|
|
|
|
|
ABDULHAMİD HAN |
ABDÜLHAMİD HAN
Osmanlı padişahlarının 34'üncüsü olan Sultan II. Abdülhamid Han aklı, zekası ve ilmi fevkalade üstün olan bir zattı. Batılıların ve iç düşmanların asırlar boyunca devleti yok etmek için hazırladığı yıkıcı, sinsi planlarını sezip, önlerine aşılmaz bir set olarak dikildi. Hazırlayanları ve maşa olarak kullandıkları yerli işbirlikçilerini, sahte kahramanları işbaşından uzaklaştırdı.
İşte bu büyük zatın 10 şubat, 96. yıldönümü idi. Yıldönümü vesilesi ile Yıldız Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi işbirliği ile iki açık oturumdan oluşan etkinlik düzenlendi. İlk panel Abdülhamid'in sağlık politikasıyla ilgiliydi. Oturum başkanlığını yaptığım bu panelde konuşmacılar özet olarak şunları anlattılar:
Prof. Dr. Hüsrev Hatemi; Abdülhamid'in çok iyi niyetli, sağlam karakterli ve vefalı bir insan olduğunu söyledi. Kendisinden çok devleti düşünürdü. 33 sene zalimlik yapmadan devleti ustalıkla idare etmişti. Ona atılan iftiralardan biri de pinti olduğuna dairdi. Bu çok çirkin bir suçlama olduğunu ifade etti. Aristokrat havada, halktan uzak yaşamamıştı. Atatürk'ün Abdülhamid'i küçümseyici veya kötüleyici bir sözünün olmadığını da ekledi.
Prof. Dr. Nil Sarı ise Abdülhamid'in sağlık alanındaki eserlerinden söz etti ve bazılarının fotoğraflarını gösterdi. Abdülhamid 90 adet gureba hastanesi, 19 adet belediye hastanesi, 89 adet askeri hastane ayrıca eğitim hastaneleri, kadın hastaneleri, akıl hastaneleri açmıştı. Bu hastaneler ülkemizden Lübnan'a, Yemen'den İsrail'e, Makedonya'dan Suriye'ye, Yunanistan'dan Libya'ya, Suudi Arabistan'dan Irak'a pek çok yerleşim bölgesine yayılmıştı. Ayrıca eczaneler, hapishane, sağlık merkezleri, fakirler, acizler ve hacılar için misafirhane de pek çoktur. Müthiş bir sağlık hizmetidir bu. Maalesef tahttan düştükten sonra bu eserlerin isimleri değiştirilmiş, bazıları yıkılmış ve bir kısmı da başka alanlarda kullanılmaya başlanmıştır. Kısacası bu büyük insan unutturulmak istenmiştir. Kasımpaşa, Haydarpaşa, Gülhane ve Mektebi Tıbbiye-i Şahane adlı eğitim ve üniversite hastanelerini açan da Abdülhamid olmuştur.
Doç. Dr. Adem Ölmez ise Abdülhamid Han'ın özellikle eğitim, sağlık, ulaşım ve asayişe önem verdiğini anlattı. Zamanında yeni bulunan aşıları ülkeye getirmiş, aşı ve kuduz hastalığı üzerine merkezler kurmuş, Bimarhaneleri yani akıl hastanelerini ıslah etmiştir. Akıl hastalarına zincir kullanımını yasaklayarak bugün bile saldırgan hastalarda kullanılan gömleği yerine koymuştur.
Dr. Şerif Esendemir konuşmasına Necip Fazıl'ın, "Abdülhamid'i anlamak her şeyi anlamak olacaktır." sözleriyle başladı. Abdülhamid'in tren yolları, bakteriyolojihane, cami ve mektepler yaptırdığını, çağına uygun yaşlılık politikası izlediğini, habitat yani biyosferi merkezi alan ekolojik politikaya önem verdiğini anlattı.
Bunları dinlerken aklıma hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan çağrışım yaptı. O da ülkeye duble yollar, hızlı trenler, Marmaray, üçüncü boğaz köprüsü, çok sayıda havaalanı gibi sayılamayacak eserler hediye etti. Sağlık alanında yeni hastaneleri hizmete açtı. Sağlık hizmetlerini halka yaydı. Eğitim alanını pek çok üniversite, sayısız derslik ve binlerce yeni öğretmenle destekledi güçlendirdi. Kısacası Abdülhamid'in çağdaş bir takipçisiyle karşı karşıyayız.
Abdülhamid Han'ı nasıl ki bir takım vicdansız, merhametsiz ve acımasız kişiler, iç ve dış düşmanların oyununa gelerek, maşası olarak bir saray darbesi ile düşürdülerse aynı komplo şu an başbakanımıza karşı düzenlenmektedirler. Bu ülkeye hizmet etmek bazılarının gözüne batmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Rabbim Başbakanımızı korusunu2026 |
|
|
|
|
|
Fetret Devri
Osmanli tarihinde, kardeslerin saltanat mücadelisi verdikleri ve 1413 yilina kadar devam eden karisikliklar dönemi diyebilecegimiz “Fetret Devri”, Timur’un uyguladigi bir siyasetin sonucu olarak ortaya çikmistir.
Yildirim Bâyezid, Ankara Savasi’nda Timur’a esir düstügü zaman en büyükleri Süleyman olmak üzere Isa, Mehmed, Musa, Mustafa ve Kasim adlarinda alti erkek çocuga sahipti. Bunlardan besi babalari ile birlikte Ankara Savasi’na katilmislardi. Kasim ise çok küçük oldugundan Bursa’da kalmisti.
Süleyman Çelebi, muharebenin kayb edildigini görünce babasinin emri üzerine Vezir-i Azam Çandarlizâde Ali Pasa, Murad Pasa, Yeniçeri agasi Hasan Aga ve Subasi Eyne Bey ile birlikte yanindaki kuvvetlerle Bursa’ya gelmis, buradan da küçük sehzade Kasim’i alarak büyük zorluklarla Rumeli’ye geçebilmisti. Isa Çelebi, muharebe meydanini terk ettikten sonra Balikesir taraflarinda saklanmis, Mehmet Çelebi Amasya’ya çekilmis, Musa ve Mustafa ise babalari ile birlikte esir düsmüslerdi.
Asil gayesi, güçlü bir Osmanli Devleti yerine, kendisine bagli ve onun yüksek hâkimiyetini taniyan parçalanmis birkaç Osmanli Beyligi meydana getirmek olan Timur, baslangiçta bu gayesine ulasmis görünmekteydi. Ayrica o, Yildirim Bâyezid tarafindan kurulmaya çalisilan Anadolu birligini de parçalamak istiyordu. Bu sebeple Anadolu beylerine ait yerleri Osmanlilardan atip tekrar eski sahiplerine verdi. Geriye kalan Osmanli ülkesini de Bâyezid’in dört oglu arasinda paylastirmisti Edirne’de bulunan Emir Süleyman’a Rumeli’deki yerleri verip kendisine tabi oldugunu ifade eden hükümdarlik alâmeti olarak kemer, külah ve hil’at göndermistir. Diger sehzadelerden Isa Çelebi Balikesir ve Bursa’da, Mehmed Çelebi Amasya’da, Musa Çelebi ise Isa’yi Bursa’dan çekilmeye mecbur ederek Bursa’da Timur’un al damgasiyla hükümdar olmuslardi.
Ankara Savasi’ndan sonra Anadolu’da sekiz ay kadar kalan Timur, uyguladigi siyasetin meyvelerini verdigini gördükten sonra Doguya dönüp Çin seferine çikarken arkasinda biraktigi Anadolu’nun politik yapisi Sultan I. Murad’in hükümdarligi sonundaki durumu andiriyordu. Timur, Bâyezid’in ele geçirdigi topraklari geri almisti. Böylece Sultan Murad’in Ankara’dan Akdeniz’e açtigi Osmanli koridoru kapanmis oluyordu.
Karamanoglu Mehmed Bey, Anadolu’nun üçte birini kaplayan ve içlerinde Hamidogullari ve Germiyanogullari’nin topraklarinin dogu bölgeleri ile Kayseri, Isparta, Antalya ve Alaiyye gibi kentler bulunan büyük bir devletin basina getirilmisti. Timur, Anadolu’da Osmanlilara karsi koyabilecek bir güç meydana getirmek için böyle yapmisti. Mehmet Bey, Osmanlilar da dahil olmak üzere bütün beyliklerin emiri olarak ilân edilmisti.
Timur’un, Anadolu’da uyguladigi bu parçalama politikasi sonucunda Osmanli ülkesi sehzadeler arasinda taksim edilmis, on bir sene süren ve tarihlerde Osmanli Devleti’nin parçalanmasindan dolayi “Saltanatta Ara” denilen ve kanli hadiselerle dolu bir devrin açilmasina, fetihlerin durmasina, Istanbul Imparatoru’nun türlü entrikalarla bu durumu körüklemesine sebep olmustu. Hatta bazi Avrupalilar, yeni bir Haçli Seferi düzenledikleri takdirde Osmanlilar’i Avrupa’dan atabileceklerini düsünür olmuslardi.
Ankara Savasi ve bunun sonucunda bir daha kalkinamamasi plâni ile Osmanli Devleti’nin parçalanmasi bu devlet için mühim ve büyük bir darbe olmakla birlikte çeyrek asirda kendisini sür’atle toplamaya muvaffak olmasi bu devletin teskilât ve müesseselerinin saglamligini göstermektedir. Buna karsilik Hindistan, Iran, Azerbaycan, Irak, Suriye ve Ege Denizine kadar genis topraklar üzerinde fetihlerde bulunmus olan Timur’un, ölümünden kisa bir müddet sonra devletinin ortadan kalkmasi, onun sadece tedhise dayali bir devlet kurdugunu göstermektedir.
Fetret Devri Olayları Sonrası…
580 yil evvel 4 Mayis 1421 Pazar günü Çelebi Sultan Mehmed Edirne’de vefat etmisti. Yildirim Bâyezid Hân’in oglu olan ve 1385 yilinda Bursa’da Devlet Hatun’dan dogan bu Osmanoglu’nun annesi Devlet Hatun, Germiyanoglu Süleyman Sah’in kizidir.
***
* Fetret Devri-Fasila-i Saltanat: Tarihimize ”Murad-i Evvel/Murad Hudâvendigâr/Melikü’l-mesâyîkh Gaazi Murad” ünvanlariyla geçen Birinci Murad’in Kosova Savasi’nda (1389) sehadetini müteâkib tahta çikip savaslarda gösterdgi secaat ve sür4at dolayisiyla ”Yildirim” ünvanini alan Birinci Bâyezid (1389–1402) kazandigi nice zaferden sonra 1402 yilindaki Ankara muharebesinde türlü ihanetle Timur’a maglûb olup esir edilmis ve Yildirim Bâyezid Hân’in bu maglubiyetiyle Osmanli tarihinde ”Fetret Devri” (1402–1413) baslamistir.
***
* Çelebiler/Sehzâdeler Kavgasi: Pâdisahlarin erkek çocuklari önceleri ”Çelebi” diye anilirlarken sonra bunlara ”Sehzâde/Sâhzâde” denilmistir. Yildirim Bâyezid’in ogullari arasindaki saltanat mücadelesi bu bakimdan ”Çelebiler Kavgasi”dir.
Yildirim’in alti oglundan Kasim Çelebi küçük yasta oldugundan Ankara Savasi’na götürülmeyip Bursa’da birakilmis, digerleri: Süleyman, Mustafa, Mûsâ, Isâ ve Mehmed babalari yaninda bulunup harbe katilmislarsa da, Yildirim’in maglubiyetini müteâkib bassiz kalan devlette ilk saltanat mücadelesi Süleyman, Isa ve Mehmed Çelebiler arasinda baslamis, daha sonra bu mücadeleye Mûsâ Çelebi de katilmis, Mustafa Çelebi ise, Çelebi Sultan Mehmed’in devlete hâkim olmasindan sonra meydana çikarak ”Düzmece Mustafa” olayi ile Sultan Ikinci Murad devrinde de gaaile olmustur!.. Bu Mustafa Çelebi’nin Ankara Savasi’nda kayboldugu rivayet edilirse de, kuvvetli bir ihtimalle Yildirim’in bu oglu Timur tarafindan esir edilmis, bilâhare firar etmek veya serbest birakilmak suretiyle esâretten kurtulup din ve devlet düsmanlariyla isbirligi yapip isyân etmis ve nice maceradan sonra Ikinci Murad devrinde Edirne civarinda yakalanip idâm edilmek suretiyle cezasini bulmustur (1422)…
***
* Mûsa ve Mehmed Çelebiler: Yildirim Bâyezid’in ogullarindan Kasim Çelebi, Çelebiler Kavgasi disinda kalmis, Mustafa Çelebi sonralari ortaya çikip devlete isyân etmis, diger ogullarindan Süleyman Çelebi Edirne’de, Mehmed Çelebi Amasya’da, Isâ Çelebi bursa ve Balikesir havalisinde, Mûsâ Çelebi ise Trakya’da hüküm sürmüslerdir. Bu dönemde evvelâ Mehmed Çelebi, Isâ Çelebi’yi, sonra Mûsâ Çelebi, Süleyman Çelebi’yi tasfiye etmis ve böylece devlet 1411 yili baslarinda Mûsâ ve Mehmed Çelebiler elinde kalmistir.
***
* Çamurlu-ova Zaferi: Mûsâ ve Mehmed Çelebiler arasindaki mücadele 5 Temmuz 1413 Çarsamba günkü ”Çamurlu-ova” Savasi’na kadar devam etmis ve bu savasi kazanan Çelebi Sultan Mehmed Besinci Osmanli pâdisahi olmustur. Çamurlu-ova, Bulgaristan’da Samakov sehri civarindadir. Burada kardesine yenilen Mûsâ Çelebi Eflâk taraflarina kaçarken yakalanmis ve idâm edilip cenazesi Bursa’ya götürülmüstür. Mûsâ Çelebi’nin Trakya’daki saltanati iki buçuk yil kadar devam etmis ve onun tasfiyesiyle on sene, on bir ay, sekiz gün süren ”Fetret Devri” sona ermistir.
***
* Yanlis bir tesbit: Batili bazi tarihçiler Osmanli pâdisahlarini sayarken Edirne ve havalisine hâkim olan Süleyman Çelebi ile onu tasfiye edip yerine geçen Mûsâ Çelebi’yi ”Sultan Birinci Süleyman” ve ”Sultan Mûsâ” ünvanlariyla zikretmekte iseler de, bu tesbit dogru degildir. Çünkü Fetret Devri’nde birbirleriyle mücadele eden bu Çelebilerden hiçbiri, Çelebi Sultan Mehmed’in Çamurlu-ova zaferine kadar Anadolu ve Rumeli topraklarinin tamamina sahip olamamislardir. Ancak, Çelebi Sultan Mehmed’dir ki, kazandigi Çamurlu-ova zaferiyle Mûsâ Çelebi’yi tasfiye edip Anadolu’dan sonra Rumeli’ye de hâkim olmus ve Osmanli tahtinin tek vârisi olarak tahta oturmus, böylece Osmanogullari Çelebi Sultan Mehmed neslinden yürümüstür.
***
* Gayretli bir pâdisah: Çelebi Sultan Mehmed yirmi dört yaslarinda devlete hâkim olmus ve kisa saltanatinda fevkalâde bir gayretle ”Fetret Devri” anarsisine son verip birligi temin ederek devleti yeniden kurmayi basarmistir. Ankara Savasi ile kaybettigimiz topraklarin mühim bir kismini geri almis, genis fütûhatinda yirmi dört savasta bulunup kirka yakin yara almistir. Böyle savaslar yanisira memleket dahilindeki olaylarla da ugrasan Çelebi Sultan Mehmed, yukarida kaydettigimiz ”Düzmece Mustafa” olayini bastirmis, günümüzde hâlâ bazi çevrelerce sik sik öne sürülüp münakasa mevzuu olan ”Seyh Bedreddin isyani” Seyhin 1420’de idâmiyla sona erdirilmis, bu arada mühim i’mar hareketlerinde de pâdisahin gayreti görülmüstür.
***
* I’mar faaliyet: Bursa’da bir semte adini veren ”Yesil Cami” Çelebi Sultan Mehmed tarafindan 1415–1419 yillari arasinda yaptirilmistir. Mimari Vezir Haci Ivaz Pasa’dir. Cami kesme tastan insa olunmustur. Üstü, dünya mimarisinde görülmemis bir sekilde islemeli bir mermerle birbirine tutturulan iki kubbe ile kaplidir!.. Yesil Cami bu sekildeki kubbelerinden baska, çinileriyle de meshurdur. Mihrabi tamamen çini oldugu gibi, duvarlari da iki metre yükseklige kadar yesil içini ile kaplanmistir. Bursa’nin pek çok camiinde oldugu gibi Yesil Cami’de de mermer havuzlu bir sadirvan vardir. Tek serefeli iki minaresi tugladan yapilmistir. Çelebi Sultan Mehmed, caminin karsisindaki ”Yesil Türbe”de medfundur. Içi ve disi yesil çini ile kapli bu türbe, oymaciligin saheseri sayilan kapisiyla da meshurdur!..
Edirne’deki ”Eski Cami” yapimina Süleyman Çelebi baslamis, daha sonra Mûsâ Çelebi insaata devam etmis, camiin tamamlanmasi ise 1414 yilinda Çelebi Sultan Mehmed’e nasip olmustur.
***
* Uzunçarsili diyor ki: Ismail Hakki Uzunçarsili ”Osmanli Tarihi”nde Çelebi Sultan Mehmed’in sahsiyyetinden bahisle: ”Osmanli pâdisahlarinin büyüklerinden olan Çelebi Mehmed, azim ve metaneti, yüksek ahlâkî faziletleri, sözüne, ahdine riayet etmesi, tab’an nezaketi, itidali ve siyasî görüsleri, devlet siyasetine aid islerde ifrata gitmeyerek durumu takdir etmesi ve programli hareketi sayesinde Osmanli Devleti’ni bir idare altinda toplamaya muvaffak olmustur” diyor.
***
* Bir sahadet daha: ”Basardigi en mühim mesele, dagilan devleti bir idare altinda toplamaktir. Bu, basarilmasi cidden güç isdi ve ancak onun azmi, cesareti ve dirayeti sayesinde elde edilebilecek bir zaferdi. En büyük meziyetlerinden birisi de, cidden kadirsinas ve vefali olmasi, zamaninda affetmesini ve kalp kazanmasini bilmesiydi. Ciddiyet ve vakari ile sehzâdeliginden beri herkesin hürmetini kazanmasini bilmisti.”
***
* Vasiyyeti: 4 Mayis 1421 Pazar günü otuz iki yasinda vefa eden Çelebi Sultan Mehmed’in ölüm dösegindeki vasiyyeti onun sahsiyetini tesbit bakimindan mühimdir!.. Okuyalim bu vasiyyeti: ”Tiz oglum Murad’i (Ikinci Murad) getirin. Ben hod bu dösekten kurtulmazim. Murad gelmeden ben ölürüm, memleket birbirine tokusur. Tedarük edin, benim vefatim duyulmaya.”
O yillarda Amasya Valisi olan Ikinci Murad Edirne’ye gelinceye kadar, pâdisahin vasiyyetine uyularak büyük bir maharetle Çelebi Sultan Mehmed’in ölümü kirk bir gün gizlenmis, herhangi bir karisikliga meydan verilmemistir!..
.
I. MEHMED
Osmanli sultanlari içinde “Mehmed” adini tasiyan ilk hükümdar olan Çelebi Sultan Mehmed’in gerek dogumu, gerekse Yildirim Bâyezid’in kaçinci oglu oldugu hakkinda farkli görüsler bulunmaktadir.
“Nizâm-i âlem” için, kardesi Musa Çelebi’yi de bertarafedip 1413 yilinda Edirne’de tek basina tahta geçip idareyi ele aldigi zaman Osmanli ülkesinde genel bir sevinç ve memnuniyet havasi esmeye basladi. Özellikle ordu, büyük bir cosku ile onu alkislamaktan geri kalmadi. Çünkü o, kardesleri arasinda moral ve fizikî nitelikleri bakimindan en çok dikkat çekeni idi. Hemen hemen bütün beden eksersizlerinde maharetli olusu, güzelligi, gönül yüceligi, düsünce çekiciligi ile hem beden gücü hem de huy güzelligini belirten Güresçi Çelebi ünvanini almisti. Organlari birbirine mütenasib olarak uygundu. Halk tarafindan kendisine pehlivan lakabi takilmisti. Teni pembeye yakin beyazlikta idi. Gözleri ve kaslari kara idi. Uzun boylu, gür sakalli ve sik biyikli olmakla birlikte seklen zarifti. Alni açik, çenesi yuvarlak, gögsü genis, kollan uzundu. Kartal bakisli, arslan güçlü idi. Atalarindan farkli bir sekilde basina tülbent sarardi. Basinin etrafina kat kat sarilan bez, birçok çikintilar teskil ederek sirmali külahinin ucundan baska yerini göstermezdi. Kendisinden önceki hükümdarlarin kaftanlarina uygun bir sekilde biçilmis olan kaftanina, astar yerine baska bir renkle samur kaplanmis ve etrafina kürk dürülmüstü.
Sultan Mehmed‘i davranislarina, hareketlerinin çabukluguna ve vekarina ait bütün övgülerin üstüne çikaran sey, Osmanli tarihçileri gibi, Bizans tarihçileri tarafindan da adaleti, sefkati, gönül yüceligi, dostlugunda sebati, hem Türkler hem de Rumlar için iyilik severligi hakkinda belirtilen ortak sehadettir. O, hiristiyanlara düsmanlik göstermemekle kalmamis, ayni zamanda onlara karsi dostça davranmistir. Çok iyi yetismis, mümtaz bir egitim görmenin bütün sonuçlarini ve ince düsünürlügün örneklerini göstermistir. Osmanli tarihçilerinin deyimi ile o, Tatar Tufani’nin tehlikeye düsürdügü devlet gemisini kurtaran Nuh gibidir.
împarator Manuel, müttefiki olan Mehmed’in son ve korkunç rakibini yendigine dair aldigi haber üzerine basarilarini tebrik edip kutlamak ve antlasma sartlari ile kendisinin yapmis oldugu hizmetleri hatirlatmak üzere 816 (1413)’da elçiler gönderir. Politikadan çok iyi anlayan Mehmed, taahhüdlerine bagli kalarak Karadeniz ve Marmara Denizi’nde elinde bulunan kuleler ile Teselya kalelerinin imparatora verilmesini çabuklastirir. Manuel’in elçilerini, hediyelerle sevindirip geri dönmelerine izin verdigi zaman onlara su sözleri söyledi:
“Imparatora söyleyiniz ki, yardimi sayesinde atalarimin ülkesini elde ettim. Bu hizmetinin hatirasi gönlümde daima sakli kalacaktir. Onun hosuna gitmek için bütün firsatlari arayacagim.”
Çelebi Sultan Mehmed, ayni sekilde Sirp, Ulah ve Bulgar hükümdarlarinin, Yanya dukasinin, Makedonya despotunun, Ahaiya prensinin elçileri ile diger zevati kabul etti. Bunlarla birlikte bir sofrada yemek yiyerek hepsinin san ve söhretini oksayici sözler söyledi. Hepsini sulh ve selametle geri gönderdi. Bunlara dedi ki:
“Hükümdarlariniza deyin ki, ben, herkes ile baris ve sulh içinde kalmak istiyorum. Barisi hile ile bozmak isteyen kimse, sulhün hamisi olan Allah’a karsi hareket etmis bulunacaktir.”
Gerçekten de Çelebi Sultan Mehmed, her seyden önce Timur’un istila ve yagmasiyla parçalanan, sonra saltanat kavgalari ile kani çekilen memleketi, tedbirli, basiretli ve uyanik bir idareci dehasiyla avucunun içine alir almaz, babasinin ve kardeslerinin Bizans’a karsi kullandiklari politikaya derhal son vererek memleketi o yönden gelecek olan tehlikelere karsi emniyete almis oldu. O, böyle davranmak zorunda idi. Zira idare ve iradesinin gücünü bekleyen, daha nice tehlikeler ve gaileler boy boy himmet ve gayret istiyordu.
Bir kere kardeslerini yenip tek basina idareyi ele aldigi zaman, devlet bünyesinde hâsil olmus çatlak ve çöküntülerden nice yabanci ve zararli unsur içeri sizmis bulunuyordu. Bir yandan bunlari temizlerken, bir yandan da kayb olan topraklan yeniden Osmanli hududlari içine kazanmakla, memleketin sarsilmis olan itibarini iade ile ise basladi.
Çelebi Sultan Mehmed, Edirne’de, bütün bir Osmanli ülkesinin hükümdari oldugunu ilân etti. Bundan sonra da bazi faaliyetlerde bulunarak memleketin bozulmus bulunan idaresini yeniden düzenlemeye çalisti. Bu cümleden olarak, kardesi Musa Çelebi’nin beylerbeyi yaptigi Mihaloglu Mehmed Bey’i tevkif ettirerek Tokat kalesine gönderdi. Öbür taraftan, ileride devletin basina büyük gaileler açacak olan Simavna kadisi oglu Bedreddin Mahmud’u fazl ve keremine hürmeten 1000 (bin) akça maas ile Iznik’te oturmaya memur eyledi.
Daha önce de belirtildigi gibi, cülûsunu tebrik için gelen çevre imparator ve hükümdarlarin elçilerini kabul ederek onlarla sulh içinde yasama teminati verdikten sonra Anadolu’ya geçer. Otuzbir veya otuziki günden beri muhasara ettigi Bursa’yi yakip yikan Karamanoglu’nu te’dib etmeden önce Ohri’den kaçip Izmir’e gelen ve Musa Çelebi’nin taraftari olan Aydinoglu Cüneyd Bey üzerine yürür. Bu arada Ayaslug (Selçuk)u zapt eden Cüneyd, Mehmed Çelebi’nin üzerine gelmekte oldugu haberini alir almaz kurtulusu kaçmakta bulur. Bunun üzerine Çelebi Mehmed, Menemen, Kayacik ve Nif (Kemalpasa) kalelerini alarak Cüneyd’in ailesinin içinde bulundugu Izmir kalesini kusatmaya baslar. Cüneyd’in tesebbüslerinden endiselenen civarin Türk ve hiristiyan beylikleri, donanmalarini göndermek suretiyle Mehmed Çelebi’nin yaninda Izmir muhasarasina katilip ona yardimci olmuslardi. Nitekim Izmir kalesi önüne gelen Rodos, Midilli ve Sakiz Hiristiyan donanmalari gibi, Mentese donanmasi da Mehmed Çelebi ile isbirligi yaparak Izmir’in zaptinda rol oynamislardi.
Bununla beraber ihtiyatî bir tedbir olmak üzere Izmir kalesinin surlarini yiktiran Çelebi Mehmed, ayni körfezde, sövalyeler tarafindan eski Izmir (Gavur Izmir) kalesinin yerinde yaptirilmakta olan kaleyi de bütün tehdid ve karsi koymalara ragmen yiktirmaktan çekinmemistir. Bununla beraber aradaki dostlugu büsbütün bozmak istemeyen Çelebi Sultan Mehmed, Rodos sövalyelerinin, Osmanli hakimiyeti altinda bulunan Mentese ilindeki
Halikarnas (Bodrum)’da Petronion kalesini yapmalarina müsaade etmisti.
Öte yandan Çelebi Sultan Mehmed, Cüneyd Bey’in annesinin ricasi üzerine onu affetmis ise de kendisine Anadolu’da degil, Rumeli’de Nigbolu sancak beyligini vermis, onun yerine de Aydin sancak beyi olarak Bulgar krali Sosmanos (Sisman)’un müslüman olan oglu Süleyman (eski adi: Alexandr)’i getirmistir. 816 (M. 1413) yilinda gerçeklesen bu hareket sonucunda, Cenevizlilerin Ege sahillerinde bulunan kolonilerinden Foça, Midilli ve Sakiz adalari, ekonomik bakimdan da Osmanlilar’la daha siki münasebetlerde bulunmus ve onlarin nüfuzu altina girmis oluyorlardi.
.
ŞEHZADELERİN HAKİMİYET MÜCADELESİ
Ankara bozgunu, yüz sene zarfinda Anadolu’nun hemen hemen tamamina yakin bir kismi ile Rumeli’nin Tuna boylarina kadar en mühim yerlerini zapt eden Osmanli Devleti için büyük bir felaket olmustu. Ankara hezimeti ile bassiz duruma düsen Osmanli Devleti’nin Rumeli’deki topraklari Hiristiyan devletlerle çevrili olmasina ragmen bu devletin yikilip ortadan kalkmayisi, onun ne kadar saglam temeller ve müesseseler üzerine kuruldugunu göstermektedir. Böyle tehlikeli bir dönemde Balkanlar’da, Osmanli Devleti’ne karsi ayrilma veya isyan etme seklinde bir hareketin görülmemesi, Osmanlilarin, buralarda yasayan Hiristiyan halka gösterdikleri âdilâne muameleden kaynaklanmaktadir. Müslüman Türkler, Balkanlar’daki Ortodoks halki, Katoliklerin baskisindan kurtarmak, onlarin dinî inançlarina kimseyi karistirmamakla din ve vicdan hürriyetine sayginin en güzel örneklerini vermislerdi. Gerçekten de hiç bir devletin idare tarzi, Osmanlilarin idaresi kadar iyi olamazdi. Balkan halklari bu gerçegi çok aci tecrübeler sonunda anlamislardi.
Öyle anlasiliyor ki, Osmanli sehzadeleri arasindaki çekisme, Timur henüz sahnede iken ortaya çikmisti. Bu da Bursa’yi elde etme yüzünden olmustu. Nitekim Mehmet Çelebi, ailesinin Bursa’daki topraklarini istemeye kalkismis, fakat Timur’un Musa Çelebi’yi tutmasi yüzünden bundan vaz geçmisti. Babasi Yildirim Bâyezid ile birlikte Timur’a esir düsen ve onun yaninda bulunan Musa Çelebi, Timur’un destek ve yakinligini kazanarak, Bursa ve Karesi bölgesine hâkim olan kardesi Isa Çelebi ile çatismaya girer. Bu mücadeleden basarili çikan Musa Çelebi, Bursa’ya hâkim olur. Fakat, Timur’un Anadolu’yu terk etmesinden sonra kuvvetlenen Isa Çelebi, eski payitaht olan Bursa’yi tekrar ele geçirir. Maglup olan Musa Çelebi ise Kütahya’daki dayisi Germiyanoglu’nun yaninda kalmaya mecbur olur. Muhtemelen oradan da Karamanoglu’nun yanina gitmisti.
Amasya’da bulunan sehzade Mehmed, Amasya, Canik, Tokat, Niksar ve Sivas taraflarinda bulunan yerli beylerden Kara Devletsah Kubadoglu, Gözleroglu, Köpekoglu, Kadi Burhaneddin Ahmed’in damadi Mezid Bey’le miicadele edip o havaliyi tamamen kendi nüfuz ve hükmü altina almisti. Subasi Eyne Bey’in tavsiyesi ile Bursa taraflarinda bulunan biraderi Isa Çelebi’ye müracaatla Anadolu’yu aralarinda taksim etme teklifinde bulundu ise de Isa Çelebi’nin kendisinin büyük kardes oldugunu söyleyip teklifi red etmesi üzerine Ulubat’ta baslayan muharebede (1404) Isa Çelebi, maglub olarak önce Yalova’ya, oradan da Istanbul’a gitti. Edirne’de bulunan Emir Süleyman’in, Imparator’dan Isa’yi istemesi üzerine, antlasma geregi olarak Isa Edirne’ye gönderildi.
Ulubat savasinda, Yildirim Bâyezid’in meshur komutanlarindan olup Mehmed Çelebi’nin maiyetine giren Subasi Eyne Bey ile Isa Çelebi’nin yaninda yer alan Sari Timurtas Pasa maktul düsmüslerdi. Savasi müteakip Bursa’ya giren Mehmed Çelebi, hükümdarligim ilân etmesine ragmen, bir ihtiyat tedbiri olarak Timur’un adinin da bulundugu para bastirarak zekice bir siyaset takip etmistir. “Sikke-i müstereke” adi ile anilan bu paranin Bursa’da hicrî 806 tarihinde basildigi anlasilmaktadir. Mehmet Çelebi, daha sonra Germiyanoglu Yakub Bey’in yaninda bulunan babasinin cesedini getirterek camiinin yanina gömdürmüstür.
Anadolu’daki bu mücadeleler devam ederken, en büyük sehzade olan Süleyman Çelebi (Emir Süleyman), Edirne’de Hiristiyan unsurlarin destegiyle güvenlik içindeydi. Bu esnada Sirbistan’da Lazar’in yerine geçen oglu Stefan (Istefan) hüküm sürüyordu. Georg Brankoviç de güney Sirbistan’da gücünü yaymaya çalisiyordu. Emir Süleyman, bu iki Sirp prensin çatismalarindan istifade etmeyi basardi. O, babasinin Anadolu topraklarini ele geçirmek ve kardeslerini ortadan kaldirarak Osmanli Devleti’ni yeniden eski durumuna getirmek istiyordu. Bu gayesini gerçeklestirebilmek için Selanik, Makedonya’nin bir bölümü, Mora, Trakya kiyilari, Marmara ve Karadeniz’de Istanbul’a en yakin kiyi kasabalari verilmek suretiyle Bizans’tan para ve askerî yardim saglandi. Bizans’in daha önce Osmanlilara ödemek zorunda oldugu vergi de kaldirildi. Böylece Emir Süleyman, kendi kardeslerine karsi yardim saglamak için agir bir bedel ödemis oluyordu. Kendisine en büyük rakip olarak Mehmed Çelebi’yi gören Emir Süleyman, kuvvetli bir ordunun basinda Isa Çelebi’yi Bursa üzerine gönderir. Mehmed Çelebi’ye bagli kalan Bursa’lilarin mukavemeti üzerine muvaffak olamayan Isa Çelebi, Bursa’yi atese verip yaktiktan sonra, Kastamonu’da bulunan Isfendiyar Bey’in yanina çekilir. Onunla ittifak halinde bulunan Aydinoglu Cüneyd, Saruhanoglu Hizirsah Bey ve Menteseoglu Ilyas Beylerle Mehmed Çelebi üzerine varip onunla savasmak istemisti. Fakat bu son tesebbüsünde de muvaffak olamayinca Karaman iline siginmak ister. Fakat bu arzusunu gerçeklestiremeden Eskisehir yakinlarinda yakalanarak öldürülür. Cesedi, Bursa’da Murad Hüdavendigâr türbesi yanina gömülür. Isa Çelebi’nin öldürülmesi üzerine onunla ittifak halinde bulunan ve yukarida adi geçen Ege beylikleri, Mehmed Çelebi’nin hükümdarligini tanimak zorunda kalirlar. Böylece Mehmed ve Süleyman Çelebiler, devletin Anadolu ve Avrupa bölümlerinin hükümdarlari oldular.
Bununla beraber Emir Süleyman, devletin tamamini istiyordu. Bu yüzden ordusu ile kardesinin üzerine varip önce Bursa, sonra da Ankara’yi zapt etmisti. Bu kayiplardan sonra Amasya’ya çekilmek zorunda kalan Mehmed Çelebi, mücadeleden vaz geçme niyetinde degildi. Nitekim 1406 yilinda Yenisehir ovasinda kardesi Emir Süleyman ile savasmis, fakat maglub olarak tekrar Amasya’ya çekilmis ise de onu Rumeli’ye dönmek zorunda birakmak için çareler aramaya baslamisti. Anadolu’da dört yil kadar kalan Emir Süleyman’in, Sivrihisar yüzünden Karamanlilar’la arasinin açilmasini firsat bilen Mehmed Çelebi, yeni bir taktik deneyerek Karaman’da bulunan kardesi Musa Çelebi’yi kendisine bagli kalmak sartiyla Rumeli’ne göndermeye karar verir. Bu maksatla Karamanlilar’la Kirsehir’in Malya ovasinda bulunan Cemale kalesinde bulusan Mehmed Çelebi, Candaroglu Isfendiyar Bey ve Eflak voyvodasi Mirçe ile de müzakerelerde bulunmustu. Onlarin da muvafakati üzerine Candar iline gelen Musa Çelebi, Temmuz 1409’da Sinop’tan gemilerle Eflâk’a geçer. Gerçi Emir Süleyman’in giiçlenip kendi bagimsizligini tehdid etmesinden korkan Eflâk’in ve Sirp krali Stefan’in da destekleri saglanmisti. Musa Çelebi, Eflâk’ta prensin kizi ile evlendi. Böylece Türkler, Ulahlar, Sirplar ve Bulgarlar’dan olusan bir ordu toplamayi basaran Musa Çelebi, Edirne üzerine yürür.
Musa Çelebi, Istanbul’a kaçmak üzere yola çikan Emir Süleyman’in yakalanip öldürülmesi ve bütün timarli sipahiler gibi sancak beylerinin de kendisine bagliliklarini bildirmeleri üzerine Rumeli’deki Osmanli eyaletlerinin yegane hâkimi olarak Edirne’de tahta geçer. Böylece Emir Süleyman’in devleti, daha yetenekli ve enerjik Musa Çelebi’ye kalmisti. Gerçekten, cesur, gözü pek, faal bir kimse olan Musa Çelebi, Çelebi Mehmed’e olan bagliligini red ve inkâr ederek hükümranligini ilân eder. Subat 1411 yilinda gerçeklesen hükümdarlik ilânindan sonra adina para bastiran Musa Çelebi, gerçek bir hükümdar gibi davranmaya baslar. Saray protokol ve merasimlerinde eski Osmanli saray geleneklerini kurmaya yeniden tesis etmeye çalisir.
Musa Çelebi, Emir Süleyman’a yardim eden Sirp despotu Stephan Lazaroviç üzerine yürüyerek önemli bir maden sehri olan Novo Brodo’yu zapt eder. Pravati ve köprü kalelerini de ele geçirmek suretiyle, karisiklik döneminde Osmanlilar’in Balkanlar’da kayb ettikleri topraklan geri alir. Bu esnada Emir Süleyman’in Rumeli’ye geçisi esnasinda Bizans’a biraktigi yerlerin çogunu geri alan Musa Çelebi, böylece Bizans’i da cezalandirmaya çalisiyordu. Istanbul’u karadan ve denizden kusatma altina alan Musa Çelebi, 1411 yilinda Silivri’ye gelmis ve Istanbul’u açlikla teslime zorlamak istemisti. Çagdas kaynaklarin ifadesine göre Musa Çelebi’nin tutumundan çekinen Manuel, Venedikliler’in de yardim etmemeleri üzerine sehri teslim etmeye karar verir. Ancak daha önce Musa Çelebi tarafindan Bizans’a gönderilen ve bilahare Manuel ile is birligi yapan Candaroglu Ibrahim Pasa’nin tavsiyesi ile hareket eden Manuel, Çelebi Mehmed’i Rumeli’ye geçirmek suretiyle Istanbul kusatmasini kaldirmak tesebbüsünde bulunur. Nitekim, Gebze kadisi Fazlullah’i Manuel’e göndererek onunla anlasan Çelebi Mehmed, önce Istanbul’a gelmis, 1412 senesinin Ekim ayinda da Çatalca yakininda bulunan Incegiz’de Musa Çelebi ile savasa girmistir.
Kardesler arasindaki mücadele esnasinda sik sik taraf degistirmekle dikkat çeken bir sahsiyet vardir. Aydinoglu Cüneyd Bey adini tasiyan bu zat, Aydin ilindeki mevkiini saglamlastirmak için bir dizi faaliyetlerde bulunmustu. Fakat sonunda Çelebi Mehmet duruma hâkim olup eski birligi saglayinca onu Nigbolu muhafizligina getirmek zorunda kalmistir. Bununla beraber ona güvenemeyen Çeîebi Mehmet, onu bölgesinden alip uzaklastirmak ihtiyacini duymustu.
Baslangiçta gayet halim selim görünen Musa Çelebi’nin, sonralari sert bir tavir takinarak gerek beylerinin gerekse askerlerinin kendisine olan bagliligini kayb etmesi, yenilmesinde büyük bir rol oynamistir. O, Sofya’nin güneyinde bulunan Samakov kasabasi civarindaki Çamurlu sahrasindaki savasta ordusunun maglub olmasi üzerine yarali olarak Eflâk’a dogru kaçmak isterken yakalanip 10 Temmuz 1413’te öldürülür. Musa Çelebi’nin ölüm haberi, büyük bir üzüntüye sebep olmustu. Nasinin Bursa’ya gelmesi üzerine sehri muhasara eden Karamanoglu Mehmed Bey, sür’atle geri çekilmek zorunda kaldi.
Musa Çelebi’nin vefati üzerine Osmanli hanedaninin bölünmesi sona ermis oluyordu. Çelebi Sultan Mehmed, babasinin topraklarini yeniden toparlamaya gayret ediyordu. Onbir yil süren bu karisiklik döneminden sonra Osmanli Devleti, Güneydogu Avrupa’daki bütün stratejik noktalari, Edirne, Sofya ve Üsküp’ü; Dogu Balkanlar’da da eski sehir ve yerlesim bölgelerini tekrar elde etmis oldu. Bunun sadece bir istisnasi vardi o da Çelebi Sultan Mehmed’e yardim karsiliginda Sirbistan’a birakilmis olan Nis’t
.
Tuğrul ve Çağrı Beyler
Çağrı ve Tuğrul Beyler, Oğuzların Kınık boyundan Selçuklu hükümdarı Selçuk Bey’in torunlarıdır. Selçuk Bey’in oğlu Mikail’in çocukları olan bu iki bahadır, ilerde devlet olacak Selçukluların habercileridir.Savaşçı özelliğiyle Selçuk Bey’in boy’u içinde öne çıkan Mikail, bir kale fethi sırasında ölür. İşte o sıralar oğlu Tuğrul dünyaya gelir.Fevrilikten uzak, temkinli hareket eden özelliğiyle bir genç fidan olarak sürgün verir. Susar, bekler, kişileri ve durumları inceler. İnsanları öncelikle anlamaya çalışırdı.Çağrı ise Tuğrul’a göre atılgan, korkusuz bir savaşçıydı. Adeta devlet idaresi için birbirini tamamlayan iki “yarım”dan ibarettiler. Biri devletin askeri kanadını eline alacak, diğeri ise siyasi tarafını.
Tuğrul Bey, babası Mikail ve dedesi Selçuk Bey’in özelliklerini taşıyordu. Kaslı kollar, geniş omuzlar. Siyah ve kısık gözler.Çağrı Bey, kardeşi Tuğrul’dan bir yaş büyüktür.Gençlikleri hızlı olan bu iki kardeş, dedeleri Selçuk Bey’in devlet olma ülküsünü gerçekleştirme adına kendilerini iyi yetiştiriyorlardı. Bunda amcaları İnanç Bey’in katkısı inkar edilemez.
Tuğrul Bey, isabetli siyasi fikirleriyle kısa bir zaman içinde çevresinde sözü dinlenilir hale gelmişti. Nasıl bir önseziydi ki bu, çevresinde gelişen havadis hakkında yanılmaz sonuçlara varabiliyordu?Çağrı Bey ise yüzü, fiziği, bakışları ve hareketleri ile adeta savaş için biçilmiş bir kaftandı. Vücudu zayıf olsa da kuvvet hususunda Tuğrul Bey’den aşağı kalır yanı yoktu. Yerinde duramayan, ateş tutuşturulmuş kuru ağaç yaprakları gibiydi. Savaşmak için tutuşuyordu. Mükemmel derecede kılıç ustası olan Çağrı Bey, bizzat savaşlara müdahil oluyordu.Tuğrul Bey ise kılıç ustalığının yanında çok iyi bir ok atıcısıydı.
Selçuk Bey’in ölümünden sonra boy’u yöneten oğulları arasında öne çıkan isim Arslan Yabgu olmuştu. Zeki biri olan Arslan Yabgu, bazı hatalı ittifaklar yapmıştı. Bu demek oluyordu ki boy, her an tehlikeyle burun buruna gelebilirdi. Hatta yok olmanın sınırından bile söz edilebilirdi. Birbirine üstünlük kurmaya çalışan Türk boyları çetin bir coğrafyanın sıkıştırması yanında bir de Karahanlılar ve güçlü Gazneliler ile uğraşmak zorundaydı.
Karahanlıların kendileri için oluşturduğu tehlikeden ileriye dönük endişe duyan Tuğrul ve Çağrı Beyler, başka güvenli yerler aramaya koyuldu. Bir bey olarak bir devlete kafa tutarak yaşamanın sıkıntıları vardı. Adını duydukları Diyar-ı Rum topraklarına göç kararı aldılar. Vaspurugan’ın (Van) büyük gölünün yakınlarına geldiklerinde memnuniyeti Çağrı Bey’in yüzünde okunuyordu. Çünkü iklimin yumuşaklığı nemli havasıyla yüzünü okşamıştı. Orta Asya’nın sert iklimi bu coğrafyada ılımanlaşıyordu. Çağrı Bey, büyük göç hareketini gerçekleştirirken Hazar Denizinin batısındaki Azerileri de yanına almıştı. Kuvveti böylece 15 bine ulaşmıştı. Bölgedeki Ermeniler korktuklarından olsa gerek teyakkuza geçmişler, birliklerini hazırda tutuyorlardı. Çağrı Bey, Van’daki birçok kaleyi almıştı. Bu keşiften büyük bir kuvvetle dönen kardeşini hasretle kucaklayan Tuğrul Bey, ganimetlerden de memnun olmuştu.
1035 yılında Tuğrul ve Çağrı Beyler’in akıllı siyaseti sonuç vermişti. Gazneli Mesut, yıpratılarak bozguna uğratılan ordusunun kendisini bu denli zora sokacağını bilemezdi elbette. Kendisinden istenilen Nasa, Dihistan ve Farava’yı Selçukoğulları’na vermek zorunda kalmıştı. İstemiyordu; fakat siyaset gereği böyle davranmak zorunda kalmıştı. Hind seferini de düşünmeliydi. Böylesi önemli bir seferin arefesinde tutup henüz devlet bile olamayan bir Türk boy’u ile mi uğraşsındı? Nasılsa onları yok ederdi. Varsın Çağrı ve Tuğrul denilen bu iki Türk, Sultan Mesud’un gönderdiği hilat, sancak ve menşur ile devlet kurduklarını düşünsünler. Öyle mi olacaktı acaba?
Sultan Mesud, 1038’de Hind seferini yarıda bırakarak geri döndü. Türkmenler, Talekan ve Faryab’ı ele geçirmişti. Ordusu Serahs önlerine kadar ilerledi. Sayıca kalabalık olan bu ordunun savaş teçhizatı askerlerin hareket kabiliyetini kısıtlıyordu. Çağrı Bey, taktiğini işte bu kusura göre ayarlamıştı. Meydan savaşına girmenin bir hezimet olacağını bilen Çağrı Bey, askerlerini çöle yaslamıştı. Sıkıştığı an çölün içlerine çekilecekti. Takip eden Gazne birliklerini, çölü hiç bilmeyen bu askerleri orada imha etmek çok daha kolaydı. Çöl koşullarında muazzam hareket kabiliyeti kazanmış Türk askerleri, Gaznelileri bozguna uğratmıştı.
Selçuklular, nihayet özlemini çektikleri devleti kuracaklardı. Hatta kurmuşlardı işte. Tuğrul Bey, Nişabur yakınlarındaki Şadyah’ta Sultan Mesud’un tahtına oturdu. Bundan onun hemen pes ettiği sonucu çıkarılmasın. Selçukluların kadim düşmanı Şah Melik ile ittifak yapmıştı. Büyük bir ordu topladı. Az buz değil, 100 bin kişilik bir orduydu bu. Orduda ayrıca filler de vardı. Güçlü bir ordunun karşısına çıkmak bile bile intihar demekti. Tabii bu, işin görünen maddi yönüydü. Fakat bir de diğer tarafı vardı. Yoksa Bedir’de 300 kişilik azınlığın kendisinden üç kat fazla müşrik ordusunu nasıl hezimete uğrattığı anlaşılmaz.
Siyasi bir deha olan Tuğrul Bey, bir savaş uzmanı olan kardeşi Çağrı Beye tam anlamıyla itimat ediyordu. Çağrı Bey de artık savaşın kaçınılmaz olduğunu söylüyordu. Sayıları onlar kadar değildi; ama azımsanacak bir güç de sayılmazlardı. Gözü pek askerleriyle farklı savaş taktikleri deneyen bir Çağrı Bey vardı ortada. Başka ne olsundu!
Bu Türk boy’u çok garip savaşıyordu. Vurup kaçıyorlar, Gazne ordusunu parça parça ederek çölün içlerine çekiyorlardı. Gazneliler, Dandanakan meydanına ulaştıklarında askerler neredeyse susuzluktan yere devrilecekti. Neyse ki su kuyuları vardı işte. Fakat o da ne? Kuyuların hepsi tahrip edilmişti. Susuz asker nasıl savaşacaktı? Savaşamadılar zaten. 23 Mayıs 1040 Cuma sabahı ortada Gazne ordusundan kimse kalmamıştı. Sultan Mesud, yanına aldığı yüz süvarisi ile savaş alanından sıvışmıştı.Bir kez daha bölgenin en büyük gücünü mağlup etmişlerdi.Bir devlet erirken bir başka devlet dirilişi Çağrı Bey, 1060 yılında hastalanarak Serahs adı verilen yerde vefat etti. Tuğrul’dan önce dünyaya gelmişti, ayrılışı da önce oldu.Tuğrul Bey ise, 70 yaşlarında Rey yakınlarında 5 Eylül 1063 tarihinde vefat etti.
.
Malazgirt Savaşı
Büyük Selçuklu Devleti Gaznelilerle yapılan savaşlarla kuruluş sürecini tamamlamıştı.Özellikle 1048 Pasinler Savaşından sonra Türklerin Anadolu’ya akınları dahada arttı. Selçukluların Anadolu’ya yaptığı bu akınlar Bizans’ı rahatsız etmiştir. Anadolu’nun hakimi Bizans gibi görünse de Selçuklular yaptıkları akınlar sırasında halka zarar vermediği için daha çok sempati kazanan taraf olmuştur. Bu durum karşısında Selçukluları Anadolu’dan atmak isteyen Bizan imparatoru Romen Diyojen Doğu seferini düzenlemiştir. Kayseri ve civarını hakimiyet altına alan Romen Diyojen Sivas’a geldiğinde Ermenilere ağır kayıplar verdirmiştir. Diyoje ‘nin doğu seferi sırasında Sultan Alparlan İslam dünyası üzerindeki şii Fatimi tehlikesini ortadan kaldırmak için Mısır Seferi için yola çıkmıştı. Ancak Bizans ordusunun geldiğinin haberini alınca ordusunun yönünü Anadolu’ya çevirmiştir.
İki ordu Muş’un Malazgirt Ovasında karşı karşıya gelmiştir. Bizans ordusu sayı olarak Selçuklu ordusundan daha üstündür. Ancak ordunun büyük kısmı paralı askerlerden oluştuğu için vatan anlayışı yoktur. Savaş başladığında Sultan Alparslan Türklerin klasik savaş taktiği olan hilal taktiğini uygulamıştır. Aynı zamanda Bizans ordusu içinde paralı askerlik yapan Uz ve Peçenek Türkleri, düşman diye savaştıkları kişilerin soydaşları olduğunu görünce Selçuklu safına geçmiş ve savaşın kazanılmasında etkili olmuşlardır.
Malazgirt zaferi ile Anadolu’nun kapısı Türklere açılmıştır. Bizans İmparatoru Romen Diyojen esir edilmiş ancak Sultan Alparslan tarafından affedilerek ağır bir antlaşma imzalanmıştır.Urfa ve Antakya kaleleri Selçukluya bırakılacak ve Bizans Selçukluya yıllık vergi ödeyecekti. Romen Diyojen bu mağlubiyet sonrasında sadece savaşı kaybetmemiş aynı zamanda tahtını da kaybetmiştir. İstanbul’a döndüğünde yerine VII. Mihail geçmiş ve Diyojeni yakalatarak gözlerine mil çektirmiştir. Yeni imparator Diyojen’in yaptığı antlaşmayı kabul etmemiştir. Bunun üzerine Sultan Alparslan komutanlarına Anadolu’yu fethetme emrini vermiştir kim nereyi fethederse orası onundur demiştir.Böylece Anadolu’da ilk beylikler dönemi başlamıştır. Malazgirt Zaferi Anadolu’da Türk tarihinin başlangıcı olmuştur.
|
Bugün 351 ziyaretçi (442 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|