu zât bir sohbetinde;
“Kardeşlerim! Müslüman; almayı değil, vermeyi düşünür. Onu kârlı bilir. Alınca değil, verince sevinir” buyurdu.
Ve ilâve etti:
“Böyle olan kimse, eceli geldiğinde rûhunu da kolay verir. Rûhu, tereyağından kıl çeker gibi çıkar da haberi bile olmaz.”
.Ölüme hazırlan!
07-03-2019 02:00
Evliyânın büyüklerinden Fudayl bin İyâd hazretleri, 187 (m. 803) yılında Mekke’de vefât etti.
Bu zât sevdiği bir gence;
"Ölüme hazırlan!" buyurdu.
Genç cevâben;
"Ben henüz gencim efendim" dedi.
Büyük velî;
"Evet öyle" dedi.
Ardından da;
"Evet gençsin, ama ecel genç ihtiyar tanımıyor ki evlâdım" buyurdu.
Genç sordu hemen:
"Ölebilir miyim yâni?"
"Elbette evlâdım!.. Unutma, gençken ölenlerin sayısı, yaşlanıp da ölenlerden daha fazladır.”
Korkuyla sordu yine:
"Peki, ne yapayım?"
"Dînini öğren ve öğrendiklerinle amel et. Ama hemen başla, yarına bırakma!"
"Neden efendim?"
"Çünkü ölüm âni gelir. ‘Yaşlanınca yaparım’ diyenlerin çoğu, yaşlılığı görememişlerdir” buyurdu.
● ● ●
Bir gün de sevdiklerine;
“Bir araya geldiğinizde İslâmiyetten konuşun, yâhut açın bir ilmihâl kitâbı okuyun” buyurdu.
Hikmetini sordular.
Onlara döndü ve;
“Allah rızâsı için, üç beş kişi bir araya gelir de Allah’tan ve Peygamberden bahsederlerse, gökteki melekler onlara imrenirler” buyurdu.
."Benimle gelir misin?"
08-03-2019 02:00
Evliyânın büyüklerinden Fudayl bin İyâd hazretleri, 187 (m. 803) yılında Mekke’de vefât etti.
Gençliğinde işlediği bütün günahlarına tövbe ettikten sonra Beytullaha gitmeyi arzu etti.
Hanımına seslendi.
Yanına geldiğinde;
"Ben Kâbe'ye gidiyorum. İster aramızdaki nikâh bağını çözelim, serbest ol, istersen benimle sen de gel" dedi.
Hanım tereddütsüz;
"Geliyorum" dedi.
Ve gerekli hazırlığı yapıp, yola çıktılar...
Hazret-i Fudayl, hacdan sonra İmâm-ı âzam hazretleriyle görüştü.
Derslerine katıldı.
Çok şey öğrendi.
Ve az zamanda yetişip “âlim” ve “velî” oldu.
● ● ●
Bir gün Arafat meydanında toplanan kalabalık halka baktı. O anda herkes Allahü teâlâdan af ve mağfiret diliyorlardı.
O, bu hâli gördü.
Kendi kendine;
"Yâ Rabbî! Senin affın sonsuz, merhametin nihâyetsizdir. Bu kulların hepsini de affedebilirsin" dedi.
Ve çok duâ etti...
O an can kulağına;
"Ey Fudayl! Senin bu hüsnü zannın hürmetine, bu hacıların hepsini affettim" diye bir ses geldi.
.Muvaffak olmanın iki sırrı
09-03-2019 02:00
Evliyânın büyüklerinden Fudayl bin İyâd hazretleri, bir gün sevdiği bir gence;
"Oğlum! Allahü teâlânın sana nasıl davranmasını istiyorsan, sen de Onun kullarına öyle davran" buyurdu.
Ve ekledi:
"Unutma, muvaffak olmanın sırrı iki şeydir."
Genç adam sordu:
"Onlar nedir efendim?"
Büyük velî;
"Biri; günahlardan sakınmak, öbürü, Allahü teâlânın kullarına iyilik etmektir. Bu ikisini yapan, evliyâdır" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
"İnsan, alın yazısını bilebilir mi efendim?" diye sordular.
Onlara cevâben;
"Bilebilir" buyurdu.
"Nasıl bilir?" dediler.
"Gönlünde ne yatıyorsa, alın yazısı odur... Meselâ bir ırmağın akış yönünden, hangi noktada denize döküleceği anlaşılır mı?"
"Evet" dediler.
"İşte insanın alın yazısı da, yaptığı işlerden anlaşılır" buyurdu.
● ● ●
Bu zât bir gün de cemaatine;
“Cömert olun. Cömertlik, öyle bir haslettir ki, insanın bütün ‘kötü huylarını’ örter, göstermez” dedi.
Ve ekledi:
“Hasislik de öyle bir huydur ki, bütün güzel yanlarını örter, göstermez.”
."Bu şaşaalı hayattan sıkıldım"
10-03-2019 02:00
Fudayl bin İyâd hazretleri, Hârun Reşid zamanında yaşamış büyük bir velîdir.
Halîfe Hârun Reşid bir gece vezîrini yanına çağırdı.
Ve kendisine;
"Beni, gönül ehli birine götür. Zîra kalbim bu şaşaalı hayattan sıkıldı. Bir ‘Allah adamı’ görelim de kalbimiz ferahlasın" dedi.
Vezîr cevâben;
"Başüstüne" dedi.
Ve o zamanın evliyâsından Süfyân bin Uyeyne hazretlerine götürdü.
Kapısını çaldı.
Ve dışarıdan;
"Ey Süfyân! Sultanımız kapına geldi, seninle görüşmek istiyor" diye seslendi.
Kapı hemen açıldı.
Hazret-i Süfyân çıktı.
Karşısında Sultanı görünce;
"Amân Sultânım! Niçin habersiz geldiniz? Bilseydik zât-ı âlinizi yormaz, biz gelirdik" dedi.
Sultân bunu duydu.
Vezîrinin kulağına;
"Aradığım bu değil" diye fısıldadı.
Oradan ayrılıp Fudayl bin İyâd hazretlerine gittiler. Bu zât, Kur’ân-ı kerîm okuyordu.
Sesi duyuluyordu.
Bir âyet-i kerîmede;
"Günahkârlar, kendilerini, ehl-i takvâ ile bir tutacağımı mı zannediyorlar?" buyuruluyordu meâlen.
Hârun bunu işitti.
"Bu, bize kâfi" dedi.
Ve saraya döndü...
.Hesap günü gelmeden kendini hesaba çek!"
11-03-2019 02:00
Büyük velîlerden Fudayl bin İyâd hazretleri, bir gence;
"Oğlum! Senin en kıymetli sermâyen ömründür. Bunu, en kıymetli şeyleri yaparak değerlendir" buyurdu.
Delikanlı sordu:
"Ne yapayım efendim?"
Büyük zât;
"Dînini öğren, öğrendiklerinle amel et, hesap günü gelmeden kendini hesaba çek!" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de sevdiklerine;
“Haramlardan kaçınmak, iki türlüdür. Birincisi, Allahü teâlânın hakkı olan günahlardan kaçınmaktır. İkinci mısmı, kulların hakları da bulunan günahlardan kaçınmaktır” buyurdu.
Dinleyenler;
“Hangisi daha mühim?” dediklerinde;
“İkinci kısmı daha mühimdir. Zîra Hak teâlâ hiçbir şeye muhtaç değildir ve çok merhametlidir. Kullar ise pekçok şeye muhtaç oldukları gibi cimridirler” buyurdu
● ● ●
Bir gün de bir sevdiğine;
“Evlâdım! İnsanların kaybettiğini bulmaya çalış!” buyurdu.
Delikanlı sordu:
“O nedir ki, efendim?”
Cevâbında;
“Sevgi ve muhabbettir. Sertlikle bir yere varılamaz. Sert insan; yalnız adamdır ve yalnız kalmaya mahkûmdur” buyurdu.
.Sultânın benimle ne işi var?"
12-03-2019 02:00
Halîfe Hârun Reşid, bir akşam üzeri vezîriyle birlikte Fudayl bin İyâd hazretlerinin kapısını çaldılar.
O, içeriden sordu:
"Kimsiniz?"
Vezîr seslendi:
"Sultânımız seni ziyârete geldi. Kapıyı aç ki, kendisini daha fazla bekletmiyelim" dedi.
Hazret-i Fudayl;
"Sultânın benimle işi olmaz, benim de Sultânla hiç işim olmaz, lütfen meşgul etmeyin!" dedi.
Halîfenin hoşuna gitti.
Vezîrin kulağına eğilip;
"Aradığım, işte budur" dedi.
Ancak kapı açılmıyordu.
Vezîr, seslendi yine:
"Ey Fudayl! Aç kapıyı.
Hazret-i Fudayl;
"Ben açmam. Ama siz zorla girecekseniz, onu bilemem” dedi.
Yaşlı annesi;
"Aç oğlum" deyince açtı.
Onlar girince kandili söndürüp;
"Gözüm, dünyâ ehli birini görmesin" buyurdu.
O, dünyâ Sultânıydı.
Bu, gönüller Sultânı.
Hârun Reşid;
"Ey Fudayl! Bir nasîhatini almak için kapına geldim" dedi.
Hazret-i Fudayl, onun elini tutup; “Ne yumuşak el, bâri cehennemde yanmasa" buyurdu.
Hârun Reşid ağladı!
O, sözüne devamla;
"Ey Hârun! Sen milletin Sultânısın. Ama bilesin ki, asıl sultanlık, kendi nefsine sultân olabilmektir” buyurdu...
.Nefsine Sultân ol!.."
13-03-2019 02:00
Hârun Reşid, bir gün Fudayl bin İyâd hazretlerine geldi.
Ve nasîhat istedi.
Hazret-i Fudayl;
"Ey Hârun! Sen şimdi Sultânsın. Ama asıl Sultânlık; nefsine hâkim olup bir günah işlememektir" buyurdu.
Ve devam etti:
Ey Hârun! Hazret-i Abbâs, bir gün Resûl-i ekrem Efendimize gelerek "Beni bir kavim üzerine emîr yap!" diye arz etti.
Efendimiz cevâben;
"Ey Amcam! Seni, nefsinin üzerine emîr yaptım. Bir kavme başkan olmak, pişmânlıktır” buyurdu.
Hârun Reşid;
"Yine söyle" dedi.
Büyük velî;
"Sultânlık büyük vebâldir" buyurdu.
Ve şunu anlattı:
Ömer bin Abdülazîz hazretleri Sultân olduğu zaman, o devrin âlimlerinden Sâlim bin Abdullah hazretlerine mektup yazdı.
O mektupta;
“Çok ağır bir yükün altına girdim. Altından kalkabilmem için bana ne tavsiye edersin?” diye sordu.
O, mektubu okudu...
Ve cevap olarak;
“Bunun için, halkından yaşlı kimseleri baban, gençleri kardeşin, çocukları evlâdın, kadınları anan, kızları da bacın bil. Sen bu yakınlarına nasıl davranıyorsan, tebaana da öyle davran. Yoksa âhirette azaptan kurtulamazsın!” buyurdu.
."Nice güzel yüzler vardır ki…"
14-03-2019 02:00
Evliyânın büyüklerinden Fudayl bin İyâd hazretleri, 187 (m. 803) yılında Mekke’de vefât etti.
Hârun Reşid, bir gün Fudayl bin İyâd hazretlerine geldi.
Nasîhat istedi.
Hazret-i Fudayl;
"Ey Hârun! İyi bil ki, senin şu güzel yüzün cehennemde yanar da çirkinleşir" buyurdu.
Hârun ağlamaya başladı!
Büyük velî devam etti:
"Ey Hârun! Milletine zulmetme ki, bunun azâbından kurtulamazsın. Her bir icraatından Allah soracak. Ne cevap vereceksin?"
Hârun ağlıyordu!
O, devam edip;
"Bugün koca saraya sığmıyorsun. Ölünce, o daracık mezara nasıl sığacaksın? Sultânlığına güvenme ki, orada sultanlığa bakmazlar" buyurdu.
Halîfe çok ağladı!
Vezîr dayanamadı.
"Yeter ey Fudayl, artık söyleme!" dedi.
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
“Cehenneme hiç girmemenin yolu nedir efendim?” diye sordular.
Cevâbında;
“Doğru îmân ve itikat sâhibi olmaktır. Zîra itikadı bozuk olan bir kimse, dînimizin bütün emirlerini yapsa da, tövbesiz öldüyse, cehenneme girmeme ihtimâli yoktur” buyurdu.
."Müslüman kimseye yük olmaz"
15-03-2019 02:00
Bir gün Fudayl bin İyâd hazretlerinin huzûruna sevdiği bir kimse geldi ve;
"Efendim! İyi bir Müslümann nasıl olur” diye sordu.
Hazret-i Fudayl;
"İyi bir Müslüman; hiç kimseyi gıybet etmez, kimseye sû-i zanda bulunmaz, kimseyi kötü bilmez ve hiç kimseyle alay etmez" buyurdu.
O kimse sordu:
"Başka efendim?"
Buyurdu ki:
"İyi Müslüman; kimseye yük olmaz, herkesin yükünü çeker. Kendini beğenmez, kendini hiç kimseden üstün görmez, tevâzuyu elden bırakmaz.”
Adam sordu yine:
"Ya namaz efendim?"
Büyük velî;
"O zâten belli, Müslüman elbette beş vaktini kılar. Ayrıca Ehl-i sünnet âlimlerini, evliyâ zâtları çok sever. İmân ve ibâdet bilgilerini onlardan öğrenip buna göre amel eder" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de bir genç;
“Bana nasihat eder misiniz efendim” diye ricâ etti.
Büyük zât ona;
“Kızarsan, öfkeni yen! Zîra hadîs-i şerîfte, Resûlullah Efendimiz; (Kuvvetli olmak, başkalarını yenmek değildir. Kuvvetli olmak, kahraman olmak, kendi öfkesini yenmektir) buyurdu” diye cevap verdi.
."Kur’ân-ı kerîm oku; ancak!"
16-03-2019 02:00
Evliyânın büyüklerinden Fudayl bin İyâd hazretleri, 187 (m. 803) yılında Mekke’de vefât etti.
Bu zâtın bir oğlu vardı.
Ne zaman Kur’ân-ı kerîm’i dinlese, “âhiret korkusundan” bayılır, düşerdi!
Bir gün babasının yanına bir hâfız geldi.
Sesi çok güzeldi.
Ona oğluna gösterip;
"Şu oğluma güzel sesinle Kur’ân-ı kerîm oku. Ama Zilzâl ve Kâri'a sûrelerini okuma sakın!" buyurdu.
Hâfız merak etti ve
“Niçin?” diye sordu.
Hazret-i Fudayl;
"Çünkü azap âyetlerini dinlemeye tâkat getiremez ve güç yetiremez. Cehennem korkusundan bayılır, hattâ ölebilir!" buyurdu.
Hâfız durumu anladı...
"Peki efendim" dedi.
Ve gidip Kur’ân-ı kerîm okumaya başladı çocuğa. Ama unutup “Kâri'a” sûresini de okudu...
Dördüncü âyetini okuyunca, çocuk "Allah!” deyip düştü...
Baktılar, ölmüştü!
Babasına söylediler.
Fakat mübârek zât üzülecek yerde gayriihtiyâri tebessüm etti. Kendisine;
"Bu zaman gülünecek vakit midir efendim?" dediler.
Onlara cevâben;
"Resûlullaha uydum" buyurdu.
"Nasıl?" dediler.
"Resûlullah’ın da oğlu vefât etmişti... Efendimize yapılan, bana da yapıldı. Onu düşünerek sevinip güldüm" dedi.
Hangi duâ kabul olur?
17-03-2019 02:00
Fudayl bin İyâd hazretleri, bir gün;
"Müminin arkasından yapılan duâ kabul olur, hattâ onun için ne duâ ettiyse, aynı şeylere kendisi de kavuşur" buyurdu.
Dinleyenler;
"Nasıl?" diye sordular.
Buyurdu ki:
"Meselâ birine gıyâbında, duâ etseniz, bir melek de size; (Sen bu kardeşin için ne istediysen, o şeyleri Hak teâlâ sana da versin) diye duâ eder. Melek günahsız olduğu için, duâsı kabul olur.”
● ● ●
Bu zât, bir gün de Mira Dağı'nda bulunuyordu.
Yanında sevdikleri de vardı.
Bir ara onlara;
"Allah dostu bir velî zât, şu dağa, (sallan!) diye seslense, dağ o an sallanır" buyurdu.
O, sözünü bitirdi.
Dağ sallanmaya başladı.
Ordakiler korktular!
Hazret-i Fudayl;
“Korkmayın, şimdi durur" buyurdu.
Sallanma durdu.
● ● ●
Bir gün de sohbetinde;
“Yapılacak en mühim iş, îmânını Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği gibi düzeltmektir” buyurdu.
Sordular ki:
“Sonra ne mühimdir efendim?”
Cevâbında;
“İmândan sonra en mühim emir, beş vakit namazdır. Beş vakit namaz kılmak, her Müslümana farz-ı ayndır ve kılmamak büyük günahtır” buyurdu.
.
."Birine borcun var mı?.."
18-03-2019 02:00
Evliyânın büyüklerinden Fudayl bin İyâd hazretleri, 187 (m. 803) yılında Mekke’de vefât etti.
Bir gün halîfe Hârun Reşid, bu büyük velîden nasihat istedi.
O nasihat ettikçe, ağlıyordu!
Çok ağlamaktan bayıldı!
Ve yere düştü...
Ayıldığında;
"Ey Fudayl! Birine borcun var mı?" diye sordu.
Hazret-i Fudayl;
"Rabbime kulluk borcum var" buyurdu.
Halîfe;
"Onu kastetmemiştim. İnsanlardan birine borcun var mı?" deyince;
“Hayır, Hak teâlâ bana öyle çok nîmetler verdi ki, kullarına minnet etmiyorum" buyurdu.
Hârun Reşid ona “bin altın” uzatıp;
"Bunlar kendi malımdır ve helâldir, rahatça kullan" dedi.
Lâkin kabul etmedi.
"Al bunları önümden. Bunca öğüt dinledin, ama hiç faydası olmamış" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de;
"Müslüman anne babanın yüzüne, şefkatle bir defa bakan kişiye, kabul olmuş bir hac sevâbı verilecektir" buyurdu.
Dinleyenler;
"Bin kere baksa efendim?" dediler.
Büyük velî;
"Bin kere baksa, bin hac sevâbı verilir" buyurdu.
.Bu kızlar, Rabbimden bana emânet!"
19-03-2019 02:00
Evliyânın büyüklerinden Fudayl bin İyâd hazretlerinin vefâtı yaklaşmıştı.
Hanımını çağırıp;
"Ben ölünce, şu iki kızımı alıp Ebû Kubeys Dağı'na çık. Orada duâ et" diye vasiyet etti.
Kadıncağız sordu:
"Nasıl duâ edeyim?"
"Yâ Rabbî! Beyim öleceği vakit, ‘Bu kızlar, Rabbimden bana emânetti, şimdi ölürken Ona iâde ediyorum’ deyip vefât etti. Sen bunları zâyi etme, diye duâ et" dedi.
Ve o gün vefât etti...
Namazını kılıp defnettiler.
Hanımı, iki kızını aldı.
Ebû Kubeys Dağı'na çıktı.
Orada ağlayarak bunları söyledi.
O esnâda Yemen hükümdârı, hanımıyla oradan geçiyordu.
İki de oğlu vardı yanında.
Bu hanıma yaklaşıp;
"Ey hâtun! Sen bu tenhâ yerde ne arıyorsun, hem niçin ağlıyorsun?" diye sordu.
Kadıncağız da anlattı.
Hükümdâr duygulanıp;
"Bu işte ilâhî bir hikmet olsa gerek. Zîra senin iki kızın var, benim de iki oğlum var" dedi.
Ve sordu kadına:
"Allah'ın emriyle ve biner altın mehirle, senin bu kızlarını benim oğullarıma istiyorum, râzı mısın?"
Hanım çok sevinip;
"Evet râzıyım" dedi.
Ertesi gün nikâhları kıyılıp, düğünleri oldu.
.Tatlı dil ve güler yüz...
20-03-2019 02:00
Evliyânın büyüklerinden Fudayl bin İyâd hazretleri, 187 (m. 803) yılında Mekke’de vefât etti.
Bir gün sevdiklerine;
"Din nasihattir. Her Müslüman elinde ne imkân varsa, onunla Allah'ın kullarına emr-i mâruf yapmalıdır" buyurdu.
Dinleyenler sordu:
"Nasıl yapalım efendim?"
Büyük velî;
"İlmi olan ilmiyle, malı olan malıyla, mevkîsi olan mevkîsiyle yapar" buyurdu.
● ● ●
Fudayl bin İyâd hazretleri bir gün, bazı sevdiklerine;
"Bir kişi Allah'a âsi, günahkâr olsa, mahlûklar da ona isyân eder. Ben; Rabbime isyân edip etmediğimi, hayvanlarımın bana olan tavrından anlarım" buyurdu.
Dinleyenler sordu:
"Nasıl anlarsınız?"
Cevâben onlara;
"Şöyle anlarım ki; Ben Rabbime itâat edersem, onlar da bana itâat eder, ben isyân edersem, onlar da bana isyân ederler" buyurdu.
● ● ●
Bu velî zât bir gün de sohbetinde, cemaate;
"İnsanın yanındakilerle, tatlı dil ve güler yüzle, sevgi ve muhabbetle iyi geçinmesi, geceleri namaz kılmasından, gündüzleri oruç tutmasından daha iyidir" buyurdu.
."Bu, bir mârifet midir?"
21-03-2019 02:00
Evliyânın büyüklerinden Fudayl bin İyâd hazretleri, 187 (m. 803) yılında Mekke’de vefât etti.
Yakınları, bu büyük zâta, birini methederken;
"O, hiç tatlı yemez" dediler.
Hazret-i Fudayl;
"Tatlı yememek, mârifet midir?" buyurdu.
Sordular bu defâ:
"Mârifet nedir efendim?"
Büyük velî;
"Ahlâkı nasıl, yakınlarına güzel davranıyor mu, hısım akrabâsına iyilik ediyor mu, ayrıca birine kızdığı zaman öfkesini yeniyor mu? Kişinin fazileti, işte bunlardan belli olur" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
"Tasavvuf nedir efendim?" diye sordular.
Cevâben;
"Günah işlemek arzusunu kalbinden söküp atmaktır!" buyurdu.
Ve şunu anlattı:
Alî bin Ebî Tâlip “radıyallahü anh” bâzı insanların eğlendiklerini görünce, onlara;
“Niçin eğleniyorsunuz?’ diye sordu.
Onlar cevâben;
“Bugün bizim bayramımızdır” dediler.
O vakit Hazret-i Alî;
“Günah işlemediğimiz gün de, bizim bayramımızdır” buyurdu...
."Senin kaç kalbin var?.."
22-03-2019 02:00
Evliyânın büyüklerinden Fudayl bin İyâd hazretleri, harâmîlik yaptığı dönemde, bir gün kendi çocuğunu kucağına almış, seviyordu.
Çocuk ona;
"Beni seviyor musun babacığım?" diye sordu.
Dedi ki:
"Elbette oğlum?"
"Peki, Allah'ı seviyor musun?"
"Tabii ki, seviyorum."
"Annemi seviyor musun?"
"Hem de çok."
Çocuk bu defâ;
"Peki, bu sevgilerin hepsini bir tânecik kalbine nasıl sığdırıyorsun babacığım?" dedi.
Oğlunun bu sözünden, çok etkilendi.
Ve “hidâyet nurları” dolmaya başladı kalbine.
Çok duygulandı!
Kendi kendine;
"Bu, bana bir îkaz-ı ilâhî, bunu ona Allah söyletti. Yoksa bu çocuk, bu sözleri edemezdi. Rabbim, bana acıyıp, bu çocukla beni îkaz ediyor" diye düşündü...
Bıraktı oğlunu.
Ve ellerini açıp;
"Yâ ilâhî!.. Söz veriyorum, bundan sonra harâmîlik yapmayacağım, beni affet" diye yalvardı.
Ve oğluna;
"Evlâdım! Sen ne güzel vâizsin ki, beni irşâd ettin... Senin nasîhatinle kalbim değişti, hidâyete kavuştum" dedi.
.Cömert ve takvâ sahibiydi
23-03-2019 02:00
Hafs bin Gıyâs hazretleri, Hânefî mezhebi imâmlarındandır. 198 (m. 809) da Kûfe’de vefât etti.
Kendisi hadîs âlimidir.
Sonra kadı/hâkim oldu.
O da şöyle oldu:
Halîfe Hârun Reşid, Abdullah bin İdris, Veki bin Cerrah ve Hafs bin Gıyâs'ı huzuruna çağırdı. Üçünden birini kadı yapmak istiyordu.
Abdullah içeri girdi...
Odaya girer girmez;
"Esselâmü aleyküm" deyip, felçli gibi kendini yere attı. Hârun Reşid onun bu hâlini gördü.
Garibine gitti.
Adamlarına;
“Bu felçliyi götürün, bundan kadı olmaz" dedi.
Onu götürdüler...
Veki bin Cerrah huzura girdi.
Parmağını gözünün üstüne koydu.
Ve Halîfeye dönüp;
"Bir yıldır bununla görmüyorum" dedi.
Maksadı, parmağıydı.
Plânı tutmuştu.
Meclistekiler, gözüne işâret ettiğini sanıp; "Gözü görmeyen, kadılık yapamaz" dediler.
Sonra Hafs bin Gıyâs geldi.
Hem çok fakîrdi.
Hem de borçlu idi.
Üstelik ailesi de kalabalıktı.
Onun için kadılığı kabul etti.
Nitekim kendisi;
"Allah’a yemîn ederim ki, açlıktan ölecek hâle düşmedikçe kadılığı kabul etmedim" demiştir.
.İnandığı gibi yaşadı, yaşadığı gibi öldü...
24-03-2019 02:00
Hamîd-üt-Tavîl hazretleri, Tâbiîn’in meşhur hadîs âlimlerindendir.
Basra’da yaşadı.
143 (m. 761)’de namaz kılarken vefât etti.
Allah dostu bir velî idi.
Kerâmetleri vardır.
Boyu kısa idi.
Elleriyse uzun...
Öyle yaratılmış.
Şöyle ki;
Evinde durduğu zaman, bir eli yere değerken, öbür eli tavana değerdi.
Meziyetleri vardı.
Kırk sene, yatsı namazının abdestiyle sabah namazını kıldı.
Yâni gece uyumadı.
İnandığı gibi yaşadı.
Yaşadığı gibi öldü.
● ● ●
Bu zât, Enes bin Mâlik hazretlerinden rivâyetle anlatıyor:
Resûlullah Efendimizle bir grup eshab birlikteyken ikindi oldu.
Ancak su yoktu...
Eshab telâşlandı!
Ve hemen su aramaya dağıldılar.
Ama bulamadılar.
Efendimiz aleyhisselâm bir kap “su” istedi.
Hemen getirdiler.
Mübârek elini kaldırdı.
Kabın üstüne koydu.
O anda parmakları arasından suyun fışkırdığını gördüm.
Hepimiz abdest aldık.
“Üç yüz” kişiydik...
Hepimize kâfi geldi...
."Sen buna tâkat getiremezsin!"
25-03-2019 02:00
Hamîd-üt-Tavîl hazretleri, Tâbiîn’in meşhur hadîs âlimlerindendir. Basra’da yaşadı ve 143 (m. 761)’de namaz kılarken vefât etti.
Bu zât rivâyet ediyor:
Peygamberimiz “aleyhisselâm”, bir gün çok zayıf, kuş yavrusu gibi olmuş bir kişiye rastladı.
Dikkatini çekmişti.
O kişiye dönüp;
“Sen Allahü teâlâdan bir şey istiyor muydun?" diye sordu.
O kimse cevâben;
"Evet yâ Resûlallah!" dedi.
Sordular ki:
"Ne istiyordun?”
O kişi de;
"Allah’ım! Bana âhirette ne ile cezâ vereceksen onu dünyâda ver, diye duâ ediyordum” dedi.
Resûl-i ekrem;
"Sübhânallah! Sen buna tâkat getiremezsin. Sen;
‘Allahım! Bize dünyâda da âhirette de iyilik ver ve bizi cehennem azâbından koru’ diye duâ et" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
“Bize namazın üstünlüklerinden bahseder misiniz efendim” dediler.
Cevâbında;
“Doğru kılınan bir namaz, peygamberlerin sünneti, meleklerin sevdiği, yerin ve göklerin nûru, bedenin kuvveti, rızkın berekâtı ve duânın kabulü, ölüm meleğine şefâatçi ve kabirde ışık, Münker ve Nekir’e cevaptır” buyurdu.
.Yarın öleceksin" deseler!..
26-03-2019 02:00
Hammad bin Seleme hazretleri, Tebe-i tâbiîn’in büyüklerinden olup hicrî 167 (m. 783)’de câmide namaz kılarken vefât etti.
Pek çok ibâdet yapardı.
Şöyle ki;
Kendisine, "yarın öleceksin" deseler, ancak o kadar yapabilirdi.
Bir şey sormak için gelenlere, sormadan cevap verirdi.
● ● ●
Bir gün Süfyân-ı Sevrî hazretleri;
"Ey Hammad! Cenâb-ı Hak bizi affeder mi acabâ?" diye sordu.
Hazret-i Hammad;
"Elbette" dedi.
Ve ilâve etti:
"Kıyâmet günü bana; ‘Hesâbını annene babana mı, yoksa Allaha mı vermek istersin?’ deseler, Vallâhi Rabbime derim. Zîra O, annemden babamdan çok daha merhametlidir" buyurdu.
● ● ●
Bir gün sevdiklerine;
“Kardeşlerim! Bir namazı, vaktinde bile bile kılmayan; yâni bir namazın vakti geçerken o namazı kılmadığı için hiç üzülmeyen kimse, ölürken imânsız gidebilir!” buyurdu.
Ve şöyle devam etti:
“Bir vakit namazı geçirenin hâli böyle olursa, ya namazı hâtırına bile getirmeyen kimseler ve namazı vazîfe tanımayanlar ne olur? Namaza önem vermeyenin dînden çıkacağını, dört mezhebin bütün âlimleri söz birliği ile bildirmişlerdir” buyurdu.
."Kim Allah’tan korkarsa!.."
27-03-2019 02:00
Hammad bin Seleme hazretleri, Tebe-i tâbiîn’den olup, hicrî 167 (m. 783)’de vefât etti.
Bu zâtın evinde bir hasır, bir Kur’ân-ı kerîm, bir de abdest almak için bir “su kabı” vardı.
Bir gün bir dostu geldi.
Ve kendisine;
"Sizi görünce beni bir heybet sardı, hikmeti nedir?" diye sordu.
Hazret-i Hammad;
"Hikmeti belli" dedi.
"Nasıl?" deyince de;
"Peygamberimiz aleyhisselâm ‘Kim Allah'tan korkarsa, herkes ondan korkar. Kim de Allahtan korkmaz ise, O kimse her şeyden korkar!’ buyuruyor" dedi.
Adam duygulandı!
Ona bir kese para verip;
“Bunu kabul et" dedi.
"Hayır, alamam" buyurdu.
O kimse;
“Vallâhi helâl paradır" dedi.
Yine kabul etmedi.
Ve parayı geri verip;
"Bunu al, ihtiyâcı olanlara sen kendin ver!" buyurdu.
● ● ●
Bu zât, bir gün, sevdiklerinin yüzlerine sevgiyle baktı ve;
“Size niçin böyle baktım, biliyor musunuz?” diye sordu.
Dediler ki:
“Bilmiyoruz.”
Büyük velî;
“Müminin yüzüne sevgiyle bakmak, ibâdettir. Ayrıca müminin yüzüne muhabbetle bakanın kalbi temizlenir, nurlanır ve parlar” buyurdu.
.Benden ne istersin?"
28-03-2019 02:00
Hammad bin Seleme hazretleri, Tebe-i tâbiîn’in büyüklerinden olup, hicrî 167 (m. 783)’de câmide namaz kılarken vefât etti.
Kendisi anlatır:
Allahü teâlâ cennet ehlinden bir kimseyi çağırıp;
“Yerin nasıldır?” diye sorar.
O kimse;
“Çok iyidir yâ Rabbî! Çok büyük nîmetler içindeyim” diye arz eder.
Allahü teâlâ;
“Benden bir istediğin var mı?” diye sorar.
O kimse;
“Dünyâya geri dönüp, senin rızân için şehit olmak istiyorum. Zîra şehitlerin yüksek derecelerini görüyor, onlara imreniyorum” diye arz eder.
● ● ●
Rabbimiz bu defa cehennemden bir kimseyi çağırıp;
“Ey kulum, yerin nasıldır?” diye sorar.
O kimse;
“Çok fenâdır yâ Rabbî, şiddetli azap içindeyim” diye arz eder.
Allahü teâlâ;
“Dünyâdayken yeryüzünün tamamı senin için ‘altın’ olsaydı, o altınları ne yapardın?” diye sorar.
O kimse;
“O altınların tamamını verip de, bu elîm azaptan kurtulmayı isterdim” diye arz eder.
Hak teâlâ;
“Yalan söylüyorsun. Çünkü dünyâda iken bu azaptan korunman için senden az şey istedim, vermedin. Onun için, sen bu azapta kal” buyurur
.Daha ne isteriz ki!..
29-03-2019 02:00
Hammad bin Seleme hazretleri, Tebe-i tâbiînin büyüklerinden olup, hicrî 167 (m. 783) senesinde câmide namaz kılarken vefât etti.
Kendisi anlatıyor:
Cennette bir münâdî;
“Ey cennet ehli! Sizin Hak teâlâdan bir dileğiniz var mıdır?” diye seslenir.
Cennet ehli;
“Rabbimiz bizi cennetine koydu, daha ne isteriz?” derler.
O an perde kalkar.
Allahü teâlâyı müşâhede ederler, görürler.
● ● ●
Bu zât, bir sohbetinde;
“İmân, Ehl-i Sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun, devamlı ve sâbit olmalıdır” buyurdu.
“Nasıl yâni?” dediler.
O, daha açıklayıp;
“Yâni bir an ayrılmayı düşünmemelidir. ‘Üç yıl sonra Müslümanlıktan çıkacağım’ diyen kimsenin, o andan itibâren îmânı gider, Müslümanlıktan çıkmış olur” buyurdu.
● ● ●
Yine bir sohbetinde;
“Yumuşak huylu olmaya çalışın, böyle olan kimselere büyük müjdeler var” buyurdu.
“Nasıl bir müjde?” dediklerinde;
Büyük velî;
“Hadîs-i şerîfte; ‘Allahü teâlâ yumuşak huylu olanları sever ve onlara yardım eder. Sert ve öfkeli olanlara ise yardım etmez’ buyuruldu” diye cevap verdi.
."O, biraz söz taşıyıcıdır!.."
30-03-2019 02:00
Hammad bin Seleme hazretleri, Tebe-i tâbiînin büyüklerinden olup, hicrî 167 (m. 783) senesinde, câmide namaz kılarken vefât etti.
Kendisi anlatır:
Köle satın alacak bir adam, kölenin sâhibine sorar:
“Hiç kusuru var mıdır?”
Kölenin sâhibi;
“Biraz söz taşıyıcıdır” der.
O, bunu önemsemez.
Ve köleyi satın alır.
Bir gün bu köle, evin hanımına;
“Kocan seni çok sevsin ister misin?” diye sorar.
Kadın cevâben;
“Tabii ki isterim” der.
Köle de;
“Öyleyse, o uyurken sakalının alt kısmından usturayla birkaç kıl kes. Onlarla kocana büyü yapayım, seni çok sevsin” der.
Sonra da ayrılır.
Efendisine gidip;
“Hanım seni sevmiyor, hattâ öldürmek istiyor. İnanmazsan bu gece uyur gibi yap, anlarsın” der.
Adam inanmaz.
Ama şüphelenir.
Ve o gece yatar.
Uyur gibi yapar.
Az sonra, hanımın elinde usturayla geldiğini görür.
Fırlar yataktan.
Kadını öldürür.
Hanımın akrabâları da onu öldürürler.
İki kabîle birbirine girip, helâk olurlar...
.Bire on sevap
31-03-2019 02:00
Hammad bin Seleme hazretleri, Tebe-i tâbiîn’in büyüklerindendir.
Bu zât şöyle anlatır:
Âdem aleyhisselâm;
“Yâ Rabbî! Beni ve evlâdımı şeytanın şerrinden muhâfaza et” diye duâ etti...
Hak teâlâ;
“Neslinden herkese bir melek veririm. O melek onu şeytanın şerrinden korur” buyurdu.
Âdem Nebî;
“Yâ Rabbî! İhsânını arttır” dedi.
Hak teâlâ;
“Onların iyiliklerini bire on, kötülükleriniyse bire bir yazarım” buyurdu.
Âdem aleyhisselâm;
“Daha arttır” dedi.
Hak teâlâ;
"Ruhları bedenlerinde bulundukça tövbelerini kabul ederim” buyurdu.
● ● ●
Bir gün de talebesiyle sohbet ediyordu. Ancak talebeden birinin suratı “asıktı” nedense.
Bu hâl, dikkatini çekti.
Ve mevzûyu değiştirip;
“Müminin alâmeti, güler yüzlü olmaktır çocuklar. Münâfığın alâmetiyse çatık kaş ve asık surattır. Elhamdülillah hepimiz mümin olduğumuza göre asık surat bize yakışmaz” buyurdu.
Sonra yana döndü.
Ve belli etmeden baktı o talebeye.
O asık suratı gitmişti.
Tebessüm ediyordu.
"Elhamdülillah" dedi.
Ve devam etti önceki dersine...
.Borcunu ödemek istiyorsan…
01-04-2019 02:00
Mısır’da yetişen meşhur fıkıh âlimlerinden Hayve bin Şüreyh hazretleri, 158 (m. 774) târihinde vefât etti.
Bir sevdiği anlatıyor:
Fakîr bir adam vardı.
Bir gün Kâ'be-i şerîfe geldi.
Tavafını yaptı...
Ve ellerini açarak;
“Yâ Rabbî! Çok borcum vardır, bunları ödemeyi bana nasip eyle” diye dua etti...
Sonra uyudu.
Rüyâsında;
“Borcunu ödemek istiyorsan, Mısır'da Hayve bin Şüreyh'e git, sana duâ etsin!” denildi.
O da Mısır'a gitti.
Ve bu zâtı buldu.
Selâm verip yanına oturdu ve tam derdini ona açacaktı ki, o anda dört bir yanı “çil çil altın”larla doldu.
Hazret-i Hayve;
“Allahtan kork, borcun kadar al, fazlasını alma” dedi.
O da borcu kadar aldı.
Ve tamamını ödedi borcunun...
● ● ●
Bu zât, bir sohbette;
“Muhammed aleyhisselâmın güzel huyları pek çoktur. Her Müslümanın bunları öğrenmesi ve bunlara göre yaşaması lâzımdır” buyurdu.
Cemaat sordu ki:
“Hikmeti ne efendim?”
Cevâbında;
“Bunu yapanlara, dünyada ve âhirette, felâket ve sıkıntılardan kurtulmak ve o İki Cihan'ın Efendisinin şefâatlerine kavuşmak nasip olur” buyurdu.
.Hâlinden hiç şikâyet etmeyen fakir!..
02-04-2019 02:00
Mısır’da yetişen meşhur fıkıh âlimlerinden Hayve bin Şüreyh hazretleri, Allah’tan çok korkar ve bu korku sebebiyle çok ağlardı.
Gözyaşı dökerdi!
Biri anlatıyor ki:
Hayve, sıkıntı içinde ve fakîr olarak yaşar, fakat bu hâlinden hiç şikâyet etmezdi.
Bir gün ona gittim.
Sohbetten sonra;
“Efendim, fakîrlikten kurtulmam için bana duâ buyurun” dedim.
Sağa sola baktı.
Yerden bir “taş” aldı.
Ve avcuma koydu.
O anda o kıymetsiz taş, çok parlak bir “mücevher” oluverdi.
Çok şaşırdım?!
Sonra da bana;
“Allah, kuluna uygun olanı en iyi bilendir” buyurdu.
Mahcup oldum!
Kendisine;
“Bu altını ne yapayım efendim?” diye sordum.
Cevâbında;
“İhtiyâcına harca!” buyurdu.
Artık ona başka bir şey söylemekten korktum!..
● ● ●
Bir genç de, bu büyük velîden nasîhat istemişti.
Ona cevâben;
“Ey evlâdım! Dost düşman, herkesi güler yüz ve tatlı dille karşıla. Hiç kimseyle münâkaşa etme, herkesin özrünü kabul et. Kusur ve kabâhatlerini affedip, zararlarına karşılık yapma!” buyurdu.
."Ben, Allah için veriyorum!"
03-04-2019 02:00
Mısır’da yetişen meşhûr fıkıh âlimlerinden Hayve bin Şüreyh hazretleri, Allah dostlarından bir mübârek zâttır.
Eline, zenginlerin ihsânı olarak çok “altın” ve “gümüş” geçerdi.
Ama harcamazdı.
Fakîrlere verirdi.
Hattâ eline geçtiği andan itibâren evine gelinceye kadar, yolda hepsini dağıtır, evine geldiğinde onların hepsini yatağının altında bulurdu.
● ● ●
Bir akrabâsı vardı.
O, buna vâkıf oldu.
Ve kendi kendine;
"Ben de onun gibi yapıp, paraları fakîrlere dağıtsam, eve geldiğimde onları yatağımın altında bulur muyum?" diye düşündü...
Onun gibi yaptı...
Paraları dağıttı.
Ama eve gelince, yatağın altında bir şey göremedi.
Çok üzüldü.
Morali bozuldu.
Ve bu zâta gidip;
"Ben de senin gibi yaptım. Ama yatağımın altında bir şey yoktu, sebebi nedir?" diye sordu.
Hazret-i Hayve;
"Öyle olmaz" buyurdu.
"Nasıl olur? deyince de;
“Niyet mühimdir, ben ‘Allah için’ veriyorum, sen ise ‘tecrübe’ için verdin, Allah için vermedin, onun için olmaz" buyurdu.
."O köşkler kimlere verilecek?"
04-04-2019 02:00
Mısır’da yetişen meşhur fıkıh âlimlerinden Hayve bin Şüreyh hazretleri, bir gün şunu anlattı:
Sevgili Peygamberimiz, bir gün Eshâb-ı kirâm’a;
“Cennette öyle köşkler vardır ki, içinde bulunan kimse her dilediği yeri görür ve dilediği her yere kendini gösterir” buyurdu.
Bir sahâbî kalktı.
Ve Efendimize;
“Yâ Resûlallah! Böyle köşkler kimlere verilecek?” diye sordu.
Resûl-i ekrem;
“Güzel huylu, tatlı sözlü, kimseye yük olmayan ve herkesin yükünü çeken kimselere verilecektir” buyurdu.
● ● ●
Bu zâta bâzı gençler sordular ki:
“İbâdet nedir?”
Cevâbında;
“İbâdet, bizi ve bütün kâinâtı yoktan var eden ve her an varlıkta durduran, görünür görünmez kazâ ve belâlardan koruyan ve her an çeşitli nîmetler ve iyilikler ihsân eden Allahü teâlânın emir ve yasaklarını yerine getirmektir” buyurdu.
● ● ●
Bir gün de sevdiklerine;
“Her şeyden önce İslâmiyeti öğrenin. İlim bir hazînedir. Anahtarı ise sorup öğrenmektir. Yâni İslâmiyeti öğrenip başkalarına öğretmek, günahlara keffârettir” buyurdu.
.Vazîfeyi kabul etmedi!..
05-04-2019 02:00
İbrâhim bin Ebî Abele hazretleri, Tâbiîn'den olup hadîs âlimlerindendir.
152 (m. 769) senesinde vefât etti.
Kendisi anlatır ki;
Halîfe Hişam bin Abdülmelik, bana haberci gönderip, sarayına çağırdı.
Yanına vardım.
Bana iltifat edip;
“Biz senin küçüklüğünü, büyüklüğünü ve her hâlini biliriz. Seni, işlerimde kendime yardımcı yapacağım. Bu sebeple Mısır'ın haracı üzerine, seni tâyin ettim” dedi.
Hiç sevinemedim
Cevap da vermedim...
“Niçin susuyorsun?” dedi.
“Bu vazîfeyi yapacak gücü ve liyâkati kendimde göremiyorum. Onun için size faydalı olamam” dedim.
Cevâbı beğenmedi.
Hattâ gadaba gelip;
“Ne demek, istemiyorum! İster istemez bunu kabul edeceksin!” dedi.
Ben yine sustum.
Kızgınlığı yatışınca;
“Konuşabilir miyim?” dedim.
“Konuş” dedi.
Ben de konuştum.
“Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîm’de (Biz emâneti göklere, arza ve dağlara teklîf ettik. Ama onlar, bunu yüklenmekten çekindiler) buyuruyor. Onlar kabul etmeyince, Allahü teâlâ onlara kızmadı. Siz de bana kızmayın” diye arz ettim.
Çok hoşuna gitti.
Bir süre güldü.
Ve “Sen ilim adamlığında ısrâr ettin. Pekâlâ, senden râzıyız ve seni affettik” dedi.
."Kendini helâk ediyorsun!.."
06-04-2019 02:00
Mansur bin Mu'temir hazretleri, Tâbiîn’den olup, hadîs ve fıkıh âlimlerindendir. 132 (m. 749) senesinde vefât etti.
Kırk sene gündüzleri oruç tuttu.
Geceleri namaz kıldı.
Az yer, az uyurdu.
Ama çok ağlardı!
Hattâ çok ağlamaktan gözleri az görürdü!
Annesi bir gün;
"Bu kadar ağlama oğlum, kendini helâk ediyorsun!" dedi.
Cevâbında;
"Üzülme anne" dedi.
"Niçin?" deyince;
"Anneciğim bugün ağlarsam yarın âhirette, hiç ağlamam!" dedi.
Hâlini bilenler ona acırlardı.
● ● ●
Komşusunun kızı, bir gün babasına;
"Babacığım! Komşumuz Mansur'un evinde bir 'direk' vardı, bugün o direği göremiyorum, acabâ ne oldu?" diye sordu.
Babası da;
"O direk dediğin, Mansur’du kızım. Devamlı namaz kıldığı için sen onu direk sanıyordun. Bugün namaz kılarken vefât etti" dedi.
● ● ●
Bâzı gençler, bu zâta;
“Şükretmek nasıl olur efendim?” diye sordular.
Büyük velî;
“İslâm’ın beş şartını yerine getiren kimse, Allahü teâlânın nîmetlerine şükretmiş olur” buyurdu.
.Kadılığı kabul etmedi!..
07-04-2019 02:00
Mansur bin Mu'temir hazretleri, Tâbiîn’den olup, hadîs ve fıkıh âlimlerindendir.
Irak hükümdârı Yûsüf bin Ömer, Kûfe kadılığını teklîf etti kendisine.
O kabul etmedi.
Tekrar teklîf etti.
O, yine reddetti.
Ne kadar ısrâr ettiyse de kabul etmedi.
Sonunda;
"Kabul etmezsen seni hapsederim" dedi.
Kabul etmedi.
Ve hapse girdi...
● ● ●
Bu zât bir sohbetlerinde;
"Hiç günâhımız olmasa, ama kalbimizde dünyâ sevgisi olsa, bu günah, cehenneme atılmamıza kâfi gelir" buyururdu.
● ● ●
Bir gün de sevdikleri;
“İyi huylu olmak için bize ne tavsiye edersiniz efendim?” dediler.
Cevâbında;
“İyi huylu olmak için, iyi huylu kişilerle arkadaşlık etmelidir. Çünkü insanın ahlâkı, arkadaşının huyu gibi olur. Ahlâk, hastalık gibi sârî, yâni bulaşıcıdır” buyurdu.
● ● ●
Bir gün de;
“Efendim, gençlerin ibâdet yapması neden daha çok kıymetlidir?” diye sordular.
Cevâbında;
“Gençlik çağında; insana musallat olan şeytan, nefis ve kötü arkadaş, o kişiye ibâdet yaptırmak istemez. Genç kimse buna rağmen namazlarını kılarsa, çok kıymetli olur ve yaşlı kimsenin yaptığı ibâdetten kat kat fazla sevap kazanır” buyurdu.
."Sana bir şey yapmayacağım!"
08-04-2019 02:00
Meymun bin Mihrân hazretleri, Tâbiîn’in büyüklerindendir. 734 (H. 116) da Cezîre’de vefât etti...
Bir gün misâfirleri geldi.
Hizmetçisine seslenip;
"Misafirlerimize, yiyecek ve içecek bir şeyler getir" dedi.
Hizmetçi;
"Peki efendim" dedi.
Ve mutfağa girip, çorba pişirdi.
Tabaklara koydu.
Ve sıcak çorbaları misâfirlerin önüne koymak için gelirken ayağı takılıp düştü!
Sıcak çorba, Meymun hazretlerinin başından aşağı döküldü.
Garip üzüldü!
Mahcup oldu!
Ve kendi kendine;
"Acaba bana ne ceza verecek?" diye çok korktu.
Endişe ile bekledi!
Hazret-i Meymun;
"Korkma, sana bir şey yapmayacağım!" dedi.
Bu da yetmedi.
"Seni affettim ve Allah rızâsı için âzâd ettim. Haydi, artık hürsün ve istediğin yere gidebilirsin" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de bazı dostları;
“Efendim, isteklerimize kavuşmak için, bize ne tavsiye edersiniz?” diye sordular.
Büyük velî cevaben;
“Tövbe ve istiğfâr edin. Çünkü tövbe ve istiğfârın açmadığı kapı yoktur” buyurdu.
.Onlar ahmak kimselerdir!..
09-04-2019 02:00
Meymun bin Mihrân hazretleri, Tâbiîn’in büyüklerindendir.
734 (Hicrî 116) da Cezîre’de vefât etti...
Bir gün bu zâta;
"Efendim, hiç çalışmayıp da, rızkımız ayağımıza gelir diyenler hakkında ne buyurursunuz?" dediler.
Büyük zât dinledi.
Ve cevap olarak;
"Onlar hem câhil, hem de ahmak kimselerdir” buyurdu.
Sebebini sordular.
Cevâbında;
Çünkü İbrâhim aleyhisselâm gibi bir büyük peygamber, hattâ bütün peygamberler, rızık için sebeplere yapışır, çalışıp kazanarak geçimlerini sağlarlardı" buyurdu
● ● ●
Bu zât, sevdiklerine;
"Bende hoş olmayan bir hâl görürseniz lütfen bana söyleyiniz ki, hâlimi düzelteyim. Zîra bir kimse din kardeşinde kötü bir hâl görür de, bunu ona bildirmezse, faydalı olamaz" buyururdu.
● ● ●
Meymun bin Mihrân hazretleri; bâzı insanların uygunsuz davranışlarda bulunup, birbirlerine küstüklerini duyunca çok üzülürdü.
Hatta hastalanırdı.
Ve yatağa düşerdi.
İnsanlar “geçmiş olsun” demeye gelirlerdi.
Günler geçerdi.
Onlar barışırdı.
Bu hâli bilenler, hemen bu zâta gidip;
"Efendim, o küs kimseler barışıp helâlleştiler" diye haber verince, çok sevinir, sıhhat bulur, tamâmen iyileşirdi...
.Hemen ağlamaya başladı!..
10-04-2019 02:00
Meymun bin Mihrân hazretleri, Tâbiîn’in büyüklerindendir.
Bu zât anlatıyor:
Bir gün, Eshâbdan biri, Kur’ân-ı kerîm okuyordu.
Hicr sûresinde;
“Şüphesiz o azgınların gideceği yer cehennemdir” meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu...
Orada Selmân-ı Fârisî hazretleri de vardı.
O, bunu işitti.
Hüzünlendi.
Ve ellerini başına koyup, hemen ağlamaya başladı.
Sonra kalkıp ne tarafa gittiğini bilemez hâlde kendinden geçmiş olarak çıkıp gitti.
Aradan üç gün geçti.
Ancak kendine gelebildi.
● ● ●
Bu zât, beş vakit namazı muhakkak câmide, cemaatle kılardı.
Bir gün yine cemaat için mescide gitti.
Namazın kılınmış olduğunu öğrendi.
"Eyvaaah" dedi.
Çok hüzünlendi!
Yanındakilere;
“Bir vakit namazı cemaatle kılmak; bana, Irak vâliliğinden daha sevimlidir" buyurdu.
● ● ●
Yine o anlatıyor:
Bir gün Halîfe Ömer bin Abdülazîz’le bir mezarlığa uğradık.
Halîfe çok ağladı!
Sonra bana baktı.
Ve “Vallâhi şu mezara girip de kabir azâbından emîn olan kimseden daha şanslı, daha bahtiyâr bir kimse bilmiyorum” buyurdu.
.Bu, nasıl oluyor efendim?"
11-04-2019 02:00
Meymun bin Mihrân hazretleri, Tâbiîn’in büyüklerindendir.
734 (H. 116) de vefât etti...
Bir gün kendisine;
"Efendim, arkadaşlarınızdan hiç ayrılmıyorsunuz ve birbirinize hiç küsmüyorsunuz, bu nasıl oluyor?" diye sordular.
Onlara bir baktı.
Ve cevâbında;
"Çünkü ben, dostlarımla hiçbir hususta, hiçbir gün münâkaşa etmedim ve aslâ etmem" buyurdu.
● ● ●
Halîfe Ömer bin Abdülazîz hazretleri, bu zâtı vâli olarak Cezîre'ye tâyin etmişti.
Yeni vazîfesinin başına gitmek için Halîfeden bazı nasîhatler aldı.
Sonra vedâ etti.
Ve ayrılıp gitti...
O ayrılınca Halîfe hazretleri; oradaki vazîfelilere bu zâtı gösterip;
"Bu ve bunun emsâli olan büyük âlimler vefât ederlerse, halk, kumandanından mahrum kalan askerlere döner" buyurdu.
● ● ●
Bu zât bir sohbetinde;
“Kardeşlerim! Şeytan, insanı iki yerde küfre düşürür. Yâni bu iki yerde insanı kolay küfre sokar. Bunların biri öfke, diğeri şehvettir. Öfke ânında akıl örtülür, şuur çalışmaz. İnsan ne dediğini, ne yaptığını bilemez. Şehvet de böyledir” buyurdu.
."Baban bu dereceye nasıl kavuştu?"
12-04-2019 02:00
Meymun bin Mihrân hazretleri, Tâbiîn’in büyüklerindendir. 734 (H. 116) de Cezîre’de vefât etti...
Bir gün, bâzı kişiler, bu velî zâtın oğluna;
"Baban bu dereceye ne ile kavuştu?" diye sordular.
Oğlu düşündü...
Ve cevâbında;
"Babam, kavuştuğu bu yüksek derecelere, çok namaz kılmakla ve çok oruç tutmakla değil, ‘ufak bir günah işlerim de Allahü teâlâya âsi olurum’ korkusuyla ulaşmıştır" dedi.
● ● ●
Bir gün sohbet ediyordu.
Allahü teâlânın takdîrine rızâ göstermekten bahsediyordu ki, konuşmasını, "Allahü teâlânın takdîrine rızâ göstermeyen kimse ahmaktır ve bu ahmaklığın tedâvîsi yoktur" diyerek bitirdi.
● ● ●
Bir gün de sevdikleri;
“Efendim, bir kimse sâdece ‘Lâ ilâhe illallah’ dese, fakat ‘Muhammedün Resûlullah’ demese, o kimse Müslüman olur mu?” diye sordular.
Cevâbında;
“Olmaz” buyurdu.
“Neden?” dediler.
Cevâbında;
“Çünkü kelime-i tevhîd bir bütündür. Herkes ‘Allah’ diyor. Kâfirler de zorda kalınca 'Allah' diyorlar. Ama Muhammed aleyhisselâmı peygamber tanımıyorlar. O zaman îmân olmuyor” buyurdu.
.Siz her gün misk mi sürünürsünüz?''
13-04-2019 02:00
Nâfî bin Abdurrahman hazretleri, Tebe-i tâbiîndendir.
169 (m. 785) târihinde Medîne’de vefât etti.
Esmer, güzel yüzlü idi.
Ahlâkı da pek güzeldi.
Yeri gelince mîzaha meyleden, güler yüzlü, hoşsohbet bir zâttı.
Konuşurken ağzından “misk kokusu” çıkardı...
Ve etrâfa yayılırdı.
● ● ●
Bir gün kendisine;
"Siz her gün misk mi sürünürsünüz?" diye sordular.
Mübârek zât;
"Hayır, rüyâmda Resûlullahı gördüm. Ağzıma Kur’ân-ı kerîm okudular. O zamandan beri ağzımdan bu güzel koku çıkar ve yayılır" dedi.
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
"Efendim, ne güzel yüzünüz ve ne güzel ahlâkınız var?" dediler.
Büyük velî;
"Neden olmasın, bir gece rüyâmda Allah’ın Resûlü, Sevgili Peygamberimiz benimle müsâfaha etti ve kendilerinden Kur’ân-ı kerîm dinledim" buyurdu.
● ● ●
O devrin büyükleri;
"Nâfî, ahlâk bakımından halkın en iyisi, kıraat/okuma bakımından en güzeliydi. Dünyâya düşkün değildi ve çok cömertti. Ayrıca yetmiş yıl, Resûlullah’ın mescidinde namaz kıldı" demişlerdir.
.Allah’tan korkun!
14-04-2019 02:00
Nâfî bin Abdurrahman hazretleri vefât edeceği zaman çocukları;
"Bize vasiyet edin?" dediler.
Cevâben Kur’ân-ı kerîmden bir âyet-i kerîme okudu.
Başını kaldırdı.
Ve çocuklarına;
"Bu âyette meâlen;
‘Eğer mümin iseniz Allah'tan korkun! Cehennem ateşine karşı takvâyı elden bırakmayın. Birbirinizle iyi geçinmeyi farz-ı ayn bilin. Allah’a ve Resûlüne itâatten bir nefes ayrılmayın’ buyuruluyor" dedi.
● ● ●
Bu zât, bir gence;
“Kötü arkadaşlardan sakın evlâdım! Onlar; Allah’ın merhametini ileri sürüp seni aldatırlar” buyurdu.
Genç sordu:
“Allahü teâlâ merhametli değil mi efendim?”
Cevâbında;
“Elbette merhametlidir. Ama azâbı da çok şiddetlidir. Kâfirleri ve günah işleyenleri yakar” buyurdu.
● ● ●
Bir gün de dostlarına;
“Emr-i mâruf, yani dîne hizmet etmek kime nasip olursa, çok sevinsin, çok şükretsin” buyurdu.
Sordular ki:
“Bu iş, çok mu sevaptır efendim?”
Cevâbında;
“Elbette... Bir beldede küfre karşı emr-i mâruf yapılırsa, Allahü teâlâ o beldenin hak ettiği azâbı tehir eder. Emr-i mâruf yapılmayan beldeye ise azâb-ı İlâhî gelir” buyurdu.
."Asıl sen kimsin?"
15-04-2019 02:00
Rebîa bin Ebî Abdurrahman hazretleri, Tâbiînin büyük hadîs ve fıkıh âlimlerindendir.
137 (m. 753) de vefât etti.
Babası Ferruh, Horasan tarafına gazâya giderken hâmile olan hanımına “üç bin dînar” verdi.
Ve helâlleşip yola çıktı...
Yirmi yedi sene sonra eve döndü.
At üstündeydi.
Ve mızraklıydı.
Atından inip mızrağıyla kapıya vurdu. Kapı açılıp da karşısında yakışıklı bir delikanlıyı görünce;
“Sen kimsin, evimde ne arıyorsun?" diye çıkıştı!
Hâlbuki kendi oğlu Rebîa idi.
Sinirlendi, kızdı!
Ve sordu ona:
"Sen kimsin?”
Tam kavgaya tutuşacaklardı ki, komşuları yetişip ayırdılar.
Meselenin hâlli için zamânın meşhur âlimi Mâlik bin Enes hazretlerine başvurdular.
Hazret-i Mâlik;
"Ey pîr-i fâni, senin bu evde ne işin var?" diye sordu.
Ferruh cevâben;
"Ben Ferruh'um, bu ev de benim" dedi.
Hanımı onu tanıyıp;
"Bu, zevcim Ferruh'tur. Rebîa da o harpte iken doğan oğlumuzdur" dedi.
Baba oğul sarılıp ağlaştılar!
Sonra Rebîa, Mescid-i Nebevî'ye gidip, her gün vermekte olduğu dersine başladı...
.Resûlullah’a benziyordu
16-04-2019 02:00
Tâbiîn’in büyüklerinden olan Sâbit bin Eslem Benânî hazretleri, 737 (H.120) senesinde vefât etti.
Zâhid, âbid, müttekî bir zâttı.
Enes bin Mâlik radıyallahü anh, onu çok severdi.
Bir gün onu gördü.
Ve dikkatle bakıp;
"Senin gözlerin, Resûlullah’ın gözlerine ne kadar da çok benziyor" dedi ve Resûlullah’ı hâtırlayıp çok ağladı!
● ● ●
Vefât ettiğinde defnedip mübârek kabrini kerpiçle ördüler. Ertesi gün kabre gelenler, kabrin üzerini “nûr” kaplamış gördüler.
Ayrıca kabrinin civârından geçen kimseler, bazen içeriden Kur’ân-ı kerîm sesleri işitirlerdi.
Bir sevdiği vardı.
Bir gün bu zâta;
"Falan, çok kibirli" dedi.
Sâbit el Benânî de ona;
"Onun önünde ‘ölüm’ yok mudur ki, kibirleniyor?" buyurdu.
● ● ●
Bir genç, nasîhat istedi bu mübârek zâttan.
Cevâben buyurdu ki:
“Müminleri sevindir.”
Genç adam sordu:
“Bu iş çok mu sevaptır?”
Büyük velî de ona;
“Evet, Peygamber efendimiz; ‘Allahü teâlânın, farzlardan sonra en çok sevdiği iş, bir mümini sevindirmektir’ buyuruyor” diye cevap verdi...
.Şimdi ektiğimi biçiyorum!"
17-04-2019 02:00
Tâbiîn’in büyüklerinden olan Sâbit bin Eslem Benânî hazretleri şöyle anlatıyor:
Bir mümin; Allahü teâlâdan bir şey isterse, Allahü teâlâ bu iş için Cebrâil aleyhisselâmı vazîfelendirir.
O kul “sâlih” ise, Hazret-i Cibrîl’e;
“Bu kulumun ihtiyâcını yerine getirmekte acele etme. Çünkü ben, o kulumun sesini duymayı seviyorum” buyurur.
Eğer “fenâ kul” ise;
“Yâ Cebrâil! Onun isteğini hemen yerine getir. Çünkü ben, onun sesini duymak istemiyorum” buyurur.
● ● ●
Yine o anlatıyor:
Bir kimse vardı ki, babasını bir yerde dövüyordu.
O kimseye;
“Babanı niçin dövüyorsun.
Günah değil mi?” dediler.
Babası bunu duydu.
Ve onlara dedi ki:
“Bırakın dövsün!”
“Niçin?”’ dediler.
“Çünkü vaktiyle, tam bu yerde, ben de babamı dövmüştüm, şimdi ektiğimi biçiyorum!” dedi.
● ● ●
Bir gün de sevdikleri;
“Efendim, Allahü teâlânın en çok sevdiği ibâdet nedir?” diye sordular.
Cevâbında;
“Allahü teâlânın en sevdiği ibâdet, Müslümanların birbirini sevmesidir ki, bu haslet, îmânın da şartıdır zâten” buyurdu.
.Unutmayın ki…
18-04-2019 02:00
Tâbiîn’in büyüklerinden olan Sâbit bin Eslem Benânî hazretleri, geceleri kalkardı.
Ve hep ibâdet ederdi.
Çoluk çocuğuna da;
"Kalkın, Allahü teâlâya ibâdet edin. Unutmayın ki; gece kalkıp ibâdet yapmak, kıyâmetin şiddet ve dehşetinden daha hafiftir" derdi.
Çok âbid idi.
Sevdiklerine;
"Biz öylelerine yetiştik ki, çok namaz kılmaktan, başlarını yastığa koyacak vakit bulamazlardı" derdi...
● ● ●
Yine o anlatır:
Enes bin Mâlik, bana;
“Ey Sâbit! Benden ne alacaksan al. Zîra ben aldıklarımı, Resûlullahtan, Resûlullah Cebrâil'den, o da Allahü teâlâdan aldı” diye söylerdi.
● ● ●
Yine bu zât anlatıyor:
Bir hadîs-i şerifte Efendimiz buyurdu ki:
“Kıyâmet günü kulun ameli getirilir, oraya mahsus olan terâzinin bir gözüne konur.
Melekler tartar.
Ama hafif gelir.
Tâ ki, Allahü teâlâ tarafından mühürlenmiş 'bir sahîfe' getirilip sevap kefesine konunca, bu göz ağır gelir. Bu sahîfede, ‘Lâ ilâhe illallah’ yazılıdır..."
.Ağlamayan gözde hayır yoktur
19-04-2019 02:00
Tâbiîn’in büyüklerinden olan Sâbit bin Eslem Benânî hazretleri, 737 (H.120) senesinde vefât etti.
Bir ara gözleri rahatsızlandı.
Bir tabîbe gitti.
Tabip de baktı.
Ve ona dedi ki:
"Bir hususa dikkat edersen, gözlerin iyi olur.”
Hazret-i Sâbit sordu:
"O nedir ki?"
"Ağlamayacaksın.”
Hazret-i Sâbit;
"Ağlamayan gözde hayır yoktur!" buyurdu.
● ● ●
Yine bu zât anlatıyor:
Sinirli bir gence, annesi sık sık öğüt verip;
“Ey oğlum, senin için öyle bir gün vardır ki, sen hep o günü düşün” derdi.
Bir zaman geçti...
Oğlu hastalandı.
Artık son nefeslerini alıyordu.
Annesi oğlunun üzerine kapanıp;
“Ey Oğlum! Ben seni, işte bugün için uyarıyordum” dedi.
O gözünü açtı.
Ve annesine;
“Anneciğim! Benim Rabbim, mağfireti bağışlaması, affı ve ihsânı bol olandır. Bugün beni affedeceğine ümîdim tamdır” dedi.
Dediği gibi de oldu.
Günahları affolundu.
."Yalvarıp beni andın mı?"
20-04-2019 02:00
Tâbiîn’in büyüklerinden olan Sâbit bin Eslem Benânî hazretleri, 737 (H.120) senesinde vefât etti.
Bu zât anlatıyor:
Mümin, kıyâmet gününde Allahü teâlânın huzurunda durur.
Allahü teâlâ;
“Ey kulum! Sen dünyâdayken bana ibâdet eden kullarımla beraber ibâdet ediyor muydun?” diye sorar.
Kul cevap verir:
“Evet yâ Rabbî!”
Ve yine sorar ki:
“Ey kulum! Dünyâdayken bana duâ edip yalvaran ve beni zikredip ananlarla beraber, sen de yalvarıp beni andın mı?”
O, cevap verir ki:
“Evet yâ Rabbî!”
Bu defâ Hak teâlâ;
“İzzetim hakkı için; beni zikredip andığın her yerde, ben de seni andım. Nerede duâ edip yalvardınsa kabul ettim” buyurur.
Efendimiz de;
“Müminin hiçbir duâsı geri çevrilmez. Karşılığı, ya dünyâda verilir, ya âhirete ertelenir veya günahlarına keffâret ve af sebebi olur” buyuruyor.
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
“Efendim, Allahü teâlânın en çok sevdiği ibâdet nedir?” diye sordular.
Cevâbında;
“Allahü teâlânın en sevdiği ibâdet, Müslümanların birbirini sevmesidir ki, bu haslet, îmânın da şartıdır zâten” buyurdu...
.Müslüman, güler yüzlü olur
21-04-2019 02:00
Tâbiîn’in büyüklerinden olan Sâbit bin Eslem Benânî hazretleri, 737 (H.120) senesinde vefât etti.
Bu mübârek zât anlatır:
Sâlihlerden biri vardı ki;
“Rabbimin beni andığı zamanı biliyorum” dedi.
Arkadaşları sordu:
“Nasıl biliyorsun?”
“Kolay” dedi.
“Nasıl kolay?” dediklerinde;
“Ben Allahü teâlâyı andığım zaman O da beni anıyor. Çünkü Allahü teâlâ; (Kulum beni anınca, ben de kulumu anarım) buyuruyor” dedi.
Aradan zaman geçti...
Bir gün dostlarına;
“Ben duâ ettiğim zaman Allahü teâlânın duâmı kabul ettiğini bilirim” dedi.
Sordular yine:
“Nasıl bilirsin?”
Cevâbında;
“Kolay. Çünkü duâdan sonra kalpte bir incelik, vücutta rahatlık, gönülde açılma ve ferahlık oluyorsa, o duâ kabul edildi demektir” dedi.
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
“Efendim, Müslüman nasıl olur?” diye sordular.
Cevâbında;
“Müslüman; güler yüzlü, tatlı sözlü olur. Güler yüz ve tatlı sözün, dînimizin yayılmasında mühim yeri vardır. Zîra böyle olmayan insanlar, dîne fazla faydalı olamazlar” buyurdu...
.Allah'tan çok korkardı!
22-04-2019 02:00
Büyük hadîs âlimlerinden Mis'ar bin Kedam hazretleri, 155 (m. 772)’de Mekke-i mükerremede vefât etti.
Allah’tan çok korkardı!
Kıyâmet günü hâtırına gelince ağlar, orada bulunanlar onu tesellî ederlerdi!
Bir annesi vardı.
Yaşlı ve hastaydı.
Hizmetinden ayrılmaz ve;
"Eğer annemin hizmeti olmasaydı, o zaman yardıma muhtaç olan insanları arar, bulur ve onlara hizmet ederdim" derdi.
● ● ●
Ölüm hastalığında ağlıyordu!
Süfyân-ı Sevrî ziyârete gelip;
“Niçin ağlıyorsun?" diye sordu.
Cevâben;
"Nasıl ağlamıyayım, günâhım çok, amelim yok!" dedi.
Bu cevâbı beğendi.
Ve çok duygulandı!
Hattâ çok ağlayıp;
“Ne mutlu sana kardeşim, sendeki bu Allah korkusu, sana dünyâda da, âhirette de yeter!" dedi.
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
“En zor iş nedir efendim?” diye sordular.
Cevâbında;
“En zor iş, hakkı bâtıldan ayırmaktır. Yâni hangisi doğru, hangisi yanlış? Hak nedir, bâtıl nedir; kim sevilir, kim sevilmez? Bunu ayırabilmektir. Bunu da, ancak mürşid-i kâmiller anlar” buyurdu.
."Ben bu işi nasıl yaparım?"
23-04-2019 02:00
Halîfe Ebû Câfer Mansur, Mis'ar bin Kedam hazretlerine kadılık teklif etti bir zaman.
Büyük velî;
"Ey Halîfe! Ben ailemin nafakasını teminde zorlanırken, kadılık gibi mühim bir işi nasıl yaparım?" dedi.
Halîfe onu sevdi.
Bu işten vazgeçti.
Ve ona sevgiyle bakıp;
"İmkânım olsaydı, her gün sana yaya olarak gelir, ilminden istifâde ederdim" dedi.
● ● ●
Biri anlatıyor ki;
Rüyâmda Resûlullahı gördüm.
Süfyân-ı Sevrî de yanındaydı.
Süfyân, Efendimize;
“Yâ Resûlallah! Mis'ar bin Kedam vefât etti” dedi.
Efendimiz üzüldü!
Ve ona cevâben;
“Evet, Mis'ar vefât eyledi. Bunu gök ehline müjdele!" buyurdu.
● ● ●
Bâzı sevdikleri bu zâta;
“Feyz almak nasıl olur efendim?” diye sordular.
Cevâbında;
“Allah dostları, yani velîler, feyiz gelmesine vâsıtadır. Yâni o büyükler; kaynaktan gelen suyu veren (musluk) gibidirler. Yâni nakleder, kafalarından bir şey söylemezler” buyurdu.
.Dünyadan soğumak için!..
24-04-2019 02:00
Tebe-i tâbiînden Muhammed bin Nadr el Hârisî hazretleri, Kûfe'nin en çok ibâdet edeni diye tanınır.
Kûfe’de yaşadı.
Orada vefât etti.
Bir sevdiği anlatıyor:
Bir gün Muhammed'in kabristandan geldiğini gördüm.
Yanına gittim.
Ve suâl ettim:
“Kabristana çok sık gidiyorsunuz, hikmeti nedir acabâ?”
Cevâben;
“Kabristana gidince, dünyâdan soğuyor, âhirete yaklaşıyorum da onun için” dedi.
● ● ●
Sevenlerinden “gönül ehli” bir kimse şöyle anlatıyor:
“Bir gün Muhammed bin Nadr'ın evine gittim.
Evde yalnızdı.
Merak ettim.
Ve kendisine;
“İnsanlardan niçin uzlet ediyorsun?” diye sordum.
Bana dedi ki:
“Yanıma yaklaş!”
Çok şaşırdım?!
Hattâ merak ettim.
Kendisine;
“Siz, insanlardan uzak dururken, beni niçin yanınıza çağırırsınız?” dedim.
Cevâbında;
“Ben, Allahü teâlâdan uzak olan kullardan uzak duruyorum. Ondan gâfil olmayan kimselerden değil” buyurdu.
.Ölüm korkusu!
25-04-2019 02:00
Tebe-i tâbiînden Muhammed bin Nadr el Hârisî hazretleri, Kûfe'nin en âbidi diye tanınır.
Yanında “ölüm”den bahsedildiği zaman çok mahzunlaşır ve kemiklerinden “gıcırtı sesleri” gelirdi.
Bu zâtın, Müslim isminde bir kimseden alacağı vardı.
Ona haber gönderip;
"Falan gün geleceğim, alacağımı hazırla" dedi.
O da parayı hazırladı.
Ama gidip de almadı.
Ona, birini gönderip;
"Sendeki alacağımı almaktansa, hediye etmem, benim için daha hayırlıdır. Onun için, alacağımı sana hediye ettim" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de sevdiklerine;
“Ölüm acısı çok şiddetlidir” buyurdu.
“Nasıl?” dediklerinde;
“Sanki bir diken dalını, bir kişinin içine koymuşlar, kuvvetli bir kimse de onu çekiyor. Kestiğini kesiyor, kalan kalıyor gibi olur” buyurdu.
● ● ●
Bir gün de bazıları;
“Efendim, dertlerden kurtulamıyoruz, bize ne tavsiye edersiniz?” diye sordular.
Cevabında;
“Duâ eder, yalvarırsanız, hiç gam kalmaz. Duâ etmemek, kederlerin en büyüğüdür. Allahü teâlâ, duâ edenleri sever. Ayrıca dertleri, belâları, büyük nimet bilmelidir” buyurdu.
."Sana en hoş gelen amel hangisidir?"
26-04-2019 02:00
Muhammed bin Sükâ hazretleri; Tâbiîn’den olup çok ibâdet etmesi, dünyâya düşkün olmaması ve cömertliğiyle tanınmıştı.
Allah'tan korkardı!
Ve çok da ağlardı!
Muhammed bin Münkedir;
"Yâ İbni Sükâ! Sana en hoş gelen amel hangisidir?" diye sordu.
Cevâbında;
"Mümin kardeşlerimi sevindirmektir" dedi.
Ardından sordu:
"Ondan sonra nedir?"
Cevâbında;
"Mümin kardeşlerime ikrâm etmektir" buyurdu.
● ● ●
Bâzıları da, bu zâta;
“İslâmiyet, dünyâ zevklerini yasaklıyor mu?” diye sordular.
Cevâbında;
“Hayır, dînimiz dünyâ lezzetlerini yasaklamıyor. Bunların, hayvanlar gibi azgın, taşkın şekilde, zararlı olarak kullanılmasını yasaklıyor” buyurdu.
● ● ●
Bir gün de gençler;
“Siz nasıl muvaffak oldunuz efendim?” diye sordular.
Büyük velî;
“Helekel-müsevvifûn hadîs-i şerîfini kendime rehber edindim. Bu hadîsin mânâsı; (Tövbeyi ve iyi işleri sonraya bırakarak fırsatı kaçıranlar helâk oldu, ziyân etti) demektir” buyurdu.
."Amcacığım, niçin ağlıyorsunuz?”
27-04-2019 02:00
Muhammed bin Sükâ hazretlerine, bir gün kendi yeğeni bir suâl sordu.
Cevâbını beklerken bu velî ağlamaya başladı!
Yeğeni şaşırdı tabii!
Sordu hemen:
"Amcacığım, niçin ağlıyorsunuz?”
Cevâbında;
"Ey kardeşimin oğlu! Bu mühim mevzûyu, sana bugüne kadar niçin öğretmediğime üzülüp ağlıyorum" dedi.
● ● ●
Yine bir sohbetinde;
"Allahü teâlâ, müstahak olmayan hiçbir kimseye azap yapmaz. Azap yaptığı kimseler, muhakkak o cezâya lâyıktır" buyurdu.
"Nasıl?" dediler.
Onlara cevâben;
"Bir kimse Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymaz, uymadığına pişmân olmaz, üzülmez, aldırmaz, tövbe dahî etmezse, bu kimse, bu azâba nasıl müstahak olmasın?" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de;
“Efendim, duâlarımızın kabul olması için şartlar var mıdır?” diye sordular.
Cevâbında;
“Evet var. Önce Ehl-i sünnet itikadında olmak ve dört hak mezhebden birinde bulunmak, ayrıca farzları da yapmak lâzımdır” buyurdu.
.Fâtiha okumanın faydası
28-04-2019 02:00
Muhammed bin Yûsüf İsfehânî hazretleri, Tebe-i tâbiîn’in âlimlerinden olup, aslen İsfehânlıdır.
188 (m. 804) senesinde otuz yaşlarında vefât etti.
Dünyânın, “Allah için” olmayan her şeyinden el çekmişti.
Bir dostu vardı.
O şöyle anlatır:
Muhammed bin Yûsüf hazretleriyle yolculuğa çıkıp, bir handa sabahladık.
Bana bakıp;
“Kervancıbaşını çağır” dedi.
Ancak kervancı başının ayağını “akrep” sokmuş, kalkamıyordu.
Dönüp arz ettim.
Kendi teşrîf etti.
Ve ayağını tutup, sessizce bir şeyler okuyunca, adamcağız derhâl şifâ buldu.
Ben merak edip;
“Ne okudunuz?” dedim.
“Ümmül-kitâbı okudum’’ buyurdu.
Sordum yine:
“Ümmül-kitap nedir?”
“Fâtiha'dır” buyurdu.
Ben bunu öğrenince, hastalara “Fâtiha” okumaya başladım.
Lâkin benim okumamla hiçbir hasta şifâ bulmadı!..
● ● ●
Bir genç, bu zâta;
“Âhirette en çetin şey nedir?” diye suâl etti.
O da cevâbında;
“Kul hakkıdır, ama ‘kul hakkı’ deyince yalnız maddî haklar gelmesin hâtırına. Mümini çekiştirmek, gıybet ve sûizan, hattâ mümine sert bakmak bile ‘kul hakkı’dır” buyurdu.
.Tanınmamak için
29-04-2019 02:00
Muhammed bin Yûsüf İsfehânî hazretleri, Tebe-i tâbiîn’in âlimlerinden olup ibâdete çok düşkündü.
Aslen İsfehânlıdır.
Şöhretten korkardı.
Bunun için tanınmamaya özen gösterirdi.
Harran'a da bu yüzden gelmişti.
Ancak gelir gelmez, oradaki hadîs âlimleri Onun geldiğini duydular.
Yanına üşüştüler.
O ise rahatsız oldu.
Ve oradan da ayrıldı.
Başka bir şehre gitti.
Orada yerleşti.
"Niçin böyle yaptınız?" dediklerinde;
"Tanınmaktan korktuğum için" buyurdu.
● ● ●
Muhammed bin Yûsüf hazretleri, ekmeğini her zaman değişik fırınlardan alırdı.
Sebebini sordular.
Onlara cevâbında;
"Her zaman aynı fırından alırsam, belki fırın sâhibi beni tanır ve hürmet eder de dînimi dünyâya âlet etmiş olurum" dedi.
● ● ●
Bir sohbetinde;
“Özürsüz namaz kılmayan kimseye, Allahü teâlâ on beş sıkıntı verir. Bunların altısı, bu dünyâdadır” buyurdu.
Sordular ki:
“Onlar nedir efendim?”
Cevâbında;
“Ömründe bereket, yüzünde; Allah dostu kimselerin güzelliği ve sevimliliği kalmaz. Hiçbir iyiliğine sevap, ecir verilmez. Duâları kabul olmaz. Onu kimse sevmez. Müslümanların iyi duâlarının buna faydası olmaz” buyurdu.
."Sen Fudayl bin İyâd mısın?"
30-04-2019 02:00
Muhammed bin Yûsüf İsfehânî hazretleri, Tebe-i tâbiîn’in âlimlerinden olup ibâdete çok düşkündü.
Aslen İsfehânlıdır.
Bu zât ile Fudayl bin İyad hazretleri, çok arzu etmelerine rağmen bir türlü tanışamamışlardı.
Bir gün, Basra çarşısında, bu iki velî zât karşılaştılar.
Birbirlerine baktılar.
Biri diğerine sordu:
"Sen Muhammed bin Yûsüf müsün?”
O da ona sordu:
"Sen Fudayl bin İyâd mısın?"
Her ikisi de aynı anda;
"Evet" dediler.
Ve birer nâra atarak bayıldılar!
Fudayl'i tanıyorlardı.
Hemen kaldırdılar.
Ve evine götürdüler...
Muhammed bin Yûsüf hazretlerini ise tanıyan olmadığı için hiç ilgilenen olmadı.
Daha doğrusu;
"Allah’ın garip bir kulu, yatmış uyuyor" deyip ellemediler.
● ● ●
Bu zât br sohbetinde;
“Kardeşlerim! Ben sizlere, müminin alâmetlerinden birini haber vereyim mi?” diye sordu.
Dinleyenler;
“Söyleyin efendim, çok seviniriz” dediler.
Büyük velî;
“Mümin; verdiği zaman sevinen, günah işlediği zaman üzülen kişidir” buyurdu.
.Burası ne güzel kabir olur
01-05-2019 02:00
Muhammed bin Yûsüf İsfehânî hazretleri, Tebe-i tâbiîn’in âlimlerinden olup ibâdete çok düşkündü.
Aslen İsfehânlıdır.
Bir sevdiği anlatır:
Muhammed bin Yûsüf hazretleri, bir ara Mesise'ye geldi.
O sıralarda Ebû İshak hazretleri vefât etmişti...
Bizden onun kabrini sordu.
Yerini târif ettik.
Ve birlikte gittik.
Orada Kur’ân-ı kerîm okudu.
Bu zâtın rûhuna bağışladı.
Ve çok duâlar etti.
Sonra, o kabrin bitişiğindeki boş yeri bana gösterip;
“Burası, bir Müslümana ne güzel kabir olur” buyurdu.
O gün hastalandı.
Gittikçe daha arttı.
Sonra da vefât etti...
Biz derhâl techîz ve tekfîn işlerini yaptık.
Ve kendisini, bir gün önce işâret ettiği o boş yere defnettik. Cenâb-ı Hak rahmet eylesin.
● ● ●
Zenginlerinden birisi, bir gün bu zâta gelip;
"Ham güzel, hem de dînine bağlı bir kızım var. Onu bütün servetimle birlikte sana vermek istiyorum" dedi.
Ama o istemedi.
Adam ısrâr etti.
O yine hayır deyip;
"Allah râzı olsun. Benim evlenmek gibi bir niyetim olsaydı elbet kabul ederdim. Fakat böyle niyetim yok" buyurdu.
.İyi insan olmak için…
02-05-2019 02:00
Mûsâ Kâzım hazretleri, Tabiîn’in yüksek âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden olup, seyyiddir.
"Oniki İmâm"ın yedincisidir.
186 (m. 802) senesinde,
Bağdâd’da vefât etti.
Siyâsete hiç karışmadığı hâlde, Abbâsî halîfesi Muhammed Mehdî, onu Medîne'den Bağdat'a getirtip hapsetti.
Bir gece yattı.
Ve rüyâ gördü.
Hazret-i Alî’yi görmüştü.
Allah’ın Arslanı, ona bir heybetli nazar edince; korkudan uyanıp, hemen o gün, Mûsâ Kâzım'ı hapisten çıkardı!
● ● ●
Halîfe Hârun Reşid de Umre'den dönerken Medîne'ye uğradı. İmâm hazretlerini alıp Bağdat'a getirdi.
Ve bir siyâsî sebep göstererek hapsetti.
Hattâ ölünceye kadar hapiste kaldı mübârek zât.
Halîfeye bir mektubu var.
O mektup şöyledir:
"Benden belâ ve musîbet gitmeyecek, sen de dâima rahatlık ve genişlik içerisinde olacaksın. Ama şunu unutma ki, sonu gelmeyen âhirete sen de gideceksin, ben de..."
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
“İyi insan nasıl olur efendim?” diye sordular.
Cevâbında;
“İyi insan olmak için, helâle harama dikkat etmeli, Allah’ın kullarına merhametli olmalı ve evliyâ zâtların sohbetine devam etmelidir ki, üçü de çok mühimdir” buyurdu.
.Birini uçarken görseniz!.."
03-05-2019 02:00
Mûsâ Kâzım hazretleri, Tabiîn’in yüksek âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden olup, seyyiddir.
Bu zât, Hârun Reşid tarafından hapsedildiği zaman; İmâm-ı âzam Ebû Hanîfe hazretlerinin iki talebesi olan Ebû Yûsüf’le Muhammed Şeybânî hazretleri, ziyâretine gitmiş, birlikte oturuyorlardı.
O ara nöbetçi geldi.
Ve hazret-i İmâma;
"Efendim! Bugünkü nöbetim bitti, yarın dönüşümde bir ihtiyâcınız varsa getireyim" diye arz etti.
Hazret-i İmâm;
"Sağ ol, bir ihtiyâcım yoktur" buyurdu.
Nöbetçi ayrıldı.
Hazret-i İmâm;
"Bu, yarın döneceğini zannedip, bana ihtiyacımı soruyor, hâlbuki yarın ölecek" buyurdu.
O gece ölüm haberi geldi.
● ● ●
Bu zât, bâzı gençlere;
“Birini uçarken görseniz bile, onun fazîletine hükmetmeyin” buyurdu.
Gençler merak edip;
“Bir insanın fazîleti başka nasıl anlaşılır hocam?” diye sordular.
Cevâbında;
“Bir kimse İslâm’ın her emrine titizlikle uyuyor, farzları yapıp haramlardan kaçıyor, Ehl-i sünnet âlimlerini de seviyorsa, fazîlet sâhibidir, ona yaklaşın. Fazîlet sâhibi olmanın ölçüsü budur. Bu iki şeyde gevşeklik varsa, bu da felâketin başlangıcı demektir” buyurdu.
.Bâzı zanlar günahtır!..
04-05-2019 02:00
Mûsâ Kâzım hazretleri, Tabiîn’in yüksek âlimlerinden ve evliyânın büyüklerindendir.
Şakîk-i Belhî anlatıyor:
Hacca gidiyordum.
Bir yere varınca, orada güzel yüzlü, buğday benizli, yün elbiseli, başı sarıklı ve ayağı takunyalı bir genç gördüm.
İnsanlardan ayrı idi.
Yalnız oturuyordu.
Çok merak ettim...
İçimden; “Bu kimdir? Niçin Müslümanlardan ayrı duruyor. Gidip nasîhat edeyim de böyle yapmasın” diye düşündüm...
Ve yaklaştım.
Bana baktı ve;
“Ey Şakîk! Âyet-i kerîmede meâlen, (Zandan çok sakınınız! Zîra bâzı zanlar günahtır) buyuruluyor” dedi.
Ve ayrılıp gitti...
Hayret ettim!
Kendi kendime;
“Bu, sâlih kişi olmalı. Zîra adımı ve kalbimdekini bildi” dedim.
Helâlleşmek istedim.
Ve arkasından gittim.
Ama yetişemedim.
Kaybolmuştu gözden...
Başka bir konak yerinde onu yine gördüm.
Namaz kılıyordu.
Hem de ağlıyordu!
İçimden;
“Namazını bitirsin de helâlleşeyim” dedim.
Namazı bitince yaklaştım.
Bana döndü.
“Ey Şakîk!” dedi ve ardından; (Tövbe eden kimseleri elbette affederim!) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuyup, uzaklaştı...
.Ona sakın kızmayınız!
05-05-2019 02:00
Saîd bin İyâs hazretleri, Basralı hadîs âlimlerindendir.
Kendisi anlatıyor:
Dâvud aleyhisselâm birkaç kişiyle birlikte oturmuş, onlara bir şeyler anlatıyordu...
O ara biri geldi.
Hakâretler etti.
Orada bulunanlar, bu şahsa kızarak haddini bildirmek istedilerse de, Dâvud aleyhisselâm mâni olup;
“Ona kızmayınız ve bir şey söylemeyiniz!” buyurdu.
Sonra da kalktı.
Namaza durdu.
Tövbe istiğfâr edip sohbetine devam etti.
Bu arada o kimse de ayrılıp gitmişti.
Biraz sonra aynı kişi geldi.
Ve Dâvud aleyhisselâmın ayaklarına kapandı.
Ellerini öptü.
Çok ağladı!
Ve “Ey Allah’ın peygamberi! Ben çok büyük hatâ yaptım, lütfen beni affediniz” dedi.
Dâvud Nebî de onu affetti...
● ● ●
Saîd bin İyâs hazretlerinden, bir genç nasîhat istemişti.
Büyük velî, ona;
“Müminleri sevindir” buyurdu.
Genç sordu:
“Nasıl sevindireyim efendim?”
Büyük zât, ona;
“Bir sıkıntısını gider, bir derdine derman ol. Peygamberimiz; ‘Allahü teâlânın, farzlardan sonra en çok sevdiği iş, bir mümini sevindirmektir’ buyuruyor” diye cevap verdi.
.Al, bunun üzerine otur!
06-05-2019 02:00
Saîd bin İyâs hazretleri, Basralı hadîs âlimlerindendir.
Kendisi şöyle anlatıyor:
Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm) bir evde sohbet ediyordu ki, o sırada Cerir bin Abdullah geldi.
Cemaat çok kalabalıktı.
Oturacak yer bulamadı.
Mecbûren ayakta dikildi!
Resûl-i ekrem onu gördüler.
Etrâflarına bakıp, boş yer olmadığını görünce, mübârek cübbesini ona uzatıp;
“Al, bunun üzerine otur” buyurdular.
O da, cübbeyi aldı.
Öpüp bağrına bastı.
Hürmet ve saygıyla, onu Efendimize verip;
“Yâ Resûlallah! Siz bana ikrâmda bulundunuz. Allahü teâlâ size daha fazlasını ihsân eylesin”
diye duâ etti...
Efendimiz memnun olup,ona çok duâ buyurdular.
● ● ●
Saîd bin İyâs hazretleri, bir gün sevdiklerine;
“Günâhın küçük olduğunu değil, onu kime karşı işlediğinizi düşünün. Biz Onu görmüyorsak da O, bizi görüyor. Dünyâ sevgisi, günahların başıdır”
buyurdu.
Sordular ki:
“Dünyadan maksat nedir?”
Cevap tek cümleydi:
“Allahü teâlânın beğenmediği şeylerdir.”
.Sen, bu hâline şükret
07-05-2019 02:00
Tebe-i tâbiîn’in büyük hadîs âlimlerinden Selâm bin Ebî Muti’ hazretleri 164. (m. 780) senesinde vefât etti.
Kendisi Basralıdır.
Bu zât şöyle anlatıyor:
Bir hastayı ziyârete gitmiştim.
İnleyip duruyordu...
Acıdım hâline.
Ona yaklaştım.
Ve kendisine;
“Öyle hastalar var ki, evsiz ve kimsesiz olup, sokaklarda dertleriyle başbaşa kalmışlar, su verenleri bile yok. Onları düşün de hâline şükret” dedim.
Ve ayrıldım.
Bir müddet geçti.
Tekrar ona gittim.
Ve “Nasılsın?” dedim.
Cevâben;
“Şükürler olsun... Evim var, hizmet edenim var, çok kimse bunlardan mahrum. Ben bunları düşündükçe seviniyor, Rabbime şükrediyorum” dedi.”
● ● ●
Yine bu zât anlatıyor:
Bir gün Mâlik bin Dînar'ın yanına gittim.
Vakit geceydi.
Karanlıkta “kuru ekmek” yiyordu.
Yemek yapacak kabı bile yoktu...
Acıdım hâline.
Ve suâl ettim ki:
“Bu ne hâldir?”
Cevâben;
“Beni bırak da geçen günlerime yanayım. Zîra koskoca bir ömür geçti gitti, hiçbir şey yapamadım” dedi.”
.Ağlamaya başladı!
08-05-2019 02:00
Tebe-i tâbiîn’in büyük hadîs âlimlerinden Selâm bin Ebî Muti’ hazretleri 164. (m. 780) senesinde vefât etti.
Kendisi Basralıdır.
Bu zât şöyle anlatıyor:
Hasen-i Basrî oruçluydu.
Akşam olunca iftârını açması için su getirdiler.
Suyu alıp içeceği sırada, ağlamaya başladı!
Merak edip sordular:
“Niçin ağlıyorsunuz?”
Buyurdu ki:
“Cehennemi hâtırladım. Orada azap çeken kimseler, cennette nîmetler içinde olanlara; (İçtiğiniz o sulardan bize de verin) diye seslenirler.
Onlar bunu işitir.
Ve kendilerine;
(Allahü teâlâ bu nîmetleri kâfirlere haram kıldı) diye cevap verirler. İşte bunu hâtırladım da onun için ağladım!”
● ● ●
Bu zât bir sohbetinde;
“Düşman karşısında bir farz namazı kılmak mümkün olduğu hâlde terketmek, yediyüz büyük günah işlemiş gibidir. Yâni Müslüman, her gün beş vakit namazını kılan insan demektir”
buyurdu.
Sordular ki:
“Namazı kazâya bırakmak için hiç özür yok mudur efendim?”
Buyurdu ki:
“İki özür var. Biri uyumak, öbürü unutmaktır.”
.Senin hâlin nice olacak?
09-05-2019 02:00
Seleme bin Dînar hazretleri, Tâbiîn’in büyük âlim ve velîlerindendir.
Medîne âlimi ve kadısı idi.
Aslen Farslıdır.
140 (m. 757) de vefât etti.
Bu zât, kendi nefsine hitâben;
"Ey Seleme! Kıyâmet günü bir münâdî çıkıp da; “Ey şu şu günahları işleyenler, ayağa kalkın!’ diye seslendiğinde, sen elbette kalkarsın!" diye söylendi.
Bir “âh!” dedi.
Ve devam etti:
“Ey Seleme! Kıyâmet günü bir münâdî de çıkıp; “Şu şu günahları işliyenler kalksın!” derler, sen yine kalkarsın. Ey Seleme! O zaman hâlin nice olur, hiç düşündün mü?" der ve ağlardı!
● ● ●
Bir gün kendisine;
“Senin sermâyen nedir?" diye sordular.
Hemen ağladı!
Ve cevâbında;
"Bir tek sermâyem, Allahü teâlâya güvenip, şu insanlardan hiçbir şey beklememektir" buyurdu.
● ● ●
Bu zât şöyle anlatıyor:
Büyüklerden biri, bir kimseyi namaz kılarken rükû ve secdelerini tamam yapmadığını gördü.
Çok üzüldü.
Ve sordu hemen:
“Sen, ne kadar zamandır böyle namaz kılıyorsun?”
O kimse de;
“Kırk senedir” deyince;
“Sen kırk senedir namaz kılmamışsın. Ölürsen, Muhammed Resûlullah’ın dîni üzere ölmezsin” buyurdu.
.Ölümü ister misin?
10-05-2019 02:00
Seleme bin Dînar hazretleri, bir gün şöyle anlattı:
İnsanların günah işlediğini görür ve kendisine sorarsınız:
“Ölmek ister misin?”
“Hayır, istemem” der.
“Günâhı terk et” dersiniz.
O, cevâben;
“Günâhı, ancak öldüğümde terk ederim, fakat ölmek de istemiyorum” der.
● ● ●
Süleymân bin Abdülmelik, Seleme bin Dînar’a;
“Bana ihtiyaçlarını bildir" diye mektup yazdı.
O, mektubu okudu...
Murâdını anladı ve;
"Ben, her ihtiyâcımı Rabbime arz ederim. Bana verdiklerine kanaat eder, vermediklerine de rızâ gösterdim" diye cevap yazdı.
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
“İlimden maksat nedir efendim?” diye sordular
“İslâmiyeti öğrenmektir” buyurdu.
“Amel nedir efendim?”
“Öğrendiklerini tatbîk etmektir.”
“Ya ihlâs hocam?”
“İhlâs, samîmiyet demektir. Kul, her işini, Allah emrettiği için yapması lâzımdır” buyurdu.
Ve ilâveten:
“Bir amelin hâlisiyle bozuğu birbirine çok benzese de, ayrıdır. Nitekim hakîkî çiçek ile yapma çiçek ne kadar benzeseler de ayrıdırlar. Hakîkî çiçeği koklayın, hoş kokar. İşte hâlis ibâdet de mis gibi kokar” buyurdu.
.Nasıl kadı oldu?
11-05-2019 02:00
Seleme bin Dînar hazretleri şöyle anlatıyor:
Zamanın Halîfesi Ebû Câfer, o devrin en büyük âlimlerinden olan Ebû Hanîfe, Süfyân-ı Sevrî, Mis'âr bin Kedam ve Şüreyk bin Abdullah’a haber gönderip huzuruna çağırdı.
Bunlar birleştiler.
Ve yola çıktılar...
Ancak Süfyân-ı Sevrî yolda kaçtı.
Böylece diğer üçü kaldı.
Bunlar halîfenin huzuruna çıktılar.
Halîfe, İmâm-ı âzama;
"Sen kadı olacaksın" dedi.
Ebû Hanîfe;
"Ben Arap değilim. Arapların ileri gelenleri, vereceğim hükmü kabul etmezler" dedi.
Halîfe Mansur;
"Bu işin soyla alâkası yok. Burada ilim lâzım, sen de büyük âlimsin" dedi.
Ebû Hanîfe;
"Ben bu işe lâyık değilim. Sözüm doğruysa böyle diyorum. Yalansa, yalancıdan kadı olmaz" buyurdu.
Halîfe "pekâlâ" dedi.
Ve Mis'ara teklîf etti.
Mis'âr, Halîfeye dönüp;
“Nasılsın, çocuklar ne yapıyor, hayvanların ne âlemde?" diye sormaya başladı.
Mansur kızdı ve;
“Götürün bu deliyi!" dedi.
Geride Şüreyk kalmıştı...
O da halîfeye;
“Ben sevdâvî denen bir hastalığa yakalandım" dedi.
Ancak Halîfe Mansur;
"Mühim değil, ilâç alırsın" dedi.
Ve kadılığa tâyin edildi...
.Bu eti nerede pişirdin?
12-05-2019 02:00
Talha bin Musarref hazretleri, Tâbiîn’den olup, tanınmış hadîs ve kıraat âlimidir.
Kendisi Kûfelidir.
112 (m. 730) senesinde vefât etti.
Zühd ve verâ sâhibiydi...
Bir gün oruç tuttu.
Evinde az et vardı.
Hanımı bu eti iftarlık olarak hazırlamak istiyordu.
Ama pişirecek “ızgara” gibi bir şey yoktu...
Bu sırada, komşunun hizmetçisi “ateş” almak için geldi.
Elinde ızgara vardı.
Izgarayı gördü.
Ve hizmetçiye;
"Az bekle, şu eti senin ızgarada pişireyim" dedi.
Izgarayı aldı ve eti pişirdi.
Nihâyet iftar vakti oldu.
Hanım eti sofraya koydu.
Hazret-i Talha sordu:
"Eti nerede pişirdin?"
"Komşunun ızgarasında."
"Komşudan izin aldın mı?”
"Almadım.”
Bunu öğrenince;
"Komşudan helâllik almadıkça bu eti yemem" dedi.
● ● ●
Bir gün de bazı gençler;
“Efendim, insana en önce lâzım olan şey nedir?” diye sordular.
Cevâbında;
“Önce lâzım olan şey; itikâdını, Ehl-i Sünnet âlimlerinin bildirdiğine göre düzeltmektir” buyurdu.
Sordular:
“Ondan sonra nedir?”
Buyurdu ki:
“İmândan sonra ibâdete sıra gelir.”
.Sebepsiz güldün, değil mi?"
13-05-2019 02:00
Talha bin Musarref hazretleri, Tâbiîn’den olup tanınmış hadîs ve kıraat âlimidir.
Bir gün sebepsiz gülmüştü.
Ama hemen pişmân oldu.
Ve kendi nefsine;
"Niçin güldün?" dedi.
Ardından sordu:
"Sebepsiz güldün değil mi?"
Buna çok üzüldü!
Çok pişmân oldu.
“Bundan sonra hiç sebepsiz gülmeyeceğim" diye yemîn etti.
O günden sonra ölünceye kadar güldüğü görülmedi.
● ● ●
Tanıdıkları, bu zât için;
"Filân ve filân âlimlerden daha üstündür" derlerdi.
O, bunu duyunca hemen o âlimlere gidip, önlerinde diz çöker, onlardan bir şeyler öğrenirdi.
Ve rahatlardı.
Öyle diyenlere;
"O, benden üstündür. Zîra bugün ondan şunu şunu öğrendim" der ve böylece kendisi için yaptıkları methiyeleri silmeye çalışırdı.
● ● ●
Bu zât bir sohbetinde;
“Kardeşlerim! İnsanın en büyük düşmanı, nefsidir. Dînin her bir emrinde, bu nefsi kırmak vardır ve nefis kırılırsa netice hayır olur” buyurdu.
Ve ilâve etti:
“İstişâre etmek, nefsi kırar. Zîra nefis, istişâre etmeyi, fikir sormayı istemez, ‘ben de biliyorum’ der.”
.Kölesi, annesiymiş meğer!..
14-05-2019 02:00
Tâbiîn’in meşhur âlimlerinden Ubeyde bin Muhâcir hazretleri aslen Rum’dur.
112 (m. 730) senesinde vefât etti.
Köleleri satın alır, sonra da âzâd edip serbest bırakırdı.
Bir gün, Rum asıllı ihtiyar bir “köle” kadın gördü.
Onu satın aldı.
Sonra âzâd etti.
Kadıncağız;
"Kimsem yok; nereye gideyim, nerede barınayım, bilmiyorum" dedi.
Bunun üzerine ona acıdı.
"Öyleyse bizde kal" dedi.
Ve evinde misâfir etti o ihtiyar kadıncağızı.
Derken akşam oldu.
Birlikte yediler...
Sonra o kadına;
“Sen kimsin, nesin?" diye sordu.
Aldığı cevaplardan, bu kadının "kendi annesi" olduğunu anladı...
● ● ●
Bu zât, misâfirine çok ikrâm ederdi.
Evde ne varsa çıkarırdı önlerine.
Bir gün ona dediler ki:
“Çok ikrâm yapıyorsunuz.”
“Evet, biraz öyle” buyurdu.
“Ama malınız azalıyor.”
“Olsun, malım azalıyorsa, ömrüm de bitiyor.”
“Birâzını saklasanız?”
Mübârek zât;
“Mal, saklamak için değil, harcamak içindir. Bırakıp gideceğime, Allah yolunda harcarım daha iyi” buyurdu.
."Bundan daha büyük nîmet olur mu?”
15-05-2019 02:00
Tâbiîn’in meşhur âlimlerinden Ubeyde bin Muhâcir hazretleri, aslen Rum’dur.
112 (m. 730) da vefât etti.
● ● ●
Bir defâsında ticâret için Azerbaycan'a gitmişti.
Bir akşam vakti, gecelemek üzere nehir kenarında bir yere çekildi.
Ve bir hâdiseye şâhit oldu.
Yâni bizzat yaşadı.
● ● ●
Kendisi şöyle anlatıyor:
Yakınımda, devamlı Allahü teâlâya hamd eden birinin sesini işittim.
Sesin geldiği yere doğru yaklaştığımda, çukur içinde, bir “hasıra” sarılmış birini gördüm.
Yanına yaklaştım.
“Selâmün aleyküm.”
“Aleyküm selâm.”
Dedim ki:
“Sen kimsin?”
“Bir Müslümanım.”
“Niçin buradasın?”
Cevâbında;
“Ben burada Rabbime hamd ediyorum. Zîra beni yarattı, bana düzgün âzâlar verdi, Müslüman olmakla şereflendirdi, sıhhat âfiyet verdi, ayıp ve günahlarımı da örtüyor. Bundan daha büyük nîmet olur mu?” dedi.
Çok sevdim onu.
Ve teklîf ettim ki:
“Gel, bize gidelim.”
Kabul etmedi.
Onun, o hâldeyken bile hâlinden memnun olup şikâyet etmemesi, beni çok duygulandırdı...
.Seni nerede bulurum?"
16-05-2019 02:00
Vehb bin Münebbih hazretleri, Tâbiîn devrinde yetişen tanınmış hadîs âlimidir.
124 (m. 737) de San’ada vefât etti.
Bu zât anlatıyor:
Dâvud aleyhisselâm;
“Yâ Rabbî! Seni aradığımda nerede bulurum?” diye sordu.
Allahü teâlâ;
“Ben, benden korkularından dolayı kalpleri titreyip ürperen kimselerle berâberim!” buyurdu.
Sonra da;
“Ey Dâvud! Hangi kulun günâhını affetmeyi severim biliyor musun?” buyurdu.
Hazret-i Dâvud sordu:
“Kimin yâ Rabbî?”
Allahü teâlâ;
“Günahlarını hâtırladığı zaman içi titriyen kullarımın!” buyurdu.”
● ● ●
Vehb hazretlerine;
"Efendim, Çok ibâdet yapan iki kişiden hangisi daha üstündür?" diye sordular.
Cevâbında;
"Hangisinin insanlara faydası çoksa, o kişi daha üstündür" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
“Kötü huylu insan nasıl olur efendim?” diye sordular.
Cevâbında;
“O, herkesi kötü bilir. Kimseye iyilik yapmaz. Yapsa da başa kakar. İbâdet de yapmaz. Yapsa da sevap alamaz” buyurdu...
.Suçunuz ne idi ki?.."
17-05-2019 02:00
Vehb bin Münebbih hazretleri, Tâbiîn devrinde yetişen tanınmış hadîs âlimidir.
Bu zât anlatıyor:
İsâ aleyhisselâm, yanında havârîleri olduğu hâlde bir köye uğradı.
Orada, herkesi ölmüş bir vaziyette görünce;
“Bunlar toplu hâlde öldüklerine göre Allah’ın gazabına uğramışlar” dedi.
Ve o ölülerden birine;
“Allah’ın izniyle kalk!” diye seslendi.
Bir ölü dirildi ve;
“Buyurun!” dedi.
İsâ aleyhisselâm;
“Suçunuz ne idi ki, bu azâba lâyık oldunuz?” diye sordu.
O mevtâ cevâben;
“Ey Allah’ın Nebîsi! Biz dünyâyı, çocuğun annesini sevdiği gibi sevmiştik. Dünyâlık işlerimiz yolunda olunca sevinir, iyi gitmeyince de üzülürdük” dedi.
İsâ Nebî sordu:
“Sonra ne oldu?”
Cevâbında;
“Gece çok iyiydik. Sabah bu hâle geldik” dedi.
● ● ●
Bir gün bu zâta sordular:
“Zikir nedir efendim?”
Onlara cevâben;
“Zikir, İslâmiyete uymaktır” buyurdu.
Ve açıkladı:
“Yâni İslâmiyete tam uyan bir kimsenin her hareketi zikirdir. Eğer böyle değilse, eline tesbîh alıp da binlerce defâ 'Allah, Allah, Allah' dese, zikretmiş sayılmaz.”
.Nice masumları öldürürsün!.."
18-05-2019 02:00
Yezid bin Ebî Habîb hazretleri, Tâbiîn’in büyük âlimlerinden olup, 128 (m. 745) târihinde Mısır’da vefât etti.
Aslen Sudanlıdır.
Bu zât, bir gün hastalandı.
Vâli, ziyâretine geldi.
Hürmetlerini arz edip;
“Geçmiş olsun” dedi.
Ve bunun ardından;
"Üzerinde pire kanı bulunan elbise ile namaz kılınır mı?" diye fıkhî bir mesele sordu bu zâta.
O ise, sırtını döndü.
Hiç cevap vermedi...
Çünkü vâlinin uygunsuz hâllerini ve halkına yaptığı eziyet ve zulümleri işitmişti.
Vâli, suâlini tekrar sordu.
Ve cevap bekledi.
Durumsa aynıydı.
Sırtı ona dönüktü.
Ve bu hâlde iken; "Sen her gün, nice mâsum insanları öldürüyorsun, onların kanlarından sormuyorsun da ‘pire kanı’ hakkında soruyorsun?" dedi.
O, dersini almıştı.
Artık zulmetmedi halkına...
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
“Müslümanlık nedir efendim?” diye sordular.
Cevâbında;
“Allahü teâlânın emir ve yasaklarına saygılı olmak ve O’nun mahlûku olan her canlıya acımaktır” buyurdu.
Sordular yine:
“Müminin şiârı nedir efendim?”
Cevâben;
“Güleryüz, tatlı dildir. Münâfıklar, çatık kaşlı ve asık suratlı olurlar” buyurdu.
.En büyük mutluluk nedir?
19-05-2019 02:00
Yezid bin Ebî Habîb hazretleri, Tâbiîn’in büyük âlimlerinden olup, 128 (m. 745) târihinde Mısır’da vefât etti.
Halîfenin oğlu, bir kimseyi göndererek, bazı dinî meseleleri sormak için yanına çağırdı bu büyük zâtı.
O zât buyurdu ki:
"Kendi bana gelsin.”
Haberci bunu söyleyince, kendisi kalkıp, geldi.
Ve ona sordu ki:
"Niçin siz gelmediniz?"
Büyük zât cevâben;
"Senin bana gelmen, senin için şereftir. Benim sana gelmemse benim için zillettir, aşağılıktır" buyurdu.
● ● ●
Bu zât anlatır:
Bir gün Mina'daydık.
Kurbanımızı kestik.
Ama bir çocuk kesmedi.
“Niçin kesmiyorsun?” diye sordum.
Çocuk ağladı!
Ve ellerini açıp;
“Yâ Rabbî! Kurban kesecek param yok... Şu küçük vücûdumu, rızân için kurban etmek istiyorum, lütfen kabul buyur” dedi.
Gözyaşları döktü!
Ve “Allah!” deyip, canını Cânâna teslim eyledi...
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
"En büyük mutluluk nedir?” diye sordular.
Cevâbında;
"İnsanları sevindirmektir, ama bir şartla! Unutacaksınız. Eğer ufak bir karşılık beklerseniz, o, ticâret olur ki, hiç kıymeti olmaz" buyurdu.
."Ölüme hazırlıklı olun kardeşlerim!.."
20-05-2019 02:00
Yûsüf bin Esbât hazretleri; Tebe-i tâbiîn’den olup, hadîs, fıkıh ve kıraat âlimidir.
Antakya’da yaşadı.
195 (m. 810)’de vefât etti.
Sohbet ederdi.
Ama ekseriyâ;
"Kardeşlerim! Herkesin mutlaka tadacağı ve kimsenin çâre bulamadığı ölüm için şimdiden hazırlanınız... Çünkü ölüm geldikten sonra ‘Âh!’ etmekten, pişmân olmaktan başka yapacak bir şey olmaz" buyururdu
● ● ●
Bir gün kendisine;
"Zühd’ün gâyesi nedir efendim?" dediler.
Cevâbında;
"Zühd, dünyâdan kesilmektir. Nîmet gelince şımarmamak, gelmeyince de üzülmemektir" buyurdu.
Sordular yine:
"Tevâzu nedir?"
Cevâbında;
"Evinden çıktığında karşılaştığın herkesi, kendinden üstün bilmendir" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de;
“Bedbaht olmanın alâmeti nedir?" diye sordular bu zâta.
Cevâbında;
“İlmi olup da amel yapmamak ve ameli olup da ihlâsı olmamaktır” buyurdu.
Ve ekledi:
“Üçüncü alâmetiyse, bir velî sohbetine kavuşamamaktır. Zîra bir Allah adamını tanımamak, kötü bahtlı olmanın en büyük nişânıdır.”
.Ölmeyi ister misin?
21-05-2019 02:00
Yûsüf bin Esbât hazretleri; Tebe-i tâbiîn’den olup hadîs, fıkıh ve kıraat âlimidir.
Antakya’da yaşadı.
195 (m. 810)’de vefât etti.
Bir gün bu zâta sordular:
"Hemen ölmeyi ister misin?"
Cevap verdi:
"Hayır, istemem."
"Niçin?"
"Hazır değilim" dedi.
Ve izah edip;
"Daha yaşarsam, belki bir gün günahlarıma pişmân olup, iyi ameller yaparım da, iyiler arasına katılmak nasip olur" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de sevdiklerine;
"Ben vefât ederken Allahü teâlâdan ‘üç şey’ isterim" buyurdu.
Sordular ki:
"Onlar nedir?"
Cevâbında;
"Vefât ederken param olmasın, borcum olmasın ve kemiklerimde et kalmasın" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de;
“Müslümanlık kısaca nedir?” diye sordular.
Cevâben;
“Allahü teâlânın emir ve yasaklarına saygılı olmak ve Onun mahlûku olan her bir canlıya acımaktır” buyurdu.
Sordular yine:
“Müminin şiârı nedir efendim?”
Cevâben;
“Güler yüz, tatlı dildir. Münâfıklar, çatık kaşlı ve asık suratlı olurlar” buyurdu.
."O, bana çok faydalı oluyor"
22-05-2019 02:00
Zeyd bin Eslem hazretleri, Tâbiîn’in büyüklerinden olup, Medîne’de yetişen müfessirlerin en meşhurudur.
136 (m. 753) târihinde Medîne’de vefât etti.
Hazret-i Ömer'in kölesiydi.
Sonra âzât oldu.
İlim sâhibiydi...
Peygamber Efendimizin mescidinde talebelere ders vermeye başladı.
Hattâ Hazret-i Hüseyin’in oğlu Zeynelâbidîn bile kendisinden ilim öğrenirdi.
Halk merak etti...
Zeynelâbidîn’e;
"Akrabalarınızdan pek çok büyük âlimler varken, Hazret-i Ömer'in kölesine mi gidiyorsun?" dediler.
Cevâbında;
"O bana, dinde çok faydalı oluyor" dedi.
● ● ●
Hazret-i Zeyd anlatıyor:
Bir gün Abdullah bin Ömer, köle olan bir çobana rastlayıp “Şu sürüden bir koyun getir de, kesip yiyelim” dedi.
Çoban karşı çıktı;
“Hayır veremem.”
“Niçin?”
“Akşam sâhibine ne derim?”
“Kurt kaptı dersin.”
“Böyle yapmaktan Allah’a sığınırım. Çünkü O, her şeyi bilir” dedi.
Bu cevâbı beğendi.
Hattâ hayran oldu.
Sâhibini bulup, bu köleyi ve koyun sürüsünü ondan satın aldı.
Sonra köleyi âzâd edip, koyun sürüsünü kendisine hediye etti.
.Eğer sabrederlerse…
23-05-2019 02:00
Zeyd bin Eslem hazretleri, Tâbiîn’in büyüklerinden olup, Medîne’de yetişen müfessirlerin en meşhurudur.
136 (m. 753) târihinde Medîne’de vefât etti.
Bu zât anlatıyor:
Fakirler, Efendimizine gelip;
“Yâ Resûlallah! Zenginler hayır hasenât yapıyor, biz yapamıyoruz” dediler.
Ve dert yandılar.
Efendimiz onlara;
“Sabreden fakire, Cennette yüksek köşkler verilir. Zenginlerden beş yüz sene önce cennete girerler ve zenginlerin kavuştukları sevaba, sadece bir tesbîh söylemekle kavuşurlar” buyurdu.
● ● ●
Bir gün de sevdiklerine;
“Bir zaman gelecek, dünyâda hakîki mürşit bulunmıyacak. Yazık o milletin hâline” buyurdu.
Sordular ki:
“Onlara tavsiyeniz nedir efendim?”
Buyurdu ki:
“Bir İslâm âliminin kitâbını okusunlar. Onların kitaplarının okunduğu yere rahmet yağar.”
● ● ●
Bu zât, bir gün;
“Bir Müslüman, bir günah işlediğinde pişmânlık duysa, bu pişmânlığı, onun için, bulunmaz nîmettir” buyurdu.
Ve ilâve etti:
“Çünkü pişmânlık, tövbe demektir. Eğer üzülmez ve günah işlemek tatlı gelirse, bu, günahta ısrardır ki, çok tehlikelidir. Zîra imânına zarar verebilir maazallah.”
.Üç tane kuma getirseydin!.."
24-05-2019 02:00
Zührî hazretleri, Tâbiîn’in âlimlerindendir.
124 (m. 742) senesinde, Şam civârında “Şegbedâ” denilen köyde vefât etmiştir.
Kendisini tamamen ilme ve kitaplara vermişti.
Bir gün evde oturmuş, kitaplarını da “duvar gibi” etrâfına dizmişti.
Hanımı, bunu gördü.
Beyinin yanına geldi.
Ve kendisine;
"Vallâhi üzerime üç tane kuma getirseydin, bana bu kadar ağır gelmezdi" dedi.
● ● ●
Bir gün bu zâta;
“Efendim, Allahü teâlânın en çok sevdiği, hoşnut olduğu şey nedir?”
diye sordular.
Cevâbında;
"Allah yolunda akıtılan (kan) ve Allah korkusuyla akıtılan (yaşlar), Allahü teâlânın en çok hoşnut olduğu, sevdiği damlalardır!" hadîs-i şerîfini nakletti.
● ● ●
Bir gün de sohbetinde;
"Allah adamlarını çok sevin ve onların hayat tarzını kendinize örnek alın. Allah dostlarını sevmek, insanın ihlâsını arttırır" buyurdu.
Sordular ki:
"Efendim, bu dünyâda kim kimi seviyorsa, âhirette de onunla berâber olacakmış, öyle mi?"
Büyük velî;
"Evet" dedi.
Ve Peygamber Efendimizin; "Kişi, dünyâda ve âhirette sevdiğiyle berâberdir" buyurduğunu nakletti.
."Yetimlere karşı merhametli ol!..”
25-05-2019 02:00
Zührî hazretleri, Tâbiîn’in âlimlerindendir.
124 (m. 742) senesinde, Şam civârında vefât etti.
Bu zât anlatıyor:
Bir gün Mûsâ aleyhisselâm yolda gidiyordu.
Bir ara;
“Yâ Mûsâ!” diye ses işitti...
Etrâfına baktı.
Kimseyi göremedi.
Ve yoluna devam etti.
Az sonra yine;
“Yâ Mûsâ!” denildi.
Hazret-i Mûsâ yine bakındı.
Kimseyi göremedi.
Fakat içi ürpermişti!
Üçüncüsünde;
“Yâ Mûsâ! Ben, kendisinden başka hiç İlâh olmayan Rabbin Allah’ım” diye nidâ edildi.
Bu defâ duydu.
Ve hemen durup;
“Buyur yâ Rabbî! Emrine hazırım” dedi.
Ve secdeye kapandı.
Allahü teâlâ;
“Yâ Mûsâ! Arş’ın gölgesinde gölgelenmek istiyorsan, yetimlere karşı merhametli baba gibi ol” buyurdu.
● ● ●
Bir gün de sevdiklerine;
"Sizi cehenneme düşmekten muhâfaza edecek olan şeyleri çoğaltınız" buyurdu.
Sordular ki:
"O şeyler nedir?"
Cevap verip;
"Allah’ın kullarına ihsân ve iyilik yapmaktır" buyurdu.
."Kendini nasıl buluyorsun?"
26-05-2019 02:00
Evliyânın büyüklerinden olan Abdullah bin Hubeyk hazretleri, Antakya’da ikâmet etti.
Aslen Kûfe’lidir.
Çok ibâdet yapardı.
Kendisi şöyle anlatıyor:
Bir âbid vardı.
Onu ziyâret için yanına gittim.
Bir ara sordum ki:
“Kendini nasıl buluyorsun?”
Cevâben;
“Günâhı çok, sevâbı az, yolculuğu uzun olan biri gibi buluyorum” dedi.
Yine sordum:
“Azığın nedir?”
Cevap olarak;
“Tek sermâyem, Onun affından ve mağfiretinden ümitli olmamdır” dedi.
● ● ●
Yine o anlatıyor:
Biri, Resûlullaha geldi.
Ve suâl etti ki:
“Yâ Resûlallah! Dünyâlık elde etmek gâyesiyle gazâya giden kimse için ne buyurursunuz?”
Efendimiz dinledi.
Ve buyurdu ki:
“Onun için, hiç sevap yoktur.”
● ● ●
Bu zât bir sohbetinde de;
"Bu dünyânın çirkinliğini anlamadıkça, ona düşkünlükten kurtulamazsınız. Ona düşkün olunca da, âhirette felâketten kurtulmak hiç mümkün olmaz" buyurdu.
Ve ekledi:
"Dünyâyı sevmek, günahların başıdır" hadîs-i şerîfi, buna delîldir.
."Kıyâmet ne zaman kopar?”
27-05-2019 02:00
Evliyânın büyüklerinden olan Abdullah bin Hubeyk hazretleri bir gün şunu anlattı:
Birisi Resûlullah Efendimize;
“Yâ Resûlallah! Kıyâmet ne zaman kopar?” diye suâl etti.
Efendimiz sordu:
“Hazırlığın nedir?”
O kişi cevâben;
“Fazla bir şey hazırlamadım yâ Resûlallah, ama Allah ve Resûlünü çok seviyorum” dedi.
Resûl-i ekrem;
“Öyleyse âhirette, sevdiklerinle berâber olursun” buyurdu.
● ● ●
Bu zât anlatıyor:
Muâz bin Cebel hazretlerinin rivâyetiyle Resûlullah Efendimiz;
“Kim kalbinden ihlâsla ve yakînle, (Lâ ilâhe illallah) derse, Cennete girer ve ona Cehennem ateşi dokunmaz” buyurdu.
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
“En mühim ibâdet nedir efendim?” diye sordular
Buyurdu ki:
“Beş vakit namaz kılmaktır. Namaz, ibâdetlerin hepsini kendinde toplayan ve insanı Allahü teâlâya en çok yaklaştıran bir ibâdettir.”
● ● ●
Bir gün de bazı gençler;
"Efendim, bize namaz kılmak zor geliyor, sebebi nedir?" dediler.
Cevâbında;
"Sebep, nefistir. Çünkü nefis, İslâmiyete inanmıyor. Bunun için İslâmiyetin emri olan namaz kılmak, ona acı geliyor ve kılmak istemiyor" buyurdu.
."Fırına ne süreyim hocam?"
28-05-2019 02:00
Ahmed bin Ebîl-Havârî, Şam'da yaşadı.
844 (H.230) senesinde vefât etti.
Hocası Ebû Süleymân Dârânî hazretlerine hiç muhâlefet etmeyeceğine, karşı çıkmayacağına dâir söz vermişti...
Bir gün hocası ders veriyordu.
Ahmed bin Ebîl-Havârî geldi.
Kapıyı tıklattı.
Ve içeri girip;
"Efendim, fırın iyice kızdı, ne pişirmemi emredersiniz?" diye sordu.
Hocası cevap vermedi...
Ahmed bin Ebil-Havârî geri gitti.
Biraz sonra yine geldi.
Aynı şeyi sordu.
Cevap alamadı.
Üçüncüde hocası;
"Fırına kendini sür!" dedi.
Ve derse devam etti.
Bir müddet geçti...
Talebelere dönüp;
"Ahmed'i çağırın!" buyurdu.
Koşup aradılar.
Ortalarda yoktu...
Onu bulamayınca geri dönüp, hocalarına durumu bildirdiler:
"Ahmed'i bulamadık efendim.”
Buyurdu ki:
"Fırına baktınız mı?"
"Bakmadık" dediler.
Buyurdu ki:
"Gidin bakın."
Koşup fırının kapağını açtıklarında, Ahmed'i, “kızgın” fırının içinde görüp şaşkına döndüler! Zîra çok rahat ve huzur içinde oturuyordu...
."Ne kadar nurlu bir yüzün var"
29-05-2019 02:00
Ahmed bin Ebil-Havârî, Şam'da yaşadı.
844 (H.230) da vefât etti.
Kendisi anlatır:
Rüyâmda yüzü “nûr” gibi pırıl pırıl parlayan bir hûri gördüm.
Ve kendisine;
“Ne kadar güzel ve nûrlu yüzün var. Bunu neye borçlusun?” dedim.
Bana baktı.
Ve cevâben;
“Ey Ahmed! Sen bir gece Allah korkusundan ağlıyordun. Gözyaşların sel gibi akıyordu! O akan yaşları alıp yüzüme sürdüm. İşte yüzümün parlaklığı, senin o gözyaşlarındandır” dedi.
● ● ●
Bir gün de sevdikleriyle sohbet ediyordu ki; “Allahü teâlâ bir kulunu severse, ona iki nîmet verir” buyurdu.
Sordular ki:
“Onlar nedir efendim?”
Buyurdu ki:
“Birinci nîmet, sevdiği bir kulunu tanıtır ona.”
Sordular:
“Sevdiği kuldan maksat nedir hocam?”
Buyurdu ki:
“Hakîkî bir İslâm âlimidir, Allah dostu bir velîdir. Bu büyük zâtları tanıtır ve sevdirir onları.”
Sordular yine:
“İkinci nîmet nedir hocam?”
Buyurdu ki:
“Hayırlı bir iş, yâni insanların dünyâsına veyâ âhiretine faydası olan bir iş nasip eder ona.”
."Duâ edin, oğlum kurtulsun"
30-05-2019 02:00
Bakıyye bin Mahled hazretleri, hadîs ve fıkıh âlimidir. Endülüs’ün Kurtuba şehrinde yaşadı.
276 (m. 889) senesinde vefât etti.
Şöyle anlatılır:
Bir gün, oğlu düşmana esir düşmüş bir kadın, bu zâta geldi.
Huzûruna çıktı.
Ve durumu anlatıp;
“Çok üzülüyorum efendim. Ne olur bir duâ edin de, oğlum kurtulsun” dedi.
Büyük zât kadını gönderdi.
Ve Allahü teâlâya duâ etti.
Ertesi gün kadın, oğluyla birlikte bu zâta geldi.
Teşekkür etti.
Ve duâlar edip;
“Oğlum sağ sâlim döndü efendim. Fakat size söyleyeceği şeyler var” dedi.
Genç, şöyle anlattı:
Efendim, ben esirken, başka bir esirle birlikte, her gün ayaklarımız zincirle bağlı olduğu hâlde, bağda bahçede çalışıyorduk.
Dün, zincirlerimiz koptu.
Niçin koptu, anlayamadık.
Muhâfız bunu gördü.
Ve bana sordu ki:
“Zinciri sen mi kırdın?”
Ben cevaben;
“Hayır, kendisi düştü” dedim.
Muhâfız hayret etti.
Din adamlarını çağırdı.
Onlar da hemen geldiler.
Biri bana sordu ki:
“Senin annen var mı?”
“Evet var” dedim.
“Allah, annenin duâsını kabul etti ve bağını düşürdü. Bizim, seni esîr tutmamız artık mümkün değildir” dedi.
Ve bana yiyecek verip gönderdiler.
.Duâ edin, oğlum kurtulsun"
30-05-2019 02:00
Bakıyye bin Mahled hazretleri, hadîs ve fıkıh âlimidir. Endülüs’ün Kurtuba şehrinde yaşadı.
276 (m. 889) senesinde vefât etti.
Şöyle anlatılır:
Bir gün, oğlu düşmana esir düşmüş bir kadın, bu zâta geldi.
Huzûruna çıktı.
Ve durumu anlatıp;
“Çok üzülüyorum efendim. Ne olur bir duâ edin de, oğlum kurtulsun” dedi.
Büyük zât kadını gönderdi.
Ve Allahü teâlâya duâ etti.
Ertesi gün kadın, oğluyla birlikte bu zâta geldi.
Teşekkür etti.
Ve duâlar edip;
“Oğlum sağ sâlim döndü efendim. Fakat size söyleyeceği şeyler var” dedi.
Genç, şöyle anlattı:
Efendim, ben esirken, başka bir esirle birlikte, her gün ayaklarımız zincirle bağlı olduğu hâlde, bağda bahçede çalışıyorduk.
Dün, zincirlerimiz koptu.
Niçin koptu, anlayamadık.
Muhâfız bunu gördü.
Ve bana sordu ki:
“Zinciri sen mi kırdın?”
Ben cevaben;
“Hayır, kendisi düştü” dedim.
Muhâfız hayret etti.
Din adamlarını çağırdı.
Onlar da hemen geldiler.
Biri bana sordu ki:
“Senin annen var mı?”
“Evet var” dedim.
“Allah, annenin duâsını kabul etti ve bağını düşürdü. Bizim, seni esîr tutmamız artık mümkün değildir” dedi.
Ve bana yiyecek verip gönderdiler.
.Cennete ne ile girilir?
31-05-2019 02:00
Bakıyye bin Mahled hazretleri, hadîs ve fıkıh âlimidir. Endülüs’ün Kurtuba şehrinde yaşayıp, 276 (m. 889) yılında vefât etti.
Bir gün bu zâta;
"Hocam! Cennete ne ile girilir?" diye sordular.
Cevâbında;
"Allah’ın rahmetiyle girilir" buyurdu.
Sordular yine:
"Herkes mi efendim?”
"Evet, Efendimiz aleyhisselâm bir gün ‘Hiçbir kul, kendi ameliyle cennete girmez. Ancak Allahü teâlânın rahmetiyle girebilir’ buyurmuştur” dedi.
● ● ●
Bir gün de bâzı gençler;
“Efendim, insana önce lâzım olan şey nedir?” diye sordular.
Buyurdu ki:
“Önce lâzım olan şey; îtikadını, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiğine göre düzeltmektir.”
Sordular:
“Ondan sonra ne mühimdir?”
Buyurdu ki:
“Îmândan sonra ibâdet mühimdir.”
● ● ●
Bir gün de;
“En mühim ibâdet nedir?” diye sordular
Buyurdu ki:
“Beş vakit namaz kılmaktır. Namaz, ibâdetlerin hepsini kendinde toplayan ve insanı Allahü teâlâya en çok yaklaştıran bir ibâdettir.”
.Bugün ne kadar da sıcak!"
01-06-2019 02:00
Osmân bin Muhammed bin Ebî Şeybe hazretleri, hadîs âlimlerindendir.
Aslen Kûfelidir.
297 (m. 910) senesinde Bağdâd’da vefât etti.
Kendisi şöyle anlatır:
Efendimiz, bir gün Eshâb-ı kirâm’a buyurmuşlar ki:
Hava sıcak olduğunda, Allahü teâlâ kullarına bakar.
Yer ehlini dinler.
Gök ehlini dinler.
Ve bir kişinin;
“Bugün ne kadar da sıcak. Allah’ım! Beni cehennemin harâretinden koru” dediğini işitir.
Merhamet eder.
Ve cehenneme;
“Ey cehennem! Kullarımdan biri, senin harâretinden korkup, bana yalvarıyor. Şâhit ol, ben o kulumu senin harâretinden korurum” buyurur.
Hava soğuk olduğu zaman da,
Allahü teâlâ yine kullarını dinler.
Bir kimse;
“Bugün hava ne kadar da soğuk. Allah’ım! Beni cehennemin zemherîrinden muhâfaza eyle” dediğini işitir.
Ona da çok acır.
Ve cehenneme;
“Ey cehennem! Kullarımdan birisi, senin zemherîrinden kurtarmamı istiyor. Şâhit ol, ben onu kurtaracağım” buyurur.
Eshab, Efendimize;
“Zemherîr nedir Yâ Resûlallah?” diye sorarlar.
Efendimiz;
“Zemherîr, kâfirlerin gireceği soğuk cehennemdir ki, ona bir an dayanılmaz” buyurur.
."Bundan hakkımı al!"
02-06-2019 02:00
Osmân bin Muhammed bin Ebî Şeybe hazretleri, hadîs hâfızlarından olup, aslen Kûfelidir.
Bu zât, Resûlullah Efendimizin hadîs-i şerîflerinden şöyle naklediyor:
Kıyâmet gününde ümmetimden iki kişi, Hak teâlânın huzûruna çıkar.
Biri, alacaklıdır.
Ve hakkını ister.
Rabbimiz, diğerine;
“Bu kardeşinin sende olan hakkını ver” buyurur.
O kimse;
“Yâ Rabbî! Hiç sevâbım kalmadı, ne vereyim?” der.
Alacaklı üzülür!
Ve Hak teâlâya;
“Yâ Rabbî! O zaman günahlarımı alsın” der.
Hak teâlâ, alacaklıya;
"Başını kaldır da, Cennetin şu muhteşem köşklerine bak!" buyurur.
Hak sâhibi;
"Yâ Rabbî! Gördüğüm bu köşkler hangi şehit, hangi Sıddîk veyâ hangi peygamberindir?" diye sorar.
Hak teâlâ ona;
"İşte o gördüğün göz kamaştırıcı köşkler, bedellerini ödeyenler içindir" buyurur.
Hak sâhibi;
"Yâ Rabbî! Bunların bedellerini kim ödeyebilir ki?" deyince, Allahü teâlâ;
"Hakkını bu kardeşine bağışlarsan, bunlara mâlik olursun" buyurur.
Hak sâhibi sevinir ve cenâb-ı Hak’a;
"Bağışladım yâ Rabbî!” der.
Allahü teâlâ;
"Haydi, kardeşinin elinden tut da, berâber cennete girin" buyurur.
."Seni vekil kıldım"
03-06-2019 02:00
Ebû Alî Müştevlî hazretleri, Mısır’a on fersah mesâfede bulunan Müştevl köyündendir.
340 (m. 951) senesinde vefât etti.
Gençliğinde, bir gece rüyâsında Peygamber Efendimizi gördü. Efendimiz kendisine;
"Yâ Ebâ Alî!.. Seni, dervişleri sever ve onlara meyleder görürüm" buyurdu.
O, buna sevindi...
Ve cevap verip;
“Öyledir yâ Resûlallah!" dedi.
Efendimiz;
"Dervişlerin mühim işlerini yerine getirmek üzere, seni vekil kıldım" buyurdu.
Ebû Alî;
"Peki yâ Resûlallah!" dedi.
Aradan zaman geçti...
Çok “zengin” oldu.
Allahü teâlâ o kişiye, mal varlığı ihsân etti.
Bu malıyla, dervişlerin ihtiyaçlarını karşıladı.
Arzularını, isteklerini yerine getirdi.
Hiçbirinin bir sıkıntısı olmaması için çok gayret ederdi.
● ● ●
Bir gün de bazı gençler;
"Efendim, bize namaz kılmak zor geliyor. Sebebi nedir?" dediler.
Cevâbında;
"Sebep, nefistir. Çünkü nefis, İslâmiyete inanmıyor. Bunun için İslâmiyetin emri olan namaz kılmak, ona acı geliyor ve kılmak istemiyor" buyurdu.
.“İnsanlar, dünyâ işi konuşmaya geliyorlar!"
04-06-2019 02:00
Ebû Alî Müştevlî hazretleri, Mısır’a on fersah mesâfede bulunan Müştevl köyündendir.
340 (m. 951) senesinde orada vefât etti.
Abdullah-ı Ensârî hazretleri anlatıyor:
Ebû Alî Müştevlî, zamânın büyük velîlerinden Ebû Yâkub-i Sûsî'yi ziyâret için Basra'ya gitti.
O zâtın talebelerini gördü.
Ve bir tanesine sordu:
“Hocanız nerededir?”
Genç, tereddüt etti.
Sonra cevap verip;
“Falan yerdedir. Ama siz Onun yanına girdiğinizde; (Git! İşine gücüne bak) diyecektir. Şaşırmayın. Zîra her gelene böyle demek âdetidir” dedi.
Ebû Alî “peki” dedi.
Ve gidip, kapıyı çaldı.
İçeriden;
“Giriniz!” diye ses geldi.
O da huzûruna girdi...
Büyük zât gülerek karşılayıp;
“Hoş geldiniz” dedi.
Ve yer gösterdi.
Çok iltifatlar etti.
Ebû Alî şaşırdı!
Zîra korktuğu olmamıştı.
Mübârek zât;
“İnsanlar, dünyâ işi konuşmaya geliyorlar. Böylelerine (Git! İşine gücüne bak!) diyorum. Sen ise Allah için, ilim ve edep öğrenmeye geldin. Herkese aynı şey söylenmez” buyurdu.
."Câhil olan nasıl koruyabilir?"
05-06-2019 02:00
Buhâra’da yetişen âlim ve evliyânın büyüklerinden Ebû Hafs-ı Kebîr hazretleri, 264 (m. 877) senesinde, Buhâra’da vefât etti.
Şöyle nakledilir:
Bu zât, gençlik yıllarında ilim ve iffet sâhibi, sâliha bir kızla velendi...
İlk gece, kız buna;
"Kadınların âdet hâlleriyle ilgili hayız ilmini öğrendin mi?" dedi.
Ebû Hafs;
"Öğrenmedim" dedi.
Bunun üzerine;
"Allahü teâlâ bir âyet-i kerîmede meâlen; ‘Kendinizi ve emrinizde olanları cehennemden koruyun!’ buyuruyor. Câhil olan nasıl koruyabilir?" dedi.
Ebû Hafs utandı!
Hak verdi hanımına.
Onu Allahü teâlâya emânet ederek, ilim öğrenmeye çıktı.
Merv şehrinde on beş sene, büyük bir âlimden ilim tahsil etti.
Sonra vatanına döndü.
Bir de arkadaşı da vardı.
Ceyhun Irmağı'nın üzerinden geçiyorlardı ki, Ebû Hafs’ın ayağı kaydı birden...
Kitaplar savruldu.
Hepsi suya düştü.
Çok üzülüp, o arkadaşından, yazmak için kitaplarını ödünç istedi.
O ise cevâbında;
“Sen öyle ilim öğrenmeliydin ki, kitâba ihtiyâcın kalmamalıydı" dedi.
Ona; “Haklısın” dedi.
Ve Merv'e geri gitti.
Altı senede o kitapları ezberleyip "âlim" olarak hanımının yanına döndü.
.Yâ Alî! Yoluma yardım et!"
06-06-2019 02:00
Ebül Hasen-i Eş’arî hazretleri, Ehl-i sünnetin îtikattaki iki imâmından biridir.
330 (m. 941) senesinde Bağdâd’da vefât etti.
Kırk yaşına kadar bozuk fırka olan Mu’tezileye göre yaşadı.
Bir ramazan-ı şerîf ayının ilk günlerinde, rüyâda Peygamber Efendimiz kendisine;
"Yâ Alî! Benim ve Eshâbımın yoluna yardım et" buyurdular.
Ramazanın onbeşi oldu.
Efendimiz yine görünüp;
"Sana emrettiğim şey için ne yaptın?" buyurdu.
Onbeş gün evinden çıkmadı.
Her şeyi inceledi…
Bir bir gözden geçirdi.
Ve Basra Câmii'ne gitti.
Orada kürsüye çıktı.
Cemaat, Mu’tezile bozuk yolunun en meşhur âlimi olarak bildikleri İmâm-ı Eş’arî'nin ne söyleyeceğini merak ediyordu...
Şöyle hitâb etti:
“Ey insanlar! Bir müddettir size görünmedim. Bu zaman zarfında dikkatle düşündüm. İnsafla inceledim. Yanımdaki delîlleri ve senetleri bir bir gözden geçirdim.
Tercîhte zorlandım.
Allah’a yalvardım.
Beni hidâyete kavuşturması için, çok duâ ettim. Allahü teâlâ merhamet etti.
Doğruyu bildirdi.
Hidâyete erdirdi.
Ehl-i sünnete kavuşturdu.
Mu’tezile yoluna âit îtikatlarımın hepsinden pişmân olup tövbe ettim" diyerek, Ehl-i Sünnet îtikadına girdiğini herkese îlân etti...
."Evliyâ zâtlara nasıl davranmak gerekir?”
08-06-2019 02:00
Ebül Hayr Habeşî hazretleri, Mekke’de yaşadı. 383 (m. 993) yılında, Güney İran’daki Ebrikûh beldesinde vefât edip, oraya defnedildi.
Resûlullahın kabr-i şerîfine vardığında;
"Esselâmü aleyke yâ Resûlissekaleyn!" derdi.
Cevap beklerdi.
Efendimiz ona;
"Ve aleykesselâm yâ
Tâvus-ül-Haremeyn!" diye cevap verirdi.
● ● ●
Kendisi anlatır:
Altmış sene Mekke ve Medîne'de oturdum.
Çok sıkıntılar çektim.
Ne zaman bir kişiden bir şey istemeyi düşünsem, “bir ses” işitirdim.
Gâipten gelirdi.
Can kulağıma;
“Bize secde ettiğin yüzü, kulların önünde küçük düşürmekten hiç utanmaz mısın?” derdi.
Beni vazgeçirirdi.
● ● ●
Bir gün de;
“Efendim, evliyâ zâtlara karşı nasıl davranmak gerekir?” diye sordular bu büyük velîye.
Cevâbında;
“Evliyâ zâtların büyüklüğünü bilmeli, onları çok sevip, saygıda kusur etmemelidir” buyurdu.
.Felçliydi, ama namaz vaktinde iyileşirdi!..
09-06-2019 02:00
Ebül Hüseyin Şirvânî hazretleri, İran'da yetişen büyük velîlerdendir.
Hicrî dördüncü asırda, Mekke’de vefât eyledi.
Ömrünün sonlarına doğru “felç” oldu.
Eli ayağı tutmazdı.
Ayağa kalkamazdı.
Fakat her gün beş namaz vakitleri girince iyileşirdi.
Sohbet esnâsında da sıhhatli ve sağlam olur, bu zamanlar hâricinde yine “felçli” olurdu...
Kendisine;
"Tasavvuf nedir?" diye sordular.
Cevâbında;
"Hakîkî din âlimlerinden birine bağlanıp ona teslim olmak, onun feyz ve bereketlerinden istifâde etmek ve ondan öğrendiği gibi yaşamaktır" buyurdu.
Sohbet ederdi.
Ve sevdiklerine;
"Eğer imkânım olsaydı, ayaklarım da sağlam olsaydı evliyâya sevgisi olanları ziyâret etmek için Horasan'a kadar giderdim" derdi.
Bunu sık sık söylerdi.
● ● ●
Bir gün de biri gelip;
“Dînimizde ilim öğrenmenin yeri nedir efendim?” diye sordu.
O da cevâben;
“İlim öğrenmek için evinden çıkan kimseye, melekler imrenir. Gelip o kimsenin ayakları altına kanatlarını sererler. Denizdeki balıklar, karadaki hayvanlar, havadaki kuşlar, onun için duâ ederler” buyurdu.
."Ben, şu insanlara şaşıyorum!..”
10-06-2019 02:00
Ebül Hüseyin Şirvânî hazretleri, İran'da yetişen büyük velîlerdendir.
Kendisi anlatıyor:
Bir gün Mekke-i mükerreme’de yolda yürürken, bir kimsenin, yol ortasında can çekişmekte ve şiddetli bir ızdırapla kıvranmakta olduğunu gördüm.
Çok üzüldüm!
O an kalbime;
“Şu zavallının bu sıkıntıdan kurtulması için Fâtiha okuyup üzerine üfleyeyim” düşüncesi geldi.
O sırada o kimsenin karnından ses geldi.
Dikkat kesildim.
Anlaşılır şekilde;
“Bırak bu alçağı! Çünkü bu, Hazreti Ebû Bekir'e düşmandır” diyordu.
Hemen vazgeçtim.
Ve kendi kendime;
“Demek ki, bozuk itikadının cezâsını çekiyor” deyip, ayrıldım...
● ● ●
Bu zât bir sohbetinde;
“Kardeşlerim! Ben, şu insanlara şaşıyorum” buyurdu.
Sordular:
“Hangi insanlara efendim?”
“Şu insanlara ki, kendisine az bir iyilik yapana teşekkür ederler de, her nîmetin ve her iyiliğin hakîkî Sâhibine şükretmezler. Hâlbuki insanlardan gelen her iyiliği, her nîmeti de gönderen, yine O’dur” buyurdu.
Ardından izah etti:
“Çünkü Hak teâlânın âdeti şöyledir ki, her nîmeti ve iyiliği, kullarının eliyle gönderir. O hâtırlatmasa, kuvvet ve kudret vermese, kimse kimseye iyilik yapamaz.”
.Kul namaza durunca…
11-06-2019 02:00
Tasavvuf ehlinin meşhurlarından olan Ebû Tâlib-i Mekkî hazretleri, 386 (m. 996) senesinde Bağdâd’da vefât etti.
Bu zât anlatıyor:
Kıyâmet günü, namaz kılanları, derecesine göre cennete iletirler.
Birincilere sorarlar:
“Sizin namazınız nasıldı?”
Onlar cevaben;
“Biz, ezânı işittiğimizde, hemen abdest almaya kalkardık” derler.
Melekler dinler.
Ve o kimselere;
“Siz, kavuştuğunuz bu nîmete lâyıksınız” derler.
Sonra ikinci grup kimseler gelir.
Bunların yüzleri daha parlaktır.
Melekler onlara da sorar:
“Sizin namazınız nasıldı?”
Onlar da;
“Biz, namaz vakti girmeden abdestimizi alırdık” derler.
Melekler;
“Siz de kavuştuğunuz bu nîmete lâyıksınız” derler.
Sonra üçüncü grup kimseler gelir.
Bunlar, öncekilerden nurludurlar.
Yüzleri parlaktır.
Melekler onlara;
“Sizin namazınızın husûsiyeti ne idi?” diye sorarlar.
Onlar da cevâben;
“Biz, her vaktin ezânını mescitte dinlerdik” derler.
Melekler onlara;
“Siz de şu kavuştuğunuz nîmetlere lâyıksınız” derler.
."Sen bizden ayrılma!.."
12-06-2019 02:00
İbni Nüceyd hazretleri, evliyânın büyüklerindendir.
Nişâbûr’da yaşadı.
366 (m. 976) senesinde orada vefât etti.
Kendisi anlatıyor:
Ben Ebû Osmân-ı Hayrî hazretlerinin meclisinde tövbe ettim.
Ama uzun sürmedi.
Yine günâha daldım.
Günah işlemeye başlayınca hocamın sohbetlerini terk ettim. Utancımdan ona görünmemeye çalışır ve beni görmesin diye âdeta kaçardım ondan.
Bu da çok sürmedi.
Bir gün yakalandım.
Mübârek beni görünce;
“Yavrucuğum, kötü arkadaşlardan ayrıl, bize gel. Onlar sana düşmandır. Sen günah işlediğinde sevinirler. Düşmanı sevindirme!” buyurdu.
Çok utandım!
Tövbe ettim!
Ve bir daha ayrılmadım o kapıdan.
● ● ●
Bir gün, sevdikleri, bu zâta sordular ki:
"Muvaffak olmanızı neye borçlusunuz efendim?"
Cevâbında;
"Bir hadîs-i şerîfe uyuyorum, ona borçluyum" buyurdu.
Merak ettiler:
"O, hangi hadîs efendim?”
Cevâben;
"Helekel müsevvifûn. Bu hadîs-i şerîfi kendime düstur yaptım ve hayırlı işleri ânında yapıp, az sonraya bile tehir etmedim" buyurdu.
."Eti konuşturan, Allah’tır!"
13-06-2019 02:00
İbni Sem’un hazretleri, vaaz ve nasîhatleriyle meşhur bir âlimdir.
Bağdat’ta yaşadı.
387 (m. 997)’de vefât etti.
Bir gün kürsü üzerinde vaaz veriyordu.
Bir ara cemaate;
"Eti konuşturan, yağı gördüren, kemiği işittiren Allahü teâlâyı tesbîh ederim" buyurdu.
Anlayamadılar!..
Ve “anlamadık” dediler.
Büyük zât onlara;
"Burada 'et'ten maksat (dil), 'yağ'dan maksat (göz), 'kemik'ten maksat da (kulak) idi" buyurdu.
● ● ●
Bir sevdiği anlatır:
Bir defâsında şiddetli bir darlığa düştüm!
Hiç param kalmamıştı...
Bir şeyler satmak için, evi aradım taradım.
Bir “yay” ile, giydiğim “mest”ten başka bir şey yoktu...
Bunları aldım.
Evden çıktım.
Götürüp satacaktım.
O gün İbni Sem’ûn'un vaaz günüydü...
“Önce vaazı dinleyeyim, sonra satarım” diyerek, vaazı dinlemeye gittim.
Sonuna kadar dinledim.
Nihâyet vaaz bitti.
Ben de kalktım.
Tam gidiyordum ki, İbni Sem’ûn hazretleri bana uzaktan seslenip;
“Mesti ve yayı satma, Allahü teâlâ sana başka yerden rızık gönderir” buyurdu.
Gerçekten de lüzum kalmadı...
.Uyandırmamak için...
14-06-2019 02:00
İbni Sem’un hazretleri, vaaz ve nasîhatleriyle meşhur bir âlimdir.
Bir sevdiği anlatıyor:
İbni Sem’un bir gün Bağdat'ta, minberde vaaz veriyordu. Minberin önünde oturanlardan bir kişi uyudu.
Onun uyuduğunu görünce sustu.
Biraz bekledi.
Adam uyandı...
O kimseye dedi ki:
“Resûlullah’ı gördün değil mi?”
“Evet efendim” deyince;
“Seni uyandırıp tatlı rüyânı yarıda bırakmamak için sustum” buyurdu.
● ● ●
Bir gün de sevdiklerine;
“İbâdetler îmândan değildir. Yâni bir ibâdeti terk etmek, îmânı gidermez. Ama namaz için hüküm böyle değildir” buyurdu.
Sordular ki:
“Onun hükmü nedir efendim?”
Cevâbında;
“Birçok büyük âlim; (Bile bile namaz kılmayan ve namaz vakti geçerken üzülmeyen kimsenin îmânı gider) buyuruyor” dedi.
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
“Bir kimsenin velî olduğu nasıl anlaşılır efendim?" diye sordular.
Cevâbında;
"Tatlı dili, güzel ahlâkı, güler yüzü, cömertliği, münâkaşa etmemesi, özürleri kabul etmesi ve herkese merhamet etmesiyle anlaşılır" buyurdu...
.Kabile reisinin kızı ona âşık oldu!..
15-06-2019 02:00
Yûsüf bin Hüseyin Râzî hazretleri, Rey şehrinde yaşadı.
915 (H.304) yılında vefât etti.
Seyahatlerinden birinde Arabistan'da bir “kabîleye” uğradı. Kabîle reîsinin kızı, onu görüp âşık oldu.
Bir yolunu buldu.
Ve yanına geldi.
Yûsüf bin Hüseyin yalnızdı o saatte.
Kızı görünce hızla uzaklaştı oradan.
Başını dizlerine koydu.
Öylece uyudu.
Ve rüyâ gördü.
Cennet gibi bir yer ve yeşiller giyinmiş çok güzel kimseler vardı. Biri de, “pâdişah” misâli taht üzerinde oturuyordu...
Onlara sordu ki:
"Sizler kimsiniz?"
Onlar cevaben;
"Bizler melekleriz. Taht üzerinde oturan da Yûsüf Nebî’dir. Yûsüf bin Hüseyin'i ziyârete geldik" dediler.
Çok hayret etti!
Mahcup oldu!
Ve ağlamaklı bir sesle;
"Sübhânallah! Ben kim oluyorum ki, Hak teâlânın peygamberi, benim ziyâretime gelsin" dedi.
O anda Hazret-i Yûsüf tahttan inip, onun yanına geldi. Müsâfaha etti.
Ona sarıldı.
Ve buyurdu ki:
“Ey Yûsüf! Kabîle reîsinin güzel kızı, sana geldi. Allah’tan korktun! Ve Ona sığınarak oradan uzaklaştın. Allahü teâlâ, senin hâlini bize gösterip; "Ey Yûsüf! Bak, senin Zelîha'dan kaçtığın gibi, bu Yûsüf de kabîle reîsinin kızından öylece kaçtı" buyurdu.
Ve bana, seni ziyâret etmemi emretti.
."En mühim ibâdet nedir efendim?”
16-06-2019 02:00
Abdülvâhid bin Zeyd hazretleri, meşhur hadîs âlimi ve evliyânın büyüklerindendir.
Tebe-i tâbiîn’dendir.
Basra’da yaşadı.
805 (H. 189) senesinde vefât etti.
Çok içki içer, devamlı “sarhoş” hâlde bulunurdu.
Bir gün yolu, Yûsüf bin Hüseyin'in vaaz ettiği meclise uğradı.
Sohbetini dinledi.
Çok istifâde etti.
Kalbine bir hâl oldu.
Kendinden geçmiş olarak, yere yığılıverdi!
Kendine gelince bütün yaptıklarına pişmân olup tövbe etti...
● ● ●
Bir gün de bazı gençler;
“Efendim, insana en önce lâzım olan şey nedir?” diye sordular.
Cevâben;
“Bir Müslümana her şeyden önce lazım olan şey, itikadını Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiğine göre düzeltmektir” buyurdu.
Sordular:
“Ondan sonra mühim olan şey nedir efendim?”
Büyük velî;
“Doğru îmandan sonra, ibâdete sıra gelir” buyurdu.
● ● ●
Bir gün de;
"En mühim ibâdet nedir efendim?” diye sordular
Cevâbında;
“Beş vakit namaz kılmaktır. Namaz, ibâdetlerin hepsini kendinde toplayan ve insanı Allahü teâlâya en çok yaklaştıran bir ibâdettir” buyurdu.
."Sana müjdeler olsun!.."
17-06-2019 02:00
Evliyânın büyüklerinden olan Hâce Muhammed hazretleri, zühd ve verâ sâhibiydi.
411 (m. 1020) senesinde vefât etti.
Annesi ona hâmileyken, karnından "Lâ ilâhe illallah" zikrini işitirdi.
Babası bilmiyordu.
Öğrenince sevindi.
Ve kendisine;
"Ey hâtun! Sana müjdeler olsun, sâlih bir çocuk doğuracaksın" dedi.
● ● ●
Bir gün evde otururken, babası, ana rahminde olan bu oğluyla konuşmak istedi.
Bu arzusu çoğaldı.
Düşündü, taşındı...
Ve kararını verdi.
Selâm vereyim diye düşünüp;
"Esselâmü aleyke yâ veliyyallah!" diye hitap etti.
Cevap bekledi.
Ve geldi cevap.
O anda Allahın kudretiyle;
"Ve aleykesselâm ey babacığım!" sesini işitti.
Çok sevindi.
Doğum gecesiydi...
Namaz kılıp yattı.
Gece rüyâsında Peygamber Efendimizi gördü.
Efendimiz ona;
"Doğacak oğluna benim ismimi koy!" buyurdu.
Bunun üzerine adını "Muhammed" koydu...
."Sizden ayrılamam efendim!.."
18-06-2019 02:00
Evliyânın büyüklerinden olan Hâce Muhammed hazretlerinin “Merdan” isminde çok sâdık bir talebesi vardı.
Senelerce hizmet etti.
Sohbetinde bulundu.
Ve icâzete hak kazandı.
Ona icâzetini verip, insanlara doğru yolu gösterme vazîfesiyle memleketine gitmesini istedi.
Ama o, çok üzüldü!
Ve gitmek istemedi.
Hattâ ağlayarak;
"Efendim! Vücûdumda can kaldığı müddetce, size hizmet şerefinden ayrılmak istemem" dedi.
Hocası bu defâ;
"Ben Allahü teâlâya münâcaat ettim... O da kabul buyurdu. Ne zaman beni görmek istersen, perdeler kalkar, vâsıtasız olarak benimle görüşebilirsin" buyurdu.
Bu müjdeyi aldı.
O zaman ayrıldı.
Gerçekten de hocasının buyurduğu gibi, ne zaman onu görmek istese, aradaki bütün perdeler kalkar ve görüşürdü.
● ● ●
Bu zât bir sohbetinde;
“İslâmiyete uymak, aynen Sırat'tan geçmeye benzer” dedi.
Ve îzah edip:
“Burada, İslâmiyete uymakta titiz davranıp, kılı kırk yaranlara, Sırat köprüsü geniş ve rahat olacak. İslâma uymakta rahat ve geniş davrananlara ise, o nisbette ince, dar ve sıkıntılı olacaktır” buyurdu.
.Bu hâlimle cennete girebilir miyim?"
19-06-2019 02:00
Evliyânın büyüklerinden olan Hâce Muhammed hazretleri, zühd ve vera sâhibi olup, 411 (m. 1020) yılında vefât etmiştir.
Bu büyük zât, Enes bin Mâlik hazretlerinden naklen şöyle anlatıyor:
Savaşa gidiyorduk.
Eshaptan biri geldi.
Ve Resûl-i ekrem’e;
“Yâ Resûlallah! Benim rengim siyah, yüzüm çirkin, hem de fakîrim. Bu cenkte şehit olursam cennete girer miyim?” diye sordu.
Efendimiz;
“Girersin” buyurdu.
Ve savaş başladı.
O kişi koşarak en ön safa geçti.
Düşmanla çarpışıp, şehit oldu!
Efendimiz, bu sahâbînin, yanına gelip ona hitâben;
“Allahü teâlâ yüzünü güzelleştirdi. Kokunu hoş yaptı, malını çoğalttı” buyurdu.
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
"İbâdetlerin en mühimi nedir efendim?" diye sordular.
Cevâbında;
"En mühim ibâdet; bütün ibâdetleri kendinde toplayan ve insanı Allahü teâlâya en çok yaklaştıran, namaz ibâdetidir" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de buyurdu ki:
“Namazı doğru kılmakla şereflenen bir kimse, çirkin şeyler yapmaktan korunmuş olur.”
."Mükâfatımız âhirette verilecek"
20-06-2019 02:00
Büyük velî Hâce Muhammed hazretleri, Hazret-i Ömer’den naklen şöyle anlatıyor:
Resûlullah’ın yanına girmek için izin istedim.
Hücre-i seâdetlerine kabul buyuruldum.
Kaba bir “kilim” üzerine yatmışlardı.
Kilimse küçüktü.
Kâfi gelmiyordu.
Mübârek başlarının altında, hurma lifiyle doldurulmuş bir “yastık” vardı.
Selâm verdim.
Sonra oturup;
“Yâ Resûlallah! Sen, Allah’ın peygamberi ve Habîbi olduğun hâlde bu vaziyettesin. Hâlbuki Kisrâ ve Kayser, altın divanlarda ve ipek yataklarda yatıyorlar” dedim.
Bana cevap verip;
“Onlar, bütün nîmetleri bu dünyâda tadıyorlar. Hâlbuki dünyâ nîmetleri çabuk biter. Bizim mükâfatımız, âhirette verilecek ve sonsuz olup, hiç bitmeyecektir” buyurdu.
● ● ●
Bir sohbetinde;
“Kendinizi vermeye alıştırın. Çünkü bize kalacak olan, verdiğimizdir” buyurdu.
Ve şunu anlattı:
Bir Kurban Bayramı günü, Resûllullah Efendimiz, dışarıdan eve gelip Âişe vâlidemize;
“Kurban etini ne yaptın?” diye sordular.
“Hepsini dağıttım, iki kürek bize kaldı” diye arz etti.
Efendimiz;
“Öyleyse iki kürek hâriç, hepsi bize kaldı” buyurdula
."Üç yerde kimse kimseyi hâtırlayamaz!.."
21-06-2019 02:00
Evliyânın büyüklerinden olan Hâce Muhammed hazretleri, zühd ve vera sâhibiydi.
411 (m. 1020) de dünyadan ayrıldı.
● ● ●
Bu zât, Hazret-i Âişe vâlidemizden naklen şöyle anlatıyor:
Bir gün, Cehennemi hâtırlayıp ağlamıştım!
Resûlullah gördü.
Ve yanıma gelip;
“Niçin ağlıyorsun yâ Âişe?’ diye sordu.
Ben de;
“Cehennemi hâtırladım, onun için ağlıyorum. Acabâ kıyâmet günü ailelerinizi hâtırlar mısınız?” diye sordum.
Bana nazar etti.
Ve cevap verip;
“Yâ Âişe, üç yerde kimse kimseyi hâtırlayamaz. Mîzan’da sevâbının ağır veyâ hafif geldiği belli oluncaya kadar. Amel defterinin, sağdan mı, soldan mı, arkadan mı verileceğini öğreninceye kadar. Sırat köprüsünü geçerken kurtulup kurtulamıyacağını öğreninceye kadar” buyurdu.
● ● ●
Bir gün bu zâta;
"Efendim, bir mübârek geceyi ihyâ etmek için, sabaha kadar ibâdet etmek gerekir mi?" diye sordular.
Cevâbında;
"Hayır, bir saat kadar ihyâ etmek, bütün geceyi ihyâ etmek olur" buyurdu
."İbâdetlerin en mühimi nedir efendim?"
22-06-2019 02:00
Evliyânın büyüklerinden olan Hâce Muhammed hazretleri, bir gün şunu anlattı:
Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) bir gün evinde bir yastığa dayanmış oturuyordu.
Selmân-ı Fârisî hazretleri geldi...
Selâm verdi...
Ve yere oturdu.
Hazret-i Ömer, üzerine oturması için, ona “minder” uzattı.
Hazret-i Selmân;
“Allahü teâlâ ve Resûlü ne kadar doğru söylüyor” dedi.
Hazret-i Ömer;
“Ne oldu?” dedi.
O da anlattı:
Bir gün Resûlullah Efendimizin huzûruna vardım. Tam oturuyordum ki, kendi dayandığı bir minder vardı.
O minderi aldı.
Ve bana uzatıp;
“Yâ Selmân! Evine gelen Müslüman kardeşine ikrâm olarak bir minder uzatan Müslümanı, Allahü teâlâ mutlaka affeder” buyurdu...
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
"İbâdetlerin en mühimi acaba nedir efendim?" diye sordular.
Cevâbında;
"En mühim ibâdet; bütün ibâdetleri kendinde toplıyan ve insanı Allahü teâlâya en çok yaklaştıran namazdır" buyurdu.
.Ben hiç kimseye iyilik yapmadım”
23-06-2019 02:00
Hindistan’ın büyük velîlerinden olan Rükneddîn Ebül Feth hazretleri, 1320 (H.720) yılında Mültan’da vefât etti.
Bu zât şöyle anlatıyor:
Bir gün Emîr-ül mü’minîn Alî radıyallahü anh;
“Ben hiç kimseye iyilik yapmadım” buyurdu.
Cemaat anlamadı.
Hattâ hayret edip;
“Yâ emîr-el-mü’minîn! Anlayamadık. İnsanlara, sizin gibi iyilik yapan, yardımda bulunan bir başkasını bilmiyoruz” dediler.
Ve îzâh beklediler.
Hazret-i Alî de;
“Allahü teâlâ Câsiye sûresi 15. âyetinde meâlen; (İyilik eden kendine, kötülük eden de kendine etmiş olur) buyurdu. Onun için ben bir iyilik yapmışsam kendim içindir, başkası için değil” buyurdu.
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
"Hocam! Allahü teâlânın, bir kulu sevdiğinin alâmeti nedir?" diye sordular.
Cevâbında;
"O kimse, hep hayırlı işlerle meşgul olur, insanlar ondan fayda görür" buyurdu.
Ve ekledi:
"Allahü teâlânın sevmediği kimse de, mâlâyâniyle vakit geçirir. Yâni ne dîne, ne de dünyâya faydası olmayan, boş işlerle uğraşır.”
.Bu zât sihirbaz mıdır?"
24-06-2019 02:00
Hindistan’ın büyük velîlerinden olan Rükneddîn Ebül Feth hazretleri, 1320 (H.720) yılında Mültan’da vefât etti.
Bir âlim şöyle anlatıyor:
Bir cumâ günü, çok sayıda kimsenin, Şeyh Rükneddîn hazretlerini ziyâret edip, elini öpmek için toplandıklarını gördüm.
Çok hayret ettim!
Merak da ettim.
Kendi kendime;
“Acaba Şeyh hazretleri sihirbaz mıdır ki, böyle çok seveni var. Ben de âlimim, ama bana kimse gelmiyor” dedim.
Ve dergâhına gittim.
Huzûruna girdim
Ve selâm verip;
“Eli, ağzı yıkamanın hikmeti nedir?” diye sordum.
Maksadım, imtihan etmekti.
Ne kadar ilmi var?
Onu anlayacaktım.
O gece yattım.
Bir rüyâ gördüm.
Rüyâmda Hazret-i Şeyh, bana bir miktar tatlı verdi. Onu elimle alıp yedim, elimi de yıkamadım. Sabaha kadar onun tadını damağımda hissettim.
Sabah uyandım.
Şeyhe vardım.
Beni görünce;
“Tatlıyı yedin, elini yıkamadın” buyurdu.
Mahcûbiyetimden terledim.
Hemen elini öpüp, özür diledim kendisinden...
.Belki bir çocuğumuz olur!.."
25-06-2019 02:00
Evliyânın büyüklerinden olan Abdurrahman es-Sekkaf hazretleri, 1517 (h.923)‘de Yemen’de vefât etti.
Bu büyük zât, bir defâ, bir yolculuğa çıkacaktı.
O ara hanımı hâmileydi.
Yanına çağırdı.
Ve bir bez verip;
"Ben yoldayken belki bir oğlumuz doğabilir. Aynı gün vefât edebilir. Eğer öyle olursa, bu bezi ona kefen yaparsınız" buyurdu.
Sonra vedâlaştı...
Ve yola çıktı...
Hakîkaten o yolculuktayken, bir "erkek çocuğu" oldu ve aynı gün vefât etti... Bıraktığı bezi çocuğa kefen yaptılar...
● ● ●
Bir gün sevdiklerine;
“İnsanın en büyük düşmanı, kendi nefsidir. Dînin her bir emrinde bu nefsi kırmak vardır ve nefis kırılırsa, bu hâl, o kul için hayırlı olur” buyurdu.
Dinleyenler;
“Nefsi nasıl kıralım efendim?” diye sordular.
Cevâbında;
“İstişâre edin, zîra nefis, istişâre etmek istemez. ‘Ben de biliyorum’ der. Yolda bir mümine rastlarsanız, önce siz selâm verin. Müsâfaha ederken önce siz uzatın elinizi.
Kırıldığınız kimseden önce siz özür dileyin. Öfkelenmeyin, çok çalışın, tembel olmayın ki, bunlar da nefsi kırar” buyurdu
."Keşke böyle yapmasaydım!"
26-06-2019 02:00
Evliyânın büyüklerinden olan Abdurrahman es-Sekkaf hazretleri, 1517 (h.923) senesinde Yemen’de vefât etti.
Bu büyük zât, kendisine âit bir miktar hurmayı, satmak üzere birisini vekîl etmişti.
O kimse hurmaları sattı.
Parasını teslim ederken, bir kısmını ondan gizledi.
Kalanını verdi.
Onu aldattım sandı.
Ama aldatamamıştı.
Zîra Abdurrahman es-Sekkaf hazretleri Allahü teâlânın izniyle bunu anladı.
Ve yüzüne karşı;
"Müminin firâsetinden korkunuz! Çünkü o, Allahü teâlânın nûruyla bakar" hadîs-i şerîfini okudu...
O kişi anlatıyor:
Ben bunu duydum...
Hatâmı anladım...
O anda yanımda gizlediğim paranın, sanki büyük bir “yılan” olup vücûduma girmek üzere olduğunu hissettim.
Kendi kendime;
“Keşke böyle yapmasaydım” dedim.
Çok pişmândım.
Özürler diledim.
Bu bana ders olmuştu...
Kendi kendime;
“Bundan sonra bir daha böyle yanlış bir iş yapmıyacağım” diye yemin ettim.
Ve sözümde durdum...
.Cehennemi gören bir kimse, nasıl uyur?"
27-06-2019 02:00
On dördüncü yüzyılda Suriye'de yetişen velîlerden Abdurrahman bin Sekkaf hazretleri, 1517 (h.923)'de Yemen’de vefât etti.
Bu zât, otuz sene boyunca çok az uyudu.
Ona soruyorlardı:
"Niye uyumazsın?"
Cevap olarak;
"Sağ yanına yattığında Cenneti, sol yanına yattığında Cehennemi gören bir kimse, nasıl uyur?" buyururdu.
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
“Efendim, insan kabre girince hâli nasıl olur?” diye sordular.
Şöyle anlattı:
Bir kimse vefât edince; onun için değişik bir hayat başlar. Defin bitip cemaat dağılırken, gidenlerin ayak seslerini işitir. Mezarında “yalnız başına” kalır. Amellerinden başka kimse olmaz yanında.
O an bir “ses” duyar.
Mezarı, ona seslenip;
“Ey Âdemoğlu! Nihâyet içime girdin. Buranın nasıl bir yer olduğunu biliyor muydun? Yoksa öğrenmek lüzûmunu hissetmedin mi? İşte görüyorsun ki, burası hem dardır, hem karanlık. Hem olmaz bu yerde ne yatak, ne de yastık” der.
O, bunları işitir.
Ama çâresizdir.
Zîra imtihan bitmiştir...
.Onun ne üstünlüğü var?"
28-06-2019 02:00
Abdurrahman bin Sekkaf hazretlerinin kardeşi anlatıyor:
Hurmaların taksiminde, birâderim Abdurrahman’la aramızda bir “husûmet” meydana gelmişti.
İçimden;
“Onun benden ne üstünlüğü var ki?” diyordum.
Evet biliyordum.
Üstünlüğü vardı.
Ama bir türlü kabullenemiyordum.
Kendi kendime;
“O oruç tutuyorsa, ben de tutuyorum. Namaz kılıyorsa, ben de kılıyorum. Babamız bir, hem benim misâfirlerim onunkinden daha çok” diyordum.
O gece yattım.
Bir rüyâ gördüm.
Bir kişi gelip;
“Sen, kardeşin hakkında böyle böyle söyledin mi?” diye sordu.
‘‘Evet söyledim” dedim.
“Öyleyse gel benimle” dedi.
Onunla birlikte gittik.
Bir de ne göreyim!
Kardeşim Abdurrahman'ın bedeni 'nur’la kaplıydı ve alnında nur ile “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah” yazılmıştı.
Gözümle gördüm...
Her şeyi anladım...
O kimse bana dönüp;
“Bundan sonra kardeşin hakkında böyle düşünecek olursan, bu rüyâyı hâtırla” dedi.
Ben cevaben;
“İnşallah” dedim.
Ve onun hakkında, bir daha kötü düşünmedim.
.Şu sinekleri kov da gitsinler!"
29-06-2019 02:00
Mısır’da yetişen evliyânın büyüklerinden Abdülkâdir Deştûtî hazretleri, 931 (m. 1524) senesinde Mısır’da vefât etti.
Bâb-üşşa’riyyenin dış kısmında defnolundu.
İnsanlar arasında olduğu gibi, devlet adamları ve sultânlar arasında da itibâr sâhibiydi...
Meselâ Memlûk Sultânı Kayıtbay bu zâtı severdi.
Hem çok severdi.
Hem de sayardı.
Abdülkâdir Deştûtî, bir gün Sultân Kayıtbay’la otururken elbisesine sinekler kondu.
Şaka yollu sultâna;
“Şu sineklere söyle de üzerimden gitsinler" buyurdu.
Kayıtbay şaşırdı!
Ve cevap olarak;
"Efendim, sinekler sözümden ne anlar" dedi.
Bunun üzerine;
“Sen nasıl sultânsın ki, sineklere bile sözün geçmiyor?" buyurdu.
Yâni ona;
"Sineklerin bile itâat etmediği bir sultânlığa sultânlık denir mi?" demek istedi.
Sonra ayağa kalktı.
Pencereyi gösterip;
"Ey sinekler! Haydi terk edin burayı" buyurdu.
Sinekler, emri dinlediler.
O anda odayı terk ettiler.
Sultân bunu gördü.
Ve kendi kendine;
"İşte asıl sultân, bu zâtlardır. Onları tanıyan bir çöpçü, tanımayan sultânlardan kat kat kıymetlidir" dedi
."O kız, sana münâsiptir"
30-06-2019 02:00
Mısır’da yetişen evliyânın büyüklerinden Abdülkâdir Deştûtî hazretleri, 931 (m. 1524) senesinde Mısır’da vefât etti.
● ● ●
Bu zât, bir gün talebelerinden İmâm-ı Şa’rânî'ye;
"Allah’a tevekkül ederek evlen! Muhammed bin Anân'ın kızını al. O, sâliha bir kızdır ve sana münâsiptir" dedi.
O da "Peki" dedi.
Ve hemen ardından;
"Efendim, benim dünyâlık hiçbir şeyim yok ki, nasıl düğün yapıp evleneyim?" diye arz etti.
Hocası baktı.
Ve kendisine;
"Senin şu kadar paran var ya, o inşallah yeter" buyurdu.
İmâm-ı Şa’rânî'nin gerçekten o kadar parası vardı.
Ama konuşurken, onu unutmuştu.
● ● ●
Bu zât, bir sohbetinde;
“Kardeşlerim! Bir Müslüman bir günah işlediğinde, eğer pişmânlık duyarsa, bu pişmânlığı, onun için bulunmaz nîmettir” buyurdu.
Sordular:
“Neden efendim?”
“Çünkü bu pişmânlığı, tövbe demektir. Allah korusun, eğer üzülmek olmaz ve günah işlemek tatlı gelirse, günahta ısrâr olur ki, çok tehlikelidir!”
Sordular yine:
“Nasıl bir tehlike efendim?”
Buyurdu ki:
“Îmânına zarar verebilir mâzallah.”
.Sana müjdeler olsun!.."
01-07-2019 02:00
Hanbelî mezhebinin imâmı olan Ahmed bin Hanbel hazretleri, aslen Basralıdır.
241 (m. 855) yılında, Bağdâd’da vefât etti.
Talebe iken bir grup kimseyle bir su kenarında bulunuyordu.
Onlar, soyunup suya girdiler.
Ama o, girmedi.
Zîra bir hadîste;
"Kim Allah'a ve âhiret gününe îmân ediyorsa, hamama, avret yerlerini örtmeden girmesin" buyurulmuştu.
O gece yattı.
Ve rüyâ gördü.
Bir zât kendisine;
"Ey Ahmed! Sana müjdeler olsun. Resûlullah’ın sünnetine uyduğun için Allahü teâlâ seni İmâm kıldı. İnsanlar sana tâbi olurlar" dedi.
Sordu ki:
"Siz kimsiniz?"
O da cevâben;
"Cebrâil'im" dedi.
● ● ●
Bu büyük zât, ilim öğrenmek için pek çok İslâm beldesini dolaştı ve bu uğurda pek çok meşakkate katlandı.
Kitap çantalarını sırtında taşırdı.
Bir kişi, onun bu gayretini gördü.
Hayran oldu.
Ve kendisine;
"Bir Kûfe'ye gidiyorsun, bir Basra'ya. Peki böyle diyâr diyâr dolaşmaya daha ne kadar devam edeceksin?" diye sordu.
Büyük İmâm;
"Hokka ve kalemle, inşallah mezara kadar" diye cevap verdi.
.Ben Hızır'ım! Ona selâmımı söyle"
02-07-2019 02:00
Hanbelî mezhebinin imâmı olan Ahmed bin Hanbel hazretleri, aslen Basralıdır.
164 (m. 780) yılında, Bağdâd’da doğdu.
241 (m. 855) senesinde, Bağdâd’da vefât etti.
● ● ●
Bu zât, bir cemaatle oturuyordu.
Bir kimse gelip;
"Ahmed bin Hanbel kimdir?" diye sordu.
Kendisi cevâben;
"Benim" buyurdu.
O vakit sevindi...
Ve ona arz etti ki:
“Bu cuma gecesi, rüyâda biri bana; (Ben Hızır'ım. Ahmed bin Hanbel'i bul. Ona selâmımı söyle ve gökteki meleklerin ondan râzı olduğunu bildir) dedi.”
● ● ●
Hanbelî mezhebinin kurucusu olan Ahmed bin Hanbel hazretleri, Bişr-i Hafî hazretlerini çok severdi.
Sohbetini dinlerdi.
Ve haz duyardı.
Talebeleri bu hâli görür ve çok merak ederlerdi.
Nihâyet bir tanesi;
“Efendim, siz tefsîr, hadîs ve fıkıhta büyük âlimsiniz. Buna rağmen Bişr-i Hafî hazretlerinin sohbetini dinlersiniz, merak ettik, hikmeti ne acabâ?” diye sordu.
O talebeye baktı.
Ve ona cevâben;
“Evet, zâhirî ilimlerde dediğiniz gibidir. Ama kalp ilmini o benden iyi bilir. Sohbetlerinden istifâde ediyorum” buyurdu...
.Bana muhabbet besleyenler affedildi!..”
03-07-2019 02:00
Hanbelî mezhebinin imâmı olan Ahmed bin Hanbel hazretleri, aslen Basralıdır.
164 (m. 780) yılında, Bağdâd’da doğdu.
241 (m. 855) senesinde aynı yerde vefât etti.
Bu zât ne zaman, nerede konuşsaydı, ilim ve hikmet kokuları yayılırdı etrâfa.
Nihâyet vefât etti...
O gün yakından ve uzaktan öyle çok kalabalık toplandı ki, cenâzesini evinden sabah aldılar, akşam geç vakitte ancak varabildiler kabristana.
Kendisini rüyâda görüp;
“Allahü teâlâ size ne muâmele etti efendim?” dediler.
Cevâbında;
“Kıyâmete kadar bana muhabbet besleyen kimseleri Allahü teâlâ affetti” buyurdu.
● ● ●
Ahmed bin Hanbel hazretleri, İslâm âlimlerinin en büyüklerindendir...
Hanbelî mezhebinin reîsidir.
Bir ömrünü İslâmiyeti öğrenmek ve öğretmekle geçirdi.
Oğlu Abdullah anlatıyor:
“Babam, yatsıyı kılardı.
Sonra biraz dinlenirdi.
Sonra kalkıp sabaha kadar ibâdet ederdi.
Âhiret işlerine ehemmiyet verir, dünyâ malına kıymet vermezdi.
Herkese kolaylık gösterirdi.
Kimseyi incitmezdi.
Ekmeğine, sirkeyi katık edip yerdi.
Hızlı adımlarla yürürdü.
Yaptığı beş haccından üçünü yaya olarak yapmıştı.”
.Size Hızır aleyhisselâmın selâmını getirdim"
04-07-2019 02:00
Hanbelî mezhebinin imâmı olan Ahmed bin Hanbel hazretleri, aslen Basralıdır.
Bir gün talebeye ders veriyordu ki, içeri hiç tanımadığı biri girdi âniden.
Ve selâm verdi:
“Selâmün aleyküm!”
“Aleyküm selâm!”
Hazret-i İmâm sordu:
“Nereden geliyorsunuz?”
“Uzak bir diyârdan geliyorum. Ahmed bin Hanbel siz misiniz?”
“Evet, benim.”
“Size Hızır aleyhisselâmın selâmını getirdim efendim.”
Hazret-i İmâm;
“Aleyküm selâm!” dedi.
Ve sordu:
“Siz Hızır aleyhisselâmı nerede gördünüz?”
“Rüyâda gördüm” dedi.
Ve şöyle anlattı:
Bir cumâ gecesiydi.
Yattım ve rüyâ gördüm.
Nûr yüzlü bir ihtiyar yanıma geldi.
Ve bana;
“Sen yarın Bağdat'a git... Orada Ahmed bin Hanbel adında bir âlim vardır. Ona benden selâm söyle” dedi.
Ve ardından;
“Onu görünce;
(Seni, gökteki melekler bile bilir ve severler. Zîra sen, nefsini düşman bilip, Rabbine ibâdette çok sabırlısın. Bu yüzden cennete gideceksin) diye kendisine bildir” dedi.
."Çok kritik bir ânı yaşıyorum evladım!”
05-07-2019 02:00
Hanbelî mezhebinin imâmı olan Ahmed bin Hanbel hazretleri, ölüm hastalığında, son nefeslerini veriyordu ki, yüksek sesle;
“Olmaz! olmaz!” diye bağırdı.
Oğlu yatağına yaklaşıp;
“Kime ‘olmaz!’ dediniz?” diye sordu.
Cevâbında;
“Evlâdım! Şu an tehlike var.
Çok kritik bir ânı yaşıyorum” buyurdu.
Oğlu sordu:
“Ne tehlikesi babacığım?”
Hazreti İmâm;
“Şeytan karşıma geçmiş; ‘Ey Ahmed! Gel sen de Hristiyan dîni üzere rûhunu ver’ dedi, Ben ‘olmaz, olmaz!’ deyince kaçıp gitti” buyurdu.
Bir nefes alıp;
“İşte ey oğlum! Şeytan, insanlara en büyük hilesini son nefes ânında yapar. Ona aldanan, mâzallah sonsuz cehenneme gider” dedi.
Sonra şehâdeti söyledi.
Ve ayrıldı dünyâdan.
Halk çok üzüldü.
Zîra büyükler;
“Bir âlimin ölümü, bir âlemin ölümüdür” buyurdular..
Sevenlerinden biri, onu rüyâda gördü.
Salınarak yürüyordu Cennet bahçelerinde.
Garibine gitti bu hâli.
Ona edeple yaklaşıp;
“Efendim, merak ettim, bu nasıl yürümek böyle?” diye sordu.
İmâm cevâben;
“Dünyâda İslâm’a hizmet edenler, Cennette böyle yürürler” buyurdu.
."Abdestsiz ölmekten korkuyorum!.."
06-07-2019 02:00
Hanbelî mezhebinin imâmı olan Ahmed bin Hanbel hazretleri, aslen Basralıdır.
Bir gencin, felçli bir annesi vardı.
Bir gün oğluna;
"Evlâdım! İmâm-ı Ahmed'e git, sıhhate kavuşmam için duâ etmesini söyle" dedi.
Genç, İmâm-ı Ahmed'in kapısına gidip seslendi.
İçeriden bir ses;
"Kimsin?" dedi.
"Efendim, hasta bir annem var, sizden duâ istiyor" dedi.
İmâm kalktı.
Abdest aldı.
Ve namaza durdu...
İmâmın hizmetçisi, o gence;
“Geri dön, İmâm duâ ediyor" dedi.
Genç geri döndüğünde, annesi kapıda karşıladı.
Zîra o büyük zâtın duâsı ve Allahü teâlânın izniyle “tam sıhhate” kavuşmuştu.
● ● ●
Bu büyük zât, birine yazdığı mektubunda;
"Ey kardeşim! Kendine nasîhat eden, yine kendin ol. Bir kusurun olduğu vakit, gayrinin uyarmalarını bekleme" diye yazdı.
Uykudan uyandığında, abdest alması gecikecekse, teyemmüm ederdi.
Sordular ki:
"Az bir zamânı için teyemmüm etmenizin sebebi nedir?"
Cevâbında;
"Abdestsiz ölmekten korkuyorum! Çünkü ölümün ne zaman geleceği belli değil" buyurdu.
.Onu içeri alma!"
07-07-2019 02:00
Hanbelî mezhebinin imâmı olan Ahmed bin Hanbel hazretleri, Abdullah bin Mübârek hazretleriyle görüşmeyi çok arzu ediyordu.
Bir gün kapısı çalındı.
Oğlu koşup açtı.
Ve şaşırıp kaldı!
Zîra çok sevinmişti...
Hemen geri koştu.
Ve büyük sevinç içinde babasına gelip; "Babacığım! Abdullah bin Mübârek gelmiş. Sizinle görüşmek istiyor!" diye müjde verdi.
Ama İmâm-ı Ahmed;
"İçeri alma!" dedi.
Çocuk çok şaşırıp;
"Babacığım, hani senelerdir onun hasretiyle yanıyordunuz, şimdi kapınıza gelmiş, içeri almıyorsunuz, hikmeti nedir?" dedi.
Ahmed bin Hanbel;
"Evet haklısın" dedi.
Ve ardından;
"Ama korkarım ki, onu gördükten sonra ayrılığına dayanamam! Onun kokusu için bir ömür harcadım. Onu ben, hiç ayrılmak olmayan yerde görmek isterim" buyurdu.
● ● ●
Bu zât bir gün sevdiklerine;
“Ben, Rabbimden tek bir şey istiyorum!” buyurdu.
Sordular ki:
“O şey nedir?”
Cevâbında;
“O’na, hiç gıybet etmemiş bir kul olarak kavuşmak. Bunu istiyorum. Çünkü gıybet, ‘kul hakkı’na girer de ondan. Kıyâmet gününde hiç kimse, beni böyle bir şey için arasın istemiyorum” buyurdu.
."İnsan, alın yazısını bilebilir mi?"
08-07-2019 02:00
Ahmed bin Hanbel hazretlerinin vefat haberini duyan Muhammed bin Huzeyme, çok üzülmüştü!
Rüyâsında İmâmı görüp;
"Allahü teâlâ sana nasıl muâmele etti?" diye sordu.
O da şöyle anlattı:
Allahü teâlâ beni affetti.
Ve “Ey Ahmed! Kur’ân-ı kerîm benim kelâmımdır diye inandığın için seni yükselttim” buyurdu.
Çok sevindim.
Sonra da bana;
“Ey İmâm! Dünyâdayken Süfyân-ı Sevrî'den sana ulaşan duâlar gibi duâ ederdin, şimdi de öyle duâ et” buyurdu.
Ben de;
“Ey âlemlerin Rabbi olan Allah'ım! Bizi affeyle ve bize suâl sorma” diye duâ ettim.
Duâm sona erdi.
Hak teâlâ bana;
“Ey Ahmed! İşte cennet.
Haydi gir oraya” buyurdu.
Ben de cennete girdim...
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
"İnsan, alın yazısını bilebilir mi?" diye sordular.
Cevâbında;
"Evet, bir kişinin gönlünde ne yatıyorsa, alın yazısı odur. Bir ırmağın akış yönünden, hangi noktada denize döküleceği anlaşıldığı gibi, insanın alın yazısı da, yaptığı işlerden anlaşılır" buyurdu.
."Bu nimete nasıl kavuşulur?"
09-07-2019 02:00
Hindistan‘ın büyük velîlerinden Ahmed Kihtû hazretleri, Delhi’de doğdu.
1445 (H. 849) da vefât etti.
Timur Hân'ın Hindistan seferi esnâsında Delhi'deydi.
Delhi işgal edilmeden on beş gün önce, Allah’ın izniyle haber verdi.
Sevenleri, onun tavsiyesi üzerine şehri terk edip başka yerlere gittiler.
Ahmed Kihtû kaldı.
Gidenlerle gitmedi.
"Biz halka tâbiyiz" buyurup, diğer insanlarla berâber Delhi'de kaldı.
● ● ●
Timur Hân'ın askerleri şehri işgal edip, çok kimseyi esir ettiler. Esirler arasında Ahmed Kihtû hazretleri de vardı.
Hücreye koydular.
Kapısını kilitlediler.
Ama ona gâipten her gün “sıcak ekmek” gelirdi.
Askerler bu hâle vâkıf oldu.
Timur Hân'ı haberdar ettiler.
O da kendisini ziyâret etti.
Ve serbest bıraktı.
Çok hürmet edip duâsına mazhar oldu...
● ● ●
Bu zât bir sohbetinde;
"İnsan; kulluk vazîfelerini yapmak için ve hep Hak teâlâ ile olmak için yaratıldı" buyurdu.
Sordular ki:
"Buna nasıl kavuşulur?"
Cevâben;
"Bu nîmet, gelmişlerin ve geleceklerin Efendisine tam uymakla ele geçer" buyurdu.
"Resûlullah Efendimizin misâfiri kimdir?"
10-07-2019 02:00
Hindistan'ın büyük velîlerinden Ahmed Kihtû hazretleri, Delhi’de doğdu.
1445 (H. 849) da vefât etti.
Bu zât şöyle anlatır:
Bu fakîr, Mekke'ye gidip hac yaptıktan sonra Medîne'yi ziyârete gittim. Yanımda iki de arkadaşım vardı.
Resûlullah’ın mescidine geldik.
Ziyâret eyledik.
Arkadaşlarım;
“Bir şeyler yiyelim” dediler.
Ben, onlara;
“Biz, Resûlullah’ın misâfiriyiz, Onun için yemek düşünmeyin” dedim.
Onlar beni dinlemediler.
Yine yemek yiyip geldiler.
Yatsı namazını kıldık.
Sonra onlar yattılar.
Ben duâ ediyordum.
Âniden bir şahıs geldi.
Ve yüksek sesle;
“Resûlullah’ın misâfiri kimdir?” diye seslendi.
Ben, “bu kişi başkasıdır” diye ilgilenmedim.
Kimse cevap vermedi...
Ben o şahsın yanına gittim.
Elinde tabak vardı.
Bana ilgiyle bakıp;
“Beni, Resûlullah Efendimiz gönderdi, eteğini aç” dedi.
Ben de açtım.
Hurma dolu tabağı eteğime boşalttı.
Onlardan yedim.
Ama lezzetini anlatmaktan âcizim.
.Âyet bu âyet, ama…"
11-07-2019 02:00
Büyük velîlerden Ahmed bin Acîl hazretleri, bir gün “saralı” bir hastaya Yûnus sûresi 59. âyet-i kerîmesini okuyunca, cin onu terk etti.
Bu zât hayatta olduğu müddetçe hiç gelmedi.
Ne zaman ki bu zât vefât etti...
Tekrar geldi o cin.
Bu zâtın talebeleri, hocalarının okuduğu âyet-i kerîmeyi okudularsa da, cin gitmedi.
Hattâ güldü. Ve onlara;
"Âyet bu âyet, ama ağız o ağız değil" dedi.
Talebeler hocalarının kıymetini daha iyi anlamış oldular...
● ● ●
Bir kimsenin elinde “ur” çıkmıştı.
Birçok yerleri dolaştı.
Çok kimselere okuttu.
Ama şifâ bulamadı.
Sonunda bu zâttan duâ istedi.
Mübârek zât;
"Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh" okuyup elini tuttu.
Eliyle mesh etti.
Bir bezle sardı ve;
“Bu sargıyı, evine dönünceye kadar açma!" diye tembih etti.
Adam ayrılıp giderken, çarşıda alışveriş yaptı.
O tembihi unuttu.
Ve sargıyı açtı.
Eve gelip yemeğini yedi.
Çayını içti.
Nice zaman sonra hatırlayıp eline baktığında, o yaradan iz bile kalmadığını gördü.
Hattâ diğer elinden, daha da sağlamdı.
."Muvaffak olmanızı neye borçlusunuz efendim?"
12-07-2019 02:00
Büyük velîlerden Ahmed bin Acîl hazretlerine, bir gün "Muvaffak olmanızı neye borçlusunuz efendim?" diye sordular.
Cevâbında;
"Bir hadîs-i şerîfe uymama borçluyum" buyurdu.
Merak ettiler...
Ve sordular:
"O, hangi hadîs efendim?”
Cevâben;
"Helekel müsevvifûn. Bu hadîs-i şerîfi kendime düstur yaptım ve hayırlı işleri ânında yapıp, az sonraya bile tehir etmedim" buyurdu.
● ● ●
Bu zat, sevdiklerine;
"Sizi cehenneme düşmekten muhâfaza edecek olan şeyleri çoğaltınız" buyurdu.
Sordular ki:
"O şeyler nedir?"
Cevap verip;
"Allah’ın kullarına iyilik yapmaktır" buyurdu.
● ● ●
Yine o anlatıyor:
Bir âbid vardı.
Onu ziyâret için yanına gitmiştim.
Bir ara sordum:
“Kendini nasıl buluyorsun?”
Cevâben;
“Günâhı pekçok, sevâbı çok az, yolculuğu uzun olan biri gibi buluyorum” dedi.
Sordum ki:
“Azığın nedir?”
Cevâbında;
“Tek sermâyem, Rabbimin af ve mağfiretinden ümitli olmamdır” dedi.
."Şu taş altın olsa!.."
13-07-2019 02:00
Şam evliyâsından Ahmed Nahlâvî hazretleri, 1744 (h.1157) de vefât etti.
Şam’da, Hâtuniyye Medresesi bahçesine defnedildi.
Bir gün talebeleriyle birlikte, Bâyezid-i Bistâmî hazretlerinin kabr-i şerîfini ziyârete gitmişti.
Ziyâretini yaptı...
Orada oturdu.
Bu sırada talebeden biri, kucağında büyükçe bir “taş” getirip bu zâtın önüne koydu ve;
"Efendim şu taş altın olsa ihtiyaçlarımızı karşılardık" dedi.
O da taşa baktı.
Ve talebelerine;
"Allahü teâlânın öyle kulları vardır ki, bir taşa nazar etseler o taş altın olur" buyurdu.
Taş, o an “altın” oldu.
Sonra taşı getirene;
"Al götür" buyurdu.
Talebe, kaldırmak istediyse de yerinden kımıldatamadı. Bunun üzerine Hazret-i Nahlâvî tekrar nazar edince; “altın” tekrar “taş” oldu.
"Şimdi kaldır" dedi.
O zaman kaldırdı.
Büyük velî, gençlere;
“Taşı altın yapmak mühim değil. Zîra bunu, bozuk insanlar da yapabilir" buyurdu.
Sordular:
"Ne mühimdir hocam?"
Cevâben;
"Mühim olan; İslâmiyeti öğrenmek ve öğrendikleriyle amel etmektir" buyurdu.
.Hiçbir kul, ameliyle cennete girmez!"
14-07-2019 02:00
Şam evliyâsından Ahmed Nahlâvî hazretleri, 1744 (h.1157) senesinde vefât etti.
Şam’da, Hâtuniyye Medresesinin bahçesine defnedildi.
Vezîr Süleymân Paşa, bu zâtın bulunduğu yere vazîfeli gelmişti.
Nahlâvî hazretleri onun ziyâretine gitti.
Vezîr karşıladı.
İltifatta bulundu...
Bir müddet sohbet ettikten sonra vezîr burada işinin bittiğini bildirerek ayrılmak için Hazret-i Nahlâvî'den izin istedi.
O da sordu vezîre:
"Yolun ne tarafa?"
Vezîr cevâben;
"Sultânın emrettiği yere" deyince de;
"Hiç kimse, yarın ne olacağını, ne göreceğini bilmez" meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu...
On beş gün geçti.
Vezîrin vefat haberi geldi...
● ● ●
Bir gün bu zâta;
"Hocam! Cennete ne ile girilir?" diye sordular.
Cevâben;
"Ancak Allah’ın rahmetiyle girilir” buyurdu.
Sordular yine:
"Herkes de mi?”
"Evet herkes. Nitekim Efendimiz aleyhisselâm, eshâbına; ‘Hiçbir kul, kendi ameliyle cennete girmez. Ancak Allahü teâlânın rahmetiyle girebilir’ buyurmuştur” dedi.
.Ey Sayyâd! Kalk namaz kıl"
15-07-2019 02:00
Evliyânın büyüklerinden Ahmed Sayyâd hazretleri, Yemen’de doğdu.
1183 (h.579) da vefât etti.
Zebîd şehrinde, Bâb-ı Sihâm Kabristânı'na defnedildi.
Bu büyük zât, gençliğinde gününü gün ederdi.
Bir gece rüyâsında biri;
"Ey Sayyâd! Kalk namaz kıl" dedi.
Uykudan uyandı...
Çok duygulandı!
Fakat abdest nasıl alınır, namaz nasıl kılınır, bilmiyordu... Tanıdık kimselere sorarak bunları bir güzel öğrendi.
Ve ibâdete başladı...
● ● ●
Bu zât bir gün sohbet ediyordu...
Cemaatten biri;
"Evliyâlar kerâmet gösterir. Bu zât göstermiyor, acabâ neden?" diye düşündü...
Bu, ona mâlum oldu.
Ve o kimseye dönüp;
"Kerâmet şart değildir, mühim de değildir. Mühim olan; İslâmiyete tam uymaktır ve asıl kerâmet de budur" buyurdu.
● ● ●
Bir kimse bu büyük velîye;
“Bana nasîhat eder misiniz” diye istirham etti.
Mübârek zât;
“Kardeşim, senden önce yaşayan insanlar hep öldü. Bütün dedelerin de öldüler, şimdi sıra sende... Çok yakında sen de öleceksin. Orada Cennet ve Cehennemden başka gidecek yer yoktur. Öyleyse bu dünyâda ona göre yaşa” buyurdu.
.Bazısı benim için, âlim değildir diyor!"
16-07-2019 02:00
Evliyânın büyüklerinden Ahmed Sayyâd hazretleri, Yemen’de doğdu.
1183 (h.579) senesinde vefât etti.
Zebîd şehri, Bâb-ı Sihâm Kabristânı'na defnedildi.
Bir kimse anlatıyor:
Bir gün Ahmed Sayyâd hazretlerinin huzurundaydık...
İçeriye, Kadı Efendi girdi.
Bu büyük Velî zâtla bir süre sohbet etti.
Sonra da kalktı.
Ve şunu anlattı:
-Ahmed Sayyâd hazretleri, bir gün bir topluluğun yanına geldi.
Ben de oradaydım...
Herkes ayağa kalktı.
Ben de onlara uyup kalktım.
Sohbet edip ayrıldı.
Ben çıkmadım.
Ve o cemaate;
“Bu zât âlim değil, ümmî birisidir. Ona, İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin kitâbından bir şey sorulsa bilemez” dedim.
Biraz vakit geçti...
O zât geri geldi.
Herkes yine ayağa kalktı.
Ben de kalktım.
Bana dönüp;
“Bâzısı benim hakkımda, âlim değildir, ümmîdir. İmâm-ı Gazâlî'nin kitâbından bir şey sorulsa bilemez, diyorlar” dedi.
Ben hatâmı anladım.
Ondan özür diledim.
Ve tövbe ettim...
.Gel, seninle bu zâlimlere gidelim!"
17-07-2019 02:00
Şam’da yetişen büyük velîlerden Alî el-Harîrî hazretleri, 1247 (h.645) senesinde vefât etti.
Hâl ve kerâmet sâhibi, cesur, vakarlı bir zâttı.
Moğol istilâsı sırasında bir grup Moğol askeri, Şam civârına gelmişti.
Zulüm yaptılar.
Eziyet ettiler!
Alî el Harîrî bunu gördü.
Talebeden birine;
“Gel, seninle bu zâlimlere gidelim!" dedi.
Talebe;
"Başüstüne efendim" dedi.
Bu velî bineğine bindi.
Ardına, o talebeyi aldı.
Birlikte düşman çadırlarının kurulu olduğu o yere gittiler.
Beklenmedik bir şey oldu.
Askerler, bu büyük velîyi “sultânlar gibi” karşıladılar.
Korkup titrediler!
Mübârek zât onlara;
"Bu zulme son verin! Yoksa sonu fenâ olur" diye gürledi.
Üstelik her kelimeyi söylerken, elindeki asâsını kuvvetle yere vurup tehdit etti!
Cevap veremediler.
Çok da korktular!
Sükût edip kaldılar.
Komutanları bile bu zâtın heybetinden bir şey diyemedi!
Başını öne eğdi.
Ve askerlerini toplayıp, hızla uzaklaştı oradan...
.Bir dirhem gümüşün artanı!..
18-07-2019 02:00
Şam’da yetişen büyük velîlerden Alî el-Harîrî hazretleri, 1247 (h.645) senesinde vefât etti.
Talebesinden biri, hacca gitmek için bu zâttan izin istedi.
Alî el-Harîrî hazretleri, o gence bir kese verip;
"Selâmetle git gel. Bu kesedeki parayı kullan, kalanı dönüşte iâde edersin" buyurdu.
O, keseyi açtı.
Bakınca şaştı!
Zîra kesede, sâdece “bir dirhem” gümüş para vardı.
Kalbinden;
"Bunda bir hikmet var" diye geçirdi.
O bir dirhemi harcadı.
Keseyi tekrar açtığında, bir “dirhem” daha gördü.
Sonra bir daha.
Bir dirhem daha...
Böylece yol boyu bütün ihtiyaçlarını karşıladı. Dönüp de keseyi iâde ettiğinde, hocasının koyduğu o bir “dirhem" duruyordu...
● ● ●
Bir gün bu zâta;
"Huzura ermenin yolu nedir efendim?" diye sordular.
Cevâbında;
"Sabırdır" buyurdu.
Ve îzah etti.
"Huzur'u, bir odanın içinde kilitli farz edin. İşte o odanın anahtarı 'sabır'dır. Sabrederseniz kapı açılır ve huzura kavuşursunuz.”
.'Geleyim, fakat üç şartım var!..''
19-07-2019 02:00
Evliyânın büyüklerinden Alî Müttekî El Hindî hazretlerini, bir gün vezirlerden birisi;
"Bizim fakirhaneyi teşrîf etseniz" diyerek ziyafete davet etti.
Ama o, istemedi.
Özür beyan etti.
"Beni mazur görün. Buradan da size duâ ederim. İnşallah, Allahü teâlâ size bereket ihsân eder" dedi.
Vezîr üzüldü!
Ve ısrar etti.
O zaman da;
Peki geleyim, fakat üç şartım var.
Birincisi;
Nereye istersem oraya otururum.
İkinci şartım;
Bundan da ye, şundan da ye! demeyeceksin.
Üçüncüsü de;
Biraz daha otursaydınız demiyeceksin.
Vezir kabul edip;
“Tamam efendim, bütün şartlarınızı kabul ediyorum" dedi.
Büyük velî, ertesi gün torbasına bir parça "kuru ekmek" koyup gitti.
Vezir yer gösterip;
"Şöyle buyurun" dedi.
Alî Müttekî hazretleri, kenar bir yere oturdu.
Sonra yemekler geldi.
Büyük zât torbasından çıkardığı
“kuru ekmeği” yemeye başladı.
Vezir yine unutup;
"Şunlardan da yiyin" dedi.
Ancak büyük velî “kuru ekmeği” yemeğe devam etti.
Bir süre sonra da kalktı.
Ve vedâ ederek ayrıldı.
Vezîr bir şey diyemedi..
.Öyle kullar vardır ki…
20-07-2019 02:00
Evliyânın büyüklerinden Alvân Hamevî hazretleri, 1530 (h.936) senesi Cemâzil evvel ayında Hama’da vefât etti.
Bir gece, yatsı namazından sonra talebesiyle sohbet ederken, lambanın yağı bitti.
Bir genç kalktı.
Yağ koyacaktı.
Alvân Hamevî o gence;
"Yavrum sen otur. Allahü teâlânın öyle kulları vardır ki, yağı olmayan lambanın yanmasını isteseler, derhâl yanar" buyurdu.
Ve “lâmba” yandı.
Yağa lüzum kalmadı...
● ● ●
Talebelerinden biri, kafileyle Mısır'a giderken, hayvanı yorulup yürüyemez oldu.
Kafiledekiler onu beklemeyip yollarına devam ettiler.
Talebe yalnız kaldı.
Yağmurdan ıslandı.
O korkuyla;
"İlâhî, hocam Alvân Hamevî'nin hürmetine bana yardım eyle" diye yalvardı.
Duâsı kabul oldu.
Hocası görünüp;
"Korkma Allahın izniyle kafileye yetişeceksin" buyurdu.
Bineğini kaldırdı.
Eşyasını yükledi.
Kendisini de üzerine bindirip gözden kayboldu...
Talebe kafileye yetişti. Ama hocasını bir daha göremedi...
.Beyaz atlı mücahid...
21-07-2019 02:00
Evliyânın büyüklerinden Alvân Hamevî hazretleri, 1530 (h.936) senesi Cemâzil evvel ayında, Hama şehrinde vefât etti.
Ticâretle uğraşan bazı talebeleri gemiyle yola çıktılar...
Yolculuk esnâsında fırtına çıkıp gemi batma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.
Yolcular korktular!
Gençler de korktu!
Ve ellerini açarak;
"Yâ Rabbî! Hocamız Alvân Hamevî hazretleri hürmetine bize yardım et" diye yalvardılar
O anda hocaları belirdi.
Bilinen şekliyle çıkageldi.
Gemiyi düzeltti.
Sâhile kadar götürdü.
Ve gözden kayboldu...
● ● ●
Alvân Hamevî hazretleri zamanında, Sultân Süleymân Hân, Rodos'u fethe karar vermişti...
Fetih sırasında Alvân Hamevî hazretleri “beyaz bir at” üzerinde geldi.
Kale kapısını açtı.
Gözden tayboldu.
Askerler kapının açıldığını görüp içeri girince, Alvân Hamevî hazretlerini içeride “namaz kılarken” buldular.
Aradan günler geçti...
Bir er, Hama'ya gitti.
O er, bu hâdiseyi görenlerdendi.
Hama'da Alvân Hamevî hazretleriyle karşılaşınca o günü hâtırlayıp ağladı!
Alvân Hamevî;
"Gördüklerini kimseye anlatma" buyurdu.
."Biz yanlış yere gelmişiz!.."
22-07-2019 02:00
Evliyânın büyüklerinden Alvân Hamevî hazretleri, 1530 (h.936) senesi, Cemâzil evvel ayında Hama’da vefât etti.
Hırsızlardan bir grup, gece karanlığında Alvân Hamevî hazretlerinin dergâhına girdiler.
Onu, namazda buldular.
Etrâfında göz kamaştıran bir “nûr” parlıyordu.
Çok şaşırdılar!
Etrâfa baktılar.
Ortalıkta ne bir “kandil”, ne de bir “lâmba” vardı
Bu hâli görünce;
"Biz yanlış yere gelmişiz" diyerek uzaklaştılar.
Sonra da tövbe ettiler.
Ve bu işten vazgeçtiler...
● ● ●
Bir zaman eşkıyâlar Alvân Hamevî hazretlerininin bir talebesini zorla uzaklara götürüp hapsettiler.
Boynuna demir halka takıp, el ve ayaklarını zincirlediler.
Gencin işi zordu.
Ellerini kaldırıp;
"Yâ Rabbî! Hocam Alvân Hamevî hazretlerinin hatırı için beni kurtar" diye yalvardı.
O anda el ve ayaklarındaki zincir ve boynundaki demir halka kırılıp yere düştü...
Sonra kapı açıldı.
Nöbetçi uyuyordu.
Talebe korkusuz olarak o hapishâneyi terk etti.
Birkaç adım atınca, kendisini “evinin önünde” buldu...
."Yarın meyhaneye git orada vaaz et!.."
23-07-2019 02:00
Ammâr-ı Yâser hazretleri, Anadolu velîlerinden olup, Bitlis’te yaşadı.
1253 (H.650) de vefât etti.
Bitlis'te insanları doğru yola kavuşturmak için çok uğraştı.
Necmeddîn-i Kübrâ hazretleri bu zâtın sohbetlerinde yetişmiştir.
Bir gece yattı.
Ve rüyâ gördü.
Birisi kendisine;
"Yarın git, meyhânedekilere nasîhat et" dedi.
Uykudan uyanıp;
“Hayırdır inşallah" dedi.
Ne yapacağını bilemedi.
Düşünmeye başladı?!
O an biri geldi.
Talebesiydi.
"Hocam! Kürsünüzü bugün meyhaneye mi koyalım, yoksa yerinde mi kalsın?" diye sordu.
O, hayretle;
“Sen bunu nereden biliyorsun?" diye sorunca;
“Size tembîh eden, bize de söyledi efendim" dedi.
O da cevapladı:
"Meyhaneye!"
Ve o gün vaaz kürsüsü “meyhane”ye kuruldu...
Meyhanedekilere birkaç şey söyleyince, hepsi pişmân olup günahlarına tövbe ettiler.
Ve "bir daha içki içmeyeceğiz" diye, yemin ettiler...
."Hocamızın himmetiyle bildim"
24-07-2019 02:00
Ammâr-ı Yâser hazretleri, Anadolu velîlerinden olup, Bitlis’te yaşadı.
1253 (H.650)’ de vefât etti.
Bu zât bir gün dergâhtan ayrılıp bir köye gitti.
Dönüp de dergâha yaklaşınca talebesinden biri, kalben hocasının yaklaştığını anladı...
Ve çok sevindi.
Arkadaşlarına;
"Hocamız geliyor, haydi karşılayalım!" dedi.
Dediler ki:
"Nasıl bildin?"
Cevâbında;
"Hocamızın himmetiyle" dedi.
Arkadaşları bu cevâba çok güldüler.
Ve alay ettiler.
O ise ciddiydi.
Onu denemek için, birlikte yola çıktılar...
Az sonra Ammâr-ı Yâser hazretlerinin bir at üzerinde kendilerine doğru gelmekte olduğunu gördüler.
Çok mahcup oldular!
Ondan özür dilediler
● ● ●
Bu büyük velîye bazı gençler;
“Efendim, Ehl-i sünnet bir Müslüman, cehenneme girecek mi acaba?” diye sordular.
Cevâbında;
“Eğer günahları çok ve bunlar tövbe ve istiğfâr ile veyâ şefâat ile affolunmadı ise, bu günahları kadar cehennemde yanması câizdir” buyurdu...
.Ateşle dolu bir kabir!..
25-07-2019 02:00
Tâbiîn devri âlim ve evliyâsından Amr bin Dînar hazretleri, 743 (H.126) senesinde Mekke-i mükerremede vefât etti.
Kendisi anlatır:
Edirne'de biri vardı.
Kız kardeşi vefât etti...
O şöyle anlatıyor:
Onu defnettik.
Ve ayrılıp gittik.
Benim değerli bir yüzüğüm o arada kayboldu...
Kendi kendime;
“Acabâ kabre mi düştü?” deyip tekrar kabre gittim.
Ve kabri açtım.
Lahit tahtasını kaldırdım.
Ama çok korktum!
İçinde “ateş” vardı.
Ve yüzümü yaktı!
Tahtayı yerine koyup, tekrar toprakla doldurdum.
Ve ağlayarak eve döndüm!
Çok üzülmüştüm.
Annemden;
“Kız kardeşimin kötü bir hâli var mıydı” diye sordum.
Cevâben;
“Vardı” dedi.
Merak edip;
“Ne huyu vardı?” dedim.
“Namazına gevşekti ve koğuculuk yapardı” dedi.
O zaman bu iki huyun, “kabir azâbı”na sebep olduğunu anladık.
.Bir kimse inanarak, lâ ilâhe illallah derse..."
26-07-2019 02:00
Tâbiîn devri âlim ve evliyâsından Amr bin Dînar hazretleri, 743 (H.126) senesinde Mekke-i mükerremede vefât etti.
Bu büyük zât, bir gün Kelime-i tevhîdin fazîletine dâir çok şeyler anlatıp;
"Bu hususta çok hadîs-i şerîf var" dedi.
Cemaat ricâ ettiler:
"Birini söyler misiniz efendim?"
Büyük velî;
"Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm) "Bir kimse inanarak, lâ ilâhe illallah derse, muhakkak cennete girer" buyuruyor" dedi.
● ● ●
Eshâb-ı kirâm’ı çok sever, onların büyüklüğünü ve İslâmiyete yaptıkları hizmetleri devamlı talebelerine anlatırdı.
Hadîs-i şerîf okurdu.
Sık sık tekrarlardığı;
"Eshâbıma sövmeyiniz. Kim onlara söverse, Allahü teâlânın lâneti onun üzerine olsun" hadîs-i şerîfidir.
● ● ●
Bir gün sevdiklerine;
“Kulun yediği yemek, ona faydalı olmalıdır. Yemenin de bir âdâbı vardır” buyurdu.
Sordular:
“Onlar nedir efendim?”
Cevâbında;
“Önce helâlinden yemelidir. Sonra acıkınca yemeye oturmalı, doymadan kalkmalıdır. Böyle yemek, hiç yememekten daha faydalıdır” buyurdu.
."Mümine sert bakmak bile kul hakkıdır”
27-07-2019 02:00
Amr bin Kays hazretleri, Kûfe'de yetişen âlim ve velîlerdendir. 763 (H.146) senesinde vefât etti.
Sevgili Peygamberimizin ve Onun Eshâbının hayâtı gibi yaşamaya çalıştı.
Ticâret yapardı.
Çok da kazanırdı.
Güzel ahlâkıyla insanlara örnek olur, gençlere İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatırdı.
Hem âlimdi.
Hem de velî...
Birçok genç yetiştirdi.
Meselâ Süfyân-ı Sevrî hazretleri, onun yetiştirdiği büyük âlimlerdendir.
O, şöyle bahseder:
“Hocamın evine vardığımda, kendisini ya namaz kılarken veyâ Kur’ân-ı kerîm okurken bulurdum.
Evinde bulamazsam Kûfe'nin mescitlerinden veya dergâhlardan birinde bulurdum.
Görürdüm ki, ağlar!
Gözyaşları çağlar!
Eğer mescitlerde ve dergâhlarda da bulamazsam, kabristana giderdim.
Orada, yüksek sesle feryat ettiğini işitirdim...”
● ● ●
Bir gün bir talebesi;
“Âhirette en çetin şey nedir efendim?” diye sordu.
O da cevâbında;
“Kul hakkıdır, ama ‘kul hakkı’ deyince yalnız maddî haklar gelmesin hâtırına. Mümini çekiştirmek, gıybet ve sû-i zan, hattâ mümine sert bakmak bile ‘kul hakkı’dır” buyurdu.
.Rabbimin huzuruna nasıl çıkacağım?.."
28-07-2019 02:00
Amr bin Kays hazretlerinin devamlı olarak ağladığını gören dostlarından biri sordu ki:
"Niçin ağlıyorsun?
Cevâbında;
"Bu kadar günahla Rabbimin huzuruna nasıl çıkacağım, ona ağlıyorum!" buyurdu.
İlim ehlinden ve Allah adamlarından bir kimse gelince, önünde diz çökerdi.
Ve kendisine;
"Allah’ın sana bildirdiklerinden bana da öğret" diye yalvarırdı.
Bir gün bu zâta;
“Cennete gitmenin yolu nedir efendim?” diye sordular.
Cevâben;
“Resûlullah’a uymaktır” buyurdu.
Sordular ki:
“İmânın esâsı nedir?”
Cevâben;
“Resûlullah’ı sevmektir. Şaşıyorum şu insanlara ki, olur olmaz kişilere muhabbet besliyorlar da Peygamber Efendimizi sevmeyi o kadar benimsemiyorlar” buyurdu.
Bir gün de;
“Kardeşlerim! İki şey olmasaydı, bu dünyâda yaşamaya değmezdi" buyurdu.
Sordular ki:
“Onlar nedir?”
Cevâbında;
“Biri; seher vakitlerinde tövbe istiğfâr etmek, öbürü, Allah dostlarıyla beraber olmaktır” buyurdu.
.İnsanlar ne gâfildir!..
29-07-2019 02:00
Amr bin Kays hazretleri, Kûfe'de yetişen âlim ve velîlerdendir. Gençlerle ilgilenirdi.
Öğüt nasîhat ederdi.
Dünyâya sarılanlara;
"Dünyâya rağbet etmek ne gaflettir. Müslüman, âhirete hazırlanmalıdır. Zîra âhiret, dehşetli yerdir!" buyururdu.
Bu zât vefât ettiğinde,
Kûfeliler, çok üzüldü..
Büyük bir zâtı kaybetmişlerdi...
Cenâzeye geldiler.
Namazdan sonra gökyüzünden, o güne kadar hiç görmedikleri beyaz ve rengârenk kuşların, yükseklerden aşağıya süzülüp, bu zâtın kabri üzerinde döndüklerini ve tekrar gökyüzüne uçup kaybolduklarını gördüler.
Bunu herkes görmüş ve çok şaşırmışlardı!
Çok güzel kuşlardı.
Halkın şaştıklarını gören Ebû Hayyân et-Temîmî;
"Niçin şaşıyorsunuz? Bunlar meleklerdir. Amr bin Kays'a iyi şehâdette bulunmak üzere geldiler" dedi.
● ● ●
Amr bin Kays hazretleri, kötülüklerden şiddetle kaçınır, iyilikleri yapmayı teşvik ederdi.
Sevdiklerine;
"Hayırlı bir amel duyduğun zaman, bir defa olsun yap!" buyururdu.
Talebelerine;
"Sapık ve bozuk kimselerle berâber bulunmayın. Zîra onun sapıklığı, kalbinize sirâyet eder" derdi.
.Rabbimden üç şey istiyorum"
30-07-2019 02:00
Tâbiîn devrinin mücâhit velîlerinden Amr bin Utbe hazretleri; Kûfe’de doğdu.
643 senesinde bir muhârebede şehîd düştü.
Devamlı gazâlara katılır,
Cenâb-ı Haktan “şehitlik rütbesi” isterdi.
Hep duâ ederdi.
Bir gün bir evde;
"Rabbimden üç şey istedim. Dünyâya rağbet etmeyeyim. Namazlarımı Allahü teâlânın beğendiği gibi kılayım. Ve şehitlik rütbesine kavuşayım" buyurdu.
Sonra da;
"Çok şükür" dedi.
Dinleyenler;
“Niçin şükrettiniz efendim?” dediler.
Cevâbında;
"Allahü teâlâ ilk iki isteğimi nasip etti. Üçüncüsünü bekliyorum. İnşallah ona da kavuşurum" buyurdu.
Duâsı kabul oldu.
Şehîden vefat etti...
● ● ●
Bu velî zât, bir gün “dört bin dirhem” vererek, çok soylu bir “at” satın aldı.
Tanıdıkları;
“Bu ata bu kadar para verilir mi?" diye sordular.
Cevap olarak;
"Verilir" dedi.
Ve ardından;
"Bu atın, Allah yolunda attığı her bir adım, dört bin dirhemden daha kıymetlidir" buyurdu.
.O gün zâlimlerin bir dostu yoktur!..”
31-07-2019 02:00
Tâbiîn devrinin mücâhit velîlerinden Amr bin Utbe hazretleri; Kûfe’de doğdu.
Geceleri çok namaz kılardı.
Kız kardeşi anlatıyor:
Bir gece namaza durdu...
“Mü’min sûresi”nin başından okumaya başladı.
Bir âyete geldi.
Devam edemedi.
Zîra bu âyette;
“Ey Resûlüm! Müşrikleri kıyâmet günüyle korkut. O gün zâlimlerin bir dostu ve bir şefâatçisi yoktur” buyuruluyordu.
Bu âyeti okudu...
Bir daha okudu...
Bir daha, bir daha, derken sabaha kadar hep bu âyet-i kerîmeyi tekrar tekrar okuyup, hürgür hüngür ağladı.
Çok gözyaşı döktü!
● ● ●
Bu zât hep ölümü düşünürdü.
Herkese âhiretten bahsederdi.
Bâzı geceler atına biner, doğru kabristana giderdi.
Mevtâlara okurdu.
Sonra ayağa kalkıp;
"Ey kabirdekiler! Amel defterleri dürüldü. Yanlış işler Allahü teâlâya arz edildi" diye seslenirdi.
Böylece sabaha kadar gözyaşı dökerdi!
Bazen çöle çıkardı...
Orada namaz kılardı.
O namaza durunca, bir “bulut” onu gölgeler, “vahşî hayvanlar” etrâfında dolaşır, ama hiç zarar vermezlerdi.
.Kanımın bunun üzerine akmasını istiyorum"
01-08-2019 02:00
Tâbiîn devrinin mücâhit velîlerinden Amr bin Utbe hazretleri gazâya çıkmıştı.
Bir nöbetinde namaza durdu...
O ara bir aslan kükremesi işitildi.
Herkes telâşa kapıldı!
Kimi sağa kaçtı.
Kimi sola koştu.
Amr bin Utbe hazretleri, kendinden geçmiş bir vaziyette namazına devam etti.
Koca aslan, onun etrâfında dolaştı durdu.
Bir şey yapmadı.
Arkadaşları ona;
"Aslandan korkmadın mı?" dediler.
Cevâbında;
"Allahü teâlâdan başka bir şeyden korkmaktan, Ona sığınır, Ondan hayâ ederim" dedi.
● ● ●
Amr bin Utbe hazretleri; katıldığı bir gazâda, beyaz bir elbise giydi.
Etrâfındakilere;
"Kanımın bunun üzerine akmasını istiyorum" dedi.
Ve kılıcını aldı.
Düşman daldı.
Bu şiddetli savaşta bir ara
kâfirlerin attığı “iri bir taşla” yaralandı!
Yere düştü...
Ve şehit oldu!
Şehit olduğu yere, üzerindeki “kana bulanmış” beyaz elbiseyle defnedildi.
."Allah’ım! Beni bu adamın şerrinden koru!"
02-08-2019 02:00
Büyük velîlerden Atâ El Ezrak hazretleri, bir gece vakti evden çıkıp bir yere gidiyordu ki, karşısına bir “yankesici” çıktı.
Elinde “bıçak” vardı.
Gelip ona yaklaştı.
Mübârek zât, içinden;
"Allah’ım! Beni bu adamın şerrinden koru" diye duâ etti...
O anda adamın iki eli kurudu.
Bu hâdiseden çok duygulandı.
Hatâsını anladı...
Ve pişmân oldu.
Özür dileyip;
“Bir daha böyle bir şey yapmıyacağım" deyince,
Hazret-i Atâ onu affetti.
Yankesici de çok duygulanıp, “talebesi” olmakla şereflendi...
● ● ●
Bu zât bir sohbetinde;
“Ehl-i sünnet âlimlerini ve evliyâları seven ve İslâm’a hizmet eden bir mümin, çok şanslıdır. Çünkü bir hadîs-i şerîfte; (Unutulmuş bir sünnetimi meydana çıkarana yüz şehit sevâbı vardır) buyuruldu” diye nakletti.
Dinliyenler;
“Bu müjde’ye, nasıl kavuşulur efendim?” diye sordular.
Büyük velî cevâben;
“Bunun için Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını dağıtarak, hediye ederek veya satarak, İslâmiyeti yaymaya çalışmak lâzımdır” buyurdu
.Bir kapı kapanırsa başkası açılır"
03-08-2019 02:00
Büyük velîlerden Atâ el-Ezrak hazretlerine, hanımı, pazardan bâzı ihtiyaçlarını temin etmesi için iki dirhem para verdi.
Bu zât, pazara varınca, ağlayan bir “köle” gördü.
Acıdı zavallıya.
Ve ona sordu ki:
"Niye ağlıyorsun?"
Köle, şöyle anlattı:
"Efendim bana iki dirhem verdi.
Pazardan bir şeyler alacaktım.
Fakat, paramı kaybettim.
Şimdi ben ne yapacağım?”
Atâ el-Ezrak, kendi iki dirhemini ona verip;
"Bir kapı kapanırsa başkası açılır" dedi.
Kendi parasız kaldı.
Tanıdığı bir marangoz dostu vardı. Ona gitti.
Bu hâlini arz etti.
Marangoz ona;
"Şu talaşlardan al, eve götür. Belki işine yarar. Sana verecek başka da bir şeyim yok" dedi.
O talaşları aldı.
Evine bıraktı.
Ve hanımına görünmeden mescide gitti.
Namazını edâ etti.
Sonra, evine gitti.
İçeri girdiğinde, hanımının “ekmek pişirmekte” olduğunu gördü.
Ve ona sordu ki:
"Unu nerden buldun?"
Hanımı cevâben;
“Senin getirdiğin un çok güzelmiş, hep bundan al" dedi.
.Gözyaşı hiç dinmezdi...
04-08-2019 02:00
Tâbiîn devrinin büyük velîlerinden olan Atâ Süleymî hazretleri, Basra’da doğdu.
757 (h.140) senesinde vefât etti.
Allah korkusundan ağlardı!
● ● ●
Bir gün bir dostu geldi.
Etrâfa bir baktı.
Yerler ıslaktı...
Kendi kendine;
"Abdest alırken su sıçramış" diye düşündü...
Hâlbuki onlar gözyaşı idi.
Vaaz dinlerken veya cenâze gördüğünde, düşer bayılırdı!
Bir gün “ateş dolu” tandır gördü.
“Cehennem ateşini” hâtırladı.
Ve düşüp bayıldı!
Binek üzerinde hâtırlasa, hemen yere yuvarlanırdı.
Bir gün öyle oldu.
Bayılıp düştü!
Evine ilettiler.
Bir gök gürültüsü işitse veyâhut şimşek çaksa, şiddetli bir rüzgâr esse;
"Bütün bunlar, benim gibi bir günahkârın aranızda olması sebebiyledir" derdi.
● ● ●
Bir gün, bu velî zâta;
“Fakirlik nedir efendim?” diye sordular.
Cevâbında;
“Fakirlik, herkesten ümîdini kesmek ve her ihtiyâcını sadece Rabbinden istemektir” buyurdu.
Ve ilâve etti:
“Yâni bir Müslüman ne kadar sıkıntıda olsa, yine de hiçbir işini âciz kullara arz etmemelidir.”
.Keşke annem beni doğurmasaydı!..”
05-08-2019 02:00
Tâbiîn devrinin büyük velîlerinden olan Atâ Süleymî hazretleri, Basra’da doğdu.
757 (h.140) senesinde vefât etti.
Allah’tan çok korkardı.
Bazen sevdiklerinden;
"Bana ruhsat, kolaylık gösteren hadîsleri; dinde kolaylık gösteren hükümleri söyleyin ki, korku hâlim hafiflesin!" diye ricâda bulunurdu.
● ● ●
Bir gün, sevdiklerinden
Bişr bin Mansur, bu zâta;
"Yâ Atâ! Büyük bir ateş yakılsa ve ‘Bu ateşe girenler cehennemden kurtulup cennete girecek’ denilse, kendini o ateşe atar mısın?" diye sordu.
Cevâbı gecikmedi.
Tereddüt etmeden;
"Çok isterim, hattâ o kadar sevinirim ki, bu aşırı sevincimden dolayı ateşe girmeden, rûhumun çıkacağını tahmin ederim" dedi.
● ● ●
Atâ Süleymî hazretlerinin bir sevdiği şöyle anlatıyor:
Bir sabah vaktiydi.
Atâ hazretlerinin yanına varmıştık.
Uzun süre yanında kaldık...
Devamlı ağlıyordu!
“Pişmânlık” içindeydi.
Devamlı sûrette;
“Keşke annem beni doğurmasaydı” sözünü tekrarlayıp durdu...
.Ölüm peşimde, kabir önümde!.."
06-08-2019 02:00
Tâbiîn devrinin büyük velîlerinden olan Atâ Süleymî hazretlerinin bir tanıdığı anlatıyor:
Atâ Süleymî bir gün bana;
“Ey Beşîr! Ölüm peşimde; kabir önümde, gideceğim yer mahşer, geçeceğim yol cehennem üzerindeki sırat köprüsüdür. Bilemiyorum ki, Rabbim bana ne muâmele yapar?” dedi.
Ve bir “âh!” çekti.
Sonra feryat etti!
Ve düşüp bayıldı…
Uzun zaman öyle kaldı.
Sonra bize bakıp;
“Şu keçeyi kaldırın!” dedi.
Kaldırıp baktık ki, altında “bir dirhem” para var.
Onunla “sevik” aldık.
Bir çorba yaptık.
Ve ona içirmek istedik.
O, çorbayı ağzına aldı.
Fakat bir türlü yutamadı.
Boğazına takılıp kaldı.
Heyecanlandık!
Ve kendisine;
“Ey Atâ! Bunu senin için aldık, hazırladık, haydi içsene” dedim.
Bana dönüp;
“Ey Beşîr! Onu ağzıma alıp da sıcaklığını hissedince aklım gitti” dedi.
Merak ettim tabii.
“Niçin?” dedim.
“Çünkü o anda, Müzzemmil sûresindeki, meâlen; (Âhirette kâfirler için korkunç bir ateş ve boğazlarına takılıp kalan iğrenç yiyecekler vardır!) âyet-i kerîmeyi hatırladım” dedi.
.“Burada ne yapıyorsunuz?”
07-08-2019 02:00
Tâbiîn devrinde Medîne'de yetişen büyük âlimlerden Atâ bin Yesâr hazretleri, 84 yaşında iken 721 (H.102) tarihinde İskenderiye’de vefât etti.
Bu mübarek zat, Eshâb-ı kirâmdan Yâlâ bin Mürre radıyallahü anhtan nakille şöyle anlatıyor:
Bir dostuma gittim.
Bir husûsu arz ettim.
Özet olarak;
“Alî kerremallahü vecheh, kâfirlerle şiddetli savaşıp onları kahreden bir kişidir. Kâfirler ona zarar verebilirler. Onun için evinin kapısında nöbet tutalım” dedim.
O da uygun gördü.
Ve nöbete başladık.
Alî Mürtezâ hazretleri dışarı çıkıp da bizi kapıda görünce;
“Burada ne yapıyorsunuz?” diye sordu.
Biz de kendisine;
“Seni bekliyoruz ey müminlerin emîri! Zîra kâfirlerden sana zarar gelmesinden korkuyoruz” dedik.
Cevâben bize;
“Beni gök ehlinden mi, yoksa yer ehlinden mi korursunuz?” diye sordu.
Biz de Ona;
“Elbette yer ehlinden. Gök ehlinden nasıl koruyalım?” dedik.
Tebessüm etti.
Ve bize cevâben;
“Herkesin yanında iki koruyucu melek vardır. Eceli gelinceye kadar o kimseyi her şerden korurlar. Eceli gelince, onu kaderiyle baş başa bırakırlar” buyurdu.
.Müminin ölümü, büyük saadettir..."
08-08-2019 02:00
Tâbiîn devrinde Medîne'de yetişen büyük âlimlerden Atâ bin Yesâr hazretleri, 84 yaşında iken 721 (H.102) tarihinde İskenderiye’de vefât etti.
Bir gün sohbetinde;
"Müminin ölümü, büyük saadettir. Çünkü ölümle Rabbine kavuşacak" buyurdu.
Ve şunu anlattı:
Kulun eceli gelir.
Son nefesleridir.
O anda kendisine Peygamberimiz (aleyhissalâtü vesselâm) gösterilir.
Ve kendisine;
“Bunu tanıyor musun?” diye sorulur.
Mümin bakar.
“Tanıyorum” der.
Onu görmenin lezzetiyle ölüm acısını hiç duymaz.
Öldüğünü anlayamaz.
Ama eğer kâfir ise;
“Tanımıyorum” der.
Ve rûhu çok zor çıkar.
Sonsuz felâkete düşer...
● ● ●
Bir gün bu zâta;
“Fakîrlik nedir efendim?” diye sordular.
Cevâbında;
“Fakîrlik, herkesten ümîdini kesmek ve her ihtiyâcını Rabbinden istemektir” buyurdu.
Ve ilâve etti:
“Yâni bir Müslüman ne kadar sıkıntıda olsa, yine de hiçbir işini âciz kullara arz etmemelidir.”
.İşte, hocamı buldum..."
09-08-2019 02:00
İstanbul’da yetişen büyük velîlerden Atpazarlı Osmân Fadlı Efendi hazretleri, 1691 (h.1102) senesinde Kıbrıs'ın Mağusa şehrinde vefât etti.
Kabri Mağusa’dadır.
Gençliğinde ilmi ve âlimleri öven bir şiirden etkilenip, ilim tahsîli için İstanbul'a geldi.
Zâkirzâde Abdullah Efendi’ye gitti.
Huzûruna girdi...
Onu çok sevdi.
Ve kalbinden;
“İşte hocamı buldum!" dedi.
Hocası da onu görünce;
“İşte hakîkî bir talebe" diye geçirdi içinden.
● ● ●
Bir gün ona sordular:
“Zikir nedir efendim?”
Cevâben;
“Zikir, İslâmiyete uymaktır” buyurdu.
Ve açıkladı:
“Yâni İslâmiyete tam uyan bir kimsenin her hareketi zikirdir. Eğer böyle değilse, eline tesbih alıp, binlerce 'Allah, Allah, Allah' dese de zikretmiş sayılmaz.”
Çok ibâdet yapardı.
Allah korkusundan ağlardı!
Öyle çok ağlardı ki; gözyaşları iz yapmıştı yüzünde!
● ● ●
Bir gün sohbet ediyordu...
Bir ara cemaate;
“Günahları, büyük küçük diye ayırmayın. Zîra günâhın küçüğü de büyüktür” buyurdu...
."Emriniz başım gözüm üstüne!.."
10-08-2019 02:00
Zâkirzâde Efendi, Osman Fadlı Efendi’nin hocasıdır.
Bu zât, talebelerinden, şahsî bir işinin yapılmasını istedi.
Ancak bazı talebeler isteksizlik gösterdiler.
Osmân Fadlı ise heyecânlıydı!
Huzûra vardı.
Ve hocasına;
"Sultânım emriniz neyse derhâl yerine getireyim" dedi.
Zâkirzâde;
"Ama senin dersin vardır" deyince de;
"Şerefli hizmetinizde bulunmayı, her şeye tercîh ederim efendim" dedi.
O, bu cevâbı beğendi.
Ve bütün kalbiyle;
"Ey çelebi! Allahü teâlâ sana, önce ve sonra gelenlerin ilimlerini nasîb eylesin" diye duâ etti...
Duâya çok sevindi...
Ve arkadaşlarına;
"Bu duâ bereketiyle, bir gecede bütün ilimler kalbime girdi” dedi...
● ● ●
Zâkirzâde Efendi, Osmân Fadlı'ya icâzet verip, memleketine göndermek istedi.
Ve bunu ona söyledi.
Osmân Fadlı üzülüp;
"Sultânım, hizmetinizden bir an ayrılmak istemiyorum" dedi.
O gece rüyâsında;
"Hocan ne diyorsa kabul et" denildi.
Korkuyla uyandı!
Ve huzuruna gidip;
“Emriniz başım gözüm üstüne" dedi.
Ve icâzetini aldı.
Memleketine gitti...
.Nefis, istişâre etmek istemez!..
11-08-2019 02:00
Büyük velîlerden ve Tâbiîn’in tanınmışlarından olan Avn bin Abdullah hazretleri, 733 (H.115) senesinde vefât etti.
Bir gün arkadaşlarıyle birlikte kırlara çıktılar.
Hava çok sıcaktı...
Bir ara ayrıldı.
Geri gelmesi gecikince, arkadaşları merak etti.
Ve onu aramaya çıktılar.
Bulduklarında, bir yere uzanmış uyuyordu.
Her taraf günlük güneşlikken o gölgedeydi.
O yerde hiç ağaç da yoktu...
Bu işi merak ettiler.
Ve başlarını kaldırınca, bir “bulutun” ona gölge yaptığını gördüler.
Hepsi duygulandı!
Hazret-i Avn uyandı...
Ve onlara;
"Arkadaşlar! Sizden ricâm, ben hayatta olduğum müddetçe bu durumdan kimseye bahsetmeyin" dedi.
● ● ●
Bu zat bir sohbetinde;
“İnsanın en büyük düşmanı, nefsidir. Dînin her bir emrinde bu nefsi kırmak vardır” buyurdu.
Sordular:
“Nefis nasıl kırılır efendim?”
Cevâben;
“İstişâre edin, nefis, istişâre etmek, fikir sormak istemez. ‘Ben de biliyorum’ der. Yolda bir mümine rastlarsanız, önce siz selâm verin. Müsâfeha ederken önce siz uzatın elinizi. Kırıldığınız kimseden, önce siz özür dileyin. Bunlar da nefsi kırar” buyurdu...
Ben, Rabbimden tek bir şey istiyorum!”
12-08-2019 02:00
Büyük velîlerden ve Tâbiîn’in tanınmışlarından olan Avn bin Abdullah hazretleri, 733 (H.115) senesinde vefât etti.
Bir gün Avn bin Abdullah ağlıyor, gözyaşlarını yüzüne sürüyordu!
Görenler şaşırdılar.
Hayretle kendisine;
"Gözyaşlarını niçin yüzüne sürüyorsun, hikmeti nedir?" dediler.
Bir "âh!" etti
Ve cevâben;
"Allah korkusuyla akan gözyaşlarının ıslattığı uzuvları, Allahü teâlâ cehennemde yakmaz!" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de sevdiklerine;
“Ben, Rabbimden tek bir şey istiyorum!” buyurdu.
Merak edip dediler ki:
“O nedir efendim?”
Cevâbında;
“Ona, hiç gıybet etmemiş bir kul olarak kavuşmak istiyorum. Çünkü gıybet, ‘kul hakkı’na girer. Kıyâmet gününde, hiç kimse, beni böyle bir şey için aramasını istemiyorum” buyurdu.
Sordular:
“Bunun için ne yapmalıyız?”
Buyurdu ki:
“Dünyâdayken helâlleşin!”
Dediler ki:
“Ya helâl etmezse?”
Cevâben;
“Ne yapıp edin, o helâlliği alın, yoksa âhirette çâresi bulunmaz” buyurdu.
."Yükünü bırak da gel!.."
13-08-2019 02:00
Cemâleddîn-i Geylânî hazretleri, Kazvin’de vefât etti.
Necmeddîn-i Kübrâ hazretlerinin sohbet ve hizmetinde bulunmak üzere yola çıkacağı zaman kütüphâne odasına girdi...
Kitaplara baktı.
Birkaçını aldı.
Çantasına yerleştirip yola koyuldu.
Uzun yolculuk esnâsında bir gece rüyâsında Necmeddîn-i Kübrâ hazretleri rüyâsına girdi.
Ve ona buyurdu ki:
"Yükünü bırak da gel."
O anda uyandı...
Ve meraklandı.
Acabâ ne demek istemişti?!
"Neyse” deyip yola devam etti.
İkinci gece yine rüyâ gördü.
Aynı zât belirmişti.
Ve aynı şeyi demişti.
Tekrar yola koyuldu.
Üçüncü gece aynı rüyâyı gördü.
O zât aynı şeyi söyleyince;
"Efendim, yüküm nedir?" diye suâl etti.
Mübârek zât cevâben;
“Getirdiğin kitaplar" buyurdu.
Uykudan uyandı...
O zaman anladı...
Kendi kendine;
"Bu kitaplar, o büyük zâttan istifâde etmeme mâni olur" deyip, hepsini Ceyhun Nehri'ne attı.
Ve o zâtın huzûruna vardı.
Artık içi rahattı.
O zât, kendisine;
"Ey Cemâleddîn! Eğer o kitapları nehre atmasaydın, bizden istifâde edemezdin" buyurunca, söz dinlediği için çok sevindi...
."Bir mektup yazar mısınız?"
14-08-2019 02:00
Cemâleddîn-i Geylânî hazretleri Kazvin'de otururdu.
Talebesi çoktu.
Çoğu da yerliydi.
Bir kısmı Kazvin dışındandı.
Şîraz pâdişahı bunlardandı.
Kazvin'in ileri gelenlerinden biri, Şîraz'a göç etmek istedi.
O yerin pâdişahının, bu zâtın talebesi olduğunu biliyordu.
Huzûruna girdi.
Ve kendilerine;
"Efendim, Şîraz'a gittiğimde bana kolaylık göstermesi için Şîraz pâdişahına bir mektup yazar mısınız" diye ricâ etti.
Büyük velî;
"Peki" dedi.
Ve bir kâğıda, “Bal ve Râziyâne" yazıp verdi.
O kimse bu mektubu aldı.
Yola çıkıp, Şîraz'a vardı.
Pâdişahla görüşmek istedi.
Adamları;
"Hastadır" dediler.
Ve huzûruna çıkardılar.
Sultân sordu:
"Nereden geliyorsunuz?"
"Kazvin'den" deyince;
"Cemâleddîn hazretleri nasıldır?” diye sordu.
Cevâben;
"İyidir efendim" dedi.
Ve mektubu arz etti.
Pâdişah, mektuptaki “iki kelimeyi” okuyunca, hocasının kerâmet olarak hastalığına ilâç yazdığını anladı.
Hemen balla o otu karıştırıp yedi.
Ve ânında şifâ buldu.
Derhâl ayağa kalktı.
Hastalıktan eser kalmadı...
.Bizans hükümdârı şaşkına döndü!
15-08-2019 02:00
Büyük velîlerden Cemâleddîn-i Geylânî hazretleri Kazvin'de otururdu.
Herkes, “nûr” saçılan sohbetlerinden istifâde etmek için her taraftan akın akın yanına koşardı.
Sohbetini dinlerlerdi.
Ve “feyiz” alırlardı.
Zamânın hükümdârı, bu zâtı Bizans'a elçi olarak gönderdi.
Bizans hükümdârı, “meşhur bir âlimin” geldiğini duyunca, onu makâmına çağırdı.
Adam kâfir ya.
Hile düşündü...
Aklı sıra, gelen bu elçinin, huzûruna girerken kendi tebaasının yaptığı gibi yerlere kadar eğilerek girmesini istiyordu.
Bunun için, ancak eğilerek geçilebilecek, üstü kapalı bir yer yaptırıp bu zâtı çağırdı.
Bu velî zât geldi.
O dehlizi gördü.
Hileyi sezdi.
Ve öne eğilerek değil de, arkasını dönüp ters olarak onun yanına arka arka girdi...
Girince doğrulup, yönünü hükümdâra döndü.
Bu hareketi gören Bizans hükümdârı şaşkına döndü!
Heybeti, azameti ve saygı uyandıran vakarı karşısında korkuya kapıldı!
Âdeta ezildi, büzüldü.
Ne diyeceğini bilemedi.
Bu gelen, farklı biriydi.
Ve mecburen hürmet ve saygıyla karşılayıp, çok iltifatlarda bulundu...
.Cehennemin harareti uykularımı kaçırıyor!.."
16-08-2019 02:00
Büyük velîlerden Cemâleddîn-i Geylânî hazretleri Kazvin'de ikâmet ederdi.
Bir gün Bizans hükümdârının sarayında, imparatorun meclisinde papazlarla münâzaraya oturmuştu.
Papazlar geldi.
Sonra oturdular.
Birbirleriyle bir müddet fısıldaştıktan sonra Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) ile ilgili olan “iftirâ” hâdisesini konuşmaya başlayınca, bu büyük velî gadaba geldi.
Papazlara döndü.
Sertçe bir baktı!
Sonra Hazret-i Meryem ile Hazret-i Âişe'yi kastederek;
"Biri kocasız çocuklu, diğeri kocalı çocuksuz olan bu iki mübârek kadının temiz oldukları vahiyle bildirilmiştir" buyurdu.
Papazlar sustular.
Cevap veremediler.
● ● ●
Bir gün de sevdiklerine;
"Âhireti görsem de îmânımda ve ibâdetlerimde bir artma olmaz” buyurdu.
Geceleri uyumazdı.
Çok ibâdet ederdi.
Bunu bilen kişiler;
"Efendim, niçin uyumuyorsunuz?" diye sordular.
Cevâbında;
“Cehennemin harareti uykularımı kaçırıyor. Cehennem, yakmak için insan beklerken, rahat uyuyanlara şaşıyorum" buyurdu.
."Yarın bana kavuşacaksın!"
17-08-2019 02:00
Hak dostlarından Bayraklı Sultân diye tanınan Yûnus Mürebbî hazretleri, 1204 senesinde Selçuklu kumandanlarından Hüsâmeddîn Çoban Bey komutasındaki orduyla Kastamonu fethine katıldı.
Çok gençti...
Ama dinçti.
Bir gün komutanın huzuruna çıktı.
Selâm verdi...
Ve kendisine;
"Kumandanım, izin verirseniz ben bayraktar olmak istiyorum" dedi.
Heyecânlıydı!
Kumandan ona baktı.
Çocuk sayılacak yaşta olduğunu görünce;
“Hayır, sen henüz küçüksün" dedi.
O, bu cevâbı aldı.
Çok fazla üzüldü!
Ve kumandanına;
“Ama ben, dün gece rüyâmda, Sevgili Peygamber Efendimizi gördüm" dedi.
Komutan sordu:
"Nasıl gördün?"
"Efendimiz bana; (Ey Yûnus! Sen yarın bana kavuşacaksın, fakat elinde bayrakla gel) buyurdu."
Kumandan;
"Pekâlâ" dedi.
Ve izin verdi.
Genç Yûnus sancağı kaptı ve beline bir urgan sarıp, ucunu kale burçlarına fırlattı.
Dökülen kızgın yağlara ve alevli paçavralara aldırmadan yukarı tırmandı!
Burca yetişti.
Sancağı dikti.
Sonra elindeki kılıçla kale kapısının halatlarını keserek kapıyı açtı.
Açılan kapıdan içeri giren askerlerimiz kaleyi fethettiler.
Onlar kaleye girdiler.
O ise cennete...
.Oğlum esir düştü!.."
18-08-2019 02:00
Endülüs'te yetişen velîlerden Bekâ bin Mahled hazretleri, 986 (H.376) senesinde vefât etti.
Bu zâtn duâsı makbuldü.
Bir gün yanına bir “kadın” geldi.
Huzûruna girdi...
Ve kendisine;
"Oğlum esir düştü. Onu kurtaracak imkânım yok... Bana yardımcı olur musunuz?" dedi.
Bekâ bin Mahled;
"Sen git bacım. Biz inşallah ilgileniriz" buyurunca, kadın gitti.
O, başını eğdi.
Allah’a duâ etti...
Ertesi gün o kadıncağız, oğluyla birlikte yine geldi.
Teşekküre gelmişti.
Büyük velî çocuğa;
"Anlat bakalım, nasıl kurtuldun?" diye sordu.
Çocuk anlattı:
Ben esirdim.
Rum diyârında idim.
Dün bu vakitler bir işle meşguldüm
Elimdeki kelepçe birden çözüldü.
Ve yere düştü...
Görevli geldi.
Zinciri geçirdi.
Fakat az sonra zincir ve kelepçeler tekrar çözülüp düştüler. Tekrar gelip bağladılar.
Ama yine çözüldü.
Vazîfeliler, şaşkına döndü.
Gidip papazlarını çağırdılar.
Papaz geldi.
Hâdiseyi dinleyince;
“Onu salın gitsin. Anlaşıldığına göre; Allah'ın sevgili bir kulu onun için duâ etmiş, ne yapsanız faydasız” dedi.
Ve beni saldılar...
.Kasîde-i bürde
19-08-2019 02:00
Büyük velîlerden Busayrî hazretleri, 1295 (H.695) senesinde Mısır’da, İskenderiyye şehrinde vefât etti.
Kurâfe Kabristanı'nda, İmâm-ı Şâfiî hazretlerinin yanına defnolundu.
Bir kasîdesi var.
“Kasîde-i Bürde”
Şöyle anlatılır:
Bu zât yaşlandı.
Ömrünün sonunda “felç” olup bedeninin yarısı hareketsiz kaldı. Allahü teâlâya, şifâ vermesi için yalvardı.
Bir kasîde yazdı.
Resûlü methetti.
Ve bir gece rüyâda, Resûlullaha okudu bu kasîdeyi.
Efendimiz çok beğenip üzerindeki mübârek hırkayı çıkardılar.
Ona giydirdiler.
Ve bedeninin felçli yerlerini mübârek elleriyle sığadılar.
Sabah uyandı...
Şaşırıp kaldı!
Zîra tam sıhhate kavuşmuştu.
Ayrıca Peygamberimizin rüyâda giydirdiği “hırka-i saadet” de kendi üzerindeydi.
Bunun için bu kasîdeye “Kasîde-i Bürde” denildi.
Bürde, hırka demektir.
İmâm-ı Busayrî, sevinerek, sabah namazına giderken yolda, evliyâ bir zâta rastladı.
O velî zât, İmâma;
“Ey Busayrî! Kasîdeni dinlemek isterim” dedi.
O da sordu ki:
“Hangisini?”
“Bu gece Resûlullah’a okuduğunu” dedi.
Ve gördüğü rüyâyı aynen anlattı...
.“Bana hâkimlik teklif etmeyeceksiniz!.."
20-08-2019 02:00
Câfer bin Abdürrahîm Kilâî büyük âlim olup, 1067 (H.460) senesi Cünd şehrinde vefât etti.
Cünd vâlisi, bu zâta haber gönderip, insanlara doğru yolu göstermesini ricâ etti.
Câfer Kilâî hazretleri;
"Bir şartla” buyurdu.
“Şartın nedir?
“Bana hâkimlik teklif etmeyeceksiniz."
Vâli şartı kabul etti.
O da insanlara İslâmiyeti öğretmeye başladı.
Bir zaman sonra Süleyhî adında yeni bir vâli geldi.
Ve oranın halkına;
"Burada en büyük âlim kimdir?" diye sordu.
"Câfer Kilâî’dir" dediler.
Bu zâtı çağırıp;
“Sen kadı olacaksın" dedi.
O, cevâben;
"Ben bu işe lâyık değilim" deyip kabul etmedi.
Vâli sinirlendi!
Câfer Kilâî hazretleri de, ayrılıp köyüne doğru gitti.
Vâli, adamlarıyla peşine düştü.
Ve yetişip, kılıçla mübârek bedenine defâlarca vurdular!
Ancak kılıçları kesmedi.
Ama darbelerden bayıldı!
Onu öldü sandılar.
Ve ayrılıp gittiler.
Oradan geçmekte olan birisi, Câfer Kilâî hazretlerini tanıyıp, köyüne götürdü.
Köylüler;
"Ne oldu?" dediler.
O da cevap verip;
"Bana onlarca kılıç vurdular, ama kılıçları beni kesmedi" buyurdu...
.Medîne-i Münevvere’ye şimdi gitmeyiniz!"
21-08-2019 02:00
Büyük âlim ve velîlerden Câfer Mekkî hazretleri 1721 (H.1134) senesinde Mekke-i mükerremede Hakk'ın rahmetine kavuştu.
Mekke-i Mükerreme’deyken yanına bir kervancıbaşı geldi.
Ve Medîne-i Münevvere’ye gitmek istediğini bildirdi.
İzin talep etti.
Ve duâ istedi.
O mübârek de;
“Şimdi gitmeyiniz!" buyurdu.
Adam birkaç gün sonra tekrar gelip, izin istedi.
Câfer Mekkî hazretleri yine izin vermedi.
Ancak kervancıbaşı gitmeyi çok istiyordu.
Söz dinlemedi.
Ve yola düştü...
Ama olan oldu.
Yolda eşkıyâlar belirdi.
Bunların yolunu kestiler.
Birkaç kişiyi öldürdüler.
Ve mallarını da aldılar.
Kervancıbaşı, o zaman Câfer Mekkî hazretlerinin izin vermeyişinin hikmetini anladı...
“Pişmânlık” duydu.
Kalben yardım istedi.
Ânında imdat geldi.
O büyük velînin hürmetine, eşkıyâlar ona dokunmadılar.
O da, Mekke'ye döndü.
Bu zâtın huzûruna geldi.
Çok mahcuptu!
Büyük velî, ona;
"Gitmeyin dedim, gittin ve birkaç Müslümanın katline sebep oldun!" buyurdu.
.Mahcup olup, tövbe ettiler...
22-08-2019 02:00
Büyük velîlerden Câfer Mekkî hazretleri 1721 (H.1134) senesinde Mekke-i mükerremede vefât etti.
Bir zaman bâzı hasetçiler bu zâtı öldürmek için gizlice Harem-i şerîfe gittiler.
Bu zât her gün oraya giderdi.
Orada namaz kılardı.
Bunu biliyorlardı.
Ve oraya gittiler.
Ancak o gün, Câfer Mekkî hazretleri gelmeyip, talebelerini göndermişti.
Bu defâ cumâ günü evinin civârına gidip, cumâ namazı için çıkmasını beklediler.
Vakit epey geçti...
Ama o çıkmadı.
Aslında çıkmıştı.
Ama onlar görememişti.
Nice zaman sonra, talebeleriyle cumâ namazını kılmış olduğu hâlde geri döndüğünü gördüler.
Bunun üzerine tövbe edip, dâvâlarından vazgeçtiler...
● ● ●
Bir gün gencin biri;
“Çok günah işliyorum, bana ne tavsiye edersiniz?" diye sordu.
Cevâbında;
"Ehl-i Sünnet âlimlerinin kitaplarını oku. Allah adamlarının kitâbını okuyanın kalbi nurlanır, temizlenir ve parlar. Böylece günahlar, o kimseye çirkin gelir" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de bu zâta;
“Mümin nasıl olmalı efendim?” diye sordular.
Cevâbında;
“Mümin, ekmek ve su gibidir. Yâhut yumuşak bir halıya benzer ki, onun üzerinde yürüyenler, hiç incinmez” buyurdu...
."Allahü teâlâdan âfiyet dileyiniz"
23-08-2019 02:00
Tâbiîn’in büyüklerinden Cübeyr bin Nüfeyr hazretleri, 699 (H. 80) senesinde vefât etti.
Kendisi anlatıyor:
Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh) bir gün Medîne-i Münevvere’de, Peygamber Efendimizin minberinin yanına geldi.
Orada durdu.
Çok da ağladı.
Ve o cemâate;
“Ey insanlar! Allahü teâlâdan âfiyet dileyiniz. Çünkü Allahü teâlâ kullarına, îmândan sonra âfiyet gibi bir nîmet vermemiştir” buyurdu.
● ● ●
Bu zât bir gün el kaldırıp;
"Yâ Rabbî! Bana âfiyette olduğum bir gün ihsân eyle" diye yalvarıyordu.
Biri bunu işitti.
Yanına geldi.
Ve ona sordu ki:
“Siz âfiyette değil misiniz?"
Bu zât cevâbında;
"Âfiyette olduğum gün, Allahü teâlâya karşı hiçbir günah işlemediğim gündür" buyurdu.
● ● ●
Bir gün de bu zâta gelip;
"Efendim, kibirler içerisinde en kötüsü hangisidir?" diye sordular.
Cevâbında;
"İbâdet edenlerin kibridir" buyurdu.
Bir gün de;
"Her an Allahü teâlâyı hâtırlayan ve Onu bir an unutmayanlar, güler bir hâlde Cennete gireceklerdir" buyurdu.
.Ne yaptığımı gördün mü?
24-08-2019 02:00
Resûlullah Efendimiz bir gün Mekke'de, evinin yanında otururken Osmân bin Maz'ûn oradan geçiyordu.
Resûlullah’a baktı.
Ve tebessüm etti.
Efendimiz sordu:
"Biraz oturmaz mısın?"
O, bu teklîfi kabul etti.
Ve gidip yanında oturdu.
Resûlullah Efendimiz konuşurken bir ara mübârek gözlerini göğe dikti.
O esnâda Resûlullah’ın, Osmân bin Maz'un ile ilgisi kalmamıştı.
Bir müddet geçti...
O hâl devam etti.
Sonra mübârek gözünü gök cihetinden aşağı doğru ağır ağır indirdi.
Osmân bin Maz'un, bu hâlin hikmetini Peygamber Efendimizden sordu.
Efendimiz ona;
“Ne yaptığımı gördün mü?" diye sordu.
O da gördüklerini anlattı.
Efendimiz buyurdu ki:
"Sen otururken, bana, Allahü teâlânın elçisi Cebrâil aleyhisselâm geldi.”
O, hayretle sordu:
"Allah’ın elçisi mi?”
Efendimiz;
"Evet" buyurdu.
O tekrar sordu:
"Cebrâil sana ne dedi?”
Resûl aleyhisselâm;
"Cebrâil bana ‘Muhakkak ki, Allah, adâleti, ihsânı ve akrabâya vermeyi emrediyor. Zinâdan, fenâlıktan ve insanlara zulüm yapmaktan menediyor’ âyetini indirdi" buyurdu. (Devamı yarın)
.Senin sevgin gönlüme düştü"
25-08-2019 02:00
(Dünden devam)
Osmân bin Maz'ûn, Efendimize; "Kalbime îmân yerleşti. Senin sevgin gönlüme düştü. Doğru söylediğine inandım" dedi.
Ve Müslüman oldu...
Efendimizi sevdi.
Müslüman olduktan sonra da evine gitti.
Ailesine de İslâm’ı anlattı.
Onlar da İslâm’la şereflendiler.
Bir müddet yaşadı.
Sonra hasta oldu.
Nihâyet hicretten otuz ay sonra ebedî âleme göçtü.
Medîne'de ilk vefât eden Sahâbî o oldu.
Kefenlenirken, Efendimiz onun alnından öptüler ve;
“Sen dünyâdan bir şey elde etmedin, dünyâ da senden bir şey edinmedi" buyurdular.
Gözlerinden yaşlar aktı.
Ve onun yüzüne damladı.
● ● ●
Nakledilir ki:
Techîz, yıkama ve namazının kılınması bitti.
Ve kabrine kondu.
O ara zevcesi geldi.
Kabrine hitâben;
"Yâ Osmân! Cennet sana âfiyet olsun" dedi.
Efendimiz sordu ki:
“Sen onun cennete gittiğini nereden biliyorsun?"
Hanımı da;
“Osmân çok ibâdet yapardı, şöyle yapardı, böyle yapardı” dedi.
Son olarak da;
“Allah ve Resûlünü çok severdi” dedi.
Efendimiz sevindi ve buyurdular ki:
“Yalnız bunu söyleseydin kâfiydi.”
.Resulullah efendimiz onu îmâna davet etti
26-08-2019 02:00
Osmân bin Talha (radıyallahü anh), Mekke'de, Kâbe Kayyımlığıyla vazîfeliydi.
Sülâlesi, câhiliye devrinde, Kâbe-i Muazzama'nın kapı anahtarını taşırdı.
Peygamber Efendimiz, hicretten önce, bizzat, onu îmâna davet etti.
Ama o, kabul etmedi.
Bununla da kalmadı.
Resûlullah Efendimizi Kâbe’ye sokmak istemedi.
Efendimiz ona;
"Yâ Osmân, dilerim ki,
bir gün gelir, sen beni;
(Bu anahtarı nereye isterseniz koyarsınız, kime isterseniz verirsiniz) diyeceğim bir mevkîde de göreceksin" buyurdu.
● ● ●
Resûlullah Efendimizin zevcelerinden Ümmü Seleme (radıyallahü anhâ), Müslüman olmasından dolayı, Mekke'de bir yıl ezâ ve cefâ gördükten sonra, kabilesi ona, Medîne'ye hicret etmesi için izin verdi.
O da, çıktı yurdundan.
Ama yalnız, tek başına.
Osmân bin Talha, onu görünce, hâlini sorup, durumunu öğrendi.
Onu, böyle yalnız başına bırakmayı uygun görmedi.
Onu korudu, kolladı.
Kuba'ya kadar getirdi.
Sonra kendisine;
“Senin kocan bu köydedir. Haydi, Allah'ın izniyle onun yanına git" dedi.
Ve Mekke’ye döndü.
Ümmü Seleme, onun bu yardımından övgüyle bahsederdi.
.Adını Abdülkâdir koydular
27-08-2019 02:00
Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri (rahmetullahi aleyh) hem seyyiddir, hem de şerîf.
Doksanbir yaşında, Bağdat'ta vefât etti.
Doğduğunda, babası, tam altmış yaşındaydı.
Annesi de yaşlanmıştı.
İkisi de evliyâdandı.
Ve Resûlullahın evlâdı idiler.
Abdülkâdir henüz doğmamıştı ki, bir gün önce, babası rüyâ gördü.
Şöyle ki;
Peygamberimiz, ona;
"Allahü teâlâ, sana bir erkek evlât verecek. O, benim evlâdımdır, ileride derecesi çok yüksek olacak" buyurdu.
Uykudan uyandı.
Çok duygulandı.
Gerçekten bir oğulları oldu.
Adını, Abdülkâdir koydular.
O gün ramazanın ilk günüydü...
Akşama kadar hiç süt emmedi.
İkinci gün de öyle geçti...
Ramazanın sonuna kadar, “otuz gün” hiç süt emmedi.
Yâni oruç tuttu.
Öbür ramazan geldi.
Yine böyle oldu.
Annesini emmedi.
Ramazanın ilk günü hava “bulutlu” olduğundan, insanlar hilâli göremeyip, ramazanın başladığında şüphe ettiler.
Bu hanıma sordular.
Annesini emmemişse, ramazan olduğunu anlayacaklardı.
Kadıncağız;
“Hiç emmedi” dedi.
Onlar, bu cevâbı aldılar.
Ramazan olduğunu anladılar.
."Sen bunun için yaratılmadın!"
28-08-2019 02:00
| | |