Özgüvenimizde İstanbul’un Fethinin Büyük Rolü / Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci
İstanbul’un fethi hiç şüphesiz çok önemli bir dönüm noktası. Özellikle İslam alemi açısından bu konuyu değerlendirir misiniz?
İstanbul’un fethinin çok çeşitli zaviyelerden, açılardan değerlendirilmesi mümkün. Dünya tarihi bakımından, Avrupa tarihi bakımından, Türk tarihi bakımından, İslam tarihi bakımından mümkün. Bunların hepsi aslında bir bütün ve birbirleriyle de alakalı. İslam ve dünya tarihi bakımından İstanbul’un fethinin bir dönüm noktası olduğu zaten Avrupalılar tarafından da takdir ediliyor ki; İstanbul’un fethi dünya keşiflerinin de önünü açmıştır, Avrupa’da da Rönesans’ın. Çünkü İstanbul’un düşmesi artık Türk tehlikesinin bertaraf edilemeyeceği fikrini doğurmuş. İnsanlar doğuda değil batıda yer aramışlar, bu da keşifleri doğurmuş. Sonra bu da biliyorsunuz Avrupa’ya altın akmasına ve Avrupa’nın refahına sebebiyet vermiştir. Bu da Avrupa tarihi bakımından mühimdir. Yani artık Türklerin buradan sökülemez bir hale gelmelerini anlamaları mühim bir hadisedir. Bu İstanbul’un fethiyle olmuştur. Halbuki İstanbul bir şehirdir, o zamana kadar ne topraklar fethedilmiş… Selanik ondan 100 yıl önce fethedilmiş, Osmanlı orduları Belgrad önlerine nerdeyse gelmişler… İstanbul belki o kadar mühim görünmeyebilir. Ama sembolik de olsa büyük bir değeri var İstanbul’un fethinin. Dünya tarihi bakımından böyle, Avrupa tarihi bakımından böyle. Türkler için buranın artık onların yurdu olduğu tescillenmiştir. İstanbul olmasaydı biz İran’da Orta Asya bozkırlarına gitmiştik. Yani Sultan Aziz demiş “Sizin aklınızla ecdadım hareket etseydi biz şimdi Konya bozkırlarında koyun güdüyorduk.” Şimdi eğer İstanbul fethedilmemiş olsaydı burası bizim ana yurdumuz olamazdı. İstanbul buranın tapusu, anahtarı, mührü ne derseniz deyin; suyun kaynağı İstanbul’dur.
Özgüven hadisesi oldu değil mi?
Ben de onu söyleyeceğim. Sultan Vahdettin İstanbul’dan ayrılmadı ki en büyük tenkit sebebi oldu bu onun için. Ama dedi ki; “Biz İstanbul’dan ayrılırsak İstanbul’u kaybederiz. İstanbul’u kaybedersek biz yok oluruz. İstanbul’un bizim elimizde olmasının büyük bir ehemmiyeti vardır.” Tahtını kaybetmek pahasına İstanbul’u korudu. Napolyon demiş ki “Dünya bir şehir olsaydı İstanbul başşehir olurdu.” Bugün bile öyledir; New York’tan, Londra’dan, Paris’ten geridir ama stratejik ve jeopolitik mevkii sebebiyle dünyanın en önde gelen şehirlerinden birisidir. Hele ki Rusya gibi dünya politikasında mühim rol oynayan bir devletin dünyaya açılış menfezi olması bunu arttırıyor. Türklerin artık burayı vatan edinmelerinin anahtarı oldu İstanbul. Kendilerine bir itimad-ı nefs geldi; “biz İstanbul’u fethettik artık bu coğrafyadan kolay kolay atılamayız.” dediler. Bu onların fetihlerinin önünü açtı. Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethetmesinin de, Kanuni Sultan Süleyman’ın Macaristan’ı fethetmesinin de anahtarı İstanbul oldu. Ben Arap ülkelerinde çok bulundum o vesileyle Arapların gerek entelektüel kısmını, gerek halkın Osmanlılar hakkında ne düşündüğünü merak ettim mesleğim itibariyle. Orada da şunu gördüm ki İstanbul’un fethi Türklere fevkalade büyük bir prestij hasıl etti. Türklerin İslam’ın bayraktarı olması, bu gün bile dünya tarafından Türklerin Müslümanlıkla özdeş görülmesi, Türklerin Müslüman aleminin lideri gibi görülmesinin yolunu açan İstanbul’un fethidir. Evet, daha önce Abbasiler zamanında, ta Emeviler zamanında Türkler ve Araplar tanışmışlar, onlarla bir ahbaplık hâsıl etmişler; Araplar onlara güvenmiş, onlar Araplara güvenmiş ve çok büyük faydalar hâsıl etmişler. Bağdat’taki halifeyi Şii tazyikinden kurtarmışlar… Baybars hem Haçlıları hem Moğolları yenerek dünya çapında İslam’a ve insanlığa faydası olmuş…
Büyük Komutan Baybars Bilinmiyor
Baybars pek bilinmiyor, değil mi?
Hayır hayır, bilinmez… Baybars’ı kimse bilmez. Şimdi Selahattin Eyyübi’yi biraz biliyorlar değişik vesilelerle. Baybars’ı bilen yok. Türkler de bilmez ama kimseyi suçlamıyorum. Türkler bilmiyor, Araplar bilirler. Evet, Baybars’ın onlara hizmeti çoktur. Çerkez’dir aslen kendisi, Memlük Çerkezi’dir ve Memlük’ün kurucusudur. Türk kültürü içerisinde yetişmiştir. Çünkü onu köle olarak alan Memlüklüler Kıbçak Memlükleriydi. Kıbçak memlükleri de Eyyubiler tarafından yetiştirilmiştir, bir silsile vardır. Bu hizmet bilinmez, kimse tanımaz, Türkiye’de tanınmaz, ismini bile bilmezler. Mısır’da işte, Baybars Mısır hükümdarı olduğu için bilirler. Ama Selahattin Eyyübi’den daha çok meşhurdur, daha çok faydası vardır.
“Costantiniyye mutlaka birgün fetholunacaktır.”
Sanki Baybars denildiği zaman Türki bir anlam algılanıyor…
Şimdi tabi öyle değil. Baybars bir kere Türk değil Çerkezdir. Ama Türk kültürü içinde yetişmiştir. Selahattin Eyyübi gibi Türkçe konuşurdu. Yani Çerkezce konuşmazdı bir kere. Ama tabi öncelikle Müslümandı, sorsanız “Ben Müslümanım.” derdi. Büyük bir İslam mücahididir, büyük bir İslam hükümdarıdır. Türkiye’de böyle beylik lafı eden İslamcılara ya da Türkçülere sorsanız on kişi içinde Baybars’ı bulamazsınız, bir de böyle bir şey var. Baybars hakkında da böyle bir umumi cehalet var. Herkes hakkında var da, Baybars hakkında da vardır. Ama işte Baybars’ın ki kadar büyük bir iş olmamakla beraber neticesi itibariyle İstanbul’un fethi onu geçmiştir. Hz.Peygamber’in tabiriyle “Costantiniyye.” Türkler hiçbir zaman İstanbul’a “Costantinepolis” demekten gocunmamışlardır. Bu bir şereftir, Costantiniyye’nin kurduğu en eski şehir bugün bizim elimizde. İstanbul zaten Costantine Polis’ten bozma bir tabirdir. Türkçe kelime değildir. Başka isimleri de var tabi buranın, her platformda ayrı isimler kullanılmış. Osmanlı paralarında Constantiniyye diye basılmış… Çünkü hadisi şerifte geçer Kostantiniyye, kitaplarda resmi yazışmalarda hep Constantiniyye, Constantin şehri. Buranın fethi müjdelenmiş; Hz. Peygamber “Costantiniyye mutlaka bir gün fetholunacaktır.” buyurmuştur. Yani iki yerde de İstanbul’un mutlaka fethedileceğini Hz.Peygamber buyuruyor. Bu gayba dair bir işarettir. Bunu fetheden kumandanı övüyor. Ne iyi emirdir “nimel emir”, onun askerini de övüyor “nimel ceyiş”, ne iyi ceyişdir. Şimdi bu hadis-i şerif meşhurdur İslam aleminde. İmam Ahmet bin Hanbel gibi büyük bir hadis aliminin kitabında var bu hadis şerif. Bütün Arap dünyası da bunu bilir, bir tane değil ki zaten. Bir de Roma’nın fethini müjdeleyen hadis vardır ve Fatih Sultan Mehmet de çok uğraştı Roma’yı fethedebilmek için, ama ömrü vefa etmedi. Bütün Osmanlı padişahlarının “Kızıl Elmas”ı Roma’ydı. Roma’yı fethederek Hristiyan alemini ortadan kaldırmak istediler, hakimiyet altına almak istediler, o da artık bir gün elbette fethedilecek, Hz.Peygamberin sözü…
Doğrusu şimdi o, ikinci fetih denilen hadise, beklenen hadise “Roma’nın fethi…”
Evet, Roma fethidir, Kayser şehri, Constantine’den ayırıyor onu. “Kayser’in şehri” diye geçiyor o. O fetholunmadan kıyamet kopmaz, yani o da bir alamettir. Ama o İstanbul’un fethi kadar övülmemiştir. İstanbul’unkini istemiş, fethedeni övmüş… Onun için, düşünün ki, Hz.Peygamberin irtihalinden birkaç sene sonra, Halife Muaviye zamanında bir ordu buraya gelmiş, Anadolu’yu fethederek gelmiş; Balıkesir üzerinden bir kol, Çanakkale üzerinden bir kol, İzmit üzerinden kuşatmışlar… Bu kuşatmaların en meşhuru Eyüp Sultan’ın da katıldığı meşhur muhasaradır. “İstanbul’u ilk kuşatan ordu mağfiret olunmuştur” buyuruyor Hz.Peygamber. Tabi bu da ilk seferinde alınmayacağına da işaret. O kuşatmadır. Kolera salgını sebebiyle vazgeçilmiş, sonra Araplar birkaç kere kuşatmış… Yıldırım Bayezid hep almak istediler malum, çok arzu ettiler. Sultan ikinci Murat’ın menkıbesi meşhurdur. Hacı Bayram Veli Edirne’ye teşrif ettiği zaman, “Efendim bu şehir bize lazımdır, himmet buyurun.” -yani dua edin de- fethedelim.” O da ona “Bu şehir fetih olunacak ama bunu ne sen görürsün ne ben görürüm. Şu küçük çocukla -“Fatih Sultan Mehmet’i” işaret ediyor- “Bizim köse Akşemseddin görse gerektir.” diyor. Hakikaten de öyle oldu. Şimdi bu hadis şerif sebebiyle Arap dünyasında İstanbul’un fethi çok büyük bir coşku uyandırdı. İlk defa Türkler bariz bir şekilde İslam dünyasının önderi, lideri, bayraktarı olarak görüldüler. Bütün İslam dünyasında böyle…Bu prestij bu güne kadar böyle devam etti. İstanbul’un fethinden dolayı da Arap dünyasında ve Arap olmayan Müslümanlar arasında Fatih Sultan Mehmet’in muazzam bir şöhreti, muazzam bir prestiji vardır. Fatih Sultan Mehmet Osmanlı padişahlarının en büyüğüdür. 36 padişahın hepsi iyidir. Hepsi kalitelidir; zeka, kabiliyet, yetiştirilme tarzı, dünya görüşü, cesaret, merhamet yani iyi vasıflarla muttasıftırlar. Gerek devlet adamı olarak, gerek insan olarak, dindarlık, geleneklere bağlılık.. Ama her biri birşeyde ön plana çıkmıştır. Devlet teşkilatında Kanuni Sultan Süleyman ön plana çıkmıştır, askerlikte Yavuz Sultan Selim ön plana çıkmıştır, diplomaside Sultan Abdulhamit… Ama hepsinden fazla ön plana çıkan Fatih Sultan Mehmet’tir. Onda hepsi ön plandadır. Birkaç lisanı gayet güzel konuşan, edebiyata meraklı, dini ilimlere meraklı, fende buluşu olan; malum askeri buluşu vardır topların dökümünde…
Fatih Sultan Mehmet’in Buluşu
Mesela Macar asıllı Urbanus’u biliriz de Fatih Sultan Mehmet’i bilmiyoruz…
İnce topları geliştiren odur. Soğutmayı o becermiştir. Çünkü topun soğuması gerekiyor. Topun soğumasını formüle eden bir buluşu var Fatih Sultan Mehmet’in. Urbanus büyük bir top dökümcüsüdür. O da Fatih Sultan Mehmet’in hizmetine girdiğine göre Fatih’in ne kadar büyük bir hükümdar olduğunu anladı. Fakat onun yaptığı top bir denemeydi ve patladı infilak etti, kuşatmadan önce o, topuyla beraber infilak etti. Yeri bile bu gün Takkeci İbrahim Efendi Caminin olduğu yerde bellidir. Fatih Sultan Mehmet’in böyle bir durumu var. Makyevelle adında meşhur bir İtalyan siyaset yazarı Fatih Sultan Mehmet’e hayranlık duymuş ve onu bir Rönesans hükümdarı olarak tasvir etmiş ve bütün Rönesans hükümdarlarına Fatih Sultan Mehmet’i örnek göstermiş. Tatlı, sert bir hükümdar manzarası arz ediyor, çok kaliteli bir insan güzel konuşan, güzel giyinen, estetik yönü gelişmiş, şiir yazan ama gevşek birisi olmayan… Askerliği kuvvetli ama devlet adamlığı da öyle. İnsan ilişkileri normal ama ölçülü, şahsi zaafları yok denecek kadar az bir insan Fatih Sultan Mehmet. O da zaten şimdi işin bir de manevi yönünden bakarsanız, yani bu kadar büyük zatlarla beraber olmuş, kalmış… Ömrünün sonuna kadarda “Artık ben devlet adamıyım bu işten vazgeçeyim.” dememiş, vefatına kadar alimlerle ilmi mübahaseler yapmış, tefsir mübaheseleri yapmış; merak sarmış, kitap yazmış, okumuş, anlamaya çalışmış, tasavvufa meyletmiş. Yani çok yönlü sıfatını devam ettirmiş. Yani boşuna değil hadisi şerifin övdüğü kumandanın o olması…Bir kere bunu bilmek lazım, kim ne derse desin, Fatih Sultan Mehmet’i anlatmak kolay değildir.
O zaman en mükemmel padişah diyebilir miyiz?
Öyle olduğu anlaşılıyor. Ama faydası farklı olabilir, mesela belki bir Sultan Abdulhamit’in faydası Sultan Fatih’ten çok olmuş olabilir. Çünkü mesela Fatih Sultan Mehmet zamanında bolluk, haşmet vardı. Herkes Fatih’e yardımcıydı; ulemasıyla, ailesiyle, askerleriyle… Sultan Hamit yapayalnız bir insandı. Onun için faydası belki onun daha çok olmuştur bilemeyiz, ama şahsi kalite itibariyle Fatih Sultan Mehmet bir denge, Osmanlı tarihinde değil, Türk tarihinde değil, dünya tarihinde zor bulunur. Yani ilk halifeler müstesna, belki İslam tarihinde bile onun benzeri bir hükümdara biz rastlamıyoruz. Bunu sadece ben söylemiyorum, bunu Arap dünyasında yaşayan insanlar da söylüyor. Avrupalılar da söylüyor. Franz Babinger, Fatih’i ne kadar sıradan bir Avrupa hükümdarı gibi tasvir etmeye çalışırsa çalışsın, çok yüceltmiş, çok tebcil etmiştir Alman tarihçisi Babinger. Fatih Sultan Mehmet müstesna bir şahsiyettir. Fethinde en büyük neticesi Türklerin İslam dünyasında fevkalade büyük bir prestij elde etmesidir. Ben bir gün Medine’de doktora yaparken Medine mescidinde yaşlı bir adamla tanıştım, ahbap oldum. Yemen asıllı, Hz.Peygamberin soyundan olduğunu söylerdi, çok yaşlıydı. O zaman 100 yaşında olduğunu söylerdi. “İstanbul’u kim fethetti?” dedi, cevabını da kendisi verdi; “Fatih Sultan Muhammet Han öyle değil mi?” “Evet öyle.” “Peki, Bosna’yı kim fethetti? Fatih Sultan Muhammet Han…” “Evet öyle. Boşnakları kim Müslüman yaptı? Osmanlılar…” “Şimdi siz niye Boşnaklara yardım etmiyorsunuz?” dedi. O zaman da Bosna meseleleri vardı. Ben de dedim ki “Biz fakiriz, güçsüzüz, başımızdaki idarenin de böyle dertleri yok. Nasıl yardım edelim, siz yardım edin.” O zaman “Bu Faht ile hiç olmaz” dedi. O zaman Faht Kraldı, o hiç anlamaz demeye getirdi. “Bu sizin vecibenizdir.” dedi. Yani Fatih Sultan Mehmet’in Bosna’yı fethettiğini, Bosnalıların da bu sayede Müslüman olduğunu bir Arap biliyordu. Türkler bilmezler, şu an da bilmezler. Sorsanız Bosna’nın nerede olduğunu bilmezler, bırakın kimin fethettiğini. Yani orada bile bakıyorsunuz Fatih Sultan Mehmet vicdanlarda bir yer tutuyor. Bunun için İstanbul’un fethi İstanbul için çok büyük bir hadisedir.
Osmanlı 50 yıl içinde bir imparatorluk oldu
Fatih ve fetih ruhundan bahsedecek olursak, bunun psikolojik tesirleri inanılmaz derecede nesillere aktarılmış oldu. Hani yapılan bir hayır sonra sanki sizin üzerinize yapışıyor vecibe olarak. Yani biz istesek de istemesek de o bizim kültürümüze, kültür genimize yapışmış oldu…
Şimdi Fatih Sultan Mehmet genç bir padişahtır. 12 yaşında tahta çıktı, indi, tekrar tahta çıktı, indi. En son 19 yaşındayken tahta çıktı, 21 yaşındayken de fetih müyesser oldu. Bir de bugüne bakın; 21 yaşındaki çocuk ekmek almaktan aciz, sorumluluk duygusu yok, şimdi işin bu yönü de var. Ama Osmanlı ricali içinde de kelli ferli adamlara alışmış bir gelenek vardı ve hep oturaklı, temkinli, atılgan olmama vardı. Bu biraz da belki Yıldırım Beyazid’in, Emir Timur’la olan muharebesinde mağlup olmasının getirdiği bir kompleks olabilir. Fatih sultan Mehmet bir kabul görmedi ilk tahta çıktığında. İstanbul’u fethetmesi bir kere onun hakkında söylenen ve düşünülenlerin hepsinin yanlış olduğunu ortaya çıkarttı. Bu bir… İkincisi 1402’de Osmanlı devleti ağır bir mağlubiyete uğradı. Ankara Savaşı’nı düşünün. Ankara yani Erzurum değil, Kars değil Ankara, Osmanlı vatanının göbeğiydi. Burada Osmanlı orduları yenildiler. Timur’un ordusuna yenildiler. Muazzam bir orduydu Timur’un ordusu. Yıldırım Beyazid ise mağrur bir padişahtı. Bütün Avrupalı hükümdarlar birleştiler, bila istisna hepsini Niğbolu’da yendi. Sonra hepsini serbest bıraktı. “Niye bırakıyorum biliyor musunuz? Siz gidin, yeniden ordu toplayın, gelin ben sizi yine yeneyim, bu zevki tadayım, onun için bırakıyorum ben sizi.” dedi. Bırakmasa ve orada esir alsa, öldürse. Ordu toplayamazlar, geride ordu falan kalmazdı. Böyle mağrur bir adamdı ve Ankara Savaşı’nda Osmanlı ordusu darmadağın oldu. Padişah bunu hazmedemedi, kahrından öldü. Oğulları birbirine girdiler, 11-12 sene sonra Mehmet Çelebi tahtı kaptı padişah oldu. Düşünün ki Yıldırım Beyazid’in korkusu Avrupalıların o kadar içlerine sinmiş ki “gık” bile diyemediler. Halbuki yürüseler boğarlardı Osmanlıyı. Düşünün, ölmüş Yıldırım Beyazid’in korkusu Avrupalıları bir kenarda tuttu. Yani bir tecavüze girişemediler. Çok daha mühim bir tarafı, Osmanlı 50 yıl içinde bir imparatorluk oldu. Darmadağın olmuş 1402’de… İşgal edilmiş, tüm eski topraklarını kaybetmiş; şehzadeler mücadele içinde ve bu mücadelede kan gövdeyi götürüyor. 50 yıl sonra İstanbul fethediliyor. İstanbul’un fethi Osmanlı devletini bir imparatorluk yapmıştır. İmparatorluk demek çeşitli devletleri, taçları elinde tutan demektir. Devletse krallıktır, hükümdarlıktır ama birkaç devlet ona bağlıysa oraya “imparatorluk” denir. Kırım Hanlığı, Bosna Hanlığı, Uygar Krallığı, Sırbistan Kralı, Arnavut Kralı yani hepsi Fatih’e bağlandı. Tabi öyle olunca da imparator oldu Fatih ve herkes Fatih Sultan Mehmet’i Doğu Roma İmparatoru olarak kabul etti. Patriklik makamı boştu. Fatih Sultan Mehmet patriği çıkarttı, patriklik tahtına oturttu. Böylece bütün Ortodoksların hamisi oldu. Bütün Ortodoks dinini Fatih kurtardı. Onun için Ortodokslar Fatih’e çok şükrandır. Ortodokslar Fatih’i çok sever. O bunu Hristiyanlığa olan sempatisinden yapmadı. Böylece Hristiyanlıktaki bölüklüğü devam ettirdi, o bakımdan Müslümanlığa faydası oldu. Ama onlar onu kendilerine yapılmış bir iyilik olarak gördüler. İtalya Fatih Sultan Mehmet’i İtalya’yı da işgal edecek, Osmanlı hakimiyetinde de olsa İtalya birliğini sağlayacak bir hükümdar olarak gördüler. Floransa dukası Floranzo Medici Fatih Sultan Mehmet’in resmi olan madalyonlar bastırdı. Üç taç var üstünde… Osmanlı devleti, Batı Roma, Doğu Roma. Yani bütün o zamanki tarihçiler Fatih Sultan Mehmet’i Doğu Roma imparatoru olarak görmüştür. Dünyadaki imajı böyle. İşte bu biraz önce işaret ettiğim itimad-ı nefs, ayağını yere sağlam basmayı meydana getirdi, ondan sonra Osmanlı’nın fetih ve gaza ruhunu ateşledi. Bunun önünde hiç kimse duramadı. Yani öyle veya böyle gerileme zamanındaki zaferlere bile bakıyorsunuz, İstanbul’da ateşlenen o kıvılcımın bir eseri oldu, bu zamana kadar da geldi. İstanbul güzel bir şehirdir. Dünyanın kalbi… İstanbul’u fethetmiş olmak bile şu an da Türklere ve Müslümanlara büyük bir gurur veriyor. Mühim bir şey bu. İnsan eğer ecdadını tanımazsa ecdadının muvaffakiyetini bilmezse, kendisi devamlı ürkek gezer ve muvaffak olamaz hayatta. Onun için dünyada muvaffak olanlara bakıyorsunuz hep ailece muvaffak olmuştur. İşte buluş yapanlar ailece buluşçudur, bir ulema aynı aileden gelir hep. Yani ataların dedelerin muvaffakiyetleri ondan sonraki nesillere gurur kaynağı olur ve teşvik eder. Benim dedem böyleydi, ben de yaparım hissini insana veriyor bu. Osmanlı Devleti ne kadar olursa olsun bir beylik idi. Krallık deyin siz buna, prenslik deyin fark etmez. Bir beylik idi, ananeleri basit idi. Henüz Anadolu Orta Asya gelenekleri, Selçuklu gelenekleriyle yoğrulmuş basit bir devlet idi. Bir dünya devleti değildi. Ama Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettikten sonra -Doğu Roma köklü bir medeniyetti- oradaki siyasi bir takım prensipler, anlayışlar Osmanlı Devletini besledi, Osmanlı Devletinin bir imparatorluk olmasında mühim bir rol oynadı. Bu bakımdan da Osmanlı Devletinin kimliğini, hüviyetini değiştirdi İstanbul’un fethi. Ondan öncekiyle ondan sonraki arasında çok fark vardır. Böyle de bir faydası oldu.
Fatih’in Annesi Mazbut bir kadındı
Fatih Sultan Mehmet’in annesine yönelik spekülasyonlar da yapılıyor hep. Bu konuda neler söylersiniz?
Annesine yapılan spekülasyonlar var ama annesinin mazbut bir kadın olduğu belli. Efendim, tarihçiler de bir enteresandır. Fatih Sultan Mehmet ki güneş balçıkla sıvanmaz, bakıyorlar büyük bir adam, tarihte de benzeri fazla yok. Bu diyorlar ki Türklerden çıkmaz, Müslümanlardan hiç çıkmaz!.. Peki nerden oldu bu? “Annesi bizdendi!..” diyorlar. Çare böyle bulunuyor, formül bu. Fatih’in bu kadar kaliteli olmasının sebebi annesinin başka bir ırktan olmasıdır diyorlar. Osmanlı padişahlarının çoğunun annesi başka ırktandır. Ama şimdi şunu bir kere bilmek lazım. İslamiyet’te ırkın önünde din vardır. Saraya alınan kızlar hangi ırktan olursa olsun Türk-İslam terbiyesiyle yetiştirilirler. Sizden bizden daha Türk, sizden bizden daha Müslümandırlar. Ayrıca onlar edepli, terbiyeli bir padişah hanımı ve padişah annesi olacak şekilde yetiştirilirler. Fatih’in annesi hangi dinden olursa olsun, hangi ırktan olursa olsun, Çingene de olsa Fransız da olsa o sarayda yetiştiği için Türk-İslam kültürünün bir mahsulüdür, o kadın yetiştirmiştir Fatih’i. Bunu bir kere hiç unutmamak lazım. Peki Fatih’in annesinin ırkı nedir? Bununla alakalı yazılar yazıldı. Avrupalıların, 19. asırda bir Fransız tarihçinin ortaya attığı bir iddiadır bu. “Saraya Fransız bir kız alınmış, o Fransız kızın çocuğudur, bu kimine göre bir Rus prensesidir, kimine göre şudur budur…” Çok çeşitli spekülasyonlar var. Ama Osmanlı tarihlerinde müsellem olan iki temayül var; evet, bir Fransız kız var sarayda, ancak ne yaşta ne imkânda… Bunun aynısını Sultan İkinci Mahmut için de yaptılar. Sultan İkinci Mahmut’un annesi nakşidir. Valide Sultan’ın aslı hakkında, Fransa’ya Sultan Aziz gittiği zaman dediler ki “bunun aslı Fransız’dır!..” Fransız imparatoru o zaman -Fransa İmparatoru 3. Napolyon var- onun annesi İmparatoriçe Jozefin’in, Sultan Mahmut’un annesi ile kardeş çocukları, dolayısıyla Sultan Aziz, İmparator Napolyon kardeş torunları oluyor. Bu da bir müttefiklik demek oluyor ki, bu da ortaya atıldı. Evet, Sultan Birinci Abdülhamit’in bir Fransız karısı vardı. “Aimee” adında bir kadın, esir edilmiş Cezayir’lerde, saraya alınmış Müslüman olmuş, Sultan Birinci Abdülhamit’le evlenmiş, ama Sultan Mahmut ondan doğmamış, yaş tutmuyor bir kere. Sultan Mahmut’tan sekiz yaş, büyük annesi olacak yaşta değil. Sultan Mahmut’un annesi nakşidir, bir Çerkez kızıydı. Fatih’in annesi için de çok çeşitli spekülasyonlar var. Bunların hiç birisinin ilmi ciddi bir tarafı yok, acaba denecek bir tarafı yok. İki kuvvetli rivayet var; bir isfendiyar Beyinin kızı oluşudur ki, ismi Halime Hüma. İkinci rivayet bir Çerkez asıllı cariye oluşudur. Şimdi Bursa’da kabri var. Annesinin bir vakfı var. Eskiden beri Fatih’in annesinin İsfendiyar Beyinin kızı olduğu biliniyordu, bütün tarihlerde de böyle yazar. Bir vakfiyede Hüma Binti Abdullah bulununca dediler ki “Osmanlılarda babası Abdullah olanlar umumiyetle ya köledir -çünkü kölenin anne babası bilinmez veya yazılmaz, Abdullah Allahın kulu demektir, annesi de Havva yazılır- ya da gayrimüslimdir anne baba, gayrimüslimin adı yazılmaz, mesela Ayşe Binti Kirkor yazılmaz. Ayşe Binti Abdullah yazılır, Abdullah’ın kızı Ayşe. Gayrimüslim adıyla Müslüman adı aynı anda anılmaz ki, ikincisi de budur. Üçüncüsü de ancak Müslüman Türklerde görülebilecek bir nezaket ve zarafettir; bir vakıf, bir ibadet yapıldığı zaman bir bey kızı, hanedandan ileri gelen bir zenginin kızı, baba adını söylemez; “Abdullah’ın kızı Ayşe” der. Yani bir Allah kuluyum sözü, bir tevazuluk alametidir. Çünkü aksi kabalık olur. Hele hele bir Osmanlı padişahının karısısınız… Yutuyorsunuz bey olan babanızın adını yazıyorsunuz o olmaz ayıptır. Hadise bu. Ondan dolayı Fatih’in annesinin hakkında çeşitli rivayetler var ama İsfendiyar Beyinin kızı olduğu kuvvetli rivayettir. Sırp Kralı’nın kızı Mara’nın da Fatih’in annesi olduğuna dair rivayetler var. Fransız olmazsa, bari Sırp olsun dediler!.. Sırplar vahşi insanlardır. Fatih nere Sırp nere… Sırpların hepsi toplansa Fatih etmez, bugün de öyledir. Balkanların en kaba insanlarıdır Sırplar. Yani ırkı kötülediğimiz yok ama tarih böyle, gerçek budur. Sultan İkinci Murat yani Fatih Sultan Mehmet’in babası Sırp Kralı’nın kızıyla evlendi, Yıldırım Bayezid de evlendi, bir siyasi evliliktir bunlar, böylece müttefik oluyorsunuz. Kadın Edirne sarayındaydı. Fatih Sultan Mehmet saraya çıktığında dedi ki “Siz benim validemsiniz.” Müslüman da olmamıştı kadın, “Siz benim validemsiniz, ister burada oturursunuz, ben size bakarım, hizmetinizi görürüm, ister memleketinize dönersiniz nasıl isterseniz…” Kadın bir müddet Edirne’de oturduktan sonra memleketine geri döndü. Orada bir müddet yaşadıktan sonra vefat etti. Kadının çocuğu olmadı Sultan İkinci Murat’tan. Bir mektubu var Fatih Sultan Mehmet’e, para isteyen bir mektup… Fatih Sultan Mehmet de “Kıymetli valideciğim.” diye ona bir cevap yazıyor ve para gönderiyor. Üvey annesine ne diyecek, “Mara mı?” diyecek, elbette ki “valideciğim” diyecek. İnsanlar evlilik kültürünü unuttular. Yani benim annemin analığı vardı, ona “anne” derdi annem, biz anneanne derdik. Ne diyecek, ona ismiyle mi hitap edecek? Babanın ikinci hanımına da, üçüncü hanımına da “anne” derler. Fatih’in Mara’dan doğmadığını herkes biliyor. Fatih ona “valideciğim” dedi diye o onun annesi olmaz. Ama benim burada en çok komiğime giden bu işin sebebi; annesi Mara olsa ne olacak!.. Mara olabilir ama Fatih’i yetiştiren kültür farklı, Molla Gürani yetiştirmiş, Akşemseddin yetiştirmiş. Ama yani Fatih’i Türklüğe ve Müslümanlığa yakıştıramayıp da ille de “anası bunun yabancıdır” diye bakmak haysiyetsizlik oluyor. Bundan dolayı da işte bazı tarihçilerin bazen ne kadar ideolojik davrandığını, ne kadar politik davrandığını anlamak lazım. Onun için her okuduğumuz şeye inanmamalıyız. Ben onu anladım, çapraz okuma yapmak lazım. Şimdi bir yerde bir şey okursunuz o yalancı olabilir, yanlış biliyor olabilir, yanlış anlamış olabilir. Onun için çok çeşitli rivayetleri bir araya getirip ondan sonra bir neticeye varmak lazım.